DÖNEM
: 21 CİLT : 75 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 18 inci Birleşim 8 . 11 . 2001 Perşembe İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. - Adıyaman Milletvekili Dengir Mir
Mehmet Fırat'ın, İçişleri Bakanlığının yasalara ve hukuka aykırı raporlar
tanzim ettiği iddialarına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü
Kâzım Yücelen'in cevabı 2. - Ağrı Milletvekili Nidai Seven'in,
sınır ticareti, hayvancılık ve Ağrı Gürbulak Sınır Kapısına ilişkin gündemdışı
konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen ve Tarım ve Köyişleri Bakanı
Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı 3. - Rize Milletvekili Ahmet Kabil'in,
belediyelerin gelir azalmasından kaynaklanan ekonomik sıkıntılarına ilişkin
gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. - İstanbul Milletvekili Mehmet Ali
İrtemçelik ve 125 arkadaşının, Kıbrıs konusunda genel görüşme açılmasına
ilişkin önergesi (8/23) 2. - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına Grup Başkanvekilleri Van Milletvekili Hüseyin Çelik, İstanbul
Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un,
başarılı eğitim politikaları uygulayamadığı, bakanlığında idareci ve öğretmen
kıyımı yaptığı ve yükseköğretimi yapılandırıp yönlendiremediği iddialarıyla
Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin
önergesi (11/21) C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - TBMM Başkanı Ömer İzgi'nin, İsveç
Parlamento Başkanı Birgitta Dahl'dan vaki davete icabetine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/917) IV. -
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİSİ 1. - 8.11.2001 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu
hakkındaki (11/21) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve Anayasanın 99 uncu
maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin
14.11.2001 Çarşamba günkü birleşimde yapılmasına; 13.11.2001 tarihli birleşimde
sözlü sorular ile diğer denetim konularının, 14.11.2001 Çarşamba günkü
birleşimde de sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi V. -
SEÇİMLER A)
BAŞKANLIK DİVANINDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM 1. - Başkanlık Divanında açık bulunan
İdare Amirliği ile Kâtip Üyeliğine seçim VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir Milletvekili Rifat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.
Sayısı : 527) 2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk
Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara
Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört
Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) VII. -
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. - İstanbul Milletvekili Erol Al'ın,
bazı alman vakıflarının Türkiye aleyhine faaliyette bulundukları iddiasına
ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4754) 2. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
Samsun 19 Mayıs Üniversitesi öğrenci servis araçlarında başörtüsü kontrolü
yapıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4770) 3. - İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın,
BAĞ-KUR emeklilerinin maaş ödemelerine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/4777) 4. - Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak'ın, ABD'nin terörle mücadelede ülkemizden talebi olup olmadığına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4851) 5. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi
Yanmaz'ın, zührevi hastalıklardaki artışa ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman
Durmuş'un cevabı (7/4887) 6. - Konya Milletvekili Mehmet Gülhan'ın,
yayla evlerinin yıkılacağı iddialarına ilişkin sorusu ve Orman Bakanı Nami
Çağan'ın cevabı (7/4888) 7. - İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, bilgisayar kullanımının yaygınlaştırılmasına ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4894) 8. - İstanbul Milletvekili M. Murat
Sökmenoğlu'nun, 47. Parlamenterler Asamblesi Genel Kurulunda terör konusunda
alınan karara ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4902) 9. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize Ardeşen Küçük Sanayi Sitesi altyapı çalışmalarına ilişkin
sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/4910) 10. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun Rize Organize Sanayi Bölgesi etüd çalışmalarına ilişkin sorusu ve
Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/4911) 11. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize İlinde yürütülen projelere ilişkin sorusu ve Sanayi ve
Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/4912) 12. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize İlindeki öğretmen açığına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4916) 13. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize-Pazar ve Ardeşen öğretmenevi projelerine ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4917) 14. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize Merkez Görme Engelliler Okulu projesine ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4918) 15. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize İlindeki okul projelerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4919) 16. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize İlinde yürütülen projelere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4920) 17. - Konya Milletvekili Veysel Candan'ın,
Talim ve Terbiye Kurulunun yabancı dil öğretim etkinlikleri programı ile ilgili
kararına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı
(7/4939) 18. - Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi
Hatipoğlu'nun, Talim ve Terbiye Kurulunun yabancı dil öğretim etkinlikleri
programı ile ilgili kararına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4940) 19. - Ağrı Milletvekili Musa Konyar'ın,
ilköğretim okullarında uygulanacak yabancı dil öğretim programına ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4941) 20. - Bitlis Milletvekili Yahya Çevik'in,
Talim ve Terbiye Kurulunun dil öğretimi konusunda alınan bir karara ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4942) 21. - Antalya Milletvekili Salih Çelen'in,
Talim ve Terbiye Kurulunun dil öğretimi konusunda alınan bir karara ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4943) 22. - Van Milletvekili Maliki Ejder
Arvas'ın, Talim ve Terbiye Kurulunun dil öğretimi konusunda alınan bir karara
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4945) 23. - Bursa Milletvekili Kenan Sönmez'in,
buğday fiyatlarındaki artışlara ve etkilerine ilişkin sorusu ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4950) 24. - Bursa Milletvekili Orhan Şen'in,
Bursa Karacabey İlçesi Bayramdere Köyünde ağaç katliamı yapıldığı iddialarına
ilişkin sorusu ve Orman Bakanı Nami Çağan'ın cevabı (7/4951) 25. - Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in; Hatay İlinde zeytin ve meyve
üreticilerinin desteklenmesi ve bu konuda yapılan çalışmalara, Hatay İlindeki tarım ve hayvancılık
projelerine, Hatay İlinde çilek üretimi projesine, İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4954,4957,4958) 26. - Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in,
bazı ders kitaplarındaki müfredat değişikliğine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun cevabı (7/4955) I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
iki oturum yaptı. Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa
Murat Sökmenoğlu, Şartla Salıverme Kanunu kapsamına girip de TBMM'ce resen
Adalet Bakanlığına iadesi imkânı bulunmayan yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılmasıyla ilgili dosyaların akıbetinin belirlenmesi maksadıyla Adalet
Bakanlığınca TBMM Başkanlığından istenilmesi gerektiğine ilişkin bir açıklamada
bulundu. Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak
ile Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek, Afganistan ve Amerika Birleşik Devletleri
arasındaki savaşa; Ankara Milletvekili Şevket Bülent Yahnici,
Afganistan'ın dünü ve bugününe, İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar. Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 20
arkadaşının, özürlülerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/215) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı
ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Ankara Milletvekili Koray Aydın'ın
milletvekilliğinden istifa önergesi okundu; yapılan oylama sonucunda, Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeliğinin düşmesi kabul edilmedi. Gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan: TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286,
2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, daha
önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından
ertelendi; İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesi
kararlaştırılmış bulunan Türk Medenî Kanunu Tasarısının (1/611, 1/425, 2/361,
2/680) (S. Sayısı: 723) görüşmelerine devam edilerek 6 ncı bölümü kabul edildi. 8 Kasım 2001 Perşembe günü, alınan karar
gereğince, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.53'te son verildi.
No. : 27 II. - GELEN KÂĞITLAR 8.11.2001 PERŞEMBE Tasarı 1. - Türk Ceza Kanunu ile
Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/928) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
6.11.2001) Rapor 1. - Türk Silahlı
Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/862) (S. Sayısı : 756) (Dağıtma tarihi :
8.11.2001) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergeleri 1. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa'daki cami, imam ve müezzin sayısına ve
özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan) sözlü soru önergesi (6/1616) (Başkanlığa
geliş tarihi : 7.11.2001) 2. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, okullarda uyuşturucu madde bağımlılığının arttığı
iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1617)
(Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001) 3. - Şanlıurfa Milletvekili
Yahya Akman'ın, uyuşturucu madde kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü
soru önergesi (6/1618) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001) 4. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa - Gaziantep oto yolu projesine ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/1619) (Başkanlığa geliş
tarihi : 7.11.2001) 5. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa Havalimanı projesine ilişkin Bayındırlık
ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/1620) (Başkanlığa geliş tarihi :
7.11.2001) 6. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, uyuşturucuyla mücadeleye ilişkin Millî Eğitim
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1621) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. - Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, okullarda dayak ve kötü muamele yapıldığı iddia-larına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5054) (Başkanlığa geliş
tarihi : 7.11.2001) 2. - Rize Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu'nun, Edirne 3. Tümen Askerî Cezaevinde işkence ve kötü muamele
yapıldığı iddialarına ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5055) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001) 3. - Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, KÖYSAN A.Ş. ile ilgili iddialara ilişkin Devlet
Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5056) (Başkanlığa geliş
tarihi : 7.11.2001) Genel Görüşme Önergesi 1. - İstanbul
Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 125 arkadaşının, Kıbrıs konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103
üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi ( 8/23)
(Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001) Gensoru Önergesi 1. - Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Van Milletvekili Hüseyin Çelik,
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve Kayseri Milletvekili Salih
Kapusuz'un, başarılı eğitim politikaları uygulayamadığı, Bakanlığında idareci
ve öğretmen kıyımı yaptığı ve Yükseköğretimi yapılandırıp yönlendiremediği
iddialarıyla Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkında Anayasanın 99 ve
İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi
(11/21) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.11.2001) (Dağıtma tarihi : 8.11.2001) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati : 14.00 8 Kasım 2001 Perşembe BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU(Hatay), Cahit Savaş YAZICI
(İstanbul) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18 inci Birleşimini açıyo-rum. Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden evvel,
üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz,
İçişleri Bakanlığının hukuka aykırı olarak tanzim ettiği raporlar hakkında söz
isteyen Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'a aittir. Buyurun Sayın Fırat. (AK
Parti sıralarından alkışlar) III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. -
Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, İçişleri Bakanlığının
yasalara ve hukuka aykırı raporlar tanzim ettiği iddialarına ilişkin gündemdışı
konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı DENGİR MİR MEHMET FIRAT
(Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle,
Sayın Meclis Başkanıma, gündemdışı söz verdiği için teşekkürlerimi arz etmek
istiyorum; ancak, böyle bir konuşmayı, bu kürsüden, Türkiye Büyük Millet
Meclisi kürsüsünden, bir milletvekili olarak yapmayı arzu etmiyordum. Anayasamızın,
cumhuriyetin niteliklerini belirten 2 nci maddesi aynen şöyle: "Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir." Burada, iki şeyin altını
çizmek istiyorum. Birincisi, adil olunması; ikincisi, demokratik bir hukuk
devleti olunmasıdır. Hukuk devletinden anlayış şu: Fertlerin, devletin
işlemlerine karşı, kendilerinin eylemlerinden dolayı kendilerine
uygulanabilecek hak ve ödevlerinin neler olduğunu, bu işlemlerin hangi usullere
göre yapılacağının daha önce belirlenmesi demektir. Eğer bu gündemde olmasaydı,
o zaman, bir hukuk ve demokratik devletten değil, bir layüsel devletten
bahsedebilmek mümkündü. Üzülerek şunu görüyorum
ki, bir yandan, Meclisimiz, gece gündüz çalışarak, yasalarımızın, insan
haklarına saygılı, daha çok demokratik ve hukuk kurallarına uygun hale
getirilmesi için büyük bir gayret içerisinde. Yasama olarak bu görevi
yerine getirirken, diğer bir erk olan idarenin bunlardan rahatsız olduğunu veya
bunları tatbik etmemek için çeşitli yollara başvurduğunu görmek, beni üzüyor. Son zamanlarda, kamu
görevlileri hakkında bir cadı avı başlatılmıştır. Devletin temel görevlerinden
birisinin istihbarat olduğunu biliyorum. Bu, devlet olmanın gerekliliğidir.
Devlet, bilgi sahibi olmak durumundadır. Devletin arşivlerinde, Sayın Bakan da
dahil olmak üzere, hepimiz hakkında bilgiler vardır. Bu, normaldir de, bunu
normal addediyorum. Vatandaşlar hakkında bilgiler de vardır, kamu görevlileri
hakkında da bilgiler vardır; ancak, bunların işleme konulmasının, kamu
görevlilerinin hukuka aykırı davrandıklarının işleme konulmasının da belli bir
prosedürü vardır. İstihbarat raporlarına dayanılarak, onların haklarının ihlal
edebilmesini kabul edebilmemiz, bir hukuk devletinde mümkün değildir. Mersin'de, Sayın
Bakanımın kendi bölgesinde, yine kendi bakanlığının yapmış olduğu bir istihbarî
işlem içerisinde Sağlık Bakanlığına göndermiş olduğu bir yazı üzerine, Sağlık
Bakanlığı -hiçbir işlem görmeden- idarî işlemle ve cezaî bir işlemle, bu
bölgedeki 9 doktorun yer değiştirmesine karar vermiştir. Bunun yapılabilmesi
için, öncelikle, Devlet Personel Yasasında ve yönetmelikte belirtilen
prosedürün uygulanması, böyle bir cezaya çarptırılan kişilerin en azından
dinlenilmesi ve ondan sonra bunun bir belgeye dayandırılarak idarî işlemin
sonuçlandırılması gerekirdi. Ben, yazılarında
belirtilen ve işleme esas olan raporu istedim; ama, Sayın Bakanlık -yahut idare
erki olarak- nedense, bu devletin bilgileri üzerinde kendilerinin bilgi sahibi
olma hakkına sahip olduğu veya kendilerinin güvenilir olduğu iddiasıyla, ama,
Meclisin ve Meclisi teşkil eden milletvekillerinin, bu bilgilere kavuşmalarının
mahzurlu olduğu kanısıyla... Ki, bunu ben kınıyorum, reddediyorum; Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyelerinin hepsi, bu devlet çarkının içerisinde oluşan her
olaydan haberdar olmak durumundadır ve gerek atanmış gerek seçilmiş olsun,
diğer kişiler ne kadar emniyetli olarak görülüyorsa, bu Meclisin
milletvekillerinin de, aynı emniyete layık olduğunun bilinci içerisinde olup,
yapmış oldukları işlemlerin hiçbiri... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun Sayın
Fırat. DENGİR MİR MEHMET FIRAT
(Devamla) - Bununla ilgili bütün evrakları -eğer bu Meclisin denetleme yetkisi
de varsa ve Anayasa bunu belirtiyorsa- bu bilgi ve belgeleri milletvekiline
aktarmaktan çekinmemeleri gerektiği kanısındayım. Bu konuyu ben Sağlık
Bakanlığı bütçesinde de gündeme getirdim, yanlış olduğunu söyledim; bunun,
idare mahkemelerinden olmazsa, uluslararası mahkemelerden geri döneceğini ve
bir milletvekili olarak da bundan utanç duyduğumu söyledim. Sayın Sağlık
Bakanımız, uluslararası mahkemelerden korkmadığını beyan etti. Hukuktan korku,
ilkel insanlara has bir olaydır. Medenî olan insanlar hukuktan korkmazlar,
hukuka saygı gösterirler. İşte, medenî insan ile ilkel insanın farklılığı da
zaten orada belirlenir. Bu bakımdan, yasalara
aykırı olan, hukuka aykırı olan bu işlemlerin bir an önce hukuka uygun hale
getirileceği kanısıyla, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim. (AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım; Adıyaman
Milletvekili Sayın Dengir Mir Fırat'ın, İçişleri Bakanlığının hukuka aykırı
olarak tanzim ettiği raporlarla bazı kamu görevlilerinin yer değiştirmesine
neden olduğu ve bu konuda verilen yazılı soruya verilen cevap hakkında yapmış
olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime
başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Önce, bu cevabım, sadece,
bazı eksik bilgilendirmeyi ve yanlışları bir kere daha Meclis zabıtlarına
geçirtmek içindir, onu arz ediyorum. Evvela, bilmenizi istiyorum ki, devletin
istihbarat birimi vardır; devletin istihbarat biriminin çalışma usul ve
esasları, bu Yüce Meclisin verdiği kararlar çerçevesinde, çıkardığı kanunlar
çerçevesinde yürütülmektedir ve o istihbarat biriminin de İçişleri Bakanlığıyla
bir ilgisi bulunmamaktadır. Devletin arşivinde, kamu
çalışanlarıyla ilgili bilgiler ise onların sicil dosyalarında vardır. Sicil
dosyalarının gizli olan bölümleri amirleri tarafından verilir, alınır; ama, bu
dosyalardaki bilgiler, hiçbir zaman, vatandaşların bir dosyasının tutulduğu,
vatandaşlar için ayrı bir arşiv oluşturulduğu şeklinde algılanırsa, bu, yanlış
olur. İçişleri Bakanı olarak buradan bilhassa söylemek isterim ki, İçişleri
Bakanlığımızın hiçbir biriminde, sadece yasalar çerçevesinde, sayın cumhuriyet
savcılarının bize verdiği görevler dışında, biz, hiçbir vatandaş hakkında dosya
da tutmayız, arşiv de tutmayız. Yapılan bu çalışmalar da devletin arşivlerinde
zaten vardır; eğer, cumhuriyet savcıları bir görev verip adlî zabit olarak
çalışmışsa. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Batı Çalışma Grubu devam ediyor mu? İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Batı Çalışma Grubu diye bir grup İçişleri Bakanlığı
bünyesinde yok. Ben, İçişleri Bakanı olarak arz ediyorum ve bu soruya cevap
vererek... MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
O zaman, Başbakanlıkta var, öyle mi? İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Onu ilgili yere sorarsınız, varsa. Bilmiyorum; benim
bilgim dahilinde, İçişleri Bakanlığı bünyesinde böyle bir birim yok. 3152 sayılı İçişleri
Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun hükümleriyle Bakanlığımızın
görevleri belirlenmiştir. Evvela, o konuya girmeden, Teftiş Kurulunun çalışma,
usul ve esaslarını da belirtmek isterim. Bakanlığım Teftiş Kurulu, sadece onay
alırken, onay için Bakanlık makamına gelir. Onay verildikten sonra, yine, Yüce
Meclisinizin kabul ettiği 4483 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde, Teftiş
Kurulunun raporları, bütün işlemleri bittikten sonra, sadece bilgi için
Bakanlığın önüne gelir. O geliş safhasına kadar da, Teftiş Kurulu, ilgili
bölümleri, Adalet Bakanlığı ise Adalet Bakanlığına, DGM savcılığı ise DGM
savcılarına tevdi eder -yolda gördükçe vazifelerini yapar, getirir- sonunda da
"biz, filan zamanda aldığımız onay için şu işlemleri yaptık, böyle de bir
rapor tanzim ettik, bundan da haberiniz olsun" derler. Bakan da bakar;
hiçbir imzasını parafe etmeden alır ve giderler; bakanın çekmecesinde olmaz. Bakanlığımızın sorumluluk
alanında bulunan görev ve hizmetlerin en etkili bir şekilde yerine
getirilebilmesini sağlamak amacıyla, gerekli ilkeleri, yapılacak uygulamaları,
alınacak tedbirleri, izlenecek yöntemleri belirlemek üzere, zaman zaman,
bünyesinde bulunan birimlerce de inceleme ve araştırma yapılması zarureti de
ortadadır. 3152 sayılı İçişleri
Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 15/e maddesi hükmüyle
Bakanlığımız Teftiş Kurulu Başkanlığına da, bu yönde, benim göreve başlamamdan
önce -ki, bakanlık süreklidir- yani, geçtiğimiz yılın başında, bu yılın başında
bir görevlendirme yapılmıştır. Evvela, zabıtlara geçmesi açısından, böyle bir
açıklamaya fırsat verdiği için de, Dengir Mir Fırat arkadaşıma teşekkür
ediyorum. İçişleri Bakanlığının
yapmış olduğu bu tür çalışmalar, genel bir tespit ve değerlendirmeden ibarettir
ve Teftiş Kurulu Başkanlığının diğer çalışmalarında olduğu gibi, Bakanlığımız
Mülkiye Teftiş Kurulu tüzüğü, yönetmeliği ve yönergesinde belirlenmiş olan
esaslar ve usul çerçevesinde icra edilmektedir. Bu bağlamda, bir mülkiye
başmüfettişi koordinatörlüğünde oluşturulan komisyon tarafından İçel İlimizde
bir inceleme ve araştırma yapılmış ve hazırlanan rapor, Bakanlığıma
sunulmuştur. Bu rapor da, biraz önce belirttiğim gibi, bir genel değerlendirme
ve tespit raporudur. Söz konusu raporda, Bakanlığımın yanı sıra, diğer bazı
bakanlık ve kuruluşların görev ve yetki alanına giren konularda da tespit ve
değerlendirmeler bulunmaktadır ve bunlar, ilgili bakanlıklara ve kuruluşlara
intikal ettirilmiştir. Bu kapsamda, biraz önce
konuşmaya esas olan Sağlık Bakanlığını ilgilendiren hususlar da Bakanlığımız
İller İdaresi Genel Müdürlüğünün 3.8.2001 tarih ve 5783 sayılı yazısıyla anılan
bakanlığa gönderilmiştir. Bu suretle, diğer bakanlıklara ve Sağlık Bakanlığına
intikal ettirilen tespit ve değerlendirme niteliğindeki bu hususların
uygulanmasının ise, ilgili bakanlıkların tabi oldukları mevzuat hükümleri
uyarınca, kendi takdir yetkileri dahilinde ve sorumlulukları altında bulunduğu
idare hukukunun en temel ilkelerindedir. Hukuku, bana geldiği
şekliyle yorumlamak, ötekine geldiği şekliyle yorumlamak da yanlıştır; hukuk,
hepimize eşit derecede lazımdır. Dengir Mir Fırat arkadaşıma ne kadar lazımsa,
bana da o kadar lazımdır. Herkese, milletvekiline de, bakana da, vatandaşa da
aynı şekilde lazımdır ve aynı objektif çerçeve içinde görmek lazım. Bir
taraftan, insan hakları derken, diğer taraftan şu anda mevcut, meri
mevzuatımızı da gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Bu da, bildiğiniz gibi,
yine idare hukukunun en temel ilkelerinden biridir diye belirtiyorum. Diğer bir ifadeyle, bu
hususlarda işlem yapacak bakanlığın, kendi bünyesinde, kendi teftiş kurulları
vasıtasıyla inceleme ve soruşturma yapmasına engel bir durum yoktur. Bu tarz
idarî tasarruflardan önce, bakanlıklar, kendi özel mevzuatları uyarınca çalışma
yapabilmektedirler; yani, benim bir genel değerlendirme ve tespit raporumu
ilgili bakanlıklara göndermesem, ben, kendi mevzuatım açısından bir suç
işlerim. Bu genel değerlendirme ve tespit raporunu da gönderdiğim zaman, o
ilgili bakanlık, isterse, kendi teftiş kurullarını faaliyete geçirerek bu
konuda incelemeler yapabilir. O, oranın takdiridir; yani, ben, bir diğer
bakanlığın amiri veya bunun gizli tezkiye amiri filan da değilim. Ben, sadece
bu tespit raporunu veriyorum; yani, bu rapor öyle saklı, gizli filan değil.
Mülkiye Başmüfettişinin Başkanlığında bir komisyon kurulmuş, İçel İline gitmiş,
bir genel değerlendirme ve tespit yapmış. Bu tespitlerin benim Bakanlığımı
ilgilendiren yönleri var, bana yazmış; ben gereğinin ifası için ilgili
birimlere yazmışım, onlar yapmış. Diğer bakanlıklarla ilgili olan kısımları da
diğer bakanlıklara yazmışız. Bu itibarla, tamamen yasal çerçevede ve mevzuatta öngörülen
esaslar ve usule göre hazırlanmış söz konusu raporun, iddia edildiği gibi,
hukuka aykırı olarak tanzim edilmesi bahis konusu değildir. Diğer bakanlıklar
ve kuruluşlar ile Sağlık Bakanlığı tarafından yapıldığı belirtilen tasarruflarla
ilgili olarak Bakanlığımıza sorumluluk yöneltilmesi de hakkaniyete uygun değildir.
Bunları açıklayıp
takdirlerinize sunuyorum. Hepinize en içten
saygılar sunuyorum; teşekkür ederim. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Sayın Başkan, söz istemiştim; ama, cihaza bir türlü giremiyorum. BAŞKAN - Tabiî; ama,
zatıâlilerinizden evvel Sayın Güven söz istedi; müsaade ederseniz, ona söz
vereyim, sonra size takdim edeyim efendim. İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Peki. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Güven. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, Sayın İçişleri Bakanının konuşmasından
anladığım kadarıyla, Mersin'in merkez ilçeleri dahil 9 doktor arkadaşımız başka
illere atama içinde olmuşlardır. Sayın Bakan, bunun bir tespit olduğunu ifade
buyuruyor; ama, asıl işi yapanın Sağlık Bakanlığı olduğunu ifade ediyor. Bence, burada, Sağlık
Bakanı arkadaşımızın da bulunarak, bu tasarrufu neden yaptıklarını ve yine,
kendi teftiş kurullarının da bu konuda hangi inceleme içinde olup olmadıklarını
tespiti gerekir. Bu nedenle, İçişleri Bakanının değerlendirmesi yerindedir;
ama, bu değerlendirme dışında, Sağlık Bakanın da gelip bir cevap vermesi
gerekir diye düşünüyorum. Arz ederim. Teşekkür ederim efendim. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Mesele anlaşılmıştır. Herhalde, Sağlık
Bakanımız Bakanlar Kurulu münasebetiyle burada yok. Sayın Köse, buyurun
efendim. İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Olaya muttali oldum
Değerli Başkanım. Özellikle Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmalardan dolayı
meseleyi öğrenmiş bulunmaktayım. Oradaki konuşmaya Sayın Bakanın vermiş olduğu
cevabî bilgi de şudur: İçişleri Bakanlığının yapmış olduğu inceleme sonucunda
ve sayın valilerimizin de mahzurlu görmeleri sonucunda, kendilerinin şu anda
kanunlarımızın suç saydığı durumda olmalarından dolayı bu atama işlemlerinin
yapıldığını, ilkelliğin Sayın Sağlık Bakanına ait olmadığını, Türkiye'nin
ülkesi ve milletiyle bir bütünlük içerisinde olduğunu, devlet memurlarının da
bu ilkeler içerisinde hareket etmelerinin gerektiğini bilmeleri gerekirdi. O itibarla, Sayın
İçişleri Bakanının da topu taca atmasına lüzum yoktur. İçişleri Bakanlığının
kuruluş kanununda, özellikle devletin çalışma usul ve esasları İçişleri
Bakanlığına tevdi edilmiştir. Sağlık Bakanlığının görevi, sağlık personelinin
kendi mesleğinden kaynaklanan görevlerini teftiş ve tahkik etmektir. İçişleri
Bakanlığının görevi ise, kendi teftiş ve istihbarat kaynaklarıyla, devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ilgilendiren konularda ilgili
mercileri ve makamları muhakkak surette bilgilendirmektir. Teşekkür ederim Sayın
Başkanım. BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkan, müsaade eder misiniz... BAŞKAN - Efendim, bir
dakika... Yine bir müzakere
usulü... TURHAN GÜVEN (İçel) -
Efendim, müsaade edin... BAŞKAN - Hayır size
etmeyeceğim... Sayın Sacit Günbey... TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Grup Başkanvekilinin Sayın Sağlık Bakanı yerine böyle bir cevap verme
hakkı var mı efendim? NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Milletvekili olarak... BAŞKAN - Efendim, müsaade
edin... Sayın Sacit Günbey... TURHAN GÜVEN (İçel) -
Müsaade eder misiniz... Ben beyanlarından şunu
anlıyorum: "Uygun görmüştür" diyorlar. Eğer, böyle bir suç
işlemişlerse, böyle bir kanaate de varmışlarsa, devletin kanunları var. Sağlık
Bakanlığı kendi personeli hakkında cezaî müeyyide uygulamak için dava açar
efendim. Yok böyle bir şey... BAŞKAN - Peki efendim... Sayın Günbey, buyurun
efendim. SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Sayın Başkan, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre bir durumu ifade etmek
istiyorum; söz verdiğiniz için de, teşekkür ederim efendim. Ben salı gününden beri,
zatıâlinizden, YÖK'ün kuruluş yıldönümü münasebetiyle bir gündemdışı konuşma
talep ediyorum; zannediyorum, gündemin yoğunluğundan dolayı imkân olmadı. Bu
vesileyle, Sayın Bakandan öğrenmek istiyorum: Bu YÖK'ün kuruluş yıldönümü
dolayısıyla öğrenciler demokratik tepkilerini ortaya koyuyorlar, hiçbir yere
zarar vermeden YÖK'ü protesto etmek için gösteri yapıyorlar. Bu gösteriler,
maalesef, güvenlik görevlileri tarafından çok şiddetli bir şekilde engelleniyor
ve öğrenciler coplanıyor. Biraz önce kendileri ifade ettiler, dediler ki
"biz, hukukun dışına çıkmıyoruz." Güvenlik görevlilerinin bu
davranışlarını hukuka uygun buluyor musunuz, bulmuyor musunuz? İkinci bir soru daha,
müsaade ederseniz, buradan, Sayın Bakana yöneltmek istiyorum?.. BAŞKAN - Efendim, böyle
bir usulümüz yok. Şimdi sual sormayın. Ben tolerans gösteriyorum. İçtüzük 60'a
göre de söz hakkınız yok. Sadece, Başkanlığın gösterdiği bir toleranstır. Müsaade ederseniz, o
sualinizi istirham edeceğim, Sayın Bakana yazılı verin; ben iletirim efendim. Sayın Çelik, buyurun. HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Biraz önce Sayın Köse
"Sayın Bakanımızın topu taca atmasına gerek yok" dedi. Öyle
anlaşılıyor ki, hükümetin topu, toptan taca çıkmış! Şimdi, bakın, şöyle bir
tespit yapmamız lazım: Sayın Bakan buyurdular ki "bu, bir tespit ve
değerlendirmedir." Sayın Bakanım, bu insanların eğer suç teşkil eden bir
fiilleri varsa ve bu da, tespit edilmişse; bu, bağımsız mahkemeler tarafından
teyit edilmişse, amenna; aksi takdirde, insanları dünya görüşlerinden dolayı,
yaşama biçimlerinden dolayı, ideolojilerinden dolayı bu şekilde suçlu ve
sakıncalı ilan ederseniz, bu ülkenin adı, demokratik bir ülke falan olmaz. Dolayısıyla, ben
soruyorum: Sayın Bakanım, sizin "bu tespit ve değerlendirme"
dediğiniz şeyin adı, jurnallemedir. Türkiye jurnaller dönemini kapatmalıdır.
Ben de Sayın Günbey'in dediği gibi söylüyorum; Türkiye, artık, dayak atan ve
dayak yiyen insanların ülkesi olmamalıdır. Polislerin attığı dayağı görünce,
ben, şahsen, İçişleri Bakanı olsaydım, sizin konumunuzda olsaydım, istifa
ederdim. Böyle şey olamaz. YÖK'ü... Bakın, Amerika Birleşik
Devletlerinde savaş karşıtı gösteri yapılıyor. Amerika, savaşın baş aktörü
olmasına rağmen, o göstericilerin ve çevrenin güvenliği sadece sağlanıyor, o
insanlara demokratik haklarını kullanmalarına müsaade ediliyor. İngiltere, bunu
yapıyor... BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Müsaade buyurun cümlemi tamamlıyorum. Sayın Bakanım, bu ülkede,
siz, bunlara müsamaha etmiyorsunuz. Düşman askeri bile öyle dövülmez. O
insanların fikri, zikri, ideolojisi ne olursa olsun, bu tavrı şiddetle
kınıyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çelik. Siz, bakan olduğunuzda Sayın Bakanın yaptıklarını yapmazsınız. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz. Buyurun Sayın Bakan. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; tekrar huzurunuzu
meşgul etmek istemiyordum; ama, öncelikle belirtmek isterim ki, ben, hiçbir
dönemimde topu taca atmadım. Herhalde maksadı aşan bir cümle oldu. Topu taca
atsaydım, memleketin huzur ve güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanı olarak,
yapılan bu tespit ve değerlendirmeyi ifası ve takdiri için ilgili yerlere
göndermezdim; burada da bunu söyledim. Öyle olsaydı bunu hasıraltı ederdim,
hasıraltı etseydim, huzur ve güvenlikten sorumlu İçişleri Bakanı olarak görev
yapamazdım. Ben, yapmış olduğum
tespiti ve değerlendirmeyi, Sağlık Bakanlığına göndermişim; ancak, Sağlık
Bakanlığının yaptığı tayinlere cevap verecek makam İçişleri Bakanlığı değildir.
