DÖNEM
: 21 CİLT : 76 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 27 nci Birleşim 28 . 11 . 2001 Çarşamba İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. -
YOKLAMALAR IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. - Zonguldak Milletvekili Ömer
Üstünkol'un, taşkömürü ithalatına ilişkin gündemdışı konuşması 2. - İçel Milletvekili Hidayet Kılınç'ın,
İçel İlinde meydana gelen sel baskınlarına ilişkin gündemdışı konuşması 3. - Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın,
Sayıştay Başkanlığının 2000 yılı Hazine işlemlerine ait raporuna ilişkin
gündemdışı konuşması B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil
edecek Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi Türk Grubunu
oluşturmak üzere, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın DYP Grubu Başkanlığınca
aday gösterilmiş olduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/933) V. -
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ 1. - 12.11.2001 tarihli Gelen Kâğıtlarda
yayımlanan ve Genel Kurulun 15.11.2001 tarihli birleşiminde okunmuş bulunan
Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkındaki (9/4) esas numaralı
Meclis soruşturması önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmının 3 üncü sırasında yer almasına, soruşturma açılıp
açılmayacağı hususundaki görüşmelerin 29.11.2001 tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin Danışma Kurulu önerisi B) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1. - Gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi VI. -
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A)
GÖRÜŞMELER 1. - Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının
Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S.
Sayısı : 596) 2. - Saadet Partisi Grubu Adına Grup
Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili
Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, Ekonomi Yönetiminde Başarılı Olamayarak Ekonomik
Çöküş Sürecini Hızlandırdığı ve Dış Ekonomik İlişkilerde Türkiye'yi Küçük
Düşürücü Davranışlar Sergilediği İddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş Hakkında
Gensoru Açılmasına İlişkin Önergesi (11/23) VII. -
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir Milletvekili Rifat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.
Sayısı : 527) 2. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433) 3. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili
Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve
Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666) 4. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754,
1/692) (S. Sayısı : 675) 5. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer
Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve
Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676) 6. - Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve
Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685) 7. - Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S.
Sayısı : 724) VIII. -
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. - Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un,
Türk Merchant Bank'ın faaliyetlerine ve kamu bankalarının yöneticilerine
ilişkin Devlet Bakanı Kemal Derviş'ten sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı
Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/4976) 2. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in,
KARDEMİR'e ilişkin Devlet Bakanı Kemal Derviş'ten sorusu ve Orman Bakanı ve
Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/4979) 3. - Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya'nın, PETLAS'la ilgili olarak MİT'ten rapor istendiği iddialarına
ilişkin Devlet Bakanı Kemal Derviş'ten sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı
Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/4996) 4. - Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya'nın, İstanbul Millî Eğitim İl Müdürlüğü ile İ.T.Ü. tarafından
düzenlenen bir sertifika programına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'un cevabı (7/5000) 5. - Erzincan Milletvekili Tevhit
Karakaya'nın, Talim ve Terbiye Kurulunca bazı kelimelerin ders kitaplarında ve
eğitimde kullanılmasının yasaklandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu'un cevabı (7/5004) 6. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi
Yanmaz'ın, öğretmenlerin sorunlarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Metin Bostancıoğlu'un cevabı (7/5020) I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 12.00'de açıldı. Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak, Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle
ve Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu'nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle,
öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve
sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşmalarına,
Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu cevap verdi. Başkanlıkça, bütçe görüşmelerinde kişisel
söz almak isteyen üyelerin söz kayıt işlemlerine ilişkin duyuruda bulunuldu. Bursa Milletvekili Teoman Özalp ve 22
arkadaşının, demiryolu ulaşamı yatırımları konusunda (10/222), İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar ve 21
arkadaşının, İzmir İlinin yaşadığı sel felaketlerinin ve altyapı sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla (10/223), Birer Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri okundu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacakları ve
öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in (6/892)
ve (6/972), Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay'ın
(6/1121), (6/1122), (6/1133) ve (6/1135), Esas numaralı sözlü sorularını geri
aldıklarına ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği
bildirildi. Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün,
Sağlık, Aile ve Çalışma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi
Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü
halin 30.11.2001 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresinin, yapılan görüşmelerden sonra,
kabul edildiği açıklandı. Yumurta üreticilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/8)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme,
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi. Saadet Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili
Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olamayarak ekonomik
çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük
düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkında
gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/23) gündeme alınıp alınmaması
görüşmelerine başlanılarak, bir süre devam edildi. 28 Kasım 2001 Çarşamba günü, alınan karar
gereğince saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşime 15.51'de son verildi. Ali Ilıksoy Başkanvekili
No. :40 II. - GELEN KÂĞITLAR 28.11.2001 ÇARŞAMBA Yazılı Soru Önergeleri 1. - İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, vakıflar aracılığıyla bağış adı altında toplanan
paralara ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/5169) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.11.2001) 2. - İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, vakıflarca toplanan bağışlara ilişkin Devlet
Bakanından (Nejat Arseven) yazılı soru önergesi (7/5170) (Başkanlığa geliş
tarihi : 27.11.2001) 3. - İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, kamu kesintisi yapılan bazı vakıflara ilişkin Devlet
Bakanından (Nejat Arseven) yazılı soru önergesi (7/5171) (Başkanlığa geliş
tarihi : 27.11.2001) 4. - Afyon Milletvekili
Halil İbrahim Özsoy'un, çiftçi ve besicilerin kredi borçlarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5172) (Başkanlığa geliş tarihi :
20.11.2001) 5. - Şanlıurfa
Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Üniversitede okuyan öğretmen
çocuklarının yurt ve kredi sorununa ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5173) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.11.2001) Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri 1. - Erzurum Milletvekili
Aslan Polat'ın, ülke genelinde tamir ve tadilat edilmesi gereken binalara
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4905) 2. - Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, Toplu Konut İdaresi Başkanlığına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/4906) 3. - Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize Ardeşen İçme Suyu Projesine ilişkin Bayındırlık ve
İskan Bakanından sözlü soru önergesi (7/4925) 4. - Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İçme Suyu Projesine ilişkin Bayındırlık ve İskan
Bakanından sözlü soru önergesi (7/4926) 5. - Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, Karayolları Genel Müdürlüğü aracılığıyla Rize'de
yürütülen projelere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi
(7/4927) 6. - Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, İller Bankasının Rize İlinde yürüttüğü projelere ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (7/4928) 7. - Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İlinde yürütülen projelere ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından sözlü soru önergesi (7/4929) 8. - Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, Çamlıhemşin - Ayder Ilıcası - Kavran Yaylası yolu
projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (7/4930) 9. - Karabük Milletvekili
Mustafa Eren'nin, ekonomik krizin psikolojik etkilerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4952) 10. - Aydın Milletvekili
Sema Tutar Pişkinsüt'ün, Din İşleri Yüksek Kurulunun fetvalarına ve Türkiye
Diyanet Vakfına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin
Özkan) yazılı soru önergesi (7/4964) 11. - Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, Bursa - İznik ilçesinin içme suyu sorununa ilişkin Bayındırlık
ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/4970) 12. - Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, afet kapsamına alınan yerlerin tespitinde uygulanan
kriterlere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4974) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati : 12.00 28 Kasım 2001 Çarşamba BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27 nci Birleşimini açıyorum. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Sayın Başkan, burada toplantı yetersayısı var mı? III. – YOKLAMA BAŞKAN - Elektronik
cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için 5 dakikalık
süre veriyorum. Bu süre içerisinde sayın
milletvekillerinin oy düğmelerine basarak, salonda hazır bulunduklarını
bildirmelerini; bu süre içerisinde sisteme giremeyen arkadaşlarımızın teknik
personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise
yoklama pusulalarını teknik personel aracılığıyla Başkanlığımıza
ulaştırmalarını rica ediyor, yoklama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla
yoklama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayımız yoktur. Saat 12.30'da toplanmak
üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 12.07 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 12.30 BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27 nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. III. - YOKLAMA BAŞKAN - Bir önceki
oturumda toplantı yetersayısına ulaşılamamıştı; şimdi, yeniden, elektronik
cihazla yoklama yapacağım. Yoklama için 5 dakikalık
süre veriyorum. Bu süre içerisinde
sisteme giremeyen arkadaşlarımızın teknik personelden yardım istemelerini; buna
rağmen giremez iseler, aynı süre içerisinde, yoklama pusulalarını
Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyor, yoklama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla
yoklama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce üç
arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz,
taşkömürü ithalatı konusunda söz isteyen Zonguldak Milletvekili Ömer Üstünkol'a
aittir. Buyurun Sayın Üstünkol.
(DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakikadır. IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. -
Zonguldak Milletvekili Ömer Üstünkol'un, taşkömürü ithalatına ilişkin
gündemdışı konuşması ÖMER ÜSTÜNKOL (Zonguldak)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; taşkömürü ithalatıyla ilgili olarak
söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ülkemizin taşkömürüne
olan ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Halen, demirçelik sanayii, genel
sanayi ve ısınma için 15-18 000 000 ton arasında değişen yıllık taşkömürü
ithalatının 2005 yılında 25 000 000 ton, 2010 yılında 47 000 000 ton olacağı
öngörülmektedir; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Kömür Özel İhtisas
Komisyon Raporu. Bu rakamlar, Türkiye Taşkömürü Kurumunun 2005 yılına kadar
yıllık üretiminin 4,8 milyon tona ulaşacağı kabul edilerek çıkarılmıştır. Bu
sağlanamazsa, ithalatın daha da büyüyeceği aşikârdır. Taşkömürünün, yetkili bir
devlet kuruluşu tarafından denetlenip, vizesi alınmadan ithal edilmesi halinde,
aşağıda örnekleri verilen bazı sakıncaların görülmesi kaçınılmazdır. Bu
sakıncalar günümüzde halen görülmektedir. Kömürün kalitesine ve
kalorisine uygun bir fiyat tespiti yapılamazsa, düşük kaliteli ve düşük
kalorili kömürler halka ve kuruluşlara yüksek fiyatla satılabilir. Örneğin,
Çin'den veya Rusya'dan tonu 30 ABD Dolarına limanda teslim alınan taşkömürünün,
nakliye dahil en fazla 40 ABD Dolarına mal olmasına rağmen, 100-150 dolar
civarında fiyatlarla satıldığı görülmektedir. Ekonomik sıkıntı içerisindeki
halkımızın veya halkımızın malı olan kuruluşlarımızın bu fahiş fiyatlardan kurtarılması
için, makul fiyat tespitlerinin yapılması gerekmektedir. Bunun yapılabilmesi
için, öncelikle, kömürün özelliklerinin ve dolayısıyla, kalitesinin, yani,
değerinin belirlenmesi gerekmektedir. Taşkömürü adı altında
ithal edilen, bazı, özellikle maliyeti düşürmek için içine ucuz olan petrokok
karıştırılmış kömürler yakıldığı zaman, atmosfere zehirli veya kanserojen
maddeler içeren gazları salmaktadır. Bu ise, günümüzün önemli bir sorunu olan
çevre kirliliği ve insan sağlığı açısından son derece tehlikeli bir durumdur.
Bunu önlemenin yolu, yine, ithal edilen kömürlerin denetlenmesidir. Linyit
dışında kalan, ithal edilecek kömürlerin, taşkömürü, antrasit, buhar kömür, kok
ve benzeri standartlara uygunluğunun tespit edilmesi gibi bir görevin, uzman
bir kuruluş olan Türkiye Taşkömürü Kurumuna verilmesi, son derece isabetli ve
yararlı olacaktır. 23 Şubat 2000 tarih ve
23973 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 3213 sayılı Maden Kanununun
Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 51 inci maddesinin tadiliyle, Avrupa Birliğine
mensup ülkelerin dışındaki ülkelerden ithal edilen, sanayide kullanılacak
taşkömürüne -demir-çelik sektörünün kullandığı kömür hariç- fon uygulanmasına
başlanılmıştır. Ancak, bazı ithalatçı firmaların Avrupa Birliği ülkelerinden
bir şirketle ortaklık kurup, hileyle bu fon ödemesinden kurtuldukları duyumları
alınmaktadır. Bu, şöyle olmaktadır: Örneğin, Almanya'daki bir ortakla beraber
Rusya'dan alınan taşkömürü, bu ortak sayesinde, Almanya'dan ithal edilmiş gibi
gösterilebilmektedir. Bu konuda denetim getirilirse, çeşitli ülkelerde üretilen
taşkömürlerinin karakteristikleri bilindiğinden, bu gibi hileler ortaya
çıkarılabilecek ve önlenebilecektir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ithal edilecek linyit dışı kömürlerin saptanan standartlara
uygunluğunun, belirlenecek limanlardaki giriş noktalarına kurulacak
laboratuvarlarda analizlerinin yapılması ve bu hizmetlerin karşılığında, ton
başına tespit edilecek ücretin, Türkiye Taşkömürü Kurumuna ödenmesi
hususlarında gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasıyla, kömür piyasasında
haksız rekabet önlenebileceği gibi, çevre ve insan sağlığına uygun kömürlerin ithalinin
gerçekleşmesi mümkün olacaktır; ayrıca, ülkemiz ekonomisine de önemli bir katkı
sağlanacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Üstünkol. Gündemdışı konuşmaya
yanıt verecek sayın bakan?.. Yok. MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum)
- Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın
Himoğlu. MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum)
- Sayın Başkanım, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerimizin hangi konuşması
olursa olsun -bütün üye arkadaşlarımızın hafızalarını yenilemek açısından-
birbirimize karşı saygı ve sevginin esas olması itibariyle, hatip konuşurken,
sırtını dönme, konuşma gibi hatibin insicamını bozacak, dikkatini dağıtacak bir
hüviyete bürünmemelerini istirham ediyorum. Saygılar sunarım. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Himoğlu. Gündemdışı ikinci söz,
İçel İlinde meydana gelen yağışlar ve sel baskınlarıyla ilgili olarak, İçel
Milletvekili Sayın Hidayet Kılınç'a aittir. Buyurun Sayın Kılınç.
(MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. 2. - İçel
Milletvekili Hidayet Kılınç'ın, İçel İlinde meydana gelen sel baskınlarına
ilişkin gündemdışı konuşması HİDAYET KILINÇ (İçel) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçel İli ve ilçelerinde meydana gelen
sel felaketi üzerine söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 21-25 Kasım günlerinde
meydana gelen aşırı yağışlar ve Gezende Barajında fazla su birikmesinden dolayı
kapakların açılması neticesinde, Anamur, Bozyazı, Aydıncık, Gülnar ve Silifke
İlçelerinde sel baskınları meydana gelmiştir. Öncelikle, sel felaketine maruz
kalan hemşerilerime geçmiş olsun dileklerimi iletirim. Bu olay neticesinde iki
vatandaşımız hayatını kaybetmiş, birinin naaşı halen bulunamamıştır. Hayatını
kaybedenlere Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum. Sel felaketi neticesinde,
İçel-Aydıncık D-400 Karayolu ve Aydıncık-Gülnar-Ankara hattı, Menekşe mevkiinde
ulaşıma kapanmıştır. Halen, her iki karayolunda trafik tek şeritten
sağlanmaktadır. Ayrıca, yağışlar
neticesinde, 150 köy yolunun merkezlerle ulaşımı geçici süreli kesilmiş, Anamur
İlçemizin iki köyüyle bağlantı halen sağlanamamaktadır. Elektrik ve telefon
hatları, altyapı ve üstyapı sistemleri, içme ve sulama suyu şebekeleri büyük
ölçüde tahrip olmuştur. Bunun yanında, küçük ve büyük akarsular büyük ölçüde
yatak değiştirmiştir. Kirlilik nedeniyle, halen, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetine balonla su sağlanan Aydıncık-Soğuksu kaynağından su alınamamaktadır.
Bununla birlikte, 700 ev, 150 işyerini su basmış, 4 ev tamamen yıkılmış, 4 adet
otomobil ve 20 balıkçı teknesi sel sularına kapılarak kaybolmuştur. 440 dönüm
sebze serası, 740 dönüm muz serası tamamen tahrip olmuş; 2 691 dönüm narenciye,
3 699 dönüm çilek, 19 200 dönüm hububat, 2 600 dönüm bakla zarar görmüştür.
Ayrıca, 1 000 adet tavuk, 100 adet küçük ve 20 adet büyükbaş hayvan telef
olmuştur. Sel felaketinin ilk
saatlerinde, başta valimiz olmak üzere, kaymakamlarımız, belediye
başkanlarımız, daire amirlerimiz ve personelleri seferber olmuşlar, kriz
masaları oluşturarak gerekli tedbirleri almışlardır. Bu çalışmalar neticesinde,
olabilecek daha büyük kayıpların önüne geçmişlerdir. Bu vesileyle, huzurunuzda,
kendilerine buradan tekrar teşekkür etmek istiyorum. Şu ana kadar, bölgeye
maddî yardım olarak, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü
Acil Yardım Fonundan 50 milyar ve Devlet Bakanlığı Fon Genel Sekreterliğinden
185 milyar Türk Lirası ödenek aktarılmıştır. İlgililere, bölge halkı adına
teşekkür ediyorum. Netice olarak, bu
bölgenin acil bölge kapsamına alınması, hasar gören alt ve üstyapının zaman
kaybedilmeden onarımına başlanılması, yatak değiştiren küçük ve büyük
akarsuların yataklarına döndürülmesi, ıslah çalışmalarının ve rutin temizliklerinin
zamanında yapılması, Göksu Nehri üzerinde yıllardır çalışması yapılan Karakaya
Barajının bir an önce temelinin atılarak tamamlanması ve Silifke halkının sel
baskını kâbusundan kurtulması; aynı sebeple, Anamur Dragon Nehri üzerinde
çalışmalara başlanılması; zarar gören çiftçi ve esnafın devlete olan
borçlarının ertelenmesi, bölgenin kredi imkânlarıyla desteklenmesi; zarar
ziyanın onlarca trilyon olduğu göz önünde bulundurularak, halen gönderilen yardımın
oldukça yetersiz olması sebebiyle, yeni ekyardımın gönderilmesinin sağlanması
bölge halkının acil beklentisidir. Bu beklentilerin karşılanmasıyla, bölge
insanımızın yarası kısmen sarılabilecektir. Sözlerime son verirken,
sel felaketine maruz kalan hemşerilerime tekrar geçmiş olsun dileklerimi
iletir, Yüce Allah'tan milletimizi her türlü afetten korumasını niyaz eder,
saygılarımı sunarım. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Kılınç. Gündemdışı konuşmaya
yanıt verecek Sayın Bakan?.. Yok. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkan, müsaade eder misiniz, biz de bu konuda hislerimizi ifade edelim. BAŞKAN - Efendim, tabiî,
hiçbirimiz, böyle bir sel felaketini istemeyiz. Mersin İlimizden de epeyce
milletvekili arkadaşımız var, burada sıralanmış; eğer, ben, bu arkadaşlarıma
söz verirsem, sıra İzmir'deki sel felaketine gelirse, herhalde, bilgisayar bu
sayıyı almaz. Ben, şunu söyleyeyim:
Sayın Turhan Güven, Sayın Akif Serin, Sayın Edip Özgenç, Sayın Yalçın Kaya,
Sayın İstemihan Talay, Sayın Ayfer Yılmaz ve Sayın İçişleri Bakanı da o yörenin
milletvekilleri. Bunların hepsinin dilekleri, sel bölgesinde yaşanan afete
karşı bir birlikteliği oluşturduklarını, dayanışma içinde olduklarını, bu
konuda hükümet nezdinde gerekli girişimlerde bulunduklarını ifade etmek olsun. Ben, tekrar, geçmiş olsun
dileklerimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına ve hepiniz adına, bölge halkına
iletiyorum. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Tamam Sayın Başkan; teşekkür ederiz. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Gündemdışı üçüncü söz,
Sayıştay Başkanlığının 2000 yılı Hazine işlemleri raporu hakkında söz isteyen
Erzurum Milletvekili Aslan Polat'a aittir. Buyurun Sayın Polat. (MHP
sıralarından alkışlar) 3. - Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, Sayıştay
Başkanlığının 2000 yılı Hazine işlemlerine ait raporuna ilişkin gündemdışı konuşması ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım. Sayıştay, iki yıldan
beri, çok önemli raporlar gönderiyor Meclisimize ve Hazine işlemleri ve Maliye
üzerinde itirazlarını belirtiyor. Bunları, burada, sizlere iletmek istiyorum. Bir yerinde deniliyor ki:
"2000 yılı uygulamalarını göstermek üzere yayımlanan bütçe finansman
tablolarının içerisinde 12,8 katrilyon lira açık verildiği ve bu açığın aynı
tutarda kaynakla karşılandığı görülmektedir; yani, açık ve açığı finanse eden
kaynaklar arasında gerekli denge kurulmuş görülmektedir. Oysa, 2000 yılında,
kaba bir hesapla, borçlanma, alacak tahsilatı ve diğer unsurlardan elde edilen
gerçek kaynak tutarı 20,9 katrilyon lira olarak hesaplanmıştır. Bu durumda, yıl
içerisinde elde edilen çok büyük miktardaki kaynağın karşılığı, bütçe finansman
toplamında gösterilmediği ortaya çıkmaktadır." Yine, Sayıştay diyor ki:
"Kayıtdışı işlemler, genel hatlarıyla dört sınıfa ayrılır. Bunlardan, 2000
yılı içerisinde giderlerin 4,8 katrilyon lirası, gelirlerin 3,2 katrilyon
lirasıyla ilgili işlemler devlet muhasebe sisteminde hiçbir şekilde yer
almamaktadır." Şimdi, biz, bir taraftan vergi toplayalım, işte SSK'ya prim
toplayalım diye işyerlerini kayıt içine alacağız, diğer taraftan Sayıştay diyor
ki: "Sizin 2000 yılı bütçenizde -bu hükümetin yaptığı bütçede- giderlerin
4,6 katrilyon lirası ile gelirlerin 3,2 katrilyon lirasının hiçbir şekilde
Hazinede, muhasebede yeri, kaydı yok." Ve yine, burada, çok önemli bir şey
söylüyor; diyor ki "2000 yılında toplam giderlerin yüzde 18'i, gelirlerin
de yüzde 9'u bütçe ile ilişkilendirilmemiş, kayıtdışı kalmıştır. Kayıtdışı
giderler 12,2 katrilyon lira ve gelirler tutarı da 3,2 katrilyon liradır."
Şimdi, gelirimiz -bütçemiz dolayısıyla- kayıtdışı, ondan sonra biz bu kayıtdışı
ekonomimizden kalkıp vergi toplamaya kalkacağız; bunda ne kadar muvaffak
oluruz, bunu sizin takdirlerinize sunuyorum. Bir önemli konu da;
Sayıştayın iki dönemdir, bir figan halinde belirttiği, yap-işlet-devret
projelerinden İzmit su projesiyle ilgili raporudur. Şimdi, burada, Sayıştay
diyor ki: "İzmit su projesine verilen garantiler sebebiyle, Hazine, sadece,
1999 ve 2000 yıllarında 480 000 000 dolar tutarında su faturası ödemek zorunda
kalmıştır. Üstelik bedeli ödenen su, küçük bir kısmı hariç, herhangi bir
şekilde kullanılmamıştır. Söz konusu tesislerin işletme süresi 15 yıldır, yani
proje dolayısıyla uğranan zarar, kalan 13 yıl boyunca artarak devam
edecektir." Yani, ne demektir; yılda 240 000 000 dolar, 15 yılda 3 600 000
000 dolar, devlet, işlemediği, çok az bir kısmını işlediği su bedelini, Hazine,
kalkacak, İzmit Belediyesinin yapmış olduğu bu yap-işletten dolayı ödeyecek. Şimdi, Sayın Devlet
Bakanımız da burada. Sırf IMF'den 3-3,5 milyon dolar para alacağım diye
devletin vermediği taviz kalmıyor, ne etmediğimiz kalmıyor, yaptığımız inşaat
ne?.. Gelen paralar, böyle sudan sebep yerlere harcanıyor. Birisi bunların
hesabını vermelidir diye düşünüyorum. Bakın, şimdi, burada daha
önemli şeyler var. Diyor ki: "İlk başta İzmit Belediyesi, bu proje
kapsamında yap-işletle yapılmasına karşı çıkmıştır ve yap-işlete karşı çıkarken
raporunda demiştir ki: Proje kapsamında üretilecek suyun yüzde 70'inin
İstanbul'a satılması planlanmaktadır. Yalnız, proje bünyesinde üretilecek su
çok pahalı olacaktır; bu sebeple, bu suyu İSKİ almayacaktır." Kim diyor;
İzmit Belediyesi diyor. "Devlet Su İşleri bunu yapmak isterken" diyor
ve ondan sonra da tutuyor "proje kapsamında üretilecek suyun bedeli aylık
15-20 000 000 dolar tutarındadır" diyor. Yine İzmit Belediyesi diyor.
