Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 75       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

22 nci Birleşim

20 . 11 . 2001 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

 I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Ediz Hun'un, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin  kabulünün l2 nci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı

2.- Konya Milletvekili Mustafa Sait Gönen'in, üniversite çalışanlarının özlük haklarına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı

3.- İzmir Milletvekili Suha Tanık'ın, İzmir'de meydana gelen sel felaketine ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Adana Milletvekili Yakup Budak ve 19 arkadaşının, çalışan çocuklar ile sokak çocuklarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla  bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/218)

2.- Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olmayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/23)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Almanya'da yapılacak olan Avrupa Birliğine Giriş 3 üncü Parlamenter Forumuna, TBMM'yi temsilen, İstanbul Milletvekili Zafer Güler'in katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/926)

2.- Brüksel'de yapılacak olan, Avrupa Parlamentosu Başkanı ile Aday Ülke Parlamento Başkanları 12 nci Toplantısına ve Milano'da yapılacak olan, Avrupa Birliğinin Genişlemesi; Dünün Avrupasından, Yarının Avrupasına konulu toplantılara, TBMM'yi temsilen TBMM Başkanvekili Yüksel Yalova'nın katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/927)

3.- TBMM Başkanı Ömer İzgi ve beraberinde altı milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyetinin, Romanya Senato Başkanı Nicole Vacariou'un davetine icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/928)

D) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Plan ve Bütçe Komisyonu, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonlarında bağımsız milletvekillerine düşen birer üyelik için başvurulara ilişkin, Başkanlık duyurusu

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Tekstil ve Konfeksiyon Sektörünün Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/10) (S. Sayısı: 697)

V.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, sanayici ve işadamlarının KDV alacaklarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4739)

2.- İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, dış kredili belediye projelerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin cevabı (7/4790)

3.- Ankara Milletvekili Cemil Çicek'in, özelleştirme kapsamına alınan KİT'lerde çalışanların durumlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/4896)

4.- Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun;

Rize İlindeki kanalizasyon projelerine,

Rize İlindeki köy yollarına,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın cevabı (7/4923, 4924)

5.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay'ın, Gaziantep Klavuzlu Barajının ödeneğine ve ne zaman tamamlanacağına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/4959)

6.- Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, Suluova Pan-Et Entegre Tesislerine ve soğan üreticilerinin sorunlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4961)

7.- Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, Amasya-Suluova Organize Besi Bölgesi projesine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/4963)

8.- Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, safran bitkisi üretimine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4980)

9.- Bursa Milletvekili Kenan Sönmez'in, Uludağ Millî Parkına ilişkin sorusu ve Orman Bakanı Nami Çağan'ın cevabı (7/4982)

10.- Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, bazı temel gıda ürünlerinin fiyatlarındaki artışa ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/5001)

11.- Bursa Milletvekili Orhan Şen'in, Bursa'da yerel bir gazetede yayımlanan Bursa Kültür, Sanat ve Turizm Vakfı ile ilgili habere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı (7/5005)

12.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, bakanlığın faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın cevabı (7/5012)

13.- Bursa Milletvekili Orhan Şen'in, TEAŞ-Orhaneli Termik Santrali İşletme Müdürlüğünde görevli bir işçinin başka santralde geçici olarak görevlendirilmesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/5017)

14.- Bursa Milletvekili Teoman Özalp'in, Bursa İlindeki doğalgaz aboneliğine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/5021)

15.- İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın, et tüketimine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/5024)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına:

Kendi kaderini belirleme hakkına, özgürlük ve bağımsızlığına kavuşan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 18 inci kuruluş yıldönümünü;

Millî Futbol Takımımızın Avusturya Millî Futbol Takımını yenerek Dünya Kupası maçlarına katılma hakkını kazanması nedeniyle Millî Takım Teknik Direktörü, oyuncuları ve teknik ekibini;

Kutladığına ilişkin bir konuşma yaptı.

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının, bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması (9/4),

Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 23 arkadaşının, denizcilik politikası konusunda Meclis araştırması (10/217),

Açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; Meclis soruşturması önergesinin görüşme gününe dair Danışma Kurulu önerisinin daha sonra Genel Kurulun onayına sunulacağı ve Meclis araştırması önergesinin gündemdeki yerini alacağı, öngörüşmelerinin ise sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın (6/1457), (6/1458) ve (6/1462) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi okundu; soruların geri verildiği bildirildi.

Avrupa Parlamentosunca 26-27 Kasım 2001 tarihinde Brüksel'de yapılacak "Avrupa Birliğinin Genişleme Süreci Çerçevesinde Halk Sağlığı Politikaları" konulu seminere TBMM'yi temsilen iki üyenin katılmasına ilişkin TBMM Başkanlığı tezkeresi ile,

Genel Kurulun 20 Kasım 2001 Salı günü 12.00 - 16.00 saatleri arasında çalışmasına ve "Özel Gündemde Yer Alan İşler" kısmındaki 697 ve 596 sıra sayılı araştırma komisyonları raporlarının görüşülmesine, 21 Kasım 2001 Çarşamba ve 22 Kasım 2001 Perşembe günleri de 12.00-16.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine; 21 Kasım 2001 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi,

Kabul edildi.

TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı:527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından, ertelendi;

İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan Türk Medenî Kanunu Tasarısının (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) görüşmelerine devam edilerek, 9 uncu bölümü kabul edildi.

20 Kasım 2001 Salı günü, alınan karar gereğince saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşime 19.44'te son verildi.

 

 

Mustafa Murat Sökmenoğlu

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Mehmet Ay

 

Şadan Şimşek

 

Gaziantep

 

Edirne

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

                                                                                                                 No. : 33

II. – GELEN KÂĞITLAR                            

       16.11.2001 CUMA

Tasarı

1.-  Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Karşılıklı Kalite Güvence Hizmetlerine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/929) (Milli Savunma ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.11.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Konya Milletvekili Hüseyin Arı'nın, Petlas A.Ş.'nin yatırım teşvik belgesi başvurusuna  ilişkin Devlet Bakanından (Kemal  Derviş) yazılı soru önergesi (7/5095) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001)

2.- Kırıkkale  Milletvekili  Kemal Albayrak'ın,  Kırıkkale İlinde son bir yılda işlenen suçlara  ilişkin İçişleri  Bakanından yazılı soru önergesi (7/5096) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001)

3.- Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in,  Uşak İlini ziyaretinde çıkan bir olaya ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/5097) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001)

4.- Trabzon Milletvekili  Şeref Malkoç'un,  Adıyaman İl Sağlık Müdürlüğü çalışanlarının Türk Sağlık-Sen'e üye olmaya zorlandığı iddialarına ilişkin Sağlık Bakanından  yazılı soru önergesi (7/5098) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001)

5.- Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in, Ankara-Polatlı-Şehitlik Mahallesi demiryolu üst geçidi sorununa ilişkin  Ulaştırma  Bakanından yazılı soru önergesi (7/5099) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.11.2001)

6.- Bursa Milletvekili  Ali Arabacı'nın,  gözaltı sırasında gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarına ilişkin  İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5100) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001)

7.- İstanbul  Milletvekili  Zafer Güler'in, Alaçalı Barajı ve Melen Suyu projeleri ile ilgili iddialara ilişkin  Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5101) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.11.2001)

8.- İstanbul Milletvekili Zafer Güler'in, İstanbul Haydarpaşa-Gebze E-5 Karayolunda raylı ulaşım hattı projesine ilişkin  Bayındırlık ve İskân  Bakanından yazılı soru önergesi (7/5102) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.11.2001)

 

 

                                                                                                                 No. : 34

19.11.2001 PAZARTESİ

Rapor

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Sayıştay Başkanlığının 2000 Mali Yılı Kesinhesabına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (5/15) (S. Sayısı : 766) (Dağıtma tarihi : 19.11.2001) (GÜNDEME)

                                               Yazılı Soru Önergeleri

1.- Afyon Milletvekili  İsmet Attila'nın,  Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5103) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.11.2001)

2.- Ankara Milletvekili Saffet Arıkan  Bedük'ün, KDV oranlarındaki indirime ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5104) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.11.2001)

3.- Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, hipermarketlerin şehir dışına ne zaman çıkarılacağına ilişkin Sanayi ve Ticaret  Bakanından yazılı soru önergesi (7/5105) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.11.2001)

4.- Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, BAĞ-KUR  sigortalılarının sorunlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5106) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2001)

5.- Sakarya Milletvekili Nezir Aydın'ın, depremzedeler için  toplanılan ek vergi ve bağışlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5107) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.11.2001)

6.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın  Şanlıurfa  GAP Uluslararası Havaalanı projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5108) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2001)

7.- İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı'nın, kıyılardaki arama-kurtarma istasyonlarına ilişkin Devlet Bakanından (Ramazan Mirzaoğlu) yazılı soru önergesi (7/5109) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.11.2001)

8.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Konya-Ulukışla  arasındaki tren istasyonlarındaki personel sorununa ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5110) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.11.2001)

Gensoru Önergesi

1.- Saadet Partisi Grubu adına Grup başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan, ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olmayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkında Anayasanın 99  ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/23) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.11.2001) (Dağıtma tarihi : 18.11.2001)

 

                                                                                                                 No. : 35

20.11.2001 SALI

Meclis Araştırması Önergesi

1.- Adana Milletvekili Yakup Budak ve 19 arkadaşının çalışan çocuklar ile sokak çocuklarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/218) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001)

Süresi  İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı  Soru Önergeleri

1.- Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin'in, Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca yapılan ihalelere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Devlet Bahçeli)  yazılı soru önergesi (7/4694) 

2.- Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün, Eğitime Katkı Fonuna ve ek vergilere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi  (7/4764)

3.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, yapımı yarım bırakılan Tüm Ders Aletleri Fabrikası ve MEB Eğitim Akademesine ilişkin  Millî Eğitim Bakanından  yazılı soru önergesi (7/4772)

4.- İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, Halkalı SSK hastanesi inşaatına ve Küçükçekmece SSK Dispanserine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4792)

5.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, yurt dışındaki işçilerimizin hukukî sorunlarına ve 1993 yılında Hollanda'da polis tarafından öldürüldüğü iddia edilen bir Türk vatandaşına ilişkin Dışişleri Bakanından  yazılı soru önergesi (7/4813)

6.- Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın, Havaalanlarındaki VIP uygulamasına ilişkin Dışişleri Bakanından  yazılı  soru önergesi (7/4817)

7.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, Bolu Tünel inşaatına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından  yazılı soru önergesi (7/4820)

8.- İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, İstanbul SSK hastanelerindeki gönüllü fazla çalışma uygulamasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından  yazılı soru önergesi (7/4840)

9.- Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu'nun, Bursa-Yenişehir otoyolu projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından  yazılı soru  önergesi (7/4842)

10.- Hatay Milletvekili  Metin Kalkan'ın, İmam-Hatip lisesi mezunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4884)

11. - Balıkesir Milletvekili İlhan Aytekin'in, ABD'nin terörle mücadelesine ve Türkiye'den taleplerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4889)

12. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, ekonomik kriz  nedeniyle artan eylemlere ilişkin Babakandan yazılı soru önergesi (7/4890)

13. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Boğaz köprüsündeki intihar olaylarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4891)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 12.00

20 Kasım 2001 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Yüksel YALOVA

KÂTİP ÜYELER: Burhan ORHAN (Bursa), Kemal ALBAYRAK (Kırıkkale)

 

BAŞKAN- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, gündeme geçmeden önce, 3 arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, milletvekilli sayısının 300'e indirilmesi hep söyleniyor da; acaba, indirildi de bizim haberimiz mi olmadı?! "Ekseriyet var" buyurduğunuza göre sayı mı aşağıya indi efendim?!

BAŞKAN - Duyamadım efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, "milletvekili sayısı 300'e inmelidir" buyuruyor Sayın Cumhurbaşkanı, kerametle olabilir. Acaba, 300'e indi de, bizim haberimiz mi olmadı diye merak ediyorum; ekseriyet var dediğinize göre...

BAŞKAN - Sayın Başkanım, Sayın Cumhurbaşkanı, sadece gönlünden geçeni söylediğini ifade buyurdular. Siz de biliyorsunuz ki, milletvekili sayısını, Yüce Meclis, kendisi, iradesiyle kararlaştırır.

Ben arkadaşlarıma baktım, onun için böyle bir kanaate vardım.

Evet, gündemdışı ilk söz, Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesinin kabulünün yıldönümü nedeniyle söz isteyen, İstanbul Milletvekili Ediz Hun'a aittir.

Buyurun Sayın Hun.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Ediz Hun'un, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin  kabulünün l2 nci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı

EDİZ HUN (İstanbul) - Sayın Başkanım, Yüce Meclisimizin çok değerli üyeleri; Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin, 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilmesinin 12 nci yılı vesilesiyle, şahsım adına, gündemdışı çok kısa bir konuşma yapmak üzere, huzurlarınızda söz almış bulunmaktayım.

Değerli milletvekilleri, temelini İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden alan Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukların, çocuklarımızın özel ilgi, şefkat ve yardıma muhtaç oldukları düşüncesinden yola çıkılarak hazırlanmış uluslararası bir sözleşmedir.

Türkiye, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesini 1990 yılında imzalamış ve Ocak 1995'te de bu sözleşme ülkemizde yürürlüğe girmiştir. O tarihten itibaren, sözleşmenin, iç hukukumuzun bir bölümü haline gelmesiyle birlikte, her ne kadar çocuk hukuku alanında ülkemizde bazı eksiklikler mevcutsa da, Türk çocuk hukuku bu sözleşmeyle önemli temel ilkelere kavuşmuş bulunmaktadır. Evrensel ölçülerin simgesi olan bu ilkeler, insanlık ailesinin tüm üyelerinin, doğuştan varlıklarına özgü bulunan onurlarıyla birlikte eşit ve devredilemez haklara sahip olmalarının tanınmasının, dünyadaki özgürlük, adalet ve barışın temelini oluşturduğunu ifade etmektedir.

Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukların toplumda kendilerine özgü yaşantıyı sürdürebilmeleri, buna her yönüyle hazırlanıp toplumun faal ve etkin bir bireyi haline gelebilmeleri için gerekli birçok hükmü içermektedir. Diğer bir ifadeyle, bu sözleşmeyle, çocuklar için hükümetlerin yapacağı yatırımlar onlar için birer ödev, çocuklar için ise birer hak olarak ifade edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, bugün, dünyanın her köşesinde, milyonlarca çocuk, çok güç koşullarda yaşamlarını sürdürmektedirler. Bir tarafta, yetimler, sokak çocukları, yoksulluğun ve açlığın yarattığı sorunların altında ezilen yavrular, mülteci çocuklar ya da yaşadıkları yerlerden sökülüp koparılanlar; diğer tarafta, savaşların ya da doğal afetlerin kurbanı olan çocuklar, radyasyon veya tehlikeli atıkların, kimyasal maddelerin etkilerine maruz kalanlar, çocuk işçiler ya da fuhuşun, cinsel istismarın ve diğer sömürü türlerinin esareti altında bulunan çocuklar, ırk ve din ayırımı uygulamalarının kurbanı olanlar ve daha niceleri...

Değerli milletvekilleri, hepimiz, birer yetişmiş birey olarak, çocuklarımızı, gerek ülkemizde gerekse dünyanın her köşesinde, tüm bu acı gerçeklere karşı korumakla yükümlüyüz. Onların yaşamlarını güvence altına almak, yaşam sevinçlerini, mutluluklarını paylaşmak zorundayız. Bu öyle bir güvence ki, geleceklerinden endişe duymayacakları, her zaman umutlu olacakları, yaşanan krizlerden ve her türlü toplumsal tehditten mümkün olduğunca az etkilenecekleri bir güvence; bunu, mutlaka sağlamalıyız.

Değerli milletvekilleri, çocuklarımız söz konusu olduğunda, siyaset kurumunun ve dolayısıyla siyasîlerin sorumluluğu bir kat daha artmaktadır. Alacağımız her kararda, takınacağımız her tavırda ve atacağımız her adımda, yarının Türkiyesini ve geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı düşünmek zorundayız.

Çocuklarımız ve dolayısıyla yarınlarımız, hiçbir kısır siyasî çekişmeye, çıkara ve hesaplaşmaya kurban edilemeyecek kadar önem taşımaktadır. Bu anlamda, yaşadığımız günler, toplum olarak, birçok kavramı yeniden gözden geçirmemizi, tedbir alarak gerekli dersleri çıkarmamızı zorunlu kılmaktadır.

Siyaset kurumuna ve siyasetçiye olan güvensizlik, bugünlerde, Türk siyasetinin aşmak zorunda olduğu esas sorunu teşkil etmektedir. O halde, hep birlikte, el ele bunu çözmek gayreti içinde olmalıyız.

Değerli milletvekilleri, Çocuk Hakları Sözleşmesinin kabulünün 12 nci yıldönümünün, çocuklarımızın geleceğe daha güvenle bakabilmeleri için çok önemli bir adım olduğunu düşünmekteyim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

EDİZ HUN (Devamla) - Bu anlamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da demokrasinin tecelli ettiği anaplatform misyonuna sahip çıkmaya devam edecektir.

Gerek Yüce Meclisimizin gerekse siyasî partilerimizin, atacakları her adımda, hayata geçirecekleri her programda ve tüm icraatlarında, her zamankinden daha fazla, çocuklarımızı düşünerek, ilim ve irfanla donatılmış, insanlık meziyetinin, fikir hürriyetinin sembolü olan gençlerimize, siyasî platformlarda daha fazla imkân tanıyacaklarından asla şüphe etmemekteyim.

Bu duygular içinde huzurunuzda bulunuyor olmaktan duyduğum mutluluğu ifadeyle, sizleri en derin saygılarımla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum Başkanım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ediz Hun'a, ben de gerçekten teşekkür ediyorum; bir sanatçı duyarlılığı ve bir bilim adamı sorumluluğu içerisinde, böylesi önemli bir konuyu Yüce Meclisin huzurlarına getirdiği için.

Şimdi, gündemdışı konuşmaya yanıt vermek üzere, değerli Devlet Bakanımız Sayın Hasan Gemici.

Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. 20 Kasım 1989'da Birleşmiş Milletlerde kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesinin kabulünün 12 nci yılı nedeniyle söz alan, çocuklarla ilgili görüşlerini dile getiren İstanbul Milletvekili Sayın Ediz Hun'a teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde öncelikli sorun olarak çocuk ve gençlik sorunlarını görmek ve bununla ilgili yeni politikalar geliştirmek zorundayız. Türkiye'de çok genç bir nüfusa sahibiz. Nüfusumuzun yüzde 40'ı 18 yaşın altında. Bu hesaba göre, ülkemizde 18 yaşın altında 27 000 000 çocuğumuz yaşamaktadır. Zaman zaman yaptığımız konuşmalarda bunu Türkiye'nin bir avantajı, bir zenginliği olarak ifade etmekteyiz; ben de bu görüşlere katılıyorum; ancak, biraz önce ifade ettiğim bu genç nüfus sayısının ülkemiz için bir avantaj olması yanında, ülkemizin geleceği için bir tehdit oluşturduğunu da görmek zorundayız. Eğer, bu çocuklarımızı, biz, sağlıklı ortamlarda, iyi bir şekilde yetiştirebilirsek, iyi bir şekilde eğitebilirsek, gerçekten, Türkiye'nin avantajı olacaktır, zenginliği olacaktır; ancak, eğer, bu çocuklarımızı, biz, iyi yetiştiremezsek, iyi eğitemezsek, iyi birer meslek sahibi, çağdaş değerlerle donatılmış insanlar olarak topluma kazandıramazsak, bilmeliyiz ki, bu çocuklar, önce ailelerinin, daha sonra da ülkemizin geleceği üzerinde çok ağır, taşınamaz bir yük haline geleceklerdir. Bunu, bazen, konuşmalarımda, ülkemizin zengin su potansiyeline benzetiyorum. Nasıl ki, ülkemizdeki dereleri, nehirleri, barajlar yaparak, bentler yaparak, göletler yaparak bir yerde toplayıp kontrol altına alıp, kanallarla, borularla, ovalara, tarlalara verdiğimiz takdirde, berekete, mahsule dönüştürebiliyorsak; nasıl ki, bu suları tutup, enerjiye dönüştürebiliyorsak ve ülkemizin refahı için katkısı olabiliyorsa; ancak, nasıl ki, kontrol edemediğimiz nehirlerin, kontrol edemediğimiz suların taşarak bir felaket haline gelip şehirlerimizi, kentlerimizi yıktığını, can ve mal kayıplarına sebep olduğunu görüyorsak; çocuklarımızla ilgili de, eğer bu genç nüfusu, genç potansiyeli doğru bir şekilde tutamazsak, doğru bir şekilde kontrol edemezsek, yetiştiremezsek, gelecekte, ülkemizin felaketi olabileceğini ve çok büyük olumsuzluklar yaratabileceğini buradan özellikle söylemek istiyorum.

Bu yüzden, Türkiye'nin birinci önceliği, çocuklar ve gençler olmalıdır; politikalarımızı buna göre tayin etmeliyiz, yatırımlarımızı buna göre yapmalıyız. Örneğin, bir yolu bir sene sonra yapabilirsiniz. İnsanlar bin yıl yürüdükleri yollardan bir yıl, üç yıl, beş yıl daha yürüyebilirler. Bir köprünün yapımını ya da başka bir yatırımı üç sene, beş sene erteleyebilirsiniz; ama, bilmeliyiz ki, çocuklar için yapılması gereken eğer zamanında yapılamazsa, daha sonra telafi edilmez sonuçlar doğurabilmektedir, daha sonra çok geç kalınabilmektedir. Örneğin, eğer bir çocuk, okul başlangıcında okula gidemiyorsa maddî yoksunluk nedeniyle ya da sokakta yalnız, çaresiz kalmışsa, eğer, siz ona devlet olarak toplum olarak el uzatamıyorsanız, o çocukla ilgili daha sonra yapacağınız şeylerin hiçbir anlamı kalmayabilir.

Bu, tabiî, sadece bizim ülkemiz için değil, bütün dünyanın gerçeğidir ve bütün toplumlar, tarih boyunca çocuklarını en değerli varlıklar olarak görmüşlerdir; bu anlayış bugün de değişmemiştir. Dünyada da yeni bir anlayış gelişmektedir. Bu anlayışa göre, çocuklar, artık sadece biyolojik anne-babalarının, sadece onları dünyaya getiren insanların değil, içinde yaşadıkları toplumun, ülkenin, giderek tüm dünya insanlığının birer varlığı olarak görülmektedirler. Biraz önce söylediğim gibi, iyi yetişmiş, mutlu bir çocukluk dönemi geçirmiş insanlar, gelecekte dünyadaki barışın, huzurun, refahın güvencesi olarak görülmektedir. İşte, bu anlayışla, Birleşmiş Milletler 1989 yılında toplanarak Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalamıştır. Bu Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalayan, onaylayan -bugün için- 166 ülke, devlet olarak, çocukların yaşamaları, gelişmeleri, korunmaları ve katılımlarıyla ilgili olarak her türlü sorumluluğu üzerlerine almışlardır.

Yine, Çocuk Hakları Sözleşmesinin en temel ilkelerinden birisi, 18 yaşın altındaki her insanın çocuk kabul edilmesi ve çocuklarla ilgili her durumda çocukların üstün yararının gözetilmesidir.

Birleşmiş Milletler, 1989 yılından bu tarafa, Çocuk Hakları Sözleşmesiyle ilgili dünyada geniş bir hareket yürütmektedir. Bu anlamda, 1989 yılında ülkemizde, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun koordinatörlüğünde Millî Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler UNICEF desteğiyle çocuk hakları tanıtım kampanyası başlatılmıştır. Bu kampanyada, çocuk haklarının hem çocuklara hem de yetişkinlere benimsetilmesi, anlatılması temel amaçtı. Bu anlamda, 1989 yılından bu tarafa ülkemizde, gerçekten çok başarılı çalışmalar yapıldı.

1999 yılında başlayan çalışmalarla, Türkiye'nin 81 ilinde çocuk komisyonları kuruldu, yetişkin komisyonları kuruldu. Bu komisyonlar, önce kendi illerindeki çocukların durumlarını ve sorunlarını bir rapor haline getirdiler. Daha sonra, 2000 yılı 20-21 Nisanında, Ankara'da ilk defa 1 inci Ulusal Çocuk Kongresi toplandı. Bu il temsilcisi çocuklarımız, burada il raporlarını tartıştılar ve bu raporları ulusal rapor haline getirdiler ve bu raporları çocuklarla birlikte o zamanki Sayın Cumhurbaşkanımıza sunduk, kamuoyuna açıkladık.

Daha sonra, yine, bu il temsilcisi çocukların katılımıyla 2000 yılı kasım ayında 1 inci Çocuk Forumu düzenlendi. Bu çocuk forumunun ana teması, çocukların katılımıydı, Çocuk Hakları Sözleşmesinin en temel maddesi olan katılım maddesiydi ve çocuklarımız orada, ailede, okulda, sağlıkta, yargıda ve medyada katılım konusunu tartıştılar.

Dün de yine, 81 ilimizden gelen 81 çocuğumuz, dün sabahtan başlayarak Ankara'da çalışmalarını sürdürüyorlar. Şu anda çalışmaları sonuçlanmak üzere.

Burada bir hususu dile getirmek istiyorum: Zaman zaman katıldığım bu çalışmalarda, çocuklarımızın, gerçekten, hem dünyayla hem ülkemizdeki gelişmelerle son derece ilgili olduklarını, bilgili olduklarını, son derece yaratıcı yaklaşımlarla, hem sorunları ortaya koyduklarını hem de çözümler geliştirdiklerini gördük. Gerçekten, bu çocuklarımızla birlikte, bu yeni yetişen gençlerimizin ilgisini heyecanını ve yaratıcılığını gördükçe, Türkiye'nin aydınlık geleceğine olan umudumuz bir kat daha arttı.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçtiğimiz mart ayında, UNICEF tarafından Küresel Çocuk Hareketi adıyla yeni bir hareket başlatıldı ve bu hareket çerçevesinde ülkemizde 500 000 insan "çocuklara evet" kampanyasına katıldı. Dünya genelinde 35 000 000 insan "çocuklar için evet" kampanyasına imza verdiler. Bu kampanyayla, bütün çocukların eşit oldukları, çocuklara öncelik verilmesi gerektiği, çocukların bakım ve sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanmaları, AIDS ve bulaşıcı hastalıklardan korunmaları, çocuk istismarının önlenmesi, çocukların dinlenmesi, çocukların eğitimi, dünyanın savaşlardan korunması, dünyamızın korunması, özellikle çevre konusundaki duyarlılıklar, yoksullukla savaşım ve çocukların geleceğine yatırım konusunda Türkiye'de 500 000 imza, dünyada 35 000 000 imza toplandı. Eğer 11 Eylül terörist saldırısı olmasaydı, 20-21 Eylülde Amerika'da, New York'ta, Birleşmiş Milletlerde çocuk özel oturumu yapılacak ve bu oturuma bu imzalar sunulacaktı; böylece, dünyadaki çocukların durumu ve çocuk hareketi değerlendirilerek, çocukların özgür, sağlıklı ve onurlu yaşama kavuşmaları çabaları yeni bir ivme kazanacaktı.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben, ülkemizdeki çocukların durumuyla ilgili çok önem verdiğim birkaç konuyu sizlerle paylaşarak sözlerimi bitirmek istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin en öncelikli sorununun çocuk ve gençlik sorunları olduğunu söylemiştim; ama, ülkemizin en temel meselelerinden bir tanesi ülkemizdeki hızlı nüfus artışıdır. Gerçekten, 1960'lı yıllarla mukayese ettiğimiz zaman, nüfus artış hızında çok ciddî bir gerileme olmasına rağmen, hâlâ nüfus artış hızı çok yüksektir ve bölgeden bölgeye çok farklılıklar göstermektedir. Bu sene, zannediyorum, 1 200 000 çocuğumuz yeniden okula başladı; yani, bu kadar çok çocuğun eğitim ihtiyaçlarının karşılanması, sağlık ihtiyaçlarının karşılanması gerçekten öyle çok kolay değil ve ülkemiz bu artan nüfusla birlikte, ailelerle birlikte giderek yoksullaşmaktadır ve çocuklarla ilgili birçok sorunun temelinde bu hızlı nüfus artışının olduğunu görmekteyiz. Mutlaka, nüfus artışıyla ilgili yeni politikalar geliştirmemiz gerekiyor ve mutlaka, toplumda, ailelerde, bakabilecekleri kadar çocuk dünyaya getirmeleri konusunda bilinç ve duyarlık yaratmamız gerekiyor; yani, sayısının 2 veya 3 olması önemli değil; esas olan, bakabileceği, sağlıklı birer insan olarak yetiştirebileceği kadar çocuk dünyaya getirmesidir.

Çocuklarımızla ilgili, sizlerle paylaşmak istediğim ikinci konu, kız çocuklarımızın eğitimi sorunudur. Geçtiğimiz hafta Millî Eğitim Bakanımız Sayın Metin Bostancıoğlu'nun yaptığı açıklamalardan anlıyoruz ki, 1997 yılında uygulamaya konulan sekiz yıllık eğitim uygulamasıyla birlikte, kız çocuklarımızın okullaşmasında, 100 çocuktan 82'si okula giderken, bugün için 100 çocuktan 95'i okula gider duruma geldi. Bu, gerçekten son derece sevindirici bir gelişmedir.

Diğer, paylaşmak istediğim konu, kız çocuklarımızın erken evlendirilmesi konusudur. Şu anda, Türk Medenî Kanunu Tasarısı Parlamentoda görüşülüyor, evlenme yaşını kadın ve erkek için 18'e yükseltiyoruz, zorunlu hallerde 17 yaşında evlenebilecekler. Tabiî ki, yasalarla bu sorunun çözülmesini bekleyemeyiz. Bu konuda toplumun duyarlı olması, toplumun bilinçli olması gerekiyor. 18 yaşından küçük çocukların evlenmesinin, hele kız çocuklarının evlenmesinin, o çocuklar üzerinde, fiziksel, bedensel, ruhsal ve duygusal çok büyük tahribatlar yaptığını, hem o çocukların hem de o çocukların geleceklerinin ve onların dünyaya getirecekleri çocukların geleceklerinin karartıldığını, artık, toplumumuzun anlaması, bilmesi gerekiyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çocuklarımızla ilgili paylaşmak istediğim bir diğer konu, okulöncesi eğitim konusudur. Ne yazık ki, bugün, okulöncesi eğitim konusunda, oransal olarak bazı Ortadoğu ülkelerinden çok daha geri durumdayız. Okulöncesi eğitim çağında, 0-6 yaş grubunda 3 000 000'a yakın çocuğumuz var. Bunların ancak 180 000'ine okulöncesi eğitim verebiliyoruz. Biliyoruz ki, insanların ruhsal, duygusal, sosyal gelişimleri, zihinsel gelişimlerinin yüzde 70'i, yüzde 80'ni 0-6 yaş grubu arasında oluşuyor. Siz, o çocuğa 0-6 yaş arasında vermediğiniz eğitimi daha sonraki yaşlarda kat kat verseniz de onu telafi etmeniz,  yerine koymanız mümkün olmuyor.