Tabiî ki, Sayın Bakan arkadaşımız gerekli cevapları da yukarıda vermiş, onu da
aldım; onu burada da söyledim. Onun, tekrar, bir teftiş yaptırıp yaptırmamakta
tamamen takdiridir. Valiliklerimizden gelen yazılar karşılığında- bunlar, hep,
bu Yüce Meclisin kabul ettiği esaslardır, kabul ettiği hükümlerdir- eğer, bir
vali "ben, şunlarla şunlarda çalışmıyorum; şurada, şu genel huzuru, şu
asayişi bozucu hareketi vardır" dediği zaman, zaten, hukuk sistemimiz
-hukuk onun için lazımdır diyorum- bunu kendi içinde halletmiş ve derhal görev
yerini değiştirmeyi düşünmüş. Bu arkadaşlarımızın, sizlerin... HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Ama, hukuk, zayıfa karşı işletiliyor Sayın Bakan. BAŞKAN - Karşılıklı
konuşmayalım efendim. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Bakın, ben sizi dinledim; yani, yazılı sorunuza da
cevap veriyorum. Eğer, bu arkadaşlarımız,
bu doktor arkadaşlarımızın, zaten, sizin söylediğiniz gibi, genel asayiş ve
huzura yönelik bir tespit olmasaydı, tamamen delilli olsaydı, zaten,
memuriyetlerine son vermeleri gerekirdi. Takdir edersiniz ki, devlet memuru,
Devlet Memurları Kanununa göre, bir yerde göreve başlayıp kırk sene orada
çalışıp emekli olacak diye bir husus da yok. Gelelim, YÖK karşıtı
gösterilere: Değerli arkadaşlarım, bir
kere, gösterilere izin veren makam İçişleri Bakanlığı değildir. Bakın, Yüce
Meclis olarak, Yüce Meclisi oluşturan fertler olarak, evvela bu konudaki
mevzuatı açıp okumanız gerekmektedir. Eğer, onu okumuş olsanız... HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Polis size bağlı değil mi?! İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Müsaade buyurun canım!.. Sabır gösterin!.. Niye
rahatsız oluyorsunuz?! HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Polis size bağlı değil mi, onu söylüyoruz. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Ben onu inkâr etmiyorum ki, tabiî bana bağlı ve Türk
polisiyle de iftihar ediyorum. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Biz
de iftihar ediyoruz. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM
YÜCELEN (Devamla) - Evet; iftihar ediyorum, bunu da iftiharla söylüyorum. Ben,
başka bir mevzuattan bahsediyorum. BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı konuşmayalım. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Bakın, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu açık,
sarih. İl İdaresi Kanununa göre, valiliklerimiz, halkın huzurunu bozmayacak,
asayişini bozmayacak yerleri göstererek "buralarda her türlü gösteriyi
yapabilirsiniz" diyorlar. Şimdi, bu gösteriler için de valiliklerimiz
alanları belirlemiş "buralarda gösteri yapabilirsiniz" demiş.
Hipodromda da gösteri yapılabilir, valilik izin verir; Güven Parkta da
yapılabilir, valilik izin verir; ama, herhalde, Güven Parkta veya Hipodromda
gösteri yapan kalabalığın Meclise yürüme hürriyetinin olmaması gerek. Yani,
insan haklarına hepimiz saygılıyız; ama, diğer insanların haklarını da
beraberce muhafaza, müdafaa etmemiz lazım. Şimdi, polisin burada
kötü muamele edip etmediğine gelince: Değerli arkadaşlarım, bu
konuda her türlü iddiayı, her zaman, müfettiş göndererek, tetkik ettiriyorum.
Eğer, Yüce Meclisin değerli üyeleri olarak bu konuda herhangi bir emriniz
olursa, müracaatınız halinde, derhal, bunları sonuna kadar araştırırım; ama,
hiçbir zaman, Türk polisi, yasal, gösterilen yerde gösteri yapan, toplantı
yapan hiçbir topluluğu dağıtma girişiminde bulunmaz. Bakınız, DİSK ve KESK,
normal yoldan müracaat ederek yarın Ankara'da bir toplantı yapacaklarını ifade
ettiler. On gündür, trafiği altüst edercesine, Türkiye'nin her yerinden
başlayan yürüyüşler var; ama, ben, şimdi, gelip, burada bunu saptırırsam yanlış
yaparım; çünkü, bana verdikleri güzergâhlardan, hiçbir olaya sebep olmadan
illere otobüslerle getirdiler. Bizim tespit ettiğimiz güzergâhlardan yürüdüler
ve herkes, tekrar otobüsüne binip, Ankara'ya doğru yola geldi. Onların güvenliğini de
tespit etmek polisin vazifesidir. Onun için, polisten sorumlu bakan olarak da,
polisle iftihar ediyorum diyorum; çünkü, onların da güvenliklerini temin
ediyorlar. Onlara da karşı çıkan vatandaşlar olabilir, eğer polis olmasa,
gösteri yapana da müdahale edenler çıkabilir, onların da güvenliği bizden
sorulur. Onun için, burada sadece
benim tavsiyem -on sekiz yıldır sizin içinizde olan birisiyim- sadece politika
uğruna, zaman zaman getirilen eksik ve yanlış bilgilerden kaynaklanarak, burada
kurumları ve bize, hepimize lazım olan hukuku zedeleyici konuşmalardan
kaçınalım diyorum, bunu bir arkadaşınız olarak rica ediyorum. Hepinize saygılar
sunarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Dayak atanları kınamadınız Sayın Bakan, dayakçı mısınız? HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, mesele
anlaşılmıştır. Sayın Çelik, ben, sizi
daha iyi anlıyorum. Ben, o sıralardayken, 1986'da, Antalya'da odun pazarında
polisten cop yemiş milletvekili arkadaşınızım; anlıyorum... (AK Parti
sıralarından alkışlar) Sayın Bedük de o zaman
Emniyet Genel Müdürüydü efendim. Teşekkür ediyorum. HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Polisle iftihar etmek başka şeydir, polisi eleştirmek başka şeydir. BAŞKAN - Efendim, mesele
anlaşıldı. Sayın Bakanı kaçırmayalım
da, Nidai Beye de, belki cevap verebilir. Gündemdışı ikinci söz,
sınır ticareti ve hayvancılık ve Ağrı Gürbulak Sınır Kapısı hakkında söz
isteyen Ağrı Milletvekili Nidai Seven'e aittir. Buyurun Sayın Seven. (MHP
sıralarından alkışlar) Sözünü kesmeyin, Ağrı
meselesi önemli. 2. - Ağrı
Milletvekili Nidai Seven'in, sınır ticareti, hayvancılık ve Ağrı Gürbulak Sınır
Kapısına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan evvel, bana bu
fırsatı veren Değerli Başkanıma teşekkür eder, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlarım. Ekonomisi tarım ve
hayvancılığa dayalı olan Ağrı İlinde, 1990'lı yıllarda terör olayları, bölge
hayvancılığına ve tarımına büyük darbe ve tarımına büyük darbe vurmuş, bu
yetmemiş gibi, son on yıl içerisinde yürütülen yanlış politikalar sonucu
bölgedeki hayvancılık ve tarım âdeta yok olmuş. Bir taraftan sınırlardan giren
kaçak hayvan ve ithal et, diğer taraftan, Ağrı Et ve Balık Kurumunun 1995
yılında özelleştirilmesi, bölge insanının fakirleşmesine, işsiz kalmasına sebep
olmuş, fert başına düşen millî gelir bakımından ilimiz, 81 il içerisinde
sonuncu sırayı almıştır. Şimdi, bu durumlar
neticesinde, Ağrı Et Entegre Tesisleri Anonim Şirketi tarafından, hayvan
alımından kaynaklanan besici borçları, özel şirket olması sebebiyle
ödenemediğinden dolayı, vatandaş, iflas durumuna gelmiştir. Sınır ticareti sebebiyle
Ağrı'da birçok yatırımlar yapılmış, birçok insana istihdam kapısı açılmış;
ancak, 1997, 1998 yıllarında Ağrı İli Valiliğince verilen motorin uygunluk
belgeleri tabana yayılmaktan ziyade birkaç özel şahsın emrine sunularak bundan
bir avuç insan faydalandırılmış, bu uygulamalar bölge ticaretine büyük bir
zarar vermiştir. Sadece motorin ticareti olarak görülen sınır ticaretine
yapılan kısıtlamalar karşılığında alternatif ürünler oluşturulmadığı için bölge
halkı çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Doğu Anadolu'nun en büyük
sınır kapısı olan Gürbulak Gümrük Kapısı, Türkiye Cumhuriyeti ile İran Devleti
sınırında Avrupa ile Asya arasında açılan bir köprü vazifesi yapmaktadır. İşte,
bu köprü vazifesini yaptığı halde, maalesef, ihtisas gümrüğü haline dönüşmemiş,
sadece bir transit gümrüğü görevini yapmaktadır. İthalat rejimi kapsamında
bulunan ürünler, analizi yapılmak üzere, Ankara, Gaziantep, Trabzon gibi illere
gönderilmekte, bu da vatandaşımızı maddî ve manevî bakımdan büyük zararlarla
karşı karşıya bırakmaktadır. İran tarafındaki gümrük
kapısı en modern şartlara haiz olurken, Türk tarafında onlarca kilometre
araçlar ve bu araçlar için kuyruklarda bekleyen binlerce insan ve bu insanların
ihtiyaçlarını giderebilecek tuvaletlerin dahi olmayışı, ülkemiz için üzücü
olduğu kadar bir o kadar da utanç vericidir. Doğubeyazıt-Sarısu açık
pazaryeri sınır ticaretine konu olan malların azaltılmış olması açık
pazaryerinin faaliyetlerini doğrudan etkilemiştir. Bakanlar Kurulu kararıyla
açık pazarların sınır ticaretiyle aynı statüye tabi tutulmuş olması, ithali
mümkün olan malların Ağrı için 10 kalemde sınırlandırılması açık pazar
faaliyetlerini durma noktasına getirmiştir. 11 Ağustos 2001
tarihinden itibaren yurtdışına çıkış başına 50 dolar harç alınmaya
başlanıldığından, Türk vatandaşlarının gümrük kapısından çıkışlarında büyük
azalmalar olduğu müşahede edilmiştir. Buna karşılık 50 ABD Doları ödememek ve
yolcu beraberi zatî eşya muafiyetinden yararlanmak için, birçok kişinin, Sarısu
açık pazarından; yani, açık pazar giriş kartı kullanarak İran'a ait açık pazara
geçtiği ve... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) NİDAİ SEVEN (Devamla) -
Sayın Başkanım... BAŞKAN - Efendim,
Ağrı'nın sözünü kesemem biliyorsunuz; onun için, buyurun. İki bakan geldi sizin
için cevap vermeye. NİDAİ SEVEN (Devamla) -
Hoşgörünüze teşekkür ederim, sağ olun. ...il ihtiyacı nihaî
listesinde bulunmayan çay, sigara ve porselen tabak gibi eşyaları beraberinde
getirme talebinde bulunmakta ve bu konuda gümrük idaresi ve kolluk kuvvetlerini
zor durumda bırakmaktadırlar. Mevcut hukukî duruma göre, bu türden hareketlere
izin verilmesi mümkün olmadığından, yöre halkı ile devlet kurumları karşı
karşıya kalmaktadır. Netice olarak, yıllardır
gerek yanlış politikalar ve gerekse büyük ihmaller sonucu meydana gelen bu
olumsuzlukların giderilmesi için, hayvancılığın canlandırılmasını teminen, çok
acil tedbirlerin alınması gerekmektedir. Askerî birliklere mutlaka Ağrı Et
Tesislerinden et temin edilmeli ve kurumun üç dört ay içerisinde, 100 ton
civarında... Askeriyenin ihtiyacı olan etin mutlaka Ağrı'daki Et ve Balık
Kurumundan alınması gerekir. Yanlış politika sonucu,
1995 yılında özelleştirilen Ağrı Et Kombinalarının tekrar Et ve Balık Kurumuna
devrinin sağlanması gerekmektedir. Şirket bünyesindeki tesislerin desteklenmesi
için, 300 milyar lira civarında finansman desteği sağlanmalı; Enerji Bakanlığı
ile gümrükleri ilgilendiren devlet bakanlığı, Dışticaret Müsteşarlığı, Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığını ilgilendiren sınır ticareti ve
açık pazar konularında, bir heyetin, Ağrı İlinde tespitler için incelemede
bulunması; ülkemizin prestiji bakımından Gürbulak Gümrük Kapısına gerekli
teknik ekipman, araç ve gerecin sağlanması; yeniden yapılandırma acilen hayata
geçirilmesi; Gürbulak Sınır Kapısına en kısa sürede ihtisas gümrüğü yetkisinin
verilmesi; ürünlerinin analizinin yapılabilmesi için, Ağrı İlinde mutlaka
tahlil laboratuvarının bir an önce faaliyete geçirilmesi gerekmektedir. Sınır komşularıyla ilgili
dışpolitikamızın yöre üzerindeki etkilerinin, bölge bazında ele alınarak,
telafi edilmesi gerekmektedir. Açık pazaryerinin amacına yönelik olarak
kullanılabilmesi için; suiistimallerin, vergi kaybının ve kaçakçılığın
önlenmesi için Sarısu açık pazarının ve diğer açık pazar yerlerinin sınır
ticaretinden ayrı olarak değerlendirilmesi ve tanınacak ithalat kotalarının mal
türü olarak fazla alınması gerekmektedir. Yurtdışına günübirlik
çıkış başına 50 ABD Doları uygulamasına çok acilen son verilmesi için, Bakanlar
Kurulu, bölge için yetkisini, mutlaka kullanmalıdır. Son günlerde
Doğubayazıtımızda üzücü bir olay olmuştur. Halk ile devlet arasında güzel bir
sevgi köprüsünün kurulması kaçınılmazdır. BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız. NİDAİ SEVEN (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkanım. Bu sevgi köprüsünü
kuralım ki, halka huzuru fazla görenlerin, halkı eski karanlık günlerine
götürmek isteyenlerin hesapları boşa çıksın. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Kaya, buyurun. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Çok kısa
efendim, öz, bir cümle... SAFFET KAYA (Ardahan) -
Sayın Başkan, müsaade ederseniz... BAŞKAN - Tabiî efendim,
bir cümle; buyurun. Müsaade ettim ki, verdim. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Delaletinizle, serhat ilimiz Ardahanımızda, Doğru Yol Hükümetleri döneminde,
sınır ticaretimiz; yani, mazot ithali açılmış idi ve mazot ithalinin
açılmasıyla birlikte, doğuda göç yeniden durur hale gelmişti, göç alan bir il
haline gelmiştik. Posof İlçemiz, bu bağlamda, gerçekten gelişmiş, Ardahan
İlimizin nüfusu artmıştı ve defalarca bu Meclis kürsüsünden, Yüce
Parlamentodan, mevcut Anasol-D Hükümetine ve Anasol - M hükümetine seslenerek,
doğunun kaderi olan sınır ticaretinin elinden alınmaması gerektiğini arz
etmiştim; fakat, bugüne kadar, değerli iktidar milletvekilimizin ifadelerinden
de anlaşıldığı gibi, maalesef, sınır ticaretine Anasol-M hükümeti önem
vermemiştir. Sınır ticareti demek şu
demektir: Göçün durdurulması demektir. Ekonomik akarın sağlanması demektir.
Bölgenin kalkınması demektir. İşsizliğin önlenmesi demektir ve dolayısıyla,
sınır ticaretini kaldırınca, ki, biz, Aktaş Kapısının da bugünkü hükümetin
ilgisi noktasında, bir an önce açılmasını bekliyoruz ve hayvancılık da bölgenin
-çok kısa olarak arz ediyorum- yüzde 65'iyle karakterize olmuş durumdadır. Üç
yıl önce, hayvanını 300 000 000 liraya satan vatandaş, bugün, 200 000 000
liraya hayvanını satamaz haldedir ve -hemen toparlıyorum- dolayısıyla, iki yıl
önce, üç yıl önce mazotu 60 000 liraya alan bir çiftçimiz, bugün 1 milyon
liraya alıyor; yemi 5 000 000 liraya alan vatandaşımız, bugün 17 000 000 liraya
alıyor ve hayvanını satamaz haldedir. Tarım Kredi Kooperatiflerine ve Ziraat
Bankasına olan borçlarımız, Sayın Bakanımız da burada, af beklemektedir. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Levent siz de mi
söz istediniz? MÜKERREM LEVENT (Niğde) -
Evet efendim. BAŞKAN - Buyurun. MÜKERREM LEVENT (Niğde) -
Sayın Başkanım, Ağrı Milletvekilimiz Nidaî Seven'in yapmış olduğu konuşmayı
yürekten destekliyorum. Burada en önemlisi de, Türkiye'deki ithalat ve
ihracatın dengelenmesi açısından ihtisas gümrüklerinin oluşması ve bu ihtisas
gümrüklerinin oluştuğu yerdeki ticaret hacmine bağlı olarak laboratuvarların
oluşması. Özellikle, şimdi, biyolojik bir ortamda bulunuyoruz, dolayısıyla, ne
olduğunu anlayamadığımız bir sürü şeyler girebilir düşüncesiyle, bu ihtisas
gümrüklerinin derhal oluşturulması gerekmektedir. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Buyurun Sayın Gül. MUSTAFA GÜL (Elazığ) -
Teşekkür ediyorum Başkan. Efendim, Ağrı ve
Doğubayazıt'a yapmış olduğumuz seyahatte, sınır ticaretiyle ilgili günübirlik
geçişlerde 50 doların alınışı vatandaşta ciddî sıkıntılar yaratmaktadır. Bunun,
mutlaka, uygun bir rakama indirilmesi veya kaldırılması. Diğer bir konu:
Sarısu'daki açık pazarda faaliyet gösteren küçük esnafın, giriş çıkışlarda
ciddî sıkıntıları vardır, mutlaka giderilmesi gerekiyor efendim. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Şimdi, müdahale
etsem diyecekler "Başkan, yine müdahale ediyor." Affedersiniz, 50
doları koyan 57 nci hükümet... (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)
İnsaf yani... MUSTAFA GÜL (Elazığ) -
Düzeltilsin efendim, düzeltilsin. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Kimi kime şikâyet ediyor?!.. BAŞKAN - Efendim, bir
dakika, bir dakika... Şikâyet etmiyorlar efendim, herkes fikrini söyleyecek. Sayın Bozyel, buyurun. ABBAS BOZYEL (Iğdır) -
Sayın Başkan teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Çok kısa
efendim; daha dört doğu milletvekili var, onlara da söz vereceğim. Buyurun. ABBAS BOZYEL (Iğdır) -
Ben de, Nahcivan-Iğdır arasındaki Dilucu Gümrük Kapısındaki sıkıntılardan
bahsetmek istiyorum. Elbette ki, bazı kararlar alan 57 nci hükümettir; ama,
bizim de, Parlamentoda, bölgemizin sıkıntılarını dile getirmek mecburiyetimiz
var. Özellikle, Iğdır ile Nahcivan arasındaki çalışma saatlerinin 8 saat olması
noktasında çok büyük sıkıntılar yaşanılıyor; bunun 16 saate çıkarılması
noktasında -Sayın İçişleri Bakanımız buradayken- bu konuyu hatırlatmakta fayda
umuyoruz. Ayrıca, Kıbrıs ile Türkiye
arasında uygulanan statünün, Nahcivanlılar ile Iğdırlılar veya Iğdır üzerinden
oraya gidenler arasında uygulanması lazım. Çünkü, bir aylık vizelerle oradaki
konsolosluğumuz önünde çok büyük kuyruklar oluşmakta. Bu vizenin, tarihinin
uzatılması ve artık, kimliklerle giriş çıkışın yapılması gerekmektedir. Son olarak da, Tarım
Bakanlığımızın almış olduğu bölgedeki tarımı geliştirici ve koruyucu tedbirleri
destekliyoruz; ama, bu bölgede yaşayan insanların, sınır ticaretinden ve açık
pazarlardan faydalanma mecburiyetleri vardır. Bu konunun da dikkate alınmasını
istirham ediyoruz. Teşekkür ederim Sayın
Başkan. BAŞKAN - Peki, teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Günbey, buyurun. SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Konuyu gündeme getirdiği için Nidai Seven
arkadaşıma da teşekkür ediyorum. Efendim, ben, geçen
hafta, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sınır illerini dolaştım. O bölgedeki
vatandaşların en büyük isteği, sınır ticaretinin başlaması ve artırılması
yönündeydi. Hakikaten, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki göçlerin temel
sebebi, oranın çıkmaz bir sokak olmasıdır. O kapıların bütün ülkelere -sadece
Irak'a değil- Suriye'ye, İran'a, hatta, Ermenistan'a dahi açılması ve o bölgede
yatırım yapılamıyorsa bile hiç olmazsa sınır ticaretinin başlatılması o bölgenin
sorunlarını çözer düşüncesindeyim. Bu sınır ticareti sadece bölge illeri için
değil, Nevşehirlinin patatesini veya şekerimizi satmak veya diğer mamullerimizi
satmak için de çok önemli bir fırsat olacaktır. Ben, bu konuyu gündeme getirdiği
için Nidai Beye tekrar teşekkür ediyorum. Size de, söz verdiğiniz için teşekkür
ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. (ANAP sıralarından "yeterli" sesleri) Ne yapayım efendim?!
Millet o kadar dolu ki, milletvekillerine de burada bu imkânı tanımak lazım.
Başka türlü de bu demokrasi yürümeyecek. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Teşekkür ediyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Estağfurullah... Buyurun Sayın Örs. MUSTAFA ÖRS (Burdur) -
Sayın konuşmacı, sözlerinin arasında yanlış politikalar sonucu et-balıkların
özelleştirildiğini, kendi ilinde de özelleştirildiğini ve geriye verilmesi
gerektiğini söyledi. Bir kere, yanlış
özelleştirme o dönemde olmamıştır. Eğer, kanaatlerine göre oldu ise, kendi
hükümetleri dönemlerinde özelleştirmeler devam etmiştir; bunlardan birisi de
Burdur'dur. Demek ki, asıl yanlış politikayı kendileri yapmaktadır. Zaten,
bugün, tarımın ve hayvancılığın durumu da bunun en büyük göstergesidir. Teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. BAŞKAN - Sayın Örs,
tamam... Yeni, bir sataşmaya mahal bırakmamak lazım. Doğu vilayetlerimiz ve
sınır vilayetlerimiz çok müşkül bir durumda. Bu işin siyaseti yok, siyasetüstü
düşünmek mecburiyetindeyiz efendim. Sayın Gönül, buyurun. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkanım, ben... BAŞKAN - Sizin de siyaset
yapacağınıza inanmıyorum. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Hayır; ben, siyaset yapmayacağım; ben, hükümete ve Sayın Bakana bir
hatırlatmada bulunup, bir konuda, bu kürsüden sorulmuş olan soruya cevap
vermesi konusunda hatırlatmada bulunmak için söz aldım. Sayın Başkanım, vaktimi
biraz aşarsam, lütfen, biraz daha hoşgörülü davranmanızı özellikle rica
ediyorum. 8 inci Birleşimde, Ağrı
Milletvekili bir arkadaşımız, bu kürsüden bazı sorular sordu; Ağrı'daki
Gürbulak Sınır Kapısından yapılan şekerpancarı nakliyatı ve bunun karşılığında
bir şirket adını ifade etmek suretiyle, o aileye 5-6 milyon dolar haksız kazanç
sağlandığı iddiasında bulundu. Bu iddiada bulunan arkadaşımız bir muhalefet
milletvekili değildi Sayın Başkan, iktidar partisinin bir milletvekiliydi.
Bakınız, 8 inci Birleşimde, bu
milletvekili, iktidar milletvekili arkadaşım ne diyor: "Sayın
milletvekilim, bu 10 000 ton motorinin adı geçen şirkete getirdiği veya
getireceği rant 4-5 milyon dolardır" ve devam ediyor "Sayın Başbakan
Yardımcısı bu konuda ne gibi tedbirler almıştır" diyor; arkasından, adı
geçen ilin valisinin adını belirtmek suretiyle, bu şirket sahipleriyle belli
bir yaylada yemekler yendiğini, ilişkilerin çok ileri düzeye ulaştığını ifade
ederek, o milletvekili arkadaşım, haklı olarak... NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Hangi milletvekili; onu açıklayın. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Efendim, zabıtlardan okuyorum; açar okursunuz. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Ağrı'yla mı ilgili? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Efendim, siz de dinlediniz; ama, ben, o günden beri bu zabıtları yanımda
taşıyorum. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Hayır; yerini belirleyin, söyleyin. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Bu sorulan soruya hangi bakan cevap verecek? BAŞKAN - Efendim,
affedersiniz; hangi milletvekili söylemiş; onu da söyleyin. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Evet; söyleyeyim efendim: Ali Güner Bey, Iğdır Milletvekili... ALİ GÜNER (Iğdır) - Ben
söyledim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Bu kürsüden, gayet net, gayet açık... BAŞKAN - Tamam,
düzelttiniz işi; Nidai Bey de alınmıştı. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
İzin verin efendim. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Başkan, benimle ne alakası var?! BAŞKAN - Hayır efendim,
sizi söylemiyor. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Bu
tarafı işaret ediyor Sayın Başkanım. BAŞKAN - Efendim, yan
taraftan görmedi; Anavatan Partisi Milletvekili arkadaşımızı söylüyor. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkanım, bunlar benim iddiam değil; ben, iktidar partisine mensup
değerli bir milletvekili arkadaşımın, halk için burada dile getirdiği, halkın
çıkarı için, esnafın çıkarı için dile getirdiği... BAŞKAN - Sayın Gönül,
şimdi cevap verecek. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
İzin verin efendim, lütfen... Bitiriyorum Sayın Başkanım. İçişleri Bakanına, aynen,
isim belirtmek suretiyle, İçişleri Bakanının ne yaptığı, ne düşündüğü
konusunda, zabıtlar da burada... BAŞKAN - Şimdi cevap
verecek size. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
İzin verir misiniz Sayın Başkanım, bitiriyorum. Ama, o tarihten bu yana,
ne hükümet ne de hükümetin bir değerli bakanı çıkıp, bu kadar ciddî bir konuda
açıklama yapma gereğini duymamıştır. Onun için, biraz evvel,
değerli arkadaşımız "geçmişin karanlıkları" dediler. Ona da şunu
ifade etmek isterim: Geçmişin karanlığını değil, keşke aydınlığını
getirebilseniz siz. Onun için, bu konunun Sayın Bakan tarafından
cevaplandırılmasını rica ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan. Sayın Nacar, sınır
ticaretiyle ilgili olarak, çok kısa olmak üzere, buyurun. MEHMET NACAR (Kilis) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan; zaten, bizim, memleket olarak sınır
ticaretinden başka bir gelirimiz de yok maalesef. BAŞKAN - Bilmiyor muyum
Kilis'i?! Evet... MEHMET NACAR (Kilis) - O
sebeple, bu konu, bizim için çok önem arz ediyor. Hakikaten, belirli bir ölçüde
bir ticarî hacim oluşmaya başlamışken, Bakanlar Kurulu kararıyla konulmuş olan
50 dolarlık fonun etkileri Kilis'te fazlasıyla kendini hissettirdi. Türkiye-Suriye
ilişkilerinin yoğunluk kazanmaya ve düzelmeye başladığı bir dönemde böyle bir
fonun konulması, bu ilişkileri zayıflatma noktasına getirdi. Tüm bakanlarımız
Suriye'yi ziyaret etmişler, ilişkilerini geliştirmeye çalışmışlarken, bu imkân
kalkmıştır, kaldırılmıştır. Sormak istiyorum: Yunan adalarına günübirlik gidiş
gelişler herhangi bir şekilde fona tabi değil; fakat, herhangi bir şekilde,
sınır ticareti kapsamında günlük Suriye'ye gidiş gelişlerde, maalesef ve
maalesef, fona tabi olarak 50 dolar alınmakta. BAŞKAN - Sayın Nacar,
teşekkür ediyorum. MEHMET NACAR (Kilis) -
Suriye-Türkiye ilişkileri, Yunanistan-Türkiye ilişkilerinden çok daha mı
önemsiz ki, böyle bir uygulama başlatıldı; bunu, anlayabilmek mümkün değil. Yine, şunu da ifade etmek
istiyorum: Biz, Anayasa Komisyonu olarak, daha önce Anayasa üzerinde çalıştık
ve Muhterem Heyetiniz, Anayasa üzerinde 34 maddelik bir değişiklik yaptı. Bu
değişiklikle, Anayasanın 23 üncü maddesinin beşinci fıkrasında geçen
"ülkenin ekonomik durumu" ifadesi madde metninden çıkarıldı. Bu
çıkarılmış olan madde metni, herhangi bir vatandaşın yurtdışına çıkışında fon
veyahut da daha değişik isimler altında ücret alınmasını veya para alınmasını
engelleyen bir hükümdür. Bu değişikliğe bağlı olarak, hükümet tarafından, bir
an önce bu fonun kaldırılması yönünde uyum kanununun, daha doğrusu, Bakanlar
Kurulu... BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Şahsî fikrimi sorarsanız, İçişleri Komisyonu olarak bu işi
halletmeniz mümkün. Sayın Demir, buyurun. FARUK DEMİR (Ardahan) -
Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. Gerçekten, serhat
şehrimiz Ardahan'da sınır ticareti çok önemli bir gelir kaynağı olmuştur.
