Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 75

 

17 nci Birleşim

7 . 11 . 2001 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1. – Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu'nun, Şartla Salıverme Kanunu kapsamına girip de TBMM'ce resen Adalet Bakanlığına iadesi imkânı bulunmayan yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili dosyaların akıbetinin belirlenmesi maksadıyla Adalet Bakanlığınca TBMM Başkanlığından istenilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak'ın, Afganistan ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki savaşa ilişkin gündemdışı konuşması

2. – Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, Afganistan ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki savaşa ilişkin gündemdışı konuşması

3. – Ankara Milletvekili Şevket Bülend Yahnici'nin, Afganistan'ın dünü ve bugününe ilişkin gündemdışı konuşması

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 19 arkadaşının, özürlülerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/215)

IV. – OYLAMASI YAPILACAK İŞLER

1. – Ankara Milletvekili Koray Aydın'ın milletvekilliğinden istifa etmesi nedeniyle Anayasanın 84 üncü maddesi gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin düşmesinin oylanması

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527)

2. – Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723)

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankalara ve zararlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4610)

2. – İstanbul Milletvekili Ali Coşkun'un;

Hazine garantisi veya izni verilen kamu kuruluşlarına,

Teşvik kredisi alanların karşılaştıkları sorunlara,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4815, 4816)

3. – Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt'un, Marmara Depremi Acil Yeniden Yapılandırma projesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/4835)

4. – Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu'nun, Bursa Yenişehir Havaalanının ne zaman açılacağına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Oktay Vural'ın cevabı (7/4841)

5. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, kurul, üst kurul ve özerk kuruluşlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/4848)

6. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, ekonomik krize ve çalışanların sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4849)

7. – Tokat Milletvekili M. Ergün Dağcıoğlu'nun, IMF ve ABD yetkilileri ile yapılan görüşmelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4882)

8. – Manisa Milletvekili Ali Serdengeçti'nin, tütün üreticilerinin İşletme Kredilerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4883)

9. – İstanbul Milletvekili Erol Al'ın, T.C. Ziraat Bankası ve Türkiye Halk Bankası genel müdür yardımcılıklarının sayısının yükseltildiği iddiasına ve maaşlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4899)

10. – İstanbul Milletvekili Erol Al'ın, T.Halk Bankasının bilgisayar ihalesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4900)

11. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İlinde yürütülen projelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu'nun cevabı (7/4965)


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu Saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Niğde Milletvekili Mükerrem Levent, Türkiye'de iklim değişiklikleri ve hidroelektrik santralların dünü ve bugünü hakkında gündemdışı bir konuşma yaptı.

İzmir Milletvekili  Yusuf  Kırkpınar'ın, pamuk üreticilerinin sorunlarına ve prim sistemi uygulamasına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp,

Hatay Milletvekili Süleyman Metin Kalkan'ın, 8 - 9 Mayıs 2001 tarihinde sel felaketiyle karşılaşan Hatay İlinin sorunlarına ve afet kararnamesinin akıbetine ilişkin gündemdışı konuşmasına da,  Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan,

Cevap verdi.

(10/13) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi ile,

Ordu Milletvekili Hasan Fehmi Konyalı'nın, İçişleri Komisyonu üyeliğinden çekildiğine,

İlişkin tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Gündemde bulunan, Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/595) (S. Sayısı : 411) geri gönderilmesine ilişin Başbakanlık tezkeresinin,

5.11.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 753 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin, 48 saat geçmeden, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 8 inci sırasına alınmasına; 6 Kasım 2001 Salı günü (11/20) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ve gündemin 9 uncu sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına; Genel Kurulun 7.11.2001 Çarşamba ve 8.11.2001 Perşembe günleri 14.00-19.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine, 7.11.2001 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesine; 13.11.2001 Salı günü gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 9 uncu sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu Önerisinin,

Kastamonu Milletvekilleri Murat Başesgioğlu, M. Hadi Dilekçi ve Mehmet Serdaroğlu'nun, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında (2/508),

Bartın Milletvekili Zeki Çakan'ın, Bartın İlinde Kozcağız ve Kumluca Adları ile İki İlçe Kurulmasına Dair (2/21),

Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Bir İlçe Kurulması Hakkında (2/526),

Kanun Tekliflerinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin ise, yapılan görüşmelerden sonra,

Kabul edildiği,

Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu, Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, özelleştirme sürecinde alınan yanlış kararlarla Devleti zarara uğrattıkları iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/20) gündeme alınıp alınmamasına ilişkin görüşmeler tamamlandı; yapılan oylama sonucunda, önergenin gündeme alınmasının kabul edilmediği,

Açıklandı.

Gensoru önergesinin görüşmeleri esnasında:

Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek, Konya Milletvekili Veysel Candan'ın SP Grubu adına yaptığı konuşmasında, Genel Başkanlarına,

Konya Milletvekili Veysel Candan, Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek'in konuşmasında, şahsına,

Aydın Milletvekili Yüksel Yalova da, Konya Milletvekili Veysel Candan'ın SP Grubu adına yaptığı konuşmasında, şahsına,

Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan :

TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon Raporu henüz hazırlanmadığından,

İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723),

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53) (S. Sayısı : 433),

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı: 666),

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S.Sayısı: 675),

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676),

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685),

Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,

Ertelendi;

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/818) (S. Sayısı : 753) birinci görüşmesi tamamlandı.

7 Kasım 2001 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere Birleşime 21.55'te son verildi.

 

 

 

Mustafa Murat Sökmenoğlu

 

 

Başkanvekili

 

 

 

 

Levent Mıstıkoğlu

 

Cahit Savaş Yazıcı

 

 

 

Hatay

 

İstanbul

 

 

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

Şadan Şimşek

 

Mehmet  Ay

 

 

 

Edirne

 

Gaziantep

 

 

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 


                                                                            No. :26

II. – GELEN KÂĞITLAR

7.11.2001 ÇARŞAMBA

Rapor

1. – Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in, 926 Sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/898, 2/174) (S. Sayısı: 747) (Dağıtma tarihi : 6.11.2001) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Kırıkkale Milletvekili  Kemal Albayrak'ın, elektrik faturalarındaki güç bedeli kesintisine  ilişkin  Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından  yazılı soru önergesi  (7/5046) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001)

2. – Ankara Milletvekili Cemil Çiçek'in, esnaf ve sanatkârın kaynak sorununa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5047) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001)

3. – Manisa  Milletvekili  Rıza Akçalı'nın, Ziraat Bankasının prim ödemelerine ve görev zararlarına  ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5048) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001)

4. – Manisa Milletvekili Rıza Akçalı'nın, Ziraat Bankasının Almanya'da görevli müfettişleri hakkında basında çıkan iddialara  ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5049) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001)

5. – Gaziantep Milletvekili  Nurettin Aktaş'ın, Afganistan'a asker gönderilmesine ilişkin  Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5050) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001)

6. – Konya  Milletvekili Özkan Öksüz'ün, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine   ilişkin   Millî Eğitim  Bakanından yazılı soru önergesi (7/5051) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001)

7. – Karaman Milletvekili  Zeki Ünal'ın, İstanbul-Silivri'de operasyon düzenlenen bir Kur'an kursu hakkında basında çıkan haberlere ilişkin İçişleri Bakanından  yazılı soru önergesi (7/5052) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001)

8. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Kocaeli Vali Yardımcısı hakkındaki iddialara  ilişkin   İçişleri  Bakanından yazılı soru önergesi (7/5053) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001)

Meclis Araştırması Önergesi

1. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 20 arkadaşının, özürlülerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi  amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir  Meclis araştırması açılmasına ilişkin  önergesi (10/215) (Başkanlığa geliş tarihi : 2.11.2001)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati:14.00

7 Kasım 2001 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz efendim.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1. – Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu'nun, Şartla Salıverme Kanunu kapsamına girip de TBMM'ce resen Adalet Bakanlığına iadesi imkânı bulunmayan yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili dosyaların akıbetinin belirlenmesi maksadıyla Adalet Bakanlığınca TBMM Başkanlığından istenilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birkaç dakikanızı alacağım. Türkiye Büyük Millet Meclisine bugün vekâlet etmem hasebiyle, basında çıkan dokunulmazlık dosyalarıyla ilgili bir malumat arz etmek istiyorum ve zabıtlara geçmesi bakımından da önemli.

Sayın milletvekilleri, 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Resmî Gazetenin 22.12.2000 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir malumlarınız. Bu kanun kapsamına girenlerin cezaları ile devam eden davalar ertelenmiş, hükümlü ve tutuklular da şartlı olarak salıverilmişti. Ancak, Şartlı Salıverme Kanun kapsamına girip de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa ve Adalet Komisyonunda veya Türkiye Büyük Meclisi gündeminde ya da işlem safhasında bekleyen yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin tezkerelerin akıbetinin ne olacağı ise, Adalet Bakanlığından bir istem olmadığı için, hâlâ belirlenememiştir. Kanunun yürürlük tarihinden bu yana geçen birbuçuk yılı aşkın bir süredir Türkiye Büyük Millet Meclisinde beklemekte olan, 26'sı geçen dönemden kalmış, toplam 217 dokunulmazlık dosyasından 79'u komisyonda, 44'ü Meclis gündeminde olup, 8'i hükümete geri verilmiş, 84'ü dönem sonuna ertelenmiş, 2'si hakkında da dokunulmazlığın kaldırılması kararı alınmıştır.

Af veya Anayasa Mahkemesince konuyla ilgili olarak yayımlanan karar kapsamına giren bu tezkerelere ait dosyaların, ilgili savcılıklarca değerlendirilmek üzere, Adalet Bakanlığı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından istenmesi beklenmektedir.

Kanunlar karşısında eşitliğin gereği olduğu kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını da zedeleyen bu anlaşılmaz ihmal ya da gecikmeye bir an evvel son verilmesi gerekir.

Komisyon ve Meclis gündeminde aylardır bekleyen dosyalar üzerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerlendirme yapması veya kendiliğinden Adalet Bakanlığına iadesi imkânı da yoktur; onun için, Adalet Bakanlığını bu konuda göreve çağırıyorum.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum efendim.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşımıza gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Amerika Birleşik Devletleri-Afganistan savaşının sebep ve sonuçları hakkında söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mustafa Kamalak'a aittir.

Buyurun Sayın Kamalak. (SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak’ın, Afganistan ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki savaşa ilişkin gündemdışı konuşması

MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkanım, bu imkânı bana tanıdığınız için, öncelikle zatıâlinize teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Başkanımızın da ifade ettikleri gibi, Afganistan ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki savaş hakkında düşüncelerimi arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce, hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, hepinizin bildiği gibi, 11 Eylül 2001 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri korkunç bir saldırıya maruz kalmıştır. Bu saldırıyı şiddetle kınıyorum. Bu saldırıdan hemen sonra Amerika Birleşik Devletleri savaş hali ilan etmiştir. Ancak, ortada düşman yoktu, savaşılacak düşman belli değildi. Bu münasebetle, bir düşman bulmak gerekiyordu; o düşman bulundu, tespit edildi "Usame Bin Ladin" denildi.

Değerli arkadaşlarım, Usame Bin Ladin, bu saldırıdan haberdar olmadığını, bu saldırıyı kendisinin düzenlemediğini kaydetti ve saldırıyı şiddetle reddetti. Buna rağmen, Amerika Birleşik Devletleri kararını vermişti "saldırı Usame Bin Ladin tarafından düzenlenmiştir, ya ölüsü ya dirisi" diyordu.

Değerli arkadaşlarım, kanaatimiz odur ki, tıpkı dünya kamuoyunun genel kanaati gibi, bu saldırıyı Bin Ladin'in organize ettiğine dair hiç kimsenin elinde kesin bir kanıt yoktur; ama, Afganistan'da yağmur gibi bombalar yağıyor, masum insanlar ölüyor, bebeler ölüyor. Sanıyorum, televizyonlardan haberleri izleyip de yüreği sızlamayan hiçbir vatandaşımız yoktur.

Bu savaş, bana, Çanakkale Savaşımızı hatırlatmaktadır. Merhum Âkif şöyle diyordu o savaş için:

"Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,

O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer."

Değerli arkadaşlarım, dünyanın en güçlü, en zengin devleti, şu an ve bir aydan bu yana, dünyanın en yoksul, en fakir ülkesini bombalamaktadır. Devletler de, elinde delil olmamasına rağmen, güçlünün yanında yer almakta, bu savaşa, neredeyse tartışmasız bir biçimde taraf olmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bu münasebetledir ki, maalesef, bizim devletimiz de, bu savaşta Amerika Birleşik Devletlerinin yanında yer alma noktasında karar kılmıştır. Bu münasebetle, Türkiye Büyük Millet Meclisinden, yurtdışına asker gönderme kararı çıkarmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'ye yakışan, asker göndermeden önce, tarihteki büyüklüğünü gösterip, insanları, devletleri makul düşünceye davet etmek olmalıdır. Mesela, terör suçlarını yargılamak üzere, bağımsız bir ülkede, bir terör suçları mahkemesinin kurulmasını talep etmelidir. Bu mahkeme, Amerika Birleşik Devletlerini, elindeki delilleri mahkemeye ibraz için çağırmalı, Bin Ladin'i de savunma hakkını kullanmak için çağırmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Değerli Başkanım.

Eğer, tarafsız bir ülkede kurulacak olan bağımsız mahkeme Bin Ladin'i suçlu bulur ve Afgan Hükümeti, Taliban da suçluyu vermeyecek olursa, o zaman müeyyide uygulama yoluna gitmelidir;. aksi takdirde, bu savaş, devletlerin organize ettiği bir cinayetten öte gidemeyecektir.

Değerli arkadaşlarım, Türk Halkının - yapılan anketlere göre - yüzde 80'i Türk askerinin yurtdışına gitmesine şiddetle karşıdır, yüzde 86'sı ise, Mehmetçiğin çatışmalara girmesini kati surette tasvip etmemektedir. Bu münasebetle, barış güvercini olan Karaoğlan, Başbakanımız, tarihe kanlı sayfalar bırakmamalıdır. Eğer suçlu varsa elbette müeyyide uygulanmalı; ama, infazdan önce, suçlunun suçluluğunun tespit edilmesi gerekir.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım, saygılar sunuyorum efendim. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

İkinci söz, Afganistan olayları hakkında söz isteyen Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'e aittir.

Buyurun Sayın Çiçek. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2. – Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek’in, Afganistan ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki savaşa ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; 11 Eylül 2001 tarihi Asrımızın en büyük strateji değişikliğinin başlangıç tarihi olacaktır. İçsavaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri, birliğini kurduğu tarihten bu yana, ilk defa evinde vurulmuş ve Amerika Birleşik Devletleri savaşı kendi topraklarında kabul etme gerçeği ile karşı karşıya kalmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri bugüne kadar hep Amerika'nın dışında savaşmıştır. Savaşın acılarını ve felaketli yüzünü radyolardan daha sonra televizyonlardan seyretmiştir. Amerika Birleşik Devletleri strateji uzmanları, Amerika Birleşik Devletlerinin iki yolla vurulabileceğini biliyorlardı. Bir; uzaktan nükleer savaş teknolojisi. İkincisi; Amerika Birleşik Devletlerinin içindeki terörist hareketlerin organizasyonu. Amerika, ikinci yolla vurulmuştur. Masum binlerce insanın ölümüne sebep olan bu terör hareketini ve tertipleyenleri, dinleri, ırkları, milletleri, milliyetleri, gayeleri, uygulamaları ne olursa olsun, kınıyoruz ve lanetliyoruz. Bunun acısını yüreğinin derinliklerinde yaşayan, 20 yılda 30 000 evladını kaybeden Türk Milletinin de lanetlediği inancındayım.

Değerli milletvekilleri, bu savaş, kapitalizmin büyük imparatoru Amerika'nın, kendi topraklarında ilk kabul ettiği savaştır. Bu savaşın karşı tarafı meçhuldür. İster Amerika Birleşik Devletleri tarafından tespit edilip açıklanmış olsun isterse tespit edilememiş olsun, bu savaşın tarafı meçhuldür. Amerika'ya "sen dünyanın tek süper gücüsün; ama, senden büyük ben varım" demiştir bu güç. "Senin ülken ordularla işgal edilemez; ama, senin meydana getirip büyüttüğün, beslediğin dev terör seni yutacaktır" demiştir.

Sonucu ne olursa olsun, bu olay, Amerika Birleşik Devletlerinin mağlubiyetinin, inişe geçişinin ilk başlangıcıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, Amerika, hayal bile edemediği, akıl almaz teknolojisinin, istihbarat sistemlerinin stop ettiği bir hareketle nakavt olunca, büyük bir manevrayla mağlubiyeti ve paniği zafere dönüştürmeyi planlamış ve daha önce mutfağında hazır tuttuğu bir projeyi sahneye koymuştur. Kendi teşkilatlarında kendi eliyle yetiştirdiği Usame Bin Ladin'i, hiçbir uygulamasıyla İslamı ve Müslümanları temsil etmeyen, yine Amerika Birleşik Devletleri tarafından, Müslüman-Türk unsurlar Afganistan'da hâkim olmasın diye kurdurduğu ve desteklediği Taliban'ı bahane ederek Afganistan'a savaş ilan etmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, yüzyılın başından bu yana 6 kez rejim değişikliği olmuş Afganistan'da. Hâkimiyeti kuran grup, diğer grupların liderlerini imha etmiştir.

Bu arada, Amerika, Rusya'nın bölgede hâkimiyetini hazırlayan ülkelerin başında görev almıştır. Afganlar, modern silahları kullanmayı Amerika Birleşik Devletleri uzmanlarından öğrenmiştir. Diğer Batılı ülkeler destek olmuşlar, o dönemde, 1 milyon Amerikan yapımı piyade tüfeği, 70 000 karamayın, sınırsız cephane, tanksavar silahları ve mermi, bizzat Amerika tarafından bu ülkeye verilmiştir. Bu grupların içerisinde Taliban'ın, bizzat Amerika'daki petrol şirketleri tarafından kurdurulmuş olduğu ve finanse edilmiş olduğu, Batılı haber kaynaklarında ısrarla ifade edilmektedir.

Bu, Batının uyguladığı ilk model değildir; İran'da, Şahı devirip İslam Cumhuriyetini kurduran Humeyni'yi Fransızlar organize etmişlerdir. Ülkemizi parçalayıp yok etmek isteyen organize merkezleri, Avrupa ülkeleridir.

Şimdi, roller değişmiş gözüküyor; Amerika, Usame Bin Ladin'le, ABD petrol şirketlerinin kurdurduğu Taliban'la, düşman ilan ettiği bu iki unsurla savaşmak mecburiyetinde kalmıştır. Evet, dünün beslemeleri, bugün düşman olmuştur.

Sayın milletvekilleri, Afgan Savaşı, sıradan bir savaş değildir. Amerika, bunu, defaatle ifade etmektedir. Dünyada terörist üretimi, içsavaş tahrikçiliği, milletlerin ve ülkelerin iç problemlerini ihdas ederek evvela zayıflatılmasının, sonra bölünmesinin planlayıcılığı, Batının vazgeçmediği en büyük taktiğidir. Yıllardır, sınırsız medya propagandasıyla "büyük Amerika, uygar Avrupa Birliği ülkeleri, terörist İslam ve Müslümanlar" imajını dillendirmek için, İslam ülkelerinden temin ettikleri ajanları yetiştirip, sonra, eylemlerini dünya kamuoyuna...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın efendim.

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Bu savaş, sıradan bir savaş değildir. Seçilen topraklar, Türk asıllı Müslümanların bulunduğu topraklardır. Yapılan ameliyat, bizim vücudumuz üzerinde yapılan ameliyattır; çünkü, Doğu Türkistan, Afganistan ve diğer Türk cumhuriyetleri, batıda, Saraybosna, Kosova, Arnavutluk, Batı Trakya, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin koruma ve kuşatma çemberleridir. O çember kırılırsa, Türkiye Cumhuriyeti yok edilebilir.

Atatürk, cumhuriyetin kuruluşuyla beraber bu gerçeği görmüş, ilk diplomatik teması Afganistan'la yapmış, Afgan subaylarının Türkiye'de yetişmesini temin etmiştir. Bu savaşın sonunda, Yalta Konferansında tespit edilen nüfuz alanları yeniden gözden geçirilecek, bizim nüfuz alanlarımız pay edilecektir. Bu masanın biz neresinde olacağız?! Saraybosna'da hiçbir yerinde olmadık; sonra, gelin burayı bekleyin dediler.

Sayın milletvekilleri, taktikleri açıktır; kendi besleyip, büyüttükleri radikallerin karşısında savaştıracaklardır. Taktik açıdan, Henry Kissinger'ın şu sözlerini sizlere nakletmek istiyorum: "Amerikalılar, kara savaşında savaşmayacaklardır. Bu savaş, farklı bir savaş olacaktır. Soğukkanlı ve acımasız olacaktır. Soğukkanlılık ve acımasızlıkla orada bizim çocuklarımız karada savaşmayacaklardır, karada radikal Müslümanlar ile diğerleri savaşacaklardır." Kendi besleyip büyüttükleri radikallerin karşısında savaşacak Kuzey İttifakındaki Özbek, Tacik, Türkmen ve bunlar gibi Türk unsurların içine veya başına Mehmetçiği koymak, aynı planın parçası olmasın! Türkiye'nin ekonomik krizini bahane edip, Türk Ordusunu kendi ulusunun bir parçası olan topraklarda savaştırmak, bizi paralı asker statüsüne sokmaz mı?! Biz, Çanakkale Savaşının Anzakları mı olacağız! Gazetelerde manşet oldu: "Ön safta ol, parayı al" Bu savaşta göstereceğimiz feragat ve fedakârlık, Avrupa Birliğinin anahtarı olarak gösterilmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakikanızı rica ediyorum.

