Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 76       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

27 nci Birleşim

28 . 11 . 2001 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Zonguldak Milletvekili Ömer Üstünkol'un, taşkömürü ithalatına ilişkin gündemdışı konuşması

2. - İçel Milletvekili Hidayet Kılınç'ın, İçel İlinde meydana gelen sel baskınlarına ilişkin gündemdışı konuşması

3. - Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, Sayıştay Başkanlığının 2000 yılı Hazine işlemlerine ait raporuna ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi Türk Grubunu oluşturmak üzere, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın DYP Grubu Başkanlığınca aday gösterilmiş olduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/933)

V. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. - 12.11.2001 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve Genel Kurulun 15.11.2001 tarihli birleşiminde okunmuş bulunan Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkındaki (9/4) esas numaralı Meclis soruşturması önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 3 üncü sırasında yer almasına, soruşturma açılıp açılmayacağı hususundaki görüşmelerin 29.11.2001 tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

B) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. - Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) GÖRÜŞMELER

1. - Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S. Sayısı : 596)

2. - Saadet Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, Ekonomi Yönetiminde Başarılı Olamayarak Ekonomik Çöküş Sürecini Hızlandırdığı ve Dış Ekonomik İlişkilerde Türkiye'yi Küçük Düşürücü Davranışlar Sergilediği İddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş Hakkında Gensoru Açılmasına İlişkin Önergesi (11/23)

VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

2. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

3. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666)

4. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675)

5. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal  İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676)

6. - Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685)

7. - Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı : 724)

VIII. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un, Türk Merchant Bank'ın faaliyetlerine ve kamu bankalarının yöneticilerine ilişkin Devlet Bakanı Kemal Derviş'ten sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/4976)

2. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, KARDEMİR'e ilişkin Devlet Bakanı Kemal Derviş'ten sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/4979)

3. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, PETLAS'la ilgili olarak MİT'ten rapor istendiği iddialarına ilişkin Devlet Bakanı Kemal Derviş'ten sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/4996)

4. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, İstanbul Millî Eğitim İl Müdürlüğü ile İ.T.Ü. tarafından düzenlenen bir sertifika programına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'un cevabı (7/5000)

5. - Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, Talim ve Terbiye Kurulunca bazı kelimelerin ders kitaplarında ve eğitimde kullanılmasının yasaklandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'un cevabı (7/5004)

6. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, öğretmenlerin sorunlarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'un cevabı (7/5020)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 12.00'de açıldı.

Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak,

Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle ve

Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu'nun,

24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşmalarına, Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu cevap verdi.

Başkanlıkça, bütçe görüşmelerinde kişisel söz almak isteyen üyelerin söz kayıt işlemlerine ilişkin duyuruda bulunuldu.

Bursa Milletvekili Teoman Özalp ve 22 arkadaşının, demiryolu ulaşamı yatırımları konusunda (10/222),

İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar ve 21 arkadaşının, İzmir İlinin yaşadığı sel felaketlerinin ve altyapı sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla (10/223),

Birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri okundu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacakları ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in (6/892) ve (6/972),

Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay'ın (6/1121), (6/1122), (6/1133) ve (6/1135),

Esas numaralı sözlü sorularını geri aldıklarına ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği bildirildi.

Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Sağlık, Aile ve Çalışma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin 30.11.2001 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği açıklandı.

Yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi.

Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olamayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/23) gündeme alınıp alınmaması görüşmelerine başlanılarak, bir süre devam edildi.

28 Kasım 2001 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşime 15.51'de son verildi.

Ali Ilıksoy

Başkanvekili

 

Melda Bayer

Mehmet Batuk

 

Ankara

Kocaeli

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

                                                                            No. :40

II. - GELEN KÂĞITLAR

28.11.2001 ÇARŞAMBA

Yazılı Soru Önergeleri

1. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, vakıflar aracılığıyla bağış adı altında toplanan paralara ilişkin  Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5169) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.11.2001)

2. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, vakıflarca toplanan bağışlara ilişkin Devlet Bakanından (Nejat Arseven) yazılı soru önergesi (7/5170) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.11.2001)

3. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, kamu kesintisi yapılan bazı vakıflara ilişkin Devlet Bakanından (Nejat Arseven) yazılı soru önergesi (7/5171) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.11.2001)

4. - Afyon Milletvekili Halil İbrahim Özsoy'un, çiftçi ve besicilerin kredi borçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5172) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.11.2001)

5. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Üniversitede okuyan öğretmen çocuklarının yurt ve kredi sorununa ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5173) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.11.2001)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1. - Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, ülke genelinde tamir ve tadilat edilmesi gereken binalara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4905)

2. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Toplu Konut İdaresi Başkanlığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4906)

3. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize Ardeşen İçme Suyu Projesine ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından sözlü soru önergesi (7/4925)

4. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İçme Suyu Projesine ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından sözlü soru önergesi (7/4926)

5. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Karayolları Genel Müdürlüğü aracılığıyla Rize'de yürütülen projelere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (7/4927)

6. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, İller Bankasının Rize İlinde yürüttüğü projelere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (7/4928)

7. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İlinde yürütülen projelere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (7/4929)

8. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Çamlıhemşin - Ayder Ilıcası - Kavran Yaylası yolu projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (7/4930)

9. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren'nin, ekonomik krizin psikolojik etkilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4952)

10. - Aydın Milletvekili Sema Tutar Pişkinsüt'ün, Din İşleri Yüksek Kurulunun fetvalarına ve Türkiye Diyanet Vakfına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/4964)

11. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, Bursa - İznik ilçesinin içme suyu sorununa ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/4970)

12. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, afet kapsamına alınan yerlerin tespitinde uygulanan kriterlere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4974)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 12.00

28 Kasım 2001 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27 nci Birleşimini açıyorum.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, burada toplantı yetersayısı var mı?

III. – YOKLAMA

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için 5 dakikalık süre veriyorum.

Bu süre içerisinde sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak, salonda hazır bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde sisteme giremeyen arkadaşlarımızın teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını teknik personel aracılığıyla Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyor, yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız yoktur.

Saat 12.30'da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

                       

Kapanma Saati : 12.07


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 12.30

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III. - YOKLAMA

BAŞKAN - Bir önceki oturumda toplantı yetersayısına ulaşılamamıştı; şimdi, yeniden, elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Yoklama için 5 dakikalık süre veriyorum.

Bu süre içerisinde sisteme giremeyen arkadaşlarımızın teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen giremez iseler, aynı süre içerisinde, yoklama pusulalarını Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyor, yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, taşkömürü ithalatı konusunda söz isteyen Zonguldak Milletvekili Ömer Üstünkol'a aittir.

Buyurun Sayın Üstünkol. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Zonguldak Milletvekili Ömer Üstünkol'un, taşkömürü ithalatına ilişkin gündemdışı konuşması

ÖMER ÜSTÜNKOL (Zonguldak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; taşkömürü ithalatıyla ilgili olarak söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizin taşkömürüne olan ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Halen, demirçelik sanayii, genel sanayi ve ısınma için 15-18 000 000 ton arasında değişen yıllık taşkömürü ithalatının 2005 yılında 25 000 000 ton, 2010 yılında 47 000 000 ton olacağı öngörülmektedir; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Kömür Özel İhtisas Komisyon Raporu. Bu rakamlar, Türkiye Taşkömürü Kurumunun 2005 yılına kadar yıllık üretiminin 4,8 milyon tona ulaşacağı kabul edilerek çıkarılmıştır. Bu sağlanamazsa, ithalatın daha da büyüyeceği aşikârdır.

Taşkömürünün, yetkili bir devlet kuruluşu tarafından denetlenip, vizesi alınmadan ithal edilmesi halinde, aşağıda örnekleri verilen bazı sakıncaların görülmesi kaçınılmazdır. Bu sakıncalar günümüzde halen görülmektedir.

Kömürün kalitesine ve kalorisine uygun bir fiyat tespiti yapılamazsa, düşük kaliteli ve düşük kalorili kömürler halka ve kuruluşlara yüksek fiyatla satılabilir. Örneğin, Çin'den veya Rusya'dan tonu 30 ABD Dolarına limanda teslim alınan taşkömürünün, nakliye dahil en fazla 40 ABD Dolarına mal olmasına rağmen, 100-150 dolar civarında fiyatlarla satıldığı görülmektedir. Ekonomik sıkıntı içerisindeki halkımızın veya halkımızın malı olan kuruluşlarımızın bu fahiş fiyatlardan kurtarılması için, makul fiyat tespitlerinin yapılması gerekmektedir. Bunun yapılabilmesi için, öncelikle, kömürün özelliklerinin ve dolayısıyla, kalitesinin, yani, değerinin belirlenmesi gerekmektedir.

Taşkömürü adı altında ithal edilen, bazı, özellikle maliyeti düşürmek için içine ucuz olan petrokok karıştırılmış kömürler yakıldığı zaman, atmosfere zehirli veya kanserojen maddeler içeren gazları salmaktadır. Bu ise, günümüzün önemli bir sorunu olan çevre kirliliği ve insan sağlığı açısından son derece tehlikeli bir durumdur. Bunu önlemenin yolu, yine, ithal edilen kömürlerin denetlenmesidir. Linyit dışında kalan, ithal edilecek kömürlerin, taşkömürü, antrasit, buhar kömür, kok ve benzeri standartlara uygunluğunun tespit edilmesi gibi bir görevin, uzman bir kuruluş olan Türkiye Taşkömürü Kurumuna verilmesi, son derece isabetli ve yararlı olacaktır.

23 Şubat 2000 tarih ve 23973 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 3213 sayılı Maden Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 51 inci maddesinin tadiliyle, Avrupa Birliğine mensup ülkelerin dışındaki ülkelerden ithal edilen, sanayide kullanılacak taşkömürüne -demir-çelik sektörünün kullandığı kömür hariç- fon uygulanmasına başlanılmıştır. Ancak, bazı ithalatçı firmaların Avrupa Birliği ülkelerinden bir şirketle ortaklık kurup, hileyle bu fon ödemesinden kurtuldukları duyumları alınmaktadır. Bu, şöyle olmaktadır: Örneğin, Almanya'daki bir ortakla beraber Rusya'dan alınan taşkömürü, bu ortak sayesinde, Almanya'dan ithal edilmiş gibi gösterilebilmektedir. Bu konuda denetim getirilirse, çeşitli ülkelerde üretilen taşkömürlerinin karakteristikleri bilindiğinden, bu gibi hileler ortaya çıkarılabilecek ve önlenebilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ithal edilecek linyit dışı kömürlerin saptanan standartlara uygunluğunun, belirlenecek limanlardaki giriş noktalarına kurulacak laboratuvarlarda analizlerinin yapılması ve bu hizmetlerin karşılığında, ton başına tespit edilecek ücretin, Türkiye Taşkömürü Kurumuna ödenmesi hususlarında gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasıyla, kömür piyasasında haksız rekabet önlenebileceği gibi, çevre ve insan sağlığına uygun kömürlerin ithalinin gerçekleşmesi mümkün olacaktır; ayrıca, ülkemiz ekonomisine de önemli bir katkı sağlanacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Üstünkol.

Gündemdışı konuşmaya yanıt verecek sayın bakan?.. Yok.

MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Himoğlu.

MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) - Sayın Başkanım, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerimizin hangi konuşması olursa olsun -bütün üye arkadaşlarımızın hafızalarını yenilemek açısından- birbirimize karşı saygı ve sevginin esas olması itibariyle, hatip konuşurken, sırtını dönme, konuşma gibi hatibin insicamını bozacak, dikkatini dağıtacak bir hüviyete bürünmemelerini istirham ediyorum.

Saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Himoğlu.

Gündemdışı ikinci söz, İçel İlinde meydana gelen yağışlar ve sel baskınlarıyla ilgili olarak, İçel Milletvekili Sayın Hidayet Kılınç'a aittir.

Buyurun Sayın Kılınç. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

2. - İçel Milletvekili Hidayet Kılınç'ın, İçel İlinde meydana gelen sel baskınlarına ilişkin gündemdışı konuşması

HİDAYET KILINÇ (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçel İli ve ilçelerinde meydana gelen sel felaketi üzerine söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

21-25 Kasım günlerinde meydana gelen aşırı yağışlar ve Gezende Barajında fazla su birikmesinden dolayı kapakların açılması neticesinde, Anamur, Bozyazı, Aydıncık, Gülnar ve Silifke İlçelerinde sel baskınları meydana gelmiştir. Öncelikle, sel felaketine maruz kalan hemşerilerime geçmiş olsun dileklerimi iletirim.

Bu olay neticesinde iki vatandaşımız hayatını kaybetmiş, birinin naaşı halen bulunamamıştır. Hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum.

Sel felaketi neticesinde, İçel-Aydıncık D-400 Karayolu ve Aydıncık-Gülnar-Ankara hattı, Menekşe mevkiinde ulaşıma kapanmıştır. Halen, her iki karayolunda trafik tek şeritten sağlanmaktadır.

Ayrıca, yağışlar neticesinde, 150 köy yolunun merkezlerle ulaşımı geçici süreli kesilmiş, Anamur İlçemizin iki köyüyle bağlantı halen sağlanamamaktadır. Elektrik ve telefon hatları, altyapı ve üstyapı sistemleri, içme ve sulama suyu şebekeleri büyük ölçüde tahrip olmuştur. Bunun yanında, küçük ve büyük akarsular büyük ölçüde yatak değiştirmiştir. Kirlilik nedeniyle, halen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine balonla su sağlanan Aydıncık-Soğuksu kaynağından su alınamamaktadır. Bununla birlikte, 700 ev, 150 işyerini su basmış, 4 ev tamamen yıkılmış, 4 adet otomobil ve 20 balıkçı teknesi sel sularına kapılarak kaybolmuştur. 440 dönüm sebze serası, 740 dönüm muz serası tamamen tahrip olmuş; 2 691 dönüm narenciye, 3 699 dönüm çilek, 19 200 dönüm hububat, 2 600 dönüm bakla zarar görmüştür. Ayrıca, 1 000 adet tavuk, 100 adet küçük ve 20 adet büyükbaş hayvan telef olmuştur.

Sel felaketinin ilk saatlerinde, başta valimiz olmak üzere, kaymakamlarımız, belediye başkanlarımız, daire amirlerimiz ve personelleri seferber olmuşlar, kriz masaları oluşturarak gerekli tedbirleri almışlardır. Bu çalışmalar neticesinde, olabilecek daha büyük kayıpların önüne geçmişlerdir. Bu vesileyle, huzurunuzda, kendilerine buradan tekrar teşekkür etmek istiyorum.

Şu ana kadar, bölgeye maddî yardım olarak, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü Acil Yardım Fonundan 50 milyar ve Devlet Bakanlığı Fon Genel Sekreterliğinden 185 milyar Türk Lirası ödenek aktarılmıştır. İlgililere, bölge halkı adına teşekkür ediyorum.

Netice olarak, bu bölgenin acil bölge kapsamına alınması, hasar gören alt ve üstyapının zaman kaybedilmeden onarımına başlanılması, yatak değiştiren küçük ve büyük akarsuların yataklarına döndürülmesi, ıslah çalışmalarının ve rutin temizliklerinin zamanında yapılması, Göksu Nehri üzerinde yıllardır çalışması yapılan Karakaya Barajının bir an önce temelinin atılarak tamamlanması ve Silifke halkının sel baskını kâbusundan kurtulması; aynı sebeple, Anamur Dragon Nehri üzerinde çalışmalara başlanılması; zarar gören çiftçi ve esnafın devlete olan borçlarının ertelenmesi, bölgenin kredi imkânlarıyla desteklenmesi; zarar ziyanın onlarca trilyon olduğu göz önünde bulundurularak, halen gönderilen yardımın oldukça yetersiz olması sebebiyle, yeni ekyardımın gönderilmesinin sağlanması bölge halkının acil beklentisidir. Bu beklentilerin karşılanmasıyla, bölge insanımızın yarası kısmen sarılabilecektir.

Sözlerime son verirken, sel felaketine maruz kalan hemşerilerime tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletir, Yüce Allah'tan milletimizi her türlü afetten korumasını niyaz eder, saygılarımı sunarım. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kılınç.

Gündemdışı konuşmaya yanıt verecek Sayın Bakan?.. Yok.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz, biz de bu konuda hislerimizi ifade edelim.

BAŞKAN - Efendim, tabiî, hiçbirimiz, böyle bir sel felaketini istemeyiz. Mersin İlimizden de epeyce milletvekili arkadaşımız var, burada sıralanmış; eğer, ben, bu arkadaşlarıma söz verirsem, sıra İzmir'deki sel felaketine gelirse, herhalde, bilgisayar bu sayıyı almaz.

Ben, şunu söyleyeyim: Sayın Turhan Güven, Sayın Akif Serin, Sayın Edip Özgenç, Sayın Yalçın Kaya, Sayın İstemihan Talay, Sayın Ayfer Yılmaz ve Sayın İçişleri Bakanı da o yörenin milletvekilleri. Bunların hepsinin dilekleri, sel bölgesinde yaşanan afete karşı bir birlikteliği oluşturduklarını, dayanışma içinde olduklarını, bu konuda hükümet nezdinde gerekli girişimlerde bulunduklarını ifade etmek olsun.

Ben, tekrar, geçmiş olsun dileklerimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına ve hepiniz adına, bölge halkına iletiyorum.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Tamam Sayın Başkan; teşekkür ederiz.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Gündemdışı üçüncü söz, Sayıştay Başkanlığının 2000 yılı Hazine işlemleri raporu hakkında söz isteyen Erzurum Milletvekili Aslan Polat'a aittir.

Buyurun Sayın Polat. (MHP sıralarından alkışlar)

3. - Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, Sayıştay Başkanlığının 2000 yılı Hazine işlemlerine ait raporuna ilişkin gündemdışı konuşması

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayıştay, iki yıldan beri, çok önemli raporlar gönderiyor Meclisimize ve Hazine işlemleri ve Maliye üzerinde itirazlarını belirtiyor. Bunları, burada, sizlere iletmek istiyorum.

Bir yerinde deniliyor ki: "2000 yılı uygulamalarını göstermek üzere yayımlanan bütçe finansman tablolarının içerisinde 12,8 katrilyon lira açık verildiği ve bu açığın aynı tutarda kaynakla karşılandığı görülmektedir; yani, açık ve açığı finanse eden kaynaklar arasında gerekli denge kurulmuş görülmektedir. Oysa, 2000 yılında, kaba bir hesapla, borçlanma, alacak tahsilatı ve diğer unsurlardan elde edilen gerçek kaynak tutarı 20,9 katrilyon lira olarak hesaplanmıştır. Bu durumda, yıl içerisinde elde edilen çok büyük miktardaki kaynağın karşılığı, bütçe finansman toplamında gösterilmediği ortaya çıkmaktadır."

Yine, Sayıştay diyor ki: "Kayıtdışı işlemler, genel hatlarıyla dört sınıfa ayrılır. Bunlardan, 2000 yılı içerisinde giderlerin 4,8 katrilyon lirası, gelirlerin 3,2 katrilyon lirasıyla ilgili işlemler devlet muhasebe sisteminde hiçbir şekilde yer almamaktadır." Şimdi, biz, bir taraftan vergi toplayalım, işte SSK'ya prim toplayalım diye işyerlerini kayıt içine alacağız, diğer taraftan Sayıştay diyor ki: "Sizin 2000 yılı bütçenizde -bu hükümetin yaptığı bütçede- giderlerin 4,6 katrilyon lirası ile gelirlerin 3,2 katrilyon lirasının hiçbir şekilde Hazinede, muhasebede yeri, kaydı yok." Ve yine, burada, çok önemli bir şey söylüyor; diyor ki "2000 yılında toplam giderlerin yüzde 18'i, gelirlerin de yüzde 9'u bütçe ile ilişkilendirilmemiş, kayıtdışı kalmıştır. Kayıtdışı giderler 12,2 katrilyon lira ve gelirler tutarı da 3,2 katrilyon liradır." Şimdi, gelirimiz -bütçemiz dolayısıyla- kayıtdışı, ondan sonra biz bu kayıtdışı ekonomimizden kalkıp vergi toplamaya kalkacağız; bunda ne kadar muvaffak oluruz, bunu sizin takdirlerinize sunuyorum.

Bir önemli konu da; Sayıştayın iki dönemdir, bir figan halinde belirttiği, yap-işlet-devret projelerinden İzmit su projesiyle ilgili raporudur. Şimdi, burada, Sayıştay diyor ki: "İzmit su projesine verilen garantiler sebebiyle, Hazine, sadece, 1999 ve 2000 yıllarında 480 000 000 dolar tutarında su faturası ödemek zorunda kalmıştır. Üstelik bedeli ödenen su, küçük bir kısmı hariç, herhangi bir şekilde kullanılmamıştır. Söz konusu tesislerin işletme süresi 15 yıldır, yani proje dolayısıyla uğranan zarar, kalan 13 yıl boyunca artarak devam edecektir." Yani, ne demektir; yılda 240 000 000 dolar, 15 yılda 3 600 000 000 dolar, devlet, işlemediği, çok az bir kısmını işlediği su bedelini, Hazine, kalkacak, İzmit Belediyesinin yapmış olduğu bu yap-işletten dolayı ödeyecek.

Şimdi, Sayın Devlet Bakanımız da burada. Sırf IMF'den 3-3,5 milyon dolar para alacağım diye devletin vermediği taviz kalmıyor, ne etmediğimiz kalmıyor, yaptığımız inşaat ne?.. Gelen paralar, böyle sudan sebep yerlere harcanıyor. Birisi bunların hesabını vermelidir diye düşünüyorum.

Bakın, şimdi, burada daha önemli şeyler var. Diyor ki: "İlk başta İzmit Belediyesi, bu proje kapsamında yap-işletle yapılmasına karşı çıkmıştır ve yap-işlete karşı çıkarken raporunda demiştir ki: Proje kapsamında üretilecek suyun yüzde 70'inin İstanbul'a satılması planlanmaktadır. Yalnız, proje bünyesinde üretilecek su çok pahalı olacaktır; bu sebeple, bu suyu İSKİ almayacaktır." Kim diyor; İzmit Belediyesi diyor. "Devlet Su İşleri bunu yapmak isterken" diyor ve ondan sonra da tutuyor "proje kapsamında üretilecek suyun bedeli aylık 15-20 000 000 dolar tutarındadır" diyor. Yine İzmit Belediyesi diyor. "Bu suyu, İzmit Büyükşehir Belediyesinin kendi kaynaklarıyla satın alması mümkün değildir, benim ihtiyacım da yok" diyor; ama, sonradan, nasıl oluyorsa, ne oluyorsa, Devlet Su İşlerinin bunu yapmasına karşı çıkıyor ve "yap-işlet-devretle ben yapacağım" diyor ve Hazine de, 1995 yılında buna garanti veriyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkanım, 1 dakika süre verirseniz ben bitireyim.

Ve bu garanti üzerine, bu, yap-işletle yapılıyor. Vaktim kalmıyor, bunu anlatmak için söylüyorum.

Ve yine bak burada şuna itiraz ediyor Sayıştay. Diyor ki: "Bunun emsali olan İzmir su projesinin bedeli 115,7 milyon dolardır, Diyarbakır içmesuyu projesi 212 000 000 dolardır; fakat, bu projenin bedeli 890 000 000 dolar; yani, İzmir'in 8 katı, Diyarbakır'ın 4 katı pahalıdır." Ve yine diyor ki: "Bu projede, hiçbir şekilde, ne ihale usulünde, ne fiyatlandırmada, ne denetimde, ne tahkim hükümlerinde şartlara uyulmamıştır." Ve o kadar ilginç şeyler söylüyor ki, en önemlisi de şu; diyor ki: "Bu proje imzalandığı zaman, uluslararası tahkim, bir sözleşme hükmü olarak konulmuştur bu mukaveleye. Halbuki, 1995 yılında, mevzuata göre, tahkim uygulaması yapılması mümkün değildir." Şimdi, Hazineden sorumlu Bakanımız buradadır. Lütfen, gelsin, bu konuda ne işlem yapmıştır, Sayıştayın bu itirazına karşı Hazinede ne işlem yapmıştır, bize bilgi vermesini istiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Polat.