Ancak, geçmiş yıllarda olduğu gibi birkaç kişinin tekelinde değil de, tabana
yayılan bir sınır ticareti, mazot ithalatı olmasını, Ardahanlı büyük bir
arzuyla beklemektedir. Ayrıca, Türkiye
Cumhuriyeti tarafından bütün altyapısı bitirilmiş olan Çıldır'daki Aktaş Sınır
Kapımızın bir an önce açılması ve sınır ticaretine, mazot ticaretine, en
azından, ülkemiz kriz ortamından çıkıncaya kadar, bir iki yıllığına, yeniden,
geçici pansuman bir tedbir olarak izin verilmesini, Ardahanlılar adına,
buradan, ben de hükümetimizden talep ediyorum. Sağ olun. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın Yücelen, buyurun. HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başkan bize söz yok mu; Van milletvekiliyim?! İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; önce, Sayın
Başkanımın da başlangıçtaki bir sözünü tavzih etmek istiyorum, sınır
ticaretiyle ilgili tek bakanlık İçişleri Bakanlığı değildir. Benimle ilgisi yok
dediğim zaman, İçişleri Bakanlığı denildiği için bunu söylüyorum, İçişleri
Bakanlığıyla ilgili kısmını şu anda cevaplayacağım. Evvela, sınır ticareti,
sadece, valilerimizin oradaki gözetim ve koordinasyon yetkisi dolayısıyla
İçişleri Bakanıyla ilgilidir. Valilerimiz, her bakanın ve Sayın
Cumhurbaşkanının temsilcisidir, devletin temsilcisidir. Bildiğiniz gibi, sınır
ticareti... Valiler sadece uygularlar. Neyi uygularlar; Dış Ticaret
Müsteşarlığımızın, Gümrüğümüzün, Bakanlar Kurulumuzun aldığı sınırlar
içerisinde, çerçeveler içerisinde; bu sene 5 000 ton motorin ithaline, girişine
izin verilecek, 200 kilo çayın girişine izin verilecek deyip, kotaya bağlanmış
konular içerisinde valiler bu yetkiyi kullanır. Ama, ben de, hükümetin bir
üyesi olarak, arkadaşlarımın burada dile getirdiği konuları, diğer bakan
arkadaşlarımla beraber hükümetime götüreceğim. Eğer, arkadaşlarımızın kotadan
bir şikâyetleri varsa, onları, tabiî, ilgili bakanlara dile getireceğiz. Bu
Yüce Meclisin kürsüsünden, tabiî, bunlar dile getirilecek. 50 dolar için bir şikâyet
varsa... Turizm Bakanı da şikâyet ediyor; Bakanlar Kurulunda da etti "bu
50 doları kaldıralım" dedi. Bakanlar Kurulunun aldığı bir karar. O
Bakanlar Kurulunda yoktu yeni gelen Turizm Bakanı; itiraz etti. Sizlerin de bu
itirazınızı aktarırız. Bakanlar Kurulumuz böyle bir karar verirse,
memnuniyetle; ama, buradaki görevimiz, sadece aktarma yoluna girer. Ben,
sadece, ismen, Sayın Gönül "İçişleri Bakanı buna cevap versin" dediği
için yine buradayım. Sayın Gönül, değerli
arkadaşlarım... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Ben sormadım efendim. Arkadaşımızın konuşması öyle. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Anladım efendim, anladım. ... bir hususu aktarmak
istiyorum, anlatmak istiyorum: Yüce Meclisin denetim usul ve esasları bellidir.
Evvela bunu en iyi takdir eden de grup başkanvekili arkadaşlarımızdır; çünkü,
en çok onlar uygulamada bu işlerle karşılaşmaktadırlar. Bir arkadaşımız burada
gündemdışı konuşma yapmıştır. Biliyorsunuz, gündemdışı konuşmalar da bir
denetimdir. Gündemdışı konuşmalar da, Meclis Başkanlığımızca, ilgili oldukları
bakanlıklara bildirilir. Benim, Ali Güner
arkadaşımın benimle ilgili bir gündemdışı konuşma yapacağı konusunda bir bilgim
yoktu. Burada, konuşmasının içerisine aldığı konu, bilemiyorum... Daha sonra
sizin söylediğiniz konuşmaları dinledim ve bu Yüce Meclise saygılı bir bakan
olarak, derhal o konuşmayı esas alarak, hem Iğdır Valisinin bana cevap
vermesini istedim hem Iğdır Valiliğine müfettiş gönderdim hem de Iğdır
Valisinden aldığım cevabı Sayın Ali Güner'e yazılı olarak, ertesi gün
gönderdim. Yani, burada, onsekiz yıldır sizlerle beraber olan bir arkadaşınız
olarak, Yüce Meclise çok saygı duyan bir arkadaşınız olarak, bu konularda bir
ihmalimi gördüğünüzü söyleyemezsiniz. Burada, tabiî, açıkta
kalmış bir soru gibi gündeme getirdiğiniz için tekrar dile getirmek istiyorum.
Burada konusu edilen 10 000 ton motorin ithali, sınır ticareti kapsamında,
Bakanlar Kurulu kararıyla izin verilmiş bir miktar. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Çok önemli Sayın Bakan, çok önemli... İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Anlatıyorum efendim... Müsaade buyurun... SAFFET KAYA (Ardahan) -
Çok özür dilerim; Kabinenin bir Bakanı olarak bu konudaki hassasiyetinizi
bildiğim için arz ettim. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Sizlerin biraz önce burada belirttiğiniz gibi,
arkadaşımın konuşmasında belirttiği gibi, bu konuda yoğun şikâyetler gelince,
Vali, bu şikâyetlerin sonucuna kadar, bu sınır ticareti kapsamında getirilmesi
gereken 10 000 ton motorinin getirilmesine geçtiğimiz yıl izin vermez -şu anda
miktarını bilemiyorum; ilk cevabî yazısını arkadaşıma gönderdim- zannediyorum,
4 650 ton, 4 600, 4 500 ton civarında keser. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Çifte standart var Sayın Bakanım, çifte standart var... İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Arkasından, ilgili firma Danıştaya müracaat eder,
Danıştaydan karar alır. İtiraz edilir, itiraz süresi biter, Danıştay kararını
uygulamak için, Vali, tekrar, sınır ticaretine izin verir. Bunlar, bana, Valinin,
yazılı beyanıyla aktardığı bilgiler. Bizim müfettişlerimiz olayı inceliyorlar. Konuya bu kadar
hassasiyet gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Müfettişlerimizin raporu geldi
zaman da, bu konuşmanıza istinaden, size, neticeyi yazılı olarak bildiririm. Hepinize saygılarımı arz
ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Bakanım, bu sayede, hiç olmazsa, bizler de bilgilenmiş olduk. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan; yerinizden... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle,
Ağrı Milletvekilimiz Sayın Nidai Seven'in, Ağrı'nın sorunlarıyla ilgili
gösterdiği hassasiyete teşekkür ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Ardahan da var Sayın Bakanım, Ardahan da var... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Ben, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevine
geldikten sonra, Güneydoğu Anadolu illerini en sık ziyaret eden ve gittiğimde
de, illerde, sivil örgüt temsilcileriyle, esnafla, köylüyle toplantı yapıp,
bunların sıkıntılarını dinleyen ve kendi yetkimizde olan çözümleri üreten,
kendi yetkimizi aşan sorunları ise Bakanlar Kuruluna vakit geçirmeden taşıyan
bir arkadaşınız olarak, burada belirtmek istiyorum. Örnek olarak Bingöl
İlinin tarihinde -öyle zannediyorum, yanılmıyorum herhalde- ilk defa, Tarım ve
Köyişleri Bakanı ziyaret etmiştir Bingöl İlini ve ben Bingöl İline gidip,
Bingöl İlinde iki gün kaldım, Bingöl İlinde yattım; esnafı gezdim, çarşıyı
gezdim, köylüyü dinledim, valilikle önceden tüm köylere haber vererek, tüm köy
muhtarlarının oraya gelmesini sağladım. Sayın Milletvekilimiz de biliyorlar.
Şırnak'da geceledim, Ağrı'da geceledim. Sizin... SAFFET KAYA (Ardahan) -
Ardahan'da var Sayın Bakan. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - ...ve Ardahan'a da iki kez gittim. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Çözüm Sayın Bakan, çözüm... Ne yapıldı?.. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Sabrederseniz... Siz, Sayın İçişleri Bakanımızın
da konuşmasına pek müsaade etmediniz. Sayın Kaya, sizi severim; müsaade
ederseniz... Bir arkadaşınız olarak cevap vermeye çalışıyorum. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Hayvancılığımız perişan efendim. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Cevap vermeye çalışıyorum. Ardahan İline iki kez
gittim. Ardahan İlinin, Güneydoğu Anadolu'nun, Doğu Anadolu'nun hayat
standardını yükseltmenin, refah düzeyini artırmanın yolu hayvancılıktan geçer.
Sınır ticareti... Bunlar geçici birer çözümdür; ancak, geçici çözüm konusunda
da gerekeni -Sayın Bakanımızın da söylediği gibi- biz, yine, Bakanlar
Kurulumuza taşırız, sizlerin uyarısını da her zaman alarak. Biz, bu sene, ilk defa,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerine yönelik olarak hayvancılıkta, Türkiye
genelinin haricinde bir proje uyguluyoruz. Bu proje, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Eylem Projesidir. Bu proje içerisinde, bir taraftan ülkemizin hayvancılığının
tüm ülke genelinde gelişmesiyle ilgili projeleri orada uygularken, bunun
haricinde -meblağ küçük olabilir, bana göre az; ancak, bu ekonomik sıkıntılar
içerisinde- biz, bulabildiğimiz kaynakları köylüye yönlendirmeye, esnafa
yönlendirmeye çalışıyoruz. 10 trilyonluk bir kooperatif projesini uyguluyoruz
Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde. Yıllar önce kurulmuş, şimdiye kadar
katiyen hiçbir destek almamış Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinin kooperatiflerini
destekliyoruz. Bakınız, Kars'ta,
Ardahan'da ve diğer illerde kurulan kooperatiflere bu yönlü destek götürmeye
çalışıyoruz. Yine, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde bulunan, etkin bir
şekilde çalışamayan devlet üretme çiftliklerini, özel sektörle birlikte
kullanarak, onları orada yatırıma açmaya çalışıyoruz. BAŞKAN - Sayın Bakanım,
teşekkür ediyorum. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Bitireceğim efendim. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Devam etsin Sayın Başkanım. BAŞKAN - Efendim,
hükümet, ne yapayım yani... İstirham ederim... MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Bir saat geçti Sayın Başkanım. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Efendim, 10 kişi soru sordu. Müsaade ederseniz
Sayın Başkanımız... BAŞKAN - Efendim, Grup
Başkanvekili haklı olarak tepki gösterdiği için ben müşkül durumda kaldım Sayın
Bakanım. Ondan... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Hayır, cevap vereyim mi, keseyim mi?.. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Cevap verin Sayın Bakanım. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - 57 nci hükümet olarak biz, Doğu Anadolu'nun, Güneydoğu
Anadolu'nun sınır illerinin kalkınmasını, yalnız ve yalnız, geçmişte olduğu
gibi, sınır ticareti anlayışına mahkûm etmek istemiyoruz. Bu, insanların
bazılarına -hepsine değil- geçici bir rahatlık sağlamak demektir. Ancak, yine
onun da üzerinde duracağız. Ayrıca, müsaade
ederseniz, soru sordunuz, sorunuza cevap olması açısından da söylüyorum. Sayın
Milletvekilim, bazı şeyleri varsayımla söylüyorsunuz. Bugün hayvan satışında...
Et ve balık kurumları, zamanında Özelleştirme İdaresine devredilmiş; et ve
balık kurumları, geçmiş idareler zamanında özelleştirilmiş. İşte, Ankara
Akköprü'de, günde 3 000 sığır kesilen, 4 000 küçükbaş hayvan kesilen et ve
balık kurumları satılmış. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının alım müessesesi yok;
ancak, biz, ne yapıyoruz; elde kalan et ve balık kurumlarının, Sayın
Başbakanımıza rapor arz ederek, istirham ederek -kendisi de Diyarbakır'a
gittiğinde buna parmak bastı- özelleştirilmesini durdurduk; ama, hâlâ,
özelleştirme kapsamında. Ne yaptık; en az askeriyenin tükettiği et, et ve balık
kurumları aracılığıyla gelsin... Bundan dolayı da, besici, beslediği hayvanı
nispeten kestirebildi. Birazcık rahatlık geliyor; ama... Kaçakçılığın durdurulması
konusundaki, yanlış ithalatın durdurulması konusundaki -hayvancılıkta- yanlış
gıda girişinin durdurulması konusundaki hassasiyetimizi biliyorsunuz. Yine, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu illerinde, uzun yıllardır ilk defa, yem bitkileri ekene destek
götürmeye çalışıyoruz, hayvan besicisine destek veriyoruz. Ardahanlılar beni
dinliyorlar... SAFFET KAYA (Ardahan) -
Sayın Bakanım, bunların hiçbiri hayata geçmedi. BAŞKAN - Efendim,
lütfen... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Ardahanlılar beni dinliyorlar. Geçen sene, ilk defa,
besi başına 20 700 000 lira destek verildi ve Ardahan'da tüm köylere dağıtıldı.
Ardahan'a giren sıcak para, karşılıksız para, 1 trilyondur. BAŞKAN - Sayın Bakanım,
teşekkür ediyorum. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Sayın Bakanım, sınır ticaretini, siz... BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın Kaya, yeter... SAFFET KAYA (Ardahan) -
Efendim, hayvancılık bitti. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Ağrı Milletvekilimizin köy köy dolaşıp
uygulamaları anlattığı gibi, siz de, eğer, köy köy dolaşır, uygulamaları doğru
anlatırsanız... BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - ...Meclisin de faksını, kendi siyasî çıkarlarınız
için kullanmaz, Meclisin faksıyla, köy muhtarlarına olmayan bazı hususları ve
bizim çıkardıklarımızı siz çıkarmış gibi yazmazsanız, köylüye daha iyi hizmet
etmiş olursunuz. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar) SAFFET KAYA (Ardahan) -
Hayvancılık bitti efendim. BAŞKAN - Efendim, bu
konuda, Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik de, söz istedi; ama, kendisinin
müsamahasına sığındım, söz vermedim; aynı ıstırabı o da dile getirmek istedi. Ayrıca, Ağrı Milletvekili
Sayın Nidai Seven'in gündemdışı konuşmasına özelleştirmeden sorumlu Sayın Bakan
-kendisi burada yok- nezaket göstermişler -pek alışmadığımız bir şey- yazılı
cevap vermişler. Bunu da, Sayın Seven, size takdim ediyorum. Teşekkür ediyorum
efendim. Efendim, gündemdışı
üçüncü söz, belediyelerin günden güne artan zorlukları konusunda söz isteyen
Rize Milletvekili Ahmet Kabil'e aittir. Buyurun Sayın Kabil.
(ANAP sıralarından alkışlar) 3. - Rize
Milletvekili Ahmet Kabil'in, belediyelerin gelir azalmasından kaynaklanan
ekonomik sıkıntılarına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü
Kâzım Yücelen'in cevabı AHMET KABİL (Rize) -
Sayın Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ederim. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütün belediye başkanlarımızın içerisinde bulunduğu zorlukları
Yüce Meclisin bilgisine sunma düşüncesiyle söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri,
belediyelerimiz, belde halkının mutluluğu ve refahını sağlamaya yönelik günlük
ihtiyaçlarının tamamını kapsayan hizmetlerden sorumludurlar. Buna karşılık,
merkezî idarenin belediyelerimize sağladığı kaynak ve destek, bilhassa, son
yıllarda bir hayli azalmış, belediyelerimiz yalnızlığa itilmiştir. Büyükşehirler dışındaki
belediyelerimizin, İller Bankasından, vergi gelirlerinden aldığı paylar
haricindeki mahallî gelirleri her gün azalmakta ve personel giderlerine bile
yetmemektedir. Dolayısıyla, bu zor şartlarda belediye hizmetleri, belediye
yönetimi ve belediye başkanları için bir işkence halini almıştır. Birçok
belediye başkanımız, 8-10 ay işçisine maaş veremez durumdadır. Halka karşı
hizmet sorumluluklarını yerine getirme çabasında olan ve çare arayan belediye
başkanlarımız, gün geçmiyor ki, sayın bakanlarımızın, sayın
milletvekillerimizin kapısını aşındırmasın. Ancak, hep beraber üzülerek
görüyoruz ki, bu belediye başkanlarımızın yüzde 80'i, il ve ilçelerine elleri
boş, çaresiz ve üzgün dönmektedir. Yüzde 80 dedim; çünkü, bir yolunu bulup
ilgili bakana ulaşarak, İller Bankasından, tüm belediyelere ayrılan fondan,
belediyesini afet kapsamına aldırabilen veya İller Bankasındaki borç
taksitlerini erteletip bir müddet olsun rahatlama imkânını bulan şanslı bazı
belediye başkanlarımız, belediyelerimiz de vardır. Ancak, bunlar ne kadar
şanslı ise, bunlara yapılan farklı ödeme dolayısıyla İller Bankasından
alacakları payları azalan belediyelerimiz de o kadar şanssızdır. Artık, bundan
sonra, afet dolayısıyla belediyelere bir katkı yapılacaksa, Hazineden, doğrudan
yapılmalı, öteki belediyelerimizi etkilemeyecek şekilde olmalıdır. Teknik Araştırma Uygulama
Genel Müdürlüğünce proje karşılığı dağıtılan yardımların da adaletli olması
gerekir. Ayrıca, İller Bankası
yönetiminin zaman zaman aldığı tek yönlü, keyfî kararlar da belediyelerimizi
mağdur etmektedir. Şöyle ki: Fonların genel bütçeye
aktarılmasıyla ekonomik çıkmaza giren İller Bankası, kendi yönetiminde aldığı
tek yanlı bir kararla, belediyelerin altyapı sözleşmelerine aykırı olarak,
altyapı hizmetlerinin -eskiden olduğu gibi yüzde 20'sini değil de- tamamını
borç yazmaktadır. Bu yanlış uygulamayı, zamanında mahkemeye müracaat eden
belediyeler düzeltmişlerse de, müracaat süresini kaçıran belediyeler çıkmaza
girmiştir. Bu hususun acilen eski haline getirilmesi kaçınılmazdır. Bu sistem
yanlıştır. Örnek olarak, 1995
yılında, İller Bankası Genel Müdürlüğünce 700 milyar keşifle ihalesi yapılan
Rize içmesuyu projesi, merkez mahalleler, merkeze bağlı mücavir alan
içerisindeki köyler ve 9 ilçe ve belde belediyesinde yaşayan 225 000 insanın su
ihtiyacını karşılamaktadır. Bu proje bedelinin 1995 yılına kadar sadece yüzde
20'si belediyelere borç yazılırken, İller Bankasının 1999 yılında aldığı bir
kararla, 1995'ten sonrasını da kapsayacak şekilde tüm proje bedeli belediyeye
borç yazılmaya başlamıştır. 700 milyar lira olan bu borç, her yıl yüzde 50
faizle, katlanarak, bugün 8 trilyonu, bir yıllık faizi ise 4 trilyonu
bulmuştur. Yani, bu 700 milyar borç bugün 12 trilyondur. Suyun şehre geleceği
2003 yılına kadar, belediye, bu getirdiği sudan hiç para alamayacağı halde,
geri ödeme taksitleri ve faizi devam etmektedir. Geri ödeme taksitlerinin
aboneye su verildiğinde başlaması gerekmez mi? Belediyenin, bütün belediye
gelirleriyle, İller Bankasının borç yazdığı bu miktarın faizini bile ödemesi
mümkün değildir. Borç miktarı 8 trilyon oldu; gün geçtikçe artıyor. Rize
Belediyesinin İller Bankasından aldığı pay, hiç kesinti olmasa, ayda sadece 300
milyar; kesintiden sonra eline geçen ise, 50 milyardır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Kabil,
toparlar mısınız lütfen efendim... AHMET KABİL (Devamla) -
Bir tarafta, 200 000 nüfuslu belediyelerimizin içmesuyu DSİ tarafından, hibe
olarak yapılırken, ayrıca, büyükşehir belediyelerinin dışkredi borçlarını
Hazine öderken, bu gelirle 225 000 insana su getiren Rize Belediyesi ve bu
durumdaki belediyeler bu haksız ve adaletsiz borcu nasıl, nereden ödesin?! Rize
içmesuyu projesi kapsamında olan dokuz belediyemiz de aynı zor durumdadır. Başka bir örnek, kısa,
vermek istiyorum: Rize Pazar Belediyesinin İller Bankasına olan faizli borcu
248 milyar, TEDAŞ'a su için kullanılan elektrik borcu 245 milyar, personel
maaşı 98 milyar, piyasa borcu 24 milyar olmak üzere toplam 540 milyar; bu
belediyenin İller Bankasından aldığı para ise, sadece, ayda 10 milyardır. 540
milyar borç, ayda 10 milyarla nasıl ödenir?! Belediyelerimiz, çok
yetersiz malî gelirlerle işçisinin maaşını bile ödeyemez durumdadır; maliyeye
vergi mi ödesin, SSK primlerini mi, akaryakıt, yedek parça bedellerini mi
ödesin?! Bugün, taksite bağladığı Enerji Bakanlığındaki borcunu nasıl ödesin?!
En önemlisi, esas görevi, halka, 8 grupta 192 çeşit -ayrı- hizmeti, nasıl, kiminle
ve hangi kaynakla götürsün?! O halde, İller Bankasının, belediyelerimizin
altyapıları için daha mantıklı bir mevzuat geliştirmesi gerekmez mi? Sayın milletvekilleri,
bütün belediyelerimizin bu gibi problemleri vardır ve inanıyorum ki, birçok
belediye başkanımız, çok zor durumda, çözüm bekliyor ve artık, bırakıp kaçma
noktasına gelmişlerdir. Mahallî idareler yasa
tasarısı bu Yüce Mecliste görüşülmeden... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız. AHMET KABİL (Devamla) -
Hemen toparlıyorum Sayın Başkanım. Bu hususları
takdirlerinize sunmayı uygun gördüm. İller Bankası mevzuatının
bir an önce düzeltilmesini bekliyor, belediyelerimize hep beraber sahip
çıkacağımıza inanıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Bakan cevap
verecekler; buyurun. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ
KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Rize
Milletvekili Sayın Ahmet Kabil'in, belediyelerimizin günden güne artan
zorlukları konusunda yapmış olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere söz
almış bulunuyorum. Gerçi, konuşmanın bir bölümü, tamamen bir kurumu şikâyetle
geçti; ama, belediyelerin zorlukları olduğu için, İçişleri Bakanlığı olarak,
Mahalli İdareler Genel Müdürlüğüyle, belediyelerle ilgili bir Bakan olarak, bu
zorlukların tümüne cevap vermek istiyorum. Sözlerime başlamadan önce hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
kamu yönetiminin önemli ve vazgeçilmez unsurunu meydana getiren yerel
yönetimler, yerel hizmetlerde verimliliği ve etkinliği sağlamada vazgeçilmez
kurumlardır. Daha da önemlisi, yerel yönetimlerin, demokratikleşme ve katılımın
yaşama geçirildiği alanlar olmasıdır. Günümüzde, bütün gelişmiş
ve demokratik toplumlar, kamu hizmetlerinin, mümkün olduğu ölçüde vatandaşa en
yakın birim tarafından yürütülmesine özen göstermektedirler. Ancak, yerel
yönetimler, ülkemizde, maalesef, istenilen etkinlik ve verimlilikte değildir.
Önce bir mevcudu tespit etmek istiyorum. Bugün, toplam nüfusumuzun
yaklaşık yüzde 80'i belediye sınırları içerisinde yaşamaktadır. Oysa, kamu
harcamalarının yüzde 15'ler civarındaki payı mahallî idareler tarafından
yapılmaktadır. Avrupa ülkelerinde de, bu oran, yüzde 50'ler düzeyindedir.
Evvela, bunu düzeltmemiz lazım. Yani, Yüce Meclis sizsiniz. Buraya tasarılar
gelecek; bunu düzeltecek yer burası. Yani, şikâyet.. Genel durumu tespit etmek
istiyorum. Bu durum, halkın öncelikli ihtiyaç ve tercihlerinin daha isabetli
olarak belirlenmesini ve hizmet organizasyonlarının bu anlamda oluşturulmasını
da engellemektedir. Belediyelerimizin
gelirlerinin büyük kısmını merkezden aktarılan kaynaklar oluşturmaktadır. Bu,
yine, diğer bir sorunu gündeme getirmektedir. Yeni mahallî idareler yasa
tasarısında da buna önem verilmek zorundadır. Geliri olmadan belediye
kurulursa, sadece, mahallî isteklerle, sadece politik düşüncelerle belediye
yaparsak geliri olmayan yerleri, sonunda bu sıkıntıları hep beraber çekeceğiz.
Onun için, mahallî idareler yasa tasarısında -ben, arkadaşlarım vasıtasıyla, Yüce
Meclisin değerli üyelerine, alt komisyon üyelerine de haber gönderiyorum ki-
sadece nüfus kıstasını baz almayalım; işyeri sayısını alalım, konut sayısını
alalım... Mesela, nüfusun beşte 1'i kadar konut olmalı, nüfusun en az yüzde 1'i
kadar işyeri olmalı... Eğer, geliri olmayan belediyeler yaratırsak, merkezden
kaynak aratmaya devam ederiz ve sıkıntıyı bütün belediyeler çeker. Haa,
belediye olmayan yerlere kaynak aktarmayacak mıyız; aktaralım; ama, önce,
Avrupa düzeyine gelelim, kamu payını, kamu harcamalarını yüzde 50'lere çekelim;
geriye kalan kısımlara da "köy tüzelkişiliği" adı altında yeni bir
statü getirelim; onları da yapalım. Merkezî ve mahallî
idareler arasında kaynak dengesi kurulamıyor. Anayasamızın 127 nci maddesinin
amir hükmüne rağmen, belediyelere kanunla verilen görevleri yerine getirmeye
yetecek düzeyde bir malî özerklik tam anlamıyla da gerçekleştirilememiştir.
1980'li yıllarda yapılan reform mahiyetindeki değişiklikler ve düzenlemeler,
özellikle belediyecilik hizmetlerinin ufkunu açmış, atılım ve değişim gücünü
artırmıştır. Bu dönemde başlayan yeniden yapılanma çalışmaları, belediyelerimizde
de büyük altyapı yatırımları, verilen hizmetin kalitesinin artırılması gibi
faaliyetleri artırarak, vatandaşlarımızın refah düzeyini gözardı edilemeyecek
düzeyde de artırmıştır. Ancak, bu reformun ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar ve
çağın gerekleri doğrultusunda geliştirilememesi, sistemin, yeniden ülke
gerçeklerinin gerisinde kalmasına sebep olmuştur. Mahallî idarelerimizin güçlendirilmesi,
57 nci hükümetimizin de öncelikleri arasında yer almaktadır. Gerek hükümet
programında ve gerekse Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında bu konu özellikle
vurgulanmaktadır. Bu anlayışla, ancak,
mevcut şartlar dahilinde yapılabileceklerin en iyisini yapmak gayreti içinde
olunarak hazırladığımız Mahallî İdareler Kanun Tasarısı, 31 Temmuz 2001
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal ettirilmiş olup, halen,
İçişleri Alt Komisyonunda görüşülmektedir. Muhakkak ki, bizim, yapılabileceklerin
mevcut şartlar içinde en iyisini yapma gayretiyle getirdiğimiz bu tasarı,
burada, alt komisyondaki arkadaşlarımızın katkısıyla, daha sonra, İçişleri
Komisyonunda ve Plan ve Bütçe Komisyonundaki katkılarla ve nihayet, burada
sizin katkılarınızla en iyi şekilde çıkacaktır. Ben, hükümeti temsilen,
hükümetim adına şunu söylemek istiyorum ki, bu konuda hükümetim de mahallî
idarelere yetki devrinden, kaynak aktarımından yanadır. Burada yapacağınız bu
tür değişikliklere de hükümetimin olumlu bakacağını belirtmek istiyorum. Bu hazırlamış olduğumuz
söz konusu kanun tasarısıyla, merkezî idarenin küçültülmesine imkân verecek
düzenlemeler getirilmekte, bu amaçla, merkezî idare ile mahallî idareler
arasında görev bölüşümü yapılarak, temel hizmetler ve bu hizmetlere ilişkin
standartları belirleme merkezî idarenin yetkisine bırakılmakta ve merkezî idare
ile mahallî idareler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve koordinasyonu
amacıyla da bir kurul oluşturulmaktadır. Mahallî idarelerin
gelirleri önemli ölçüde artırılmaktadır. Bu kapsamda, genel bütçe vergi
gelirlerinden belediyelere nüfus esasına göre dağıtılan yüzde 6'lık pay yüzde
8'e çıkarılmakta; büyük şehirlere benzer şekilde illerde toplanan genel bütçe
vergi hâsılatının yüzde 5'inin, o ildeki belediyelerin nüfuslarına göre
dağıtılması imkânı getirilmekte; kalkınmada öncelikli yöre belediyelerine genel
bütçeden binde 5 oranında pay verilmektedir. Şimdi, diyebilirsiniz ki
" bu yüzde 6'lık pay yüzde 8'e çıkarılacak; belediyeler âbat mı
olacak?" Memleketin ekonomik şartları, bütçenin genel durumu içerisinde,
Yüce Meclisin burada kanuna koyacağı rakam bizim kabulümüz; ama, buradan
vatandaşlarımızın da bilmesini istiyorum ki, belediyelerin sadece gelirleri
yüzde 6'dan yüzde 8'e çıkarılarak belediyelere kaynak yaratılmaya
çalışılmamaktadır; bizim getirdiğimiz tasarıda -gene şimdi sayacağım- başka
gelirlere de yönelinmektedir ve başka gelirler de belediyeye aktarılmaya
çalışılmaktadır. Motorlu taşıtlar vergisi yüzde 25 oranında artırılarak, bu pay
belediyelere aktarılmaktadır. Haberleşme vergisinin kapsamı genişletilerek,
oranı yüzde 1'den yüzde 2'ye çıkarılmakta ve doğalgaz tüketimi vergi kapsamına
alınmaktadır. Ayrıca, mahallî idare
hizmetlerine "katılma payı" adı altında yeni gelirler ihdas
edilmektedir. Bunlar, şu anda hemen zam yapılıp, hükümete vergi olarak
gelmeyecektir; bunlar, getirilen Mahallî İdareler Yasa Tasarısında gündemde
olan işlerdir ve bunların tamamı, mahallinde, belediyelere, vatandaşa hizmet
olarak dönecek zamlardır, o zaman gelirse. Bu, kesinlikle, genel ekonomiyi
etkileyecek veya taşradan merkeze kaynak çekme operasyonu değildir; aksine,
orada vatandaşa hizmet olarak dönecek gelir artırıcı vergilerdir. 1992 yılından
bu yana artırılmayan ve bu nedenle de sembolik hale gelen çeşitli belediye
harçlarının tarifeleri 100 katı artırılmakta ve enflasyona karşı korunması
için, her yıl, yeniden değerleme katsayısına bağlanmaktadır. Bu da şudur: Bir
yeni yük getirilmemektedir. Şimdi çok gülünç olan, 10 lira, 15 lira gibi
tedavülde olmayan paraların olduğu harçlar vardır. Bunların birçoğu,
belediyelere bu harçlar yatırılırken,
kâğıt parasından bile az olmaktadır. Bunları da günün şartlarına
ayarlayarak, hiç değilse, burada kesilen cezaların ve gelecek harçların, bir
gelir olarak aktarılması düşünülmüştür. Ayrıca, genel bütçe vergi
gelirlerinden il özel idarelerine, nüfus esasına göre dağıtılan yüzde 1,12'lik
pay da, yüzde 3,23'e çıkarılmakta; kalkınmada öncelikli yörelerde bulunan il
özel idarelerine, genel bütçe vergi gelirlerinden de binde 3'lük pay ayrılmaktadır.