Sizlere sunmak istediğim başka bir sorunumuz özürlü çocuklarla ilgili. Gerçekten, ülke olarak, toplum olarak çok geride olduğumuzu söylemek istiyorum; özürlü çocuklarımızın ancak, bugün yüzde 3'üne eğitim verebiliyoruz. Özürlü çocuklarımızı yakın zamana kadar yok saymışız, onları evlerimizde, odalarımızda saklamışız, toplum içerisine çıkarmamışız; ama, bu anlayış da artık değişiyor. Aileler de, yakın zamana kadar sakladıkları çocukları artık, ortaya çıkarıp, o çocuklar için eğitim istiyorlar, rehabilitasyon istiyorlar ve bu konuda çok ciddî bir talep gelişmektedir. Toplum olarak, devlet olarak bu konuda önlemler almamız gerekiyor. Bu konudaki en büyük handikabımız -onu burada özellikle söylemek istiyorum- özel eğitim konusudur. Ülkemizde, üniversitelerimize 1997-1998 yılında özel eğitim uzmanı olarak yetiştirilmek üzere, 180 öğrenci alınıyordu, 180 genç alınıyordu, daha sonra yapılan çalışmalar sonucu, bu, 550'ye çıkarıldı; ama, son derece yetersiz. Şu anda hem devlet hem de toplum, sivil toplum kuruluşları, dernekler, vakıflar, özürlülerle ilgili, özürlü çocuklarla ilgili rehabilitasyon merkezi açıyorlar, ama, özel eğitim uzmanı bulamıyorlar. Bizim, gerçekten, belki, burada eğitim planlamasını da konuşmamız gerekiyor. Bazı mesleklerde çok sayıda mezun veriliyor, çok sayıda çocuk eğitiliyor; ama, toplumun asıl ihtiyacı olan özel eğitim uzmanı gibi, fizyoterapist gibi, sosyal hizmet uzmanı gibi ve başka sayılacak mesleklerde ne yazık ki, üniversitelerimizde yeteri sayıda öğrenci yetiştirilmiyor; bunu da, Yüce Meclisinizle paylaşmak istedim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz önce, çocuklarımızın şu anda çalışmalarının devam ettiğini söyledim. Gerçekten, çok büyük heyecan duydum, çocuklarımızla birlikte olmaktan ve onları dinlemekten, onların, ne kadar ilgili, ne kadar bilgili olduklarını görmekten büyük heyecan duydum.

Ben, buradan, bütün topluma, bütün anne-babalara seslenmek istiyorum: Çocuğun temel gıdası sevgidir. Çocuğun temel gıdası güvendir. Çocuğun, doğuşundan itibaren, aradığı en önemli şey, annesinin, babasının, yakınlarının kendisine ne kadar önem verdiğini, ne kadar değer verdiğini bilme ihtiyacıdır. Çocuklarımızı sevdiğimizi, çocuklarımıza önem verdiğimizi, onlara sık sık hissettirelim ve onları dinleyelim. Hatta bu akşam çocuklarımızı karşımıza alıp, onlarla daha önce yapmadığımız bir şekilde konuşmaya, onları dinlemeye, anlamaya çalışalım.

Ben, Sayın Ediz Hun'a bu anlamlı günde böyle bir konuyu gündeme getirdiği için tekrar teşekkür ediyorum. Hem ülkemizin çocuklarını hem de tüm dünyanın çocuklarını sevgiyle kucaklıyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan, çalışmalarınızda üstün başarılarınızın devamını diliyorum.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Başkanım, gördüm. Bir hususu yüce takdirlerinize arz etmek istiyorum.

Esasen, ben, sayın milletvekillerimize daha fazla konuşma olanağı tanımaktan yanayım; ancak, Danışma Kurulunun aldığı karar Yüce Kurulunuz tarafından da tensip buyurulduğu için, çalışma saatleri 12.00 ile 16.00 arasında sınırlandırılmış bulunmakta. Gündemde bitirmemiz gereken hususlar da var; ancak, Sayın Hatiboğlu, benim kırabileceğim bir milletvekilimiz değil, başka arkadaşlarımızın bu konuda anlayışlı davranacağına da inandığım için, size yerinizden, kısa bir söz veriyorum.

Buyurunuz.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Bakana teşekkür ediyorum; ancak, bu yöntemin uygun olmadığını, bundan sonra, yani, benim üslubumla badema tekerrürünü önlemek babında bir hususu arz etmek istiyorum.

Çocuklar, özellikle bizim ümidi istikbalimizdir. Biz yarın yokuz; ama, yarın onlar var. Onun için, bir milletvekili arkadaşımızın 5 dakikalık gündemdışı konuşmasını vesile ederek bir sayın hükümet üyesinin 20 dakika konuşması yetmiyor. Sayın Bakan, 59 uncu maddeye göre, hükümet adına söz almalı, bir açıklama yapmalıydı ve gruplar, bu konuda ne düşünüyor onu ifade edebilmeliydi. Umuyorum, bundan sonra bu yol izlenir.

Sayın Başkanlığa da saygı sunuyorum; çünkü, sizin, yapacağınız, takip edeceğiniz başka bir yol yok. Bunu, hükümet kullanmalıdır ve görüyorum, bazen, bir arkadaşımızın 5 dakikalık konuşmasını bir sayın hükümet üyesi 20 dakika, uluorta kullanıyor, gruplar da sadece seyretmekle kalıyor; bu, doğru değildir. Tekerrür etmemesi ricasıyla Sayın Bakan...

Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum.

Gerçekten de, katılırım görüşünüze. Burada, Sayın Hasan Gemici Bakanımızın niyetini bilirim; ama, sizin bu önerinizden yola çıkarak, sayın hükümet mensuplarına, bundan böyle, gündemdışı olarak tüm Yüce Meclis üyelerinin dikkatine getirilmesi, milletimizin dikkatine getirilmesi gereken hususlarda bu yolu izlemelerini biz de Başkanlık olarak tavsiye ediyor ve kendilerinden bekliyoruz.

Çok teşekkür ediyorum.

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Ben, gündemdışı konuşmaya cevap verirken belki biraz süreyi aşmış olabilirim; ama...

BAŞKAN - Hayır. Sizin 20 dakika süreniz vardı; tam tersine, 4 dakika erken bitirdiniz.

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - ...ben, uluorta konuşmadım.

BAŞKAN - Hayır... Sayın Hatiboğlu, size öyle bir şey söylemedi; sadece, yasama organı - yürütme ilişkisine dair bir öneride bulundu, ki, hepimiz de katılıyoruz.

Değerli milletvekilleri, gündemdışı ikinci söz, üniversite çalışanlarının özlük hakları hakkında söz isteyen Konya Milletvekili Mustafa Sait Gönen'e aittir.

Buyurun Sayın Gönen. (MHP sıralarından alkışlar)

Süre konusunda sizin de aynı anlayışı sürdüreceğinize inanıyorum.

2.- Konya Milletvekili Mustafa Sait Gönen'in, üniversite çalışanlarının özlük haklarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı

MUSTAFA SAİT GÖNEN (Konya) - Sayın Başkan, değerli üyeler; üniversite mensuplarının özlük hakları hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, Yüksek Heyetinizi saygıyla selamlarım. İdrak etmekte olduğumuz ramazanı şerifin Türk Milletine, İslam âlemine ve tüm insanlığa huzur ve barış getirmesini Cenabı Allah'tan niyaz ederim.

Bilindiği gibi, ülkemizin, birey, kurum ve kuruluşlarıyla, bilgi çağına girerken, küresel rekabette üstünlük sağlayabilmesi ve insanımızın hayat standardının yükseltilebilmesi, şüphesiz, üniversitelerimizin içinde bulunduğu durumla yakından ilgilidir. Evrensel bilime olduğu kadar, yeni teknolojilerin geliştirilmesine de katkıda bulunması gereken üniversitelerimiz, aynı zamanda, eğitim-öğretim sisteminin son basamağı olması bakımından da, ülkemiz için hayatî önem taşıyan kurumlarımızdır.

Konuşmaktan kastım, üniversitelerimizin, hepinizin bildiği bilimsel özerklikten uzak, merkeziyetçi, demokratik sisteme bir türlü entegre olamamış yapısı ve yönetim biçiminden ziyade, mensuplarının özlük hakları ve bilhassa, devlet üniversitelerinin kadro, kaynak ve altyapı problemlerini gündeme getirmektir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bu problemlerden dolayı, bugün, eğitim kalitesi giderek düşmekte, evrensel ölçekte yeni bilgi üretimi azalmakta, üniversite-sanayi ilişkileri yeterli düzeyde sürdürülemeyip, sanayinin teknolojik sorunları giderilememektedir. Son yıllarda gittikçe büyüyen sıkıntıların başında, tecrübeli, üretken öğretim üyelerinin, olumsuz ekonomik şartların zorlamasıyla yurtdışına gitmeleri ya da vakıf üniversitelerine geçmeleri, araştırma görevlilerinin de, özel sektörde daha cazip ücretlerle iş bulup, ayrılmaları sebebiyle karşı karşıya kalınan eleman kaybı gelmektedir.

Eskiden bölüm birincilerinin ve dereceye giren nitelikli öğrencilerin araştırma görevlisi olabilmek için yarış ettikleri günler, artık, geride kalmıştır. Bugünkü düşük ücretler nedeniyle, öğretim üyeliği eski cazibesini yitirmiştir. Öğretim üyeleri, ekgelir için çok sayıda ders vermekte, bu da, ders yükünün altında ezilen öğretim üyelerinin, aslî görevleri arasında bulunan araştırma, proje üretme gibi faaliyetlerine yeterince zaman ayıramamalarına neden olmaktadır. Bazıları ise, branşları veya bulundukları ortamın uygun olmaması nedeniyle, bu tür imkânlardan da yararlanamamaktadır. Dolayısıyla, bir hoşnutsuzluk ortamı doğmakta, aslî görevler bu durumdan etkilenmekte ve çok yönlü erozyon ortaya çıkmaktadır. Bu konudaki darboğazdan çıkmak için eğitim ve uygulamada gösterilecek başarı ve performansa göre öğretim elemanlarının durumlarının düzeltilmesi gerekmektedir.

Genellikle bilim adamlığını bir yaşam biçimi olarak seçmiş olan akademisyenlerin geçim derdine düşmüş olmaları, motivasyonlarını büyük ölçüde kırmakta ve bu durum, gerek eğitim, gerekse araştırma faaliyetlerinde yeterince etkin bir rol almalarını engellemektedir.

Üniversite döner sermaye gelirlerinden beslenen araştırma fonlarının bu yıl kapatılmış olması da -yüksek lisans ve doktora tezleri- bir ölçüde bu fonlar tarafından desteklenen araştırma görevlilerinin ümitsizliğe kapılmalarına neden olmuştur. Halbuki, tüm dünyada araştırma faaliyetleri, ülkelerin geleceğinin teminatı olarak görüldüğünden, kriz dönemlerinde bile Ar-Ge'yle ilgili kaynaklar ve fonlara süreklilik kazandırılmaktadır.

Son zamanlarda üniversitelerimizin temsilcileri olan rektörlerimizin il protokolündeki sıraları, dördüncü sıradan sekizinciliğe gerilemiştir. Bu da, maddî bakımdan tatmin edemediğimiz üniversite personeline verilen değerin de gitgide azaldığını göstermektedir.

Şu anda ülkemizde yaşanan ekonomik krizin temel nedeninin yeterince üretememek olduğu bilinmektedir. Üretimin devamlılığını ve çeşitliliğini sağlayan da bilimsel yenilikler ve yeni teknolojilerdir. Bilgiyi üretecek, bunu topluma mal edecek, teknoloji geliştirerek sanayiin uluslararası pazarda rekabet gücünü artıracak kurumlar olan üniversitelerimizde çalışan bilim adamlarının özlük hakları iyileştirilmeden, ekonomik sorunları giderilmeden, altyapı eksiklikleri tamamlanmadan bu türden ekonomik krizlerle karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır.

Ülkenin gelişmesini ve ilerlemesini bir insan vücuduna benzetirsek, bunun aklı ve ruhu, bilim ve sanatın her türüdür, bedeni de, siyaset ve idaredir. Birini diğerine tercih etme ya da birini biraz ihmal etme lüksümüz yoktur. Bilgi toplumuna giden yol, ikisi arasındaki hassas dengeyi kurmaktan geçer.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

MUSTAFA SAİT GÖNEN (Devamla) - Ayrıca, Atatürk'ün işaret ettiği fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetişmesi için, bilgiyi üreten, depolayan ve kullanan üniversitelerimizin personelinin özlük haklarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyor, Yüksek Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Konya Milletvekilimiz Sayın Mustafa Sait Gönen'e, gerçekten, Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri olan üniversite çalışanlarının özlük hakları konusunu, özellikle, işaret ettiği protokol meselesiyle gündeme getirdiği için ben teşekkür ediyorum.

Şimdi, Sayın Milletvekilimize, hükümet adına, Sayın Adalet Bakanımız Prof. Dr. Hikmet Sami Türk yanıt vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bakanım. (DSP sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çağdaş devletin vazgeçilmez görevlerinden biri, ulusal eğitimdir. Ulusal eğitimin doruk noktasını oluşturan üniversite, eğitim ve öğretim, bilim üretimi, araştırma ve topluma hizmet sunma olarak belirlenen işlevlerini uluslararası standartlarda yerine getirmek durumdadır.

Bugün, ülkemizde, yükseköğretimde çağ nüfusunun okullaşma oranı, açıköğretimle birlikte, yüzde 27'lerin üzerindedir. Üniversitelerimizde 1,5 milyon dolayında öğrenci öğrenim görmekte ve 70 000'e yakın öğretim elemanı görev yapmaktadır. Bu rakamlar, ülkemiz potansiyelinin de göstergesidir. Bu bağlamda, Türkiye'nin geleceği için gerekli ve nitelikli insan gücünün yetiştirilmesi için, üniversitelerin olmazsa olmaz öğesi sayılan insan kaynaklarının geliştirilmesi zorunludur.

Üniversite öğretim üyeliğinin çekici hale getirilerek, çok iyi eğitim almış, başarılı ve yetenekli gençlerin bu mesleğe yönlendirilmeleri ülkemizin kazancı olacaktır. Bilim adamı, görevini sürdürürken, her türlü kaygıdan, özellikle ekonomik kaygıdan uzak olarak, verimliliğin en üst düzeyinde olmalıdır. Bu yönde gerekli çalışmaların yürütülmesinde zorunluluk vardır.

Gençlerimizin, yükseköğrenim görme isteği yanında, toplumun üniversitelerden beklentilerini de karşılayabilmek için, öğretim üyeliğini yeniden çekici hale getirme çalışmaları sürdürülmektedir. Toplumda yükseköğretim isteğinin her geçen gün arttığı dikkate alınarak, genelde üniversite sorunlarının çözümü, özel olarak da öğretim üye ve yardımcılarının özlük haklarının iyileştirilmesi için, her türlü çaba gösterilmektedir.

Öğretim elemanlarının ücretlerinin belirlenmesinde, temel ve zorunlu gereksinimlerin yanı sıra, akademik ve bilimsel etkinliğin özel gereksinmeleri, bu arada, yurtiçi ve yurtdışı konferans ve benzeri etkinlikler için yapılan ödemeler, test, kitap ve benzeri çalışmalar için yapılan kırtasiye harcamaları ve diğer giderler de göz önünde tutulmaktadır.

Ancak, ülkemizde süregelen kronik enflasyon nedeniyle ücretlerin, kamu kesiminin diğer bölümlerinde olduğu gibi, üniversitelerde de aşınmaya uğradığı ve bütçeden eğitim ve öğretime ayrılan kaynakların azaldığı yadsınamaz bir gerçektir.

Bugün için, genel ekonomik durumun ülkemizde etkilemediği insan yok denecek kadar azdır. Geçici olan bu durumun sona ermesiyle, genelde kamuda, özelde üniversitelerimizde büyük bir özveriyle görev yapanların ekonomik durumlarının düzeltilmesi hepimizin ortak isteğidir.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanımıza teşekkür ediyorum, hükümet adına, yanıt verdiği için.

Bir hususa ben de, burada, işaret etmek istiyorum. Üniversite mensuplarının maaşlarıyla ilgili enflasyon sebebinizi ya da ekonomik sıkıntıları, haydi bir derece diyelim, anlayabilmek mümkün; ama, il protokolünde, üniversite rektörlerinin sekizinci sırada yer alması, sanıyorum aynı sebepten kaynaklanmamaktadır. Onun için, bir profesör olarak, kabinede bir öğretim üyesi sıfatıyla, bu konuda, sizin de aynı düşünce doğrultusunda katkılarınızı beklediğimi ifade ediyorum.

Değerli milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, İzmir İlinde yaşanan sel felaketi hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Suha Tanık'a aittir.

Buyurun Sayın Tanık. (ANAP sıralarından alkışlar)

3.- İzmir Milletvekili Suha Tanık'ın, İzmir'de meydana gelen sel felaketine ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı

SUHA TANIK (İzmir)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 14 Kasım 2001 Çarşamba günü, yani, bundan 6 gün önce -önümüzdeki çarşamba günü, yani, yarın 7 gün olacak, bir hafta olacak- İzmir'de meydana gelen sel felaketiyle ilgili bilgi arz etmek üzere huzurunuza çıkmış bulunuyorum.

Bugün sabahleyin saat 05.30 uçağıyla İzmir'den geldim. Yine bugün sabahleyin İzmir'de yoğun bir yağmur yağışı vardı. Tabiî, görevlileri, kimseyi suçlamak niyetinde değilim. Kimsenin elinde koca bir şemsiye yok, şehrin üstüne bir şemsiye açsınlar da yağmuru önlesinler. Tabiî, hesaplar, kitaplar, dereler, kanallar, metrekareye 50 kilogram, 20 kilogram, 30 kilogram ya da belli bir süreç içerisinde yağmurun yağdığını düşünerek, 10 saatte, 12 saatte, 24 saatte yağan yağmurun, böyle sicim gibi yağan bir yağmurun getirdiğini düşünürsek, bunların, tabiî, felakete dönmesi söz konusu olamaz. Ama, düşünün, 3-4 saat içerisinde metrekareye 105 ilâ 110 kilogram yağmur yağdığı zaman, şehirdeki dereler, dere olmaktan çıkar, nehir haline gelirler ve yapılan kanalizasyonlar bununla baş edemez.

Kimseyi suçlamak niyetinde değilim; ama, bakın, İzmir'deki bir gazete... Bu, Yeni Asır Gazetesi. İzmir'deki herkesin yakinen takip ettiği, Ege yöresindeki bütün milletvekili arkadaşlarımın bildiği bir gazete; bir manşetle: "Yılların ihmali" diyor. Evet, bütün İzmirlilerin, burada herhangi bir parti ayrımı yapmadan üzerinde durması gereken, yılların ihmali.

Sayın arkadaşlarım oradan bana ne sesleniyorlar, bilmiyorum; ama, bakın, bundan daha önce İzmir'de Çiğli tarafında yaşanan bir sel felaketinde 64 vatandaşımız öldü. Yani, o tarihlerde Körfez Savaşında bu kadar insan ölmemişti.

Şimdi, 21 inci Yüzyılın İzmir'inde, Türkiye'nin üçüncü büyük şehrinde bir yağmur yağıyor, sele dönüşüyor ve 2 vatandaşımız hayatını kaybediyor -ailelerine, buradan, başsağlığı dilerim, kendilerine rahmet dilerim- ve Sayın Başbakanımız, İzmir'deki ilgileri arıyor. Aslında, tabiî, başta, İzmir Valisine teşekkür etmek isterim; bütün milletvekili arkadaşlarıma -herhalde, tahmin ediyorum- ertesi gün, yağışla ilgili, bu yaşanan felaketle ilgili birer bilgi notu gönderdi; ama, Sayın Başbakanımız, Sayın Büyükşehir Belediye Başkanını arayarak "geçmiş olsun" diyor ve benim, basından aldığım notlara göre, bu sel felaketi için 100 milyar liralık bir yardımda bulunuyor.

Şimdi, sayın milletvekilleri, yine, burada, sizlere, iki ayrı fotoğraf göstermek istiyorum, gazetede çıkan fotoğraflar. Her zaman söylediğim bir şey var, şurada bir slayt makinesi olsa da, bunları, burada, sizlere, büyük projeksiyonla, slaytla göstersek. İki ayrı fotoğraf; iki ayrı fotoğrafta, hasar gören arabaların resimleri. 100 milyar!.. 100 milyara, bugün araba satılıyor; şuradaki arabaların 5 tanesi 300-500 milyar eder sayın milletvekilleri. Yani, Sayın Başbakan Yardımcımız Rize Milletvekili, Rize'de bir sel felaketine gidiyor. Rize'deki bütün hemşehrilerimize geçmiş olsun diyorum; ama, basından öğrendiğime göre, Rize'deki sel felaketinden dolayı, Rize'ye 1 trilyon veriliyor, İzmir'e, Sayın Başbakan 100 milyarı layık görüyor. Bu, yanlış! Bütün İzmir milletvekilleri olarak, 1 trilyonu biz de istiyoruz. (DYP ve SP sıralarından alkışlar) Ayıp değil ya, kıskandım; bunu da, sizin huzurunuzda burada dile getiriyorum. İzmir'deki gerekli yatırımlara, bugün devam etmekte olan yatırımlara, artı, bu sel felaketinden zarar görmüş tüm vatandaşlarımızın yaralarına bir nebze merhem olacak, biz de, 1 trilyonu istiyoruz; bu kadar basit.

Tabiî, Sayın Başbakanımızın bu konudaki hassasiyetini önümüzdeki günlerde göreceğiz; ama, vatandaş, zaten, ekonomik krizle kıvranıyor. Yani, başımıza gelen bu felaket nedir diye, bazen, kendi kendime de düşünüyorum; yaz olur, orman yangınları bir taraftan; ilkbahar, sonbahar olur, depremler gelir bir taraftan; kış olur, sel felaketleri; enflasyon bir taraftan; hayat pahalılığı, ekonomik geçim sıkıntısı bir senedir vatandaşın burasında. Yani, insan, ister istemez, şu makûs talihimizi ne zaman kıracağız diye bir beklenti içerisine giriyor.

Bakın, yağmurun yağdığı yerler -birçok arkadaşımızın bildiğini tahmin ediyorum- İzmir'in en gözde, en güzel yerleri: Hatay, Güzelyalı, Göztepe, Üçkuyular, Konak, Mithatpaşa, Bornova, Buca, Menderes... Yağmurun felakete neden olduğu yerler buraları.

Bugün, sabahleyin uçakta bir arkadaşım anlattı; "Konak'ta Anafartalar'daydım, çarşıda alışveriş yapıyordum yağmur başladığı zaman, bir dükkâna girdim, yağmur bitmeden dükkândan..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Belediye Başkanı DSP'li mi Sayın Tanık?!

SUHA TANIK (Devamla) -Efendim, bakın, şu çok önemli, yılların ihmali bu; bunu herhangi bir belediye başkanını suçlamak için söylemiyorum.  Daha önceki Doğru Yolcuydu, daha önceki ANAP'lıydı, şimdiki DSP'li, daha önce CHP'li vardı, değişik bütün partilerden belediye başkanları; ama, biz, İzmirliler olarak bunu yaşıyoruz İzmir'de. Uçakta vatandaş bana aynen şunu söylüyor: "dükkândan çıktım, belime kadar suyun içinde yürüdüm." Bu, Konak dediğimiz, yani, alışveriş merkezinde olan bir şey. İnanın, cuma, cumartesi, pazar, üç gün, Mithatpaşa semtinde dolaştım, Hatay tarafında; e, valla, 21 inci Yüzyıldaki güzel İzmir'e, Türkiye'nin üçüncü büyük şehrine yakışmıyor, buna layık değil! Ben, bu konudaki  duygularımı, vatandaşımın, bu konudaki size duyurmamı istediği konuları burada dile getirmeye çalıştım ve yine, altını özellikle çiziyorum, İzmir'e 100 milyarı hiçbir değer olarak kabul etmiyorum, -artık, sayın bakanlar mı cevap  verir, Sayın Başbakan mı, sayın iktidar partileri milletvekilleri mi- DSP'de 14-15 milletvekili arkadaşımız var, bunu, hiç değilse, muhakkak 1 trilyonun üzerine çıkarsınlar.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum; sağ olun. (DYP ve SP sıralarından alkışlar)

YILDIRIM ULUPINAR (İzmir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Gündemdışı konuşmaya hükümet adına Bayındırlık ve İskân Bakanımız Sayın Prof. Dr. Abdülkadir Akcan cevap vereceklerdir. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Bakanım.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Afyon) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, İzmir İlimizde yaşanan sel felaketiyle ilgili olarak, İzmir Milletvekilimiz Sayın Suha Tanık'ın yapmış olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

İzmir İlimizin muhtelif semtlerinde meydana gelen sel felaketini yaşayan İzmirli vatandaşlarımıza, öncelikle huzurunuzda geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum ve ayrıca, bu ve öteki felaketlerde, afetlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Tanrıdan rahmet diliyorum.

İzmir İlinde 14.11.2001 tarihinde saat 20.30 sularında meydana gelen yoğun yağış haberi üzerine, Bakanlığımız Afet İşleri Genel Müdürlüğünce, İzmir Valisi ve il teşkilatımız olan Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü ile telefon teması sağlanmış ve bu temas sürdürülmüştür.

Bu temaslar sırasında alınan bilgilere göre, Konak, Bornova, Buca, Gaziemir, Menderes ve Karşıyaka İlçelerinden geçen Melez Çayı, Poligon ve Halkapınarı Dereleri taşmaları sonucunda, bazı işyerleri ve konutların bodrum ve zemin katları sular altında kaldığı, park halindeki bazı araçların da hasar gördüğü tespit edilmiş ve öğrenilmiştir.

İzmir Valiliği, acil yardım ödeneğine şimdilik ihtiyaç duymadıklarını belirterek, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik Fonundan 100 milyar Türk Lirası temin edildiğini bildirmiştir.

Bakanlığımızca, hemen -özellikle mahallî idareler açısından- hasar tespit ekipleri oluşturularak, sel felaketinin yaşandığı mahallelere ekipler görevlendirilmiştir. Bugüne kadar yapılan çalışmalar neticesinde, 977 adet konut ve işyerinde maddî hasar meydana geldiği; ancak, binalarda statik yönden herhangi bir kusurun bulunmadığı müşahede edilmiştir. Bölgede hasar tespit çalışmaları halen sürdürülmektedir.

Şiddetli yağışın etkilediği bölgelerin, genellikle belediyelerce dere yataklarının temizlenmeyen ve ıslah edilmeyen kısımlarında olduğu tespit edilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tür metropollerde yaşanan doğal felaketlerin maddî ve manevî güçlük ve zorluklarının yanı sıra, kentsel yaşamın günlük koşullarını doğrudan etkilemesi dolayısıyla, vatandaşlarımız bu olaylar karşısında çeşitli sıkıntılarla karşı karşıya kalabilmektedir. Bunun için, büyük şehirlerimizdeki il özel idareleriyle yerel yönetimlerimiz, böyle üzücü felaketler karşısında, her türlü ekip ve ekipmanıyla hazırlıklı olmak durumundadırlar. Bunların teşkili ve tesisinden ziyade, yaşanacak bir felaket anında, bu hususta sorumluluk sahibi olan resmî kuruluşlarımız ile özel ve tüzelkişilerin, âcil önlem alarak, meydana gelen olaylara müdahale edebilecek güç ve erk içinde olmaları günümüz koşullarında kaçınılmazdır. Hal böyle olunca, her türlü doğal afet olayına karşı hazır ve bilinçli olunması, fertler başta olmak üzere, bütün ilgili kişi ve kurumların, afet öncesi,  afet sırasında ve afet sonrası sorumluluğunun belirlenmesi gerekmektedir. Bunun için de yapılması gerekenler, yerinde ve zamanında yapılmalıdır. Bu duyarlılık bilincinde olunduğu sürece felaketlerin atlatılması ve yapılması gerekenlerin de amacına uygun halde ve zamanında yapılması daha kolay olacaktır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Suha Tanık'ın Rize karşılaştırmasını gözardı etmek pek mümkün değil; ancak, Sayın Tanık, eğer, Rize'de, felaket anında ve sonrasında yerinde inceleme yapsa, kesinlikle bu görüşünden vazgeçeceğini ben rahatlıkla iddia edebilirim ve ifade ederim. Sayın milletvekilimizin sitemini anlıyorum ve anlayışla karşılıyorum, aslolan, orada yaraların sarılmasıdır. Bir felaket olur, Allah korusun, Rize'den daha küçük bir ilde olur ve bunun için 10 trilyon gönderilmesi gerekir, o bile yetersiz olur. Aslolan, paranın şu veya bu boyutta gönderilmesi değil, afete anında müdahale ederek bir önce yaraların sarılması mantığının önplanda tutulmasıdır der, biz Bakanlık ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü olarak, Türkiye'nin her tarafında olduğu gibi, İzmir'de de, daha önce felaketin, afetin başladığı andan itibaren yaptığımız incelemelerde gösterdiğimiz hassasiyeti göstererek, bundan sonra, başta, toplumun tamamına hizmet veren mahallî idarelerimizin sıkıntılarının bertaraf edilmesi söz konusu olmak üzere, tüm ihtiyaç sahiplerine gereken müdahalenin yerinde ve anında yapılması için mücadele ettiğimizin bilinmesini ister, hepinizi saygıyla selamlarım. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Değerli Bakanımıza çok teşekkür ediyorum.

Muhterem milletvekilleri, ben, bir hususu burada açıklamak isterim.

Sayın Suha Tanık'ın gündemdışı konuşma talebine daha az saygı duyduğum için değil, İzmir'i daha çok sevdiğim için, bu konunun, Meclis gündeminde yüce takdirlerinize gelmesini uygun buldum; ama, burada bir hakkı teslim etmek durumundayım. Hemen her partiden birçok milletvekili arkadaşımız, 14 Kasımda İzmir'de meydana gelen bu sel felaketiyle ilgili olarak gündemdışı söz talebinde bulundular. Ben, Doğru Yol Partisinin değerli Grup Başkanvekillerinin ricasını dikkate alarak Sayın Suha Tanık'a söz verdim.

Burada, sel felaketine ilişkin bendeki bilgileri de dikkatlerinize sunmak isterim. Melez ve Poligon derelerinin taşması neticesi, üçbuçuk saat civarında, o yoğun, normalin üstünde seyreden yağışlar nedeniyle bu hal meydana geldi.

Devlet Bakanı Sayın Hasan Gemici arkadaşıma, Sosyal Yardımlaşma Fonundan ilk anda 100 milyar lira gönderdiği için ben de teşekkür ediyorum.

Bu sabah, buraya gelmeden önce, Sayın İzmir Valimizle ve Sayın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımızla son durum hakkında bir kez daha görüştüm. İzmir Büyükşehir Belediyemizin, üç yıldan bu yana dere ıslahları için harcadığı paranın miktarı tam 19 milyon dolar ve daha önlerindeki projeleri bitirmeleri için harcamaları gereken rakam 6 milyon dolar.

Kabul edelim ki, içgöç nedeniyle şehirlerimizdeki altyapı sorunları, maalesef, yağmur olsun, başka doğal afetler olsun, belirli bir seviyenin üzerine çıktığı anda hepimizi sıkıntıya sokmakta.

Şu an itibariyle, orada, sel felaketinin olduğu 14 Kasımdan bu yana tüm kamu kurumlarının araçları, personeli, büyükşehir belediyesinin makineleri çalışmakta. Değerli İzmir Valimize, Değerli İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımıza, personeline, İzmir Emniyet Müdürümüze, ben, hem kendi adıma hem sizler adına, gösterdikleri olağanüstü çalışmalar nedeniyle teşekkür ediyorum. Dün itibariyle, bir 100 milyar daha talepte bulunduklarını ifade ettiler...

