DÖNEM : 21 CİLT : 75 YASAMA
YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 22 nci
Birleşim 20 . 11 . 2001 Salı İ Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1.- İstanbul Milletvekili Ediz Hun'un, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları
Sözleşmesinin kabulünün l2 nci
yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin
cevabı 2.- Konya Milletvekili Mustafa Sait Gönen'in, üniversite çalışanlarının
özlük haklarına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Adalet Bakanı Hikmet Sami
Türk'ün cevabı 3.- İzmir Milletvekili Suha Tanık'ın, İzmir'de meydana gelen sel
felaketine ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı
Abdülkadir Akcan'ın cevabı B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- Adana Milletvekili Yakup Budak ve 19 arkadaşının, çalışan çocuklar
ile sokak çocuklarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/218) 2.- Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili
Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi
yönetiminde başarılı olmayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış
ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği
iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkında gensoru açılmasına ilişkin
önergesi (11/23) C) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- Almanya'da yapılacak olan Avrupa Birliğine Giriş 3 üncü Parlamenter
Forumuna, TBMM'yi temsilen, İstanbul Milletvekili Zafer Güler'in katılmasına
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/926) 2.- Brüksel'de yapılacak olan, Avrupa Parlamentosu Başkanı ile Aday Ülke
Parlamento Başkanları 12 nci Toplantısına ve Milano'da yapılacak olan, Avrupa
Birliğinin Genişlemesi; Dünün Avrupasından, Yarının Avrupasına konulu
toplantılara, TBMM'yi temsilen TBMM Başkanvekili Yüksel Yalova'nın katılmasına
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/927) 3.- TBMM Başkanı Ömer İzgi ve beraberinde altı milletvekilinden oluşan
bir Parlamento heyetinin, Romanya Senato Başkanı Nicole Vacariou'un davetine
icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/928) D) ÇEŞİTLİ İŞLER 1.- Plan ve Bütçe Komisyonu, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu ve
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonlarında bağımsız milletvekillerine düşen birer
üyelik için başvurulara ilişkin, Başkanlık duyurusu IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- Tekstil ve Konfeksiyon Sektörünün Sorunlarının Araştırılarak
Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/10) (S. Sayısı: 697) V.- SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, sanayici ve
işadamlarının KDV alacaklarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in
cevabı (7/4739) 2.- İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, dış kredili belediye
projelerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet
Bahçeli'nin cevabı (7/4790) 3.- Ankara Milletvekili Cemil Çicek'in, özelleştirme kapsamına alınan
KİT'lerde çalışanların durumlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz
Karakoyunlu'nun cevabı (7/4896) 4.- Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun; Rize İlindeki kanalizasyon projelerine, Rize İlindeki köy yollarına, İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın cevabı (7/4923,
4924) 5.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay'ın, Gaziantep Klavuzlu Barajının
ödeneğine ve ne zaman tamamlanacağına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/4959) 6.- Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, Suluova Pan-Et Entegre
Tesislerine ve soğan üreticilerinin sorunlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4961) 7.- Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, Amasya-Suluova Organize Besi
Bölgesi projesine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan
Tanrıkulu'nun cevabı (7/4963) 8.- Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, safran bitkisi üretimine
ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı
(7/4980) 9.- Bursa Milletvekili Kenan Sönmez'in, Uludağ Millî Parkına ilişkin
sorusu ve Orman Bakanı Nami Çağan'ın cevabı (7/4982) 10.- Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, bazı temel gıda ürünlerinin
fiyatlarındaki artışa ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan
Tanrıkulu'nun cevabı (7/5001) 11.- Bursa Milletvekili Orhan Şen'in, Bursa'da yerel bir gazetede
yayımlanan Bursa Kültür, Sanat ve Turizm Vakfı ile ilgili habere ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı (7/5005) 12.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, bakanlığın faaliyetlerine
ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın cevabı (7/5012) 13.- Bursa Milletvekili Orhan Şen'in, TEAŞ-Orhaneli Termik Santrali
İşletme Müdürlüğünde görevli bir işçinin başka santralde geçici olarak
görevlendirilmesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki
Çakan'ın cevabı (7/5017) 14.- Bursa Milletvekili Teoman Özalp'in, Bursa İlindeki doğalgaz
aboneliğine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın
cevabı (7/5021) 15.- İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın, et tüketimine ilişkin sorusu
ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/5024) TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak dört oturum yaptı. Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu, Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına: Kendi kaderini belirleme hakkına, özgürlük ve bağımsızlığına kavuşan
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 18 inci kuruluş yıldönümünü; Millî Futbol Takımımızın Avusturya Millî Futbol Takımını yenerek Dünya
Kupası maçlarına katılma hakkını kazanması nedeniyle Millî Takım Teknik
Direktörü, oyuncuları ve teknik ekibini; Kutladığına ilişkin bir konuşma yaptı. İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının, bakanlığı
döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli
tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza
Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve
İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması (9/4), Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 23 arkadaşının, denizcilik politikası
konusunda Meclis araştırması (10/217), Açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; Meclis
soruşturması önergesinin görüşme gününe dair Danışma Kurulu önerisinin daha
sonra Genel Kurulun onayına sunulacağı ve Meclis araştırması önergesinin
gündemdeki yerini alacağı, öngörüşmelerinin ise sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı. Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın (6/1457), (6/1458) ve
(6/1462) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi okundu;
soruların geri verildiği bildirildi. Avrupa Parlamentosunca 26-27 Kasım 2001 tarihinde Brüksel'de yapılacak
"Avrupa Birliğinin Genişleme Süreci Çerçevesinde Halk Sağlığı
Politikaları" konulu seminere TBMM'yi temsilen iki üyenin katılmasına
ilişkin TBMM Başkanlığı tezkeresi ile, Genel Kurulun 20 Kasım 2001 Salı günü 12.00 - 16.00 saatleri arasında
çalışmasına ve "Özel Gündemde Yer Alan İşler" kısmındaki 697 ve 596
sıra sayılı araştırma komisyonları raporlarının görüşülmesine, 21 Kasım 2001
Çarşamba ve 22 Kasım 2001 Perşembe günleri de 12.00-16.00 saatleri arasında
çalışmalarını sürdürmesine; 21 Kasım 2001 Çarşamba günkü birleşimde sözlü
soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi, Kabul edildi. TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve
Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325,
2/442, 2/449) (S.Sayısı:527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere
ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından, ertelendi; İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler halinde görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan Türk Medenî Kanunu
Tasarısının (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) görüşmelerine devam
edilerek, 9 uncu bölümü kabul edildi. 20 Kasım 2001 Salı günü, alınan karar gereğince saat 12.00'de toplanmak
üzere, birleşime 19.44'te son verildi.
No. : 33 II. – GELEN
KÂĞITLAR 16.11.2001 CUMA Tasarı 1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında
Karşılıklı Kalite Güvence Hizmetlerine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/929) (Milli Savunma ve Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.11.2001) Yazılı Soru
Önergeleri 1.- Konya Milletvekili Hüseyin Arı'nın, Petlas A.Ş.'nin
yatırım teşvik belgesi başvurusuna
ilişkin Devlet Bakanından (Kemal
Derviş) yazılı soru önergesi (7/5095) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.11.2001) 2.- Kırıkkale
Milletvekili Kemal
Albayrak'ın, Kırıkkale İlinde son bir
yılda işlenen suçlara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5096) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001) 3.- Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in, Uşak İlini ziyaretinde çıkan bir olaya
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/5097)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001) 4.- Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un, Adıyaman
İl Sağlık Müdürlüğü çalışanlarının Türk Sağlık-Sen'e üye olmaya zorlandığı
iddialarına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5098) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001) 5.- Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in,
Ankara-Polatlı-Şehitlik Mahallesi demiryolu üst geçidi sorununa ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5099) (Başkanlığa geliş tarihi :
15.11.2001) 6.- Bursa Milletvekili
Ali Arabacı'nın, gözaltı
sırasında gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5100) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001) 7.- İstanbul
Milletvekili Zafer Güler'in,
Alaçalı Barajı ve Melen Suyu projeleri ile ilgili iddialara ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5101) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.11.2001) 8.- İstanbul Milletvekili Zafer Güler'in, İstanbul
Haydarpaşa-Gebze E-5 Karayolunda raylı ulaşım hattı projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/5102)
(Başkanlığa geliş tarihi : 15.11.2001)
No. : 34 19.11.2001
PAZARTESİ Rapor 1.- Türkiye Büyük
Millet Meclisi ve Sayıştay Başkanlığının 2000 Mali Yılı Kesinhesabına İlişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (5/15) (S.
Sayısı : 766) (Dağıtma tarihi : 19.11.2001) (GÜNDEME) Yazılı Soru Önergeleri 1.- Afyon Milletvekili
İsmet Attila'nın, Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/5103) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.11.2001) 2.- Ankara
Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün,
KDV oranlarındaki indirime ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5104) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.11.2001) 3.- Ankara
Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, hipermarketlerin şehir dışına ne zaman
çıkarılacağına ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5105) (Başkanlığa geliş tarihi :
16.11.2001) 4.- Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün,
BAĞ-KUR sigortalılarının sorunlarına
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5106)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2001) 5.- Sakarya Milletvekili Nezir Aydın'ın, depremzedeler
için toplanılan ek vergi ve bağışlara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5107) (Başkanlığa geliş tarihi :
16.11.2001) 6.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın Şanlıurfa
GAP Uluslararası Havaalanı projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5108) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2001) 7.- İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı'nın,
kıyılardaki arama-kurtarma istasyonlarına ilişkin Devlet Bakanından (Ramazan
Mirzaoğlu) yazılı soru önergesi (7/5109) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.11.2001) 8.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
Konya-Ulukışla arasındaki tren
istasyonlarındaki personel sorununa ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5110) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.11.2001) Gensoru
Önergesi 1.- Saadet Partisi Grubu adına Grup başkanvekilleri
Konya Milletvekili Veysel Candan, ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi
Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olmayarak ekonomik çöküş sürecini
hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar
sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkında Anayasanın 99 ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/23) (Başkanlığa geliş tarihi :
15.11.2001) (Dağıtma tarihi : 18.11.2001)
No. : 35 20.11.2001
SALI Meclis
Araştırması Önergesi 1.- Adana
Milletvekili Yakup Budak ve 19 arkadaşının çalışan çocuklar ile sokak
çocuklarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/218)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2001) Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri 1.- Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin'in, Bayındırlık
ve İskân Bakanlığınca yapılan ihalelere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Devlet Bahçeli) yazılı
soru önergesi (7/4694) 2.- Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün, Eğitime Katkı
Fonuna ve ek vergilere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/4764) 3.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, yapımı yarım
bırakılan Tüm Ders Aletleri Fabrikası ve MEB Eğitim Akademesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4772) 4.- İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, Halkalı SSK
hastanesi inşaatına ve Küçükçekmece SSK Dispanserine ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4792) 5.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, yurt
dışındaki işçilerimizin hukukî sorunlarına ve 1993 yılında Hollanda'da polis
tarafından öldürüldüğü iddia edilen bir Türk vatandaşına ilişkin Dışişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4813) 6.- Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın,
Havaalanlarındaki VIP uygulamasına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4817) 7.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, Bolu Tünel
inşaatına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4820) 8.- İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, İstanbul SSK
hastanelerindeki gönüllü fazla çalışma uygulamasına ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4840) 9.- Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu'nun,
Bursa-Yenişehir otoyolu projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4842) 10.- Hatay Milletvekili Metin Kalkan'ın, İmam-Hatip lisesi mezunlarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4884) 11. - Balıkesir Milletvekili İlhan Aytekin'in, ABD'nin
terörle mücadelesine ve Türkiye'den taleplerine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/4889) 12. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, ekonomik
kriz nedeniyle artan eylemlere ilişkin
Babakandan yazılı soru önergesi (7/4890) 13. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Boğaz
köprüsündeki intihar olaylarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4891) BİRİNCİ
OTURUM Açılma Saati:
12.00 20 Kasım 2001
Salı BAŞKAN :
Başkanvekili Yüksel YALOVA KÂTİP ÜYELER:
Burhan ORHAN (Bursa), Kemal ALBAYRAK (Kırıkkale) BAŞKAN- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci
Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Değerli arkadaşlarım, gündeme geçmeden önce, 3
arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, milletvekilli
sayısının 300'e indirilmesi hep söyleniyor da; acaba, indirildi de bizim
haberimiz mi olmadı?! "Ekseriyet var" buyurduğunuza göre sayı mı
aşağıya indi efendim?! BAŞKAN - Duyamadım efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, "milletvekili
sayısı 300'e inmelidir" buyuruyor Sayın Cumhurbaşkanı, kerametle olabilir.
Acaba, 300'e indi de, bizim haberimiz mi olmadı diye merak ediyorum; ekseriyet
var dediğinize göre... BAŞKAN - Sayın Başkanım, Sayın Cumhurbaşkanı, sadece
gönlünden geçeni söylediğini ifade buyurdular. Siz de biliyorsunuz ki,
milletvekili sayısını, Yüce Meclis, kendisi, iradesiyle kararlaştırır. Ben arkadaşlarıma baktım, onun için böyle bir kanaate
vardım. Evet, gündemdışı ilk söz, Uluslararası Çocuk Hakları
Sözleşmesinin kabulünün yıldönümü nedeniyle söz isteyen, İstanbul Milletvekili
Ediz Hun'a aittir. Buyurun Sayın Hun. III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1.- İstanbul Milletvekili Ediz Hun'un,
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin kabulünün l2 nci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve
Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı EDİZ HUN (İstanbul) - Sayın Başkanım, Yüce Meclisimizin
çok değerli üyeleri; Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin, 20 Kasım
1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilmesinin 12 nci
yılı vesilesiyle, şahsım adına, gündemdışı çok kısa bir konuşma yapmak üzere,
huzurlarınızda söz almış bulunmaktayım. Değerli milletvekilleri, temelini İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesinden alan Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukların,
çocuklarımızın özel ilgi, şefkat ve yardıma muhtaç oldukları düşüncesinden yola
çıkılarak hazırlanmış uluslararası bir sözleşmedir. Türkiye, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesini
1990 yılında imzalamış ve Ocak 1995'te de bu sözleşme ülkemizde yürürlüğe
girmiştir. O tarihten itibaren, sözleşmenin, iç hukukumuzun bir bölümü haline
gelmesiyle birlikte, her ne kadar çocuk hukuku alanında ülkemizde bazı
eksiklikler mevcutsa da, Türk çocuk hukuku bu sözleşmeyle önemli temel ilkelere
kavuşmuş bulunmaktadır. Evrensel ölçülerin simgesi olan bu ilkeler, insanlık
ailesinin tüm üyelerinin, doğuştan varlıklarına özgü bulunan onurlarıyla
birlikte eşit ve devredilemez haklara sahip olmalarının tanınmasının, dünyadaki
özgürlük, adalet ve barışın temelini oluşturduğunu ifade etmektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukların toplumda
kendilerine özgü yaşantıyı sürdürebilmeleri, buna her yönüyle hazırlanıp
toplumun faal ve etkin bir bireyi haline gelebilmeleri için gerekli birçok
hükmü içermektedir. Diğer bir ifadeyle, bu sözleşmeyle, çocuklar için
hükümetlerin yapacağı yatırımlar onlar için birer ödev, çocuklar için ise birer
hak olarak ifade edilmektedir. Değerli milletvekilleri, bugün, dünyanın her köşesinde,
milyonlarca çocuk, çok güç koşullarda yaşamlarını sürdürmektedirler. Bir
tarafta, yetimler, sokak çocukları, yoksulluğun ve açlığın yarattığı sorunların
altında ezilen yavrular, mülteci çocuklar ya da yaşadıkları yerlerden sökülüp
koparılanlar; diğer tarafta, savaşların ya da doğal afetlerin kurbanı olan
çocuklar, radyasyon veya tehlikeli atıkların, kimyasal maddelerin etkilerine
maruz kalanlar, çocuk işçiler ya da fuhuşun, cinsel istismarın ve diğer sömürü
türlerinin esareti altında bulunan çocuklar, ırk ve din ayırımı uygulamalarının
kurbanı olanlar ve daha niceleri... Değerli milletvekilleri, hepimiz, birer yetişmiş birey
olarak, çocuklarımızı, gerek ülkemizde gerekse dünyanın her köşesinde, tüm bu
acı gerçeklere karşı korumakla yükümlüyüz. Onların yaşamlarını güvence altına
almak, yaşam sevinçlerini, mutluluklarını paylaşmak zorundayız. Bu öyle bir
güvence ki, geleceklerinden endişe duymayacakları, her zaman umutlu olacakları,
yaşanan krizlerden ve her türlü toplumsal tehditten mümkün olduğunca az
etkilenecekleri bir güvence; bunu, mutlaka sağlamalıyız. Değerli milletvekilleri, çocuklarımız söz konusu
olduğunda, siyaset kurumunun ve dolayısıyla siyasîlerin sorumluluğu bir kat
daha artmaktadır. Alacağımız her kararda, takınacağımız her tavırda ve
atacağımız her adımda, yarının Türkiyesini ve geleceğimizin teminatı olan
çocuklarımızı düşünmek zorundayız. Çocuklarımız ve dolayısıyla yarınlarımız, hiçbir kısır
siyasî çekişmeye, çıkara ve hesaplaşmaya kurban edilemeyecek kadar önem
taşımaktadır. Bu anlamda, yaşadığımız günler, toplum olarak, birçok kavramı
yeniden gözden geçirmemizi, tedbir alarak gerekli dersleri çıkarmamızı zorunlu
kılmaktadır. Siyaset kurumuna ve siyasetçiye olan güvensizlik,
bugünlerde, Türk siyasetinin aşmak zorunda olduğu esas sorunu teşkil
etmektedir. O halde, hep birlikte, el ele bunu çözmek gayreti içinde olmalıyız.
Değerli milletvekilleri, Çocuk Hakları Sözleşmesinin
kabulünün 12 nci yıldönümünün, çocuklarımızın geleceğe daha güvenle
bakabilmeleri için çok önemli bir adım olduğunu düşünmekteyim. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun efendim. EDİZ HUN (Devamla) - Bu anlamda, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da demokrasinin tecelli ettiği
anaplatform misyonuna sahip çıkmaya devam edecektir. Gerek Yüce Meclisimizin gerekse siyasî partilerimizin,
atacakları her adımda, hayata geçirecekleri her programda ve tüm icraatlarında,
her zamankinden daha fazla, çocuklarımızı düşünerek, ilim ve irfanla
donatılmış, insanlık meziyetinin, fikir hürriyetinin sembolü olan gençlerimize,
siyasî platformlarda daha fazla imkân tanıyacaklarından asla şüphe
etmemekteyim. Bu duygular içinde huzurunuzda bulunuyor olmaktan
duyduğum mutluluğu ifadeyle, sizleri en derin saygılarımla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum Başkanım. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Ediz Hun'a, ben de gerçekten teşekkür
ediyorum; bir sanatçı duyarlılığı ve bir bilim adamı sorumluluğu içerisinde,
böylesi önemli bir konuyu Yüce Meclisin huzurlarına getirdiği için. Şimdi, gündemdışı konuşmaya yanıt vermek üzere, değerli
Devlet Bakanımız Sayın Hasan Gemici. Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. 20 Kasım 1989'da
Birleşmiş Milletlerde kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesinin kabulünün 12 nci
yılı nedeniyle söz alan, çocuklarla ilgili görüşlerini dile getiren İstanbul
Milletvekili Sayın Ediz Hun'a teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde
öncelikli sorun olarak çocuk ve gençlik sorunlarını görmek ve bununla ilgili
yeni politikalar geliştirmek zorundayız. Türkiye'de çok genç bir nüfusa
sahibiz. Nüfusumuzun yüzde 40'ı 18 yaşın altında. Bu hesaba göre, ülkemizde 18
yaşın altında 27 000 000 çocuğumuz yaşamaktadır. Zaman zaman yaptığımız
konuşmalarda bunu Türkiye'nin bir avantajı, bir zenginliği olarak ifade
etmekteyiz; ben de bu görüşlere katılıyorum; ancak, biraz önce ifade ettiğim bu
genç nüfus sayısının ülkemiz için bir avantaj olması yanında, ülkemizin
geleceği için bir tehdit oluşturduğunu da görmek zorundayız. Eğer, bu
çocuklarımızı, biz, sağlıklı ortamlarda, iyi bir şekilde yetiştirebilirsek, iyi
bir şekilde eğitebilirsek, gerçekten, Türkiye'nin avantajı olacaktır,
zenginliği olacaktır; ancak, eğer, bu çocuklarımızı, biz, iyi yetiştiremezsek,
iyi eğitemezsek, iyi birer meslek sahibi, çağdaş değerlerle donatılmış insanlar
olarak topluma kazandıramazsak, bilmeliyiz ki, bu çocuklar, önce ailelerinin,
daha sonra da ülkemizin geleceği üzerinde çok ağır, taşınamaz bir yük haline
geleceklerdir. Bunu, bazen, konuşmalarımda, ülkemizin zengin su potansiyeline
benzetiyorum. Nasıl ki, ülkemizdeki dereleri, nehirleri, barajlar yaparak,
bentler yaparak, göletler yaparak bir yerde toplayıp kontrol altına alıp,
kanallarla, borularla, ovalara, tarlalara verdiğimiz takdirde, berekete, mahsule
dönüştürebiliyorsak; nasıl ki, bu suları tutup, enerjiye dönüştürebiliyorsak ve
ülkemizin refahı için katkısı olabiliyorsa; ancak, nasıl ki, kontrol
edemediğimiz nehirlerin, kontrol edemediğimiz suların taşarak bir felaket
haline gelip şehirlerimizi, kentlerimizi yıktığını, can ve mal kayıplarına
sebep olduğunu görüyorsak; çocuklarımızla ilgili de, eğer bu genç nüfusu, genç
potansiyeli doğru bir şekilde tutamazsak, doğru bir şekilde kontrol edemezsek,
yetiştiremezsek, gelecekte, ülkemizin felaketi olabileceğini ve çok büyük
olumsuzluklar yaratabileceğini buradan özellikle söylemek istiyorum. Bu yüzden, Türkiye'nin birinci önceliği, çocuklar ve
gençler olmalıdır; politikalarımızı buna göre tayin etmeliyiz, yatırımlarımızı
buna göre yapmalıyız. Örneğin, bir yolu bir sene sonra yapabilirsiniz. İnsanlar
bin yıl yürüdükleri yollardan bir yıl, üç yıl, beş yıl daha yürüyebilirler. Bir
köprünün yapımını ya da başka bir yatırımı üç sene, beş sene
erteleyebilirsiniz; ama, bilmeliyiz ki, çocuklar için yapılması gereken eğer
zamanında yapılamazsa, daha sonra telafi edilmez sonuçlar doğurabilmektedir,
daha sonra çok geç kalınabilmektedir. Örneğin, eğer bir çocuk, okul
başlangıcında okula gidemiyorsa maddî yoksunluk nedeniyle ya da sokakta yalnız,
çaresiz kalmışsa, eğer, siz ona devlet olarak toplum olarak el uzatamıyorsanız,
o çocukla ilgili daha sonra yapacağınız şeylerin hiçbir anlamı kalmayabilir. Bu, tabiî, sadece bizim ülkemiz için değil, bütün
dünyanın gerçeğidir ve bütün toplumlar, tarih boyunca çocuklarını en değerli
varlıklar olarak görmüşlerdir; bu anlayış bugün de değişmemiştir. Dünyada da
yeni bir anlayış gelişmektedir. Bu anlayışa göre, çocuklar, artık sadece
biyolojik anne-babalarının, sadece onları dünyaya getiren insanların değil,
içinde yaşadıkları toplumun, ülkenin, giderek tüm dünya insanlığının birer
varlığı olarak görülmektedirler. Biraz önce söylediğim gibi, iyi yetişmiş,
mutlu bir çocukluk dönemi geçirmiş insanlar, gelecekte dünyadaki barışın,
huzurun, refahın güvencesi olarak görülmektedir. İşte, bu anlayışla, Birleşmiş
Milletler 1989 yılında toplanarak Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalamıştır. Bu
Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalayan, onaylayan -bugün için- 166 ülke, devlet
olarak, çocukların yaşamaları, gelişmeleri, korunmaları ve katılımlarıyla
ilgili olarak her türlü sorumluluğu üzerlerine almışlardır. Yine, Çocuk Hakları Sözleşmesinin en temel ilkelerinden
birisi, 18 yaşın altındaki her insanın çocuk kabul edilmesi ve çocuklarla
ilgili her durumda çocukların üstün yararının gözetilmesidir. Birleşmiş Milletler, 1989 yılından bu tarafa, Çocuk
Hakları Sözleşmesiyle ilgili dünyada geniş bir hareket yürütmektedir. Bu
anlamda, 1989 yılında ülkemizde, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun
koordinatörlüğünde Millî Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler
UNICEF desteğiyle çocuk hakları tanıtım kampanyası başlatılmıştır. Bu
kampanyada, çocuk haklarının hem çocuklara hem de yetişkinlere benimsetilmesi,
anlatılması temel amaçtı. Bu anlamda, 1989 yılından bu tarafa ülkemizde,
gerçekten çok başarılı çalışmalar yapıldı. 1999 yılında başlayan çalışmalarla, Türkiye'nin 81
ilinde çocuk komisyonları kuruldu, yetişkin komisyonları kuruldu. Bu
komisyonlar, önce kendi illerindeki çocukların durumlarını ve sorunlarını bir
rapor haline getirdiler. Daha sonra, 2000 yılı 20-21 Nisanında, Ankara'da ilk
defa 1 inci Ulusal Çocuk Kongresi toplandı. Bu il temsilcisi çocuklarımız,
burada il raporlarını tartıştılar ve bu raporları ulusal rapor haline
getirdiler ve bu raporları çocuklarla birlikte o zamanki Sayın
Cumhurbaşkanımıza sunduk, kamuoyuna açıkladık. Daha sonra, yine, bu il temsilcisi çocukların
katılımıyla 2000 yılı kasım ayında 1 inci Çocuk Forumu düzenlendi. Bu çocuk
forumunun ana teması, çocukların katılımıydı, Çocuk Hakları Sözleşmesinin en
temel maddesi olan katılım maddesiydi ve çocuklarımız orada, ailede, okulda,
sağlıkta, yargıda ve medyada katılım konusunu tartıştılar. Dün de yine, 81 ilimizden gelen 81 çocuğumuz, dün
sabahtan başlayarak Ankara'da çalışmalarını sürdürüyorlar. Şu anda çalışmaları
sonuçlanmak üzere. Burada bir hususu dile getirmek istiyorum: Zaman zaman
katıldığım bu çalışmalarda, çocuklarımızın, gerçekten, hem dünyayla hem
ülkemizdeki gelişmelerle son derece ilgili olduklarını, bilgili olduklarını,
son derece yaratıcı yaklaşımlarla, hem sorunları ortaya koyduklarını hem de
çözümler geliştirdiklerini gördük. Gerçekten, bu çocuklarımızla birlikte, bu
yeni yetişen gençlerimizin ilgisini heyecanını ve yaratıcılığını gördükçe,
Türkiye'nin aydınlık geleceğine olan umudumuz bir kat daha arttı. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçtiğimiz mart
ayında, UNICEF tarafından Küresel Çocuk Hareketi adıyla yeni bir hareket
başlatıldı ve bu hareket çerçevesinde ülkemizde 500 000 insan "çocuklara
evet" kampanyasına katıldı. Dünya genelinde 35 000 000 insan
"çocuklar için evet" kampanyasına imza verdiler. Bu kampanyayla,
bütün çocukların eşit oldukları, çocuklara öncelik verilmesi gerektiği,
çocukların bakım ve sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanmaları, AIDS ve
bulaşıcı hastalıklardan korunmaları, çocuk istismarının önlenmesi, çocukların
dinlenmesi, çocukların eğitimi, dünyanın savaşlardan korunması, dünyamızın
korunması, özellikle çevre konusundaki duyarlılıklar, yoksullukla savaşım ve
çocukların geleceğine yatırım konusunda Türkiye'de 500 000 imza, dünyada 35 000
000 imza toplandı. Eğer 11 Eylül terörist saldırısı olmasaydı, 20-21 Eylülde
Amerika'da, New York'ta, Birleşmiş Milletlerde çocuk özel oturumu yapılacak ve
bu oturuma bu imzalar sunulacaktı; böylece, dünyadaki çocukların durumu ve
çocuk hareketi değerlendirilerek, çocukların özgür, sağlıklı ve onurlu yaşama
kavuşmaları çabaları yeni bir ivme kazanacaktı. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben, ülkemizdeki
çocukların durumuyla ilgili çok önem verdiğim birkaç konuyu sizlerle paylaşarak
sözlerimi bitirmek istiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin en
öncelikli sorununun çocuk ve gençlik sorunları olduğunu söylemiştim; ama,
ülkemizin en temel meselelerinden bir tanesi ülkemizdeki hızlı nüfus artışıdır.
Gerçekten, 1960'lı yıllarla mukayese ettiğimiz zaman, nüfus artış hızında çok
ciddî bir gerileme olmasına rağmen, hâlâ nüfus artış hızı çok yüksektir ve
bölgeden bölgeye çok farklılıklar göstermektedir. Bu sene, zannediyorum, 1 200
000 çocuğumuz yeniden okula başladı; yani, bu kadar çok çocuğun eğitim
ihtiyaçlarının karşılanması, sağlık ihtiyaçlarının karşılanması gerçekten öyle
çok kolay değil ve ülkemiz bu artan nüfusla birlikte, ailelerle birlikte
giderek yoksullaşmaktadır ve çocuklarla ilgili birçok sorunun temelinde bu
hızlı nüfus artışının olduğunu görmekteyiz. Mutlaka, nüfus artışıyla ilgili
yeni politikalar geliştirmemiz gerekiyor ve mutlaka, toplumda, ailelerde,
bakabilecekleri kadar çocuk dünyaya getirmeleri konusunda bilinç ve duyarlık yaratmamız
gerekiyor; yani, sayısının 2 veya 3 olması önemli değil; esas olan,
bakabileceği, sağlıklı birer insan olarak yetiştirebileceği kadar çocuk dünyaya
getirmesidir. Çocuklarımızla ilgili, sizlerle paylaşmak istediğim
ikinci konu, kız çocuklarımızın eğitimi sorunudur. Geçtiğimiz hafta Millî
Eğitim Bakanımız Sayın Metin Bostancıoğlu'nun yaptığı açıklamalardan anlıyoruz
ki, 1997 yılında uygulamaya konulan sekiz yıllık eğitim uygulamasıyla birlikte,
kız çocuklarımızın okullaşmasında, 100 çocuktan 82'si okula giderken, bugün
için 100 çocuktan 95'i okula gider duruma geldi. Bu, gerçekten son derece
sevindirici bir gelişmedir. Diğer, paylaşmak istediğim konu, kız çocuklarımızın
erken evlendirilmesi konusudur. Şu anda, Türk Medenî Kanunu Tasarısı
Parlamentoda görüşülüyor, evlenme yaşını kadın ve erkek için 18'e
yükseltiyoruz, zorunlu hallerde 17 yaşında evlenebilecekler. Tabiî ki,
yasalarla bu sorunun çözülmesini bekleyemeyiz. Bu konuda toplumun duyarlı
olması, toplumun bilinçli olması gerekiyor. 18 yaşından küçük çocukların
evlenmesinin, hele kız çocuklarının evlenmesinin, o çocuklar üzerinde,
fiziksel, bedensel, ruhsal ve duygusal çok büyük tahribatlar yaptığını, hem o
çocukların hem de o çocukların geleceklerinin ve onların dünyaya getirecekleri
çocukların geleceklerinin karartıldığını, artık, toplumumuzun anlaması, bilmesi
gerekiyor. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çocuklarımızla
ilgili paylaşmak istediğim bir diğer konu, okulöncesi eğitim konusudur. Ne
yazık ki, bugün, okulöncesi eğitim konusunda, oransal olarak bazı Ortadoğu
ülkelerinden çok daha geri durumdayız. Okulöncesi eğitim çağında, 0-6 yaş
grubunda 3 000 000'a yakın çocuğumuz var. Bunların ancak 180 000'ine okulöncesi
eğitim verebiliyoruz. Biliyoruz ki, insanların ruhsal, duygusal, sosyal
gelişimleri, zihinsel gelişimlerinin yüzde 70'i, yüzde 80'ni 0-6 yaş grubu
arasında oluşuyor. Siz, o çocuğa 0-6 yaş arasında vermediğiniz eğitimi daha
sonraki yaşlarda kat kat verseniz de onu telafi etmeniz, yerine koymanız mümkün olmuyor. Sizlere sunmak istediğim başka bir sorunumuz özürlü
çocuklarla ilgili. Gerçekten, ülke olarak, toplum olarak çok geride olduğumuzu
söylemek istiyorum; özürlü çocuklarımızın ancak, bugün yüzde 3'üne eğitim
verebiliyoruz. Özürlü çocuklarımızı yakın zamana kadar yok saymışız, onları
evlerimizde, odalarımızda saklamışız, toplum içerisine çıkarmamışız; ama, bu
anlayış da artık değişiyor. Aileler de, yakın zamana kadar sakladıkları
çocukları artık, ortaya çıkarıp, o çocuklar için eğitim istiyorlar,
rehabilitasyon istiyorlar ve bu konuda çok ciddî bir talep gelişmektedir.