Mahallî idareler alanında
açıklık ve demokratik katılımı güçlendirecek hükümler getirilmekte ve
vatandaşların bilgi alma imkânları artırılmakta, Meclis toplantılarında
sorunların dile getirilme imkânları kolaylaştırılmaktadır. Mahallî idarelerin
personel rejiminde belirli standartlar getirilerek, gereksiz vesayet
uygulamaları da kaldırılmaktadır. Burada, bu sınırlamalarla, hem belediyenin
fazla istihdama yönelmesi önlenecek hem de belediye, mahallinde alacağı 5 işçi
için veya 2 memur için, vesayet makamı gibi, İçişleri Bakanlığına, Başbakanlığa
gidip, buradan izin almayacaktır, mahallinde halledecektir. Tasarıyla, kamu
hizmetlerinde etkinlik ve verimliliğin artması, halkımızın hizmetlere daha
kolay ulaşması ve sorunların mahallinde çözülerek, yönetimde açıklık ve
katılımın sağlanması da hedeflenmektedir. Tasarının -biraz önce de
söylediğim gibi- gerek komisyonlarda görüşülürken gerekse Genel Kurul gündemine
geldiğinde, siz değerli milletvekillerimizin katkılarıyla daha da
geliştirileceğine inanmaktayım. Bu düşüncelerle Yüce
Heyetinize en içten saygılarımı sunarım. Sağ olun. (ANAP ve DSP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan. Gündemdışı konuşmalar
tamamlanmıştır. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Bir dakika Sayın
Bedük. Efendim, bu arada, 5-10
Kasım tarihleri arasındaki Erozyonla Mücadele Haftası münasebetiyle, Adana
Milletvekilimiz Sayın İsmet Vursavuş da, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre
yerinden söz istemişti; ancak, işi uzattığımızdan dolayı, Sayın
Milletvekilinden özür diliyorum, şu anda söz veremiyorum; ama, hakkı baki
kalacaktır. Sayın Bedük bana cevap
verecekler galiba. Buyurun. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel Sayın
Başkanvekilimiz, adımdan bahsetmek suretiyle bir yanlış çağrışıma neden
olmuştur. Onun için, konuyu tashih etmek istiyorum. Birincisi, uzun yıllar
Emniyet Genel Müdürlüğü görevini şerefle yaptım; görevlerimi, anayasa ve
yasalar çerçevesinde gerçekleştirdim. İkinci husus, devlette
her kamu görevlisinin belli bazı yetkileri vardır ve bu yetkiler de Anayasa ve
yasalarla belirlenmiştir. Antalya'da Cumhuriyet Meydanında miting yapmak
isteyen o zamanki Doğru Yol Partisi -ki, şu anda yine içerisinde bulunduğumdan
şeref duyduğum partimiz- bir miting düzenlemek istemiştir. O mitingle ilgili
olarak tarafıma intikal ettirilen bu talep, o zamanki vali Bahattin Güney'e
tarafımdan ifade edilmiş ve "Cumhuriyet Meydanını niye vermediniz"
diye bir sual tevcih etmiştim. Hepimizin bildiği gibi, Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanununa göre, bir ilde, nerede, hangi şartlarda ve hangi
zamanlarda toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılabileceği, ocak ayının ilk 15 günü
içerisinde ilgili valinin başkanlığındaki il emniyet komisyonu tarafından
tespit edilir. Bana da, o zamanki Sayın Vali "Cumhuriyet Meydanı, Valilik
tarafından daha evvelden tespit edilmiş olan toplantı ve gösteri yürüyüşlerine
imkân sağlayan miting alanı değildir. Dolayısıyla, onlar At Pazarı'nda
yapacaklardır" diye bir cevap vermiştir. Yetki, doğrudan doğruya, o
zamanki valinindir. Vali, bu toplantı yerini daha önce belirlemiştir. Emniyet
Genel Müdürünün ildeki bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahale etmesi söz
konusu değildir, yetkisi değildir, yetkili de değildir. Sadece, oradaki polis
teşkilatımızın Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı olarak çalışması demek, valinin
görev ve yetkilerine müdahale etme imkânını vermez. Nitekim, o zamanki vali
"bu benim yetkimdedir" diye bir cevap vermiştir. Dolayısıyla, o gün vuku
bulan ve gerçekten, nahoş olarak değerlendirdiğim öyle bir olayla benim aramda
bağlantı kurulmasını yadırgadığımı belirtiyor, arşivlere geçmesi için de ifade
ediyor ve bilhassa, altını çizerek belirtmek istiyorum; vatandaşın her türlü hak ve hürriyetlerinin
teminat altına alınması, ancak Emniyet teşkilatının güçlenmesiyle mümkündür.
Türk polis teşkilatının maddî bakımdan güçlendirilmesi hususunda, İçişleri
Bakanlığı tarafından getirilecek her türlü düzenlemeye açığız, destek vermeye
varız ve dolayısıyla, hizmet standardının yükseltilmesine de imkân vereceği
inancıyla, söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Başkanlığın Genel Kurula
diğer sunuşları vardır. Bir genel görüşme
önergesi vardır; okutuyorum: B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. -
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 125 arkadaşının, Kıbrıs
konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/23) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Dışişleri Bakanı Sayın
İsmail Cem'in 02.11.2001 günü Dışişleri Bakanlığı bütçesinin görüşüldüğü Plan
ve Bütçe Komisyonunda işaret ettiği üzere, ulusal davamız Kıbrıs konusunda,
özellikle Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz bağlamında çok yönlü sonuçlar
doğurabilecek stratejik kararların alınmasını gerektirebilecek kritik bir
aşamaya girilmiştir. Bu noktada, hem konunun
halihazır durumu hakkında hükümetimizden ayrıntılı bilgi alınmasına hem bu
ulusal davamızın en yetkili düzlemde ve en geniş ölçekte, dış ilişkilerimizin
bütünlüğü içinde ve etraflıca değerlendirilmesine hem de barışçı dış
politikamızın esaslarına uygun olarak evvelce alınmış kararlar ışığında bundan
böyle izlenmesi uygun olacak yol ve yöntemler konusunda hükümetimize ulusal bir
direktif ve bu çizgide topyekûn destek verilmesine ortam sağlayacağı inancıyla,
Yüce Meclisin, Kıbrıs konusunda ivedilikle bir genel görüşme gerçekleştirmesini
ve yapılacak değerlendirmelerin daha kapsamlı, müzakerelerin de daha özlü ve
verimli olmasına katkıda bulunabileceği cihetle, bu görüşmenin "kapalı
oturum" olarak düzenlenmesini müsaadelerine saygıyla arz ederiz. 1. - Mehmet Ali
İrtemçelik (İstanbul) 2. - Ş. Ramis Savaş (Sakarya) 3. - Mustafa Cihan Paçacı (Ankara) 4. - Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın) 5. - Kâmran İnan (Van) 6. - Zeki Ertugay (Erzurum) 7. - Cemil Çiçek (Ankara) 8. - Ertuğrul Yalçınbayır (Bursa) 9. - Rasim Zaimoğlu (Giresun) 10. - Rıza Akçalı (Manisa) 11. - Mehmet Sadri
Yıldırım (Eskişehir) 12. - Nurettin Atik (Diyarbakır) 13. - Suha Tanık (İzmir) 14. - Musa Konyar (Ağrı) 15. - Veysi Şahin (Mardin) 16. - Mustafa Geçer (Hatay) 17. - İlhan Aküzüm (Kars) 18. - Cemal Enginyurt (Ordu) 19. - Hüseyin Karagöz (Çankırı) 20. - Ömer Barutçu (Zonguldak) 21. - Ali Güngör (İçel) 22. - Erdoğan Sezgin (Samsun) 23. - Işılay Saygın (İzmir) 24. - Teoman Özalp (Bursa) 25. - Sefer Koçak (Ordu) 26. - Takiddin Yarayan (Siirt) 27. - Ramazan Gül (Isparta) 28. - Mehmet Tahir Köse (İstanbul) 29. - Ali Doğan (Kahramanmaraş) 30. - Işın Çelebi (İzmir) 31. - Mehmet Mail
Büyükerman (Eskişehir) 32. - Mustafa Düz (İstanbul) 33. - Ediz Hun (İstanbul) 34. - Ersin Taranoğlu (Sakarya) 35. - Veysel Candan (Konya) 36. - Ahmet Karavar (Şanlıurfa) 37. - Mehmet Bekâroğlu (Rize) 38. - Sacit Günbey (Diyarbakır) 39. - Yaşar Canbay (Malatya) 40. - Mehmet Sağlam (Kahramanmaraş) 41. - Nurhan Tekinel (Kastamonu) 42. - Ali Oğuz (İstanbul) 43. - Rıza Ulucak (Ankara) 44. - Bekir Aksoy (Çorum) 45. - Mehmet Özcan (İzmir) 46. - Lütfü Esengün (Erzurum) 47. - Faris Özdemir (Batman) 48. - Mehmet Vecdi Gönül (Kocaeli) 49. - Maliki Ejder Arvas (Van) 50. - Mehmet Ali Şahin (İstanbul) 51. - İbrahim Gürdal (Antalya) 52. - Rıdvan Budak (İstanbul) 53. - Musa Öztürk (Adana) 54. - Yaşar Eryılmaz (Ağrı) 55. - Yücel Seçkiner (Ankara) 56. - Metin Kocabaş (Kahramanmaraş) 57. - Saffet Arıkan Bedük (Ankara) 58. - Nihan İlgün (Tekirdağ) 59. - Hayri Kozakçıoğlu (İstanbul) 60. - Şükrü Ünal (Osmaniye) 61. - Hüseyin Çelik (Van) 62. - Veysel Atasoy (Zonguldak) 63. - Rifat Serdaroğlu (İzmir) 64. - Emin Karaa (Kütahya) 65. - Şeref Malkoç (Trabzon) 66. - Hüsamettin
Korkutata (Bingöl) 67. - Mehmet Elkatmış (Nevşehir) 68. - Mehmet Ergün
Dağcıoğlu (Tokat) 69. - Süleyman Metin
Kalkan (Hatay) 70. - Mehmet Zeki Çelik (Ankara) 71. - Oya Akgönenç
Muğisuddin (Ankara) 72. - Ahmet İyimaya (Amasya) 73. - Aslan Polat (Erzurum) 74. - Fahrettin Kukaracı (Erzurum) 75. - Necmettin Cevheri (Şanlıurfa) 76. - Mehmet Halit Dağlı (Adana) 77. - Ekrem Pakdemirli (Manisa) 78. - Mehmet Kaya (Kahramanmaraş) 79. - Ahmet Zamantılı (Tekirdağ) 80. - Şamil Ayrım (İstanbul) 81. - Evren Bulut (Edirne) 82. - Ali Arabacı (Bursa) 83. - Lütfi Yalman (Konya) 84. - Mehmet Ali Bilici (Adana) 85. - Erkan Kemaloğlu (Muş) 86. - Mehmet Ali Yavuz (Konya) 87. - İlhan Aytekin (Balıkesir) 88. - Kadir Bozkurt (Sinop) 89. - Ayfer Yılmaz (İçel) 90. - Ahmet Demircan (Samsun) 91. - Meral Akşener (Kocaeli) 92. - M. Cengiz Güleç (Sıvas) 93. - Metin Ergun (Muğla) 94. - Hüseyin Kalkan (Balıkesir) 95. - Lutfullah Kayalar (Yozgat) 96. - Ataullah Hamidi (Batman) 97. - Sadi Somuncuoğlu (Aksaray) 98. - Doğan Güreş (Kilis) 99. - Murat Başesgioğlu (Kastamonu) 100. - Sadettin Tantan (İstanbul) 101. - İbrahim Yazıcı (Muğla) 102. - Temel
Karamollaoğlu (Sıvas) 103. - Necmi Hoşver (Bolu) 104. - Edip Özbaş (Kahramanmaraş) 105. - Süleyman Çelebi (Mardin) 106. - Ayvaz Gökdemir (Erzurum) 107. - Bayram Fırat
Dayanıklı (Tekirdağ) 108. - Oğuz Aygün (Ankara) 109. - Sevgi Esen (Kayseri) 110. - Mehmet Batuk (Kocaeli) 111. - Mehmet Baysarı (Antalya) 112. - Suat Pamukçu (Bayburt) 113. - Yasin Hatiboğlu (Çorum) 114. - Yahya Çevik (Bitlis) 115. - Doğan Baran (Niğde) 116. - Hakkı Töre (Hakkari) 117. - Birkan Erdal (Ankara) 118. - Mustafa Kamalak (Kahramanmaraş) 119. - Bahri Zengin (İstanbul) 120. - Kemal Albayrak (Kırıkkale) 121. - Osman Pepe (Kocaeli) 122. - Osman
Yumakoğulları (İstanbul) 123. - Eyüp Fatsa (Ordu) 124. - Oğuzhan Asiltürk (Malatya) 125. - Kemal Çelik (Antalya) 126. - Nezir Aydın (Sakarya) BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur efendim. Önerge gündemde yerini
alacak ve genel görüşme açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası
geldiğinde yapılacaktır. Bir gensoru önergesi
vardır. Önerge, daha önce,
bastırılıp, sayın üyelere dağıtılmıştır. Şimdi, önergeyi
okutuyorum: 2. - Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Van Milletvekili Hüseyin
Çelik, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve Kayseri Milletvekili Salih
Kapusuz'un, başarılı eğitim politikaları uygulayamadığı, bakanlığında idareci
ve öğretmen kıyımı yaptığı ve yükseköğretimi yapılandırıp yönlendiremediği
iddialarıyla Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkında gensoru açılmasına
ilişkin önergesi (11/21) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Türkiye, genç ve dinamik
bir nüfusa sahiptir. İlk, orta ve yükseköğretim ile yaygın eğitim gören
nüfusumuz 17 milyonun üzerindedir. Eğitim alanında çalışanlar ile öğrenci
velileri de hesaba katıldığında, ülke nüfusunun yüzde 80'i doğrudan veya
dolaylı olarak eğitimle ilgilidir. Ülkelerin geleceği, o
ülkelerin, iyi eğitilmiş, çağın gerektirdiği bilgi ve beceriyle donatılmış
nesilleridir; ancak, ne yazık ki, ülkemizde, eğitim alanı, âdeta iflas etmiş
durumdadır. Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu, eğitimin kalitesini
artırmak, eğitimde gelişmiş ülkeleri yakalamak için çaba sarf edeceği yerde,
idareci ve öğretmen kıyımıyla meşgul olmaktadır. Türk millî eğitimi, sadece
nitelik açısından değil, nicelik açısından da çok kötü durumdadır. Ortaöğretim
kurumlarında başarı düzeyi, her geçen gün düşmektedir. Yükseköğretim, büyük
çapta, diplomalı ama donanımsız işsizler ordusu üretmeye devam etmektedir. Ekte sunulan gerekçeler
ve görüşmeler esnasında ortaya konacak kanıtlardan dolayı, Millî Eğitim Bakanı
Sayın Metin Bostancıoğlu hakkında, Anayasanın 99 uncu ve TBMM İçtüzüğünün 106
ncı maddesi uyarınca gensoru açılması hususunda gereğini arz ve talep ederiz.
Gerekçe : 4306 sayılı 8 Yıllık
Kesintisiz Zorunlu İlköğretim Yasasının
kabulü ile Türk Millî Eğitimi için bir hedef belirlenmişti. Ocak 1999 tarihinde
göreve gelen Sayın Bostancıoğlu, milletçe gösterilen fedakârlıklara rağmen, bu
hedefe ulaşmakta son derecede başarısız bir profil çizmiştir. Türk Millî Eğitimini,
Avrupa Birliği ülkelerindeki eğitimle denk hale getirecek yasal ve yapısal
reformlar yerine, ne yazık ki, Sayın Bakan, yeni yönetmelik ve düzenlemelerle
birçok öğretmen ve idarecinin mağdur olmasına sebep olmuştur. Taşımalı eğitim, taşıma
su ile değirmen döndürmeye dönmüş, norm kadro uygulamasına getirilen
istisnalar, haksız durumlar ortaya çıkarmıştır. Talim Terbiye Kurulu,
Sayın Bakanın keyfî tasarruflarının en çok görüldüğü alanlardan biri haline
getirilmiştir. Meslek okulları, çağın
gereklerine göre yeniden yapılandırılarak teşvik edilmesi gerekirken, özellikle
ÖSS sınavlarında meslek lisesi çıkışlılar haksız yere mağdur edilmişlerdir. Her kayıt döneminde
sıkıntılara yol açan zorunlu bağış sorununa bir çözüm getirilmemiştir.
Okullarımızın büyük bir çoğunluğunda yardımcı personel mevcut değildir.
Okullarımıza yakıt giderleri dışında çoğunlukla kaynak aktarılamamaktadır. Sayın Bakan, bazı
istatistikî bilgilere dayanarak kendi döneminde ne denli gelişme kaydettiğini
çıkıp anlatmaktadır. Eğitimde başarının ölçütü verilen eğitimin meyvesinin
nasıl olduğudur. Son ÖSS sınavında 9 bin küsur aday sıfır ve sıfırın altında
puan almış, yüzlerce okul birincisi 105 puana ulaşamamıştır. 1999 yılından itibaren
bütçede eğitime ayrılan pay sürekli düşmüştür. Buna rağmen, Sayın Bakan özel
öğretim kurumlarının gelişmesi için bir gayret sarf etmemiştir. Derslik açığı
had safhada, birçok yerde sınıf mevcutları 60-70 kişi iken, özel öğretim
kurumları yüzde 30-40 kapasite ile çalışmaktadır. Ülkemizin çok ciddî bir
işsizlik ve yatırım sıkıntısı ile karşı karşıya bulunduğu bir dönemde, özel
öğretim kurumlarının özellikle vergi muafiyeti, sübvansiyon ve hizmet satın
alınması yoluyla desteklenmesi ciddî anlamda istihdam sağlayacaktır. Türk yükseköğretimi çok
ciddî sıkıntılarla karşı karşıyadır. Ülkemizde üniversite sayısı 78'e
ulaşmışken, nitelik açısından bu üniversitelerimizin bir çoğu dünya
standartlarının çok ama çok altındadır. Sayın Bakan YÖK çalışmalarına katılıp
Başkanlık yapma hakkına sahipken, yükseköğretimle ilgisi, üniversite
bütçelerinin müzakereleri ve yükseköğretimle ilgili kanun teklif ve
tasarılarının görüşülmesi esnasında göstermelik olarak hükümeti temsilen
komisyonlarda ve Genel Kurulda oturmaktan ibaret görünmektedir. Biz elbette
üniversitelerimizin akademik özerkliğine saygılıyız ve Sayın Bakanın bu
konudaki müdahalesine taraftar değiliz. Ancak, bir ülkedeki eğitim ve öğretimin
her düzeyde planlanması, kaynak ve kalifiye eleman temini, ülke ihtiyacına göre
yükseköğretimin yapılandırılıp yönlendirilmesi, elbette, icranın işidir. Vakıf üniversiteleri,
taban puanları oldukça aşağılara çektikleri halde yüzde 30 oranında
kontenjanlarını dolduramamışlardır. Yükseköğretimde
standartların temini, diplomalardaki denklik meselesi tam bir karmaşa
içerisindedir. Öğretmen yetiştirme işi bir türlü çözülememiştir. Bu ve benzeri sebeplerden
dolayı üç yıldan beri kesintisiz olarak Millî Eğitim Bakanlığı makamında oturan
Sayın Metin Bostancıoğlu hakkında gensoru açılması gerekmektedir. BAŞKAN - Efendim,
bilgilerinize sunulmuştur. Önergenin görüşme gününü
belirleyen Danışma Kurulu önerisi az sonra oylarınıza sunulacaktır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, oylayacağım: C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - TBMM
Başkanı Ömer İzgi'nin, İsveç Parlamento Başkanı Birgitta Dahl'dan vaki davete
icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/917) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin, İsveç Parlamento Başkanı Birgitta Dahl'ın vaki
davetine icabetle, 16-18 Kasım 2001 tarihleri arasında İsveç'te düzenlenecek AB
Parlamento Başkanları Konferansına katılması öngörülmektedir. Anılan davete icabet
edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun
tasviplerine sunulur. Mustafa
Murat Sökmenoğlu Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Vekili BAŞKAN - Tezkereyi kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Tezkere kabul edilmiştir. Danışma Kurulunun bir
önerisi var; önce okutup, sonra oylarınıza sunacağım: IV. -
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ 1. -
8.11.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkındaki (11/21) esas numaralı gensoru
önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer
almasının ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı
hususundaki görüşmelerin 14.11.2001 Çarşamba günkü birleşimde yapılmasına;
13.11.2001 tarihli birleşimde sözlü sorular ile diğer denetim konularının,
14.11.2001 Çarşamba günkü birleşimde de sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi Danışma Kurulu Önerisi No. : 89 Tarihi
: 8.11.201 8.11.2001 tarihli gelen
kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu hakkındaki (11/21) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin
"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve Anayasanın
99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin
14.11.2001 Çarşamba günkü birleşimde yapılmasının; 13.11.2001 tarihli
birleşimde de sözlü sorular ile diğer denetim konularının, 14.11.2001 Çarşamba
günkü birleşimde de sözlü soruların görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına
sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
BAŞKAN - Efendim, söz
isteyen var mı? Yok. Danışma Kurulu önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Gündemin
"Seçim" kısmına geçiyoruz. V. -
SEÇİMLER A)
BAŞKANLIK DİVANINDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM 1. -
Başkanlık Divanında açık bulunan İdare Amirliği ile Kâtip Üyeliğe seçim BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanında Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen
İdare Amirliğine, Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış; Kâtip Üyeliğe, Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak aday gösterilmişlerdir. Oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hayırlı, uğurlu olsun
efendim. Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz. Önce, yarım kalan
işlerden başlayacağız. VI. - KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir
Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın;
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un;
Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali
Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in;
İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili
Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449)
(S. Sayısı : 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Değişikliği
Teklifiyle ilgili rapor Başkanlığa verilmediği için, teklifin görüşmelerini
erteliyoruz. Türk Medenî Kanunu
Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet
Özdoğu ve dört arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
ediyoruz. 2. - Türk Medeni Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel
Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (1) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde. Sayın milletvekilleri,
yedinci bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz. Yedinci bölüm, 575 ilâ
682 nci maddeleri kapsamaktadır. Bu bölümde konuşma süreleri, gruplar, Komisyon ve Hükümet için 20'şer dakikadır. Yedinci bölüm üzerinde,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Mir Dengir
Fırat; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Medenî Kanun Tasarısının
yedinci bölümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Sayın Bakanım, buraya
çıkıp, her bölüm sonunda belli bir konuda şikâyet ediyor; doğru; haklıdırlar.
Buradaki konuşmacılar, daha evvel görüşülmüş olan bölümlerle de ilgili konuşma
yaptıklarından dolayı, Sayın Bakanımız, herhalde, bunlara cevap vermekten haklı
olarak sıkılmışlardır; ancak, görüşmekte olduğumuz 1 300 maddeye yakın yasanın
görüşülme usulü de genel teamüllere uygun bir durum olmayıp, olağanüstü, temel
yasa olarak kabul edilmiş olduğundan ve bütün 1 300 maddenin 11 bölümde
görüşülmesi kabul edildiğinden ve yasanın bir bütün olarak nazara alınması
gerektiğinden, bazen konuşmacılar, arzu etmeseler de, yasanın tümü hakkındaki
fikirlerini beyan ediyorlar. Buna, ben de dahil olacağım. Bu yasa tasarısının
Adalet Komisyonunda görüşülmesinde, diğer değerli arkadaşlarımla birlikte alt
komisyonda çalışma şerefine nail oldum ve hakikaten, Türk hukuk sistemi
içerisinde büyük bir kazanım olduğunu da beyan ediyorum; ancak, çeşitli
mahfiller tarafından ve Sayın Bakanımız tarafından ifade edildiği gibi de bu
yasanın bir devrim yasası niteliğinin de olmadığını beyan etmek isterim. Medenî Yasa, ilk
kabulünde, hakikaten bir devrim yasasıydı; çünkü, olan bir sistemin tamamen
yıkılıp, yerine yepyeni bir sistemin oluşturulması ve kabul edilmesiydi. Bu,
devrim anlayışına uygun bir nitelemeydi; ancak, Medenî Yasadaki şu andaki
değişimi, bir devrim olarak nitelemek mümkün değil. Zaten devrim olmadığını da,
tasarının gerekçesine, ilk yasadaki, Medenî Yasadaki gerekçenin aynen kabulü
şeklinde getirilmiş olması da, yeni bir gerekçe yaratılamaması da, yasanın bir
devrim niteliğinde olmadığının göstergesidir. Kaldı ki, devrimin özellikleri
de, çok uzun süreli yaşayamamasıdır. Eğer devrimler evrim haline dönüşmedikleri
takdirde, belli bir noktadan sonra, bu devrim vasfını kaybederek, yıkılmaya
mahkûm olurlar. Nedir?.. Bir Sovyet devrimine baktığımız zaman, kendisini
yenileyemediği için, evrimleşemediği için, belli bir noktada yok olma durumuna
gelmiştir. (1) 723 S. Sayılı Basmayazı 24.10.2001 tarihli 11 inci
Birleşim Tutanağına eklidir. Yasalar da aynı
şekildedir. Yasaları güncelleştirebiliriz, dil yönünden güncelleştirebiliriz,
sosyal yaşamdaki gelişmelere uygun hale getirebilmek için bazı değişikliklere
uğratabiliriz. Bence, Medenî Yasa çalışmamız da, aslında, bu şekildeki bir
çalışmadır. Zaten, özellikle üstünde durulan, yasanın güncel dile çevrilmesi
konusu, hakikaten, bence, mühim bir olaydır. Bir hukukçu olarak, belki, o
deyimleri, o terimleri anlama imkânına sahiptim; ancak, yasalar, hukukçular
için değil, halk için yapılır. Dolayısıyla, halkın anlaması gerektiği, yani,
güncel dile çevrilmesi gerektiği konusunda hemfikirim. Ancak, nedense, toplum
olarak, ifrat ile tefrit arasında bir orta yolu bulma konusunda güçlük çekeriz.
Doğrudur; birçok deyimin ve terimin, bugün, yaşayan Türkçeye çevrilmesi
gereklidir; buna canı gönülden katılıyorum; ancak, özellikle bazı hukuksal
terimler vardır ki, bunun karşılığını bulabilmeniz, özdilinizle bulabilmeniz
mümkün değildir; çünkü, hukukun da kendine has bir teknik olduğunun bilinci
içerisinde olmamız lazım. Nasıl ki, teknik konularda, eğer bir "delta"
bir "alfa" kelimesini Türkçeleştirmek mümkün değilse, hukukun da bazı
terimlerini Türkçeleştirebilmek, maalesef mümkün değil. Bunun yanında, yaşayan,
halkın anlayacağı dilin yanında, bazı dil uzmanlarının Türkçeye kazandırma
çabası içerisinde oldukları bazı kelimeleri de getirip yasaya monte etmenin de,
eski Türkçe'deki sıkıntının başka bir türlüsünün devam etmesinden başka bir
sonuç doğurmayacağı kanısındayım. Bunun yanında, yasaların,
toplumun, özellikle Medenî Yasa gibi insanın doğumundan evvel ve ölümünden
sonra bütün hayat evresini, hatta hayat öncesi ve hayat sonrasını kapsayan
böylesine geniş bir yasanın, Türk toplumunun sosyoekonomik yapısıyla
uygunluğunu da nazara almak lazım. Eğer bunun dışında, Türk toplumunun
geleneklerine, göreneklerine ve sosyoekonomik yapısına uygun düzenlemeler
getirmediğiniz zaman, bunların hayata geçmediğini de göreceksiniz. Bundan evvel
mevcut olan Medenî Yasanın birçok kısmının -ki, vardır içerisinde- birçok
bölümünün, Medenî Yasanın meriyete girdiği tarihten bu tarihe kadar hiçbir
şekilde tatbikatı yapılmamıştır Türkiye'de; çünkü, İsviçre'den alınmış; ancak,
bazı yönleriyle Türk toplumuyla uyuşmadığı için bazı müesseseler hiçbir şekilde
kullanılmamıştır. Aynı şekilde, bu
müesseseler belki şu anda tasfiye edilmekteyse de, bunun yanında da, birçok
konu, yine, Türk toplumunun gerçekleriyle bağdaşmadığı için, yasalarımızda
olduğu halde, bunların gerçek hayata intikali mümkün değildir. Mesela,
bunlardan bir tanesini dikkatlerinize arz etmek isterim; evlenme yaşıyla
ilgili. Evlenme yaşında kadın-erkek arasında yaş faklılıkları vardı; ancak,
burada, aynı yaşa getiriliyor ve yaş, yükseltiliyor. Siz, Anadolu'da, bunu
tatbik edebilmek durumunda değilsiniz; olmaz. Yasaya hangi yaşı koyarsanız
koyunuz, Türkiye'nin, yani, çiftçi toplumu olarak, yüzde 46'sı halen
çiftçilikle iştigal eden bir toplumda, siz, bu yaşı yasayla değiştirme imkânına
sahip değilsiniz. Ne yapmış olursunuz; ancak, yasal olmayan evliliklerin daha
da çoğalmasına sebep olmuş olursunuz. Fiilî evlilikler olacaktır; ancak,
bunlar, Medenî Yasaya uygun evlilikler olmayacaktır. Dolayısıyla, yasalarla
toplumun sosyoekonomik şartlarını değiştirebilme imkânına sahip değiliz; ancak,
bazı konularda öncü olunabilir; zaman içerisinde buna uyum sağlanabilir; ancak,
Türkiye'nin ekonomik şartlarını değiştirmediğiniz zaman, sosyal yapısını
değiştirmediğiniz zaman, medenî yasaları ne şekilde değiştirirseniz değiştirin,
dünyanın en modern ülkelerinden bu yasaları alın, bunların gerekli olan
fonksiyonunun, toplumu düzenleme fonksiyonunun bir yönüyle eksik kaldığını
görmüş olacaksınız. Dikkat ediyorum, gerek
komisyon çalışmaları sırasında gerekse Genel Kuruldaki çalışmalar sırasında, bu
Medenî Kanunun toplumun hangi kesimlerini enterese ettiğini aslında tespit
edebilmek çok mümkün. Neyle mümkün; komisyona iştirak eden derneklerin hangi
kesimi temsil ettiğini görmekle mümkün veya şu dinleyici localarında hangi
bölümün, kimler tarafından izlendiğini takip edebilirseniz, bu değişikliklerin
toplumun hangi kesimi tarafından izlendiğini veya hangi kesimini etkileyeceğini
anlayabilmek mümkün. Bakın, yedinci bölümde terekeyi görüşüyoruz; ancak, şu
dinleyici localarına baktığımız zaman, bomboş olduğunu görüyoruz. Ancak, mal
rejimini görüştüğümüz zaman, şu localarda, belli derneklerin; ama, bu
derneklerin temsil ettiği toplumun sosyal yapısının belli bir kesitinin bu
yasayı dikkatle takip ettiğini görüyorduk. Eğer, Medenî Kanun, toplumun, insanların
tüm evrelerini kapsayabilen bir yasaysa, o insanları, o dernekleri, aslında, şu
anda da burada görebilme imkânına sahip olmamız gerekirdi; ancak, bunları
göremiyoruz. Siz, mal rejimleri
konusunda neyi getirirseniz getirin, eğer boşanma veya ölümle, eşler arasında,
paylaşılacak bir şey, bir mal bulunmuyorsa, toplumun o kesimini bu
ilgilendirmiyor. İstiyorsanız "paylaşmalı mal ayrılığı" deyin, isterseniz
"edinilmiş mallara katılma rejimi" deyin, isterseniz "mal
ayrılığı" deyin, Anadolu'nun köylüsünü ve şu şehrin, bu büyük, metropol
şehirlerin kenar mahallelerinde yaşayan ve toplumun yüzde 80'ini teşkil eden
insanları hiçbir şekilde ırgalamıyor. Toplumun belli bir kesimini, o
malvarlığına sahip, yani, millî gelirin yüzde 80'ini paylaşan yüzde 20'lik
kesimi belki ilgilendiriyor; doğrudur. Ancak, paylaşılacak bir şeyi olmayan ve
sadece sevgi ve saygının paylaşıldığı ailelerde, onları ilgilendiren şey,
onların, bu malın nasıl dağıtılacağı meselesi değildir, yanlış olan nokta
budur. Peki, bu kadar demokrat
olan insanlar -ki, bunların birçoğu da eğitilmiş olan insanlarımızdır- niye,
daha çok demokrasiyi, daha çok şahsî hürriyeti savunmuyorlar? Bir evlilik akdi
yapılırken, ananızın adını yazdırabiliyorsunuz, babanızın adını
yazdırabiliyorsunuz, kütüğünüzü yazdırabiliyorsunuz, bütün her şeyi
sıralayabiliyorsunuz. Peki, o evlilik defterinin bir köşesinde, iki kişiye
dönüp, evlenme bağıyla bağlanacak olan insanlara "hanımefendi, beyefendi,
evliliğiniz sırasında hangi mal rejimini tercih ediyorsunuz" deme ihtiyacını
niye hissetmiyoruz? Demokratik olan, insan hürriyetlerine, insan haklarına
uygun olan bu değil midir?.. Bırakalım, o seçimi onlar yapsınlar; çünkü,
toplumun büyük kesimi bununla ilgilenmiyor, bu mal rejimiyle ilgilenmiyor.