Gündemdışı konuşmaya yanıt verecek Sayın Bakan?.. Yok.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Bakan burada, isterse verir.

BAŞKAN - Sayın Polat, cebrî icra heyeti değiliz biz; davet ederiz, gelir gelir, gelmez gelmez...

Diğer sunuşlara geçiyoruz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi Türk Grubunu oluşturmak üzere, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın DYP Grubu Başkanlığınca aday gösterilmiş olduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/933)

                                                                27 Kasım 2001

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi Türk Grubunu oluşturmak üzere, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya Siyasî Parti Grup Başkanlığınca aday gösterilmiş olup, bu husus, aynı Kanunun 12 nci maddesi uyarınca, Başkanlık Divanında yapılan görüşmeyi müteakiben Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                        Ömer İzgi

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                           Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; önce okutacağım, sonra oylarınıza sunacağım:

V. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. - 12.11.2001 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve Genel Kurulun 15.11.2001 tarihli birleşiminde okunmuş bulunan Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkındaki (9/4) esas numaralı Meclis soruşturması önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 3 üncü sırasında yer almasına, soruşturma açılıp açılmayacağı hususundaki görüşmelerin 29.11.2001 tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No. :95                          28.11.2001

12.11.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve Genel Kurulun 15.11.2001 tarihli birleşiminde okunmuş bulunan Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkındaki (9/4) esas numaralı Meclis soruşturması önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 3 üncü sırasında yer almasının ve Anayasanın 100 üncü maddesi gereğince soruşturma açılıp açılmayacağı hususundaki görüşmelerin, 29.11.2001 tarihli birleşimde yapılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

 

 

Ömer İzgi

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

Başkanı

 

M. Emrehan Halıcı

İsmail Köse

 

DSP Grubu Başkanvekili

MHP Grubu Başkanvekili

 

Ali Rıza Gönül

Nihat Gökbulut

 

DYP Grubu Başkanvekili

ANAP Grubu Başkanvekili

 

Hüseyin Çelik

Veysel Candan

 

AK Parti Grubu Başkanvekili

SP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. (MHP ve SP sıralarından "Sayın Başkan" sesleri)

Tespit yapacağız: Veysel Candan, Mehmet Bekâroğlu... (MHP sıralarından "Önce biz kalktık" sesleri)

O zaman, arkadaşlar isimlerini Başkanlığa yazılı olarak bildirsinler; kura çekeceğiz, üç arkadaşımız konuşacak; daha önceki uygulamalarımız da bu yöndeydi.

Arkadaşlarımız, Başkanlığa birer yazı gönderirlerse, biz, isimleri okuyup, kuramızı çekeriz burada.

MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) - Ayağa kalktık efendim, isimlerimizi yazmayacak mısınız?

BAŞKAN - Hayır, siz buraya yazılı gönderin arkadaşlar.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Herkes ayrı ayrı mı gönderecek?

BAŞKAN - Söz isteminde bulunan arkadaşlarımız, Divan Üyesi arkadaşlarımıza yazılı olarak başvuruda bulunsunlar, kura çekeceğiz.

Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek bir önerileri vardır; önce okutacağım, sonra oylarınıza sunacağım.

B) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. - Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 28 Kasım 2001 Çarşamba günü yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Gruplarımızın ekteki müşterek önerisinin, Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

 

Emrehan Halıcı

İsmail Köse

Nihat Gökbulut

 

DSP Grubu Başkanvekili

MHP Grubu Başkanvekili

ANAP Grubu Başkanvekili

Öneriler:

Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmının 285 inci sırasında yer alan 747 sıra sayılı Kanun Tasarısının, bu kısmın 9 uncu sırasına, 299 uncu sırasında yer alan 777 sıra sayılı Kanun Tasarısının 10 uncu sırasına, 241 inci sırasında yer alan 670 sıra sayılı Kanun Tasarısının 11 inci sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN - Evet, önerinin lehinde, aleyhinde?..

VEYSEL CANDAN (Konya) - Aleyhinde.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Aleyhinde.

BAŞKAN - Sayın Candan ve Sayın Gönül aleyhte...

Buyurun Sayın Candan.

Süreniz 10 dakika.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümetin, Genel Kurul gündemiyle ilgili olarak getirmiş olduğu önerisi hakkında söz aldım; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öneri okundu. Kısaca özetlemek gerekirse, hükümet ne istiyor, Saadet Partisi olarak biz ne diyoruz?

Özellikle, hükümetin getirdiği bu tip önerilerle, İçtüzüğün devamlı surette istismar edildiği, Danışma Kurulu ve Parlamentodaki sayısal çoğunluğa dayalı olarak gündemin devamlı değiştirildiği görülmektedir. Bu yapılırken, bazen, İçtüzüğün çeşitli maddeleri de ihlal edilmektedir. Mesela, bunlardan bir tanesi, bu Mecliste, bütün partilerin iştirakiyle kurulan bir YÖK Araştırma Komisyonu Raporunun, birbuçuk yıl geçmesine rağmen, komisyon raporu basılmış; üyelere ve Parlamentoya dağıtılmayarak hâlâ müzakereye açılmamaktadır.

Doğrusu, konuyu merak ettim ve sizlerin huzuruna getirdim.

Sizlere, YÖK ve ÖSYM ile ilgili olarak bu hazırlanan, görüşülmeyen ve üstü örtülmeye çalışılan raporun 322 nci maddesinden bazı bentler aktarmak istiyorum.

YÖK Döner Sermayesi İşletmesinin zarar ettirilmesi ve sermayenin aşındırılması nedeniyle, ita amiri olan YÖK Başkanı Kemal Gürüz hakkında, Türk Ceza Kanununun ilgili maddelerince soruşturma açılması.

ÖSYM başkanları ve ihale komisyonları üyeleri hakkında, mevzuat ve Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesi hükümleri dairesince soruşturma açılması.

Yine, Kemal Gürüz'le ilgili, Türk Ceza Kanununun 230 uncu maddesi çerçevesinde soruşturma açılması.

Yine, bir firmadan süreli yayınları Yüksek Öğretim Kuruluna teslim edilmediği halde ödeme yapıldığı ve bunun da mutlaka yargıya intikali...

Değerli arkadaşlar, bu, hazırlanan, milletvekillerine dağıtılmayan raporun 322 nci sayfasından özetler vermeye çalıştım. Peki, şimdi, bu işin birbuçuk yıldır bekletilmesi veya üstünün örtülmesinden kimler ne menfaat temin etmek istemektedir veya Meclis Başkanı, doğrudan, neden yetkisini kullanıp bu raporu dağıttırmıyor ve Genel Kurulda müzakeresi engellenmektedir? Bunun mutlaka açıklığa kavuşması gerekir.

Şimdi, hükümetin genelde yaptığı yanlışlar; hükümetin acil diye getirdiği yasalara bakıyoruz; 50 milyar faiz geliri vergi dışı bırakıldı. O kanun da buraya gelirken Danışma Kurulu önerisi ve öne alınarak geldi. Dolayısıyla, bugün, 4,5-5 milyar aylık faiz geliri olanlar vergi dışı kaldılar.

Yine, şu anda basında çıkıyor ve altyapı oluşturulmaya çalışılıyor, servet affı adı altında bir hazırlık yapılıyor. Bu hazırlıkla da banka hortumlayanların yurt dışına götürdükleri paraya af getirme çalışmaları yapılıyor.

Yine, bu Parlamentoda Tütün Yasası görüşüldü. Bu yasa Cumhurbaşkanı tarafından veto edildi, hükümet, süratle, tekrar, komisyonda hiçbir maddesini değiştirmeden geri getirdi ve Genel Kurula, biraz önce okunan öneriyle teklif edildi.

Yine, yeni binaya geçen Sayıştay için güvenlik kadrosu tahsisi istenmektedir. Halbuki, hep, devletin büyüdüğünden bahsediliyor, çokluktan bahsediliyor; o zaman, bu, yasanın mutlaka kendi içinde düzenlenmeli veya devletin bir kurumundan diğer kurumuna gönderilmelidir. Yeniden, ÖSYM'de açılan imtihanlarla personel almayı anlamak mümkün değil.

Yine, Millî Savunma Bakanlığının yurt dışına gönderdiği personelle ilgili tazminatlar gündeme getirilmektedir. Halbuki, hepimiz biliyoruz ki, Sayın Kemal Derviş'in IMF ile yaptığı söylenen yirminci veya müzakereye başlanan ve "10 milyar dolar 2002'de gelecek" denen ve kamuoyunda, piyasalarda da bir yalancı bahar havası estiren bu görüşmelerden hepimiz biliyoruz ki, bir taraftan da tazminatların ertelenmesi söz konusu; yani, hükümet, burada, kendi içinde çelişkilidir.

Şimdi, 10 milyar dolar kredi alacaksınız; bu kredinin şartı nedir, vadesi nedir bilen yok; yani, neredeyse, hükümet, aldığı krediyle ilgili bayram yapıyor ve bunun 5 milyar doları da borçla karşılanmak üzere, zaten, ülkeye girmeden dışarıda kalıyor ve buna karşılık, basına yansıyan bilgilere baktığımız zaman, Köy Hizmetleri, Karayolları, DSİ... Halbuki, bu Parlamentoda, bir yıl önce, Köy Hizmetleriyle ilgili 50 000 kadro tahsis edildi ve çıkarıldı. İşçi ve memura, emekliliğe teşvik için; yani, zorla teşvik için, tazminatları artırılacak; ancak, burada getirilen, bakıyoruz yeni yasaya da, tekrar tazminatları artırıcı bir kanun getirilmeye çalışılıyor. Yine, Türk Hava Yollarının yurtdışı büroları kapatılacak, KİT'ler kapatılacak, TÜPRAŞ ve POAŞ da özelleştirmeden 1,2 milyar... On yıldır TÜPRAŞ özelleştirilecek!.. Dolayısıyla, hükümet, kendi içinde, getirdiği yasalarda, bize göre çelişki içindedir. Halbuki, bu Parlamentoda acil görüşülmesi gereken yasalar var.

Anayasa değiştirildi; hani nerede uyum yasaları?! Bugün yargıda birçok mahkeme dosyası bekletilmektedir; Anayasa değişti, uyum yasaları da beraber gelecek ve birçok ceza davası, idam davası orada bekletilmektedir.

Yine, reel sektör dediğimiz sanayi sektörüyle ilgili yasalar, tarım sektörü ve çiftçilerimizle ilgili yasalar, özelleştirmeyle ilgili yasalar, hele hele yolsuzluğu önleyeceği söylenen İhale Yasası, çalışan işçi ve memurlarla ilgili düzenlemeler, Siyasî Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu... Ülkenin acil beklediği yasa tasarıları, maalesef, gündeme getirilmemektedir.

Değerli arkadaşlar, aslında, bu kadrodan hükümet olmaz, olursa da buna hükümet denmez; açık söyleyeyim. Şimdi, neden olduğunu ifade edeceğim; belki kızılıyor.

Hatırlarsanız, buradan birçok kanunlar ve kurumlar görüşülürken üst kurullar oluşturuldu; dendi ki, efendim, Şeker Üst Kurulu, Enerji Üst Kurulu gibi bir sürü üst kurul ve hâlâ da devam ediyor. Ancak, bu hafta içerisinde, Sayın Başbakan bir açıklama yaptı. Bu üst kurul kanunlarının çıkarılması için, burada ne tür mücadele verildiğini biliyoruz. Bakın, Sayın Başbakan Ecevit ne diyor: "Bir hata mı yaptık, doğru mu yaptık, yanlış mı yaptık bilmiyorum; ama, Türkiye'de, çok fazla üst kurul -özerk kuruluş- var oldu. Devlet içinde, fakat, devletten daha yetkili bazı kuruluşlar kuruldu. Onlara söz geçiremiyoruz." O zaman, nasıl hükümetsiniz sormak lazım. Ve diyor ki: "Ciddî bir sorun; yani, devletin etkinliğini yeniden demokratik kurallar içinde işler hale getirmemiz gerektiği düşüncesindeyim." Devlet, ciddiyet ister, burası yaz boz tahtası mı; bir hafta üst kurul oluşturacaksınız, öbür hafta, getirip, burada değiştireceksiniz?!

Şimdi, tabiî ki, yine, hükümetin getirdiği icraatlara baktığımız zaman, hükümette, hep, şu yanlış sık sık telaffuz ediliyor; hükümet adına konuşan bütün sözcüler, aynı şeyi sık sık tekrar ediyorlar: Efendim, geçmişte çok iyi yönetim yapıldı da, sanki onlar iyi yönetti de, biz mi bozduk; evet, siz bozdunuz. Bakın, bu hükümet,  üç bütçe hazırladı; 1999, 2000, 2001; üçü de iflas etti; üçü de iflas etti... 2002'yi getirdiniz; o da iflas etti. Ekonominin bütün argümanlarını kullandınız; devalüasyon yaptınız, yüzde 100 millet fakirleşti; konsolidasyon -içborç- yaptınız, ertelediniz; hâlâ da yapıyorsunuz.

Şimdi, hükümetin kadrosuna bakıyoruz; Bayındırlık Bakanlığı... Bürokratlar tutuklu ve Bakan ayrılmak mecburiyetinde kalıyor iddialar karşısında; Enerji Bakanı istifa ediyor. Ekonomiden sorumlu iki  yerli, bir yabancı bakan getiriliyor; yerliler kesmiyor hükümetin hızını, dışarıdan bir bakan getiriliyor. O da, hâlâ, hayal peşinde; ne Türkiye'nin ekonomik şartlarından, ne çiftçinin durumundan, ne de Türkiye'de ne ekilip ne kaldırıldığından, ne ihracat yapıldığından haberi yok. Ulaştırmada, Türk Telekomla ilgili iddialaşmada Bakan gidiyor. Özelleştirmeden sorumlu bir Bakan, bir açıklamasından hemen sonra ayrılıyor. Turizm eski Bakanı da Başbakana diyor ki: "Bu Başbakan, çağdışıdır; 19 uncu Yüzyıldan kalma..." Etik olarak, ahlak olarak, bir bakan Başbakana bunu söylüyorsa, bu hükümet ne olur; yıkılır; ama, bizde yıkılmaz devam eder.

İşte, buraya kadar ifade etmeye çalıştığım ve somut örneklerini de verdiğim bilgi ve deliller doğrultusunda bu hükümetin aslında kendisine saygısı varsa istifa edip ayrılmalıdır. Getirilen bütçelerin ve getirilen yasaların hiçbir şeyi çözmeyeceği kanaatindeyim.

Saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Candan.

Sayın Gönül, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve Grubum adına, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, üç iktidar partisi grup başkanvekillerince verilmiş olan ortak grup önerisi aleyhinde söz aldım. Bu maksatla, niçin bu önerinin aleyhinde olduğumuzu, desteklemediğimizi Muhterem Heyetinize arz etmeye çalışacağım.

Değerli arkadaşlarım, Genel Kurulun, Meclisimizin basılı gündemine bir göz attığımız zaman, halen bugün görüşülecek Türk Medenî Kanunu Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısını takiben, 8,9,10,11, kısacası, 19 uncu sıraya kadar olan görüşülmesi düzenlenmiş, planlanmış kanun tasarılarının, yine geçmişte hep böyle öneriyle yerlerinin değiştirilip ön sıralara çekildiğini görüyoruz.

Yani, bundan üç ay evvel, altı ay evvel, on ay evvel, yine Başkanlığa verilen bir grup önerisiyle Telsiz Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Tasarısı öne alınmalıdır, 13 üncü sırada yer alan Hayvanları Koruma Kanunu Tasarısı bir an evvel görüşülmelidir, Su Ürünleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının da aceleyle ele alınması gerekir gibi birtakım gerekçelerle, o gün 8 inci sırada, 10 uncu sırada, 15 inci sırada olan kanun tasarıları arka sıralara atılmak suretiyle, bu kanun tasarıları ön sıralara getirildi.

Değerli milletvekilleri, o gün söylediğiniz, kendinize göre haklı kabul ettiğiniz gerekçelerle, basılı gündemde 14 üncü sıraya kadar yer alan kanun tasarılarının görüşülmesi kaçınılmaz ise, gerekliyse, zarurî ise, bugün niye bu kanun tasarılarının önüne yeni kanun tasarıları getirmek suretiyle kendi kendinizle tenakuza düşüyorsunuz?!

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Emir öyle geliyor!.. Emir komuta işi!..

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Yani, ben, buradan, şimdi, iktidar partileri gruplarına diyorum ki, siz tutarsız davranıyorsunuz; siz, günlük politikalara göre Meclisin gündemini tespit etmeye gayret ediyorsunuz ve siz, gerçekten, bu ülke insanının hangi kanunlara ihtiyaç duyduğu veya duymadığı konusunda bilgi sahibi değilsiniz, tespitte yanlışlık yapıyorsunuz.

Sayın başkanlar, üç ay evvel, bu sözleri, ihtiyaç diye, bu kanun tasarılarının ön sıraya çekilmesi için konuşan sizsiniz, önerge veren sizsizin, savunan sizsiniz; biz de, o gün, ihtiyaç olanların, toplum için gerekli olanların ön sıralara çekilmesine hiç itirazda bulunmadık; biraz sonra Muhterem Heyetinize arz edeceğim gibi, bugün de bulunmadığımız gibi; ama, siz, bugün ak dediğinize yarın kara diyorsunuz, bugün "ihtiyaç ve zarurî" dediğinizi, yarın "gerek yokmuş canım, bir başkasını inceleyelim, bir başkasını görüşelim" diyorsunuz. Böylece, Genel Kurulumuzun verimli, istikrarlı, halkın ve toplumun isteklerini karşılayıcı, dertlerini ve problemlerini çözücü kanun tasarılarını öncelikle görüşme inisiyatifimizi ve kararlılığımızı kaybediyoruz. Bizim, şu getirmiş olduğunuz ve sırada olan kanun tasarılarının görüşülmesine hiçbir itirazımız yok.

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri, iktidar partisinin değerli grup başkanvekilleri; gelin, Medenî Kanunun yürürlüğüyle ilgili kanun tasarısından sonra -yarın soruşturma var- vaktimiz kalırsa, sırayla görüşmelerimize devam edelim; soruşturmadan sonra sırada olan kanun tasarılarını görüşmeye devam edelim; ama, siz, ikide bir, böyle durmadan gündemi değiştirecek ve gündemdeki kanun tasarılarının sıralarını allak bullak edecek öneriyle buraya gelirseniz, elbette ki, biz muhalefet partisi olarak, Doğru Yol Partisi olarak buna razı olmayız, rıza göstermeyiz.

O nedenle, biz, sizin bu teklifinize ve getirmiş olduğunuz önerinize destek veremiyoruz, vermemiz de mümkün değil.

Değerli milletvekilleri, şimdi, getirmiş olduğunuz önergeyle diyorsunuz ki: 747 sıra sayılı kanun tasarısını görüşelim. Nedir bu; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, Sayın Seçkiner'in vermiş olduğun bir kanun tasarısı. Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığında görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri personeline belli oranlarda tazminat ödenmesini içeren bir kanun tasarısı. Hay hay, Kıbrıs'ta görev yapan silahlı kuvvetlerimizin değerli personeline, günün ihtiyaçlarına uygun bir tazminat ödenmesi veya bir ücret ödenmesi yolunda getirilmiş olan bu kanun tasarısına, bizim bir itirazımız yok, bunu görüşelim. Gerçekten, uzunca bir süreden beri zor şartlar içinde ve zor ekonomik koşullar altında görev yapan bu personelin durumunun düzeltilmesine amir olan kanun tasarısının görüşülmesinde biz de fayda görüyoruz; ama, bunun arkasına, hemen, Tütün Yasasını ilave ediyorsunuz. Çok mu gerekli değerli arkadaşlarım, çok mu zarurî?!

Bu kanun tasarısının, burada görüşülmesi sırasında, Doğru Yol Partisi olarak, ülke gerçeklerinin, üretici sorunlarının ve bu piyasada doğabilecek mahzurların giderilmesi açısından yetersiz olduğunu; her ne kadar, Doğru Yol Partisi olarak, biz, özelleştirmenin hem savunucusu hem de yanında olmamıza rağmen bunun, gerçekten ülke çıkarlarını koruyucu ve özelleştirmenin kendisinden beklenen maksadı temin etmekten uzak bir kanun tasarısı olarak gördüğümüzü ifade ettik.

Ülkede, bugün, ekonomik olarak bütün kesimler büyük sıkıntı içindeyken, insanlar, geleceğe umutsuz, bedbin, bezgin bir yüzle bakarken ve çok kısa bir zaman önce değiştirmiş olduğumuz Anayasaya uygun uyum yasalarının Genel Kurula getirilmesi gerekliyken, bütün bunları elimizin tersiyle bir kenara itiyoruz, insanımızı, toplumumuzu, sıkıntıları, ekonomik çöküntüyü ve bunları düzeltecek kanun tasarılarını buraya getirme yerine, insanımızın sesine kulak verme yerine, kalkıyorsunuz, çok gerekliymiş gibi, emir kumanda zinciri içerisinde yapılan baskı, tavsiye veya olmazsa olmaz diretmesine boyun eğerek, yine Tütün Yasasını alelacele buraya getiriyorsunuz. Komisyonlardaki inceleme şeklini, görüşülme sırası ve şeklini de takip ettik; Sayın Cumhurbaşkanının, çok haklı, çok doğru, çok yerinde birtakım uyarılarını dahi görmezlikten geldiniz. Yine, nasıl emredildiyse, nasıl kumandalı olarak size gönderildiyse, Tütün Yasasını da, o anlayış içerisinde getirdiniz, komisyondan geçirdiniz ve şimdi de, Genel Kurulun huzurunda, Türkiye'nin sanki hiçbir işi kalmamış gibi, Tütün Yasasının da ön sıraya konulmasını istiyorsunuz. Buna müsaade edemeyiz, bunu kabul etmeyiz. Buna karşı, muhalefet olarak, İçtüzüğün bize vermiş olduğu bütün imkânları kullanırız; şahsımız için değil, halkımız için, üretici için engellemeye de gayret ederiz. Memleketi batırdınız! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sosyal bir bunalımın kapısını aralıyorsunuz; hâlâ, farkında değilsiniz siz... Bu millet, size öyle bir şamar vuracak ki, o zaman kendinize geleceksiniz; ama, o zaman da, burada olmayacaksınız.

Değerli milletvekilleri, bu duygu ve düşüncelerle, önerinin aleyhinde olduğumuzu Muhterem heyetinize arz eder, saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gönül.

Sayın Çelik, buyurun, bir şey mi söyleyeceksiniz?

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Değerli Başkanım, biz de, iktidarın önerisine katılmadığımızın sebebini izah etmek istiyoruz.

Tütün Yasasına esastan karşı olduğumuz için, bu Danışma Kurulu önerisine katılmadık; ancak, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ek tazminat almasına, Kıbrıs'ta görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ek tazminat almasına karşı değiliz. Biz, hükümetimize, Meclis olarak yetki verdik; bütün kamu personelinin durumunun iyileştirilmesi ve ücretlerdeki adaletsizliği gidermeleri için, çalışma yapmaları için yetki verdik. Bunun, bir bütün olarak yapılmasını da temenni ediyoruz.

Bunu arz etmek istedim efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Oylamada karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Peki, karar yetersayını arayacağım Sayın Esengün.

Başka söz isteği?.. Yok.

Öneriyi okutup, oylarınıza sunacağım:

Öneri:

1- Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 285 inci sırasında yer alan 747 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 9 uncu sırasına, 299 uncu sırasında yer alan 777 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına, 241 inci sırasında yer alan 670 sıra sayılı kanun tasarısının 11 inci sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunacağım.