Toplum olarak, devlet olarak bu konuda önlemler almamız gerekiyor. Bu konudaki
en büyük handikabımız -onu burada özellikle söylemek istiyorum- özel eğitim
konusudur. Ülkemizde, üniversitelerimize 1997-1998 yılında özel eğitim uzmanı
olarak yetiştirilmek üzere, 180 öğrenci alınıyordu, 180 genç alınıyordu, daha
sonra yapılan çalışmalar sonucu, bu, 550'ye çıkarıldı; ama, son derece
yetersiz. Şu anda hem devlet hem de toplum, sivil toplum kuruluşları,
dernekler, vakıflar, özürlülerle ilgili, özürlü çocuklarla ilgili
rehabilitasyon merkezi açıyorlar, ama, özel eğitim uzmanı bulamıyorlar. Bizim,
gerçekten, belki, burada eğitim planlamasını da konuşmamız gerekiyor. Bazı
mesleklerde çok sayıda mezun veriliyor, çok sayıda çocuk eğitiliyor; ama,
toplumun asıl ihtiyacı olan özel eğitim uzmanı gibi, fizyoterapist gibi, sosyal
hizmet uzmanı gibi ve başka sayılacak mesleklerde ne yazık ki,
üniversitelerimizde yeteri sayıda öğrenci yetiştirilmiyor; bunu da, Yüce
Meclisinizle paylaşmak istedim. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz önce,
çocuklarımızın şu anda çalışmalarının devam ettiğini söyledim. Gerçekten, çok
büyük heyecan duydum, çocuklarımızla birlikte olmaktan ve onları dinlemekten,
onların, ne kadar ilgili, ne kadar bilgili olduklarını görmekten büyük heyecan
duydum. Ben, buradan, bütün topluma, bütün anne-babalara
seslenmek istiyorum: Çocuğun temel gıdası sevgidir. Çocuğun temel gıdası
güvendir. Çocuğun, doğuşundan itibaren, aradığı en önemli şey, annesinin, babasının,
yakınlarının kendisine ne kadar önem verdiğini, ne kadar değer verdiğini bilme
ihtiyacıdır. Çocuklarımızı sevdiğimizi, çocuklarımıza önem verdiğimizi, onlara
sık sık hissettirelim ve onları dinleyelim. Hatta bu akşam çocuklarımızı
karşımıza alıp, onlarla daha önce yapmadığımız bir şekilde konuşmaya, onları
dinlemeye, anlamaya çalışalım. Ben, Sayın Ediz Hun'a bu anlamlı günde böyle bir konuyu
gündeme getirdiği için tekrar teşekkür ediyorum. Hem ülkemizin çocuklarını hem
de tüm dünyanın çocuklarını sevgiyle kucaklıyorum, hepinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan,
çalışmalarınızda üstün başarılarınızın devamını diliyorum. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Başkanım, gördüm. Bir hususu yüce
takdirlerinize arz etmek istiyorum. Esasen, ben, sayın milletvekillerimize daha fazla
konuşma olanağı tanımaktan yanayım; ancak, Danışma Kurulunun aldığı karar Yüce
Kurulunuz tarafından da tensip buyurulduğu için, çalışma saatleri 12.00 ile
16.00 arasında sınırlandırılmış bulunmakta. Gündemde bitirmemiz gereken
hususlar da var; ancak, Sayın Hatiboğlu, benim kırabileceğim bir
milletvekilimiz değil, başka arkadaşlarımızın bu konuda anlayışlı davranacağına
da inandığım için, size yerinizden, kısa bir söz veriyorum. Buyurunuz. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Bakana teşekkür
ediyorum; ancak, bu yöntemin uygun olmadığını, bundan sonra, yani, benim
üslubumla badema tekerrürünü önlemek babında bir hususu arz etmek istiyorum. Çocuklar, özellikle bizim ümidi istikbalimizdir. Biz
yarın yokuz; ama, yarın onlar var. Onun için, bir milletvekili arkadaşımızın 5
dakikalık gündemdışı konuşmasını vesile ederek bir sayın hükümet üyesinin 20
dakika konuşması yetmiyor. Sayın Bakan, 59 uncu maddeye göre, hükümet adına söz
almalı, bir açıklama yapmalıydı ve gruplar, bu konuda ne düşünüyor onu ifade
edebilmeliydi. Umuyorum, bundan sonra bu yol izlenir. Sayın Başkanlığa da saygı sunuyorum; çünkü, sizin,
yapacağınız, takip edeceğiniz başka bir yol yok. Bunu, hükümet kullanmalıdır ve
görüyorum, bazen, bir arkadaşımızın 5 dakikalık konuşmasını bir sayın hükümet
üyesi 20 dakika, uluorta kullanıyor, gruplar da sadece seyretmekle kalıyor; bu,
doğru değildir. Tekerrür etmemesi ricasıyla Sayın Bakan... Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum. Gerçekten de, katılırım görüşünüze. Burada, Sayın Hasan
Gemici Bakanımızın niyetini bilirim; ama, sizin bu önerinizden yola çıkarak,
sayın hükümet mensuplarına, bundan böyle, gündemdışı olarak tüm Yüce Meclis
üyelerinin dikkatine getirilmesi, milletimizin dikkatine getirilmesi gereken
hususlarda bu yolu izlemelerini biz de Başkanlık olarak tavsiye ediyor ve
kendilerinden bekliyoruz. Çok teşekkür ediyorum. DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Ben,
gündemdışı konuşmaya cevap verirken belki biraz süreyi aşmış olabilirim; ama... BAŞKAN - Hayır. Sizin 20 dakika süreniz vardı; tam
tersine, 4 dakika erken bitirdiniz. DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - ...ben,
uluorta konuşmadım. BAŞKAN - Hayır... Sayın Hatiboğlu, size öyle bir şey
söylemedi; sadece, yasama organı - yürütme ilişkisine dair bir öneride bulundu,
ki, hepimiz de katılıyoruz. Değerli milletvekilleri, gündemdışı ikinci söz,
üniversite çalışanlarının özlük hakları hakkında söz isteyen Konya Milletvekili
Mustafa Sait Gönen'e aittir. Buyurun Sayın Gönen. (MHP sıralarından alkışlar) Süre konusunda sizin de aynı anlayışı sürdüreceğinize
inanıyorum. 2.- Konya Milletvekili Mustafa Sait
Gönen'in, üniversite çalışanlarının özlük haklarına ilişkin gündemdışı konuşması
ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı MUSTAFA SAİT GÖNEN (Konya) - Sayın Başkan, değerli
üyeler; üniversite mensuplarının özlük hakları hakkında gündemdışı söz almış
bulunuyorum; sözlerime başlarken, Yüksek Heyetinizi saygıyla selamlarım. İdrak
etmekte olduğumuz ramazanı şerifin Türk Milletine, İslam âlemine ve tüm
insanlığa huzur ve barış getirmesini Cenabı Allah'tan niyaz ederim. Bilindiği gibi, ülkemizin, birey, kurum ve
kuruluşlarıyla, bilgi çağına girerken, küresel rekabette üstünlük sağlayabilmesi
ve insanımızın hayat standardının yükseltilebilmesi, şüphesiz,
üniversitelerimizin içinde bulunduğu durumla yakından ilgilidir. Evrensel
bilime olduğu kadar, yeni teknolojilerin geliştirilmesine de katkıda bulunması
gereken üniversitelerimiz, aynı zamanda, eğitim-öğretim sisteminin son basamağı
olması bakımından da, ülkemiz için hayatî önem taşıyan kurumlarımızdır. Konuşmaktan kastım, üniversitelerimizin, hepinizin
bildiği bilimsel özerklikten uzak, merkeziyetçi, demokratik sisteme bir türlü
entegre olamamış yapısı ve yönetim biçiminden ziyade, mensuplarının özlük
hakları ve bilhassa, devlet üniversitelerinin kadro, kaynak ve altyapı
problemlerini gündeme getirmektir. Sayın Başkan, değerli üyeler; bu problemlerden dolayı,
bugün, eğitim kalitesi giderek düşmekte, evrensel ölçekte yeni bilgi üretimi
azalmakta, üniversite-sanayi ilişkileri yeterli düzeyde sürdürülemeyip,
sanayinin teknolojik sorunları giderilememektedir. Son yıllarda gittikçe
büyüyen sıkıntıların başında, tecrübeli, üretken öğretim üyelerinin, olumsuz
ekonomik şartların zorlamasıyla yurtdışına gitmeleri ya da vakıf
üniversitelerine geçmeleri, araştırma görevlilerinin de, özel sektörde daha
cazip ücretlerle iş bulup, ayrılmaları sebebiyle karşı karşıya kalınan eleman
kaybı gelmektedir. Eskiden bölüm birincilerinin ve dereceye giren
nitelikli öğrencilerin araştırma görevlisi olabilmek için yarış ettikleri
günler, artık, geride kalmıştır. Bugünkü düşük ücretler nedeniyle, öğretim
üyeliği eski cazibesini yitirmiştir. Öğretim üyeleri, ekgelir için çok sayıda
ders vermekte, bu da, ders yükünün altında ezilen öğretim üyelerinin, aslî
görevleri arasında bulunan araştırma, proje üretme gibi faaliyetlerine
yeterince zaman ayıramamalarına neden olmaktadır. Bazıları ise, branşları veya
bulundukları ortamın uygun olmaması nedeniyle, bu tür imkânlardan da
yararlanamamaktadır. Dolayısıyla, bir hoşnutsuzluk ortamı doğmakta, aslî
görevler bu durumdan etkilenmekte ve çok yönlü erozyon ortaya çıkmaktadır. Bu
konudaki darboğazdan çıkmak için eğitim ve uygulamada gösterilecek başarı ve
performansa göre öğretim elemanlarının durumlarının düzeltilmesi gerekmektedir. Genellikle bilim adamlığını bir yaşam biçimi olarak
seçmiş olan akademisyenlerin geçim derdine düşmüş olmaları, motivasyonlarını
büyük ölçüde kırmakta ve bu durum, gerek eğitim, gerekse araştırma
faaliyetlerinde yeterince etkin bir rol almalarını engellemektedir. Üniversite döner sermaye gelirlerinden beslenen
araştırma fonlarının bu yıl kapatılmış olması da -yüksek lisans ve doktora
tezleri- bir ölçüde bu fonlar tarafından desteklenen araştırma görevlilerinin
ümitsizliğe kapılmalarına neden olmuştur. Halbuki, tüm dünyada araştırma
faaliyetleri, ülkelerin geleceğinin teminatı olarak görüldüğünden, kriz
dönemlerinde bile Ar-Ge'yle ilgili kaynaklar ve fonlara süreklilik
kazandırılmaktadır. Son zamanlarda üniversitelerimizin temsilcileri olan
rektörlerimizin il protokolündeki sıraları, dördüncü sıradan sekizinciliğe
gerilemiştir. Bu da, maddî bakımdan tatmin edemediğimiz üniversite personeline verilen
değerin de gitgide azaldığını göstermektedir. Şu anda ülkemizde yaşanan ekonomik krizin temel
nedeninin yeterince üretememek olduğu bilinmektedir. Üretimin devamlılığını ve
çeşitliliğini sağlayan da bilimsel yenilikler ve yeni teknolojilerdir. Bilgiyi
üretecek, bunu topluma mal edecek, teknoloji geliştirerek sanayiin uluslararası
pazarda rekabet gücünü artıracak kurumlar olan üniversitelerimizde çalışan
bilim adamlarının özlük hakları iyileştirilmeden, ekonomik sorunları
giderilmeden, altyapı eksiklikleri tamamlanmadan bu türden ekonomik krizlerle
karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. Ülkenin gelişmesini ve ilerlemesini bir insan vücuduna
benzetirsek, bunun aklı ve ruhu, bilim ve sanatın her türüdür, bedeni de,
siyaset ve idaredir. Birini diğerine tercih etme ya da birini biraz ihmal etme
lüksümüz yoktur. Bilgi toplumuna giden yol, ikisi arasındaki hassas dengeyi
kurmaktan geçer. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. MUSTAFA SAİT GÖNEN (Devamla) - Ayrıca, Atatürk'ün işaret
ettiği fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetişmesi için, bilgiyi
üreten, depolayan ve kullanan üniversitelerimizin personelinin özlük haklarının
yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyor, Yüksek
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Konya Milletvekilimiz Sayın Mustafa Sait
Gönen'e, gerçekten, Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri olan üniversite
çalışanlarının özlük hakları konusunu, özellikle, işaret ettiği protokol
meselesiyle gündeme getirdiği için ben teşekkür ediyorum. Şimdi, Sayın Milletvekilimize, hükümet adına, Sayın
Adalet Bakanımız Prof. Dr. Hikmet Sami Türk yanıt vereceklerdir. Buyurun Sayın Bakanım. (DSP sıralarından alkışlar) ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; çağdaş devletin vazgeçilmez görevlerinden
biri, ulusal eğitimdir. Ulusal eğitimin doruk noktasını oluşturan üniversite,
eğitim ve öğretim, bilim üretimi, araştırma ve topluma hizmet sunma olarak
belirlenen işlevlerini uluslararası standartlarda yerine getirmek durumdadır. Bugün, ülkemizde, yükseköğretimde çağ nüfusunun
okullaşma oranı, açıköğretimle birlikte, yüzde 27'lerin üzerindedir.
Üniversitelerimizde 1,5 milyon dolayında öğrenci öğrenim görmekte ve 70 000'e
yakın öğretim elemanı görev yapmaktadır. Bu rakamlar, ülkemiz potansiyelinin de
göstergesidir. Bu bağlamda, Türkiye'nin geleceği için gerekli ve nitelikli
insan gücünün yetiştirilmesi için, üniversitelerin olmazsa olmaz öğesi sayılan
insan kaynaklarının geliştirilmesi zorunludur. Üniversite öğretim üyeliğinin çekici hale getirilerek,
çok iyi eğitim almış, başarılı ve yetenekli gençlerin bu mesleğe
yönlendirilmeleri ülkemizin kazancı olacaktır. Bilim adamı, görevini
sürdürürken, her türlü kaygıdan, özellikle ekonomik kaygıdan uzak olarak,
verimliliğin en üst düzeyinde olmalıdır. Bu yönde gerekli çalışmaların
yürütülmesinde zorunluluk vardır. Gençlerimizin, yükseköğrenim görme isteği yanında,
toplumun üniversitelerden beklentilerini de karşılayabilmek için, öğretim
üyeliğini yeniden çekici hale getirme çalışmaları sürdürülmektedir. Toplumda
yükseköğretim isteğinin her geçen gün arttığı dikkate alınarak, genelde
üniversite sorunlarının çözümü, özel olarak da öğretim üye ve yardımcılarının
özlük haklarının iyileştirilmesi için, her türlü çaba gösterilmektedir. Öğretim elemanlarının ücretlerinin belirlenmesinde,
temel ve zorunlu gereksinimlerin yanı sıra, akademik ve bilimsel etkinliğin
özel gereksinmeleri, bu arada, yurtiçi ve yurtdışı konferans ve benzeri
etkinlikler için yapılan ödemeler, test, kitap ve benzeri çalışmalar için
yapılan kırtasiye harcamaları ve diğer giderler de göz önünde tutulmaktadır. Ancak, ülkemizde süregelen kronik enflasyon nedeniyle
ücretlerin, kamu kesiminin diğer bölümlerinde olduğu gibi, üniversitelerde de
aşınmaya uğradığı ve bütçeden eğitim ve öğretime ayrılan kaynakların azaldığı
yadsınamaz bir gerçektir. Bugün için, genel ekonomik durumun ülkemizde
etkilemediği insan yok denecek kadar azdır. Geçici olan bu durumun sona
ermesiyle, genelde kamuda, özelde üniversitelerimizde büyük bir özveriyle görev
yapanların ekonomik durumlarının düzeltilmesi hepimizin ortak isteğidir. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanımıza teşekkür ediyorum,
hükümet adına, yanıt verdiği için. Bir hususa ben de, burada, işaret etmek istiyorum.
Üniversite mensuplarının maaşlarıyla ilgili enflasyon sebebinizi ya da ekonomik
sıkıntıları, haydi bir derece diyelim, anlayabilmek mümkün; ama, il
protokolünde, üniversite rektörlerinin sekizinci sırada yer alması, sanıyorum
aynı sebepten kaynaklanmamaktadır. Onun için, bir profesör olarak, kabinede bir
öğretim üyesi sıfatıyla, bu konuda, sizin de aynı düşünce doğrultusunda
katkılarınızı beklediğimi ifade ediyorum. Değerli milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, İzmir
İlinde yaşanan sel felaketi hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Suha
Tanık'a aittir. Buyurun Sayın Tanık. (ANAP sıralarından alkışlar) 3.- İzmir Milletvekili Suha Tanık'ın,
İzmir'de meydana gelen sel felaketine ilişkin gündemdışı konuşması ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı SUHA TANIK (İzmir)- Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 14 Kasım 2001 Çarşamba günü, yani, bundan 6 gün önce
-önümüzdeki çarşamba günü, yani, yarın 7 gün olacak, bir hafta olacak- İzmir'de
meydana gelen sel felaketiyle ilgili bilgi arz etmek üzere huzurunuza çıkmış
bulunuyorum. Bugün sabahleyin saat 05.30 uçağıyla İzmir'den geldim.
Yine bugün sabahleyin İzmir'de yoğun bir yağmur yağışı vardı. Tabiî,
görevlileri, kimseyi suçlamak niyetinde değilim. Kimsenin elinde koca bir
şemsiye yok, şehrin üstüne bir şemsiye açsınlar da yağmuru önlesinler. Tabiî,
hesaplar, kitaplar, dereler, kanallar, metrekareye 50 kilogram, 20 kilogram, 30
kilogram ya da belli bir süreç içerisinde yağmurun yağdığını düşünerek, 10
saatte, 12 saatte, 24 saatte yağan yağmurun, böyle sicim gibi yağan bir
yağmurun getirdiğini düşünürsek, bunların, tabiî, felakete dönmesi söz konusu
olamaz. Ama, düşünün, 3-4 saat içerisinde metrekareye 105 ilâ 110 kilogram
yağmur yağdığı zaman, şehirdeki dereler, dere olmaktan çıkar, nehir haline
gelirler ve yapılan kanalizasyonlar bununla baş edemez. Kimseyi suçlamak niyetinde değilim; ama, bakın,
İzmir'deki bir gazete... Bu, Yeni Asır Gazetesi. İzmir'deki herkesin yakinen
takip ettiği, Ege yöresindeki bütün milletvekili arkadaşlarımın bildiği bir
gazete; bir manşetle: "Yılların ihmali" diyor. Evet, bütün
İzmirlilerin, burada herhangi bir parti ayrımı yapmadan üzerinde durması
gereken, yılların ihmali. Sayın arkadaşlarım oradan bana ne sesleniyorlar,
bilmiyorum; ama, bakın, bundan daha önce İzmir'de Çiğli tarafında yaşanan bir
sel felaketinde 64 vatandaşımız öldü. Yani, o tarihlerde Körfez Savaşında bu
kadar insan ölmemişti. Şimdi, 21 inci Yüzyılın İzmir'inde, Türkiye'nin üçüncü
büyük şehrinde bir yağmur yağıyor, sele dönüşüyor ve 2 vatandaşımız hayatını
kaybediyor -ailelerine, buradan, başsağlığı dilerim, kendilerine rahmet
dilerim- ve Sayın Başbakanımız, İzmir'deki ilgileri arıyor. Aslında, tabiî,
başta, İzmir Valisine teşekkür etmek isterim; bütün milletvekili arkadaşlarıma
-herhalde, tahmin ediyorum- ertesi gün, yağışla ilgili, bu yaşanan felaketle
ilgili birer bilgi notu gönderdi; ama, Sayın Başbakanımız, Sayın Büyükşehir
Belediye Başkanını arayarak "geçmiş olsun" diyor ve benim, basından
aldığım notlara göre, bu sel felaketi için 100 milyar liralık bir yardımda
bulunuyor. Şimdi, sayın milletvekilleri, yine, burada, sizlere,
iki ayrı fotoğraf göstermek istiyorum, gazetede çıkan fotoğraflar. Her zaman
söylediğim bir şey var, şurada bir slayt makinesi olsa da, bunları, burada,
sizlere, büyük projeksiyonla, slaytla göstersek. İki ayrı fotoğraf; iki ayrı
fotoğrafta, hasar gören arabaların resimleri. 100 milyar!.. 100 milyara, bugün
araba satılıyor; şuradaki arabaların 5 tanesi 300-500 milyar eder sayın
milletvekilleri. Yani, Sayın Başbakan Yardımcımız Rize Milletvekili, Rize'de
bir sel felaketine gidiyor. Rize'deki bütün hemşehrilerimize geçmiş olsun
diyorum; ama, basından öğrendiğime göre, Rize'deki sel felaketinden dolayı,
Rize'ye 1 trilyon veriliyor, İzmir'e, Sayın Başbakan 100 milyarı layık görüyor.
Bu, yanlış! Bütün İzmir milletvekilleri olarak, 1 trilyonu biz de istiyoruz.
(DYP ve SP sıralarından alkışlar) Ayıp değil ya, kıskandım; bunu da, sizin
huzurunuzda burada dile getiriyorum. İzmir'deki gerekli yatırımlara, bugün
devam etmekte olan yatırımlara, artı, bu sel felaketinden zarar görmüş tüm
vatandaşlarımızın yaralarına bir nebze merhem olacak, biz de, 1 trilyonu
istiyoruz; bu kadar basit. Tabiî, Sayın Başbakanımızın bu konudaki hassasiyetini
önümüzdeki günlerde göreceğiz; ama, vatandaş, zaten, ekonomik krizle
kıvranıyor. Yani, başımıza gelen bu felaket nedir diye, bazen, kendi kendime de
düşünüyorum; yaz olur, orman yangınları bir taraftan; ilkbahar, sonbahar olur,
depremler gelir bir taraftan; kış olur, sel felaketleri; enflasyon bir
taraftan; hayat pahalılığı, ekonomik geçim sıkıntısı bir senedir vatandaşın
burasında. Yani, insan, ister istemez, şu makûs talihimizi ne zaman kıracağız
diye bir beklenti içerisine giriyor. Bakın, yağmurun yağdığı yerler -birçok arkadaşımızın
bildiğini tahmin ediyorum- İzmir'in en gözde, en güzel yerleri: Hatay,
Güzelyalı, Göztepe, Üçkuyular, Konak, Mithatpaşa, Bornova, Buca, Menderes...
Yağmurun felakete neden olduğu yerler buraları. Bugün, sabahleyin uçakta bir arkadaşım anlattı;
"Konak'ta Anafartalar'daydım, çarşıda alışveriş yapıyordum yağmur
başladığı zaman, bir dükkâna girdim, yağmur bitmeden dükkândan..." (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Belediye Başkanı DSP'li mi
Sayın Tanık?! SUHA TANIK (Devamla) -Efendim, bakın, şu çok önemli,
yılların ihmali bu; bunu herhangi bir belediye başkanını suçlamak için
söylemiyorum. Daha önceki Doğru
Yolcuydu, daha önceki ANAP'lıydı, şimdiki DSP'li, daha önce CHP'li vardı, değişik
bütün partilerden belediye başkanları; ama, biz, İzmirliler olarak bunu
yaşıyoruz İzmir'de. Uçakta vatandaş bana aynen şunu söylüyor: "dükkândan
çıktım, belime kadar suyun içinde yürüdüm." Bu, Konak dediğimiz, yani,
alışveriş merkezinde olan bir şey. İnanın, cuma, cumartesi, pazar, üç gün,
Mithatpaşa semtinde dolaştım, Hatay tarafında; e, valla, 21 inci Yüzyıldaki
güzel İzmir'e, Türkiye'nin üçüncü büyük şehrine yakışmıyor, buna layık değil!
Ben, bu konudaki duygularımı,
vatandaşımın, bu konudaki size duyurmamı istediği konuları burada dile
getirmeye çalıştım ve yine, altını özellikle çiziyorum, İzmir'e 100 milyarı
hiçbir değer olarak kabul etmiyorum, -artık, sayın bakanlar mı cevap verir, Sayın Başbakan mı, sayın iktidar
partileri milletvekilleri mi- DSP'de 14-15 milletvekili arkadaşımız var, bunu,
hiç değilse, muhakkak 1 trilyonun üzerine çıkarsınlar. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum; sağ olun. (DYP
ve SP sıralarından alkışlar) YILDIRIM ULUPINAR (İzmir) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Gündemdışı konuşmaya hükümet adına Bayındırlık
ve İskân Bakanımız Sayın Prof. Dr. Abdülkadir Akcan cevap vereceklerdir. (MHP
ve DSP sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Bakanım. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Afyon) -
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, İzmir İlimizde yaşanan sel
felaketiyle ilgili olarak, İzmir Milletvekilimiz Sayın Suha Tanık'ın yapmış
olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. İzmir İlimizin muhtelif semtlerinde meydana gelen sel
felaketini yaşayan İzmirli vatandaşlarımıza, öncelikle huzurunuzda geçmiş olsun
dileklerimi sunuyorum ve ayrıca, bu ve öteki felaketlerde, afetlerde hayatını
kaybeden vatandaşlarımıza Tanrıdan rahmet diliyorum. İzmir İlinde 14.11.2001 tarihinde saat 20.30 sularında
meydana gelen yoğun yağış haberi üzerine, Bakanlığımız Afet İşleri Genel
Müdürlüğünce, İzmir Valisi ve il teşkilatımız olan Bayındırlık ve İskân
Müdürlüğü ile telefon teması sağlanmış ve bu temas sürdürülmüştür. Bu temaslar sırasında alınan bilgilere göre, Konak,
Bornova, Buca, Gaziemir, Menderes ve Karşıyaka İlçelerinden geçen Melez Çayı,
Poligon ve Halkapınarı Dereleri taşmaları sonucunda, bazı işyerleri ve
konutların bodrum ve zemin katları sular altında kaldığı, park halindeki bazı
araçların da hasar gördüğü tespit edilmiş ve öğrenilmiştir. İzmir Valiliği, acil yardım ödeneğine şimdilik ihtiyaç
duymadıklarını belirterek, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik
Fonundan 100 milyar Türk Lirası temin edildiğini bildirmiştir. Bakanlığımızca, hemen -özellikle mahallî idareler
açısından- hasar tespit ekipleri oluşturularak, sel felaketinin yaşandığı
mahallelere ekipler görevlendirilmiştir. Bugüne kadar yapılan çalışmalar
neticesinde, 977 adet konut ve işyerinde maddî hasar meydana geldiği; ancak,
binalarda statik yönden herhangi bir kusurun bulunmadığı müşahede edilmiştir.
Bölgede hasar tespit çalışmaları halen sürdürülmektedir. Şiddetli yağışın etkilediği bölgelerin, genellikle
belediyelerce dere yataklarının temizlenmeyen ve ıslah edilmeyen kısımlarında
olduğu tespit edilmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tür
metropollerde yaşanan doğal felaketlerin maddî ve manevî güçlük ve
zorluklarının yanı sıra, kentsel yaşamın günlük koşullarını doğrudan etkilemesi
dolayısıyla, vatandaşlarımız bu olaylar karşısında çeşitli sıkıntılarla karşı
karşıya kalabilmektedir. Bunun için, büyük şehirlerimizdeki il özel
idareleriyle yerel yönetimlerimiz, böyle üzücü felaketler karşısında, her türlü
ekip ve ekipmanıyla hazırlıklı olmak durumundadırlar. Bunların teşkili ve
tesisinden ziyade, yaşanacak bir felaket anında, bu hususta sorumluluk sahibi
olan resmî kuruluşlarımız ile özel ve tüzelkişilerin, âcil önlem alarak,
meydana gelen olaylara müdahale edebilecek güç ve erk içinde olmaları günümüz
koşullarında kaçınılmazdır. Hal böyle olunca, her türlü doğal afet olayına
karşı hazır ve bilinçli olunması, fertler başta olmak üzere, bütün ilgili kişi
ve kurumların, afet öncesi, afet
sırasında ve afet sonrası sorumluluğunun belirlenmesi gerekmektedir. Bunun için
de yapılması gerekenler, yerinde ve zamanında yapılmalıdır. Bu duyarlılık
bilincinde olunduğu sürece felaketlerin atlatılması ve yapılması gerekenlerin
de amacına uygun halde ve zamanında yapılması daha kolay olacaktır. Değerli milletvekilleri, Sayın Suha Tanık'ın Rize
karşılaştırmasını gözardı etmek pek mümkün değil; ancak, Sayın Tanık, eğer,
Rize'de, felaket anında ve sonrasında yerinde inceleme yapsa, kesinlikle bu
görüşünden vazgeçeceğini ben rahatlıkla iddia edebilirim ve ifade ederim. Sayın
milletvekilimizin sitemini anlıyorum ve anlayışla karşılıyorum, aslolan, orada
yaraların sarılmasıdır. Bir felaket olur, Allah korusun, Rize'den daha küçük
bir ilde olur ve bunun için 10 trilyon gönderilmesi gerekir, o bile yetersiz
olur. Aslolan, paranın şu veya bu boyutta gönderilmesi değil, afete anında
müdahale ederek bir önce yaraların sarılması mantığının önplanda tutulmasıdır
der, biz Bakanlık ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü olarak, Türkiye'nin her
tarafında olduğu gibi, İzmir'de de, daha önce felaketin, afetin başladığı andan
itibaren yaptığımız incelemelerde gösterdiğimiz hassasiyeti göstererek, bundan
sonra, başta, toplumun tamamına hizmet veren mahallî idarelerimizin
sıkıntılarının bertaraf edilmesi söz konusu olmak üzere, tüm ihtiyaç
sahiplerine gereken müdahalenin yerinde ve anında yapılması için mücadele
ettiğimizin bilinmesini ister, hepinizi saygıyla selamlarım. (MHP ve DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Değerli Bakanımıza çok teşekkür ediyorum. Muhterem milletvekilleri, ben, bir hususu burada
açıklamak isterim. Sayın Suha Tanık'ın gündemdışı konuşma talebine daha az
saygı duyduğum için değil, İzmir'i daha çok sevdiğim için, bu konunun, Meclis
gündeminde yüce takdirlerinize gelmesini uygun buldum; ama, burada bir hakkı
teslim etmek durumundayım. Hemen her partiden birçok milletvekili arkadaşımız,
14 Kasımda İzmir'de meydana gelen bu sel felaketiyle ilgili olarak gündemdışı
söz talebinde bulundular. Ben, Doğru Yol Partisinin değerli Grup
Başkanvekillerinin ricasını dikkate alarak Sayın Suha Tanık'a söz verdim. Burada, sel felaketine ilişkin bendeki bilgileri de
dikkatlerinize sunmak isterim. Melez ve Poligon derelerinin taşması neticesi,
üçbuçuk saat civarında, o yoğun, normalin üstünde seyreden yağışlar nedeniyle
bu hal meydana geldi. Devlet Bakanı Sayın Hasan Gemici arkadaşıma, Sosyal
Yardımlaşma Fonundan ilk anda 100 milyar lira gönderdiği için ben de teşekkür
ediyorum. Bu sabah, buraya gelmeden önce, Sayın İzmir Valimizle
ve Sayın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımızla son durum hakkında bir kez daha
görüştüm. İzmir Büyükşehir Belediyemizin, üç yıldan bu yana dere ıslahları için
harcadığı paranın miktarı tam 19 milyon dolar ve daha önlerindeki projeleri
bitirmeleri için harcamaları gereken rakam 6 milyon dolar. Kabul edelim ki, içgöç nedeniyle şehirlerimizdeki
altyapı sorunları, maalesef, yağmur olsun, başka doğal afetler olsun, belirli
bir seviyenin üzerine çıktığı anda hepimizi sıkıntıya sokmakta. Şu an itibariyle, orada, sel felaketinin olduğu 14
Kasımdan bu yana tüm kamu kurumlarının araçları, personeli, büyükşehir
belediyesinin makineleri çalışmakta. Değerli İzmir Valimize, Değerli İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanımıza, personeline, İzmir Emniyet Müdürümüze, ben,
hem kendi adıma hem sizler adına, gösterdikleri olağanüstü çalışmalar nedeniyle
teşekkür ediyorum. Dün itibariyle, bir 100 milyar daha talepte bulunduklarını
ifade ettiler... Burada, Suha Tanık arkadaşımın sözleri, ola ki, yanlış
anlaşılabilir. Milletvekilleri, yalnız seçildikleri illeri değil, tüm
Türkiye'yi temsil ederler. Dolayısıyla, yurdumuzun neresinde -Allah korusun-
herhangi bir sel felaketi olsun, başka
bir doğal afet olsun meydana gelirse, kaybettiğimiz her can, hepimizindir.