BAŞKAN - Efendim, uzattım; lütfen...

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Biz, dünya terörüne mi karşı savaşıyoruz, Amerika'ya zarar veren teröristlere mi?!

Saygıdeğer milletvekilleri, Time Dergisi şöyle diyor: "Başbakan Blair, savaşa gideceğimizi ve askerlerimizin ölebileceklerini söylüyor; ama, savaşın kime karşı olduğunu hâlâ söylemiyor." Görülüyor ki, bu, bir terörist cezalandırması olmaktan çıkmış, bir milletin imhası noktasına yaklaşmıştır. İşte, Batının adaleti şudur: Sarı renkli torbaların birinde misket bombaları, öbüründe ekmek atılmaktadır!

Terörizmle mücadelede yerimiz olmalıdır, gayemiz bu olmalıdır; ama, Bush'un gayesi farklı, o, bir terörden bahsetmiyor, bir savaştan bahsediyor. Birinci Dünya Savaşında yaptığımız taktik hatalardan sonra Osmanlı İmparatorluğunu kaybettik; şimdi, yaptığımız taktik hatalardan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletini kaybedebiliriz.

BAŞKAN - Allah korusun...

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Analar, Güneydoğu'dan gelen tabutun üstüne kapanıp ağlıyor, gözyaşı döküyor, ciğerleri yanıyor; ama, sonunda, evladım, vatanıma, dinime, devletime feda olsun diyor. Yarın, Afganistan'dan gelen tabutların üzerinde analar nasıl ağlayacak?!

Sayın milletvekilleri, sözlerimi şöyle bitiriyorum: Biz büyük devletiz, tarih böyle diyor. Biz, hiçbir ülkenin tetikçisi olamayız. Asker gönderiyorsanız, lütfen, ihtiyaçlarını Amerikalılara karşılatmayın.

Amerika, bundan sonra hangi ülkeye saldıracak, Irak'a mı, Suriye'ye mi, diğerlerine mi?! O saldırırsa biz de saldıracak mıyız?! Amerika gidecek, Irak kalacak, Suriye kalacak ve Müslümanlık, hiçbir milletin inhisarında değildir. Dolayısıyla, bunlara bakarak, İslamı terörist göstermek yanlıştır. Başkalarının peşine takılmak yerine, yeni stratejiler geliştirerek hakem ülke olmak mecburiyetindeyiz. Vücudumuz üzerinde operasyon yaptırmamalıyız. Bize yakışan budur.

Hepinizi saygılarla selamlıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Gündemdışı üçüncü söz, Afganistan'ın dünü ve bugünüyle ilgili söz isteyen Ankara Milletvekili Şevket Bülend Yahnici'ye aittir.

Buyurun Sayın Yahnici. (MHP sıralarından alkışlar)

Bugün Afganistan günü; onun için, hükümet cevap verecek mi, bilemiyorum; çünkü, Sayın Bakan yurtdışında.

3. – Ankara Milletvekili ŞevketBülend Yahnici’nin, Afganistan’ın dünü ve bugününe ilişkin gündemdışı konuşması

ŞEVKET BÜLEND YAHNİCİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün, Afganistan'ın dünü ve bugünü ismi altında bir konuşma yapmak istemiştim; tesadüf, diğer iki konuşmacı arkadaşımız da 11 Eylülden sonra gelişen hadiseler ölçüsü içerisinde Afganistan'da başlayan operasyonla ilgili görüşlerini dile getirdiler. Ben, bir başka boyuttan ve bir başka tarih perspektifi içerisinde Afganistan olayını huzurlarınıza getirmek istiyorum.

Afganistan, bu coğrafyada yaşayan halkların acısını yıllar boyu acılarla depreşerek, acılar çekerek getiren bir halkın yurdudur. Afganistan Halkı dediğimiz zaman, Afgan Halkı dediğimiz zaman, burada neyi anlamamız gerektiğini iyi tahlil etmemiz lazım.

Afganistan, tarihin bilinen başlangıcından itibaren bir Türk yurdu olmuştur. Tarihte, binlerce yıl boyunca, bu bölgede pek çok Türk devleti kurulmuş ve adaletle hükmetmiştir.

Afganistan'da, M.Ö. 125-M.S.40 yıllarında Saka Türkleri, M.S. 40-425 arasında Kuşhanlar, M.S. 425-566 arasında Akhunlar hüküm sürmüştür. Afganistan, 7 nci Asrın sonlarından itibaren, İslamiyetin bu topraklarda büyük ölçüde yayıldığı bir yurt parçası olmuştur. 999-1030 yılları arasında hüküm süren Gazneli Mahmut ve kurduğu Gazneli Devleti, sadece bu topraklarda İslamiyetin yayılmasını çabuklaştırmamış, Hindistan ve Hindistan'ın kuzeyinde bulunan topraklarda da İslamın yayılmasının öncülüğünü yapmıştır.

Bundan sonra da, tarih boyunca, Selçuklular, Harzemşahlar, Timur Devleti, Babür Devleti, Avşarlar, Astrahanlar, Karahanlar ve Türkistan beylikleri diye vasıflandırılan beylikler, ta 1887'de Türkistan beylerinden Şerif Han'ın öldürülmesine dek bu topraklarda Türk hâkimiyeti sürmüştür.

1800'lü yılların sonunda, 1900'lü yıllara doğru, bölgede egemenlik kavgası başlamış, Büyük Britanya Krallığı ile Çarlık Rusyası, Ortaasya ve çevresinde bir hâkimiyet kavgası sürdürmüş, bu kavganın neticesinde, Hindistan, Büyük Britanya İmparatorluğunun hayat sahasına dahil edilirken, Ortaasya Çarlık Rusyasının ve Çarlık Rusyası sonrası Sovyet Rusya'nın tekeline terk edilmeye başlamıştır.

Bu arada, işte Afganistan'ın hayatıyla ilgili dönüm noktası başlamış ve burada İngiliz denetiminde, ama Peştun hâkimiyetinde -dikkatinizi çekerim- bir tampon devlet oluşturulmuştur. Bu devlet, asırlarca, binlerce yıl süren Türk varlığını devredışı bırakmış ve bölge, Peştun hâkimiyetine terk edilmiştir.

Adı ne olursa olsun -ister krallık ister başka bir rejim ister Burhanettin Rabbani ister Gulbettin Hikmetyar ister Taliban- uluslararası dış güçler vasıtasıyla, her zaman, Peştun hâkimiyeti bu bölgede kalsın diye uğraşılmış ve bugün, dış güçlerin desteğindeki Peştun ırkçılığının yeni uyarlaması, Taliban olarak gündeme sürülmüştür.

Bu bölgenin adı Güney Türkistan'dır, Horasan'dır. Afganistan toprakları, sadece, Hindistan'ı müslümanlaştıran topraklar değil, Türkiye'yi de müslümanlaştırmaya erenleri yollayan topraklardır. Bu topraklarda, Türk Milletinin tarihiyle eşit ölçüde Türk hâkimiyeti hüküm sürmüştür. Afganistan'ın nüfusunun 1/3'ü Türktür. 22 milyon nüfusu olduğu söyleniyor ve doğru dürüst yapılmayan bir nüfus sayımı vardır. Bunun 8 milyonu Türk nüfusudur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ŞEVKET BÜLEND  YAHNİCİ (Devamla) - O zaman, bu topraklarla ilgili, Türkiye'de bir şeyi düşündüğümüzde, iyi değerlendirmeler yapmak zorundayız. 28 vilayetinden 12'si Türk nüfus ekseriyetine sahiptir. Peştun nüfusunun çoğunlukta olduğu iddiası, burayı, Peştun ırkçılığına terk eden güçlerin hâkimiyet sürdürmek için yaptığı bir uydurmadır. En kötü ihtimaliyle, yüzde 30 oranında Türk, burada, aslî unsur olarak yaşamaktadır; etnik bir azınlık değildir.

Bir cümleyi, tekrar ederek, burada soru olarak sorarak, sözlerimi, 5 dakika içerisinde nasıl bitirilirse işte öyle bitirmek istiyorum.

İslam, terör uygulamaz; Taliban terör uygulamıştır. İslam, uyuşturucu kaçakçılığı yapmaz; Taliban uyuşturucu kaçakçılığı yapmıştır. İslam ırkçılık yapmaz; Taliban, Türklere karşı Peştun ırkçılığı yapmıştır. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Tıpkı, Balkanlarda, Müslüman olan başka halklar Türklere karşı ırkçılık yaparken, tıpkı, Irak'ta, kuzeyinde, güneyinde Müslüman olan Saddam ve kuzeyde, Türkiye'nin diplomatik pasaportuyla Türklere karşı ırkçılık yapan güçler, tıpkı, İran'da, Müslüman oldukları halde Türkleri ezen, Türklere karşı ırkçılık yapan güçler, nasıl bir Müslüman kardeşliğini temsil etmektedirler, bunu, Yüce Meclisin takdirlerine sunuyorum.

Buradan Usame Bin Ladin'in avukatlığını yapmak, Türk Parlamentosuna yakışmamaktadır.

Saygılar sunarım. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar, DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yahnici, teşekkür ederim.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, söz istemiştim.

BAŞKAN - Buyurun.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, bugün, Türkiye'nin de içerisinde bulunduğu dünyada bir savaş cereyan etmektedir ve burada, gensoru önergeleri görüşüldükten sonra da birçok gelişme meydana geldi. Üç farklı gruba mensup üç değerli arkadaşımız, bu konuyla ilgili olarak gündemdışı konuşma yaptılar. Sayın Dışişleri Bakanımız yurt dışında olabilir, başka bir misyonla, görevle başka yerde olabilir; ancak, hükümeti temsilen, Sayın Başbakanımızın veya bir sayın bakanımızın bu gündemdışı konuşmalara cevap vermesini beklerdik ve bu, Meclisin denetim görevi açısından son derece önemlidir, bunu önemsiyoruz.

Sözlü sorularda çoğu zaman sayın bakanlarımız burada bulunmuyor. Gündemdışı konuşmalara sayın bakanlarımız çoğu zaman gelip cevap vermiyorlar. Biz, bunu, Meclisin önemsenmemesi olarak değerlendiriyoruz. Bunu arz etmek istedim.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Tabiî, takdir hükümetindir efendim.

MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkanım, bir hususu arz etmek istiyorum.

BAŞKAN - Mikrofonunuzu açtım efendim; buyurun.

MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Yahnici, konuşmalarının sonunda "Bin Ladin'in avukatlığını yapmak, Türkiye Büyük Millet Meclisine düşmez" biçiminde bir ifade kullandılar. Sanıyorum, bu ifadenin bir muhatabı vardır; gelişigüzel söylenmiş bir söz değildir bu. Burada, hiç kimse, Taliban'ın, Bin Ladin'in avukatlığını yapmıyor; ama, merhum Akif'in dediği gibi "zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem." Bunu haykırıyoruz ve diyoruz ki, güçlünün yanında yer almak, elde delil olmadan, Yüce Türk Devletinin şanına yakışmaz ve diyorum ki, Türkiye Devleti, uluslararası alanda, tarafsız bir ülke nezdinde, bağımsız bir mahkeme kurulmasını talep etmelidir diyorum, önerim budur. Yani, Afganistan'da, şurada veya burada, dünyanın herhangi bir yerinde, masum bir insanın burnunun kanaması bile bizleri son derece üzer. Sadece bizi değil...

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Ben de teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır efendim.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 19 arkadaşının, özürlülerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/215)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sosyal devlet olmanın gereği, özürlüleri, onurlarıyla yaşayabilecekleri bir hayat standardına kavuşturmaktır. Bu nedenle, devletin, özürlülerle ilgili, eğitim, istihdam, sağlık ve rehabilitasyon alanlarında sosyal politikalar geliştirmek devletimizin anayasal görevidir. Türkiye'de, özürlülerin problemleri, alınacak tedbirler ve uygulamaya koyulacak yeni politikaların belirlenmesi konusunda, Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz. 01.11.2001

1- Ahmet Derin

(Kütahya)

2- Yakup Budak

(Adana)

3- Sacit Günbey

(Diyarbakır)

4- Ahmet Demircan

(Samsun)

5- Hüsamettin Korkutata

(Bingöl)

6- Veysel Candan

(Konya)

7- Turhan Alçelik

(Giresun)

8- Oya Akgönenç Muğisuddin

(Ankara)

9- Lütfi Yalman

(Konya)

10- Hüseyin Karagöz

(Çankırı)

11- Mehmet Batuk

(Kocaeli)

12- Rıza Ulucak

(Ankara)

13- Nezir Aydın

(Sakarya)

14- Fethullah Erbaş

(Van)

15- Lütfü Esengün

(Erzurum)

16- Osman Yumakoğulları

(İstanbul)

17- Ahmet Karavar

(Şanlıurfa)

18- Zeki Çelik

(Ankara)

19- Şeref Malkoç

(Trabzon)

20- Cevat Ayhan

(Sakarya)

Gerekçe: Tarihin her döneminde, her toplumun özürlülere karşı ilgisi değişik şekillerde tezahür etmiştir. Avrupa zihinsel özürlüleri pranga mahkûmları gibi zincire bağlarken, Osmanlı Devleti kurduğu şifahanelerde zihinsel özürlüleri müzik, su ve kuş sesleri ile tedavi ediyordu. "Yaradılanı sev Yaradandan ötürü" sözünü yüzyıllarca kendisine düstur edinen milletimiz, bunun en güzel örneklerini, hastaneler, huzurevleri ve devrinin en ileri rehabilitasyon merkezlerini kurarak göstermiştir. Ecdadımızın özürlülere bakışı ve tedavide gösterdikleri ilgi ve alaka gurur kaynağımız olmuştur.

Zaman içerisinde Batı toplumları özürlüler konusunda ciddî atılımlar yapmalarına karşın Türkiye özürlülerle ilgili çalışmalarda geri kalmıştır. Bugün Türkiye'nin ihmal ettiği özürlülerin problemleri çığ gibi büyümektedir. Türkiye'de özürlülerin eğitimi, rehabilitasyonu, ekonomik, sağlık, sosyal ve kültürel sorunlarının halen çözülememiş olması bir yana, özürlülerin sayısı ve özür oranlarının tespiti dahi yapılamamıştır. Elimizde sağlıklı veriler olmamasına rağmen nüfusun yüzde 10'u olarak tahmin edilen özürlülerimizin sayısı 7 000 000 civarındadır. Aileleriyle 20 000 000-25 000 000 insanımızı doğrudan, 70 000 000 insanımızı dolaylı ilgilendiren özürlülerin sorunları acilen çözüm bekleyen sosyal bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Ülkemizde yapılacak öncelikli iş, özürlülerle ilgili analize elverişli envanterler çıkarılmalı, bu bilgilere dayalı, özürlü vatandaşlarımızla ilgili politikalar üretilmelidir.

Özürlü vatandaşlarımızı topluma kazandırmak, onları üretici hale getirmek, normal insanlar gibi eğitim gören, çalışan, eğlenen, spor yapan fertler haline dönüştürmek, diğer vatandaşlarımız ile özürlü vatandaşlarımız arasındaki fırsat eşitliğini sağlamak devletin anayasal görevidir.

Fakat bugün özürlülerimizin yüzde 10'u okur-yazar bile olmayıp, yüzde 55'i ilkokulu bitirmiş, yüzde 20'si ortaöğretimi tamamlayabilmiş, ancak yüzde 1,5'i üniversite mezunudur. Eğitim imkânlarından son derece kısıtlı faydalanabilen özürlülerimizin istihdamı ise tam bir felakettir. Özürlülerimizin yüzde 97'si işsizdir. Özürlülerin yasal olarak kamuda ve özel sektörde yüzde 3 oranında istihdamının mecbur kılınmasına rağmen, kamuda binde 7, özel sektörde yüzde 1,5 civarında olduğu bizzat yetkili bakan tarafından ifade edilmiştir.

Çalışmayan muhtaç özürlü vatandaşlarımıza asgarî ücret seviyesinde yasal olarak ödenen paralar son üç dört senede iyice azalarak üç ayda 50 000 000 TL seviyesine düşürülmüştür. Özürlülerimize sadaka mesabesinde yapılan yardımlar onların hiçbir sorununu halletmemektedir. Sosyal güvenceye kavuşturulması gereken özürlülerimizin, sosyal ve ekonomik koşullara uygun bir düzeyde maaşa bağlanması gerekir. Ayrıca, özürlülerimiz kendilerinin tüketici değil, onurlarıyla toplum içerisinde üretici olarak yer almak istemektedirler. Bu ortamı tesis etmek, sosyal devletin öncelikli bir görevidir.

Ülkemizde, özürlüler konusunda, dağınık mevzuatlar ve hizmetlerin iç içe girmesi görev ve yetki karmaşasına neden olmaktadır. Özürlülerle ilgili hizmetlerin ilgili bütün kurum ve kuruluşların ortak plan ve programlarıyla koordinasyonunun sağlanması büyük önem taşımaktadır. 54 üncü hükümet döneminde çıkarılan 571 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, Özürlüler İdaresi Başkanlığı özürlülerle ilgili ilk kuruluş olmasına rağmen, sonraki yıllarda yeterli ve etkin bir hizmeti kuruluş amaçlarına yönelik gerçekleştirememiştir. Bu önemli kuruluşumuz, mutlaka, daha önemli bir hale getirilmelidir.

Özürlülerin aldığı hizmet düzeyi, toplumun gelişmişliğinin göstergesidir. Mevcut sorunların çözümlenmesi için, devletin başta gelen görevi, sosyal politikalar geliştirmektir. Bu nedenlerle, devletin, özürlülerle ilgili, eğitim, istihdam, sağlık ve rehabilitasyon alanlarında sosyal politikalar geliştirmesi devletimizin anayasal görevidir.

Toplumumuzun ayrılmaz bir parçası olan özürlülerimizin hayatın her alanında karşılaştıkları sorunları çözen, üretime katılımlarını sağlayan ve destekleyen, saygınlıklarını artıran, özgüvenlerini geliştiren ve toplumsal yaşama etkin biçimde katılmalarını kolaylaştıran sosyal politikaların geliştirilmesi, insan olmanın, sosyal devlet olmanın bir gereğidir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur efendim.

Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Oylaması Yapılacak İşler" kısmına geçiyoruz.

IV. – OYLAMASI YAPILACAK İŞLER

1. – Ankara Milletvekili Koray Aydın’ın milletvekilliğinden istifa etmesi nedeniyle Anayasanın 84 üncü maddesi gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin düşmesinin oylanması

BAŞKAN - Ankara Milletvekili Koray Aydın'ın milletvekilliğinden istifa etmesi nedeniyle, Anayasanın 84 üncü ve İçtüzüğün 136 ncı maddeleri gereğince, üyeliğinin düşmesinin oylamasını yapacağız.

İçtüzüğün 136 ncı maddesi gereğince, istifa yazısının gerçekliliği, Başkanlık Divanınca incelenip tespit edilmiştir.

Şimdi, istifa önergesini okutuyorum efendim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Milletvekilliği görevimden istifa ediyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.                                      5.9.2001

                                                                  Koray Aydın

                                                                            Ankara

BAŞKAN - Anayasanın 84 üncü ve İçtüzüğün 136 ncı maddeleri gereğince istifa önergesini oylarınıza sunuyorum: İstifayı kabul edenler... İstifayı kabul etmeyenler... (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar [!], MHP sıralarından gürültüler)

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Bravo!.. Alkış!.. Hükümete alkış...

SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Ne oluyor yani?!

BAŞKAN - Efendim, bir dakika... Sonra münakaşa edersiniz... Bırakın sayalım...

SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Taliban'ın adamları!..

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu sonuca göre, Ankara Milletvekili Koray Aydın'ın üyeliğinin düşmesi kabul edilmemiştir. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce yarım kalan işlerden başlayacağız.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. –  İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Değişikliği Teklifiyle ilgili rapor gelmediği için, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının, Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tekliflerinin müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2. – Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (1)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Sayın milletvekilleri, Beşinci Bölüm üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Saadet Partisi Grupları adına görüşmeler tamamlanmıştı.

Beşinci Bölüm 396 ilâ 493 üncü maddeleri kapsamaktadır. Bu bölümde konuşma süreleri gruplar ve komisyon için 20'şer dakikadır.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna aittir.

Afyon Milletvekili Sayın Müjdat Kayayerli, buyurun.

MHP GRUBU ADINA MÜJDAT KAYAYERLİ (Afyon) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının Beşinci Bölümünde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Türk Medenî Kanununda yapılan değişikliklerle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yeniden, hukuk devleti olduğunu bir defa daha dünyaya duyurmaktadır. Hukukun üstünlüğüne inanan Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti Devletini hukuk devleti olarak tanımlar. Bu tanımın dışına çıkarak, toplumu devlete kışkırtanlar, Türk Devletini hukuk devleti olarak tanımak istemeyenler, her zaman olduğu gibi, hukukun üstünlüğü karşısında ezilmeye mahkûm kalacaklardır; çünkü, hukuk devleti demek, temel hak ve özgürlükleri anayasayla tanıyan, hukukun üstünlüğünü kabul eden, kamu nitelikli bütün faaliyet ve işlemleri yargı denetimi altında tutan devlet demektir.