Burada, Suha Tanık arkadaşımın sözleri, ola ki, yanlış anlaşılabilir. Milletvekilleri, yalnız seçildikleri illeri değil, tüm Türkiye'yi temsil ederler. Dolayısıyla, yurdumuzun neresinde -Allah korusun- herhangi bir  sel felaketi olsun, başka bir doğal afet olsun meydana gelirse, kaybettiğimiz her can, hepimizindir. Dolayısıyla, böylesi konularda, şehirler arasında, şehirlerin siyasetçileriyle bir mukayese yapmak, bizi, başka başka sıkıntılara sokabilir.

Ben, Suha Tanık arkadaşımın bir düşüncesine de katılırım; doğrudur, Yeni Asır'da, Ege TV'de bütün ayrıntılar verildi; hepsini biliriz. Buradan da, İzmirli tüm milletvekillerimize teşekkür ediyorum gösterdikleri hassasiyet için, İzmirli bakanlarımıza teşekkür ediyorum ve İzmir Valiliğinin dün talep ettiği bu 100 milyarın, aslında, birkaç günlük bir problem çözücü özellik taşıdığının bilinciyle, Sayın Başbakanımızdan, Sayın Maliye Bakanımızdan, bu konuda, İzmir'e, önümüzdeki dönemlerde olası daha büyük felaketle karşılaşmamak için, bir miktar daha yardımı, tüm İzmir milletvekili arkadaşlarım adına, ben de buradan talep ediyorum ve Suha Tanık arkadaşıma teşekkür ediyorum bu konuyu gündeme getirdiği için.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan, ufak bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Başkanım, size söz verirsem, İzmir milletvekillerimiz Yıldırım Ulupınar ve Yusuf Kırkpınar arkadaşlarım da söz istemişler... O zaman, onların anlayışlarına sığınayım; Grup Başkanvekili sıfatınızla siz tercüman olunuz.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

İzmir'e olan sevginize saygı duyuyorum. Ben de, İzmir ve Rize halkına, insanlarımıza, gördükleri afetlerden dolayı geçmiş olsun diyor, hayatını kaybedenlere Tanrı'dan rahmet diliyorum; ancak, Sayın Tanık'ın burada ifade ettiği hususu, ben de, Hatay Milletvekili olarak, Hataylılar adına, Hatay milletvekilleri adına müsaadenizle -size teşekkür ediyorum, müsaade ettiniz- dile getirmek istiyorum.

Gerçekten, Rize'de yaşanan sel felaketinden sonra, Sayın Başbakan Yardımcımızın gösterdiği hassasiyete, hükümetimizin gösterdiği aciliyete, tavra, davranışa teşekkür ediyorum; ancak, buradan da bir şey ifade ediyorum: Hatay'da yaşanan sel felaketinden bu yana altı ay geçti, henüz daha hiçbir yara sarılmadı. Buna Meclisimizin ve Meclis Başkanımızın da, deminden bu yana ifade etmeye çalıştığım aynı hassasiyetle dikkati çekmesini talep ediyorum. Gerçekten, nerede bir felaket varsa devletimiz, tüm insanlarımız, tüm kurumlarımız aynı hassasiyeti göstermeliler. Hatay insanı, Hatay mahallî idareleri, yaşanan sel felaketinden sonra devletimizin gösterdiği bu duyarsızlığın şokunu yaşamaktadırlar, hayal kırıklığını yaşamaktadırlar. Bunu, burada, müsaadenizle ifade etmek istiyorum, devletimizin ve hükümetimizin dikkatini çekmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben de size teşekkür ederim. Geçen ay, Meclisi yönettiğimde Sayın Başkan, ben, söz isteyen Hatay Milletvekilimiz Metin Kalkan arkadaşımıza, geç müracaatı yapıldığı için söz verememiştim.. Bu kez, Hatay Milletvekilimiz Sayın Levent Mıstıkoğlu, ilk günden müracaatını yaptığı için, sanıyorum, ya yarın ya yarından sonra, Hatay'da meydana gelen sel felaketi ve bunun doğurduğu sorunlara ilişkin bir gündemdışı söz talebini, hassasiyetiniz nedeniyle yanıtladım, orada da tekrar görüşeceğiz.

Peki, çok teşekkür ediyorum.

YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Sayın Başkan, müsaade eder misiniz, ben de bir şey söyleyebilir miyim...

BAŞKAN - Artık, dile getirdik...

YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Dile getirilenlerden benimki çok farklı bir şey Sayın Başkan, izin verirseniz...

BAŞKAN - 2'şer dakika, Yusuf Kırkpınar ve Yıldırım Ulupınar arkadaşım burada idi...

Buyurun Sayın Kırkpınar.

YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Sayın Başkanım, müsamahanız için önce teşekkür ediyorum. Suha Tanık'ın bütün konuştuklarınla katıldığım gibi, orada şimdiye kadar gelmiş, geçmiş bütün belediyeler, hiçbir dere ıslahı çalışmasında bulunmadılar. Bundan 6-7 yıl önce 64 kişi hayatını kaybetti; geçen 14 Kasımda da, 2 kişi hayatını kaybetti. Sadece, İzmir'in kıyı kenar çizgilerini ve denizi doldurarak İzmir'e büyük ihanetler içerisinde bulunan geçmiş ve şimdiki belediyeler, burada ölen insanları göz önünde bulundurmamış ve dere ıslah çalışmaları yapmamışlardır. Öncelikle, İzmir'e hizmet edilecekse, derelerin ıslah edilmesi lazım; aksi takdirde, bundan sonra yağan her yağmur, yüzlerce can almaya devam edecektir.

Bilgilerinize sunuyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum efendim.

Benim için en kolay yanıt "yoğun gündem nedeniyle hiçbir arkadaşıma gündemdışı söz veremiyoruz" demekten ibaretti. Bakın, son iki arkadaşım dedim, tekrar talepler gelmeye başladı. Yani, ben, formel hukuku gayet iyi bilen bir insanım.

Peki, Sayın Dayıoğlu, size söz veriyorum; ama, ondan sonra, lütfen, hiç kimse ısrarda bulunmasın.

Buyurun.

SALİH DAYIOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 14 Kasım günü başlayan yağmurla İzmir'de meydana gelmiş olan sel baskınları ve can kaybı dolayısıyla, İzmir, her sene yaşadığı bir felaketi bir daha yaşamıştır. Bu yağmur felaketiyle hayatını kaybeden hemşerimizin yakınlarına başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyorum.

İzmir, Hasan Tahsin'le bilinir. İzmir, 9 Eylülle bilinir. İzmir, ilk İktisat Kongresiyle bilinir; ama, geçmişten bugüne kadar İzmir Şehri, tamamıyla siyasî rant uğruna harap edilmiştir; Bucasıyla harap edilmiş, Bayraklısıyla harap edilmiş, Çiğlisiyle harap edilmiş, Balçovasıyla harap edilmiş, Bornovasıyla harap edilmiştir.

İzmir'de şehirsel yapılaşma tamamıyla felç olmuş durumdadır. Kaçak yapılaşma, bu olumsuzlukları ortaya çıkarıp... İzmir, her yağışta, sahil kenti olması nedeniyle, bunu yaşamaktadır.

Bu nedenle, İzmir'e bakışımız değişmelidir. Burada, siyasî rant peşinde koşmaktan ziyade, İzmir'le ilgili acil, kesin ve köklü tedbirlerin alınması dileğiyle sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.

Sağ olun.

BAŞKAN - Peki, o zaman ben size bir öneride bulunayım: İzmir milletvekilleri olarak, İzmir'in sorunlarına ilişkin bir araştırma komisyonu kurulmasına yönelik bir önerge hazırlayınız, daha bir köklü yapalım; ama, benim de sizden bir istirhamım var: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımıza ben buradan teşekkür ettim, yaptığı çalışmaları ben anlattım; ama, aynı bakış altında, bundan önce görev yapan belediye başkanlarına da teşekkür edersek, sanıyorum, daha yapıcı bir yaklaşımı benimsemiş oluyoruz.

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Niye teşekkür ediyoruz Sayın Başkan, teşekkür etmek gerekmez; sadece sahili doldurdular, bütün varoşlar rezil durumda; neyine teşekkür ediyoruz.

BAŞKAN - Geçmişte olumlu çalışma yapanlara teşekkür etmek niçin sizi rahatsız etsin Sayın Kırkpınar?

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Beni rahatsız etmiyor; ama, yapılanları biliyorum. Belediye başkanlarının yaptıkları ortada, hiçbir ciddî sorunu benimsemiyorlar...

BAŞKAN - Peki, İzmir'in bütün sorunları sadece bu dönemde mi...

YUSUF KIRKPINAR (İzmir)  - Kişiselleştirmeye gerek yok, belediye başkanlarının yaptıkları ortada...

BAŞKAN - Öyle mi diyeceğiz Sayın Kırkpınar?

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Her dönemde sahili dolduruyorlar, varoşları rezil hale getirdiler...

BAŞKAN - Doğru iş yapanlara teşekkür edelim diyelim o zaman...

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Hayır, ben, bu konuları vaktiyle bakan beyle de görüştüm, İzmir'in sorunlarını dile getirdim; ama, hiç konu edilmedi..

BAŞKAN - Peki, doğru iş yapanlara da teşekkür etmeyelim öyle mi?..

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Doğru iş yapanlara teşekkür edelim.

BAŞKAN - Peki, o zaman anlaştık.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Adana Milletvekili Yakup Budak ve 19 arkadaşının, çalışan çocuklar ile sokak çocuklarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla  bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/218)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Geleceğimizin teminatı çocuklarımızla ilgili çalışmaların yapılması, sosyal devletin en öncelikli görevlerindendir. Çalışan çocukların ve sokak çocuklarının bugün içinde bulunduğu ortam içler acısıdır. Bu nedenle, çalışan çocuklar ile sokak çocuklarının içinde bulundukları sorunların belirlenmesi ve alınacak tedbirlerle uygulamaya koyulacak yeni  politikaların belirlenmesi konusunda, Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz. 13.11.2001

1- Yakup Budak

(Adana)

2- Mustafa Geçer

(Hatay)

3- Ahmet Sünnetçioğlu

(Bursa)

4- Suat Pamukçu

(Bayburt)

5- Mehmet Batuk

(Kocaeli)

6- Aslan Polat

(Erzurum)

7- Nezir Aydın

(Sakarya)

8- Latif Öztek

(Elazığ)

9- Turhan Alçelik

(Giresun)

10- Fahrettin Kukaracı

(Erzurum)

11- Sacit Günbey

(Diyarbakır)

12- M. Zeki Çelik

(Ankara)

13- Lütfü Esengün

(Erzurum)

14- Ali Oğuz

(İstanbul)

15- Rıza Ulucak

(Ankara)

16- Lütfi Yalman

(Konya)

17- Şeref Malkoç

(Trabzon)

18- Osman Yumakoğulları

(İstanbul)

19- Bahri Zengin

(İstanbul)

20- Mehmet Zeki Okudan

(Antalya)

Gerekçe:

Bugün, Türkiye'de milyonlarca çocuk tehlikeli ve uygun olmayan şartlarda çalıştırılmaktadır. Çocuk işçiliği, yoksulluk, eğitim eksikliği, geleneksel yapı ve ekonomik gelişmeler, küreselleşme gibi nedenlere dayanmaktadır. IMF ile Dünya Bankasının gelişmekte olan ülke ekonomilerine dayattıkları ekonomik programlar, sosyal harcamalarda yoksulların daha da ağır biçimde etkilenecekleri kesintilere yol açmıştır. Çocuk işçiliğinin önüne geçecek en önemli faktör olan eğitim, bu kesintilerden en büyük darbeyi almıştır.

Çocukların eğitim çağında çalışma hayatında yer almaları, Türkiye'de önemli bir toplumsal sorun olarak ağırlığını her geçen gün hissettirmektedir. Genellikle yoksulluk, tek tip ve yetersiz eğitim sistemi, işverenlerin ucuz işgücü tercihi, düzensiz kentleşmeye, gelir dağılımındaki eşitsizlik, aile gelirindeki hızlı düşüşler, çocukların çok küçük yaşlarda çalışma yaşamına atılmalarını kaçınılmaz kılmaktadır.

Çocuk işçiliğinin yaygınlığı ve kapsamı hakkında çok ayrıntılı verilere sahip olmamamıza rağmen, çalışan çocuk sayısı küçümsenmeyecek kadar yüksektir. DİE'nin 1999 çocuk işgücü anketine göre, çocuk işçi sayımız 3 850 000 civarındadır. Bu rakam, 6-14 yaş arasında yer alan nüfusumuzun yüzde 32'sidir. Büyük bir bölümü asgarî çalışma yaşının altında çalışmaya başlayan çocukların yüzde 41'i okula devam edememektedir. Çocukların yüzde 40'ı hane halkı gelirine katkıda bulunmak, yüzde 30'u ailenin borçlarının ödenmesine ve ekonomik faaliyetine yardımcı olmak için çalışmaktadır. 6-14 yaş grubunun çalıştıkları işyerlerinin yüzde 83'ünün hiçbir yerde kaydı yoktur. Yılda 5 000 çalışan çocuğun iş kazası geçirmekte olduğu veya meslek hastalığına yakalandığı tespit edilmiştir. Çocukların yüzde 80,6'sı hastalandığı zamanlar dışında doktor kontrolüne hiç gitmemiştir. Çocukların yüzde 94,2'si günde yedibuçuk saatten fazla çalışmakta, yüzde 58,4'ü de hiç izin kullanamamaktadır.

Çalışan çocukların önemli bir bölümü de, sokakta çalışan çocuklardır. Bu çocuklar, ailelerinden daha az destek alan ve ailenin geçim sorumluluğunu sokaklarda, pazarlarda çalışarak paylaşmak zorunda olan çocuklardır. Açlığın, yokluğun, istismarın pençesinde yaşamaya çalışan bu çocukların yaş ortalaması 12'dir. Sevgisiz ve ilgisiz büyüyen, sokakta yaşamayı kendi için kurtuluş yolu olarak gören sokak çocuklarının durumu içler acısıdır.

Bu çocukların sokağa itilmelerinin en büyük sebebi, erozyona uğrayan değer yargılarımız ile buna bağlı olarak parçalanmış aile yapıları ve gelir dağılımını bozucu çarpık ekonomik uygulamalardır.

Başta, büyükşehirlerimiz olmak üzere, diğer Anadolu şehirlerinde de hızla çoğalan sokak çocuklarının sayısının 10 000 ile 100 000 arasında olduğu dile getirilmektedir.

Son yıllarda, hem sokaklar, sokak çocuklarını tehdit etmeye başladı hem de kendileri toplumu tehdit etmeye başladı. Çeteleşmeler, cinayetler, uyuşturucu bağımlılığı, fuhuş, gasp yaşanan trajedinin sadece birkaçıdır. Halen, cezaevlerinde 2 000'i aşkın çocuk bulunuyor. Ülkemizde korunmaya muhtaç çocuk sayısı 1 milyon civarında iken ve devletin sorumlulukları da ilgili kanunlarla belirtilmişken, SHÇEK ancak 21 000 kimsesiz çocuğa imkân sağlayabilmektedir.

İster çalışan çocuklar olsun, isterse sokak çocukları; çocukların bedensel, zihinsel, duygusal ve ahlakî gelişimini engelleyen işlerde çalışması önlenmeli, çocukların tehlikeli işlerde ve sömürücü koşullarda çalıştırılmasına acilen son verilmelidir. Çocukların sağlıklı büyüyüp yetişebilmeleri ve toplum içerisinde sağlıklı bir fert olarak yer alabilmeleri için, çocukluk dönemlerini çocukça yaşamaları gerekmektedir.

Çocuklarımız, alınıp satılmayı, cinsel tacize uğramayı, uyuşturucu kullanmayı, uygun olmayan şartlardaki işlerde çalışmayı istememektedir. İstisnasız bütün çocuklar, sonsuz bir sevgiyi, şefkati, barışı, saygıyı, güzel bir geleceği istemektedirler. Bunu sağlamak ve denetlemek, hem insanî hem de devletin anayasal görevidir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Sayın Başkan, gensorunun okunmasından önce bir hususun düzeltilmesini talep ediyorum.

Bu "sokak çocukları" kavramını bizim düzeltmemiz gerektiğine inanıyorum. Çünkü "sokak çocuğu" kavramı çok ağır bir itham. Bunlar, saygılı bir ailenin sokak çocuğu da olabilir; ama bunlar, yarın, anne olacaklar, baba olacaklar. Bunların çocukları, kimsesiz bir çocuğun babası, annesiyle itham edilmiş olacaklar. Bu aşağılayan ifade yerine; yani "sokak çocukları" kavramı yerine, kimsesiz çocuklar kavramını literatürümüze geçirmiş olsak, resmî kayıtlarımıza geçirmiş olsak, daha anlamlı olmaz mı? Çünkü, sokak çocuğu, normalde, bir zenginin çocuğuna, bir Ahmet'in, bir imamın çocuğuna bile söylenilebiliyor; davranışları, hal ve hareketleri hoş karşılanmadığı için sokak çocukları diye itham edilebiliyor; ama bunlar, sahipsiz, yetim, sokağa konulmuş günahsız, hiçbir hatası olmayan, sadece sahiplenildiği için bunlara, resmî kayıtlarda sokak çocuğu demek çok ağır geliyor, insanların nefsine ağır geliyor. Bunun düzeltilmesini talep ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Zeki Ergezen'e ben de teşekkür ediyorum. Gerçekten, önemli bir konuya işaret etmiştir; o zaman, bu öngörüşme yapılırken, sizden, bu konuda da bilgilerinizi daha bir enine boyuna rica edelim.

Çok teşekkür ediyorum.

Bir gensoru önergesi vardır, önerge daha önce bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Ancak, sayın milletvekilleri, Divan Üyesi değerli arkadaşımızın, sunuşları, oturarak okuması hususunda oylarınızı istirham ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, önergeyi okutuyorum:

2.- Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olmayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/23)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tüm ekonomik göstergeler Türkiye ekonomisinin kötüye gittiğini açıkça ortaya koymaktadır. Hazırlanan 2002 bütçesinin tam bir iflas bütçesi olduğu ifade edilmektedir. Halkımız tarihinin hiçbir döneminde görmediği büyük bir ekonomik sıkıntı yaşamaktadır.

13.03.2001 tarihinden bu yana Sayın Kemal Derviş, tek patron olarak ve Devlet Bakanı sıfatıyla, ekonomi yönetiminin başında bulunmaktadır; 57 nci hükümet ve hükümet ortaklarının parti grupları, kendisinin her istediğini yapmıştır. Öyle ki, Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilen birçok yasa kamuoyunda Derviş yasası olarak adlandırılmış ve Sayın Dervişe ayak uyduramıyor gerekçesiyle bakanlar bile istifa ettirilmiştir. Bu nedenle, bu çöküşün baş sorumlusu Sayın Kemal Derviştir.

Aşağıdaki gerekçeleriyle Devlet Bakanı Sayın Kemal Derviş hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddesine göre gensoru açılmasını arz ve talep ederiz.

                                      15.11.2001

 

Veysel Candan

Ömer Vehbi Hatipoğlu

 

Konya

Diyarbakır

 

SP Grup Başkanvekili

SP Grup Başkanvekili

 

Gerekçe:

Muhalefetin ve toplum kesimlerinin uyarılarına rağmen, 57 nci hükümetin ısrarla uyguladığı sözde "ekonomik istikrar programı" 18 Şubat 2001 tarihinde çıkarılan krizle iflas etmiş ve Türkiye ekonomisi bir anda çökme noktasına gelmiştir. Bunun üzerine, Dünya Bankası Başkan Yardımcılarından Sayın Kemal Derviş, Türkiye'ye getirilmiştir.

Sayın Derviş 13.03.2001 tarihinden bu yana tek patron olarak ve devlet bakanı sıfatıyla ekonomi yönetiminin başında bulunmaktadır.

Sayın Kemal Derviş, yarattığı sürekli kriz ve tehditlerle 57 nci hükümete her istediği kararı aldırmıştır; cumhuriyet tarihinde -olağanüstü dönemler dahil-  hiçbir bakan bu kadar yetkilerle donatılmamış, Sayın Derviş kadar rahat hareket edememiştir.

Hal böyleyken, bugüne kadar öngörülen hedeflerden hiçbirine ulaşılamamıştır. Döviz fiyatları, enflasyon değerleri, borç stokları katlanarak artmıştır. Dolar 670 000 TL'den 1 600 000 TL'ye, enflasyon TÜFE yüzde 33,4'ten yüzde 66,5'e, TEFE yüzde 26,5'ten yüzde 81,4'e, içborç stoku, yüzde 100'ü aşan bir devalüasyona rağmen, 52 milyar dolardan 74 milyar dolara çıkmıştır.

Sayın Derviş'in, göreve geldiği günlerde gazeteci ordusuyla yaptığı şovlarda söylediklerine inanarak iş yapan sanayiciler iflas etmiştir. Bunun sonucunda, yüzbinlerce insan işsiz kalmıştır.

Yine uygulanan yanlış politikalarla Türkiye tarımı bitirilmiş, Türk çiftçisi açlığa mahkûm edilmiş, Türkiye, tarım ürünleri dışticaretinde açık veren bir ülke haline gelmiştir.

Toplumsal barışın teminatı, ekonomimizin temel direği olan esnaf perişan edilmiş, yüzbinlerce esnaf işyerini kapatmak zorunda kalmıştır.

Alınan krediler, malî sektöre aktarılmış; ama, hâlâ, bankacılık rayına oturtulamamış, piyasaların güveni kazanılamamıştır. Sonuçta, reel sektör tükenmiş, üretim durmuştur; ama, dışborç stoku artmaya devam etmiştir.

Ekonominin batmasında, soygunların aracı olarak kullanılan bankaların büyük sorumluluğu olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Ancak, Sayın Kemal Derviş, Vakıfbank, Halkbank ve Ziraat Bankası için Ankara Cumhuriyet Savcılığının istemiş olduğu soruşturma iznini hâlâ vermemiştir.

Sayın Kemal Derviş, dışarıda girmiş olduğu ilişkilerde milletimizi küçük düşürecek davranışlarda bulunmuştur. Sürekli olarak, iktidar partilerini ve TBMM'yi "krediler gelmez" diye tehdit etmiştir. Göreve geldikten sonra, aylarca, tedbirlerini açıklamak için oyalanmış, bu arada, ülkenin milyarlarca dolar kaybetmesine sebep olmuştur. Sonra ABD'den "15 kanun 15 günde çıkarılmazsa, 13 milyar dolar gelmez, Türkiye batar" tehdidi savurmuştur.

İstenilen 15 kanun çıkarılmış, ülkenin zenginliklerinin değerinin çok altında elden çıkarılması için kapılar açılmış, millî kuruluşlara dışarıdan yönetici ataması bile sineye çekilmiş; ama, vaat edilen kredilerin tamamı verilmemiştir. Şimdi, Türkiye, yeni istekler ve yeni dayatmalarla karşı karşıyadır.

"Terörle mücadele gerekçesiyle" deniliyor; ama, Türk halkı, bu uygulamalar sonunda dışarıya asker gönderme zorunda kalındığına inanmaktadır. Kaldı ki, bu savaş ve asker gönderme macerasının nerede duracağı, ülkemizin stratejik çıkarlarını nasıl etkileyeceğini kimse bilmemektedir.

Sayın Kemal Derviş, "devletin küçültülmesi ve etkinleştirilmesi", "ekonominin siyasetten ayrılması" gibi büyük laflar ediyor; ama, döneminde üst kurullarla devasa yeni bürokrat mekanizmaları oluşturmuş, buralarda görevlendirilen ayrıcalıklı bürokratlara ayrıcalıklı maaşlar bağlanmıştır. Bu şekilde ekonomi yönetimi siyasetten ayrılmış; ama, uluslararası kuruluşlara bağlanmıştır.

Sayın Derviş'in, IMF ve Dünya Bankası yetkilileriyle hazırladığı 2002 yılı bütçesi, hiçbir umut vermemektedir. Kış aylarına girdiğimiz bugünlerde Türkiye halkı büyük ekonomik sıkıntılar içinde perişandır. Toplumun tüm kesimleri feryat etmektedir. Sayın Kemal Derviş'i başta alkışlayanlar bile, artık ümitlerini kesmişlerdir.

Bu durumdan, hükümet üyelerinin tamamı sorumludur; ancak, Sayın Kemal Derviş Türk Milletine çok pahalıya mal olmuştur; açtığı yaraların onarılması için yıllar gerekecektir.

Bu nedenler ve önergenin müzakeresi sırasında ayrıntılı bir şekilde ortaya konulacak, diğer gerekçelerle Sayın Derviş'in bakanlık koltuğundan uzaklaştırılması, ülkemizin çıkarları açısından bir zorunluluk haline gelmiştir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergenin görüşme günü Danışma Kurulunca daha sonra belirlenerek oylarınıza sunulacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Almanya'da yapılacak olan Avrupa Birliğine Giriş 3 üncü Parlamenter Forumuna, TBMM'yi temsilen, İstanbul Milletvekili Zafer Güler'in katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/926)

                                                                                                20 Kasım 2001

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Rheinische Friedrich-Wilhelms Üniversitesi Avrupa Entegrasyonu Araştırmaları Merkezi Direktörlerinin vaki davetine istinaden, 22-23 Kasım 2001 tarihinde Almanya'da yapılacak olan Avrupa Birliğine Giriş  3 üncü Parlamenter Forumuna, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen Dışişleri Komisyonu üyesi 1 milletvekilinin katılması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca, Genel Kurulun 13.11.2001 tarihli ve 19 uncu Birleşiminde kabul edilmiştir.

Siyasî Parti Grubunun bildirmiş olduğu isim, adı geçen kanunun 2 nci maddesi uyarınca Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

 

 

 

Ömer İzgi

 

 

 

     Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

Adı, Soyadı:

 

Seçim bölgesi:

 

Zafer Güler

 

İstanbul

 

 

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 2 tezkeresi daha vardır; ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım:

2.- Brüksel'de yapılacak olan, Avrupa Parlamentosu Başkanı ile Aday Ülke Parlamento Başkanları 12 nci Toplantısına ve Milano'da yapılacak olan, Avrupa Birliğinin Genişlemesi; Dünün Avrupasından, Yarının Avrupasına konulu toplantılara, TBMM'yi temsilen TBMM Başkanvekili Yüksel Yalova'nın katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/927)

                                                                                                15 Kasım 2001

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

5-6 Aralık 2001 tarihleri arasında Brüksel'de gerçekleşecek Avrupa Parlamentosu Başkanı ile aday ülke parlamento başkanları 12 nci toplantısına ve 8 Aralık 2001 tarihinde Milano'da yapılacak "Avrupa Birliğinin Genişlemesi: Dünün Avrupasından Yarının Avrupasına" konulu toplantılara, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı davet edilmektedir.

Söz konusu toplantılara, TBMM Başkanını temsilen Aydın Milletvekili ve TBMM Başkanvekili Yüksel Yalova'nın katılması hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

        Ömer İzgi

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3.- TBMM Başkanı Ömer İzgi ve beraberinde altı milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyetinin, Romanya Senato Başkanı Nicole Vacariou'nun davetine icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/928)

                                                                                                  5 Kasım 2001

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin, Romanya Senato Başkanı Nicolae Vacariou'nun vaki davetine icabet etmek üzere, beraberinde 6 milletvekilinden oluşan Parlamento heyeti olduğu halde, söz konusu ülkeye resmî ziyarette bulunması hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

        Ömer İzgi

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - İkinci tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

D) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Plan ve Bütçe Komisyonu, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonlarında bağımsız milletvekillerine düşen birer üyelik için başvurulara ilişkin Başkanlık duyurusu

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Plan ve Bütçe, Kamu İktisadî Teşebbüsleri ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonlarında, bağımsız milletvekillerine de birer üyelik düşmektedir. Bu komisyonlara üye olmak isteyen bağımsız milletvekillerinin, 23 Kasım 2001 Cuma günü saat 18.00'e kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazılı olarak başvurmalarını rica ediyorum.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Genel Kurulun, 14.11.2001 tarihli 20 nci Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısmın birinci sırasında yer alan, Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır ve 31 arkadaşının, tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/10) esas numaralı Meclis araştırması komisyonunun 697 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

 

1.- Tekstil ve Konfeksiyon Sektörünün Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/10) (S. Sayısı: 697) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Edip Safder Gaydalı buradalar.

İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmede, ilk söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri halinde, Komisyon ve Hükümete de söz verilecek; bu suretle Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, Komisyon, Hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, önerge sahibi ve şahıslar için 10'ar dakikadır.

Komisyon raporu, 697 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Rapor üzerinde konuşacak sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:

Grupları adına, Turhan Tayan (Bursa), Mehmet Gözlükaya (Denizli), Özkan Öksüz (Konya), Mustafa Verkaya (İstanbul)

Şahısları adına, Beyhan Aslan (Denizli), Gönül Saray Alphan (Amasya), Mükerrem Levent (Niğde)

İlk söz, önerge sahibi olarak, Sayın Beyhan Aslan'a aittir.

Buyurun Sayın Aslan.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılmasına ilişkin olarak, önergede imzası bulunan 31 arkadaşım adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılması için, 30 Mayıs 1999 tarihinde, 31 arkadaşımızla birlikte verdiğimiz önergenin sonucu Yüce Meclisin oluşturduğu araştırma komisyonu, dört ayda çalışmalarını tamamlayarak düzenlediği raporu, ekleriyle, Meclis Başkanlığına takdim etmiştir.

Komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı bilgilenme toplantılarında, sektörü temsil eden kişi, kurum ve kuruluşlardan, sektörün sorunları ve çözüm önerileri hakkında bilgi almıştır; ayrıca, sektörle ilişkili  kamu kurum   ve  kuruluşlarının yetkilileriyle görüşerek, konuya ilişkin,

                                     

(1) 697 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

uygulanmakta olan işlemler hakkında da bilgi sahibi olmuştur. Komisyon, bu görüşmelerle yetinmeyerek, çeşitli kurum ve kuruluşlarla yazışmalar sonucu elde ettiği belgeleri de değerlendirmiştir. Nihayet, Komisyon, sektörün yoğunlukta olduğu bölgelere ziyaretlerde bulunmuştur; İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Denizli gibi 14 yörede, araştırma komisyonumuz, birebir, sektör temsilcileriyle görüşmüştür. İlim Denizli'ye de 23-24 Mart 2001 günü gelip, sektör temsilcileriyle birebir görüşmüşlerdir. Böylece, Araştırma komisyonu, dört aylık sürede 19 toplantı, 14 inceleme gezisi ve 350'nin üzerinde yazışma yapmıştır. Böylesine kapsamlı ve yoğun çalışmalar yapan Komisyonumuzun Başkanı Sayın Yalçınbayır başta olmak üzere, komisyon üyelerine, önerge sahibi 31 arkadaşım adına teşekkürlerimi arz ediyorum.

Komisyon, öncelikle, kriz nedeniyle zor durumda olan sektörün beklemeye tahammülü kalmadığı bilinciyle, tespit ettiği sorunların çözümüne hemen geçilebilir olan bazı tespitlerini ara rapor halinde düzenlemiş ve bu raporu Sayın Başbakan ve Sayın Başbakan Yardımcılarına sunmuştur. Komisyonun bu duyarlılığı da ayrıca takdire şayandır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her şeyden önce, mensubu olduğum siyasî partinin Grup Başkanvekili olarak, raporun sonuç bölümünün ilk paragrafından büyük mutluluk ve memnuniyet duydum. Raporda deniliyor ki: "Gayri safî millî hâsıla içindeki payı ve istihdama olan katkısı açısından Türkiye'nin en önemli sektörü tekstil ve konfeksiyon, özellikle 1980 sonrasında benimsenen dışa açık, ihracata dayalı kalkınma nedeniyle beraber büyüme sürecine girmiştir ve 1980'li yıllarda, hem ülke ekonomisi için önemli bir gelişme kaydetmiş hem de dünya tekstil ve konfeksiyon ticaretindeki artışın çok üzerinde bir ihracat performansı yakalamıştır."