Burada yemenili kadınları görmedim; ben burada, Anadolu'dan gelmiş olan kadın
derneklerini de görmedim; onların böyle bir kaygısı yok. Onların kaygısı şu da
değil: Bu, aile dediğimiz, toplumumuzun temel çekirdeğini oluşturan ve
insanımızın kalitesini belirleyen o aile birliği içerisinde, kimin başkan,
kimin reis olup olmayacağının kavgası da yoktur Türkiye'de. Doğrudur, bir
yerlerde vardır; ama, onların evlilikleri, zaten istisnaî, Medenî Kanunda
istisnaî olan boşanma müessesesiyle çok yakından ilişkisi olanlarda vardır. Sayın Başkanım, Değerli
Bakanım; bu tasarı, gerek Komisyonda görüşülürken gerekse Genel Kurulda
görüşülürken, özellikle aile hukukuyla ilgili konuşmalarda dayanılan bir
sözleşme var; Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Hakkında
Uluslararası Sözleşme, ki, bu, bizim Parlamento tarafından da tasdik
edilmiştir. Merak ettim, bu sözleşmeyi tetkik ettim; acaba, evlilik birliği
içerisinde bir reisin olmasına karşı bir madde var mıdır diye okudum, yok; ama,
bu, her zaman karşımıza çıkarıldı "işte, bu, uluslararası anlaşmaya
aykırıdır..." Ben, erkeğin, aile
birliğinin reisi olması iddiasında değilim; bu, bir kadın da olabilir, ki
vardır; yani, toplumumuzda şu anda, yasa böyle yazmasına rağmen, ailelerin
birçoğunda reisliği, ailenin idaresini ve ailedeki birçok kararı kadın alır;
fiilen reistir, fiilen kanunda yazmamasına rağmen reis odur. İki kişinin olduğu her
yerde, hele özellikle aile gibi özel yapıyı gerektiren, bazı mahremiyetleri
gerektiren bir yapı içerisinde bir karar mekanizmasının olmasından daha doğal
bir olay yoktur; çünkü, iki ayrı insanı, iki ayrı ocakta büyümüş olan insanı,
hatta iki ayrı toplumdan olan insanı bir araya getiriyorsunuz ve bir ömür boyu
beraber yaşatıyorsunuz ve bunlar da topluma çocuklar yetiştiriyor. Toplumu
kendi haline bırakırsanız, zaten fiilen orada bir başkan çıkacaktır veya bugüne
kadar olduğu gibi, bir anlaşma, bir konsensüs olacaktır; ama, bu müesseseyi yok
ettiğinizi farz ettiğiniz zaman orada birçok sorunlar çıkacak. Belki biraz şakavari
olacak; ama, çocuğunuzun adını koyacaksınız; ben, erkek doğmuş olan çocuğuma,
babamın adı olan Ali'yi koymak istiyorum -bu, tabiî haklarımdan birisi, yahut
istek- ama, bizim hanım da, kendi babasının adı olan Hüseyin'i koymak
istiyor... PERİHAN YILMAZ (İstanbul)
- Öbürüne koyarsınız. DENGİR MİR MEHMET FIRAT
(Devamla) - Belki ikinci çocuğumuz olmayacak veya kız olacak; öyle bir
garantimiz de yok. Peki, anlaşamadık, olur
ya, anlaşamadık; yasaya başvuracağız. Yasada deniliyor ki "hâkime
gideceksiniz" hâkime gittik, hâkim döndü dedi ki "anlaşın; bakın,
karı kocasınız, birbirinize saygılı olun; mühim değil -sizin dediğiniz gibi- bu
sefer haydi senin babanın adını koyalım; öbür sefer de senin babanın adını
koyarız." Ama, ben direttim veya hanım diretti "hayır, olmaz, önce
benimki olsun" dedik. Hâkim karar vermek zorunda; hâkimin görevi bu;
davayı bitirecek... PERİHAN YILMAZ (İstanbul)
- Hâkim kura çeksin. DENGİR MİR MEHMET FIRAT
(Devamla) - Hayır; hâkim kura çekmez, hâkim karar verir "o zaman, siz
anlaşmıyorsanız, benim babamın adı olan Abuzittin olsun, anlaşın" der.
Yani, olayları biraz da reel ortam içerisinde düşünmemiz lazım. Ben karşı değilim. Bakın,
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi var; ama,
erkeklere karşı her türlü ayırımcılığın önlenmesi hususunda halen bir sözleşme
yok. ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - Yani, ezilen bizler miyiz? DENGİR MİR MEHMET FIRAT
(Devamla) - O bakımdan, ben, şahsen bir erkek olarak razıyım. Gelin, o yasaya
ki, ben, bunu teklif ettim "evin reisi kadındır" diye yazalım dedim.
Ben, bundan gocunmam; ama, son sözü söyleyecek birisinin olması gerektiği
kanısındayım. Ha, ben, bunu niye
anlatıyorum; zaten yok böyle bir problem; yani, Türk toplumunda yaşayan şu
organizmada böyle bir problem yok, problem bir avuç insan içerisinde. O insanların
sosyal yapısını biliyoruz; ama, bu toplumun yüzde 5'ini, yüzde 2'sini temsil
eden insanlar için Türkiye'nin tamamına o sosyoekonomik yapıyı götürebilmemiz
mümkün değil. Bu Medenî Yasa ilk kabulünden bugüne kadarki tatbikatlarla
yüzbinlerce içtihatlar yaratılarak birçok noksanlıklar tamamlanmıştır. Bir
yerde bunun tamamını siliyorsunuz; çünkü, yasaların varlığıyla, hele böylesine
bir yasanın varlığıyla olayları çözümleyebilmeniz mümkün değil; gerek ilmî
içtihatlarla gerekse kazaî içtihatlarla birçok problem gideriliyor, birçok
boşluk dolduruluyor. Önünüzde bir on yıl, yirmi yıl, otuz yıl civarında bu
içtihatların yaratılma dönemi olacaktır, o tatbikat dönemi. İşte, o, bu
toplumun ve bu toplumun temelini oluşturan ailenin kaos dönemi olacaktır, sıkıntılar
o gün çıkacaktır. Peki, adaletten
bahsediliyor, deniyor ki: "Paylaşmalı mal ayrılığını uyguladığımız zaman
veya edinilmiş mal ayrılığını uyguladığımız zaman adalet teessüs edecektir;
çünkü, kadın çalışmıyor erkek çalışıyor." Tamam, doğrudur; bu, toplumumuzun
bir realitesi. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) DENGİR MİR MEHMET FIRAT
(Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun. DENGİR MİR MEHMET FIRAT
(Devamla) - Peki, hiç çocuk hakları konusunda mirastan istifade etmesi gereken
ve o karı kocanın bu mal sisteminden dolayı uğrayacağı zararı düşünebiliyor
musunuz? Yani, malı ayıracağız, bu dönem içerisinde çocuk yapmış olacağız, malı
bölüşeceğiz; ama, ondan sonra çocuğun miras haklarına geldiği zaman, dörtte
1'ini sağ olan eş alacak, dörtte 3'ü çocuklara gidecek. Peki, daha evvel,
yarısını almanızdan dolayı, müştereken yarattığınız o çocuğun haklarının savunucusunun
kim olması lazım? Çünkü, o çocuklar buraya gelmedi, o çocukların buraya gelme
hakkı yok, gelemiyorlar; o çocuklar Adalet Komisyonunda baskı yapamadılar, o
baskıyı oluşturamadılar; ama, bunun en azından, bu Meclis tarafından
savunulması gerekirdi, bunun irdelenmesi gerekirdi. Bugün, artık, toplumumuz
belli bir noktaya gelmiş, yaş giderek artıyor. Artık, insanlar 40 yaşına geldiklerinde,
çocukları o aileden ayrılmış oluyor. 40 yaşındaki hanımların ve beylerin
ellerinde köpeklerle gezdikleri görülüyor toplumda; bunun yanında da
sokaklarda, köprü altlarında yaşayan çocuklar var. Peki, o zaman, niye, evlat
edinmede, yasal olarak evlat edinilmiş olan çocuğun diğer çocukla eşit mal
alacağı konusunu getiriyorsunuz? BAŞKAN - Lütfen
tamamlayın. DENGİR MİR MEHMET FIRAT
(Devamla) - Hemen bitiriyorum. Bunu değiştirebilseydik,
o köpeklerin yerine, belki sokaklarda, köprü altlarında yaşayan çocuklara bir
aile yuvası kazandırma imkânımız olabilecekti. Saygılar sunuyorum,
teşekkür ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Saadet Partisi Grubu
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Bahri Zengin; buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA BAHRİ
ZENGİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı
Medenî Kanun Tasarısının Yedinci Bölümü üzerinde Saadet Partisi Grubu adına
konuşma yapmak üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Sayın Başkana ve
milletvekili arkadaşlarıma saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yedinci Bölüm, mirasla ilgili bir bölümdür. Burada konuya
girmeden önce, miras hukuku nereden kaynaklanıyor bunun felsefesine girecek
değilim; ama, birkaç cümleyle bir iki
noktayı huzurlarınızda ifade etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi,
materyalist felsefeye göre, miras bir hak değildir; çünkü, materyalist
felsefeye göre, insan varlığı ölümüyle son bulur. Tesadüfen bu dünyaya
gelmiştir ve tesadüfen bu dünyaya gelen insanın varlığı da ölümüyle sona erer.
Ama, bir başka anlayışa göre, insanın varlığı ölümüyle sona ermez. Aslında,
insan ebedî bir varlıktır ve ebedî olmak için de çok büyük, güçlü bir içgüdüye
sahiptir. Bundan dolayı, insana üreme, varlığını devam ettirme, yaşama, korunma
gibi birtakım içgüdüler verilmiştir. Bu bağlamda meseleye
baktığımız zaman, insan ebedî bir içgüdüye, ebedî olduğu içgüdüsüne sahip
olduğu için, bu varlığını bir bakıma soyu kanalıyla da devam ettirir.
Dolayısıyla, kendinden sonra gelen soyuyla kendi varlığı arasında bir bağlantı
vardır. Bundan dolayı da, miras, bir hak olarak tanınmıştır. Değerli milletvekilleri,
değerli arkadaşlar; burada, tabiî, miras hukukuyla ilgili husus, bu tasarıda
495 inci maddeden başlamakta ve 682 nci maddeye kadar devam etmektedir, 187
maddedir. Bunlar üzerinde teker teker durmaya imkân yok; ancak, bu kanun
tasarısının hazırlanmasında, önümüze getirilmesinde, komisyonlarda ve diğer
çalışma alanlarında bu tasarıya hâkim olan temel zihniyet üzerinde bir iki
cümleyle durmak istiyorum. Her şeyden evvel,
bildiğiniz gibi, bu tasarı 1 030 maddeden oluşmaktadır ve oldukça fazladır.
Yani, şimdi, bugün evlenmek isteyen bir insan, kanunu bileyim ondan sonra
evleneyim diye düşünmüş olsa ve bu kanunu okumaya kalksa, 700-800 yerden
bağlandığını görecek, öyle zannediyorum ki evlenmekten vazgeçecektir. Bir kanun ne kadar
uzunsa, ne kadar çok maddelerden oluşuyorsa, orada, benim kanaatimce, birey
özgürlükleri de o kadar sınırlandırılmış demektir. Biraz sonra bu hususları
biraz daha ayrıntılı olarak huzurlarınızda ifade etmeye çalışacağım; ancak,
önce, halihazırda yürürlükte olan Medenî Kanunun hazırlandığı dönemleri dikkate
aldığımızda, bu tasarıyla o kanun arasında mahiyet bakımından, ana nitelikleri
bakımından fazla bir farkın olmadığını da ifade etmek istiyorum. Her şeyden evvel, 1926'da
İsviçre'den ithal edilen kanunun o dönemdeki siyasal ve sosyal şartlarına
baktığımızda şunu görürüz: Bildiğiniz gibi, 19 uncu ve 18 inci Yüzyıllarda
geliştirilen toplumcu model, 1920'li yıllarda, özellikle imparatorlukların
yıkılmasından sonra, ulus devlet biçiminde hayata geçirilmiştir. Yani, buradan
da ifade edildiği, anlaşıldığı gibi, ulus vardır, devlet vardır. Ulusun
örgütlenmiş biçimi olan devlet, her şeyin önündedir, fert yoktur. Dolayısıyla,
böyle bir ortamda, fertler, örften gelen veya kendi özgür iradeleriyle yapmış
oldukları sivil toplum kuruluşları, mümkün olduğu kadar, ortadan kaldırılmalı,
fertler tekilleştirilmeli ve tek tek devlete bağlanmalıdır; ulus devlet felsefesinin
gerisinde yatan ana amaç budur. Nitekim, o zamanlarda böyle yapılmıştır; fert
ortada yoktur ve ferdin, bir bakıma, ulusun ortak iradesi olan devlet, her
şeyin önündedir. İşte fertlerin, doğrudan doğruya, katı bir biçimde, rijit bir
şekilde devlete bağlanabilmeleri için de, çok sayıda maddeye ihtiyaç vardır;
onun için, bu maddeler çoğaltılmıştır. 1926 Anayasası, özü itibariyle, fertleri
ihmal eden bir yasadır. Ne yazık ki, şu anda huzurlarınızda görüştüğümüz yasa
tasarısı da, fertleri ihmal eden bir tasarıdır. Şimdi, denilebilir ki, burada,
hukukî eşitliği dikkate aldık; bunun üzerinde de duracağım. Değerli arkadaşlar,
tabiatıyla, 1920'lerden 1990'lara, 2000'li yıllara geldiğimiz sırada çok önemli
gelişmeler olmuştur. Özellikle üç alanda önemli gelişmenin altını çizmek
istiyorum. Bunlardan biri, egemenlik kavramında gelişmeler olmuştur. 1920'lerde
egemenlik nasıl anlaşılıyordu; egemenlik, ulus dediğimiz bir tüzelkişiliğe ait
bir kavram olarak anlaşılıyordu, ferde ait bir kavram değildi. Bakın, şurada yazılan
yazıda bile "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" derken, milletin
tüzelkişiliğindeki bir haktan bahsediyoruz, bireye ait bir egemenlik hakkından
bahsetmiyoruz. Fert, daha doğrusu ulus, bu egemenlik hakkını doğrudan doğruya
devlete devrediyor; kendisi, hiçbir zaman, bu egemenliği kullanma hakkına sahip
olamadı; o günlerde de olamadı, bugünlerde de, işte, bu çemberi yırtmaya
çalışıyor. Şimdi, bu konuda,
egemenlik konusunda, gerçekten, özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra önemli
gelişmeler oldu. Artık, egemenlik, millet tüzelkişiliğine ait bir kavram
olmaktan çıkarıldı, egemenlik, bireye ait bir kavram olarak ortaya atıldı.
Artık, birey, kendisi egemen olmalıdır ve bu egemenliğini de devretmemelidir.
Birey, ancak kendine ait olan konularda egemenliğini kullanır; ama, ortak
hizmetleri görmek üzere de görevlendirme yapar. Devlet dediğimiz, işte, ortak
hizmetleri yapmak üzere görevlendirilmiş bir kurumdur; yoksa, milletin üzerinde
egemen, ferdin üzerinde egemen bir güç değildir. Bu egemenlik kavramındaki
gelişmelerden sonra, özellikle, 1948'lerden sonra, İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesiyle insan hakları denilen bir alan oluşturuldu ve devletin bu alana,
bir bakıma, girmesi yasaklandı. Buna imza atan ülkelerin, İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesini böyle anlaması lazım. Yani, bu alanda, devlet, herhangi
bir tasarrufta bulunamaz veya
bulunmamalıdır. Dolayısıyla, devletin yetki alanı sınırlandırılmış oldu. Bunun
yanı sıra, ikinci gelişen konu da, insan hakları konusu alanında oldu. İnsan
hakları hem netleştirildi, çerçevesi çizildi, hem de bir bakıma uluslararası
koruma altına alındı. Bir diğer önemli gelişme
de devlet kavramı konusunda oldu. O halde, devlet, artık, egemen güç, kendi
ülkesi üzerinde, kendi milleti üzerinde, kendi fertleri üzerinde egemen güç
olarak tanımlanmıyor. Devlet, milletin bir uzantısıdır, elbette, örgütlenmiş
bir siyasî organıdır; ama, bu organın iki ana görevi olması gerekir. Bunlardan
bir tanesi, işte demin söylemiş olduğumuz o insan haklarını korumak; bunlara
gölge etmek, bunları değiştirmek değil, bunları korumak onun en önemli
görevidir. Bir diğer görevi de, milletin ortak hizmetlerini yerine getirmek.
Milletin bu ortak hizmetleri konusunda da önemli gelişmeler oldu. Mümkün olduğu
kadar, devlet, bu ortak hizmet alanından da çekilme konusunda bir gelişmeye
sahne oldu; yani, eğer, sivil toplum, ekonomik alanda olsun sosyal alanda
olsun, bazı hizmetleri yürütüyorsa, devlet o alanlardan çekilmeli ve bu
alanları sivil topluma bırakmalıdır. İşte, devletin küçülmesi dediğimiz olay da
budur. Şimdi, Türkiye'de, ne
yazık ki, devlet küçülsün derken, bu, hep ekonomik düzlemde anlaşıldı; yani,
birtakım üretim araçlarını, daha doğrusu fabrikaları, üretici kurumları
özelleştirmek ve bunları millete devretmek şeklinde anlaşıldı; ama, hukukî
yetkilerin devri şeklinde anlaşılmadı. Oysa, dünyadaki gelişmeler, hukukî
yetkilerin gerek yerel yönetimlere gerek sivil yönetimlere devri şeklinde
oluyor. Bunlar, ne yazık ki, gözardı edildi. İşte bu tasarıda da, ne
yazık ki, biraz sonra ifade edeceğim bu gelişmeler dikkate alınmamış, alınmadan
önümüze getirilmiş; bunu görüyoruz. Şimdi, değerli
arkadaşlar, bakınız, bu tasarıda, arkadaşlarımız üzerinde sıkça durdular, bu
yasanın dayanakları nedir veya kaynakları nedir? Bu tasarı, iki ana temel
üzerine oturmalıydı. Bunlardan bir tanesi hukukî eşitlik, bir diğeri de,
elbette, insanların serbestçe sözleşme yapma hakları. Ne yazık ki, hukukî
eşitlik ilkesi bu tasarı hazırlanırken dikkate alınmış; ama, bireylerin özgürce
sözleşme yapma hakları ihmal edilmiştir, hemen hemen tamamen bu tasarıda
gözardı edilmiş, hatta, yok sayılmıştır. Burada, birçok
arkadaşımız, evlilik hukuku üzerinde özellikle dururken bunu dile getirdiler.
Benden evvel konuşan değerli arkadaşımız da, özellikle, bu evlilik kurumu
içerisindeki riyaset, başkanlık veya eşlik konusunu açtılar. Bunların
ayrıntıları üzerinde duracak değilim. Gerçekten, herhangi bir kurum, herhangi
bir tüzelkişilik varsa, hangi kurum olursa olsun, ister bir aile kurumu olsun
ister bir dernek olsun, orada bir başkana ihtiyaç vardır, bir iş bölümüne
ihtiyaç vardır; ama, burada, görüyoruz ki "hukukî eşitlik" kavramı bu
tasarıyı hazırlayanlar tarafından yanlış anlaşılmıştır "hukukî
özdeşlik" şeklinde anlaşılmıştır. Bir matematik terimi kullanıyorum
burada. Özdeşlik demek, bir konunun, bütün unsurlarıyla öbürüne eşit olması
demektir. Hukukî eşitlik ise, sadece bir konuda eşitlik demektir. Şimdi, burada nasıl
anlaşılmıştır hukukî eşitlik; hukukî eşitlik, yetkilerden veya görev
farklarından gelen yetkilerin ortadan kaldırılması şeklinde anlaşılmıştır. Bir
başka ifadeyle, görev farklarından gelen yetkiler hukukî eşitsizlik olarak
anlaşılmıştır. Eğer böyle düşünülüyorsa, Sayın Bakanın yetkileri vardır, emri
altında çalışan müsteşarın yetkileri vardır, genel müdürün yetkileri vardır,
şube müdürünün yetkileri vardır... Her birinin yetkisi birbirinden ayrıdır ve
farklıdır. O zaman, burada bir hukukî eşitsizlik vardır dememiz gerekir ve
Sayın Bakanın ve o kurumda çalışanların hepsinin yetkisini eşit hale getirmemiz
lazım. Şimdi, burada, aile
müessesesinde böyle yapılmıştır; yani, iki birey, karı veya koca, eşler;
bunlara elbette fırsat eşitliği verilmesi lazım, aile yuvasını kurarken ve
işletirken, birlikte yürütürken, elbette, hepsinin fırsat eşitliğinin olması
lazım; ancak, mutlaka, bu aile kurumunu oluşturan fertlerin bir araya gelerek,
üçüncü şahıslara karşı, kendi iç düzenlemelerini kendilerinin yapması, devletin
ve üçüncü şahısların da ailenin bu kararına saygı göstermesi, devlet tarafından
bu kararın tanınması gerekir. İşte, bu da sözleşme
özgürlüğüdür. Bugün, dünyanın geliştiği nokta budur; dünyada, devletin mümkün
olduğu kadar yetkilerini sınırlandırarak, sözleşme yapma alanını hem
genişletmek hem derinleştirmek istikametinde bir gelişme vardır. Böylece, sivil
toplumlar, devletin yapacağı birçok şeyi yapabilmektedirler; ancak, sadece
dernek kurma hakkı tanıyarak, vakıf kurma hakkı tanıyarak bunu sağlamak mümkün
değil, o vakıf ve derneklere, aile kurumuna, gerçekten, kendi iç düzenlerini
tanzim etme yetkisini tanımak gerekir. İşte, bu tasarıda da, bu
yapılmamıştır; teker teker bireyler ayrılmış ve teker teker, 1 030 yerden
devlete bağlanmıştır. Düşünebiliyor musunuz, birlikte otuz yıl, kırk yıl
geçirecek iki insan veya ailenin diğer fertleri, kendi özgür iradeleriyle bir
araya gelerek "aileyi temsil edecek falanca kişidir" deme hakkına
sahip değildir. Elbette, aile reisinin, aile başkanının, devlet tarafından,
falanca kişi olacak diye belirlenmesi bir hukukî eşitsizliktir, yanlıştır,
bunun ortadan kaldırılması lazım; ancak, bu ortadan kaldırılırken, ailenin
kendi fertlerinin bir araya gelerek, kendi iç düzenlemelerini yapma yetkisinin
de ortadan kaldırılmış olmasını, bu gelişen hukuk mantığıyla ve demokratik
gelişmelerle bağdaştırmak mümkün değildir. Dolayısıyla, bu kanun tasarısı,
1920'lerin anlayışıyla, zihniyetiyle hazırlanmıştır. Gelişen çağın değerleri,
öyle görünüyor ki, bu kanun tasarısı hazırlanırken gözardı edilmiş veya
kavranmamıştır, iyi anlaşılmamıştır. Başbakan Sayın Ecevit'in
sık sık kullandığı bir ifade var; o da "çağdışı" kavramıdır; yani,
Sayın Başbakanın kendi görüşüne uygun olmayan her şey çağdışı olarak
niteleniyor; ben ise, gerçekten, bu çağdaş gelişmelere ayak uyduramayan ve 1920'lerin
zihniyetiyle hazırlanan bu tasarıyı -müsa-adeleriyle Sayın Bakanımın- çağdışı
olarak ifade etmek istiyorum. (SP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; bir sayın tarihçinin, bir değerli tarihçinin ki, Osmanlı tarihi
üzerinde çok ciddî, ciltler dolusu bir eseri vardır; bu eserinde, her yüzyılın
sonunda bir değerlendirme yapar. Bu değerlendirmede, dünya devletlerini
sıralar, ekonomik yönden, sosyal yönden, askeri güç açısından birtakım
kriterler geliştirmiştir, bu kriterleri dikkate alarak, sıralama yapar. Şimdi,
18 inci Yüzyılın başına veya 17 nci Yüzyılın sonuna bakıyoruz, Osmanlı Devleti,
dünya devletleri arasında 1 inci sıradadır. 19 uncu Yüzyıla bakıyoruz, Osmanlı
Devleti, dünya devletleri arasında 6 ncı sıradadır; yani, yüzyıl içerisinde
Osmanlı Devletinin yeri 6 basamak geriye kaymıştır. Ondan sonra bir bakıyoruz,
işte 20 nci Yüzyıla geliyoruz, onun yerine kurulan Türkiye Cumhuriyetinin yeri,
tam 70 basamak kaymıştır, belki de 80 basamak. Şimdi, tabiatıyla bunun
sebepleri üzerinde durmamız lazım. İşte bunun sebeplerinden bir tanesi de, o
günkü çağdaş gelişmeleri doğru tahlil edememek. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız. Süreniz bitti. BAHRİ ZENGİN (Devamla) -
Eğer, gerçekten, Batılılaşma adı altında, Batıyı doğru tahlil edebilseydik,
doğru tanımlayabilseydik, demokrat olsaydık, kendi halkının değerlerini önplana
çıkarabilseydik ve onların eksik veya gediklerini tamamlayabilseydik,
gerçekten, böyle, bir yüzyıl içerisinde 80 basamak geriye kalmazdık, aramızdaki
açığı da kapatabilirdik. Ne yazık ki, bunlar yapılamamıştır. Şimdi, bugün de
bunların yapılamadığını görüyoruz. Şimdi, 187 madde miras
hukukuyla ilgili. Değerli arkadaşlar, sözleşme hakkı en temel haklardan bir
tanesidir. Aslında, devlet dediğiniz, bir toplumsal sözleşmedir, başka bir şey
değildir; devlet dediğin şey, bir toplumsal sözleşmeden başka bir şey değildir.
Aile bir sözleşmedir, dernekler bir sözleşmedir. Sözleşme hakkı dediğimiz en
temel bir hak burada kısıtlanmaktadır. Şimdi, bunun yerine, siz, sözleşme
hukukunu geçerli kılacak temel ilkeleri bu kanun tasarısında belirleseydiniz ve
deseydiniz ki, bunlara aykırı olmamak üzere kadın ve erkek aile kurumu olarak
bir araya gelir; hatta, daha evlenirken, evlenmeden önce iç hukuklarını
kendileri düzenler demiş olsaydınız, zannediyorum ki, çok daha faydalı, çok
daha çağa uygun bir iş yapmış olurdunuz ve tasarı da 1 030 madde olmazdı. O bakımdan, bu kanun
tasarısının elbette birçok eksiklikleri vardır. Dil konusuna değinmek
istemiyorum, tasarının giriş maddesindeki tarihimize ve kültürümüze çok aykırı
düşen ifadelere de değinmek istemiyorum, değerli arkadaşlar bunlara değindiler;
ama, bu tasarı, özü itibariyle, gelişen çağın gereklerine uygun olarak
hazırlanmamıştır. "Hukukî eşitlik" kavramı yanlış anlaşılmıştır. Bundan dolayı, umuyorum
ki, faydalı yerleri de vardır, ileride yeniden düzeltilmeye muhtaç bir yasadır.
Bu haliyle bile ileri adımları da olduğu için, yasanın hayırlı olmasını
diliyorum; inşallah, yanlışlardan önümüzdeki yıllarda arındırılarak, toplumu,
çağdaş bir yasaya kavuşturma umut ve temennisiyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Şimdi, söz sırası,
Milliyetçi Hareket Partisinde. Kilis Milletvekili Sayın
Mehmet Nacar; buyurun efendim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. MHP GRUBU ADINA MEHMET
NACAR (Kilis) - Sayın Başkan, mikrofon açılmadı. BAŞKAN - Açılmıyor mu?...