Hukuk devletinin vazgeçilmez ve en önde gelen öğesi ise, idarenin yargısal denetimidir. Yurttaşlarımızın hukuka aykırı ve keyfî işlemlere karşı yargısal korunmaya alınmaları, idarenin yargı denetimiyle benimsenme ilkesi, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarımızda da yer almıştır.

Bu bölümde konusu edilen vesayet, medenî hukukta, velileri olmayan küçükler ile kısıtlıları korumaya ilişkin hukukî bir rejimdir. Medenî hukuk alanındaki vesayet rejimi, velayet kurumunun işlemediği durumlarda küçüklerin ya da kısıtlanan ergin kişilerin hukukî çıkarlarını korumak amacını taşır. Velayet, sadece ana ve baba tarafından kullanılan bir yetki olduğu halde, vesayet, vasi ve kayyımla birlikte vesayet dairelerinin sahip olduğu bir yetkidir.

Vesayet daireleri, sulh mahkemeleri ile asliye mahkemeleridir. Vesayet daireleri, vasileri denetlerler. Vasi ve vesayet daireleri görevlerini yerine getirirken, tedbirli bir yönetici gibi davranmakla yükümlüdürler; kast ve ihmalleriyle neden oldukları zararlardan da sorumludurlar.

                               

(1) 723 S. Sayılı Basmayazı 24.10.2001 tarihli 11 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısı, aynen yürürlükteki kanunda olduğu gibi "Aile Hukuku" başlığını taşıyan İkinci Kitabın Üçüncü Kısmı vesayetle ilgilidir. Birinci Bölüm vesayet düzeninde -396 ncı maddeden 438'e kadar- vesayet organları, vesayeti gerektiren haller, vesayet işlerinde yetki, vasinin atanması, kayyımlık ve yasal danışmanlık, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması yer almaktadır.

İkinci Bölümü oluşturan 438 ile 470 inci maddeler arası ise vesayetin yürütülmesiyle ilgili olup, vasinin, kayyımın ve vesayet dairelerinin görevlerini, ayrıca, vesayet organlarının sorumluluğunu açıklamaktadır.

Üçüncü Bölüm, yani, 470 ile 495 inci maddeler arası da, vesayetin sona ermesiyle ilgili olup, vesayeti gerektiren hallerin, vasilik görevinin ve vesayetin sona ermesiyle ilgili sonuçları içermektedir.

Vesayet kısmında düzenlenmekte olan kurumlarda ve hükümlerde önemli ve esaslı değişlikler söz konusu değildir. Bu bölümde, tasarının 396 ncı, 397 nci, 398 inci, 399 uncu, 400 üncü, 401 inci, 402 nci ve sair maddeleri hükümetimizin teklif ettiği şekliyle, Adalet Komisyonunda 88 madde aynen kabul edilmiştir; sadece 11 maddede değişiklik yapılmıştır.

Özel vesayetin kurulmasında istemde bulunacakları belirleyen 399 uncu maddeye, yürürlükteki metinde geçen "vesayet altındaki kimsenin yakın kan ve sıhri hısımlarından iki reşidin" yerine, "vesayet altına alınan kişinin fiil ehliyetine sahip iki yakın hısımının" deyimi tercih edilmiştir.

"Vesayeti Gerektiren Haller" başlığını taşıyan İkinci Ayırımda, istek üzerine kısıtlanmayı düzenleyen 408 inci maddede sayılan hallere, ağır hastalık hali de eklenmiştir.

Yürürlükteki Medenî Kanunun 356 ncı maddesini karşılayan tasarının 406 ncı maddesinde, maddenin kenar başlığı Türkçeleştirilmiş, ayrıca, hem kenar başlığında hem madde metninde isabetli olarak "ayyaşlık" yerine "alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı" deyimi kullanılmıştır. Bu suretle, ayyaşlığın, sadece alkol bağımlılığını ifade etmediği vurgulanmıştır.

406 ncı maddenin özü ise şöyledir: "Savurganlığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı veya mal varlığını kötü yönetmesi sebebiyle kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açan, başkalarının güvenliğini tehdit eden her ergin kısıtlanır."

409 uncu maddede, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilebileceği hükmü getirilmiş; bu suretle, herhangi bir hekimin raporuyla karar verme imkânı ortadan kaldırılmıştır.

Vasilikten kaçınma sebeplerini düzenleyen Medenî Kanunun 367 nci maddesini karşılayan tasarının 417 nci maddesine isabetli olarak cumhurbaşkanı ilave edilmiş; ayrıca, sadece yargıtay başkan ve üyeleri değil, hâkimlik ve savcılık mesleği mensupları ile önemli yönetim sorumlusu kamu görevlilerinin de vasilikten kaçınması hususu düzenlenmiştir; böylece, kaçınabileceklerin çerçevesi genişletilmiştir.

418 inci madde kimler vasi olamazları açıklar; bu sorunun cevabını şöyle verebiliriz: Kısıtlılar, kamu hizmetinden yasaklılar veya haysiyetsiz hayat sürenler, menfaatı kendisine vasi atanacak kişinin menfaatıyla önemli ölçüde çatışanlar veya onunla aralarında düşmanlık bulunanlar ile ilgili vesayet daireleri hâkimleri vasi olamazlar.

Yürürlükteki Medenî Kanundan farklı olarak Birinci Bölümde yer alan beş fasla, altıncı bir fasıl halinde "Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması" başlıklı yeni bir ayırım oluşturulmuştur. Tasarının bu haliyle düzenleme amacı yerindedir. Korunmaya muhtaç olanlar bakımından önemli bir koruma teşkil ettiği için isabetlidir; ancak, ayırım başlığından "özgürlüğün" ibaresinin kaldırılması ve "Koruma Amacıyla Kurma, Yerleştirme" şeklinde ifade edilmesi daha yerinde olur. Aynı eleştiri, tasarının 446 ncı maddesi için de geçerlidir.

Koruma altına alınma sebeplerini düzenleyen tasarının 432 nci maddesine "serserilik" kelimesinden sonra gelmek üzere "ve benzeri" kelimelerinin eklenmesi suretiyle, bu gibi maddelerde benimsenen örnekseme yoluyla düzenleme prensibine uygun davranılmış olunur. Oysa, tasarıdaki sebepler, tahdidi; yani, sınırlı sayılı olarak sayılmış görülmektedir.

432 nci maddede, kişinin bir kuruma  yerleştirilmesi veya alıkonulması belli sebeplere bağlanmıştır; bunlar; toplum için tehlike arz eden akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı, bulaşıcı hastalık veya serserilik halleridir. Ağır tehlike arz eden hastalıklar ise, ilerlemiş verem, kolera, veba ve AIDS'tir. Ergin olmayan kişiler, yani, küçükler, bu madde kapsamına girmemektedir. Sonuçta, bir kişi, toplum içinde tehlike oluşturuyorsa, bu kişi kuruma yerleştirilebilecek ya da kurumda alıkonulmaya devam edilecektir.

Medenî Kanunun 389 uncu maddesine göre vasilik görevi, kural olarak dört yıl için verilir. Tasarının 456 ncı maddesiyle bu süre iki yıla indirilmiştir. Ancak, vesayet makamı, bu süreyi her defasında ikişer yıl uzatabilir. Dört yıl dolunca, vasi, vasilikten kaçınma hakkını kullanabilir.

Medenî Kanunun 392 nci maddesiyle düzenlenen yasak işlemler, tasarının 449 uncu maddesinde ele alınmış ve bağışlama yasağı, önemli bağışlarla sınırlandırılmıştır. Yani, vesayet altındaki kişi adına kefil olmak, vakıf kurmak ve önemli bağışlarda bulunmak yasaklanmıştır.

Türk Medenî Kanunu Tasarısındaki 449 uncu madde olarak düzenlenen hükmün, yürürlükteki kanunun 392 nci maddesindeki eksiklikleri ve uygulama zorluklarını ortadan kaldırmadığı kanaatiyle, gerek uygulayıcıların gerekse vesayet makamının karşılaştığı güçlükleri, bir iki küçük örnekle dikkatinize sunmak istiyorum.

Kendi geçimini temine yetecek kadar geliri olan ya da aile desteğiyle geçinebilen kısıtlılar yönünden sorun yaşanmamaktadır; ancak, sayıları az da olsa, önemli ölçülerde mal varlığına ve gelire sahip olup, yasal kısıtlılık altına alınan ve mallarının idaresi vasiye devredilmiş olan, vesayet makamlarının takip ettiği dosyalar vardır. Aklî maluliyet ya da sair nedenlerle kısıtlanan bir kişinin, bu karar öncesinde okutmakta olduğu, kişisel olarak burs verdiği öğrencileri olduğunu varsayalım; kısıtlı ile burs verilen bu öğrenciler arasındaki bağın devamı, kısıtlılık altına alınma kararından sonra mümkün olamayacaktır; zira, mevcut kanun, kısıtlının mal varlığından bağış yapılmasını yasaklamıştır; oysa, burs verilen öğrencilere ödenen gider, bağış kapsamındadır. Vasi, kısıtlının mal varlığından bu ilişkinin devam ettirilebilmesi anlamında harcama yapamayacaktır; oysa, bu öğrenciler, kısıtlının, ticarî hayatında ileride yararlanmayı düşündüğü, en azından topluma kazandırılmaları amacıyla eğitimlerine destek verdiği yoksul ve ihtiyaç sahibi öğrencilerdir. Eğitimdeki programlarını da bu desteğe göre yapmışlardır. Kısıtlılık kararıyla, tüm ilişkiler zora girmiş, bozulmuştur.

Türk toplumunun aile yapısı ve devam eden gelenekleri, görenekleri ve töreleri mevcuttur. Çocuklar, reşit de olsalar, Anadolu'da, birçok işte, aile içerisinde çalışmaya devam etmektedirler. Örneğin, babaya ait bir ticarethanede resmî olarak hiçbir kaydı olmamasına rağmen, buradaki faaliyeti sürdüren çocuklar mevcuttur. Bu ticarethane sahibi babanın bir nedenle kısıtlandığı kabul edilirse, bu ticarethanenin geliri vasinin denetimine geçecek ve harcamalar kontrol altına alınacaktır. Bu babanın, reşit olup askerden gelen oğlunun evlendirileceğini varsayalım. Yasal düzenlemeler karşısında, kısıtlı babanın gelirinden bu erkek çocuğun ya da kızın düğün merasimi için hiçbir harcama yapmak mümkün değildir. Oysa, bu, Türk toplumunun ve aile yapısının anne ve babaya yüklediği geleneksel bir yükümlülüktür.

Toplumsal gelenekler ve dinî inançlar açısından örnekler çoğaltılabilir. Ramazan aylarında, malın zekâtı olarak kabul edilen fitre ve zekât vermek, dinî bir yükümlülüktür. Kişinin kısıtlanmasıyla, şahsî olarak bu yükümlülükten kurtulduğu kabul edilse bile, birçok düşünür ve bilim adamına göre, bu yükümlülük mala aittir. Kişiler kısıtlı olsa bile, mallarını idare edenler bu yükümlülüğü yerine getirmelidirler. Tartışmalı olan böyle bir konuda, mal varlığı ve geliri olan, dinî kurallara göre fitre, zekât yükümlüsü kabul edilen kısıtlının vasisinin ve devamında vesayet makamının manen baskı altında kalacağı da açıktır. Zira, toplumumuzun dinî kültür seviyesi karşısında böyle bir hususta tartışma yaratmak ve verilmesi gerektiği konusunda ısrar eden diğer aile bireyleri önünde bunu kanunun koyduğu yasak kapsamında izah edebilmek mümkün görülmemektedir.

Uç örnekler de olsa, bunlar, vesayet makamlarının ve vasilerin karşılaşmış oldukları zorluklardır. Bağış kapsamını belirleyen bir düzenlemeye gidilebileceği gibi, nelerin bağış sayılamayacağını düzenleyen bir değişikliğe de burada gidilebilir. Önemli bağış kapsamı afakîdir; bunun neye göre belirleneceği de belirsizdir. Parasal işlemlerin olduğu yerde, suiistimali önleyecek yasal düzenleme ve tedbirlerin alınması da şarttır. Bu, tarafları da zan altında kalmaktan, manen rahatsız olmaktan kurtaracaktır. Düzenlemede, suiistimale yol vermeyecek, hileli işlemlerin önünü kesecek; ama, mevcut sorunları da giderecek bir metin ilavesinin yararlı olacağı açıktır. Bu hususta, vesayet makamı olan hâkime, gelir-gider durumu, kısıtlının şahsî hal ve mal varlığı ile aile ilişkileri, sosyal ve kültürel seviyesi, önceki uygulamaları, kısıtlılık öncesi iradesi, gelenekselleştirmiş olduğu harcamaları gibi sair ayrıntılar konusunda takdir hakkı ve harcama yetkisi tanınmasının, buna yönelik bir düzenleme yapılmasının uygun olacağı kanaatindeyiz.

Medenî Kanunun 393 üncü maddesiyle, vesayet altındaki kişinin görüşünün alınması için aranılan 16 yaş sınırı, tasarının 450 nci maddesiyle isabetle kaldırılmıştır; ancak, görüşü alınacak kişinin "görüşlerini oluşturma ve açıklama yeteneğine sahip olması" gibi, anlaşılması zor bir koşulun öngörülmesi de uygun olmamıştır. Vesayet altındaki kişinin, işi uygun bulmuş olması, vasiyi sorumluluktan kurtarmaz.

Ayırt etme gücüne sahip olan vesayet altındaki kişi, vasinin açık veya örtülü izni veya sonraki onamasıyla yükümlülük altına girebilir veya bir haktan vazgeçebilir.

Vasinin kabul etmediği işlemlerde, taraflardan her biri, verdiğini geri isteyebilir; ancak, vesayet altındaki kişi, sadece kendi menfaatına harcanan veya geri isteme zamanında mal varlığında mevcut olan zenginleşme tutarıyla ya da iyi niyetli olmaksızın elden çıkarmış olduğu miktarla sorumludur. Vesayet altındaki kişi diğer tarafı yanıltmış ise, onun bu yüzden uğradığı zarardan sorumlu olur.

"Vasinin Atanması" başlıklı Dördüncü Ayırımda, vasiliği kabul yükümlülüğünü düzenleyen maddede yapılan değişikle, bu yükümlülüğün sadece erkekler için değil, kadınlar için öngörüldüğünü vurgulamak üzere, yürürlükteki kanunda yer alan "erkekler" sözcüğü "vasiliğe atananlar" şekline dönüştürülmüştür. Böylece, kadın-erkek eşitliği bu konuda da gerçekleştirilmiştir.

Beşinci Ayırımın başlığı, yürürlükteki kanunda "Kayyımlık" iken, tasarıda bu başlığa "Yasal Danışmanlık" da eklenmiştir.

426 ncı maddeye göre, ergin bir kişi, hastalığı, başka bir yerde bulunması veya benzeri bir sebeple, ivedi bir işini kendisi görebilecek veya bir temsilci atayabilecek durumda değilse; bir işte, yasal temsilcinin menfaatıyla küçüğün veya kısıtlının menfaatı çatışıyorsa, yasal temsilcinin görevini yerine getirmesine bir engel varsa, vesayet makamı resen temsil kayyımını tayin eder. Vesayet makamı, yönetimi kimseye ait olmayan mallar için gereken önlemleri alır ve özellikle, bir kimse, uzun süreden beri bulunamaz ve oturduğu yerde bilinemezse, malvarlığını kendi başına yönetmek veya bunun için temsilci atamak gücünden yoksunsa, bir terekede mirasçılık hakları henüz belli değilse, bir tüzelkişi gerekli organlardan yoksun kalmış ve yönetimi başka yoldan sağlanmamışsa, bir hayır işi veya genel yarar amacı güden başka bir iş için halktan toplanan para ve sair yardımı yönetme veya harcama yolu sağlanamamışsa, bir yönetim kayyımı atar.

Vesayet organlarının sorumluluğunun düzenlendiği dördüncü ayırımda vesayet ve denetim makamı gibi organlarda görevli olanların haksız fiilleriyle verdikleri zarardan dolayı devletin doğrudan doğruya sorumlu olması esası getirilmiştir. 468 inci maddede devlet, vasi, kayyım ve yasal danışmanların verdikleri zararlardan da sorumlu tutulmuştur. Yalnız, burada, devletin sorumluluğu, bu kişilerin zararı ödeyememeleri halinde, ikinci derece bir sorumluluk olarak düzenlenmiştir. Devletin vesayet dairelerinde görevli kişilere karşı rücu davasına bakmaya vesayet dairesine en yakın olan asliye mahkemesi yetkilidir. İlgililer, vesayet makamının kararlarına karşı tebliğ gününden başlamak üzere on gün içinde denetim makamına itiraz edebilirler, denetim makamı da gerektiğinde duruşma yaparak bu itirazı kesin karara bağlar. Sorumlu vasi ve kayyıma karşı açılacak tazminat davası, kesinhesabın tebliği edildiği tarihten başlayarak bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar; ancak, vesayetten doğan tazminat davaları ise kesinhesabın tebliğinin üzerinden on yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her şeyi devletten bekleme alışkanlığından bir türlü kurtulamayan muhalefet milletvekillerimize, Türk dostu Kennedy'nin şu sözüyle cevap vermek istiyorum. Kennedy, bir sözünde şöyle söylüyor: "Ülkem benim için neler yapabilir demeyin, kendinize, ben, ülkem için neler yapabilirim diye sorun." İşte, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün adalet saraylarında "adalet mülkün temelidir" ifadesi var. Burada adalet, doğruluk demektir; mülk ise, devlet anlamındadır. Yani, devletin temelinde adalet bulunmalıdır.

Adaletin üç işlevi vardır; eşitliği sağlamak, haklıya hakkını vermek ve haksızı cezalandırmaktır. Adalet, biz Türklerde, eskiden beri bir devlet politikasıydı. Üzerinde görüştüğümüz Medenî Yasa Tasarısında da, Türk Milletinin hassasiyetlerine dikkat edilmiştir; ancak, uygulamalarda bazı eksiklikler çıkabilir; sonuçta, kanunları insanları yapmaktadır. Hata ve eksiklikler görüldüğünde, uygulamalardaki hata ve eksikliği, yine, bu Yüce Meclisin değerli üyeleri, sizler düzelteceksiniz. Bu bakımdan, adalet kelimesinden türetilen "itidal" teriminin anlamı olan "ılımlı olmak", "ölçülü olmak" Medenî Yasa Tasarısının çıkarılmasını istemeyenlerin de görevi olmalıdır.

Milletimizin daima kutlu saydığı devlet, milletimizin siyasî varlığıdır. Güçlü devlet, mutlaka, adalet ve hoşgörüye dayanmalıdır. Güçlü devleti temsil eden siyasîler de, temsil ettikleri nispetinde güçlü göründükleri gibi, onlar sayesinde devlet daha da güçlenmektedir.

Sonuç olarak, Türk Medenî Kanununun yaklaşık 135 maddesi değişikliğe uğramıştır; 135 maddenin 49'u, Milliyetçi Hareket Partisinin istediği doğrultuda değişmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu tasarıyı desteklediğimizi belirtir, Türk Ulusuna hayırlı olmasını diler, emeği geçenleri tebrik eder, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına sevgi ve saygılarımı sunarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Melda Bayer'de.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MELDA BAYER (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının vesayetle ilgili üçüncü kısmı üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi, saygıyla selamlıyorum.

Medenî hukuk, özel hukukun temeli sayılan ve düzenlediği ilişkiler yönünden en kapsamlı olan özel hukuk dalıdır; hatta hukukun doğuşu ve tarihçesi bakımından medenî hukuk, hukukun temeli sayılabilir. Bizler, toplumsal yaşam içinde, hiç farkına varmadan sürekli bir medenî hukuk ilişkileri zinciri içinde bulunuyoruz. Kişinin doğumu, ana babasıyla olan ilişkisi, belirli bir yaşa ulaşması, yaptığı davranışların doğuracağı sonucu algılayabilecek yetenekte olup olmaması, nışanlanması, evlenmesi, boşanması, evlilik içinde eşiyle karşılıklı parasal, manevî hak ve yükümlülüklerle ilişkilerini yürütmesi, ölen yakından miras hakları kazanması, eşyalara sahip olması, bunlar üzerinde egemenlik kurması ya da bazı haklara sahip olması, diğer kişilerle hukukî ilişkilere girerek bazı hak ve borçlara sahip olması gibi birçok hak ve yetkileri birer medenî hukuk ilişkisidir.

Büyük Atatürk'ün önderliğinde 1926 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan Medenî Kanun, yeni Türkiye'yi, eski Türkiye'nin hukukî yapısından ayırmak bakımından o güne kadar sunulan kanunların en iddialı olanıdır; çünkü, yeni devlet yapısının laik niteliği, hiçbir kanun gerekçesinde Medenî Kanunda olduğu kadar açık ve kesin ifade edilmemiştir.

Bir din adamı olan, zamanın Şeriyye Vekili Hoca Mustafa Efendi başkanlığında Adliye Encümeni, gerekçesi ve metni üzerinde mutabık kalınan kanun tasarısını Meclise sevk ederek aynen kabulünü talep eder.

Ulus için ne denli önemli olduğunu gerekçesinde "ulusal toplum yaşamının düzenleyicisi olan ve yalnız ondan esinlenmesi gereken tedvin edilmiş bir Medenî Kanundan Türkiye Cumhuriyetinin yoksun kalması, ne yüzyılımızın uygarlığının gerekleriyle ne de Türk devriminin hedeflediği anlam ve kavramla bağdaşabilir" sözleriyle belirten dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'u ve çalışma arkadaşlarını saygıyla anmak istiyorum. Çünkü, medenî hukuk, devrimci ve laiktir. Eski düzeni terk ederek, tamamen farklı, çağdaş, laik ve modern bir hukuk düzeni getirmiştir.