Dolayısıyla, böylesi konularda, şehirler arasında, şehirlerin siyasetçileriyle
bir mukayese yapmak, bizi, başka başka sıkıntılara sokabilir. Ben, Suha Tanık arkadaşımın bir düşüncesine de
katılırım; doğrudur, Yeni Asır'da, Ege TV'de bütün ayrıntılar verildi; hepsini
biliriz. Buradan da, İzmirli tüm milletvekillerimize teşekkür ediyorum
gösterdikleri hassasiyet için, İzmirli bakanlarımıza teşekkür ediyorum ve İzmir
Valiliğinin dün talep ettiği bu 100 milyarın, aslında, birkaç günlük bir
problem çözücü özellik taşıdığının bilinciyle, Sayın Başbakanımızdan, Sayın
Maliye Bakanımızdan, bu konuda, İzmir'e, önümüzdeki dönemlerde olası daha büyük
felaketle karşılaşmamak için, bir miktar daha yardımı, tüm İzmir milletvekili
arkadaşlarım adına, ben de buradan talep ediyorum ve Suha Tanık arkadaşıma
teşekkür ediyorum bu konuyu gündeme getirdiği için. MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan, ufak bir açıklama
yapmak istiyorum. BAŞKAN - Sayın Başkanım, size söz verirsem, İzmir
milletvekillerimiz Yıldırım Ulupınar ve Yusuf Kırkpınar arkadaşlarım da söz istemişler...
O zaman, onların anlayışlarına sığınayım; Grup Başkanvekili sıfatınızla siz
tercüman olunuz. MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Çok teşekkür ederim Sayın
Başkanım. İzmir'e olan sevginize saygı duyuyorum. Ben de, İzmir
ve Rize halkına, insanlarımıza, gördükleri afetlerden dolayı geçmiş olsun
diyor, hayatını kaybedenlere Tanrı'dan rahmet diliyorum; ancak, Sayın Tanık'ın
burada ifade ettiği hususu, ben de, Hatay Milletvekili olarak, Hataylılar
adına, Hatay milletvekilleri adına müsaadenizle -size teşekkür ediyorum,
müsaade ettiniz- dile getirmek istiyorum. Gerçekten, Rize'de yaşanan sel felaketinden sonra,
Sayın Başbakan Yardımcımızın gösterdiği hassasiyete, hükümetimizin gösterdiği
aciliyete, tavra, davranışa teşekkür ediyorum; ancak, buradan da bir şey ifade
ediyorum: Hatay'da yaşanan sel felaketinden bu yana altı ay geçti, henüz daha
hiçbir yara sarılmadı. Buna Meclisimizin ve Meclis Başkanımızın da, deminden bu
yana ifade etmeye çalıştığım aynı hassasiyetle dikkati çekmesini talep
ediyorum. Gerçekten, nerede bir felaket varsa devletimiz, tüm insanlarımız, tüm
kurumlarımız aynı hassasiyeti göstermeliler. Hatay insanı, Hatay mahallî
idareleri, yaşanan sel felaketinden sonra devletimizin gösterdiği bu
duyarsızlığın şokunu yaşamaktadırlar, hayal kırıklığını yaşamaktadırlar. Bunu,
burada, müsaadenizle ifade etmek istiyorum, devletimizin ve hükümetimizin
dikkatini çekmek istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben de size teşekkür ederim. Geçen ay, Meclisi
yönettiğimde Sayın Başkan, ben, söz isteyen Hatay Milletvekilimiz Metin Kalkan
arkadaşımıza, geç müracaatı yapıldığı için söz verememiştim.. Bu kez, Hatay
Milletvekilimiz Sayın Levent Mıstıkoğlu, ilk günden müracaatını yaptığı için,
sanıyorum, ya yarın ya yarından sonra, Hatay'da meydana gelen sel felaketi ve
bunun doğurduğu sorunlara ilişkin bir gündemdışı söz talebini, hassasiyetiniz
nedeniyle yanıtladım, orada da tekrar görüşeceğiz. Peki, çok teşekkür ediyorum. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Sayın Başkan, müsaade eder
misiniz, ben de bir şey söyleyebilir miyim... BAŞKAN - Artık, dile getirdik... YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Dile getirilenlerden benimki
çok farklı bir şey Sayın Başkan, izin verirseniz... BAŞKAN - 2'şer dakika, Yusuf Kırkpınar ve Yıldırım
Ulupınar arkadaşım burada idi... Buyurun Sayın Kırkpınar. YUSUF KIRKPINAR (İzmir)- Sayın Başkanım, müsamahanız
için önce teşekkür ediyorum. Suha Tanık'ın bütün konuştuklarınla katıldığım
gibi, orada şimdiye kadar gelmiş, geçmiş bütün belediyeler, hiçbir dere ıslahı
çalışmasında bulunmadılar. Bundan 6-7 yıl önce 64 kişi hayatını kaybetti; geçen
14 Kasımda da, 2 kişi hayatını kaybetti. Sadece, İzmir'in kıyı kenar
çizgilerini ve denizi doldurarak İzmir'e büyük ihanetler içerisinde bulunan
geçmiş ve şimdiki belediyeler, burada ölen insanları göz önünde bulundurmamış
ve dere ıslah çalışmaları yapmamışlardır. Öncelikle, İzmir'e hizmet edilecekse,
derelerin ıslah edilmesi lazım; aksi takdirde, bundan sonra yağan her yağmur,
yüzlerce can almaya devam edecektir. Bilgilerinize sunuyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum efendim. Benim için en kolay yanıt "yoğun gündem nedeniyle
hiçbir arkadaşıma gündemdışı söz veremiyoruz" demekten ibaretti. Bakın,
son iki arkadaşım dedim, tekrar talepler gelmeye başladı. Yani, ben, formel
hukuku gayet iyi bilen bir insanım. Peki, Sayın Dayıoğlu, size söz veriyorum; ama, ondan
sonra, lütfen, hiç kimse ısrarda bulunmasın. Buyurun. SALİH DAYIOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 14 Kasım günü başlayan yağmurla İzmir'de meydana gelmiş olan
sel baskınları ve can kaybı dolayısıyla, İzmir, her sene yaşadığı bir felaketi
bir daha yaşamıştır. Bu yağmur felaketiyle hayatını kaybeden hemşerimizin
yakınlarına başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyorum. İzmir, Hasan Tahsin'le bilinir. İzmir, 9 Eylülle
bilinir. İzmir, ilk İktisat Kongresiyle bilinir; ama, geçmişten bugüne kadar
İzmir Şehri, tamamıyla siyasî rant uğruna harap edilmiştir; Bucasıyla harap
edilmiş, Bayraklısıyla harap edilmiş, Çiğlisiyle harap edilmiş, Balçovasıyla
harap edilmiş, Bornovasıyla harap edilmiştir. İzmir'de şehirsel yapılaşma tamamıyla felç olmuş
durumdadır. Kaçak yapılaşma, bu olumsuzlukları ortaya çıkarıp... İzmir, her
yağışta, sahil kenti olması nedeniyle, bunu yaşamaktadır. Bu nedenle, İzmir'e bakışımız değişmelidir. Burada,
siyasî rant peşinde koşmaktan ziyade, İzmir'le ilgili acil, kesin ve köklü
tedbirlerin alınması dileğiyle sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Sağ olun. BAŞKAN - Peki, o zaman ben size bir öneride bulunayım:
İzmir milletvekilleri olarak, İzmir'in sorunlarına ilişkin bir araştırma
komisyonu kurulmasına yönelik bir önerge hazırlayınız, daha bir köklü yapalım;
ama, benim de sizden bir istirhamım var: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımıza
ben buradan teşekkür ettim, yaptığı çalışmaları ben anlattım; ama, aynı bakış
altında, bundan önce görev yapan belediye başkanlarına da teşekkür edersek,
sanıyorum, daha yapıcı bir yaklaşımı benimsemiş oluyoruz. YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Niye teşekkür ediyoruz Sayın
Başkan, teşekkür etmek gerekmez; sadece sahili doldurdular, bütün varoşlar
rezil durumda; neyine teşekkür ediyoruz. BAŞKAN - Geçmişte olumlu çalışma yapanlara teşekkür
etmek niçin sizi rahatsız etsin Sayın Kırkpınar? YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Beni rahatsız etmiyor; ama,
yapılanları biliyorum. Belediye başkanlarının yaptıkları ortada, hiçbir ciddî
sorunu benimsemiyorlar... BAŞKAN - Peki, İzmir'in bütün sorunları sadece bu
dönemde mi... YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Kişiselleştirmeye gerek yok, belediye başkanlarının yaptıkları
ortada... BAŞKAN - Öyle mi diyeceğiz Sayın Kırkpınar? YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Her dönemde sahili
dolduruyorlar, varoşları rezil hale getirdiler... BAŞKAN - Doğru iş yapanlara teşekkür edelim diyelim o
zaman... YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Hayır, ben, bu konuları
vaktiyle bakan beyle de görüştüm, İzmir'in sorunlarını dile getirdim; ama, hiç
konu edilmedi.. BAŞKAN - Peki, doğru iş yapanlara da teşekkür etmeyelim
öyle mi?.. YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Doğru iş yapanlara teşekkür
edelim. BAŞKAN - Peki, o zaman anlaştık. Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır. Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum: B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- Adana Milletvekili Yakup Budak ve 19
arkadaşının, çalışan çocuklar ile sokak çocuklarının sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/218) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Geleceğimizin teminatı çocuklarımızla ilgili
çalışmaların yapılması, sosyal devletin en öncelikli görevlerindendir. Çalışan
çocukların ve sokak çocuklarının bugün içinde bulunduğu ortam içler acısıdır.
Bu nedenle, çalışan çocuklar ile sokak çocuklarının içinde bulundukları
sorunların belirlenmesi ve alınacak tedbirlerle uygulamaya koyulacak yeni politikaların belirlenmesi konusunda,
Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 üncü ve 105
inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ve
teklif ederiz. 13.11.2001
Gerekçe: Bugün, Türkiye'de milyonlarca çocuk tehlikeli ve uygun
olmayan şartlarda çalıştırılmaktadır. Çocuk işçiliği, yoksulluk, eğitim
eksikliği, geleneksel yapı ve ekonomik gelişmeler, küreselleşme gibi nedenlere
dayanmaktadır. IMF ile Dünya Bankasının gelişmekte olan ülke ekonomilerine
dayattıkları ekonomik programlar, sosyal harcamalarda yoksulların daha da ağır
biçimde etkilenecekleri kesintilere yol açmıştır. Çocuk işçiliğinin önüne
geçecek en önemli faktör olan eğitim, bu kesintilerden en büyük darbeyi
almıştır. Çocukların eğitim çağında çalışma hayatında yer
almaları, Türkiye'de önemli bir toplumsal sorun olarak ağırlığını her geçen gün
hissettirmektedir. Genellikle yoksulluk, tek tip ve yetersiz eğitim sistemi,
işverenlerin ucuz işgücü tercihi, düzensiz kentleşmeye, gelir dağılımındaki
eşitsizlik, aile gelirindeki hızlı düşüşler, çocukların çok küçük yaşlarda
çalışma yaşamına atılmalarını kaçınılmaz kılmaktadır. Çocuk işçiliğinin yaygınlığı ve kapsamı hakkında çok
ayrıntılı verilere sahip olmamamıza rağmen, çalışan çocuk sayısı
küçümsenmeyecek kadar yüksektir. DİE'nin 1999 çocuk işgücü anketine göre, çocuk
işçi sayımız 3 850 000 civarındadır. Bu rakam, 6-14 yaş arasında yer alan
nüfusumuzun yüzde 32'sidir. Büyük bir bölümü asgarî çalışma yaşının altında
çalışmaya başlayan çocukların yüzde 41'i okula devam edememektedir. Çocukların
yüzde 40'ı hane halkı gelirine katkıda bulunmak, yüzde 30'u ailenin borçlarının
ödenmesine ve ekonomik faaliyetine yardımcı olmak için çalışmaktadır. 6-14 yaş
grubunun çalıştıkları işyerlerinin yüzde 83'ünün hiçbir yerde kaydı yoktur.
Yılda 5 000 çalışan çocuğun iş kazası geçirmekte olduğu veya meslek hastalığına
yakalandığı tespit edilmiştir. Çocukların yüzde 80,6'sı hastalandığı zamanlar
dışında doktor kontrolüne hiç gitmemiştir. Çocukların yüzde 94,2'si günde
yedibuçuk saatten fazla çalışmakta, yüzde 58,4'ü de hiç izin kullanamamaktadır.
Çalışan çocukların önemli bir bölümü de, sokakta
çalışan çocuklardır. Bu çocuklar, ailelerinden daha az destek alan ve ailenin
geçim sorumluluğunu sokaklarda, pazarlarda çalışarak paylaşmak zorunda olan
çocuklardır. Açlığın, yokluğun, istismarın pençesinde yaşamaya çalışan bu
çocukların yaş ortalaması 12'dir. Sevgisiz ve ilgisiz büyüyen, sokakta yaşamayı
kendi için kurtuluş yolu olarak gören sokak çocuklarının durumu içler acısıdır. Bu çocukların sokağa itilmelerinin en büyük sebebi,
erozyona uğrayan değer yargılarımız ile buna bağlı olarak parçalanmış aile
yapıları ve gelir dağılımını bozucu çarpık ekonomik uygulamalardır. Başta, büyükşehirlerimiz olmak üzere, diğer Anadolu
şehirlerinde de hızla çoğalan sokak çocuklarının sayısının 10 000 ile 100 000
arasında olduğu dile getirilmektedir. Son yıllarda, hem sokaklar, sokak çocuklarını tehdit
etmeye başladı hem de kendileri toplumu tehdit etmeye başladı. Çeteleşmeler,
cinayetler, uyuşturucu bağımlılığı, fuhuş, gasp yaşanan trajedinin sadece
birkaçıdır. Halen, cezaevlerinde 2 000'i aşkın çocuk bulunuyor. Ülkemizde
korunmaya muhtaç çocuk sayısı 1 milyon civarında iken ve devletin
sorumlulukları da ilgili kanunlarla belirtilmişken, SHÇEK ancak 21 000 kimsesiz
çocuğa imkân sağlayabilmektedir. İster çalışan çocuklar olsun, isterse sokak çocukları;
çocukların bedensel, zihinsel, duygusal ve ahlakî gelişimini engelleyen işlerde
çalışması önlenmeli, çocukların tehlikeli işlerde ve sömürücü koşullarda
çalıştırılmasına acilen son verilmelidir. Çocukların sağlıklı büyüyüp
yetişebilmeleri ve toplum içerisinde sağlıklı bir fert olarak yer alabilmeleri
için, çocukluk dönemlerini çocukça yaşamaları gerekmektedir. Çocuklarımız, alınıp satılmayı, cinsel tacize uğramayı,
uyuşturucu kullanmayı, uygun olmayan şartlardaki işlerde çalışmayı
istememektedir. İstisnasız bütün çocuklar, sonsuz bir sevgiyi, şefkati, barışı,
saygıyı, güzel bir geleceği istemektedirler. Bunu sağlamak ve denetlemek, hem
insanî hem de devletin anayasal görevidir. BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Sayın Başkan, gensorunun
okunmasından önce bir hususun düzeltilmesini talep ediyorum. Bu "sokak çocukları" kavramını bizim
düzeltmemiz gerektiğine inanıyorum. Çünkü "sokak çocuğu" kavramı çok
ağır bir itham. Bunlar, saygılı bir ailenin sokak çocuğu da olabilir; ama
bunlar, yarın, anne olacaklar, baba olacaklar. Bunların çocukları, kimsesiz bir
çocuğun babası, annesiyle itham edilmiş olacaklar. Bu aşağılayan ifade yerine;
yani "sokak çocukları" kavramı yerine, kimsesiz çocuklar kavramını
literatürümüze geçirmiş olsak, resmî kayıtlarımıza geçirmiş olsak, daha anlamlı
olmaz mı? Çünkü, sokak çocuğu, normalde, bir zenginin çocuğuna, bir Ahmet'in,
bir imamın çocuğuna bile söylenilebiliyor; davranışları, hal ve hareketleri hoş
karşılanmadığı için sokak çocukları diye itham edilebiliyor; ama bunlar,
sahipsiz, yetim, sokağa konulmuş günahsız, hiçbir hatası olmayan, sadece
sahiplenildiği için bunlara, resmî kayıtlarda sokak çocuğu demek çok ağır
geliyor, insanların nefsine ağır geliyor. Bunun düzeltilmesini talep ediyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Zeki Ergezen'e ben de teşekkür ediyorum.
Gerçekten, önemli bir konuya işaret etmiştir; o zaman, bu öngörüşme yapılırken,
sizden, bu konuda da bilgilerinizi daha bir enine boyuna rica edelim. Çok teşekkür ediyorum. Bir gensoru önergesi vardır, önerge daha önce
bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır. Ancak, sayın milletvekilleri, Divan Üyesi değerli
arkadaşımızın, sunuşları, oturarak okuması hususunda oylarınızı istirham
ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Şimdi, önergeyi okutuyorum: 2.- Saadet Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili
Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olmayarak ekonomik çöküş
sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü
davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/23) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Tüm ekonomik göstergeler Türkiye ekonomisinin kötüye
gittiğini açıkça ortaya koymaktadır. Hazırlanan 2002 bütçesinin tam bir iflas
bütçesi olduğu ifade edilmektedir. Halkımız tarihinin hiçbir döneminde
görmediği büyük bir ekonomik sıkıntı yaşamaktadır. 13.03.2001 tarihinden bu yana Sayın Kemal Derviş, tek
patron olarak ve Devlet Bakanı sıfatıyla, ekonomi yönetiminin başında
bulunmaktadır; 57 nci hükümet ve hükümet ortaklarının parti grupları,
kendisinin her istediğini yapmıştır. Öyle ki, Türkiye Büyük Millet Meclisine
sevk edilen birçok yasa kamuoyunda Derviş yasası olarak adlandırılmış ve Sayın
Dervişe ayak uyduramıyor gerekçesiyle bakanlar bile istifa ettirilmiştir. Bu
nedenle, bu çöküşün baş sorumlusu Sayın Kemal Derviştir. Aşağıdaki gerekçeleriyle Devlet Bakanı Sayın Kemal
Derviş hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddesine göre gensoru
açılmasını arz ve talep ederiz. 15.11.2001
Gerekçe: Muhalefetin ve toplum kesimlerinin uyarılarına rağmen,
57 nci hükümetin ısrarla uyguladığı sözde "ekonomik istikrar
programı" 18 Şubat 2001 tarihinde çıkarılan krizle iflas etmiş ve Türkiye
ekonomisi bir anda çökme noktasına gelmiştir. Bunun üzerine, Dünya Bankası
Başkan Yardımcılarından Sayın Kemal Derviş, Türkiye'ye getirilmiştir. Sayın Derviş 13.03.2001 tarihinden bu yana tek patron
olarak ve devlet bakanı sıfatıyla ekonomi yönetiminin başında bulunmaktadır. Sayın Kemal Derviş, yarattığı sürekli kriz ve
tehditlerle 57 nci hükümete her istediği kararı aldırmıştır; cumhuriyet
tarihinde -olağanüstü dönemler dahil-
hiçbir bakan bu kadar yetkilerle donatılmamış, Sayın Derviş kadar rahat
hareket edememiştir. Hal böyleyken, bugüne kadar öngörülen hedeflerden
hiçbirine ulaşılamamıştır. Döviz fiyatları, enflasyon değerleri, borç stokları
katlanarak artmıştır. Dolar 670 000 TL'den 1 600 000 TL'ye, enflasyon TÜFE
yüzde 33,4'ten yüzde 66,5'e, TEFE yüzde 26,5'ten yüzde 81,4'e, içborç stoku, yüzde
100'ü aşan bir devalüasyona rağmen, 52 milyar dolardan 74 milyar dolara
çıkmıştır. Sayın Derviş'in, göreve geldiği günlerde gazeteci
ordusuyla yaptığı şovlarda söylediklerine inanarak iş yapan sanayiciler iflas
etmiştir. Bunun sonucunda, yüzbinlerce insan işsiz kalmıştır. Yine uygulanan yanlış politikalarla Türkiye tarımı
bitirilmiş, Türk çiftçisi açlığa mahkûm edilmiş, Türkiye, tarım ürünleri
dışticaretinde açık veren bir ülke haline gelmiştir. Toplumsal barışın teminatı, ekonomimizin temel direği
olan esnaf perişan edilmiş, yüzbinlerce esnaf işyerini kapatmak zorunda
kalmıştır. Alınan krediler, malî sektöre aktarılmış; ama, hâlâ,
bankacılık rayına oturtulamamış, piyasaların güveni kazanılamamıştır. Sonuçta,
reel sektör tükenmiş, üretim durmuştur; ama, dışborç stoku artmaya devam
etmiştir. Ekonominin batmasında, soygunların aracı olarak
kullanılan bankaların büyük sorumluluğu olduğu herkes tarafından bilinmektedir.
Ancak, Sayın Kemal Derviş, Vakıfbank, Halkbank ve Ziraat Bankası için Ankara Cumhuriyet
Savcılığının istemiş olduğu soruşturma iznini hâlâ vermemiştir. Sayın Kemal Derviş, dışarıda girmiş olduğu ilişkilerde
milletimizi küçük düşürecek davranışlarda bulunmuştur. Sürekli olarak, iktidar
partilerini ve TBMM'yi "krediler gelmez" diye tehdit etmiştir. Göreve
geldikten sonra, aylarca, tedbirlerini açıklamak için oyalanmış, bu arada,
ülkenin milyarlarca dolar kaybetmesine sebep olmuştur. Sonra ABD'den "15
kanun 15 günde çıkarılmazsa, 13 milyar dolar gelmez, Türkiye batar"
tehdidi savurmuştur. İstenilen 15 kanun çıkarılmış, ülkenin zenginliklerinin
değerinin çok altında elden çıkarılması için kapılar açılmış, millî kuruluşlara
dışarıdan yönetici ataması bile sineye çekilmiş; ama, vaat edilen kredilerin
tamamı verilmemiştir. Şimdi, Türkiye, yeni istekler ve yeni dayatmalarla karşı
karşıyadır. "Terörle mücadele gerekçesiyle" deniliyor;
ama, Türk halkı, bu uygulamalar sonunda dışarıya asker gönderme zorunda
kalındığına inanmaktadır. Kaldı ki, bu savaş ve asker gönderme macerasının
nerede duracağı, ülkemizin stratejik çıkarlarını nasıl etkileyeceğini kimse
bilmemektedir. Sayın Kemal Derviş, "devletin küçültülmesi ve
etkinleştirilmesi", "ekonominin siyasetten ayrılması" gibi büyük
laflar ediyor; ama, döneminde üst kurullarla devasa yeni bürokrat mekanizmaları
oluşturmuş, buralarda görevlendirilen ayrıcalıklı bürokratlara ayrıcalıklı
maaşlar bağlanmıştır. Bu şekilde ekonomi yönetimi siyasetten ayrılmış; ama,
uluslararası kuruluşlara bağlanmıştır. Sayın Derviş'in, IMF ve Dünya Bankası yetkilileriyle
hazırladığı 2002 yılı bütçesi, hiçbir umut vermemektedir. Kış aylarına
girdiğimiz bugünlerde Türkiye halkı büyük ekonomik sıkıntılar içinde
perişandır. Toplumun tüm kesimleri feryat etmektedir. Sayın Kemal Derviş'i
başta alkışlayanlar bile, artık ümitlerini kesmişlerdir. Bu durumdan, hükümet üyelerinin tamamı sorumludur;
ancak, Sayın Kemal Derviş Türk Milletine çok pahalıya mal olmuştur; açtığı
yaraların onarılması için yıllar gerekecektir. Bu nedenler ve önergenin müzakeresi sırasında ayrıntılı
bir şekilde ortaya konulacak, diğer gerekçelerle Sayın Derviş'in bakanlık
koltuğundan uzaklaştırılması, ülkemizin çıkarları açısından bir zorunluluk
haline gelmiştir. BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Önergenin görüşme günü Danışma Kurulunca daha sonra
belirlenerek oylarınıza sunulacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir
tezkeresi vardır; okutuyorum: C) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- Almanya'da yapılacak olan Avrupa
Birliğine Giriş 3 üncü Parlamenter Forumuna, TBMM'yi temsilen, İstanbul Milletvekili
Zafer Güler'in katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/926) 20 Kasım 2001 Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Rheinische Friedrich-Wilhelms Üniversitesi Avrupa
Entegrasyonu Araştırmaları Merkezi Direktörlerinin vaki davetine istinaden,
22-23 Kasım 2001 tarihinde Almanya'da yapılacak olan Avrupa Birliğine
Giriş 3 üncü Parlamenter Forumuna, Türkiye
Büyük Millet Meclisini temsilen Dışişleri Komisyonu üyesi 1 milletvekilinin
katılması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca, Genel Kurulun 13.11.2001
tarihli ve 19 uncu Birleşiminde kabul edilmiştir. Siyasî Parti Grubunun bildirmiş olduğu isim, adı geçen
kanunun 2 nci maddesi uyarınca Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 2 tezkeresi
daha vardır; ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım: 2.- Brüksel'de yapılacak olan, Avrupa
Parlamentosu Başkanı ile Aday Ülke Parlamento Başkanları 12 nci Toplantısına ve
Milano'da yapılacak olan, Avrupa Birliğinin Genişlemesi; Dünün Avrupasından,
Yarının Avrupasına konulu toplantılara, TBMM'yi temsilen TBMM Başkanvekili
Yüksel Yalova'nın katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/927) 15 Kasım 2001 Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna 5-6 Aralık 2001 tarihleri arasında Brüksel'de
gerçekleşecek Avrupa Parlamentosu Başkanı ile aday ülke parlamento başkanları
12 nci toplantısına ve 8 Aralık 2001 tarihinde Milano'da yapılacak "Avrupa
Birliğinin Genişlemesi: Dünün Avrupasından Yarının Avrupasına" konulu
toplantılara, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı davet edilmektedir. Söz konusu toplantılara, TBMM Başkanını temsilen Aydın
Milletvekili ve TBMM Başkanvekili Yüksel Yalova'nın katılması hususu, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı
Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur. Ömer İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3.- TBMM Başkanı Ömer İzgi ve beraberinde
altı milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyetinin, Romanya Senato Başkanı
Nicole Vacariou'nun davetine icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/928) 5 Kasım 2001 Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin,
Romanya Senato Başkanı Nicolae Vacariou'nun vaki davetine icabet etmek üzere,
beraberinde 6 milletvekilinden oluşan Parlamento heyeti olduğu halde, söz
konusu ülkeye resmî ziyarette bulunması hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi
uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur. Ömer İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN - İkinci tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. D) ÇEŞİTLİ İŞLER 1.- Plan ve Bütçe Komisyonu, Kamu
İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonlarında
bağımsız milletvekillerine düşen birer üyelik için başvurulara ilişkin
Başkanlık duyurusu BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Plan ve Bütçe, Kamu
İktisadî Teşebbüsleri ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonlarında, bağımsız
milletvekillerine de birer üyelik düşmektedir. Bu komisyonlara üye olmak
isteyen bağımsız milletvekillerinin, 23 Kasım 2001 Cuma günü saat 18.00'e kadar
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazılı olarak başvurmalarını rica
ediyorum. Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler"
kısmına geçiyoruz. Genel Kurulun, 14.11.2001 tarihli 20 nci Birleşiminde
alınan karar gereğince, bu kısmın birinci sırasında yer alan, Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır ve 31 arkadaşının, tekstil ve konfeksiyon
sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi
amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca
kurulmuş bulunan (10/10) esas numaralı Meclis araştırması komisyonunun 697 sıra
sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz. IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER 1.- Tekstil ve
Konfeksiyon Sektörünün Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin
Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/10) (S.
Sayısı: 697) (1) BAŞKAN - Komisyon?.. Burada. Hükümet?.. Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Edip
Safder Gaydalı buradalar. İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu
üzerindeki genel görüşmede, ilk söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra,
İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına birer üyeye,
şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri halinde, Komisyon
ve Hükümete de söz verilecek; bu suretle Meclis araştırması komisyonu raporu
üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır. Konuşma süreleri, Komisyon, Hükümet ve siyasî parti
grupları için 20'şer dakika, önerge sahibi ve şahıslar için 10'ar dakikadır. Komisyon raporu, 697 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır. Rapor üzerinde konuşacak sayın milletvekillerinin
isimlerini okuyorum: Grupları adına, Turhan Tayan (Bursa), Mehmet Gözlükaya
(Denizli), Özkan Öksüz (Konya), Mustafa Verkaya (İstanbul) Şahısları adına, Beyhan Aslan (Denizli), Gönül Saray
Alphan (Amasya), Mükerrem Levent (Niğde) İlk söz, önerge sahibi olarak, Sayın Beyhan Aslan'a
aittir. Buyurun Sayın Aslan. BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılmasına
ilişkin olarak, önergede imzası bulunan 31 arkadaşım adına Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının
araştırılması için, 30 Mayıs 1999 tarihinde, 31 arkadaşımızla birlikte
verdiğimiz önergenin sonucu Yüce Meclisin oluşturduğu araştırma komisyonu, dört
ayda çalışmalarını tamamlayarak düzenlediği raporu, ekleriyle, Meclis
Başkanlığına takdim etmiştir. Komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı
bilgilenme toplantılarında, sektörü temsil eden kişi, kurum ve kuruluşlardan,
sektörün sorunları ve çözüm önerileri hakkında bilgi almıştır; ayrıca, sektörle
ilişkili kamu kurum ve
kuruluşlarının yetkilileriyle görüşerek, konuya ilişkin, (1) 697 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. uygulanmakta olan işlemler hakkında da bilgi sahibi
olmuştur. Komisyon, bu görüşmelerle yetinmeyerek, çeşitli kurum ve kuruluşlarla
yazışmalar sonucu elde ettiği belgeleri de değerlendirmiştir. Nihayet,
Komisyon, sektörün yoğunlukta olduğu bölgelere ziyaretlerde bulunmuştur;
İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Denizli gibi 14 yörede, araştırma komisyonumuz,
birebir, sektör temsilcileriyle görüşmüştür. İlim Denizli'ye de 23-24 Mart 2001
günü gelip, sektör temsilcileriyle birebir görüşmüşlerdir. Böylece, Araştırma
komisyonu, dört aylık sürede 19 toplantı, 14 inceleme gezisi ve 350'nin
üzerinde yazışma yapmıştır. Böylesine kapsamlı ve yoğun çalışmalar yapan
Komisyonumuzun Başkanı Sayın Yalçınbayır başta olmak üzere, komisyon üyelerine,
önerge sahibi 31 arkadaşım adına teşekkürlerimi arz ediyorum. Komisyon, öncelikle, kriz nedeniyle zor durumda olan
sektörün beklemeye tahammülü kalmadığı bilinciyle, tespit ettiği sorunların
çözümüne hemen geçilebilir olan bazı tespitlerini ara rapor halinde düzenlemiş
ve bu raporu Sayın Başbakan ve Sayın Başbakan Yardımcılarına sunmuştur.