"Bu suyu, İzmit Büyükşehir Belediyesinin kendi kaynaklarıyla satın alması
mümkün değildir, benim ihtiyacım da yok" diyor; ama, sonradan, nasıl
oluyorsa, ne oluyorsa, Devlet Su İşlerinin bunu yapmasına karşı çıkıyor ve
"yap-işlet-devretle ben yapacağım" diyor ve Hazine de, 1995 yılında
buna garanti veriyor. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) ASLAN POLAT (Devamla) -
Sayın Başkanım, 1 dakika süre verirseniz ben bitireyim. Ve bu garanti üzerine,
bu, yap-işletle yapılıyor. Vaktim kalmıyor, bunu anlatmak için söylüyorum. Ve yine bak burada şuna
itiraz ediyor Sayıştay. Diyor ki: "Bunun emsali olan İzmir su projesinin
bedeli 115,7 milyon dolardır, Diyarbakır içmesuyu projesi 212 000 000 dolardır;
fakat, bu projenin bedeli 890 000 000 dolar; yani, İzmir'in 8 katı, Diyarbakır'ın
4 katı pahalıdır." Ve yine diyor ki: "Bu projede, hiçbir şekilde, ne
ihale usulünde, ne fiyatlandırmada, ne denetimde, ne tahkim hükümlerinde
şartlara uyulmamıştır." Ve o kadar ilginç şeyler söylüyor ki, en önemlisi
de şu; diyor ki: "Bu proje imzalandığı zaman, uluslararası tahkim, bir
sözleşme hükmü olarak konulmuştur bu mukaveleye. Halbuki, 1995 yılında,
mevzuata göre, tahkim uygulaması yapılması mümkün değildir." Şimdi,
Hazineden sorumlu Bakanımız buradadır. Lütfen, gelsin, bu konuda ne işlem
yapmıştır, Sayıştayın bu itirazına karşı Hazinede ne işlem yapmıştır, bize
bilgi vermesini istiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Polat. Gündemdışı konuşmaya
yanıt verecek Sayın Bakan?.. Yok. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Bakan burada, isterse verir. BAŞKAN - Sayın Polat,
cebrî icra heyeti değiliz biz; davet ederiz, gelir gelir, gelmez gelmez... Diğer sunuşlara
geçiyoruz. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum: B) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi Türk Grubunu oluşturmak üzere,
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın DYP Grubu Başkanlığınca aday gösterilmiş
olduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/933) 27 Kasım 2001 Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci
maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Karadeniz Ekonomik
İşbirliği Parlamenterler Asamblesi Türk Grubunu oluşturmak üzere, Amasya
Milletvekili Ahmet İyimaya Siyasî Parti Grup Başkanlığınca aday gösterilmiş
olup, bu husus, aynı Kanunun 12 nci maddesi uyarınca, Başkanlık Divanında
yapılan görüşmeyi müteakiben Genel Kurulun bilgilerine sunulur. Ömer
İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur. Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır; önce okutacağım, sonra oylarınıza sunacağım: V. -
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ 1. -
12.11.2001 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve Genel Kurulun 15.11.2001
tarihli birleşiminde okunmuş bulunan Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray
Aydın hakkındaki (9/4) esas numaralı Meclis soruşturması önergesinin gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 3 üncü sırasında yer almasına,
soruşturma açılıp açılmayacağı hususundaki görüşmelerin 29.11.2001 tarihli
birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi Danışma Kurulu Önerisi No. :95 28.11.2001 12.11.2001 tarihli gelen
kâğıtlarda yayımlanan ve Genel Kurulun 15.11.2001 tarihli birleşiminde okunmuş
bulunan Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkındaki (9/4) esas
numaralı Meclis soruşturması önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer
Alacak İşler" kısmının 3 üncü sırasında yer almasının ve Anayasanın 100
üncü maddesi gereğince soruşturma açılıp açılmayacağı hususundaki görüşmelerin,
29.11.2001 tarihli birleşimde yapılmasının Genel Kurulun onayına sunulması
Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
BAŞKAN - Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(MHP ve SP sıralarından "Sayın Başkan" sesleri) Tespit yapacağız: Veysel
Candan, Mehmet Bekâroğlu... (MHP sıralarından "Önce biz kalktık"
sesleri) O zaman, arkadaşlar
isimlerini Başkanlığa yazılı olarak bildirsinler; kura çekeceğiz, üç
arkadaşımız konuşacak; daha önceki uygulamalarımız da bu yöndeydi. Arkadaşlarımız,
Başkanlığa birer yazı gönderirlerse, biz, isimleri okuyup, kuramızı çekeriz
burada. MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum)
- Ayağa kalktık efendim, isimlerimizi yazmayacak mısınız? BAŞKAN - Hayır, siz
buraya yazılı gönderin arkadaşlar. HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Herkes ayrı ayrı mı gönderecek? BAŞKAN - Söz isteminde
bulunan arkadaşlarımız, Divan Üyesi arkadaşlarımıza yazılı olarak başvuruda
bulunsunlar, kura çekeceğiz. Demokratik Sol Parti,
Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu
maddesine göre verilmiş müşterek bir önerileri vardır; önce okutacağım, sonra
oylarınıza sunacağım. B) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1. -
Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP
Gruplarının müşterek önerisi Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Danışma Kurulunun 28
Kasım 2001 Çarşamba günü yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları arasında
oybirliği sağlanamadığından, Gruplarımızın ekteki müşterek önerisinin, Genel
Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
Öneriler: Gündemin Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmının 285 inci sırasında yer
alan 747 sıra sayılı Kanun Tasarısının, bu kısmın 9 uncu sırasına, 299 uncu
sırasında yer alan 777 sıra sayılı Kanun Tasarısının 10 uncu sırasına, 241 inci
sırasında yer alan 670 sıra sayılı Kanun Tasarısının 11 inci sırasına alınması
önerilmiştir. BAŞKAN - Evet, önerinin
lehinde, aleyhinde?.. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Aleyhinde. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Aleyhinde. BAŞKAN - Sayın Candan ve
Sayın Gönül aleyhte... Buyurun Sayın Candan. Süreniz 10 dakika. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümetin, Genel Kurul gündemiyle ilgili
olarak getirmiş olduğu önerisi hakkında söz aldım; Muhterem Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Öneri okundu. Kısaca
özetlemek gerekirse, hükümet ne istiyor, Saadet Partisi olarak biz ne diyoruz? Özellikle, hükümetin
getirdiği bu tip önerilerle, İçtüzüğün devamlı surette istismar edildiği,
Danışma Kurulu ve Parlamentodaki sayısal çoğunluğa dayalı olarak gündemin
devamlı değiştirildiği görülmektedir. Bu yapılırken, bazen, İçtüzüğün çeşitli
maddeleri de ihlal edilmektedir. Mesela, bunlardan bir tanesi, bu Mecliste,
bütün partilerin iştirakiyle kurulan bir YÖK Araştırma Komisyonu Raporunun,
birbuçuk yıl geçmesine rağmen, komisyon raporu basılmış; üyelere ve
Parlamentoya dağıtılmayarak hâlâ müzakereye açılmamaktadır. Doğrusu, konuyu merak
ettim ve sizlerin huzuruna getirdim. Sizlere, YÖK ve ÖSYM ile
ilgili olarak bu hazırlanan, görüşülmeyen ve üstü örtülmeye çalışılan raporun
322 nci maddesinden bazı bentler aktarmak istiyorum. YÖK Döner Sermayesi
İşletmesinin zarar ettirilmesi ve sermayenin aşındırılması nedeniyle, ita amiri
olan YÖK Başkanı Kemal Gürüz hakkında, Türk Ceza Kanununun ilgili maddelerince
soruşturma açılması. ÖSYM başkanları ve ihale
komisyonları üyeleri hakkında, mevzuat ve Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesi
hükümleri dairesince soruşturma açılması. Yine, Kemal Gürüz'le
ilgili, Türk Ceza Kanununun 230 uncu maddesi çerçevesinde soruşturma açılması. Yine, bir firmadan süreli
yayınları Yüksek Öğretim Kuruluna teslim edilmediği halde ödeme yapıldığı ve
bunun da mutlaka yargıya intikali... Değerli arkadaşlar, bu,
hazırlanan, milletvekillerine dağıtılmayan raporun 322 nci sayfasından özetler
vermeye çalıştım. Peki, şimdi, bu işin birbuçuk yıldır bekletilmesi veya
üstünün örtülmesinden kimler ne menfaat temin etmek istemektedir veya Meclis
Başkanı, doğrudan, neden yetkisini kullanıp bu raporu dağıttırmıyor ve Genel
Kurulda müzakeresi engellenmektedir? Bunun mutlaka açıklığa kavuşması gerekir. Şimdi, hükümetin genelde
yaptığı yanlışlar; hükümetin acil diye getirdiği yasalara bakıyoruz; 50 milyar
faiz geliri vergi dışı bırakıldı. O kanun da buraya gelirken Danışma Kurulu
önerisi ve öne alınarak geldi. Dolayısıyla, bugün, 4,5-5 milyar aylık faiz
geliri olanlar vergi dışı kaldılar. Yine, şu anda basında
çıkıyor ve altyapı oluşturulmaya çalışılıyor, servet affı adı altında bir
hazırlık yapılıyor. Bu hazırlıkla da banka hortumlayanların yurt dışına
götürdükleri paraya af getirme çalışmaları yapılıyor. Yine, bu Parlamentoda
Tütün Yasası görüşüldü. Bu yasa Cumhurbaşkanı tarafından veto edildi, hükümet,
süratle, tekrar, komisyonda hiçbir maddesini değiştirmeden geri getirdi ve
Genel Kurula, biraz önce okunan öneriyle teklif edildi. Yine, yeni binaya geçen
Sayıştay için güvenlik kadrosu tahsisi istenmektedir. Halbuki, hep, devletin
büyüdüğünden bahsediliyor, çokluktan bahsediliyor; o zaman, bu, yasanın mutlaka
kendi içinde düzenlenmeli veya devletin bir kurumundan diğer kurumuna
gönderilmelidir. Yeniden, ÖSYM'de açılan imtihanlarla personel almayı anlamak
mümkün değil. Yine, Millî Savunma
Bakanlığının yurt dışına gönderdiği personelle ilgili tazminatlar gündeme
getirilmektedir. Halbuki, hepimiz biliyoruz ki, Sayın Kemal Derviş'in IMF ile
yaptığı söylenen yirminci veya müzakereye başlanan ve "10 milyar dolar
2002'de gelecek" denen ve kamuoyunda, piyasalarda da bir yalancı bahar
havası estiren bu görüşmelerden hepimiz biliyoruz ki, bir taraftan da
tazminatların ertelenmesi söz konusu; yani, hükümet, burada, kendi içinde
çelişkilidir. Şimdi, 10 milyar dolar
kredi alacaksınız; bu kredinin şartı nedir, vadesi nedir bilen yok; yani,
neredeyse, hükümet, aldığı krediyle ilgili bayram yapıyor ve bunun 5 milyar
doları da borçla karşılanmak üzere, zaten, ülkeye girmeden dışarıda kalıyor ve
buna karşılık, basına yansıyan bilgilere baktığımız zaman, Köy Hizmetleri,
Karayolları, DSİ... Halbuki, bu Parlamentoda, bir yıl önce, Köy Hizmetleriyle
ilgili 50 000 kadro tahsis edildi ve çıkarıldı. İşçi ve memura, emekliliğe
teşvik için; yani, zorla teşvik için, tazminatları artırılacak; ancak, burada
getirilen, bakıyoruz yeni yasaya da, tekrar tazminatları artırıcı bir kanun
getirilmeye çalışılıyor. Yine, Türk Hava Yollarının yurtdışı büroları kapatılacak,
KİT'ler kapatılacak, TÜPRAŞ ve POAŞ da özelleştirmeden 1,2 milyar... On yıldır
TÜPRAŞ özelleştirilecek!.. Dolayısıyla, hükümet, kendi içinde, getirdiği
yasalarda, bize göre çelişki içindedir. Halbuki, bu Parlamentoda acil görüşülmesi
gereken yasalar var. Anayasa değiştirildi;
hani nerede uyum yasaları?! Bugün yargıda birçok mahkeme dosyası
bekletilmektedir; Anayasa değişti, uyum yasaları da beraber gelecek ve birçok
ceza davası, idam davası orada bekletilmektedir. Yine, reel sektör
dediğimiz sanayi sektörüyle ilgili yasalar, tarım sektörü ve çiftçilerimizle
ilgili yasalar, özelleştirmeyle ilgili yasalar, hele hele yolsuzluğu önleyeceği
söylenen İhale Yasası, çalışan işçi ve memurlarla ilgili düzenlemeler, Siyasî
Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu... Ülkenin acil beklediği yasa tasarıları,
maalesef, gündeme getirilmemektedir. Değerli arkadaşlar,
aslında, bu kadrodan hükümet olmaz, olursa da buna hükümet denmez; açık
söyleyeyim. Şimdi, neden olduğunu ifade edeceğim; belki kızılıyor. Hatırlarsanız, buradan
birçok kanunlar ve kurumlar görüşülürken üst kurullar oluşturuldu; dendi ki,
efendim, Şeker Üst Kurulu, Enerji Üst Kurulu gibi bir sürü üst kurul ve hâlâ da
devam ediyor. Ancak, bu hafta içerisinde, Sayın Başbakan bir açıklama yaptı. Bu
üst kurul kanunlarının çıkarılması için, burada ne tür mücadele verildiğini
biliyoruz. Bakın, Sayın Başbakan Ecevit ne diyor: "Bir hata mı yaptık,
doğru mu yaptık, yanlış mı yaptık bilmiyorum; ama, Türkiye'de, çok fazla üst
kurul -özerk kuruluş- var oldu. Devlet içinde, fakat, devletten daha yetkili
bazı kuruluşlar kuruldu. Onlara söz geçiremiyoruz." O zaman, nasıl hükümetsiniz
sormak lazım. Ve diyor ki: "Ciddî bir sorun; yani, devletin etkinliğini
yeniden demokratik kurallar içinde işler hale getirmemiz gerektiği
düşüncesindeyim." Devlet, ciddiyet ister, burası yaz boz tahtası mı; bir
hafta üst kurul oluşturacaksınız, öbür hafta, getirip, burada
değiştireceksiniz?! Şimdi, tabiî ki, yine,
hükümetin getirdiği icraatlara baktığımız zaman, hükümette, hep, şu yanlış sık
sık telaffuz ediliyor; hükümet adına konuşan bütün sözcüler, aynı şeyi sık sık
tekrar ediyorlar: Efendim, geçmişte çok iyi yönetim yapıldı da, sanki onlar iyi
yönetti de, biz mi bozduk; evet, siz bozdunuz. Bakın, bu hükümet, üç bütçe hazırladı; 1999, 2000, 2001; üçü de
iflas etti; üçü de iflas etti... 2002'yi getirdiniz; o da iflas etti.
Ekonominin bütün argümanlarını kullandınız; devalüasyon yaptınız, yüzde 100
millet fakirleşti; konsolidasyon -içborç- yaptınız, ertelediniz; hâlâ da
yapıyorsunuz. Şimdi, hükümetin
kadrosuna bakıyoruz; Bayındırlık Bakanlığı... Bürokratlar tutuklu ve Bakan
ayrılmak mecburiyetinde kalıyor iddialar karşısında; Enerji Bakanı istifa
ediyor. Ekonomiden sorumlu iki yerli,
bir yabancı bakan getiriliyor; yerliler kesmiyor hükümetin hızını, dışarıdan
bir bakan getiriliyor. O da, hâlâ, hayal peşinde; ne Türkiye'nin ekonomik
şartlarından, ne çiftçinin durumundan, ne de Türkiye'de ne ekilip ne
kaldırıldığından, ne ihracat yapıldığından haberi yok. Ulaştırmada, Türk
Telekomla ilgili iddialaşmada Bakan gidiyor. Özelleştirmeden sorumlu bir Bakan,
bir açıklamasından hemen sonra ayrılıyor. Turizm eski Bakanı da Başbakana diyor
ki: "Bu Başbakan, çağdışıdır; 19 uncu Yüzyıldan kalma..." Etik
olarak, ahlak olarak, bir bakan Başbakana bunu söylüyorsa, bu hükümet ne olur;
yıkılır; ama, bizde yıkılmaz devam eder. İşte, buraya kadar ifade
etmeye çalıştığım ve somut örneklerini de verdiğim bilgi ve deliller
doğrultusunda bu hükümetin aslında kendisine saygısı varsa istifa edip
ayrılmalıdır. Getirilen bütçelerin ve getirilen yasaların hiçbir şeyi
çözmeyeceği kanaatindeyim. Saygılar sunuyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Candan. Sayın Gönül, buyurun.
(DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır
efendim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve Grubum adına, Muhterem
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
üç iktidar partisi grup başkanvekillerince verilmiş olan ortak grup önerisi
aleyhinde söz aldım. Bu maksatla, niçin bu önerinin aleyhinde olduğumuzu,
desteklemediğimizi Muhterem Heyetinize arz etmeye çalışacağım. Değerli arkadaşlarım,
Genel Kurulun, Meclisimizin basılı gündemine bir göz attığımız zaman, halen
bugün görüşülecek Türk Medenî Kanunu Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun
Tasarısını takiben, 8,9,10,11, kısacası, 19 uncu sıraya kadar olan görüşülmesi
düzenlenmiş, planlanmış kanun tasarılarının, yine geçmişte hep böyle öneriyle
yerlerinin değiştirilip ön sıralara çekildiğini görüyoruz. Yani, bundan üç ay evvel,
altı ay evvel, on ay evvel, yine Başkanlığa verilen bir grup önerisiyle Telsiz
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Tasarısı öne
alınmalıdır, 13 üncü sırada yer alan Hayvanları Koruma Kanunu Tasarısı bir an
evvel görüşülmelidir, Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının da aceleyle ele alınması gerekir gibi birtakım gerekçelerle, o gün
8 inci sırada, 10 uncu sırada, 15 inci sırada olan kanun tasarıları arka
sıralara atılmak suretiyle, bu kanun tasarıları ön sıralara getirildi. Değerli milletvekilleri,
o gün söylediğiniz, kendinize göre haklı kabul ettiğiniz gerekçelerle, basılı
gündemde 14 üncü sıraya kadar yer alan kanun tasarılarının görüşülmesi
kaçınılmaz ise, gerekliyse, zarurî ise, bugün niye bu kanun tasarılarının önüne
yeni kanun tasarıları getirmek suretiyle kendi kendinizle tenakuza
düşüyorsunuz?! MEHMET GÖZLÜKAYA
(Denizli) - Emir öyle geliyor!.. Emir komuta işi!.. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Yani, ben, buradan, şimdi, iktidar partileri gruplarına diyorum ki, siz
tutarsız davranıyorsunuz; siz, günlük politikalara göre Meclisin gündemini
tespit etmeye gayret ediyorsunuz ve siz, gerçekten, bu ülke insanının hangi
kanunlara ihtiyaç duyduğu veya duymadığı konusunda bilgi sahibi değilsiniz,
tespitte yanlışlık yapıyorsunuz. Sayın başkanlar, üç ay
evvel, bu sözleri, ihtiyaç diye, bu kanun tasarılarının ön sıraya çekilmesi
için konuşan sizsiniz, önerge veren sizsizin, savunan sizsiniz; biz de, o gün,
ihtiyaç olanların, toplum için gerekli olanların ön sıralara çekilmesine hiç
itirazda bulunmadık; biraz sonra Muhterem Heyetinize arz edeceğim gibi, bugün
de bulunmadığımız gibi; ama, siz, bugün ak dediğinize yarın kara diyorsunuz,
bugün "ihtiyaç ve zarurî" dediğinizi, yarın "gerek yokmuş canım,
bir başkasını inceleyelim, bir başkasını görüşelim" diyorsunuz. Böylece,
Genel Kurulumuzun verimli, istikrarlı, halkın ve toplumun isteklerini
karşılayıcı, dertlerini ve problemlerini çözücü kanun tasarılarını öncelikle
görüşme inisiyatifimizi ve kararlılığımızı kaybediyoruz. Bizim, şu getirmiş
olduğunuz ve sırada olan kanun tasarılarının görüşülmesine hiçbir itirazımız
yok. Değerli arkadaşlarım,
değerli milletvekilleri, iktidar partisinin değerli grup başkanvekilleri;
gelin, Medenî Kanunun yürürlüğüyle ilgili kanun tasarısından sonra -yarın
soruşturma var- vaktimiz kalırsa, sırayla görüşmelerimize devam edelim;
soruşturmadan sonra sırada olan kanun tasarılarını görüşmeye devam edelim; ama,
siz, ikide bir, böyle durmadan gündemi değiştirecek ve gündemdeki kanun
tasarılarının sıralarını allak bullak edecek öneriyle buraya gelirseniz, elbette
ki, biz muhalefet partisi olarak, Doğru Yol Partisi olarak buna razı olmayız,
rıza göstermeyiz. O nedenle, biz, sizin bu
teklifinize ve getirmiş olduğunuz önerinize destek veremiyoruz, vermemiz de
mümkün değil. Değerli milletvekilleri,
şimdi, getirmiş olduğunuz önergeyle diyorsunuz ki: 747 sıra sayılı kanun
tasarısını görüşelim. Nedir bu; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı, Sayın Seçkiner'in vermiş olduğun bir kanun tasarısı. Kıbrıs
Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığında görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri personeline
belli oranlarda tazminat ödenmesini içeren bir kanun tasarısı. Hay hay,
Kıbrıs'ta görev yapan silahlı kuvvetlerimizin değerli personeline, günün
ihtiyaçlarına uygun bir tazminat ödenmesi veya bir ücret ödenmesi yolunda
getirilmiş olan bu kanun tasarısına, bizim bir itirazımız yok, bunu görüşelim.
Gerçekten, uzunca bir süreden beri zor şartlar içinde ve zor ekonomik koşullar
altında görev yapan bu personelin durumunun düzeltilmesine amir olan kanun
tasarısının görüşülmesinde biz de fayda görüyoruz; ama, bunun arkasına, hemen,
Tütün Yasasını ilave ediyorsunuz. Çok mu gerekli değerli arkadaşlarım, çok mu
zarurî?! Bu kanun tasarısının,
burada görüşülmesi sırasında, Doğru Yol Partisi olarak, ülke gerçeklerinin,
üretici sorunlarının ve bu piyasada doğabilecek mahzurların giderilmesi
açısından yetersiz olduğunu; her ne kadar, Doğru Yol Partisi olarak, biz,
özelleştirmenin hem savunucusu hem de yanında olmamıza rağmen bunun, gerçekten
ülke çıkarlarını koruyucu ve özelleştirmenin kendisinden beklenen maksadı temin
etmekten uzak bir kanun tasarısı olarak gördüğümüzü ifade ettik. Ülkede, bugün, ekonomik
olarak bütün kesimler büyük sıkıntı içindeyken, insanlar, geleceğe umutsuz,
bedbin, bezgin bir yüzle bakarken ve çok kısa bir zaman önce değiştirmiş
olduğumuz Anayasaya uygun uyum yasalarının Genel Kurula getirilmesi
gerekliyken, bütün bunları elimizin tersiyle bir kenara itiyoruz, insanımızı,
toplumumuzu, sıkıntıları, ekonomik çöküntüyü ve bunları düzeltecek kanun
tasarılarını buraya getirme yerine, insanımızın sesine kulak verme yerine,
kalkıyorsunuz, çok gerekliymiş gibi, emir kumanda zinciri içerisinde yapılan
baskı, tavsiye veya olmazsa olmaz diretmesine boyun eğerek, yine Tütün Yasasını
alelacele buraya getiriyorsunuz. Komisyonlardaki inceleme şeklini, görüşülme
sırası ve şeklini de takip ettik; Sayın Cumhurbaşkanının, çok haklı, çok doğru,
çok yerinde birtakım uyarılarını dahi görmezlikten geldiniz. Yine, nasıl
emredildiyse, nasıl kumandalı olarak size gönderildiyse, Tütün Yasasını da, o
anlayış içerisinde getirdiniz, komisyondan geçirdiniz ve şimdi de, Genel
Kurulun huzurunda, Türkiye'nin sanki hiçbir işi kalmamış gibi, Tütün Yasasının
da ön sıraya konulmasını istiyorsunuz. Buna müsaade edemeyiz, bunu kabul
etmeyiz. Buna karşı, muhalefet olarak, İçtüzüğün bize vermiş olduğu bütün
imkânları kullanırız; şahsımız için değil, halkımız için, üretici için
engellemeye de gayret ederiz. Memleketi batırdınız! (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Sosyal bir bunalımın kapısını
aralıyorsunuz; hâlâ, farkında değilsiniz siz... Bu millet, size öyle bir şamar
vuracak ki, o zaman kendinize geleceksiniz; ama, o zaman da, burada
olmayacaksınız. Değerli milletvekilleri,
bu duygu ve düşüncelerle, önerinin aleyhinde olduğumuzu Muhterem heyetinize arz
eder, saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Gönül. Sayın Çelik, buyurun, bir
şey mi söyleyeceksiniz? HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Değerli Başkanım, biz de, iktidarın önerisine katılmadığımızın sebebini izah
etmek istiyoruz. Tütün Yasasına esastan
karşı olduğumuz için, bu Danışma Kurulu önerisine katılmadık; ancak, Türk
Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ek tazminat almasına, Kıbrıs'ta görev yapan
Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ek tazminat almasına karşı değiliz. Biz,
hükümetimize, Meclis olarak yetki verdik; bütün kamu personelinin durumunun
iyileştirilmesi ve ücretlerdeki adaletsizliği gidermeleri için, çalışma
yapmaları için yetki verdik. Bunun, bir bütün olarak yapılmasını da temenni
ediyoruz. Bunu arz etmek istedim
efendim. BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çelik. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Oylamada karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN - Peki, karar
yetersayını arayacağım Sayın Esengün. Başka söz isteği?.. Yok. Öneriyi okutup,
oylarınıza sunacağım: Öneri: 1- Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 285
inci sırasında yer alan 747 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 9 uncu
sırasına, 299 uncu sırasında yer alan 777 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu
sırasına, 241 inci sırasında yer alan 670 sıra sayılı kanun tasarısının 11 inci
sırasına alınması önerilmiştir. BAŞKAN - Öneriyi
oylarınıza sunacağım. Oylamayı elektronik oylama cihazıyla
yapacağım ve karar yetersayısını, Sayın Esengün'ün isteği doğrultusunda
arayacağım. Oylama için 5 dakikalık
süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen arkadaşlarımızın, teknik
personelden yardım istemelerini, buna rağmen giremeyen arkadaşlarımızın, aynı
süre içerisinde, oylama pusulalarını Başkanlığımıza ulaştırmalarını, o arada
vekâleten oy kullanacak sayın bakan var ise, hangi bakana vekâleten oy
kullandığını, oyunun rengini ve imzasını taşıyan oy pusulasını, aynı süre
içerisinde Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyorum. Oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Öneri kabul
edilmiştir, karar yetersayısı vardır. Sayın milletvekilleri,
soruşturma önergesi üzerinde söz isteyen 48 arkadaşımızın ismini burada
sıraladık. Şimdi, bu sıraya göre
kura çekeceğiz. Sayın Turan Çirkin, Sayın
Zeki Çelik ve Sayın Faruk Çelik. Bir de yedek için kura
çekiyoruz: Sayın Ali Rıza Gönül. Gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz. 1 inci sırada yer alan,
Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22 arkadaşının, yumurta üreticilerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş
bulunan (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 596 sıra sayılı
raporu üzerindeki genel görüşmeye başlayacağız. VI. - GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A)
GÖRÜŞMELER 1. - Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak
Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına
İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S. Sayısı :
596) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. 2 nci sırada yer alan,
Saadet Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel
Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde
başarılı olamayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik
ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet
Bakanı Kemal Derviş hakkındaki (11/23) esas numaralı gensoru önergesinin
gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere kaldığımız yerden devam
edeceğiz. 2. - Saadet Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Konya
Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun,
Ekonomi Yönetiminde Başarılı Olamayarak Ekonomik Çöküş Sürecini Hızlandırdığı
ve Dış Ekonomik İlişkilerde Türkiye'yi Küçük Düşürücü Davranışlar Sergilediği
İddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş Hakkında Gensoru Açılmasına İlişkin
Önergesi (11/23) (1) BAŞKAN - Hükümet?..