Araştırma Komisyonu raporunun sonuç bölümünün bu ilk paragrafı, bir hakkın teslimi anlamına gelmektedir; çünkü, hatırlanacağı üzere, Türkiye'de, 1980 başlarında, ihracata dayalı yeni bir sanayileşme stratejisi benimsendi. Başlatılan ihracat seferberliği çerçevesinde, kapsamlı mevzuat değişiklikleri ve kurumsal düzenlemeler gerçekleştirildi. Ülke ihracatımız ve kalkınma hamlemiz yepyeni bir hareket kazandı. Ulaşım, haberleşme gibi önemli altyapı yatırımları, kambiyo rejiminin değiştirilmesi, dışticaretin liberalleştirilmesi, ihracat teşvikleri, yeni ihracat pazarlarına yönelinmesi, serbest bölgeler kurulması ve Türk Eximbank'ın oluşturulması gerçekleştirildi. Böylece, 1980'de sadece 2,9 milyar dolar olan ihracatımız, 1991'de 13,6 milyar doları yakaladı. Bu arada, önemli bir yapısal değişiklik daha gerçekleşti. İhracatımız içinde 1980 yılında yüzde 36 olan sanayinin payı, on yıl içerisinde, yüzde 80 gibi yüksek bir düzeye ulaştı.

Bütün bunların sonucunda 1980'li yılların başarılı politikaları yatmaktadır.

Dünyayla bütünleşmiş, uluslararası kuruluşlarca, kalkınan bütün ülkelere örnek gösterilen Türkiye, o muhteşem gelişmesinin mimarı rahmetli Özal'a borçludur. Dev gelişmeleri gerçekleştiren, ancak, tevazu gösterip, bunların reklamını ve hak ettiği propagandasını yapmayan Anavatan iktidarının dışa açılma ve ihracat konusundaki performansını Yüce Meclisin kayıtlarına geçirten ve aslında, bir hakkın teslimini sağlayan rapor nedeniyle, ben, komisyonumuzun değerli üyelerine bir kez daha teşekkür ediyorum.

1980'lerin dışa açılma ve ihracat politikasıyla, tekstil, tüm Türkiye'nin yüz akı sektörü haline gelebilmiş; özellikle, Bursa, Denizli, Gaziantep, Uşak, Adıyaman, Kahramanmaraş gibi illerimiz, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından Türkiye'de örnek gösterildiği gibi, yurt dışında da, fevkalade gelişen, potansiyeli yüksek iller olarak değerlendirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörü, 1980'li yıllarda ülke ekonomisi içinde önemli bir gelişme kaydetmiş, dünyada bu alandaki ticaret artışının çok üzerinde bir ihracat performansı göstermiş ve yakalamış; ancak, 1990'lı yılların ikinci yarısından itibaren, dış ve iç faktörler nedeniyle, ciddî sorunlar yaşanmaya başlamıştır. AB'ye ihracattaki kotaların kalkması karşılığında, ABD'ye ithalatta gümrük vergisi kaldırılmış ve daha önemlisi, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatta vergi yüzde 6'lara indirilmiştir. Tekstil ve konfeksiyon birim fiyatları bütün dünyada düşmeye başlamış; buna ek olarak, 1997 Asya ve özellikle, 1998 Rusya krizleri, dış pazarları daraltmış ve bu arada Laleli piyasamızı da fena halde vurmuştur.

Bu arada belirtmeliyim ki, raporda sorunlar içinde yer verilen Amerika Birleşik Devletlerinin miktar kısıtlaması yıl sonunda bitecektir; ancak, yine söylemeliyim, bornoz ihracatının yüzde 90'ı Denizli'dendir. Denizli'den, bornoz ihracatında her yıl, son iki ayda yaşanan tıkanıklık, 2001'de, bugün ve bu saate kadar çözülememiştir. Denizlili üretici, geçmiş yıllarda daima kullanılagelen bir sonraki yılın kotasından yüzde 6 avans imkânının, 2001 yılında da kullanılacağı varsayımına göre düşünmüş ve mallarını Amerika Birleşik Devletlerine sevk etmiştir. Bu mallar iki ay Amerika Birleşik Devletleri gümrüklerinde bekleyecek, ardiye ödenecek, mal bedeli tahsil edilmeyecek ya da Türkiye'ye geri gelecek; gidiş-dönüş navlun gideri de ihracatçımızın üzerinde kalacaktır. Ancak, bir çözüm bulunmazsa, bornoz ihracatçısı sanayicimiz açısından fevkalade sıkıntılı günler yaşanacak ve böylece, önemli bir piyasa da kaybedilmiş olacaktır. Burada önemli olan, yetkililerin, Amerika Birleşik Devletleriyle temaslarda bulunarak, mutlaka kotalar konusu bir çözüme ulaştırılmalı ve şu anda, önümüzdeki yılın kotasına güvenerek mal sevk eden ihracatçımızın, mutlaka, haklarının korunması yoluna gidilmelidir.

Tabiî, sektörün içinde bulunduğu genel sorunlar fevkalade fazladır. Kapasite fazlalığı önemli bir sorundur. Yatırım finansmanının kısa vadeli krediyle yapılması, işletme finansmanının darlığı ve pahalılığı, enerji fiyatının rakiplerimize göre yüksekliği, özsermayelerin yetersizliği, pamuk fiyatlarındaki istikrarın sağlanamaması, yurtdışı dağıtımının bizzat ihracatçı tarafından yapılamaması ve ara firmaların devreye girmesi, moda ve marka yaratma güçlüğü, araştırma ve geliştirmeye gereken önemin verilmeyişi, KDV ve KDV'nin yüksekliği nedeniyle kayıtdışı ekonominin büyümesi ve bunun sonucu haksız rekabete yol açması...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aslan, daha sonra şahıslar adına da söz hakkınız olduğuna göre, eğer orada kullanırsanız memnun olurum; çünkü, saat 16.00'ya kadar bütününü bitirmemiz gerektiği...

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Sayın Başkan, anlıyorum; öyle yapayım.

BAŞKAN - Öyle yapalım.

Peki, çok teşekkür ederim, sağ olun.

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sağ olun.

Önerge sahipleri adına Sayın Beyhan Aslan konuştular.

Komisyon adına, Komisyon Sözcüsü Bursa Milletvekili Sayın Ali Rehmi Beyreli uygun görülmüş.

Buyurun Sayın Beyreli. (DSP sıralarından alkışlar)

(10/10) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ALİ RAHMİ BEYRELİ (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulumuzun 2 ve 9 Ocak 2001 tarihli oturumlarında görüşülerek oluşturulması kabul edilen Tekstil ve Konfeksiyon Sektörü Sorunlarını Araştırma Komisyonunun Sonuç Raporu üzerinde, komisyonumuz adına görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlarım.

Komisyonumuz, 18 Ocak günü gerçekleşen ilk toplantısında çalışma stratejisini belirlerken, temel ilke olarak yapılacak olan çalışmaların tam bir açıklık içerisinde yürütülmesini benimsemiştir. Bu çerçevede, komisyona ulaşan her türlü bilgi ve belgenin kamuoyuyla paylaşılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesindeki internet sitesinde bir web sayfası oluşturulması ve iletişim kolaylığı için bir de e-posta adresine yer verilmesi uygulamaları, çalışmalarımızın hemen başında gerçekleştirilmiştir.

Komisyonumuz, dört ay süren çalışmaları boyunca, 19 toplantı, 14 inceleme gezisi ve 350'nin üzerinde yazışma yapmıştır. Çalışmalarımız sürecince, gerek inceleme yapılan bölgelerde edinilen gerek komisyon toplantılarımıza katılarak bizleri bilgilendiren kamu ve özel sektörün ilgili kuruluşlarının görüşleri gerekse internet aracılığıyla bizlere gönderilen tüm görüşler değerlendirilmiş ve komisyon raporu hazırlanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, gayri safî millî hâsıla içindeki payı ve istihdama olan katkısı açısından Türkiye'nin en önemli sektörü konumunda bulunan tekstil ve konfeksiyon sektörü, özellikle 1980 sonrasında benimsenen dışa açık ihracata dayalı kalkınma modeliyle beraber büyüme sürecine girmiş, 1980'li yıllarda hem ülke ekonomisi içinde önemli bir gelişme kaydetmiş hem de dünya tekstil ve konfeksiyon ticaretindeki artışın çok üzerinde bir ihracat performansı yakalamıştır; ancak, 1990'lı yılların ikinci yarısından itibaren gerek iç ve gerek dış faktörlerden kaynaklanan nedenlerden dolayı sektör ciddî sorunlar yaşamaya başlamıştır.

Dış faktörler olarak sıralayabileceğimiz hususların başında, gümrük birliğiyle birlikte Avrupa Birliği ülkelerine yönelik ihracatta kotaların kalkmasına karşın, gümrük vergilerinin, AB ülkelerinden yapılan ithalatta sıfıra, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatta ise yüzde 6'lar seviyesine düşürülmesi, dünyada bu sektöre yapılan yatırımlar sonucu arzın artması ve beraberinde gelen rekabetle birim fiyatların düşmesi, 1997 yılı Asya ve 1998 yılı Rusya krizlerinin pazarı daraltıcı etkileri ve özellikle Laleli piyasasında çalışan firmaların pazarlarının küçülmesi, miktar kısıtlamalarının Amerika Birleşik Devletleri gibi en büyük pazarda halen devam ediyor olması sayılabilir.

İç faktörler olarak ise, bu sektöre yapılan yatırımların gümrük birliği sonrasında hız kazanması sonucu kapasite fazlalığının oluşması, söz konusu yatırımların kısa vadeli kredilerle finanse edilmiş olması, Türkiye'de finansmanın pahalı ve hacminin dar olması, enerji fiyatlarının rakip ülkelerden daha pahalı olması, işçilik maliyetinin giderek pahalı hale gelmesi, firmaların öz sermayelerinin yetersizliği, başta pamuk olmak üzere istikrarlı hammadde fiyatlarının oluşamaması, yurtdışı pazarlarda dağıtım kanallarına sahip olamama, hem tekstil hem de hazır giyimde moda ve marka yaratma konusundaki başarısızlık, araştırma ve geliştirmeye yeterince önem verilmemesi, eğitim konusunda sektörün büyümesine paralel bir gelişme olmaması, KDV oranlarının yüksek olması nedeniyle sektörde kayıtdışılığın artması ve bunun da haksız rekabete yol açması, KDV iadelerinin ödenmesinde yaşanan problemlerin yol açtığı finansman sorunları, gümrük kapılarının sayıca fazla yetişmiş eleman ve ekipman açısından yetersiz kalması gibi hususlar sayılabilir.

Her şeye rağmen, ekonomik göstergeler bu sektörün gözden çıkarılmasının mümkün olmadığını göstermektedir. Bu itibarla, sektörün yapısal problemlerinin ve içinde bulunduğu diğer sorunların çözülerek, gerek içeride gerekse dışarıda istikrarlı bir büyüme sürecine girmesi bir zorunluluk arz etmektedir. Bu bağlamda, komisyonumuzun tespit ettiği, hem devlet hem özel sektör tarafından hem de devlet-özel sektör işbirliğiyle yapılması gereken hususlar, raporumuzun "çözüm önerileri" başlığı altında açıklanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülke ekonomisi için taşıdığı büyük öneme rağmen, Türk tekstil sanayii, diğer tüm sanayi sektörleri gibi sahipsizdir. Türkiye'nin tekstil sanayii ve diğer tüm sanayi sektörleri için hükümetler değiştikçe değişmeyen uzun vadeli bir devlet politikası yoktur; dolayısıyla, yapılması gereken en önemli husus, bu sahipsizliğe, başıboşluğa ve koordinasyonsuzluğa acilen son vermektir.

Türkiye'de yatırımların ve dolayısıyla sektörlerin yönlendirilmesinde en önemli etken, Yatırımlarda Devlet Yardımları ve Yatırımları Teşvik Fonudur. Ne yazık ki, geçmiş dönemlerdeki teşvik uygulamaları, bir taraftan bazı tekstil alt sektörlerinde aşırı kapasitelerin oluşmasına izin vererek tüm sektöre zarar verirken, diğer taraftan teşvik alan iyiniyetli kişileri de yanıltmıştır. Tüm hükümetler, tekstil ve konfeksiyon sektörüne sınırsız teşvikler vermişlerdir. 1995-1998 yılları arasında verilen toplam 110 milyon dolarlık yatırım teşvikinin 50 milyon dolarlık kısmı; yani, yüzde 45'i tek başına tekstil ve konfeksiyon imalatı sektörüne verilmiştir; bu nedenle, teşvik uygulamaları muhakkak yeniden düzenlenmelidir. Teşvik belgesi alımı sırasında ciddî fizibilite raporları,  pazar araştırması, çevreye uygunluk, su ve elektrik enerjisi yeterliliği raporları gibi ekleriyle birlikte istenilmelidir.

Önümüzdeki birkaç yıl, başta iplik, tekstil terbiyesi gibi alt sektörler olmak üzere, tekstil sektöründe yeni işletmelerin kurulması ve salt, kapasite artırıcı yatırımlar teşvik edilmemeli; fakat, işletmelerin kaliteyi artırıcı,  prodüktiviteyi artırıcı, darboğaz giderici, enerji, su, yardımcı madde, hammadde tasarrufu sağlayıcı, çevreyi korucuyu, ürün çeşitliliği sağlayıcı, modernizasyon ve yenileme yatırımları, ar-ge ve hizmetiçi eğitim üniteleri oluşturma yatırımları bölge farkı gözetilmeden öncelikle ve en yüksek oranlarda teşvik edilmelidir.

Mevcut koşularda ülkenin döviz ihtiyacının karşılanması, ekonomik büyümenin istenen düzeyde tutulması ve cari açığın kapatılması hedeflerine ulaşmada en uygun ve rasyonel aracın, ihracata yönelik üretimin artırılması olduğu dikkate alındığında, özel ve ticarî bankaların disipline edilerek, ihracatı ve reel sektörü destekler hale getirilmelerini sağlayacak düzenlemelerin taşıdığı önem ortaya çıkmaktadır.

Bu çerçevede, bankacılık sektörünün ihracatın finansmanına yönlendirilmesi amacıyla, plasmanlarının belirli bir oranını ihracata yönelik kredi olarak tahsis etmeleri zorunluluğu getirilmeli, bu kaynağın, bankalara maliyetini aşağıya çekecek uygulama esasları belirlenmelidir.

Eximbank, ihtiyaç sahibi firmalara kredi verirken, kısıtlı olan kaynaklarını, katmadeğeri ve yerli girdi oranını esas alarak kullandırmalıdır. Bu nedenle, kredi tahsis edilirken, yerli hammadde girdisi yüzde 50 ve üzerinde olan firmaları teşvik için, kredi vermede öncelik tanınmalı, yerli hammadde girdisi yüzde 90 ve üzerinde olanların kredi faizleri daha düşük tutulmalıdır.

İplik ve kumaşta yüzde 18 olan KDV oranı, yüzde 8'e düşürülmelidir. Nitekim, bu konuda Maliye Bakanlığımızın ilgili birimlerinde teknik bir çalışmanın yapıldığını, komisyon çalışmalarımız sırasında öğrenmiştik. Bu çalışmanın, bir an önce hayata geçirilmesi, sektördeki kayıtdışılığı da önemli ölçüde ortadan kaldıracaktır.

Sayın milletvekilleri, dünyada ve ülkemizde yaşanan krizler sonrasında, devlete ve yasalara karşı tüm vecibelerini yerine getiren kayıt altındaki imalatçı, ihracatçı firmalar, sigortasız işçi çalıştıran, Gelir veya Kurumlar Vergisi, muhtasar vesaire ödemeyen, kayıtdışı çalışan firmalar karşısında, haksız rekabete maruz kalmışlardır. Bunun, mutlaka önüne geçilmeli, kayıtdışı ekonomi, kayıt altına alınmalı ve firmaların kayıtdışına çıkmaları önlenmelidir.

SSK prim tabanını otomatik olarak artıran hükmün değiştirilmesi ve SSK prim tabanının asgarî ücret üzerinden hesaplanması, hatta, tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi, devletin de bu primlere belirli oranda katkı koyması, kayıtdışılığı önleyeceği gibi, toplam prim ve vergi tahsilatında artışa yol açacaktır. Sektörde kayıtdışılık oranı yüzde 80'ler civarındadır.

Sektörün en önemli sorunu, kayıtdışı istihdamdır. Sektörde çalışan 2 milyon kayıtdışı istihdamın asgarî ücret üzerinden meydana getirdiği yıllık vergi ve SSK prim kaybı, 2000 yılı rakamlarıyla, 1,6 katrilyon Türk Lirası civarındadır. Bu vahim durum, sektörün hem ulusal hem de uluslararası rekabet gücünü kırmaktadır. İşveren ve işçi üzerindeki vergi yükümlülükleri, sektörün içerisinde bulunduğu diğer sorunlar, kayıtdışına kaçışı hızlandıracak düzeydedir.

Kayıtdışı istihdam, sendikal örgütlenmenin de önünü tıkamaktadır. Örgütlenmenin en yoğun olması gereken tekstil sektörü, ne yazık ki, en düşük yoğunluklu sektörler arasındadır. Bu durum, ayrı bir sorun olan taşeronlaşmayı kışkırtmaktadır. Kayıtdışı olarak çalışan 2 milyon insan, sendikal örgütlülüğe kavuşamamanın ağır şartları altında, her türlü sosyal hak ve güvenceden yoksun olarak yaşam sürmektedir. Bu durum, nüfus artışımıza paralel olarak kapsamının genişlemesi gereken sosyal güvenlik kurumlarımızda çatı ve kapsam daralmasına da neden olmakta ve aynı zamanda, Anayasamızdaki sosyal devlet olma ilkesinden hızla uzaklaşmayı da beraberinde getirmektedir. Öncelikle, sektörde kayıtdışılığı birinci tehdit olarak görüp, üreyeceği zeminleri ıslah etmek veya yok etmek, sektörün ve ülkemizin kangren olmuş hayatî damarlarından birine işlerlik kazandırılmasına neden olacaktır. Bu sektörde kayıtdışılığın önlenmesi için ortaya konulacak çabalar, ülkemiz genelinde de en temel sorunlarımızın kaynağı olan genel ekonomik yaşamımızdaki kayıtdışılığın ortadan kaldırılmasında büyük pay sahibi olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, burada görüşmekte olduğumuz, tekstil ve konfeksiyon sektörü araştırma komisyonu raporu üzerinde, komisyonumuz adına yaptığım bu konuşmada, takdir edersiniz, bu kısıtlı süre içinde, komisyon olarak ortaya koyduğumuz tüm tespit ve çözüm önerilerinden söz etmem olanaksızdır; ancak, sektörün hammadde, enerji, dahilde işleme rejimi, gümrük, Avrupa Birliğiyle ekonomik ilişkiler, dışpazar ve ürün çeşitlenmesi, marka oluşturma, serbest ticaret anlaşmaları, çevre ve yapılaşma, araştırma ve geliştirme, eğitim politikası gibi diğer tüm sorunları, çözüm önerilerimizle birlikte ayrıntılı olarak raporumuzda yer almış ve kamuoyuna açıklanmıştır. Umudumuz, bu önerilerin ilgili tüm taraflarca ele alınıp bir an önce hayata geçirilmesidir.

Yüce Meclisimiz, bir sanayi sektörünün sorunlarıyla ilgili olarak, ilk defa bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasını onaylamış ve bu komisyon, görevini başarıyla tamamlamıştır. Bu anlamda, örnek bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu onur, tüm Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinindir.

Kalkınabilmek, insanımızın daha çağdaş bir yaşam olanağına kavuşabilmesi için çok önemli olan üretim unsurunun, çağdaş sanayi yapısının, sanayi üretiminin artırılması olgusunun çok büyük bir gereklilik olduğu ülkemizde, dileğimiz, benzer çalışmaların, başta otomotiv ve gıda sektörü olmak üzere, diğer tüm sanayi sektörleri için de gerçekleştirilmesidir.

Sözlerime son verirken, bu komisyonun oluşturulmasında verdikleri önergeyle başlıca etken olan Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır ve arkadaşlarına, bu komisyona destek veren tüm gruplarımıza teşekkür eder, komisyonumuz ve komisyon çalışmalarına sürekli katılarak çalışmalarımıza destek veren tüm uzman arkadaşlarımız adına Yüce Heyetinize saygılarımı sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, komisyon adına konuşan, komisyon sözcüsü Bursa Milletvekilimiz Sayın Ali Rahmi Beyreli'ye ben de teşekkür ediyorum.

Muhterem milletvekilleri, Danışma Kurulu kararları arasında dikkat çekici bir husus var: "Genel Kurulun 20 Kasım 2001 Salı günü saat 12.00'den 16.00'ya kadar özel gündemde yer alan 697 ve 596 sıra sayılı araştırma komisyonu raporlarının görüşmelerinin bitimine kadar..." Eğer, bu iki araştırma komisyonu raporu -Danışma Kurulu kararı Genel Kurulda onaylandığına göre- bitirilsin deniliyorsa, bunu 16.00'ya kadar bitirmemiz, bu zaman kullanma biçimiyle mümkün değil. O zaman, ikisinin bitirilmesi amacıyla, ya 16.00'dan sonra biraz ara verip iftardan sonra tekrar toplanacağız ya da 16.00'ya kadar vakti daha rasyonel kullanıp -belki biraz feragatınızı gerektirecek ama- o şekilde bitireceğiz. Tercihi, ben, elbette, sizlere bırakıyorum.

Gruplar adına söz talepleri vardır.

Anavatan Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Turhan Tayan; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA TURHAN TAYAN (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğümüzün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca açılan Meclis araştırması komisyonu raporu üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Meclis araştırması, Anayasamızın ve İçtüzüğümüzün, milletvekillerine verdiği önemli bir denetim mekanizmasıdır. Milletvekilleri, bu yolla, ülke sorunlarını ve çözümlerini, Meclis adına, millet adına araştırma, ilgilileri dinleme, çözüm önerilerini tespit edip Türkiye Büyük Millet Meclisi zeminine getirerek, yürütmeye, yani hükümete, iktidarlara rapor verme imkânına sahip olur. Yasama ile yürütmenin bir araya gelerek, somut sorunları, somut tespit ve teşhisler doğrultusunda tartıştığı, irdelediği, gündeme getirdiği önemli bir olaydır; ancak -Meclis araştırması önergesinde, aynı zamanda imza sahibi olan bir milletvekili olarak ifade edeyim ki- bu denetim aracı, etkin, güncel bir sistem ve yöntemle, maalesef, işletilememektedir. Nitekim, Bursa, Denizli, Kahramanmaraş, Kocaeli, İstanbul, Adana, Tekirdağ, İçel, Aydın gibi tekstil ve konfeksiyon sektörünün ağırlıklı olduğu illerde, özellikle 18 Nisan 1999 seçimleri sırasında gündeme gelen ve çokça tartışılan bu krizle ilgili 30 Mayıs 1999'da verdiğimiz önerge, ancak 2 Ocak 2001 tarihinde Genel Kurulda görüşülebilmiş ve araştırma komisyonu kurulmasına karar verilmiştir. Sorunlar Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal ettirildikten 19 ay sonra, önergeyle, ele alınabilmiştir. 18 Nisan 2001'de düzenlenen rapor ise, ancak 7 ay sonra görüşülebilmektedir. Özetlersek, 30 Mayıs 1999'dan 20 Kasım 2001'e, yani, iki buçuk yıllık bir süreç sonrası tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarını burada çözümleriyle birlikte görüşebilmekteyiz. Bu, böyle olmamalıdır.

Değerli arkadaşlarım, bizler, öncelikle bu garipliğe, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bir çözüm bulmalıyız. Bu araştırma önergesi verildikten sonra, ülke ekonomisi, bilindiği gibi 2000 yılı Kasım krizini ve 2001 yılı Şubat krizini yaşamıştır. Bu kadar hızlı gelişen ve oluşan ekonomik olayları izlemek, değerlendirmek, yorumlamak ve yürütmeye öneriler getirmek nasıl olacak ve ne yarar sağlayacaktır(!), Yüce Meclisin takdirlerine sunuyorum.

Evet, bizler bu şartlar altında İçtüzük ve Anayasa hükümlerine yeni bir bakış getirerek denetim yolunu güncelleştirmeli ve etkinleştirmeliyiz.

Bu vesileyle araştırma komisyonunda görev alan ve çalışan milletvekili arkadaşlarıma, bu çalışmalarından dolayı teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, ülkemiz, tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşamaktadır. 1997 yılı yaz aylarında patlak veren Asya krizi, Avrupa ülkeleri dahil, birçok ülkenin ekonomisini sarsmıştır. Küresel özellik taşıyan krizin getirdiği ekonomik yavaşlama ve talep daralması 1998 yılında da tüm dünya ticaretini etkisi altına almış ve özellikle tekstil sektörümüz bu küresel krizden olumsuz yönde etkilenmiştir.

İhracatının önemli bir kısmını Avrupa Birliği ülkelerine yapan tekstil ve konfeksiyon sanayimiz, Avrupa Birliği ülkelerindeki talep daralmasından doğrudan etkilenmiştir. Acıdır ki, 1997 Asya krizinin yaraları sarılmadan, bu defa 1998 yılında Rusya krizi başgöstermiş, tekstil ve konfeksiyon ihracatçımızı ve bavul ticaretimizi iyiden iyiye olumsuz etkilemiştir ve ihracatımızı, satışlarımızı azaltmıştır.

Tekstil ve konfeksiyon sanayiinin içerisinde bulunduğu kriz, genel ekonomik krizden soyutlanamaz. Küresel ekonomik krizin ülke ekonomisinin lokomotif sektörü tekstil ve konfeksiyon sektörünü olumsuz etkilememesi düşünülemez. Bugün, genel ekonomik krize karşı verilen mücadele bilinmektedir. Sebep ve çözümler zaman zaman buluşmakta ve örtüşmektedir. Bugün için genel ekonomik kriz atlatılmadan spesifik olarak tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarını tamamen çözemeyiz ve çözülemez. Bu tespiti yapmakta yarar görürüz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörü, temel birkaç sektörden biridir; ülke ekonomisinin lokomotif sektörüdür; gayrî safî millî hâsılanın yüzde 16'sını, ihracatımızın yüzde 37'sini ve istihdamın yüzde 26'sını oluşturmaktadır. Bu boyutuyla sektörün bunalımı Türk ekonomisinde ve sosyal dengelerde ciddî sorunlar yaratmaktadır.

Bugüne kadar bu sektörde 150 milyar doları aşan yatırım yapılmıştır. Avrupa Birliği içinde kapasite bakımından yüzde 80 ve 90 büyüklüğüne varmış olan tekstil ve konfeksiyon sektöründen vazgeçemeyiz. Böyle bir sanayi alanı özel bir politikaya muhtaçtır. Özellikle, 1980 sonrası dışa açılım politikaları sonucu kaydedilen olumlu mesafe, bu sektörde, yatırım, istihdam ve ihracatta olumlu neticeler vermiştir.

Raporda yer alan çözüm önerileri olarak şunları önemli görmekteyiz:

Öncelikle tekstil ve konfeksiyon sektöründe dünya çapında rekabet vardır. Kimi ülkeler hammadde açısından kimi ülkeler enerji açısından kimi ülkeler emek açısından kimi ülkeler de teknoloji açısından avantajlıdır. Bu avantajlar piyasayı belirler. Çok dinamik bir piyasa söz konusudur; dolayısıyla, piyasayı düzenleyen ülke ekonomi yönetimi de buna paralel olarak dinamik olmalıdır. Gecikmeler pazar kaybına sebep olur. Ayrıca, sektör kendi içinde de zaman zaman çelişebilir ve çekişebilir.

Dünya pamuk fiyatları, iplik fiyatları, ham kumaş fiyatları ve politikaları, dış ticaret rejimleri tekstil ve konfeksiyonun menfaat çatışmasına sebep olabilir. Tüm bunların bir bütünlük içinde ve bir potada,   bir millî potada dengelenerek tespit edileceği politikalar gerekir.

Bazı ülkelerin, yatırımcısını, sanayicisini destekleyici, üreticisini destekleyici tedbirlere başvurması karşısında statik kalamayız. Değişen hükümetlere göre belirlenmiş politikalar yerine devlet politikalarına gidilmelidir. Bu cümleden olarak, istikrarlı tekstil politikaları belirlenmelidir; zira, sanayici ve yatırımcı istikrar arar, gelecekten emin olmak ister.

Ciddî bir fizibiliteye dayanan teşvik uygulamalarına geçilmelidir; çünkü, görülmüştür ki, hesapsız yatırımlar piyasayı bozmaktadır. Gereksiz kapasite artışına lüzum yoktur. Liberal bir planlama anlayışıyla yönlendirmeye ihtiyaç vardır. Finansman sorunlarının çözülmesi, Eximbank kredilerinin daha gerçekçi ve dinamik bir yapıya kavuşturulması, aracı banka dayatmasına son verilmesi, üzerinde durulacak hususlardır. Maliye politikalarının sektör açısından yeniden ele alınması gerekmektedir. KDV oranlarının yeniden belirlenmesi, SSK primlerindeki artışların durdurulması, üzerinde düşünülecek hususlardır. Kayıtdışı ekonominin önüne geçilmesi, kayıtdışı istihdamın önüne geçilmesi önemli bir sorundur.

Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye'de 1 milyona yakın kaçak işçi çalışmaktadır ve maalesef bu işçilerin büyük bir çoğunluğu tekstil ve konfeksiyon sanayiindedir. Bu kayıtdışılık, bu kaçak işçi çalıştırma, sektör içinde haksız rekabete sebep olmakta, ciddî firmalar kayıtdışı uygulamalardan zarar görmektedirler. Haksız rekabetin önlenmesi, dünyayla rekabet edebilmek için ucuz elektrik ve KDV oranlarındaki düzenleme, hızlı ve mantıklı antidampingler ve kota sorunlarının mutlaka çözülmesi lazımdır.

Değerli arkadaşlarım, 11 Eylül krizi sonrasında, bazı ülkelerin Amerika Birleşik Devletleri nezdinde çok seri bir şekilde teşebbüse geçerek kotaların kaldırılması hususunda aldıkları mesafeleri, burada, hükümetin bilgisine ve ilgisine sunmak istiyorum. Enerjide rekabet edilebilir uygulamalara geçilmelidir. Gümrük ve dahilde işleme rejiminin dikkatle uygulanması; tekstil ihtisas gümrüklerinin işletilmesi suretiyle, kaçak kumaşın, kaçak malzemenin, her türlü kaçağın önüne geçilmesi ve haksız rekabete engel olunması kaçınılmazdır.