 Oylamayı elektronik oylama cihazıyla yapacağım ve karar yetersayısını, Sayın Esengün'ün isteği doğrultusunda arayacağım.

Oylama için 5 dakikalık süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen arkadaşlarımızın, teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen giremeyen arkadaşlarımızın, aynı süre içerisinde, oylama pusulalarını Başkanlığımıza ulaştırmalarını, o arada vekâleten oy kullanacak sayın bakan var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve imzasını taşıyan oy pusulasını, aynı süre içerisinde Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Öneri kabul edilmiştir, karar yetersayısı vardır.

Sayın milletvekilleri, soruşturma önergesi üzerinde söz isteyen 48 arkadaşımızın ismini burada sıraladık.

Şimdi, bu sıraya göre kura çekeceğiz.

Sayın Turan Çirkin, Sayın Zeki Çelik ve Sayın Faruk Çelik.

Bir de yedek için kura çekiyoruz: Sayın Ali Rıza Gönül.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

1 inci sırada yer alan, Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22 arkadaşının, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 596 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeye başlayacağız.

VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) GÖRÜŞMELER

1. - Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S. Sayısı : 596)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

2 nci sırada yer alan, Saadet Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olamayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkındaki (11/23) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2. - Saadet Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, Ekonomi Yönetiminde Başarılı Olamayarak Ekonomik Çöküş Sürecini Hızlandırdığı ve Dış Ekonomik İlişkilerde Türkiye'yi Küçük Düşürücü Davranışlar Sergilediği İddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş Hakkında Gensoru Açılmasına İlişkin Önergesi (11/23) (1)

BAŞKAN - Hükümet?.. Hazır.

Gensoru üzerinde, önerge sahibi ve Saadet Partisi Grubu adına konuşmalar tamamlanmıştı.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Ufuk Söylemez; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Saadet Partisi tarafından, Sayın Kemal Derviş hakkında verilen gensoru önergesi hakkında, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; konuşmamın başlangıcında, Sayın Başkanı ve Yüce Heyeti, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına en derin saygılarımla selamlıyorum efendim.

Değerli milletvekilleri, bugün, hepimizin içinde yaşadığı, İkinci Dünya Savaşından bu yana en derin, en uzun süreli büyük bir krizi, yoksullaşmayı ve tarihî bir ağır ekonomik tahribatı, maalesef, yaşamaktayız. Âdeta, bir kader olarak gösterilmek istenen bu kriz, yaklaşık üç yıldan beri iktidarda bulunan bugünkü hükümet tarafından yaratılmış, derinleştirilmiş, çözülememiş ve maalesef, yönetilememektedir de.

                                           

(1) 11/23 esas numaralı gensorunun ilk görüşmeleri 27.11.2001 tarihli 26 ncı Birleşimde yapılmıştır.

Bugün, iç ve dış piyasalarda güven ve itimadın kalmadığı, moral gücümüzün, rekabet gücümüzün, teşebbüs gücümüzün geriye gittiği talihsiz bir dönem yaşıyoruz. Bakmayın siz "seve seve" ilanları ve kampanyaları yapıldığına... Daha önce de "Türkiye enflasyonu yeniyor" kampanyaları yapılmıştı, "Türk Lirasına itibar" kampanyaları yapılmıştı; ama, maalesef, toplum, hepsinin, hayal kırıklığı içerisinde sonuçlandığını, hiçbir şeyin düzelmediğini ve maalesef, ekonomi yönetimindeki krizin giderek derinleştiğini görmenin de üzüntüsünü yaşamıştır.

Dün, gazetelerde, tam sayfa, Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonunun ilanını gördük. Esnaf ve sanatkârlar çağrıda bulunuyor, hükümeti uyarıyor ve krize dayanma güçlerinin kalmadığını tam sayfa gazete ilanlarıyla duyuruyorlardı. Yarın, yarından sonra cumartesi günü çalışanlar, sendikalar, meydanlarda hak aramak, ekonomik kriz ve hükümeti protesto etmek için yeniden meydanlara inecekler. İşte böyle bir tablo içerisindeyiz ve bu tabloda, Sayın Kemal Derviş aleyhine verilen gensoru önergesinin görüşmelerini yapıyoruz.

Türkiye, 1999 yılında, bu hükümet tarafından IMF ile yakın izleme anlaşması adı altında bir anlaşma imzalamış, ardından da, 2000 yılı başında yürürlüğe giren stand-by anlaşmasıyla bir tablita programını yürürlüğe koymuştur. Bu program, hepinizin bildiği gibi, büyük bir başarısızlıkla ve büyük bir ekonomik tahribatla çökmüş; paniğe kapılan hükümet, ekonomiyi yönetebilecek, kendi içerisinde bu işin sorumluluğunu üstlenebilecek tek bir değerli milletvekiline güvenmeyerek, sorumluluk vermeyerek, Amerika'dan Sayın Kemal Derviş'i çağırmıştır.

Tabiî, bu noktaya kadar Sayın Derviş'in bir kusurunun olduğunu söylemek mümkün değildir; ancak, Sayın Derviş'in, milletten oy ve yetki istemeden bu noktaya gelmiş olmasını, demokratik teamüllere aykırı olarak bu görevi kabul etmiş olmasını, ben, Parlamentoyu by-pass eden bir yaklaşım olarak, doğrusu şık bulmadığımı ve bizim de bunu hâlâ içimize sindirememiş olduğumuzu söylemek isterim. Ben, Parlamentoda ve Türkiye'de bu sorunun çözülmüş olmasını tercih ederdim; çünkü, bugün enflasyon yüzde 90 ise, böylesi istikrar programları ve ağır stabilizasyon programı sonunda hâlâ yüzde 90 enflasyon yaşıyorsak, Sayın Derviş'in getirilmesine gerek yoktu; elbette iktidar partilerinden bir sayın milletvekili de bu görevi yapar ve o da enflasyonu yüzde 90'a getirebilirdi diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, tabiî ki, bu gensoruda, bizim, Sayın Kemal Derviş'in birikimine ve kişiliğine yönelik bir söz söylememiz mümkün değil, doğru da olmaz; çünkü, Sayın Derviş, burada, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıyla ağır bir sorumluluk üstlenmiş, topluma hedefler koymuş, bir program uygulamış; ancak, bu programını -IMF'le yaptığı her konuda olduğu gibi- hükümet ve hükümeti oluşturan iktidar partileri kayıtsız şartsız desteklemişler, imzalamışlar ve kendisine yetki vermişlerdir. Dolayısıyla, Sayın Kemal Derviş'in sorumluluğunu, hükümetin sorumluluğundan ayırmak mümkün değildir; Sayın Kemal Derviş ile bugünkü hükümet bir kader birliği yapmıştır.

Tabiî, ben, bu arada, Sayın Derviş'in belki seslendiremediği, ama, bizim de görüp yadırgadığımız bir tutuma da dikkat çekmek istiyorum: Bugün, bazı iktidar partileri, kötü gidişi, çöküşü görerek paniklemekte ve muhalefet olarak bizim, yıllardır, aylardır söylediğimiz çözüm önerilerini, programları âdeta taklit edercesine, ekonomik programlar sunmakta, önerilerde bulunmaktadırlar. Ben, bunların, çok samimî ve ciddîye alınacak şeyler olmadığını düşünüyorum. İktidar partilerinin ekonomi konusunda söyleyecekleri sözleri var ise, hazırlıkları var idiyse, ekonomi 2001 şubatında çöktüğünde, Sayın Derviş'e, panik halinde SOS çağrısı yaparak, tüm ekonominin sorumluluğunu -350 kişilik çoğunluklarına rağmen- kendisine devretmezler ve bugün, Sayın Derviş de, burada, böyle zor bir durumda, bu hükümetle bu kötü kaderi paylaşmak zorunda kalmazdı diye düşünüyorum.

Şimdi, Sayın Derviş'in gelişi ve Güçlü Ekonomiye Geçiş Programından önce, kendisine, siyasî olarak bir - iki konudaki eleştirilerimizi izninizle aktarmak istiyorum. Sayın Derviş, gelir gelmez, Türkiye'nin koşullarını, şartlarını, gerçeklerini bana göre henüz tam kavramadan, geçmiş hükümetleri, geçmiş on yılı, onbeş yılı suçlayarak, âdeta gelişinin mazeretini ilan etmiştir. Tabiî, Sayın Derviş, gayet iyi öğrenmiştir ki, Türkiye'de, son on yılda, bir yılı, birbuçuk yılı aşan bir hükümet ömrü olmamıştır; mesela, Anayol Hükümeti üçbuçuk ay görev yapabilmiş, Refahyol Hükümeti onbir ay kadar görev yapabilmiştir. Bu açıdan bakıldığı zaman, Sayın Derviş'in de, yaklaşık sekiz aydır süren bu görevinde, tam yetkili ve kamuoyundan büyük destek aldığı bu görevinde geldiği noktada, hemen hemen ortalama bir hükümetin süresi kadar süre geçmiştir ve Sayın Derviş'in de, bana göre, kısa, fakat başarısız bir tarihi olmuştur.

Değerli milletvekilleri, Sayın Derviş'ten bizim istirhamımız... 350 kişilik bir koalisyon desteği, iç ve dış kamuoyu desteğinin oluşturulmasından sonra ekonomik programı uygulama şansı, hemen hemen hiçbir siyasetçiye ve ekonomi bakanına nasip olmamıştır. Böylesi avantajlarla göreve başladığı halde, bugün gelinen noktada, gerçekten, durumun iyi olduğunu söylemek; ekonominin, Sayın Derviş'in devraldığından bugün geldiği nokta itibariyle iyiye gittiğini söylemek, hiçbir açıdan, maalesef, mümkün değildir. Sayın Derviş ne dediyse, bugün tersi olmuştur ve programında neyi gösterdiyse, maalesef, ters çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, az önce değerli bir konuşmacı değindiler; Sayın Başbakan, bir konuşmasında, bürokrasiden ve bürokratik kurullara söz geçiremediğinden dem vurmuştu. Gerçekten, Sayın Başbakan haklıdırlar; ancak, burada Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Yasası görüşülürken, bizim, Doğru Yol Partisi sözcülerinin ve muhalefetin diğer sözcülerinin söylediği gibi "bu kurullar, demokratik bir cumhuriyet değil, olsa olsa, bürokratik bir cumhuriyet yaratırlar; bunların hesap verebilme, yani 'accountability' dediğimiz hadisede, Meclise seçilirken de, icraatları açısından da hesap vermeleri şarttır" dediğimiz zaman, bizi dinlemediniz; yine Meclis çoğunluğuna dayanarak, bu kurulları, bu Frankenştaynları yarattınız. Bugün Sayın Başbakan haklı olarak şikâyet ediyor; ama, bir haksız yönü var; bu kurulları, bizim ikaz ve eleştirilerimize rağmen kendisi yaratmıştır; bugün, bürokrasiye söz geçiremediğini, maalesef, kendisi itiraf etmektedir. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, şu elimde tuttuğum pembe renkli kitap, bir hikâye ya da masal kitabı değil. Bu kitap, Sayın Derviş tarafından bundan sekiz ay önce büyük propagandalarla açıklanan, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıdır. Buraya gelmeden önce, Doğru Yol Partisi ar-ge grubuyla saatler süren bir çalışmayla, bu kitapta yazılanlardan hiç değilse bir tane göstergenin, bir tane hedefin tutmuş olduğunu umarak baktık; ama, maalesef, tek bir hedefi, tek bir ekonomik göstergesi gerçekleşememiştir. Türkiye, hiçbir ekonomi bakanına nasip olmayan, seçilmemiş bir bakan olmasına rağmen, Parlamentoyu by-pass etmesine rağmen kendisine büyük bir kredi açılan Sayın Bakanın bu programında vakit kaybetmiştir, kan kaybetmiştir, patinaj yapmıştır; ama, ekonomide çıkmaz sokağa daha da saplanmaktan, maalesef kurtulamamıştır. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Türkiye, geçen üç yılda, önce "Staff Monitoring Program" yani, Yakın İzleme Anlaşması, ardından, bugün uygulanan stand-by anlaşmasıyla, IMF ne dediyse yapmıştır. IMF ne dediyse yapmanın ötesinde, Sayın Derviş IMF ile ne konuştuysa hükümet imzalamıştır. Hatta, bazı değerli bakanlar Sayın Derviş ile ters düştükleri için görevlerinden ayrılmak zorunda, istifaya zorlanmak zorunda kalmışlardır; ama, Türkiye'nin bunun karşılığında geldiği noktayı söylemek istersem, Türkiye, bugün, IMF'ye en yüksek borcu olan ülkedir. Şu anda, dışborç itibariyle, her Türk vatandaşının, 2000 sonu itibariyle -daha 2001'i katmıyoruz- 1 750 dolara yakın borcu vardır. Bu borçlanma, tarihin en ağır borç yükünü teşkil etmektedir ve bugün, Türkiye, IMF'nin her istediğini yerine getirmesine rağmen, bu paralarla ne büyümesinin ne ihracatının ne de refahının önünü açabilmiştir.

Değerli milletvekilleri, bu kitapta, 43 üncü sayfada "büyüme eksi 3" denilmiştir. Türkiye, cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik daralmasıyla karşı karşıyadır; 8,5-9'un üzerinde olacaktır. Geçen sene 201 milyar dolar olan Türkiye'nin millî geliri bu sene 150 milyar dolar civarına düşmektedir. Türkiye, IMF'den aldığı 13 milyar dolar karşılığında 50 milyar dolar küçülmüştür. Böyle bir istikrar programı olabilir mi?! Böylesi, mantığa, matematiğe, vicdana aykırı bir program olamaz. Kişi başına düşen millî gelirin de 2 100-2 200 dolara gerilediğini görüyoruz bu yıl. Sayın Bakan, Dünya Bankası Kalkınma Bölümünde görev yapmıştır. Orada, 2 000 dolar gelire sahip ülkelerin hangi kategoriye girdiğini bilir; ama, ben, bilmeyenler için söyleyeyim; alt orta gelirli ülkeler kategorisine girmektedir.

Bu kitapta sayfa 7'de kamu bankalarıyla ilgili yanlış teşhis konulmuştur. Enflasyonun ve krizin temel sebebinin esnaf ve Ziraat Bankasından verilen kredilerden kaynaklandığı söylenilmiştir. Halbuki, durum tam tersinedir. Bugün, esnafın Halk Bankasından kullandığı esnaf ve sanatkâr kredileri 200 trilyona düşmüştür. Bugün, batan bir bankanın maliyetinin 500 trilyonun altında olmadığı görüldüğünde, 1 milyon esnafın, bugün, gazetelere ilan vererek hükümeti niye protesto ettiğini hepimiz daha iyi anlarız.

Yine, Sayın Derviş, bu kitabında, bu programında, döviz tevdiat hesaplarının payının yüzde 42'ye çıktığına ve dolarizasyon tehlikesine işaret etmektedir, doğrudur; ama, Sayın Derviş göreve geldikten sekiz ay sonra, döviz hesaplarının toplam mevduat hesapları içindeki payı, bugün, yüzde 60'a yaklaşmış; üstüne üstlük, Hazinemiz, Türk Lirası bazında borçlanma yerine, içeride yaptığı borçlanmaların yüzde 30'unu da döviz üzerinden yapmıştır. Hazine, en büyük açık pozisyon taşıyıcısı olmuştur, en büyük risk taşıyıcısı olmuştur.

"Borcu para basarak ödemek yanlıştır ve Merkez Bankasının temel hedefi fiyat istikrarını sağlamak olmalıdır" deniliyor sayfa 79'da, bu programda. Sayın Derviş, IMF'den gelecek paranın miktarı ve zamanı belli olmamasına rağmen,  bu Mecliste "çıkmazsa çıkmaz, olmazsa olmaz" dediği 15 yasadan biri olan Merkez Bankası Yasasını da, maalesef by-pass etmiştir; bir anlamda, kanuna karşı hile yapmıştır. Nasıl yapmıştır; Avrupa merkez bankalarında "açık piyasa işlemleri için merkez bankaları kamuya kredi açamaz" maddesi, bizim de Merkez Bankamız Kanununa girmiştir. Biz de,  Doğru Yol Partisi olarak, çağdaş bir yasa olduğu için, Avrupa Birliği verilerine uygun olduğu için, bu yasayı -hatırlarsınız- desteklemiştik; ama, bu yasanın süresi 5 Kasımda dolmuştu. 5 Kasımdan iki gün önce IMF'den gelecek bir krediye mahsuben, ne zaman geleceği, ne kadar geleceği, gelip gelmeyeceği net olmamasına rağmen, 3 milyar doların karşılığı Merkez Bankasından alınarak -bana göre hiç de şık olmayan bir by-pass yöntemi benimsenmiş- yılbaşı itibariyle, 2001 yılı başında 1,5 katrilyon olan kamuya açılan krediler, bugün, Merkez Bankası bilançosunda, dehşet bir rakama, 34 katrilyona çıkmıştır. İşte, size, monetizasyon; işte, size, yüzde 90'ların altına indirilemeyecek olan enflasyonun sebebi ve işte, size üç rakamlara doğru giden enflasyon.

Bugün, yine, bu kitabımızda, programımızda, Sayın Kemal Derviş Bey, 60 ncı sayfada, net borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 78,5 olacağını hedeflemiş; bugün yüzde 100'ü aşmıştır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin kamuya ait iç ve dışborç stoku cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde yüzde 60'ı aşmamıştı. Neye göre; millî gelire oranla. Zaten Avrupa Maastricht kriterlerinde de tek tutturduğumuz gösterge buydu. Maalesef, bu program yürürlüğe girdikten, Sayın Bakan görevi devraldıktan sekiz ay sonra, Türkiye, millî gelirinin üzerine çıkan bir iç ve dışborç yüküyle şaşkındır ve çaresizdir. Bugün, 109 katrilyon olan borçlarımızın, yıl sonu itibariyle, içborcumuzun 119 katrilyona çıkacağını görüyoruz. Yine, bugün, 112 milyar dolar civarında olan dışborcumuzun, yıl sonu itibariyle, 120 milyar dolara yaklaştığını görüyoruz. 120 milyar rakamı büyük bir rakamdır; çünkü, 1997 yılında toplam dışborcumuz 80 milyar dolar civarındaydı. Aradan 3,5-4 sene geçmeden bu rakamın 40 milyar dolar artmasının sebebi, yanlış politikalar, krizler, çıkmaz sokaklar, IMF'ye tam teslim olup doğru müzakere yapılmayan programlardır. Zaten, Sayın Kemal Derviş'in bu programından umudu kesen -başta Anavatan Partisi olmak üzere- partiler, bir anda ekonomiye mucize ve çare reçeteler üretmeye başlamışlardır. Eğer böyle bilgileri, gayretleri ve kapasiteleri vardıysa, Sayın Derviş'i, enflasyonu yüzde 90'a çıkarmak için, niçin çağırdıklarını da, ben, buradan, Anavatan Partisinin değerli milletvekillerine sormak istiyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

Malî af dedik; Türkiye'de esnafın, çiftçinin, tüccarın düştüğü durumu dile getirdik. Bugün, bizim programımızdan, Sayın Çiller'in, DYP sözcülerinin açıkladığı ikinci demokrasi programından alıntılar, hatta kopyalar çekerek yapılan program önerilerini biz tebessümle izliyoruz. Aslında memnun da oluyoruz; yani, bundan bir telif hakkı, patent hakkı istemiyoruz; ama, ne olur yapın. (DYP sıralarından alkışlar) Esnafı kurtarın, çiftçiyi kurtarın, bu kriz nedeniyle, kötü yönetimler nedeniyle ödeme güçlüğüne düşmüş, malî sicilleri bozulmuş ticaret erbabını kurtarın; ama, konuşmayın, propaganda yapmayın, Sayın Derviş'in görevine talip olmayın! Eğer talipseniz de Sayın Derviş'i buraya çağırmayın. Bu, ciddî bir çelişkidir. Bu, yaman bir çelişkidir.

Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye'de reel sektör büyük sıkıntı içindedir. Elimde son üç ayın protesto olmuş senetlerinin listesi var. Ocak ayında 77 trilyonluk senet protesto olmuştur. Bu, eylül ayında 81 trilyona çıkmıştır; ekim ayında tüm zamanların rekorunu kırmış, 138,6 trilyonluk bir protesto vardır. Kapanan şirketler, protesto olan firmalar ve rekabet ve üretim gücünü kaybeden bir ekonomi!.. Eski Maliye Bakanımız Sayın İsmet Attila'nın Sayın Derviş'e verdiği bir soru önergesine verilen cevapta da bu vahim tablo ve rakamlar ortaya konulmuştur.

Ege Bölgesi Sanayi Odasının geçen hafta açıkladığı bir raporda, 2000, 2001 yılının ilk yedi sekiz ayı boyunca İzmir, Uşak, Aydın, Denizli, Manisa, Balıkesir ve Muğla'yı kapsayan 7 Ege Bölgesi ilimizde 16 000 sanayi ve üretim firmasının kapandığını -buna, esnaf ve sanatkârlar dahil değildir- 80 000 kişinin işsiz kaldığını resmî kayıtlarla belgeliyorlar. Bunun içerisinde 4 563 tane firma ve sanayi kuruluşu sadece İzmir'dedir ve İzmir'de sanayi kuruluşlarında 45 000 kişi işini kaybetmiştir. Böyle bir ekonomik tahribat tablosu karşısında, bölük pörçük tedbirlerle, muhalefetin önerdiği tedbirleri de doğru dürüst anlamayarak, birtakım işler yapılıyor. Örneğin, KDV indirimi... Evet, Türkiye'de vergi oranları yüksektir, çok çeşitlidir ve Türkiye'de vergi oranları makul seviyeye -Doğru Yol Partisinin ikinci demokrasi programında bahsettiği gibi- indirilmelidir, basitleşmeli ve sadeleşmelidir; ama, böyle bölük pörçük yaparsanız, istediğiniz randımanı almanız mümkün değildir. KDV'de belli sektörler ve belli mal grupları seçilerek yapılan indirimlerin, yarardan çok zarar getireceğini görüyoruz. Nerde ilaçta KDV indirimi, nerde vatandaşın ekmeğinde KDV indirimi?..

Değerli milletvekilleri, dolayısıyla, panik halinde alınan tedbirlerle, artık, Sayın Kemal Derviş'in tutmayan programıyla, bu sefer, hükümeti oluşturan partiler başka yollara başvurmakta, Sayın Kemal Derviş'i bu sefer by-pass etmeye kalkmakta ve çok başlı bir yaklaşım gözükmektedir. Anavatan Partisi ayrı program ilan etmektedir. DSP'li arkadaşlarımız ayrı program üzerinde çalıştıklarını beyan etmektedir. Sayın Kemal Derviş de Türkiye'nin tek kurtuluşunun ağır bir borçlanmadan geçtiğini söylemektedir.

Değerli milletvekilleri, 1 milyar dolar özelleştirme hedefi koyan hükümet -74 üncü sayfasında bu programın- sıfıra yakın bir özelleştirme yapmıştır. Böyle istikrarsızlığa, böyle çaresizliğe zaten hiçbir yabancı sermaye gelmez. Dünyada 1,3 trilyon dolara yakın doğrudan yabancı sermaye yatırımının 200 milyar doları, bizim gibi gelişmekte olan ülkelere gitmektedir. Türkiye'ye gelen bunun binde 5'i değildir; 1 milyar doların altındadır, 982 milyon dolardır 2001 yılında. Türkiye'ye niye yabancı sermaye gelmiyor? Türkiye IMF ne dediyse yapmadı mı? Niye yabancı krediler gelmiyor?

Sayın Derviş, siz, yeniden üç sene daha Türkiye'nin kaderini bağlayacaksınız. Siz, on yılı suçladınız; ama, Türkiye, 1996'da uçak kazasında vefat eden Amerikan Ticaret Bakanının lafıyla, yükselen bir yıldız ülkeydi. (DYP sıralarından alkışlar) Emerging marketler arasında ilk 10'a giriyordu. Ne oldu Türkiye'ye?..