Bir dakika efendim. Sistemde bir arıza var
anlaşılan; birleşime 5 dakika ara veriyorum. Kapanma Saati : 16.30 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati :16.43 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Cahit Savaş YAZICI
(İstanbul) BAŞKAN - Değerli
milletvekilleri, 18 inci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız
yerden devam edeceğiz. VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel
Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
hükümet yerinde. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubunda kalmıştık. Buyurun Sayın Nacar.(MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MEHMET
NACAR (Kilis) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Medenî Kanun Tasarısının Yedinci Bölümü üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Muhterem
Heyetinizi Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla
selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, bu
bölümde miras hukukunun ikinci kısmı üzerindeki -575 inci madde ile 683 üncü
maddeler arasındaki kısımlar üzerinde- görüşlerimizi açıklayacağım. Medenî
Kanunun miras hukukuna ilişkin ilk bölümü üzerinde genel bir değerlendirme
yapmış, genel hatlarıyla miras hukukuna ilişkin olarak düşüncelerimizi sizlerle
paylaşma fırsatı bulmuş idim. Bu defa, miras hukukuna ilişkin detaylı olarak
değerlendirme fırsatı bulacağım. Daha önceki
değerlendirmemizde de bahsettiğim gibi, miras hukukunda yapılan değişiklikler
olumlu ve gerekli olan değişiklikleri kapsamaktadır. İleride detaylı olarak
açıklamaya çalışacağım üzere, bilhassa, tarım arazilerinin daha fazla
bölünmesini önlemeye yönelik düzenleme, Türk hukuk düzeni ve ülke ihtiyaçları
açısından çok yerinde bir düzenlemedir. Sayın milletvekilleri,
görüşülmekte olan kanun tasarısı üzerinde konuşmacıların müspet veya menfî
olarak değerlendirmelerini dinledik. Yapılan görüşmelerde genel kanı, bazı
hususlardaki eleştirilere rağmen yasa tasarısının genel olarak kabul
gördüğüdür. Nitekim, Yüce Mecliste grubu olan siyasî partiler tarafından
oybirliğiyle temel yasa olarak görüşmelerin kabul edilmesi, sevindirici ve bu
hususu teyit eden bir yaklaşımdır. Bu noktadan hareketle,
yasanın genel olarak tüm siyasî parti grupları tarafından kabul gördüğünü
belirtmek gerekir. Görüşmekte olduğumuz yasa
tasarısının müspet değişiklikleri nelerdir diye soracak olursak, sayın
hatiplere eklenecek düşünceleri şöylece sıralayabiliriz: Türk aile yapısı,
ataerkil aile yapısından yavaş yavaş uzaklaşmaktadır. Kırsal kesimden şehir
hayatına, tarım toplumundan sanayi toplumuna doğru geçiş, çekirdek aile
yapısının şehirlerde benimsenmesi noktasına gelmektedir; ama, buna rağmen,
toplumun genel kesiminde ataerkil aile yapısı
kendini muhafaza etmektedir. Türk toplumunun tarihî
gelişim içerisinde bu kadar badireleri atlatmasında en önemli etkenlerden biri de muhakkak ki bu
meziyetidir. Toplumumuzda, amcayı baba yarısı, teyzeyi anne kadar yakın bir
parçamız olarak hâlâ görürüz. Bu sebeple, tasarının 497 nci maddesiyle, miras
bırakandan önce ölmüş olan büyükbaba ve büyükanneye düşen miras payları kendi
fürularına, yani altsoylarına intikal edecektir. Böylece, miras bırakanın amca,
hala, dayı ve teyzesine intikal sağlanmış olacaktır. Bu uygulama, ilk etapta
adaletsiz gibi görünse de Türk aile yapısı değerlendirildiğinde müspet bir
sonuç doğuracaktır. Tasarının nesebe ilişkin
düzenlemeleri, miras hukukuna ilişkin düzenlemelerinde de kendini
göstermektedir. Yargıtayın içtihadı birleştirme kararı ışığında madde yeniden
düzenlenmiştir. Bu karar ışığında, evlilikdışı doğan çocukların nesebi, tanıma veya
hâkim kararıyla kurulması sonucu, evlilikiçi doğmuş çocuklar gibi mirasçı
olmaları temin edilmiştir. Yine, evlatlık edinilen çocukların dahi, kan
hısımları gibi mirasçı olacakları hükmü
getirilmiştir. Bu düzenlemeyle birlikte, babayla bağ kurulmasında hiçbir
katkısı olmayan, tanıma veya hâkim kararıyla nesep ilişkisi kurulmuş olan
evlilikdışı çocuklara yıllarca reva görülen bir haksızlığın önüne geçilmiş
olmaktadır. Sayın milletvekilleri,
miras bırakanın tasarruf nisabı, uygulamadan doğan ve genel eğilime bağlı
olarak tek tip olarak ve artırılarak değiştirilmiştir. Saklı paylı mirasçılarda
değişiklik yapılmamakla birlikte mirasçıların saklı paylarında genel olarak bir
azaltma yoluna gidilmiştir. Bu düzenlemeyle birlikte alt soy için saklı pay
dörtte 3'ten ½'ye, anne ve babadan her biri için ½'den dörtte 1'e, kardeşlerden
her biri için dörtte 1'den sekizde 1'e düşürülmüştür. Yapılan bu değişiklik,
uygulamada ve yerleşik anlayışın dışında olması sebebiyle eleştirilebilir; ama,
unutmamak gerekir ki, miras bırakanın iradesi ve miras bırakanı bu eğilime sevk
eden sebepler değerlendirildiğinde kendi içinde haklılığı ortaya çıkacaktır. Yapılan değişiklikler
içerisinde, tasarının 535 inci maddesiyle, hayatta karşılaşılan olaylara
paralel olarak, kişinin bilincinin yerinde olmamasına rağmen imza kabiliyetinin
fiziken olmaması, imza edememe ifadesinin eklenmesi suretiyle giderilmeye
çalışılmıştır. El yazılı vasiyetnamenin geçerlilik koşullarından biri de
vasiyetnamenin tanzim edildiği yerin belirtilmesiydi. Yapılan yeni
düzenlemeyle, el yazılı vasiyetnamenin esaslı unsuru olan tanzim yeri madde metninden
çıkarılmıştır. Tasarının 546 ncı
maddesiyle, miras sözleşmesi yapılmadan önce, mirasçı atanan kişinin murise
karşı mirasçılıktan çıkartma sebeplerinden birini gerçekleştirdiği ortaya
çıkarsa, muris, tek taraflı olarak miras sözleşmesinden geri dönebilecektir.
Yine, miras sözleşmesiyle mirasçı atananın miras bırakandan önce ölmesi
halinde, yani, miras sözleşmesinin, mirasçı atananın miras bırakandan önce
ölümü sebebiyle son bulması halinin 548 inci maddeye yapılan eklemeyle değişikliğini
görmekteyiz. Bu halde, ölenin mirasçıları, mevcut elde kalmış miktarı isteme
halinde olamayacaklar, yapılan düzenlemeyle, ölüm tarihindeki zenginleşmenin
geri verilmesi bahis konusu olabilecektir. Miras hukukuna ilişkin
olarak yukarıda saydığımız değişikliklere birçoklarını eklemek mümkündür.
Yapılan değişiklikler, uygulamadaki aksaklıkları gidermek ve içtihat
birlikteliğini sağlamak açısından önemli adımlardır. Yapılan değişiklikler,
sadece hukukî kazanımlar değil, sosyal hayattaki birçok aksaklıkları da
gidermeye yöneliktir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hukuk normları, mevcut duruma esaslı değişiklikler
getirmekteyseler, sosyal ve ekonomik hayatta yeni kazanımlar elde edilmesinin
yolunu açarlar. Bu sebeple, toplumsal bir ihtiyacı karşılamaya yönelik ve ülke
ekonomisine büyük katkı sağlayacak bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Tasarının 656 ncı
maddesi, Medenî Yasamıza yeni taşınmış bir hüküm içermektedir. Bu hükümle,
miras olarak terekede yer alan gayrimenkullerin bölünmesi önlenmek
istenmektedir. Bilindiği gibi, ülkemiz,
bir tarım ülkesidir. Geçen zaman içerisinde, tarım arazilerinin, çağın
gereklerine uygun olarak kullanılmasının yolları temin edilememiştir. İklim ve
arazi koşullarına uygun ürün elde etme yönünde devlet yönlendirici olamamıştır.
Geçici ve popülist yaklaşımlarla çiftçimiz korunduğu intibaı verilmiş; ancak,
dünyadaki teknolojinin tarımsal alana taşınması ihmal edilmiştir. Bu gerçek
karşısında, Tarım Bakanımız tarafından yeni projeler geliştirilmekte ve tarımda
çağın gereklerine uygun tarımsal yapılanmanın yolları açılmaktadır. Tarım arazilerinin
küçülmesi sonucu tarımsal işletmelerin ekonomik kullanımı imkânsızlaşmıştır.
Miras ve kırsal alandan şehirlere göç, tarım arazilerinin parçalanmasına sebep
olmuştur; öyle ki, bu parçalanma, işletmecilerin geçimlerini sağlayamaz duruma
düşmeleri sonucunu doğurduğu gibi maliyetleri de yükseltmektedir. Bunun
sonucunda, ziraatçılarımız ve ülke ekonomisi büyük kayıplara uğramaktadır. Medenî Kanunun 656 ncı ve
devamı maddelerinde bu ihtiyacı karşılayacak düzenlemeler yapılmıştır. Bu
düzenlemeye göre, ekonomik bütünlüğe ve yeterli tarımsal varlığa sahip bir
tarımsal işletmenin, ehil bir mirasçının talebi halinde, bütün olarak intikali
sağlanabilecektir. Bu düzenleme, devam eden maddelerde, taşınır olarak kabul
edilen hayvan ve araç gereç olarak intikal eden, işletme için gerekli olan
malları da kapsamaktadır. Yapılan bu düzenleme, sosyal ve millî yapımızdan
doğan bir ihtiyacı sorun olmaktan çıkaran bir anlayışın ürünüdür. Millî
yapımıza uygun bu düzenlemeyi takdir ve alkışla karşılamaktayız. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) MEHMET NACAR (Devamla) -
Kesmeyin Sayın Başkan... BAŞKAN - Kesmiyorum
efendim; birinci 10 dakikanız bitti; ikaz o; sözünüzü hatırlatmak istiyorum. MEHMET NACAR (Devamla) -
Özür diliyorum Sayın Başkan; teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Estağfurullah,
buyurun. MEHMET NACAR (Devamla) -
Miras hukukuna bu yeni kurumun girmesi, 652 nci maddede yerini bulan, sağ kalan
eşe miras bırakanla birlikte kullanmakta oldukları eşyaların ve ikamet
ettikleri konutun bırakılması hakkıyla da paralellik arz etektedir. Her ne
kadar amaçları ayrı olsa da, sosyal ve ekonomik gerekliliğin bir sonucu olarak
bu maddelerin düzenlenmiş olması yerinde bir düzenleme olarak kendini
göstermektedir. Sayın milletvekilleri,
muhakkak ki, miras hukukuna ilişkin gerek maddeyle ilişkili gerekse geneliyle
ilişkili geniş açıklamalar ve detaylı bilgiler aktarabilmek mümkün; fakat, bu
konuda söylenmesi gereken en önemli husus, az önce de Muhterem Heyetinize arz
ettiğim gibi, tarım arazilerinin ve işletmelerinin ve yine buna bağlı olarak
araç ve gereçlerinin bir bütün olarak intikalinin sağlanması suretiyle tarımda,
verimli ve ekonomik bir yapılanmayı temin etmeye yönelik olan düzenlemedir. Bu yönüyle ve diğer
maddelerinden dolayı, tekrar, bu tasarının her aşamasında emeği geçmiş olan
sayın milletvekillerimize ve oylarıyla katkı temin eden siz milletvekillerime
teşekkür ve şükranlarımı ifade ediyor, saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın Nacar, çok
teşekkür ediyorum; sözünüzde durdunuz tabiî; yani, aksini sizler için
düşünmüyordum. Şimdi, söz sırası
Demokratik Sol Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Esvet Özdoğu'da. Buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) Efendim, bir dakika, şu
süreyi ikiye böleyim Buyurun Sayın Özdoğu. DSP GRUBU ADINA ESVET
ÖZDOĞU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve Demokratik
Sol Parti Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
Türk devriminin sosyal yaşamımıza getirdiği en önemli yenilikler, Türk Medenî
Kanununun kabulüyle yapılmış olanlardır. Medenî Yasa, kişinin, toplum içindeki
hayatını ve diğer kişilerle olan hukuksal ilişkilerini düzenleyen kurallardan
meydana gelmiştir; bu anlamda medenî yasa, bütün toplumlarda temel yasadır. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 35 inci maddesi, herkesin miras haklarına sahip olduğunu kabul
eder; ancak, bu hakların neler olduğu, kapsam ve sınırları Medenî Yasada
gösterilmiştir. Miras hukuku, Medenî Yasanın, bir şahsın ölümünden sonra, mal
varlığının mukadderatını düzenleyen kısmıdır. Mukadderatı düzenleyen mal
varlığı, artık bu adı taşımaz, miras veya tereke adını alır. Değerli milletvekilleri,
Atatürk, 1925 yılında, Ankara Hukuk Mektebinin açılışında şunları söylüyordu:
"Büsbütün yeni yasalar meydana getirerek, hukuk esaslarını temelinden
kazımak girişimindeyiz." Bu anlayışla, miras hukuku da, diğer bölümler
gibi, Medenî Kanunun kabulüyle birlikte, devrim niteliğinde değişikliklere
uğramıştır. Bilindiği gibi,
cumhuriyet öncesi dönemde, şer'î hükümlere uygun olarak, mirasta, kadın, erkeğe
oranla yarı pay alırdı; erkek çocuklar ile kız çocuğu arasında ayırım
gözetilirdi. Oysa, Medenî Yasanın en önemli özelliklerinden biri de, demokratik
ve eşitlikçi olmasıdır. Kural olarak, kişiler arasında fark gözetmemiş,
herkesi, hak ve borçlara sahip olmada eşit kılmıştır. Bu bakış açısı içinde,
Medenî Yasada, kadın-erkek arasındaki eşitsizlik tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Bu değişim, tamamen dinsel nitelikli hukuk sisteminden laik nitelikli bir hukuk
sistemine geçişin sonucudur, laikleşmenin köşe taşlarındandır. Aslında bu
değişim, yasaların boyutunu da aşmaktaydı ve bir sosyal dönüşüm aracıydı. Bu
köktenci niteliğine karşın, Atatürk'ün bu yöndeki hukuk devrimi, bazı yakınma
ve direnmelerle karşılaştıysa da, redde uğramak şöyle dursun, genel kabul
gördü, kısa sürede benimsendi. Oysa, aynı dönemlerde, bunların çok daha azını
uygulamak isteyen Afganistan ve İran rejimleri, bu çabalarında başarılı
olamamışlardır, şu anki hallerini ise hep birlikte görüyoruz, yaşıyoruz. Bu
ülkeler ve diğer İslam ülkelerinde, halen, dinsel esaslar yürürlüktedir. Hukuk
yoluyla ailenin ve kadının statüsünün hissedilir derecede iyileştiği tek İslam
ülkesi Türkiye'dir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Değerli milletvekilleri,
4 Nisan 1926 tarih ve 743 sayılı Medenî Kanunun mirasa ilişkin hükümlerinden
bazıları, toplumsal ve çağdaş yaşamın bir gereği olarak, bugüne kadar çeşitli
değişikliklere uğramıştır. Sözgelimi, 13 Temmuz 1967 tarih ve 903 sayılı
Kanunla, Kanunun mahfuz hisseyi düzenleyen 453 üncü maddesi değiştirilmiş,
maddeye 3 yeni fıkra eklenmiştir. Aynı şekilde, 13 Aralık 1973 tarih ve 1659
sayılı Kanunla da üçüncü fıkra değiştirilmiştir. 11 Eylül 1987 tarihli 1/8
sayılı Anayasa Mahkemesi kararıyla ise, evlilikdışı çocukların mirasçılığını
düzenleyen 443 üncü madde iptal edilmiştir. Son olarak, 14 Kasım 1990 tarihli
ve 3678 sayılı Yasayla yapılan değişiklikle 441, 443, 444, 448 ve 453 üncü
maddeleri değiştirilmiş, 584 üncü maddeye bir madde ilave edilmiş, 442, 445,
446 ve 540 ıncı maddeler yürürlükten kaldırılmıştır. Aynı şekilde, Medenî
Kanunumuza kaynaklık eden İsviçre Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümlerinde,
1940 yılından başlayarak, çok sayıda değişiklik yapılmıştır. Şimdi yapılan
değişikliklerle, Medenî Yasamızın mirasa ilişkin hükümleri de çağdaş hale
getirilmekte, eşitlik, demokratiklik ve insan hakları kavramlarında ulaşılan
yeni koşullara uygun duruma getirilmektedir. Sözgelimi, saklı pay oranları
yeniden düzenlenirken, saklı paylı mirasçılarda değişiklik yapılmamıştır.
Yürürlükteki kanunda alt soy için yasal miras hakkı dörtte 3 iken yarıya, ana
babadan her biri için yasal miras hakkının yarısı olan saklı pay dörtte 1'e,
kardeşlerden her biri için yasal miras hakkının dörtte 1'i olan saklı pay
sekizde 1'e, sağ kalan eş için alt soy ve ana baba zümresiyle birlikte mirasçı
olması halinde saklı pay, yürürlükteki kanundaki gibi, miras payının tamamı,
diğer hallerde ise miras hakkının yarısı olan saklı pay dörtte 3 olarak
belirlenmiştir. Bir başka önemli
değişiklikle, mirasçıların birlikte hareket etme, dava açma zorunlulukları
ortadan kaldırılmıştır. Mirasçıların her birinin tek başına dava açmasına
olanak sağlanmıştır. Ayrıca, vasiyet alacağının, vasiyet alacaklısının
mirasçılarına geçmeyeceği esası benimsenerek diğer mirasçılar lehine hüküm
konulmuştur. Diğer bir değişiklik ise,
ana, baba veya büyükanne, büyükbabayla birlikte yaşayan, emeklerini ve
gelirlerini aileye özgüleyen çocuklar ve torunlara terekenin paylaşılmasından
önce uygun bir tazminat ödeneceği, terekenin bundan sonra mirasçılar arasında
paylaşılacağı esası getirilmiştir. Ayrıca, tarımsal
işletmelerde, bu işletmenin miras yoluyla paylaşılmasının önüne geçilmekte,
işletmenin bütünlüğü ve mirasçının çıkarları koruma altına alınmaktadır. Başka bir maddeyle, ülke
ekonomisi önplana çıkarılarak, kamu yararı da gözetilmek suretiyle, tarımsal
işletmelerin varlık ve bütünlüğünü korumak, devamını sağlamak amacıyla miras
bırakanın arzusu geri plana itilerek yurt ekonomisinin korunmasına öncelik
verilmektedir. Paylaşımda tarımsal işletmeyle fiilen uğraşan mirasçılara
öncelik tanındığı gibi, işletmeyi hiçbir mirasçının istememesi halinde ancak
satışının istenebileceği hüküm altına alınmaktadır. Bu düzenlemeler yapılırken,
ayırt etme gücüne sahip olmayan mirasçıların hakları da korunmaktadır. Değerli milletvekilleri,
bu düzenlemeler uluslararası hukukla bütünleşmeye katkısıyla da önemlidir,
anlamlıdır. Türkiye özel hukuk ve ekonomik hukuk alanındaki geriliklerini
aştığı ölçüde uluslararası arenada yerini alabilir. Örnek vermek gerekirse,
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme
ile buna temel oluşturan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi gibi, Türkiye'nin de imzaladığı uluslararası sözleşmelere
uyum sağlanmalıdır. Avrupa Birliğine girmeyi
hedefliyorsak, altına imza koyduğumuz sözleşmelere uyumu sağlayacak yasal
değişiklikleri yapmak zorundayız. Avrupa hukuk sistemi,
Türk devriminin yöneldiği somut bir hedeftir. İslam hukuk sisteminden çıkış,
Kıta Avrupası hukuk sistemine yönelişle devam etmektedir; ancak, burada söz
konusu olan, başka bir hukuk sistemi içerisinde erimek değil, kendi bağımsız,
ulusal hukuk sistemimizi kurmaktır. Avrupa kökenli evrensel normlar, sadece
ulusal hukukun inşa sürecinde yapı malzemesi olarak kullanılmaktadır. Bir devletin hukuk
düzeninin durumu, çok büyük oranda, o devletin yaşama olanak ve düzeyini
belirtir. Bir Atatürk devrimi olarak, hukuk devriminin çok iyi
değerlendirilmesi, incelenmesi gerekir ve bu süreci başlatanlara, daima, hak
ettikleri değer verilmelidir. Ben, bir Türk kadını
olarak, Medenî Kanunun yürürlüğe girmesinde rol oynayan idealist devlet
adamlarımızı minnetle anıyorum. Değerli milletvekilleri,
Türk Kanunu Medenîsi ve buna bağımlı olarak miras hukukunun da, değişen
koşullara göre, çağdaş bir anlayışla yenilenmesi zamanı gelmiştir. 75 yıl
içinde tek tek yapılan değişiklikleri de içeren bu kapsamlı değişikliğin, bir
kadın üyesi olduğum 21 inci Dönem Meclisi ve 57 nci cumhuriyet hükümetimizce
yapılması, benim için, çocuklarıma ve torunlarıma anlatabileceğim büyük bir
onurdur. Bu tasarının hazırlanması
ve Meclisimizce kabul edilmesi için olağanüstü gayret sarf eden Genel
Başkanımız ve Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit ve kabine arkadaşlarına,
özellikle Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk'e ve çalışma arkadaşlarına,
Adalet Komisyonu üyelerine, huzurunuzda teşekkürü bir borç biliyorum. Çağdaş bir Türk kadını
olarak, bana bu kürsüden konuşma hakkı veren, büyük devrimlerimizin ilham ve
irade kaynağı olan ölümsüz Atatürk ve Türk Kanunu Medenîsinin hazırlanmasında
emeği geçenlerin aziz hatıraları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Yasamızın ülkemize
hayırlı olmasını, ülkemiz insanlarına mutluluk getirmesini diler, hepinize
saygılar sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Şimdi söz sırası,
İstanbul Milletvekili Sayın Yücel Erdener'de. Buyurun efendim. DSP GRUBU ADINA YÜCEL
ERDENER (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Medenî Kanununda
değişiklik yapan kanun tasarısına ilişkin Yedinci Bölüm görüşmelerini yapmak
üzere huzurlarınızdayım; hepinizi, partim ve şahsım adına saygılarımla
selamlıyorum. Cumhuriyet devrimimizin
en önemli kazanımlarından olan 1926 tarihli Medenî Yasa, ulusumuzu ümmet
olmaktan yurttaş olmaya, kul olmaktan birey olmaya taşıyan en temel
yasalarımızdan biridir. Kurtuluş Savaşının onurunu taşıyan Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri, Medenî Yasanın gerekçesini şu sözlerle tamamlamışlardı:
"Adalet Bakanlığı, bu yasayı hazırlamakla, devrim ve tarih karşısında
ulusal görevimizi yerine getirerek, Türk Ulusunun gerçek yararlarını açıklamış
olduğundan şüphe etmemektedir" Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri olarak, bizler de bugün, bu değerli tasarıya emek veren, başta
Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk ve arkadaşları olmak üzere, gerek Sayın
Ali Arabacı başkanlığındaki alt komisyonda gerekse Sayın Emin Karaa
başkanlığındaki Adalet Komisyonunda tasarıya katkıda bulunan tüm üyelere,
tasarının hazırlanması için uzun yıllar emek vermiş komisyonlardaki üniversite
öğretim görevlisi hocalarımıza, kadın-erkek tüm yurttaşlarımızın çıkarını
düşünerek, ulusal bir görev yaptıklarına inanıyor ve kendilerine teşekkür
ediyoruz. Bu görevin ulusal
onurunu, Atatürk Türkiyesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, tek
tek bizler de taşıyoruz. Aynı onuru, bu değişiklik için yıllardır emek veren
kadınlarımız ve kadın örgütleri de taşımaktadır; onlara da teşekkür etmeliyiz. Hepimizin bildiği gibi,
yürürlükte bulunan Medenî Yasamızın gerekçesinde, "İnsanlık yaşamı, her
gün, hatta her an köklü değişimlerle karşı karşıyadır. Yaşam yürür,
gereksinimler hızla değişir" saptaması yer almaktadır. Yaşam yürümüş ve
gereksinimler değişmiştir. Çağdaş uygarlık
ailesinden olan ulusumuz, yasalarını, yurttaşlarının ileriye dönük
gereksinimlerini dikkate alarak yeniden düzenlemek sorumluluğuyla karşı
karşıyadır. Medenî Yasamızın, temel
niteliği olan cumhuriyetçi ve laik özü korunarak, yeni düzenlemelerin yapılması
gerekmektedir. Bugün bu gereksinime yanıt vermek için görev başındayız.
Görevimizi, Mustafa Kemal Atatürk Türkiyesine layık bir şekilde yapacağımızı
umarak, hepinize başarılar diliyorum. Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; benden önce konuşan arkadaşlarım, Türk Medenî Kanunu
Tasarısının içeriği ve diline ilişkin düşüncelerini ifade ettiler. Ben de
"Mirasın Geçmesi" başlığını taşıyan bölüme ilişkin görüşlerimi sunacağım.
Bu bölüm de, yasa
tasarısının tümüne egemen olan toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımıyla
düzenlenmiştir. Eşitlik, özellikle, aile bireylerinin hakları ve sorumlulukları
noktasında önem kazanmaktadır. Tasarı, aile bireylerinin miras ve mülkiyet
hakkını korumakta ve miras bırakanın tasarruf özgürlüğünü genişletmektedir.
Tasarının mirasçılarla ilgili bölümü, benden önce konuşan değerli arkadaşım
tarafından irdelendiği için, bu konulara ayrıntılı olarak girmiyorum. "Mirasın
Geçmesi" başlıklı ikinci kısım, "Mirasın Açılması",
"Mirasın Geçmesinin Sonuçları" ve "Mirasın Paylaşılması"
olmak üzere, üç bölümden oluşmaktadır. Konuşma süremi dikkate alarak, anılan
bölümlerde yer alan kimi değişikliklere değinerek konuşmamı bitireceğim. Birinci bölümde yer alan
önemli değişiklik, miras bırakandan önce ölmüş olan vasiyet alacaklısının,
alacak hakkının mirasçılarına geçmeyeceğine ilişkin 581 inci maddeyle
yapılmıştır. Bu düzenleme, vasiyeti yerine getirme yükümlülüğü olan
mirasçıların yararına bir düzenlemedir. Ancak, miras bırakan, dilerse, aksini
kararlaştırabilecektir. Yürürlükteki yasamızda, miras bırakandan önce ölmüş
olan vasiyet alacaklısının alacak hakkı mirasçılarına da geçmektedir. Tasarı,
bu yapısıyla, öncelikle yasal mirasçıları da korumaktadır. İkinci Bölümde
"Koruma Önlemleri", "Mirasın Kazanılması", "Resmî
Defter Tutma", "Resmî Tasfiye" ve "Miras Sebebiyle İstihkak
Davası" başlıkları yer almaktadır. Bu bölümde yer alan
önemli değişikliklerden biri de, tasarının 613 üncü maddesidir. Altsoyun tamamının mirası reddetmesi
halinde, bunların payı, sağ kalan eşe ait olacaktır. Bu maddeyle korunan,
evlilik birliğinin temeli olan sağ kalan eştir. Tasarının 639 uncu
maddesiyse, yürürlükteki yasamızın 579 uncu maddesinde yer alan, otuz yıllık
zamanaşımı süresini yirmi yıla indirilmiştir. Böylece, mülkiyetin olağanüstü
zamanaşımıyla kazanılmasına ilişkin yirmi yıllık süre ile bu süre arasında
paralellik yaratılmıştır. "Mirasın
Paylaşılması" başlıklı Üçüncü Bölümde "Paylaşımdan Önce Miras Ortaklığı",
"Paylaşmanın Nasıl Yapılacağı", "Mirasta Denkleştirme" ve
"Paylaşmanın Tamamlanması ve Sonucu" başlıklı dört ayırım yer
almaktadır. Bölümdeki önemli
değişiklik 640 ıncı maddede yer almaktadır. Bu hükme göre, mirasçılardan her
biri, haklarını korumak için tek başlarına dava açabileceklerdir. Miras
bırakanın ölümünde, onunla yaşayan ve geçimi, miras bırakan tarafından sağlanan
kişilerin geçimlerinin terekeden sağlanmasına ilişkin, yürürlükteki yasamızda
bir ay olarak saptanmış olan süre, üç aya çıkarılmıştır. Tasarıdaki önemli bir
kavrayış da, işletmelerin bütünlüğünün verimli bir biçimde değerlendirilmesine
ilişkindir. Bu bakış açısı, tasarının 656, 662, 667 ve 668 inci maddelerinde
yer almaktadır. Anılan maddeler, miras
paylaşımının, işletmelerin bütünlüğünü bozmaması ve tarımsal işletmenin gelir
değeriyle, sınaî işletmenin ise sürüm değeriyle özgülenecek ilkesi gözetilerek
düzenlenmiştir. Diğer önemli yenilik,
tasarının 652 nci maddesindedir. Bu maddeye göre, sağ kalan eşe, konut ve
eşyasının mülkiyet ya da haklı nedenlerinin ve isteminin olması halinde, intifa
ya da oturma hakkı tanınacaktır. Bu maddede de, evlilik bireylerinin, eşlerin
sunduğu emeğin değerinin önemsendiği vurgulanmaktadır. Bu vurgu, evlilik
birliğinde emeğin değerini açıkça kanıtlamaktadır; ancak, üzülerek belirtmek
isterim ki, evlilik birliğini yüceltmeyi ve özellikle, kadınları yasa önünde
hak ettikleri gibi eşit kılmayı amaçlayan tasarımızın önemli bir yanlışı
bulunmaktadır. Bu yanlış, Türk Medenî
Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun Tasarısının 10 uncu
maddesinde yer almaktadır. Bu maddeye göre, halen evli bulunan eşler, edinilmiş
mallara katılma rejiminden, ancak yasanın yürürlüğe girmesinden sonra
yararlanabilecektir. Bu madde, evlilikleri halen sürmekte olan eşlere,
özellikle de kadınlara karşı yapılmış açık bir haksızlıktır. Üzülerek belirtiyorum ki,
ülkemizde gayrimenkul tapularının yüzde 92'si erkeklerindir; oysa, yuvayı dişi
kuş yapmaktadır. Bu gerçeği görmezsek, Türk Medeni Yasasını daha çağdaş, daha
demokratik, daha eşitlikçi kılmak için mücadele edenler, bu yasayla
ödüllendirmek yerine cezalandırmış olacaklardır. Türkiye Büyük Millet
Meclisimiz, 1926 gerekçesinin kurtuluş mücadelemizin özünü oluşturduğunu
unutmamalı. 1926 gerekçesinin bir satırına dahi dokunmadan, yeni yasaya aynen
taşımalıdır diyorum. Şu anda, tarihî bir
görevi ifa etmekte olduğuna inandığım yeni Medenî Yasamızın mimarları Bakan,
komisyon ve alt komisyon üyelerini, Medenî Yasamızı, ülkemizin reform yasaları
arasında yer aldırdıkları inancımla; Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini, en
doğru olanı gerçekleştirdikleri için, bir kez daha selamlıyor, saygılarımı
sunuyorum. Teşekkür ederim.
(Alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası, Doğru
Yol Partisi Grubunda. Balıkesir Milletvekili
Sayın İlhan Aytekin, buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA İLHAN
AYTEKİN (Balıkesir) - Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol
Partisi Grubu adına, görüşülmekte olan kanun tasarısıyla ilgili söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. Muhterem milletvekilleri,
bu kanun tasarısını hazırlayanların dört mesele üzerinde emeklerinin
yoğunlaştığını ve hassaslaştıklarını görüyoruz. Birincisi, Medeni Kanunumuzun
kaynağı olan İsviçre Medeni Kanununun 1988 yılında değişikliğe uğramış olması
münasebetiyle, daha da gecikmeden uyum sağlamak ve daha iyi bir tercüme etmek.
İkincisi, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden kurtulmak, dili arılaştırmak.
Üçüncüsü, mal rejimindeki değişiklik ile kadın haklarının artırılması ve muhkem
hale getirmek. Dördüncüsü, evlilikdışı ilişkiden doğan çocukları tam mirasçı
yapmak, siklet merkezi olarak görülmektedir. Bu hususlarla ilgili
düşüncelerimizi, sırası gelince Yüce Heyetinize arz edeceğim; ancak, sözlerimin
hemen başında, Arapça ve Farsça kelimelerin defedildiği kanun tasarısının adı
konulurken, neden acaba takdim tehirle yetinilmiş; yani "Türk Medenî
Kanunu" denilerek "kanun" ve "medenî" gibi iki ecnebi
kelimeye iltifat edilmiş?! Neden "Türk uygar yasası" denilmemiş veya
"Türk uygarlık yasası" denilmemiş; merakımızı mucip olan husus budur. Muhterem arkadaşlarım,
bize taalluk eden bölüm için söylenecek lafın özü, ölüm hak, miras helaldir.
İnsanoğlunda, edinme, sahip olma, tasarruf etme, neslinin devamı dolayısıyla
intikal arzusu fıtridir. Dünyada kaldığı süre içinde, hilkatine uygun olarak
yaşar ve ölür. İnsan varlığını böyle kabul eden ilahî nizam ve beşerî
rejimlerde, mülkiyet hakkı, miras hukuku esas alınmıştır; ancak, insan merkezli
olmayan anlayışta ve yönetiminde, bahse konu hukuk yoktur. Hem beşeriyetin
refah ve huzurunu temin gayretinde olacak ve hem de ferdin fıtratını dikkate
almayacaksınız; ikisi bir arada olmaz. Komünist rejimlerin handikabı ve
fukaralaşma sebebi bu olmuştur. Teşebbüs hürriyetinin, mülkiyet ve miras hukukunun
cari olduğu demokratik ülkelerin ekonomide güçlü olmalarının sebebi de bu
olmuştur. İlk dönemlerden günümüze
kadar, toplumların yönetiminde iki temel faktör egemenliğini sürdürüyor.