Komisyonun bu duyarlılığı da ayrıca takdire şayandır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her şeyden önce,
mensubu olduğum siyasî partinin Grup Başkanvekili olarak, raporun sonuç
bölümünün ilk paragrafından büyük mutluluk ve memnuniyet duydum. Raporda
deniliyor ki: "Gayri safî millî hâsıla içindeki payı ve istihdama olan
katkısı açısından Türkiye'nin en önemli sektörü tekstil ve konfeksiyon,
özellikle 1980 sonrasında benimsenen dışa açık, ihracata dayalı kalkınma
nedeniyle beraber büyüme sürecine girmiştir ve 1980'li yıllarda, hem ülke
ekonomisi için önemli bir gelişme kaydetmiş hem de dünya tekstil ve konfeksiyon
ticaretindeki artışın çok üzerinde bir ihracat performansı yakalamıştır." Araştırma Komisyonu raporunun sonuç bölümünün bu ilk
paragrafı, bir hakkın teslimi anlamına gelmektedir; çünkü, hatırlanacağı üzere,
Türkiye'de, 1980 başlarında, ihracata dayalı yeni bir sanayileşme stratejisi
benimsendi. Başlatılan ihracat seferberliği çerçevesinde, kapsamlı mevzuat
değişiklikleri ve kurumsal düzenlemeler gerçekleştirildi. Ülke ihracatımız ve
kalkınma hamlemiz yepyeni bir hareket kazandı. Ulaşım, haberleşme gibi önemli
altyapı yatırımları, kambiyo rejiminin değiştirilmesi, dışticaretin
liberalleştirilmesi, ihracat teşvikleri, yeni ihracat pazarlarına yönelinmesi,
serbest bölgeler kurulması ve Türk Eximbank'ın oluşturulması gerçekleştirildi.
Böylece, 1980'de sadece 2,9 milyar dolar olan ihracatımız, 1991'de 13,6 milyar
doları yakaladı. Bu arada, önemli bir yapısal değişiklik daha gerçekleşti.
İhracatımız içinde 1980 yılında yüzde 36 olan sanayinin payı, on yıl
içerisinde, yüzde 80 gibi yüksek bir düzeye ulaştı. Bütün bunların sonucunda 1980'li yılların başarılı
politikaları yatmaktadır. Dünyayla bütünleşmiş, uluslararası kuruluşlarca,
kalkınan bütün ülkelere örnek gösterilen Türkiye, o muhteşem gelişmesinin
mimarı rahmetli Özal'a borçludur. Dev gelişmeleri gerçekleştiren, ancak, tevazu
gösterip, bunların reklamını ve hak ettiği propagandasını yapmayan Anavatan
iktidarının dışa açılma ve ihracat konusundaki performansını Yüce Meclisin
kayıtlarına geçirten ve aslında, bir hakkın teslimini sağlayan rapor nedeniyle,
ben, komisyonumuzun değerli üyelerine bir kez daha teşekkür ediyorum. 1980'lerin dışa açılma ve ihracat politikasıyla,
tekstil, tüm Türkiye'nin yüz akı sektörü haline gelebilmiş; özellikle, Bursa,
Denizli, Gaziantep, Uşak, Adıyaman, Kahramanmaraş gibi illerimiz, Devlet
Planlama Teşkilatı tarafından Türkiye'de örnek gösterildiği gibi, yurt dışında
da, fevkalade gelişen, potansiyeli yüksek iller olarak değerlendirilmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekstil ve
konfeksiyon sektörü, 1980'li yıllarda ülke ekonomisi içinde önemli bir gelişme
kaydetmiş, dünyada bu alandaki ticaret artışının çok üzerinde bir ihracat
performansı göstermiş ve yakalamış; ancak, 1990'lı yılların ikinci yarısından
itibaren, dış ve iç faktörler nedeniyle, ciddî sorunlar yaşanmaya başlamıştır.
AB'ye ihracattaki kotaların kalkması karşılığında, ABD'ye ithalatta gümrük
vergisi kaldırılmış ve daha önemlisi, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatta vergi
yüzde 6'lara indirilmiştir. Tekstil ve konfeksiyon birim fiyatları bütün
dünyada düşmeye başlamış; buna ek olarak, 1997 Asya ve özellikle, 1998 Rusya
krizleri, dış pazarları daraltmış ve bu arada Laleli piyasamızı da fena halde
vurmuştur. Bu arada belirtmeliyim ki, raporda sorunlar içinde yer
verilen Amerika Birleşik Devletlerinin miktar kısıtlaması yıl sonunda
bitecektir; ancak, yine söylemeliyim, bornoz ihracatının yüzde 90'ı
Denizli'dendir. Denizli'den, bornoz ihracatında her yıl, son iki ayda yaşanan
tıkanıklık, 2001'de, bugün ve bu saate kadar çözülememiştir. Denizlili üretici,
geçmiş yıllarda daima kullanılagelen bir sonraki yılın kotasından yüzde 6 avans
imkânının, 2001 yılında da kullanılacağı varsayımına göre düşünmüş ve mallarını
Amerika Birleşik Devletlerine sevk etmiştir. Bu mallar iki ay Amerika Birleşik
Devletleri gümrüklerinde bekleyecek, ardiye ödenecek, mal bedeli tahsil
edilmeyecek ya da Türkiye'ye geri gelecek; gidiş-dönüş navlun gideri de
ihracatçımızın üzerinde kalacaktır. Ancak, bir çözüm bulunmazsa, bornoz
ihracatçısı sanayicimiz açısından fevkalade sıkıntılı günler yaşanacak ve
böylece, önemli bir piyasa da kaybedilmiş olacaktır. Burada önemli olan,
yetkililerin, Amerika Birleşik Devletleriyle temaslarda bulunarak, mutlaka
kotalar konusu bir çözüme ulaştırılmalı ve şu anda, önümüzdeki yılın kotasına
güvenerek mal sevk eden ihracatçımızın, mutlaka, haklarının korunması yoluna
gidilmelidir. Tabiî, sektörün içinde bulunduğu genel sorunlar
fevkalade fazladır. Kapasite fazlalığı önemli bir sorundur. Yatırım
finansmanının kısa vadeli krediyle yapılması, işletme finansmanının darlığı ve
pahalılığı, enerji fiyatının rakiplerimize göre yüksekliği, özsermayelerin
yetersizliği, pamuk fiyatlarındaki istikrarın sağlanamaması, yurtdışı
dağıtımının bizzat ihracatçı tarafından yapılamaması ve ara firmaların devreye
girmesi, moda ve marka yaratma güçlüğü, araştırma ve geliştirmeye gereken
önemin verilmeyişi, KDV ve KDV'nin yüksekliği nedeniyle kayıtdışı ekonominin
büyümesi ve bunun sonucu haksız rekabete yol açması... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Aslan, daha sonra şahıslar adına da söz
hakkınız olduğuna göre, eğer orada kullanırsanız memnun olurum; çünkü, saat
16.00'ya kadar bütününü bitirmemiz gerektiği... BEYHAN ASLAN (Devamla) - Sayın Başkan, anlıyorum; öyle
yapayım. BAŞKAN - Öyle yapalım. Peki, çok teşekkür ederim, sağ olun. BEYHAN ASLAN (Devamla) - Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sağ olun. Önerge sahipleri adına Sayın Beyhan Aslan konuştular. Komisyon adına, Komisyon Sözcüsü Bursa Milletvekili
Sayın Ali Rehmi Beyreli uygun görülmüş. Buyurun Sayın Beyreli. (DSP sıralarından alkışlar) (10/10) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ ALİ RAHMİ BEYRELİ (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Genel Kurulumuzun 2 ve 9 Ocak 2001 tarihli oturumlarında görüşülerek
oluşturulması kabul edilen Tekstil ve Konfeksiyon Sektörü Sorunlarını Araştırma
Komisyonunun Sonuç Raporu üzerinde, komisyonumuz adına görüşlerimi açıklamak
üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlarım. Komisyonumuz, 18 Ocak günü gerçekleşen ilk
toplantısında çalışma stratejisini belirlerken, temel ilke olarak yapılacak
olan çalışmaların tam bir açıklık içerisinde yürütülmesini benimsemiştir. Bu
çerçevede, komisyona ulaşan her türlü bilgi ve belgenin kamuoyuyla paylaşılması
amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesindeki internet sitesinde bir web
sayfası oluşturulması ve iletişim kolaylığı için bir de e-posta adresine yer
verilmesi uygulamaları, çalışmalarımızın hemen başında gerçekleştirilmiştir. Komisyonumuz, dört ay süren çalışmaları boyunca, 19
toplantı, 14 inceleme gezisi ve 350'nin üzerinde yazışma yapmıştır.
Çalışmalarımız sürecince, gerek inceleme yapılan bölgelerde edinilen gerek
komisyon toplantılarımıza katılarak bizleri bilgilendiren kamu ve özel sektörün
ilgili kuruluşlarının görüşleri gerekse internet aracılığıyla bizlere
gönderilen tüm görüşler değerlendirilmiş ve komisyon raporu hazırlanarak,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur. Sayın milletvekilleri, gayri safî millî hâsıla içindeki
payı ve istihdama olan katkısı açısından Türkiye'nin en önemli sektörü
konumunda bulunan tekstil ve konfeksiyon sektörü, özellikle 1980 sonrasında
benimsenen dışa açık ihracata dayalı kalkınma modeliyle beraber büyüme sürecine
girmiş, 1980'li yıllarda hem ülke ekonomisi içinde önemli bir gelişme kaydetmiş
hem de dünya tekstil ve konfeksiyon ticaretindeki artışın çok üzerinde bir
ihracat performansı yakalamıştır; ancak, 1990'lı yılların ikinci yarısından
itibaren gerek iç ve gerek dış faktörlerden kaynaklanan nedenlerden dolayı
sektör ciddî sorunlar yaşamaya başlamıştır. Dış faktörler olarak sıralayabileceğimiz hususların
başında, gümrük birliğiyle birlikte Avrupa Birliği ülkelerine yönelik ihracatta
kotaların kalkmasına karşın, gümrük vergilerinin, AB ülkelerinden yapılan
ithalatta sıfıra, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatta ise yüzde 6'lar
seviyesine düşürülmesi, dünyada bu sektöre yapılan yatırımlar sonucu arzın
artması ve beraberinde gelen rekabetle birim fiyatların düşmesi, 1997 yılı Asya
ve 1998 yılı Rusya krizlerinin pazarı daraltıcı etkileri ve özellikle Laleli
piyasasında çalışan firmaların pazarlarının küçülmesi, miktar kısıtlamalarının
Amerika Birleşik Devletleri gibi en büyük pazarda halen devam ediyor olması
sayılabilir. İç faktörler olarak ise, bu sektöre yapılan
yatırımların gümrük birliği sonrasında hız kazanması sonucu kapasite
fazlalığının oluşması, söz konusu yatırımların kısa vadeli kredilerle finanse
edilmiş olması, Türkiye'de finansmanın pahalı ve hacminin dar olması, enerji
fiyatlarının rakip ülkelerden daha pahalı olması, işçilik maliyetinin giderek
pahalı hale gelmesi, firmaların öz sermayelerinin yetersizliği, başta pamuk
olmak üzere istikrarlı hammadde fiyatlarının oluşamaması, yurtdışı pazarlarda
dağıtım kanallarına sahip olamama, hem tekstil hem de hazır giyimde moda ve
marka yaratma konusundaki başarısızlık, araştırma ve geliştirmeye yeterince
önem verilmemesi, eğitim konusunda sektörün büyümesine paralel bir gelişme
olmaması, KDV oranlarının yüksek olması nedeniyle sektörde kayıtdışılığın
artması ve bunun da haksız rekabete yol açması, KDV iadelerinin ödenmesinde
yaşanan problemlerin yol açtığı finansman sorunları, gümrük kapılarının sayıca
fazla yetişmiş eleman ve ekipman açısından yetersiz kalması gibi hususlar
sayılabilir. Her şeye rağmen, ekonomik göstergeler bu sektörün
gözden çıkarılmasının mümkün olmadığını göstermektedir. Bu itibarla, sektörün
yapısal problemlerinin ve içinde bulunduğu diğer sorunların çözülerek, gerek
içeride gerekse dışarıda istikrarlı bir büyüme sürecine girmesi bir zorunluluk
arz etmektedir. Bu bağlamda, komisyonumuzun tespit ettiği, hem devlet hem özel
sektör tarafından hem de devlet-özel sektör işbirliğiyle yapılması gereken
hususlar, raporumuzun "çözüm önerileri" başlığı altında
açıklanmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülke ekonomisi
için taşıdığı büyük öneme rağmen, Türk tekstil sanayii, diğer tüm sanayi
sektörleri gibi sahipsizdir. Türkiye'nin tekstil sanayii ve diğer tüm sanayi
sektörleri için hükümetler değiştikçe değişmeyen uzun vadeli bir devlet
politikası yoktur; dolayısıyla, yapılması gereken en önemli husus, bu
sahipsizliğe, başıboşluğa ve koordinasyonsuzluğa acilen son vermektir. Türkiye'de yatırımların ve dolayısıyla sektörlerin
yönlendirilmesinde en önemli etken, Yatırımlarda Devlet Yardımları ve
Yatırımları Teşvik Fonudur. Ne yazık ki, geçmiş dönemlerdeki teşvik
uygulamaları, bir taraftan bazı tekstil alt sektörlerinde aşırı kapasitelerin
oluşmasına izin vererek tüm sektöre zarar verirken, diğer taraftan teşvik alan
iyiniyetli kişileri de yanıltmıştır. Tüm hükümetler, tekstil ve konfeksiyon
sektörüne sınırsız teşvikler vermişlerdir. 1995-1998 yılları arasında verilen
toplam 110 milyon dolarlık yatırım teşvikinin 50 milyon dolarlık kısmı; yani,
yüzde 45'i tek başına tekstil ve konfeksiyon imalatı sektörüne verilmiştir; bu
nedenle, teşvik uygulamaları muhakkak yeniden düzenlenmelidir. Teşvik belgesi
alımı sırasında ciddî fizibilite raporları,
pazar araştırması, çevreye uygunluk, su ve elektrik enerjisi yeterliliği
raporları gibi ekleriyle birlikte istenilmelidir. Önümüzdeki birkaç yıl, başta iplik, tekstil terbiyesi
gibi alt sektörler olmak üzere, tekstil sektöründe yeni işletmelerin kurulması
ve salt, kapasite artırıcı yatırımlar teşvik edilmemeli; fakat, işletmelerin
kaliteyi artırıcı, prodüktiviteyi
artırıcı, darboğaz giderici, enerji, su, yardımcı madde, hammadde tasarrufu
sağlayıcı, çevreyi korucuyu, ürün çeşitliliği sağlayıcı, modernizasyon ve
yenileme yatırımları, ar-ge ve hizmetiçi eğitim üniteleri oluşturma yatırımları
bölge farkı gözetilmeden öncelikle ve en yüksek oranlarda teşvik edilmelidir. Mevcut koşularda ülkenin döviz ihtiyacının
karşılanması, ekonomik büyümenin istenen düzeyde tutulması ve cari açığın
kapatılması hedeflerine ulaşmada en uygun ve rasyonel aracın, ihracata yönelik
üretimin artırılması olduğu dikkate alındığında, özel ve ticarî bankaların
disipline edilerek, ihracatı ve reel sektörü destekler hale getirilmelerini
sağlayacak düzenlemelerin taşıdığı önem ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede, bankacılık sektörünün ihracatın
finansmanına yönlendirilmesi amacıyla, plasmanlarının belirli bir oranını
ihracata yönelik kredi olarak tahsis etmeleri zorunluluğu getirilmeli, bu
kaynağın, bankalara maliyetini aşağıya çekecek uygulama esasları
belirlenmelidir. Eximbank, ihtiyaç sahibi firmalara kredi verirken,
kısıtlı olan kaynaklarını, katmadeğeri ve yerli girdi oranını esas alarak
kullandırmalıdır. Bu nedenle, kredi tahsis edilirken, yerli hammadde girdisi
yüzde 50 ve üzerinde olan firmaları teşvik için, kredi vermede öncelik
tanınmalı, yerli hammadde girdisi yüzde 90 ve üzerinde olanların kredi faizleri
daha düşük tutulmalıdır. İplik ve kumaşta yüzde 18 olan KDV oranı, yüzde 8'e
düşürülmelidir. Nitekim, bu konuda Maliye Bakanlığımızın ilgili birimlerinde
teknik bir çalışmanın yapıldığını, komisyon çalışmalarımız sırasında
öğrenmiştik. Bu çalışmanın, bir an önce hayata geçirilmesi, sektördeki
kayıtdışılığı da önemli ölçüde ortadan kaldıracaktır. Sayın milletvekilleri, dünyada ve ülkemizde yaşanan
krizler sonrasında, devlete ve yasalara karşı tüm vecibelerini yerine getiren
kayıt altındaki imalatçı, ihracatçı firmalar, sigortasız işçi çalıştıran, Gelir
veya Kurumlar Vergisi, muhtasar vesaire ödemeyen, kayıtdışı çalışan firmalar
karşısında, haksız rekabete maruz kalmışlardır. Bunun, mutlaka önüne geçilmeli,
kayıtdışı ekonomi, kayıt altına alınmalı ve firmaların kayıtdışına çıkmaları
önlenmelidir. SSK prim tabanını otomatik olarak artıran hükmün
değiştirilmesi ve SSK prim tabanının asgarî ücret üzerinden hesaplanması,
hatta, tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi, devletin de bu primlere belirli oranda
katkı koyması, kayıtdışılığı önleyeceği gibi, toplam prim ve vergi tahsilatında
artışa yol açacaktır. Sektörde kayıtdışılık oranı yüzde 80'ler civarındadır. Sektörün en önemli sorunu, kayıtdışı istihdamdır.
Sektörde çalışan 2 milyon kayıtdışı istihdamın asgarî ücret üzerinden meydana
getirdiği yıllık vergi ve SSK prim kaybı, 2000 yılı rakamlarıyla, 1,6 katrilyon
Türk Lirası civarındadır. Bu vahim durum, sektörün hem ulusal hem de
uluslararası rekabet gücünü kırmaktadır. İşveren ve işçi üzerindeki vergi
yükümlülükleri, sektörün içerisinde bulunduğu diğer sorunlar, kayıtdışına
kaçışı hızlandıracak düzeydedir. Kayıtdışı istihdam, sendikal örgütlenmenin de önünü
tıkamaktadır. Örgütlenmenin en yoğun olması gereken tekstil sektörü, ne yazık
ki, en düşük yoğunluklu sektörler arasındadır. Bu durum, ayrı bir sorun olan
taşeronlaşmayı kışkırtmaktadır. Kayıtdışı olarak çalışan 2 milyon insan,
sendikal örgütlülüğe kavuşamamanın ağır şartları altında, her türlü sosyal hak
ve güvenceden yoksun olarak yaşam sürmektedir. Bu durum, nüfus artışımıza
paralel olarak kapsamının genişlemesi gereken sosyal güvenlik kurumlarımızda
çatı ve kapsam daralmasına da neden olmakta ve aynı zamanda, Anayasamızdaki
sosyal devlet olma ilkesinden hızla uzaklaşmayı da beraberinde getirmektedir.
Öncelikle, sektörde kayıtdışılığı birinci tehdit olarak görüp, üreyeceği
zeminleri ıslah etmek veya yok etmek, sektörün ve ülkemizin kangren olmuş
hayatî damarlarından birine işlerlik kazandırılmasına neden olacaktır. Bu
sektörde kayıtdışılığın önlenmesi için ortaya konulacak çabalar, ülkemiz
genelinde de en temel sorunlarımızın kaynağı olan genel ekonomik yaşamımızdaki
kayıtdışılığın ortadan kaldırılmasında büyük pay sahibi olacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, burada
görüşmekte olduğumuz, tekstil ve konfeksiyon sektörü araştırma komisyonu raporu
üzerinde, komisyonumuz adına yaptığım bu konuşmada, takdir edersiniz, bu
kısıtlı süre içinde, komisyon olarak ortaya koyduğumuz tüm tespit ve çözüm
önerilerinden söz etmem olanaksızdır; ancak, sektörün hammadde, enerji, dahilde
işleme rejimi, gümrük, Avrupa Birliğiyle ekonomik ilişkiler, dışpazar ve ürün
çeşitlenmesi, marka oluşturma, serbest ticaret anlaşmaları, çevre ve yapılaşma,
araştırma ve geliştirme, eğitim politikası gibi diğer tüm sorunları, çözüm
önerilerimizle birlikte ayrıntılı olarak raporumuzda yer almış ve kamuoyuna
açıklanmıştır. Umudumuz, bu önerilerin ilgili tüm taraflarca ele alınıp bir an
önce hayata geçirilmesidir. Yüce Meclisimiz, bir sanayi sektörünün sorunlarıyla
ilgili olarak, ilk defa bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasını onaylamış
ve bu komisyon, görevini başarıyla tamamlamıştır. Bu anlamda, örnek bir çalışma
gerçekleştirilmiştir. Bu onur, tüm Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinindir. Kalkınabilmek, insanımızın daha çağdaş bir yaşam
olanağına kavuşabilmesi için çok önemli olan üretim unsurunun, çağdaş sanayi
yapısının, sanayi üretiminin artırılması olgusunun çok büyük bir gereklilik
olduğu ülkemizde, dileğimiz, benzer çalışmaların, başta otomotiv ve gıda
sektörü olmak üzere, diğer tüm sanayi sektörleri için de gerçekleştirilmesidir.
Sözlerime son verirken, bu komisyonun oluşturulmasında
verdikleri önergeyle başlıca etken olan Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul
Yalçınbayır ve arkadaşlarına, bu komisyona destek veren tüm gruplarımıza
teşekkür eder, komisyonumuz ve komisyon çalışmalarına sürekli katılarak
çalışmalarımıza destek veren tüm uzman arkadaşlarımız adına Yüce Heyetinize
saygılarımı sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Efendim, komisyon adına konuşan, komisyon
sözcüsü Bursa Milletvekilimiz Sayın Ali Rahmi Beyreli'ye ben de teşekkür
ediyorum. Muhterem milletvekilleri, Danışma Kurulu kararları
arasında dikkat çekici bir husus var: "Genel Kurulun 20 Kasım 2001 Salı
günü saat 12.00'den 16.00'ya kadar özel gündemde yer alan 697 ve 596 sıra
sayılı araştırma komisyonu raporlarının görüşmelerinin bitimine kadar..."
Eğer, bu iki araştırma komisyonu raporu -Danışma Kurulu kararı Genel Kurulda
onaylandığına göre- bitirilsin deniliyorsa, bunu 16.00'ya kadar bitirmemiz, bu
zaman kullanma biçimiyle mümkün değil. O zaman, ikisinin bitirilmesi amacıyla,
ya 16.00'dan sonra biraz ara verip iftardan sonra tekrar toplanacağız ya da
16.00'ya kadar vakti daha rasyonel kullanıp -belki biraz feragatınızı
gerektirecek ama- o şekilde bitireceğiz. Tercihi, ben, elbette, sizlere
bırakıyorum. Gruplar adına söz talepleri vardır. Anavatan Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın
Turhan Tayan; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA TURHAN TAYAN (Bursa) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğümüzün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca açılan Meclis
araştırması komisyonu raporu üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz
etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Meclis araştırması, Anayasamızın ve İçtüzüğümüzün,
milletvekillerine verdiği önemli bir denetim mekanizmasıdır. Milletvekilleri,
bu yolla, ülke sorunlarını ve çözümlerini, Meclis adına, millet adına
araştırma, ilgilileri dinleme, çözüm önerilerini tespit edip Türkiye Büyük
Millet Meclisi zeminine getirerek, yürütmeye, yani hükümete, iktidarlara rapor
verme imkânına sahip olur. Yasama ile yürütmenin bir araya gelerek, somut
sorunları, somut tespit ve teşhisler doğrultusunda tartıştığı, irdelediği,
gündeme getirdiği önemli bir olaydır; ancak -Meclis araştırması önergesinde,
aynı zamanda imza sahibi olan bir milletvekili olarak ifade edeyim ki- bu
denetim aracı, etkin, güncel bir sistem ve yöntemle, maalesef,
işletilememektedir. Nitekim, Bursa, Denizli, Kahramanmaraş, Kocaeli, İstanbul,
Adana, Tekirdağ, İçel, Aydın gibi tekstil ve konfeksiyon sektörünün ağırlıklı
olduğu illerde, özellikle 18 Nisan 1999 seçimleri sırasında gündeme gelen ve
çokça tartışılan bu krizle ilgili 30 Mayıs 1999'da verdiğimiz önerge, ancak 2
Ocak 2001 tarihinde Genel Kurulda görüşülebilmiş ve araştırma komisyonu
kurulmasına karar verilmiştir. Sorunlar Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal
ettirildikten 19 ay sonra, önergeyle, ele alınabilmiştir. 18 Nisan 2001'de
düzenlenen rapor ise, ancak 7 ay sonra görüşülebilmektedir. Özetlersek, 30
Mayıs 1999'dan 20 Kasım 2001'e, yani, iki buçuk yıllık bir süreç sonrası
tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarını burada çözümleriyle birlikte
görüşebilmekteyiz. Bu, böyle olmamalıdır. Değerli arkadaşlarım, bizler, öncelikle bu garipliğe,
Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bir çözüm bulmalıyız. Bu araştırma önergesi
verildikten sonra, ülke ekonomisi, bilindiği gibi 2000 yılı Kasım krizini ve
2001 yılı Şubat krizini yaşamıştır. Bu kadar hızlı gelişen ve oluşan ekonomik
olayları izlemek, değerlendirmek, yorumlamak ve yürütmeye öneriler getirmek
nasıl olacak ve ne yarar sağlayacaktır(!), Yüce Meclisin takdirlerine
sunuyorum. Evet, bizler bu şartlar altında İçtüzük ve Anayasa
hükümlerine yeni bir bakış getirerek denetim yolunu güncelleştirmeli ve etkinleştirmeliyiz.
Bu vesileyle araştırma komisyonunda görev alan ve
çalışan milletvekili arkadaşlarıma, bu çalışmalarından dolayı teşekkür
ediyorum. Sayın milletvekilleri, ülkemiz, tarihinin en ağır
ekonomik krizini yaşamaktadır. 1997 yılı yaz aylarında patlak veren Asya krizi,
Avrupa ülkeleri dahil, birçok ülkenin ekonomisini sarsmıştır. Küresel özellik
taşıyan krizin getirdiği ekonomik yavaşlama ve talep daralması 1998 yılında da
tüm dünya ticaretini etkisi altına almış ve özellikle tekstil sektörümüz bu
küresel krizden olumsuz yönde etkilenmiştir. İhracatının önemli bir kısmını Avrupa Birliği
ülkelerine yapan tekstil ve konfeksiyon sanayimiz, Avrupa Birliği ülkelerindeki
talep daralmasından doğrudan etkilenmiştir. Acıdır ki, 1997 Asya krizinin
yaraları sarılmadan, bu defa 1998 yılında Rusya krizi başgöstermiş, tekstil ve
konfeksiyon ihracatçımızı ve bavul ticaretimizi iyiden iyiye olumsuz
etkilemiştir ve ihracatımızı, satışlarımızı azaltmıştır. Tekstil ve konfeksiyon sanayiinin içerisinde bulunduğu
kriz, genel ekonomik krizden soyutlanamaz. Küresel ekonomik krizin ülke
ekonomisinin lokomotif sektörü tekstil ve konfeksiyon sektörünü olumsuz
etkilememesi düşünülemez. Bugün, genel ekonomik krize karşı verilen mücadele
bilinmektedir. Sebep ve çözümler zaman zaman buluşmakta ve örtüşmektedir. Bugün
için genel ekonomik kriz atlatılmadan spesifik olarak tekstil ve konfeksiyon
sektörünün sorunlarını tamamen çözemeyiz ve çözülemez. Bu tespiti yapmakta
yarar görürüz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tekstil ve
konfeksiyon sektörü, temel birkaç sektörden biridir; ülke ekonomisinin
lokomotif sektörüdür; gayrî safî millî hâsılanın yüzde 16'sını, ihracatımızın
yüzde 37'sini ve istihdamın yüzde 26'sını oluşturmaktadır. Bu boyutuyla
sektörün bunalımı Türk ekonomisinde ve sosyal dengelerde ciddî sorunlar
yaratmaktadır. Bugüne kadar bu sektörde 150 milyar doları aşan yatırım
yapılmıştır. Avrupa Birliği içinde kapasite bakımından yüzde 80 ve 90
büyüklüğüne varmış olan tekstil ve konfeksiyon sektöründen vazgeçemeyiz. Böyle
bir sanayi alanı özel bir politikaya muhtaçtır. Özellikle, 1980 sonrası dışa
açılım politikaları sonucu kaydedilen olumlu mesafe, bu sektörde, yatırım,
istihdam ve ihracatta olumlu neticeler vermiştir. Raporda yer alan çözüm önerileri olarak şunları önemli
görmekteyiz: Öncelikle tekstil ve konfeksiyon sektöründe dünya
çapında rekabet vardır. Kimi ülkeler hammadde açısından kimi ülkeler enerji
açısından kimi ülkeler emek açısından kimi ülkeler de teknoloji açısından
avantajlıdır. Bu avantajlar piyasayı belirler. Çok dinamik bir piyasa söz
konusudur; dolayısıyla, piyasayı düzenleyen ülke ekonomi yönetimi de buna
paralel olarak dinamik olmalıdır. Gecikmeler pazar kaybına sebep olur. Ayrıca,
sektör kendi içinde de zaman zaman çelişebilir ve çekişebilir. Dünya pamuk fiyatları, iplik fiyatları, ham kumaş
fiyatları ve politikaları, dış ticaret rejimleri tekstil ve konfeksiyonun
menfaat çatışmasına sebep olabilir. Tüm bunların bir bütünlük içinde ve bir
potada, bir millî potada dengelenerek
tespit edileceği politikalar gerekir. Bazı ülkelerin, yatırımcısını, sanayicisini
destekleyici, üreticisini destekleyici tedbirlere başvurması karşısında statik
kalamayız. Değişen hükümetlere göre belirlenmiş politikalar yerine devlet
politikalarına gidilmelidir. Bu cümleden olarak, istikrarlı tekstil
politikaları belirlenmelidir; zira, sanayici ve yatırımcı istikrar arar,
gelecekten emin olmak ister. Ciddî bir fizibiliteye dayanan teşvik uygulamalarına
geçilmelidir; çünkü, görülmüştür ki, hesapsız yatırımlar piyasayı bozmaktadır.
Gereksiz kapasite artışına lüzum yoktur. Liberal bir planlama anlayışıyla
yönlendirmeye ihtiyaç vardır. Finansman sorunlarının çözülmesi, Eximbank
kredilerinin daha gerçekçi ve dinamik bir yapıya kavuşturulması, aracı banka
dayatmasına son verilmesi, üzerinde durulacak hususlardır. Maliye
politikalarının sektör açısından yeniden ele alınması gerekmektedir. KDV
oranlarının yeniden belirlenmesi, SSK primlerindeki artışların durdurulması,
üzerinde düşünülecek hususlardır. Kayıtdışı ekonominin önüne geçilmesi,
kayıtdışı istihdamın önüne geçilmesi önemli bir sorundur. Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye'de 1 milyona yakın
kaçak işçi çalışmaktadır ve maalesef bu işçilerin büyük bir çoğunluğu tekstil
ve konfeksiyon sanayiindedir. Bu kayıtdışılık, bu kaçak işçi çalıştırma, sektör
içinde haksız rekabete sebep olmakta, ciddî firmalar kayıtdışı uygulamalardan
zarar görmektedirler. Haksız rekabetin önlenmesi, dünyayla rekabet edebilmek
için ucuz elektrik ve KDV oranlarındaki düzenleme, hızlı ve mantıklı
antidampingler ve kota sorunlarının mutlaka çözülmesi lazımdır. Değerli arkadaşlarım, 11 Eylül krizi sonrasında, bazı
ülkelerin Amerika Birleşik Devletleri nezdinde çok seri bir şekilde teşebbüse
geçerek kotaların kaldırılması hususunda aldıkları mesafeleri, burada,
hükümetin bilgisine ve ilgisine sunmak istiyorum. Enerjide rekabet edilebilir
uygulamalara geçilmelidir. Gümrük ve dahilde işleme rejiminin dikkatle
uygulanması; tekstil ihtisas gümrüklerinin işletilmesi suretiyle, kaçak
kumaşın, kaçak malzemenin, her türlü kaçağın önüne geçilmesi ve haksız rekabete
engel olunması kaçınılmazdır. Marka oluşturma ve geliştirmeye yönelik projelerin
hazırlanması, sektörün güvencesidir. Markalaşmayan, sektörde ayakta
kalamayacaktır. Tekstil ve konfeksiyon, bir modadır, estetiktir, zevktir,
yeniliktir ve değişimdir. Bu konuda gereğini yapmayan ülkeler, gelişmiş
ülkelere fason çalışmaktan ve işçilik yapmaktan öteye gidemezler. Teknoloji
yenilemeye geçilmeli, kalite ve maliyet için yeni teknoloji mutlaka takip edilmelidir.