Bizim, o bakımdan, size tavsiyemiz, lütfen, son on yılda hiçbir hükümetin bu hükümet kadar uzun ömürlü olmadığını, ama, bu hükümet kadar başarısız olmadığını da bilin (DYP sıralarından alkışlar) Hiçbir ekonomi bakanına sizin kadar destek ve şans verilmediğini de bilmeniz lazım. Parlamenter demokrasiyi, parlamenterleri isteyerek zor duruma düşürmek istemediğinizi biliyoruz; ama, siyasete karşı haksız rekabet sayılabilecek bu davranışların şık olmadığını ve bunlardan kaçınmanızı size özenle tavsiye ediyorum.

Sayın Bakanım, Ziraat ve Halk Bankalarında yeniden yapılandırmaya "evet" diyoruz; ama, Ziraat ve Halk Bankalarını, esnafın ve köylünün ihtiyacına cevap veren, tarımın ve KOBİ'lerin yegâne finans kaynağı olan bu bankaları, misyonlarından ayırarak, alelade birer ticaret bankası haline getirme çabalarınızın doğru olmadığını daha önce size söylemiştim. Bugün, bu bankalara, 4-5 milyar lira maaşla, performansını kanıtlamamış, özellikle de batan bankalardan personel alınıyor. Elimde, 4-5 tane atama emri var. Halk Bankasına aittir. 4 milyar 437 milyon 500 bin lira ücretle batan bankadan müdür alıyorsunuz; bunun performansını ölçtünüz mü Sayın Bakan? Performans diyorsunuz... (DYP sıralarından alkışlar) Siz, o bankalara yıllarını vermiş insanları nasıl sokağa atarsınız; nasıl bir ayırım yapmazsınız ve getirdiğiniz bürokratlara bu konuda nasıl müdahale etmezsiniz?

Ziraat ve Halk Bankaları yeniden yapılandırılmalıdır "evet" diyoruz; Buralardaki siyasî etkiler asgariye indirilmelidir "evet" diyoruz; ama, bu bankaların misyonları, nosyonları, yetişmiş, birikimli, kültürlü personelini tahrip edip sokağa atamazsınız, onlara ikinci sınıf muamelesi yapamazsınız. Buna, hiçbir bakanın, hiçbir üst bürokratın da hakkı yoktur. Bu konudaki uyarımızın altını bir kez daha çizmek zorunda hissediyoruz kendimizi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Söylemez, 2 dakika içinde toparlayınız.

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Peki...

Değerli milletvekilleri, söylenecek çok şey var. Türkiye, gerçekten, ekonomik çıkmaz sokakta, patinaj yapıyor, kan kaybediyor, moral, teşebbüs, rekabet gücünü yeniden arıyor. Bunu, bu Parlamento yapabilir. Siyasî Partiler Kanunu ve Seçim Kanununda yapacağımız süratli değişiklikle, hem Parlamentoya itibar kazandırmak hem tıkanan demokrasiyi ve ekonomiyi açmak üzere bir taze başlangıca ülkemizin şiddetle ihtiyacı vardır. Bu gensoru, bunların konuşulmasına vesile olmuştur. Yoksa, Sayın Derviş'in kişisel olarak suçlanması amacıyla bu gensoru algılanmamalıdır. Sayın Derviş'i buraya getiren, onunla kader arkadaşlığı yapan, ne dediyse imzalayan ve yetki veren hükümet ve ortakları da, 350 milletvekilli çoğunluğuna rağmen ekonomiyi üstlenme cesareti gösteremeyen iktidar ortakları da, Sayın Derviş'le beraber aynı sorumluluğa ve aynı sıkıntıya muhataptırlar. (DYP sıralarından alkışlar)

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkürlerimi sunuyorum; sağ olun, var olun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Söylemez.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Ali Coşkun; buyurun Sayın Coşkun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 20 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ COŞKUN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Bakanı Sayın Kemal Derviş hakkında verilmiş bulunan gensoru hakkında Grubum adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve AK Parti Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemiz, son elli yılın dışpolitika, içpolitika ve ekonomik yönden en bunalımlı ve geleceği tehlikelerle dolu bir dönemini yaşamaktadır. Türkiye, dışpolitikada yalnızlığa itilmiş; yıllardır, teslimiyetçi politikalarla kapısında beklediği Avrupa Birliği tarafından bir kez daha dışlanarak, aday 13 ülke arasında Maastricht ve Kopenhag kriterlerine uyum sağlayamayan ülke ilan edilmiştir.

Gümrük birliğiyle başlayan, yanlış politikalarla devam eden bir süreçte Avrupa Birliği, Rum Kıbrıs'ın müracaatını oradaki Türk varlığını hiçe sayarak kabul edip, Türkiye'yi yalnız bırakmak istemektedir. Böylece, Kıbrıs, Avrupa Birliği ülkesi ve toprağı sayılacak ve Türkiye'ye her türlü yaptırım uygulanmak istenecektir. Uygulanan politika ve programlar, Türkiye'yi, her konuda istenilenleri yapan uslu ülke durumuna getirmiştir; bu, bir IMF kaynaklı merkezî planlama olup, çökertme hareketi haline dönüşmüştür.

İçpolitikada ise siyasî istikrar tamamen bozulmuş bulunmaktadır. Bugün halk arasında siyasilere ve Yüce Meclise güven azalmışsa bunun da sorumlusu tek başına hükümettir. Hükümet, önce, alternatifi olmadığını beyanla, çeşitli güç odaklarının Türkiye Büyük Millet Meclisini hiçe sayarak, dışarıdan, demokrasiye yakışmayacak ararejim arayışlarına zemin hazırlamıştır. Oysaki, hükümet, kendisinin vazgeçilmez olduğunu ortaya koyduğu zaman, millet, zaten bu hükümetten çoktan vazgeçmişti! Son kamuoyu araştırmalarında hükümeti teşkil eden üç partinin de yüzde 10 barajının altında kalması bunun en belirgin delilidir. Hükümet, devletin yüce makamı olan Cumhurbaşkanı seçimlerinde de, sergilediği tutum ve davranışlarla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığına gölge düşürmüştür.

Hükümet, ayrıca, kendi içinde çaresizliğe düşünce, çareyi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde arama yerine, ekonominin kurtarıcısı olarak takdim ettiği Sayın Kemal Derviş'i, bakanlıklar üstü bir yetkiyle donatarak, görevlendirmiştir.

Bu talihsiz gidiş, Meclisi hiçe sayarak, koalisyonun üç liderinin aldığı kararlarla, sayısal çoğunluğa sığınarak Meclisi çalıştıran hükümet anlayışını ortaya çıkarmıştır. Sonuçta, güven bunalımıyla birlikte, toplum, sosyal patlamanın eşiğine gelmiş, demokrasi ve siyasete gölge düşmüş, ekonomi, âdeta, kurbanlık koyun misali, bıçak altına yatırılmıştır.

Değerli milletvekilleri, konuşmama, uluslararası kuruluşların yaptığı araştırmalar ışığında, Türkiye'nin durumunun mukayesesi ve ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durumu özet olarak bilgilerinize sunarak devam etmek istiyorum.

Bir ülkenin saygınlığı, takdir edersiniz ki, güvenle oluşur. Ne yazık ki, ülkelere güven duyma konusunda, Türkiye, Filipinler'den sonra ikinci sıradadır.

Rüşvet sıralamasında, 52 ülke arasında, 3 üncü sıradadır.

Sosyal güvenlikte, OECD ülkeleri arasında sonuncu olup "ekonomisi karanlık ülke" ilan edilmiştir.

Para birimi dünyada en düşük olan ülkedir.

Rekabet gücü, 75 ülke arasında 33 üncü sırada yer alıp; geleceğe yönelik umut sıralamasında 54 üncü sıraya gerilemiştir.

İşgücü verimliliğinde, 49 ülke arasında, Şili ve Estonya'dan sonra 38 inci sırada yer almıştır.

Dünya enflasyon liginde, Sudan'dan sonra ilk sıralardadır.

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü 2001 raporuna göre, Türkiye, Angola'nın yarısı, Burkine, Bulgaristan, Etopya, Mozambik, Vietnam ve Nijerya'dan sonra en az yabancı sermaye gelen ülke arasında sonuncu sıralardadır.

Gelir dağılımı adaletsizliği yönünden, ülkemiz, dünyanın en kötü 5 ülkesinden biri durumundadır. Nüfusun yüzde 25'i açlık, yüzde 50'si yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.

Nüfusun en fakir yüzde 1'i -650 000 kişi- gayri safî millî hâsıladan onbinde 7 pay alırken, nüfusun en zengin yüzde 1'i -yani, 650 000 kişisi- gayri safî millî hâsıladan, fakir bölüme göre 237 kat daha çok, yani, yüzde 16,60 pay almaktadır.

Uluslararası iktisadî özgürlük endeksinde, Türkiye, 2001 yılında, 43 basamak gerileyerek, 156 ülke arasında 105 inci sırada yer almaktadır.

Ülkemizin ekonomik durumuna bakınca, yürekler acısı bir tabloyla karşı karşıya bulunmaktayız. Ülkemiz, Kasım 2000 ekonomik krizi ve 2001 ekonomik depremi sonrasında, bunalımlı bir döneme sürüklenmiştir. Döviz-faiz kıskacında, borç sarmalından kurtulamayan ekonomi, borsa-bono-döviz üç kâğıdı arasında bocalamaktadır. Bize göre, ülkenin birinci sorunu, içerisinde bulunduğumuz ekonomik çıkmazdır. Zira, ekonomisi güçlü olmayan ülkelerde, demokrasi ve insan hakları da gelişememektedir.

2001 yılı, kayıp bir yıl olmakla kalmamış, yaşanan ve beklenen eksi yüzde 10 civarındaki küçülmeyle, piyasalar felç geçirmiş, ülke fakirleşmiş, çaresizlik içine sürüklenerek, malî açıdan müstemleke durumuna itilmiştir. Türkiye'nin güçlü ekonomiye geçiş programının, yapılan revizyona rağmen, planlanan hedefe ulaşamayacağı acı bir gerçek olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Ne yazık ki, 57 nci hükümet, bunalımın vahametini hâlâ anlayamamış görünmektedir.

Halkın güveni tamamen sarsılmıştır. Halkın tasarrufları yastık altına gitmektedir. Sermaye hızla yurtdışına çıkmaktadır. Gurbetçilerin tasarrufları ülkeye çekilememektedir. Yabancı sermaye gelişi gerilemiştir. Planlanan özelleştirme gerçekleştirilememiştir. Yatırım, üretim durma noktasındadır. İmalat sanayii, dokuz ayda yüzde 9,6 küçülerek, son elli yılın en büyük gerilemesiyle karşı karşıyadır. İşsizlik ve işten çıkarmalar had safhadadır. Yoksulluk ve yolsuzluk önlenememiş, aksine artmıştır. Enflasyon kontrol altına alınamamış, hayat pahalılığı halkı bezdirmiştir. Gelir dağılımı daha da yozlaşmıştır. Devlet, israf batağında daha da hantallaşıp büyümüştür. Toplumu ayakta tutan adalet, sağlık ve eğitim hizmetleri gerilemiştir. Halk, geleceğinden endişeye ve ümitsizliğe kapılmıştır. Bu olumsuz gidişle, ülke fakirleşmiş ve toplumda ahlakî çöküşle birlikte intiharlar, bunalımlar çığ gibi artmaktadır. Bu durumun baş sorumlusu hükümet olup, kötü yönetimin ekonomiye ve siyasete yansıması, krizleri beraberinde getirmiştir.

Aslında, Türkiye'nin imkânları, sorunlarından fazladır ve ülkemiz, varlık içinde yokluk çekmektedir. Yıllardır, ekonomi küçültülerek istikrar aranmaktadır. Oysa ki, gereksiz devlet müdahaleleri önlenerek, ekonomi büyütülmeli ve kendi içinde dinamiklerinin, dengelerinin oluşması sağlanmalıdır. Bunun tek çıkış yolu, rekabete dayalı, tüm koşullarıyla işleyen serbest pazar ekonomisi olmalıdır.

Özet olarak, rakamlara boğmadan sunduğumuz tablodan, iki temel sorunla karşı karşıya kaldığımız anlaşılmaktadır; birincisi, güven ortamının yeniden tesisi; ikincisi, duran ekonomi çarkının tekrar işletilmesidir. Gelinen noktada, her iki sorunun da çözümü, yüce millete gitmektir, yani erken seçimdir; zira, hükümet, çözümsüzlüğün içinde bocalamaktadır. Bilinmelidir ki, halkla bütünleşmeyen hiçbir siyasî hareket ve program başarıya ulaşamaz. İktidarın sunî gündemlerle halkı oyalaması, mevcut ortamı daha da karartmaktadır.

Değerli milletvekilleri, izninizle, konuşmama, yapılan yanlışlıklara bazı örnekler vererek devam edeceğim. Hükümet, istikrar sağlayacağı iddiasıyla geldi, ülkede istikrarsızlığın kaynağı oldu; ancak, hükümetin devamında ve yoksullukta istikrar sağlayabildi. Uzlaşı hükümetiyiz dediler, üç partinin de ilkelerini hiçe sayıp karşılıklı menfaat bölüşmesinde uzlaştılar. Tutarsızlıklara, hazırlanan gerçekdışı, sanal bütçelerle başladılar, yanlış programlarla sürdürdüler. Tutarsızlık, aynı zamanda, bu hükümetin sözünde de, programın özünde de devam etmektedir.

Ekonomik krizler birden bire çıkmamaktadır. Hükümetin duyarsızlığı karşısında göz göre göre oluşmaktadır. Zira, 2000 ve 2001 yılları hedeflerinin ve uygulamalarının yanlış ve tehlikeli sonuçlar doğuracağını komisyonlarda ve bu Yüce Mecliste defalarca dile getirdik. Ne yazık ki, hükümet, gözünü, kulağını, yüreğini IMF ve Dünya Bankası dışında herkese kapatmış, doğruları söyleyen muhalefeti de, sivil toplum kuruluşlarını da görmüyor, duymuyor, anlamıyor.

Toplumu ilk kandırma hareketi kur çıpasına bağlı programla başlamıştır. Bakınız, 26.6.2000 tarihinde, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı görüşmeleri sırasında hükümeti şöyle uyarmışız -Meclis zaptı, Birleşim 118, sayfa 29- "Ekonomik gidiş fevkalade ürkütücüdür. Bugün, dövizde sorun gözükmemektedir; ancak, bu belirtiler gelecek yıl -yani 2001 yılını kastediyoruz- kur çıpasının kalkmasıyla Türkiye'nin büyük bir devalüasyonun eşiğine geleceğinin çok üzücü işaretleridir. Bununla ilgili herhangi bir tedbir de görülmemektedir." Dikkate alınmayan bu uyarılara rağmen, Şubat 2001 krizi akşamına kadar yetkililerin kur çıpasının devam edeceği, ekonominin istikrara kavuştuğu söylemleriyle patlayan dövizin faturasını bu millet ödemektedir. Yaşanan yüksek devalüasyon, tırmanan yüksek enflasyon altında başlayan durgunlukla imalat sanayiin gerilemesi, işsizliğin patlaması sonucu ekonomimiz stagflasyona sürüklenmiştir. Krizden 22 gün sonra göreve başlayan Sayın Kemal Derviş, 52 gün sonra bürokratlarıyla birlikte Türk ekonomisini güçlendirme programını açıklamış, 30 dakika sonra Sayın Başbakanın yardımcılarıyla birlikte yaptığı çok kısa basın toplantısında "bu programı destekliyoruz" beyanında bulunması da düşündürücü olmuştur.

Ülke şahıs programları, dış kaynaklı, ülke gerçeklerine uymayan programlarla yönetilemez; program iktidarındır, sorumluluğu da kendisinindir.

Değerli milletvekilleri, bu programla hiçbir hedef tutturulamadığı gibi, her şey daha kötü gitmiştir. Zira, bu programda halk yoktur, bu programda üretim yoktur, bu programda ülkenin geleceği yoktur. Bu program, ülkeyi daha büyük sıkıntılara sokan, borcu -bulabilirlerse- yeni borçlarla ödeme programıdır. Malî sektörü güçlendirme görüntüsü altında, banka vurgunlarının, soygunlarının ve görev zararlarının halkın sırtına yıkılması programıdır.

Bakınız, 14 Nisan 2001'de, açıklanan programla, büyüme yüzde 3 öngörülmüştür. 2001 sonu itibariyle beklenti eksi 10'dur; yüzde 13'lük bir sapma vardır. 14 Nisan 2001'de Sayın Derviş'in enflasyon yıl sonu tahmini, TEFE'de yüzde 57,6, TÜFE'de 52,5'dur.

Sayın Maliye Bakanının yıl sonu tahmini ise, TEFE yüzde 80, TÜFE yüzde 65'tir. Altı ayda TEFE'de yüzde 22,4, TÜFE'de yüzde 12,5 sapma meydana gelmiştir. Bu durum, programın tutarsızlığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu hükümet politikalarında, hâlâ reel sektörün canlandırılmasıyla ilgili hiçbir ciddî tedbir görülmemektedir.

Geçmiş tecrübeler, ekonomik büyümenin iç talebin büyümesiyle mümkün olduğunu göstermiştir, dış talebin etkisi hep sınırlı olmuştur. Nitekim, kasım, şubat krizleri sonunda yaşanan, yüzde 130'u aşan yüksek devalüasyona rağmen, başta maliyet enflasyonu sonucu olmak üzere, ihracat ancak, yaklaşık, yüzde 10 artırılabilmiştir.

Bütçeye göre, 2002 yılında da, IMF programları gereği, kamu sektörü talebinin düşeceği açıktır. Yatırım yoktur, memura ve kamu işçilerine verilecek zamlar da sınırlıdır.

Özel sektör de, güvensizlik ortamında, beklenti ve belirsizlik içine girmiştir. Kapanan, eksik kapasiteyle çalışan kuruluşlar ve işten çıkarılan yaklaşık 1 500 000 yeni işsiz ordusu ortadadır. Oysa ki, mevcut işsizler ordusuna ilaveten her yıl 700 000 kişiye aş ve iş temini gerekmektedir. Yabancı sermaye ise, güven duymadığı, küçülen, istikrarsız bir ekonomi ortamında, doğrudan yatırım konusunda isteksizdir. Özelleştirme ise durma noktasındadır.

Programlar ve bu programlara uyumlu olarak yapılan bütçeler, geleceğe dönük ekonomik politikaların belirlendiği, halktan toplanan vergilerle, halka sunulacak refah seviyesinin reçeteleri durumunda olması gerekirken, ne yazık ki, bu hükümetin bütçeleri güven vermeyen, gerçekdışı sanal bütçeler olup, ülke, para babalarına, yani, faizcilere rehnedilmiş durumdadır. Örnek olarak: 2001 yılında içborçların 31,4 katrilyon liradan 101,8 katrilyon liraya çıkarak, yüzde 230 gibi artmasıyla, iç ve dışborçların toplamı gayrî safi millî hâsılayı aşmış bulunmaktadır. Oysaki uluslararası finans kurumlarının ve en önemlisi Maastricht kriterlerine göre bu oran gayrî safi millî hâsılanın yüzde 60'ını geçtiği takdirde o ülkeye müflis gözüyle bakılmaktadır.

Diğer taraftan, faizlerin yüzde 90'lara tırmanmasına rağmen, 2002 yılında, 2001 sabit fiyatlarıyla, 2001 yılına göre yüzde 26,5 daha az faiz ödeneceği öngörülmektedir; bu, yanıltıcı bir varsayımdır. Zira, içborçta yapılan ve başarı olarak sergilenen dövize esaslı takası takiben, Hazine, büyük ölçüde içeride dövizle borçlanmış olup, yüksek devalüasyonla meydana gelen kur farkları bütçe içerisinde yer almamaktadır; yani, özet olarak, faiz düşük gösterilerek borçlanma artırılmıştır. 2002 bütçe harcamaları arasında yine de en büyük pay 42,8 katrilyon lirayla faiz ödemeleri gözükmektedir. Durum vahimdir. 2001 yılında yaklaşık tüm gelirlerin yüzde 83'ü, tüm vergi gelirlerinin yüzde 108'i faiz ödemelerine tahsis edilerek, cumhuriyet tarihinin en olumsuz ödeme tablosu yaşanmıştır.

2002 gerçekleşmeleri daha ümitsiz görülmektedir. Vergi mükellefi, faizcilerin kölesi haline getirilmiştir. Israrla uygulanan rant ekonomisi sonucu doğan kriz sebebiyle yüzbinlerce çiftçi, esnaf, serbest meslek erbabı, tüccar ve küçük sanayici ya iflas etmiş ya da icra kapılarında sürünmektedir. İşçi, memur, emekli perişandır. Hükümet, tüm ümidini dış borçlanmaya ve ek desteğe bağlamış bulunmaktadır. Aynen Silifke türküsünde olduğu gibi "aslı yok yaylasında yüzbin koyunum var benim" dercesine, şimdi ise bulunan 10 milyar borçla pembe rüyalar sergilenmektedir. Menkul kıymet borsası ve piyasalar IMF'yi, IMF hükümeti beklemektedir. IMF ise, 2002 bütçesine yansıyacak 3 katrilyon liralık tasarruf tedbirleri yanında İhale Yasası ve veto edilen Tütün Yasasının akıbetini sormaktadır.

Değerli milletvekilleri, son günlerde adı geçen tasarruf önlemlerine baktığınızda bunların normal olarak devlet birimlerinin yapması gereken tasarruflar olduğunu görürsünüz. Koalisyonun bir kanadı olan Anavatan Partisi ise, bu tedbirleri, ilk defa keşfedilmiş mucize tedbirler olarak kamuoyuna sunmaktadır. Ne diyelim, dört yıldır hükümetin içinde yer alan bu partimiz, demek ki yeni akıl baliğ oldu.

Devlet vergide de adil davranmamaktadır. 122 000 000 Türk Lirası asgarî ücretten ve siftah edemeden kepenk kapatan esnaftan, zarar etse bile, geçim standardına göre vergi alan devlet, faizcilerden vergi almamaktadır ve bunu ekim ayında çıkardığı 4710 sayılı Yasayla tescil etmiştir.

Ekonomik bunalımdan kurtuluş reçetelerinin biri de, malî sektörün önemli bir unsuru olan bankaların kurtarılışıydı. Bu sebeple 15 defa değişen yasa, 1999 yılında 2 defa daha değişerek Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kuruldu; ancak, bu kurulun, şu anda bekleneni veremediği gibi, büyük bir devlet KİT'i haline geldiğini görüyoruz. Şimdi, Sayın Başbakan özerk kurullara söz geçiremediklerini beyan ediyorlar. Lütfedip, bu yasalar Plan ve Bütçe Komisyonunda ve Genel Kurulda görüşülürken yaptığımız uyarıları ve reddedilen önergeleri zabıtlardan okurlarsa, yanlış politikalarının reçetesini bulacaklardır. Fon bankalarına aktarılan 19 milyar dolara rağmen, ağustos ayı itibariyle zararlar 2,9 milyar dolar artarak, daha da kötü duruma gelmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Coşkun, 2 dakika içinde toparlayınız efendim.

ALİ COŞKUN (Devamla) - Kamu bankaları ise, özelleştirilirken daha kötü bir duruma sürüklenmiş bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, hangi derdimize yanalım. Gruba ayrılan bu sürede sorunları bile dile getirmek mümkün değildir.