Medenî Kanunumuzun kişiye, dolayısıyla insana verdiği önem, kadın- erkek arasındaki eşitliği gözetmesi, yeni laik ve monogam temele dayanan bir aile düzeni getirmesi, Osmanlı toprak rejimine dayanan eski mülkiyet sistemini tümüyle terk ederek, yeni bir mülkiyet anlayışı ve sistemi getirmiş olması, miras hakları yönünden aynı durumda bulunanlar arasında eşitliği gözeten laik bir sistem getirmiş olması gibi hususlar, Medenî Kanunun laik ve devrimci niteliğinin göstergesidir.

Çağdaştır, demokratik ve eşitlikçidir. Tüm kişileri eşit görür; hiçbir kişi ya da sınıfa ayrıcalık tanımaz. Birey çıkarıyla toplum çıkarını akılcı biçimde dengeler; temelde, bireylere mülkiyet hakkını ve bu hakkı kullanma özgürlüğünü, hukukî işlerde irade özgürlüğünü tanımış; fakat, kişilerin bu özgürlüğü dilediği gibi başıboş biçimde diğer kişiler ve toplum zararına olacak şekilde kullanılmasını da engellemek için gerekli düzenlemeleri yapmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medenî Kanunun kısımlarından biri olan vesayet bir yasal temsilcilik çeşididir. Vasi, vesayeti altındaki kimsenin kişiliğine ve mallarına özen göstermeye ve kişiyi temsil etme konusunda hak ve yükümlülüklere sahiptir. Vesayet, temelde, aciz, sakat, korunması gereken kişilerin ve bunların çıkarlarının korumasına yönelik, sosyal, politik yanı ağır basan; fakat, aynı zamanda hukukî yanı da önemli olan bir koruma sağlayıcı resmî kuruldur. Bu niteliğiyle sadece kısıtlının değil, toplumun çıkarlarını da korumaya yöneliktir. Bizzat vesayet altına alınan kişinin korunması ve çıkarlarının kollanması amacı yanında vesayet, çevreye tehlike yaratma ve başkalarının güvenliğini tehdit etme öğesini içeren bir kısıtlamaya da dayandığından, bu haliyle, kısıtlının en yakın çevresi olan ailesinin, daha sonra üçüncü kişilerin, ondan da sonra kamu çıkarlarının ticarî güvenliğinin korunması amaçlarını da gözetir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yeni Türk Medenî Kanun Tasarısı, vesayetle ilgili kısımda da bazı değişiklikler ve yenilikler getirmektedir.

Vesayetin, vesayet altındaki kimsenin yakın kan veya sıhri hısımlarından iki reşidin talebiyle kurulması yerine, vesayet altına alınan kişinin fiil ehliyetine sahip iki yakın hısmının istemi üzerine kurulacağı getirilmiştir; yani, vesayeti isteyecek kişilerin, fiil ehliyetine sahip olmaları koşulu öngörülmüştür. Yürürlükteki kanunda mevcut olan "küçüğün ve mahcurun şahsına takayyüd ve mallarını idare ve medenî tasarruflarda onu temsil" şeklindeki ifade "küçüğün veya kısıtlının kişiliği ve mal varlığıyla ilgili bütün menfaatlarını korumak ve hukukî işlemlerde onu temsil" şekline dönüştürülmüş; böylece, vasinin yetkisi genişletilmiş; vasiye, vesayet altındaki kişinin kişilik haklarına ilişkin davaları açma yetkisi tanınmıştır. Velayet altında bulunmayan küçüklerin farkına varan noterler de, bildirimle yükümlü resmî görevliler arasına alınmıştır.

İsteğe dayanan kısıtlılık haline ağır hastalık hali eklenmiştir. Akıl hastalığı ve akıl zayıflığı sebepleriyle, kısıtlamanın, ancak resmî sağlık kurulu raporuyla mümkün olacağı açıkça düzenlenmiş; hâkimin, resmî sağlık raporuna rağmen, bu rapor göz önünde tutularak kısıtlanması istenen kişiyi dinleyebilmesi öngörülmüştür. Bu hüküm sayesinde, uygulamada, zaman zaman yakınmalara neden olan kötü niyetin önüne geçilmesi sağlanacaktır.

Mahkemece vasiliğe atanan kişinin, bu görevi kabul etme yükümlülüğü, sadece erkekler için değil, kadınlar için de getirilmiş; böylece, bu konuda da kadın-erkek eşitliği sağlanmıştır. Vasilikten kaçınabilecekler arasına Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, hâkimlik ve savcılık mesleği mensupları da eklenmiştir.

Anayasanın 19 uncu maddesine uygun olarak, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması, kanuna girmiştir. Toplum için tehlike oluşturan akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalıklar veya serserilik nedeniyle, kişi, bu madde gereğince, bir kuruma yerleştirilecek veya alıkonacaktır. Ergin olmayan kişiler; yani, küçükler bu maddenin dışında tutulmuştur.

Tasarının 435 inci maddesinde, bu şekilde özgürlüğü kısıtlanan kişi ve yakınlarına, karara karşı itiraz ve yargı yoluna başvuru hakkı tanınmıştır. 437 nci madde, özgürlüğü kısıtlanacak kişiye, adlî yardım yoluyla, barolarca görevlendirilecek bir avukatla temsilin sağlanmasını öngörmektedir. Hâkimin, bizzat ilgili kişiyi de dinlemesi gerektiği belirtilmiştir.

Vesayet altındaki kişi, görüşlerini oluşturma ve açıklama yeteneğine sahipse, vasi, önemli işlerde karar vermeden önce, onun görüşünü almakla yükümlü tutulmakta, buradaki yaş sınırı kaldırılmakta, yeni bir ölçü getirilmektedir. Vasilik süresi 4 yıldan 2 yıla indirilmektedir. Vasinin ücretinin, vesayet altındaki kişinin mal varlığından karşılanmasının mümkün olmadığı hallerde, bu ücretin Hazine tarafından karşılanması düzenlenmiştir. Vesayet ve denetim makamı gibi organlarda görevli olanların, haksız fiilleriyle verdikleri zarardan dolayı, devletin doğrudan doğruya sorumlu olması esası getirilmiştir. Devletin sorumluluğu, bu kişilerin zararı ödeyememeleri halinde, ikinci derecede bir sorumluluk olarak düzenlenmiştir.

Medenî Kanun, toplumsal yaşamdaki gelişme ve değişikliklere sürekli biçimde açık olmak istediğinden, hukuku donduracak ve gelişmesini önleyecek kesin ve katı tanımlardan ve düzenlemelerden kaçınmıştır. Büyük Atatürk'ün 1922 ve 1925 senelerinde, adalet sistemimizle ilgili söylediği "bugünün ihtiyaçlarına uygun kanun yapmak ve onu iyi uygulamak, refah ve ilerleme vasıtalarının en mühimleridir" ve "zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz" sözleri bugün de önemini aynen korumaktadır.

Onun içindir ki, çağın ihtiyaçlarına cevap verecek olan ve dili de günün şartlarına uygun olarak sadeleştirilen yeni tasarı kanunlaştığında tarihî bir değişikliğe tanık olacağız.

Uzlaşı kültürüyle, bu kadar önemli yasaları çıkaran Yüce Meclisin bir üyesi olmaktan gurur duyuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, sıra, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Rıza Akçalı'da; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA RIZA AKÇALI (Manisa)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Medenî Kanunumuzun Beşinci Bölümü velayet ve vesayet konularını düzenleyen bölüm. Komisyondaki tartışmalara baktığımız zaman, bu bölüm, aşağı yukarı üzerinde hiç müzakere dahi edilmeden, bütün maddeler, söz alınmadan geçmiş ve çok önemli değişiklikler yok eski kanunla yeni kanun arasında; sadece, sadeleştirmeler, düzenlemeler var, birkaç tane de yeni kurum ihdası var. Bir tanesi, yasal danışmanlıkla ilgili yeni bir ihdas var; bu, olumlu bir gelişme.

İkincisi; koruma amacıyla özgürlüklerin kısıtlanması gündeme gelmiş, Anayasanın 19 uncu maddesiyle uyumlu olarak bu gündeme getirilmiş. Bununla, akıl hastalarının, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılarının, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalıkların ve serserilik hallerinin toplumu rahatsız edici boyutlara varması halinde, özgürlüklerin, belirli sürelerle, bu arazların ortadan kalkmasına kadar sınırlanabilmesini sağlayacak yeni bir düzenleme; bu da, toplum huzuru açısından sanıyorum ki, uygun görülmüş. Ancak, burada, tabiî, ölçünün doğru konulabilmesi, birtakım artniyetlerle, maksatlı bir şekilde özgürlüklerinin sınırlanabilmesi ihtimalinin önüne geçilmesi, sanıyorum ki, uygulamada en çok üzerinde durulması gereken hususlardan bir tanesi.

Bir önemli değişiklik ki, bu, bana göre hepsinden daha önemli, bir zihniyet değişikliğini ifade ediyor: Vesayet ve denetim makamında görev almış olan devlet memurlarının; yani, hâkimlerin, benzer kişilerin, haksız fiillerinden dolayı verdikleri zararların tazmini gündeme gelmiş. Bunda, devlet ikinci derecede sorumlu olarak addediliyor yeni kanunda. Yani, vatandaşına karşı sorumluluk hissinin uyanmaya başladığı bir devlet anlayışını, yavaş yavaş, demek ki, zihinlerimizde olsun, kanunlarımızda olsun gündeme getirmeye başlıyoruz. Bu, Türkiye'nin geleceği açısından umut verici, müjde verici bir gelişme.

Bu bölümle ilgili söylenebilecekler bunlar; ancak, ben, tabiî ki, Medenî Kanun bir medeniyet projesi, bir büyük proje; bunun geneliyle ilgili, uygulamasıyla ilgili zihinlerimizde farklı bir pencere açmak açısından bazı şeyleri söylemek istiyorum. Tabiî, kanun koyucu olarak bizlerin öncelikle düşünmesi gereken husus bana göre şu: Böyle bir medeniyet projesini, böyle geniş kapsamlı bir Medenî Kanunu Meclisten çıkarıyoruz. Bunun sonucunda, bu kanun yürürlüğe girdikten sonra, bunun toplum üzerindeki etkileri nelerdir? Bu kanun çıktıktan sonra, toplumda huzur, birlik, beraberlik ve anlaşmazlıklar azalacak mı; yoksa, tam tersine, anlaşmazlıkların daha çok arttığı, mahkemelerdeki davaların sayısının çoğaldığı bir dönemi mi yaşayacağız? Birincisini geliştirmek için neler yapmalıyız, ikincisini azaltmak için üzerimize düşenler neler? Bunu geliştirmek açısından, bunu toplumun huzuruna çevirmek açısından başka hangi konularda da değişiklikler yapmak, en azından, zihniyetimizi değiştirmek gereği vardır diye bu hususlara izninizle değinmek istiyorum. Toplumsal sonuçları gözleme açısından bir feedback olması açısından, buna ihtiyaç var.

Tartışmalara baktığımız zaman bunun karşısında olanları görüyoruz, hararetle bunu savunanları görüyoruz toplum penceresine baktığımız zaman. Bu neden kaynaklanıyor diye biraz sosyolojik derinliklerine inmeye çalışırsak, sanayi toplumuyla tarım toplumu ilişkilerinin, henüz, sanayi toplumu lehine Türkiye'de yerleşememiş olmasından kaynaklanan bir şey.

Yeni kanun, sanayi toplumu ilişkilerini tanzim eden bir zihniyetle gündeme getirilmiş. İşte, çalışma izni; eskiden kadının çalışmak için kocasından izin alması gibi bir mecburiyeti ortadan kaldıran, istediği işte, istediği şekilde çalışabilmesini sağlayan bir husus. Gerçi, bugün, hangi iş var da, hangi izni alacak çalışacak; orası da bir başka mesele; ama (DYP sıralarından alkışlar) gene de, aile reisiyle ilgili bir yeni değişiklik var burada, ev tutma kararını vermede değişiklik var, mal rejimiyle ilgili değişiklikler var. Bunlar, tabiî ki, sanayi toplumu özelliklerinin geliştiği yerlerde, büyük şehirlerde, sanayileşen bölgelerimizde nispeten tartışılan, konuşulan, gündeme getirilen hususlar; ama, tarım toplumu özelliklerini taşıyan Anadolumuzun yüzde 80-90'ında bunların çok bir anlamı yok, henüz bir anlamı yok. En azından, böyle bir konunun gündeme gelmesi dahi, şu atmosferde, çok fazla söz konusu değil. Peki, o zaman, burada meydana gelecek huzursuzluklar anlamında ne gibi tedbirler almalıyız, neleri gündeme getirmeliyiz? Bana göre, bu kanunun çıkmasıyla birlikte, bunları düşünmeye derhal başlamak mecburiyetimiz var.

İkincisi; birey olmayla tebaa kültürüne sahip olma, cemaat kültürüne sahip olma arasındaki çelişki bütün açıklığıyla burada karşımıza çıkıyor. Birey olma özelliklerine kavuşamadan, hakkımızın ne olduğunun bilincine varamadan... Önce, hak bilincine varacağız; arkasından, hakkımızın ne olduğunu araştırarak, onun bilincine varacağız. Buna varamadan, bu kanunların, bu medeniyet projesinin yürürlüğe girebilmesini, Türkiye'ye mutluluk getirebilmesini düşünmek çok gerçekçi olmaz kanaatindeyim.

Tabiî, militan bir demokraside bunları ne kadar gerçekleştirebiliriz? Militan bir demokrasiden, tarafsız bir demokrasiye, hakem olan bir demokrasiye, resmî iyinin, resmî doğrunun olmadığı, herkesin, kendi iyisinin, kendi doğrusunun kendisine ait olduğu bir demokrasi anlayışına geçmeden bu kanunun uygulanmasını ne oranda başarabiliriz, ne oranda toplumumuza huzur getirebilir? Bunun üzerinde, sanıyorum, biraz daha derinliğine düşünmek, buradaki eksikliklerin giderilmesiyle ilgili hususları gündemimize behemehal almak mecburiyetindeyiz diye düşünüyorum.

Yine, bir mekanik ilişkiler zincirinden ibaretmiş gibi aile ilişkilerini görme yanılgısına düşmemek mecburiyetimiz var. Bir şirket ilişkisi değil aile ilişkisi; kadın ile erkek arasında oluşturulmuş, karşılıklı güvene, saygıya, hoşgörüye dayanan ve kutsallığı olan bir müessese; karşılıklı hakların belirlenmesinin yanı sıra, karşılıklı sorumlulukların da önplana çıktığı bir müessese. Dolayısıyla, bunun sadece haklar ve hukuk açısından bir şirket mukavelesiymiş gibi bir anlayışa indirgenmesini, evlilik müessesesine karşı bir haksızlık olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum.

Örf, âdet, gelenekler ve ahlak boyutundan soyutlayarak, sadece salt hukuk çerçevesi içerisinde bu meseleyi mütalaa edersek, topluma huzur getirmek, insanlarımızın birbiriyle münasebetlerini, aile içi münasebetleri daha sağlıklı hale getirmek gibi bir fonksiyonu, korkarım ki, göremeyiz; tam tersi, maddî ilişkilerde anlaşmazlığa düşmüş insanların mahkeme kapılarındaki acıklı halini bütün Türkiye'de seyreder hale geliriz ve bundan korktuğumu ifade ediyorum.

Yine, kişisel özgürlükler açısından gerekli düzenlemeleri yapmadıkça, bu kanunun, bir medeniyet projesi olarak işlerlik kazanması çok kolay değil. Burada, Anayasa değişikliklerini yaptık. Düşünceyi suç olmaktan çıkardık; fakat, iki üç gün önce gazetelerde vardı ve arkadaşımız bana da geldi; bir kitap yazdığı için bir öğretmenimizi açığa aldık ve kesmedi bu bizi, memuriyetten uzaklaştırmak üzere işlemlerini devam ettiriyoruz.

Kadın-erkek eşitliği diyoruz, kılık kıyafetinden dolayı üniversite kapılarından içeri giremeyen evlatlarımızla karşı karşıyayız. Kaldı ki, aynı zihniyeti taşıyan, aynı düşünceyi taşıyan erkek çocuklarına bir engel yok; ama, aynı düşünceye sahip kız çocuklarına engel var. O zaman, bu medeniyet projesinin neresindeyiz diye, dönüp kendimize sormak durumunda değil miyiz? Önce, insanlarımızın birey olarak mutluluğunu sağlamak zorunda değil miyiz? Öncelikle insanlarımızın bireysel hak ve özgürlüklerini, bizden farklı düşünmeleri halinde de savunmak gereğini duymak zorunda değil miyiz? Bunu içimize sindirmek zorunda değil miyiz? Bu zihniyet değişikliğini yapmadan, en güzel kanunları, böyle güzel ciltleyerek kütüphanelerimize koymak suretiyle, Türkiye'de hukuk reformunu yapmış olmak, medeniyet reformunu yapmış olmak, gerçekten, reform olarak değerlendirebileceğimiz bir çalışma mı?

Kafalarımızdaki reform, Türkiye'nin çağdaşlaşmasının, Türkiye'nin medeniyeti yakalamasının, Türkiye'nin o hür dünyada, o çağdaş dünyada saygın yerini almasının yolu, önce birey olmaktan, birey haklarına saygılı olmaktan, bizim gibi düşünmeyenlerin de haklarına saygılı olmaktan, birbirimize dayatmamaktan, azınlıkların haklarını korumaktan geçiyor. Bunları, hukuk olarak salt kitaplara yazmakla mesele bitmiyor; bunu uygulamakla, bunu günlük hayatımıza taşımakla, bunu zihinlerimize taşımakla gerçekleştirme imkânına sahibiz.

Tabiî, bu medeniyet projesinin en önemli ayaklarından bir tanesi de, refah düzeyi, refah toplumu olabilmek. Fert başına 8 000, 10 000, 15 000 dolarlara ulaşmış bir millî geliri hedeflemedikçe Türkiye, bunu sağlamadıkça, hâlâ, 2 000 dolar civarında bir gayri safî millî hâsılayla patinaj yapmaya devam ettikçe, bu medeniyet projesini gerçekleştirmesi mümkün değil.

Bu Medenî Kanunla getirilen, vazedilen hükümlerin yürürlüğe girmesi, işleyebilmesi, Türkiye'nin, bu tarım toplumu özelliklerinden sanayi toplumu özelliklerine, hatta o dahi yetmez, bilgi toplumu özelliklerine geçebilmesiyle çok yakın ilgili. Hatta, bir kademe daha ileride, sanayi toplumunda eşyanın hukukunu, sermayenin hukukunu ve emeğin hukukunu koruyoruz; ama, bilgi toplumuna geçtiğimiz zaman, belki bilginin hukuku gündeme gelecek ve bilginin hukukunu nasıl koruyacağız konusunu tartışacağız. Belki, Batı, şimdi bunu tartışmaya başlıyor; ama, bizim, daha henüz 2 000 dolar civarından yukarıya çıkma noktasındaki önemli handikaplarımız karşımızda.

Hukuk reformuna ihtiyacımız var, mahkemelerin daha iyi çalışmasına ihtiyacımız var, yargı ve yargıç bağımsızlığına ihtiyacımız var, pek çok şeye ihtiyacımız var; ama, hepsinden önemlisi, ekonomidir. Bütün bunların temelinde yatan, insanların, daha iyi bir gelecek için, kendilerini, çocuklarını, ailelerini ve toplumun diğer fertlerini düşünmelerini sağlayacak en önemli birinci adım, günlük geçim meşgalesinin, maişet derdinin dışında ayıracağı zamanla bunları düşünmeye vakit bulabilmesidir. Bugün bunu bulabilmesinin imkânı yok; çünkü, bugün, akşama evine götürebilecek ekmeğini bulacak mı bulamayacak mı, bunun derdiyle karşı karşıya.

Değerli milletvekilleri, siyaset yapmak istemiyorum; ama, ekonomiyle ilgili çok kısa birkaç cümle söylemek istiyorum. Ne oluyor Türkiye'de? Bu son dönemlerde yaşadığımız olayların ne manaya geldiği konusunda düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

1994 krizi sonrasında, Türkiye'de daha önceden başlamış olan Anadolu sermayesinin hareketi hızlanmıştı ve ihracat yapan, iyiyi ucuza üreten, Türkiye'ye döviz kazandıran pek çok firma, Anadolu kaplanları, Anadolu aslanları harekete geçmişti. Bu, tabiî ki, Türkiye'deki sermayenin el değiştirmesiydi. Bundan rahatsızlık duyanlar... İthal ikamesine dayalı bir sanayileşmeyi, bir üretimi tercih eden büyük sermaye bundan rahatsız olmuştu. Bu rahatsızlık, giderek, Anadolu'ya akan muslukların kesilmesine, muslukların büyük sermayeye ve ithal ikamesiyle çalışan sanayie dönmesine yol açtı; fakat, deniz bitti... Şimdi, bunun sıkıntısını yaşıyoruz.