Çevre ve yapılaşma alanında sektör desteklenmelidir. Özellikle, boya apre gibi
tekstil terbiye tesislerinin çevreye olumsuz etkileri yatırımcıyı zora
sokmaktadır. Çevresel önlemleri ihmal edemeyiz. O halde, boya ve apre gibi
tesislerin kurulacağı organize sanayii bölgelerinin kurulması devletçe
desteklenmelidir. Bursamızda kurulması düşünülen boyahaneler organize sanayi
bölgesi teşebbüsü, devletimizin yakın ilgisini beklemektedir. Araştırma ve
geliştirme çalışmaları desteklenmelidir. Bu konu, dışa bağımlılıktan
sektörümüzü kurtaracak önemli bir husustur. Tekstil ve konfeksiyon alanındaki
eğitim politikaları yeniden organize edilmelidir; gerek ortaöğretim gerekse
yükseköğretimde tekstil ve konfeksiyon meslekî eğitimi geliştirilmeli ve daha
çağdaş hale getirilmelidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; raporda yer alan
çözümlerden bazılarını düşüncelerimizle birlikte arz etmeye çalıştık. Rapor
incelendiğinde görülür ki, sektörün mensuplarınca çok detaylı çözümler
öngörülmüş ve akla gelebilecek tüm öneriler yapılmıştır. Bu çözümler ilgililere
sunulmuş ve kamuoyuna defalarca açıklanmıştır. Şu hususu bir defa daha ifade
etmeliyiz ki, sektör temsilcileri, bugüne kadar, çeşitli vesilelerle,
ilgililere sorunları ve çözümleri bildirmişlerdir. Bugün için, ne Maliye
Bakanlığı ne Sanayi Bakanlığı ne gümrüklerden ve dış ticaretten sorumlu devlet
bakanlarımız ne Enerji Bakanlığımız ve ne de sayın başbakanlarımız bu sorunları bilmiyor değildirler. Nitekim, şu
sıralarda, şu anda, Başbakanlıkta, Tekstil İşverenler Sendikası yöneticileri
ilgililerle sorunları görüşmektedirler; fakat, istenen ve beklenen çözümler,
bugüne kadar, maalesef, istenen düzeyde üretilememiş ve uygulamaya
konulamamıştır. Bugün, bu araştırma raporu, bilinenleri bir defa daha
toplu olarak güncelleştirerek yazılı bir doküman haline getirmiş olmaktadır.
Umarız ve dileriz ki, hükümetimiz bu raporu, bir Bakanlar Kurulu gündemi olarak
ele alır ve acilen gerekli önlemleri uygulamaya koyar. Zira, Türk tekstil
sektörü, istihdam, ihracat ve katma değer olarak, altın yumurtlayan bir
tavuktur. Böyle bir faal sektörü ayakta tutmak, genel ekonomiyi ayakta tutmakla
eşdeğerdedir. Bu rapor, ilgililere sunulan münferit raporlar gibi,
raflarda kalmamalıdır. Bu raporların gereği olarak birtakım yasal düzenlemelere
de ihtiyaç duyulabilir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin tekstil sorunlarına
gösterdiği yakın ve sıcak ilgi, bu yasal önlemlerin alınması için de
gerekenleri yapacak ve karşılayacak güçtedir. Bu sektörün sorunları ve
çözümleri, değişken hükümet politikalarının dışında devlet politikası haline
dönüştürülmeli, bu politikaların sahibi belirlenmeli, muhatabı belirlenmeli,
sorunları belirlenmelidir ve başıboş bırakılmamalıdır. Bu sektör, özellikle
sorumluluk açısından, yetki açısından, koordinasyonsuzluktan çok çekmiştir ve
çekmektedir. Türk ihracatının direği, tekstil ve konfeksiyon
sanayiidir. Ülkemizin dövize olan ihtiyacı açıktır. Bu acil ve hayatî
ihtiyacımızı karşılayacak bir sektöre sahibiz. Bunu bile bile, ihmalkâr
olamayız. Borçlanmak için el açmak yerine, kendi potansiyelimizi desteklemek,
ona sahip olmak, en akılcı ve en doğru bir çözümdür. O halde, bu bilinenleri
konuşmak yerine, icraata geçmeliyiz. Hükümet, reel sektörün sorunları üzerinde
çalışırken, reel sektörün ülkemiz açısından en reeli olan tekstil ve
konfeksiyon sektörünü günü gününe izlemeli, sorunları çözmeli, sanayicinin
önündeki engelleri kaldırmalıdır. Sayın milletvekilleri, sanayicimiz, özellikle, birtakım
günlük palyatif tedbirlerden, gündelik birtakım yaklaşımlardan, birtakım parasal
ve maddî destekten ziyade, önünün açılmasını beklemektedir; sektörün önündeki
engellerin aşılmasını beklemekte ve istemektedir; haksız rekabetin önlenmesini
istemektedir. Şu anda, tekstilimiz, yaşadığı zorluklar sebebiyle, tesislerini
Bulgaristan'a taşımak talihsizliği içerisindedir. Bu acı gerçek, sanıyorum,
işin vahametini açıkça ortaya koyar. Değerli milletvekilleri, bu raporun, en kısa zamanda,
bir hükümet politikası, bir hükümet gündemi olarak, Bakanlar gündemi olarak ele
alınacağını umuyorum; bu düşüncelerle, Yüce Meclisi ve Sayın Başkanı saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu adına konuşan Bursa
Milletvekilimiz Sayın Turhan Tayan'a, ben de, bu kapsamlı çalışmaları,
önerileri nedeniyle teşekkür ediyorum. Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Denizli
Milletvekilimiz Sayın Mehmet Gözlükaya. Buyurunuz Sayın Gözlükaya. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörünün 1997 yılından
bu yana içinde bulunduğu ve artmakta olan sorunların araştırılması ve gerekli
tedbirlerin alınması amacıyla kurulan komisyonun raporu üzerinde, Doğru Yol
Partisi Grubu adına söz aldım. Sözlerimin başında, Sayın Başkanı ve Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; komisyonumuz,
Sayın Ertuğrul Yalçınbayır başkanlığında, kurulduğu tarihten bu raporun
hazırlandığı tarihe kadar, büyük bir uyum içinde çalışmıştır. Komisyon, sektörün sorunlarının tespiti ve alınabilecek
önlemler için çok detaylı bir çalışma yapmıştır; işadamlarından sendikacılara
kadar, ilgili herkesle bir araya gelmiş ve görüşlerini dinlemiştir. Komisyon,
ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşların teknik personelinin görüşlerine ve
mevzuatlarla ilgili bilgilerine de başvurmuştur. Komisyonumuz, sektörün yoğun olduğu Denizli, İstanbul,
Gaziantep, Bursa, Kahramanmaraş, İzmir, Manisa, Adana, Aydın, Uşak gibi
illerimizde sektör temsilcileriyle bir araya gelmiş, işçi ve işverenlerle
görüşmüştür. Çalışmalarımızda, başta sektörün en büyük
akademisyenlerinden olan Sayın Prof. Işık Tarakçıoğlu Hocamız olmak üzere,
bakanlıkların ilgili uzmanlarının değerli görüşlerinden komisyonumuz büyük
destek görmüştür. Ayrıca, komisyonumuzda çalışan görevlilerimiz de, komisyonun
çalışması sırasında, gerçekten büyük destek ve katkılarını ihmal etmemişlerdir.
Ben, bu vesileyle, katkıda bulunan herkese şükranlarımı arz ediyorum. Sektörün büyük problemleri vardır; ülkemizin yaşadığı
bu kriz ortamında, sorunları gerçekten çoktur. Devletimize, hükümetimize ve
Meclisimize, sektörle ilgili tedbirlerin alınmasında büyük görevler
düşmektedir. Komisyonumuz, sektörün acil sorunlarıyla ilgili olarak
"Acil Önlemler Raporu" adı altında 13 maddeden teşekkül eden raporu,
başta Sayın Başbakan olmak üzere, ilgili bakanlıklara, komisyon başkanlığı
kanalıyla göndermiştir. Ne yazık ki, hükümetimizden ve ilgililerden hiçbir
cevap gelmemiştir. Hükümetin bu duyarsızlığının altını çizmek istiyorum.
Ayrıca, kriz mağduru sektöre karşı yapılan bu ilgisiz tavrın, hükümetin bir
ayıbı olduğunu da, bu vesileyle, ifade etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, tekstilcinin, tekstil ve
konfeksiyon sektörünün büyük sorunları vardır dedim. Ben, bunları özetlemeye
çalışacağım. Biraz önce arkadaşlarımın da söyledikleri gibi, evvelce bilinen,
sektörün içerisinde yaşadığı sorunların tekrarından ibaret olan raporumuzda da
görüldüğü gibi... Rapordaki bütün sorunları anlatmamıza imkân yok; ancak,
satırbaşlarıyla bazı şeylere temas etmek istiyorum: Üretimin artırılması ve ihracatın güçlendirilmesi için
bütçeden ve diğer kaynaklardan sağlanacak finansmanlar çerçevesinde, özellikle
Eximbank kredilerinin artırılması ve kullanımının yaygınlaştırılması; ayrıca,
dağılımının da, belli hegemonya altında, büyük sektörler yerine, adil olarak
dağıtılması gerektiğini gördük ve ifade ediyoruz. Ayrıca, iplik ve kumaşta KDV oranı yüzde 17-18
civarındadır. Bunda kademeli KDV uygulamasına geçilmesinde fayda görüyoruz;
yani, pamukta yüzde 1, iplik ve kumaşta yüzde 4, perakende de ise yüzde 17-18 olabilir
diye düşünmekteyiz. Ayrıca, KDV iadelerinin, Gümrük Müsteşarlığı ve Maliye
Bakanlığı arasındaki koordinasyon zafiyetinden kaynaklanmak suretiyle, çok geç
alındığı görülmektedir. Şimdi, bu sektörün mensupları demektedirler ki, bu
KDV'leri katlandırmaya gerek yok; menşeinde iplikten KDV alınmasın ve iade için
de biz emek çekip durmayalım. Yani, bu KDV hammaddeden alınmazsa, ne devlet
sıkıntıya girer ne de biz sıkıntıya gireriz demektedirler. Hatta, Denizli'de ve
Ege Bölgesinde bir banka, KDV iadelerini alma konusunda, sektörden, sektör
mensuplarından aldığı vekâletlere istinaden KDV'leri aldı ve banka battı.
Şimdi, bu sektör mensupları, bu KDV iadelerini alamaz duruma gelmişlerdir. Bu
bakımdan, KDV'nin hiç olmazsa bu sektörde kaldırılmasını ilgili ve kademeli KDV
uygulamasına geçilmesini tavsiye ediyoruz ve raporumuzda da bu var. Ayrıca, işveren üzerindeki yüksek SSK primi
düşürülmelidir. Alınacak önlemler çerçevesinde, ihracatın artmasına
paralel olarak pamuk fiyatlarında meydana gelebilecek dalgalanmaların
önlenebilmesi amacıyla, pamuk vadeli işlemler borsası acilen faaliyete
geçirilmelidir. Değerli arkadaşlarım, Amerika Birleşik Devletlerine
yönelik ihracatta, bazı kategorilerde kota seviyeleri yetersizdir. Son günlerde
yalnız bornozda kota kaldırılmıştır, havluda ve havlu bornozda kota kaldırılmış
olmaktadır; ama, diğer tekstil ürünlerinde, maalesef, Amerika Birleşik
Devletlerindeki kotalar devam etmektedir. Burada, şunu hatırlatmak ve özellikle, ilgilileri bu
konuda uyarmak istiyorum: Amerika Birleşik Devletleri, 2002 yılında, Çin ve
Pakistan'la kotaları kaldırma
anlaşmalarını yaptığı gibi, birçok ülkeyle de, kotaların kaldırılmasıyla ilgili
ikili ticarî anlaşmalar yapacaktır. Türkiye'nin bu yönde aktif olması gerekir.
Gazetede bir havadis okumuştum. Ürdün Kralının Amerika Birleşik Devletlerine
gidip, kendi ürünleriyle ilgili kotaların kaldırılması için büyük gayretler
sarf ettiğini ve kotalarının kaldırıldığını biliyoruz. Bütün Türkiye de bunu
okudu. Ben, bu bakımdan, bu meydana gelen, istemediğimiz savaşın içindeki
önemimiz ve savaş bitinceye kadar vaki rolümüze istinaden ve Türkiye'nin
ekonomik durumuyla, özellikle tekstil ve konfeksiyon sektörüyle ilgili
problemlerin çözülmesi için Sayın Cumhurbaşkanımızdan, Sayın Başbakanımızdan
büyük gayretler bekliyorum. Aktif olunması gerekir; kuru kuru, burada, sadece
büyükelçiyi çağırmak veya sektör temsilcilerinin bakanlık nezdinde veya Dış
Ticaret Müsteşarlığı nezdindeki girişimleri yetmiyor. Artık, Türkiye'nin
Cumhurbaşkanı da hareketli olmalı; Başbakanı ve ilgili bakanlıkları da bu
konuda hareketli olmak durumundadırlar. Değerli arkadaşlarım, biraz önce, Sayın Aslan
anlattılar. Denizli'de ve sanıyorum Türkiye'nin birçok yerinde de bu konu
gündemdedir. Amerika Birleşik Devletleriyle bugüne kadar yapılan ihracatımızda
-kota var iken tabiî- gelecek yıl içindeki kotaya mahsuben yüzde 6'lık bir
kontenjan, bir avans kullanılıyor idi. Bu avansa istinaden, birtakım anlaşmalar
yapıldı ve talepler gelmiş, buna istinaden Denizli'de birçok tekstilcimiz havlu
ve bornoz göndermişler ve maalesef, bir yanlış anlamadan ötürü -ki, Amerika
Birleşik Devletleri de bu yanlış anlamayı, bir hata olduğunu kabul ediyor; ama,
Türk tekstilcisiyle dalga geçer gibi- mallar oraya gitmiş, gümrüklerde
bekliyor, içeri almıyorlar; 200 000 koli mal bekliyor, 500 000 koli mal da
Denizli'de, ambarlarda sevkiyat bekliyor. Buradaki navlun ücreti ayrı bir dert,
malların geri gelme ihtimali bir dert... Bu bakımdan, ilgililerimizden, sayın
ilgili bakanımızdan ve Dış Ticaret Müsteşarlığından gerekli ilgiyi -ki, bu,
aşağı yukarı 1 aylık konudur- sektörümüz görememiştir ve halen de sorun
çözülmüş değildir; acilen ilgi gösterilmesini istirham ediyorum. Değerli arkadaşlarım, Türk sektörü için Çin bir
tehlike. Artık bunu herkes biliyor, sektör de biliyor. Bu bakımdan, burada,
Avrupa Birliği de, maalesef, Uzakdoğu ülkeleri ve yakın gelecekte de Güney
Afrika ülkeleriyle birtakım anlaşmalar yapacak. Madem ki biz Avrupa Birliği
üyesi adayıyız, madem ki gümrüklerimizi bu ülkelere açmışız, hal böyle olunca,
Gümrük Birliği Anlaşması da göz önüne alınarak, Avrupa Birliği ülkelerinin, dış
ülkelerle, yani, Uzakdoğu, Güney Afrika ülkeleriyle yapacağı ticarî
anlaşmalarda Türkiye'nin katılımının sağlanması gerekir. Burada, görev, hükümet
yetkililerine düşer. Burada, pasifize görüyoruz. Yoksa, ucuz imal edilen
Pakistan, Çin, Uzakdoğu, Güney Afrika ülkelerinin tekstil ürünleri, bizim
pazarımızı alacaktır ve maalesef, Türkiye tekstil ve konfeksiyon sektörü,
bundan büyük zarar görecektir, Türkiye zarar görecektir. Onun için,
ilgililerden hareket beklediğimizi ifade ediyoruz. Ben, atlayarak, sözlerimi devam ettiriyorum. Değerli arkadaşlarım, bir kere, istihdam teşvikini,
bütün OECD ülkeleri ve Avrupa Birliği ülkeleri uygulamaktadır. Biz, onun için,
çalışanlarımıza -Bağ-Kur'lu ve SSK'lılara- devletin, primlerde yüzde 10'luk bir
katkı sağlamasının, sektör açısından ve istihdamın teşviki açısından faydalı
olacağı kanaatindeyiz. Dahilde işleme rejimindeki bir aksaklığı söylemek
durumundayım. Burada, teminat mektupları alınır, ihracat yapılır; ama, bu
teminat mektuplarının çözülmesi, maalesef, zaman alır; bir iki yıl süren
iadeler vardır. Neden olur, bilinmez. Bu kadar ağır, hantal işleyen bir gümrük
veya ilgili daireler olur mu?! Neticede, bu insanlar, sektör mensupları, faiz
ödüyor. Bu faiz zararını, devletin çekmesi gerekir aslında. Sektör vazgeçti;
ama, hızlandırılması gerektiğini ifade ediyorum. Değerli arkadaşlarım, 1 milyona yakın yabancı, kaçak
işçiler var. Bunların primleri falan yok. Bu yönde gerekli tedbirlerin alınması
gerektiğini ifade ediyoruz. Ayrıca, son yıllarda meydana gelen bir hususu daha
açıklamak istiyorum. Geçen yıl İngiltere'ye, Londra'ya 6 500 mark navlun ücreti
ödenerek yapılan ihracatın bedeli -yani, bir TIR'ın bedeli 6 500 mark- bugün
olmuş 10 500 mark. Nedeni ise, ithalat azaldığı için dönüş bulamayan TIR'cılar,
maalesef, gidiş-dönüşü almaktalar. Bu bakımdan, 1994 yılında uygulanan, bir
navlun kredisi veriliyor idi sanayicimize, ihracatçımıza; bugünlerde de bunun
gündeme getirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Bu sektörün mensuplarının
rahatlıkla yurtdışına çıkabilmeleri için -herkes söylüyor bunu- ya bir yeşil
pasaport da verelim, verdiği vergiye göre, yaptığı ihracat bedeline göre bir
kolaylık da sağlayalım. Ben 50 dolarları da kaldırın diyeceğim; ama, Türkiye
battığı için bunu söyleyemiyorum, hiç olmazsa sektörümüz versin diyorum; ama,
bir yeşil pasaport da verelim diye söylüyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, Türk ekonomisinin düzlüğe çıkması
için vergi oranlarının düşürülmesi, enerji desteğinin verilmesi gerektiğini;
bir de, malî milat uygulamasının kaldırılması, ayrıca, enflasyon muhasebesi
uygulamasına da geçilmesi gerektiğini ifade ediyorum. Bir şey daha söylemek istiyorum. Son anayasa
değişikliğiyle, çeklerle ilgili bir düzenleme yaptık; yani, hukukî
ihtilaflardan dolayı, hukukî sözleşmelerden dolayı hapis cezaları verilemez
diye bir değişiklik yaptık; ama, çeklerle ilgili uyum yasasını, maalesef,
çıkarmakta geciktiğimiz için... Henüz çalışmalara başlandığı bile belli değil.
Gazetelerden okuyoruz, Sulhi Dönmezer Hocamızın bir lafı var; diyor ki "işte, on onbeş güne kadar hazır
olur." Bu kadar layüsel davranmamalıdır. Hapishanelerdeki insanlar
bekliyorlar, çıkacak mıyız diye?.. Alacaklılar da diyor ki, "bugüne kadar
çeklerle alışveriş yaptık, bir sürü alacağımız var, bu çekleri tahsil
edebilecek miyiz?" Çünkü, Türkiye'de, maalesef -şu gerçeği kabul edelim-
çekler, hapis suretiyle tahsil edilebilir hale gelmiştir. Yani, korkuyla çekler
tahsil edilir; yoksa, tahsilatı mümkün değil. Zaten, milletin çoğu iktisaden
bozulmuş, ahlak da bozulmuş. Bu bakımdan, bir an önce, çekle ilgili uyum yasasının
çıkarılması ve dış ülkelerle ilgili dengelemenin yapılması lazım. Bazı
ülkelerde, çeklerde banka teminatı var; yani, çeki alan adam, bankanın kaç
milyar lira kefalet içerisinde bulunduğunu ve bu çekin değerinin ne olduğunu
biliyor. Türkiye'nin de, bu çekleri, mutlaka, tahsil edilebilir bir -hapis
kalktığına göre- güvence altına alması gerektiğini ifade ediyorum. Değerli arkadaşlarım, KOBİ teşvik kredilerini
-maalesef, bugünlerde yok- teşvik etmek zorundayız, işlerlik kazandırmak
zorundayız. Tekstilci, hele orta ölçekli, yani KOBİ sıfatındaki -işin ağırlığı
da onlardadır- sektörümüzün desteklenmesi için, mutlaka, ucuz faizli teşvik
kredileri uygulanmalıdır. Değerli arkadaşlarım, tekstilcinin, içeride ve
dışarıdaki sektör mensuplarıyla ilgili rekabet edebilir hale gelebilmesi için
desteklenmesi lazım. Biraz önce ve raporumuzda da belirttiğimiz şekillerde
desteklemeler sağlanabilir; ama, Türkiye tekstil ve konfeksiyon sektörü,
gerçekten bir haksız rekabet içerisindedir. Bu rekabette, devlet, girdileri
asgarîye indirebilirse, düşürebilirse, sektörü destekleyebilirse, bu rekabeti
asgarî şartlara indirebilirse faydalı olur diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlarım, bir de, son yıllarda, bu
operasyonlar sebebiyle, maalesef, sektör mensubu namuslu birçok işadamımız,
sanayicimiz de vergi memurlarının baskısı altına girmiştir. Hepinize gelmiştir
şikâyetler, bize de geliyor. Ayda üç dört defa vergi uzmanlarının veyahut da
görevli denetim elemanlarının fabrikaları, iş çevrelerini, sık sık, ziyaret
ettikleri görülüyor. Namuslu bütün sektör mensupları diyor ki: "Biz
denetlenmekten, vergi vermekten çekinmiyoruz; ama, o kadar çok sık geliniyor
ki, maliyeci görünce her şey bitiyor, işi bırakmak bizim için daha iyidir diye
düşünüyoruz." Bakın, size, bir vatandaşımızın bir mektubuyla ilgili
kısa bir açıklamada bulunmak istiyorum. Sanıyorum, diğer Denizli
milletvekillerine de geldi bu. 213 milyon liralık bir fatura, güya sahte fatura
için, sektör sahibi, Vergi Usul Yasasının 359 uncu maddesinin (b) fıkrasına
göre ve 213 üncü maddeyle irtibatlı olarak onbeş ay ağır hapis cezası almış, 59
uncu madde uygulandığı halde. Şimdi, bunu da bir düzene sokmak zorundayız.
Maliye Bakanlığından ve ilgililerden rica ediyorum; Meclise getirsinler.
Hakikaten, adamın suçu varsa ceza alsın; ama, 213 milyon lirayla, 5 milyar, 10
milyar, 50 milyar aynı cezayı alır mı?! Bu yanlışlığı ortadan kaldırmamız
lazım. Aslında, malî ceza, para cezası olmalı; yani, malî suçların cezaları
para olmalı; ama, mevcut mevzuatımız değiştirilinceye kadar bu uygulama devam
edeceğine göre, bunu düzeltmemiz gerektiğini ifade ediyorum ve son olarak da
şunu söylemek istiyorum değerli arkadaşlarım: Ben, bu konuya devletimizin,
hükümetimiz ve Meclisimizin sahip çıkacağına inanıyorum ve bunu da gördük.
Tekstil Komisyonu Başkanı ve bütün partilere mensup üyeler, gerçekten, çok
ciddî, uyum içinde, büyük başarı elde ettiler, büyük fedakârlıklar ve güzel tespitler
yaptılar. Meclisin gereken tedbirleri alacağına ve getirilecek yasalara destek
vereceğine, bir an önce çıkaracağına inanıyorum; ama, hükümetten ve devletin
ilgili kurumlarından bu sektöre iyi gözle bakmaları gerektiğini ve bu sektörü
ciddiye almaları gerektiğini ifade ediyorum. İnşallah, bu umutlarımız yerine
gelir. Çünkü, ekonomik durumu bozuk olan ülkemizin bir an önce düzlüğe çıkması
için, lokomotif sektörlerden olan tekstil ve konfeksiyon sektörünün kazançlı
olması lazım, gelişmesi lazım, korunması lazım, desteklenmesi lazım diyorum;
bizi yönetenlerden bu desteği bekliyor, hepinize saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim. (Alkışlar) BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Denizli
Milletvekili Sayın Mehmet Gözlükaya'ya biz de teşekkür ediyoruz. Şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına Konya Milletvekili Sayın Özkan Öksüz'de. Buyurun Sayın Öksüz. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tekstil sektörünün sorunlarının araştırılması
amacıyla Bursa Milletvekilimiz Ertuğrul Yalçınbayır ve arkadaşları tarafından
verilen araştırma önergesi hakkında Ak Partinin görüşlerini aktarmak üzere söz
almış bulunmaktayım; hepinize sevgi ve saygılarımı sunarım. Bu komisyon raporuna katkılarından dolayı, Türk-İş'e
bağlı TEKSİF Sendikasına, Hak-İş'e bağlı Öz İplik-İş Sendikasına, DİSK'e bağlı
Tekstil Sendikasına, Türkiye Tekstil Sendikaları İşveren Sendikasına, Türkiye
Giyim Sanayicileri Derneğine, İhracatçı Birliklerine, sektörün tüm aktörlerine
ve katkıda bulunan kamu kurumu yetkililerine de buradan sevgi ve saygılarımı
sunarım. Değerli milletvekilleri, konuşmama başlamadan önce,
Sayın Başbakanımızın talihsiz bir konuşmasını hatırlatmak istiyorum. Bir
konuşmasında, muhalefet partilerinin Meclisi çalıştırmadığını, sürekli Meclis
çalışmalarını engellediğini söylemiş bulunmaktadır. Sayın Başbakan, daha önce, Meclisin çok çalıştığını
söylerken, şimdi ne oldu da Meclisin çalıştırılmadığından söz etmektedir.
Halbuki, Meclisin denetim mekanizmasını ortadan kaldıran hükümetin ta
kendisidir. Meclis Başkanlığının vermiş olduğu bilgilere göre,
hükümete milletvekilleri tarafından verilen yazılı ve sözlü soru önergeleri
sürekli olarak ertelenmektedir. Örneğin, hükümet tarafından onbeş gün
içerisinde cevaplandırılması gereken yazılı soru önergeleri ortalama kırk gün
içinde, sözlü soru önergeleri ortalama yüzonyedi gün içerisinde
cevaplandırılmaktadır. Altı aydır cevaplandırılamayan soru önergeleri vardır.
Meclis, yasa yapma çalışmalarına gösterdiği ilgi ve alakayı, denetimde
göstermemektedir. Bu zamana kadar, hükümetin denetlenmesi için, 4 903 adet
yazılı, 1 596 adet sözlü soru önergesi verilmiş, bunların ancak 4 297 tanesi
cevaplandırılmış, 2 202 soru önergesi daha hâlâ cevaplandırılamamıştır. Verilen
216 araştırma önergesinden, bu zamana kadar 22'si kabul edilmiş, 8'i
komisyonlarda olmak üzere 183 önerge beklemektedir arkadaşlar. Halbuki, biz... BAŞKAN - Sayın Öksüz, bu devam edecekse, benim daha
fazla izin vermem mümkün değil. ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Bitiriyorum... Bitiriyorum... Efendim, bugün, denetim günümüz... BAŞKAN - Hayır efendim... Hayır, tekstil... ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - 183 tane önergenin 23'ünü ancak
görüşmüşüz; bunu hatırlatmak istiyorum. BAŞKAN - Sayın Öksüz, ne üzerinde konuştuğumuzu
biliyorum. Tekstil gibi Türkiye'nin hayatî bir meselesinde, bunu
yapın; başka bir gün, Meclis denetimi ya da yasama faaliyetleri, onu yapın. ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Sayın Başkanım, bunları
hatırlatıyorum; bundan sonra, inşallah, gündeme getirilir. BAŞKAN - Tamam, gündeme geçin. ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Tekstil ve konfeksiyon
sektörünün sorunlarına girmeden önce, dünya tekstil ve konfeksiyon üretimindeki
gelişmeleri gözden geçirmekte yarar görüyorum. 1997 yılında Uzakdoğu Asya ülkelerinde başlayan
finansal kriz, bu ülkelerin tekstil üreticilerini de etkilemiş, yaşadıkları
krizden çıkabilmek için ürün fiyatlarını önemli ölçüde düşüren üreticiler,
istikrarlı bir gelişme kaydeden dünya tekstil üretim ticaretinin gerilemesine
neden olmuşlardır. Bu nedenle, 1995 yılında 517 milyar dolar olan dünya tekstil
üretim değeri, yüzde 6,2 oranında azalarak, 1998 yılında 485 milyar dolara
gerilemiştir. 1980 ve 1995 yılları arasında, Asya ülkeleri tekstil üretim
değeri yüzde 97,7 oranında artarken, Amerika kıtasında üretim yüzde 76,3
oranında artmıştır; aynı dönemde, Avrupa kıtasının üretimi 32,4 oranında
gerilemiştir. Ülkemizde ise, 2000 yılı tekstil ihracatı 3,8, ithalatı 3,2
milyar dolardır. Son 10 yılda, ortalama 1,3 milyar doları aşan tekstil makine
ithalatı ve toplam yatırım büyüklüğü itibariyle, gerek pamuklu ve gerekse
sentetik tekstil ürünlerinde önemli bir kapasiteye sahip ülkemiz için 3,8
milyar dolarlık tekstil ürünleri ihracatı yeterli değildir. Değerli milletvekilleri, ülkemizde 1980'li yılların
başında uygulamaya konulan, dışa açık büyüme modeliyle önem kazanan ihracat,
yatırımlara sağlanan devlet desteği ve ihracata yönelik değişikliklerin de
etkisiyle, özellikle, 1980 yılından sonra önemli bir sıçrama kaydederek, 3
milyar dolardan, 1990 yılında 13 milyar dolara, 2000 yılında 27 milyar dolara
yükselmiştir. İhracat gelirlerinde en hızlı artan sektörümüz, tekstil
ve konfeksiyon sektörü olmuştur. 1980 yılında tekstil, tekstil hammaddeleri ve
konfeksiyon ürünleri ihracatımız 827 milyon dolar iken, bugün ulaşılan rakam,
10 milyar dolardır. 1980 yılından sonra Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü
ürünleri dış satımının hızlı bir ivmeyle artması, ABD'yi de, benzeri şekilde,
Türk ürünlerine karşı korumacı önlemler almaya yöneltmiştir. Mevcut kısıtlama
anlaşması, 1995 yılında yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü hükümlerine
uyarlanmıştır. 17 Ağustos 1999 tarihinde, sektörün yoğun bir biçimde
faaliyette bulunmakta olduğu Marmara Bölgesinde meydana gelen deprem
felaketinin ardından, söz konusu müzakere davetimiz kabul edilmiş ve 22-23
Eylül 1999 tarihlerinde ABD yetkilileriyle yapılan görüşmeler neticesinde, 1999
ve 2000 yıllarını kapsayan bir mutabakat zaptı imzalanmıştır. Değerli milletvekilleri, tekstil ve konfeksiyon
sektörü, gerek sağladığı istihdam imkânları, üretim sürecinde yaratılan
katmadeğer ve gerekse ihracat gelirleri içindeki yüksek payı nedeniyle,
ekonomik kalkınma sürecinde önemli roller üstlenen lokomotif bir sektördür.
Tekstil ve konfeksiyon sektörü, genel ekonomi içinde üretim ve istihdam payı
net olmamakla birlikte, 2,16 milyon kişinin istihdam edildiği bir sektördür.
SSK kayıtlarına göre 5,80 milyonu bulan toplam kayıtlı işgücünün yaklaşık yüzde
11'i bu sektörümüze aittir. Bu hükümetin beceriksiz uygulamaları, yanlış almış
olduğu kararlar, IMF destekli politikaları ve kendi aralarında çıkarmış
oldukları sunî krizlerle, tüm sektörlerde olduğu gibi, tekstil ve konfeksiyon
sektörü de krize girmiştir. Siyasî yöneticiler ekonomiden anlamamaktadır.
Ekonomiden sorumlu Bakan, ekonomiyi, ekonomik verilerin koordinasyon
usullerini, çözüm yollarını ve tüm sistemi, yönetirken başarısız olmuştur.