Bunlardan birisi, kendisini her türlü kayıttan muaf tutan totaliter anlayış,
diğeri ise, hukukî ve objektif hak ve yetkilere göre tanzim edilmiş kurallar
manzumesinin kabullenilmesidir. Bundan dolayı, böyle bir
kanuna ihtiyaç olduğu noktasında tasarıyı hazırlayanlarla ittifakımız var.
Toplum düzeninin temini ve ahengi için, Medenî Kanunun lazimesi hususunda
ittifakımız var. Uygar toplum olmanın şartlarını kabul ettiğimizden dolayı
ittifakımız var. Günün değişen, gelişen ve dönüşen hali içinde yeni alanların
açılması ve yeni kurumların oluşmasını sağlamak bakımından ittifakımız var. Evvelemirde önemli
bulduğumuz bu hususları arz ve ifade ettikten sonra, önümüze gelen Türk Medenî
Kanun Tasarısı üzerinde tereddüt, endişe ve hatta korkularımız var ve tabiî,
itirazlarımız var; çünkü, içtimai hayatımızda yerleşik olan iffet-ismet ve
ahlakî telakkilerde zedelenme ve kaymalar söz konusudur. Dil, ifsat
edilmektedir. Bu, kıldan ince, kılıçtan keskin kabul ettiğimiz çok önemli bir
meseledir. Aksi takdirde, bireysel, ailevî ve toplumsal hayatımızda meydana
gelecek tahribat ve açılacak derin rahneleri kapatmamız, telafisi mümkün
olmayan bir şekle bürünecektir. Muhterem arkadaşlarım,
yüksek takdirlerinizde olduğu üzere, dünyada sadece bir defa kullanılan şeyler
vardır, bir ikincisi düşünülemez. Bazı şeylerin müstamel hale getirilmiş
olması, tecrübe ve kıdem kazandırmaz, sadece bir güzelliği ve kıymeti ortadan
kaldırır. O itibarla, bizi insan, aile ve millet yapan değerler söz konusu
olduğunda, bütün varlığımızla dikkat kesilmeli ve ciddîyetimizi takınarak tavır
koymalıyız. Bu mehabetli çatı altında bulunan bütün saygıdeğer milletvekilleri,
her zamankinden belki farklı olarak tarihî bir sorumluluk taşımaktadır. Türk Medenî Kanunu, temel
bir yasadır. Bize göre, bu ifade ötesinde de önemlidir; çünkü, bir defa
alınacak vergi kanunları veya bir defa vereceğiniz ikramiyelerle bir tutmanız
mümkün olmaz. Tutarsak, şapla şekeri karıştırırız. O takdirde de bunda vebal
vardır. Muhterem arkadaşlarım,
değerli milletvekilimiz, arkadaşımız Orhan Bıçakçıoğlu Bey, konuşmasında
"millet, bizim burada ne yaptığımızı bilmiyor" buyurdular. Evet,
bizim, şu anda, burada ne yaptığımızı bilmiyorlar; çünkü, garibim tarlasında,
damında, sürüsünün başında veya herhangi bir işyerinde namusuyla kazanmak,
çoluk çocuğuna bakmak ve devlete vergi vermek gibi masum yaşantı içindeyken,
biz, onun mukaddesleri, ulvî değerleri, dili, malı, mülkü, çoluk çocuğu, ailesi
ve mirası üzerinde tasarrufta bulunuyor, hükme bağlıyoruz. Millet, bizim burada
ne yaptığımızı bilmiyor da, bizim, ne yaptığımızı bilmek zorunluluğumuz var;
zira, tazmini ve telafisi mümkün olmayan hayatî bir meselenin müzakeresi ve kanunlaşması
bahis konusudur. Değerli arkadaşlarım,
Batı endeksli düşünme bağımlılığımız, müstakil hareket ve fikir üretme
kabiliyetimizi sınırlamaktadır. Bunun tabiî sonucu olarak, dayatılan ve hayal
hanemize bile ipotek konulan bir ülkede, özümüzde maknuz olan üstünlüğü öne
çıkaramıyor, dolayısıyla kısırlığımız da devam ediyor. Böyle bir iklimde
beynelmilel ünlüler yetişmiyor; hangi alanda olursa olsun uluslararası
değerleri yakalamak ve o çapta eser meydana getirmek de mümkün olmuyor. Bu
keyfiyet, giderek kolaycılığa ve hazırcılığın rehavetine alıştırıyor; neticede,
emeksiz, çilesiz ve yorulmadan elde etme tiryakiliğine müptela oluyoruz. Zaman içinde, kişiliksiz,
meccanici bir ekolün olduğu görülüyor; böylece, mukallitler pazarı da
kuruluyor. Tam bu noktada, merhum Necip Fazıl Kısakürek'in mükemmel tarih ve
teşhisini hüzünle hatırlıyoruz. Üstat "Bizim aydınlarımız, Avrupa'yı
bulmak için evlerinden çıktılar; ama; bulamadılar; döndüler, bu defa da kendi
evlerini bulamadılar" diyor. Yine, bir hanım yazarımız
"Doğulu olmanın onlarda yaratmış olduğu aşağılık kompleksi, her şeyin;
ama, her şeyin önüne geçmiş, onları birer karton karakter olmaya mahkûm etmiş
olmasıdır. En acıklısı, kendi kişisel trajedilerine ayna tutuyor
olmalarıdır" diye yazıyor. Değerli milletvekilleri,
dünkü ve bugünkü Türk Medenî Kanunumuzun ilkelerini İsviçre Medenî Kanunundan
aldığımızdan dolayı âdeta sevince gark olmuşuz ve çok başarılıyızı oynuyoruz. O
sebepten, sık sık kaynak gösteriyor ve sonra da, bu ameliyenin bir reform
olduğunu ilan edebiliyoruz. Tasarıda ve her zemindeki müzakerelerde Türk'ten
çok İsviçre adı geçiyor. Birileri için övünç ve zafer çığlıkları attıran
tasarı, bu yönleriyle, bizim için, bir nakisadır ve teessürümüzü mucip olmuştur.
DSP sözcüsü Sayın Ali
Günay, konuşmasında "Batı devletlerinden birisinin medenî kanununun, Türk
Medenî Kanunu olarak alınması görüşü benimsenmiş ve İsviçre Medenî Kanununun,
bazı değişikliklerle, bir bütün halinde iktibası kararlaştırılmıştır"
diyor. Evet, işte, lafın doğrusu budur; yani, iktibastır, tercümedir;
dolayısıyla, orijinalitesi yoktur, binaenaleyh, reform da değildir. Başka bir ifadeyle, o gün
yapılan reform ise, bugünkünün adını ne koyacağız, reform üstü reform mu
diyeceğiz; bilemedik!.. Bu hükümet, bu Meclisten "reform" adı altında
çok debdebeli, şaşalı, alây-ı valâyla kanunlar çıkarmıştır; ancak, bazıları hiç
uygulanmaya konulmadan, bazıları da kısa bir müddet sonra geri dönmüştür.
Reform olarak tesmiye ettiğiniz bu kanunun akıbeti de, galip ihtimal böyle
olacaktır. Bu kanun tasarısı,
yetmişaltı yıl sonra, Türk hukukçularının ve Meclisinin kendi Medenî Kanununu
yapamadığının belgesidir. Bizim isyanımız ve hicranımız bundandır; yoksa,
maksadımız, kimseye takaza etmek değildir. Hakikat o ki, aradan 76 yıl geçmiş
olmasına rağmen, bir arpa boyu mesafe alamamışız; bunun da sevinilecek tarafı
yoktur. Genel gerekçe bile,
bugüne göre yazılamamış ve 1926'nın geçmişi kötüleme, aşağılama, inkâr ve bugz
modasına âdeta uyulmuştur. Kabuk tutmaya başlayan aziz milletimizin yarasına,
76 yıl sonra, tekrar kezzap dökülmesi, akıl kârı olamaz; olsa olsa azim bir
gaflettir; çünkü, hiçbir Müslüman Türk'ün, "onüç yüzyılın kendisini
çeviren hastalıklı inançlardan kurtulmuş" denmek suretiyle dinini tahriki,
tehlikeli bulunan gelenek ve göreneklerinin tezyifini kabul etmesi ve ürpermemesi
düşünülemez; çünkü, hakikat tarihen sabittir ki, beğenilmeyen hastalıklı
inançlar manzumesinin oluşturduğu ortak şuur, şecaat ve adaletle ve de
tehlikeli bulunan örf ve ananeleri sayesinde, bu millet, on asır hükümferma
olmuştur. Dünyanın bin yılını muhteşem medeniyetler ve örnek devlet
yönetimleriyle dolduran bu topraklar üzerinde yaşamış Selçuklu ve Osmanlıyı yok
saymak, yumuşak ifadesiyle, basiretsizliktir, haksızlıktır. Tarihin
şahitliğinde kimsenin inkârı mümkün olmayan şanlı geçmişimizden, herhalde,
ancak, düşmanlarımız rahatsız olur. Öte yandan, Nazım
Hikmet'in adına üniversitelerin kurulmasının söz konusu olduğu bugünkü Türkiye
ortamında, 76 yıl önce talihsiz bir anlayışın ısıtılarak önümüze konulması
fevkalade ıstırap verici olmuştur. Biz geçmişimize ve
ceddimize dil uzatırken, beğenmezken, Amerikan üniversitelerinde kurulan
kürsülerde, Osmanlı okutuluyor. Doğru Yol Partisinin,
millî ve manevî değerlerimizi tahkir keyfiyetini tekrar eden, tarihimizi inkâr
anlamına gelecek bir cürmün iştirakçisi olması söz konusu değildir. O itibarla,
şahsen sempati duyduğumuz, Yüce Meclisin
de, bu duygularla meşbu olduğu kanaatini taşıdığımız Sayın Adalet Bakanımızın
ve aziz milletimizin dikkat nazarlarına kemali ciddiyetle bir defa daha
sunuyoruz. Değerli arkadaşlarım,
özümüzden çıkan, her yönü bakımından bize ait olan bir Medenî Kanun Tasarısı
hazırlanıp getirilememiş, hiç değilse, bugünün Türkiyesine uygun mahiyette bir
genel gerekçe yazılabilme feraseti gösterilseydi teselli bulsaydık; bundan bile
mahrum edildiğimiz aşikârdır. Değerli arkadaşlarım, bu
kanun tasarısı ile bildiğimiz ve hepimizin içinde yaşadığı klasik aile tipinin
bir yerine, ne zaman patlayacağı belli olmayan dinamit yerleştiriliyor ve
yolunun üzerine, üstüne ne zaman basılacağı belli olmayan mayınlar konuluyor.
Dünkü oturumda, Sayın Topçu "biz, kanun koyucuyuz; ama, kanun
yapamıyoruz" dediler, bendeniz devam edeceğim, kanun da yapmıyoruz, sadece
kanun çıkarıyoruz; çünkü, hem son İçtüzük tadilatı ve hem de IMF'nin
direktifleri ve siparişleri doğrultusunda çalıştırılan Yüce Meclis, müzakere
vasfını kaybetmiş, âdeta fason çalışan bir müessese şekline dönüştürülmüştür.
15 milyar dolara çıkarılan 15 sipariş kanunun, söylediklerimizi ifade etmesi
bakımından çok takdire şayan buluyorum. Şimdi, bendeniz 574 ilâ
683 üncü maddeler üzerinde konuşuyorum. Bugüne kadar yapılan 574 madde
üzerindeki önerilerin hiçbirisinde değişiklik mümkün olmamış, Sayın
Bakanınkiler hariç. Bundan sonra da kabul göreceğini zannetmiyorum. Müzakere
ortamı bu olunca,maddeler üzerinde konuşmanın kıymeti harbiyesini de
göremiyorum. 575-683 arasında 108 madde mevcut; birer dakika konuşsak iki
saatte yakın bir süre yapıyor, İçtüzüğe göre dokuz saat yapıyor. O itibarla,
birileri gelsin, şu hakikatin dışında bir husus varsa, bize izahını yapsın. Şimdi, Sayın Bakan bir
evvelki oturumda yaptığı cevabî konuşmasında olduğu gibi, bazı
milletvekillerinin kanunun seyrini takip etmediklerinden bahisle, hâlâ, genel
gerekçe ve geride kalan maddeler üzerinde konuşulduğunu düşünebilir ve
söyleyebilir; ancak, bilinmelidir ki, bu kanun üzerinde daha çok, ama çok
konuşulacaktır. O bir tarafa, Sayın Bakan, zatıdevletleri, yetmişaltı yıl
önceki esbabı mucibe layihasını temcit pilavı gibi ısıtıp önümüze getirirken
geride kalmışlık olmuyor da, daha dumanı tüten tazelikteki maddeler üzerinde
konuşmak niye geçmiş zamana bağlanıyor?! Biz, doğru bildiklerimizi
söylemeye devam edeceğiz. Belki, hükümet, intiba hâsıl eder, tasarıyı geri
çekebilir veya tekriri müzakere talebinde bulunabilir. Muhterem arkadaşlarım, bu
tasarıyla birlikte, bugüne kadar, saadeti erkeğine teslimiyette ve onun
himayesinde, şefkatinde bulan Türk kadınına isyan ortamı hazırlanmaktadır. Bu
tasarı, Türk ailesinde manevî hazzın yerine materyalist anlayışın hoyratlığını
hâkim kılacaktır. Böylece, dillere destan, çileli, fedakâr, özveriyle bezenmiş
yüce bir müessesenin üç kuruşa paymal edilmesine doğru gidiliyor. Muazzam anlam
yüklü, refik ile refika, romanlarda ve hatıralarda kalacaktır. Bu tasarı, bizi,
kendimizden edecek, ecnebileştirecektir. Matematiksel ifadesiyle, 2'nin 1
olması şeklindeki karı-koca, taraf hale getirilecektir. Onbinlerce ailenin,
kanun çıkınca mal mülk konuşması dikkate alınacak olursa, işin kötüsü, bundan
sonra da her gün hanede mal mülk lafı edilecektir. Yeni mal rejimiyle eşler,
çocuklar uyum yerine bu çetrefilli rejimle boğuşmak zorunda kalacaklardır. İktidarınızda, milletin
ellenmedik, yeşertilmedik, morartılmadık yeri kalmadı; malını mülkünü, işini
gücünü heder ettiniz; borçlu Türkiye, borçlu aile, borçlu ferdin bırakacağı da
borç olur, doğan çocuklara da, o itibarla borçlu bir dünya hazırlayıverdiniz.
Takatı kalmadı, ümidi de yok oldu. Şimdi de, her şeye rağmen dayanışma içinde
varlığını devam ettiren insanımızın sıcacık yuvasına şeytanın çomağı
sokulmaktadır. Bu tasarıyla birlikte hep
düşünmüşümdür; kim acaba, anasından, babasından, yetiştiği aile mefhumu ve
düzeninden şikayetçi diye. Bu kanun tasarısının en
çarpıcı bir diğer hususu da, evlilik dışı ilişkiden doğan çocuklara tanınan
miras hakkıdır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Bir dakika
efendim. İLHAN AYTEKİN (Devamla) -
Muhterem arkadaşlarım, burada, bilerek veya bilmeden, kasıtlı veya kasıtsız
taaddüdü zevcatın kapısı aralanmaktadır. Bu kanunla gayrîmeşru
ilişkileri peşin kabul etmiş oluyorsunuz ve evlilik dışı ilişkide bulunanları
yüreklendiriyor, iştahını artırıyorsunuz; çünkü, ortaya konulan muameleyle bir
ümit ve teminat söz konusudur. Bu işin nerede duracağı belli olmaz. Mal, mülk,
zenginlik zebunu muhteris kimselere yeni bir alan oluşturuyorsunuz. Çocuğun
varlığında kendi teminatını gören kadınlar, bu işin takipçisi olacaktır veya
nikahlı eşinden çocuğu olmayan erkekler bu yola başvuracaktır; her iki halde de
ortada olan gayrimeşru ilişkiler içtimaî bir yara olarak önümüze çıkacaktır. Muhterem milletvekilleri,
günahlı sevaplı, eksikli fazlalı ve de kendiliğimizden olmayan bir kanun
çıkıyor. Bu kanunda ölü maddeler var, gayri kabili tatbik maddeler var, millî
bünyemize uymayan taraflar var, Türk toplumunu yeni anlayışa zorlayan maddeler
var. Keşke, Meclis Adalet Komisyonunun, parti grup sözcülerinin ve şahsen görüş
ifade eden milletvekili arkadaşlarımızın odaklaştığı maddeler tekrar ele alınıp
bakılabilseydi daha doğru olurdu diye düşünüyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (DYP, SP ve AK Partisi sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan Özkan; buyurun.
(ANAP sıralarından alkışlar) Süreyi ikiye bölüyorum
değil mi efendim? İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul)
- Ben, sizin istediğiniz kadar konuşacağım efendim. BAŞKAN - Hayır, benim
istediğim kadar olur mu efendim, rica ederim; kürsü hür. Süreyi ben ikiye böleyim;
yarı ikaz olur. ANAP GRUBU ADINA İ. SÜHAN
ÖZKAN (İstanbul) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; görüşülmekte
olan Medenî Yasa Tasarımızın bu bölümünde Anavatan Partisi Grubu adına
görüşlerimi bildirmek üzere huzurunuzdayım; Yüce Heyetinizi en derin
saygılarımla selamlıyorum. Yüksek malumları olduğu
üzere, objektif hukukun bir şubesi olarak ve geniş manada hususi hukukun
müteradifi, bir anlamda eşanlamlısı olarak Medenî Yasa, bilindiği gibi,
şahıslar arasındaki bütün hukukî münasebetleri tanzim etmektedir; bu nedenle de
çok önemli bir yasadır. Hususi hukuku normatif
anlamda düzenleyen bir temel kanun olarak görüştüğümüz bu tasarı, Medenî Kanun
olarak bütün hakları, medenî hakları, 1789'dan bu yana evrensel insan
haklarını; yani, insanların özgür ve eşit doğarak öyle kaldıklarını öngören
evrensel insan haklarına uygun olarak, şahıs sıfatıyla haiz olduğu bütün
sübjektif hakları düzenlemektedir. Siyasî hakların tabiî ki
zıttı olan medenî haklar, insanlık tarihinin her safhasında o medeniyetin
geldiği safhayı, aşamayı göstermektedir, lafzen ifade etmektedir, normatif
anlamda ifade etmektedir. Her ülke için bu temel yasa, bir anlamda kendi
uygarlığının sentezidir; ama, temel sorun, uygarlığın, dünya uygarlığının
nereye gittiğidir, dünya uygarlığının ne olması gerektiğidir ve dünya
uygarlığını düzenleyecek temel yasaların neler olması gerektiğidir. Dünyamız, bugün, büyük
kopuşlar ve gerilimler ortamındadır. İnsanlık, bugün, dünyada uygarlığın
geldiği noktayı mutlaka yeniden düşünmek ve değerlendirmek zorundadır. Yeni bir
bin yılın eşiğinde, insanlık, çok büyük kaygılarla karşı karşıyadır. Ölçüsüz
bir üretim, çılgınca bir kazanç tutkusu doğayı yağmalarken, aynı zamanda,
çocuklarımızın ve gelecek kuşakların hayatlarını yağmalamaktadır. Toprak, hava,
su kirlenmiş ve hızla kirlenmeye devam etmektedir. Bütün moral değerler, günlük
kaygıların karmaşasında giderek aşınmaktadırlar. Görüşmekte olduğumuz
tasarının önemli bölümlerinden bir tanesi miras hükümlerini düzenlemektedir.
Miras, acaba sadece kendi çocuklarımıza bıraktığımız mal mülk mü olmalıdır;
yoksa, insanlığın ortak mirasına kendi tasarruflarımızla ne kadar müspet katkı
yapabiliriz, gerçek anlamda mirasa ilişkin tasarruflarımızı bu kaygı mı
yönlendirmelidir? Şüphesiz ki, bu kaygı, mirasımız için, geleceğimiz için en
önemli yol gösterici olmalıdır. Paranoya içindeki bir teknobilim, dünyayı ve
insanlığın mirasını kahretmek için beklemektedir. Bugün bilimin fonksiyonları
da yeniden düşünülmek zorundadır. Etik, kültürel, ekolojik boyutların paranın
istilasına karşı direnebilmeleri gerçek bir yurttaşlık bilinciyle mümkündür.
Görüştüğümüz medenî yasa işte böyle bir yurttaşlık bilincinin gelişmesine
katkıda bulunursa, o zaman, bu yasayla öngörülen ve 1926'da Atatürk ve onun
arkadaşlarının, cumhuriyeti kuranların öngördüğü muasır medeniyete ulaşma
amacına katkıda bulunacaktır. Bu çağ, dünya ölçeğinde
belki de bugüne değin öngörülmemiş sorunlar ve sorumluluklarla insanlığı karşı
karşıya bırakmıştır. Bugün, gezegenimizin geleceği tehlikededir. Ekonomik
dengesizlik insanlığı tehdit etmektedir. İstikrarsız bir nüfus artışı,
sürdürülebilir bir kalkınma projesini imkânsız kılma noktasına doğru hızla
ilerlemektedir. Küreselleşmenin getirdiği sorunlar, demokrasiye rağmen, dünya
ölçeğinde ekonomik, sosyal, kültürel eşitsizlikler, hoşgörüsüzlük, içinden
çürüyen, ufalanan bir demokrasi kavramı, gelişmiş-azgelişmiş ülkeler arasında
her gün artan eşitsizlikler, bütün bu olumsuz koşullarda insanca bir dünya
kurmanın sorumluluğu, bugün medeniyetin sorunudur. İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirisinden bu yana, dokunulmaz ve kutsal bilinen sadece mülkiyet hakkıdır.
Bu hak sayesindedir ki, doğal zenginlikler metalaştırılıp,
pazarlanabilmektedirler. Acaba, bugün, mülkiyet hakkını da yeniden düşünüp, ona
daha hümanist bir muhteva vermenin zamanı gelmemiş midir? Doğanın nimetlerinin
herkese ait olması gerekir. Bunlar üzerinde insanların hakları dokunulmaz ve
kutsal olmalıdır. Bu, geleceğe bırakacağımız gerçek anlamdaki mirası korumak
için şarttır. Mülkiyet ve miras haklarını, doğanın nimetleri üzerinde yeniden
düşünüp, korumaya almamız gerekmektedir; çocuklarımızın, onların çocuklarının
geleceğini yağmacılara karşı koruyabilmemizin önşartı budur. Birleşmiş Milletler, uzun
müzakerelerden sonra, denizlerin, okyanusların içindeki bütün zenginliklerin
insanlığın ortak mülkiyetinde olduğunu ilan etmiştir; ama, aynı kuruluş üyesi
devletler, bu mülkün, bu zenginliklerin, kaba birtakım araştırmalar adına
kirletilmesine, tahrip edilmesine seyirci kalmaktadırlar. Doğanın bütün
nimetleri, tüm insanlığın hizmetine, en adaletli şekilde sunulmalıdır. Hiçbir
hak, hiçbir yasa, doğal çevreyi kirletmeyi meşru kılmamalıdır. Bu çeşit
tasarruflar sonucu meydana gelebilecek maddî zararları tazmin etme, zararı
ortadan kaldırmamaktadır. İnsanlığın ortak mallarını, ortak mirasını, ortak
zenginliklerini her ne amaçla olursa olsun bozup, sonra ödemeye çalışmak,
hukukî bir düşünce olmamalıdır. Hiç kimse, asla, kendisine ait olmayan bir
şeyin gücünü azaltma, doğasını bozup, dejenere etme hakkına sahip olmamalıdır
ve olamaz. Böyle bir hak anlayışı ne tabiî hukukta ne de ilahî hukukta yoktur.
Bu konularda yaratılacak her ayrıcalık uygarlığın aleyhine işler. Haklar ve
sorumluluklar yeni bir pencereden; ama, mutlaka, insanlığın ortak yararına göre
değerlendirilmelidir. 21 inci Yüzyıl evrensel hukukun önündeki temel problem
budur. Bugün haklar ve
özgürlükler, kategorik olarak, Birinci Dünya Savaşından bu yana önemli
değişimler göstermektedir. Birinci Dünya Savaşı itibariyle, klasik anlamda,
yaşam hakkı, fikir özgürlüğü, seyahat özgürlüğü hakları öngörülmüş ve o zamanki
anayasalarda teminat altına alınmıştır. İkinci savaş sonrasında, hakların
kategorileri değişmiş ve ikinci kuşak haklar söz konusu olmuştur. Bu haklar;
sağlık hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkıdır ve bu hakların anayasalarla, o
dönemin anayasalarıyla güvence altına alınması söz konusu olmuştur. İkinci
Dünya Savaşı sonucunda, o felaket sonrası, insanlık, bu hak kategorilerini yeni
baştan değerlendirmiş ve bu haklar, neredeyse, klasik haklara üstün hale
gelmiştir. Şimdi, 20 nci Yüzyılın
sonlarında, 21 inci Yüzyılın başında üçüncü kuşak haklar ortaya çıkmaktadır. Bu
haklar, kendilerini dayatmaktadırlar. Bu haklar; barış hakkı, korunmuş bir doğa
hakkı, dayanışmalı ekonomi hakkı, insanlığın ortak mirasına, mülkiyetine ait
olma hakkı ve ülkelerin gelişip, kalkınması hakkıdır. Bu haklar dünya çapında
tanınmalı ve mutlaka yasalara geçirilip, insanlığın ortak değerleri haline
getirilmelidir. Bu görev demokrasinindir. İkinci Dünya Savaşı
sonrasında, insan haklarındaki yeni özgürlük kategorilerinin eklenmesi yeni bir
problemi de ortaya koymaktadır. Bu haklar, artık, uluslararası kategoridedir ve
bu hakların çözümü, değerlendirilmesi, mutlaka, global toplum ve makro hukuk
sosyolojisi açısından değerlendirilmelidir. Sayın Başkan, değerli
üyeler; bugün geldiğimiz noktada, makro hukuk sosyolojisi bakımından çözülmesi
gereken en önemli problem, aktüel problem, az gelişmiş ülke problemidir.
Burada, az gelişmiş ülkeler arasındaki, az gelişmiş ülkelerin kendi realitesi,
bugün, Batı global toplumlarından çok daha önemli bir gerçek olarak kendini
ortaya koymaktadır. Medeniyetlerin, az gelişmişlik sorununu çözme sorumluluğu
vardır; kuzey-güney farkını çözme sorumluluğu vardır. Bugün, dünya medeniyeti,
her gün biraz daha açılmakta olan zengin-yoksul farkını ortadan kaldırma
sorumluluğundadır. Eğer, uygarlık ve bugün onun temsilcisi olduğunu iddia
edenler bu sorumluluklarını yerine getirmezlerse, yarın çok geç olacaktır. Sayın Başkan, değerli
üyeler; sosyal ve ekonomik eşitsizlikler arttıkça bu şiddetler de artacaktır,
ulusal ölçekte artacaktır; suçların çoğaldığı toplumlar kendi düzenini
sağlamakta zorlanacaklardır. Uluslararası düzeyde terörizm, bugün olduğu gibi,
ekonomiyi velhasıl düzeni yerle bir edecek boyutlara ulaşacaktır. Şimdi, artık,
yeni bir bilinci, gerçek anlamda bir dünya vatandaşı olmanın, ulusal bilinçle
beraber uluslararası adaleti gerçekleştirme bilincini gerçekleştirme zamanıdır.
Bu, kümülatif adalet anlayışıyla sağlanabilir. Kümülatif adalette asıl
olan, insanlar arasındaki eşitliktir. Hukuk ve ahlak anlayışı, yani adalet, bu
kadarı yeterlidir. Şimdi, bunun için, eğer, eşitlik konusu bu kadar hafife
alınırsa, bugünkü dünya medeniyetlerinde olduğu gibi eşitlik konusu hafife
alınırsa, bugün, dünya, geldiği noktadan daha ileriye gidemez. Eşitlik, hiçbir
meseleyi çözmese bile, adildir. Bugün, kümülatif adaletin esası, artık, sadece
bireylerarası eşitlikten değil, evrensel olan uluslararası eşitlikten
geçmektedir. Sayın Başkan, değerli
üyeler; bugün, dünya, durumu itibariyle, hukukî tarifi itibariyle gabine
uygundur ve azgelişmiş ülkeler tam bir müzayaka halindedir. Bugün, gabini
önlemenin yolu, azgelişmiş ülkeleri, gelişmekte olan ülkelere karşı müzayaka
halinden kurtarmanın yolu yeni bir sosyal anlayıştan, sosyal sözleşmeden
geçmektedir. Bu sözleşmede temel prensip, mutlaka, en çok kazananın insanlığa,
uygarlığa en çok katkıda bulunması zorunluluğudur. Bu, gerçek anlamda adaletin
tecellisi olacaktır ve uygarlık kendini ancak böyle yüceltebilecektir. Yeni tasarı, bir
resepsiyon faaliyetidir. 1920'li yıllardan bu yana uygulamada kendi
şartlarımızın, ülkemizin şartlarının ortaya koyduğu ihtiyaçlarımızın... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) İ. SÜHAN ÖZKAN (Devamla)
- 2 dakikada bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - İstirham ederim,
buyurun efendim; vaktiniz var, 10 dakikanız daha var. Veciz konuşma
yapıyorsunuz... İ. SÜHAN ÖZKAN (Devamla)
- Teşekkür ederim. ... bir resepsiyon
faaliyetidir; ama, 1926'dan bu yana, kendi ihtiyaçlarımızın, kendi
şartlarımızın ortaya koyduğu gerçekleri de yeniden nazarı itibara alarak yeni
bir resepsiyon faaliyeti yapıyoruz. Bu faaliyete, tam
manasıyla, hukuk sosyolojisi açısından bir resepsiyon faaliyeti denilemez, bir
iktibas faaliyeti denilemez; çünkü, uygarlık, mutlaka, kendi hukuk
sistemlerinin birbirini etkilediği bir uygarlıktır. Bugün, geldiğimiz noktada,
iktibas yapılan sistemin tatbikatında da meydana gelen aksaklıklar göz önüne
alınarak yeni öneriler getirilmiş ve ülkemiz gerçekleri de nazarı itibara
alınmıştır. Yalnız, burada, bir önemli konuyu hukuk sosyolojisi açısından ve resepsiyon
problemi açısından ortaya koymakta fayda görüyorum. Bir yasama faaliyetinde
en önemli problem, örf ve âdetlerin durumudur. Hukuk sosyolojisi açısından, örf
ve âdetler, fevkalade büyük bir önem arz etmektedir. Klasik hukuk
sosyolojisinde, yasama faaliyetinin nötralize edemediği tek faktör, tek alan,
örf ve âdetler alanıdır. Medenî Kanun Tasarısı yasalaştıktan sonra, örf ve
âdetlerimizi kendi tabiî seyri içinde gelişmeye bırakmak konusunda tatbikata
yol gösterecek bir içtihat faaliyetini de, mutlaka ve mutlaka, gerçekleştirmek
zorundadır. Sayın Başkan, değerli
üyeler; çok önemli bir uygarlık projesini görüşüyoruz. Bu uygarlık projesine
bugüne kadar çok kişi katkı yaptı; Sayın Bakanımız, Bakanlık çalışanları, sivil
toplum örgütleri, bilgisi olan, birikimi olan herkes katkıda bulundular. Adalet
Komisyonu, yaklaşık 1060 maddelik bu tasarı üzerinde çok önemli çalışmalar
yaptı, büyük emekler sarf etti. Burada, tüm partiler, en son şekline,
fikirleriyle yeni ilaveler yapmak istediler. Ben, inanıyorum ki, bu
yasa, önümüzdeki dönemlerde Türkiye'nin yeni uygarlık projesine, Türk
toplumunun uygarlık projesine çok önemli katkılar sağlayacaktır. İnanıyorum ki,
eksiklikler, tatbikattan doğabilecek olan eksiklikler de, mutlaka, yeni baştan
değerlenecek ve yeniden, yasama faaliyetlerinin sonucu bu yasaya eklenecektir.