Bu, bir başka şeyi paralelinde getirdi; son iki senedir gerçekleştirilen operasyonlara baktığımız zaman, IMF kanalıyla Türkiye'ye gelen bütün yardımlar, doğrudan doğruya finans kesimine aktarılan yardımlardır; reel sektör yok, üretim yok... Niye buraya aktarılıyor? Yani, krize sebep olan sektöre, eline sağlık, iyi ki kriz yaptın, al, sana biraz daha para diyoruz. Amaç şu: Türkiye'deki sermaye hareketinin yüzde 70-80'inin çokuluslu şirketlerin eline geçmesini sağlamaktır birinci amaç; yani, Türkiye'deki ekonominin kontrolünün çokuluslu şirketlerin eline geçmesidir. Bunun arkasından gelecek kısım nedir; bunun arkasından gelecek olan, Türkiye'deki üretim tesislerinin çok ucuz fiyata yabancıların eline geçmesidir; yani, kendi özsermayemizle kurduğumuz, elemeğimizin, alınterimizin karşılığı olan tesislerimizin patronluğunu bırakıp, Türkiye'nin orada ırgatlığa talip olması demektir. İşte, bugün Türkiye'de oynanan oyun bu.

Hatırlayınız, yaz aylarında, Financial Times'ta "Türkiye'deki fabrikalar kelepir fiyatına; gidiniz, oradan alınız" diye bir başlık vardı. Yine o günlerde, Sayın Başbakan, il valiliklerine bir genelge yayımlamıştı; burada diyordu ki: "Valiler, illerinde kapanmış olan fabrikaları, işçi çıkaran fabrikaları, üretim zorluğu çeken fabrikaları bize bildirin."

Fikret Bila, köşesinde "Sayın Başbakan, niye istiyorsunuz bunları" diye Başbakanla röportaj yaptı; Başbakanın cevabı: "Bunları yabancı dile tercüme ettirip, dış ülkelerde ilgilenenlerin dikkatine sunacağız." Bunun üzerine Fikret Bila "Türkiye'deki fabrikaları bedavaya yabancılara peşkeş çektiğiniz iddialar var, buna ne diyorsunuz Sayın Başbakan" dediğinde "olur mu canım, bu fabrikalar kapalı mı kalsın; kim alırsa alsın, önemli olan, üretime katkı sağlasın..." Fakat, hâlâ alınmıyor fabrikalar. Niye alınmıyor; çünkü, finans sektöründeki operasyonun bitmesi lazım.

BAŞKAN - Sayın Akçalı...

RIZA AKÇALI (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır... Çok özür diliyorum efendim; 396 ilâ 493 üncü maddeleri kapsayan Beşinci Bölümde ekonomiye, dışpolitikaya nasıl yer verdiniz, onu merak ediyorum!

RIZA AKÇALI (Devamla) - Çok ilgili efendim, çok ilgili; çünkü, Türkiye'nin ekonomik düzeyini 15 000-20 000 dolarlara çıkarmadıkça, bu kanun tozlu raflarda kalmaya mahkûm olur da, onun için çok ilgili Sayın Başkan. (DYP sıralarından alkışlar) Ben, bitiriyorum.

İşte, böyle bir tablo içerisinde, Türkiye'deki birinci operasyonun tamamlanmasını bekleyen bir süreci hep beraber izliyoruz. Biz, buna razı olmadığımızı, yüreğimizin sızladığını her vesileyle ifade ediyoruz; ama, iktidar ortağı değerli partilerimizin çok değerli milletvekilleri, ben, bu düşüncelerimi sizlerle paylaşma gereği duydum. İnanıyorum ki, zihinlerinizin bir köşesinde bu muhakemeyi yapma gereğini duyarsınız ve bunun istikametinde de bir hamiyetperverliği hep beraber bu Meclis olarak gösterme imkânımız olur ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını, saygınlığını bir kere daha yukarılara çıkarma imkânına hep beraber sahip oluruz diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim; beni de aydınlatmış oldunuz.

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubunda; Kırklareli Milletvekili Sayın Cemal Özbilen.

Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA CEMAL ÖZBİLEN (Kırklareli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Beşinci Bölümde yer alan Türk Medenî Kanun Tasarısının 396 ncı maddesinden 494 üncü maddesine kadar olan bölümü hakkında, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Yürürlükteki Türk Medenî Kanunu, İsviçre Medenî Kanununun iktibası yoluyla 17 Şubat 1926 günü kabul edilmiş, 4 Nisan 1926 tarih ve 339 sayılı Resmî Gazetede yayımlanmış ve nihayet 4 Ekim 1926 günü yürürlüğe girmiştir.

Türk hukuk devriminin simgesi olan bu kanunun, değişen koşullara göre çağdaş bir anlayışla yenilenmesi zamanı gelmişti. Aradan geçen 75 yılda toplumsal, kültürel ve ekonomik yaşamda görülen gelişmeler, özellikle, Aile Hukuku bölümünde yer alan ve kabul edildiği tarihte kadınlara reform niteliğinde haklar veren kuralları, günümüz ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalmıştı.

Ayrıca, kanunun dili de eskimiştir. Gerçekten, yetmişbeş yıllık sürede Türkçede önemli gelişmeler olmuş, dilimiz, birçok yabancı sözcükten arındırılarak sadeleştirilmiştir. O nedenle, genç kuşakların anlamakta güçlük çektiği kanun metninin, dilimizdeki bu gelişmeye paralel olarak yeniden yazılması zorunlu hale gelmiştir.

Tasarıda kullanılan dil oldukça sadeleştirilmiş, yürürlükteki kanunun günümüz Türkçesine oranla eskimiş olan ifadeleri, Anayasada kullanılan dil esas alınarak, kolay anlaşılabilir bir duruma getirilmiştir.

Toplam 1 030 maddeden oluşan tasarı, yürürlükteki kanunda olduğu gibi, bir Başlangıç ile sırasıyla, Kişiler Hukuku, Miras Hukuku ve Eşya Hukuku başlıklarını taşıyan 4 kitaba ayrılmıştır.

Yaklaşık elli yıldır, kapsamlı bir değişiklik yapılmasıyla ilgili çalışmalar yapılmaktaydı. Son olarak, kanunun tamamını gözden geçirmek ve günümüz koşullarına uygun hale getirmek amacıyla, üniversiteler, yargı organları, meslek kuruluşları, hukukla ilgili sivil toplum örgütleri ile Adalet Bakanlığı temsilcilerinin katılımıyla oluşturulan Türk Medenî Kanunu Komisyonu, sırasıyla, Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu ve Prof. Dr. Turgut Akıntürk'ün başkanlık ettiği oturumlarla çalışmalarını 1998 yılında tamamlamıştır.

Tasarı hazırlanırken, Adalet Bakanlığının daha önce oluşturduğu komisyonlar tarafından 1971 ve 1984 yıllarında yayımlanmış bulunan iki ön tasarıyla, kaynak İsviçre Medenî Kanunu, Alman, Fransız ve kısmen İtalyan Medenî Kanunlarından yararlanılmıştır.

Ayrıca, Türk ve İsviçre doktrini ve yargı içtihatları ve anılan ülkelerdeki gelişmeler göz önünde bulundurulmuştur. Böylece, yürürlükteki kanundan farklı pek çok yeni hükümler içeren, özellikle, kadın-erkek eşitliğine her alanda yer veren yeni bir tasarı hazırlanmıştır.

Bu komisyon tarafından hazırlanan Türk Medenî Kanunu Tasarısı, 20 nci Yasama Döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunuldu; ancak, seçimlerin yenilenmesi nedeniyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 77 nci maddesine göre hükümsüz sayıldı.

Tasarı hakkında, 21 inci Yasama Dönemi başladıktan sonra da çeşitli öneri ve eleştiriler yapılmıştır. Bu öneri ve eleştirilerin ışığı altında, Türk Medenî Kanunu Tasarısını yeniden gözden geçirmek üzere ve yürürlük ve uygulama kanunu hazırlamak amacıyla, Adalet Bakanlığında, Prof. Dr. Turgut Akıntürk'ün Başkanlığında yeni bir komisyon oluşturulmuştur. Komisyon, kısa sayılacak bir süre içerisinde çalışmalarını tamamlamış ve Medeni Kanunun Yürürlüğü ve Uygulaması Şekli Hakkında Kanun Tasarısı hazırlanmıştır.

Tasarılar, Bakanlar Kurulundan Meclise gönderildikten sonra, Adalet Komisyonunda birinci gündem maddesi olarak ele alınmış, uzun ve yorucu bir çalışmayla meydana getirilen ortak metin, tüm komisyon üyesi arkadaşlarımızın ve siyasî partilerimizin uzlaştığı bir belge olarak Yüce Meclisimizin tasvibine sunulmuştur.

Gerek Adalet Komisyonunda gerekse alt komisyonda, ülkemiz için çok önemli temel bir kanun olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının yasalaşması için, günlerce çalışan Adalet Komisyonu Başkanımız ve Komisyon üyelerimize, tasarının bu hale gelmesinde büyük emekleri geçen Prof. Dr. Turgut Akıntürk, Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu ve Komisyon üyelerine, Adalet Bakanımız ve tasarının hazırlanmasında emeği geçen Adalet Bakanlığı mensuplarına ve bu tasarının temel kanun olarak görüşülmesinde önayak olan tüm siyasî partilerimize teşekkürlerimi sunuyorum.

Çok önemli bir iş büyük bir uzlaşmayla gerçekleştirilmiş olmaktadır. 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, böylece, çok önemli bir kanunu çıkararak, tarihî bir görevi yerine getirmiş olmaktadır.

Yukarıda sunduğum görüşlerimden sonra, şimdi de, bölümde yer alan konularla ilgili görüşlerimizi Yüce Meclise sunmak istiyorum:

"Vesayet" başlıklı üçüncü kısımda, özel vesayetin kurulmasında istemde bulunacakları belirleyen 399 uncu maddede, yürürlükteki kanunun 349 uncu maddesinden farklı olarak, vesayet altına alınan kişinin iki yakın hısmının fiil ehliyetine sahip olma koşulu getirilmiştir. Yürürlükteki kanunun 358 inci maddesinde sayılan yaşlılık, sakatlık ve tecrübesizlik sebeplerine yeni 408 inci maddede ağır hastalık hali de eklenmiştir.

Tasarının 409 uncu maddesinde yürürlükteki kanunun 359 uncu maddesinden farklı olarak, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlanmaya ancak resmî sağlık kurulu raporuyla karar verilebileceği hükmü getirilmiş, böylece, herhangi bir hekimin raporuyla karar verme olanağı kaldırılmıştır.

Yürürlükteki kanunun vasiliği kabul yükümlülüğünü düzenleyen 366 ncı maddesinde değişiklik yapılarak, tasarının 416 ncı maddesinde bu yükümlülüğün sadece erkekler için değil, kadınlar için de uygulanmasını sağlanmak üzere, "erkekler" sözcüğü yerine "vasiliğe atananlar" ibaresi kullanılmış, böylece, kadın-erkek eşitliği bu konuda da gerçekleştirilmiştir.

Vasilikten kaçınma sebeplerini düzenleyen 417 nci maddeye, yürürlükteki kanunun 367 nci maddesinde sayılanlardan başka, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, hâkimlik ve savcılık mesleği mensupları da eklenmiş, böylece, kaçınabileceklerin çevresi genişletilmiştir.

Anayasanın 19 uncu maddesine uygun olarak, tasarının 432 ve 437 nci maddelerinde kişinin korunması amacıyla özgürlüğünün kısıtlanması koşulları, hüküm ve sonuçları ile buna ilişkin özel hükümlere yer verilmiştir.

Tasarının 432 nci maddesine göre akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden biriyle toplum için tehlike oluşturan kişiler mahkeme kararıyla koruma amacıyla bir sağlık kurumuna yerleştirilebileceklerdir. Ağır tehlike arz eden hastalıkların neler olduğunun belirlenmesi tıp biliminin işi olmakla birlikte, buraya AIDS, ilerlemiş verem, kolera, veba gibi bulaşıcı hastalıkların girebileceği düşünülebilir. Madde, sadece ergin kişilerin bir kuruma yerleştirilmesini veya kurumda alıkonulabilmesini öngörmektedir. Ergin olmayan kişiler, yani, küçükler bu madde kapsamına girmemektedir; ancak, tasarının 435 inci maddesinde bu şekilde özgürlüğü kısıtlanan kişi ve yakınlarına, karara karşı itiraz ve yargı yoluna başvurma hakkı tanınmıştır.

Tasarının yeni 437 nci maddesinde, gerekli hallerde koruma amacıyla özgürlüğü kısıtlanacak kişinin, adlî yardım yoluyla mahkemede temsil edilmesinin sağlanması kabul edilmiştir. Kişinin özgürlüğünün kısıtlanması gibi önemli bir kararda, kişinin hak ve yetkilerini bilememesi olasılığı göz önünde tutularak, gerektiğinde, bu kişinin, yargılama sırasında, adlî yardım yoluyla barolarca görevlendirilecek bir avukat tarafından temsil edilmesinin sağlanması öngörülmüştür.

Maddede, ayrıca, özgürlüğün kısıtlanması gibi önemli bir karar verilirken, kişinin, sadece vekil ya da temsilcisinin isteminin yeterli olmadığı, hâkimin, bizzat, ilgili kişiyi dinlemesinin de gerekli olduğu belirtilmektedir.

Yürürlükteki kanunun 392 nci maddesinde, vasinin bağış yapamayacağı öngörülmüşken, tasarının bu maddeyi kapsayan 449 uncu maddesinde, yapılması yasak olan bağışın önemli olması şartı getirilmektedir.

Yürürlükteki kanunun 397 nci maddesinin ikinci fıkrasında, vesayet altındaki kişinin, temsil kudretine sahip olması ve 16 yaşında bulunması halinde, hesabın, hâkim tarafından incelenmesi sırasında hazır bulundurulması öngörülmüştür. Böyle bir yaş sınırının her zaman doğru bir çözüm olmayacağı göz önünde tutulmak ve Çocuk Hakları Sözleşmesiyle uyumu sağlamak üzere, yaş sınırı koyma yerine, 454 üncü maddede, vesayet altındaki kişinin görüşlerini oluşturma ve açıklama yeteneğine sahip olma ölçüsü getirilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 399 uncu maddesi, vasinin dört yıl için atanmasını öngörmüş, vasinin yeniden atanmasına ve yeniden atanmaya ilişkin süreye yer vermemiştir. Vasilik görevinin önemi göz önüne alınırsa, bugünkü yaşam koşulları bakımından dört yıllık süre uzundur. Vasinin, vesayet makamı tarafından azledilmesi ve görevden uzaklaştırılması oldukça uzun, güç ve merasime tabi bir iştir. O nedenle, tasarının 456 ncı maddesinde, göreve atamanın iki yıl için olması ve bu sürenin sonunda, yeniden, her defasında iki yıl için görev süresinin uzatılması öngörülmüş; ancak, dört yılın bitiminde, vasinin, görevden kaçınma hakkını kullanabileceği hükmüne yer verilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 400 üncü maddesinden farklı olarak, tasarının 457 nci maddesine, vasinin ücretinin vesayet altındaki kişinin mal varlığından karşılanmasının mümkün olmadığı hallerde, bu ücretin Hazine tarafından karşılanması, hükmü eklenmiştir. Yürürlükteki kanunun 415 inci maddesinden farklı olarak, tasarının 471 inci maddesinde, özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûmiyet sebebiyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki vesayetin, kişinin hapis halinin sona ermesiyle; yani, cezayı çekmesi veya şartlı salıverme yoluyla cezaevinden çıkmasıyla kendiliğinden kalkacağı öngörülmüştür.

Yürürlükteki kanunun 415 inci maddesinin, geçici veya şartlı salıvermenin vesayet halini ortadan kaldırmayacağını öngören ikinci cümlesi, kişi, salıverildiği, yani özgür kılındığı halde, vesayet halinin devam etmesi, bundan haberdar olmayan iyi niyetli üçüncü kişilerin mağduriyetine neden olabileceği için, tasarının 471 inci maddesine alınmamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime burada son verirken, tasarının bu hale getirilmesinde emeği geçenlere bir defa daha teşekkür ediyor, hayırlı olması dileğiyle Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Özbilen, teşekkür ediyorum.

Şimdi, Sayın Bakana söz vereceğim, sonra da teşekkür edeceğim.

Sayın Bakanım, bu arada, siz yoktunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı adına, bu dokunulmazlık dosyalarıyla ilgili bir istirhamda bulunmuştum. O konuda da bir açıklık getirirseniz, Meclis olarak size minnetlerimizi sunarız efendim.

Buyurun efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının, Yüce Meclisin saygınlığını ilgilendiren konularda duyarlılık göstermesi son derece doğaldır.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Aynı şekilde, Adalet Bakanlığının da bu konuda farklı bir tutum içinde olamayacağı açıktır.

23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun, bugünkü birleşimin başında, Sayın Başkanın da ifade ettiği gibi, 22.12.2000 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Kanunun yürürlüğe girmesinden bu yana, birbuçuk yılı aşan bir süre değil, onbuçuk ay geçmiştir. Bu süre içerisinde, daha önce Meclis Başkanlığına sunulmuş olan yasama dokunulmazlığıyla ilgili dosyalardan bazıları, ilgili cumhuriyet savcılıkları tarafından geri istenilmiştir, Adalet Bakanlığı da bu yönde işlem yapmıştır.

Bilindiği gibi, milletvekillerinin, seçimden önce veya seçimden sonra işledikleri bir suçtan dolayı yargılanabilmeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisince yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına bağlıdır.

Adalet Bakanlığının bu süreçteki işlevi, cumhuriyet savcılıklarından, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda kendisine intikal ettirilen dosyaları, Başbakanlık aracılığıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmaktan ibarettir. Adalet Bakanlığının bu konuda bir değerlendirme yapması söz konusu değildir.

Adalet Bakanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunduğu dosyalarla ilgili olarak, Başbakanlığa yazılan yazılar dışında, elinde başka bir belge de bulunmamaktadır. O nedenle, Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun çerçevesinde, Adalet Bakanlığının herhangi bir değerlendirme yapması olanağı yoktur. Kaldı ki, bu yetki, Adalet Bakanlığına değil, cumhuriyet savcılıklarına aittir. Adalet Bakanlığının, kendisine ait olmayan bir yetkiyi kullanması söz konusu değildir. Cumhuriyet savcılarımız, bu konuda, gereken işlemleri kısa zamanda tamamlayacaklardır; herhangi bir ihmal söz konusu değildir. Bu işlemlerin hızlandırılması konusunda, bir genelgeyle, ülke genelinde uygulamanın süratlenmesini sağlayacağız.

Yüce Meclisin saygınlığı, parlamenter demokrasilerde en yüksek değerdir. Bu değerin korunmasında, yalnız Yüce Meclis değil, aynı zamanda Adalet Bakanlığı ve cumhuriyet savcıları da kendilerine düşeni yapacaklardır.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım; maksat hâsıl olmuştur.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu tasarısı üzerinde, konu içerisinde kalarak çok yararlı açıklamalar yapan arkadaşlarımız olduğu gibi, konuyla hiç ilgisi olmayan, başka konular üzerinde duran arkadaşlarımız da var. Şüphesiz, bu kürsüde söylenilen her söz yararlıdır, belli bir konudaki düşünceleri dile getirmektedir; ama, Türk Medenî Kanun Tasarısıyla ilgili görüşmelerin, bu tasarının on bölüm halinde görüşülmesinden beklenen yararın gerçekleşmesi bakımından, mutlaka, doğrudan doğruya konuyla ilgili olması gerekir.

Bu arada, tasarının daha önce görüşülmüş olan bölümleri hakkında da görüş açıklamaya devam eden arkadaşlarımız var.

Özellikle, tasarının, hâlâ,  İsviçre Medenî Kanununda yapılan değişikliklerin göz önünde tutularak hazırlanmış olmasını eleştiri konusu yapan arkadaşlarımız var. Daha önce de ifade ettiğim gibi, bu tasarı, aslında, elli yıldan beri süren çalışmaların ürünüdür. Bu çalışmalarda, yetmişbeş yıllık bir birikim değerlendirilmiştir. Bu birikim, Türkiye'de, Türk Medenî Kanunuyla ilgili olarak daha önce yapılmış olan değişiklikler, yüksek mahkemelerce verilmiş olan kararlar ve doktrinde ortaya atılmış olan görüşlerdir; ama, çağdaş hukuktaki gelişmeleri de izlememiz doğaldır; çünkü, biz, bu tasarıyla, Türk Medenî Kanununu çağdaş anlayışa uygun bir düzenleme haline getirmek istiyoruz. O bakımdan, bizim, öncelikle, Türk Kanunu Medenîsinin kaynağı olan İsviçre hukukundaki gelişmeleri göz önünde bulundurmamız doğaldır; ama, söylediğim gibi, bütün bu çalışmalarda, yetmişbeş yıllık bir birikim değerlendirilmiş bulunmaktadır.

Bu arada, özellikle aile hukukunda yapılan yeniliklerin ailelerin bölünmesine yol açacağı, ailelerin bir şirket durumuna düşürüldüğü ifade edilmiştir. Bu görüşleri haklı bulma olanağı yoktur. Şüphesiz, bu tasarının temelindeki görüş de, evlilik birliğinin, bir karşılıklı sevgi ve saygı birliği olduğudur; ancak, bu birliğin maddî temellerinin olduğu da gözardı edilemez. Evlilik birliği, eşlerden birinin ezildiği, eşlerden birinin ekonomik bakımdan diğerine bağımlı duruma geldiği bir birlik olarak düşünülemez. Evlilik birliğinin, eşit eşlerin sevgi ve mutluluk birliği olmasını sağlamak için, onun maddî temellerinin de sağlam olması, eşitliğe dayanması gerekir. O bakımdan, getirilen düzenlemeler aileleri bölmeyecek, tersine, aileleri güçlendirecektir.