Marka oluşturma ve geliştirmeye yönelik projelerin hazırlanması, sektörün güvencesidir. Markalaşmayan, sektörde ayakta kalamayacaktır. Tekstil ve konfeksiyon, bir modadır, estetiktir, zevktir, yeniliktir ve değişimdir. Bu konuda gereğini yapmayan ülkeler, gelişmiş ülkelere fason çalışmaktan ve işçilik yapmaktan öteye gidemezler. Teknoloji yenilemeye geçilmeli, kalite ve maliyet için yeni teknoloji mutlaka takip edilmelidir. Çevre ve yapılaşma alanında sektör desteklenmelidir. Özellikle, boya apre gibi tekstil terbiye tesislerinin çevreye olumsuz etkileri yatırımcıyı zora sokmaktadır. Çevresel önlemleri ihmal edemeyiz. O halde, boya ve apre gibi tesislerin kurulacağı organize sanayii bölgelerinin kurulması devletçe desteklenmelidir. Bursamızda kurulması düşünülen boyahaneler organize sanayi bölgesi teşebbüsü, devletimizin yakın ilgisini beklemektedir. Araştırma ve geliştirme çalışmaları desteklenmelidir. Bu konu, dışa bağımlılıktan sektörümüzü kurtaracak önemli bir husustur. Tekstil ve konfeksiyon alanındaki eğitim politikaları yeniden organize edilmelidir; gerek ortaöğretim gerekse yükseköğretimde tekstil ve konfeksiyon meslekî eğitimi geliştirilmeli ve daha çağdaş hale getirilmelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; raporda yer alan çözümlerden bazılarını düşüncelerimizle birlikte arz etmeye çalıştık. Rapor incelendiğinde görülür ki, sektörün mensuplarınca çok detaylı çözümler öngörülmüş ve akla gelebilecek tüm öneriler yapılmıştır. Bu çözümler ilgililere sunulmuş ve kamuoyuna defalarca açıklanmıştır. Şu hususu bir defa daha ifade etmeliyiz ki, sektör temsilcileri, bugüne kadar, çeşitli vesilelerle, ilgililere sorunları ve çözümleri bildirmişlerdir. Bugün için, ne Maliye Bakanlığı ne Sanayi Bakanlığı ne gümrüklerden ve dış ticaretten sorumlu devlet bakanlarımız ne Enerji Bakanlığımız ve ne de sayın  başbakanlarımız bu sorunları bilmiyor değildirler. Nitekim, şu sıralarda, şu anda, Başbakanlıkta, Tekstil İşverenler Sendikası yöneticileri ilgililerle sorunları görüşmektedirler; fakat, istenen ve beklenen çözümler, bugüne kadar, maalesef, istenen düzeyde üretilememiş ve uygulamaya konulamamıştır.

Bugün, bu araştırma raporu, bilinenleri bir defa daha toplu olarak güncelleştirerek yazılı bir doküman haline getirmiş olmaktadır. Umarız ve dileriz ki, hükümetimiz bu raporu, bir Bakanlar Kurulu gündemi olarak ele alır ve acilen gerekli önlemleri uygulamaya koyar. Zira, Türk tekstil sektörü, istihdam, ihracat ve katma değer olarak, altın yumurtlayan bir tavuktur. Böyle bir faal sektörü ayakta tutmak, genel ekonomiyi ayakta tutmakla eşdeğerdedir.

Bu rapor, ilgililere sunulan münferit raporlar gibi, raflarda kalmamalıdır. Bu raporların gereği olarak birtakım yasal düzenlemelere de ihtiyaç duyulabilir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin tekstil sorunlarına gösterdiği yakın ve sıcak ilgi, bu yasal önlemlerin alınması için de gerekenleri yapacak ve karşılayacak güçtedir. Bu sektörün sorunları ve çözümleri, değişken hükümet politikalarının dışında devlet politikası haline dönüştürülmeli, bu politikaların sahibi belirlenmeli, muhatabı belirlenmeli, sorunları belirlenmelidir ve başıboş bırakılmamalıdır. Bu sektör, özellikle sorumluluk açısından, yetki açısından, koordinasyonsuzluktan çok çekmiştir ve çekmektedir.

Türk ihracatının direği, tekstil ve konfeksiyon sanayiidir. Ülkemizin dövize olan ihtiyacı açıktır. Bu acil ve hayatî ihtiyacımızı karşılayacak bir sektöre sahibiz. Bunu bile bile, ihmalkâr olamayız. Borçlanmak için el açmak yerine, kendi potansiyelimizi desteklemek, ona sahip olmak, en akılcı ve en doğru bir çözümdür. O halde, bu bilinenleri konuşmak yerine, icraata geçmeliyiz. Hükümet, reel sektörün sorunları üzerinde çalışırken, reel sektörün ülkemiz açısından en reeli olan tekstil ve konfeksiyon sektörünü günü gününe izlemeli, sorunları çözmeli, sanayicinin önündeki engelleri kaldırmalıdır.

Sayın milletvekilleri, sanayicimiz, özellikle, birtakım günlük palyatif tedbirlerden, gündelik birtakım yaklaşımlardan, birtakım parasal ve maddî destekten ziyade, önünün açılmasını beklemektedir; sektörün önündeki engellerin aşılmasını beklemekte ve istemektedir; haksız rekabetin önlenmesini istemektedir. Şu anda, tekstilimiz, yaşadığı zorluklar sebebiyle, tesislerini Bulgaristan'a taşımak talihsizliği içerisindedir. Bu acı gerçek, sanıyorum, işin vahametini açıkça ortaya koyar.

Değerli milletvekilleri, bu raporun, en kısa zamanda, bir hükümet politikası, bir hükümet gündemi olarak, Bakanlar gündemi olarak ele alınacağını umuyorum; bu düşüncelerle, Yüce Meclisi ve Sayın Başkanı saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu adına konuşan Bursa Milletvekilimiz Sayın Turhan Tayan'a, ben de, bu kapsamlı çalışmaları, önerileri nedeniyle teşekkür ediyorum.

Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekilimiz Sayın Mehmet Gözlükaya.

Buyurunuz Sayın Gözlükaya. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörünün 1997 yılından bu yana içinde bulunduğu ve artmakta olan sorunların araştırılması ve gerekli tedbirlerin alınması amacıyla kurulan komisyonun raporu üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz aldım. Sözlerimin başında, Sayın Başkanı ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; komisyonumuz, Sayın Ertuğrul Yalçınbayır başkanlığında, kurulduğu tarihten bu raporun hazırlandığı tarihe kadar, büyük bir uyum içinde çalışmıştır.

Komisyon, sektörün sorunlarının tespiti ve alınabilecek önlemler için çok detaylı bir çalışma yapmıştır; işadamlarından sendikacılara kadar, ilgili herkesle bir araya gelmiş ve görüşlerini dinlemiştir. Komisyon, ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşların teknik personelinin görüşlerine ve mevzuatlarla ilgili bilgilerine de başvurmuştur.

Komisyonumuz, sektörün yoğun olduğu Denizli, İstanbul, Gaziantep, Bursa, Kahramanmaraş, İzmir, Manisa, Adana, Aydın, Uşak gibi illerimizde sektör temsilcileriyle bir araya gelmiş, işçi ve işverenlerle görüşmüştür.

Çalışmalarımızda, başta sektörün en büyük akademisyenlerinden olan Sayın Prof. Işık Tarakçıoğlu Hocamız olmak üzere, bakanlıkların ilgili uzmanlarının değerli görüşlerinden komisyonumuz büyük destek görmüştür. Ayrıca, komisyonumuzda çalışan görevlilerimiz de, komisyonun çalışması sırasında, gerçekten büyük destek ve katkılarını ihmal etmemişlerdir. Ben, bu vesileyle, katkıda bulunan herkese şükranlarımı arz ediyorum.

Sektörün büyük problemleri vardır; ülkemizin yaşadığı bu kriz ortamında, sorunları gerçekten çoktur. Devletimize, hükümetimize ve Meclisimize, sektörle ilgili tedbirlerin alınmasında büyük görevler düşmektedir.

Komisyonumuz, sektörün acil sorunlarıyla ilgili olarak "Acil Önlemler Raporu" adı altında 13 maddeden teşekkül eden raporu, başta Sayın Başbakan olmak üzere, ilgili bakanlıklara, komisyon başkanlığı kanalıyla göndermiştir. Ne yazık ki, hükümetimizden ve ilgililerden hiçbir cevap gelmemiştir. Hükümetin bu duyarsızlığının altını çizmek istiyorum. Ayrıca, kriz mağduru sektöre karşı yapılan bu ilgisiz tavrın, hükümetin bir ayıbı olduğunu da, bu vesileyle, ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, tekstilcinin, tekstil ve konfeksiyon sektörünün büyük sorunları vardır dedim. Ben, bunları özetlemeye çalışacağım. Biraz önce arkadaşlarımın da söyledikleri gibi, evvelce bilinen, sektörün içerisinde yaşadığı sorunların tekrarından ibaret olan raporumuzda da görüldüğü gibi... Rapordaki bütün sorunları anlatmamıza imkân yok; ancak, satırbaşlarıyla bazı şeylere temas etmek istiyorum:

Üretimin artırılması ve ihracatın güçlendirilmesi için bütçeden ve diğer kaynaklardan sağlanacak finansmanlar çerçevesinde, özellikle Eximbank kredilerinin artırılması ve kullanımının yaygınlaştırılması; ayrıca, dağılımının da, belli hegemonya altında, büyük sektörler yerine, adil olarak dağıtılması gerektiğini gördük ve ifade ediyoruz.

Ayrıca, iplik ve kumaşta KDV oranı yüzde 17-18 civarındadır. Bunda kademeli KDV uygulamasına geçilmesinde fayda görüyoruz; yani, pamukta yüzde 1, iplik ve kumaşta yüzde 4, perakende de ise yüzde 17-18 olabilir diye düşünmekteyiz.

Ayrıca, KDV iadelerinin, Gümrük Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı arasındaki koordinasyon zafiyetinden kaynaklanmak suretiyle, çok geç alındığı görülmektedir.

Şimdi, bu sektörün mensupları demektedirler ki, bu KDV'leri katlandırmaya gerek yok; menşeinde iplikten KDV alınmasın ve iade için de biz emek çekip durmayalım. Yani, bu KDV hammaddeden alınmazsa, ne devlet sıkıntıya girer ne de biz sıkıntıya gireriz demektedirler. Hatta, Denizli'de ve Ege Bölgesinde bir banka, KDV iadelerini alma konusunda, sektörden, sektör mensuplarından aldığı vekâletlere istinaden KDV'leri aldı ve banka battı. Şimdi, bu sektör mensupları, bu KDV iadelerini alamaz duruma gelmişlerdir. Bu bakımdan, KDV'nin hiç olmazsa bu sektörde kaldırılmasını ilgili ve kademeli KDV uygulamasına geçilmesini tavsiye ediyoruz ve raporumuzda da bu var.

Ayrıca, işveren üzerindeki yüksek SSK primi düşürülmelidir.

Alınacak önlemler çerçevesinde, ihracatın artmasına paralel olarak pamuk fiyatlarında meydana gelebilecek dalgalanmaların önlenebilmesi amacıyla, pamuk vadeli işlemler borsası acilen faaliyete geçirilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, Amerika Birleşik Devletlerine yönelik ihracatta, bazı kategorilerde kota seviyeleri yetersizdir. Son günlerde yalnız bornozda kota kaldırılmıştır, havluda ve havlu bornozda kota kaldırılmış olmaktadır; ama, diğer tekstil ürünlerinde, maalesef, Amerika Birleşik Devletlerindeki kotalar devam etmektedir.

Burada, şunu hatırlatmak ve özellikle, ilgilileri bu konuda uyarmak istiyorum: Amerika Birleşik Devletleri, 2002 yılında, Çin ve Pakistan'la  kotaları kaldırma anlaşmalarını yaptığı gibi, birçok ülkeyle de, kotaların kaldırılmasıyla ilgili ikili ticarî anlaşmalar yapacaktır. Türkiye'nin bu yönde aktif olması gerekir. Gazetede bir havadis okumuştum. Ürdün Kralının Amerika Birleşik Devletlerine gidip, kendi ürünleriyle ilgili kotaların kaldırılması için büyük gayretler sarf ettiğini ve kotalarının kaldırıldığını biliyoruz. Bütün Türkiye de bunu okudu. Ben, bu bakımdan, bu meydana gelen, istemediğimiz savaşın içindeki önemimiz ve savaş bitinceye kadar vaki rolümüze istinaden ve Türkiye'nin ekonomik durumuyla, özellikle tekstil ve konfeksiyon sektörüyle ilgili problemlerin çözülmesi için Sayın Cumhurbaşkanımızdan, Sayın Başbakanımızdan büyük gayretler bekliyorum. Aktif olunması gerekir; kuru kuru, burada, sadece büyükelçiyi çağırmak veya sektör temsilcilerinin bakanlık nezdinde veya Dış Ticaret Müsteşarlığı nezdindeki girişimleri yetmiyor. Artık, Türkiye'nin Cumhurbaşkanı da hareketli olmalı; Başbakanı ve ilgili bakanlıkları da bu konuda hareketli olmak durumundadırlar.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce, Sayın Aslan anlattılar. Denizli'de ve sanıyorum Türkiye'nin birçok yerinde de bu konu gündemdedir. Amerika Birleşik Devletleriyle bugüne kadar yapılan ihracatımızda -kota var iken tabiî- gelecek yıl içindeki kotaya mahsuben yüzde 6'lık bir kontenjan, bir avans kullanılıyor idi. Bu avansa istinaden, birtakım anlaşmalar yapıldı ve talepler gelmiş, buna istinaden Denizli'de birçok tekstilcimiz havlu ve bornoz göndermişler ve maalesef, bir yanlış anlamadan ötürü -ki, Amerika Birleşik Devletleri de bu yanlış anlamayı, bir hata olduğunu kabul ediyor; ama, Türk tekstilcisiyle dalga geçer gibi- mallar oraya gitmiş, gümrüklerde bekliyor, içeri almıyorlar; 200 000 koli mal bekliyor, 500 000 koli mal da Denizli'de, ambarlarda sevkiyat bekliyor. Buradaki navlun ücreti ayrı bir dert, malların geri gelme ihtimali bir dert... Bu bakımdan, ilgililerimizden, sayın ilgili bakanımızdan ve Dış Ticaret Müsteşarlığından gerekli ilgiyi -ki, bu, aşağı yukarı 1 aylık konudur- sektörümüz görememiştir ve halen de sorun çözülmüş değildir; acilen ilgi gösterilmesini istirham ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türk sektörü için Çin bir tehlike. Artık bunu herkes biliyor, sektör de biliyor. Bu bakımdan, burada, Avrupa Birliği de, maalesef, Uzakdoğu ülkeleri ve yakın gelecekte de Güney Afrika ülkeleriyle birtakım anlaşmalar yapacak. Madem ki biz Avrupa Birliği üyesi adayıyız, madem ki gümrüklerimizi bu ülkelere açmışız, hal böyle olunca, Gümrük Birliği Anlaşması da göz önüne alınarak, Avrupa Birliği ülkelerinin, dış ülkelerle, yani, Uzakdoğu, Güney Afrika ülkeleriyle yapacağı ticarî anlaşmalarda Türkiye'nin katılımının sağlanması gerekir. Burada, görev, hükümet yetkililerine düşer. Burada, pasifize görüyoruz. Yoksa, ucuz imal edilen Pakistan, Çin, Uzakdoğu, Güney Afrika ülkelerinin tekstil ürünleri, bizim pazarımızı alacaktır ve maalesef, Türkiye tekstil ve konfeksiyon sektörü, bundan büyük zarar görecektir, Türkiye zarar görecektir. Onun için, ilgililerden hareket beklediğimizi ifade ediyoruz.

Ben, atlayarak, sözlerimi devam ettiriyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir kere, istihdam teşvikini, bütün OECD ülkeleri ve Avrupa Birliği ülkeleri uygulamaktadır. Biz, onun için, çalışanlarımıza -Bağ-Kur'lu ve SSK'lılara- devletin, primlerde yüzde 10'luk bir katkı sağlamasının, sektör açısından ve istihdamın teşviki açısından faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Dahilde işleme rejimindeki bir aksaklığı söylemek durumundayım. Burada, teminat mektupları alınır, ihracat yapılır; ama, bu teminat mektuplarının çözülmesi, maalesef, zaman alır; bir iki yıl süren iadeler vardır. Neden olur, bilinmez. Bu kadar ağır, hantal işleyen bir gümrük veya ilgili daireler olur mu?! Neticede, bu insanlar, sektör mensupları, faiz ödüyor. Bu faiz zararını, devletin çekmesi gerekir aslında. Sektör vazgeçti; ama, hızlandırılması gerektiğini ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, 1 milyona yakın yabancı, kaçak işçiler var. Bunların primleri falan yok. Bu yönde gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini ifade ediyoruz.

Ayrıca, son yıllarda meydana gelen bir hususu daha açıklamak istiyorum. Geçen yıl İngiltere'ye, Londra'ya 6 500 mark navlun ücreti ödenerek yapılan ihracatın bedeli -yani, bir TIR'ın bedeli 6 500 mark- bugün olmuş 10 500 mark. Nedeni ise, ithalat azaldığı için dönüş bulamayan TIR'cılar, maalesef, gidiş-dönüşü almaktalar. Bu bakımdan, 1994 yılında uygulanan, bir navlun kredisi veriliyor idi sanayicimize, ihracatçımıza; bugünlerde de bunun gündeme getirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Bu sektörün mensuplarının rahatlıkla yurtdışına çıkabilmeleri için -herkes söylüyor bunu- ya bir yeşil pasaport da verelim, verdiği vergiye göre, yaptığı ihracat bedeline göre bir kolaylık da sağlayalım. Ben 50 dolarları da kaldırın diyeceğim; ama, Türkiye battığı için bunu söyleyemiyorum, hiç olmazsa sektörümüz versin diyorum; ama, bir yeşil pasaport da verelim diye söylüyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türk ekonomisinin düzlüğe çıkması için vergi oranlarının düşürülmesi, enerji desteğinin verilmesi gerektiğini; bir de, malî milat uygulamasının kaldırılması, ayrıca, enflasyon muhasebesi uygulamasına da geçilmesi gerektiğini ifade ediyorum.

Bir şey daha söylemek istiyorum. Son anayasa değişikliğiyle, çeklerle ilgili bir düzenleme yaptık; yani, hukukî ihtilaflardan dolayı, hukukî sözleşmelerden dolayı hapis cezaları verilemez diye bir değişiklik yaptık; ama, çeklerle ilgili uyum yasasını, maalesef, çıkarmakta geciktiğimiz için... Henüz çalışmalara başlandığı bile belli değil. Gazetelerden okuyoruz, Sulhi Dönmezer Hocamızın bir  lafı var; diyor ki "işte, on onbeş güne kadar hazır olur." Bu kadar layüsel davranmamalıdır. Hapishanelerdeki insanlar bekliyorlar, çıkacak mıyız diye?.. Alacaklılar da diyor ki, "bugüne kadar çeklerle alışveriş yaptık, bir sürü alacağımız var, bu çekleri tahsil edebilecek miyiz?" Çünkü, Türkiye'de, maalesef -şu gerçeği kabul edelim- çekler, hapis suretiyle tahsil edilebilir hale gelmiştir. Yani, korkuyla çekler tahsil edilir; yoksa, tahsilatı mümkün değil. Zaten, milletin çoğu iktisaden bozulmuş, ahlak da bozulmuş.

Bu bakımdan, bir an önce, çekle ilgili uyum yasasının çıkarılması ve dış ülkelerle ilgili dengelemenin yapılması lazım. Bazı ülkelerde, çeklerde banka teminatı var; yani, çeki alan adam, bankanın kaç milyar lira kefalet içerisinde bulunduğunu ve bu çekin değerinin ne olduğunu biliyor. Türkiye'nin de, bu çekleri, mutlaka, tahsil edilebilir bir -hapis kalktığına göre- güvence altına alması gerektiğini ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, KOBİ teşvik kredilerini -maalesef, bugünlerde yok- teşvik etmek zorundayız, işlerlik kazandırmak zorundayız. Tekstilci, hele orta ölçekli, yani KOBİ sıfatındaki -işin ağırlığı da onlardadır- sektörümüzün desteklenmesi için, mutlaka, ucuz faizli teşvik kredileri uygulanmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, tekstilcinin, içeride ve dışarıdaki sektör mensuplarıyla ilgili rekabet edebilir hale gelebilmesi için desteklenmesi lazım. Biraz önce ve raporumuzda da belirttiğimiz şekillerde desteklemeler sağlanabilir; ama, Türkiye tekstil ve konfeksiyon sektörü, gerçekten bir haksız rekabet içerisindedir. Bu rekabette, devlet, girdileri asgarîye indirebilirse, düşürebilirse, sektörü destekleyebilirse, bu rekabeti asgarî şartlara indirebilirse faydalı olur diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir de, son yıllarda, bu operasyonlar sebebiyle, maalesef, sektör mensubu namuslu birçok işadamımız, sanayicimiz de vergi memurlarının baskısı altına girmiştir. Hepinize gelmiştir şikâyetler, bize de geliyor. Ayda üç dört defa vergi uzmanlarının veyahut da görevli denetim elemanlarının fabrikaları, iş çevrelerini, sık sık, ziyaret ettikleri görülüyor. Namuslu bütün sektör mensupları diyor ki: "Biz denetlenmekten, vergi vermekten çekinmiyoruz; ama, o kadar çok sık geliniyor ki, maliyeci görünce her şey bitiyor, işi bırakmak bizim için daha iyidir diye düşünüyoruz."

Bakın, size, bir vatandaşımızın bir mektubuyla ilgili kısa bir açıklamada bulunmak istiyorum. Sanıyorum, diğer Denizli milletvekillerine de geldi bu. 213 milyon liralık bir fatura, güya sahte fatura için, sektör sahibi, Vergi Usul Yasasının 359 uncu maddesinin (b) fıkrasına göre ve 213 üncü maddeyle irtibatlı olarak onbeş ay ağır hapis cezası almış, 59 uncu madde uygulandığı halde. Şimdi, bunu da bir düzene sokmak zorundayız. Maliye Bakanlığından ve ilgililerden rica ediyorum; Meclise getirsinler. Hakikaten, adamın suçu varsa ceza alsın; ama, 213 milyon lirayla, 5 milyar, 10 milyar, 50 milyar aynı cezayı alır mı?! Bu yanlışlığı ortadan kaldırmamız lazım. Aslında, malî ceza, para cezası olmalı; yani, malî suçların cezaları para olmalı; ama, mevcut mevzuatımız değiştirilinceye kadar bu uygulama devam edeceğine göre, bunu düzeltmemiz gerektiğini ifade ediyorum ve son olarak da şunu söylemek istiyorum değerli arkadaşlarım: Ben, bu konuya devletimizin, hükümetimiz ve Meclisimizin sahip çıkacağına inanıyorum ve bunu da gördük. Tekstil Komisyonu Başkanı ve bütün partilere mensup üyeler, gerçekten, çok ciddî, uyum içinde, büyük başarı elde ettiler, büyük fedakârlıklar ve güzel tespitler yaptılar. Meclisin gereken tedbirleri alacağına ve getirilecek yasalara destek vereceğine, bir an önce çıkaracağına inanıyorum; ama, hükümetten ve devletin ilgili kurumlarından bu sektöre iyi gözle bakmaları gerektiğini ve bu sektörü ciddiye almaları gerektiğini ifade ediyorum. İnşallah, bu umutlarımız yerine gelir. Çünkü, ekonomik durumu bozuk olan ülkemizin bir an önce düzlüğe çıkması için, lokomotif sektörlerden olan tekstil ve konfeksiyon sektörünün kazançlı olması lazım, gelişmesi lazım, korunması lazım, desteklenmesi lazım diyorum; bizi yönetenlerden bu desteği bekliyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Gözlükaya'ya biz de teşekkür ediyoruz.

Şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Özkan Öksüz'de.

Buyurun Sayın Öksüz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekstil sektörünün sorunlarının araştırılması amacıyla Bursa Milletvekilimiz Ertuğrul Yalçınbayır ve arkadaşları tarafından verilen araştırma önergesi hakkında Ak Partinin görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım; hepinize sevgi ve saygılarımı sunarım.

Bu komisyon raporuna katkılarından dolayı, Türk-İş'e bağlı TEKSİF Sendikasına, Hak-İş'e bağlı Öz İplik-İş Sendikasına, DİSK'e bağlı Tekstil Sendikasına, Türkiye Tekstil Sendikaları İşveren Sendikasına, Türkiye Giyim Sanayicileri Derneğine, İhracatçı Birliklerine, sektörün tüm aktörlerine ve katkıda bulunan kamu kurumu yetkililerine de buradan sevgi ve saygılarımı sunarım.

Değerli milletvekilleri, konuşmama başlamadan önce, Sayın Başbakanımızın talihsiz bir konuşmasını hatırlatmak istiyorum. Bir konuşmasında, muhalefet partilerinin Meclisi çalıştırmadığını, sürekli Meclis çalışmalarını engellediğini söylemiş bulunmaktadır.

Sayın Başbakan, daha önce, Meclisin çok çalıştığını söylerken, şimdi ne oldu da Meclisin çalıştırılmadığından söz etmektedir. Halbuki, Meclisin denetim mekanizmasını ortadan kaldıran hükümetin ta kendisidir.

Meclis Başkanlığının vermiş olduğu bilgilere göre, hükümete milletvekilleri tarafından verilen yazılı ve sözlü soru önergeleri sürekli olarak ertelenmektedir. Örneğin, hükümet tarafından onbeş gün içerisinde cevaplandırılması gereken yazılı soru önergeleri ortalama kırk gün içinde, sözlü soru önergeleri ortalama yüzonyedi gün içerisinde cevaplandırılmaktadır. Altı aydır cevaplandırılamayan soru önergeleri vardır. Meclis, yasa yapma çalışmalarına gösterdiği ilgi ve alakayı, denetimde göstermemektedir. Bu zamana kadar, hükümetin denetlenmesi için, 4 903 adet yazılı, 1 596 adet sözlü soru önergesi verilmiş, bunların ancak 4 297 tanesi cevaplandırılmış, 2 202 soru önergesi daha hâlâ cevaplandırılamamıştır. Verilen 216 araştırma önergesinden, bu zamana kadar 22'si kabul edilmiş, 8'i komisyonlarda olmak üzere 183 önerge beklemektedir arkadaşlar. Halbuki, biz...

BAŞKAN - Sayın Öksüz, bu devam edecekse, benim daha fazla izin vermem mümkün değil.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bitiriyorum... Bitiriyorum...

Efendim, bugün, denetim günümüz...

BAŞKAN - Hayır efendim... Hayır, tekstil...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - 183 tane önergenin 23'ünü ancak görüşmüşüz; bunu hatırlatmak istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Öksüz, ne üzerinde konuştuğumuzu biliyorum.

Tekstil gibi Türkiye'nin hayatî bir meselesinde, bunu yapın; başka bir gün, Meclis denetimi ya da yasama faaliyetleri, onu yapın.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Sayın Başkanım, bunları hatırlatıyorum; bundan sonra, inşallah, gündeme getirilir.

BAŞKAN - Tamam, gündeme geçin.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarına girmeden önce, dünya tekstil ve konfeksiyon üretimindeki gelişmeleri gözden geçirmekte yarar görüyorum.

1997 yılında Uzakdoğu Asya ülkelerinde başlayan finansal kriz, bu ülkelerin tekstil üreticilerini de etkilemiş, yaşadıkları krizden çıkabilmek için ürün fiyatlarını önemli ölçüde düşüren üreticiler, istikrarlı bir gelişme kaydeden dünya tekstil üretim ticaretinin gerilemesine neden olmuşlardır. Bu nedenle, 1995 yılında 517 milyar dolar olan dünya tekstil üretim değeri, yüzde 6,2 oranında azalarak, 1998 yılında 485 milyar dolara gerilemiştir. 1980 ve 1995 yılları arasında, Asya ülkeleri tekstil üretim değeri yüzde 97,7 oranında artarken, Amerika kıtasında üretim yüzde 76,3 oranında artmıştır; aynı dönemde, Avrupa kıtasının üretimi 32,4 oranında gerilemiştir. Ülkemizde ise, 2000 yılı tekstil ihracatı 3,8, ithalatı 3,2 milyar dolardır. Son 10 yılda, ortalama 1,3 milyar doları aşan tekstil makine ithalatı ve toplam yatırım büyüklüğü itibariyle, gerek pamuklu ve gerekse sentetik tekstil ürünlerinde önemli bir kapasiteye sahip ülkemiz için 3,8 milyar dolarlık tekstil ürünleri ihracatı yeterli değildir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde 1980'li yılların başında uygulamaya konulan, dışa açık büyüme modeliyle önem kazanan ihracat, yatırımlara sağlanan devlet desteği ve ihracata yönelik değişikliklerin de etkisiyle, özellikle, 1980 yılından sonra önemli bir sıçrama kaydederek, 3 milyar dolardan, 1990 yılında 13 milyar dolara, 2000 yılında 27 milyar dolara yükselmiştir.

İhracat gelirlerinde en hızlı artan sektörümüz, tekstil ve konfeksiyon sektörü olmuştur. 1980 yılında tekstil, tekstil hammaddeleri ve konfeksiyon ürünleri ihracatımız 827 milyon dolar iken, bugün ulaşılan rakam, 10 milyar dolardır.

1980 yılından sonra Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü ürünleri dış satımının hızlı bir ivmeyle artması, ABD'yi de, benzeri şekilde, Türk ürünlerine karşı korumacı önlemler almaya yöneltmiştir. Mevcut kısıtlama anlaşması, 1995 yılında yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü hükümlerine uyarlanmıştır.

17 Ağustos 1999 tarihinde, sektörün yoğun bir biçimde faaliyette bulunmakta olduğu Marmara Bölgesinde meydana gelen deprem felaketinin ardından, söz konusu müzakere davetimiz kabul edilmiş ve 22-23 Eylül 1999 tarihlerinde ABD yetkilileriyle yapılan görüşmeler neticesinde, 1999 ve 2000 yıllarını kapsayan bir mutabakat zaptı imzalanmıştır.

Değerli milletvekilleri, tekstil ve konfeksiyon sektörü, gerek sağladığı istihdam imkânları, üretim sürecinde yaratılan katmadeğer ve gerekse ihracat gelirleri içindeki yüksek payı nedeniyle, ekonomik kalkınma sürecinde önemli roller üstlenen lokomotif bir sektördür. Tekstil ve konfeksiyon sektörü, genel ekonomi içinde üretim ve istihdam payı net olmamakla birlikte, 2,16 milyon kişinin istihdam edildiği bir sektördür. SSK kayıtlarına göre 5,80 milyonu bulan toplam kayıtlı işgücünün yaklaşık yüzde 11'i bu sektörümüze aittir.

Bu hükümetin beceriksiz uygulamaları, yanlış almış olduğu kararlar, IMF destekli politikaları ve kendi aralarında çıkarmış oldukları sunî krizlerle, tüm sektörlerde olduğu gibi, tekstil ve konfeksiyon sektörü de krize girmiştir. Siyasî yöneticiler ekonomiden anlamamaktadır. Ekonomiden sorumlu Bakan, ekonomiyi, ekonomik verilerin koordinasyon usullerini, çözüm yollarını ve tüm sistemi, yönetirken başarısız olmuştur. Ekonomi yönetimine, hem içte hem de dışta güven kalmamıştır. Bu nedenle, Kemal Derviş, IMF ve uluslararası kuruluşlar tarafından Türkiye ekonomisinin başına getirilmiştir. Her gün yeni işyerleri kapanmakta, sayıları 50 ve 100'ü bulan işçi işsiz kalmaktadır. Her geçen gün insanlar aç kalmakta, üretim durmakta, kalite bozulmakta, işverenler başka ülkelere kaçmakta; Türkiye'de, sanayicinin çalışabileceği iklim, ortam, zemin, mevzuat şartları, düzelmesi gerekirken, bozulmaktadır. Gayri safî millî hâsıla, 200 milyar dolardan 140 milyar dolara gerilemiştir; fert başına düşen millî gelir, 3 000 dolardan 2 000 dolara gerilemiştir. Piyasalardaki durgunluğa rağmen, enflasyon oranı, yine, yüzde 80'i aşmıştır. Devletin içborç miktarı, 2000 yılı başında 31,4 katrilyon iken, yüzde 230 artış göstererek 101,8 katrilyona çıkmıştır. Bunun yüzde 33'lük kısmı döviz üzerinden borçtur.