Hazır. Gensoru üzerinde, önerge
sahibi ve Saadet Partisi Grubu adına konuşmalar tamamlanmıştı. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, İzmir Milletvekili Ufuk Söylemez; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakikadır. DYP GRUBU ADINA H. UFUK
SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Saadet
Partisi tarafından, Sayın Kemal Derviş hakkında verilen gensoru önergesi
hakkında, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış
bulunuyorum; konuşmamın başlangıcında, Sayın Başkanı ve Yüce Heyeti, şahsım ve
Doğru Yol Partisi Grubu adına en derin saygılarımla selamlıyorum efendim. Değerli milletvekilleri,
bugün, hepimizin içinde yaşadığı, İkinci Dünya Savaşından bu yana en derin, en
uzun süreli büyük bir krizi, yoksullaşmayı ve tarihî bir ağır ekonomik
tahribatı, maalesef, yaşamaktayız. Âdeta, bir kader olarak gösterilmek istenen
bu kriz, yaklaşık üç yıldan beri iktidarda bulunan bugünkü hükümet tarafından
yaratılmış, derinleştirilmiş, çözülememiş ve maalesef, yönetilememektedir de. (1) 11/23 esas numaralı gensorunun ilk görüşmeleri
27.11.2001 tarihli 26 ncı Birleşimde yapılmıştır. Bugün, iç ve dış
piyasalarda güven ve itimadın kalmadığı, moral gücümüzün, rekabet gücümüzün,
teşebbüs gücümüzün geriye gittiği talihsiz bir dönem yaşıyoruz. Bakmayın siz
"seve seve" ilanları ve kampanyaları yapıldığına... Daha önce de
"Türkiye enflasyonu yeniyor" kampanyaları yapılmıştı, "Türk
Lirasına itibar" kampanyaları yapılmıştı; ama, maalesef, toplum, hepsinin,
hayal kırıklığı içerisinde sonuçlandığını, hiçbir şeyin düzelmediğini ve
maalesef, ekonomi yönetimindeki krizin giderek derinleştiğini görmenin de
üzüntüsünü yaşamıştır. Dün, gazetelerde, tam
sayfa, Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonunun ilanını gördük. Esnaf ve
sanatkârlar çağrıda bulunuyor, hükümeti uyarıyor ve krize dayanma güçlerinin
kalmadığını tam sayfa gazete ilanlarıyla duyuruyorlardı. Yarın, yarından sonra
cumartesi günü çalışanlar, sendikalar, meydanlarda hak aramak, ekonomik kriz ve
hükümeti protesto etmek için yeniden meydanlara inecekler. İşte böyle bir tablo
içerisindeyiz ve bu tabloda, Sayın Kemal Derviş aleyhine verilen gensoru
önergesinin görüşmelerini yapıyoruz. Türkiye, 1999 yılında, bu
hükümet tarafından IMF ile yakın izleme anlaşması adı altında bir anlaşma
imzalamış, ardından da, 2000 yılı başında yürürlüğe giren stand-by anlaşmasıyla
bir tablita programını yürürlüğe koymuştur. Bu program, hepinizin bildiği gibi,
büyük bir başarısızlıkla ve büyük bir ekonomik tahribatla çökmüş; paniğe
kapılan hükümet, ekonomiyi yönetebilecek, kendi içerisinde bu işin
sorumluluğunu üstlenebilecek tek bir değerli milletvekiline güvenmeyerek,
sorumluluk vermeyerek, Amerika'dan Sayın Kemal Derviş'i çağırmıştır. Tabiî, bu noktaya kadar
Sayın Derviş'in bir kusurunun olduğunu söylemek mümkün değildir; ancak, Sayın
Derviş'in, milletten oy ve yetki istemeden bu noktaya gelmiş olmasını,
demokratik teamüllere aykırı olarak bu görevi kabul etmiş olmasını, ben,
Parlamentoyu by-pass eden bir yaklaşım olarak, doğrusu şık bulmadığımı ve bizim
de bunu hâlâ içimize sindirememiş olduğumuzu söylemek isterim. Ben,
Parlamentoda ve Türkiye'de bu sorunun çözülmüş olmasını tercih ederdim; çünkü,
bugün enflasyon yüzde 90 ise, böylesi istikrar programları ve ağır
stabilizasyon programı sonunda hâlâ yüzde 90 enflasyon yaşıyorsak, Sayın
Derviş'in getirilmesine gerek yoktu; elbette iktidar partilerinden bir sayın
milletvekili de bu görevi yapar ve o da enflasyonu yüzde 90'a getirebilirdi
diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri,
tabiî ki, bu gensoruda, bizim, Sayın Kemal Derviş'in birikimine ve kişiliğine
yönelik bir söz söylememiz mümkün değil, doğru da olmaz; çünkü, Sayın Derviş,
burada, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıyla ağır bir sorumluluk üstlenmiş,
topluma hedefler koymuş, bir program uygulamış; ancak, bu programını -IMF'le
yaptığı her konuda olduğu gibi- hükümet ve hükümeti oluşturan iktidar partileri
kayıtsız şartsız desteklemişler, imzalamışlar ve kendisine yetki vermişlerdir.
Dolayısıyla, Sayın Kemal Derviş'in sorumluluğunu, hükümetin sorumluluğundan
ayırmak mümkün değildir; Sayın Kemal Derviş ile bugünkü hükümet bir kader
birliği yapmıştır. Tabiî, ben, bu arada,
Sayın Derviş'in belki seslendiremediği, ama, bizim de görüp yadırgadığımız bir
tutuma da dikkat çekmek istiyorum: Bugün, bazı iktidar partileri, kötü gidişi,
çöküşü görerek paniklemekte ve muhalefet olarak bizim, yıllardır, aylardır
söylediğimiz çözüm önerilerini, programları âdeta taklit edercesine, ekonomik
programlar sunmakta, önerilerde bulunmaktadırlar. Ben, bunların, çok samimî ve
ciddîye alınacak şeyler olmadığını düşünüyorum. İktidar partilerinin ekonomi
konusunda söyleyecekleri sözleri var ise, hazırlıkları var idiyse, ekonomi 2001
şubatında çöktüğünde, Sayın Derviş'e, panik halinde SOS çağrısı yaparak, tüm
ekonominin sorumluluğunu -350 kişilik çoğunluklarına rağmen- kendisine
devretmezler ve bugün, Sayın Derviş de, burada, böyle zor bir durumda, bu
hükümetle bu kötü kaderi paylaşmak zorunda kalmazdı diye düşünüyorum. Şimdi, Sayın Derviş'in
gelişi ve Güçlü Ekonomiye Geçiş Programından önce, kendisine, siyasî olarak bir
- iki konudaki eleştirilerimizi izninizle aktarmak istiyorum. Sayın Derviş,
gelir gelmez, Türkiye'nin koşullarını, şartlarını, gerçeklerini bana göre henüz
tam kavramadan, geçmiş hükümetleri, geçmiş on yılı, onbeş yılı suçlayarak,
âdeta gelişinin mazeretini ilan etmiştir. Tabiî, Sayın Derviş, gayet iyi
öğrenmiştir ki, Türkiye'de, son on yılda, bir yılı, birbuçuk yılı aşan bir
hükümet ömrü olmamıştır; mesela, Anayol Hükümeti üçbuçuk ay görev yapabilmiş,
Refahyol Hükümeti onbir ay kadar görev yapabilmiştir. Bu açıdan bakıldığı
zaman, Sayın Derviş'in de, yaklaşık sekiz aydır süren bu görevinde, tam yetkili
ve kamuoyundan büyük destek aldığı bu görevinde geldiği noktada, hemen hemen
ortalama bir hükümetin süresi kadar süre geçmiştir ve Sayın Derviş'in de, bana
göre, kısa, fakat başarısız bir tarihi olmuştur. Değerli milletvekilleri,
Sayın Derviş'ten bizim istirhamımız... 350 kişilik bir koalisyon desteği, iç ve
dış kamuoyu desteğinin oluşturulmasından sonra ekonomik programı uygulama
şansı, hemen hemen hiçbir siyasetçiye ve ekonomi bakanına nasip olmamıştır.
Böylesi avantajlarla göreve başladığı halde, bugün gelinen noktada, gerçekten,
durumun iyi olduğunu söylemek; ekonominin, Sayın Derviş'in devraldığından bugün
geldiği nokta itibariyle iyiye gittiğini söylemek, hiçbir açıdan, maalesef,
mümkün değildir. Sayın Derviş ne dediyse, bugün tersi olmuştur ve programında
neyi gösterdiyse, maalesef, ters çıkmıştır. Değerli milletvekilleri,
az önce değerli bir konuşmacı değindiler; Sayın Başbakan, bir konuşmasında,
bürokrasiden ve bürokratik kurullara söz geçiremediğinden dem vurmuştu.
Gerçekten, Sayın Başbakan haklıdırlar; ancak, burada Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurulu Yasası görüşülürken, bizim, Doğru Yol Partisi sözcülerinin ve
muhalefetin diğer sözcülerinin söylediği gibi "bu kurullar, demokratik bir
cumhuriyet değil, olsa olsa, bürokratik bir cumhuriyet yaratırlar; bunların
hesap verebilme, yani 'accountability' dediğimiz hadisede, Meclise seçilirken
de, icraatları açısından da hesap vermeleri şarttır" dediğimiz zaman, bizi
dinlemediniz; yine Meclis çoğunluğuna dayanarak, bu kurulları, bu Frankenştaynları
yarattınız. Bugün Sayın Başbakan haklı olarak şikâyet ediyor; ama, bir haksız
yönü var; bu kurulları, bizim ikaz ve eleştirilerimize rağmen kendisi
yaratmıştır; bugün, bürokrasiye söz geçiremediğini, maalesef, kendisi itiraf
etmektedir. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri,
şu elimde tuttuğum pembe renkli kitap, bir hikâye ya da masal kitabı değil. Bu
kitap, Sayın Derviş tarafından bundan sekiz ay önce büyük propagandalarla
açıklanan, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıdır. Buraya gelmeden önce, Doğru Yol
Partisi ar-ge grubuyla saatler süren bir çalışmayla, bu kitapta yazılanlardan
hiç değilse bir tane göstergenin, bir tane hedefin tutmuş olduğunu umarak
baktık; ama, maalesef, tek bir hedefi, tek bir ekonomik göstergesi
gerçekleşememiştir. Türkiye, hiçbir ekonomi bakanına nasip olmayan, seçilmemiş
bir bakan olmasına rağmen, Parlamentoyu by-pass etmesine rağmen kendisine büyük
bir kredi açılan Sayın Bakanın bu programında vakit kaybetmiştir, kan kaybetmiştir,
patinaj yapmıştır; ama, ekonomide çıkmaz sokağa daha da saplanmaktan, maalesef
kurtulamamıştır. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri,
Türkiye, geçen üç yılda, önce "Staff Monitoring Program" yani, Yakın
İzleme Anlaşması, ardından, bugün uygulanan stand-by anlaşmasıyla, IMF ne
dediyse yapmıştır. IMF ne dediyse yapmanın ötesinde, Sayın Derviş IMF ile ne
konuştuysa hükümet imzalamıştır. Hatta, bazı değerli bakanlar Sayın Derviş ile
ters düştükleri için görevlerinden ayrılmak zorunda, istifaya zorlanmak zorunda
kalmışlardır; ama, Türkiye'nin bunun karşılığında geldiği noktayı söylemek
istersem, Türkiye, bugün, IMF'ye en yüksek borcu olan ülkedir. Şu anda, dışborç
itibariyle, her Türk vatandaşının, 2000 sonu itibariyle -daha 2001'i
katmıyoruz- 1 750 dolara yakın borcu vardır. Bu borçlanma, tarihin en ağır borç
yükünü teşkil etmektedir ve bugün, Türkiye, IMF'nin her istediğini yerine
getirmesine rağmen, bu paralarla ne büyümesinin ne ihracatının ne de refahının
önünü açabilmiştir. Değerli milletvekilleri,
bu kitapta, 43 üncü sayfada "büyüme eksi 3" denilmiştir. Türkiye,
cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik daralmasıyla karşı karşıyadır; 8,5-9'un
üzerinde olacaktır. Geçen sene 201 milyar dolar olan Türkiye'nin millî geliri
bu sene 150 milyar dolar civarına düşmektedir. Türkiye, IMF'den aldığı 13
milyar dolar karşılığında 50 milyar dolar küçülmüştür. Böyle bir istikrar
programı olabilir mi?! Böylesi, mantığa, matematiğe, vicdana aykırı bir program
olamaz. Kişi başına düşen millî gelirin de 2 100-2 200 dolara gerilediğini
görüyoruz bu yıl. Sayın Bakan, Dünya Bankası Kalkınma Bölümünde görev
yapmıştır. Orada, 2 000 dolar gelire sahip ülkelerin hangi kategoriye girdiğini
bilir; ama, ben, bilmeyenler için söyleyeyim; alt orta gelirli ülkeler
kategorisine girmektedir. Bu kitapta sayfa 7'de
kamu bankalarıyla ilgili yanlış teşhis konulmuştur. Enflasyonun ve krizin temel
sebebinin esnaf ve Ziraat Bankasından verilen kredilerden kaynaklandığı
söylenilmiştir. Halbuki, durum tam tersinedir. Bugün, esnafın Halk Bankasından
kullandığı esnaf ve sanatkâr kredileri 200 trilyona düşmüştür. Bugün, batan bir
bankanın maliyetinin 500 trilyonun altında olmadığı görüldüğünde, 1 milyon
esnafın, bugün, gazetelere ilan vererek hükümeti niye protesto ettiğini hepimiz
daha iyi anlarız. Yine, Sayın Derviş, bu
kitabında, bu programında, döviz tevdiat hesaplarının payının yüzde 42'ye
çıktığına ve dolarizasyon tehlikesine işaret etmektedir, doğrudur; ama, Sayın
Derviş göreve geldikten sekiz ay sonra, döviz hesaplarının toplam mevduat
hesapları içindeki payı, bugün, yüzde 60'a yaklaşmış; üstüne üstlük, Hazinemiz,
Türk Lirası bazında borçlanma yerine, içeride yaptığı borçlanmaların yüzde
30'unu da döviz üzerinden yapmıştır. Hazine, en büyük açık pozisyon taşıyıcısı
olmuştur, en büyük risk taşıyıcısı olmuştur. "Borcu para basarak
ödemek yanlıştır ve Merkez Bankasının temel hedefi fiyat istikrarını sağlamak
olmalıdır" deniliyor sayfa 79'da, bu programda. Sayın Derviş, IMF'den
gelecek paranın miktarı ve zamanı belli olmamasına rağmen, bu Mecliste "çıkmazsa çıkmaz, olmazsa
olmaz" dediği 15 yasadan biri olan Merkez Bankası Yasasını da, maalesef
by-pass etmiştir; bir anlamda, kanuna karşı hile yapmıştır. Nasıl yapmıştır;
Avrupa merkez bankalarında "açık piyasa işlemleri için merkez bankaları
kamuya kredi açamaz" maddesi, bizim de Merkez Bankamız Kanununa girmiştir.
Biz de, Doğru Yol Partisi olarak,
çağdaş bir yasa olduğu için, Avrupa Birliği verilerine uygun olduğu için, bu yasayı
-hatırlarsınız- desteklemiştik; ama, bu yasanın süresi 5 Kasımda dolmuştu. 5
Kasımdan iki gün önce IMF'den gelecek bir krediye mahsuben, ne zaman geleceği,
ne kadar geleceği, gelip gelmeyeceği net olmamasına rağmen, 3 milyar doların
karşılığı Merkez Bankasından alınarak -bana göre hiç de şık olmayan bir by-pass
yöntemi benimsenmiş- yılbaşı itibariyle, 2001 yılı başında 1,5 katrilyon olan
kamuya açılan krediler, bugün, Merkez Bankası bilançosunda, dehşet bir rakama,
34 katrilyona çıkmıştır. İşte, size, monetizasyon; işte, size, yüzde 90'ların
altına indirilemeyecek olan enflasyonun sebebi ve işte, size üç rakamlara doğru
giden enflasyon. Bugün, yine, bu
kitabımızda, programımızda, Sayın Kemal Derviş Bey, 60 ncı sayfada, net borç
stokunun gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 78,5 olacağını hedeflemiş;
bugün yüzde 100'ü aşmıştır. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin kamuya ait iç ve dışborç stoku cumhuriyet tarihinin hiçbir
döneminde yüzde 60'ı aşmamıştı. Neye göre; millî gelire oranla. Zaten Avrupa
Maastricht kriterlerinde de tek tutturduğumuz gösterge buydu. Maalesef, bu
program yürürlüğe girdikten, Sayın Bakan görevi devraldıktan sekiz ay sonra,
Türkiye, millî gelirinin üzerine çıkan bir iç ve dışborç yüküyle şaşkındır ve
çaresizdir. Bugün, 109 katrilyon olan borçlarımızın, yıl sonu itibariyle,
içborcumuzun 119 katrilyona çıkacağını görüyoruz. Yine, bugün, 112 milyar dolar
civarında olan dışborcumuzun, yıl sonu itibariyle, 120 milyar dolara
yaklaştığını görüyoruz. 120 milyar rakamı büyük bir rakamdır; çünkü, 1997 yılında
toplam dışborcumuz 80 milyar dolar civarındaydı. Aradan 3,5-4 sene geçmeden bu
rakamın 40 milyar dolar artmasının sebebi, yanlış politikalar, krizler, çıkmaz
sokaklar, IMF'ye tam teslim olup doğru müzakere yapılmayan programlardır.
Zaten, Sayın Kemal Derviş'in bu programından umudu kesen -başta Anavatan
Partisi olmak üzere- partiler, bir anda ekonomiye mucize ve çare reçeteler
üretmeye başlamışlardır. Eğer böyle bilgileri, gayretleri ve kapasiteleri
vardıysa, Sayın Derviş'i, enflasyonu yüzde 90'a çıkarmak için, niçin
çağırdıklarını da, ben, buradan, Anavatan Partisinin değerli milletvekillerine
sormak istiyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Malî af dedik; Türkiye'de
esnafın, çiftçinin, tüccarın düştüğü durumu dile getirdik. Bugün, bizim
programımızdan, Sayın Çiller'in, DYP sözcülerinin açıkladığı ikinci demokrasi
programından alıntılar, hatta kopyalar çekerek yapılan program önerilerini biz
tebessümle izliyoruz. Aslında memnun da oluyoruz; yani, bundan bir telif hakkı,
patent hakkı istemiyoruz; ama, ne olur yapın. (DYP sıralarından alkışlar)
Esnafı kurtarın, çiftçiyi kurtarın, bu kriz nedeniyle, kötü yönetimler
nedeniyle ödeme güçlüğüne düşmüş, malî sicilleri bozulmuş ticaret erbabını
kurtarın; ama, konuşmayın, propaganda yapmayın, Sayın Derviş'in görevine talip
olmayın! Eğer talipseniz de Sayın Derviş'i buraya çağırmayın. Bu, ciddî bir
çelişkidir. Bu, yaman bir çelişkidir. Değerli milletvekilleri,
bugün, Türkiye'de reel sektör büyük sıkıntı içindedir. Elimde son üç ayın
protesto olmuş senetlerinin listesi var. Ocak ayında 77 trilyonluk senet
protesto olmuştur. Bu, eylül ayında 81 trilyona çıkmıştır; ekim ayında tüm
zamanların rekorunu kırmış, 138,6 trilyonluk bir protesto vardır. Kapanan
şirketler, protesto olan firmalar ve rekabet ve üretim gücünü kaybeden bir
ekonomi!.. Eski Maliye Bakanımız Sayın İsmet Attila'nın Sayın Derviş'e verdiği
bir soru önergesine verilen cevapta da bu vahim tablo ve rakamlar ortaya
konulmuştur. Ege Bölgesi Sanayi
Odasının geçen hafta açıkladığı bir raporda, 2000, 2001 yılının ilk yedi sekiz
ayı boyunca İzmir, Uşak, Aydın, Denizli, Manisa, Balıkesir ve Muğla'yı kapsayan
7 Ege Bölgesi ilimizde 16 000 sanayi ve üretim firmasının kapandığını -buna,
esnaf ve sanatkârlar dahil değildir- 80 000 kişinin işsiz kaldığını resmî
kayıtlarla belgeliyorlar. Bunun içerisinde 4 563 tane firma ve sanayi kuruluşu
sadece İzmir'dedir ve İzmir'de sanayi kuruluşlarında 45 000 kişi işini
kaybetmiştir. Böyle bir ekonomik tahribat tablosu karşısında, bölük pörçük
tedbirlerle, muhalefetin önerdiği tedbirleri de doğru dürüst anlamayarak,
birtakım işler yapılıyor. Örneğin, KDV indirimi... Evet, Türkiye'de vergi oranları
yüksektir, çok çeşitlidir ve Türkiye'de vergi oranları makul seviyeye -Doğru
Yol Partisinin ikinci demokrasi programında bahsettiği gibi- indirilmelidir,
basitleşmeli ve sadeleşmelidir; ama, böyle bölük pörçük yaparsanız, istediğiniz
randımanı almanız mümkün değildir. KDV'de belli sektörler ve belli mal grupları
seçilerek yapılan indirimlerin, yarardan çok zarar getireceğini görüyoruz.
Nerde ilaçta KDV indirimi, nerde vatandaşın ekmeğinde KDV indirimi?.. Değerli milletvekilleri,
dolayısıyla, panik halinde alınan tedbirlerle, artık, Sayın Kemal Derviş'in
tutmayan programıyla, bu sefer, hükümeti oluşturan partiler başka yollara
başvurmakta, Sayın Kemal Derviş'i bu sefer by-pass etmeye kalkmakta ve çok
başlı bir yaklaşım gözükmektedir. Anavatan Partisi ayrı program ilan
etmektedir. DSP'li arkadaşlarımız ayrı program üzerinde çalıştıklarını beyan
etmektedir. Sayın Kemal Derviş de Türkiye'nin tek kurtuluşunun ağır bir
borçlanmadan geçtiğini söylemektedir. Değerli milletvekilleri,
1 milyar dolar özelleştirme hedefi koyan hükümet -74 üncü sayfasında bu
programın- sıfıra yakın bir özelleştirme yapmıştır. Böyle istikrarsızlığa,
böyle çaresizliğe zaten hiçbir yabancı sermaye gelmez. Dünyada 1,3 trilyon
dolara yakın doğrudan yabancı sermaye yatırımının 200 milyar doları, bizim gibi
gelişmekte olan ülkelere gitmektedir. Türkiye'ye gelen bunun binde 5'i
değildir; 1 milyar doların altındadır, 982 milyon dolardır 2001 yılında.