Sonuç olarak, AK Parti olarak, her zaman olduğu gibi, doğruların yanında yer alıp, yanlışlarla mücadele azmindeyiz. Bu uygulamalar yanlıştır. Bunun sorumluluğu, sadece, Dünya Bankasındaki görevini bırakarak, Türkiye'ye gelen ve görevlendirilen Sayın Kemal Derviş'te değildir; bu bunalımın, bu problemin sorumlusu hükümettir. Hükümet bu yükü, bu faturayı Sayın Kemal Derviş'e yıkarak, kurtulamaz. Çözüm, hükümetin milletten özür dileyip, çekilmesidir. Tek yol millete gitmektir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Coşkun.

Başka söz isteği?.. Yok.

Hükümetin ve grupların söz hakkı var; gruplar konuşmalarını tamamladı, Sayın Hükümet isterse konuşur, isterse konuşmaz.

Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, üç hafta önce, başka bir gensoru sırasında, ekonomi programı ve bu yıl uygulanan politikalar, bu duruma nasıl geldiğimiz konusunda, burada birlikte olma fırsatı olmuştu. Mümkün olduğu kadar, o gün söylediklerimi tekrar etmemeye çalışacağım.

Ayrıca, demokraside, muhalefetin eleştirmesi, eleştiri hakkı kutsaldır; ancak, vatandaş, tabiî haklı olarak, sanıyorum, bu eleştirinin yapıcı olmasını, mümkünse bazı farklı çözümler önermesini isteme hakkına sahiptir. Sadece eleştiri bizi çok fazla ileriye götürmez; onun için, çok dikkatle, farklı çözümler öneriliyor mu, farklı bir yol, daha iyi bir yol gösteriliyor mu diye dikkatle dinlemeye çalıştım. Sayın Söylemez ve Sayın Coşkun'un bazı önerileri oldu; kendilerine teşekkür ediyorum o konuda. Ancak, mümkün olduğu kadar, gerçekten, demokrasinin sağlığı ve ekonominin daha da güçlenmesi için buradaki tartışmaların yapıcı olması ve mümkünse, hakikaten, yeni, daha iyi fikirleri getirmesi bence çok yararlı olur. Sadece eleştirmek ve sadece kötüleri göstermek bir şeye yaramıyor; kaldı ki, gerçekten zor durumdayız. Ama, sanıyorum, Türkiye, her şeye rağmen güçlü bir toplumdur, güçlü bir ülkedir ve muhalefet sözcülerinin söylediği kadar da kötü durumda değiliz Allah'a şükür.

Şimdi, genel, yine, temel strateji konusunda birkaç dakika sizinle görüşlerimi paylaşmak istiyorum ve hükümetin de görüşlerini sizlere aktarmak istiyorum.

Borç krizleri ani oluyor. Zaten, borç krizlerinin çok önceden öngörülebilir bir niteliği olsaydı kriz haline dönüşmezdi. Mesela, kasım ve şubat krizleri çok önceden tahmin edilebilseydi, o zaman, o ani çöküş olmazdı şubat ayında. Bu, şirketler için de geçerli.

Borç, 90'lı yıllarda çok hızla büyüdü ve iki şekilde büyüdü: Bir, direkt Hazine borcu olarak büyüdü; fakat, ikincisi ve yine bunun altını çizmemiz gerekiyor, yarı gizli olarak, kamu bankaları zararları şeklinde büyüdü ve buna şunu da eklemek gerekiyor: Maalesef, özel bankalarda da, zayıf yapı içinde, aslında, önünde sonunda, mevduat, vatandaş mevduatı olduğu için, bu vatandaş mevduatını da önünde sonunda devletin -sizlerin de, zaten 94 yılında karar verdiğiniz gibi- devletin koruması gerektiğinden, özel bankaların herhangi bir zaafı, sonunda, yine bir devlet borcuna dönüşüyor. Dolayısıyla, 90'lı yıllarda borcun bu kadar artması, sadece devlet açıklarından, bütçe açıklarından değil, aynı zamanda bankacılık sisteminin zaafından ileri gelmiştir.

Ve şubat ayına geldik, 10 milyar dolarlık bir cari işlemler açığı, millî gelirin yüzde 5'ine eşit, geçmiş yıllarda en büyük cari işlemler açığının bir tanesini oluşturmuştu ve güven sarsıldı, piyasalar çöktü, kuru tutamadık, faizler inanılmaz rakamlara erişti ve bugünkü 2001 yılı krizine bu şekilde girdik. Bu krizler çok kısa bir şekilde halledilmiyor. Bu krizler, ancak, sürekli, kararlı ve güçlü bir programın uygulanmasıyla hallediliyor.

Böyle bir borç yükünden kurtulmak için, maalesef, mucize yok; mucize olsa, birçok ülke bunu bulur, uygulardı. Böyle bir borç yükünden kurtulmak için iki araç var: Bir tanesi sıkı maliye politikası; yani, devletin kendi borcunu yavaş yavaş geri ödeyebilmesi için sıkı maliye politikasını uygulayıp, faizdışı artığı yüksek tutması. Bu, borç sarmalına bir hibe anlamına geliyor; yani, devletin, borcu azaltmaya yönelik bir hibesi, borç değildir, faizdışı artıkla bütçemizle sağladığınız kaynak bir hibe niteliğindedir ve bu şekilde yeni borç almadan ne kadar bütçe fazlası verilebilirse o kadar hızlı bu borç yükü düşülebilir; ancak, bunu sadece bu yolla yapmak mümkün değil, fazla sıkıntılı, fazla ağır faturası olan bir yöntem olur. Onun için, bunun yanı sıra, pahalı, kısa vadeli borçları da, daha uygun maliyetli uzun vadeli borçlarla geri ödemek yöntemi kullanılmalıdır. Biz de bunu yapıyoruz. Dışarıdan aldığımız kaynak, içerdeki piyasadan alabildiğimiz kaynağa kıyasla daha uzun vadeli; 4-5 yıl, bazen 18 yıl kadar vadesi olan, faizi de çok daha düşük, daha uygun bir maliyeti olan kaynakla kısa vadeli borçları temizleyip, vade yapısını daha uzun ve daha sağlıklı bir hale getirmeye çalışıyoruz. Bu böyle devam edecek; yani, Türkiye, borç yükünü millî gelire oranla düşürünceye kadar, hem uzun vadeli borç, uzun vadeli kaynak arayışı hem de bütçede faizdışı fazla arayışı devam edecek. Bunun dışındaki bir yol, bence, Türkiye'ye daha da zararlı olur; bunu düşünmemek gerekir. Türkiye, borcunu zamanında ödeyecek bir ülkedir, o saygınlığını ve gücünü devam ettiriyor ve dünyadaki piyasadaki gelişmeler de bunu gösteriyor. Yani, bu güveni yavaş yavaş Türkiye yeniden kazanıyor ve dünya piyasalarındaki göstergelere baktığınız zaman da, artık, Türkiye "borcunu ödeyemeyecek", "acaba ödeyecek mi" konumundan kurtulmak üzere olan bir ülkedir, kurtuluyor.

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Masal anlatma masal!..

DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ (Devamla) - Arjantin'le hep birlikte anıldık maalesef son yıldır; artık, son haftalarda Arjantin tek başına kaldı ve sağlıklı bir, dünya piyasalarında, boşanma oldu, Türkiye, Arjantin'den boşanmış oldu. Bu, sevindirici bir olay. Programın, hiç değilse bu boyutunda başarılı olduğunu gösteren bir olay.

Fakat, strateji, sadece bugünkü bunalımı atlatmak, borcu yenmek olayı değil, aynı zamanda -burada tabiî Yüce Meclisin çok büyük desteği var, hepinizin çok büyük desteği var- yapıyı değiştirecek, böyle bir krizin bir daha oluşmasını zorlaştıracak, inşallah imkânsız kılacak yeni bir ekonomik yapının oluşmasında yeni yasalarla, yeni düzenlemelerle hep birlikte çalışıyoruz ve bu yeni düzeni, yeni yapıyı da oluşturunca, sanıyorum, Türkiye, bu tür tehlikeleri, bu tür krizleri geride bırakacak.

Sancısız olmuyor ve gerçekten çok zor bir yıl geçti. Ben, her zaman bunu söyledim; geçmişimde de bütün çalışmalarım hem demokratik hem sosyal içerikli olduğu için, özellikle dargelirliye gelen yük hükümeti de, beni de mutlaka çok düşündürüyor, çok üzüyor ve bunu, minimum, asgarî düzeyde tutmaya çalışıyoruz. Bu bütçede de, gördüğünüz gibi, eğitim ve sağlık masraflarında mümkün olduğu kadar seviyeyi korumaya ve sosyal harcamalarda da mümkün olduğu kadar asgarî düzeyi hiç olmazsa korumaya çalıştı hükümet.

İki konunun altını çizmek istiyorum: Bu yapısal reformlar ve bu program, kesinlikle Türkiye'nin programı, kesinlikle IMF'nin veya başkasının programı değil. Geçen yıl, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planını onayladınız. Eğer dikkatle bakarsanız, bu Planın içerisinde, bugün gerçekleştirilen birçok düzenleme, birçok reform zaten vardır. Bu yasalar, bu düzenlemeler, bu reformlar, uzun yıllardır Türkiye'de tartışılıyor, uzun yıllardır Türk uzmanları tarafından düşünülüyor ve hazırlanıyor ve bu reformlar, bu görüşleri, bu çalışmaları yansıtıyor.

Tabiî ki, biz, ekonomi yönetimi olarak, bu reformları, bu programı dışarıya anlatıyoruz, bize kaynak aktaran, kaynak ayıran kurumlara götürüyoruz, onları ikna etmeye çalışıyoruz; her zaman, her ayrıntıda belki ikna edemiyoruz, bazı konularda görüş ayrılıkları oluyor, uzlaşmalar oluyor; ama, temelinde, bizden fazla, benimle birlikte çalışan arkadaşlardan fazla, ekonomi yönetiminden daha fazla bu reforma inanan kimse yok. Katiyen, IMF'nin bize dayattığı, bize zorla yaptırdığı bir reform değil bu, olamaz zaten Türkiye Cumhuriyetinde bu, sizler kabul etmezsiniz herhalde bunu; nihayet, sizin oylarınızla gerçekleşiyor bunlar; dolayısıyla, bunun mutlaka altını çizmek istiyorum.

Her konuda aynı fikirde olmak şart değil, bazı konularda, tabiî ki, ayrı düşünülebilir; ama, şunu, hakikaten, hepinizin inanması gerekiyor ki, bu reformlar, Hazinede, Dış Ticaret Müsteşarlığında, Planlamada, Maliyede, diğer bakanlıklarda çalışan arkadaşların isteklerini, reform arzularını ve reform çalışmalarını yansıtan reformlardır.

İkinci bir konunun altını çizmek istiyorum: Dün, Saadet Partisi temsilcisi bunu epey işledi. Türkiye, güçlü ihracat yaptığı dönemlerde, ihracatın hızla gelişip ithalatı karşılama oranının yüksek olduğu dönemlerde güçlü bir ülke oluyor, daha bağımsız hareket edebiliyor ve dış kaynağa daha az bağımlı hale geliyor. 1970'li yıllardan beri bu stratejiyi savundum ve ihracata dayalı, dünya piyasalarında başarımıza ve yarışmamıza dayalı bir kalkınma modelini savundum; bunun da, çok doğru olduğuna, bugün de inanıyorum, zamanında da inandım. Bu, sosyal bir yaklaşımla, demokratik bir yaklaşımla, hatta, sosyal demokrat bir yaklaşımla da, hiçbir şekilde çelişmez. Dünya piyasasında yarışamayan, sadece kendi piyasasına yönelik yatırım yapan, rekabet gücünü kollamayan modellerin nasıl çöktüğünü, maalesef, bu asırda gördük; bunun, tabiî, en önemli örneği, maalesef, Sovyet Rusya olmuştur. Büyük ağır sanayi tesisleri, kâr etmeyen, rekabet edemeyen, ihracat yapamayan tesisler ve ondan sonra, bütün bir ekonominin ve maalesef, bütün bir ülkenin çökmesi...

Türkiye ne zaman ihracatta başarılıysa, ne zaman döviz kazanabiliyorsa, o zaman, güçlü bir ülke ve bağımsız bir ülke olabiliyor; ne zaman ithalat fazla artıyor, ihracatta da güçlük çekiyor ve ödemeler dengesi çok büyük, ciddî bir şekilde açık veriyor, o zaman, asıl, bağımsızlığımıza, bir şekilde bir tehlike geliyor ve kendi kaynağımıza dayanarak hareket edemiyoruz. Dolayısıyla, ihracata dayalı kalkınma modeli, Türkiye gibi petrolü olmayan, dışa, çalışmadan, üretmeden, satacağı kaynağı olmayan bir ülke için, sanayi ihracatına ve hizmetler ihracatına dayalı model, tek geçerli ve bağımsızlığımızı koruyacak tek modeldir.

Şimdi, hata yapılmadı mı; yapıldı. Ben de, şahsen, hata yaptım. Geldiğimde, doğrusu, her ne kadar Türkiye'yi takip ettiysem de, durumun ne kadar ciddî olduğunu, gizli borcun ne kadar artmış olduğunu, bankacılık sistemindeki sorunların ne kadar derin olduğunu, ben, mart ve nisan aylarında tam olarak ölçememiştim ve dolayısıyla, mart ve nisan aylarında, belki biraz fazla iyimser, yani, "yaza kadar bu iş düzelir, büyümeye sonbaharda geçeriz" sözlerim, bence fazla iyimser ve o günkü, o vardığımız noktayı belki de yeterli ölçüde ölçemediğim için, fazla iyimser sözler oldu. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

İkincisi, belki... (SP sıralarından "Niye alkışlıyorsunuz" sesleri)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - "Hata yaptım" dedi, onu alkışlıyorum.

DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ (Devamla) - ...bir konuda bence orada da hata yaptım; belki siyasî anlama gelebilecek bazı sözleri sarf ettik nisan mayıs aylarında; bunları yapmamak, daha ziyade... Hakikaten, durumum da çok doğal değil, onu da kabul ediyorum, hiçbir partiye üye değiliz; dolayısıyla, sanıyorum, mümkün olduğu kadar, gerçekten siyaset anlamına gelebilecek -ki, ben bunu yapmak istemedim, programı anlatmak istedim; ama- siyasî anlam taşıyabilecek sözleri hiç sarf etmeseydim çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Şimdi -vakit daraldı- o kadar da kötümser olmayalım; doğru, ekonomi, sandığımızdan daha ağır bir şekilde daraldı, büyüme... Aslında, millî hâsıla yüzde 6,5 gibi, maalesef küçülecek; millî gelir, dış faktör geliri olduğu için, bunun daha da üstünde bir rakamla, maalesef daralacak; dolayısıyla, o bakımdan, gerçekten zor bir dönemden geçiyoruz; fakat, bakın, ihracat ve cari işlemlerde hedefler tutuyor. Hedefler, dünyadaki daralma ve maalesef zorluk içindeki dünya ekonomisine rağmen gerçekleşiyor.

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Hangi hedefler Sayın Bakan, hangi hedefler?..

DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ (Devamla) - Dünya ticaret hacmi, 2001 yılında yüzde 1,5 büyüyecek; Türkiye, Allah'a şükür, yüzde 13-14 civarında bir ihracat artışını gerçekleştirmek üzere. Bu, bütün bu zorluklara rağmen büyük başarıdır ve dünyada piyasalar tarafından da takdir edilmektedir.

Cari işlemlerdeki olumluya gidiş, ihracata dayalı büyümenin başlangıcının göstergesidir ve sanıyorum, son haftalarda, artık, yavaş yavaş, biraz daha iyimser olmak için gerçek göstergeler vardır; yani, sadece projeksiyonlar değil, fiilen gerçekleşen göstergeler vardır.

İkinci önemli konu eşgüdüm. Bazı konuşmacılar bunun altını çizdi. Gerçekten, bir ekonomik programın başarıya ulaşması için, eşgüdüm içerisinde yürütülmesi, eşgüdüm içerisinde gelişmesi çok önemlidir. Çokbaşlılık, herkeste iyi niyet bile olsa, kararların yeterli ölçüde hızlı verilmesini bazen engelliyor ve kararların uygulanması safhasında da bazı sorunlar çıkartıyor. O konuda, sanıyorum, ekonomiyle ilgili bütün arkadaşların biraz daha çalışmaları ve eşgüdümü kuvvetlendirmeleri gerekiyor.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, gerçekten, sizlerin de desteğinizle, sanıyorum, bu yasalar, bu reformlar uygulanabilirse ve inanarak uygulanılabilirse; yani, zorla değil, hakikaten inanarak uygulayabilirsek bunu, Türkiye bu bunalımı önümüzdeki yıl atlatacaktır, büyümeye geçecektir.

Tekrar ediyorum, bizi, hep, Arjantin'le aynı kefeye koydular; bu iş bitmiştir. Türkiye buradan sıyrılıyor, bu krizi atlatıyor havası, artık, piyasalara yerleşmeye başladı. Bunu, sanıyorum, hep birlikte desteklememiz lazım. Benim, tabiî, gönlümde, hızlı büyüyen ve -kendi şahsî felsefemi de yansıtan- hem sosyal adalet içerisinde hem de demokrasi içerisinde yaşayan bir ülkenin altyapısını sizlerin oylarınızla oluşturuyoruz, oluşturuyorsunuz. Bu konuda, sanıyorum, daha da hızlı ilerleyerek çok iyi neticeler alabiliriz.

Son bir ricam var sizden: Bir program çok samimî olarak uygulanırsa, ciddî bir destekle uygulanırsa, çok daha başarılı olur ve başarı şansı çok artar. Görüşünüzü belirtirken, oyunuzu verirken, gerçekten sizden ricam, samimî olarak, kendi isteğiniz, kendi düşünceniz yönünde kullanın. Muhalefete çok derin saygım vardır. İktidar milletvekilleri, hakikaten, bu desteği isteyerek ve samimî olarak vereceklerse, onlara da çok teşekkür ederim.

Teşekkür ederim, sağ olun. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Bakan.

Görüşmeler tamamlanmıştır.

Gensoru önergesiyle ilgili oylamanın açık oylama biçiminde yapılması yönünde bir istem vardır.

Şimdi, istemde bulunan arkadaşlarımızdan 15 kişinin burada hazır olup olmadığını arayacağım ve oylamanın şeklini belirleyeceğim.

Sayın Yasin Hatiboğlu?.. Burada.

Sayın Veysel Candan?..

AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Ahmet Cemil Tunç tekabbül ediyor.

Sayın Mehmet Bekâroğlu?.. Burada.

Sayın Lütfü Esengün?.. Burada.

Sayın Mustafa Kamalak?.. Burada.

Sayın Zeki Çelik?.. Burada.

Sayın Mustafa Geçer?.. Burada.

Sayın Latif Öztek?.. Burada.

Sayın Rıza Ulucak?.. Burada.

Sayın Lütfi Doğan?.. Burada.

Sayın Musa Demirci?.. Burada.

Sayın Süleyman Arif Emre?.. Burada.

Sayın Ahmet Sünnetçioğlu?.. Burada.

Sayın Yaşar Canbay?.. Burada.

Sayın Ahmet Demircan?.. Burada.

Sayın Osman Yumakoğulları?.. Burada.

Sayın Ali Oğuz?.. Burada.

Sayın Ali Gören?.. Burada.

Sayın Nurettin Aktaş?.. Burada.

Bu sayı yeterli.

Sayın milletvekilleri, açık oylamanın şekli hususunda Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Açık oylamayı elektronik oylama cihazıyla yapacağım. 3 dakikalık süre vereceğim.

Bu süre içerisinde sisteme giremeyen arkadaşlarımızın teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen arkadaşlarımızın, aynı süre içerisinde oy pusulalarını Başkanlığımıza ulaştırmalarını; bu arada, vekâleten oy kullanacak sayın bakan varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve imzasını taşıyan oy pusulasını belirlenen süre içerisinde Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN- Efendim, süre sona ermiştir.

Efendim, Sayın Şamil Ayrım, sisteme yanlışlıkla girmiş; ama, süre sona ermiş. O süre içerisinde ret pusulası geldi. Sistemdeki oyunun ret olarak değiştirilmesini...

(11/23) esas numaralı Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması hususunda yapılan açık oylamanın sonucunu okuyorum: 314 üye katılmış; kabul 102, ret 212.

Bu sonuca göre, önergenin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına İlişkin İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının görüşmelerine başlayacağız.

2. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile aynı mahiyetteki kanun teklifinin görüşmelerine başlayacağız.

3. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısının görüşmelerine başlayacağız.

4. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısının görüşmelerine başlayacağız.

5. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal  İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısının görüşmelerine başlayacağız.

6. - Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

7. - Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı: 724) (1)

BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu, 724 sıra sayısıyla  bastırılıp, dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 18.10.2001 tarihli 9 uncu Birleşiminde alınan karar gereğince, İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilen tasarının bir bölüm olarak görüşülmesi ve sadece tümü üzerinde görüşme yapılması; gruplar, komisyon ve hükümet adına yapılacak konuşmaların 20'şer dakika, kişisel konuşmaların 10'ar dakika olması, maddeler okunmaksızın tümünün oylanması; tasarı üzerinde hükümet ve komisyonun 1'er, milletvekillerinin de 3 önerge verebilmesi, önergelerin kabulü halinde tümünün kabul edilen önergelerle birlikte oylanması kabul edilmiştir.

Bu karar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu gündeminin iç kapağında da yer almaktadır.

Tasarı üzerinde söz isteyen arkadaşlar...

Saadet Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç. (SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika Sayın Akgönenç; buyurun.

SP GRUBU ADINA OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medenî Kanun, uzun yıllardan sonra, yeni bir şekilde hazırlanarak Yüce Meclisin oylamasına sunulmuş ve bu şekilde, Genel Kurulda, çeşitli bölüm ve maddeleri tartışılarak onaylanmıştır. Epey yoğun çalışmalardan sonra, ortaya, birçok yönüyle yeni bir Medenî Kanun çıkmıştır. Temenni ederiz ki, yapılan bütün değişiklikler, içine girmiş bulunduğumuz yeni yüzyılda, ülke ve toplumumuzun ihtiyaç ve şartlarına cevap verebilecek nitelikte olsun.

Kanunlar, toplumların sosyal yaşantı ve ihtiyaçlarının bir sonucu ve ürünüdür; ihtiyaçların baskısıyla şekillenen bir düzenlemeler sistemi ve silsilesidir.

Kanunların başarılı olması ve etkili bir şekilde uygulanabilmesi için, onların, geniş, sağlam ve toplumun ruhunu ve ihtiyaçlarını yansıtan bir hukuk felsefesi esasına dayanmış olması da gerekmektedir. Hukuk felsefesi ise, toplumun sosyal ve etnik değerlerinin, manevî ölçülerinin ve adalet duygusunun birleşimiyle ortaya çıkan bir temel çerçevedir. Böyle bir temel çerçevenin ve hukuk felsefesinin oluşması için, bir devamlılık gerekmektedir. Üstünde kurulduğu esaslar da geniş bir tarihî temele dayandırılmalıdır. Böylece, oluşan sentez, tabiî bir evrenin sonucu olup toplumca kabul edilen kanunlar olmalıdır.

                                     

(1) 724 S. Sayılı Basmayazı tutanağına eklidir.

Bugün, burada yürürlük maddesini tartıştığımız bu Medenî Kanun, her ne kadar, üzerinde emekler harcanmış ve topluma yenilikler sağlamaya çalışılmış olsa da, tatminkâr olmaktan uzaktır. Bu Medenî Kanun, hâlâ, hakikî anlamda bizim kendi toplumumuzun bir ürünü ve onun ihtiyaçlarına cevap veren bir sentez değildir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; elimizdeki bu Medenî Kanun, İsviçre Medenî Kanunundan aldığımız günlerin üzerinden üç çeyrek asır geçmiştir. Bu dönem içinde dünya yüzündeki siyasî sistemler, toplumlar ve ihtiyaçlar, beklentiler de değişmiştir. Bunlara paralel olarak, bizim kendi toplumumuzda da büyük değişimler olmuştur. Türk toplumunun nüfusu artmış, gençleşmiştir. Küreselleşme etkisini göstermiştir; onun getirdiği müspet veya menfî birçok etki, kendisini toplumda hissettirmiştir. 20 nci Yüzyılın sonlarında ise, örnek aldığımız İsviçre kanunları bile farklı hale gelmiştir; ama, nedense, Türkiye'deki gelişmeler hiç de aynı doğrultuda olmamıştır.