Tekstil ve konfeksiyon sektöründe yanlış yatırımlar yapılmıştır. Gümrük birliği öncesinde, Avrupa'ya daha fazla ihracat yapılacağı ve büyük kârlar elde edileceği beklentilerine bağlı olarak, kısa vadeli ve pahalı yatırımlar gerçekleştirilmiştir, hatta sanayicilikle hiç ilgisi olmayanlar dahi evi ve arabasını satarak konfeksiyon ve tekstil sektörüne girmiştir.

Kayıtdışı işgücü sorunu yaşanmaktadır. Emek-yoğun üretimin gerçekleştirdiği konfeksiyon sektöründe işgücü maliyeti, üretim maliyeti içinde en yüksek paya sahip maliyet kalemidir. Ülkemizde işçinin eline geçen ücret yüksek olmamakla birlikte, başta SSK primleri olmak üzere sosyal ödenekler ve vergilerin yüksek olması nedeniyle işçinin işverene maliyeti yüksektir. Dolayısıyla, bu ek aşırı yükten ve her türlü vergi ve formalitelerden kurtulmak için kayıtdışına kaçmaya yönelinmiştir. Kayıtdışılık artık çok genişlemiştir. Kayıtdışı oranı, önceleri yüzde 20 civarında iken, şimdilerde, Maliye Bakanlığı tarafından verilen bilgilere göre, yüzde 70'lere ulaşmıştır.

SSK primlerinin aşırı derecede yüksek oluşu maliyetleri artırmakta ve Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün uluslararası rekabetini azaltmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran yüzde 22 ilâ yüzde 25 arasında değişirken, işçi-işveren sigorta kesintisi bizde yüzde 48'dir. Bu uygulama kaçak işçiyi teşvik etmektedir, bu uygulama -kayıtdışı istihdam- sendikal hareketin de önünü tıkamaktadır. Türkiye'de  1 000 000'un üzerinde yabancı işçi çalıştırılmaktadır kaçak olarak. Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi ve asgarî ücretle işçi çalıştıran işverenin istihdam nedeniyle üstlendiği sigorta primleri, diğer vergi ve kesintilerde, OECD ülkelerinde olduğu gibi, belirli oranda devlet katkısının olması, dolayısıyla işçi ve işveren üzerindeki yükün hafiflemesine sebep olacaktır.

Kaliteli işgücü; konfeksiyon sektöründe sıra malı üreten ülkelerin rekabet etme şansının bulunmadığı bir dönemde, katmadeğeri yüksek moda ve markalı ürünler üretip yüksek gelir grubunda yer alan gelişmiş ülkelerdeki pazar payımızı artırabilmek için, nitelikli işgücüne sahip olmak zorundayız.

Yatırımlar ülke sathına yayılmalıdır. Sürdürülebilir ekonomik kalkınma sürecinde ara sektörlerden biri olan ve ekonomik kalkınma için büyük katmadeğerler yaratan konfeksiyon sektörünün ülkemiz ekonomik kalkınmasına bir süre daha kaynak yaratmasını sağlamak, ekonomik kalkınmada bölgelerarası dengesizlikleri gidermek zorundayız.

Bu sektörde, işletme ve özsermaye yetersizliği yaşanmaktadır. İşletme ve özsermaye yetersizliği, tekstil ve konfeksiyon sektörünün ihracat performansını sınırlayan bir faktör olmanın ötesinde, ekonominin daraldığı dönemlerde işletmelerin faaliyetlerini sürdürebilmelerini etkileyebilecek boyutlardaki sorunlardır.

Eximbank, kapitali olduğu iddia edilen; ama, varlığı, Türkiye'nin ekonomisiyle hiç bağdaşmayan bir teşekküldür. Bu hükümette olduğu gibi, her hükümet, bu bankaya milyarlarca dolar vereceğim diye söz vermesine rağmen, şu ana kadar bu bankanın kullanmış olduğu paranın miktarı 1,5-2 milyar dolardır. Devalüasyonun da etkisiyle, tekstil ve konfeksiyon ihracatının dolar bazında artırılması isteniyorsa, Eximbank kredilerine ayrılan kaynağın da dolar bazında, en azından bu alanda artırılması ve acilen kullanıma açılması gerekmektedir. Eximbank kredilerinin yaygınlaştırılması ve yeni programların yürürlüğe konulmasında yarar vardır. Ayrıca, aracı bankalar vasıtasıyla kredi kullanılması sırasında karşılaşılan, kredi kullanımını zorlaştıran veya geciktiren sorunların giderilmesi gerekmektedir. Reel sektörün desteklenmesi şarttır. Bunun için öngörülen destek 1 milyar dolardır. Bankacılık sistemine 20 katrilyonluk fon bulan hükümetin, reel ekonomi için, üretim için, istihdam için bu parayı bulması şarttır.

Enerji maliyetlerinin yüksek olması ve enerji kalitesinin düşük olması, sektörün rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemektedir. 2000 yılı itibariyle, OECD ülkelerinde elektrik fiyatlarına baktığımızda, satın alma gücü paritesine göre sanayide kullanılan elektrik birim fiyatları, dolar bazında şöyledir: Belçika, 0,07, Kanada 0,04, Fransa 0,04, Almanya 0,05, Yunanistan 0,06, Türkiye'de ise 0,187'dir. Türkiye'de tüketilen elektriğin yüzde 8'inden fazlasını, tek başına tekstil sanayii tüketmektedir. Dolayısıyla, elektrik fiyatlarının fazlalığı, Türk girişimcilerin uluslararası piyasalardaki rekabet gücünü azaltmaktadır. Bu nedenle, elektrik birim fiyatlarının Avrupa Birliği normlarına indirilmesi şarttır.

Yatırımların büyük çoğunluğu yurt dışına kaçmaktadır. Türkiye'de, getirilen ekvergilerin kalıcı hale getirilmesi, vergi oranlarının yüksekliği, enerji fiyatının yüksek olması ve hükümetin uygulamalarıyla, Amerika Birleşik Devletlerine yönelik ihracat yapan firmalarımız, kota yetersizliği sonucu, pazara kısıtlamaya tabi olmadan girebilmenin avantajını yitirmenin yanı sıra, siparişlerin alınması esnasında dahi kotaların dolmasına bağlı olarak, teslimatlarda yaşanabilecek gecikmeler nedeniyle, sadece, kotaya tabi ve hassas kategorilerde değil, diğer kategorilerde de sorunlarla karşılaşmakta ve üretim tesislerini Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelere kaydırmaktadırlar.

KDV oranları yüksektir. Tekstil ve konfeksiyon sektörünün temel maddesi olan pamukta KDV oranı, arkadaşlarımızın söylediği gibi yüzde 1 iken, bunun dışında sektörün girdi olarak kullandığı iplik ve kumaşta yüzde 18'dir. Elyaftan giysiye kadar olan tekstil ve konfeksiyon üretimi bir bütün olarak kabul edildiğinde, ara mal niteliği taşıyan iplik ve kumaş için KDV oranının yüzde 18 olması, sektördeki kayıtdışı işlem hacmini artırmakta ve sahte fatura kullanımını artırmaktadır. Onun için, tekstil ve konfeksiyon sektörü KDV oranının bu sektörün ara malı konumundaki iplik ve kumaşın toptan satışları için yüzde 2,5 aralığında tespit edilmesi, mevcut sorunların aşılmasının en temel noktasıdır. Bütün ekonomiyi otomobil ve beyaz eşya olarak kabul eden bu hükümetin, bu kafayla ekonomiyi düzlüğe çıkarması mümkün değildir.

Bu nedenle, KDV indiriminin, öncelikle temel ihtiyaç maddelerinden başlanarak, tekstil ve konfeksiyon sektöründe de uygulanması şarttır. İhtisas gümrükleri oluşturulmalıdır. Tekstil ve konfeksiyon sektörü dahilde işleme rejimi kapsamında ithal edilen iplik ve kumaşların içpiyasada satılıp hayalî ihracat yoluyla ihraç edilmiş gibi gösterilmelerini önlemek için, 2000-10 sayılı Tebliğin 22 nci maddesinde belirtilen ürünlere, her türlü iplik ve kumaş da ilave edilmelidir.

Eğitim ve ar-ge için ayrılan kaynaklar yetersizdir. Tekstil ve konfeksiyon, dünyada rekabetin en fazla yaşandığı sektörlerin başında gelmektedir. Bugün için ticaretin önündeki en büyük engel olarak görünen kotaların 2005 yılında sona ermesiyle birlikte ticaret serbestleşecek ve rekabet daha da şiddetlenecektir. Türkiye gibi, sermayenin pahalı olduğu, işgücü maliyetlerinin giderek arttığı ülkelerde rekabeti aşmanın en önemli yolu, üretim kalitesini artırmak, moda ve marka yaratmaya yönelmek olarak görülmektedir.

Enflasyon muhasebesine hemen geçilmelidir. Günümüzde, enflasyon oranlarının yüzde 20 ve daha yüksek olduğu ülkelerde enflasyon muhasebesine geçilmiştir; ama, Türkiye'de, daha hâlâ bu enflasyon muhasebesine geçilmemiştir.  Düşünün, krizden önce 500 milyar lira alacağı olan bir firmanın, bu parası tahsil edildiğinde, dolar bazında 500 000 dolar alacağı olan firmanın kasasına giren 200 000 dolardır. Bu demektir ki, bu firma 300 000 dolar küçülmüştür; ama, biz, vergiyi aldığımızda, ilk baştaki 500 milyar lira üzerinden vergi almaktayız. Bunun için, bunun derhal düzeltilmesi lazım.

İşçi temsilcileri olan sendikalar, işverenler ve hükümet arasında...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Öksüz, lütfen tamamlar mısınız.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Başkanım bitiriyorum.

Hükümet kayıtdışı ekonomiyle etkin bir mücadele yapmalı ve bunun için gerekli mevzuat değişikliklerini yapmalıdır. Taşeron işçi ve kayıtdışı işçi çalıştırmayı önlemelidir. Malî kaynakların yatırım ve yerli üretimde kullanılmasını teşvik edecek mekanizmalar oluşturulmalıdır. Uzakdoğu'dan ucuz ve kalitesiz mal ithalatı önlenmelidir. Antidamping benzeri önlemler alınmalıdır. İhracatı destekleyici para ve kur politikaları uygulanmalıdır. Gümrüklerimiz Avrupa Birliği normlarına uygun hale getirilmelidir. KDV oranları düşürülmelidir. Temel girdi fiyatları düşürülmelidir. Gümrük birliğinden doğan haklar korunmalıdır. Kontrol dışı ve plansız büyüme önlenmelidir. Serbest bölgelerin asıl işlevine dönmesi sağlanmalıdır. Ar-ge faaliyetleri desteklenmelidir. Tekstilin hammaddesi olan pamuk devlet tarafından desteklenmelidir. Teknolojik yatırım programları yapılmalıdır. Avrupa Birliğine tam üyelik hedefi devam ettirilmelidir.

Hepinize saygılar sunarım. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Öksüz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Özkan Öksüz konuştular.

Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Verkaya; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 1999'un 5 inci ayında verilen bu araştırma önergesi nedeniyle kurulan komisyon maalesef, ancak bugünlere kadar raporunu getirebilmek durumunda kalmıştır. Bu, Meclisin denetim yapması bakımından çok sevindirici bir tabloyu ifade etmez; çünkü, Yüce Meclisin önemli görevlerinden birisi de, tabiî ki yasa yapmanın hemen yanında, denetim yapmaktır. Denetim görevinin, böyle, biraz sallantıda bırakılması veyahut biraz ıskalanması, doğru bir davranış değildir. Dolayısıyla, geç de olsa, bu raporun huzura getirilmiş olması memnuniyet vericidir.

Komisyon çalışmaları sırasında değerli üreticilerimizle, tekstil ve konfeksiyon sektörünün değerli temsilcileriyle görüşürken, çok acil bir talepleri vardı: "Ne olur, kur ciddî manada baskı altında tutuluyor; yüzde 20-25'lik bir devalüasyon yapabilirseniz, hükümet bunu yapabilirse, ihracatımızın artacağına inanıyoruz" diyorlardı. Daha sonra, kasım krizi, arkasından şubat krizi, yüzde 70-80'lere yaklaşan bir devalüasyon; ama, üzülerek, tekstil sektörü adına üzülerek ifade etmek gerekirse, maalesef, tekstil ihracatımızda, konfeksiyon ihracatımızda ciddî bir artış olmamıştır. İhracatçı birliklerinin kayıtlarına göre, 1 Ocak 2001 ile 31 Ekim 2001 tarihleri arasında tekstil ve hammadde ihracatımız, kısaca 2,4 milyar dolara ulaşmış ve yüzde 11'lik artış göstermiş. Esas, hazır giyim ihracatımız, ihracatın içerisinde önemli paya sahip olan kısım; burada ise, 6 milyar 258 milyon dolarlık bir ihracat yapılmış ve yüzde 0,21'lik bir düşüşle karşı karşıya kalmışız. Toplam olarak söylemek gerekirse, tüm tekstil sektöründe ihracat artışımız yüzde 2'ler civarında kalmıştır; üzüntü verici bir tablodur.

Tekstil sektörüne, Türkiye olarak, 150 milyar dolar gibi çok büyük bir yatırım yapmışız. Çok önemli bir rakamı, bu fakir millet, yatırım olarak, Türkiye'nin çeşitli bölgelerine serpiştirmiş ve ihracatımızın yüzde 38'lerini bu sektör yapıyor. Yaklaşık 630 000'i kayıtlı olmak kaydıyla, 2 ilâ 2,5 milyon insanımızı bu sektörde istihdam ediyoruz.

Bütün bunlar, bu sektörün ne kadar önemli olduğunu ve önem verilmesi lazım geldiğini ortaya koyacak durumda olmasına rağmen, maalesef, bu sektör, çok çeşitli bakanlıklar arasında, âdeta, parçalanmış gibi; bir birlik ve bütünlük içerisinde, gelişen olaylar karşısında süratle manevra yapma kabiliyetine de sahip değildir. Onun için, bu sektörün, bir bakanlığın çatısı altında, belki bir müsteşarlık seviyesinde temsil edilmesi; dolayısıyla, çeşitli gelişmeler karşısında ciddî, çevik, manevralar yapabilecek bir teşkilatlanmaya kavuşturulması şarttır.

Bu sektörün en önemli girdisi, malum olduğu üzere pamuktur. Pamukta ise ciddî bir politikamız söz konusu değildir. Halbuki, Türkiye, kendisine hedeflemiş olduğu tekstil hedeflerini gerçekleştirebilmek için, mutlak surette millî bir pamuk politikasını tespit etmek mecburiyetindedir. Aşağı yukarı 800 000-850 000 ton civarında üretim yapıyoruz, 350 000-500 000 ton civarında da ithalat yapıyoruz. Dolayısıyla, pamuğa ihtiyacımız var; pamuk üreticisini mutlak surette canlı tutmalıyız, desteklemeliyiz ve pamuk üreticisine prim ödemeye devam etmeliyiz; bunu da, toprağa atılmış bir para zannetmemeliyiz. Kısacası, millî pamuk politikamız doğrultusunda, pamuk üreticilerine bu yıl verilen 9 sent civarında prim devam ettirilmelidir, ayrıca artarak devam ettirilmelidir.

Bu önemli sektörün ar-ge'ye çok ihtiyacı olmasına rağmen -çünkü, teknoloji ağırlıklı çalışan bir sektördür- maalesef ar-ge'si mevcut değildir. İthalattan, ihracattan ve tekstil yatırımlarından fonlar kaldırılmış olmasına rağmen, binde 1'lik bir pay ayrılarak, mutlak surette, bu sektör için elzem olan, bu sektörün gelişmesini takviye edecek olan ar-ge kurulmalıdır; eğitim faaliyetleri, araştırma faaliyetleri ciddî bir biçimde desteklenmelidir.

1990'lı yıllarda, büyük teşvikler verilmiş; ama, çok da isabet kaydedilmemiştir. Teşviklerin, bundan sonra, modernizasyon bazında verilmesi gerekmektedir. Yatırım teşvikleri, kapasite fazlalığı nedeniyle durdurulmalıdır.

Bu sektörde, hem içeride hem dışarıda, ciddî bir haksız rekabet yaşanmaktadır. DİR belgesi kapsamında ortaya çıkan haksız rekabet uygulamaları, kayıtdışılıkla ortaya çıkan haksız rekabet uygulamaları, gümrüklerdeki kaçakçılık nedeniyle ortaya çıkan haksız rekabet uygulamaları mutlak surette önlenmelidir.

Türkiye'de, özellikle, gümrüklerimizin, ciddî bir zapturapt altına alınma mecburiyeti vardır. Sayısını 130 civarına kadar çekebildiğimiz gümrüklerimiz, 7 900 personeliyle hizmet etmeye gayret etmektedir; ancak, ihtisas gümrüklerinin çoğaltılması şarttır; 4 olan tekstil ihtisas gümrüğünü, 6'ya çıkarmak mecburiyetindeyiz. Ayrıca, mesela, Almanya gibi bizden daha çok dışticaret hacmi olan bir ülkenin 69 gümrük kapısı var, burada, 39 000 insan çalışıyor; ama, Türkiye'nin, 130 gümrüğü var, sadece 7 900 insan çalışıyor; yani, biz, hangi personeli nerede istihdam edeceğimizi çok da bilmiyormuşuz demek ki. Nereye çok personel koyacağız, hangi vasıfta personel koyacağız, bunları iyi tespit etmek, iyi tayin etmek gerektiği kanaatindeyiz.

Bakınız, Türkiye, 4 200 civarında DİR belgesi -bugün için söylüyorum- vermiş; ama, mesela, Almanya 160 tane kullandırmış, İtalya 263 tane kullandırmış; ama, biz, 4 200'lere doğru yaklaşmışız.

Kayıtdışılığın ne olduğunu söylemeye çok fazla gerek olduğuna inanmıyorum; ama, herkes bunu çok iyi biliyor. İşçi konusunda kayıtdışılık var, elektrik konusunda kayıtdışılık var, malzeme konusunda kayıtdışılık var... Kayıtlı çalışanlara karşı yapılabilecek en büyük kötülük bu. Bunun mutlaka önlenmesi gerekiyor. Özellikle, DİR belgesi adı altında yapılan ithalatların bir kısmı şişirilmiş faturalar biçiminde, bir kısmı şişirilmiş fiyatlar biçiminde, bir kısmı gösterilen metrajdan daha çok miktarı yurtiçine sokar vaziyette çalışıyor ve bütün bunlar, tabiî ki, kayıtlı çalışanlar için, yasalara saygılı olanlar için haksız bir rekabet demek. Buna, hukuka bağlı bir devlet anlayışının tahammül etmesi de mümkün değildir. (MHP sıralarından alkışlar)

Kotalar var, ihracatçılarla ilgili temel problemlerden -değerli arkadaşlarım anlattılar, temas ettiler- müteselsil sorumluluk dünyanın hiçbir ülkesinde beş faturaya doğru inmez; böyle bir şey yok. Müteselsil sorumluluk, sadece, aldığınız malla alakalı olan faturayla ilgilidir. Dolayısıyla, bunun da kaldırılması gerekir.

Devletten KDV iadesi alacağı olan ihracatçının KDV iadeleri, hiçbir bahaneye sığınılmadan, tetkikleri yapılarak süratle ödenmelidir. Aksi takdirde, devlete olan bir vergi borcu varsa mahsup edilmelidir; yani, mahsuplaşma olayı yapılmalıdır. İhracat bedellerini vaktinde getirememiş olan ihracatçıların yurt dışındaki dövizlerini Türkiye'ye getirebilmeleri için, getirmeleri için hangi kolaylık gösterilecekse o kolaylık gösterilmelidir; kambiyo affı çıkarmak dahildir buna.

Eximbank kredileriyle ilgili çeşitli şikâyetler dinledik, araştırma komisyonunun çalışmaları sırasında. İhracatçının Eximbanktan başka destekleyicisi -finans noktasında- yok; en önemli destekçisi Eximbank. Eximbankın muhabir bankalar eliyle kredi vermesi, çeşitli faydalı taraflarının yanında... Mesela, faydalı taraflarından birisi şu: Eximbankın batak kredisi bugüne kadar olmamış. Bu, çok övünülecek, takdir edilecek bir olay; ama, muhabir bankaların kendi yan kuruluşu durumunda veya imtiyazlı veya hatırlı müşterilere eğer Eximbank kredisini aktarma gayretleri varsa, bunun da mutlak suretle önüne geçilmelidir; yani, tüm ihracatçılara, özellikle de, ihraç ettiği ürünlerde yerli materyal kullanan ihracatçılara Eximbank kredilerinde öncelik tanınmalı ve hükümetimiz, Eximbank kredi kaynaklarını gücümüzün yettiği nispette artırmalıdır.

Bir diğer önemli konu, sektörü dünyayla rekabetten alıkoyan önemli bir konu, pahalı enerji kullanılması konusudur. Türkiye'de bugüne kadar yapılan hidroelektrik santrallar, doğalgaz santralları, mobil santrallar, bütün santralları dahil ederek söylersek ve bunların hepsinin paçal yapılarak ortaya bir fiyat koymasıyla, 7,5 sent civarında sanayicimize elektriği verdikten sonra, sanayiciye Avrupalı sanayicilerle yarış, onlarla rekabet et diyemezsiniz. Bir sanayici 7,5 sente elektrik kullanıyorsa, Avrupalı meslektaşı 4 sente, 3,5 sente elektrik kullanıyorsa, siz, kendi sanayicinizden, Avrupalı sanayicilerle rekabet etmesini hayal edersiniz sadece ve bunu dilimizden düşürmediğimiz, globalleşmeler, küreselleşmeler adına, birtakım, işte, rekabetin şart olduğu gibi iddiaları ve sözleri dilimizden düşürmez ama, sanayicimize 7,5 sente elektrik vermeye devam edersek, söylediklerimizde de samimî olmadığımız manası çıkar. Niçin sanayicimize 7,5 sente elektrik verdiğimizin ayrı bir araştırma komisyonunun da görevi olduğuna inanıyorum. 2 sente hidroelektrik santrallarından elektriği mal etmiş olmamıza rağmen, niçin saniyicimize 7,5 sente elektrik vermek durumunda kalıyoruz; üzerine 100 tane ünlem işareti konulacak kadar önemli bir konudur. Bunun dışında, ucuz elektrik elde etmek isteyen sanayicilerimizin kojenerasyon kurma gayretleri teşvik edilmelidir; yani, kendi elektriğini kendisi üretmek isteyen sanayicinin önünü mevzuat hazretleriyle kesmeye hiç kimsenin hakkı yoktur...

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Var mı bu kesenler?

MUSTAFA VERKAYA (Devamla) - Dosyada var; araştırma komisyonu dosyamızda var.

Elektrik faturalarındaki TRT payı, hazine payı gibi birtakım ekler, vergiler kaldırılabilirse, belki, enerjiyi, sanayicimize bir nebze daha ucuz verebiliriz.

Yine, Türkiye'de üretime katılan sendikalı işçinin maliyeti, devalüasyondan önce 700 dolar civarındaydı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA VERKAYA (Devamla) - Ancak, sendikalı, sosyal hakları olan işçimizin işverene olan maliyeti 700 dolar olmasına rağmen, işçinin eline geçen para 300 dolar civarındadır; çünkü, SSK ve muhtasar vergi yükleri, işçiyi -kendisinin eline çok şey geçmemiş olmasına rağmen- işverene karşı pahalı hale getirmektedir. Buna da bir çözüm bulunması mecburiyeti vardır; çünkü, bizim sanayicimiz, tekstilcimiz, konfeksiyoncumuz, Uzakdoğu'yla yarışıyor -Avrupa'yla değil sadece- Çin'le yarışıyor, Endonezya'yla yarışıyor, Hong Kong'la yarışıyor, Tayvan'la yarışıyor, Kore'yle yarışıyor.

Bunun farkına vararak, Bulgaristan'da bir işçinin ücreti 50 dolarsa, Türkiye'de de 50 dolar olsun demiyoruz; ama, bu konuda, sanayiciye yarışabileceği imkânların hazırlanması şarttır. Sanayici, bizden bunun dışında başka bir talepte de bulunmuyor. Bunu da Yüce Meclis olarak sahiplenmeliyiz.

Bu şartları, sanayicimize, hükümetimizin de, mutlak surette hazırlaması gerektiğine inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Verkaya.

Muhterem milletvekilleri, şimdi, Saadet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Ahmet Sünnetçioğlu konuşacaklar.

Buyurun Sayın Sünnetçioğlu. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulmuş (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi selamlıyorum.

Her ne kadar bu komisyonun kurulmasıyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir grup adına yapılan konuşmada "tekstil ve konfeksiyon çok önemli; ancak, lokomotif sektör olamaz. 21 inci Yüzyılda lokomotif sektör dijital, elektronik ve teknik sektördür. "Dünyada, tekstil ve tekstil makineleri ve tekstil kimyasalları, elektrik-elektroniğe dönüştürülmelidir. Tekstil sanayii, hem büyümeli, güçlenmeli hem de bu sanayiin ekonomideki yeri göreceli olarak artırılmalıdır" denilmişse de, gayri safî millî hâsılanın yüzde 16'sını, istihdamın yüzde 26'sını, ülke ihracatının yüzde 37'sini oluşturan bu sektöre 150 milyar dolar yatırım yapılmış, ring iplik kapasitesi bakımından Avrupa Birliğinin yüzde 90'ına, mekikli dokuma tezgâhı kapasitesi bakımından Avrupa Birliğinin yüzde 80'ine ulaşmış bu sektörde, faaliyette bulunan firma sayısı 40 bin civarındadır. Bu işletmelerin yüzde 90'ından fazlasını KOBİ'ler teşkil etmektedir. 500 büyük sanayi kuruluşu içindeki firmaların yaklaşık dörtte 1'i tekstil ve konfeksiyon firmalarından oluşmaktadır. Ülkemizdeki 1 349 yabancı sermayeli şirketin 231'i de tekstil ve konfeksiyon sektöründe faaliyet göstermektedir. Görülüyor ki, tekstil ve konfeksiyon sektörü, ülkemizde, üretim ve istihdama katkısı ve ihracat yoluyla döviz kazandırması sebebiyle lokomotif sektör olma özelliğini sürdürmektedir.

Bu kadar önemli olan bu sektör, olağanüstü bir kriz içerisindedir. Önlem alınmaması halinde, bunalım derinleşerek batma noktasına gelecektir. Komisyonumuzun kurulduğu andan itibaren, gerek sektörün ilgili temsilcilerinin komisyona gösterdikleri ilgi ve alaka gerekse komisyonun, Bursa, İnegöl, Adana, Kahramanmaraş, İzmir, Aydın, Uşak, Denizli, Kayseri, Gaziantep, Malatya, Çorlu gibi ilgili merkezlerde yaptığı incelemelerdeki gözlemler, âdeta bu sektörün kurtuluşu için komisyonu ve raporunu cansimidi, ümit kaynağı noktasına getirmiştir. Böylesine büyük ve ağır bir sorumluluğu yüklenmenin bilincinde olan komisyon üyeleri adına başkan, daha ilk toplantılarda şu konuşmayı yapma ihtiyacı hissetmiştir: "Bilindiği gibi, yasama, yürütme, yargı, kuvvetler ayrılığı prensibi içinde bizim yerimiz; yani, komisyonun yeri sadece önermektir ve ihtiyaç duyulan kanunlarla ilgili biz ve  komisyon üyeleri birlikte tekliflerde bulunabiliriz; ama, bunların bizim sistemimiz içinde kanunlaşma süreci oranı fevkalade azdır. Biz, bu suretle, bir denetim görevi yapıyoruz; hükümetin mevcut mevzuatı artı belirlenen durumlar karşısında ne gibi önlemlerle, ne gibi tasarılarla önümüze gelmesi gerektiğini denetlemiş oluyoruz. Bizim yaptırımımız yok; ama, biz elbirliğiyle hareket ediyoruz."  Bu sözler doğrultusunda bugün burada konuşulanları ve komisyon raporunu, sayın hükümet ve özellikle Sayın Derviş'in çok iyi analiz edip, değerlendirmesi gerektiğine inanıyorum; ancak, IMF ve Dünya Bankası destekli reel sektörü hiçe sayan borsa ve banka ağırlıklı programda tekstil ve konfeksiyon sektörüne yer yok, ki, ülkenin lokomotif sektörünün görüşüldüğü bu oturuma alaka minimum düzeyde. Konunun önemine binaen hazırlanan komisyonun araraporu da iktidar tarafından hiç dikkate alınmadı. Komisyon bu konuya duyarlı; ama, hükümet, maalesef, aynı noktada duyarlı değil. Sayın Bakanımızın da, bugün, oturduğu sıralardan komisyondaki yerine gelişi bu konuyu böyle ifade ediyor. Bunu bu şekilde açıklama fırsatım oluyor. Hükümetin bu konuya maalesef ilgisi yok denecek düzeyde.

Her ne kadar bu sektörün içinde bulunduğu krizin sebepleri arasında 1997 yaz aylarında patlak veren Asya krizi, Avrupa Birliği genelinde talep daralmasının olması, Ağustos 1998'de Rusya Federasyonunda yaşanan ekonomik kriz, Uzakdoğu ülkelerinin rekabet edilemez fiyat kırmaları genel sebepler olarak sayılsa da, Sayın Başbakan, bu Meclisin muhalefet tarafından çalıştırılmadığını söylüyor; halbuki, bu Meclis, yasama görevi bakımından oldukça etkin; çıkarılan kanun sayısı da, biraz evvel Sayın Öksüz'ün saydığı rakamlar seviyesinde, yüksek; ama, bu Meclis, denetim görevini yeterince yapamıyor. Onun da önünü tıkayan, sadece ve sadece, iktidardır. Bunu da, bu sırada belirtmiş oluyorum.

Türkiye'nin bütün reel sektörlerinin, tarımının, esnafının, işçisinin, kısacası ekonominin içinde bulunduğu krizin olduğu gibi, tekstil ve konfeksiyon sektöründeki krizin de asıl sebebi, 55, 56 ve 57 nci hükümetlerin uyguladığı, acımasız IMF kaynaklı politikalardır; yatırım ve üretime yönelmek, işsizliğe çare bulmak, üretim ve kalkınma planlarını  uygulamak, bunların yerine, mevduat, hazine bonosu, repo, yüksek faiz, daha yüksek faiz, borsa, tahvil üzerine kurulu yanlış politikalara yönelmesidir.

Mevduatların üretime ve yatırıma tahsisi gerekirken "efendim, günlük repo 500'e çıktı, ben sana 80'den verdiysem, bunu, sen bana 500'den ödeyeceksin" demek, bu ülkede, artık, hiçbir şeyin prensibe bağlı olmaması anlamına gelir. Bankalar ile sanayi arasındaki sözleşmeler, karınca duası gibi ufak yazılmış, tek taraflı olarak bankalar lehine değiştirilebiliyorsa, akşamdan yarına doların hesabını yapamıyorsanız, Başbakanın ayağı tökezlese kriz çıkıyorsa, hükümet, âdeta bir kriz üretim merkezî olarak çalışıyorsa, buna hiçbir sanayici dayanamaz, hiçbir üretici böyle bir riskin altından kalkamaz.