Türkiye'ye niye yabancı sermaye gelmiyor? Türkiye IMF ne dediyse yapmadı mı?
Niye yabancı krediler gelmiyor? Sayın Derviş, siz,
yeniden üç sene daha Türkiye'nin kaderini bağlayacaksınız. Siz, on yılı
suçladınız; ama, Türkiye, 1996'da uçak kazasında vefat eden Amerikan Ticaret
Bakanının lafıyla, yükselen bir yıldız ülkeydi. (DYP sıralarından alkışlar)
Emerging marketler arasında ilk 10'a giriyordu. Ne oldu Türkiye'ye?.. Bizim, o bakımdan, size
tavsiyemiz, lütfen, son on yılda hiçbir hükümetin bu hükümet kadar uzun ömürlü
olmadığını, ama, bu hükümet kadar başarısız olmadığını da bilin (DYP
sıralarından alkışlar) Hiçbir ekonomi bakanına sizin kadar destek ve şans
verilmediğini de bilmeniz lazım. Parlamenter demokrasiyi, parlamenterleri
isteyerek zor duruma düşürmek istemediğinizi biliyoruz; ama, siyasete karşı
haksız rekabet sayılabilecek bu davranışların şık olmadığını ve bunlardan
kaçınmanızı size özenle tavsiye ediyorum. Sayın Bakanım, Ziraat ve
Halk Bankalarında yeniden yapılandırmaya "evet" diyoruz; ama, Ziraat
ve Halk Bankalarını, esnafın ve köylünün ihtiyacına cevap veren, tarımın ve
KOBİ'lerin yegâne finans kaynağı olan bu bankaları, misyonlarından ayırarak,
alelade birer ticaret bankası haline getirme çabalarınızın doğru olmadığını
daha önce size söylemiştim. Bugün, bu bankalara, 4-5 milyar lira maaşla,
performansını kanıtlamamış, özellikle de batan bankalardan personel alınıyor.
Elimde, 4-5 tane atama emri var. Halk Bankasına aittir. 4 milyar 437 milyon 500
bin lira ücretle batan bankadan müdür alıyorsunuz; bunun performansını ölçtünüz
mü Sayın Bakan? Performans diyorsunuz... (DYP sıralarından alkışlar) Siz, o bankalara
yıllarını vermiş insanları nasıl sokağa atarsınız; nasıl bir ayırım yapmazsınız
ve getirdiğiniz bürokratlara bu konuda nasıl müdahale etmezsiniz? Ziraat ve Halk Bankaları
yeniden yapılandırılmalıdır "evet" diyoruz; Buralardaki siyasî
etkiler asgariye indirilmelidir "evet" diyoruz; ama, bu bankaların
misyonları, nosyonları, yetişmiş, birikimli, kültürlü personelini tahrip edip sokağa
atamazsınız, onlara ikinci sınıf muamelesi yapamazsınız. Buna, hiçbir bakanın,
hiçbir üst bürokratın da hakkı yoktur. Bu konudaki uyarımızın altını bir kez
daha çizmek zorunda hissediyoruz kendimizi. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Söylemez,
2 dakika içinde toparlayınız. H. UFUK SÖYLEMEZ
(Devamla) - Peki... Değerli milletvekilleri,
söylenecek çok şey var. Türkiye, gerçekten, ekonomik çıkmaz sokakta, patinaj
yapıyor, kan kaybediyor, moral, teşebbüs, rekabet gücünü yeniden arıyor. Bunu,
bu Parlamento yapabilir. Siyasî Partiler Kanunu ve Seçim Kanununda yapacağımız
süratli değişiklikle, hem Parlamentoya itibar kazandırmak hem tıkanan
demokrasiyi ve ekonomiyi açmak üzere bir taze başlangıca ülkemizin şiddetle
ihtiyacı vardır. Bu gensoru, bunların konuşulmasına vesile olmuştur. Yoksa,
Sayın Derviş'in kişisel olarak suçlanması amacıyla bu gensoru algılanmamalıdır.
Sayın Derviş'i buraya getiren, onunla kader arkadaşlığı yapan, ne dediyse
imzalayan ve yetki veren hükümet ve ortakları da, 350 milletvekilli çoğunluğuna
rağmen ekonomiyi üstlenme cesareti gösteremeyen iktidar ortakları da, Sayın
Derviş'le beraber aynı sorumluluğa ve aynı sıkıntıya muhataptırlar. (DYP
sıralarından alkışlar) Bu duygu ve düşüncelerle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkürlerimi sunuyorum; sağ olun, var
olun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Söylemez. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Ali Coşkun; buyurun Sayın Coşkun.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Konuşma süreniz 20
dakika. AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ
COŞKUN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Bakanı Sayın
Kemal Derviş hakkında verilmiş bulunan gensoru hakkında Grubum adına söz almış
bulunuyorum; şahsım ve AK Parti Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ülkemiz, son elli yılın
dışpolitika, içpolitika ve ekonomik yönden en bunalımlı ve geleceği
tehlikelerle dolu bir dönemini yaşamaktadır. Türkiye, dışpolitikada yalnızlığa
itilmiş; yıllardır, teslimiyetçi politikalarla kapısında beklediği Avrupa
Birliği tarafından bir kez daha dışlanarak, aday 13 ülke arasında Maastricht ve
Kopenhag kriterlerine uyum sağlayamayan ülke ilan edilmiştir. Gümrük birliğiyle
başlayan, yanlış politikalarla devam eden bir süreçte Avrupa Birliği, Rum
Kıbrıs'ın müracaatını oradaki Türk varlığını hiçe sayarak kabul edip,
Türkiye'yi yalnız bırakmak istemektedir. Böylece, Kıbrıs, Avrupa Birliği ülkesi
ve toprağı sayılacak ve Türkiye'ye her türlü yaptırım uygulanmak istenecektir.
Uygulanan politika ve programlar, Türkiye'yi, her konuda istenilenleri yapan
uslu ülke durumuna getirmiştir; bu, bir IMF kaynaklı merkezî planlama olup,
çökertme hareketi haline dönüşmüştür. İçpolitikada ise siyasî
istikrar tamamen bozulmuş bulunmaktadır. Bugün halk arasında siyasilere ve Yüce
Meclise güven azalmışsa bunun da sorumlusu tek başına hükümettir. Hükümet,
önce, alternatifi olmadığını beyanla, çeşitli güç odaklarının Türkiye Büyük
Millet Meclisini hiçe sayarak, dışarıdan, demokrasiye yakışmayacak ararejim
arayışlarına zemin hazırlamıştır. Oysaki, hükümet, kendisinin vazgeçilmez olduğunu
ortaya koyduğu zaman, millet, zaten bu hükümetten çoktan vazgeçmişti! Son
kamuoyu araştırmalarında hükümeti teşkil eden üç partinin de yüzde 10 barajının
altında kalması bunun en belirgin delilidir. Hükümet, devletin yüce makamı olan
Cumhurbaşkanı seçimlerinde de, sergilediği tutum ve davranışlarla, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin saygınlığına gölge düşürmüştür. Hükümet, ayrıca, kendi
içinde çaresizliğe düşünce, çareyi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde arama
yerine, ekonominin kurtarıcısı olarak takdim ettiği Sayın Kemal Derviş'i,
bakanlıklar üstü bir yetkiyle donatarak, görevlendirmiştir. Bu talihsiz gidiş,
Meclisi hiçe sayarak, koalisyonun üç liderinin aldığı kararlarla, sayısal
çoğunluğa sığınarak Meclisi çalıştıran hükümet anlayışını ortaya çıkarmıştır.
Sonuçta, güven bunalımıyla birlikte, toplum, sosyal patlamanın eşiğine gelmiş,
demokrasi ve siyasete gölge düşmüş, ekonomi, âdeta, kurbanlık koyun misali,
bıçak altına yatırılmıştır. Değerli milletvekilleri,
konuşmama, uluslararası kuruluşların yaptığı araştırmalar ışığında, Türkiye'nin
durumunun mukayesesi ve ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durumu özet olarak
bilgilerinize sunarak devam etmek istiyorum. Bir ülkenin saygınlığı,
takdir edersiniz ki, güvenle oluşur. Ne yazık ki, ülkelere güven duyma
konusunda, Türkiye, Filipinler'den sonra ikinci sıradadır. Rüşvet sıralamasında, 52
ülke arasında, 3 üncü sıradadır. Sosyal güvenlikte, OECD
ülkeleri arasında sonuncu olup "ekonomisi karanlık ülke" ilan
edilmiştir. Para birimi dünyada en
düşük olan ülkedir. Rekabet gücü, 75 ülke
arasında 33 üncü sırada yer alıp; geleceğe yönelik umut sıralamasında 54 üncü
sıraya gerilemiştir. İşgücü verimliliğinde, 49
ülke arasında, Şili ve Estonya'dan sonra 38 inci sırada yer almıştır. Dünya enflasyon liginde,
Sudan'dan sonra ilk sıralardadır. Birleşmiş Milletler
Ticaret ve Kalkınma Örgütü 2001 raporuna göre, Türkiye, Angola'nın yarısı,
Burkine, Bulgaristan, Etopya, Mozambik, Vietnam ve Nijerya'dan sonra en az
yabancı sermaye gelen ülke arasında sonuncu sıralardadır. Gelir dağılımı
adaletsizliği yönünden, ülkemiz, dünyanın en kötü 5 ülkesinden biri
durumundadır. Nüfusun yüzde 25'i açlık, yüzde 50'si yoksulluk sınırının altında
yaşamaktadır. Nüfusun en fakir yüzde
1'i -650 000 kişi- gayri safî millî hâsıladan onbinde 7 pay alırken, nüfusun en
zengin yüzde 1'i -yani, 650 000 kişisi- gayri safî millî hâsıladan, fakir
bölüme göre 237 kat daha çok, yani, yüzde 16,60 pay almaktadır. Uluslararası iktisadî
özgürlük endeksinde, Türkiye, 2001 yılında, 43 basamak gerileyerek, 156 ülke
arasında 105 inci sırada yer almaktadır. Ülkemizin ekonomik
durumuna bakınca, yürekler acısı bir tabloyla karşı karşıya bulunmaktayız.
Ülkemiz, Kasım 2000 ekonomik krizi ve 2001 ekonomik depremi sonrasında,
bunalımlı bir döneme sürüklenmiştir. Döviz-faiz kıskacında, borç sarmalından
kurtulamayan ekonomi, borsa-bono-döviz üç kâğıdı arasında bocalamaktadır. Bize
göre, ülkenin birinci sorunu, içerisinde bulunduğumuz ekonomik çıkmazdır. Zira,
ekonomisi güçlü olmayan ülkelerde, demokrasi ve insan hakları da gelişememektedir.
2001 yılı, kayıp bir yıl
olmakla kalmamış, yaşanan ve beklenen eksi yüzde 10 civarındaki küçülmeyle,
piyasalar felç geçirmiş, ülke fakirleşmiş, çaresizlik içine sürüklenerek, malî
açıdan müstemleke durumuna itilmiştir. Türkiye'nin güçlü ekonomiye geçiş
programının, yapılan revizyona rağmen, planlanan hedefe ulaşamayacağı acı bir
gerçek olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Ne yazık ki, 57 nci hükümet,
bunalımın vahametini hâlâ anlayamamış görünmektedir. Halkın güveni tamamen
sarsılmıştır. Halkın tasarrufları yastık altına gitmektedir. Sermaye hızla
yurtdışına çıkmaktadır. Gurbetçilerin tasarrufları ülkeye çekilememektedir.
Yabancı sermaye gelişi gerilemiştir. Planlanan özelleştirme
gerçekleştirilememiştir. Yatırım, üretim durma noktasındadır. İmalat sanayii,
dokuz ayda yüzde 9,6 küçülerek, son elli yılın en büyük gerilemesiyle karşı
karşıyadır. İşsizlik ve işten çıkarmalar had safhadadır. Yoksulluk ve yolsuzluk
önlenememiş, aksine artmıştır. Enflasyon kontrol altına alınamamış, hayat
pahalılığı halkı bezdirmiştir. Gelir dağılımı daha da yozlaşmıştır. Devlet,
israf batağında daha da hantallaşıp büyümüştür. Toplumu ayakta tutan adalet,
sağlık ve eğitim hizmetleri gerilemiştir. Halk, geleceğinden endişeye ve
ümitsizliğe kapılmıştır. Bu olumsuz gidişle, ülke fakirleşmiş ve toplumda
ahlakî çöküşle birlikte intiharlar, bunalımlar çığ gibi artmaktadır. Bu durumun
baş sorumlusu hükümet olup, kötü yönetimin ekonomiye ve siyasete yansıması,
krizleri beraberinde getirmiştir. Aslında, Türkiye'nin
imkânları, sorunlarından fazladır ve ülkemiz, varlık içinde yokluk çekmektedir.
Yıllardır, ekonomi küçültülerek istikrar aranmaktadır. Oysa ki, gereksiz devlet
müdahaleleri önlenerek, ekonomi büyütülmeli ve kendi içinde dinamiklerinin,
dengelerinin oluşması sağlanmalıdır. Bunun tek çıkış yolu, rekabete dayalı, tüm
koşullarıyla işleyen serbest pazar ekonomisi olmalıdır. Özet olarak, rakamlara
boğmadan sunduğumuz tablodan, iki temel sorunla karşı karşıya kaldığımız
anlaşılmaktadır; birincisi, güven ortamının yeniden tesisi; ikincisi, duran
ekonomi çarkının tekrar işletilmesidir. Gelinen noktada, her iki sorunun da
çözümü, yüce millete gitmektir, yani erken seçimdir; zira, hükümet,
çözümsüzlüğün içinde bocalamaktadır. Bilinmelidir ki, halkla bütünleşmeyen
hiçbir siyasî hareket ve program başarıya ulaşamaz. İktidarın sunî gündemlerle halkı
oyalaması, mevcut ortamı daha da karartmaktadır. Değerli milletvekilleri,
izninizle, konuşmama, yapılan yanlışlıklara bazı örnekler vererek devam edeceğim.
Hükümet, istikrar sağlayacağı iddiasıyla geldi, ülkede istikrarsızlığın kaynağı
oldu; ancak, hükümetin devamında ve yoksullukta istikrar sağlayabildi. Uzlaşı
hükümetiyiz dediler, üç partinin de ilkelerini hiçe sayıp karşılıklı menfaat
bölüşmesinde uzlaştılar. Tutarsızlıklara, hazırlanan gerçekdışı, sanal
bütçelerle başladılar, yanlış programlarla sürdürdüler. Tutarsızlık, aynı
zamanda, bu hükümetin sözünde de, programın özünde de devam etmektedir. Ekonomik krizler birden
bire çıkmamaktadır. Hükümetin duyarsızlığı karşısında göz göre göre
oluşmaktadır. Zira, 2000 ve 2001 yılları hedeflerinin ve uygulamalarının yanlış
ve tehlikeli sonuçlar doğuracağını komisyonlarda ve bu Yüce Mecliste defalarca
dile getirdik. Ne yazık ki, hükümet, gözünü, kulağını, yüreğini IMF ve Dünya
Bankası dışında herkese kapatmış, doğruları söyleyen muhalefeti de, sivil
toplum kuruluşlarını da görmüyor, duymuyor, anlamıyor. Toplumu ilk kandırma
hareketi kur çıpasına bağlı programla başlamıştır. Bakınız, 26.6.2000
tarihinde, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı görüşmeleri sırasında hükümeti
şöyle uyarmışız -Meclis zaptı, Birleşim 118, sayfa 29- "Ekonomik gidiş
fevkalade ürkütücüdür. Bugün, dövizde sorun gözükmemektedir; ancak, bu
belirtiler gelecek yıl -yani 2001 yılını kastediyoruz- kur çıpasının
kalkmasıyla Türkiye'nin büyük bir devalüasyonun eşiğine geleceğinin çok üzücü
işaretleridir. Bununla ilgili herhangi bir tedbir de görülmemektedir."
Dikkate alınmayan bu uyarılara rağmen, Şubat 2001 krizi akşamına kadar
yetkililerin kur çıpasının devam edeceği, ekonominin istikrara kavuştuğu
söylemleriyle patlayan dövizin faturasını bu millet ödemektedir. Yaşanan yüksek
devalüasyon, tırmanan yüksek enflasyon altında başlayan durgunlukla imalat
sanayiin gerilemesi, işsizliğin patlaması sonucu ekonomimiz stagflasyona
sürüklenmiştir. Krizden 22 gün sonra göreve başlayan Sayın Kemal Derviş, 52 gün
sonra bürokratlarıyla birlikte Türk ekonomisini güçlendirme programını
açıklamış, 30 dakika sonra Sayın Başbakanın yardımcılarıyla birlikte yaptığı çok
kısa basın toplantısında "bu programı destekliyoruz" beyanında
bulunması da düşündürücü olmuştur. Ülke şahıs programları,
dış kaynaklı, ülke gerçeklerine uymayan programlarla yönetilemez; program
iktidarındır, sorumluluğu da kendisinindir. Değerli milletvekilleri,
bu programla hiçbir hedef tutturulamadığı gibi, her şey daha kötü gitmiştir.
Zira, bu programda halk yoktur, bu programda üretim yoktur, bu programda
ülkenin geleceği yoktur. Bu program, ülkeyi daha büyük sıkıntılara sokan, borcu
-bulabilirlerse- yeni borçlarla ödeme programıdır. Malî sektörü güçlendirme
görüntüsü altında, banka vurgunlarının, soygunlarının ve görev zararlarının
halkın sırtına yıkılması programıdır. Bakınız, 14 Nisan
2001'de, açıklanan programla, büyüme yüzde 3 öngörülmüştür. 2001 sonu
itibariyle beklenti eksi 10'dur; yüzde 13'lük bir sapma vardır. 14 Nisan
2001'de Sayın Derviş'in enflasyon yıl sonu tahmini, TEFE'de yüzde 57,6, TÜFE'de
52,5'dur. Sayın Maliye Bakanının
yıl sonu tahmini ise, TEFE yüzde 80, TÜFE yüzde 65'tir. Altı ayda TEFE'de yüzde
22,4, TÜFE'de yüzde 12,5 sapma meydana gelmiştir. Bu durum, programın
tutarsızlığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu hükümet politikalarında, hâlâ reel
sektörün canlandırılmasıyla ilgili hiçbir ciddî tedbir görülmemektedir. Geçmiş tecrübeler,
ekonomik büyümenin iç talebin büyümesiyle mümkün olduğunu göstermiştir, dış
talebin etkisi hep sınırlı olmuştur. Nitekim, kasım, şubat krizleri sonunda
yaşanan, yüzde 130'u aşan yüksek devalüasyona rağmen, başta maliyet enflasyonu
sonucu olmak üzere, ihracat ancak, yaklaşık, yüzde 10 artırılabilmiştir. Bütçeye göre, 2002
yılında da, IMF programları gereği, kamu sektörü talebinin düşeceği açıktır.
Yatırım yoktur, memura ve kamu işçilerine verilecek zamlar da sınırlıdır. Özel sektör de,
güvensizlik ortamında, beklenti ve belirsizlik içine girmiştir. Kapanan, eksik
kapasiteyle çalışan kuruluşlar ve işten çıkarılan yaklaşık 1 500 000 yeni işsiz
ordusu ortadadır. Oysa ki, mevcut işsizler ordusuna ilaveten her yıl 700 000
kişiye aş ve iş temini gerekmektedir. Yabancı sermaye ise, güven duymadığı,
küçülen, istikrarsız bir ekonomi ortamında, doğrudan yatırım konusunda
isteksizdir. Özelleştirme ise durma noktasındadır. Programlar ve bu
programlara uyumlu olarak yapılan bütçeler, geleceğe dönük ekonomik
politikaların belirlendiği, halktan toplanan vergilerle, halka sunulacak refah
seviyesinin reçeteleri durumunda olması gerekirken, ne yazık ki, bu hükümetin
bütçeleri güven vermeyen, gerçekdışı sanal bütçeler olup, ülke, para
babalarına, yani, faizcilere rehnedilmiş durumdadır. Örnek olarak: 2001 yılında
içborçların 31,4 katrilyon liradan 101,8 katrilyon liraya çıkarak, yüzde 230
gibi artmasıyla, iç ve dışborçların toplamı gayrî safi millî hâsılayı aşmış
bulunmaktadır. Oysaki uluslararası finans kurumlarının ve en önemlisi
Maastricht kriterlerine göre bu oran gayrî safi millî hâsılanın yüzde 60'ını
geçtiği takdirde o ülkeye müflis gözüyle bakılmaktadır. Diğer taraftan, faizlerin
yüzde 90'lara tırmanmasına rağmen, 2002 yılında, 2001 sabit fiyatlarıyla, 2001
yılına göre yüzde 26,5 daha az faiz ödeneceği öngörülmektedir; bu, yanıltıcı
bir varsayımdır. Zira, içborçta yapılan ve başarı olarak sergilenen dövize
esaslı takası takiben, Hazine, büyük ölçüde içeride dövizle borçlanmış olup,
yüksek devalüasyonla meydana gelen kur farkları bütçe içerisinde yer
almamaktadır; yani, özet olarak, faiz düşük gösterilerek borçlanma artırılmıştır.
2002 bütçe harcamaları arasında yine de en büyük pay 42,8 katrilyon lirayla
faiz ödemeleri gözükmektedir. Durum vahimdir. 2001 yılında yaklaşık tüm
gelirlerin yüzde 83'ü, tüm vergi gelirlerinin yüzde 108'i faiz ödemelerine
tahsis edilerek, cumhuriyet tarihinin en olumsuz ödeme tablosu yaşanmıştır. 2002 gerçekleşmeleri daha
ümitsiz görülmektedir. Vergi mükellefi, faizcilerin kölesi haline
getirilmiştir. Israrla uygulanan rant ekonomisi sonucu doğan kriz sebebiyle
yüzbinlerce çiftçi, esnaf, serbest meslek erbabı, tüccar ve küçük sanayici ya
iflas etmiş ya da icra kapılarında sürünmektedir. İşçi, memur, emekli
perişandır. Hükümet, tüm ümidini dış borçlanmaya ve ek desteğe bağlamış
bulunmaktadır. Aynen Silifke türküsünde olduğu gibi "aslı yok yaylasında yüzbin
koyunum var benim" dercesine, şimdi ise bulunan 10 milyar borçla pembe
rüyalar sergilenmektedir. Menkul kıymet borsası ve piyasalar IMF'yi, IMF
hükümeti beklemektedir. IMF ise, 2002 bütçesine yansıyacak 3 katrilyon liralık
tasarruf tedbirleri yanında İhale Yasası ve veto edilen Tütün Yasasının
akıbetini sormaktadır. Değerli milletvekilleri,
son günlerde adı geçen tasarruf önlemlerine baktığınızda bunların normal olarak
devlet birimlerinin yapması gereken tasarruflar olduğunu görürsünüz.