Ekonomi yönetimine, hem içte hem de dışta güven kalmamıştır. Bu nedenle, Kemal
Derviş, IMF ve uluslararası kuruluşlar tarafından Türkiye ekonomisinin başına
getirilmiştir. Her gün yeni işyerleri kapanmakta, sayıları 50 ve 100'ü bulan
işçi işsiz kalmaktadır. Her geçen gün insanlar aç kalmakta, üretim durmakta,
kalite bozulmakta, işverenler başka ülkelere kaçmakta; Türkiye'de, sanayicinin
çalışabileceği iklim, ortam, zemin, mevzuat şartları, düzelmesi gerekirken,
bozulmaktadır. Gayri safî millî hâsıla, 200 milyar dolardan 140 milyar dolara
gerilemiştir; fert başına düşen millî gelir, 3 000 dolardan 2 000 dolara
gerilemiştir. Piyasalardaki durgunluğa rağmen, enflasyon oranı, yine, yüzde
80'i aşmıştır. Devletin içborç miktarı, 2000 yılı başında 31,4 katrilyon iken,
yüzde 230 artış göstererek 101,8 katrilyona çıkmıştır. Bunun yüzde 33'lük kısmı
döviz üzerinden borçtur. Tekstil ve konfeksiyon sektöründe yanlış yatırımlar
yapılmıştır. Gümrük birliği öncesinde, Avrupa'ya daha fazla ihracat yapılacağı
ve büyük kârlar elde edileceği beklentilerine bağlı olarak, kısa vadeli ve
pahalı yatırımlar gerçekleştirilmiştir, hatta sanayicilikle hiç ilgisi
olmayanlar dahi evi ve arabasını satarak konfeksiyon ve tekstil sektörüne
girmiştir. Kayıtdışı işgücü sorunu yaşanmaktadır. Emek-yoğun
üretimin gerçekleştirdiği konfeksiyon sektöründe işgücü maliyeti, üretim
maliyeti içinde en yüksek paya sahip maliyet kalemidir. Ülkemizde işçinin eline
geçen ücret yüksek olmamakla birlikte, başta SSK primleri olmak üzere sosyal
ödenekler ve vergilerin yüksek olması nedeniyle işçinin işverene maliyeti
yüksektir. Dolayısıyla, bu ek aşırı yükten ve her türlü vergi ve
formalitelerden kurtulmak için kayıtdışına kaçmaya yönelinmiştir. Kayıtdışılık
artık çok genişlemiştir. Kayıtdışı oranı, önceleri yüzde 20 civarında iken,
şimdilerde, Maliye Bakanlığı tarafından verilen bilgilere göre, yüzde 70'lere
ulaşmıştır. SSK primlerinin aşırı derecede yüksek oluşu maliyetleri
artırmakta ve Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün uluslararası rekabetini
azaltmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran yüzde 22 ilâ yüzde 25
arasında değişirken, işçi-işveren sigorta kesintisi bizde yüzde 48'dir. Bu uygulama
kaçak işçiyi teşvik etmektedir, bu uygulama -kayıtdışı istihdam- sendikal
hareketin de önünü tıkamaktadır. Türkiye'de
1 000 000'un üzerinde yabancı işçi çalıştırılmaktadır kaçak olarak.
Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi ve asgarî ücretle işçi çalıştıran işverenin
istihdam nedeniyle üstlendiği sigorta primleri, diğer vergi ve kesintilerde,
OECD ülkelerinde olduğu gibi, belirli oranda devlet katkısının olması,
dolayısıyla işçi ve işveren üzerindeki yükün hafiflemesine sebep olacaktır. Kaliteli işgücü; konfeksiyon sektöründe sıra malı
üreten ülkelerin rekabet etme şansının bulunmadığı bir dönemde, katmadeğeri
yüksek moda ve markalı ürünler üretip yüksek gelir grubunda yer alan gelişmiş
ülkelerdeki pazar payımızı artırabilmek için, nitelikli işgücüne sahip olmak
zorundayız. Yatırımlar ülke sathına yayılmalıdır. Sürdürülebilir
ekonomik kalkınma sürecinde ara sektörlerden biri olan ve ekonomik kalkınma
için büyük katmadeğerler yaratan konfeksiyon sektörünün ülkemiz ekonomik
kalkınmasına bir süre daha kaynak yaratmasını sağlamak, ekonomik kalkınmada
bölgelerarası dengesizlikleri gidermek zorundayız. Bu sektörde, işletme ve özsermaye yetersizliği
yaşanmaktadır. İşletme ve özsermaye yetersizliği, tekstil ve konfeksiyon
sektörünün ihracat performansını sınırlayan bir faktör olmanın ötesinde,
ekonominin daraldığı dönemlerde işletmelerin faaliyetlerini sürdürebilmelerini
etkileyebilecek boyutlardaki sorunlardır. Eximbank, kapitali olduğu iddia edilen; ama, varlığı,
Türkiye'nin ekonomisiyle hiç bağdaşmayan bir teşekküldür. Bu hükümette olduğu
gibi, her hükümet, bu bankaya milyarlarca dolar vereceğim diye söz vermesine
rağmen, şu ana kadar bu bankanın kullanmış olduğu paranın miktarı 1,5-2 milyar
dolardır. Devalüasyonun da etkisiyle, tekstil ve konfeksiyon ihracatının dolar
bazında artırılması isteniyorsa, Eximbank kredilerine ayrılan kaynağın da dolar
bazında, en azından bu alanda artırılması ve acilen kullanıma açılması
gerekmektedir. Eximbank kredilerinin yaygınlaştırılması ve yeni programların
yürürlüğe konulmasında yarar vardır. Ayrıca, aracı bankalar vasıtasıyla kredi
kullanılması sırasında karşılaşılan, kredi kullanımını zorlaştıran veya
geciktiren sorunların giderilmesi gerekmektedir. Reel sektörün desteklenmesi
şarttır. Bunun için öngörülen destek 1 milyar dolardır. Bankacılık sistemine 20
katrilyonluk fon bulan hükümetin, reel ekonomi için, üretim için, istihdam için
bu parayı bulması şarttır. Enerji maliyetlerinin yüksek olması ve enerji
kalitesinin düşük olması, sektörün rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemektedir.
2000 yılı itibariyle, OECD ülkelerinde elektrik fiyatlarına baktığımızda, satın
alma gücü paritesine göre sanayide kullanılan elektrik birim fiyatları, dolar
bazında şöyledir: Belçika, 0,07, Kanada 0,04, Fransa 0,04, Almanya 0,05,
Yunanistan 0,06, Türkiye'de ise 0,187'dir. Türkiye'de tüketilen elektriğin
yüzde 8'inden fazlasını, tek başına tekstil sanayii tüketmektedir. Dolayısıyla,
elektrik fiyatlarının fazlalığı, Türk girişimcilerin uluslararası piyasalardaki
rekabet gücünü azaltmaktadır. Bu nedenle, elektrik birim fiyatlarının Avrupa
Birliği normlarına indirilmesi şarttır. Yatırımların büyük çoğunluğu yurt dışına kaçmaktadır.
Türkiye'de, getirilen ekvergilerin kalıcı hale getirilmesi, vergi oranlarının
yüksekliği, enerji fiyatının yüksek olması ve hükümetin uygulamalarıyla,
Amerika Birleşik Devletlerine yönelik ihracat yapan firmalarımız, kota
yetersizliği sonucu, pazara kısıtlamaya tabi olmadan girebilmenin avantajını
yitirmenin yanı sıra, siparişlerin alınması esnasında dahi kotaların dolmasına
bağlı olarak, teslimatlarda yaşanabilecek gecikmeler nedeniyle, sadece, kotaya
tabi ve hassas kategorilerde değil, diğer kategorilerde de sorunlarla
karşılaşmakta ve üretim tesislerini Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelere
kaydırmaktadırlar. KDV oranları yüksektir. Tekstil ve konfeksiyon
sektörünün temel maddesi olan pamukta KDV oranı, arkadaşlarımızın söylediği
gibi yüzde 1 iken, bunun dışında sektörün girdi olarak kullandığı iplik ve
kumaşta yüzde 18'dir. Elyaftan giysiye kadar olan tekstil ve konfeksiyon
üretimi bir bütün olarak kabul edildiğinde, ara mal niteliği taşıyan iplik ve
kumaş için KDV oranının yüzde 18 olması, sektördeki kayıtdışı işlem hacmini
artırmakta ve sahte fatura kullanımını artırmaktadır. Onun için, tekstil ve
konfeksiyon sektörü KDV oranının bu sektörün ara malı konumundaki iplik ve
kumaşın toptan satışları için yüzde 2,5 aralığında tespit edilmesi, mevcut
sorunların aşılmasının en temel noktasıdır. Bütün ekonomiyi otomobil ve beyaz
eşya olarak kabul eden bu hükümetin, bu kafayla ekonomiyi düzlüğe çıkarması
mümkün değildir. Bu nedenle, KDV indiriminin, öncelikle temel ihtiyaç
maddelerinden başlanarak, tekstil ve konfeksiyon sektöründe de uygulanması
şarttır. İhtisas gümrükleri oluşturulmalıdır. Tekstil ve konfeksiyon sektörü
dahilde işleme rejimi kapsamında ithal edilen iplik ve kumaşların içpiyasada
satılıp hayalî ihracat yoluyla ihraç edilmiş gibi gösterilmelerini önlemek
için, 2000-10 sayılı Tebliğin 22 nci maddesinde belirtilen ürünlere, her türlü
iplik ve kumaş da ilave edilmelidir. Eğitim ve ar-ge için ayrılan kaynaklar yetersizdir.
Tekstil ve konfeksiyon, dünyada rekabetin en fazla yaşandığı sektörlerin
başında gelmektedir. Bugün için ticaretin önündeki en büyük engel olarak
görünen kotaların 2005 yılında sona ermesiyle birlikte ticaret serbestleşecek
ve rekabet daha da şiddetlenecektir. Türkiye gibi, sermayenin pahalı olduğu,
işgücü maliyetlerinin giderek arttığı ülkelerde rekabeti aşmanın en önemli
yolu, üretim kalitesini artırmak, moda ve marka yaratmaya yönelmek olarak
görülmektedir. Enflasyon muhasebesine hemen geçilmelidir. Günümüzde,
enflasyon oranlarının yüzde 20 ve daha yüksek olduğu ülkelerde enflasyon
muhasebesine geçilmiştir; ama, Türkiye'de, daha hâlâ bu enflasyon muhasebesine
geçilmemiştir. Düşünün, krizden önce
500 milyar lira alacağı olan bir firmanın, bu parası tahsil edildiğinde, dolar
bazında 500 000 dolar alacağı olan firmanın kasasına giren 200 000 dolardır. Bu
demektir ki, bu firma 300 000 dolar küçülmüştür; ama, biz, vergiyi aldığımızda,
ilk baştaki 500 milyar lira üzerinden vergi almaktayız. Bunun için, bunun
derhal düzeltilmesi lazım. İşçi temsilcileri olan sendikalar, işverenler ve
hükümet arasında... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Öksüz, lütfen tamamlar mısınız. ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Başkanım bitiriyorum. Hükümet kayıtdışı ekonomiyle etkin bir mücadele yapmalı
ve bunun için gerekli mevzuat değişikliklerini yapmalıdır. Taşeron işçi ve
kayıtdışı işçi çalıştırmayı önlemelidir. Malî kaynakların yatırım ve yerli
üretimde kullanılmasını teşvik edecek mekanizmalar oluşturulmalıdır.
Uzakdoğu'dan ucuz ve kalitesiz mal ithalatı önlenmelidir. Antidamping benzeri
önlemler alınmalıdır. İhracatı destekleyici para ve kur politikaları
uygulanmalıdır. Gümrüklerimiz Avrupa Birliği normlarına uygun hale
getirilmelidir. KDV oranları düşürülmelidir. Temel girdi fiyatları
düşürülmelidir. Gümrük birliğinden doğan haklar korunmalıdır. Kontrol dışı ve
plansız büyüme önlenmelidir. Serbest bölgelerin asıl işlevine dönmesi
sağlanmalıdır. Ar-ge faaliyetleri desteklenmelidir. Tekstilin hammaddesi olan
pamuk devlet tarafından desteklenmelidir. Teknolojik yatırım programları
yapılmalıdır. Avrupa Birliğine tam üyelik hedefi devam ettirilmelidir. Hepinize saygılar sunarım. (AK Parti ve SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Öksüz. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Konya
Milletvekili Sayın Özkan Öksüz konuştular. Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Mustafa Verkaya; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri, 1999'un 5 inci ayında verilen bu araştırma
önergesi nedeniyle kurulan komisyon maalesef, ancak bugünlere kadar raporunu
getirebilmek durumunda kalmıştır. Bu, Meclisin denetim yapması bakımından çok
sevindirici bir tabloyu ifade etmez; çünkü, Yüce Meclisin önemli görevlerinden
birisi de, tabiî ki yasa yapmanın hemen yanında, denetim yapmaktır. Denetim
görevinin, böyle, biraz sallantıda bırakılması veyahut biraz ıskalanması, doğru
bir davranış değildir. Dolayısıyla, geç de olsa, bu raporun huzura getirilmiş
olması memnuniyet vericidir. Komisyon çalışmaları sırasında değerli
üreticilerimizle, tekstil ve konfeksiyon sektörünün değerli temsilcileriyle
görüşürken, çok acil bir talepleri vardı: "Ne olur, kur ciddî manada baskı
altında tutuluyor; yüzde 20-25'lik bir devalüasyon yapabilirseniz, hükümet bunu
yapabilirse, ihracatımızın artacağına inanıyoruz" diyorlardı. Daha sonra,
kasım krizi, arkasından şubat krizi, yüzde 70-80'lere yaklaşan bir devalüasyon;
ama, üzülerek, tekstil sektörü adına üzülerek ifade etmek gerekirse, maalesef,
tekstil ihracatımızda, konfeksiyon ihracatımızda ciddî bir artış olmamıştır.
İhracatçı birliklerinin kayıtlarına göre, 1 Ocak 2001 ile 31 Ekim 2001
tarihleri arasında tekstil ve hammadde ihracatımız, kısaca 2,4 milyar dolara
ulaşmış ve yüzde 11'lik artış göstermiş. Esas, hazır giyim ihracatımız,
ihracatın içerisinde önemli paya sahip olan kısım; burada ise, 6 milyar 258
milyon dolarlık bir ihracat yapılmış ve yüzde 0,21'lik bir düşüşle karşı
karşıya kalmışız. Toplam olarak söylemek gerekirse, tüm tekstil sektöründe
ihracat artışımız yüzde 2'ler civarında kalmıştır; üzüntü verici bir tablodur. Tekstil sektörüne, Türkiye olarak, 150 milyar dolar
gibi çok büyük bir yatırım yapmışız. Çok önemli bir rakamı, bu fakir millet,
yatırım olarak, Türkiye'nin çeşitli bölgelerine serpiştirmiş ve ihracatımızın
yüzde 38'lerini bu sektör yapıyor. Yaklaşık 630 000'i kayıtlı olmak kaydıyla, 2
ilâ 2,5 milyon insanımızı bu sektörde istihdam ediyoruz. Bütün bunlar, bu sektörün ne kadar önemli olduğunu ve
önem verilmesi lazım geldiğini ortaya koyacak durumda olmasına rağmen,
maalesef, bu sektör, çok çeşitli bakanlıklar arasında, âdeta, parçalanmış gibi;
bir birlik ve bütünlük içerisinde, gelişen olaylar karşısında süratle manevra
yapma kabiliyetine de sahip değildir. Onun için, bu sektörün, bir bakanlığın
çatısı altında, belki bir müsteşarlık seviyesinde temsil edilmesi; dolayısıyla,
çeşitli gelişmeler karşısında ciddî, çevik, manevralar yapabilecek bir
teşkilatlanmaya kavuşturulması şarttır. Bu sektörün en önemli girdisi, malum olduğu üzere
pamuktur. Pamukta ise ciddî bir politikamız söz konusu değildir. Halbuki,
Türkiye, kendisine hedeflemiş olduğu tekstil hedeflerini gerçekleştirebilmek
için, mutlak surette millî bir pamuk politikasını tespit etmek
mecburiyetindedir. Aşağı yukarı 800 000-850 000 ton civarında üretim yapıyoruz,
350 000-500 000 ton civarında da ithalat yapıyoruz. Dolayısıyla, pamuğa ihtiyacımız
var; pamuk üreticisini mutlak surette canlı tutmalıyız, desteklemeliyiz ve
pamuk üreticisine prim ödemeye devam etmeliyiz; bunu da, toprağa atılmış bir
para zannetmemeliyiz. Kısacası, millî pamuk politikamız doğrultusunda, pamuk
üreticilerine bu yıl verilen 9 sent civarında prim devam ettirilmelidir, ayrıca
artarak devam ettirilmelidir. Bu önemli sektörün ar-ge'ye çok ihtiyacı olmasına
rağmen -çünkü, teknoloji ağırlıklı çalışan bir sektördür- maalesef ar-ge'si
mevcut değildir. İthalattan, ihracattan ve tekstil yatırımlarından fonlar
kaldırılmış olmasına rağmen, binde 1'lik bir pay ayrılarak, mutlak surette, bu
sektör için elzem olan, bu sektörün gelişmesini takviye edecek olan ar-ge
kurulmalıdır; eğitim faaliyetleri, araştırma faaliyetleri ciddî bir biçimde
desteklenmelidir. 1990'lı yıllarda, büyük teşvikler verilmiş; ama, çok da
isabet kaydedilmemiştir. Teşviklerin, bundan sonra, modernizasyon bazında
verilmesi gerekmektedir. Yatırım teşvikleri, kapasite fazlalığı nedeniyle
durdurulmalıdır. Bu sektörde, hem içeride hem dışarıda, ciddî bir haksız
rekabet yaşanmaktadır. DİR belgesi kapsamında ortaya çıkan haksız rekabet
uygulamaları, kayıtdışılıkla ortaya çıkan haksız rekabet uygulamaları,
gümrüklerdeki kaçakçılık nedeniyle ortaya çıkan haksız rekabet uygulamaları
mutlak surette önlenmelidir. Türkiye'de, özellikle, gümrüklerimizin, ciddî bir
zapturapt altına alınma mecburiyeti vardır. Sayısını 130 civarına kadar
çekebildiğimiz gümrüklerimiz, 7 900 personeliyle hizmet etmeye gayret
etmektedir; ancak, ihtisas gümrüklerinin çoğaltılması şarttır; 4 olan tekstil
ihtisas gümrüğünü, 6'ya çıkarmak mecburiyetindeyiz. Ayrıca, mesela, Almanya
gibi bizden daha çok dışticaret hacmi olan bir ülkenin 69 gümrük kapısı var,
burada, 39 000 insan çalışıyor; ama, Türkiye'nin, 130 gümrüğü var, sadece 7 900
insan çalışıyor; yani, biz, hangi personeli nerede istihdam edeceğimizi çok da
bilmiyormuşuz demek ki. Nereye çok personel koyacağız, hangi vasıfta personel
koyacağız, bunları iyi tespit etmek, iyi tayin etmek gerektiği kanaatindeyiz. Bakınız, Türkiye, 4 200 civarında DİR belgesi -bugün
için söylüyorum- vermiş; ama, mesela, Almanya 160 tane kullandırmış, İtalya 263
tane kullandırmış; ama, biz, 4 200'lere doğru yaklaşmışız. Kayıtdışılığın ne olduğunu söylemeye çok fazla gerek
olduğuna inanmıyorum; ama, herkes bunu çok iyi biliyor. İşçi konusunda
kayıtdışılık var, elektrik konusunda kayıtdışılık var, malzeme konusunda
kayıtdışılık var... Kayıtlı çalışanlara karşı yapılabilecek en büyük kötülük
bu. Bunun mutlaka önlenmesi gerekiyor. Özellikle, DİR belgesi adı altında
yapılan ithalatların bir kısmı şişirilmiş faturalar biçiminde, bir kısmı
şişirilmiş fiyatlar biçiminde, bir kısmı gösterilen metrajdan daha çok miktarı
yurtiçine sokar vaziyette çalışıyor ve bütün bunlar, tabiî ki, kayıtlı
çalışanlar için, yasalara saygılı olanlar için haksız bir rekabet demek. Buna,
hukuka bağlı bir devlet anlayışının tahammül etmesi de mümkün değildir. (MHP
sıralarından alkışlar) Kotalar var, ihracatçılarla ilgili temel problemlerden
-değerli arkadaşlarım anlattılar, temas ettiler- müteselsil sorumluluk dünyanın
hiçbir ülkesinde beş faturaya doğru inmez; böyle bir şey yok. Müteselsil
sorumluluk, sadece, aldığınız malla alakalı olan faturayla ilgilidir.
Dolayısıyla, bunun da kaldırılması gerekir. Devletten KDV iadesi alacağı olan ihracatçının KDV
iadeleri, hiçbir bahaneye sığınılmadan, tetkikleri yapılarak süratle
ödenmelidir. Aksi takdirde, devlete olan bir vergi borcu varsa mahsup
edilmelidir; yani, mahsuplaşma olayı yapılmalıdır. İhracat bedellerini vaktinde
getirememiş olan ihracatçıların yurt dışındaki dövizlerini Türkiye'ye
getirebilmeleri için, getirmeleri için hangi kolaylık gösterilecekse o kolaylık
gösterilmelidir; kambiyo affı çıkarmak dahildir buna. Eximbank kredileriyle ilgili çeşitli şikâyetler
dinledik, araştırma komisyonunun çalışmaları sırasında. İhracatçının
Eximbanktan başka destekleyicisi -finans noktasında- yok; en önemli destekçisi
Eximbank. Eximbankın muhabir bankalar eliyle kredi vermesi, çeşitli faydalı
taraflarının yanında... Mesela, faydalı taraflarından birisi şu: Eximbankın
batak kredisi bugüne kadar olmamış. Bu, çok övünülecek, takdir edilecek bir
olay; ama, muhabir bankaların kendi yan kuruluşu durumunda veya imtiyazlı veya
hatırlı müşterilere eğer Eximbank kredisini aktarma gayretleri varsa, bunun da
mutlak suretle önüne geçilmelidir; yani, tüm ihracatçılara, özellikle de, ihraç
ettiği ürünlerde yerli materyal kullanan ihracatçılara Eximbank kredilerinde
öncelik tanınmalı ve hükümetimiz, Eximbank kredi kaynaklarını gücümüzün yettiği
nispette artırmalıdır. Bir diğer önemli konu, sektörü dünyayla rekabetten
alıkoyan önemli bir konu, pahalı enerji kullanılması konusudur. Türkiye'de
bugüne kadar yapılan hidroelektrik santrallar, doğalgaz santralları, mobil
santrallar, bütün santralları dahil ederek söylersek ve bunların hepsinin paçal
yapılarak ortaya bir fiyat koymasıyla, 7,5 sent civarında sanayicimize
elektriği verdikten sonra, sanayiciye Avrupalı sanayicilerle yarış, onlarla
rekabet et diyemezsiniz. Bir sanayici 7,5 sente elektrik kullanıyorsa, Avrupalı
meslektaşı 4 sente, 3,5 sente elektrik kullanıyorsa, siz, kendi sanayicinizden,
Avrupalı sanayicilerle rekabet etmesini hayal edersiniz sadece ve bunu
dilimizden düşürmediğimiz, globalleşmeler, küreselleşmeler adına, birtakım,
işte, rekabetin şart olduğu gibi iddiaları ve sözleri dilimizden düşürmez ama,
sanayicimize 7,5 sente elektrik vermeye devam edersek, söylediklerimizde de
samimî olmadığımız manası çıkar. Niçin sanayicimize 7,5 sente elektrik
verdiğimizin ayrı bir araştırma komisyonunun da görevi olduğuna inanıyorum. 2
sente hidroelektrik santrallarından elektriği mal etmiş olmamıza rağmen, niçin
saniyicimize 7,5 sente elektrik vermek durumunda kalıyoruz; üzerine 100 tane
ünlem işareti konulacak kadar önemli bir konudur. Bunun dışında, ucuz elektrik
elde etmek isteyen sanayicilerimizin kojenerasyon kurma gayretleri teşvik
edilmelidir; yani, kendi elektriğini kendisi üretmek isteyen sanayicinin önünü
mevzuat hazretleriyle kesmeye hiç kimsenin hakkı yoktur... MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Var mı bu kesenler? MUSTAFA VERKAYA (Devamla) - Dosyada var; araştırma
komisyonu dosyamızda var. Elektrik faturalarındaki TRT payı, hazine payı gibi
birtakım ekler, vergiler kaldırılabilirse, belki, enerjiyi, sanayicimize bir
nebze daha ucuz verebiliriz. Yine, Türkiye'de üretime katılan sendikalı işçinin
maliyeti, devalüasyondan önce 700 dolar civarındaydı... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MUSTAFA VERKAYA (Devamla) - Ancak, sendikalı, sosyal
hakları olan işçimizin işverene olan maliyeti 700 dolar olmasına rağmen,
işçinin eline geçen para 300 dolar civarındadır; çünkü, SSK ve muhtasar vergi
yükleri, işçiyi -kendisinin eline çok şey geçmemiş olmasına rağmen- işverene
karşı pahalı hale getirmektedir. Buna da bir çözüm bulunması mecburiyeti
vardır; çünkü, bizim sanayicimiz, tekstilcimiz, konfeksiyoncumuz, Uzakdoğu'yla
yarışıyor -Avrupa'yla değil sadece- Çin'le yarışıyor, Endonezya'yla yarışıyor,
Hong Kong'la yarışıyor, Tayvan'la yarışıyor, Kore'yle yarışıyor. Bunun farkına vararak, Bulgaristan'da bir işçinin
ücreti 50 dolarsa, Türkiye'de de 50 dolar olsun demiyoruz; ama, bu konuda,
sanayiciye yarışabileceği imkânların hazırlanması şarttır. Sanayici, bizden
bunun dışında başka bir talepte de bulunmuyor. Bunu da Yüce Meclis olarak
sahiplenmeliyiz. Bu şartları, sanayicimize, hükümetimizin de, mutlak
surette hazırlaması gerektiğine inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP,
DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Verkaya. Muhterem milletvekilleri, şimdi, Saadet Partisi Grubu
adına, Bursa Milletvekili Sayın Ahmet Sünnetçioğlu konuşacaklar. Buyurun Sayın Sünnetçioğlu. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulmuş
(10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine Saadet
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi selamlıyorum. Her ne kadar bu komisyonun kurulmasıyla ilgili Türkiye
Büyük Millet Meclisinde bir grup adına yapılan konuşmada "tekstil ve
konfeksiyon çok önemli; ancak, lokomotif sektör olamaz. 21 inci Yüzyılda
lokomotif sektör dijital, elektronik ve teknik sektördür. "Dünyada,
tekstil ve tekstil makineleri ve tekstil kimyasalları, elektrik-elektroniğe
dönüştürülmelidir. Tekstil sanayii, hem büyümeli, güçlenmeli hem de bu sanayiin
ekonomideki yeri göreceli olarak artırılmalıdır" denilmişse de, gayri safî
millî hâsılanın yüzde 16'sını, istihdamın yüzde 26'sını, ülke ihracatının yüzde
37'sini oluşturan bu sektöre 150 milyar dolar yatırım yapılmış, ring iplik
kapasitesi bakımından Avrupa Birliğinin yüzde 90'ına, mekikli dokuma tezgâhı
kapasitesi bakımından Avrupa Birliğinin yüzde 80'ine ulaşmış bu sektörde,
faaliyette bulunan firma sayısı 40 bin civarındadır. Bu işletmelerin yüzde
90'ından fazlasını KOBİ'ler teşkil etmektedir. 500 büyük sanayi kuruluşu
içindeki firmaların yaklaşık dörtte 1'i tekstil ve konfeksiyon firmalarından
oluşmaktadır. Ülkemizdeki 1 349 yabancı sermayeli şirketin 231'i de tekstil ve
konfeksiyon sektöründe faaliyet göstermektedir. Görülüyor ki, tekstil ve
konfeksiyon sektörü, ülkemizde, üretim ve istihdama katkısı ve ihracat yoluyla
döviz kazandırması sebebiyle lokomotif sektör olma özelliğini sürdürmektedir. Bu kadar önemli olan bu sektör, olağanüstü bir kriz
içerisindedir. Önlem alınmaması halinde, bunalım derinleşerek batma noktasına
gelecektir. Komisyonumuzun kurulduğu andan itibaren, gerek sektörün ilgili
temsilcilerinin komisyona gösterdikleri ilgi ve alaka gerekse komisyonun,
Bursa, İnegöl, Adana, Kahramanmaraş, İzmir, Aydın, Uşak, Denizli, Kayseri,
Gaziantep, Malatya, Çorlu gibi ilgili merkezlerde yaptığı incelemelerdeki
gözlemler, âdeta bu sektörün kurtuluşu için komisyonu ve raporunu cansimidi,
ümit kaynağı noktasına getirmiştir. Böylesine büyük ve ağır bir sorumluluğu
yüklenmenin bilincinde olan komisyon üyeleri adına başkan, daha ilk
toplantılarda şu konuşmayı yapma ihtiyacı hissetmiştir: "Bilindiği gibi,
yasama, yürütme, yargı, kuvvetler ayrılığı prensibi içinde bizim yerimiz; yani,
komisyonun yeri sadece önermektir ve ihtiyaç duyulan kanunlarla ilgili biz
ve komisyon üyeleri birlikte tekliflerde
bulunabiliriz; ama, bunların bizim sistemimiz içinde kanunlaşma süreci oranı
fevkalade azdır. Biz, bu suretle, bir denetim görevi yapıyoruz; hükümetin
mevcut mevzuatı artı belirlenen durumlar karşısında ne gibi önlemlerle, ne gibi
tasarılarla önümüze gelmesi gerektiğini denetlemiş oluyoruz. Bizim yaptırımımız
yok; ama, biz elbirliğiyle hareket ediyoruz." Bu sözler doğrultusunda bugün burada konuşulanları ve komisyon
raporunu, sayın hükümet ve özellikle Sayın Derviş'in çok iyi analiz edip,
değerlendirmesi gerektiğine inanıyorum; ancak, IMF ve Dünya Bankası destekli
reel sektörü hiçe sayan borsa ve banka ağırlıklı programda tekstil ve
konfeksiyon sektörüne yer yok, ki, ülkenin lokomotif sektörünün görüşüldüğü bu
oturuma alaka minimum düzeyde. Konunun önemine binaen hazırlanan komisyonun
araraporu da iktidar tarafından hiç dikkate alınmadı. Komisyon bu konuya
duyarlı; ama, hükümet, maalesef, aynı noktada duyarlı değil. Sayın Bakanımızın
da, bugün, oturduğu sıralardan komisyondaki yerine gelişi bu konuyu böyle ifade
ediyor. Bunu bu şekilde açıklama fırsatım oluyor. Hükümetin bu konuya maalesef
ilgisi yok denecek düzeyde. Her ne kadar bu sektörün içinde bulunduğu krizin
sebepleri arasında 1997 yaz aylarında patlak veren Asya krizi, Avrupa Birliği
genelinde talep daralmasının olması, Ağustos 1998'de Rusya Federasyonunda
yaşanan ekonomik kriz, Uzakdoğu ülkelerinin rekabet edilemez fiyat kırmaları
genel sebepler olarak sayılsa da, Sayın Başbakan, bu Meclisin muhalefet
tarafından çalıştırılmadığını söylüyor; halbuki, bu Meclis, yasama görevi
bakımından oldukça etkin; çıkarılan kanun sayısı da, biraz evvel Sayın Öksüz'ün
saydığı rakamlar seviyesinde, yüksek; ama, bu Meclis, denetim görevini
yeterince yapamıyor. Onun da önünü tıkayan, sadece ve sadece, iktidardır. Bunu
da, bu sırada belirtmiş oluyorum. Türkiye'nin bütün reel sektörlerinin, tarımının,
esnafının, işçisinin, kısacası ekonominin içinde bulunduğu krizin olduğu gibi,
tekstil ve konfeksiyon sektöründeki krizin de asıl sebebi, 55, 56 ve 57 nci
hükümetlerin uyguladığı, acımasız IMF kaynaklı politikalardır; yatırım ve
üretime yönelmek, işsizliğe çare bulmak, üretim ve kalkınma planlarını uygulamak, bunların yerine, mevduat, hazine
bonosu, repo, yüksek faiz, daha yüksek faiz, borsa, tahvil üzerine kurulu
yanlış politikalara yönelmesidir. Mevduatların üretime ve yatırıma tahsisi gerekirken
"efendim, günlük repo 500'e çıktı, ben sana 80'den verdiysem, bunu, sen
bana 500'den ödeyeceksin" demek, bu ülkede, artık, hiçbir şeyin prensibe
bağlı olmaması anlamına gelir. Bankalar ile sanayi arasındaki sözleşmeler,
karınca duası gibi ufak yazılmış, tek taraflı olarak bankalar lehine
değiştirilebiliyorsa, akşamdan yarına doların hesabını yapamıyorsanız,
Başbakanın ayağı tökezlese kriz çıkıyorsa, hükümet, âdeta bir kriz üretim
merkezî olarak çalışıyorsa, buna hiçbir sanayici dayanamaz, hiçbir üretici
böyle bir riskin altından kalkamaz. Kahramanmaraş'ta ziyaret ettiğimiz ve kendi
özkaynaklarıyla üretim yapan, 200 işçi çalıştıran bir iplik fabrikasının
sahibi, o günkü fiyatlarla, depolarında 2 trilyon liralık iplik bulunduğunu,
haksız rekabet yüzünden satamadığını söylüyordu. Bu görüşme, geçen yıl Kurban
Bayramı öncesi olduğu için, bayrama kadar, işçilerinin hatırı için sabredip,
daha sonra işletmesini kapatıp, risksiz, vergisiz bono ve tahvile yöneleceğini
söylüyordu. Yine, Denizli'de, 15 milyon dolar borcundan dolayı üç
yıl önce el konulmuş, kapısında "bu fabrika ve içindeki malzemeler Yapı
Kredi Bankası Anonim Şirketine aittir" levhası olan bir fabrika gördük. Bu
fabrika, 780 işçi çalıştırıyormuş, kendisine bağlı çalışan 2 000 fason üretici
varmış, 2 milyon parça işten oluşan 9 aylık siparişi varken el konulmuş ve
makinelerin üzerindeki iplikler durur vaziyette, üç yıldır çalışmıyor,
makineler küflenmiş, sahibinin evinden buzdolabı götürülmüş, fabrikayı bugün 10
milyon dolara alan yok. Tekirdağ'da, yıllık ihracatı 22 milyon dolar, yurtiçi
cirosu 66 milyon dolar olan bir halı fabrikasına 30 milyon dolar için el
konulduğunu, 1 500 işçisinin kapı dışarı edildiğini gördük. Halı tezgâhlarının
üzerinde yarım dokunmuş halılar vardı. Halbuki, bankalar buralara bir genel
müdür atayıp fabrikaları çalıştırırsa, hem parasını kurtarır hem de işçiler
işlerine devam eder, sanayici de belli bir süre sonra darboğazdan çıkabilir.