Her şeyiyle ileriye hamle yapmaya çalışan, Avrupa Birliğine girerek Batılılaşma evresini tamamlamaya uğraşan ülkemizde, Medenî Kanunun yapılışından bugüne kadar geçen uzun zaman dilimi içinde, kendi toplumumuzun has ihtiyaçlarına, kendi insanlarımızın öz değerler sistemine uygun, özgün bir yeni medenî kanun hazırlanmamıştır. Sadece bu kadarla da kalmayıp, yine kendimize uygun bir hukuk felsefesi de geliştirilmemiştir. Zaman içinde, ihtiyaçlar gerektikçe ve şartlar zorladıkça palyatif tedbirler alınmış; yani, o anı kurtaracak ve belli ihtiyaçları karşılayacak tamirler yoluna gidilmiştir. Toplumun, bu tutum ve yaklaşımının sebeplerini anlamak da güçtür ve merak konusudur. Tabiî ki, ilk sorulacak şey, neden bu derece elzem bir çalışmanın daha önce yapılmadığı konusudur. Sebeplerden biri, belki de, bizde, Batı Avrupa dünyasında veya genel Batı dünyasında olduğu gibi, toplumu yakından ilgilendiren konuların çeşitli platformlarda rahatça tartışılıp olgunlaştırılamaması ve bu konularla ilgili ciddî lobi faaliyetlerinin yapılmamış olmasıdır. Bundan daha da mühimi, tabandan gelen ses ve taleplerin önemsenmesi ve dikkate alınması geleneğinin de, henüz, tam olarak ülkemizde yerleşmemiş olmasıdır. Aksi takdirde, böylesine önemli ve yaşamımızı her yönüyle etkileyip düzenleyen bir kanun, bu derece gecikmeyle ve yine, sonunda, sadece bazı ilave ve düzeltmelerin yapılmasıyla çağdaşlaştırılmaya çalışılması başka türlü izah edilemez. Acaba, toplumumuz, bundan daha iyisini yapamaz mıydı veya neden yapmadı?

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kadınlarımızın durumuna gelince, yine aynı suali sormak istiyorum: Neden, bu kadar zaman içinde, medenî hukukta, kadınlar için gerekli ve köklü değişiklikler istenilen ölçüde yapılamamıştır? 1934'lerin Türk kadınına, o zamanın Avrupalı muadillerinin bile elinde olmayan pek çok yetki ve hakları layık gören Büyük Atatürk ve mesai arkadaşlarının yaptıklarının yarısı bile daha sonraki dönemlerde yapılamamıştır, yapılmamıştır.

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, zamana karşı bir yarış vardı. Liderler ve toplum, pek çok olayı çok kısa bir döneme sığdırmaya ve devrimlerin yarattığı o heyecan ve dinamizmin içinde kalıcı evrimler yaratmaya çalışmaktaydılar. Dolayısıyla, böyle durumlarda hızlı çözümlerin aranması tabiî karşılanabilir; ama, ondan sonra geçen zaman içinde, yani, yetmişbeş yıllık zaman içinde, aynı şevk ve kararlılığın neden gösterilmediği ve nihayet, 2001 yılının sonunda, âdeta yamalı bohça yapılırcasına bir Medenî Kanun düzeltilmesine neden başvurulduğu, anlaşılabilir bir olay değildir.

Başka bir önemli husus da, bugün getirilmeye çalışılan birçok değişikliğin, hangi esas baz alınarak veya hangi ana kitle hedef tutularak yapılmaya çalışıldığının net olarak anlaşılmamış olmasıdır. Türk kadınına, geniş bir kitle genellemesi anlayışı içinde hizmet verilemez. Yapılan değişikliklerde, acaba, hedef, geniş tarım ve kırsal kesim kadını ve onların haklarının iyileştirilmesi midir; yoksa, hedef, küçük köy ve kasabalardaki kadınlar mıdır? Acaba, sonunda, yine, değişikliklerden en çok yararlanacak olan büyükşehir kadınları mı olacaktır? Bunların kaçta kaçı, gerçekten, yararlanma yollarını bilecek, kullanacak veya anlayacaktır?

Değerli milletvekilleri, Türkiye, sosyal yapısı itibariyle ataerkil yapıya sahip bir ülkedir. Yurdun çeşitli bölgelerinde, uzun yüzyıllar boyunca, bölgesel, tarihsel şartlar altında gelişmiş bulunan töreler, örf ve âdetler mevcuttur. Bunların çoğu, yer ve zamanda, dinî öğreti ve öğütlerden daha baskın çıkmakta, uygulanmaya konan kanunlardan daha etkili hale gelebilmektedirler. İnsanlarımızın, töre ve geleneklerini, çoğu zaman, diğer bütün öğretilerden üstün tutup, körü körüne uygulayacak kadar ileri gittikleri bilinmektedir; hele, konuların, aile ve yakınlarını ve özellikle de kadınları ilgilendirdiği durumlarda. Kendi yörelerimizin gelenek ve törelerini hatırladığımızda, kadınların insan haklarını bırakın, kadınların miras haklarının uygulanmasında, diğer sosyal kurumlarda, mevcut yazılı kanunlar ile o kanunların uygulamaları arasındaki büyük fark ve uymazlığı, derhal, net olarak hatırlayabileceksiniz. Bu farklılıkların ve yöresel uygulamaların kadınlarımızı ne kadar mağdur ettiği de bilinen bir gerçektir. Böylesine derin ve eski köklere dayanan uygulamaların, şimdi yapılan kısmî ve palyatif değişikliklerle tatminkâr bir şekilde düzeltilemeyeceği de ortadadır. Halkın günlük yaşamında adil davranılmayan, eşit muamele görmeyen kız ve kadınların, daha sonra eşitliği anlamasına ve çocuklarına öğretmesine de imkân yoktur. Adalet ve eşitlik, bir toplumun manevî dokusunu güçlendirir; bunun eksiği de, tam zıddı bir etki yaratır. Kadınlar için sürekli "eksik etek", "saçı uzun, aklı kısa", "kaşık hırsızı" gibi aşağılayıcı söylemler, şuur altlarına yerleşerek, daha sonra hareketlere yansıma şeklinde ortaya çıkar, sosyal değerlendirme olgusunu ve olaylara bakış tarzlarını yaratır. Anadolumuzda çocuklarının sayısı sorulduğunda, sadece, erkek çocuklarının sayısını söyleyip kızları "nasıl olsa gidici" diyerek kale bile almayan bir tutum, kanunlarda yapılacak değişikliklerin nasıl derin güçlüklerle karşı karşıya olduğunun en iyi işaretidir. İşte, her şeyden önce bunların düzeltilmesi gerekmektedir.

Benim başta ifade ettiğim gibi, toplumun değer yargıları, etik ölçüleri, buna dayanan hayat görüşü ve hukuk felsefesi, hem hukukun yapılışında ve daha da önemlisi, hukukun işleyişinde ve uygulanışında etkili olmaktadır.

Sayın arkadaşlar, değerli milletvekilleri, Değerli Başkan; hukuk, adaletin üstüne inşa edilmiş bir sistemdir. Bu sebeple "adalet, mülkün temelidir" denir. Adil olmayan bir sistem, hukukun olmaması kadar tehlikeli bir durumdur; âdeta, sosyal patlamanın nüvesini teşkil eder. Medenî Kanunda yapılacak tüm değişikliklerin tam anlamıyla adil olmasına da mutlaka dikkat edilmelidir. Hele hele, aile hukuku içinde hakkaniyet ölçüleri asla unutulmamalıdır; töre, örf ve âdetlerin, adalet duygusunu zedelememesine büyük özen gösterilmelidir.

Mesela, ülkemizde bütün ömrünü ailesine, kocasına, çocuklarına adamış, gücünün elverdiğince ailede her şeye katkıda bulunmuş kadınların, her zaman emek ve gayretlerinin  karşılığını aldıkları veya yaşlandıklarında güvence altında oldukları pek de iddia edilemez.  Çoğu zaman yaptıklarını bir karşılık beklemeden yapan bu fedakâr analar, eşler, kardeşler ve kızlar, çoğu zaman hakları olan mirası bile tam olarak veya adilane olarak alamadıkları, bilinen, ama, pek de konuşulmayan bir gerçektir. Bunun yanı sıra, araya bir başka kadının girmesiyle vaki olan ayrılıklarda, tam anlamıyla hakkaniyet ortadan kalkmaktadır. Ticaret Kanunumuzda bulunan maddeler icabı da, özellikle büyük ve pahalı eşyaların satışında, eşyaların aidiyeti, belli bir maddî geliri ispatlanan kocanın üzerine yapılmaktadır. Tüccar, bunu, kendisi için bir garanti olarak görmektedir; ama, bu malların edinilmesinden sonra, herhangi bir sebeple ayrılan eşler arasında mal paylaşımı konusunda büyük sorunlar yaşanmaktadır. Paranın ödenmesinde kadınların katkısı bulunsa bile, bunların tümü kocanın üstüne kayıtlı göründüğünden, eşyalardan hak talep etmeleri, âdeta imkânsız olmaktadır. Sorunlar, sadece bölüşmeyle de kalmayıp, mal kaçırmalar veya birbirinin malına zarar verme noktalarına kadar götürülmektedir. Genelde, bu durumlarda, en çok kadınlar mağdur durumda kalmaktadır. Yani, mal rejiminin getirdiği edinilmiş malların paylaşılması da yürürlüğe girdikten sonra, yeni bir problem daha ortaya çıkacaktır. Kanun yürürlüğe girdiği anda, aynı toplumda, farklı statülerde yer alacak kadınlarımız olacaktır. Muhakkak olan şudur ki, yürürlük tarihinden sonra evlenen çiftlerin durumu daha net ve olumlu olacaktır. Daha önce evlenmiş olanlar için, şayet "bu kanun, evlilik akdinin yapılışı tarihinden itibaren geçerlidir" ibaresi taşımazsa, hiçbir şekilde, edinilmiş mallardan özel bir hak talep edebilme imkânı tanımayacaktır. Yani, biraz daha önce evlenmiş olan kadınların kaderi, tamamen kocalarının vicdanları ve değer ölçülerine bırakılmış olacaktır.

Endişe edenlerin sadece kadınlar olmayıp, birçok erkeğin de, uygulamalardan endişe duyduğu ve yeniliklerin kendilerine zarar vereceği yolunda bir inanca sahip oldukları da bilinmektedir. Bu konuda geniş kapsamlı bir eğitim kampanyası şarttır ve hemen uygulamaya konulmalıdır. Burada, medyaya, sivil toplum örgütlerine büyük görevler düşmektedir. Kanunun ruhunun ve uygulanmasının doğru anlatılması, tam olarak neler getirip neler götüreceği, topluma, açık, net ve teker teker anlatılmalıdır.

Bu arada, sadece eşler değil, onların ebeveynlerinin tutumları da göz önüne alınmalıdır. Mesela, gelinlerinden hoşnut olmayan bazı ebeveynlerin kendileri hayattayken oğullarına yapacakları hediyelerden daha şimdiden vazgeçtikleri, şimdiden imtina etme temayülüne girdikleri de, bu kanun çalışmaları sırasında bizlere ulaşan bilgiler arasında yer almaktadır.

Toplumu doğru aydınlatmak gerekmektedir. Bunca yıl çıkması beklenen Medenî Kanun, sonuç itibariyle evli kadınlara yeni bir şey getirmeyeceğe benzemektedir. Bu durumda birçok kişi tarafından şöyle bir ifade kullanılmaktadır: Kanun yapıldı; ama, ortada kanun yok, kanunun etkisi yok, ortada düzeltilen bir pozisyon yok. Değerlendirmeler, maalesef, bu yönde odaklaşmaktadır. Gelişmeler böyle algılanmakta ve büyük bir hayal kırıklığına sebep olmaktadır.

Bütün bunlar göz önüne alınarak, yürürlüğe girme tarihinin sosyal adalete yardımcı olması, hedef kitlelerin çok daha büyük bir kısmının yararlanması amacıyla evlilik kontratının yapıldığı tarih esas alınarak değerlendirilmesini sağlayacak bazı düzeltmelerin de gerekli olduğuna inanmaktayım. Esasen, kabul edilen hukuk prensiplerine göre, yeni kanun kişinin lehine bir sonuç yaratabilecek ise ve bu daha hakkaniyete yönelik bir işlem ortaya çıkarıyorsa, bu yönde kullanılmalıdır. Mademki maksat mağduriyetin ortadan kaldırılması ve kadınların durumlarının düzeltilmesidir, o halde, bu husus mutlaka dikkate alınmalı ve ona göre bazı uyarlamaların yapılması gerekmektedir.

Yine, kanun, her yönüyle yapıldığı ve hizmet vermeyi hedeflediği toplumun değer ölçülerine, adaletine, adetlerine, hukuk ve adalet anlayışına, toplumun değişen şartlarına da uygun olmak zorundadır.

Bu düşüncelerle, yeni kanunun hayırlı olması dilek ve temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Akgönenç.

MHP Grubu adına Sayın Salih Erbeyin?.. Yok.

Sayın Melek Denli Karaca?.. Yok.

DYP Grubu adına, Tokat Milletvekili Ali Şevki Erek.

Buyurun Sayın Erek. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Doğru Yol Partisi Grubu adına, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Bugün görüştüğümüz kanun tasarısı, kısa adıyla, tatbikat kanunu. 864 sayılı Kanunu Medenînin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun, bugün, şimdi görüştüğümüz bu 724 sıra sayılı kanun tasarısıyla kalkacak ve onun yerini, kısa adıyla tatbikat kanunu olarak, bu yasa alacak.

Değerli arkadaşlarım, şöyle bir icmal yaptık: Aşağı yukarı 24 Ekim'den 22 Kasım'a kadar, bir aya yakın, yeni çıkan Medenî Kanun gündemimizi işgal etti. Tam 128 üye arkadaşımız söz aldı Medenî Kanun hakkında, Sayın Bakan dahil. 1 434 sayfalık bir tutanak tutuldu Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarında; 19 oturum, 8 birleşim yapıldı ve saat olarak da 31 saat 43 dakika sürdü yeni Medenî Kanunun görüşülmesi. 29 tane önerge verildi; bu önergelerden 10 tanesi kabul edildi, 18 tanesi reddedildi, 1 tanesi de geri çekildi.

Şimdi, bu kadar konuşulan, üzerinde durulan, esasında, gerekçeye bakarsak dört yıldan beri gündemde bulunan; ama, Sayın Bakanın ve diğer arkadaşlarımızın ve bizim bildiğimiz gerekçelere bakarsak, 1950'den beri değiştirilmesi öngörülen, gerçekten toplum hayatımızın en önemli bir umdesi olan Medenî Kanunun tatbikat kanununu şu anda görüşeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, tatbikat kanunu görüşülürken, şöyle bir soruya meydan vermemek lazım: 1030 maddelik Medenî Kanun görüşüldü, müzakere edildi -biraz evvel de sizin söylediğiniz gibi- uzun uzun üzerinde duruldu; o halde, görüşülen, kesinleşen bir kanunun üzerinde başkaca bir fikir yürütmeye gerek yoktur gibi bir suale maruz kalabiliriz; ama, hemen ilave edeyim ki -adını da biraz evvel, eski, yeni ismiyle söylediğim gibi- bu kadar önemli bir kanunun, adına tatbikat kanunu dediğimiz bir kanunun görüşülmesinde, ister istemez, kabul ettiğiniz Medenî Kanun üzerindeki görüşleri de, tatbikat açısından, bir kere daha gündeme getirmekte yarar olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, öyle gözüküyor ki, 21 inci Yüzyılın gereklerine Medenî Kanunun değişikliği de uydu. Maddiyata yönelen dünyada, Medenî Kanun da, bu dünyada ve uygulamada, maddiyatın daha çok ağırlıklı yer işgal etmesine yer verdi. Tabiî, burada maddiyata ağırlık verilince işin manevî donanımını ihmal mi ediyoruz; hayır, etmememiz lazım.

Onu vurguladıktan sonra, bu kanunun, yürürlüğe girdikten sonra da, önemli ölçüde birkısım sıkıntılara, birkısım itirazlara ve birkısım, özellikle mahkemelerde, çok uzun süren safhalara maruz kalacağını, burada, ifade etmek istiyorum. Eldeki verilere göre, bugün, Türkiye'de bir hukuk davasının normalde süresi 400 ile 500 gün arasında değişiyor. Hele, biraz sonra, uzun uzadıya incelemeye çalışacağımız kanun maddelerine geldiğimizde, mal rejimlerine geldiğimizde, geçmişe şamil olup olmama konusunu irdelediğimizde, özellikle, mahkemeler bazında, bilirkişiler bazında, mal ihtilaflarında, boşanmalarda, mal rejimlerinin tefrikinde ve uygulamalarında, fevkalade uzun sürecek mahkemelerle karşı karşıya kalma ihtimalini burada, sözlerimin başında belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Medenî Kanun görüşülürken, bu 31-32 saat ne konuşuldu. Arkadaşlarımızın bazılarına baktığımızda, ben, zaman zaman, Medenî Kanunun reddedileceği hükmüne dahi, kanaatine dahi vardım; öyle ki, iktidar mensubu arkadaşlarımız Medenî Kanunun birçok yerini fevkalade ağır bir eleştiriye tuttular. Ben hemen ifade ediyorum, tam 75 yıldan beri Türkiye Cumhuriyetinde uygulanan ve bugüne kadar da ortaya bir alternatifi konulmayan bu kanun, hatasıyla, yanlışıyla, hayrıyla şerriyle, doğrusuyla, artısıyla eksisiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseridir ve üzerinde çalışılmıştır.

1950'lerde, rahmetli hocam Hıfzı Veldet Velidedeoğlu derslerimize girmediğinde biz sorardık, hoca nereye gitti? "Hoca, Ankara'daki Medenî Kanun Tadil Komisyonuna Başkanlık etmeye gitti" denirdi.

Şöyle bir tarihi çizgisine bakıyoruz; aşağı yukarı, birkısım arkadaşlarım buradaki konuşmalarında, özellikle, kaldırılan, şu anda eski duruma düşen Medenî Kanunun 9 değişikliğe muhatap olduğunu söylediler; hemen burada düzelteyim, eski Medenî Kanun, 1938'den 1997'ye kadar tam 14 değişikliğe maruz kalmıştı, tam 70 maddesi değişmişti; bu yasalardan 11'i direkt Medenî Kanuna yönelikti, birisi çerçeve kanun hükmündeki kararname idi, birisi ticaret ve nüfus kanunu dolayısıyla dolaylı olarak bu kanunu tadil ediyordu. Öyle gözüküyor ki, arkadaşlarımızın beyanlarını öyle anlıyoruz ki, özellikle mal rejimi konusunda komisyonlardaki değişimi öyle gözlemliyoruz ki, bu konuda önümüzdeki günlerde tatbikat kanunu çıktıktan sonra da, herhalde, yeni çıkan Medenî Kanunu da birkısım değişiklik teklifleri, değişiklik tasarıları kovalayacaktır; uygulamanın böyle bir mecraya doğru gittiği, konuşmalardan ve halkımız üzerindeki etkisinden anlaşılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, şu anda Yüce Meclisçe kabul edilen ve tatbikat kanununu görüştüğümüz Medenî Kanunun uygulamasında, acaba, bizi zorlayacak, göz önünde bulundurulması lazım gelen meseleler hangisi? Bunları biraz sonra sayacağım.

Tatbikat kanunu 6 kısımdan müteşekkildir. Bu 6 kısmın birincisi genel hükümlerdir, ikinci bölümü kişiler hukukudur, üçüncü bölümü aile hukukudur, dördüncü bölümü miras hukukudur, beşinci bölümü eşya hukukudur, altıncı bölümü diğer hükümlerden müteşekkildir. Bunları ayrı ayrı izah etmeye kalksak, bize verilen 20 dakikanın yetişmesi mümkün değil; çünkü, eski tatbikat kanunu 49 maddeydi, şimdi görüştüğümüz tatbikat kanunu 25 madde. Bir maddeye bir dakika ayırsak bile mümkün değil; ama, en çok üzerinde durulması ve vurgulanması lazım gelen hususları burada bir kere daha tarihe not düşmek bakımından, zabıtlara geçirmek bakımından ifade etmekte fayda vardır.

Tatbikat kanununda "eski kanun" tabiri geçiyor, 1 inci maddenin ikinci fıkrasında "eski kanunda geçen hususlar..." Biraz sonra söyleyeceğim istisnaî maddelerin kapsamına girmediği takdirde, acaba, 1 inci maddenin ikinci fıkrasında sözü edilen eski hukuktan ne anlayacağız? 864 sayılı eski tatbikat kanununun kastettiği eski hukuk ile şimdi konuştuğumuz tatbikat kanununun kastettiği eski hukuk arasında bir fark var. Eski tatbikat kanununa göre eski hukuk, şerî hükümlerden müteşekkil, daha ziyade mecellei ahkâmı adliyeyi ilgilendiren hükümleri kapsıyordu. Bugün görüştüğümüz tatbikat kanununun eski hukuk kısmına, şerî hükümler, Mecelle, aynı zamanda, ayın 24 ünde yenisini Yüce Mecliste kabul ettiğiniz kanun da, eski hukuk kavramı dahiline girmektedir.

Nedir eski hukuk? Eski hukuk, bizim daha evvel ecdadımızın tatbik ettiği ve ismine edillei erbaa, yani dört deliller dediğimiz hukuk sistemidir. Edillei erbaa; kitap, yani Kur'an-ı Kerim, sünnet -hadisi şerifler- icmaı ümmet ve kıyası fukaha. Aşağı yukarı -teşbihte pek hata olmaz ama- bugünkü kanunun 1 inci maddesinin şeklî serdedilişiyle beraber aynı anlama düşecek derecededir. Nedir; evvela Kitap, sonra hadisi şerif, sonra icmaı ümmet, sonra kıyası fukaha. Bugün yürürlükte bulunan Medenî Kanunumuzun 1 inci maddesi, eğer kanunda bir hüküm varsa, özüyle sözüyle hâkim onu tatbik edecek. Eğer, özüyle sözüyle tatbik edeceğin bir madde yoksa, örfüne ve âdetine, yeni tabirle geleneğine ve göreneğine bakacaksın, onu uygulayacaksın; her ne kadar, eski gerekçede "örf" ve "âdet" kısıtlayıcı bir anlam olarak ifade edilmiş olsa dahi. Eğer, bu da yoksa, uygulayacak bir örf ve âdet de bulamayacak iseniz -şu anda görüştüğümüz tatbikat kanunu da bunu amirdir- kararı verecek olan hâkim, kendisi kanun vazıı olsa idi; yani, kendisi kanun koyucu olsa idi, nasıl bir karar verecek idiyse, ona göre karar verecektir. Medenî Kanunun 1 inci maddesi cihanşümul bir maddedir, fevkalade büyük maddedir; sadece Medenî Kanunu kapsamaz, medenî hukuku kapsar, tüm insanî ilişkileri kapsar, fevkalade hayatî bir değere sahiptir.

Değerli arkadaşlarım, burada arkadaşlarımız o kadar çok temas ettiler ki -maalesef, çok kısa geçeceğiz- benim de dil konusuna dokunmadan geçmem mümkün değil. Aşağı yukarı, buraya çıkan her arkadaşımız dil meselesine temas etti. Tatbikat kanunu olduğu için, ben de kendimi bu dil meselesine temas etmekten kesinlikle alıkoyamayacağım.