Koalisyonun bir kanadı olan Anavatan Partisi ise, bu tedbirleri, ilk defa
keşfedilmiş mucize tedbirler olarak kamuoyuna sunmaktadır. Ne diyelim, dört
yıldır hükümetin içinde yer alan bu partimiz, demek ki yeni akıl baliğ oldu. Devlet vergide de adil
davranmamaktadır. 122 000 000 Türk Lirası asgarî ücretten ve siftah edemeden
kepenk kapatan esnaftan, zarar etse bile, geçim standardına göre vergi alan
devlet, faizcilerden vergi almamaktadır ve bunu ekim ayında çıkardığı 4710
sayılı Yasayla tescil etmiştir. Ekonomik bunalımdan
kurtuluş reçetelerinin biri de, malî sektörün önemli bir unsuru olan bankaların
kurtarılışıydı. Bu sebeple 15 defa değişen yasa, 1999 yılında 2 defa daha
değişerek Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kuruldu; ancak, bu kurulun,
şu anda bekleneni veremediği gibi, büyük bir devlet KİT'i haline geldiğini
görüyoruz. Şimdi, Sayın Başbakan özerk kurullara söz geçiremediklerini beyan
ediyorlar. Lütfedip, bu yasalar Plan ve Bütçe Komisyonunda ve Genel Kurulda
görüşülürken yaptığımız uyarıları ve reddedilen önergeleri zabıtlardan
okurlarsa, yanlış politikalarının reçetesini bulacaklardır. Fon bankalarına
aktarılan 19 milyar dolara rağmen, ağustos ayı itibariyle zararlar 2,9 milyar
dolar artarak, daha da kötü duruma gelmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Coşkun, 2
dakika içinde toparlayınız efendim. ALİ COŞKUN (Devamla) -
Kamu bankaları ise, özelleştirilirken daha kötü bir duruma sürüklenmiş
bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri,
hangi derdimize yanalım. Gruba ayrılan bu sürede sorunları bile dile getirmek
mümkün değildir. Sonuç olarak, AK Parti
olarak, her zaman olduğu gibi, doğruların yanında yer alıp, yanlışlarla
mücadele azmindeyiz. Bu uygulamalar yanlıştır. Bunun sorumluluğu, sadece, Dünya
Bankasındaki görevini bırakarak, Türkiye'ye gelen ve görevlendirilen Sayın
Kemal Derviş'te değildir; bu bunalımın, bu problemin sorumlusu hükümettir. Hükümet
bu yükü, bu faturayı Sayın Kemal Derviş'e yıkarak, kurtulamaz. Çözüm, hükümetin
milletten özür dileyip, çekilmesidir. Tek yol millete gitmektir. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Coşkun. Başka söz isteği?.. Yok. Hükümetin ve grupların
söz hakkı var; gruplar konuşmalarını tamamladı, Sayın Hükümet isterse konuşur,
isterse konuşmaz. Buyurun Sayın Bakan. (DSP
sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. DEVLET BAKANI KEMAL
DERVİŞ - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, üç hafta önce, başka
bir gensoru sırasında, ekonomi programı ve bu yıl uygulanan politikalar, bu
duruma nasıl geldiğimiz konusunda, burada birlikte olma fırsatı olmuştu. Mümkün
olduğu kadar, o gün söylediklerimi tekrar etmemeye çalışacağım. Ayrıca, demokraside,
muhalefetin eleştirmesi, eleştiri hakkı kutsaldır; ancak, vatandaş, tabiî haklı
olarak, sanıyorum, bu eleştirinin yapıcı olmasını, mümkünse bazı farklı
çözümler önermesini isteme hakkına sahiptir. Sadece eleştiri bizi çok fazla
ileriye götürmez; onun için, çok dikkatle, farklı çözümler öneriliyor mu,
farklı bir yol, daha iyi bir yol gösteriliyor mu diye dikkatle dinlemeye
çalıştım. Sayın Söylemez ve Sayın Coşkun'un bazı önerileri oldu; kendilerine
teşekkür ediyorum o konuda. Ancak, mümkün olduğu kadar, gerçekten, demokrasinin
sağlığı ve ekonominin daha da güçlenmesi için buradaki tartışmaların yapıcı
olması ve mümkünse, hakikaten, yeni, daha iyi fikirleri getirmesi bence çok yararlı
olur. Sadece eleştirmek ve sadece kötüleri göstermek bir şeye yaramıyor; kaldı
ki, gerçekten zor durumdayız. Ama, sanıyorum, Türkiye, her şeye rağmen güçlü
bir toplumdur, güçlü bir ülkedir ve muhalefet sözcülerinin söylediği kadar da
kötü durumda değiliz Allah'a şükür. Şimdi, genel, yine, temel
strateji konusunda birkaç dakika sizinle görüşlerimi paylaşmak istiyorum ve
hükümetin de görüşlerini sizlere aktarmak istiyorum. Borç krizleri ani oluyor.
Zaten, borç krizlerinin çok önceden öngörülebilir bir niteliği olsaydı kriz
haline dönüşmezdi. Mesela, kasım ve şubat krizleri çok önceden tahmin
edilebilseydi, o zaman, o ani çöküş olmazdı şubat ayında. Bu, şirketler için de
geçerli. Borç, 90'lı yıllarda çok
hızla büyüdü ve iki şekilde büyüdü: Bir, direkt Hazine borcu olarak büyüdü;
fakat, ikincisi ve yine bunun altını çizmemiz gerekiyor, yarı gizli olarak,
kamu bankaları zararları şeklinde büyüdü ve buna şunu da eklemek gerekiyor:
Maalesef, özel bankalarda da, zayıf yapı içinde, aslında, önünde sonunda,
mevduat, vatandaş mevduatı olduğu için, bu vatandaş mevduatını da önünde
sonunda devletin -sizlerin de, zaten 94 yılında karar verdiğiniz gibi- devletin
koruması gerektiğinden, özel bankaların herhangi bir zaafı, sonunda, yine bir
devlet borcuna dönüşüyor. Dolayısıyla, 90'lı yıllarda borcun bu kadar artması,
sadece devlet açıklarından, bütçe açıklarından değil, aynı zamanda bankacılık
sisteminin zaafından ileri gelmiştir. Ve şubat ayına geldik, 10
milyar dolarlık bir cari işlemler açığı, millî gelirin yüzde 5'ine eşit, geçmiş
yıllarda en büyük cari işlemler açığının bir tanesini oluşturmuştu ve güven
sarsıldı, piyasalar çöktü, kuru tutamadık, faizler inanılmaz rakamlara erişti
ve bugünkü 2001 yılı krizine bu şekilde girdik. Bu krizler çok kısa bir şekilde
halledilmiyor. Bu krizler, ancak, sürekli, kararlı ve güçlü bir programın
uygulanmasıyla hallediliyor. Böyle bir borç yükünden
kurtulmak için, maalesef, mucize yok; mucize olsa, birçok ülke bunu bulur,
uygulardı. Böyle bir borç yükünden kurtulmak için iki araç var: Bir tanesi sıkı
maliye politikası; yani, devletin kendi borcunu yavaş yavaş geri ödeyebilmesi
için sıkı maliye politikasını uygulayıp, faizdışı artığı yüksek tutması. Bu,
borç sarmalına bir hibe anlamına geliyor; yani, devletin, borcu azaltmaya
yönelik bir hibesi, borç değildir, faizdışı artıkla bütçemizle sağladığınız
kaynak bir hibe niteliğindedir ve bu şekilde yeni borç almadan ne kadar bütçe
fazlası verilebilirse o kadar hızlı bu borç yükü düşülebilir; ancak, bunu
sadece bu yolla yapmak mümkün değil, fazla sıkıntılı, fazla ağır faturası olan
bir yöntem olur. Onun için, bunun yanı sıra, pahalı, kısa vadeli borçları da,
daha uygun maliyetli uzun vadeli borçlarla geri ödemek yöntemi kullanılmalıdır.
Biz de bunu yapıyoruz. Dışarıdan aldığımız kaynak, içerdeki piyasadan
alabildiğimiz kaynağa kıyasla daha uzun vadeli; 4-5 yıl, bazen 18 yıl kadar
vadesi olan, faizi de çok daha düşük, daha uygun bir maliyeti olan kaynakla
kısa vadeli borçları temizleyip, vade yapısını daha uzun ve daha sağlıklı bir
hale getirmeye çalışıyoruz. Bu böyle devam edecek; yani, Türkiye, borç yükünü
millî gelire oranla düşürünceye kadar, hem uzun vadeli borç, uzun vadeli kaynak
arayışı hem de bütçede faizdışı fazla arayışı devam edecek. Bunun dışındaki bir
yol, bence, Türkiye'ye daha da zararlı olur; bunu düşünmemek gerekir. Türkiye,
borcunu zamanında ödeyecek bir ülkedir, o saygınlığını ve gücünü devam
ettiriyor ve dünyadaki piyasadaki gelişmeler de bunu gösteriyor. Yani, bu
güveni yavaş yavaş Türkiye yeniden kazanıyor ve dünya piyasalarındaki
göstergelere baktığınız zaman da, artık, Türkiye "borcunu
ödeyemeyecek", "acaba ödeyecek mi" konumundan kurtulmak üzere
olan bir ülkedir, kurtuluyor. MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) -
Masal anlatma masal!.. DEVLET BAKANI KEMAL
DERVİŞ (Devamla) - Arjantin'le hep birlikte anıldık maalesef son yıldır; artık,
son haftalarda Arjantin tek başına kaldı ve sağlıklı bir, dünya piyasalarında,
boşanma oldu, Türkiye, Arjantin'den boşanmış oldu. Bu, sevindirici bir olay.
Programın, hiç değilse bu boyutunda başarılı olduğunu gösteren bir olay. Fakat, strateji, sadece
bugünkü bunalımı atlatmak, borcu yenmek olayı değil, aynı zamanda -burada tabiî
Yüce Meclisin çok büyük desteği var, hepinizin çok büyük desteği var- yapıyı
değiştirecek, böyle bir krizin bir daha oluşmasını zorlaştıracak, inşallah
imkânsız kılacak yeni bir ekonomik yapının oluşmasında yeni yasalarla, yeni
düzenlemelerle hep birlikte çalışıyoruz ve bu yeni düzeni, yeni yapıyı da
oluşturunca, sanıyorum, Türkiye, bu tür tehlikeleri, bu tür krizleri geride
bırakacak. Sancısız olmuyor ve
gerçekten çok zor bir yıl geçti. Ben, her zaman bunu söyledim; geçmişimde de
bütün çalışmalarım hem demokratik hem sosyal içerikli olduğu için, özellikle
dargelirliye gelen yük hükümeti de, beni de mutlaka çok düşündürüyor, çok
üzüyor ve bunu, minimum, asgarî düzeyde tutmaya çalışıyoruz. Bu bütçede de,
gördüğünüz gibi, eğitim ve sağlık masraflarında mümkün olduğu kadar seviyeyi
korumaya ve sosyal harcamalarda da mümkün olduğu kadar asgarî düzeyi hiç
olmazsa korumaya çalıştı hükümet. İki konunun altını çizmek
istiyorum: Bu yapısal reformlar ve bu program, kesinlikle Türkiye'nin programı,
kesinlikle IMF'nin veya başkasının programı değil. Geçen yıl, Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planını onayladınız. Eğer dikkatle bakarsanız, bu Planın
içerisinde, bugün gerçekleştirilen birçok düzenleme, birçok reform zaten
vardır. Bu yasalar, bu düzenlemeler, bu reformlar, uzun yıllardır Türkiye'de
tartışılıyor, uzun yıllardır Türk uzmanları tarafından düşünülüyor ve
hazırlanıyor ve bu reformlar, bu görüşleri, bu çalışmaları yansıtıyor. Tabiî ki, biz, ekonomi
yönetimi olarak, bu reformları, bu programı dışarıya anlatıyoruz, bize kaynak
aktaran, kaynak ayıran kurumlara götürüyoruz, onları ikna etmeye çalışıyoruz;
her zaman, her ayrıntıda belki ikna edemiyoruz, bazı konularda görüş
ayrılıkları oluyor, uzlaşmalar oluyor; ama, temelinde, bizden fazla, benimle
birlikte çalışan arkadaşlardan fazla, ekonomi yönetiminden daha fazla bu
reforma inanan kimse yok. Katiyen, IMF'nin bize dayattığı, bize zorla yaptırdığı
bir reform değil bu, olamaz zaten Türkiye Cumhuriyetinde bu, sizler kabul
etmezsiniz herhalde bunu; nihayet, sizin oylarınızla gerçekleşiyor bunlar;
dolayısıyla, bunun mutlaka altını çizmek istiyorum. Her konuda aynı fikirde
olmak şart değil, bazı konularda, tabiî ki, ayrı düşünülebilir; ama, şunu,
hakikaten, hepinizin inanması gerekiyor ki, bu reformlar, Hazinede, Dış Ticaret
Müsteşarlığında, Planlamada, Maliyede, diğer bakanlıklarda çalışan arkadaşların
isteklerini, reform arzularını ve reform çalışmalarını yansıtan reformlardır. İkinci bir konunun altını
çizmek istiyorum: Dün, Saadet Partisi temsilcisi bunu epey işledi. Türkiye,
güçlü ihracat yaptığı dönemlerde, ihracatın hızla gelişip ithalatı karşılama
oranının yüksek olduğu dönemlerde güçlü bir ülke oluyor, daha bağımsız hareket
edebiliyor ve dış kaynağa daha az bağımlı hale geliyor. 1970'li yıllardan beri
bu stratejiyi savundum ve ihracata dayalı, dünya piyasalarında başarımıza ve
yarışmamıza dayalı bir kalkınma modelini savundum; bunun da, çok doğru
olduğuna, bugün de inanıyorum, zamanında da inandım. Bu, sosyal bir yaklaşımla,
demokratik bir yaklaşımla, hatta, sosyal demokrat bir yaklaşımla da, hiçbir
şekilde çelişmez. Dünya piyasasında yarışamayan, sadece kendi piyasasına
yönelik yatırım yapan, rekabet gücünü kollamayan modellerin nasıl çöktüğünü,
maalesef, bu asırda gördük; bunun, tabiî, en önemli örneği, maalesef, Sovyet
Rusya olmuştur. Büyük ağır sanayi tesisleri, kâr etmeyen, rekabet edemeyen, ihracat
yapamayan tesisler ve ondan sonra, bütün bir ekonominin ve maalesef, bütün bir
ülkenin çökmesi... Türkiye ne zaman
ihracatta başarılıysa, ne zaman döviz kazanabiliyorsa, o zaman, güçlü bir ülke
ve bağımsız bir ülke olabiliyor; ne zaman ithalat fazla artıyor, ihracatta da
güçlük çekiyor ve ödemeler dengesi çok büyük, ciddî bir şekilde açık veriyor, o
zaman, asıl, bağımsızlığımıza, bir şekilde bir tehlike geliyor ve kendi
kaynağımıza dayanarak hareket edemiyoruz. Dolayısıyla, ihracata dayalı kalkınma
modeli, Türkiye gibi petrolü olmayan, dışa, çalışmadan, üretmeden, satacağı
kaynağı olmayan bir ülke için, sanayi ihracatına ve hizmetler ihracatına dayalı
model, tek geçerli ve bağımsızlığımızı koruyacak tek modeldir. Şimdi, hata yapılmadı mı;
yapıldı. Ben de, şahsen, hata yaptım. Geldiğimde, doğrusu, her ne kadar
Türkiye'yi takip ettiysem de, durumun ne kadar ciddî olduğunu, gizli borcun ne
kadar artmış olduğunu, bankacılık sistemindeki sorunların ne kadar derin
olduğunu, ben, mart ve nisan aylarında tam olarak ölçememiştim ve dolayısıyla,
mart ve nisan aylarında, belki biraz fazla iyimser, yani, "yaza kadar bu
iş düzelir, büyümeye sonbaharda geçeriz" sözlerim, bence fazla iyimser ve
o günkü, o vardığımız noktayı belki de yeterli ölçüde ölçemediğim için, fazla
iyimser sözler oldu. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) İkincisi, belki... (SP
sıralarından "Niye alkışlıyorsunuz" sesleri) ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - "Hata yaptım" dedi, onu alkışlıyorum. DEVLET BAKANI KEMAL
DERVİŞ (Devamla) - ...bir konuda bence orada da hata yaptım; belki siyasî
anlama gelebilecek bazı sözleri sarf ettik nisan mayıs aylarında; bunları
yapmamak, daha ziyade... Hakikaten, durumum da çok doğal değil, onu da kabul
ediyorum, hiçbir partiye üye değiliz; dolayısıyla, sanıyorum, mümkün olduğu
kadar, gerçekten siyaset anlamına gelebilecek -ki, ben bunu yapmak istemedim,
programı anlatmak istedim; ama- siyasî anlam taşıyabilecek sözleri hiç sarf etmeseydim
çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Şimdi -vakit daraldı- o
kadar da kötümser olmayalım; doğru, ekonomi, sandığımızdan daha ağır bir şekilde
daraldı, büyüme... Aslında, millî hâsıla yüzde 6,5 gibi, maalesef küçülecek;
millî gelir, dış faktör geliri olduğu için, bunun daha da üstünde bir rakamla,
maalesef daralacak; dolayısıyla, o bakımdan, gerçekten zor bir dönemden
geçiyoruz; fakat, bakın, ihracat ve cari işlemlerde hedefler tutuyor. Hedefler,
dünyadaki daralma ve maalesef zorluk içindeki dünya ekonomisine rağmen
gerçekleşiyor. MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) -
Hangi hedefler Sayın Bakan, hangi hedefler?.. DEVLET BAKANI KEMAL
DERVİŞ (Devamla) - Dünya ticaret hacmi, 2001 yılında yüzde 1,5 büyüyecek;
Türkiye, Allah'a şükür, yüzde 13-14 civarında bir ihracat artışını
gerçekleştirmek üzere. Bu, bütün bu zorluklara rağmen büyük başarıdır ve dünyada
piyasalar tarafından da takdir edilmektedir. Cari işlemlerdeki
olumluya gidiş, ihracata dayalı büyümenin başlangıcının göstergesidir ve
sanıyorum, son haftalarda, artık, yavaş yavaş, biraz daha iyimser olmak için
gerçek göstergeler vardır; yani, sadece projeksiyonlar değil, fiilen
gerçekleşen göstergeler vardır. İkinci önemli konu
eşgüdüm. Bazı konuşmacılar bunun altını çizdi. Gerçekten, bir ekonomik
programın başarıya ulaşması için, eşgüdüm içerisinde yürütülmesi, eşgüdüm
içerisinde gelişmesi çok önemlidir. Çokbaşlılık, herkeste iyi niyet bile olsa,
kararların yeterli ölçüde hızlı verilmesini bazen engelliyor ve kararların
uygulanması safhasında da bazı sorunlar çıkartıyor. O konuda, sanıyorum,
ekonomiyle ilgili bütün arkadaşların biraz daha çalışmaları ve eşgüdümü kuvvetlendirmeleri
gerekiyor. Değerli milletvekili
arkadaşlarım, gerçekten, sizlerin de desteğinizle, sanıyorum, bu yasalar, bu
reformlar uygulanabilirse ve inanarak uygulanılabilirse; yani, zorla değil,
hakikaten inanarak uygulayabilirsek bunu, Türkiye bu bunalımı önümüzdeki yıl
atlatacaktır, büyümeye geçecektir. Tekrar ediyorum, bizi,
hep, Arjantin'le aynı kefeye koydular; bu iş bitmiştir. Türkiye buradan
sıyrılıyor, bu krizi atlatıyor havası, artık, piyasalara yerleşmeye başladı.
Bunu, sanıyorum, hep birlikte desteklememiz lazım. Benim, tabiî, gönlümde,
hızlı büyüyen ve -kendi şahsî felsefemi de yansıtan- hem sosyal adalet
içerisinde hem de demokrasi içerisinde yaşayan bir ülkenin altyapısını sizlerin
oylarınızla oluşturuyoruz, oluşturuyorsunuz. Bu konuda, sanıyorum, daha da
hızlı ilerleyerek çok iyi neticeler alabiliriz. Son bir ricam var sizden:
Bir program çok samimî olarak uygulanırsa, ciddî bir destekle uygulanırsa, çok
daha başarılı olur ve başarı şansı çok artar. Görüşünüzü belirtirken, oyunuzu
verirken, gerçekten sizden ricam, samimî olarak, kendi isteğiniz, kendi
düşünceniz yönünde kullanın. Muhalefete çok derin saygım vardır. İktidar
milletvekilleri, hakikaten, bu desteği isteyerek ve samimî olarak vereceklerse,
onlara da çok teşekkür ederim. Teşekkür ederim, sağ
olun. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Bakan. Görüşmeler
tamamlanmıştır. Gensoru önergesiyle
ilgili oylamanın açık oylama biçiminde yapılması yönünde bir istem vardır. Şimdi, istemde bulunan
arkadaşlarımızdan 15 kişinin burada hazır olup olmadığını arayacağım ve
oylamanın şeklini belirleyeceğim. Sayın Yasin Hatiboğlu?..
Burada. Sayın Veysel Candan?.. AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ)
- Tekabbül ediyorum. BAŞKAN - Sayın Ahmet
Cemil Tunç tekabbül ediyor. Sayın Mehmet Bekâroğlu?..
Burada. Sayın Lütfü Esengün?..
Burada. Sayın Mustafa Kamalak?..
Burada. Sayın Zeki Çelik?..
Burada. Sayın Mustafa Geçer?..
Burada. Sayın Latif Öztek?..
Burada. Sayın Rıza Ulucak?..
Burada. Sayın Lütfi Doğan?..
Burada. Sayın Musa Demirci?..
Burada. Sayın Süleyman Arif
Emre?.. Burada. Sayın Ahmet
Sünnetçioğlu?.. Burada. Sayın Yaşar Canbay?..
Burada. Sayın Ahmet Demircan?..
Burada. Sayın Osman
Yumakoğulları?.. Burada. Sayın Ali Oğuz?.. Burada.
Sayın Ali Gören?..
Burada. Sayın Nurettin Aktaş?..
Burada. Bu sayı yeterli. Sayın milletvekilleri,
açık oylamanın şekli hususunda Genel Kurulun kararını alacağım. Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. Açık oylamayı elektronik
oylama cihazıyla yapacağım. 3 dakikalık süre vereceğim. Bu süre içerisinde
sisteme giremeyen arkadaşlarımızın teknik personelden yardım istemelerini; buna
rağmen sisteme giremeyen arkadaşlarımızın, aynı süre içerisinde oy pusulalarını
Başkanlığımıza ulaştırmalarını; bu arada, vekâleten oy kullanacak sayın bakan
varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve imzasını
taşıyan oy pusulasını belirlenen süre içerisinde Başkanlığımıza ulaştırmalarını
rica ediyorum. Oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN- Efendim, süre
sona ermiştir. Efendim, Sayın Şamil
Ayrım, sisteme yanlışlıkla girmiş; ama, süre sona ermiş. O süre içerisinde ret
pusulası geldi. Sistemdeki oyunun ret olarak değiştirilmesini... (11/23) esas numaralı
Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmaması hususunda yapılan açık oylamanın sonucunu okuyorum: 314 üye
katılmış; kabul 102, ret 212. Bu sonuca göre, önergenin
gündeme alınması kabul edilmemiştir. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Alınan karar gereğince,
sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz. Önce, yarım kalan
işlerden başlayacağız. VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara
Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın;
Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara
Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42
Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili
Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232,
2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına İlişkin İçtüzük Tekliflerinin
görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden,
teklifin görüşmelerini erteliyoruz. Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili tasarının görüşmelerine başlayacağız. 2. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı
Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/53) (S. Sayısı : 433) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 618 sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal
Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile
aynı mahiyetteki kanun teklifinin görüşmelerine başlayacağız. 3. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç
Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Türkiye İş Kurumunun
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 617 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Türkiye İş Kurumu Kanunu
Tasarısının görüşmelerine başlayacağız. 4. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Esnaf ve Sanatkârlar ve
Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına
ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısının görüşmelerine başlayacağız. 5. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar
Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar
Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı
Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısının görüşmelerine başlayacağız. 6. - Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Türk Medenî Kanununun
Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
raporunun görüşmelerine başlıyoruz. 7. - Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı: 724) (1) BAŞKAN - Komisyon?
Yerinde. Hükümet?.. Yerinde. Komisyon raporu, 724 sıra
sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır. Sayın milletvekilleri,
Genel Kurulun 18.10.2001 tarihli 9 uncu Birleşiminde alınan karar gereğince,
İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilen tasarının bir bölüm olarak
görüşülmesi ve sadece tümü üzerinde görüşme yapılması; gruplar, komisyon ve
hükümet adına yapılacak konuşmaların 20'şer dakika, kişisel konuşmaların 10'ar
dakika olması, maddeler okunmaksızın tümünün oylanması; tasarı üzerinde hükümet
ve komisyonun 1'er, milletvekillerinin de 3 önerge verebilmesi, önergelerin
kabulü halinde tümünün kabul edilen önergelerle birlikte oylanması kabul
edilmiştir. Bu karar, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulu gündeminin iç kapağında da yer almaktadır. Tasarı üzerinde söz
isteyen arkadaşlar... Saadet Partisi Grubu
adına Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç. (SP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika Sayın
Akgönenç; buyurun. SP GRUBU ADINA OYA
AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medenî
Kanun, uzun yıllardan sonra, yeni bir şekilde hazırlanarak Yüce Meclisin
oylamasına sunulmuş ve bu şekilde, Genel Kurulda, çeşitli bölüm ve maddeleri
tartışılarak onaylanmıştır. Epey yoğun çalışmalardan sonra, ortaya, birçok
yönüyle yeni bir Medenî Kanun çıkmıştır. Temenni ederiz ki, yapılan bütün
değişiklikler, içine girmiş bulunduğumuz yeni yüzyılda, ülke ve toplumumuzun
ihtiyaç ve şartlarına cevap verebilecek nitelikte olsun. Kanunlar, toplumların
sosyal yaşantı ve ihtiyaçlarının bir sonucu ve ürünüdür; ihtiyaçların
baskısıyla şekillenen bir düzenlemeler sistemi ve silsilesidir. Kanunların başarılı
olması ve etkili bir şekilde uygulanabilmesi için, onların, geniş, sağlam ve
toplumun ruhunu ve ihtiyaçlarını yansıtan bir hukuk felsefesi esasına dayanmış
olması da gerekmektedir. Hukuk felsefesi ise, toplumun sosyal ve etnik
değerlerinin, manevî ölçülerinin ve adalet duygusunun birleşimiyle ortaya çıkan
bir temel çerçevedir. Böyle bir temel çerçevenin ve hukuk felsefesinin oluşması
için, bir devamlılık gerekmektedir. Üstünde kurulduğu esaslar da geniş bir
tarihî temele dayandırılmalıdır. Böylece, oluşan sentez, tabiî bir evrenin
sonucu olup toplumca kabul edilen kanunlar olmalıdır. (1) 724 S. Sayılı Basmayazı tutanağına eklidir. Bugün, burada yürürlük
maddesini tartıştığımız bu Medenî Kanun, her ne kadar, üzerinde emekler
harcanmış ve topluma yenilikler sağlamaya çalışılmış olsa da, tatminkâr
olmaktan uzaktır. Bu Medenî Kanun, hâlâ, hakikî anlamda bizim kendi
toplumumuzun bir ürünü ve onun ihtiyaçlarına cevap veren bir sentez değildir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; elimizdeki bu Medenî Kanun, İsviçre Medenî Kanunundan
aldığımız günlerin üzerinden üç çeyrek asır geçmiştir. Bu dönem içinde dünya
yüzündeki siyasî sistemler, toplumlar ve ihtiyaçlar, beklentiler de
değişmiştir. Bunlara paralel olarak, bizim kendi toplumumuzda da büyük
değişimler olmuştur. Türk toplumunun nüfusu artmış, gençleşmiştir. Küreselleşme
etkisini göstermiştir; onun getirdiği müspet veya menfî birçok etki, kendisini
toplumda hissettirmiştir. 20 nci Yüzyılın sonlarında ise, örnek aldığımız
İsviçre kanunları bile farklı hale gelmiştir; ama, nedense, Türkiye'deki
gelişmeler hiç de aynı doğrultuda olmamıştır. Her şeyiyle ileriye hamle
yapmaya çalışan, Avrupa Birliğine girerek Batılılaşma evresini tamamlamaya
uğraşan ülkemizde, Medenî Kanunun yapılışından bugüne kadar geçen uzun zaman
dilimi içinde, kendi toplumumuzun has ihtiyaçlarına, kendi insanlarımızın öz
değerler sistemine uygun, özgün bir yeni medenî kanun hazırlanmamıştır. Sadece
bu kadarla da kalmayıp, yine kendimize uygun bir hukuk felsefesi de
geliştirilmemiştir. Zaman içinde, ihtiyaçlar gerektikçe ve şartlar zorladıkça
palyatif tedbirler alınmış; yani, o anı kurtaracak ve belli ihtiyaçları
karşılayacak tamirler yoluna gidilmiştir. Toplumun, bu tutum ve yaklaşımının
sebeplerini anlamak da güçtür ve merak konusudur. Tabiî ki, ilk sorulacak şey,
neden bu derece elzem bir çalışmanın daha önce yapılmadığı konusudur.