Kahramanmaraş'ta ziyaret ettiğimiz ve kendi özkaynaklarıyla üretim yapan, 200 işçi çalıştıran bir iplik fabrikasının sahibi, o günkü fiyatlarla, depolarında 2 trilyon liralık iplik bulunduğunu, haksız rekabet yüzünden satamadığını söylüyordu. Bu görüşme, geçen yıl Kurban Bayramı öncesi olduğu için, bayrama kadar, işçilerinin hatırı için sabredip, daha sonra işletmesini kapatıp, risksiz, vergisiz bono ve tahvile yöneleceğini söylüyordu.

Yine, Denizli'de, 15 milyon dolar borcundan dolayı üç yıl önce el konulmuş, kapısında "bu fabrika ve içindeki malzemeler Yapı Kredi Bankası Anonim Şirketine aittir" levhası olan bir fabrika gördük. Bu fabrika, 780 işçi çalıştırıyormuş, kendisine bağlı çalışan 2 000 fason üretici varmış, 2 milyon parça işten oluşan 9 aylık siparişi varken el konulmuş ve makinelerin üzerindeki iplikler durur vaziyette, üç yıldır çalışmıyor, makineler küflenmiş, sahibinin evinden buzdolabı götürülmüş, fabrikayı bugün 10 milyon dolara alan yok. Tekirdağ'da, yıllık ihracatı 22 milyon dolar, yurtiçi cirosu 66 milyon dolar olan bir halı fabrikasına 30 milyon dolar için el konulduğunu, 1 500 işçisinin kapı dışarı edildiğini gördük. Halı tezgâhlarının üzerinde yarım dokunmuş halılar vardı. Halbuki, bankalar buralara bir genel müdür atayıp fabrikaları çalıştırırsa, hem parasını kurtarır hem de işçiler işlerine devam eder, sanayici de belli bir süre sonra darboğazdan çıkabilir. Bursa'da, intihar eden, sevilen tekstilcinin ismini verdiler bizlere.

Yine, Denizli'de bir sanayici, Türkiye'nin bugün içerisinde bulunduğu durumu bakın ne kadar güzel ifade ediyor: "Gölge etme başka ihsan istemez. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Gemisini yürüten kaptan işini biliyor ağabey." Böyle diyordu Denizli'de bir sanayici. Bu sözleri kimler için söylediğini takdirlerinize sunuyorum ve devam ediyor sanayici: "Bu sözleri, normal insan hafızası ve tahammül sınırlarını zorlayan ortamda yapıyorum; senin yüzünden, benim sayemde, ah ile vah ile geçirecek vaktimiz yok." Bir diğeri ise, bahsettiği dönemde karanlık olmamasına rağmen "ışık yakıp söndürerek muhalefet yaptığımız iktidar döneminden daha karanlıktayız" diye yakınıyordu. Yine bir başkası "55 inci ve 56 ncı hükümetlere, krizin olduğunu kabul ettiremedik; sadece, bireysel sıkıntılar, firma bazında sıkıntılar dediler. Maalesef, geldiğimiz nokta budur. Biz, acıları içine atan, memleketini seven, sanayii millete sevdirmeye çalışan iyi niyetli insanlarız. Devletin geleceği sanayiciden geçecek. Bizi dinlemezseniz, karşınızda kimseyi bulamayacaksınız" şeklinde yaklaşıyordu konuya.

Değerli milletvekilleri, 57 nci hükümet işbaşına geldi; sabit kur, çıpaya bağlanmış kur denilen bir sistem uyguladı. Bunun yanlışlığı defalarca burada söylendi, dinlemediler. 27 Haziran 2000 tarihli Ekonomik ve Sosyal Konsey brifingi ek değerlendirme notu olarak, Devlet Planlama Teşkilatı hükümeti uyardı. Ne diye uyardı; Türk Lirasının reel değer kazancı ve maaş, ücret gelişmeleri konusunda bazı riskler bulunmaktadır diye uyardı. Ne diye uyardı; yılın ilk çeyreğinde, dışticaret ve cari işlemler açığı beklenenden yüksek gerçekleşmiş diye uyardı. Ne diye uyardı; dış dengedeki bozulmanın iç ve dışpiyasalar üzerinde yaratabileceği olumsuz etkileri gözardı etmemek gerekir diye uyardı; dinlemediler, neticede kasım ve şubat krizleri patladı.

Adına "ulusal program" denildi. IMF kaynaklı programlar ulusal olmaz düşüncesiyle "güçlü ekonomiye geçiş programı" olarak adı değiştirildi. Dalgalı kur sistemine geçildi; kur fazla dalgalandı, şimdi kimse yüzemiyor. Oysa, bir grup başkanvekili, bu programa "Allah'a inandığım gibi inanıyorum ki, bu program başarılı olacak" diye sahip çıkmıştı.

Şimdi, Sayın Derviş "bazı şeyleri çok hızlı yaptık, tam doğru yaptığımızı söyleyemem; ama, bu yönde ilerlemeye devam edeceğiz. Ameliyata girilmesi lazımdı, Türkiye girdi" diyor. Sayın Derviş, hasta kan kaybediyor, eğer kanı durdurmazsanız, ameliyat edecek hasta bulamayacaksınız.

Şimdi, hep birlikte, 1977 seçimlerinden bir yıl sonra, Kemal Derviş'in, danışmanı olduğu Sayın Ecevit'e önerdiği ve Dünya Bankası adına hazırladığı Türkiye raporuna bir göz atalım ve hep beraber ibret alalım.

"Türkiye'nin sanayileşme stratejisinde değişiklik yapmak gerekmektedir" diyordu, 1978 senesinde Sayın Derviş. "Bu ölçüde büyük bir dışticaret açığıyla sanayileşme sorununu çözmek olanaksızdır. Onun için, kimya, temel makine, maden işleme gibi ağır sanayilerde gelişme beklemek, gerçekçi değildir. Kaynaklar, ihracata yönelik hafif sanayi dallarına kaydırılmalıdır. Ağır sanayiden gelişme beklenmemelidir."

Dünya fiyatlarıyla rekabet edebilmek özrü altında da, bakın, Türkiye'ye neler öneriyor: "Fiyat engelini aşması da, ancak dördüncü plan döneminde, sürekli olarak devalüasyon yapmasıyla gerçekleştirilmelidir. Tek bir devalüasyon yapmak çare değildir. Türkiye, bugün, ancak, büyük teknoloji gerektirmeyen, hafif sanayi alanında rekabet edebilecek durumdadır. Bunu da devalüasyonla sağlamalıdır."

Değerli milletvekilleri, 1978'de Derviş tarafından hazırlanmış bu rapor, reel sektörün, üretim sektörünün, özellikle lokomotif olan tekstil ve konfeksiyon sektörünün içinde bulunduğu durumu gayet iyi ve güzel olarak özetliyor sanırım.

Değerli milletvekilleri, bu sektörün sorunları ve çözüm önerileri komisyon raporunda geniş bir şekilde belirtildi. Ben, vaktim ölçüsünde en çok şikâyet edilen ve konuşulan konuları aktarmaya çalışıyorum.

Sektördeki en büyük sorun finansman, finansmandaki en önemli kaynak ise Eximbank. Eximbank kredilerinin tam anlamıyla yerini bulmadığı şikâyet konusu. Aracı bankaların Eximbank kredilerini ya kendi şirketlerine kullandırdığı ya da yüzde 80'e varan oranlarda bloke etmek şartıyla teminat mektubu verdiği iddia ediliyor. Eximbank kredilerinin artırılması talep ediliyor. Eximbank, ihraç ettiği mal bedeli kadar garanti verip sigorta desteği sağlaması, çalıştırdığı işçi, kullandığı elektrik, ihracat performansına göre direkt olarak ithalatçı ve ihracatçı firmalara kredi verip, firmaların aracı bankaları bulması şeklinde bu sorun çözülebilir.

İşgücü maliyetlerini yükselten düzenlemeler ve kayıtdışı işgücü sorunu var. Sektörde 2,6 milyon kişinin istihdam edildiği ifade edilmektedir. Bunun ancak 500 000'i kayıtlıdır. 1 milyon da kaçak işçi olduğu iddia edilmektedir. Kayıtdışı öyle bir noktaya gelmiştir ki, İstanbul ile Edirne arasında 323 tane tarla gözüküp -çalışan- sigorta, vergi ödemeyen, faturalı mal satan, ihracat yapan işçi çalıştıran firma ifade edilmiştir komisyonda. Bu durum, kayıtlı işçi çalıştıran işletmeler ile kayıtsızlar arasında haksız rekabete sebep olmaktadır. Asgarî ücretle işçi çalıştıran işverenin istihdam nedeniyle üstlendiği sigorta primleri, diğer vergi ve kesintiler gelişmiş ülkelere kıyasla çok daha yüksektir. İşçi ücretlerinde üçte 1 işçi payı, üçte 1 vergi ve sigorta payı, üçte 1 de izin parası, giyecek yardımı, bayram parası gibi kesintiler ile sosyal hizmetlerde devlet taraf olmaktadır. Mevcut kayıtlı sistem üzerine ilave yükler getirecek düzenlemeler kısa dönemde gelir artırıcı gibi görünse de, uzun dönemde kayıtlı kesimin daralması sonucu daha çok kayıp olacaktır. Bu bakımdan, kayıtsızlığın yegâne sebebi olan maliyet, yani, vergi ve prim oranları düşürülürse, kayıtlı kesim artacak ve gelir yükselecektir.

Enerjinin pahalı ve kalitesiz temini de bir sorundur. Türkiye'de tüketilen elektriğin yüzde 8'den fazlasını, tek başına...

BAŞKAN - Sayın Sünnetçioğlu, bir dakika...

Değerli arkadaşlarım, sayın hatibi duymakta biraz zorlanıyoruz. Son bir iki konuşmacımız kaldı, rahat konuşsun, rahatça dinleyelim; olur mu?!

Buyurun Sayın Sünnetçioğlu.

AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) - Bu sektörde enerji tasarrufu ve bilinçli kullanılmasının sağlanmasıyla otoprodüksiyonun artırılması, üretim kapasitesinin yetersiz kalması sorununu hafifletecektir.

Diğer ülke fiyatlarıyla kıyaslandığında, enerjinin bizde pahalı olmasının ve bu sektörde rekabet şansını azaltmasının sebebi, kanun ve kararnamelerle oranları belirlenmiş yaklaşık yüzde13'ler mertebesinde olan fon ve payları ile yüzde 1 sanayi abonelerine uygulanan Belediye Tüketim Vergisi ve yüzde 18 oranında KDV'dir.

Yüzde 20,4 olan kayıp kaçak oranları, Batılı ülkelerde yüzde 7,8'dir. Kayıp kaçak oranları düşürülürse enerji maliyeti ucuzlayacaktır.

Kullanılan enerji girdileri, üretimi teşvik edici tarzda, sanayicilere düşük fiyatla verilmelidir.

Tekstil ve konfeksiyon sektörü işlemlerinde uygulanan KDV oranından kaynaklanan sorunlar bulunmaktadır. Sektörün ana girdisi olan iplik ve kumaşın yüzde 18 KDV uygulaması vardır. Bu oran, gerçek olmayan ihracat olaylarıyla sahte fatura kullanımının, kayıtdışı işlem hacminin temel nedeni olarak gösterilmektedir. Ayrıca, dahilde işleme rejimi kapsamında ithal edilen iplik ve kumaşların yasadışı yollarla yurtiçi piyasaya KDV'siz sokulması, KDV'li satılmak durumunda olan yerli iplik ve kumaşlara talebi azaltmaktadır. KDV Kanunu uyarınca, tekstil ve konfeksiyon sektörü içindeki kişi ve kuruluşlar, ihraç edilecek ürünlerin doğrudan veya dolaylı girdileri için ödedikleri KDV'yi ihracat sırasında geri almalıdırlar; ancak, KDV iadelerinin geç yapıldığı çok yakınılan bir durumdur; sektörü, finansman sıkıntısına düşüren veya mevcut sıkıntısını artıran bir faktördür. Bu ise, temelde, hayalî ihracat ve sahte fatura kullanımının yaygınlığının olumsuzluklarını, bir başka deyişle, kamunun tahsil edemediği vergilerin iadesini önlemeyi amaçlayan gümrük beyannamelerinin teyidi ve müteselsil sorumluluk gibi uygulamalardan kaynaklanmaktadır. KDV oranının yüzde 8'e düşürülmesi ve KDV iadelerinin, sigorta prim borcu, vergi borcuna mahsubu bu sorunu çözecektir.

Avrupa Birliğine tam üye olmadan gümrük birliği oluşmasına olanak sağlayan ve 1.1.1996'da yürürlüğe giren, havaî fişeklerle kutladığımız 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi kararıyla Avrupa Birliğinin ortak tekstil politikasının belirlenerek uygulanmasında belirleyici olmadığımız için, Avrupa Birliği diğer ülkelerle olan ekonomik ve ticarî ilişkilerinde tekstil ve özellikle konfeksiyon sektörünü taviz unsuru olarak kullanmakta, Türkiye, bu anlaşmalara taraf olamamaktadır, ikili anlaşma isteği, Tunus örneğinde olduğu gibi, engellenmektedir. Türk ürünleri Tunus pazarına vergili olarak girmekte, vergisiz giren Avrupa Birliği ürünleriyle rekabet edememektedir. Buna mukabil, Gümrük Birliği Anlaşmasıyla Tunus ürünleri Türkiye'ye rahat girmektedir. Ayrıca Avrupa Birliğinin genişleme politikasıyla Polonya, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan, hariçte işleme rejimi olanaklarıyla Avrupa Birliği fason üretim merkezi olacaklardır. Türkiye'nin Avrupa Birliğine yakınlığı, işgücü maliyeti, rekabet üstünlüğü kaybolacaktır.

Avrupa Birliği, son gelişen olaylardan sonra Pakistan'a tüm kotaları kaldırmıştır. Türkiye, kota kaldırma talebini yapıp 1 milyar dolarlık avantaj sağlamalıdır. Bu mümkündür, altyapı hazırdır; ancak, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanın bu konuya daha duyarlı olması ve aktif olması gerekmektedir.

Dışpazar ve ürün çeşitlendirilmesi, marka oluşturulması da bir sorundur. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının hemen girişinde, gelişmiş ülkeler, tasarım, moda yaratma ve pazarlama faaliyetlerini ağırlıkla kendi bünyesinde toplarken, üretim sürecini maliyetin düşük olduğu gelişmekte olan ülkelere kaydırmaktadırlar. Gerçekten Fransa'nın resmî hazır giyim ve tekstil ihracatı 5,5 milyar dolarken, Fransa'nın, sadece Paris'te, ziyaret edenlere sattığı tekstil ve hazır giyim 25 milyar dolardır. Türkiye, katmadeğeri yüksek marka oluşturmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) - 2 dakikada bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) - Enflasyon muhasebesiyle, enflasyon etkisiyle ortaya çıkan, aslında, reel bir kazancı ifade etmeyen tutarların vergilendirilmesi önlenmelidir.

Tekstil hammaddesi olan pamuk üretimi üzerindeki sorunlar, biraz evvel arkadaşlarımızın saydığı şekilde çözülmelidir. Eğitim ve ar-ge çalışmaları, tekstil ve konfeksiyon sektöründeki kurum ve kuruluşların koordinasyonunu sağlayacak yeni bir organizasyon, Türkiye'nin yeni bir tekstil politikası, teknoloji ve yenilenme, yeni yönetim politikaları, eğitim politikaları ve çevresel yaklaşımlarla bu sorunların çözüleceğine inanıyorum ve bu raporun, sadece burada görüşülmekle kalmayıp, önerilerinin hayata geçirilmesi, hükümet tarafından değerlendirilmesi dileğiyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Saadet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekilimiz Sayın Ahmet Sünnetçioğlu konuştular.

Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı.

Buyurun Sayın Dayanıklı. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörü Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerine, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum, bu tartışmalara katkıda bulunmak üzere sizlerin karşınızdayım.

Bu arada, bu sektörün çilesini çeken ve bizleri kulislerden izleyen değerli arkadaşlarımıza da en derin saygılarımı sunuyorum.

dırılan bir sektördür. Sektördeki sorunların ve çözüm önerilerinin tartışıldığı araştırma komisyonunda ortaya çıkan rapor ve öneriler, hem sektöre ışık tutan bir referans niteliğinde hem de genel olarak alınması gereken önlemleri çok açık biçimde ortaya koymaktadır. Unutmamak gerekir ki, tekstil ve konfeksiyon sektöründeki olumsuz gelişmeler tüm ülke ekonomisini aynı ölçüde etkilemektedir. Sahip olduğu önem nedeniyle bu sektörün ihmal edilmesi veya yalnız bırakılması ülkeye büyük zarar verecektir. Türk ekonomisi açısından çok büyük önem taşıyan sektördeki bunalım, sosyal dengelerde büyük sorunlar yaratabilecek güçtedir. Öte yandan, mevcut bunalımın devam etmesi sektörün pek yakında küresel pozisyonunda da olumsuzluklara yol açabilecek, sadece sektörün değil Türkiyemizin halletmesi gereken sorunlar yumağına önemli birisi daha katılmış olacaktır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi, tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarını araştırmak, çözüm önerilerini ortaya koymak için neden bir komisyon kurmuştur? Burada çok tekrar edildi; ama, kısaca ifade etmek gerekirse, tekstil ve konfeksiyon sektörü, gerek sağladığı istihdam imkânları, üretim sürecinde yaratılan katma değer ve gerekse ihracat gelirleri içerisindeki yüksek payı nedeniyle ekonomik kalkınma sürecinde önemli roller üstlenmiştir, üstlenmektedir. Burada ifade edilen, sektör içindeki çalışanların sayılarını ve bunların, doğrudan ve dolaylı olarak sektörde görev alan insanların 6-6,5 milyon insan olduğunu kısaca vurguladıktan sonra, sektörün çok önemli bazı noktalarına işaret etmek istiyorum.

Sektörde faaliyette bulunan firma sayısının 40 000 civarında olduğu tahmin ediliyor; ama, daha da önemlisi, bu işletmelerin yüzde 90'ından fazlasını KOBİ'ler oluşturuyor. Sektördeki işletmelerin coğrafî dağılımının son on yıl öncesine kadar Marmara ve Ege Bölgelerinde ağırlıkta olduğu görülüyor; ancak, daha sonraları Güneydoğu Anadolu Bölgesine, özellikle, tekstil yatırımları yapıldığı görülüyor.

Burada komisyonun bir önerisini altını çizerek vurgulamak istiyorum: Özellikle, İstanbul'da, hazır giyim ürünlerinin kreasyonu ve pazarlaması konusunda yeterli altyapı ve birikime sahip konfeksiyon kuruluşları mevcut; ancak, dikim işlerinin emek/yoğun olması ve İstanbul'da işçiliğin gün geçtikçe pahalanması nedeniyle maliyet açısından zorlanmaya başlayan bazı firmaların, bir kısım dikim işlerini Bulgaristan ve Romanya gibi, işçiliğin daha ucuz olduğu ülkelere kaydırdığı biliniyor. Bu şartlar altında akılcı bir çözüm yolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yeni müstakil konfeksiyon firmalarının kurulması yerine, fason dikim firmalarının değil, mevcut gerçek konfeksiyon firmalarının Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge müteşebbisleriyle jointventure'ler oluşturarak veya kendi başlarına dikim işletmeleri kurmaları, hem bölgesel kalkınma açısından hem bu bölgemizde işsizliğin önüne geçebilmek açısından hem de sermaye göçünü önleme açısından mutlaka düşünülmelidir.

Değerli arkadaşlar, sektörün dünyadaki konumuna kısaca değinmek gerekirse; dünya tekstil üretim değeri, 1980 yılında 418 milyar dolarken, 1997 krizinden sonra biraz azalmasına rağmen, 1998 yılında 485 milyar dolar olmuş. Buna karşılık, son yirmi yıllık dönemde, dünya konfeksiyon üretimi, tekstil üretiminden daha hızlı artmış ve 1998 yılında, konfeksiyon üretimi 335 milyar dolara ulaşmış.

Zaman zaman, sanayileşme sürecinde, bilgiçağı ortamında, sektörün öneminin azalacağına, yerini başka sektörlere terk edeceğine dair iddialar tartışılıyor. Bu işin gerçeği şudur: Ekonomik kalkınmanın ileri aşamalarını geçmiş gelişmiş ülkelerde, tekstil ve konfeksiyon sektörünün imalat sanayii içindeki üretim payı azalmıştır, bu doğrudur; ancak, gelişmekte olan ülkelerde bu pay tersine artış göstermektedir.

Sanayileşmesini hızla sürdüren ülkemizde, tekstil ve konfeksiyon sektörüne, bugüne kadar, 150 milyar doları aşkın yatırım yapılmıştır. Gümrük birliği ile Avrupa Birliğinde yeni pazar imkânları elde edeceği illüzyonuna kapılan sektörümüz, geçen son beş yıl içinde, 50 milyar dolardan fazla, teknoloji ve altyapı yatırımı gerçekleştirmiştir. Ülkemiz, bu alanda, bugün, Avrupa Birliği hatta dünya çapında büyük bir kapasiteye sahiptir. Sektör, Avrupa Birliğinde en yüksek iplik dokuma, boyama, terbiye kapasitesine sahip olmuştur. Eğer, Türkiyemizin ticaret hacmi, 2010 senesinde, bugünkü 100 milyar dolardan 500 milyar dolara ulaşacak olursa, ekonomi içerisinde sektörün nispî olarak oranı küçülecektir; ancak, sektör 40-50 milyar dolarlık ihracat potansiyeliyle ağırlığını bir nebze kaybetse bile, önemli bir yüzdeyle Türk ekonomisine mutlaka katkı sağlamaya devam edecektir.

Kısaca, sektörün kriz içindeki durumuna değinirsem; Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü, ülke ekonomisindeki ağırlığına paralel olarak, çetin sorunlarla karşı karşıya, burada bütün arkadaşlar dile getirdi. 97 Uzakdoğu krizi, 98 Rusya krizi, 99 depremleri, 2000, 2001 finansal ve bankacılık krizleri ve nihayet, 2001 Dünya Ticaret Merkezi faciası, maalesef, yüzlerce fabrikanın kapanmasına, yüzbinlerce işçinin işsiz kalmasına yol açıyor.

Komisyon çalışmalarında tespit edilen sorunlara kısaca değinmek gerekirse, bunları dış ve iç faktörler olarak iki bölümde değerlendirmek mümkün.

Dış faktörler arasında en önemlileri; Gümrük birliğiyle, Avrupa Birliği ülkelerine yönelik ihracatta kotaların kalkmasına karşın, gümrük vergilerinin Avrupa Birliği ülkelerinden yapılan ithalatta sıfıra, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatta yüzde 6'lar seviyesine düşürülmesi, dünyada bu sektöre yapılan yatırımlar sonucu arzın artması ve beraberinde gelen rekabetle birim fiyatlarının düşmesi, 97 yılı Asya, 98 yılı Rusya krizlerinin pazarları daraltıcı etki yapmaları ve özellikle Laleli piyasasında çalışan firmaların pazarlarının küçülmesi, miktar kısıtlamalarının Amerika Birleşik Devletleri gibi en büyük pazarda halen devam ediyor olması, sektörün içinde bulunduğu sorunları yoğunlaştıran, artıran dış faktörlerin önünde geliyor.

İç faktörler ise, burada yine değinildi, kısaca tekrar etmek gerekirse; sektöre yapılan yatırımların gümrük birliği sonrasında hız kazanması sonucu kapasite fazlalığının oluşması, söz konusu yatırımların kısa vadeli kredilerle finanse edilmesi ki burada bir parantez açarak, bir doğrunun altını çizmek lazım. Bugüne kadar, ülkemizde banka kredilerinden en fazla yararlanan sektör, tekstil sektörü. Tekstil sektörü, tüm banka kredilerinin yüzde 15'ini kullanmış; ancak, bu sektöre verilen her 100 liralık kredinin maalesef 20 lirası geriye dönmemiş. Bugüne kadar 2,5 katrilyon lira civarında nakit kredi kullandırılan tekstil sektöründeki batık kredi miktarı 500 trilyon lira civarında.

İçsel sorunları kısaca irdelemeye devam edersek; Türkiyemizde finansman pahalı, hacmi dar. Enerji fiyatları rakip ülkelere oranla daha yüksek. İşçilik giderek pahalı hale geliyor. Firmaların özsermaye yetersizliği gitgide artıyor. Başta pamuk olmak üzere, istikrarlı hammadde fiyatının oluşturulamaması, yurtdışı pazarlarda dağıtım kanallarına sahip olunamaması,  hem tekstil hem de hazır giyimde marka ve moda yaratmadaki başarısızlığımız, araştırma ve geliştirmeye yeterince önem veremeyişimiz, eğitim konusunda sektörün büyümesine paralel bir gelişme olmaması, KDV oranlarının yüksekliği nedeniyle, maalesef, sektörde kayıtdışılığın artması ve bunun da haksız rekabete yol açması, yine belirtildi, ama, KDV iadelerinin ödenmesinde yaşanan sorunların yol açtığı finansman sorunları, gümrük kapılarının sayıca fazla olması... Tabiî, bunlar burada tekrar edildi, altını çiziyorum; ama, en azından bizleri dinleyen, bu sektöre emek vermiş, bu sektörün çilesini çekmiş insanların, bunların altının çizilmesi gerekliliğine inandıklarını biliyorum.

Değerli arkadaşlarım, size, sadece iki konuda, Meclis Araştırması Komisyonumuzun ortaya koyduğu çözüm önerilerinden bahsetmek istiyorum:

Bir tanesi, sektörün sahipsizliği ve bunun çözümü. Bence, komisyonun üzerinde durduğu çözüm önerileri arasında en önemlilerinden biri olan sektörün sahipsizliği konusu, maalesef, doğrudur. Tekstil sanayii, devlet içinde çeşitli bakanlıklar, müsteşarlıklar bünyesinde en fazla birer daire başkanlığı seviyesinde temsil ediliyor. Türkiye'nin, tekstil sanayii için, hükümetler değiştikçe değişmeyen, maalesef, uzun vadeli bir devlet politikası yoktur. Dolayısıyla, yapılması gereken en önemli hususlardan biri, bu sahipsizliğe, başıbozukluğa ve maalesef, koordinasyon eksikliğine acilen son vermektir. Bunun için, komisyonun ortaya koyduğu çözüm önerilerini, yapılması gerekenleri tekrar etmek istemiyorum, ama, inanıyorum ki, hükümetimiz, inanıyorum ki yetkililer, ortaya koyduğumuz bu çözüm önerilerini dikkatle ele alacak ve bunları dikkatle irdeledikten sonra, hayata geçirilmesi için var gücüyle çalışacaklardır.

Komisyonumuzda çok önemli olarak altı çizilen konu, kayıtdışı ekonomi ve kayıtdışı istihdamdır. Bu, sadece tekstil sektörünü ilgilendirmiyor, gerçekten, ekonomimizin bütününü ilgilendiriyor. Dünyada ve ülkemizde yaşanan krizler sonrasında, devlete ve yasalara karşı tüm sorumluluklarını eksiksiz yerine getiren kayıt altındaki ihracatçı imalatçı firmalar, sigortasız işçi çalıştıran, Gelir ve Kurumlar Vergisi, muhtasar ve benzeri vergilerini ödemeyen kayıtdışı çalışan firmalar karşısında haksız rekabete maruz kalıyor. Bunun önüne geçilerek, Türkiyemizin, kayıtdışı istihdam, kayıtdışı ekonomi ve haksız rekabet cenneti olduğu imajı mutlaka silinmelidir.

Sizlere, Arjantin Ekonomi Bakanı Cavallo'nun kayıtdışı ekonomiyi önlemek için, göreve başladıktan çok kısa bir süre sonra aldığı önlemleri tekrar hatırlatmak istiyorum. Cavallo, göreve başladıktan çok kısa bir süre sonra şu önlemleri almış: Derhal, KDV oranlarını azamî ölçüde indirmiş, derhal, istihdam üzerindeki vergileri azamî oranda düşürmüş, Kurumlar ve Gelir Vergilerinin oranlarını azamî ölçüde düşürmüş, ithal vergi oranlarını, altını çizerek tekrar etmek istiyorum, ithal vergi oranlarını Dünya Ticaret Örgütünün kabul ettiği yüzde 35'lik oranlara yükselterek kendi yerli sanayiini gözetmiş, yine, önemli olarak, 100 doların üzerinde yapılan her alışverişin bedelinin, banka havalesi veya kredi kartıyla yapılması ve bunların, binde 6 Tüketim Vergisine tabi olmasıyla, bu kalemden 12 milyar dolara yakın bir gelir sağlamış. Zannediyorum, bu önlemlerin bizde tartışıldığını söylemek, herhalde, hayalcilik olur, hayalperestlik olur.

Burada, yapılması gerekenlerden, kayıtdışı istihdam üzerinde daha fazla durmak istemiyorum; ancak, altını çizerek vurgulamak istediğim diğer önemli bir husus da, gümrük birliğinin, büyük bir heyecanla, büyük bir şevkle, büyük bir coşkuyla imzalanan gümrük birliğinin sektöre getirdikleri ve götürdükleridir; bu konuya kısaca değinmek istiyorum. Gerçekleri ve doğruları dile getirmek, doğru kararların alınması açısından, en azından katkı sağlayabilecektir, faydalı olacaktır.

Türkiye, gümrük birliği öncesinde, yatırımlarını Avrupa Birliği menşeli makine ve teçhizatlara yaparken, 1996 yılından bu yana, Avrupa Birliğiyle dışticaret hacmi sürekli olarak Türkiyemizin aleyhine gelişmektedir. Avrupa Birliğiyle 1995 yılında 5,8 milyar dolar olan dışticaret açığımız, 2000 yılında 12 milyar dolara yükselmiştir. 1995 yılından beri, 2000 yılına kadar Avrupa Birliğiyle olan dışticaret açığımız 60 milyar doları geçmiştir. Gümrük birliği sonrası Avrupa'dan ithalatımız, beş yılda, ortalama yüzde 177 artmış ve gümrük birliği sadece Avrupa Birliğinin lehine çalışmıştır. Gümrük birliğine girerken okunan yabancı sermaye girişi olacak hikâyeleri gerçekleşmemiştir. Yabancı sermaye yatırım rakamları incelendiğinde, özellikle gümrük birliğinden sonra önemli miktarda yabancı sermaye yatırımının olacağına yönelik beklentilerin gerçekleşmediği görülecektir; bunlar, rakamlarla sabittir.

Kısaca söylemek gerekirse -acı ama gerçek- Avrupa Birliğiyle oluşan gümrük birliği, ne bizi Avrupa Birliği kapılarından içeri taşımış ne yabancı sermaye girişini hızlandırmış; gerçekleşen tek şey, Türk emek/yoğun sektörünün intiharı olmuştur, başka bir şey olmamıştır.

Avrupa Birliğinin kendisine diğer sektörlerde pazar imkânları oluşturmak için, kendi emek/yoğun sektörlerini üçüncü dünya ülkelerine açmak yönündeki dışticaret politikası, açıkça, Türkiyemizin aleyhinedir ve onarılamaz ekonomik ve sosyal zararlara neden olmaktadır. Nitekim, bu anlayışı doğrularcasına, Avrupa Birliğinin bu işlerle ilgili komiseri aynen şunu söylemiştir: "Yararsız hediye vermedik, her şey karşılıklı alıp vermeye dayanmaktadır." Yani, biz bunları boşuna vermedik, bizim onlardan alacağımız çok şey var demiştir.