Değerli arkadaşlarım, Türkçe dediğimiz, bize hayat veren dili, sadece burada Medenî Kanun dolayısıyla eleştirmiyoruz. Türk toplumu, maalesef, ifrat ve tefrit arasında bocalamıştır, ifrat ve tefrit arasında kalmıştır. Kimse dilin sadeleştirilmesine karşı değildir. Lazımül icra, gayri kabili içtinab, zuhuru gayrimelhuz vakıa... Biz, bunlar kullanılsın, bugünkü çocuklarımızdan bunların karşılığını isteyelim demiyoruz; ama, bunun bir ölçüsü var, ya 100 derece sıcak ya eksi 100 derece soğuk arasında bocalayıp duruyoruz.

Gerekçede, baktık "değiştirilen kelimeler", "değiştirilmesi mümkün olmayan kelimeler", "değiştirilmesinde fayda bulunmayan ıstılahlar -yeni tabirle, kavramlar-"  diye üç kısma ayırmışlar. Değerli Komisyon Başkanımız, Bakanımız da örnekler verdiler.

Eski Medenî Kanundan bir cümleyi alıp, onu sadeleştirdikten sonra, bilirkişi gibi, karşımızdakilere "bunu mu seçersiniz bunu mu seçersiniz" diye sorsak, gayet tabiî ki, sadeleştirmeyi öngörürler. Ama, ben, size bir örnek vereyim. Burada konuştuğumuz konu bir dil sempozyumu değildir. Medenî Kanun, Türkçenin yozlaştırılmasının bir başka parçasıdır. Türkçe, sadece Medenî Kanun itibariyle değil, tüm Türkiye'de, ecdadımızla, Ömer Seyfettin'le, Reşat Nuri Güntekin'le, Hüseyin Rahmi Gürpınar'la -Bakî'leri, Fuzulî'leri, Nefî'leri saymıyorum- tamamen, bir maziyle, kökle olan bağ, köprü, maalesef, önemli ölçüde zedelenmiştir.

Öztürkçecilikte aşırıya gitmek bakımından, rahmetli Atatürk'ün, bir sıra başvurduğu bu Öztürkçeleşme, sonradan Falih Rıfkı Atay'a ifade ettiği gibi "bunda aşırıya kaçılmıştır; doğal lisanı, tabiî lisanı takip etmekte fayda vardır" cümlesiyle ortaya konulmuştur.

Değerli arkadaşlarım, burada çok açık şekilde söylüyorum, Sayın Bakana söylüyorum, Komisyonumuza söylüyorum. "Hata", "hile", "tehdit", "tahsis" kelimelerinden ne istediniz Allah aşkına!

Ben size söyleyeyim; elimde bulunan şu kapağı, şu bardağın kapağını, doğan çocuğa, boyuna "kaşık" diye öğretsek, müsterih olunuz, on sene sonra, bunu gören "kaşık" diyecektir. Bu beyin, işlene işlene, söyleye söyleye... Yani, arılaştırdığınız bir kelime tutuldu diye, kendi kendimize bir methüsena yaratmayalım. Ne dediniz şuna "kaşık" dediniz, o öyle gider; çocuk büyür, onu "kaşık" diye öğretir. "Tehdit", "hata", "hile", "tahsis" gibi, artık yerleşmiş, sokaktaki adamın bildiği, profesörünün bildiği, âliminin bildiği, cahilinin bildiği bir kelimeyi, yasalarımıza, kanunlarımıza yerleşmiş bir kelimeyi değiştirmekte fevkalade bir büyük yanlışlık yapıldığını, bir büyük hatanın temadi ettirildiğini; yani, sürdürüldüğünü, burada ifade etmek istiyorum.

Niye "zilyet"e "tutkan" demediniz? "Zilyet"e "tutkan" diyen de var. Niye "Medenî Kanun"a "yurttaşlık kanunu" demedik? Sayın Bakanımız, burada izah ettiler. "Medenî Kanuna yurttaşlık kanunu demedik; çünkü, Medenî Kanun yerleşmiştir" diyorlar idi. Doğrudur. O zaman "hata"nın, "hile"nin, "tahsis"in neresi yerleşmemiş, "istifa"nın neresi yerleşmemiş?! Onun için, böyle aşırılığa kaçan bir davranışı şu bakımdan eleştiriyorum; yarın uygulamada, bu kanunlarda, bu kelimelerde, beş sene, on sene sonra bu hataları göreceğiz.

Değerli arkadaşlarım, kanun maddelerinin, eski Medenî Kanun ile yeni çıkardığımız Medenî Kanun arasındaki kanun maddelerinin birbiriyle aynı şekilde karşılanmaması da bir büyük hatadır. Sayın Bakan lütfettiler, dediler ki: "Alfabenin 29 harfi yetmeyecek." Bence, bu konuda, hocalarımızdan, büyük emeği geçen hocalarımızdan ve diğer bu işin ehlinden rica edilip, bu husus söylense, maddeler arasında birlik sağlanacaktı, önümüzdeki uygulamada bir keşmekeş peşinen önlenecekti.

Değerli arkadaşlarım, bu kanunu hâkim tatbik edecek. Yüksek Yargıtayın eski başkanlarının söylevlerindeki birkısım sözcükleri burada tekrar etmiyorum. Bugün, devletin en yoksul kesimi, adliye binalarıdır, adliye müntesipleridir, zabıt kâtipleridir, yargı erbabıdır. Bu bakımdan, yargının tam işleyebilmesi için, onların maddî ve manevî şartlarının ikmal edilmesi lazım.

Bakınız, 1 inci maddeyle, hâkime kanun koyucu yetkisini veriyoruz. Eğer hâkim vicdanlı değilse, eğer hâkimin manevi donanımı noksansa, eğer hâkim birkısım etkilerin altında kalabilecek bir konum ve durumdaysa, istediğiniz kanunun tatbikini ona getirmeniz mümkün değildir.

Kanunun gelişi ve tümü hakkında söyleyeceğim çok husus var değerli arkadaşlarım. Hemen ifade edeyim -bunları ifade ederken, esası kaçırma durumuna girmek istemiyorum- biraz evvel, 6 bölümden oluştuğunu söyledim.Tatbikat Kanununun en önemli maddesi 1 inci maddesidir. 1 inci maddenin getirdiği ilke, eski tabirle "kanunlar makable şamil olmaz" diğer bir ifadeyle "kanunlar geçmişi etkilemez." Ana kaide, Medenî Kanun yürürlüğe girdiği andan itibaren olaylar ve sonuçları Medenî Kanuna tabidir; Medenî Kanun yürürlüğe girmeden evvelki olaylar ve sonuçlar da, eski yürürlükte olan kanuna tabidir. Bunun istisnası var mıdır; bunun istisnası vardır; bunun, üç istisnası vardır: Birisi -yasa tabiriyle söylüyorum- genel ahlak ve kamu düzeni. Bir diğeri, muhteviyatı tamamen yasayla tespit edilmiş ilişkiler. Bir diğeri de, kazanılmamış haklar; eski tabirle "muntazar haklar" beklenen haklar. Bir kanun, geçmişe şamil olmayacaksa, ya genel ahlaka taalluk edecek ya gelecek bir hak olacak veya içeriği, muhteviyatı kanunla tatbik edilecek.

Birer misalle meseleyi söyleyeyim. Eski Medenî Kanunumuzda, eşlerin, dayı, teyze, hala, ve amcayla içtima etmesi, yani aynı mirastan pay alıp almamaları konusunda... Eş, dayı, amca, hala ve teyzeyle mirasçı olamıyordu eski Medeni Kanunda.  Yeni Medenî Kanunda, eş, dayıyla, halayla, amcayla hissedar olabilme hakkına sahiptir. Eğer, vefat, Hak'kın rahmeti eski kanunda vuku bulmuşsa, eski kanun hükümleri cereyan edecektir. Dolayısıyla, yeni medenî kanun hükmü, eskiyi kapsamayacaktır.

İçeriği kanunla belirlenmiş konulara bir örnek vereyim: Bu, daha ziyade, çocuğun malının anne ve baba bakımından tasarruf keyfiyetidir. Çocuğun malı vardır, çocuğun bankada parası vardır; anne ve baba, çocuğun iaşe ve ibatesi için masrafları yaparlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Erek, 2 dakika içinde toparlayınız.

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Muhteviyatının tanzim edildiği bu münasebette, anne-baba, çocuğun parasından artakalan parayı kendi hesaplarına, kendi ceplerine intikal ettirebiliyorlardı; kanunda yazılı masrafları yaptıktan sonra, anne-baba, artan parayı, yine çocuğun hesabına aktaracaklardır.

Beklenen haklar, kazanılmak üzere olan muntazar haklar konusunda bir örnek vereyim; bu, hem genel ahlaka, kamu düzenine giren bir örnektir hem de gelecek haklarla ilgili bir örnektir: Bu kanunumuza göre, evlenme yaşı, 17'yi bitirip 18'den gün almayı getiriyor; eski kanunumuza göre, 16 ve 17 yaşında da evlenme söz konusu idi. 16 yaşındaki bir kızımız ile 20 yaşındaki bir evladımız evlendirme memurluğuna müracaat ettiler; ne zaman müracaat ettiler; 1999'da; fakat, düğünü bugüne bıraktılar; bugüne bırakınca, şu anda tatbik edilecek kanun, beklenen haklar bakımından, mevcut Medenî Kanunumuzdur; ama, 21 Kasımda bu nikâh töreni yapılsaydı, bugünkü yasaya göre, bu evlenme, geçerli bir evlenme olacaktı.

Değerli arkadaşlarım, bu kanunun en büyük hususu, en büyük konusu, mal rejimleri konusudur. Mal rejimleri ikiye ayrılır; birisi, yasal mal rejimi, kanunî mal rejimi; öbürü, akdî mal rejimi. Yasal mal rejiminden şunu anlıyoruz: Eğer taraflar herhangi bir tercihte olmazlarsa, otomatikman tabi oldukları mal rejimini gösterir; bunu beğenmiyorlarsa, sözleşmeyle, tercih ettikleri, kanunda yazılı bir mal rejimini kendilerine uyarlayabilirler. Yeni Medenî Kanun, eski Medenî Kanuna göre büyük bir direksiyon kırmıştır. Yasal mal rejimi, mal ayrılığından, kazanılmış mallara katılma şeklinde değişmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erek. Süreyi uzattım ben. Biliyorsunuz, ikinci kez uzatmıyorum.

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Sayın Başkanım, hiç beğenmediğim huyunuzu biliyorum; ama, mikrofona müracaat etmeden tamamlayacağım.

BAŞKAN - Ama, sizin, İçtüzüğe ve Genel Kurulun aldığı kararlara saygı duyacağınızı umuyorum ben de efendim.

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Buna rağmen bitireceğim; çünkü, mal rejimleri konusunda arkadaşlarımızın da önergeleri var. Bu, komisyonda da çok büyük bir çekişmeye sebebiyet verdi. Eşitliği istiyoruz. Kadınlarımızın haklarının yenilmemesini istiyoruz. Bu arada, erkeklerimizin ve çocukların haklarının da yenilmemesini istiyoruz. Böyle bir uzlaşmayı, tabiî ki, Yüce Meclis, önergelerle ve kararlarıyla bulacaktır.

1030 maddelik Medenî Kanun ve 25 maddelik tatbikat kanununun memleketimize, milletimize hayırlar ve uğurlar getirmesini Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum; Yüce Meclisi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Erek.

Evet, kuralları uygulamak zor. Eğer, Türkiye, bugüne kadar getirdiği kanunları ve kuralları uygulamış olsaydı, bugün, Avrupa standardında bir ülke olurduk. Maalesef, kurallara itibarda hepimizin eksiklikleri vardır; o hususu da belirteyim. Ben, Türkiye Cumhuriyetinin en büyük organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı İçtüzüğe ve kurallara riayet etmekle kendimi sorumlu sayıyorum. Elbette ki, bu konuda bazı arkadaşlarımız huzursuz olabilir; ama, birine vereceğim 1 dakikalık fazla süre, diğer arkadaşlarımı da herhalde mutazarrır eder; o hususu da belirteyim.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkanım, ben de bir cümleyle cevap vereyim. Dediğiniz doğrudur; kuralı tam uyguluyorsunuz; ama, öyle işler vardır ki, bir 30 saniye, bir 1 dakika vermek, o işin gereğinin şartıdır.

BAŞKAN - Efendim, süreyi 20 saniye fazla verdim diye eleştirildim bu Genel Kurulda; onu da biliniz.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Bakınız, konuştuğumuz kanunun 1 inci maddesi dahi, hâkimi, kanun vazıı yerine koyuyor.

BAŞKAN - Şimdi, MHP Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Salih Erbeyin; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA SALİH ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Medenî Kanunun tatbikatıyla ilgili tasarı hakkında söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türk Medenî Kanunu gibi çok temel bir kanunun tek başına kabulü yeterli görülmemektir. Bu çeşit kanunlarda daima yürürlük ve uygulamayla ilgili intikal hükümlerini gösteren bazı düzenlemelerin yapılması da her zaman zorunlu görülmüştür. Buna ilişkin olarak değişik kanunlarda da tatbikat kanunları mevcuttur. Böyle bir kanun çıkarmak zorunludur; çünkü, böyle bir kanun çıktığı zaman, birtakım ilişkiler sona ermiş; ama, onlardan doğan uyuşmazlıklar henüz devam etmektedir. Yeni kurulacak ilişkiler vardır. Hangi ilişkilerin, hangi uyuşmazlıkların, hangi hükümlere tabi olduğunun belirtilmesi de hukukun bir gereğidir. O nedenle, bu çeşit temel kanunlarda bir de tatbikat kanunu veya şimdiki ifadesiyle, yürürlük ve uygulama şekli hakkında kanunun çıkarılması gereklidir. Bu tasarı da, bu gerekliliği yerine getirmektedir.

Bu tasarı 25 maddeden oluşmaktadır. Burada, temel hükümler, geriye işlemek veya işlememek bakımından, temel ilkeleri konulduktan sonra, her kitabın, Türk Medenî Kanununun her kitabın özelliklerine uygun olarak bazı intikal hükümleri konulmuştur. Böylece, kişiler hukuku bakımından, eşya hukuku bakımından, miras hukuku bakımından da ayrı ayrı intikal hükümleri mevcuttur.

Bu kanunun bazı hükümlerinin kamuoyunda yoğun bir tartışma götürdüğü de bir gerçektir. Bu tartışma sürekli devam edebilir. Şüphesiz, biz, burada, yasa koyucular olarak, en uygun, en adil çözümü bulmak gayesiyle hareket ettik. Hukukta temel ilke, kanunların geriye yürümemesidir; ama, birtakım yeniliklerin, kamu düzeni bakımından, genel ahlak bakımından geçmişe de şamil biçimde yürürlüğe konulmasında da öteden beri bir sakınca görülmemiştir. Bu yürürlük ve uygulama şekli hakkında kanun da bu temel düşünce çerçevesinde hazırlanmıştır.

Türkiye'de şu anda üç mal rejimi geçerlidir. Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra bu mal rejimi sistemi değişecektir. Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, eşlere, bu yeni mal rejimi konusunda bir seçme hakkı verilecektir.

Bu tasarıyla, artık, mal birliği rejimi ortadan kaldırılmaktadır; ama, edinilmiş mallara katılma rejimi yanında, diğer seçenekler olarak, mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı ve mal ortaklığı da kendi içinde bölümlere ayrılmaktadır. Ayrıca, her mal rejiminin içinde alt seçenekleri de mevcuttur.

Kanunun öngördüğü sınırlar içinde, eşler, her zaman, bu konuda sözleşme yapabilme hakkına sahiptirler; ama, yapmadıkları takdirde, yasal mal rejimi uygulanacaktır; yani, kabul ettiğimiz, edinilmiş mallara katılma rejimi uygulanacaktır. Boşanma bakımından ise, devam etmekte olan davalar bakımından, dava süresince eşlerin tabi oldukları mal rejiminin devam ettiği; davanın kabulle sonuçlanması durumunda, eşlerin tabi olduğu mal rejimine göre tasfiyenin yapılacağı; ama, retle sonuçlandığı takdirde, yeni bir altı aylık süre içinde bir seçme hakkına sahip oldukları ve bu süre içinde bu seçme hakkını kullanmazlarsa, yasal mal rejiminin, yürürlük tarihinden itibaren geçerli olacağı hükme bağlanmıştır. Buna göre, kanunun yürürlük tarihine kadar, bugünkü Medenî Kanun hükümlerinin uygulanmakta olduğunu zorunlu olarak kabul etmek durumundayız; çünkü, evlilikler, bu rejime göre yürümüşlerdir. Edinilmiş mallara katılma rejimi, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, ilk kez, 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek ve eşlere sözleşme için bir yıllık süre verilecektir. Şüphesiz, eşler, sözleşmeyle yasal mal rejimini de değiştirebilirler, başka bir mal rejimini de kabul edebilirler. Buna bir engel yoktur; ama, böyle bir sözleşme yapılmadığı takdirde, Medenî Kanun, yürürlükten kalktığı tarihe kadar, hükümlerini, mal rejimleri bakımından sürdürmeye devam edecektir. 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren, yani, yürürlükteki Medenî Kanunun yürürlükten kalktığı ve yeni bir Türk Medenî Kanunu yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeni yasal mal rejimine tabi olacaklardır. Böylece, makul, dengeli, adil bir çözüm bulunulma gayretinde olunmuştur.

Eşler, her zaman, evlenmeden önce ve evlilik sırasında, mal rejimi sözleşmesi yapabileceklerdir. Dolayısıyla, istedikleri tarihte bu yeni mal rejimini yürürlüğe koyabileceklerdir. Yaptıkları bir mal rejimi sözleşmesini de, her zaman, ortak iradeyle değiştirebileceklerdir.

Şüphesiz, burada, bizim bakış açımız, kanunda çizilen çerçeve içindedir; yani, kanundaki 4 rejimden birini, o rejimler içerisinde tanınmış olan alt seçenekleri, eşler dilediği takdirde, evlenme tarihinden itibaren de, böyle bir rejimi, yasal mal rejimini kabul edebileceklerdir; ama, kendileri bakımından önem taşıyan herhangi bir tarihi seçmelerine de mâni bir hal yoktur. Burada, içerik olarak seçilen mal rejimi, bu kanunda çizilen bir çerçeve içindir.

Hukukta temel kural, kanunların geriye yürümemesidir. Burada 1 inci maddede de bu temel ilke belirtilmiştir. Daha önce cereyan etmiş olaylar, yapılmış olan işlemler, o tarihte geçerli olan hükümlere göre değerlendirilecektir, geçerlilikleri o tarihteki hükümlere göre belirlenecektir. Dolayısıyla, kanunda, geriye doğru yürüyerek bir değişiklik yapılmışsa, o işlemleri yeni işlemlere göre geçersiz saymak söz konusu değildir. Bu, Türk hukukuna kazandırılan yeni bir uygulama da değildir. 1926 yılında 864 sayılı Medenî Kanunun Tatbikatı Hakkında Kanunun 1 inci maddesi de aynı ifadelerle yürürlüğe girmiştir; yani, 1926'da bu ilke Türk hukukunda mevcutlaştırılmıştır.

Her yasa, yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanır. Bu sayede kişiler, yeni yasanın kendileri için olumsuz hükümlerinden etkilenmeme güvencesini de elde etmiş olurlar. Aynı zamanda, bu, bir insan hakları maddesidir. Birçok uluslararası sözleşmede de, bu, ifadesini bulmuştur. 1926 yılında Türk hukukuna kazandırılmış olan bu ilke, bu tasarıyla, 1 inci maddede aynen tekrar edilmiştir. 1926 yılında altı aylık bir süre öngörülmüştür. Bizim Medenî Kanunumuzun kaynağı olan İsviçre'de bugün yürürlükte olan kanun da, değişen hükümleri dışında, 1907 yılında kabul edilmiş; fakat, 1912 yılında yürürlüğe girmiştir. Edinilmiş mal rejimi konusundaki değişiklik konusu da, İsviçre'de 1984 yılında kabul edilmiş; ancak, 1988 yılında yürürlüğe girmiştir.

Bu yasayla, vatandaşlarımıza bir yıldan fazla bir zaman verilerek, vatandaşlarımız bu konuyu düşünmek, değerlendirmek olanağına sahip olacaklardır. Mal rejimleri arasında da her birinin alt seçenekleri vardır. O nedenle, bunun kamu düzeniyle ilgili olmasını, bu çerçeve içinde, yani, tek bir çözüm değil, çeşitli seçeneklerden birini tercih etme konusunda da eşlere yeterince bir düşünme zamanı verilmektedir. Şüphesiz, eşler, yeni bir sözleşme yapabilirler, yaptıkları sözleşmeyi değiştirebilirler; ama, bir yıl içinde kabul edilecek şekle göre bir seçim yapmadıkları takdirde, neyin olacağını da yasada belirlemek zorunluluğu bulunmaktadır.

Bu duruma göre, bir defa, kanunun yürürlük tarihine kadar eşler arasında hangi mal rejimi cereyan ediyorsa, o işlemeye devam edecektir; çünkü, o kurallar bugün yürürlüktedir, eşler de o kurallar çerçevesinde evlenmişlerdir. Dolayısıyla, o tarihe kadar mevcut kurallar geçerli olacaktır; ama, ondan sonra eşlere bir yıllık bir süre verilmiştir. Bu süre, 1 Aralık 2002 tarihine kadar geçecek olan süredir. O süre içinde herhangi bir seçim yapmadıkları takdirde, burada bir geriye dönüş; yani, 1 Ocak 2002'de kanunun yürürlüğe girdiği tarihe dönüş vardır. 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren, mevcut evliliklerde bu yasal mal rejimi uygulanacaktır; ama, isterlerse sözleşmeyle evliliklerin başlangıç tarihine bunu götürebilirler; buna da yasal bir engel yoktur.

Adalet Komisyonu bu geçiş hükümlerini düzenlerken en çok 10 uncu madde üzerinde durmuş ve kamuoyunda bu tartışılmıştır. Türk hukukunda ve genel hukukta yürürlükte olan kurala göre, her kanun hükmü yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara, ilişkilere uygulanır. 10 uncu madde bu nedenle çok önemli bir maddedir. Öncelikle, 1926 yılında yürürlüğe giren Medenî Kanun hiçbir şekilde geçmişe etkili hüküm getirmemiştir. Kamu düzeniyle ilgili konularda geçmişe etkili hükümler vardır; ama, mal rejimi kamu düzeniyle ilgili değildir. Evlilik hukukunda kamu düzenine ilişkin hükümler vardır, bunlar, evlenmedir, boşanmadır, velayettir, nafakadır; ama, eşlerin mal rejimine ilişkin sözleşmesinin, kamuoyunda bazı yanlış algılamalara yol açan programlarda söylenildiği gibi kamu düzeniyle ilgisi yoktur. O nedenle, kamu düzeni söylenmek suretiyle bu mal rejimine ilişkin hükümler geçmişe etkili olmalıdır görüşü tamamen hukukun temel kuralına aykırı bir görüştür.