Sebeplerden biri, belki de, bizde, Batı Avrupa dünyasında veya genel Batı
dünyasında olduğu gibi, toplumu yakından ilgilendiren konuların çeşitli
platformlarda rahatça tartışılıp olgunlaştırılamaması ve bu konularla ilgili
ciddî lobi faaliyetlerinin yapılmamış olmasıdır. Bundan daha da mühimi,
tabandan gelen ses ve taleplerin önemsenmesi ve dikkate alınması geleneğinin
de, henüz, tam olarak ülkemizde yerleşmemiş olmasıdır. Aksi takdirde, böylesine
önemli ve yaşamımızı her yönüyle etkileyip düzenleyen bir kanun, bu derece
gecikmeyle ve yine, sonunda, sadece bazı ilave ve düzeltmelerin yapılmasıyla
çağdaşlaştırılmaya çalışılması başka türlü izah edilemez. Acaba, toplumumuz,
bundan daha iyisini yapamaz mıydı veya neden yapmadı? Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; kadınlarımızın durumuna gelince, yine aynı suali sormak
istiyorum: Neden, bu kadar zaman içinde, medenî hukukta, kadınlar için gerekli
ve köklü değişiklikler istenilen ölçüde yapılamamıştır? 1934'lerin Türk
kadınına, o zamanın Avrupalı muadillerinin bile elinde olmayan pek çok yetki ve
hakları layık gören Büyük Atatürk ve mesai arkadaşlarının yaptıklarının yarısı
bile daha sonraki dönemlerde yapılamamıştır, yapılmamıştır. Cumhuriyetin kuruluş
yıllarında, zamana karşı bir yarış vardı. Liderler ve toplum, pek çok olayı çok
kısa bir döneme sığdırmaya ve devrimlerin yarattığı o heyecan ve dinamizmin
içinde kalıcı evrimler yaratmaya çalışmaktaydılar. Dolayısıyla, böyle durumlarda
hızlı çözümlerin aranması tabiî karşılanabilir; ama, ondan sonra geçen zaman
içinde, yani, yetmişbeş yıllık zaman içinde, aynı şevk ve kararlılığın neden
gösterilmediği ve nihayet, 2001 yılının sonunda, âdeta yamalı bohça
yapılırcasına bir Medenî Kanun düzeltilmesine neden başvurulduğu, anlaşılabilir
bir olay değildir. Başka bir önemli husus
da, bugün getirilmeye çalışılan birçok değişikliğin, hangi esas baz alınarak
veya hangi ana kitle hedef tutularak yapılmaya çalışıldığının net olarak
anlaşılmamış olmasıdır. Türk kadınına, geniş bir kitle genellemesi anlayışı
içinde hizmet verilemez. Yapılan değişikliklerde, acaba, hedef, geniş tarım ve
kırsal kesim kadını ve onların haklarının iyileştirilmesi midir; yoksa, hedef,
küçük köy ve kasabalardaki kadınlar mıdır? Acaba, sonunda, yine, değişikliklerden
en çok yararlanacak olan büyükşehir kadınları mı olacaktır? Bunların kaçta
kaçı, gerçekten, yararlanma yollarını bilecek, kullanacak veya anlayacaktır? Değerli milletvekilleri,
Türkiye, sosyal yapısı itibariyle ataerkil yapıya sahip bir ülkedir. Yurdun
çeşitli bölgelerinde, uzun yüzyıllar boyunca, bölgesel, tarihsel şartlar
altında gelişmiş bulunan töreler, örf ve âdetler mevcuttur. Bunların çoğu, yer
ve zamanda, dinî öğreti ve öğütlerden daha baskın çıkmakta, uygulanmaya konan
kanunlardan daha etkili hale gelebilmektedirler. İnsanlarımızın, töre ve
geleneklerini, çoğu zaman, diğer bütün öğretilerden üstün tutup, körü körüne
uygulayacak kadar ileri gittikleri bilinmektedir; hele, konuların, aile ve
yakınlarını ve özellikle de kadınları ilgilendirdiği durumlarda. Kendi
yörelerimizin gelenek ve törelerini hatırladığımızda, kadınların insan
haklarını bırakın, kadınların miras haklarının uygulanmasında, diğer sosyal
kurumlarda, mevcut yazılı kanunlar ile o kanunların uygulamaları arasındaki
büyük fark ve uymazlığı, derhal, net olarak hatırlayabileceksiniz. Bu farklılıkların
ve yöresel uygulamaların kadınlarımızı ne kadar mağdur ettiği de bilinen bir
gerçektir. Böylesine derin ve eski köklere dayanan uygulamaların, şimdi yapılan
kısmî ve palyatif değişikliklerle tatminkâr bir şekilde düzeltilemeyeceği de
ortadadır. Halkın günlük yaşamında adil davranılmayan, eşit muamele görmeyen
kız ve kadınların, daha sonra eşitliği anlamasına ve çocuklarına öğretmesine de
imkân yoktur. Adalet ve eşitlik, bir toplumun manevî dokusunu güçlendirir;
bunun eksiği de, tam zıddı bir etki yaratır. Kadınlar için sürekli "eksik
etek", "saçı uzun, aklı kısa", "kaşık hırsızı" gibi
aşağılayıcı söylemler, şuur altlarına yerleşerek, daha sonra hareketlere
yansıma şeklinde ortaya çıkar, sosyal değerlendirme olgusunu ve olaylara bakış
tarzlarını yaratır. Anadolumuzda çocuklarının sayısı sorulduğunda, sadece,
erkek çocuklarının sayısını söyleyip kızları "nasıl olsa gidici"
diyerek kale bile almayan bir tutum, kanunlarda yapılacak değişikliklerin nasıl
derin güçlüklerle karşı karşıya olduğunun en iyi işaretidir. İşte, her şeyden
önce bunların düzeltilmesi gerekmektedir. Benim başta ifade ettiğim
gibi, toplumun değer yargıları, etik ölçüleri, buna dayanan hayat görüşü ve
hukuk felsefesi, hem hukukun yapılışında ve daha da önemlisi, hukukun
işleyişinde ve uygulanışında etkili olmaktadır. Sayın arkadaşlar, değerli
milletvekilleri, Değerli Başkan; hukuk, adaletin üstüne inşa edilmiş bir
sistemdir. Bu sebeple "adalet, mülkün temelidir" denir. Adil olmayan
bir sistem, hukukun olmaması kadar tehlikeli bir durumdur; âdeta, sosyal
patlamanın nüvesini teşkil eder. Medenî Kanunda yapılacak tüm değişikliklerin
tam anlamıyla adil olmasına da mutlaka dikkat edilmelidir. Hele hele, aile
hukuku içinde hakkaniyet ölçüleri asla unutulmamalıdır; töre, örf ve âdetlerin,
adalet duygusunu zedelememesine büyük özen gösterilmelidir. Mesela, ülkemizde bütün
ömrünü ailesine, kocasına, çocuklarına adamış, gücünün elverdiğince ailede her
şeye katkıda bulunmuş kadınların, her zaman emek ve gayretlerinin karşılığını aldıkları veya yaşlandıklarında
güvence altında oldukları pek de iddia edilemez. Çoğu zaman yaptıklarını bir karşılık beklemeden yapan bu fedakâr
analar, eşler, kardeşler ve kızlar, çoğu zaman hakları olan mirası bile tam
olarak veya adilane olarak alamadıkları, bilinen, ama, pek de konuşulmayan bir
gerçektir. Bunun yanı sıra, araya bir başka kadının girmesiyle vaki olan
ayrılıklarda, tam anlamıyla hakkaniyet ortadan kalkmaktadır. Ticaret
Kanunumuzda bulunan maddeler icabı da, özellikle büyük ve pahalı eşyaların
satışında, eşyaların aidiyeti, belli bir maddî geliri ispatlanan kocanın
üzerine yapılmaktadır. Tüccar, bunu, kendisi için bir garanti olarak
görmektedir; ama, bu malların edinilmesinden sonra, herhangi bir sebeple
ayrılan eşler arasında mal paylaşımı konusunda büyük sorunlar yaşanmaktadır.
Paranın ödenmesinde kadınların katkısı bulunsa bile, bunların tümü kocanın
üstüne kayıtlı göründüğünden, eşyalardan hak talep etmeleri, âdeta imkânsız
olmaktadır. Sorunlar, sadece bölüşmeyle de kalmayıp, mal kaçırmalar veya
birbirinin malına zarar verme noktalarına kadar götürülmektedir. Genelde, bu
durumlarda, en çok kadınlar mağdur durumda kalmaktadır. Yani, mal rejiminin
getirdiği edinilmiş malların paylaşılması da yürürlüğe girdikten sonra, yeni
bir problem daha ortaya çıkacaktır. Kanun yürürlüğe girdiği anda, aynı
toplumda, farklı statülerde yer alacak kadınlarımız olacaktır. Muhakkak olan
şudur ki, yürürlük tarihinden sonra evlenen çiftlerin durumu daha net ve olumlu
olacaktır. Daha önce evlenmiş olanlar için, şayet "bu kanun, evlilik
akdinin yapılışı tarihinden itibaren geçerlidir" ibaresi taşımazsa, hiçbir
şekilde, edinilmiş mallardan özel bir hak talep edebilme imkânı tanımayacaktır.
Yani, biraz daha önce evlenmiş olan kadınların kaderi, tamamen kocalarının
vicdanları ve değer ölçülerine bırakılmış olacaktır. Endişe edenlerin sadece
kadınlar olmayıp, birçok erkeğin de, uygulamalardan endişe duyduğu ve
yeniliklerin kendilerine zarar vereceği yolunda bir inanca sahip oldukları da
bilinmektedir. Bu konuda geniş kapsamlı bir eğitim kampanyası şarttır ve hemen
uygulamaya konulmalıdır. Burada, medyaya, sivil toplum örgütlerine büyük
görevler düşmektedir. Kanunun ruhunun ve uygulanmasının doğru anlatılması, tam
olarak neler getirip neler götüreceği, topluma, açık, net ve teker teker
anlatılmalıdır. Bu arada, sadece eşler
değil, onların ebeveynlerinin tutumları da göz önüne alınmalıdır. Mesela,
gelinlerinden hoşnut olmayan bazı ebeveynlerin kendileri hayattayken oğullarına
yapacakları hediyelerden daha şimdiden vazgeçtikleri, şimdiden imtina etme
temayülüne girdikleri de, bu kanun çalışmaları sırasında bizlere ulaşan
bilgiler arasında yer almaktadır. Toplumu doğru aydınlatmak
gerekmektedir. Bunca yıl çıkması beklenen Medenî Kanun, sonuç itibariyle evli
kadınlara yeni bir şey getirmeyeceğe benzemektedir. Bu durumda birçok kişi
tarafından şöyle bir ifade kullanılmaktadır: Kanun yapıldı; ama, ortada kanun
yok, kanunun etkisi yok, ortada düzeltilen bir pozisyon yok. Değerlendirmeler,
maalesef, bu yönde odaklaşmaktadır. Gelişmeler böyle algılanmakta ve büyük bir
hayal kırıklığına sebep olmaktadır. Bütün bunlar göz önüne
alınarak, yürürlüğe girme tarihinin sosyal adalete yardımcı olması, hedef
kitlelerin çok daha büyük bir kısmının yararlanması amacıyla evlilik
kontratının yapıldığı tarih esas alınarak değerlendirilmesini sağlayacak bazı
düzeltmelerin de gerekli olduğuna inanmaktayım. Esasen, kabul edilen hukuk
prensiplerine göre, yeni kanun kişinin lehine bir sonuç yaratabilecek ise ve bu
daha hakkaniyete yönelik bir işlem ortaya çıkarıyorsa, bu yönde kullanılmalıdır.
Mademki maksat mağduriyetin ortadan kaldırılması ve kadınların durumlarının
düzeltilmesidir, o halde, bu husus mutlaka dikkate alınmalı ve ona göre bazı
uyarlamaların yapılması gerekmektedir. Yine, kanun, her yönüyle
yapıldığı ve hizmet vermeyi hedeflediği toplumun değer ölçülerine, adaletine,
adetlerine, hukuk ve adalet anlayışına, toplumun değişen şartlarına da uygun
olmak zorundadır. Bu düşüncelerle, yeni
kanunun hayırlı olması dilek ve temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum
efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Akgönenç. MHP Grubu adına Sayın
Salih Erbeyin?.. Yok. Sayın Melek Denli
Karaca?.. Yok. DYP Grubu adına, Tokat
Milletvekili Ali Şevki Erek. Buyurun Sayın Erek. (DYP
sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA ALİ ŞEVKİ
EREK (Tokat) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Doğru Yol
Partisi Grubu adına, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Bugün görüştüğümüz kanun
tasarısı, kısa adıyla, tatbikat kanunu. 864 sayılı Kanunu Medenînin Sureti
Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun, bugün, şimdi görüştüğümüz bu 724 sıra
sayılı kanun tasarısıyla kalkacak ve onun yerini, kısa adıyla tatbikat kanunu
olarak, bu yasa alacak. Değerli arkadaşlarım,
şöyle bir icmal yaptık: Aşağı yukarı 24 Ekim'den 22 Kasım'a kadar, bir aya
yakın, yeni çıkan Medenî Kanun gündemimizi işgal etti. Tam 128 üye arkadaşımız
söz aldı Medenî Kanun hakkında, Sayın Bakan dahil. 1 434 sayfalık bir tutanak
tutuldu Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarında; 19 oturum, 8 birleşim
yapıldı ve saat olarak da 31 saat 43 dakika sürdü yeni Medenî Kanunun
görüşülmesi. 29 tane önerge verildi; bu önergelerden 10 tanesi kabul edildi, 18
tanesi reddedildi, 1 tanesi de geri çekildi. Şimdi, bu kadar
konuşulan, üzerinde durulan, esasında, gerekçeye bakarsak dört yıldan beri
gündemde bulunan; ama, Sayın Bakanın ve diğer arkadaşlarımızın ve bizim
bildiğimiz gerekçelere bakarsak, 1950'den beri değiştirilmesi öngörülen, gerçekten
toplum hayatımızın en önemli bir umdesi olan Medenî Kanunun tatbikat kanununu
şu anda görüşeceğiz. Değerli arkadaşlarım,
tatbikat kanunu görüşülürken, şöyle bir soruya meydan vermemek lazım: 1030
maddelik Medenî Kanun görüşüldü, müzakere edildi -biraz evvel de sizin
söylediğiniz gibi- uzun uzun üzerinde duruldu; o halde, görüşülen, kesinleşen
bir kanunun üzerinde başkaca bir fikir yürütmeye gerek yoktur gibi bir suale
maruz kalabiliriz; ama, hemen ilave edeyim ki -adını da biraz evvel, eski, yeni
ismiyle söylediğim gibi- bu kadar önemli bir kanunun, adına tatbikat kanunu dediğimiz
bir kanunun görüşülmesinde, ister istemez, kabul ettiğiniz Medenî Kanun
üzerindeki görüşleri de, tatbikat açısından, bir kere daha gündeme getirmekte
yarar olacaktır. Değerli arkadaşlarım,
öyle gözüküyor ki, 21 inci Yüzyılın gereklerine Medenî Kanunun değişikliği de
uydu. Maddiyata yönelen dünyada, Medenî Kanun da, bu dünyada ve uygulamada,
maddiyatın daha çok ağırlıklı yer işgal etmesine yer verdi. Tabiî, burada
maddiyata ağırlık verilince işin manevî donanımını ihmal mi ediyoruz; hayır,
etmememiz lazım. Onu vurguladıktan sonra,
bu kanunun, yürürlüğe girdikten sonra da, önemli ölçüde birkısım sıkıntılara,
birkısım itirazlara ve birkısım, özellikle mahkemelerde, çok uzun süren
safhalara maruz kalacağını, burada, ifade etmek istiyorum. Eldeki verilere
göre, bugün, Türkiye'de bir hukuk davasının normalde süresi 400 ile 500 gün
arasında değişiyor. Hele, biraz sonra, uzun uzadıya incelemeye çalışacağımız
kanun maddelerine geldiğimizde, mal rejimlerine geldiğimizde, geçmişe şamil
olup olmama konusunu irdelediğimizde, özellikle, mahkemeler bazında,
bilirkişiler bazında, mal ihtilaflarında, boşanmalarda, mal rejimlerinin
tefrikinde ve uygulamalarında, fevkalade uzun sürecek mahkemelerle karşı
karşıya kalma ihtimalini burada, sözlerimin başında belirtmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
Medenî Kanun görüşülürken, bu 31-32 saat ne konuşuldu. Arkadaşlarımızın
bazılarına baktığımızda, ben, zaman zaman, Medenî Kanunun reddedileceği hükmüne
dahi, kanaatine dahi vardım; öyle ki, iktidar mensubu arkadaşlarımız Medenî
Kanunun birçok yerini fevkalade ağır bir eleştiriye tuttular. Ben hemen ifade
ediyorum, tam 75 yıldan beri Türkiye Cumhuriyetinde uygulanan ve bugüne kadar
da ortaya bir alternatifi konulmayan bu kanun, hatasıyla, yanlışıyla, hayrıyla
şerriyle, doğrusuyla, artısıyla eksisiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
eseridir ve üzerinde çalışılmıştır. 1950'lerde, rahmetli
hocam Hıfzı Veldet Velidedeoğlu derslerimize girmediğinde biz sorardık, hoca
nereye gitti? "Hoca, Ankara'daki Medenî Kanun Tadil Komisyonuna Başkanlık
etmeye gitti" denirdi. Şöyle bir tarihi
çizgisine bakıyoruz; aşağı yukarı, birkısım arkadaşlarım buradaki
konuşmalarında, özellikle, kaldırılan, şu anda eski duruma düşen Medenî Kanunun
9 değişikliğe muhatap olduğunu söylediler; hemen burada düzelteyim, eski Medenî
Kanun, 1938'den 1997'ye kadar tam 14 değişikliğe maruz kalmıştı, tam 70 maddesi
değişmişti; bu yasalardan 11'i direkt Medenî Kanuna yönelikti, birisi çerçeve
kanun hükmündeki kararname idi, birisi ticaret ve nüfus kanunu dolayısıyla dolaylı
olarak bu kanunu tadil ediyordu. Öyle gözüküyor ki, arkadaşlarımızın
beyanlarını öyle anlıyoruz ki, özellikle mal rejimi konusunda komisyonlardaki
değişimi öyle gözlemliyoruz ki, bu konuda önümüzdeki günlerde tatbikat kanunu
çıktıktan sonra da, herhalde, yeni çıkan Medenî Kanunu da birkısım değişiklik
teklifleri, değişiklik tasarıları kovalayacaktır; uygulamanın böyle bir mecraya
doğru gittiği, konuşmalardan ve halkımız üzerindeki etkisinden anlaşılmaktadır. Değerli arkadaşlarım, şu
anda Yüce Meclisçe kabul edilen ve tatbikat kanununu görüştüğümüz Medenî
Kanunun uygulamasında, acaba, bizi zorlayacak, göz önünde bulundurulması lazım gelen
meseleler hangisi? Bunları biraz sonra sayacağım. Tatbikat kanunu 6
kısımdan müteşekkildir. Bu 6 kısmın birincisi genel hükümlerdir, ikinci bölümü
kişiler hukukudur, üçüncü bölümü aile hukukudur, dördüncü bölümü miras
hukukudur, beşinci bölümü eşya hukukudur, altıncı bölümü diğer hükümlerden
müteşekkildir. Bunları ayrı ayrı izah etmeye kalksak, bize verilen 20 dakikanın
yetişmesi mümkün değil; çünkü, eski tatbikat kanunu 49 maddeydi, şimdi
görüştüğümüz tatbikat kanunu 25 madde. Bir maddeye bir dakika ayırsak bile mümkün
değil; ama, en çok üzerinde durulması ve vurgulanması lazım gelen hususları
burada bir kere daha tarihe not düşmek bakımından, zabıtlara geçirmek
bakımından ifade etmekte fayda vardır. Tatbikat kanununda
"eski kanun" tabiri geçiyor, 1 inci maddenin ikinci fıkrasında
"eski kanunda geçen hususlar..." Biraz sonra söyleyeceğim istisnaî
maddelerin kapsamına girmediği takdirde, acaba, 1 inci maddenin ikinci
fıkrasında sözü edilen eski hukuktan ne anlayacağız? 864 sayılı eski tatbikat
kanununun kastettiği eski hukuk ile şimdi konuştuğumuz tatbikat kanununun
kastettiği eski hukuk arasında bir fark var. Eski tatbikat kanununa göre eski
hukuk, şerî hükümlerden müteşekkil, daha ziyade mecellei ahkâmı adliyeyi
ilgilendiren hükümleri kapsıyordu. Bugün görüştüğümüz tatbikat kanununun eski
hukuk kısmına, şerî hükümler, Mecelle, aynı zamanda, ayın 24 ünde yenisini Yüce
Mecliste kabul ettiğiniz kanun da, eski hukuk kavramı dahiline girmektedir. Nedir eski hukuk? Eski
hukuk, bizim daha evvel ecdadımızın tatbik ettiği ve ismine edillei erbaa, yani
dört deliller dediğimiz hukuk sistemidir. Edillei erbaa; kitap, yani Kur'an-ı
Kerim, sünnet -hadisi şerifler- icmaı ümmet ve kıyası fukaha. Aşağı yukarı
-teşbihte pek hata olmaz ama- bugünkü kanunun 1 inci maddesinin şeklî
serdedilişiyle beraber aynı anlama düşecek derecededir. Nedir; evvela Kitap,
sonra hadisi şerif, sonra icmaı ümmet, sonra kıyası fukaha. Bugün yürürlükte
bulunan Medenî Kanunumuzun 1 inci maddesi, eğer kanunda bir hüküm varsa, özüyle
sözüyle hâkim onu tatbik edecek. Eğer, özüyle sözüyle tatbik edeceğin bir madde
yoksa, örfüne ve âdetine, yeni tabirle geleneğine ve göreneğine bakacaksın, onu
uygulayacaksın; her ne kadar, eski gerekçede "örf" ve
"âdet" kısıtlayıcı bir anlam olarak ifade edilmiş olsa dahi. Eğer, bu
da yoksa, uygulayacak bir örf ve âdet de bulamayacak iseniz -şu anda
görüştüğümüz tatbikat kanunu da bunu amirdir- kararı verecek olan hâkim,
kendisi kanun vazıı olsa idi; yani, kendisi kanun koyucu olsa idi, nasıl bir
karar verecek idiyse, ona göre karar verecektir. Medenî Kanunun 1 inci maddesi
cihanşümul bir maddedir, fevkalade büyük maddedir; sadece Medenî Kanunu
kapsamaz, medenî hukuku kapsar, tüm insanî ilişkileri kapsar, fevkalade hayatî
bir değere sahiptir. Değerli arkadaşlarım,
burada arkadaşlarımız o kadar çok temas ettiler ki -maalesef, çok kısa
geçeceğiz- benim de dil konusuna dokunmadan geçmem mümkün değil. Aşağı yukarı,
buraya çıkan her arkadaşımız dil meselesine temas etti. Tatbikat kanunu olduğu
için, ben de kendimi bu dil meselesine temas etmekten kesinlikle
alıkoyamayacağım. Değerli arkadaşlarım,
Türkçe dediğimiz, bize hayat veren dili, sadece burada Medenî Kanun dolayısıyla
eleştirmiyoruz. Türk toplumu, maalesef, ifrat ve tefrit arasında bocalamıştır,
ifrat ve tefrit arasında kalmıştır. Kimse dilin sadeleştirilmesine karşı
değildir. Lazımül icra, gayri kabili içtinab, zuhuru gayrimelhuz vakıa... Biz,
bunlar kullanılsın, bugünkü çocuklarımızdan bunların karşılığını isteyelim
demiyoruz; ama, bunun bir ölçüsü var, ya 100 derece sıcak ya eksi 100 derece
soğuk arasında bocalayıp duruyoruz. Gerekçede, baktık
"değiştirilen kelimeler", "değiştirilmesi mümkün olmayan
kelimeler", "değiştirilmesinde fayda bulunmayan ıstılahlar -yeni
tabirle, kavramlar-" diye üç kısma
ayırmışlar. Değerli Komisyon Başkanımız, Bakanımız da örnekler verdiler. Eski Medenî Kanundan bir
cümleyi alıp, onu sadeleştirdikten sonra, bilirkişi gibi, karşımızdakilere
"bunu mu seçersiniz bunu mu seçersiniz" diye sorsak, gayet tabiî ki,
sadeleştirmeyi öngörürler. Ama, ben, size bir örnek vereyim. Burada
konuştuğumuz konu bir dil sempozyumu değildir. Medenî Kanun, Türkçenin
yozlaştırılmasının bir başka parçasıdır. Türkçe, sadece Medenî Kanun itibariyle
değil, tüm Türkiye'de, ecdadımızla, Ömer Seyfettin'le, Reşat Nuri Güntekin'le,
Hüseyin Rahmi Gürpınar'la -Bakî'leri, Fuzulî'leri, Nefî'leri saymıyorum-
tamamen, bir maziyle, kökle olan bağ, köprü, maalesef, önemli ölçüde
zedelenmiştir. Öztürkçecilikte aşırıya
gitmek bakımından, rahmetli Atatürk'ün, bir sıra başvurduğu bu Öztürkçeleşme,
sonradan Falih Rıfkı Atay'a ifade ettiği gibi "bunda aşırıya kaçılmıştır;
doğal lisanı, tabiî lisanı takip etmekte fayda vardır" cümlesiyle ortaya
konulmuştur. Değerli arkadaşlarım,
burada çok açık şekilde söylüyorum, Sayın Bakana söylüyorum, Komisyonumuza
söylüyorum. "Hata", "hile", "tehdit",
"tahsis" kelimelerinden ne istediniz Allah aşkına! Ben size söyleyeyim;
elimde bulunan şu kapağı, şu bardağın kapağını, doğan çocuğa, boyuna
"kaşık" diye öğretsek, müsterih olunuz, on sene sonra, bunu gören
"kaşık" diyecektir. Bu beyin, işlene işlene, söyleye söyleye... Yani,
arılaştırdığınız bir kelime tutuldu diye, kendi kendimize bir methüsena
yaratmayalım. Ne dediniz şuna "kaşık" dediniz, o öyle gider; çocuk
büyür, onu "kaşık" diye öğretir. "Tehdit",
"hata", "hile", "tahsis" gibi, artık yerleşmiş,
sokaktaki adamın bildiği, profesörünün bildiği, âliminin bildiği, cahilinin
bildiği bir kelimeyi, yasalarımıza, kanunlarımıza yerleşmiş bir kelimeyi
değiştirmekte fevkalade bir büyük yanlışlık yapıldığını, bir büyük hatanın
temadi ettirildiğini; yani, sürdürüldüğünü, burada ifade etmek istiyorum. Niye "zilyet"e
"tutkan" demediniz? "Zilyet"e "tutkan" diyen de
var. Niye "Medenî Kanun"a "yurttaşlık kanunu" demedik?