Bu yasa, mutlaka ve mutlaka, amacına ulaşacak ve tarihinin en eski çağlarından
bu yana, dünyanın en eski uygarlıklarından biri olan Türk toplumuna, gerçek
anlamda, bugünün dünyasında gerçek uygar bir toplum olma yolunda çok büyük
katkı sağlayacaktır. Bu düşüncelerle, Yüce
Heyetinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Özkan,
teşekkür ediyorum. Gruplar adına görüşmeler
tamamlanmıştır. Sayın Bakan, buyurun.
(DSP sıralarından alkışlar) ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, bugün görüşmemiz
gereken maddelerle ilgili açıklamalar yapmak istiyorum, ondan sonra, değerli
sözcülerin görüşleri hakkında cevap hakkımı kullanacağım. Türk Medenî Kanunu
Tasarısının miras hukukuyla ilgili Üçüncü Kitabının İkinci Kısmı, mirasın
geçmesini düzenlemektedir. Bu kısım, "Mirasın Açılması",
"Mirasın Geçmesinin Sonuçları" ve "Mirasın Paylaşılması"
başlıklarını taşıyan üç bölümden oluşmaktadır. Mirasın açılmasıyla
ilgili Birinci Bölümdeki maddelerde, gerek kenar başlıkları gerek metinleri
itibariyle, düzenleme konularına uygun değişiklikler yapılmıştır. Tasarının 581
inci maddesinin ikinci fıkrasıyla getirilen yeni düzenlemede, mirasbırakandan
önce ölmüş olan vasiyet alacaklısının, vasiyet alacağı hakkının mirasçılara
geçmeyeceği hükme bağlanarak, yürürlükteki Kanunda mirasçının haklarının kendi
mirasçılarına geçeceğini belirten 523 üncü maddesinin aksine bir hüküm
getirilmiştir. Bu durumda, vasiyet alacağı, vasiyet alacaklısının mirasçılarına
geçmeyecek, vasiyeti yerine getirmekle yükümlü olan mirasçılar lehine ortadan
kalkacaktır. İkinci Bölüm, mirasın
geçmesinin sonuçlarını düzenlemektedir. Bu bölümün birinci ayrımı, "Koruma
Önlemleri" başlığını taşımaktadır. Yürürlükteki kanunun 531 inci
maddesinin yerini alan tasarının 589 uncu maddesine yeni eklenen "bir fıkrayla,
koruma önlemleriyle ilgili giderlerin, ileride terekeden alınmak üzere, istemde
bulunan kişi tarafından, eğer, önleme, hâkim re'sen karar vermişse, devlet
tarafından karşılanması kabul edilmiştir. Tasarının 598 inci
maddesinin kenar başlığı, yürürlükteki kanunun 538 inci maddesinin
"Malların itası" şeklindeki kenar başlığın içeriğiyle uyumlu olmaması
nedeniyle, "Mirasçılık belgesi" şeklinde ifade edilmiştir. Yürürlükteki madde,
sadece atanmış mirasçılık belgesi verilmesini öngörmektedir. Oysa, yasal
mirasçıların da böyle bir belgeye ihtiyaç duyduklarına şüphe yoktur. O nedenle,
yeni düzenlemede yasal mirasçılara da yer verilmiştir. İkinci Ayırımda mirasın
kazanılması düzenlenmektedir. Yürürlükteki Kanunun 549 uncu maddesinin yerini
alan Tasarının 609 uncu maddesine eklenen yeni iki fıkrayla, mirasın reddi
iradesinin açıklanması üzerine yapılacak işlemlere açıklık getirilmiş, bu
arada, reddeden mirasçı isterse, kendisine reddi gösteren bir belge verilmesi
öngörülmüştür. Yürürlükteki Kanunun 533
üncü maddesinin karşılığı olan Tasarının 613 üncü maddesinde, altsoyun
tamamının mirası reddetmesi halinde, bunların payının, sağ kalan eşe kalacağı
hükme bağlanmış ve böylece, sağ kalan eş daha fazla korunmuştur. Üçüncü Ayırımın başlığı
"Resmî Defter Tutma" şeklinde değiştirilmiştir. Bu ayırımda yer alan
maddelerde esasa ilişkin önemli değişiklik yapılmamıştır. Dördüncü Ayırımda
"Resmî Tasfiye" başlığı altında terekenin resmen tasfiyesi
düzenlenmektedir. Bu ayırımda yer alan hükümlerde de, esasa ilişkin önemli
değişiklik yoktur. Beşinci Ayırımda, miras
sebebiyle istihkak davası düzenlenmektedir. Bu davanın adının, 1971
Öntasarısında önerildiği gibi "mirasçılık davası" şeklinde
değiştirilmesi düşünülmüşse de, bu terimin, söz konusu davayı tam anlamıyla ifade
etmediği, ayrıca, halen kullanılmakta olan terimin uygulamada yerleşmiş olduğu
dikkate alınarak, bu yola gidilmemiştir. Yürürlükteki Kanunun 577
nci maddesinin yerini alan Tasarının 637 nci maddesine eklenen yeni bir
fıkrayla, miras sebebiyle istihkak davasında hâkimin, mirasçılık sıfatıyla
ilgili uyuşmazlıkları da çözmesi hükme bağlanmıştır. Yürürlükteki Kanunun 579
uncu maddesinde, kötü niyetli zilyetlere karşı miras sebebiyle istihkak
davasının zamanaşımı süresi otuz yıldır. Bu süre, mülkiyetin olağanüstü
zamanaşımıyla kazanılmasına ilişkin yirmi yıllık süreyle, miras sebebiyle
istihkak davası arasında paralellik sağlamak üzere tasarının 639 uncu
maddesinde yirmi yıla indirilmiştir. Mirasın paylaşılmasıyla
ilgili Üçüncü Bölümün Birinci Ayırımında, paylaşımdan önceki miras ortaklığı
düzenlenmektedir. Mirasta terekenin tabi
olduğu elbirliği mülkiyetine yöneltilen en önemli eleştiri, mirasçıların
birlikte hareket etmek zorunda olmaları; dolayısıyla, terekedeki hakların
korunması amacıyla, bireysel olarak hareket edememeleridir. Bu bakımdan,
yürürlükteki Kanunun 581 inci maddesi ile 583 üncü maddesinin ikinci fıkrasının
karşılığı olan Tasarının 640 ıncı maddesine eklenen yeni bir fıkrayla,
mirasçılardan her birinin hakkını korumak için, tek başına dava açmasına olanak
sağlanmıştır. Tasarının 641 inci
maddesinin ikinci fıkrasıyla getirilen yeni düzenleme uyarınca, ana ve baba
veya büyük ana ve büyük babayla birlikte yaşayan ve emeklerini veya gelirlerini
aileye özgüleyen çocuklar ile torunlara verilecek uygun tazminat, terekenin
paylaşılmasından önce hak sahiplerine ödenecek, bundan sonra geri kalan tereke
değerleri mirasçılar arasında paylaşılacaktır. Mirasbırakanın ölümünde,
onunla birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimselerin geçim
masraflarının terekeden sağlanması süresi, yürürlükteki Kanunun 585 inci
maddesinde bir ay iken, Tasarının 645 inci maddesinde, ülkenin koşulları da göz
önünde bulundurularak, üç aya çıkarılmıştır. İkinci Ayırımda
paylaşmanın nasıl yapılacağı düzenlenmiştir. Tasarının 652 nci maddesiyle
getirilen yeni düzenlemede, eşlerden birinin ölümü halinde, tereke malları
arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu varsa, sağ
kalan eşin korunması amacıyla, bunlar üzerinde miras hakkına mahsuben mülkiyet
hakkı tanınmasını isteyebileceği öngörülmüştür. Yine, haklı sebeplerin varlığı
halinde, sağ kalan eşin veya mirasbırakanın diğer yasal mirasçılarından birinin
istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınması olanağı
getirilmiştir. Yürürlükteki Kanunda
karşılığı bulunmayan 656 ncı madde, mirasın paylaşılması sırasında
taşınmazların bölünmelerine kısıtlama getiren özel kanun hükümlerinin dikkate
alınacağını vurgulamak için konulmuştur. Yürüklükteki Kanunun 597
nci maddesinde değişiklik yapılarak, yeniden düzenlenen tasarının 569 uncu
maddesinde, terekede bulunan, ekonomik bütünlüğe ve yeterli tarımsal varlığa
sahip bir tarım işletmesinin, işletmeye ehil mirasçılardan birinin istemde
bulunması halinde, bu mirasçıya, gelir değeri üzerinden, bölünmeksizin
özgüleneceği belirtilerek, tarımsal işletmenin varlığı ve mirasçıların çıkarı
korunmaya çalışılmıştır. Ayrıca, işletmenin, değerinde azalma olmaksızın,
yeteri kadar gelir sağlayan birden çok tarım işletmesine bölünebilecek
nitelikte olması halinde, bunları isteyen ve işletmeye ehil bulunan mirasçılara
ayrı ayrı özgülenebileceği öngörülmüştür. Tasarı 662 nci maddesi,
tarımsal işletmelerin varlık ve bütünlüğünü korumak amacıyla getirilmiş, yeni
bir düzenlemedir. Bu düzenlemenin, tarım sektörünün ülkemiz açısından taşıdığı
önem nedeniyle yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu maddeyle, işletmenin
özgülenmesini isteyen ve bu işletmeyi yürütmeye ehil bir mirasçının bu yöndeki
istem hakkının, mirasbırakan tarafından ölüme bağlı bir tasarrufla ortadan
kaldırılamayacağı kabul edilerek, mirasbırakanın arzusundan önce, tarımsal
işletmenin varlığını sürdürebilmesi yoluyla yurt ekonomisinin korunması
amaçlanmıştır. Tasarıyla yeni getirilen
663 üncü maddede, mirasçılar arasında ergin olmayan; fakat, ayırt etme gücüne
sahip bulunan altsoy hısımların bulunması halinde, bunların ergin olmalarına
kadar özgülemenin ertelenmesi kabul edilmiştir. Tasarının 668 inci
maddesinin de, yürürlükteki kanunda karşılığı yoktur. Bu yeni maddeyle,
işletmenin bir bütün olarak özgülenmesini mirasçılardan hiçbirisi istemez ya da
böyle bir istekte bulunmasına karşın bu istek reddedilirse, mirasçılardan her
birinin işletmenin bir bütün halinde satılmasını isteyebileceği kabul edilerek,
işletmenin varlığının ve bütünlüğünün korunması amaçlanmıştır. Üçüncü Ayırım,
yürürlükteki Kanundaki "Mirasta İade " başlığı yerine, düzenlenen
kurumu daha iyi açıklayan bir ifadeyle "Mirasta Denkleştirme"
başlığını taşımaktadır; çünkü, burada, alınanın fiilen geri verilmesi anlamında
bir iade değil, terekenin hesabında değerinin göz önünde tutulması ve paylaşma
sonucunda mirasçıya düşecek paydan indirilmesi söz konusudur; bu ise, bir iade
değil, denkleştirme işlemidir. Denkleştirmeye tabi
karşılıksız kazandırmaları gösteren 669 uncu maddenin ikinci fıkrasına,
yürürlükteki kanunun 603 üncü maddesinde bulunmayan, fakat, kaynak İsviçre
Medenî Kanununun 626 ncı maddesinde yer alan, bir "mal varlığını
devretmek" de eklenmiştir. Tasarının 673 üncü
maddesinin kenar başlığı, kaynak kanuna uygun olarak "denkleştirme
değeri" şeklinde değiştirilmiştir. İkinci fıkra ile getirilen yeni hüküm,
maddenin amacına uygun olarak, yarar ve zarar ile gelir ve giderler hakkında
mirasçılar arasında sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanacağını
belirtmektedir. Oysa, yürürlükteki kanunun 607 nci maddesi, mirasçıların
sorumluluğu konusunda zilyedin haklarına ilişkin hükümlere yollama yapmaktadır. Dördüncü Ayırım,
paylaşmanın tamamlanması ve sonucunu düzenlemektedir. Yürürlükteki kanunun 611
inci maddesinin yerini alan, tasarının 676 ncı maddesine eklenen, yeni ikinci
fıkrasına göre, mirasçıların tereke mallarının tamamı ve bir kısmıyla ilgili
olarak, elbirliği mülkiyetinin payları oranında, paylı mülkiyete
dönüştürülmesini de kabul edebilirler. Böylece, paylaşmanın, paylı mülkiyete
dönüştürme şeklinde gerçekleşmesine de olanak sağlamış bulunmaktadır. Yürürlükteki kanunun 612
nci maddesinin yerini alan, tasarının 677 nci maddesinin, birinci fıkrasına,
"miras payının devrinin, terekenin tamamı veya bir kısmı üzerinde
olabileceği" hükmü eklenmiştir. Böylece, doktrinde ve yargı kararlarında
kabul edilen "payın devrinin, terekenin tamamı üzerindeki payı
kapsamasının zorunlu olmadığı" yolundaki görüşe yasal dayanak
sağlanmıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; miras hukukuyla ilgili olarak söyleyeceklerim bunlar. Şimdi,
tasarının gerek geneli üzerinde gerek diğer kitapları hakkında, değerli
sözcülerin açıkladığı görüşler hakkındaki düşüncelerimi söylemek istiyorum. Türk Medenî Kanunu,
1926'da ülkemizde bir hukuk devrimini gerçekleştirmiştir; bunda hiç şüphe yok
ve görüyorum ki, bütün arkadaşlarımız bu görüşü paylaşmaktadır. Şimdi yapılan ise,
1926'da gerçekleştirilen devrimin, 21 inci Yüzyılda, bu yüzyılın anlayışına ve
bu yüzyıl Türkiyesinin gereksinimlerine uygun olarak daha ileri bir çizgiye
taşınmasıdır. Dolayısıyla, 1926'da gerçekleştirilen hukuk devriminin devamı,
daha ileriye götürülmesi niteliğinde bir büyük eserdir. Hiç kimse bu eseri
küçümsemeye kalkışmamalıdır. Dünya, çağdaş kurallar
içinde yaşamaktadır. Türkiye, bu kuralların dışında değildir. Dünyada yetmişbeş
yıl içinde olan gelişmelerin, ülkemizdeki gelişmelerin, bu tasarıyla
yasalaşması kadar doğal bir şey olamaz. Bunlar yapılmıştır. Tasarının en önemli
özelliklerinin başında, eşitlik ilkesinin her alanda vurgulanması gelmektedir.
Her şeyden önce, bu, ailede gerçekleşmiştir. Bu, yalnız bizim Anayasamızın
gereği değil, aynı zamanda, burada sözü edilen Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin de gereğidir. Altında Türkiye'nin de
imzası bulunan bu sözleşmenin 15 inci maddesinde, taraf devletler, kadınlara,
kanun önünde erkeklerle eşit haklar tanımayı taahhüt etmişlerdir. Yine, bu
sözleşmenin 16 ncı maddesinde, taraf devletler, kadınlara karşı evlilik ve aile
ilişkileri konusunda ayrımı önlemek için gerekli bütün önlemleri almayı ve
özellikle kadın-erkek eşitliği ilkesine dayanarak kadınlara eşit hakları
sağlamayı taahhüt etmişlerdir. Bunlar arasında, evlilik süresince ve evliliğin
son bulmasında aynı hak ve sorumlulukların tanınması söz konusudur. Evlilik birliğinde, yeni
tasarıya göre, artık bir aile reisi yoktur; ancak, eşler, evlilik birliğini
eşit hak ve görevlerle, eşit sorumluluklarla yöneteceklerdir. Çocukların
eğitiminden, her iki eş de sorumlu olacaktır, çocukların eğitimini birlikte
sağlayacaklardır. Bu anlamda, her iki eşin
de, yeni evlilik düzeninde, ailenin başkanı olduğu söylenebilir; ama, bu
tasarıda, yürürlükteki kanunda da olduğu gibi, ev düzeniyle ilgili hükümler
vardır ve orada, bir ev başkanı belirlenmesi olanağı da vardır. Bu, kanuna,
sözleşmeye ve örf ve âdete göre, aile halinde birlikte yaşayan insanların
belirlemiş olacağı bir başkandır. Dolayısıyla, bu anlamda, özellikle sorumluluk
bakımından önem taşıyan bir ev başkanlığı söz konusudur; ama, evlilik birliği,
eşit insanların beraberliğidir. Ayrıca, evlilik bir
paylaşmadır. Bu tasarıyla getirilen mal rejimi, eşleri birbirine düşürmeyecek,
aksine, bugün eşlerden birinin ezilmesine yol açan bir düzene son verecektir... RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Sizin hocanız bunu beğenmiyor Sayın Bakan. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - ... ve bundan böyle, eşler, gerçekten, maddî bakımdan da
birbirine destek olan insanlar olarak ve paylaşmayı bilen insanlar olarak
mutluluğu bulacaklardır. Tasarı, bunun hukukî kurallarını ve maddî temelini
sağlayacak düzeni getirmiştir. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Sayın Bakan, Prof. Sayın Tuğrul Ansay'ın eleştirilerine bir diyeceğiniz var
mı? Sizin hocanız... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, herhalde, böyle bir görüşme düzeni yok. Sayın Başkan herhalde
gerekli uyarıyı yapacaktır. BAŞKAN - Karşılıklı niye
konuşuyorsunuz efendim. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Müzakere ya... Başkanım, müzakere karşılıklı olur. BAŞKAN - Sayın Bakanın
sözünü kesmeyin efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Bizim Anayasamız, mülkiyet ve miras hakkını kabul etmiş bir
olan bir anayasadır. Dolayısıyla, Türk Medenî Kanunu Tasarısının miras hukuku
kitabı da bu hükümler çerçevesinde hazırlanmıştır. Burada, evlilikdışı doğan
çocuklar bakımından da, baba açısından eşit hak tanınmıştır. Aslında,
yürürlükteki Türk Medenî Kanununun 252 nci maddesinde, nesebi tashih edilen
çocuğun, ana ve babasına ve onların hısımlarına karşı ayniyle nesebi sahih olan
çocuğun hukukunu haiz olacağı belirtilmiştir. Anayasa Mahkememiz de 1991
yılında Türk Medenî Kanununun 292 nci maddesiyle ilgili olarak verdiği bir
iptal kararında bu eşitsizliği belirtmiştir. Dolayısıyla, artık, yeni hukukumuzda,
çocuklar arasında doğuşları itibariyle herhangi bir eşitsizlik söz konusu
olmayacaktır. Bu, aynı zamanda,
Anayasamızın da gereğidir. Anayasamızın 41 inci maddesine göre, devlet, ailenin
refahını, mutluluğunu özellikle anayı ve çocukları koruyucu tedbirleri almakla
yükümlüdür. İşte, burada yapılan, çocukların korunmasıdır; evlilikdışı
ilişkilerin teşvik edilmesi değildir. Çünkü, tasarıya göre, bir
evlilikdışı ilişki olarak zina, boşanma sebebidir. Yine, zina, yasal mal rejimi
olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminde kusurlu eşin
artıkdeğerdeki pay oranının, hakkaniyete uygun olarak azaltılması veya
kaldırılması nedeni olarak düzenlenmiştir. Yine, zina, mirasçılıktan çıkarma
nedeni olabilir. Bu hükümler dikkate
alındığında, sadece çocuklar arasında eşitliği sağlamak itibariyle, doğuşları
bakımından fark gözetmeksizin eşitliği sağlamak itibariyle getirilen ve hem
Anayasamıza hem Çocuk Hakları Sözleşmesine uygun olan bir düzenlemenin,
evlilikdışı ilişkileri teşvik edeceği söylenemez; bu iddialar yersizdir ve
geçersizdir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakanım,
toparlıyorsunuz değil mi efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Evet, izin verirseniz toparlayacağım. Burada, bazı
arkadaşlarımız, bu tasarının çağdaş olmadığını söylediler; ama, o arkadaşların eleştirdiği
noktalara baktığım zaman, onların eleştirilerinin çağdaş düzenlemelere yönelik
olduğunu görüyorum. Dolayısıyla, o arkadaşlar gerçekte çağdaş düşünceyi
savunmuyorlar. Dolayısıyla, çağdaş düşünce adına, bu tasarıyı eleştirme
konusunda biraz daha insaflı olmaları gerekir. Gerçekte, onların, henüz tam
olarak paylaşamadığı, tam olarak kavrayamadığı bu tasarının çağdaş
hükümleridir. Bir arkadaşımız,
tasarının ismi üzerinde durdu. Bunun, tasarının genel eğilimi olan yerleşmiş
Türkçe kelimeleri kullanmaya uygun olarak "Türk Uygar Yasası" veya
"Türk Uygarlık Yasası" olarak getirilmesi gerektiğini söyledi.
Aslında, burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Türk Medenî Kanunu, Batı
dillerinde ya "code civil ya "codice civile" ya
zivilgesetzbuch" ya da "Bürgerliches gesetzbuch" olarak
adlandırılmaktadır. Bunun anlamı, bir sitede, bir burgda, bir şehirde veya daha
geniş olarak bir yurtta, bir ülkede birlikte yaşayan insanlara uygulanan kanun
demektir. Buradaki "medenî" sözcüğü, şehir anlamına gelen "medine"
sözcüğünden gelmektedir. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
O da Arapça, onu da değiştirin, "uygar" deyin. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Biz yerleşmiş sözcükleri kullanıyoruz. Burada, görüyorsunuz
ki, tasarıyı hazırlayanlar aşırı bir tutum içinde olmamışlardır, yerleşmiş
sözcükleri kullanmışlardır. Burada da "medenî" sözcüğü
"uygarlık" anlamında değil; ama, bir sitede, bir şehirde, bir
medinede, bir yurtta, bir ülkede birlikte yaşayan insanlara uygulanan kurallar
demektir. Ayrıca, bu yasa tasarısı
bireyi devlete tabi tutmamıştır. Medenî kanunlar ve bu kanun tasarısı, bireyi,
doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar bütün hukukî ilişkilerinde esas almıştır.
Bu kanun tasarısı dört kitabıyla bir Borçlar Kanunu değildir. Türk hukukunda
Borçlar Kanunu ayrı bir kanun olarak düzenlenmiştir ve o da Medenî Kanunun
tamamlayıcı bir parçasıdır. Borçlar Kanununun yenilenmesiyle ilgili
çalışmalarımız devam etmektedir; ama, sözleşmeler Borçlar Kanununda düzenlenmiştir;
ama, bu kanunda da belli konularda sözleşme yapma olanağı öngörülmüştür ve
burada da sözleşme özgürlüğü tam olarak gerçekleştirilmiştir. O nedenle, huzurunuza
sunmuş olduğumuz tasarı, en çağdaş ve insan haklarına uygun bir tasarı, olarak
hazırlanmıştır. Tersine düşünceler, bu tasarıyla getirilen yeniliklerin çok
uzağında kalmaktadır. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Buyurun Sayın Komisyon. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; iki hafta boyunca
Medenî Kanun Tasarısını görüşüyoruz. Öncelikle, buradan, bütün gruplara, yapıcı
eleştirileri için, Komisyon Başkanı olarak teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Bilindiği üzere 1 030
maddeden ibaret, geriye doğru gidildiğinde elli yıllık bir çalışmanın ürünü
olan ve profesör düzeyindeki otuzdört bilim adamının zaman zaman katılımlarıyla
gerçekleşmiş, komisyonlarda teşekkül etmiş, şu anda da aramızda bulunan ve
zaman içinde ikisi de komisyon başkanlığını sürdürmüş olan Sayın Prof.
Akıntürk, Sayın Prof. Kılıçoğlu'nun da bulunduğu komisyonlarda hazırlanmış, 1
030 maddeden ibaret ve bizim, reform olduğunu iddia ettiğimiz, pek çok
arkadaşımızın da iştirak ettiği bu kanun tasarısının, zaman zaman çağdışı
olarak nitelenmesini, doğrusu, üzüntüyle karşılıyorum. Bu, böylesine ciddî,
bilim adamlarının, Türkiye'nin yetiştirmiş olduğu bilim adamlarının,
uygulayıcıların hazırlamış olduğu ve şu anda da Meclisimizde görüşülmekte olan
bu tasarının çağdışı olarak vasıflandırılmasını haksızlık olarak niteliyorum. Bunu
belirtmek isterim. Bu cümleden olmak üzere,
Sayın İlhan Aytekin, biraz önce yaptığı konuşmada, bu kanunla yapılan
düzenlemelerin, gayrimeşru çocukların artmasına neden olacağını söyledi,
zinanın artmasına neden olacağını söyledi. Bunlar, sanıyorum, maksadını aşan
sözler olsa gerek. Bu görüş doğru değildir, bu görüşe katılmak mümkün değildir.
Zira, eğer onun görüşüne katılacak olursak, biz, bütün masum çocukları
cezalandırmış olacağız. Ayrıca, Medenî Kanun, düzenlemesi içinde zinayı müeyyide
altına almıştır; zina, mutlak bir boşanma nedenidir, mirastan çıkarma
nedenidir, nafaka alamama nedenidir, ayrıca, tazminat alamama nedenidir. Kaldı
ki, 1994 yılında altına imza koymuş olduğumuz Çocuk Hakları Sözleşmesinin 2 nci
maddesi de bu hususu gayet ayrıntılı biçimde düzenlemiştir; "taraf
devletler, bu sözleşmede yazılı olan hakları, kendi yetkileri altında bulunan
her çocuğa, kendilerinin, ana babalarının veya yasal vasilerinin sahip
oldukları ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal etnik
ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir
ayırım gözetmeksizin tanır ve taahhüt ederler" denilmektedir. Türkiye de çağdaş bir
ülkedir. O arkadaşımızın söylediği gibi, bu yasanın adı "uygarlık
yasası" olamaz; ama, uygarlıkla ilgili bütün çağdaş düzenlemeleri Medenî
Kanun Tasarısı bünyesinde barındırmaktadır. Bu hususu düzeltmek
istiyorum. Teşekkür eder, saygılar
sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Başkan. Efendim, görüşmeler
bitti, iki adet önerge var... MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN - Bir dakika
efendim, önergelerden sonra... Müsaade edin, grup başkanvekilinizi dinleyin;
önergeleri okutalım, konuşun; önde grup başkanvekiliniz var; yani,o bilir ne
yapacağını. Önergeleri okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 618 inci maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki
şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz. Saygılarımla. Cevat Ayhan Fethullah
Erbaş Sakarya Van Mal varlığı borcuna
yetmeyen miras bırakanın mirasını reddeden mirasçılar onun alacaklarına karşı
ölümünden önceki 5 yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında
geri vermekle yükümlü olacakları değer ölçüsünde sorumlu olurlar. BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum; okutup işleme alacağım. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 634 üncü maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki
şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz. Saygılarımla. Cevat Ayhan Fethullah
Erbaş Sakarya Van Resmî tasfiye sulh
mahkemesi tarafından yapılır. Hâkim bu görevi, atayacağı bir ya da birkaç
memura yaptırabilir. BAŞKAN - Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet ? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) -Katılmıyoruz. BAŞKAN - Buyurun
efendim... Gerekçesini mi okuyayım? YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Gerekçeyi okuyun lütfen. BAŞKAN - Peki, teşekkür
ederim. Gerekçeyi okutuyorum: "Gerekçe: Yapılan
değişiklik halen yürürlükte bulunan mevcut kanuna uygundur. Tasarıdaki tasfiye
memurları sulh hâkimi gibi anlaşılmaktadır. Bu ise, kabul edilemez bir
durumdur. Bunu düzeltmek için bu önergeyi vermek zorunda kaldık." BAŞKAN - Efendim,
Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum : Kabul... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz. SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz... BAŞKAN - Efendim, bir
dakika, istirham edeyim, lütfen... Kabul edenler... SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Günbey,
müsaade eder misiniz... Kabul edenler....
Etmeyenler... Kabul edilmemiştir efendim. Müsaade buyurursanız...
Grup başkanvekillerinizle anlaştık, istirham edeceğim... Oylamaya geçince... SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Hakkımız değil mi milletvekili olarak?! BAŞKAN - Hakkınız, bir
şey demiyorum; hakkınızın dışında sözler de veriyorum; istirham ederim, şu
Başkanlığı kırmayın. Hesabımız var sizinle beraber... Diğer önergeyi okutup
işleme alacağım. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 618 inci maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki
şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz. Saygılarımla. Cevat Ayhan Fethullah
Erbaş Sakarya Van Mal varlığı borcuna
yetmeyen miras bırakanın mirasını reddeden mirasçılar onun alacaklarına karşı
ölümünden önceki 5 yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında
geri vermekle yükümlü olacakları değer ölçüsünde sorumlu olurlar. BAŞKAN - Sayın
Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum: "Gerekçe : 618 inci maddede
ödemekten aciz bir miras bırakandan bahsedilmektedir. Borç ödemeden aczi tespit
edecek mahkemedir ve aciz vesikasının behemehal alınması gerekir. Keza 617 inci
maddede de bu şekilde kullanılmıştır. Borç ödemekten acizlik belge ile ispat
edilir. Mirasın reddi için ise vesika gerekmez." BAŞKAN - Efendim,
Komisyonun ve Hükümetin kabul etmediği önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmemiştir. Şimdi... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyor arkadaşımız. BAŞKAN - Tabiî efendim,
istirham ederim; iki grupta da var, onun için Sayın Günbey'e şey yaptım. Yedinci bölümü oylarınıza
sunacağım; ancak, karar yetersayısı istenilmiştir. Yedinci bölümü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Ve bundan sonra oluşması da... BAŞKAN - O eziyeti ben
çekerim; usulü bozmayalım efendim, Allah korusun, sonra yol olur. Birleşime 5 dakika ara
veriyorum. Kapanma Saati : 18.23 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati :18.25 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Cahit Savaş
YAZICI(İstanbul) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 18 inci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 723 sıra sayılı kanun
tasarısının Yedinci Bölümünün oylanması sırasında karar yetersayısının
aranılması istenmişti ve yapılan oylamada karar yetersayısı bulunamamıştı. VI. - KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 2. - Türk
Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara
Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425,
2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde. Yedinci Bölümü tekrar
oylarınıza sunup, karar yetersayısını arayacağım. Yedinci Bölümü kabul
edenler... Etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur; bir daha da, karar
yetersayısını bulamayacağımız için... Bir arzım var efendim -lütfen dinlerseniz- 13
Kasım 2001 Salı günü Anayasanın 86 ncı maddesinde yapılan değişikliğin ikinci
görüşmelerini yapacağız. Bu teklifin yeterli çoğunlukla kabul edilebilmesi
için, muhterem milletvekillerinin salı günü Genel Kurul salonunda bulunmalarını
rica ediyorum. Ayrıca, yine, bu 86 ncı maddeyle ilgili oylama üç kere
yapılacaktır efendim; 1 inci madde üzerinde, 2 nci madde üzerinde ve tümü
üzerinde. Beray-ı malumat arz
ettikten sonra, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla
görüşmek için, 13 Kasım 2001 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum. Kapanma Saati : 18.27 VII. - SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI |
|