Avrupa Birliği ile gümrük birliği kararının 63 üncü maddesiyle teyit edilen Karma Protokolün 60 ıncı maddesi aynen şöyle diyor; altını çizerek vurgulamak istiyorum ve herkesin bunu ciddiyetle düşünmesi ve gerçekten, bu konu üzerinde tartışması gerektiğine inanıyorum: "Türk ekonomisinin bir sektörünü veya malî istikrarı tehlikeye düşürecek ciddî bozukluklar ortaya çıkar ve Türkiye'nin bir bölgesinin ekonomik durumunun bozulması şeklinde güçlükler belirirse, Türkiye, gerekli tedbirleri alır." Bu madde, gerçekten çok önemli bir madde. Bu sıkıntılı dönemde bir emniyet supabı olan uluslararası bir anlaşmada yer alan bu maddenin neden hâlâ gündeme getirilmediğini anlamakta, maalesef, güçlük çekiyorum. Türkiye, Avrupa Birliği kapısında haksız olarak farklı muamele görürken, Avrupa Birliği, gümrük birliği kapsamında, Türkiyemizin ekonomik ve sosyal çıkarlarını gözardı etmeye devam ederse, diğer Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi -arkadaşlar, bunu ciddiyetle dinlemenizi rica ediyorum, diğer Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi- Avrupa Birliği yol haritasından ve ulusal programımızdan vazgeçmemek kaydıyla, gümrük birliği yeniden ele alınmalı, bir serbest ticaret anlaşmasına dönüştürülmesi hususu mutlaka gündeme getirilmelidir. Bu konuyu tekrar etmek istiyorum. Eğer, Avrupa Birliği, bizim ekonomik çıkarlarımızı gözardı etmeye devam ederse, gümrük birliği yeniden ele alınmalı ve serbest ticaret anlaşmasına dönüştürülmesi hususu, mutlaka ciddiyetle, kararlılıkla gündeme getirilmelidir. Ancak, bu aşamalardan önce, Türkiye'nin, Avrupa Birliği nezdinde yapacağı girişimler de var. Zamanım yeteceği ölçüde sıralayacağım. Mutlaka, Avrupa Birliği nezdinde görev yapan tüm devlet yetkilileri, Dışişleri Bakanlığı mensupları, ilgili tüm kurumların üyeleri, Avrupa Birliği nezdinde şu girişimleri mutlaka yerine getirmelidir:

1- Avrupa Birliğinin, Uzakdoğu ülkelerine uyguladığı sıfır kota, sıfır gümrük stratejisi, Türkiye'nin çıkarı lehine değiştirilmelidir.

2- Avrupa Birliği, Çin ve benzeri serbest ticaret anlaşmalarına, tekstil, konfeksiyon ve benzeri emek/yoğun sektörler dahil edilmemelidir.

3- Avrupa Birliğinin, Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika ülkeleriyle yaptığı, yapacağı serbest ticaret anlaşmalarına, Türkiye, mutlaka ve mutlaka doğrudan katılmalıdır ve orada, sözünü geçirecek yetenekte insanlar, sözünü geçirecek iradesi olan insanların, orada, bunu, güçlükle savunması gerekiyor.

4- Avrupa Birliği, ortak gümrük oranlarını, Dünya Ticaret Örgütünün kabul ettiği azamî oranlara çekmeli ve üçüncü dünya ülkelerinin Türkiye mallarına uyguladığı Gümrük Vergisi seviyelerine getirmelidir. Yani, hep onlara hep onlara; bu, gerçekten haksızlık, bu, gerçekten adaletsizlik ve bunları haykırarak, bunları güçlü bir şekilde, Avrupa platformlarında dile getirmeliyiz.

Öte yandan, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliğine tekstil ve konfeksiyon ürünlerinde, hepinizin bildiği gibi, gümrük uygulamıyor; oysa, Amerika Birleşik Devletleri, ülkemizden gelen ürünlere kota uyguluyor. Gümrük Birliği çerçevesinde, bu, düpedüz bize yapılan bir haksızlıktır. Özellikle 11 Eylülden sonra ortaya çıkan konjonktürde IMF ve Dünya Bankasından milyarlarca dolar borç alacağımıza, Amerika Birleşik Devletleriyle ticaret hacmimizi artırıcı önlemlerin alınması için, kotaların kaldırılması ve hatta bir serbest ticaret anlaşması imzalanması için -altını çizerek vurguluyorum- en üst düzeyde girişimler mutlaka yapılmalıdır; bu, bizim hakkımızdır, bunları mutlaka istemeliyiz diye düşünüyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Kim yapacak, kim?!

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Devamla) - Yani, kısaca şunu ifade etmek istiyorum: Balık yemeyi değil, balık tutmayı öğrenmenin zamanı gerçekten çoktan geçmiştir arkadaşlar. O yüzden, bize kimsenin balık hediye etmesini beklemeden, biz bildiğimiz balık tutma işini yapmak için hakkımızı her platformda aramalıyız diye düşünüyorum.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Hükümete söyle.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Dayanıklı.

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Devamla) - Sayın Başkan, izin verirseniz, çok önemli gördüğüm bir konuyu, size, bir dakika içerisinde, kısaca özetlemek istiyorum: Tekstil sanayiinin alt sektörleri arasında özellikle tekstil boya; yani, boya/apre denilen bir sektör var; ancak, bu, önemli su tüketici bir sektör. Türkiye'de 1 kilogram örme kumaşın terbiyesi için 110 litre, 1 kilogram dokuma kumaş için 130 litreden fazla su tüketiliyor. Buna göre, Türk tekstil ve terbiye sanayiinin şu andaki günlük su tüketimi 350 000 ton civarında. Eğer, bu sanayi tam kapasiteyle çalışırsa, bu, 600 000 tonu geçecek. 4 kişilik bir ailenin ayda 15-20 ton su tükettiğini kabul edersek, tekstil sanayiinin bu alt sektörünün tükettiği su miktarı, yaklaşık 4-5 000 000'luk bir nüfusun su tüketimden daha yüksektir.

Tekstil sanayii, kullandığı suyun büyük bir kısmını yeraltı sularından sağlıyor. Özellikle Tekirdağ'da, özellikle Çorlu ve Çerkezköy'de yeraltı suları da tükenmiştir, süratle azalmaktadır. Bu nedenle, yeni işletmeler kurulurken, DSİ raporlarına mutlaka önem vermek gerekiyor. Su tasarrufu ve atık suların daha iyi arıtılmasını, hatta, bir kısmının yeniden kullanılmasını sağlamaya yönelik her türlü araştırma, geliştirme faaliyeti, her türlü destek en üst düzeyde teşvik edilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, sözlerime son vermeden önce, komisyonun çalışmasında gerçekten önemsediğimiz ve bunu da duyurmaya çalıştığımız bir hususun altını çizmek istiyorum: Tüm komisyon çalışmalarımız, komisyonda ortaya konulan tüm konular, yapılan konuşmalar, herkesin anında kullanımına, anında dikkatine sunulmak üzere bir web sitesinde sergilendi. Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yapılan bir çalışma, en şeffaf biçimde, herkesin, anında, konuşulanları, nelerin konuşulduğunu görebileceği, anlayabileceği bir şekilde, bir web sitesi sayesinde tüm kamuoyuna sunuldu. Umut ederim ki, bundan sonra, Meclis araştırma komisyonlarının tümünde bu türlü çalışmalar devam eder ve gerçekten, Türkiye'nin en şeffaf kurumunun Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu, sadece tüm Türkiye'ye değil, tüm dünyaya bir defa daha duyururuz.

Tüm çalışanlara ve bu komisyonda emeği geçmiş tüm arkadaşlara teşekkür eder, bu komisyonun raporunun mutlaka ele alınması, mutlaka değerlendirilmesi ve ortaya konulan bu görüşler üzerinde düşünülerek harekete geçilmesi gereğini ve zorunluluğunu bir defa daha vurgulayarak, hepinize en derin saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, böylece, Sayın Bayram Fırat Dayanıklı'yla birlikte, gruplar adına konuşma bölümünü bitirdik.

Şimdi, 15 Kasım günlü Danışma Kurulunun zabıtlarını getirttim. Orada "saat 16.00'ya kadar" şeklinde bir açıklık getirilmiş. Saat 16.00'ya 1 dakika var.

Şahsı adına konuşma talebinde bulunan iki arkadaşımız var. Onunla, 1 inci sıradaki araştırma komisyonu raporunu görüşmüş olacağız.

Çalışmaların bitimine kadar devamı hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Teşekkür ediyorum.

Şimdi, şahısları adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan.

Buyurun Sayın Aslan. (ANAP sıralarından alkışlar)

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sektörün ekonomi içindeki ağırlığı tartışılmaz ki, bu ağırlık nedeniyledir ki ve kriz nedeniyledir ki, biz Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, bir önerge verildi, bir araştırma komisyonu kuruldu ve araştırma komisyonunun raporunu bugün Mecliste görüşüyoruz.

Sektörün ekonomi içindeki ağırlığı, istihdama ve ihracata katkısı göz önünde tutularak, yapısal problemlerin ve içerisinde bulunulan diğer sorunların çözülmesi mutlaka şarttır. Komisyon raporu ile bu gereklilik açıkça ortaya konmuştur. Bunca büyük yatırımın, girişimcilik ruhu ile yılların getirdiği tecrübenin ve ısrarlı çabalarla kazanılmış dış piyasaların heba edilmemesi, yeterli ilgi ve kararlılıkla ekonomik geleceğimizin temel teminatlarından biri olmasını kaçınılmaz görüyoruz. Bu gayret ve mücadelede hükümete, devlete büyük iş düşüyor. Hükümet ve devlet, başı çekmeli, özel sektör de, işbirlikçi ve girişimci ruhuyla kendisine düşen görevleri yerine getirmeli ve bu kriz mutlaka aşılmalı.

Raporun çözüm önerileri bölümünde 16 başlıkla çözüm önerileri sıralanmıştır. Tabiî, zamanınızı almamak için bu çözüm önerilerini sıralamayacağım; ancak, 16 ncı sırada "eğitim politikası" denmiş; ama, ben 17 nci sırada -eğer, komisyonun da müsaadesiyle- bir çözüm önerisi ortaya koymak istiyorum. Bu da bürokrasinin davranış tarzı ve yatırımcı ile işletmeci ile bürokrasi arasındaki iletişim eksikliği... Bu, 17 nci çözüm önerisi olarak komisyon raporuna girmeliydi diye düşünüyorum.

Özellikle, bazı bankalarda; ayrıca, bazı bakanlıklarda ve müsteşarlıklarda sorumlu mevkilerdeki yöneticiler -ki, bunlar, daire başkanından müsteşarına kadar, banka müdürlerine kadar uzanıyor- eski tabirle ashabı masalik denilen iş sahipleri veya temsilcilerine karşı, sanki kendi başlarına buyruk bir tutum sergilemektedirler ve bunda da sakınca görmüyorlar. Bu gibiler için esas olan, çözüm değil, sanki, çözümsüzlüktür ve hemen her konuda olumsuzluk, negatif tutumdur.

Üretim ve ihracat dinamiktir ve her yönü, baştan öngörülmeyen, mevzuatın net ve açıkça konu edemediği olaylar silsilesi içerisinde sürer gider. Bu ortamda, sözünü ettiğimiz mevki sahipleri, hiç takdir haklarını kullanmıyorlar; ne banka müdürleri, ne müsteşarlar, ne daire başkanları, ihracatla ilgili kalemlerden sorumlu olan yetkililer, hiç takdir haklarını kullanmıyorlar. Meseleye çözüm getirmek yerine çözümsüzlük getirmeyi önplanda tutuyorlar; soruna ya tamamen negatif bakıyorlar ya da sorunu ertelemeye bırakıyorlar ve yazılı müracaatlar da cevaplanmıyor; müteşebbisin her arayışında, ihracatçının her arayışında ya toplantıda oluyorlar ya da bir başka bahara işini erteliyorlar.

Bürokrasinin, bu, devleti korur görünen, imza atmaktan çekinen zihniyet ve davranışının ekonomiye maliyeti çok yüksektir. Diyaloğa girmenin ya da diyaloğa kapalı olmanın ve nihayet iş sahiplerine olumsuz davranışın Türkiye'de hiçbir müeyyidesi yoktur. Olumsuz davranmanın, negatif davranmanın, iş sahipleriyle diyaloğa girmemenin Türkiye'de bir müeyyidesinin olması lazımdır; "bugün git yarın gel"in bir müeyyidesinin olması lazımdır. Maalesef, bürokrasimizin, cumhuriyet tarihi boyunca içine düştüğü bu hastalık, iş sahiplerini fevkalade rahatsız etmektedir. Bana göre, araştırma komisyonu raporunun 17 nci çözüm önerisi, bürokrasinin tutum ve davranışı olmalıydı diye düşünüyorum.

Yine, kamu bankalarının ortak yönetiminde de, yönetimin kurulduğundan bu yana, yine, aynı davranış sergilenmektedir. Müteşebbis ile bankacılar arasındaki problemlerin çözümü, maalesef, ya ertelenmekte ya da ipe un serilmektedir.

Bugün tekstilcinin en önemli sorunu, bankalar ile tekstilci arasındaki ilişkidir, diyalog kopukluğudur, olaydaki çözümsüzlüktür, bürokrasi ile yatırımcı, tekstilci arasındaki iletişim bozukluğudur, diyalogsuzluktur.

İşte, bu nedenle, ben, bu Tekstil Araştırma Komisyonu raporuna, 17 nci madde olarak bunun da ilave edilmesini isterdim. Bürokrasimizin bu hastalığının da giderilmesini ve bürokratlarımızın iş sahiplerine karşı duyarlı olmasını özellikle istirham ediyorum.

Gelişmiş ülkelerde, devleti, devlet adamları ile işadamları, yatırımcılar birlikte yönetirler. Devlet adamları, bürokratlar, işadamlarından korkmamalıdırlar. Liberal ekonominin de gerek tarzı budur. Hiç kimse, kimseyi durup dururken suçlayamaz; ama, sen, iş adamını dışlarsan, yatırımcıyı dışlarsan, müteşebbisi dışlarsan ve kendi içine kapanık diyalogsuz bir dünyada yaşamaya başlarsan, çözüm üretemezsen, senin, o makamda oturmanın hiçbir anlamı olmaz ve sen, ihracatın önüne bir dinamizm değil, bir atalet ortaya koymuş olursun. İşte, bürokrasinin bu hastalığı, mutlaka giderilmelidir ve işadamlarımızın, iş dünyamızın, tekstilcimizin en büyük şikâyeti, bugün, bürokrasi ve bankalar yönetimidir. Bunun açıkça ortaya konulmasında büyük fayda vardır.

Bir diğer nokta ki, raporda benim en çok hoşuma giden nokta budur. Tekstil ve konfeksiyonda uzun vadeli bir devlet politikası ve bunun bir merkezden yönetilip uygulanmasıdır. Eğer, hükümet, bu nokta üzerinde mutabık kalır ve gerekli uygulamaya yönelirse, komisyon raporunda önerilen özel ihtisas komisyonları kendiliğinden sürekli hale gelir. Tekstil ve hazır giyim koordinasyon kurulu kendiliğinden oluşur ve özel sektör de, kendiliğinden, hızla ve yeni bir örgütlenme modeline geçer.

Araştırma komisyonumuzun bu raporunu, takdirle ve saygıyla karşılıyorum. Bu raporun, hükümetimize ve müteşebbislerimize hayırlı olmasını diliyorum ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Beyhan Aslan'a ben de teşekkür ediyorum; 10 dakika olan süresini, 5 dakika olarak kullandı, arkadaşlarımıza böyle bir kolaylık sağladı.

Şahsı adına ikinci konuşmacı, Amasya Milletvekilimiz Sayın Gönül Saray Alphan da aynı anlayışı gösterirse, böylece, bitirmiş oluruz.(DSP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Tekstil ve konfeksiyon sanayiimizin sorunlarını araştırmak üzere kurulan ve çalışmalarını tamamlayan Meclis araştırma komisyonu raporu üzerinde görüşlerimi açıklamak ve katkıda bulunmak amacıyla huzurlarınızdayım. Araştırma komisyonunda herhangi bir görevim olmamasına rağmen, milletvekili seçilinceye dek, yani üç yıl öncesine kadar sürdürdüğüm bir tekstil üreticisi olma sıfatımdan hareketle bu konuyu ulusal bir görev kabul ederek, şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, araştırma komisyonunun detaylı olarak hazırladığı ve değerli hatiplerden detaylı dinlediğimiz sektörlerdeki sorunlar ve çözüm önerilerine yürekten katılıyorum. Rapora ilaveten ele almak istediğim husus, bazı sözcülerin bir nebze ele aldıkları konunun, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri cephesinden, günbegün Türkiye aleyhine gelişimini irdelemek, Avrupa Birliği Ulusal Programımızın görüşmelerinin yapıldığı bu sıralarda yetkili makamların hassasiyetini ve ilgilerini tekstil üreticileri adına talep etmektir.

1995'ten itibaren, gümrük birliğinin getireceği büyük fırsatlar hayali, 50 milyar doların üzerinde, devlet bankalarından da yatırım teşvikleri verilerek, özellikle, tekstil sektöründe yoğunlaşmıştır Sonuçta, Avrupa Birliğinin en büyük iplik, boya, dokuma kapasitesine sahip olmuşuz. Ring ipliğinde tüm Avrupa Birliğinin yüzde 97'lik kapasitesi bizimdir. Open-end'de yüzde 78'i bizimdir. Mekikli dokumada yüzde 80'lik kapasite bizdedir. Bizdedir bizde olmasına, ama, geçmiş hükümetlerce "asrın fırsatı" olarak lanse edilen gümrük birliğinde çarklar Türkiye aleyhine işlemiş, işletilmiş ve zamanında alınabilecek önlemler konusunda sessiz kalınarak, bu modern lokomotif sektörümüze buharlı tren görevi verilmiştir. 1995'ten beri Avrupa Birliği ülkeleriyle olan dışticaret açığımızın geldiği noktanın 60 milyar doları bulması bunun en belirgin kanıtıdır.

Geçmişte istihdamın yüzde 36'sını sağlayan tekstil sektöründe son gelinen nokta, Meclis araştırması boyutunda ele alınıyorsa, çözümler ve ivedi yapılması gerekenler için de bu kürsüden, özellikle Avrupa Birliği ilişkilerimizden sorumlu makamlara davetiye çıkarmak olmalıdır.

Ne yapmıştır Avrupa Birliği, biraz göz atalım: Avrupa Birliği ülkeleri, istihdamın sadece yüzde 3,6'sını tekstil ve konfeksiyon sektörüyle sağladığından, bu sektörünü gözden çıkarabilmiş ve tek taraflı olarak kendi lehine stratejiler tespit etmiştir. Örneğin, sektörünü haksız rekabete karşı korumak istemediği için, tekstilde menşe ve gümrük kurallarını aşırı serbest olarak belirlemiştir; üçüncü dünya ülkelerine yönelik uyguladığı sıfır veya sıfıra yakın gümrük ve serbest kota stratejisiyle, Türkiye, Uzakdoğu, Doğu Avrupa ülkelerinin haksız rekabetine teslim edilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, yirmi ülkeyi geçen yeni serbest ticaret anlaşmalarıyla, Türkiye'nin hayatî çıkarları gözardı edilerek tek taraflı anlaşmalar yapılmıştır: AB-Meksika, AB-Kuzey Afrika, AB-Çin anlaşmaları bunlardan yalnızca birkaçıdır.

Bu nedenle, 1995-2000 döneminde, AB'nin toplam tekstil alımında, Güney Kore, Tayvan, Çin bunun gibi ülkeler, Türkiye'nin iki katına varan, bu ülkelere, dışsatımlar yapabilmişlerdir. Sonuçta, yukarıdaki ülkeler içerisinde, Avrupa Birliğinde gümrük birliğine tek üye olan Türkiye'nin tekstil ihracatı, AB'nin teşviki ve Uzakdoğu ülkelerinin haksız rekabetleri karşısında miktar olarak artmış görünmesine rağmen, birim fiyat olarak düşmüş, ciro yükselememiştir.

İş bununla da kalmamış, Avrupa Birliği ülkelerinin, tedarikçi ülkeler olarak Romanya, Polonya, Macaristan, Slovakya, Tunus, Fas gibi ülkeleri tercih etmesi ve yatırımlarını bu ülkelere kaydırmasıyla gümrük birliğinin tek üyesi Türkiye, AB sermayeli dış yatırımlardan da dışlanmış ve hayatî çıkarları, gümrük birliğine üye tek ülke olduğu halde, tek taraflı görmezden gelinmiştir.

İşin trajikomik yanlarından birisi de, üye ülke Türkiye'nin görüşleri ve onayı alınmadan yapılan AB-Meksika Serbest Ticaret Anlaşmasında NAFTA menşe kuralı kabul edildiğinden, Türk tekstili, Meksika'ya, AB üzerinden gümrüksüz ve kotasız giremezken, Meksika tekstili, Türkiye'ye, AB üzerinden rahatlıkla girebilmiştir.

İşin en acı tarafı, savunmalarımızın, yetkili devlet organlarınca değil, AB Komisyonu antidamping direktörlerince yapılmasıdır. Kendisi, Türkiye pazarında rahatsızlık yaratan üçüncü ülke menşeli tekstil mamullerine karşı 1/95 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi kararlarında yer aldığı gibi, ortak gümrük tarifesinin yükseltilebileceğini ve böylece, Türkiye lehinde sonuç alınabileceğini dile getirebilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye ve tekstil sektörümüz sahipsiz değildir, olmamalıdır. Bu nedenle, Helsinki Zirvesinden sonra Türkiye ve AB ilişkilerinin doludizgin gittiği bu dönemde, sektörün rehabilitasyonu için acilen masaya yatırmamız gereken önlemlerimiz vardır. Sayın Dayanıklı'nın da belirttiği gibi, AB ve gümrük birliği kararının 63 üncü maddesiyle teyit edilen katma protokolün 60 ıncı maddesi "Türk ekonomisinin bir faaliyet sektörünü veya malî istikrarını tehlikeye düşürecek ciddî bozukluklar ortaya çıkarsa..." Ki, çıkmıştır, ihracatımızın yüzde 40'ı bu sektörce yapılmaktaydı. "...veya Türkiye'nin bir bölgesinin ekonomik durumunun bozulması şeklinde güçlükler belirirse Türkiye gerekli tedbirleri alabilir" der. Türkiye, görüldüğü gibi, açık bir hüküm niteliğinde olan 60 ıncı maddeyi, kendi millî çıkarlarına ve Dünya Ticaret Örgütü kurallarına göre gecikmeden uygulama isteğini AB nezdinde gündeme getirmelidir.

Hazırladığım birkaç madde daha vardı; ama, sabrınızı daha fazla suiistimal etmemek için, son olarak şunu söyleyerek sözlerime son vermek istiyorum. AB, mevcut gümrük birliği kapsamında, Türkiye'nin ekonomik ve sosyal çıkarlarını gözardı etmeye devam ederse, serbest ticaret anlaşmasına, anlaşmamızın dönüştürülmesi konusu mutlaka gündeme getirilmelidir.

Bu konuşmamda AB'yi ve Brüksel'i sorgulamak için bir konuşma yapmıyorum; ancak, kendimizi sorgulamak, bu ve buna benzer emek-yoğun sektörde Türk dışpolitikalarına yön veren bakanlıkları, acil seviyede neler yapması gerektiğini ele almak istiyorum. Gecikmiş değiliz. Sessiz devrimlerin gerçekleştiğine inandığım bu dönemde, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Dışişleri Bakanlığı, en üst düzeyde Avrupa Birliğinden sorumlu Başbakan Yardımcılığı ve hazineden sorumlu devlet bakanlıklarının vermesi gereken, Avrupa Birliği nezdinde bir savaşımız vardır.

Tekstil sektöründe, istikrar programının ve yaşanan krizlerin etkisiyle çok duyarlı bir ekonomik bünyedeki yatırımcılar, ABD'den ve diğer ülkelerden ithal edilen bu açığın tahribatına daha fazla dayanamazlar. O halde, yapmamız gereken şey, ABD nezdindeki tekstil kotalarını, AB'nin çifte standartlarını ve haklılığımızı rakamlarla ortaya koyarak ele almak, AB gümrük birliği üyesi Türkiye'nin özellikle emek-yoğun sektördeki zararlarını gündeme getirmektir.

Tekstil sektörünün, her zaman olduğu gibi, aktif dış politikalarımız için de lokomotif rolde olacağı inancımla Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkürler sayın milletvekili.

Efendim, şahısları adına, iki arkadaşımıza, İçtüzük gereği söz verebildik. Niğde Milletvekili Sayın Mükerrem Levent ve Diyarbakır Milletvekili Sayın Sebgetullah Seydaoğlu arkadaşlarımız da şahısları adına konuşmak için müracaat etmişlerdi; ama, bildiğiniz gibi, İçtüzük, ancak iki arkadaşımıza bu imkânı tanıyor.

Bu arada, Başkanlığımıza, yine, konuyla yakından ilgisini hep bildiğimiz, Bursa Milletvekilimiz Sayın Orhan Şen'in bir yazılı müracaatı var. Sayın Şen, yerinden, kısa bir açıklama yapma ihtiyacında olduğunu ifade ediyor.

Buyurun Sayın Orhan Şen.

ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkan, cuma günü makamınıza gönderdiğim şahsım adına söz alma talebimle ilgili dilekçemi işleme almayarak bir adaletsizlik yaptığınıza inandığımdan, bana söz verdiğiniz için, maalesef, size teşekkür edemiyorum.

Tekstil sektörünün en yoğun olduğu bir il olan Bursa'da, tekstil sektöründe faaliyet gösteren 8 000 civarında çeşitli büyüklüklerde işyeri mevcuttur. Bu sektörde, Bursa'daki toplam istihdamın 60 000 civarında olduğu, dolayısıyla, aile bireyleriyle birlikte 250 000-300 000 Bursalının bu sektörden geçimini temin ettiği tahmin edilmektedir. Ancak, Uzakdoğu ülkelerinden sübvanse edilerek ülkemize getirilen kumaşlar, Türk tekstil sektörüne büyük zararlar vermiş ve halen vermektedir. Dampingli malların yanı sıra, özellikle, işçilik, doğalgaz ve elektrik giderindeki artışların maliyet üzerindeki etkileri ve diğer faktörler sebebiyle, bugün, Bursa'da, gerek Bursa Sanayi ve Ticaret Odasına gerekse Bursa Dokumacılar Odasına kayıtlı yüzlerce işyeri kapanmıştır; kapanmayanlar ise, ayakta durmanın mücadelesini vermektedir. Araştırma komisyonunun çalışmaları ve raporu dikkate alınmalı ve en kısa zamanda gereği yapılmalıdır. Böylece "bir konuyu çözmek istemiyorsanız komisyonlara havale edin" şeklinde halk arasında oldukça yaygın önyargıyı da yıkmış oluruz.

Ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, ülke sorunları karşısında duyarsız kalmadığını ve sorunlara çözüm ürettiğini de bir kere daha ispat etmiş oluruz diyorum ve saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Sayın Şen, ben, size, grup başkanvekillerine duyduğum saygının bir gereği olarak, Sayın Mehmet Şandır'ın bana ricası üzerine söz verdim. Bana teşekkür edip etmemek, sizin bileceğiniz bir husustur; ama, biraz önce Sayın Grup Başkanvekili İsmail Köse Beye, bana Cuma günü gönderdiğiniz dilekçenin fotokopisini gönderdim. Eğer, siz, burada yanlış yere müracaat etmişseniz, yani, bana gönderdiğiniz cuma günkü dilekçeniz, olsa olsa gündemdışı bir söz talebi gibi algılanabilecekken ona ilişkin de bir açıklık da yoksa, buraya göndermeniz gereken ve bugün göndermeniz gereken bir dilekçenin sorumluluğunu da bana yüklememeniz lazım.

ORHAN ŞEN (Bursa)- Teşekkür ederim, sağ olun; bir adaletsizliğe yol açılmaması için...

MEHMET ŞANDIR (Hatay)- Sağ olun, teşekkür ederim.

BAŞKAN - Hayır, hayır; bakın.

Ben, yine de size söz verirken "konuya yakın ilgisini bildiğim" dedim. Evet, sizin konuya ne kadar yakın olduğunuzu bildiğim için, Burhan kardeşimle beraber, defalarca, bakanlık dönemimde de bu konulardaki ilginize şahit olduğum için, hakkınızı teslim edeyim diye söyledim; onu bir kere yerine getirelim istedim.

Bir arkadaşımıza daha söz vereceğim.

Buyurun Sayın Milletvekili; size de kısa olarak söz verelim.

MEHMET KOCABATMAZ (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; komisyon üyesi olarak hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemiz sanayi ve ticaret odaları ve ihracatçı birliklerinin son günlerde özellikle, komisyon üyelerine gönderdikleri ve seslerinin duyurulmasını istedikleri çok önemli iki konudan söz etmek için söz aldım. 2,5 milyon insana iş sağlayan, ihracatımızda büyük bir paya sahip ve yan sanayiiyle birlikte lokomotif sektör haline gelen tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının çözümü, bu sektörün ve ekonominin geleceğini yakından ilgilendirmektedir.

Komisyon raporumuzda uzun,orta ve kısa vadede çözümlenmesi gereken 73 öneri ve 1 kanun teklifi sunulmuş olmasına rağmen, çok kısa vadede çözülmesi gereken hususlardan birisi şudur: Sektörde en önemli sorun vergi boyutudur. Son günlerde de sıkça kamuoyunda tartışma konusu olan KDV konusunda, hem sektörü rahatlatıcı hem de kayıtdışılığı önleyici tedbirlerin alınması mutlak gerekmektedir. KDV  oranlarının yüksek olması, yanlış beyanlar...

BAŞKAN -Sayın Milletvekili, bunlar defalarca konuşuldu. Ben, bir siyasî nezaket gereği, isminizi yazdırdığınız için, siz de iki kelime ediniz istedim. Şimdi, bakın, Müslüman Müslümana eziyet etmez, iftar saati, 15 dakikamız kaldı. Sizin konuyla ilgili görüşlerinizi, arkadaşlarımız 20'şer dakika defalarca anlattılar.

MEHMET KOCABATMAZ (Denizli) - Peki efendim, bir cümleyle topluyorum Sayın Başkan.

KDV konusunun mutlaka gündeme getirilmesi çok önemli.

İkinci önemli konuysa, dampingli ithalattır; bunun da, en kısa zamanda önüne geçilmesi gerekmektedir. 1 milyar metrekare kumaş girmektedir ülkemize bu konuda.

Sayın Başkan, ismimi hitap etmeyerek söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum efendim.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkanım, konuşmacı arkadaşlarımızın hepsi hükümete hatırlatıyorlar bunu, değil mi efendim?!

BAŞKAN - Böylece, tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.

AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, hükümet adına da bir iki söz söylenseydi...

BAŞKAN - Ben, bu görüşmeleri izleyen her bir sayın milletvekiline ayrı ayrı teşekkür ediyorum; çünkü, gerçekten, tekstil, mevcut programın başarıya ulaşmasının olmazsa olmaz şartlarından biriydi. Burada, değerli Devlet Bakanımız Sayın Safder Gaydalı'ya ve Devlet Bakanımız Sayın Nejat Arseven'e, yetki alanlarında olmamasına rağmen, böyle bir konuda, bu araştırma komisyonu raporunun görüşülebilmesine olanak sağladıkları için ayrıca teşekkür ediyorum. Komisyonun değerli tüm üyelerine de, gerçekten iyi bir çalışma yapmışlar, teşekkür ediyorum.

"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer alan, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla kurulmuş bulunan (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu ile alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 21 Kasım 2001 Çarşamba günü saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum, hepinize iyi akşamlar diliyorum.

 

Kapanma Saati : 16.25

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.