Sayın Bakanımız, burada izah ettiler. "Medenî Kanuna yurttaşlık kanunu demedik;
çünkü, Medenî Kanun yerleşmiştir" diyorlar idi. Doğrudur. O zaman
"hata"nın, "hile"nin, "tahsis"in neresi
yerleşmemiş, "istifa"nın neresi yerleşmemiş?! Onun için, böyle
aşırılığa kaçan bir davranışı şu bakımdan eleştiriyorum; yarın uygulamada, bu
kanunlarda, bu kelimelerde, beş sene, on sene sonra bu hataları göreceğiz. Değerli arkadaşlarım,
kanun maddelerinin, eski Medenî Kanun ile yeni çıkardığımız Medenî Kanun
arasındaki kanun maddelerinin birbiriyle aynı şekilde karşılanmaması da bir
büyük hatadır. Sayın Bakan lütfettiler, dediler ki: "Alfabenin 29 harfi
yetmeyecek." Bence, bu konuda, hocalarımızdan, büyük emeği geçen
hocalarımızdan ve diğer bu işin ehlinden rica edilip, bu husus söylense,
maddeler arasında birlik sağlanacaktı, önümüzdeki uygulamada bir keşmekeş
peşinen önlenecekti. Değerli arkadaşlarım, bu
kanunu hâkim tatbik edecek. Yüksek Yargıtayın eski başkanlarının
söylevlerindeki birkısım sözcükleri burada tekrar etmiyorum. Bugün, devletin en
yoksul kesimi, adliye binalarıdır, adliye müntesipleridir, zabıt kâtipleridir,
yargı erbabıdır. Bu bakımdan, yargının tam işleyebilmesi için, onların maddî ve
manevî şartlarının ikmal edilmesi lazım. Bakınız, 1 inci maddeyle,
hâkime kanun koyucu yetkisini veriyoruz. Eğer hâkim vicdanlı değilse, eğer
hâkimin manevi donanımı noksansa, eğer hâkim birkısım etkilerin altında
kalabilecek bir konum ve durumdaysa, istediğiniz kanunun tatbikini ona
getirmeniz mümkün değildir. Kanunun gelişi ve tümü
hakkında söyleyeceğim çok husus var değerli arkadaşlarım. Hemen ifade edeyim
-bunları ifade ederken, esası kaçırma durumuna girmek istemiyorum- biraz evvel,
6 bölümden oluştuğunu söyledim.Tatbikat Kanununun en önemli maddesi 1 inci
maddesidir. 1 inci maddenin getirdiği ilke, eski tabirle "kanunlar makable
şamil olmaz" diğer bir ifadeyle "kanunlar geçmişi etkilemez."
Ana kaide, Medenî Kanun yürürlüğe girdiği andan itibaren olaylar ve sonuçları Medenî
Kanuna tabidir; Medenî Kanun yürürlüğe girmeden evvelki olaylar ve sonuçlar da,
eski yürürlükte olan kanuna tabidir. Bunun istisnası var mıdır; bunun istisnası
vardır; bunun, üç istisnası vardır: Birisi -yasa tabiriyle söylüyorum- genel
ahlak ve kamu düzeni. Bir diğeri, muhteviyatı tamamen yasayla tespit edilmiş
ilişkiler. Bir diğeri de, kazanılmamış haklar; eski tabirle "muntazar
haklar" beklenen haklar. Bir kanun, geçmişe şamil olmayacaksa, ya genel
ahlaka taalluk edecek ya gelecek bir hak olacak veya içeriği, muhteviyatı
kanunla tatbik edilecek. Birer misalle meseleyi
söyleyeyim. Eski Medenî Kanunumuzda, eşlerin, dayı, teyze, hala, ve amcayla
içtima etmesi, yani aynı mirastan pay alıp almamaları konusunda... Eş, dayı,
amca, hala ve teyzeyle mirasçı olamıyordu eski Medeni Kanunda. Yeni Medenî Kanunda, eş, dayıyla, halayla,
amcayla hissedar olabilme hakkına sahiptir. Eğer, vefat, Hak'kın rahmeti eski
kanunda vuku bulmuşsa, eski kanun hükümleri cereyan edecektir. Dolayısıyla,
yeni medenî kanun hükmü, eskiyi kapsamayacaktır. İçeriği kanunla
belirlenmiş konulara bir örnek vereyim: Bu, daha ziyade, çocuğun malının anne
ve baba bakımından tasarruf keyfiyetidir. Çocuğun malı vardır, çocuğun bankada
parası vardır; anne ve baba, çocuğun iaşe ve ibatesi için masrafları
yaparlar... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Erek, 2
dakika içinde toparlayınız. ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla)
- Muhteviyatının tanzim edildiği bu münasebette, anne-baba, çocuğun parasından
artakalan parayı kendi hesaplarına, kendi ceplerine intikal ettirebiliyorlardı;
kanunda yazılı masrafları yaptıktan sonra, anne-baba, artan parayı, yine
çocuğun hesabına aktaracaklardır. Beklenen haklar,
kazanılmak üzere olan muntazar haklar konusunda bir örnek vereyim; bu, hem
genel ahlaka, kamu düzenine giren bir örnektir hem de gelecek haklarla ilgili
bir örnektir: Bu kanunumuza göre, evlenme yaşı, 17'yi bitirip 18'den gün almayı
getiriyor; eski kanunumuza göre, 16 ve 17 yaşında da evlenme söz konusu idi. 16
yaşındaki bir kızımız ile 20 yaşındaki bir evladımız evlendirme memurluğuna
müracaat ettiler; ne zaman müracaat ettiler; 1999'da; fakat, düğünü bugüne
bıraktılar; bugüne bırakınca, şu anda tatbik edilecek kanun, beklenen haklar
bakımından, mevcut Medenî Kanunumuzdur; ama, 21 Kasımda bu nikâh töreni
yapılsaydı, bugünkü yasaya göre, bu evlenme, geçerli bir evlenme olacaktı. Değerli arkadaşlarım, bu
kanunun en büyük hususu, en büyük konusu, mal rejimleri konusudur. Mal
rejimleri ikiye ayrılır; birisi, yasal mal rejimi, kanunî mal rejimi; öbürü,
akdî mal rejimi. Yasal mal rejiminden şunu anlıyoruz: Eğer taraflar herhangi
bir tercihte olmazlarsa, otomatikman tabi oldukları mal rejimini gösterir; bunu
beğenmiyorlarsa, sözleşmeyle, tercih ettikleri, kanunda yazılı bir mal rejimini
kendilerine uyarlayabilirler. Yeni Medenî Kanun, eski Medenî Kanuna göre büyük
bir direksiyon kırmıştır. Yasal mal rejimi, mal ayrılığından, kazanılmış
mallara katılma şeklinde değişmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Erek. Süreyi uzattım ben. Biliyorsunuz, ikinci kez uzatmıyorum. ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla)
- Sayın Başkanım, hiç beğenmediğim huyunuzu biliyorum; ama, mikrofona müracaat
etmeden tamamlayacağım. BAŞKAN - Ama, sizin,
İçtüzüğe ve Genel Kurulun aldığı kararlara saygı duyacağınızı umuyorum ben de
efendim. ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla)
- Buna rağmen bitireceğim; çünkü, mal rejimleri konusunda arkadaşlarımızın da
önergeleri var. Bu, komisyonda da çok büyük bir çekişmeye sebebiyet verdi.
Eşitliği istiyoruz. Kadınlarımızın haklarının yenilmemesini istiyoruz. Bu
arada, erkeklerimizin ve çocukların haklarının da yenilmemesini istiyoruz.
Böyle bir uzlaşmayı, tabiî ki, Yüce Meclis, önergelerle ve kararlarıyla
bulacaktır. 1030 maddelik Medenî
Kanun ve 25 maddelik tatbikat kanununun memleketimize, milletimize hayırlar ve
uğurlar getirmesini Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum; Yüce Meclisi sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Erek. Evet, kuralları uygulamak
zor. Eğer, Türkiye, bugüne kadar getirdiği kanunları ve kuralları uygulamış
olsaydı, bugün, Avrupa standardında bir ülke olurduk. Maalesef, kurallara
itibarda hepimizin eksiklikleri vardır; o hususu da belirteyim. Ben, Türkiye
Cumhuriyetinin en büyük organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı
İçtüzüğe ve kurallara riayet etmekle kendimi sorumlu sayıyorum. Elbette ki, bu
konuda bazı arkadaşlarımız huzursuz olabilir; ama, birine vereceğim 1 dakikalık
fazla süre, diğer arkadaşlarımı da herhalde mutazarrır eder; o hususu da
belirteyim. ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) -
Sayın Başkanım, ben de bir cümleyle cevap vereyim. Dediğiniz doğrudur; kuralı
tam uyguluyorsunuz; ama, öyle işler vardır ki, bir 30 saniye, bir 1 dakika
vermek, o işin gereğinin şartıdır. BAŞKAN - Efendim, süreyi
20 saniye fazla verdim diye eleştirildim bu Genel Kurulda; onu da biliniz. ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) -
Bakınız, konuştuğumuz kanunun 1 inci maddesi dahi, hâkimi, kanun vazıı yerine
koyuyor. BAŞKAN - Şimdi, MHP Grubu
adına, Denizli Milletvekili Sayın Salih Erbeyin; buyurun. (MHP sıralarından
alkışlar) MHP GRUBU ADINA SALİH
ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Medenî Kanunun tatbikatıyla ilgili tasarı hakkında söz
almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türk Medenî Kanunu gibi
çok temel bir kanunun tek başına kabulü yeterli görülmemektir. Bu çeşit
kanunlarda daima yürürlük ve uygulamayla ilgili intikal hükümlerini gösteren
bazı düzenlemelerin yapılması da her zaman zorunlu görülmüştür. Buna ilişkin
olarak değişik kanunlarda da tatbikat kanunları mevcuttur. Böyle bir kanun
çıkarmak zorunludur; çünkü, böyle bir kanun çıktığı zaman, birtakım ilişkiler
sona ermiş; ama, onlardan doğan uyuşmazlıklar henüz devam etmektedir. Yeni
kurulacak ilişkiler vardır. Hangi ilişkilerin, hangi uyuşmazlıkların, hangi
hükümlere tabi olduğunun belirtilmesi de hukukun bir gereğidir. O nedenle, bu
çeşit temel kanunlarda bir de tatbikat kanunu veya şimdiki ifadesiyle, yürürlük
ve uygulama şekli hakkında kanunun çıkarılması gereklidir. Bu tasarı da, bu
gerekliliği yerine getirmektedir. Bu tasarı 25 maddeden
oluşmaktadır. Burada, temel hükümler, geriye işlemek veya işlememek bakımından,
temel ilkeleri konulduktan sonra, her kitabın, Türk Medenî Kanununun her
kitabın özelliklerine uygun olarak bazı intikal hükümleri konulmuştur. Böylece,
kişiler hukuku bakımından, eşya hukuku bakımından, miras hukuku bakımından da
ayrı ayrı intikal hükümleri mevcuttur. Bu kanunun bazı
hükümlerinin kamuoyunda yoğun bir tartışma götürdüğü de bir gerçektir. Bu
tartışma sürekli devam edebilir. Şüphesiz, biz, burada, yasa koyucular olarak,
en uygun, en adil çözümü bulmak gayesiyle hareket ettik. Hukukta temel ilke,
kanunların geriye yürümemesidir; ama, birtakım yeniliklerin, kamu düzeni
bakımından, genel ahlak bakımından geçmişe de şamil biçimde yürürlüğe
konulmasında da öteden beri bir sakınca görülmemiştir. Bu yürürlük ve uygulama
şekli hakkında kanun da bu temel düşünce çerçevesinde hazırlanmıştır. Türkiye'de şu anda üç mal
rejimi geçerlidir. Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra bu mal rejimi sistemi
değişecektir. Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, eşlere, bu yeni mal
rejimi konusunda bir seçme hakkı verilecektir. Bu tasarıyla, artık, mal
birliği rejimi ortadan kaldırılmaktadır; ama, edinilmiş mallara katılma rejimi
yanında, diğer seçenekler olarak, mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı ve mal
ortaklığı da kendi içinde bölümlere ayrılmaktadır. Ayrıca, her mal rejiminin
içinde alt seçenekleri de mevcuttur. Kanunun öngördüğü
sınırlar içinde, eşler, her zaman, bu konuda sözleşme yapabilme hakkına
sahiptirler; ama, yapmadıkları takdirde, yasal mal rejimi uygulanacaktır; yani,
kabul ettiğimiz, edinilmiş mallara katılma rejimi uygulanacaktır. Boşanma
bakımından ise, devam etmekte olan davalar bakımından, dava süresince eşlerin
tabi oldukları mal rejiminin devam ettiği; davanın kabulle sonuçlanması
durumunda, eşlerin tabi olduğu mal rejimine göre tasfiyenin yapılacağı; ama,
retle sonuçlandığı takdirde, yeni bir altı aylık süre içinde bir seçme hakkına
sahip oldukları ve bu süre içinde bu seçme hakkını kullanmazlarsa, yasal mal
rejiminin, yürürlük tarihinden itibaren geçerli olacağı hükme bağlanmıştır.
Buna göre, kanunun yürürlük tarihine kadar, bugünkü Medenî Kanun hükümlerinin
uygulanmakta olduğunu zorunlu olarak kabul etmek durumundayız; çünkü,
evlilikler, bu rejime göre yürümüşlerdir. Edinilmiş mallara katılma rejimi,
paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, ilk kez, 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren
yürürlüğe girecek ve eşlere sözleşme için bir yıllık süre verilecektir.
Şüphesiz, eşler, sözleşmeyle yasal mal rejimini de değiştirebilirler, başka bir
mal rejimini de kabul edebilirler. Buna bir engel yoktur; ama, böyle bir
sözleşme yapılmadığı takdirde, Medenî Kanun, yürürlükten kalktığı tarihe kadar,
hükümlerini, mal rejimleri bakımından sürdürmeye devam edecektir. 1 Ocak 2002
tarihinden itibaren, yani, yürürlükteki Medenî Kanunun yürürlükten kalktığı ve
yeni bir Türk Medenî Kanunu yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeni yasal mal
rejimine tabi olacaklardır. Böylece, makul, dengeli, adil bir çözüm bulunulma
gayretinde olunmuştur. Eşler, her zaman,
evlenmeden önce ve evlilik sırasında, mal rejimi sözleşmesi yapabileceklerdir.
Dolayısıyla, istedikleri tarihte bu yeni mal rejimini yürürlüğe
koyabileceklerdir. Yaptıkları bir mal rejimi sözleşmesini de, her zaman, ortak
iradeyle değiştirebileceklerdir. Şüphesiz, burada, bizim
bakış açımız, kanunda çizilen çerçeve içindedir; yani, kanundaki 4 rejimden
birini, o rejimler içerisinde tanınmış olan alt seçenekleri, eşler dilediği
takdirde, evlenme tarihinden itibaren de, böyle bir rejimi, yasal mal rejimini
kabul edebileceklerdir; ama, kendileri bakımından önem taşıyan herhangi bir
tarihi seçmelerine de mâni bir hal yoktur. Burada, içerik olarak seçilen mal
rejimi, bu kanunda çizilen bir çerçeve içindir. Hukukta temel kural,
kanunların geriye yürümemesidir. Burada 1 inci maddede de bu temel ilke
belirtilmiştir. Daha önce cereyan etmiş olaylar, yapılmış olan işlemler, o
tarihte geçerli olan hükümlere göre değerlendirilecektir, geçerlilikleri o
tarihteki hükümlere göre belirlenecektir. Dolayısıyla, kanunda, geriye doğru
yürüyerek bir değişiklik yapılmışsa, o işlemleri yeni işlemlere göre geçersiz
saymak söz konusu değildir. Bu, Türk hukukuna kazandırılan yeni bir uygulama da
değildir. 1926 yılında 864 sayılı Medenî Kanunun Tatbikatı Hakkında Kanunun 1
inci maddesi de aynı ifadelerle yürürlüğe girmiştir; yani, 1926'da bu ilke Türk
hukukunda mevcutlaştırılmıştır. Her yasa, yürürlüğe
girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanır. Bu sayede kişiler, yeni yasanın
kendileri için olumsuz hükümlerinden etkilenmeme güvencesini de elde etmiş
olurlar. Aynı zamanda, bu, bir insan hakları maddesidir. Birçok uluslararası
sözleşmede de, bu, ifadesini bulmuştur. 1926 yılında Türk hukukuna
kazandırılmış olan bu ilke, bu tasarıyla, 1 inci maddede aynen tekrar
edilmiştir. 1926 yılında altı aylık bir süre öngörülmüştür. Bizim Medenî Kanunumuzun
kaynağı olan İsviçre'de bugün yürürlükte olan kanun da, değişen hükümleri
dışında, 1907 yılında kabul edilmiş; fakat, 1912 yılında yürürlüğe girmiştir.
Edinilmiş mal rejimi konusundaki değişiklik konusu da, İsviçre'de 1984 yılında
kabul edilmiş; ancak, 1988 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu yasayla,
vatandaşlarımıza bir yıldan fazla bir zaman verilerek, vatandaşlarımız bu
konuyu düşünmek, değerlendirmek olanağına sahip olacaklardır. Mal rejimleri
arasında da her birinin alt seçenekleri vardır. O nedenle, bunun kamu düzeniyle
ilgili olmasını, bu çerçeve içinde, yani, tek bir çözüm değil, çeşitli
seçeneklerden birini tercih etme konusunda da eşlere yeterince bir düşünme
zamanı verilmektedir. Şüphesiz, eşler, yeni bir sözleşme yapabilirler, yaptıkları
sözleşmeyi değiştirebilirler; ama, bir yıl içinde kabul edilecek şekle göre bir
seçim yapmadıkları takdirde, neyin olacağını da yasada belirlemek zorunluluğu
bulunmaktadır. Bu duruma göre, bir defa,
kanunun yürürlük tarihine kadar eşler arasında hangi mal rejimi cereyan
ediyorsa, o işlemeye devam edecektir; çünkü, o kurallar bugün yürürlüktedir,
eşler de o kurallar çerçevesinde evlenmişlerdir. Dolayısıyla, o tarihe kadar
mevcut kurallar geçerli olacaktır; ama, ondan sonra eşlere bir yıllık bir süre
verilmiştir. Bu süre, 1 Aralık 2002 tarihine kadar geçecek olan süredir. O süre
içinde herhangi bir seçim yapmadıkları takdirde, burada bir geriye dönüş; yani,
1 Ocak 2002'de kanunun yürürlüğe girdiği tarihe dönüş vardır. 1 Ocak 2002
tarihinden itibaren, mevcut evliliklerde bu yasal mal rejimi uygulanacaktır;
ama, isterlerse sözleşmeyle evliliklerin başlangıç tarihine bunu
götürebilirler; buna da yasal bir engel yoktur. Adalet Komisyonu bu geçiş
hükümlerini düzenlerken en çok 10 uncu madde üzerinde durmuş ve kamuoyunda bu
tartışılmıştır. Türk hukukunda ve genel hukukta yürürlükte olan kurala göre,
her kanun hükmü yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara, ilişkilere
uygulanır. 10 uncu madde bu nedenle çok önemli bir maddedir. Öncelikle, 1926
yılında yürürlüğe giren Medenî Kanun hiçbir şekilde geçmişe etkili hüküm
getirmemiştir. Kamu düzeniyle ilgili konularda geçmişe etkili hükümler vardır;
ama, mal rejimi kamu düzeniyle ilgili değildir. Evlilik hukukunda kamu düzenine
ilişkin hükümler vardır, bunlar, evlenmedir, boşanmadır, velayettir, nafakadır;
ama, eşlerin mal rejimine ilişkin sözleşmesinin, kamuoyunda bazı yanlış
algılamalara yol açan programlarda söylenildiği gibi kamu düzeniyle ilgisi
yoktur. O nedenle, kamu düzeni söylenmek suretiyle bu mal rejimine ilişkin
hükümler geçmişe etkili olmalıdır görüşü tamamen hukukun temel kuralına aykırı
bir görüştür. 1926 yılında uygulamaya
konulan Medenî Kanun hukukumuzda büyük bir reform oluşturmuştur. Bu kanunun en
önemli özelliği o günkü şartlarda, tek kadınla evliliktir; ama, Medenî Kanun
1926'da yürürlüğe girdiğinde birden fazla olan evliliklere de dokunmamıştır.
Medenî Kanunumuz miras hukuku alanında da reform getirmiştir. Tatbikat
Kanununun 16 ncı maddesi: "Bu kanunun yürürlüğünden önce ölmüş kişilerin
mirasları, yine, şerî hükümlere tabidir" denilerek, mevcut kuralın geçmişe
uygulanmamasının o günkü şartlarda tezahürünü yasada belirtmiştir; yani, 1926
yılında Medenî Kanun yürürlüğe girerken bu kanunla getirilen reformlardan çok
daha önemli reformlar getirdiği halde temel hükümlerden vazgeçmemiş ve geçmişe
etkili hükümler getirmemiştir; mesela, 1970'ten 2001 yılına kadar mal
ayrılığında yaşamış iki kişi varsa bu yasayı yürürlüğe koyuyor ve diyoruz ki,
siz mal ayrılığı rejiminden memnunsanız, gelin, bu memnuniyetinizi belirtin.