Bursa'da, intihar eden, sevilen tekstilcinin ismini verdiler bizlere. Yine, Denizli'de bir sanayici, Türkiye'nin bugün
içerisinde bulunduğu durumu bakın ne kadar güzel ifade ediyor: "Gölge etme
başka ihsan istemez. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Gemisini yürüten kaptan
işini biliyor ağabey." Böyle diyordu Denizli'de bir sanayici. Bu sözleri
kimler için söylediğini takdirlerinize sunuyorum ve devam ediyor sanayici:
"Bu sözleri, normal insan hafızası ve tahammül sınırlarını zorlayan
ortamda yapıyorum; senin yüzünden, benim sayemde, ah ile vah ile geçirecek vaktimiz
yok." Bir diğeri ise, bahsettiği dönemde karanlık olmamasına rağmen
"ışık yakıp söndürerek muhalefet yaptığımız iktidar döneminden daha
karanlıktayız" diye yakınıyordu. Yine bir başkası "55 inci ve 56 ncı
hükümetlere, krizin olduğunu kabul ettiremedik; sadece, bireysel sıkıntılar,
firma bazında sıkıntılar dediler. Maalesef, geldiğimiz nokta budur. Biz,
acıları içine atan, memleketini seven, sanayii millete sevdirmeye çalışan iyi
niyetli insanlarız. Devletin geleceği sanayiciden geçecek. Bizi dinlemezseniz,
karşınızda kimseyi bulamayacaksınız" şeklinde yaklaşıyordu konuya. Değerli milletvekilleri, 57 nci hükümet işbaşına geldi;
sabit kur, çıpaya bağlanmış kur denilen bir sistem uyguladı. Bunun yanlışlığı
defalarca burada söylendi, dinlemediler. 27 Haziran 2000 tarihli Ekonomik ve
Sosyal Konsey brifingi ek değerlendirme notu olarak, Devlet Planlama Teşkilatı
hükümeti uyardı. Ne diye uyardı; Türk Lirasının reel değer kazancı ve maaş,
ücret gelişmeleri konusunda bazı riskler bulunmaktadır diye uyardı. Ne diye
uyardı; yılın ilk çeyreğinde, dışticaret ve cari işlemler açığı beklenenden
yüksek gerçekleşmiş diye uyardı. Ne diye uyardı; dış dengedeki bozulmanın iç ve
dışpiyasalar üzerinde yaratabileceği olumsuz etkileri gözardı etmemek gerekir
diye uyardı; dinlemediler, neticede kasım ve şubat krizleri patladı. Adına "ulusal program" denildi. IMF kaynaklı
programlar ulusal olmaz düşüncesiyle "güçlü ekonomiye geçiş programı"
olarak adı değiştirildi. Dalgalı kur sistemine geçildi; kur fazla dalgalandı,
şimdi kimse yüzemiyor. Oysa, bir grup başkanvekili, bu programa "Allah'a
inandığım gibi inanıyorum ki, bu program başarılı olacak" diye sahip
çıkmıştı. Şimdi, Sayın Derviş "bazı şeyleri çok hızlı
yaptık, tam doğru yaptığımızı söyleyemem; ama, bu yönde ilerlemeye devam
edeceğiz. Ameliyata girilmesi lazımdı, Türkiye girdi" diyor. Sayın Derviş,
hasta kan kaybediyor, eğer kanı durdurmazsanız, ameliyat edecek hasta
bulamayacaksınız. Şimdi, hep birlikte, 1977 seçimlerinden bir yıl sonra,
Kemal Derviş'in, danışmanı olduğu Sayın Ecevit'e önerdiği ve Dünya Bankası
adına hazırladığı Türkiye raporuna bir göz atalım ve hep beraber ibret alalım. "Türkiye'nin sanayileşme stratejisinde değişiklik
yapmak gerekmektedir" diyordu, 1978 senesinde Sayın Derviş. "Bu
ölçüde büyük bir dışticaret açığıyla sanayileşme sorununu çözmek olanaksızdır.
Onun için, kimya, temel makine, maden işleme gibi ağır sanayilerde gelişme
beklemek, gerçekçi değildir. Kaynaklar, ihracata yönelik hafif sanayi dallarına
kaydırılmalıdır. Ağır sanayiden gelişme beklenmemelidir." Dünya fiyatlarıyla rekabet edebilmek özrü altında da,
bakın, Türkiye'ye neler öneriyor: "Fiyat engelini aşması da, ancak
dördüncü plan döneminde, sürekli olarak devalüasyon yapmasıyla
gerçekleştirilmelidir. Tek bir devalüasyon yapmak çare değildir. Türkiye,
bugün, ancak, büyük teknoloji gerektirmeyen, hafif sanayi alanında rekabet
edebilecek durumdadır. Bunu da devalüasyonla sağlamalıdır." Değerli milletvekilleri, 1978'de Derviş tarafından
hazırlanmış bu rapor, reel sektörün, üretim sektörünün, özellikle lokomotif
olan tekstil ve konfeksiyon sektörünün içinde bulunduğu durumu gayet iyi ve
güzel olarak özetliyor sanırım. Değerli milletvekilleri, bu sektörün sorunları ve çözüm
önerileri komisyon raporunda geniş bir şekilde belirtildi. Ben, vaktim
ölçüsünde en çok şikâyet edilen ve konuşulan konuları aktarmaya çalışıyorum. Sektördeki en büyük sorun finansman, finansmandaki en
önemli kaynak ise Eximbank. Eximbank kredilerinin tam anlamıyla yerini
bulmadığı şikâyet konusu. Aracı bankaların Eximbank kredilerini ya kendi
şirketlerine kullandırdığı ya da yüzde 80'e varan oranlarda bloke etmek
şartıyla teminat mektubu verdiği iddia ediliyor. Eximbank kredilerinin
artırılması talep ediliyor. Eximbank, ihraç ettiği mal bedeli kadar garanti
verip sigorta desteği sağlaması, çalıştırdığı işçi, kullandığı elektrik,
ihracat performansına göre direkt olarak ithalatçı ve ihracatçı firmalara kredi
verip, firmaların aracı bankaları bulması şeklinde bu sorun çözülebilir. İşgücü maliyetlerini yükselten düzenlemeler ve
kayıtdışı işgücü sorunu var. Sektörde 2,6 milyon kişinin istihdam edildiği
ifade edilmektedir. Bunun ancak 500 000'i kayıtlıdır. 1 milyon da kaçak işçi
olduğu iddia edilmektedir. Kayıtdışı öyle bir noktaya gelmiştir ki, İstanbul
ile Edirne arasında 323 tane tarla gözüküp -çalışan- sigorta, vergi ödemeyen,
faturalı mal satan, ihracat yapan işçi çalıştıran firma ifade edilmiştir
komisyonda. Bu durum, kayıtlı işçi çalıştıran işletmeler ile kayıtsızlar
arasında haksız rekabete sebep olmaktadır. Asgarî ücretle işçi çalıştıran
işverenin istihdam nedeniyle üstlendiği sigorta primleri, diğer vergi ve
kesintiler gelişmiş ülkelere kıyasla çok daha yüksektir. İşçi ücretlerinde üçte
1 işçi payı, üçte 1 vergi ve sigorta payı, üçte 1 de izin parası, giyecek
yardımı, bayram parası gibi kesintiler ile sosyal hizmetlerde devlet taraf
olmaktadır. Mevcut kayıtlı sistem üzerine ilave yükler getirecek düzenlemeler
kısa dönemde gelir artırıcı gibi görünse de, uzun dönemde kayıtlı kesimin
daralması sonucu daha çok kayıp olacaktır. Bu bakımdan, kayıtsızlığın yegâne
sebebi olan maliyet, yani, vergi ve prim oranları düşürülürse, kayıtlı kesim
artacak ve gelir yükselecektir. Enerjinin pahalı ve kalitesiz temini de bir sorundur.
Türkiye'de tüketilen elektriğin yüzde 8'den fazlasını, tek başına... BAŞKAN - Sayın Sünnetçioğlu, bir dakika... Değerli arkadaşlarım, sayın hatibi duymakta biraz
zorlanıyoruz. Son bir iki konuşmacımız kaldı, rahat konuşsun, rahatça
dinleyelim; olur mu?! Buyurun Sayın Sünnetçioğlu. AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) - Bu sektörde enerji
tasarrufu ve bilinçli kullanılmasının sağlanmasıyla otoprodüksiyonun
artırılması, üretim kapasitesinin yetersiz kalması sorununu hafifletecektir. Diğer ülke fiyatlarıyla kıyaslandığında, enerjinin
bizde pahalı olmasının ve bu sektörde rekabet şansını azaltmasının sebebi,
kanun ve kararnamelerle oranları belirlenmiş yaklaşık yüzde13'ler mertebesinde
olan fon ve payları ile yüzde 1 sanayi abonelerine uygulanan Belediye Tüketim
Vergisi ve yüzde 18 oranında KDV'dir. Yüzde 20,4 olan kayıp kaçak oranları, Batılı ülkelerde
yüzde 7,8'dir. Kayıp kaçak oranları düşürülürse enerji maliyeti ucuzlayacaktır. Kullanılan enerji girdileri, üretimi teşvik edici
tarzda, sanayicilere düşük fiyatla verilmelidir. Tekstil ve konfeksiyon sektörü işlemlerinde uygulanan
KDV oranından kaynaklanan sorunlar bulunmaktadır. Sektörün ana girdisi olan
iplik ve kumaşın yüzde 18 KDV uygulaması vardır. Bu oran, gerçek olmayan
ihracat olaylarıyla sahte fatura kullanımının, kayıtdışı işlem hacminin temel
nedeni olarak gösterilmektedir. Ayrıca, dahilde işleme rejimi kapsamında ithal
edilen iplik ve kumaşların yasadışı yollarla yurtiçi piyasaya KDV'siz
sokulması, KDV'li satılmak durumunda olan yerli iplik ve kumaşlara talebi
azaltmaktadır. KDV Kanunu uyarınca, tekstil ve konfeksiyon sektörü içindeki
kişi ve kuruluşlar, ihraç edilecek ürünlerin doğrudan veya dolaylı girdileri
için ödedikleri KDV'yi ihracat sırasında geri almalıdırlar; ancak, KDV
iadelerinin geç yapıldığı çok yakınılan bir durumdur; sektörü, finansman
sıkıntısına düşüren veya mevcut sıkıntısını artıran bir faktördür. Bu ise,
temelde, hayalî ihracat ve sahte fatura kullanımının yaygınlığının
olumsuzluklarını, bir başka deyişle, kamunun tahsil edemediği vergilerin
iadesini önlemeyi amaçlayan gümrük beyannamelerinin teyidi ve müteselsil
sorumluluk gibi uygulamalardan kaynaklanmaktadır. KDV oranının yüzde 8'e düşürülmesi
ve KDV iadelerinin, sigorta prim borcu, vergi borcuna mahsubu bu sorunu
çözecektir. Avrupa Birliğine tam üye olmadan gümrük birliği
oluşmasına olanak sağlayan ve 1.1.1996'da yürürlüğe giren, havaî fişeklerle
kutladığımız 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi kararıyla Avrupa Birliğinin ortak
tekstil politikasının belirlenerek uygulanmasında belirleyici olmadığımız için,
Avrupa Birliği diğer ülkelerle olan ekonomik ve ticarî ilişkilerinde tekstil ve
özellikle konfeksiyon sektörünü taviz unsuru olarak kullanmakta, Türkiye, bu
anlaşmalara taraf olamamaktadır, ikili anlaşma isteği, Tunus örneğinde olduğu
gibi, engellenmektedir. Türk ürünleri Tunus pazarına vergili olarak girmekte,
vergisiz giren Avrupa Birliği ürünleriyle rekabet edememektedir. Buna mukabil,
Gümrük Birliği Anlaşmasıyla Tunus ürünleri Türkiye'ye rahat girmektedir. Ayrıca
Avrupa Birliğinin genişleme politikasıyla Polonya, Romanya, Çek Cumhuriyeti,
Slovakya ve Macaristan, hariçte işleme rejimi olanaklarıyla Avrupa Birliği
fason üretim merkezi olacaklardır. Türkiye'nin Avrupa Birliğine yakınlığı,
işgücü maliyeti, rekabet üstünlüğü kaybolacaktır. Avrupa Birliği, son gelişen olaylardan sonra Pakistan'a
tüm kotaları kaldırmıştır. Türkiye, kota kaldırma talebini yapıp 1 milyar
dolarlık avantaj sağlamalıdır. Bu mümkündür, altyapı hazırdır; ancak, Sayın
Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanın bu konuya daha duyarlı olması ve aktif
olması gerekmektedir. Dışpazar ve ürün çeşitlendirilmesi, marka oluşturulması
da bir sorundur. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının hemen girişinde,
gelişmiş ülkeler, tasarım, moda yaratma ve pazarlama faaliyetlerini ağırlıkla
kendi bünyesinde toplarken, üretim sürecini maliyetin düşük olduğu gelişmekte
olan ülkelere kaydırmaktadırlar. Gerçekten Fransa'nın resmî hazır giyim ve
tekstil ihracatı 5,5 milyar dolarken, Fransa'nın, sadece Paris'te, ziyaret
edenlere sattığı tekstil ve hazır giyim 25 milyar dolardır. Türkiye,
katmadeğeri yüksek marka oluşturmalıdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) - 2 dakikada bitiriyorum
Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun efendim. AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) - Enflasyon muhasebesiyle,
enflasyon etkisiyle ortaya çıkan, aslında, reel bir kazancı ifade etmeyen
tutarların vergilendirilmesi önlenmelidir. Tekstil hammaddesi olan pamuk üretimi üzerindeki
sorunlar, biraz evvel arkadaşlarımızın saydığı şekilde çözülmelidir. Eğitim ve
ar-ge çalışmaları, tekstil ve konfeksiyon sektöründeki kurum ve kuruluşların
koordinasyonunu sağlayacak yeni bir organizasyon, Türkiye'nin yeni bir tekstil
politikası, teknoloji ve yenilenme, yeni yönetim politikaları, eğitim
politikaları ve çevresel yaklaşımlarla bu sorunların çözüleceğine inanıyorum ve
bu raporun, sadece burada görüşülmekle kalmayıp, önerilerinin hayata
geçirilmesi, hükümet tarafından değerlendirilmesi dileğiyle, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Saadet Partisi Grubu adına, Bursa
Milletvekilimiz Sayın Ahmet Sünnetçioğlu konuştular. Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Tekirdağ
Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı. Buyurun Sayın Dayanıklı. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tekstil ve konfeksiyon sektörü Meclis
Araştırması Komisyonu raporu üzerine, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz
almış bulunuyorum, bu tartışmalara katkıda bulunmak üzere sizlerin
karşınızdayım. Bu arada, bu sektörün çilesini çeken ve bizleri
kulislerden izleyen değerli arkadaşlarımıza da en derin saygılarımı sunuyorum. dırılan bir sektördür. Sektördeki sorunların ve çözüm
önerilerinin tartışıldığı araştırma komisyonunda ortaya çıkan rapor ve
öneriler, hem sektöre ışık tutan bir referans niteliğinde hem de genel olarak
alınması gereken önlemleri çok açık biçimde ortaya koymaktadır. Unutmamak
gerekir ki, tekstil ve konfeksiyon sektöründeki olumsuz gelişmeler tüm ülke
ekonomisini aynı ölçüde etkilemektedir. Sahip olduğu önem nedeniyle bu sektörün
ihmal edilmesi veya yalnız bırakılması ülkeye büyük zarar verecektir. Türk
ekonomisi açısından çok büyük önem taşıyan sektördeki bunalım, sosyal
dengelerde büyük sorunlar yaratabilecek güçtedir. Öte yandan, mevcut bunalımın
devam etmesi sektörün pek yakında küresel pozisyonunda da olumsuzluklara yol
açabilecek, sadece sektörün değil Türkiyemizin halletmesi gereken sorunlar
yumağına önemli birisi daha katılmış olacaktır. Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarını araştırmak, çözüm önerilerini
ortaya koymak için neden bir komisyon kurmuştur? Burada çok tekrar edildi; ama,
kısaca ifade etmek gerekirse, tekstil ve konfeksiyon sektörü, gerek sağladığı
istihdam imkânları, üretim sürecinde yaratılan katma değer ve gerekse ihracat
gelirleri içerisindeki yüksek payı nedeniyle ekonomik kalkınma sürecinde önemli
roller üstlenmiştir, üstlenmektedir. Burada ifade edilen, sektör içindeki
çalışanların sayılarını ve bunların, doğrudan ve dolaylı olarak sektörde görev
alan insanların 6-6,5 milyon insan olduğunu kısaca vurguladıktan sonra,
sektörün çok önemli bazı noktalarına işaret etmek istiyorum. Sektörde faaliyette bulunan firma sayısının 40 000
civarında olduğu tahmin ediliyor; ama, daha da önemlisi, bu işletmelerin yüzde
90'ından fazlasını KOBİ'ler oluşturuyor. Sektördeki işletmelerin coğrafî
dağılımının son on yıl öncesine kadar Marmara ve Ege Bölgelerinde ağırlıkta
olduğu görülüyor; ancak, daha sonraları Güneydoğu Anadolu Bölgesine, özellikle,
tekstil yatırımları yapıldığı görülüyor. Burada komisyonun bir önerisini altını çizerek
vurgulamak istiyorum: Özellikle, İstanbul'da, hazır giyim ürünlerinin kreasyonu
ve pazarlaması konusunda yeterli altyapı ve birikime sahip konfeksiyon kuruluşları
mevcut; ancak, dikim işlerinin emek/yoğun olması ve İstanbul'da işçiliğin gün
geçtikçe pahalanması nedeniyle maliyet açısından zorlanmaya başlayan bazı
firmaların, bir kısım dikim işlerini Bulgaristan ve Romanya gibi, işçiliğin
daha ucuz olduğu ülkelere kaydırdığı biliniyor. Bu şartlar altında akılcı bir
çözüm yolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yeni müstakil konfeksiyon firmalarının
kurulması yerine, fason dikim firmalarının değil, mevcut gerçek konfeksiyon
firmalarının Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge müteşebbisleriyle jointventure'ler
oluşturarak veya kendi başlarına dikim işletmeleri kurmaları, hem bölgesel
kalkınma açısından hem bu bölgemizde işsizliğin önüne geçebilmek açısından hem
de sermaye göçünü önleme açısından mutlaka düşünülmelidir. Değerli arkadaşlar, sektörün dünyadaki konumuna kısaca
değinmek gerekirse; dünya tekstil üretim değeri, 1980 yılında 418 milyar
dolarken, 1997 krizinden sonra biraz azalmasına rağmen, 1998 yılında 485 milyar
dolar olmuş. Buna karşılık, son yirmi yıllık dönemde, dünya konfeksiyon
üretimi, tekstil üretiminden daha hızlı artmış ve 1998 yılında, konfeksiyon
üretimi 335 milyar dolara ulaşmış. Zaman zaman, sanayileşme sürecinde, bilgiçağı
ortamında, sektörün öneminin azalacağına, yerini başka sektörlere terk
edeceğine dair iddialar tartışılıyor. Bu işin gerçeği şudur: Ekonomik
kalkınmanın ileri aşamalarını geçmiş gelişmiş ülkelerde, tekstil ve konfeksiyon
sektörünün imalat sanayii içindeki üretim payı azalmıştır, bu doğrudur; ancak,
gelişmekte olan ülkelerde bu pay tersine artış göstermektedir. Sanayileşmesini hızla sürdüren ülkemizde, tekstil ve
konfeksiyon sektörüne, bugüne kadar, 150 milyar doları aşkın yatırım
yapılmıştır. Gümrük birliği ile Avrupa Birliğinde yeni pazar imkânları elde
edeceği illüzyonuna kapılan sektörümüz, geçen son beş yıl içinde, 50 milyar
dolardan fazla, teknoloji ve altyapı yatırımı gerçekleştirmiştir. Ülkemiz, bu
alanda, bugün, Avrupa Birliği hatta dünya çapında büyük bir kapasiteye
sahiptir. Sektör, Avrupa Birliğinde en yüksek iplik dokuma, boyama, terbiye
kapasitesine sahip olmuştur. Eğer, Türkiyemizin ticaret hacmi, 2010 senesinde,
bugünkü 100 milyar dolardan 500 milyar dolara ulaşacak olursa, ekonomi
içerisinde sektörün nispî olarak oranı küçülecektir; ancak, sektör 40-50 milyar
dolarlık ihracat potansiyeliyle ağırlığını bir nebze kaybetse bile, önemli bir
yüzdeyle Türk ekonomisine mutlaka katkı sağlamaya devam edecektir. Kısaca, sektörün kriz içindeki durumuna değinirsem;
Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü, ülke ekonomisindeki ağırlığına paralel
olarak, çetin sorunlarla karşı karşıya, burada bütün arkadaşlar dile getirdi.
97 Uzakdoğu krizi, 98 Rusya krizi, 99 depremleri, 2000, 2001 finansal ve
bankacılık krizleri ve nihayet, 2001 Dünya Ticaret Merkezi faciası, maalesef,
yüzlerce fabrikanın kapanmasına, yüzbinlerce işçinin işsiz kalmasına yol
açıyor. Komisyon çalışmalarında tespit edilen sorunlara kısaca
değinmek gerekirse, bunları dış ve iç faktörler olarak iki bölümde
değerlendirmek mümkün. Dış faktörler arasında en önemlileri; Gümrük
birliğiyle, Avrupa Birliği ülkelerine yönelik ihracatta kotaların kalkmasına
karşın, gümrük vergilerinin Avrupa Birliği ülkelerinden yapılan ithalatta
sıfıra, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatta yüzde 6'lar seviyesine düşürülmesi,
dünyada bu sektöre yapılan yatırımlar sonucu arzın artması ve beraberinde gelen
rekabetle birim fiyatlarının düşmesi, 97 yılı Asya, 98 yılı Rusya krizlerinin
pazarları daraltıcı etki yapmaları ve özellikle Laleli piyasasında çalışan
firmaların pazarlarının küçülmesi, miktar kısıtlamalarının Amerika Birleşik
Devletleri gibi en büyük pazarda halen devam ediyor olması, sektörün içinde
bulunduğu sorunları yoğunlaştıran, artıran dış faktörlerin önünde geliyor. İç faktörler ise, burada yine değinildi, kısaca tekrar
etmek gerekirse; sektöre yapılan yatırımların gümrük birliği sonrasında hız
kazanması sonucu kapasite fazlalığının oluşması, söz konusu yatırımların kısa
vadeli kredilerle finanse edilmesi ki burada bir parantez açarak, bir doğrunun
altını çizmek lazım. Bugüne kadar, ülkemizde banka kredilerinden en fazla
yararlanan sektör, tekstil sektörü. Tekstil sektörü, tüm banka kredilerinin
yüzde 15'ini kullanmış; ancak, bu sektöre verilen her 100 liralık kredinin
maalesef 20 lirası geriye dönmemiş. Bugüne kadar 2,5 katrilyon lira civarında
nakit kredi kullandırılan tekstil sektöründeki batık kredi miktarı 500 trilyon
lira civarında. İçsel sorunları kısaca irdelemeye devam edersek;
Türkiyemizde finansman pahalı, hacmi dar. Enerji fiyatları rakip ülkelere
oranla daha yüksek. İşçilik giderek pahalı hale geliyor. Firmaların özsermaye
yetersizliği gitgide artıyor. Başta pamuk olmak üzere, istikrarlı hammadde
fiyatının oluşturulamaması, yurtdışı pazarlarda dağıtım kanallarına sahip
olunamaması, hem tekstil hem de hazır
giyimde marka ve moda yaratmadaki başarısızlığımız, araştırma ve geliştirmeye
yeterince önem veremeyişimiz, eğitim konusunda sektörün büyümesine paralel bir
gelişme olmaması, KDV oranlarının yüksekliği nedeniyle, maalesef, sektörde
kayıtdışılığın artması ve bunun da haksız rekabete yol açması, yine belirtildi,
ama, KDV iadelerinin ödenmesinde yaşanan sorunların yol açtığı finansman
sorunları, gümrük kapılarının sayıca fazla olması... Tabiî, bunlar burada
tekrar edildi, altını çiziyorum; ama, en azından bizleri dinleyen, bu sektöre
emek vermiş, bu sektörün çilesini çekmiş insanların, bunların altının çizilmesi
gerekliliğine inandıklarını biliyorum. Değerli arkadaşlarım, size, sadece iki konuda, Meclis
Araştırması Komisyonumuzun ortaya koyduğu çözüm önerilerinden bahsetmek istiyorum:
Bir tanesi, sektörün sahipsizliği ve bunun çözümü.
Bence, komisyonun üzerinde durduğu çözüm önerileri arasında en önemlilerinden
biri olan sektörün sahipsizliği konusu, maalesef, doğrudur. Tekstil sanayii,
devlet içinde çeşitli bakanlıklar, müsteşarlıklar bünyesinde en fazla birer
daire başkanlığı seviyesinde temsil ediliyor. Türkiye'nin, tekstil sanayii
için, hükümetler değiştikçe değişmeyen, maalesef, uzun vadeli bir devlet
politikası yoktur. Dolayısıyla, yapılması gereken en önemli hususlardan biri,
bu sahipsizliğe, başıbozukluğa ve maalesef, koordinasyon eksikliğine acilen son
vermektir. Bunun için, komisyonun ortaya koyduğu çözüm önerilerini, yapılması
gerekenleri tekrar etmek istemiyorum, ama, inanıyorum ki, hükümetimiz,
inanıyorum ki yetkililer, ortaya koyduğumuz bu çözüm önerilerini dikkatle ele
alacak ve bunları dikkatle irdeledikten sonra, hayata geçirilmesi için var
gücüyle çalışacaklardır. Komisyonumuzda çok önemli olarak altı çizilen konu,
kayıtdışı ekonomi ve kayıtdışı istihdamdır. Bu, sadece tekstil sektörünü
ilgilendirmiyor, gerçekten, ekonomimizin bütününü ilgilendiriyor. Dünyada ve
ülkemizde yaşanan krizler sonrasında, devlete ve yasalara karşı tüm
sorumluluklarını eksiksiz yerine getiren kayıt altındaki ihracatçı imalatçı
firmalar, sigortasız işçi çalıştıran, Gelir ve Kurumlar Vergisi, muhtasar ve
benzeri vergilerini ödemeyen kayıtdışı çalışan firmalar karşısında haksız
rekabete maruz kalıyor. Bunun önüne geçilerek, Türkiyemizin, kayıtdışı
istihdam, kayıtdışı ekonomi ve haksız rekabet cenneti olduğu imajı mutlaka
silinmelidir. Sizlere, Arjantin Ekonomi Bakanı Cavallo'nun kayıtdışı
ekonomiyi önlemek için, göreve başladıktan çok kısa bir süre sonra aldığı
önlemleri tekrar hatırlatmak istiyorum. Cavallo, göreve başladıktan çok kısa
bir süre sonra şu önlemleri almış: Derhal, KDV oranlarını azamî ölçüde
indirmiş, derhal, istihdam üzerindeki vergileri azamî oranda düşürmüş, Kurumlar
ve Gelir Vergilerinin oranlarını azamî ölçüde düşürmüş, ithal vergi oranlarını,
altını çizerek tekrar etmek istiyorum, ithal vergi oranlarını Dünya Ticaret
Örgütünün kabul ettiği yüzde 35'lik oranlara yükselterek kendi yerli sanayiini
gözetmiş, yine, önemli olarak, 100 doların üzerinde yapılan her alışverişin
bedelinin, banka havalesi veya kredi kartıyla yapılması ve bunların, binde 6
Tüketim Vergisine tabi olmasıyla, bu kalemden 12 milyar dolara yakın bir gelir
sağlamış. Zannediyorum, bu önlemlerin bizde tartışıldığını söylemek, herhalde,
hayalcilik olur, hayalperestlik olur. Burada, yapılması gerekenlerden, kayıtdışı istihdam
üzerinde daha fazla durmak istemiyorum; ancak, altını çizerek vurgulamak
istediğim diğer önemli bir husus da, gümrük birliğinin, büyük bir heyecanla,
büyük bir şevkle, büyük bir coşkuyla imzalanan gümrük birliğinin sektöre
getirdikleri ve götürdükleridir; bu konuya kısaca değinmek istiyorum.
Gerçekleri ve doğruları dile getirmek, doğru kararların alınması açısından, en
azından katkı sağlayabilecektir, faydalı olacaktır. Türkiye, gümrük birliği öncesinde, yatırımlarını Avrupa
Birliği menşeli makine ve teçhizatlara yaparken, 1996 yılından bu yana, Avrupa
Birliğiyle dışticaret hacmi sürekli olarak Türkiyemizin aleyhine gelişmektedir.
Avrupa Birliğiyle 1995 yılında 5,8 milyar dolar olan dışticaret açığımız, 2000
yılında 12 milyar dolara yükselmiştir. 1995 yılından beri, 2000 yılına kadar
Avrupa Birliğiyle olan dışticaret açığımız 60 milyar doları geçmiştir. Gümrük
birliği sonrası Avrupa'dan ithalatımız, beş yılda, ortalama yüzde 177 artmış ve
gümrük birliği sadece Avrupa Birliğinin lehine çalışmıştır. Gümrük birliğine
girerken okunan yabancı sermaye girişi olacak hikâyeleri gerçekleşmemiştir.
Yabancı sermaye yatırım rakamları incelendiğinde, özellikle gümrük birliğinden
sonra önemli miktarda yabancı sermaye yatırımının olacağına yönelik
beklentilerin gerçekleşmediği görülecektir; bunlar, rakamlarla sabittir. Kısaca söylemek gerekirse -acı ama gerçek- Avrupa
Birliğiyle oluşan gümrük birliği, ne bizi Avrupa Birliği kapılarından içeri
taşımış ne yabancı sermaye girişini hızlandırmış; gerçekleşen tek şey, Türk
emek/yoğun sektörünün intiharı olmuştur, başka bir şey olmamıştır. Avrupa Birliğinin kendisine diğer sektörlerde pazar
imkânları oluşturmak için, kendi emek/yoğun sektörlerini üçüncü dünya
ülkelerine açmak yönündeki dışticaret politikası, açıkça, Türkiyemizin
aleyhinedir ve onarılamaz ekonomik ve sosyal zararlara neden olmaktadır.
Nitekim, bu anlayışı doğrularcasına, Avrupa Birliğinin bu işlerle ilgili
komiseri aynen şunu söylemiştir: "Yararsız hediye vermedik, her şey
karşılıklı alıp vermeye dayanmaktadır." Yani, biz bunları boşuna vermedik,
bizim onlardan alacağımız çok şey var demiştir. Avrupa Birliği ile gümrük birliği kararının 63 üncü
maddesiyle teyit edilen Karma Protokolün 60 ıncı maddesi aynen şöyle diyor;
altını çizerek vurgulamak istiyorum ve herkesin bunu ciddiyetle düşünmesi ve
gerçekten, bu konu üzerinde tartışması gerektiğine inanıyorum: "Türk
ekonomisinin bir sektörünü veya malî istikrarı tehlikeye düşürecek ciddî
bozukluklar ortaya çıkar ve Türkiye'nin bir bölgesinin ekonomik durumunun
bozulması şeklinde güçlükler belirirse, Türkiye, gerekli tedbirleri alır."