Aile Hukuku kitabının üçüncü kısmında düzenlenen vesayet ise kendi içinde üç bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler, sırasıyla "Vesayet Düzeni", "Vesayetin Yürütülmesi" ve "Vesayetin Sona Ermesi" başlıklarını taşımaktadır. Vesayet kısmında düzenlenen kurumlarda ve bunlara ilişkin hükümlerde, birinci bölüme eklenen bir ayırım dışında, esasa ilişkin önemli bir değişiklik bulunmamaktadır. Daha çok, eskimiş bulunan bazı terim ve ifadelerin, gerek madde başlıklarında gerekse metinlerde değiştirilmesi ve böylece, kanunun kolay uygulanabilir bir duruma getirilmesi, bu bölümde gerçekleştirilen çalışma olmuştur. Bu arada, alışılmış olmaları sebebiyle, "vesayet", "vasi", "vesayet makamı", "aile meclisi" ve "kayyım" terimleri aynen korunurken "kanunî müşavir" yerine "yasal danışman" terimi tercih edilmiştir. Aynı biçimde "vesayet teşkilatı" yerine "vesayet düzeni", "vesayet uzuvları" yerine "vesayet organları" terimlerine yer verilmiştir.

Yürürlükteki kanunda "hususi vesayet" olarak düzenlenen özel vesayetin kurulmasında istemde bulunmaya hakkı olanları belirleyen 399 uncu maddede, yürürlükteki kanunun reşit olma koşulunu arayan 349 uncu maddesinden farklı olarak, vesayet altına alınan kişinin iki yakın hısımının fiil ehliyetine sahip olması koşulu getirilmiştir.

Yürürlükteki kanunun "İsraf, ayyaşlık, suihal, suiidare" kenar başlığını taşıyan 356 ncı maddesini karşılayan yeni 406 ncı madde "Savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim" kenar başlığı altında düzenlenmiş. Bu arada, kenar başlığında olduğu gibi, madde metninde de "ayyaşlık" yerine "alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı" deyiminin kullanılması uygun görülmüştür. Böylece, ayyaşlığın sadece alkol bağımlılığını ifade etmediği vurgulanmıştır.

Yürürlükteki kanunun 358 inci maddesinde sayılan "yaşlılık, sakatlık ve tecrübesizlik" sebeplerine, yeni 408 inci maddede "ağır hastalık" durumu da eklenmiştir.

Tasarının 409 uncu maddesinde, yürürlükteki kanunun 359 uncu maddesinden farklı olarak, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilebileceği hükmü getirilmiş; böylece, herhangi bir hekimin raporuyla karar verme olanağı kaldırılmıştır.

"Vasinin atanması" başlıklı dördüncü ayırımda yürürlükteki kanunun vasiliği kabul yükümlülüğünü düzenleyen 336 ncı maddesinde değişiklik yapılarak tasarının 416 ncı maddesinde bu yükümlülüğün erkekler kadar, kadınlar için de uygulanmasını sağlamak üzere "erkekler" sözü yerine "vasiliğe atananlar" ibaresi kullanılmış; böylece, bu konuda da kadın-erkek eşitliği belirtilmiştir.

Vasilikten kaçınma nedenlerini düzenleyen 417 nci maddeye, yürürlükteki kanunun 317 nci maddesinde sıralananlardan başka, Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Bakanlar Kurulu üyeleri, hâkimlik ve savcılık mesleği mensupları da eklenmiş; böylece vasilikten kaçınabileceklerin çevresi genişletilmiştir.

Beşinci Ayırımın başlığı yürürlükteki kanunda "Kayyımlık" iken, tasarıda "Yasal Danışmanlık" da eklenmiştir; çünkü, bu ayırımda, kayyımlık yanında, yasal danışmanlık da düzenlenmektedir.

429 uncu maddenin kenar başlığı yürürlükteki kanunda "Mahdut ehliyet" biçimindedir. Oysa, bu maddede, ehliyet konusu değil, yasal danışmanlık düzenlenmektedir. O nedenle, başlık "yasal danışmanlık" olarak değiştirilmiştir. Ayrıca, madde içerisinde "reyi alınmak üzere müşavir" yerine "yasal danışman" deyimi kullanılmıştır. Maddenin birinci bendindeki "husumet" deyimiyle dava açma kastedildiği için, bu yolda terim değişikliğine gidilmiştir.

Yürürlükteki kanunda beş fasıldan oluşan birinci bab, tasarıda, "Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması" başlıklı yeni bir ayırımın eklenmesiyle altı ayırımından oluşan bir bölüm durumuna getirilmiştir.

Yürürlükteki kanunda ve 1984 tarihli öntasarıda mevcut olmayan altıncı ayırım, İsviçre Medenî Kanununda 1 Ocak 1981 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan yeni düzenlemelerden esinlenerek ve aynı düzenlemenin ülkemiz için de gerekli ve yararlı olduğu düşünülerek tasarıya alınmıştır.

Anayasamızın 19 uncu maddesine uygun olarak, tasarının 432 ilâ 437 nci maddelerinde, kişinin korunması amacıyla özgürlüğünün kısıtlanması, bunun koşulları, hüküm ve sonuçları ile buna ilişkin özel hükümlere yer verilmiştir.

Tasarının 432 nci maddesine göre, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden biriyle toplum için tehlike yaratan kişiler, mahkeme kararıyla, koruma amacıyla bir sağlık kurumuna yerleştirilebileceklerdir.

Şüphesiz, ağır tehlike arz eden hastalıklar, tıp bilimince belirlenebilir. Bunlar arasına AIDS, ilerlemiş verem, kolera ve veba gibi bulaşıcı hastalıkların gireceği düşünülebilir. Madde, sadece ergin kişilerin bir kuruma yerleştirilmesini veya kurumda alıkonulmasını öngörmektedir. Ergin olmayan kişiler, yani küçükler, maddenin kapsamına girmemektedir; ancak, tasarının 435 inci maddesinde, bu şekilde özgürlüğü kısıtlanan kişi ve yakınlarına, karara karşı itiraz ve yargı yoluna başvurma hakkı tanınmıştır.

Tasarının yeni 437 nci maddesinde, gerekli durumlarda, koruma amacıyla özgürlüğü kısıtlanacak kişinin, adlî yardım yoluyla mahkemede temsil edilmesinin sağlanması kabul edilmiştir. Kişinin özgürlüğünün kısıtlanması gibi önemli bir kararda, kişinin kendi hak ve yetkilerini bilememesi olasılığı dikkate alınarak, gerektiğinde, bu kişinin, yargılama sırasında, adlî yardım yoluyla, barolarca görevlendirilecek bir avukat tarafından temsil edilmesinin yararlı olacağı düşünülmüştür. Maddede, ayrıca, özgürlüğün kısıtlanması gibi önemli bir karar verilirken, kişinin sadece vekil ya da temsilcisinin isteminin yeterli olmadığı, hâkimin bizzat ilgili kişiyi dinlemesinin de gerekli olduğu belirtilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 392 nci maddesinde vasinin bağış yapamayacağı öngörülmüşken, tasarıda bu maddeyi karşılayan 449 uncu maddede, yapılması yasak olan bağışın önemli olması koşulu getirilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 397 nci maddesinin ikinci fıkrasında, vesayet altındaki kişinin temyiz kudretine sahip olması ve onaltı yaşında bulunması halinde, hesabın hâkim tarafından incelenmesi sırasında hazır bulundurulması öngörülmüştür. Böyle bir yaş sınırının her zaman doğru bir çözüm olamayacağı açıktır. Gerek bu husus gerek Çocuk Hakları Sözleşmesiyle uyum sağlamak amacıyla yaş sınırı koyma yerine, 457 nci maddede, vesayet altındaki kişinin görüşlerini oluşturma ve açıklama yeteneğine sahip olması ölçüsü getirilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 399 uncu maddesi, vasinin dört yıl için atanmasını öngörmüş, vasinin yeniden atanmasına ve yeniden atanmaya ilişkin süreye yer vermemiştir. Vasilik görevinin önemi göz önüne alınırsa, bugünkü yaşam koşulları bakımından dört yıllık süre uzun bir süre sayılabilir. Vasinin vesayet makamı tarafından azledilmesi ve görevden uzaklaştırılması ise, oldukça güç ve merasime bağlı bir iştir. O nedenle, tasarının 456 ncı maddesinde, göreve atamanın iki yıl için geçerli olması, bu sürenin sonunda, yeniden, her defasında iki yıl için görev süresinin uzatılması öngörülmüş; ancak, dört yıllık sürenin bitiminde vasinin görevden kaçınma hakkını kullanabileceği hükmüne yer verilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 400 üncü maddesinden farklı olarak tasarının 457 nci maddesine, vasinin ücretinin vesayet altındaki kişinin mal varlığından karşılanmasının mümkün olmadığı hallerde, bu ücretin, Hazine tarafından karşılanması hükmü eklenmiştir.

Yürürlükteki kanunun 415 inci maddesinden farklı olarak tasarının 471 inci maddesinde, özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûmiyet nedeniyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki vesayetin, kişinin hapis durumunun sona ermesiyle; yani, cezasını çekmesi veya şartlı salıverme yoluyla cezaevinden çıkmasıyla kendiliğinden kalkacağı öngörülmüştür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, herhalde 1 dakikada toparlarsınız...

Buyurun efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Yürürlükteki 415 inci maddenin geçici veya şartlı salıvermenin vesayet halini ortadan kaldırmayacağını öngören ikinci cümle, kişi salıverildiği, yani, özgür kılındığı durumda vesayet durumunun devam etmesi, bundan haberdar olmayan iyi niyetli üçüncü kişinin mağduriyetine neden olabileceği için, tasarının 471 inci maddesine alınmamıştır.

Üçüncü Bölüm, "Vesayeti Gerektiren Hallerin Sona Ermesi", "Vasilik Görevinin Sona Ermesi" ve "Vesayetin Sona Ermesinin Sonuçları" olmak üzere kendi içinde üç ayırımdan oluşmaktadır. Bu ayırımlarda da esasa ilişkin önemli değişiklik yapılmamıştır; değişiklikler daha çok, terminoloji ve ifadenin sadeleştirilmesi yönündedir.

Esasa ilişkin bir değişiklik, yürürlükteki Kanunun 429 uncu maddesinde hafif yolsuzlukta sulh mahkemesi tarafından vasiye verilmesi öngörülen 25 liralık para cezasının bu maddeyi karşılayan 485 inci maddeden kaldırılması olmuştur; bu yapılırken, Medenî Kanunda, para cezasına ilişkin bir hükmün yer almasının doğru olmayacağı düşünülmüştür.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum efendim.

Sayın milletvekilleri, 1 adet önerge vardır efendim; okuyup, oylarınıza sunacağım; tabiî, karar yetersayısı istemezseniz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı Kanun Tasarısının 463 üncü maddesindeki "onayı" kelimesinin "izni" olarak, 465 inci maddenin kenar başlığının ise "İznin bulunmaması" olarak değiştirilmesini; 465 inci madde metnindeki "veya onayını" ibaresinin metinden çıkarılmasını saygıyla arz ve teklif ederim.

                                                        Prof. Dr. Hikmet Sami Türk

                                                                 Adalet Bakanı

BAŞKAN - Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyor; takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Gerekçeyi okuyorum:

"Gerekçe:

463 üncü madde çerçevesinde denetim makamının yapacağı işlem, gerçekte onay değil, ikinci bir izin işlemidir. Nitekim yürürlükteki Türk Kanunu Medenîsinin 405 ve 406 ncı maddelerinde eşanlamlı kelimeler olarak "izin" ve "müsaade" kullanılmıştır. Kaynak İsviçre Medenî Kanununun 421 ve 422 nci maddelerinde de "zustimmung" (Almanca metin) ve "consentement" (Fransızca metin) kelimeleri kullanılmıştır."

Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Bu önergeyle birlikte, Beşinci Bölüm üzerindeki müzakereler bitmiştir.

Beşinci Bölümü, kabul edilen önerge doğrultusundaki değişik şekliyle oylarınıza sunuyorum: Beşinci Bölümü kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Altıncı Bölüme geçmeden evvel, 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 16.13


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 16.24

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Levent MISTIKOĞLU(Hatay)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 17 nci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. – Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Altıncı Bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Altıncı Bölüm, tasarının "Üçüncü Kitap, Miras Hukuku" kısmının 494 ilâ 574 üncü maddelerini kapsamaktadır. Bu bölümde de konuşma süreleri, gruplar, komisyon ve hükümet için 20'şer dakikadır.

Altıncı Bölümde söz isteyen Adalet ve Kalkınma Partisi adına, Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Hükümet mensupları yok ortada...

BAŞKAN - Hükümetimiz burada efendim. "Hükümet mensupları" ne demek?!

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Yani, hükümet kanadına mensup milletvekillerimiz...

BAŞKAN - Hayır... Burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyeleri var. Muhalefet ve iktidarın uzlaşmayla çıkardığı bir kanun tasarısını görüşüyoruz.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, bir hususu vuzuha kavuşturalım izin verirseniz.

BAŞKAN - Buyurun.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Yani, hükümete mensup Parlamento mu, Parlamentoya mensup hükümet mi?

BAŞKAN - Vallahi onu bilmiyorum; ama, bildiğim bir şey var; Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, burada, iktidar-muhalefet ayırmaksızın, uzlaşma kültürüyle, 1 030 maddelik bir kanunu görüşüyor. Onun için, sizinle onların bir farkı olduğunu sanmıyorum. Öyle olsa, bu kadar rahat geçmez bu.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Var var... Azabımız farklı olacak...

BAŞKAN - Azap başka...

Sayın Çetinkaya, buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmama başlamadan önce, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hukuk sistemleri, hele medenî hukuk mevzubahis olunca, bu, ülkemizin en önemli temel kanunları, ana direği diye kabul edeceğimiz, temel hukuk prensiplerinin başta gelen kanunlarından birisi. Bu sebeple, bu konuda, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin gerekse kanun tasarısını hazırlayan üniversite camiasından tutun tüm yetkililerinin son derece önem ve hassasiyetle konuya nazar etmeleri gerekir; çünkü, bu, ülkelerin var olmasının temel direği dedik.

Ta Roma hukukundan bugüne kadar... Niye Roma hukukunu misal veriyorum; çünkü, biz de hukuk okuduk ve Medenî Kanunumuzun temeli de Roma hukukundan geliyor, digestalardan geliyor ve bu kanun, sonra, İsviçre'deki kantonlardan başlamış ve Türk Medenî Kanununun 1926'daki temeli de, işte, o Roma'dan, İsviçre kantonlarına ve biz de tercüme ederek onu almışız.

Allah rahmet eylesin, benim bir hocam vardı İstanbul Hukuk Fakültesinde, derdi ki: "Bir gün, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunuyla ilgili profesörlük tezimi hazırladım -ismini vermiyorum; çünkü, rahmetlinin hatırasına saygıdan dolayı- ve kendimce dedim ki: En mükemmelini yapacağım. Niye en mükemmelini yapacağım; yaşayan hukuku, Türkiye'deki insanların karşı karşıya kaldığı sıkıntıları bizzat yaşayanlar kimler; bu kanunu tatbik edenler, bu usulü tatbik edenler, uygulayanlar ve talebelerimden arkadaşlarıma kadar Türkiye'nin her kesiminde, her bölgesinde görev yapan hâkiminden, savcısından, avukatından bilgiler istedim; karşılaştığınız sıkıntılar, zorluklar nelerdir. Ve gelen o konuları, o sıkıntıları, o problemleri tezime ana konu olarak aldım ve bunu, bu perspektifle değerlendirerek tezimi hazırladım; fakat 'efendim biyografide hiç isim yok, bu nasıl tez, böyle bir tez olmaz' dediler. Halbuki, o, Türkiye'nin ana meselesiydi, Türkiye'nin bizatihî karşılaştığı sıkıntıları uygulayıcılar tarafından tespit edilerek o kitaba, teze yansıyan bir konuydu; fakat 'olmadı' dediler, tezim kabul görmedi. Onun üzerine bir kitap aldım elime; ondan sonra, Dügie'den, Seje'den, Kant'tan herkesten isimlerini yazdım -ve tövbe, ben bu isimleri okumadım diyor- herkes baktı 'işte, gördünüz mü, ilmî tez böyle olur' dediler -Sayın Bakanım, sizi tenzih ederim, tabiî, bu, maalesef olan gerçekler- onun üzerine bu tezimi aldılar 'işte, tez böyle olur, birinci tez olmamıştı' dediler ve tez çoğunlukla kabul edildi."

Bunu niye anlatıyorum. Bir hukuk âlimi olan çok değerli Adalet Bakanımız, gayet tabiî ki bu kanun tasarısı hazırlanırken, ben inanıyorum ki -birazdan, külü üzerinde, yani tamamı üzerinde birkaç kelimeyle bazı görüşlerimi arz edeceğim zaman, görecekler ki- çok değerli Adalet Bakanımız, hukuk bilgisine saygı duyduğum Sayın Bakan da, bu konuları yeteri derecede içine sindirememiştir; çünkü, bir ülkenin bütün insanları bu işin muhatabı. O ülke insanlarının tarih boyunca karşılaşmış olduğu, gelenekleri, görenekleri, millî ve manevî değerleri -bu, aile hukukudur, miras hukukudur, vesayettir ve borçlar hukukudur- hepsi bunun içinde olacak, o ülkede yaşayan insanların karşılaşmış olduğu topyekûn sıkıntıları bizzat göz önünde bulunduracak ve buna göre... Yoksa, motamo, İsviçre Medenî Kanununu alır da, ondan sonra, onu iktibas... Keşke iktibas etseydiniz. İktibas da olmadı; çünkü, motamo bir tercümeyle karşımıza getirildi. İsterdik ki, bu Medenî Kanun -1926'dan bugüne geçen yetmiş sene içinde- bu Mecliste, 2001 yılına giren, 21 inci Asra ayak basan şu Mecliste, Türkiye için bir reform niteliği arz edeydi.

Sayın Bakanım, ben inanıyorum ki, siz de buna reform diyemiyorsunuz.

Evet, değerli arkadaşlar, şimdi, tasarıda ilk göze çarpan hususlardan biri şu: 937 maddelik Medenî Kanun, yeni tasarıyla 1 030 maddeye çıkarıldı. Halbuki, önemli olan, kanun maddelerini birleştirerek azaltmak, kanun maddelerini çoğaltmak değil. Hep diyoruz ki, Anayasa metni son derece uzundur, bunu kısaltalım. Medenî Kanunda da bazı tekerrürler var; biraz sonra size arz edeceğim. Yoksa, 937 maddeyi 1030 maddeye çıkarmak, bence, hukuk tekniği bakımından da isabet kaydetmemiştir. Dolayısıyla, bu değişiklik sonucu evvelki maddelerin numaraları kaymış ve bugüne kadar binbir gayretle oluşturulmuş bulunan hukuk kültürümüz, bir anlamda, bence, tahribe uğramıştır.

Oysa, Medenî Kanunumuzun menşeî olan İsviçre'de, Medenî Kanuna yeni maddeler eklenmekte; bu yeni maddeler eklenirken, ilgili olduğu evvelki maddenin -(a), (b), (c) gibi numaralar verilerek- şıkları olarak düzenlenmektedir.

İkinci bir husus, tasarıda yapılan değişikliklerden birisi de, sözcüklerle ilgili bulunmaktadır. Dilimizde halen kullanılan, hukuk ıstılahatında da anlamları tamamen belirlenmiş olan pek çok sözcük, aynı anlamı ifade ettiği şüpheli olan başka sözcüklerle değiştirilmiştir.

Niye buna ihtiyaç duyuldu? Efendim, tamam, Değerli Komisyon Başkanımız ve Adalet Bakanımız buyurdular ki: Efendim, şu kelimelerle bu kelimeler arasında mukayese ettiğiniz zaman hangisini tercih edersiniz? Şimdi, "boş" kelimesi Türkiye'de anlaşılmıyor muydu allahaşkına?!.

Ziya Gökalp'in meşhur bir darbımesel haline gelen sözü var; diyor ki: "Galatı meşhur, lügatı fasihadan evladır." Artık, Türkiye'ye mal olmuş, Türkiye'nin bir zenginliğidir o kelimeler. Şimdi, o zenginliği tutar da, gözardı edip de, efendim, bunlar yabancı kelimelerdir...

Sayın Bakanım, birçok yabancı dilde -zatıâliniz bunları bilirsiniz, çok iyi bilirsiniz- bunlar o dilin zenginliği olarak kabul edilir ve dolayısıyla o dille bütünleşmiştir ve Türkçe ise Türkçe haline gelmiştir. O sebeple, şimdi "vazife" yi siz, tutar da, efendim, bu yabancıdır... Köylüye de sorsanız "vazifeyi" bilir, köylüye de sorsanız "borç"u bilir, köylüye de sorsanız bu tür kelimeleri bilir ve dolayısıyla, bu, benim dilimin zenginliği haline gelmiştir. İşte, Ziya Gökalp'ın dediği gibi, galatı meşhur olmuş, lügatı fasihadan evla haline gelmiştir. Onun İçin, bunları tutup da bu hale getirilirse...

"Efendim, bu kelimeler anlaşılmıyor..." Tamam, çok çok anlaşılmayan bazı kelimeler için, ben sizinle aynı fikirdeyim, taraftarım; ama, tutup da, artık, benim dilimin zenginliği olmuş, benim dilimin malı olmuş, her tarafta kullanılan bu kelimeleri, tutar da, hiç o manaya gelmeyen, ifade yanlışlıklarıyla tamamen malul olan bir şekle sokarsanız, bence, o dili zenginleştirmemiş olursunuz, güçleştirmiş olursunuz. Onun için, zaman geçmiş değildir; bu konuda, bence, doğru olan neyse o yapılmalıdır.