Buna, pratikte de ihtiyaç olmadığı kanaatindeyiz; çünkü, yaklaşık olarak 16,5
milyon evli çift vardır. Bu yasa yürürlüğe girdiği takdirde her biri noterlere
ellerinde kimlikler, ceplerinde paralarla başvuracaklar; bir sürü masraf ve
bürokrasi oluşacaktır. Halbuki, bu yasa yürürlüğe girdiği takdirde bir mal
rejimini seçmedikleri zaman, mevcut yürürlüğe giriş tarihine kadar eski kuralı,
mevcut yasanın yürürlüğe girişinden sonra da, yeni kuralı seçmiş kabul
edileceklerdir. Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş
olan eşler arasında, bu tarihe kadar tabi oldukları mal rejimi devam edecektir. Türk Medenî Kanununun
yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan boşanma veya iptal davaları
sonuçlanıncaya kadar, eşler arasında, tabi oldukları mal rejimi devam
edecektir. Dava, boşanma veya iptal kararıyla sonuçlanırsa, bu mal rejiminin
sona ermesine ilişkin hükümler uygulanacaktır. Davanın retle sonuçlanması
halinde, eşler, kararın kesinleşmesini izleyen bir yıl içinde başka bir mal
rejimi seçmedikleri takdirde, kanunun yürürlük tarihinden geçerli olmak üzere, yasal
mal rejimini seçmiş sayılacaklardır. Yukarıdaki hükümler uyarınca, mal birliği
veya ortaklığı rejiminin, yasal mal rejimine dönüşmesi halinde, Türk Medenî
Kanununun ilgili mal rejiminin sona ermesine ilişkin hükümleri uygulanacaktır. Kamuoyunda tartışıldığı
üzere, bu tasarıyı, elbette, birileri yeterli görmeyebilir; ama, siyaset,
mevcut olabileni gerçekleştirme sanatıdır. Biz, burada, 21 inci Dönem
Parlamentosu ve Adalet Komisyonu üyeleri olarak, uzlaşmayla, yetmişbeş yıllık
bir Medenî Kanunu, bugünün şartlarına en uygun şekilde değiştirebildiğimiz
kanaatindeyiz. Sanıyorum ki, bu kanun, ülke şartlarına, çağın anlayışına en
uygun kanundur; fakat, bu kanunun tam olarak uygulanabilmesi, pratikte tarafları
mağdur etmemesi için, en kısa zamanda aile mahkemelerinin kurulması
gerekmektedir. İnşallah, 21 inci Dönem Parlamentosu, en kısa zamanda aile
mahkemelerini de kurarak, bu yasanın alt zeminini de oluşturacaktır diye
düşünüyorum. Bu yasa tasarısına,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi belirtir,
hepinizi saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Erbeyin. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin; buyurun. AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Ak Parti
Grubu ve şahsım adına, Muhterem Heyetinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Biraz önce konuşan
arkadaşlarımızın da ifade ettikleri gibi, üzerinde görüşmekte olduğumuz tasarı,
bir uygulama tasarısıdır. Hatırlanacağı gibi, geçtiğimiz hafta, yetmişbeş
yıldır uygulanan, 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi yürürlükten
kaldırıldı ve onun yerine, 1 030 maddelik yeni Türk Kanunu Medenisi kabul
edildi. Resmî Gazetede yayımlanarak, bu 1 030 maddelik yeni Medenî Kanun
yürürlüğe girmiş olacak. Değerli arkadaşlarım, bir
temel kanunun tamamen yürürlükten kaldırılması ve yerine yeni bir yasanın
yürürlüğe girmesiyle iş bitmiyor. Bu yeni yasanın yürürlüğe girdiği tarihten
önceki olayların hukukî sonuçlarının ne olacağı, bu olayların ve bu olaylara
bağlı işlemlerin hangi kanuna tabi olacağı sorunu, bu tür durumlarda önem arz
etmektedir. Acaba, yeni yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce meydana gelmiş
olaylar, yürürlükten kaldırılmış olan kanunun hükümlerine mi tabi olacak,
yoksa, yeni yasanın hükümlerine mi tabi olacak temel sorununa, mutlaka cevap
vermek gerekmektedir. İşte, üzerinde görüşmekte olduğumuz 724 sıra sayılı
tasarı, bu soruya cevap vermek için hazırlanmış bir tasarıdır. Bunu, bir örnekle,
değerli milletvekili arkadaşlarıma ve televizyonları başında bizleri izleyen
değerli vatandaşlarıma kısaca anlatmak istiyorum. Örneğin, yürürlükten
kaldırılmış olan Türk Kanunu Medenisinin 88 inci maddesinde, evlenme yaşı
düzenlenmiş. Biraz önce, Sayın Erek'in de ifade ettiği gibi, normal evlenme
yaşı, erkekler için 17, kadınlar için 15; olağanüstü evlenme yaşı da erkekler
için 15, kadınlar için 14'tür; ama, geçtiğimiz hafta kabul etmiş olduğumuz yeni
Medenî Kanunun 124 üncü maddesiyle bu konudaki farklılık ortadan kaldırılmakta,
kadın ve erkekte evlenebilmek için mutlaka 17 yaşını bitirmiş olma -18'ine
basacak- koşulu aranmaktadır. Şimdi, temel sorun şudur:
Bu kanun yürürlüğe girmeden önce evlenmiş olanların, diyelim ki 15 yaşında
evlenmiş olanların hukukî durumları ne olacak? Geçtiğimiz hafta kabul ettiğimiz
-henüz Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmediği için böyle konuşuyorum-
Medenî Kanunda bu sorunun cevabını bulamıyoruz. Bunu nasıl çözeceğiz; işte, bu
tatbikat kanunu tasarısı bu soruya cevap vermektedir ve tasarının 5 inci
maddesinde "eski kanuna göre fiil ehliyetini kazanmış olanların bu fiil
ehliyetleri yeni kanun döneminde de devam eder" denilmek suretiyle, bu
soruna açıklık getirilmektedir. Bu tatbikat yasasının
önemini başka misallerle de çoğaltmak mümkün; ancak, tabiî vakit çok sınırlı
olduğu için başka misaller veremeyeceğim. Aslında, bu tür tatbikat kanunları
yeni çıkmıyor, daha önce de vardı; 1926 yılında Türk Medenî Kanunu çıktığında
da -şimdiki 25 maddedir- o zaman 864 sayılı 49 maddelik bir tatbikat kanunu
vardı. Saygıdeğer arkadaşlarım,
Medenî Kanun bir ay Meclisimizde tartışıldı, üzerinde müzakereler yapıldı.
Hatırlayacaksınız, 6 bölüm olarak Genel Kurulumuzdan bu yeni Medenî Kanun
çıktı. Hepimiz yakinen takip ediyoruz ki, bu yeni Medenî Kanun, eskiye nispetle
yeni düzenlemeler getirmektedir; ama, bazı noktalarda hâlâ üzerinde tartışılan
bir Medenî Kanundur. Biraz önce de ifade edildi; diliyle ilgili tartışmalar
hâlâ devam ediyor, genel gerekçesindeki bazı cümlelerle ilgili tartışmalar hâlâ
devam ediyor, bundan sonra da devam edeceği anlaşılıyor; ancak, daha önce,
birçok arkadaşımız -iktidar, muhalefet- yeni Medenî Kanunun neler getirdiğini
burada, uzun uzadıya anlattılar, bunları tekrar edecek değilim; ancak, bu
Medenî Kanunun, sanıyorum en önemli yeniliklerinden bir tanesi evlilikteki mal rejimiyle
ilgili getirilmiş olan yeni düzenlemedir. Bilindiği gibi, yasal mal
rejimi, Türk Kanunu Medenîsinde; yani, yürürlükten kaldırılan Medenî Kanunda
mal ayrılığı rejimiydi. Yetmişbeş yıllık tatbikatta görülmüştür ki, bu rejim,
genellikle kadınlarımızın aleyhine sonuçlar doğurmuş, çok şikâyetlere sebep
olmuş. O bakımdan, mal ayrılığı rejiminin yerine yasal mal rejimi olarak yeni
bir mal rejiminin getirilmesi zarureti ortaya çıkmıştır. Saygıdeğer arkadaşlarım,
şimdi, ben, şu anda değilim; ama, bu Medenî Kanun görüşmeleri Adalet
Komisyonunda yapılırken Adalet Komisyonu üyesiydim. Bu tasarı üzerinde aylar
süren bir çalışma yaptık. Tasarıda, mal rejimi olarak, şimdi kanunda da kabul
edilen edinilmiş mallara katılım rejimi yasal mal rejimi olarak kabul
ediliyordu; ancak, komisyona geldi. Bu çok geniş temel kanunu hazırlayan,
üzerinde yıllardır çalışmış olan bir komisyon vardı. Bu komisyonun başkanlığını
yapmış olan iki değerli hukukçu Sayın Turgut Akıntürk ve Sayın Ahmet Kılıçoğlu
komisyon toplantılarının aşağı yukarı tamamına katıldılar, şimdi, görüyorum,
yine, kendileri buradalar, kendilerine gerçekten teşekkür ediyoruz. Bu
komisyonun hazırlamış olduğu ve Adalet Bakanlığına takdim etmiş olduğu Medenî
Kanun ön tasarısında yasal mal rejimi olarak hükümet tasarısındaki mal rejimi
değil, başka bir mal rejimi önerilmişti. Bu da "paylaşmalı mal ayrılığı
rejimi" dediğimiz bir mal rejimiydi. Biz komisyon üyeleri olarak, bu iki
hocamızdan -yani, gerek Sayın Akıntürk'ten gerek Kılıçoğlu'ndan- bilgiler
aldık. Sayın Kılıçoğlu'nun, bu konuyla ilgili komisyonda yapmış olduğu uzun
açıklamalarından bir iki cümleyi bilgilerinize arz etmek istiyorum: Sayın Akıntürk
buyurmuşlardı ki: "İsviçre'nin yeni getirmiş olduğu rejimi aldık önümüze,
baktık, iyice okuduk. Medenî hukukta on küsur arkadaşımız, bunun hakkında
söylenen sözleri, yazılan yazıları, makaleleri vesaireyi bilimsel şekilde
incelediler. Neticede dedik ki, biz, Türk Halkının alışılagelmiş olduğu mal
ayrılığı sistemiyle İsviçre'nin getirmiş olduğu edinilmiş mallara katılma
rejiminin karması bir rejim yapalım ve dolayısıyla komisyon, tabiri caizse
'paylaşmalı mal ayrılığı' adı altında yeni bir mal rejimi yarattı. Hiçbir
yerden kopya çekerek gelmedi, Türk hukukçularının, 35 kişilik komisyonun kendi
bulduğu bir rejim." Bu komisyonun
başkanlığını yapmış olan Profesör Turgut Akıntürk hocamızın şu cümleleri,
komisyon üyeleri olarak -başta ben olmak üzere diğer arkadaşlarımızı da-
bizleri etkiledi. Biz, kendi bilim adamlarımızın, bu ülkede, bizim sayabileceğimiz
buluşlarına hasret kalmıştık. Bir ilmî heyet, bir çalışma yapıyor ve diyor ki:
"Bunu biz ortaya çıkardık; bu, bir Türk modelidir, Türkiye şartlarına göre
hazırladık." Doğrusu, bu, bizi oldukça etkiledi. Ben de, Komisyonun kabul
etmiş olduğu paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin -Sayın Akıntürk'ün
açıklamalarından sonra- yasal mal rejimi olmasının Türkiye için daha doğru
olduğu şeklinde oy kullandım. Nitekim, önerge verildi, hükümet tasarısındaki
"edinilmiş mallara katılım" şeklindeki yasal mal rejimi yerine,
önerge kabul edilerek -iktidar muhalefet fark etmeksizin arkadaşların
desteğiyle- paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, komisyonda, yasal mal rejimi olarak
kabul edildi; ama, Sayın Bakanın bundan sonra ne yaptığını 14.3.2001 tarihli
zabıtlardan okuyorum değerli arkadaşlar: "Adalet Bakanı
Hikmet Sami Türk (Trabzon) - Bir konuyu arz etmek istiyorum: Bu Medenî Kanun
Tasarısının belkemiği, bu mal rejimiydi. Bu durumda, ben, bu kanun tasarısının
bundan sonraki görüşmelerine katılmıyorum." Sayın Bakan Komisyonu protesto
etti ve çıktı. Şimdi, düşününüz, bu
Meclisten çıkmış olan bir komisyon, Adalet Komisyonu; bu Adalet Komisyonu bir
önergeyi kabul ediyor ve Sayın Bakan, Meclisin ve bu komisyonun iradesini kabul
etmeyerek, protesto kabilinden, toplantıyı terk edip çıkabiliyor. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sonra ne oldu Sayın Şahin, sonra ne oldu? MEHMET ALİ ŞAHİN
(Devamla) - Şimdi oraya gelmek istiyorum. Sonra ne oldu; sonra, bu
bölüm atlanıldı. Maalesef, Komisyon Başkanı arkadaşımız, bana göre, İçtüzüğü de
ihlal etti. Bu bölümü atladılar, diğer bölümler görüşüldü. Sonra, tabiî, Sayın
Bakan, koalisyon içerisinde, belki koalisyon liderleriyle birtakım temaslarda
bulundu, hatta, bana göre, bu konuyu bir koalisyon sorunu haline getirdi ve en
sonunda, istemeyerek de olsa, iktidar partilerine mensup bazı arkadaşlarımızın
oyunu alarak, tekriri müzakere şeklindeki bir önergeyle, tasarıdaki mal rejimi,
yeniden, yasal mal rejimi olarak kabul edilmiş oldu. Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bundan birkaç hafta önce, 114 kadın kuruluşunu temsilen bir heyet, Sayın
Bakanımızı, Bakanlığında ziyaret etti. Orada Sayın Bakanın söylemiş olduğu bir
cümleyi bilgilerinize sunuyorum: Sayın Bakan "dün öyle, bugün böyle diyen
siyasetçilerden değilim; ne söylemişsem arkasındayım" diyor. Değerli arkadaşlarım,
şimdi, dikkatlerinize sunuyorum. Buradan, hemen, yürürlükle ilgili bölüme
geçmek istiyorum. Sayın Bakan, tasarıdaki yasal mal rejimiyle ilgili
düzenlemeye sahip çıktı; ancak, yürürlük tarihiyle ilgili düzenlemeye sahip
çıkmadı. Bakın, şurada; yani, hükümet tasarısında, yürürlük tarihi konusunda
-10 uncu maddedir- "bu mal rejimi evlilik birliğinin kurulduğu tarihten
itibaren uygulanacaktır" deniliyor ve hatta, gerekçede de aynen şöyle
deniliyor; bu gerekçenin altında Sayın Bakanın imzası vardır: " Türk
Medenî Kanunu ile getirilen yasal mal rejimi, mal ayrılığı rejiminin ülkemizde
eşler arasında büyük haksızlıklara yol açtığı yakınmaların ortadan kaldırılması
amacını taşımaktadır. Bu yönüyle yeni yasal mal rejimi Türk Medenî Kanununun
önemli devrimlerinden biri niteliğindedir. Bu değişiklikle beklenen amacın bir
an önce gerçekleşmesi, buna ilişkin hükümlerin geçmişe etkili olmasını
gerektirir." Dikkatinizi çekiyorum, hükümet üyelerinin ve Sayın Bakanın da
altında imzası bulunan gerekçeden okuyorum, hükümet ve Sayın Bakan diyor ki:
"Bu değişiklikle beklenen amacın bir an önce gerçekleşmesi, buna ilişkin
hükümlerin geçmişe etkili olmasını gerektirir. Bu nedenle, Türk Medenî
Kanununun yasal mal rejimiyle ilgili hükümlerinin geçmişe etkili olarak eşlerin
evlenme tarihinden itibaren uygulanacağı kabul edilmiştir." Tasarı
gerekçesinde böyle deniliyor; ama, Sayın Bakan komisyonda bundan vazgeçiyor.
Demin bir haber okumuştum ya "dün öyle, bugün böyle diyen siyasetçilerden
değilim" diye!.. Şimdi, tasarının altında yasal mal rejiminin uygulanma
tarihini evlilik birliğinin kurulduğu tarihten itibaren başlatmamız gerekir.
Zaten, bu Medenî Kanunun en önemli, devrim sayılabilecek özelliği budur
diyeceksiniz, buraya yazacaksınız, sonra komisyona geleceksiniz, bundan tamamen
vazgeçeceksiniz "1.1.2003 tarihinden itibaren bu yasal mal rejimi hüküm
ifade edecektir" diyeceksiniz ve buna destek vereceksiniz; bu, ilkeli bir
davranış değildir. Hem Sayın Bakanı hem hükümeti, altına imza koymuş oldukları
şu tasarıdaki mal rejiminin yürürlük tarihiyle ilgili düzenlemeye sahip çıkmaya
ve imzalarının arkasında durmaya davet ediyorum. EROL AL (İstanbul) - O
zaman Meclis ne işe yarayacak?! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Komisyonda görev yapmayalım mı Sayın Şahin?! MEHMET ALİ ŞAHİN
(Devamla) - Ben, Sayın Bakanın ve sayın hükümetin çelişkilerini ortaya
koyuyorum. Bu da bir muhalefet partisi milletvekili olarak, Grup adına yaptığım
bu konuşmada, benim görevimdir diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlarım, hiç
şüphesiz ki, hükümetten tasarılar gelir, komisyonda ve Genel Kurulda görüşülür.
Bir hatırayı siz değerli arkadaşlarımla, tam bu noktada, paylaşmak istiyorum.
Biraz önce demiştim ki "yasal mal rejimiyle ilgili, bu tasarıyı hazırlayan
komisyon başkanı arkadaşlarımızın ve hocalarımızın 'biz, kendimize özgü bir
yasal mal rejimi ihdas ettik' derken, gözlerinin parıldadığı hâlâ gözlerimin
önündedir." Çünkü, bir bilim heyeti, bir çalışma yapmış, bu çalışmanın
sonucunda taklit olmayan, bize özgü bir buluşu ortaya koymuş. Beni bu etkilemişti ve
bir başka şeyi daha hatırladım. Bundan aylar önce, bir arkadaşım, burada, buna
benzer bir hatırayı anlatmıştı. Bu hatıradan bir bölümü sizlerle yeniden
paylaşmak istiyorum. Nuri Conker, Atatürk'ün yaverlerinden birisidir; onun
hatıraları var, Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesinde. Bu hatıralarında
bir olayı anlatıyor. Kısaca geçeceğim, zamanım daraldı. BAŞKAN - Evet, süre
azaldı. MEHMET ALİ ŞAHİN
(Devamla) - Biliyorum efendim, gözüm saatte Sayın Başkan. "Gazi, Florya'da
kalıyordu. Bir gün bana 'Nuri, bir araba bul, tebdili kıyafet şöyle bir
dolaşalım' dedi." Bir araba temin edildi, Atatürk'le birlikte -şimdi
Menekşe ve Küçükçekmece tarafları; tabiî, o zaman tarla, boş- oralarda arabayla
gezerlerken, bir çiftçinin çift sürdüğünü görüyorlar; ancak, sabanın önünde,
bir tarafında -affedersiniz- öküz, bir tarafında merkep var. Nuri Conker'in
hatıralarından, ayniyle vaki olmuş bir hadiseyi anlatıyorum: Arabadan iniyor
Atatürk, çiftçinin yanına gidiyor. Tabiî, çiftçi Atatürk'ü tanımıyor. Atatürk,
çiftçiye selam veriyor "kolay gelsin" diyor, soruyor: "- Sen kimsin? - Ben bu köyden Halil
Ağayım, bana Halil Ağa derler. - Peki, neden senin
öküzünün birisi yok? - Efendim, vergi
memurları geçtiğimiz hafta geldiler, haczettiler. O nedenle, öküzün yanına, eş
olarak -affedersiniz- bir merkebi koştum. - Muhtara söyleseydin,
şikâyet etseydin. Yapılabilir mi?.. Böyle bir mevzuat olmaması lazım benim
bildiğim kadarıyla. - Efendim, muhtar zaten
bu işin başındaydı. - Peki, kaymakama
gitseydin. - Bu işlerle uğraşıp
benim derdime merhem olacak biri değil ki o. - Peki, valiye
gitseydin." O zaman Sayın Üstündağ
İstanbul Valisi. "- O benim derdimi
nereden duyacak; sağırın biri... - Peki, Başbakan İsmet
Paşa var, zaman zaman buraya, köşke geliyor Atatürk'ü ziyarete; ona gitseydin. - Benim derdimle kim
ilgilenecek; onların binlerce işi var. - Peki, Atatürk'e
söyleseydin bunu. - O da yemekten içmekten
bizim derdimizle nereden ilgilenecek." Atatürk bir süre o
çevrede dolaşıp Florya'ya geri dönüyor ve ertesi gün Nuri Conker'e "bu
akşam Başbakanı, İstanbul'da bulunan bakanları, milletvekillerini davet
edeceksin ve o çiftçiyi de getireceksin" diyor. Nihayet, akşam herkes
yemekteyken çiftçi Halil Ağa içeri girer. Durumdan, tabiî, dün kendisiyle
konuşanın Atatürk olduğunu anlar; utanır, sıkılır, terden suya batar. Atatürk,
Halil Ağaya "dün tarlada konuştuğumuz her şeyi burada anlatacaksın"
deyip zorla da olsa tekrar ettirir. Atatürk'ün söylediği şu sözler benim için
çok önemlidir ve inanıyorum ki, sizler için de önemlidir. Atatürk diyor ki:
"Halil Ağa bak, şu gördüğün altı bay hükümet; yani, biri başbakan,
ötekiler de bakan. Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye
bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi bu baylar hemen sıvanırlar.
İsviçre'den mi olur, İtalya'dan mı olur, Fransa'dan mı, velhâsıl neredeyse bir
kanun buluştururlar, Türkçeye çevirtirler, sonra basıp imzayı, gönderirler
Büyük Millet Meclisine. Bu Millet Meclisi dediğim şu alt baştan senin yanına
kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir. Bunlar da 'hükümet elbette incelemiş,
gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok' derler ve kaldırırlar
parmaklarını olur sana bir kanun. Ama, sonra bir vergi memuru gelir, vergi
borcundan Halil Ağanın öküzünü çekip alır ve satar. Halil Ağa da, tarlasını bir
yanda merkep, bir yanda öküz ırgalana ırgalana sürmeye çalışır; ama, üretim
düşermiş, ekim zorlaşırmış kimin umurunda. Sonra, ben bunları görürüm, içim kan
ağlar, işitirim, tasalanırım." Şimdi, değerli
arkadaşlarım, Adalet Komisyonu, benim anlayışıma göre, ilk kez, Atatürk'ün
Meclisinin komisyonu olduğu anlamına gelen... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) MEHMET ALİ ŞAHİN
(Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum. BAŞKAN - Sayın Şahin, 2
dakika içinde lütfen tamamlayınız, çalışma süremizin bitmesine zaten 2 dakika
kaldı. MEHMET ALİ ŞAHİN
(Devamla) - Tabiî, tabiî efendim. Önümüze, bizim bilim
adamlarımızın hazırlamış olduğu yasal mal rejimiyle ilgili, bizim modelimiz
olacak, bir model getirdi ve Meclis de, tercümelere okey veren bir Meclis
olmadığını, komisyon olmadığını gösterdi. Bunun arkasında durulmalıydı; ama,
durulamadı. Keşke, yasal mal rejimi, bizim ölçülerimize göre, paylaşmalı mal
ayrılığı rejimi olsaydı. Bu, Türkiye şartları için çok daha doğru olacaktı;
ama, sözlerimi şöyle tamamlamak istiyorum; eğer, bunun yürürlük tarihini, yani,
şimdiki edinilmiş mallara katılımla ilgili yürürlük tarihini 1 Ocak 2003
tarihinden itibaren başlatırsanız, 15 milyonu aşkın evli kadınlarımızın geçmiş
tüm haklarını ayaklar altına almış olursunuz. O bakımdan, buna, ne
hükümetin ne Meclisimizin hakkının olmaması gerektiği düşüncesindeyim. Hükümet
tasarısında olduğu gibi evlilik birliğinin kurulduğu andan itibaren
uygulanmalıdır yasal mal rejimi; hükümet tasarısı öyle diyor, gerekçesine de
aynen katılıyorum ve hükümeti de, tekrar, imzalarına sahip çıkmaya davet
ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Şahin. Çalışma süremizin sonuna
geldik. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Bu kanunu çıkaralım Sayın Başkan. BAŞKAN - Kanunu yarın
çıkarırız inşallah, tabiî, hatipler süreyi aşarak kullanma gereğinden
vazgeçerlerse... Konuşmacıların tamamı -muhalefet iktidar fark etmez- süreyi
tamamen kullanıyor, o zaman da biraz zorlanıyoruz. Yumurta üreticilerinin sorunlarının
araştırılması amacıyla kurulmuş bulunan Meclis Araştırması Komisyonunun
raporunu, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkındaki (9/4) esas
numaralı Meclis soruşturması önergesini ve kanun, tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 29 Kasım 2001 Perşembe günü, alınan karar gereğince,
saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum, hepinize iyi akşamlar
diliyorum. Kapanma Saati : 16.00 |
|