Bu madde, gerçekten çok önemli bir madde. Bu sıkıntılı dönemde bir emniyet
supabı olan uluslararası bir anlaşmada yer alan bu maddenin neden hâlâ gündeme
getirilmediğini anlamakta, maalesef, güçlük çekiyorum. Türkiye, Avrupa Birliği
kapısında haksız olarak farklı muamele görürken, Avrupa Birliği, gümrük birliği
kapsamında, Türkiyemizin ekonomik ve sosyal çıkarlarını gözardı etmeye devam
ederse, diğer Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi -arkadaşlar, bunu
ciddiyetle dinlemenizi rica ediyorum, diğer Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu
gibi- Avrupa Birliği yol haritasından ve ulusal programımızdan vazgeçmemek
kaydıyla, gümrük birliği yeniden ele alınmalı, bir serbest ticaret anlaşmasına
dönüştürülmesi hususu mutlaka gündeme getirilmelidir. Bu konuyu tekrar etmek
istiyorum. Eğer, Avrupa Birliği, bizim ekonomik çıkarlarımızı gözardı etmeye
devam ederse, gümrük birliği yeniden ele alınmalı ve serbest ticaret
anlaşmasına dönüştürülmesi hususu, mutlaka ciddiyetle, kararlılıkla gündeme
getirilmelidir. Ancak, bu aşamalardan önce, Türkiye'nin, Avrupa Birliği
nezdinde yapacağı girişimler de var. Zamanım yeteceği ölçüde sıralayacağım.
Mutlaka, Avrupa Birliği nezdinde görev yapan tüm devlet yetkilileri, Dışişleri
Bakanlığı mensupları, ilgili tüm kurumların üyeleri, Avrupa Birliği nezdinde şu
girişimleri mutlaka yerine getirmelidir: 1- Avrupa Birliğinin, Uzakdoğu ülkelerine uyguladığı
sıfır kota, sıfır gümrük stratejisi, Türkiye'nin çıkarı lehine
değiştirilmelidir. 2- Avrupa Birliği, Çin ve benzeri serbest ticaret
anlaşmalarına, tekstil, konfeksiyon ve benzeri emek/yoğun sektörler dahil
edilmemelidir. 3- Avrupa Birliğinin, Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika
ülkeleriyle yaptığı, yapacağı serbest ticaret anlaşmalarına, Türkiye, mutlaka
ve mutlaka doğrudan katılmalıdır ve orada, sözünü geçirecek yetenekte insanlar,
sözünü geçirecek iradesi olan insanların, orada, bunu, güçlükle savunması
gerekiyor. 4- Avrupa Birliği, ortak gümrük oranlarını, Dünya
Ticaret Örgütünün kabul ettiği azamî oranlara çekmeli ve üçüncü dünya
ülkelerinin Türkiye mallarına uyguladığı Gümrük Vergisi seviyelerine
getirmelidir. Yani, hep onlara hep onlara; bu, gerçekten haksızlık, bu,
gerçekten adaletsizlik ve bunları haykırarak, bunları güçlü bir şekilde, Avrupa
platformlarında dile getirmeliyiz. Öte yandan, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa
Birliğine tekstil ve konfeksiyon ürünlerinde, hepinizin bildiği gibi, gümrük
uygulamıyor; oysa, Amerika Birleşik Devletleri, ülkemizden gelen ürünlere kota
uyguluyor. Gümrük Birliği çerçevesinde, bu, düpedüz bize yapılan bir
haksızlıktır. Özellikle 11 Eylülden sonra ortaya çıkan konjonktürde IMF ve
Dünya Bankasından milyarlarca dolar borç alacağımıza, Amerika Birleşik
Devletleriyle ticaret hacmimizi artırıcı önlemlerin alınması için, kotaların
kaldırılması ve hatta bir serbest ticaret anlaşması imzalanması için -altını
çizerek vurguluyorum- en üst düzeyde girişimler mutlaka yapılmalıdır; bu, bizim
hakkımızdır, bunları mutlaka istemeliyiz diye düşünüyorum. (DSP sıralarından
alkışlar) AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Kim yapacak, kim?! BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Devamla) - Yani, kısaca şunu
ifade etmek istiyorum: Balık yemeyi değil, balık tutmayı öğrenmenin zamanı
gerçekten çoktan geçmiştir arkadaşlar. O yüzden, bize kimsenin balık hediye
etmesini beklemeden, biz bildiğimiz balık tutma işini yapmak için hakkımızı her
platformda aramalıyız diye düşünüyorum. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Hükümete söyle. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun Sayın Dayanıklı. BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Devamla) - Sayın Başkan, izin
verirseniz, çok önemli gördüğüm bir konuyu, size, bir dakika içerisinde, kısaca
özetlemek istiyorum: Tekstil sanayiinin alt sektörleri arasında özellikle
tekstil boya; yani, boya/apre denilen bir sektör var; ancak, bu, önemli su
tüketici bir sektör. Türkiye'de 1 kilogram örme kumaşın terbiyesi için 110
litre, 1 kilogram dokuma kumaş için 130 litreden fazla su tüketiliyor. Buna
göre, Türk tekstil ve terbiye sanayiinin şu andaki günlük su tüketimi 350 000
ton civarında. Eğer, bu sanayi tam kapasiteyle çalışırsa, bu, 600 000 tonu
geçecek. 4 kişilik bir ailenin ayda 15-20 ton su tükettiğini kabul edersek,
tekstil sanayiinin bu alt sektörünün tükettiği su miktarı, yaklaşık 4-5 000
000'luk bir nüfusun su tüketimden daha yüksektir. Tekstil sanayii, kullandığı suyun büyük bir kısmını
yeraltı sularından sağlıyor. Özellikle Tekirdağ'da, özellikle Çorlu ve
Çerkezköy'de yeraltı suları da tükenmiştir, süratle azalmaktadır. Bu nedenle,
yeni işletmeler kurulurken, DSİ raporlarına mutlaka önem vermek gerekiyor. Su
tasarrufu ve atık suların daha iyi arıtılmasını, hatta, bir kısmının yeniden
kullanılmasını sağlamaya yönelik her türlü araştırma, geliştirme faaliyeti, her
türlü destek en üst düzeyde teşvik edilmelidir. Değerli arkadaşlarım, sözlerime son vermeden önce,
komisyonun çalışmasında gerçekten önemsediğimiz ve bunu da duyurmaya
çalıştığımız bir hususun altını çizmek istiyorum: Tüm komisyon çalışmalarımız,
komisyonda ortaya konulan tüm konular, yapılan konuşmalar, herkesin anında
kullanımına, anında dikkatine sunulmak üzere bir web sitesinde sergilendi.
Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yapılan bir çalışma, en
şeffaf biçimde, herkesin, anında, konuşulanları, nelerin konuşulduğunu
görebileceği, anlayabileceği bir şekilde, bir web sitesi sayesinde tüm
kamuoyuna sunuldu. Umut ederim ki, bundan sonra, Meclis araştırma
komisyonlarının tümünde bu türlü çalışmalar devam eder ve gerçekten,
Türkiye'nin en şeffaf kurumunun Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu, sadece
tüm Türkiye'ye değil, tüm dünyaya bir defa daha duyururuz. Tüm çalışanlara ve bu komisyonda emeği geçmiş tüm
arkadaşlara teşekkür eder, bu komisyonun raporunun mutlaka ele alınması,
mutlaka değerlendirilmesi ve ortaya konulan bu görüşler üzerinde düşünülerek
harekete geçilmesi gereğini ve zorunluluğunu bir defa daha vurgulayarak,
hepinize en derin saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Efendim, böylece, Sayın Bayram Fırat
Dayanıklı'yla birlikte, gruplar adına konuşma bölümünü bitirdik. Şimdi, 15 Kasım günlü Danışma Kurulunun zabıtlarını
getirttim. Orada "saat 16.00'ya kadar" şeklinde bir açıklık
getirilmiş. Saat 16.00'ya 1 dakika var. Şahsı adına konuşma talebinde bulunan iki arkadaşımız
var. Onunla, 1 inci sıradaki araştırma komisyonu raporunu görüşmüş olacağız. Çalışmaların bitimine kadar devamı hususunu oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Teşekkür ediyorum. Şimdi, şahısları adına, Denizli Milletvekili Sayın
Beyhan Aslan. Buyurun Sayın Aslan. (ANAP sıralarından alkışlar) BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şahsım adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sektörün ekonomi içindeki ağırlığı tartışılmaz ki, bu
ağırlık nedeniyledir ki ve kriz nedeniyledir ki, biz Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri olarak, bir önerge verildi, bir araştırma komisyonu kuruldu ve
araştırma komisyonunun raporunu bugün Mecliste görüşüyoruz. Sektörün ekonomi içindeki ağırlığı, istihdama ve ihracata
katkısı göz önünde tutularak, yapısal problemlerin ve içerisinde bulunulan
diğer sorunların çözülmesi mutlaka şarttır. Komisyon raporu ile bu gereklilik
açıkça ortaya konmuştur. Bunca büyük yatırımın, girişimcilik ruhu ile yılların
getirdiği tecrübenin ve ısrarlı çabalarla kazanılmış dış piyasaların heba
edilmemesi, yeterli ilgi ve kararlılıkla ekonomik geleceğimizin temel
teminatlarından biri olmasını kaçınılmaz görüyoruz. Bu gayret ve mücadelede
hükümete, devlete büyük iş düşüyor. Hükümet ve devlet, başı çekmeli, özel
sektör de, işbirlikçi ve girişimci ruhuyla kendisine düşen görevleri yerine
getirmeli ve bu kriz mutlaka aşılmalı. Raporun çözüm önerileri bölümünde 16 başlıkla çözüm
önerileri sıralanmıştır. Tabiî, zamanınızı almamak için bu çözüm önerilerini
sıralamayacağım; ancak, 16 ncı sırada "eğitim politikası" denmiş;
ama, ben 17 nci sırada -eğer, komisyonun da müsaadesiyle- bir çözüm önerisi
ortaya koymak istiyorum. Bu da bürokrasinin davranış tarzı ve yatırımcı ile
işletmeci ile bürokrasi arasındaki iletişim eksikliği... Bu, 17 nci çözüm
önerisi olarak komisyon raporuna girmeliydi diye düşünüyorum. Özellikle, bazı bankalarda; ayrıca, bazı bakanlıklarda
ve müsteşarlıklarda sorumlu mevkilerdeki yöneticiler -ki, bunlar, daire
başkanından müsteşarına kadar, banka müdürlerine kadar uzanıyor- eski tabirle
ashabı masalik denilen iş sahipleri veya temsilcilerine karşı, sanki kendi
başlarına buyruk bir tutum sergilemektedirler ve bunda da sakınca görmüyorlar.
Bu gibiler için esas olan, çözüm değil, sanki, çözümsüzlüktür ve hemen her
konuda olumsuzluk, negatif tutumdur. Üretim ve ihracat dinamiktir ve her yönü, baştan
öngörülmeyen, mevzuatın net ve açıkça konu edemediği olaylar silsilesi
içerisinde sürer gider. Bu ortamda, sözünü ettiğimiz mevki sahipleri, hiç
takdir haklarını kullanmıyorlar; ne banka müdürleri, ne müsteşarlar, ne daire
başkanları, ihracatla ilgili kalemlerden sorumlu olan yetkililer, hiç takdir
haklarını kullanmıyorlar. Meseleye çözüm getirmek yerine çözümsüzlük getirmeyi
önplanda tutuyorlar; soruna ya tamamen negatif bakıyorlar ya da sorunu
ertelemeye bırakıyorlar ve yazılı müracaatlar da cevaplanmıyor; müteşebbisin
her arayışında, ihracatçının her arayışında ya toplantıda oluyorlar ya da bir
başka bahara işini erteliyorlar. Bürokrasinin, bu, devleti korur görünen, imza atmaktan
çekinen zihniyet ve davranışının ekonomiye maliyeti çok yüksektir. Diyaloğa
girmenin ya da diyaloğa kapalı olmanın ve nihayet iş sahiplerine olumsuz
davranışın Türkiye'de hiçbir müeyyidesi yoktur. Olumsuz davranmanın, negatif
davranmanın, iş sahipleriyle diyaloğa girmemenin Türkiye'de bir müeyyidesinin
olması lazımdır; "bugün git yarın gel"in bir müeyyidesinin olması
lazımdır. Maalesef, bürokrasimizin, cumhuriyet tarihi boyunca içine düştüğü bu
hastalık, iş sahiplerini fevkalade rahatsız etmektedir. Bana göre, araştırma
komisyonu raporunun 17 nci çözüm önerisi, bürokrasinin tutum ve davranışı
olmalıydı diye düşünüyorum. Yine, kamu bankalarının ortak yönetiminde de, yönetimin
kurulduğundan bu yana, yine, aynı davranış sergilenmektedir. Müteşebbis ile
bankacılar arasındaki problemlerin çözümü, maalesef, ya ertelenmekte ya da ipe
un serilmektedir. Bugün tekstilcinin en önemli sorunu, bankalar ile
tekstilci arasındaki ilişkidir, diyalog kopukluğudur, olaydaki çözümsüzlüktür,
bürokrasi ile yatırımcı, tekstilci arasındaki iletişim bozukluğudur,
diyalogsuzluktur. İşte, bu nedenle, ben, bu Tekstil Araştırma Komisyonu
raporuna, 17 nci madde olarak bunun da ilave edilmesini isterdim.
Bürokrasimizin bu hastalığının da giderilmesini ve bürokratlarımızın iş
sahiplerine karşı duyarlı olmasını özellikle istirham ediyorum. Gelişmiş ülkelerde, devleti, devlet adamları ile
işadamları, yatırımcılar birlikte yönetirler. Devlet adamları, bürokratlar,
işadamlarından korkmamalıdırlar. Liberal ekonominin de gerek tarzı budur. Hiç
kimse, kimseyi durup dururken suçlayamaz; ama, sen, iş adamını dışlarsan,
yatırımcıyı dışlarsan, müteşebbisi dışlarsan ve kendi içine kapanık diyalogsuz
bir dünyada yaşamaya başlarsan, çözüm üretemezsen, senin, o makamda oturmanın
hiçbir anlamı olmaz ve sen, ihracatın önüne bir dinamizm değil, bir atalet
ortaya koymuş olursun. İşte, bürokrasinin bu hastalığı, mutlaka giderilmelidir
ve işadamlarımızın, iş dünyamızın, tekstilcimizin en büyük şikâyeti, bugün,
bürokrasi ve bankalar yönetimidir. Bunun açıkça ortaya konulmasında büyük fayda
vardır. Bir diğer nokta ki, raporda benim en çok hoşuma giden
nokta budur. Tekstil ve konfeksiyonda uzun vadeli bir devlet politikası ve
bunun bir merkezden yönetilip uygulanmasıdır. Eğer, hükümet, bu nokta üzerinde
mutabık kalır ve gerekli uygulamaya yönelirse, komisyon raporunda önerilen özel
ihtisas komisyonları kendiliğinden sürekli hale gelir. Tekstil ve hazır giyim
koordinasyon kurulu kendiliğinden oluşur ve özel sektör de, kendiliğinden,
hızla ve yeni bir örgütlenme modeline geçer. Araştırma komisyonumuzun bu raporunu, takdirle ve
saygıyla karşılıyorum. Bu raporun, hükümetimize ve müteşebbislerimize hayırlı
olmasını diliyorum ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Beyhan Aslan'a ben de teşekkür ediyorum;
10 dakika olan süresini, 5 dakika olarak kullandı, arkadaşlarımıza böyle bir
kolaylık sağladı. Şahsı adına ikinci konuşmacı, Amasya Milletvekilimiz
Sayın Gönül Saray Alphan da aynı anlayışı gösterirse, böylece, bitirmiş
oluruz.(DSP sıralarından alkışlar) Buyurun. GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Tekstil ve konfeksiyon sanayiimizin sorunlarını
araştırmak üzere kurulan ve çalışmalarını tamamlayan Meclis araştırma komisyonu
raporu üzerinde görüşlerimi açıklamak ve katkıda bulunmak amacıyla
huzurlarınızdayım. Araştırma komisyonunda herhangi bir görevim olmamasına
rağmen, milletvekili seçilinceye dek, yani üç yıl öncesine kadar sürdürdüğüm
bir tekstil üreticisi olma sıfatımdan hareketle bu konuyu ulusal bir görev
kabul ederek, şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, araştırma komisyonunun detaylı
olarak hazırladığı ve değerli hatiplerden detaylı dinlediğimiz sektörlerdeki
sorunlar ve çözüm önerilerine yürekten katılıyorum. Rapora ilaveten ele almak
istediğim husus, bazı sözcülerin bir nebze ele aldıkları konunun, Avrupa
Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri cephesinden, günbegün Türkiye aleyhine
gelişimini irdelemek, Avrupa Birliği Ulusal Programımızın görüşmelerinin
yapıldığı bu sıralarda yetkili makamların hassasiyetini ve ilgilerini tekstil
üreticileri adına talep etmektir. 1995'ten itibaren, gümrük birliğinin getireceği büyük
fırsatlar hayali, 50 milyar doların üzerinde, devlet bankalarından da yatırım
teşvikleri verilerek, özellikle, tekstil sektöründe yoğunlaşmıştır Sonuçta,
Avrupa Birliğinin en büyük iplik, boya, dokuma kapasitesine sahip olmuşuz. Ring
ipliğinde tüm Avrupa Birliğinin yüzde 97'lik kapasitesi bizimdir. Open-end'de
yüzde 78'i bizimdir. Mekikli dokumada yüzde 80'lik kapasite bizdedir. Bizdedir
bizde olmasına, ama, geçmiş hükümetlerce "asrın fırsatı" olarak lanse
edilen gümrük birliğinde çarklar Türkiye aleyhine işlemiş, işletilmiş ve
zamanında alınabilecek önlemler konusunda sessiz kalınarak, bu modern lokomotif
sektörümüze buharlı tren görevi verilmiştir. 1995'ten beri Avrupa Birliği
ülkeleriyle olan dışticaret açığımızın geldiği noktanın 60 milyar doları
bulması bunun en belirgin kanıtıdır. Geçmişte istihdamın yüzde 36'sını sağlayan tekstil
sektöründe son gelinen nokta, Meclis araştırması boyutunda ele alınıyorsa,
çözümler ve ivedi yapılması gerekenler için de bu kürsüden, özellikle Avrupa
Birliği ilişkilerimizden sorumlu makamlara davetiye çıkarmak olmalıdır. Ne yapmıştır Avrupa Birliği, biraz göz atalım: Avrupa
Birliği ülkeleri, istihdamın sadece yüzde 3,6'sını tekstil ve konfeksiyon
sektörüyle sağladığından, bu sektörünü gözden çıkarabilmiş ve tek taraflı
olarak kendi lehine stratejiler tespit etmiştir. Örneğin, sektörünü haksız
rekabete karşı korumak istemediği için, tekstilde menşe ve gümrük kurallarını
aşırı serbest olarak belirlemiştir; üçüncü dünya ülkelerine yönelik uyguladığı
sıfır veya sıfıra yakın gümrük ve serbest kota stratejisiyle, Türkiye,
Uzakdoğu, Doğu Avrupa ülkelerinin haksız rekabetine teslim edilmiştir. Bununla
da yetinilmemiş, yirmi ülkeyi geçen yeni serbest ticaret anlaşmalarıyla,
Türkiye'nin hayatî çıkarları gözardı edilerek tek taraflı anlaşmalar
yapılmıştır: AB-Meksika, AB-Kuzey Afrika, AB-Çin anlaşmaları bunlardan yalnızca
birkaçıdır. Bu nedenle, 1995-2000 döneminde, AB'nin toplam tekstil
alımında, Güney Kore, Tayvan, Çin bunun gibi ülkeler, Türkiye'nin iki katına
varan, bu ülkelere, dışsatımlar yapabilmişlerdir. Sonuçta, yukarıdaki ülkeler
içerisinde, Avrupa Birliğinde gümrük birliğine tek üye olan Türkiye'nin tekstil
ihracatı, AB'nin teşviki ve Uzakdoğu ülkelerinin haksız rekabetleri karşısında
miktar olarak artmış görünmesine rağmen, birim fiyat olarak düşmüş, ciro
yükselememiştir. İş bununla da kalmamış, Avrupa Birliği ülkelerinin,
tedarikçi ülkeler olarak Romanya, Polonya, Macaristan, Slovakya, Tunus, Fas
gibi ülkeleri tercih etmesi ve yatırımlarını bu ülkelere kaydırmasıyla gümrük
birliğinin tek üyesi Türkiye, AB sermayeli dış yatırımlardan da dışlanmış ve
hayatî çıkarları, gümrük birliğine üye tek ülke olduğu halde, tek taraflı
görmezden gelinmiştir. İşin trajikomik yanlarından birisi de, üye ülke
Türkiye'nin görüşleri ve onayı alınmadan yapılan AB-Meksika Serbest Ticaret
Anlaşmasında NAFTA menşe kuralı kabul edildiğinden, Türk tekstili, Meksika'ya,
AB üzerinden gümrüksüz ve kotasız giremezken, Meksika tekstili, Türkiye'ye, AB
üzerinden rahatlıkla girebilmiştir. İşin en acı tarafı, savunmalarımızın, yetkili devlet
organlarınca değil, AB Komisyonu antidamping direktörlerince yapılmasıdır.
Kendisi, Türkiye pazarında rahatsızlık yaratan üçüncü ülke menşeli tekstil
mamullerine karşı 1/95 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi kararlarında yer
aldığı gibi, ortak gümrük tarifesinin yükseltilebileceğini ve böylece, Türkiye
lehinde sonuç alınabileceğini dile getirebilmiştir. Değerli arkadaşlarım, Türkiye ve tekstil sektörümüz
sahipsiz değildir, olmamalıdır. Bu nedenle, Helsinki Zirvesinden sonra Türkiye
ve AB ilişkilerinin doludizgin gittiği bu dönemde, sektörün rehabilitasyonu
için acilen masaya yatırmamız gereken önlemlerimiz vardır. Sayın Dayanıklı'nın
da belirttiği gibi, AB ve gümrük birliği kararının 63 üncü maddesiyle teyit
edilen katma protokolün 60 ıncı maddesi "Türk ekonomisinin bir faaliyet
sektörünü veya malî istikrarını tehlikeye düşürecek ciddî bozukluklar ortaya
çıkarsa..." Ki, çıkmıştır, ihracatımızın yüzde 40'ı bu sektörce
yapılmaktaydı. "...veya Türkiye'nin bir bölgesinin ekonomik durumunun
bozulması şeklinde güçlükler belirirse Türkiye gerekli tedbirleri
alabilir" der. Türkiye, görüldüğü gibi, açık bir hüküm niteliğinde olan 60
ıncı maddeyi, kendi millî çıkarlarına ve Dünya Ticaret Örgütü kurallarına göre
gecikmeden uygulama isteğini AB nezdinde gündeme getirmelidir. Hazırladığım birkaç madde daha vardı; ama, sabrınızı
daha fazla suiistimal etmemek için, son olarak şunu söyleyerek sözlerime son
vermek istiyorum. AB, mevcut gümrük birliği kapsamında, Türkiye'nin ekonomik ve
sosyal çıkarlarını gözardı etmeye devam ederse, serbest ticaret anlaşmasına,
anlaşmamızın dönüştürülmesi konusu mutlaka gündeme getirilmelidir. Bu konuşmamda AB'yi ve Brüksel'i sorgulamak için bir
konuşma yapmıyorum; ancak, kendimizi sorgulamak, bu ve buna benzer emek-yoğun
sektörde Türk dışpolitikalarına yön veren bakanlıkları, acil seviyede neler
yapması gerektiğini ele almak istiyorum. Gecikmiş değiliz. Sessiz devrimlerin
gerçekleştiğine inandığım bu dönemde, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Dışişleri Bakanlığı,
en üst düzeyde Avrupa Birliğinden sorumlu Başbakan Yardımcılığı ve hazineden
sorumlu devlet bakanlıklarının vermesi gereken, Avrupa Birliği nezdinde bir
savaşımız vardır. Tekstil sektöründe, istikrar programının ve yaşanan
krizlerin etkisiyle çok duyarlı bir ekonomik bünyedeki yatırımcılar, ABD'den ve
diğer ülkelerden ithal edilen bu açığın tahribatına daha fazla dayanamazlar. O
halde, yapmamız gereken şey, ABD nezdindeki tekstil kotalarını, AB'nin çifte
standartlarını ve haklılığımızı rakamlarla ortaya koyarak ele almak, AB gümrük
birliği üyesi Türkiye'nin özellikle emek-yoğun sektördeki zararlarını gündeme
getirmektir. Tekstil sektörünün, her zaman olduğu gibi, aktif dış
politikalarımız için de lokomotif rolde olacağı inancımla Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkürler sayın milletvekili. Efendim, şahısları adına, iki arkadaşımıza, İçtüzük
gereği söz verebildik. Niğde Milletvekili Sayın Mükerrem Levent ve Diyarbakır
Milletvekili Sayın Sebgetullah Seydaoğlu arkadaşlarımız da şahısları adına
konuşmak için müracaat etmişlerdi; ama, bildiğiniz gibi, İçtüzük, ancak iki
arkadaşımıza bu imkânı tanıyor. Bu arada, Başkanlığımıza, yine, konuyla yakından
ilgisini hep bildiğimiz, Bursa Milletvekilimiz Sayın Orhan Şen'in bir yazılı
müracaatı var. Sayın Şen, yerinden, kısa bir açıklama yapma ihtiyacında
olduğunu ifade ediyor. Buyurun Sayın Orhan Şen. ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkan, cuma günü makamınıza
gönderdiğim şahsım adına söz alma talebimle ilgili dilekçemi işleme almayarak
bir adaletsizlik yaptığınıza inandığımdan, bana söz verdiğiniz için, maalesef,
size teşekkür edemiyorum. Tekstil sektörünün en yoğun olduğu bir il olan
Bursa'da, tekstil sektöründe faaliyet gösteren 8 000 civarında çeşitli
büyüklüklerde işyeri mevcuttur. Bu sektörde, Bursa'daki toplam istihdamın 60
000 civarında olduğu, dolayısıyla, aile bireyleriyle birlikte 250 000-300 000
Bursalının bu sektörden geçimini temin ettiği tahmin edilmektedir. Ancak,
Uzakdoğu ülkelerinden sübvanse edilerek ülkemize getirilen kumaşlar, Türk
tekstil sektörüne büyük zararlar vermiş ve halen vermektedir. Dampingli
malların yanı sıra, özellikle, işçilik, doğalgaz ve elektrik giderindeki
artışların maliyet üzerindeki etkileri ve diğer faktörler sebebiyle, bugün,
Bursa'da, gerek Bursa Sanayi ve Ticaret Odasına gerekse Bursa Dokumacılar
Odasına kayıtlı yüzlerce işyeri kapanmıştır; kapanmayanlar ise, ayakta durmanın
mücadelesini vermektedir. Araştırma komisyonunun çalışmaları ve raporu dikkate
alınmalı ve en kısa zamanda gereği yapılmalıdır. Böylece "bir konuyu
çözmek istemiyorsanız komisyonlara havale edin" şeklinde halk arasında
oldukça yaygın önyargıyı da yıkmış oluruz. Ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, ülke sorunları
karşısında duyarsız kalmadığını ve sorunlara çözüm ürettiğini de bir kere daha
ispat etmiş oluruz diyorum ve saygılar sunuyorum. BAŞKAN - Sayın Şen, ben, size, grup başkanvekillerine
duyduğum saygının bir gereği olarak, Sayın Mehmet Şandır'ın bana ricası üzerine
söz verdim. Bana teşekkür edip etmemek, sizin bileceğiniz bir husustur; ama,
biraz önce Sayın Grup Başkanvekili İsmail Köse Beye, bana Cuma günü
gönderdiğiniz dilekçenin fotokopisini gönderdim. Eğer, siz, burada yanlış yere
müracaat etmişseniz, yani, bana gönderdiğiniz cuma günkü dilekçeniz, olsa olsa
gündemdışı bir söz talebi gibi algılanabilecekken ona ilişkin de bir açıklık da
yoksa, buraya göndermeniz gereken ve bugün göndermeniz gereken bir dilekçenin
sorumluluğunu da bana yüklememeniz lazım. ORHAN ŞEN (Bursa)- Teşekkür ederim, sağ olun; bir
adaletsizliğe yol açılmaması için... MEHMET ŞANDIR (Hatay)- Sağ olun, teşekkür ederim. BAŞKAN - Hayır, hayır; bakın. Ben, yine de size söz verirken "konuya yakın
ilgisini bildiğim" dedim. Evet, sizin konuya ne kadar yakın olduğunuzu
bildiğim için, Burhan kardeşimle beraber, defalarca, bakanlık dönemimde de bu
konulardaki ilginize şahit olduğum için, hakkınızı teslim edeyim diye söyledim;
onu bir kere yerine getirelim istedim. Bir arkadaşımıza daha söz vereceğim. Buyurun Sayın Milletvekili; size de kısa olarak söz
verelim. MEHMET KOCABATMAZ (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; komisyon üyesi olarak hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ülkemiz sanayi ve ticaret odaları ve ihracatçı
birliklerinin son günlerde özellikle, komisyon üyelerine gönderdikleri ve
seslerinin duyurulmasını istedikleri çok önemli iki konudan söz etmek için söz
aldım. 2,5 milyon insana iş sağlayan, ihracatımızda büyük bir paya sahip ve yan
sanayiiyle birlikte lokomotif sektör haline gelen tekstil ve konfeksiyon
sektörünün sorunlarının çözümü, bu sektörün ve ekonominin geleceğini yakından
ilgilendirmektedir. Komisyon raporumuzda uzun,orta ve kısa vadede
çözümlenmesi gereken 73 öneri ve 1 kanun teklifi sunulmuş olmasına rağmen, çok
kısa vadede çözülmesi gereken hususlardan birisi şudur: Sektörde en önemli
sorun vergi boyutudur. Son günlerde de sıkça kamuoyunda tartışma konusu olan
KDV konusunda, hem sektörü rahatlatıcı hem de kayıtdışılığı önleyici
tedbirlerin alınması mutlak gerekmektedir. KDV
oranlarının yüksek olması, yanlış beyanlar... BAŞKAN -Sayın Milletvekili, bunlar defalarca konuşuldu.
Ben, bir siyasî nezaket gereği, isminizi yazdırdığınız için, siz de iki kelime
ediniz istedim. Şimdi, bakın, Müslüman Müslümana eziyet etmez, iftar saati, 15
dakikamız kaldı. Sizin konuyla ilgili görüşlerinizi, arkadaşlarımız 20'şer
dakika defalarca anlattılar. MEHMET KOCABATMAZ (Denizli) - Peki efendim, bir
cümleyle topluyorum Sayın Başkan. KDV konusunun mutlaka gündeme getirilmesi çok önemli. İkinci önemli konuysa, dampingli ithalattır; bunun da,
en kısa zamanda önüne geçilmesi gerekmektedir. 1 milyar metrekare kumaş
girmektedir ülkemize bu konuda. Sayın Başkan, ismimi hitap etmeyerek söz verdiğiniz
için teşekkür ediyorum efendim. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkanım, konuşmacı
arkadaşlarımızın hepsi hükümete hatırlatıyorlar bunu, değil mi efendim?! BAŞKAN - Böylece, tekstil ve konfeksiyon sektörünün
sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş
bulunan (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun raporu üzerindeki
genel görüşme tamamlanmıştır. AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, hükümet
adına da bir iki söz söylenseydi... BAŞKAN - Ben, bu görüşmeleri izleyen her bir sayın
milletvekiline ayrı ayrı teşekkür ediyorum; çünkü, gerçekten, tekstil, mevcut
programın başarıya ulaşmasının olmazsa olmaz şartlarından biriydi. Burada,
değerli Devlet Bakanımız Sayın Safder Gaydalı'ya ve Devlet Bakanımız Sayın
Nejat Arseven'e, yetki alanlarında olmamasına rağmen, böyle bir konuda, bu
araştırma komisyonu raporunun görüşülebilmesine olanak sağladıkları için ayrıca
teşekkür ediyorum. Komisyonun değerli tüm üyelerine de, gerçekten iyi bir
çalışma yapmışlar, teşekkür ediyorum. "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer
alan, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla kurulmuş
bulunan (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu ile alınan
karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 21 Kasım
2001 Çarşamba günü saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum,
hepinize iyi akşamlar diliyorum. Kapanma Saati
: 16.25 |
|