Tasarıda yapılan değişikliklerden birisi de sözcüklerle ilgili bulanmaktadır. Dilimizde halen kullanılan, hukuk ıstılahatında da anlamları tamamen belirlenmiş olan pek çok sözcük, aynı anlamı ifade ettiği şüpheli olan başka sözcüklerle yer değiştirmiştir. Zamanınızı almamak için örnekler vermeyeceğim; bunları, bir iki örnekle anlatacağım.

Mesela, Medenî Kanunda "mesele" yerine "konu" sözcüğü kullanılmış. "Mesele" üzerinde ihtilaf bulunan konu demektir. Siz, tutar da "mesele"yi başka bir sözcükle, "konu"yla değiştirirseniz... "Konu", "mesele"nin tam karşıtı değildir Sayın Bakanım; zatıâliniz, bunu çok iyi bilirsiniz. "Mesele", üzerinde ihtilaf bulunan konudur; ama, "konu" çok yalın kalmaktadır burada. Onun için maddede yapılan düzenlemede bu konuda anlam çıkmamaktadır.

Yine bir maddede "hak ve nesafet" yerine "hukuk ve hakkaniyet" sözcükleri kullanılmış. Bu iki sözcük, Arapça aynı kökten türemiş olup, aynı anlama gelmektedir. Oysa "hak" ve "nesafet" sözcükleri, aynı anlamlara sahip olan, hâkimin hüküm verirken göz önünde bulundurma zorunda olduğu adalet ilkelerini ifade eder. Eğer bu sözcükler daha anlaşılır hale getirilmek isteniyorsa, onların yerine "hak" ve "adalet" sözcüklerini kullanmak daha isabetli olur.

Yine, bir örnek daha vererek, bu konuyu kapatacağım. Tasarının birçok yerinde "borç" sözcüğü yerine "yüküm" sözcüğü kullanılmıştır. Allahaşkına, bu "borç"un yerine "yüküm" hiç olmuş mudur?! Oysa, hukukçu olmayanlar için "yüküm" sözcüğü hukuk adına hiçbir şey ifade etmemektedir, buna karşılık "borç" sözcüğünün anlamı herkes tarafından bilinmektedir.

Bir diğer örnek "sıhrî hısımlık"; yine "kayın hısımlığı" denilmiştir. "Kayın" sözcüğü, aslında, bir Arapça kelimedir. Yani, bir galat olup, Arapça kökeniyle "kaim" sözcüğünün yerine gelmektedir. Yani, "kayınbirader", "kayınpeder", "kayınvalide" derken, gerçek birader, peder ve validenin yerine geçen, onun yerine ikame olunan, kaim olunan demektir. Bunu herkes bilmektedir; Türkiye'de, herkes, her kesimde, her bölgede, artık "kayınbirader", "kayınvalide", "kaynana" denilmektedir. Yani, bunlar bilinen şeyler. Niye kendimizi zorlayıp da, efendim "kayın hısımlığı..."

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - "Kayınbaldız" çıkarıyorsunuz!

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Kayınbaldız...

Şimdi, böyle galat ve nesep bağını ifade etmekten uzak bir sözcükten hareketle, kavram üretmek, pek de bilgili olmakla bağdaşan bir netice meydana getirmemiştir. Bunun için, eskiden olduğu gibi, Türk toplumuna da yabancı olmayan "sıhrî hısımlık" deyimi kullanılmalıdır. Ayrıca, "sıhrî hısımlık" deyimi, kurumu daha iyi ifade etmektedir.

Bunları geçtikten sonra, bunun gibi daha birçok, pek isabet kaydetmeyen kelimeler getirilmiştir. Dileriz ki, bu konuda, tasarıyı bitirdikten sonra, komisyona bir redaksiyon yetkisi verelim ve dolayısıyla, bunları yeniden düzenlemek üzere, bu pek de isabet kaydetmeyen yeni kelimeler, yeni deyimler, yeni sözcükleri redakte edesiniz Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, bunları belirttikten sonra, son bir cümleyle şunu söylemek istiyorum: Bir ülkenin kanunları, sadece hukukî metinler olarak kabul edilemez aynı zamanda, o ülkenin dilinin ebedî ifade gücünü ve güzelliğini de yansıtır. Tasarı, böyle bir anlayış, güç ve güzellikten, maalesef, mahrumdur. Zira, tasarıyla, Türkçede sadeleşme adına fakirleşme yapılmış, edebî hiçbir değeri bulunmayan, benim Türkçemde "basit" denilecek sözcüklerle yer değiştirilmiştir.

Bunu belirttikten sonra, miras hukukuyla ilgili olan konuya temas etmek istiyorum. Miras hukuku, ölen bir insanın mamelekinin, hak, alacak ve borçlarının hakikî ve hükmî şahıslara intikalini tanzim eden kaidelerin bütünüdür. Bu bakımdan, miras hukuku, yaşayanlar arasındaki münasebeti değil, ölümden sonra netice doğuran hususları düzenler. Bunun içindir ki, bir hakikî şahsın ölümü olarak ve ölen kişiden kalan bu mal varlığının, ölümünden sonraki hali, mevcut Medenî Kanunumuzda olduğu gibi, görüşülen tasarıda, Üçüncü Kitapta yer almaktadır. Bir yerde, ölen kişinin malları arasında hukukî ihtilafları gidermeyi amaçlamaktadır. Miras hukuku, ölen kimsenin mallarının sağlara geçişini düzenleyen bir hukuk dalı olduğu için, miras hukukunun ölüme bağlı bir mallar hukuku olduğu söylenebilir. Bu suretle, hayatın ötesine giden, âdeta ebedî kredi imkânı sağlayan bir sistemdir miras hukuku.

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir." Bu, Anayasamızın metnidir ve 35 inci maddede, miras hukukuna bu kadar önem verilmiştir.

Bunları anlattıktan sonra, miras hukukunun -zamana bakıyorum- bu geçen zaman içinde, esas maddede görülen, miras hukukunda görülen bazı konuların düzeltilmesi hususuna temas etmek istiyorum.

Şimdi, tasarıda, mevcut Medenî Kanunun İsviçre Medenî Kanunundan zamanında yapılan tercümesi sırasında düşülen hatalar giderilerek, düzenlenmesi yoluna gidildiği görülmektedir. Örneğin, tasarının 655 ve 669 uncu maddeleri İsviçre'deki kaynağının doğru tercümesi yapılarak, yeniden düzenlenmiştir.

Tasarıda, maddî olmamakla birlikte, miras bırakanın ölümüyle, ona ait olan madalya, nişan ve bunun gibi değer arz eden varlıklar ve bunların mirasçılar arasında paylaşımıyla ilgili açık ve yeterli bir düzenlemeye yer verildiği söylenemez. Her ne kadar, tasarının 653 üncü maddesinde bundan bahsedilmiş ise de, madalya ve nişanlar eşya ya da belge olmadığından, bunlara hangi hükümlerin uygulanacağı tereddüte yol açmaktadır.

Tasarının vasiyeti düzenleyen 502 nci maddesinde de, miras bırakanın vasiyet düzenleme tarihinde 15 yaşını doldurmuş olması şartı aranmaktadır. Bu hükme göre, mahkeme kararıyla rüştünü 14 yaşında kazanan bir kadın, evlendiğinde dava ehliyetine, hukukî işlem yapma ehliyetine sahip olmasına karşın, vasiyetname düzenleyememektedir. Bu nedenle, yaş şartının kazaî rüşt yaşıyla paralel düzenlenmesi gerekir.

Yine, mirasçılıktan çıkarmaya ilişkin 510 uncu maddede "mirasçı, mirasbırakana veya mirasbırakanın yakınlarından birine ağır bir suç işlemişse" hükmüne yer verilmiştir. Mirasbırakanının yakınlarından kastedilen kişilerin kimler olduğu açık değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Efendim, toparlayacaksınız ümit ediyorum.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla)- Hay hay Sayın Başkan.

Bunlar, sadece kan hısımları mı, yoksa sıhrî hısımlar da buna dahil mi ya da yakınlık kavramı, hısımlık dışında bir yakınlığı da kapsıyor mu?

Tasarının mirasla ilgili düzenlemelerinde "önmirasçı" gibi birtakım yeni kavramlara yer verilmiş; bu kavramlar ve mirasla ilgili temel kavramların tamamına tasarıda yer verilmemiştir. Ana babanın sosyal güvenceden yoksun olarak, gerektiğinde bütün mal varlığını harcayıp yetiştirdiği çocuğunun bakımı altındayken çocuğun kaybedilmesi halinde, onun mirasında altsoy bulunamaması halinde yararlanamaması, Türk toplumunun yapısı, ana babaya olan vefa borcu ve ana-babanın sosyal güvenceden yoksunluğuyla bağdaşmadığından, tasarıda altsoy bulunsa dahi, kısmen de olsa ana babanın mirasçılığına yer verilmesi yerinde bir düzenleme olurdu.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım, tamamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür edeceksiniz...

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Evet, sağ olun.

Yine, tasarının 589 uncu maddesinde, tereke mallarının koruması için hâkimin resen alacağı önlemlere dair giderlerin devletçe karşılanacağı belirtilmesine rağmen, bu giderlerin kaynağının yasada açıkça belirtilerek uygulamada karışıklıklara ve zorluklara meydan verilmemesi gerekiyordu.

Zamanı daha fazla aşmamak için, sözlerimi burada bitirmek istiyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim ben de.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Sizlere teşekkür ediyorum ve hayırlı, uğurlu olsun diyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sağ olun efendim.

Efendim, söz sırası Saadet Partisinde.

Saadet Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Osman Yumakoğulları. Nerede?..

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Ahmet Cemil Tunç'u davet buyurur musunuz...

BAŞKAN - Öyle mi yapalım?

İkisi de geldiler efendim, ama...

OSMAN YUMAKOĞULLARI (İstanbul) - Sayın Başkan, ben daha sonra konuşacağım.

BAŞKAN - Peki efendim...

O zaman, Saadet Partisi Grubu adına, Elazığ Milletvekili Sayın Ahmet Cemil Tunç, buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

Bir dakika... Bölelim zamanı Sayın Bakanım.

Buyurun efendim.

SP GRUBU ADINA AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Saadet Partisi adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, siz değerli arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum.

Aslında, söze başlarken, kanunun gerekçesi üzerinde birkaç şey söylemek istiyordum; ancak, şimdiye kadar bu kanunun maddesi, bölümleri üzerinde konuşan arkadaşlar, bunlarla ilgili çekincelerini çok açık bir şekilde ortaya koydular, eleştirdiler, tenkit ettiler. Ben de, arkadaşlarımızın bu eleştirilerine katıldığımı, böyle bir üslubu, böyle bir anlayışı, böyle bir inancı, böyle bir yaklaşımı reddettiğimi konuşmamın başında ifade etmek istiyorum.

Bu bölüm üzerinde, ben ve değerli arkadaşım beraber görüşlerimizi, Partimizin düşüncelerini açıklamaya çalışacağız. 10 dakika içerisinde 495 ve 501 inci maddelerle ilgili düşüncelerimi ben açıklamak istiyorum.

Bu bölümde, yani, Üçüncü Kitabın Birinci Kısmının, Birinci Bölümünde, yani "Yasal Mirasçılar" bölümünde bazı hüküm değişiklikleri yapılmış, yeni hükümler getirilmiş; bunun yanında, dilde sadeleştirme adıyla da bir şeyler yapılmış. Sadelik olmuş mu olmamış mı; onu Yüce Meclisin takdirine bırakıyorum.

496 ncı maddede bir hüküm değişikliği söz konusu değil; ancak, burada, bir takdim tehir yapılmış. Eski metinlerde baba ve ana şeklinde geçerken, takdim tehirle, önce ana sonra baba olarak, babaya anaya saygı babından, değiştirilmiş; böyle bir takdim tehir yapılmış.

Bir hüküm değişikliği 497 nci maddede söz konusu. Buraya bir hüküm eklenmiş; büyük analar ve büyük babaların kendi çocukları, yani, mirasbırakanın amcası, halası, dayısı, teyzesi hayatta iseler, mirasbırakandan önce ölmüş olan büyük analar ve büyük babalardan düşen miras paylarını onların çocuklarına, yani, amcasına, halasına, teyzesine geçmesi imkânını temin ediyor, getiriyor. Şu andaki, yürürlükteki Medenî Kanunun 441 inci maddesinde, 3678 sayılı Kanunla yapılan değişiklik, söz konusu kimselere, yani, büyük analara ve büyük babalara böyle bir imkânı tanımıyordu; bu maddeyle, böyle bir imkân tanınmış. Maddenin gerekçesinde de, bu hükmün, Türk toplumunun aile yapısına, amca, hala, dayı ve teyze ile yeğenleri arasındaki aile yapısına ters düştüğü ifade edilmektedir. Bu sebeple, yapılan değişiklikle, sağ kalan eş varsa, büyük analar ve büyük babalardan birinin miras bırakandan önce ölmüş olması halinde, ona düşen pay, kendi çocuğuna, yani, miras bırakanın amcasına, halasına, dayısına ve teyzesine geçiyor.

Burada yapılan bir başka hüküm değişikliğiyle, Medenî Kanunun 498 inci maddesinde, evlilik dışı doğan çocuklarla alakalı yeni düzenlemeler getiriliyor ve evlilik dışında doğmuş olan çocuklar ve hâkim kararıyla, hükmüyle tespiti yapılanlar, evlilikteki gibi, hısım olarak, mirasçı olarak kabul ediliyor. Yani, evlilik dışı çocuk, nesebi sahih çocuk gibi kabul ediliyor bu düzenlemeyle.

500 üncü maddedeki değişiklikle, nesebi sahih ve nesebi sahih olmayan çocukların aynı olduğu ifade ediliyor.

Burada, evlat edinme hususunda da bir değişiklik var; evlat edinilene de mirastan pay alma hakkı tanınmış oluyor. Bütün bu değişiklikler bu bölümde var.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hukuk tarihî araştırmaları ve günümüz hukuk sistemleri göz önünde bulundurulduğu zaman, miras konusunda, üç ayrı temayülün orta yerde olduğunu, üç sistemin bulunduğunu görüyoruz. Bu sistemlerden birincisi, aileyi koruyan sistemdir. Bir kimsenin ölümünden sonra mallarının ailesi içinde kalması, en eski ve en aslî bir insanî hisse dayanmaktadır. Miras bırakanın mallarının ailesi içinde kalması düşüncesi, insanın doğal, fıtrî, tabiî bir düşüncesi, bir dayanağıdır. Aileyi koruyan eğilimi, mirastan mahrumiyeti ağır şartlara bağlayan Hammurabi Kanunlarında görebiliyoruz ve yine, bir erkek evladı olmadan ölen kocanın dul karısını kardeşinin alması zorunluluğunu getiren eski İsrail hukukunda ve mirasçıyı Allah'ın tayin ettiği fikrini benimseyen Cermen hukukunda bu düşünceye, bu anlayışa rastlıyoruz. Bu eğilimin egemen olduğu hukuk anlayışlarında, ferdin mülkünün bütünüyle mirasçılarına kalması bir zorunluluk olmuştur. Kişinin, malı üzerinde mirasçıların aleyhine sonuç verecek bir tasarrufta bulunması kabul edilemez. Cermen hukukunda, vasiyet, söz konusu bile değildir. Çağımızdaki hukuk sistemlerine baktığımız zaman, bu sistemin yumuşatılmış kısmını görüyoruz.

İkincisi, ferdiyetçi ve bireysel sistemdir. Bu sisteme göre, miras bırakan, malları üzerinde, serbestçe, istediği tasarrufu yapabilir; özellikle, ölümünden sonra, bunların kime geçeceğini, serbestçe, istediği gibi tayin edebilir. Bu düşünce, Roma hukukunun temel anlayışı olduğu içindir ki, vasiyetin, bu hukuk sistemi içerisinde özel bir yeri vardır. Batı Avrupa'nın hukuk tarihinde, birbirine zıt olan bu iki eğilimin bir süre egemen olduğunu; ancak, zamanla aşırılıkları giderilerek, zamanımız hukuk sistemleriyle bağdaştırıldıklarını görüyoruz.

Bir üçüncüsü de, kolektivist veya sosyalist sistemdir ki, bu sistemin temeli bireysel mülkiyeti redde, inkâra dayandığı için, kişi öldükten sonra geride bıraktığı bir şey söz konusu olmadığı için, sistemli bir hale gelmiş bir veraset sistemi söz konusu değildir sosyalist sistemlerde. Sosyalist ideolojinin hüküm sürdüğü Sovyet Rusya'da ve Çin'de bir zaman söz konusu olmayan vasiyet, dışa açılma, liberal bir ekonomik sistemi ve bireysel hürriyeti, kısmen de mülkiyet hürriyetini tanıma sonucunda veraset buralarda da konuşulur olmuştur.

Görülüyor ki, bu üç sistemin de içinde barındırdığı aşırılıklar var; hem bireysel sistem hem aileyi koruyan sistem hem de kolektif sistemin içinde aşırılıklar var; ifrat var, tefrit var. Dolayısıyla, bunların mücerret uygulanmasıyla adaletin tecellisinin mümkün olmadığını hemen ifade etmek istiyorum.

Her konuda olduğu gibi, insan fıtratına uygun, toplumun maslahatını havi miras sistemiyle ancak adaleti tesis etmek, tecelli ettirmek mümkün olabilir.

Veraset sisteminin, aşırılıklarından arındırılması gerekir. Veraset, bir sistem olarak görülmelidir. Mülkiyet hakkının kabul edilmesi yanında, miras bırakmak isteyen kişiye üçte 1 oranında bir tasarruf yetkisi verilerek ferdiyetçi anlayışa yaklaşılabilmelidir diye düşünüyorum.

Yine, miras hukukunda, mirasçıların tespitinde çerçeve geniş çizilmelidir. Böyle olduğu takdirde, sistemde servetin bazı ellerde toplanması yerine, nispeten serveti dağıtma yoluna gitmiş olabiliriz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) - Sayın Başkanım, inşallah, 1 dakika içinde bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) - Sayın Başkanım, 1 dakika içinde bir iki şey söylemek istiyorum.

Şu andaki miras hukukumuzda, mirasçılar, tereke borçlarından sorumlu olmamalıdırlar diye düşünüyorum. Tereke malları dışındaki alacaklar, varislerden talep edilmemeli. Medenî hukukumuzda, mirasçıların mirası reddetme hakları var. Ancak, bunun, pratikte bir faydası yok. Ölenin borçlarından şahsen sorumlu olmadıkları için, mirasın reddedilmesinin pratikte bir faydasının olmadığı ortadadır. Var ise, vasiyetinin geçerli olmaması gerektiğine inanıyorum; çünkü, bu takdirde, varisler arasında tatsızlık, hoşnutsuzluk söz konusu olabilir. Varisler arasında birini diğerlerine şöyle veya böyle tercih söz konusu olursa, aile bireyleri arasındaki eşitsizlik böyle bir kargaşaya sebep olur ki, böyle bir düzenlemenin doğru olmadığı kanaatindeyim.

Daha başka şeyler de söylemek istiyordum; ancak, vaktimiz yetmedi. Arkadaşımın da zamanına tecavüz etmemek ve sabrınızı taşırmamak için sözlerimi kesiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Osman Yumakoğulları'nda.

Buyurun efendim.

SP GRUBU ADINA OSMAN YUMAKOĞULLARI (İstanbul) - Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; 723 sıra sayısıyla gündemde yer alan Türk Medenî Kanunu Tasarısının Üçüncü Kitabı olan Miras Hukukunun İkinci Bölümünü içeren Ölüme Bağlı Tasarruflar üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medenî Kanunu yetmişaltı yıldır halkımıza hizmet vermektedir. Daha doğrusu, bu kanunla ulusal toplum yaşamı düzenlenmeye çalışılmıştır. Ancak, geçen yetmişaltı yıllık zaman diliminde dünyada birçok savaş olmuş, uluslararası ticarî, ekonomik ve sosyal işler sonucunda oluşan ilişkiler yeni hukukî düzenlemeleri kaçınılmaz hale getirmiştir.

Değerli milletvekilleri, kanunlarımız, mevzuatımız, maalesef, halkımıza, zaten zor olan sosyal hayatı daha da zorlaştırmaktadır. Bu yeni Medenî Kanun Tasarısıyla, dileriz, halkımıza daha iyi bir yaşantı sağlar, uygar toplumların sahip olduğu standartlara kavuştururuz.

Bu yeni tasarıyla, Medenî Kanunumuz, daha basit hale getirilmiş, sadeleştirilmiş ve çağdaş toplumların sahip olduğu değerlere ulaşmış olacaktır. Kanunlaşacak olan bu yeni tasarıyla, tıkanan adalet sistemimizin önünün açılacağına ve yargıçlarımızın, kanun ve adalet sistemimiz içerisinde, dosya yoğunluğuyla âdeta boğulmaktan kurtulacağına da inanmak istiyoruz. Bu yeni tasarıyla, yargıçlarımızın işleri kolaylaşacak, adaletin daha seri çalışması ve çabuk sonuçlanması sağlanmış olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi, Medenî Kanunumuz, kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku bölümlerinden oluşmaktadır. Burada, sizlere, üçüncü kitapta yer alan miras hukukunun ikinci Bölümü olan "Ölüme Bağlı Tasarruflar" üzerinde birkaç cümle söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, "Ölüme Bağlı Tasarruflar" bölümü, yeni Medenî Kanunumuzda, "Tasarruf Ehliyeti", "Tasarruf Özgürlüğü", "Ölüme Bağlı Tasarrufların Çeşitleri", "Ölüme Bağlı Tasarrufların Şekilleri", "Vasiyeti Yerine Getirme Görevlisi", "Ölüme Bağlı Tasarrufların İptali ve Tenkisi" ve "Miras Sözleşmesinden Doğan Davalar" olarak yedi ayırım şeklinde yer almaktadır.