1926 yılında uygulamaya konulan Medenî Kanun hukukumuzda büyük bir reform oluşturmuştur. Bu kanunun en önemli özelliği o günkü şartlarda, tek kadınla evliliktir; ama, Medenî Kanun 1926'da yürürlüğe girdiğinde birden fazla olan evliliklere de dokunmamıştır. Medenî Kanunumuz miras hukuku alanında da reform getirmiştir. Tatbikat Kanununun 16 ncı maddesi: "Bu kanunun yürürlüğünden önce ölmüş kişilerin mirasları, yine, şerî hükümlere tabidir" denilerek, mevcut kuralın geçmişe uygulanmamasının o günkü şartlarda tezahürünü yasada belirtmiştir; yani, 1926 yılında Medenî Kanun yürürlüğe girerken bu kanunla getirilen reformlardan çok daha önemli reformlar getirdiği halde temel hükümlerden vazgeçmemiş ve geçmişe etkili hükümler getirmemiştir; mesela, 1970'ten 2001 yılına kadar mal ayrılığında yaşamış iki kişi varsa bu yasayı yürürlüğe koyuyor ve diyoruz ki, siz mal ayrılığı rejiminden memnunsanız, gelin, bu memnuniyetinizi belirtin. Buna, pratikte de ihtiyaç olmadığı kanaatindeyiz; çünkü, yaklaşık olarak 16,5 milyon evli çift vardır. Bu yasa yürürlüğe girdiği takdirde her biri noterlere ellerinde kimlikler, ceplerinde paralarla başvuracaklar; bir sürü masraf ve bürokrasi oluşacaktır. Halbuki, bu yasa yürürlüğe girdiği takdirde bir mal rejimini seçmedikleri zaman, mevcut yürürlüğe giriş tarihine kadar eski kuralı, mevcut yasanın yürürlüğe girişinden sonra da, yeni kuralı seçmiş kabul edileceklerdir. Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında, bu tarihe kadar tabi oldukları mal rejimi devam edecektir.

Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan boşanma veya iptal davaları sonuçlanıncaya kadar, eşler arasında, tabi oldukları mal rejimi devam edecektir. Dava, boşanma veya iptal kararıyla sonuçlanırsa, bu mal rejiminin sona ermesine ilişkin hükümler uygulanacaktır. Davanın retle sonuçlanması halinde, eşler, kararın kesinleşmesini izleyen bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, kanunun yürürlük tarihinden geçerli olmak üzere, yasal mal rejimini seçmiş sayılacaklardır. Yukarıdaki hükümler uyarınca, mal birliği veya ortaklığı rejiminin, yasal mal rejimine dönüşmesi halinde, Türk Medenî Kanununun ilgili mal rejiminin sona ermesine ilişkin hükümleri uygulanacaktır.

Kamuoyunda tartışıldığı üzere, bu tasarıyı, elbette, birileri yeterli görmeyebilir; ama, siyaset, mevcut olabileni gerçekleştirme sanatıdır. Biz, burada, 21 inci Dönem Parlamentosu ve Adalet Komisyonu üyeleri olarak, uzlaşmayla, yetmişbeş yıllık bir Medenî Kanunu, bugünün şartlarına en uygun şekilde değiştirebildiğimiz kanaatindeyiz. Sanıyorum ki, bu kanun, ülke şartlarına, çağın anlayışına en uygun kanundur; fakat, bu kanunun tam olarak uygulanabilmesi, pratikte tarafları mağdur etmemesi için, en kısa zamanda aile mahkemelerinin kurulması gerekmektedir. İnşallah, 21 inci Dönem Parlamentosu, en kısa zamanda aile mahkemelerini de kurarak, bu yasanın alt zeminini de oluşturacaktır diye düşünüyorum.

Bu yasa tasarısına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi belirtir, hepinizi saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Erbeyin.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin; buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Ak Parti Grubu ve şahsım adına, Muhterem Heyetinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Biraz önce konuşan arkadaşlarımızın da ifade ettikleri gibi, üzerinde görüşmekte olduğumuz tasarı, bir uygulama tasarısıdır. Hatırlanacağı gibi, geçtiğimiz hafta, yetmişbeş yıldır uygulanan, 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi yürürlükten kaldırıldı ve onun yerine, 1 030 maddelik yeni Türk Kanunu Medenisi kabul edildi. Resmî Gazetede yayımlanarak, bu 1 030 maddelik yeni Medenî Kanun yürürlüğe girmiş olacak.

Değerli arkadaşlarım, bir temel kanunun tamamen yürürlükten kaldırılması ve yerine yeni bir yasanın yürürlüğe girmesiyle iş bitmiyor. Bu yeni yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarının ne olacağı, bu olayların ve bu olaylara bağlı işlemlerin hangi kanuna tabi olacağı sorunu, bu tür durumlarda önem arz etmektedir. Acaba, yeni yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce meydana gelmiş olaylar, yürürlükten kaldırılmış olan kanunun hükümlerine mi tabi olacak, yoksa, yeni yasanın hükümlerine mi tabi olacak temel sorununa, mutlaka cevap vermek gerekmektedir. İşte, üzerinde görüşmekte olduğumuz 724 sıra sayılı tasarı, bu soruya cevap vermek için hazırlanmış bir tasarıdır.

Bunu, bir örnekle, değerli milletvekili arkadaşlarıma ve televizyonları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarıma kısaca anlatmak istiyorum. Örneğin, yürürlükten kaldırılmış olan Türk Kanunu Medenisinin 88 inci maddesinde, evlenme yaşı düzenlenmiş. Biraz önce, Sayın Erek'in de ifade ettiği gibi, normal evlenme yaşı, erkekler için 17, kadınlar için 15; olağanüstü evlenme yaşı da erkekler için 15, kadınlar için 14'tür; ama, geçtiğimiz hafta kabul etmiş olduğumuz yeni Medenî Kanunun 124 üncü maddesiyle bu konudaki farklılık ortadan kaldırılmakta, kadın ve erkekte evlenebilmek için mutlaka 17 yaşını bitirmiş olma -18'ine basacak- koşulu aranmaktadır.

Şimdi, temel sorun şudur: Bu kanun yürürlüğe girmeden önce evlenmiş olanların, diyelim ki 15 yaşında evlenmiş olanların hukukî durumları ne olacak? Geçtiğimiz hafta kabul ettiğimiz -henüz Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmediği için böyle konuşuyorum- Medenî Kanunda bu sorunun cevabını bulamıyoruz. Bunu nasıl çözeceğiz; işte, bu tatbikat kanunu tasarısı bu soruya cevap vermektedir ve tasarının 5 inci maddesinde "eski kanuna göre fiil ehliyetini kazanmış olanların bu fiil ehliyetleri yeni kanun döneminde de devam eder" denilmek suretiyle, bu soruna açıklık getirilmektedir.

Bu tatbikat yasasının önemini başka misallerle de çoğaltmak mümkün; ancak, tabiî vakit çok sınırlı olduğu için başka misaller veremeyeceğim. Aslında, bu tür tatbikat kanunları yeni çıkmıyor, daha önce de vardı; 1926 yılında Türk Medenî Kanunu çıktığında da -şimdiki 25 maddedir- o zaman 864 sayılı 49 maddelik bir tatbikat kanunu vardı.

Saygıdeğer arkadaşlarım, Medenî Kanun bir ay Meclisimizde tartışıldı, üzerinde müzakereler yapıldı. Hatırlayacaksınız, 6 bölüm olarak Genel Kurulumuzdan bu yeni Medenî Kanun çıktı. Hepimiz yakinen takip ediyoruz ki, bu yeni Medenî Kanun, eskiye nispetle yeni düzenlemeler getirmektedir; ama, bazı noktalarda hâlâ üzerinde tartışılan bir Medenî Kanundur. Biraz önce de ifade edildi; diliyle ilgili tartışmalar hâlâ devam ediyor, genel gerekçesindeki bazı cümlelerle ilgili tartışmalar hâlâ devam ediyor, bundan sonra da devam edeceği anlaşılıyor; ancak, daha önce, birçok arkadaşımız -iktidar, muhalefet- yeni Medenî Kanunun neler getirdiğini burada, uzun uzadıya anlattılar, bunları tekrar edecek değilim; ancak, bu Medenî Kanunun, sanıyorum en önemli yeniliklerinden bir tanesi evlilikteki mal rejimiyle ilgili getirilmiş olan yeni düzenlemedir.

Bilindiği gibi, yasal mal rejimi, Türk Kanunu Medenîsinde; yani, yürürlükten kaldırılan Medenî Kanunda mal ayrılığı rejimiydi. Yetmişbeş yıllık tatbikatta görülmüştür ki, bu rejim, genellikle kadınlarımızın aleyhine sonuçlar doğurmuş, çok şikâyetlere sebep olmuş. O bakımdan, mal ayrılığı rejiminin yerine yasal mal rejimi olarak yeni bir mal rejiminin getirilmesi zarureti ortaya çıkmıştır.

Saygıdeğer arkadaşlarım, şimdi, ben, şu anda değilim; ama, bu Medenî Kanun görüşmeleri Adalet Komisyonunda yapılırken Adalet Komisyonu üyesiydim. Bu tasarı üzerinde aylar süren bir çalışma yaptık. Tasarıda, mal rejimi olarak, şimdi kanunda da kabul edilen edinilmiş mallara katılım rejimi yasal mal rejimi olarak kabul ediliyordu; ancak, komisyona geldi. Bu çok geniş temel kanunu hazırlayan, üzerinde yıllardır çalışmış olan bir komisyon vardı. Bu komisyonun başkanlığını yapmış olan iki değerli hukukçu Sayın Turgut Akıntürk ve Sayın Ahmet Kılıçoğlu komisyon toplantılarının aşağı yukarı tamamına katıldılar, şimdi, görüyorum, yine, kendileri buradalar, kendilerine gerçekten teşekkür ediyoruz. Bu komisyonun hazırlamış olduğu ve Adalet Bakanlığına takdim etmiş olduğu Medenî Kanun ön tasarısında yasal mal rejimi olarak hükümet tasarısındaki mal rejimi değil, başka bir mal rejimi önerilmişti. Bu da "paylaşmalı mal ayrılığı rejimi" dediğimiz bir mal rejimiydi. Biz komisyon üyeleri olarak, bu iki hocamızdan -yani, gerek Sayın Akıntürk'ten gerek Kılıçoğlu'ndan- bilgiler aldık. Sayın Kılıçoğlu'nun, bu konuyla ilgili komisyonda yapmış olduğu uzun açıklamalarından bir iki cümleyi bilgilerinize arz etmek istiyorum:

Sayın Akıntürk buyurmuşlardı ki: "İsviçre'nin yeni getirmiş olduğu rejimi aldık önümüze, baktık, iyice okuduk. Medenî hukukta on küsur arkadaşımız, bunun hakkında söylenen sözleri, yazılan yazıları, makaleleri vesaireyi bilimsel şekilde incelediler. Neticede dedik ki, biz, Türk Halkının alışılagelmiş olduğu mal ayrılığı sistemiyle İsviçre'nin getirmiş olduğu edinilmiş mallara katılma rejiminin karması bir rejim yapalım ve dolayısıyla komisyon, tabiri caizse 'paylaşmalı mal ayrılığı' adı altında yeni bir mal rejimi yarattı. Hiçbir yerden kopya çekerek gelmedi, Türk hukukçularının, 35 kişilik komisyonun kendi bulduğu bir rejim."

Bu komisyonun başkanlığını yapmış olan Profesör Turgut Akıntürk hocamızın şu cümleleri, komisyon üyeleri olarak -başta ben olmak üzere diğer arkadaşlarımızı da- bizleri etkiledi. Biz, kendi bilim adamlarımızın, bu ülkede, bizim sayabileceğimiz buluşlarına hasret kalmıştık. Bir ilmî heyet, bir çalışma yapıyor ve diyor ki: "Bunu biz ortaya çıkardık; bu, bir Türk modelidir, Türkiye şartlarına göre hazırladık." Doğrusu, bu, bizi oldukça etkiledi. Ben de, Komisyonun kabul etmiş olduğu paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin -Sayın Akıntürk'ün açıklamalarından sonra- yasal mal rejimi olmasının Türkiye için daha doğru olduğu şeklinde oy kullandım. Nitekim, önerge verildi, hükümet tasarısındaki "edinilmiş mallara katılım" şeklindeki yasal mal rejimi yerine, önerge kabul edilerek -iktidar muhalefet fark etmeksizin arkadaşların desteğiyle- paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, komisyonda, yasal mal rejimi olarak kabul edildi; ama, Sayın Bakanın bundan sonra ne yaptığını 14.3.2001 tarihli zabıtlardan okuyorum değerli arkadaşlar:

"Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk (Trabzon) - Bir konuyu arz etmek istiyorum: Bu Medenî Kanun Tasarısının belkemiği, bu mal rejimiydi. Bu durumda, ben, bu kanun tasarısının bundan sonraki görüşmelerine katılmıyorum." Sayın Bakan Komisyonu protesto etti ve çıktı.

Şimdi, düşününüz, bu Meclisten çıkmış olan bir komisyon, Adalet Komisyonu; bu Adalet Komisyonu bir önergeyi kabul ediyor ve Sayın Bakan, Meclisin ve bu komisyonun iradesini kabul etmeyerek, protesto kabilinden, toplantıyı terk edip çıkabiliyor.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sonra ne oldu Sayın Şahin, sonra ne oldu?

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Şimdi oraya gelmek istiyorum.

Sonra ne oldu; sonra, bu bölüm atlanıldı. Maalesef, Komisyon Başkanı arkadaşımız, bana göre, İçtüzüğü de ihlal etti. Bu bölümü atladılar, diğer bölümler görüşüldü. Sonra, tabiî, Sayın Bakan, koalisyon içerisinde, belki koalisyon liderleriyle birtakım temaslarda bulundu, hatta, bana göre, bu konuyu bir koalisyon sorunu haline getirdi ve en sonunda, istemeyerek de olsa, iktidar partilerine mensup bazı arkadaşlarımızın oyunu alarak, tekriri müzakere şeklindeki bir önergeyle, tasarıdaki mal rejimi, yeniden, yasal mal rejimi olarak kabul edilmiş oldu.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bundan birkaç hafta önce, 114 kadın kuruluşunu temsilen bir heyet, Sayın Bakanımızı, Bakanlığında ziyaret etti. Orada Sayın Bakanın söylemiş olduğu bir cümleyi bilgilerinize sunuyorum: Sayın Bakan "dün öyle, bugün böyle diyen siyasetçilerden değilim; ne söylemişsem arkasındayım" diyor.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, dikkatlerinize sunuyorum. Buradan, hemen, yürürlükle ilgili bölüme geçmek istiyorum. Sayın Bakan, tasarıdaki yasal mal rejimiyle ilgili düzenlemeye sahip çıktı; ancak, yürürlük tarihiyle ilgili düzenlemeye sahip çıkmadı. Bakın, şurada; yani, hükümet tasarısında, yürürlük tarihi konusunda -10 uncu maddedir- "bu mal rejimi evlilik birliğinin kurulduğu tarihten itibaren uygulanacaktır" deniliyor ve hatta, gerekçede de aynen şöyle deniliyor; bu gerekçenin altında Sayın Bakanın imzası vardır: " Türk Medenî Kanunu ile getirilen yasal mal rejimi, mal ayrılığı rejiminin ülkemizde eşler arasında büyük haksızlıklara yol açtığı yakınmaların ortadan kaldırılması amacını taşımaktadır. Bu yönüyle yeni yasal mal rejimi Türk Medenî Kanununun önemli devrimlerinden biri niteliğindedir. Bu değişiklikle beklenen amacın bir an önce gerçekleşmesi, buna ilişkin hükümlerin geçmişe etkili olmasını gerektirir." Dikkatinizi çekiyorum, hükümet üyelerinin ve Sayın Bakanın da altında imzası bulunan gerekçeden okuyorum, hükümet ve Sayın Bakan diyor ki: "Bu değişiklikle beklenen amacın bir an önce gerçekleşmesi, buna ilişkin hükümlerin geçmişe etkili olmasını gerektirir. Bu nedenle, Türk Medenî Kanununun yasal mal rejimiyle ilgili hükümlerinin geçmişe etkili olarak eşlerin evlenme tarihinden itibaren uygulanacağı kabul edilmiştir." Tasarı gerekçesinde böyle deniliyor; ama, Sayın Bakan komisyonda bundan vazgeçiyor. Demin bir haber okumuştum ya "dün öyle, bugün böyle diyen siyasetçilerden değilim" diye!.. Şimdi, tasarının altında yasal mal rejiminin uygulanma tarihini evlilik birliğinin kurulduğu tarihten itibaren başlatmamız gerekir. Zaten, bu Medenî Kanunun en önemli, devrim sayılabilecek özelliği budur diyeceksiniz, buraya yazacaksınız, sonra komisyona geleceksiniz, bundan tamamen vazgeçeceksiniz "1.1.2003 tarihinden itibaren bu yasal mal rejimi hüküm ifade edecektir" diyeceksiniz ve buna destek vereceksiniz; bu, ilkeli bir davranış değildir. Hem Sayın Bakanı hem hükümeti, altına imza koymuş oldukları şu tasarıdaki mal rejiminin yürürlük tarihiyle ilgili düzenlemeye sahip çıkmaya ve imzalarının arkasında durmaya davet ediyorum.

EROL AL (İstanbul) - O zaman Meclis ne işe yarayacak?!

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Komisyonda görev yapmayalım mı Sayın Şahin?!

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ben, Sayın Bakanın ve sayın hükümetin çelişkilerini ortaya koyuyorum. Bu da bir muhalefet partisi milletvekili olarak, Grup adına yaptığım bu konuşmada, benim görevimdir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, hiç şüphesiz ki, hükümetten tasarılar gelir, komisyonda ve Genel Kurulda görüşülür. Bir hatırayı siz değerli arkadaşlarımla, tam bu noktada, paylaşmak istiyorum. Biraz önce demiştim ki "yasal mal rejimiyle ilgili, bu tasarıyı hazırlayan komisyon başkanı arkadaşlarımızın ve hocalarımızın 'biz, kendimize özgü bir yasal mal rejimi ihdas ettik' derken, gözlerinin parıldadığı hâlâ gözlerimin önündedir." Çünkü, bir bilim heyeti, bir çalışma yapmış, bu çalışmanın sonucunda taklit olmayan, bize özgü bir buluşu ortaya koymuş.

Beni bu etkilemişti ve bir başka şeyi daha hatırladım. Bundan aylar önce, bir arkadaşım, burada, buna benzer bir hatırayı anlatmıştı. Bu hatıradan bir bölümü sizlerle yeniden paylaşmak istiyorum. Nuri Conker, Atatürk'ün yaverlerinden birisidir; onun hatıraları var, Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesinde. Bu hatıralarında bir olayı anlatıyor. Kısaca geçeceğim, zamanım daraldı.

BAŞKAN - Evet, süre azaldı.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Biliyorum efendim, gözüm saatte Sayın Başkan.

"Gazi, Florya'da kalıyordu. Bir gün bana 'Nuri, bir araba bul, tebdili kıyafet şöyle bir dolaşalım' dedi." Bir araba temin edildi, Atatürk'le birlikte -şimdi Menekşe ve Küçükçekmece tarafları; tabiî, o zaman tarla, boş- oralarda arabayla gezerlerken, bir çiftçinin çift sürdüğünü görüyorlar; ancak, sabanın önünde, bir tarafında -affedersiniz- öküz, bir tarafında merkep var. Nuri Conker'in hatıralarından, ayniyle vaki olmuş bir hadiseyi anlatıyorum: Arabadan iniyor Atatürk, çiftçinin yanına gidiyor. Tabiî, çiftçi Atatürk'ü tanımıyor. Atatürk, çiftçiye selam veriyor "kolay gelsin" diyor, soruyor:

"- Sen kimsin?

- Ben bu köyden Halil Ağayım, bana Halil Ağa derler.

- Peki, neden senin öküzünün birisi yok?

- Efendim, vergi memurları geçtiğimiz hafta geldiler, haczettiler. O nedenle, öküzün yanına, eş olarak -affedersiniz- bir merkebi koştum.

- Muhtara söyleseydin, şikâyet etseydin. Yapılabilir mi?.. Böyle bir mevzuat olmaması lazım benim bildiğim kadarıyla.

- Efendim, muhtar zaten bu işin başındaydı.

- Peki, kaymakama gitseydin.

- Bu işlerle uğraşıp benim derdime merhem olacak biri değil ki o.

- Peki, valiye gitseydin."

O zaman Sayın Üstündağ İstanbul Valisi.

"- O benim derdimi nereden duyacak; sağırın biri...

- Peki, Başbakan İsmet Paşa var, zaman zaman buraya, köşke geliyor Atatürk'ü ziyarete; ona gitseydin.

- Benim derdimle kim ilgilenecek; onların binlerce işi var.

- Peki, Atatürk'e söyleseydin bunu.

- O da yemekten içmekten bizim derdimizle nereden ilgilenecek."

Atatürk bir süre o çevrede dolaşıp Florya'ya geri dönüyor ve ertesi gün Nuri Conker'e "bu akşam Başbakanı, İstanbul'da bulunan bakanları, milletvekillerini davet edeceksin ve o çiftçiyi de getireceksin" diyor.

Nihayet, akşam herkes yemekteyken çiftçi Halil Ağa içeri girer. Durumdan, tabiî, dün kendisiyle konuşanın Atatürk olduğunu anlar; utanır, sıkılır, terden suya batar. Atatürk, Halil Ağaya "dün tarlada konuştuğumuz her şeyi burada anlatacaksın" deyip zorla da olsa tekrar ettirir. Atatürk'ün söylediği şu sözler benim için çok önemlidir ve inanıyorum ki, sizler için de önemlidir. Atatürk diyor ki: "Halil Ağa bak, şu gördüğün altı bay hükümet; yani, biri başbakan, ötekiler de bakan. Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi bu baylar hemen sıvanırlar. İsviçre'den mi olur, İtalya'dan mı olur, Fransa'dan mı, velhâsıl neredeyse bir kanun buluştururlar, Türkçeye çevirtirler, sonra basıp imzayı, gönderirler Büyük Millet Meclisine. Bu Millet Meclisi dediğim şu alt baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir. Bunlar da 'hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok' derler ve kaldırırlar parmaklarını olur sana bir kanun. Ama, sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağanın öküzünü çekip alır ve satar. Halil Ağa da, tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz ırgalana ırgalana sürmeye çalışır; ama, üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış kimin umurunda. Sonra, ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım."

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Adalet Komisyonu, benim anlayışıma göre, ilk kez, Atatürk'ün Meclisinin komisyonu olduğu anlamına gelen...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.

BAŞKAN - Sayın Şahin, 2 dakika içinde lütfen tamamlayınız, çalışma süremizin bitmesine zaten 2 dakika kaldı.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Tabiî, tabiî efendim.

Önümüze, bizim bilim adamlarımızın hazırlamış olduğu yasal mal rejimiyle ilgili, bizim modelimiz olacak, bir model getirdi ve Meclis de, tercümelere okey veren bir Meclis olmadığını, komisyon olmadığını gösterdi. Bunun arkasında durulmalıydı; ama, durulamadı. Keşke, yasal mal rejimi, bizim ölçülerimize göre, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi olsaydı. Bu, Türkiye şartları için çok daha doğru olacaktı; ama, sözlerimi şöyle tamamlamak istiyorum; eğer, bunun yürürlük tarihini, yani, şimdiki edinilmiş mallara katılımla ilgili yürürlük tarihini 1 Ocak 2003 tarihinden itibaren başlatırsanız, 15 milyonu aşkın evli kadınlarımızın geçmiş tüm haklarını ayaklar altına almış olursunuz.

O bakımdan, buna, ne hükümetin ne Meclisimizin hakkının olmaması gerektiği düşüncesindeyim. Hükümet tasarısında olduğu gibi evlilik birliğinin kurulduğu andan itibaren uygulanmalıdır yasal mal rejimi; hükümet tasarısı öyle diyor, gerekçesine de aynen katılıyorum ve hükümeti de, tekrar, imzalarına sahip çıkmaya davet ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Şahin.

Çalışma süremizin sonuna geldik.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Bu kanunu çıkaralım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Kanunu yarın çıkarırız inşallah, tabiî, hatipler süreyi aşarak kullanma gereğinden vazgeçerlerse... Konuşmacıların tamamı -muhalefet iktidar fark etmez- süreyi tamamen kullanıyor, o zaman da biraz zorlanıyoruz.

Yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla kurulmuş bulunan Meclis Araştırması Komisyonunun raporunu, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkındaki (9/4) esas numaralı Meclis soruşturması önergesini ve kanun, tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 29 Kasım 2001 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum, hepinize iyi akşamlar diliyorum.

Kapanma Saati : 16.00

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.