Sayın milletvekilleri, yeni tasarıyla "Tasarruf Ehliyeti" başlığında yer alan mevcut Türk Medenî Kanunumuzun 449 uncu maddesi daha sade ve anlaşılır bir hale getirilmiştir. Yine, 450 nci maddeye yeni eklemeler yapılarak, "kısıtlı olmama" koşulu maddeye dahil edilmiştir. "Tasarruf Ehliyeti" başlığındaki 451 inci maddede "Batıl tasarruflar" şeklindeki kenar başlığı "İrade sakatlığı" olarak değiştirilmiştir. Tasarının 504 üncü maddesinde yer alan bu değişiklikte, aldatma, korkutma, zorlama gibi ölüme bağlı tasarrufları geçersiz saymaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; "Ölüme Bağlı Tasarruflar" bölümünün ikinci ayırımı "Tasarruf Özgürlüğü" başlığıyla yer almaktadır. Bu kısımda 9 adet madde yeniden düzenlenmektedir. Buna göre, mevcut yasanın 452 nci maddesi sade ve anlaşılır bir dilde yeniden ifade edilmiştir. 453 üncü maddesi yeniden düzenlenmiştir. Mevcut kanunun 453 üncü maddesi yeni tasarının 505 inci maddesi olarak yer almış olup, mevcut yasadaki saklı paylı mirasçılar ve bunların saklı payları hükme bağlanmıştır. Miras bırakanın tasarruf özgürlüğünün genişletilmesi dikkate alınarak, saklı pay oranları yeniden belirlenmiştir.

Mevcut yasanın 454 üncü maddesindeki tasarruf edilebilir kısmın hesabı, 507 nci maddeyle yeniden düzenlenmektedir; yeni maddede, miras bırakanın ölümü anındaki değerleriyle dikkate alınması yer almaktadır. Burada, miras bırakan ile birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimselerin geçim giderleri için süre bir aydan üç aya çıkarılmıştır.

Sayın milletvekilleri, "Tasarruf Özgürlüğü" başlığının 455 ve 456 ncı maddelerinin hükümleri değişmemiş olup, sadece 456 ncı maddesindeki "ivazsız" terimi yerine "karşılıksız", "iştira kıymeti" teriminin yerine de "satın alma değeri" terimi kullanılarak, tasarıda 508 ve 509 uncu madde olarak yeniden düzenlenmiştir.

Değerli arkadaşlar, "Tasarruf Özgürlüğü" bölümünde yer alan "mirascılıktan çıkarma", "hükümleri", "ispat yükü", "borç ödemeden aciz sebebiyle mirasçılıktan çıkarma" başlıklı maddelerde de yeniden düzenlemeler yapılmış ve sadeleştirilerek, bazı terimlere yeni karşılıklar verilmiştir.

Mevcut yasada yer alan "ağır bir cürüm" deyimi "ağır bir suç" olarak, "murisine veya ailesine karşı kanunen mükellef olduğu vazifeleri" deyimi "mirasbırakana veya mirasbırakanın ailesi üyelerine karşı aile hukukundan doğan yükümlülükleri" olarak "beyyine külfeti" deyimi "ispat yükü", "keenlemyekün" deyimi "iptal olunur" olarak değiştirilmiştir.

Yine, bu kısımda "mirasçılıktan çıkarılanın miras hissesinin diğer mirasçılara intikalinin önkoşulu, miras bırakanın bu pay üzerinde tasarrufta bulunmamasıdır"  hükmü tasarıya yeni girmiştir.

"Miras bırakan, sadece çıkarmayla yetinmeyip çıkardığı mirasçının hissesinde tasarruf etmesi hali" cümlesi de bu tasarıya girmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; miras hukuku kitabının ikinci bölümünün üçüncü ayırımı "Ölüme Bağlı Tasarrufların Çeşitleri" başlığını taşımaktadır.

Yeni tasarıyla, bu başlık da, 514 üncü maddeden başlayarak 529 uncu maddeye kadar olan bölümü kapsamaktadır.

Bu bölümde, tasarının 514 üncü maddesine, miras bırakanın üzerinde tasarruf etmediği terekenin yasal mirasçılarına kaldığı hükmü eklenmiştir.

Mevcut kanunun 462 nci maddesi, tasarıyla, 515 inci madde olarak yeniden düzenlenmiş, burada "kanuna yahut âdabı umumiyeye mugayir" deyimi yerine "hukuka veya ahlaka aykırı" deyimi kullanılmıştır.

Yine, tasarının 516 ncı maddesiyle, terekede tek varlık olan belli bir malın vasiyet edilmesi halinde, somut olayın özelliğine göre bu tasarrufun gerektiğinde mirasçı atama olarak yorumlanabilmesi olanağı getirilmiş; 517 nci maddesiyle de, "muayyen malda tasarruf" ve "muayyen mal vasiyeti" deyimleri yerine "belirli mal bırakma" deyimi kullanılmıştır.

Sayın milletvekilleri "Ölüme Bağlı Tasarrufların Çeşitleri" bölümünün 518 inci maddesi, mevcut yasanın kenar başlığını yeniden düzenleyerek "Teslim borcu" olarak ifade edilmiştir.

Tasarıda, miras hukuku "Ölüme Bağlı Tasarrufların Çeşitleri" bölümünün dördüncü ayırımı "Ölüme Bağlı Tasarrufların Şekilleri" olarak yer almaktadır.

Yine, tasarının 531 inci maddesinden 549 uncu maddesine kadar olan kısım, ölüme bağlı tasarruf şekillerini içermektedir.

Tasarıyla, mevcut yasanın 478 ilâ 496 ncı maddeleri yeniden düzenlenerek, daha sade bir hukuk dili kullanılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, süreniz bitti; toparlarsanız minnettar kalırım.

Buyurun.

OSMAN YUMAKOĞULLARI (Devamla) - Teşekkür ederim Değerli Başkanım; toparlıyorum.

Yeni tasarıyla "ölüme bağlı tasarrufların şekilleri" kısmında geçen "okuyamama veya imza edememe" cümlesi, "bizzat okumaz veya okuyamazsa ve bizzat imzalamaz veya imzalayamazsa" olarak, yine, mevcut yasanın 483 üncü maddesinin kenar başlığı "Düzenlemeye katılma yasağı" olarak ve 455 inci maddenin "namzet tayini" kenar başlığı da "belirlenmesi" şeklinde değiştirilmiştir.

Değerli arkadaşlar, mevcut yasanın 473 üncü maddesine yeni bir fıkra eklenilmiş, tasarının 526 ncı maddesi olarak yeniden düzenlenmiştir. Bu yeni 526 ncı maddeye eklenilen fıkrayla, vakfın, ancak tüzelkişilik kazanması için gerekli yasal koşulların gerçekleştirilmesiyle doğmuş olabileceği ifade edilmektedir.

Kanunun 474 üncü maddesinin kenar başlığı da "Miras mukaveleleri" yerine, "Miras sözleşmeleri" olarak değiştirilmiştir.

Yine, tasarının 529 uncu maddesi düzenlenirken, mevcut maddenin daha açık ve anlaşılır hale getirilmesi amacıyla bir fıkra eklenmiştir. 529 uncu maddede, feragat sözleşmesi belli bir kişi veya kişiler lehine yapılmamış ve miras bırakan bu paydan sonradan da tasarruf etmemişse, feragat edenin en yakın ortak kökün altsoyu lehine olduğu kabul edilerek, madde son şeklini almıştır.

Hayırlı olması dileğiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisinde; Kilis Milletvekili Sayın Mehmet Nacar; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Sürenizi iyi kullanacağınızı ümit ediyorum.

MHP GRUBU ADINA MEHMET NACAR (Kilis) - Efendim, Yılmaz Karakoyunlu'nun, Sayın Bakanımızın, Meclisten ayrılarak Bakanlar Kurulunda yer almış olmasını, hakikaten, bazı hususları tekrar etme ve bildirme noktasında bir kayıp olarak görüyorum. Israrlı söylemleri sonucu, bu kürsüye güzel bir zamanölçer, saat kazandırdı; ama, maalesef, hâlâ, mikrofonun boyunun uzatılmasını temin edemedi. (Alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, şimdi, mikrofonun boyunun uzatılması yerine, o kürsünün oradan kalkması lazım. Bakın, şimdi, stenograf arkadaşlarımız duymuyorlar, çukurda kaldıkları için; yavaş sesle konuşan sayın üyeleri ben hiç duymuyorum.

Bir de, kürsünün durumu nedeniyle, konuşmacı, Bakanlar Kuruluna arkasını dönüyor...

Onun için, deveye sormuşlar "neren eğri" diye... Bilmiyorum...

MEHMET NACAR (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

MEHMET NACAR (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 6 ncı ve 7 nci bölüm olarak görüşülen, miras hukukuna ilişkin olarak tertip edilen maddeler üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Muhterem Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, iki haftadan bu yana Genel Kurulda Medenî Kanun Tasarısını görüşüyoruz; bahse konu tasarı, 1030 maddeden meydana gelmiş olan bir yasa tasarısıdır. Malumunuz olduğu üzere, bu tasarı, Genel Kurulda iki haftadan bu yana görüşülmektedir; ama, Genel Kurulda görüşülmeye başlanmazdan önce Adalet Komisyonunda iki yıldan bu yana üzerinde çalışılmıştır. Yine, Adalet Komisyonunun oluşturduğu alt komisyon, bu tasarı üzerinde bir yıldan fazla emek sarf etmiştir.

Tasarının serüveni sadece iki yılla sınırlı değildir; elli yıllık bir değişiklik düşüncesinin son adımlarıdır. Elli yıllık süre içerisinde, değişik tarihlerde oluşturulmuş olan, ilim adamları, Adalet Bakanlığı personeli ve uygulayıcılardan oluşan Medenî Kanun komisyonlarının vücuda getirdikleri bu tasarı, büyük bir emeğin mahsulüdür.

Huzurunuzda görüşülen ve yüksek iradenizle kabul göreceğine inandığım bu tasarının, takdir edilecek veya eleştirilecek yönleri bulunmaktadır; ama, benden önceki konuşmacıların da haklı olarak belirtmiş oldukları gibi, tasarının bu hale getirilmesine kadar her aşamada emeği geçenlere teşekkürlerimi ifade etmeyi bir borç bilirim. Yine, Genel Kurulda görüşmeler sırasında katkı temin eden ve oylarıyla yasalaşmasını temin edecek siz değerli üyelere de şükranlarımı arz ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; elli yıllık emeğin ve birikimin bir eserini görüşüyoruz. Anne rahminden, ölüm sonunda dünyada kalan varlıklarımızla ilgili tüm hususları her yönüyle düzenleyen bir temel yasa tasarısını görüşüyoruz. Bu yasa tasarısının, her bir kelimesinin büyük emekler ve birikimlerin nakış nakış işlendiği, birey ve toplum hayatımızda bu denli önemli olmasına rağmen, gereken ilgiyi ve tepkiyi görmediğini üzülerek ifade etmek istiyorum.

Yüce Meclisin dinleyici localarına baktığımda, sivil toplum örgütlerinin, akademik zevatın, baro ve Barolar Birliği yöneticilerinin olmadığını görüyorum. Tüm yazılı basına her sabah göz attığımda, konuya teknik ve detaylı olarak geniş yer verilmediğini görüyorum. Televizyon kanallarına göz attığımda, sadece haber saatlerinde çok kısa olarak duyurulduğunu görüyorum. Yazılı basın ve televizyonlarda, konunun sadece şeklî bir hususa odaklanmış ve magazinvari olarak yer verilmesinin, duyarsız, sorumsuz ve bilinçsiz bir yaklaşımın acı örneği olarak takdirlerinize sunuyorum.

Yine, hatırlanacağı üzere, Yüce Meclis, geçen ay içerisinde köklü ve kapsamlı anayasa değişikliği yaptı. Toplumun her kesimi tarafından yoğun olarak eleştirilen 1982 Anayasasının temelini teşkil eden maddelerde yeni ve çağdaş düzenlemeler yaptı. Türk demokrasi hayatında ilk sivil anayasanın temellerini attı. Ne acıdır ki, yapılan bu reform niteliğindeki değişiklikler, tıpkı bugün Medenî Kanun Tasarısında olduğu gibi, sadece şeklen ve magazinvari olarak ele alındı. Yüce Meclis, haksız ve çirkin ithamlara muhatap kılındı. Yapılan bu çirkin ve haksız ithamları yapanlar kadar, bu zeminin doğmasına çanak tutan Sayın Cumhurbaşkanının da tarih önünde demokrasi ve hukuk anlayışları hak ettikleri yeri alacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, sorumluluğunun bilincindedir ve birikiminin gereği olarak, toplumun ihtiyaçları ve modern çağın gerekleri olan temel yasal düzenlemeleri yapmaktadır ve yapacaktır. Yüce Meclis, bu kutsal görevini yerine getirirken, kendi dünyasında bencil olarak, sorumluluklarından bihaber yaşayan  kişi ve kurumlardan alkış ve takdir de beklememektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarı üzerinde İkinci Kitapta yer alan, mirasa ilişkin olarak düşüncelerimizi ifade etmeden önce, yasa tasarısının geneliyle ilgili olarak bazı hususlara temas etmek istiyorum. Malumunuz olduğu üzere, Türk Kanunu Medenîsi, 1926 yılında yürürlüğe girmiştir. Aradan geçen yetmişbeş yıllık zaman içerisinde bireysel yaşamda ve toplumsal hayatta büyük değişiklikler olmuştur. Kanunlar da, kabul edildikleri dönemin anlayışı ve geleceğe ilişkin beklentilerini karşılayacak öngörüyle hazırlanırlar. Türk Milleti, cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk toplumu için bir hedef koymuştur; bu hedef, çağdaş medeniyet seviyesinin yakalanmasıdır. Geçen zaman içerisinde, yönetim, yargı, eğitim, kültür ve benzeri alanlarda yapılan reformlar amacına ulaşmıştır. Medenî Yasa da, Türkiye Cumhuriyetinin çağdaşlaşma anlayışı içinde hukuk reformlarının bir parçasıdır. Muhakkak ki, zaman içerisinde ömürlerini tamamlama noktasına gelmiştir. Bu çerçevede, 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Türk Kanunu Medenîsinin de, geçen zaman içerisinde, revize edilmesinin gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, Medenî Kanunun ilmî ve içtihadî gelişmeler ışığında yeniden kaleme alınması da, bu ihtiyacın sonucudur.

Bu ihtiyacı karşılayacak değişiklikler yapılırken, geçen zaman içerisindeki hukuk birikimimiz, ilmî, hukukî ve yasama tecrübelerimiz, kendi hukukumuzu oluşturmaya yeterlidir. Türk hukuk tarihimiz, yasa iktibasından özgün yasa oluşturma aşamasına gelmiştir. Bu sebeple, genel gerekçede belirtilen kaynak İsviçre Medenî Yasasının referans norm olarak alınması ve bazı maddeler için hâlâ motomot taşınmaya çalışılması haklı ve yerinde değildir.

Sayın milletvekilleri, Medenî Yasanın yeniden kaleme alınmasıyla birlikte, yazım dilinin, günün konuşma ve yazım diline uygun ve anlaşılabilir hale getirilmesi bir zaruretin sonucudur. Yasanın kabul edildiği dönemde, günlük yaşamda kullanılan dilde geçmişin derin etkileri bulunmaktadır. Bu etken sonucu, yasanın dilinde Arapça ve Farsça kelimelerin ağırlığı kendini fazlasıyla hissettirmektedir. Bu çerçevede, yasa tasarısının yeniden kaleme alınırken, sadeleştirilerek, anlaşılabilir hale getirilmesi ve yasa tasarısının dilinin sadeleştirilmesi yerinde bir anlayışın ifadesidir.

Zira, anlaşılabilir bir dille yazılmış olan yasa, dilin zenginleşmesinin yanı sıra, geleceği de karşılamaya hazırlanmış demektir; fakat, yerleşmiş olan ifade ve terimlerin değiştirilmesi dilin fakirleşmesi sonucunu doğurduğu gibi, yerleşik ifadeyi ortadan kaldıramayacağı için de ikili ifade tarzının doğmasına sebep olacaktır. Genel olarak eleştirilen bu hususlara katıldığımı belirtmeden geçemedim.

Mevcut Medenî Yasanın genel yapısı ve sistematiği muhafaza edilmiştir. Tasarı, mevcut kanunda olduğu gibi, başlangıç, kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku ve eşya hukuku olmak üzere 4 kitap halinde düzenlenmiştir. Kitaplar mevcut ayırımlara tabi tutulmuş; bu düzenlemelere sadık kalınırken, sadece bölümler devam eden numaralarla düzenlenirken bu sistemden uzaklaşılmış, kısımların ayrıldığı her bölüm ayrı ayrı numaralandırılmıştır. Böylece, her kısmın kaç bölüm olduğu kolayca anlaşılabilir hale getirilmiştir.

Hukuk hayatımızda yetmişbeş yıllık birikimi olan bir yasanın yerleşmiş madde numaralarının değiştirilmiş olması büyük  bir kayıptır. Genel gerekçede, madde numaralarının muhafaza edilmek suretiyle kaleme alınması düşünüldüğü, fakat, madde sayısının fazlalığı ve yasaya yeni giren maddelerin yerleştirilmesindeki zorluktan dolayı benimsenemediği ifade edilmiştir. Hukuk kültürünün ve birikimin bir şartı da, sürekliliğin temin edilmesidir. Sistematiğin bu yönüyle değişikliğinin bir kayıp olduğu düşüncesine katıldığımı ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, kanun tasarısı sistematiği içerisinde, başlangıç kısmında, dilin sadeleştirilmesi dışında büyük değişiklikler getirilmemektedir. Kişiler hukukuna ilişkin olarak, dilin sadeleştirilmesi yanında, uygulamadan doğan aksaklıkların ortadan kaldırılmasına yönelik değişiklikler yapılmıştır. Örnek vermek gerekirse, kişi hak ve menfaatlarının korunması yönünde elde edilen hukuksal kazanımlar bu bölüme taşınmıştır. Kişisel durum sicilleri, yani eski ifadeyle ahvali şahsiye sicil kayıtlarının tutulmasından doğan zararların tazmini hususuna, devletin, kusurlu memura rücu etmek kaydıyla tazmin etme şartı getirilmiştir.

Kabul edelim veya etmeyelim, toplumumuzun bir gerçeği olarak ortaya çıkan cinsiyet değişikliğine objektif normlar getirilmeye çalışılmıştır. Cinsiyet değişikliğinin, ancak belirli şartların yerine getirilmesi halinde yapılmasına müsaade edilir düzenlemeler yapılmıştır.

Eşya hukukuna ilişkin olan kısımda da, dilin sadeleştirilmesi dışında önemli değişiklikler yapılmamıştır. Bu kısımda değişiklik yapılmaması da doğaldır; zira, insan ilişkilerini düzenleyen ilk hukuk normları, mülkiyet hakkına ilişkin olmuştur. Mülkiyet hakkına ilişkin değişikliklerin uzun zamanda ortaya çıkması, bu konuda fazla değişiklik yapılmasına imkân tanımamaktadır.

Toplum hayatına giren mülkiyete ilişkin yeni kurumlar düzenlemede yer bulmuştur. Kat karşılığı inşaat sözleşmesi gibi kurumlar, Medenî Kanuna taşınmıştır.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Tasarısının en önemli ve esaslı değişiklikleri aile hukukuna ilişkin olan kısımda yapılmıştır. Yapılan değişikliklerden sadece mal rejimine ilişkin olarak yoğun tartışmalar, yapılan diğer değişiklikleri gölgelendirmemelidir.

Toplumumuzun aile ve sosyal hayatındaki gelişmeler evlenme kurumuna da yansımıştır. Okuma oranının yükselmesi, kız çocuklarının da okuma oranını doğru orantılı olarak artırmıştır. Yine, birçok etken, evlilik kurumuna bakış açısı ve anlayışını değiştirmiştir. Bu sebepler karşısında, evlilik yaş ortalaması yükselmiştir. Bu konudaki fiilî durumun Medenî Yasaya da taşınması doğru ve yerinde bir adımdır.

Mal rejimine ilişkin olarak fazla tartışma yapıldığı ve konu yeterince açıklığa kavuştuğu için bu konuya değinmeyeceğim; ama, şunu ifade etmekte yarar gördüğümü belirtmek istiyorum: Edinilmiş mallara katılma rejiminin yasal mal rejimi olarak kabul edilmesinin, kadınlarımıza yeni hak ve kazanımlar getirdiği muhakkaktır; ancak, bu rejim, eşin borcundan dolayı kadının kazanımları ve mallarının kayba uğramasına sebep olabilecektir. Bu ise, yeni ve sonucu itibariyle büyük bir haksızlığa yol açabilecektir.

Miras hukukuna bağlı olarak, sağ kalan eşin ortak kullanılan eşya ve konut üzerinde öncelik hakkının olması kayda değer bir kazanımdır.

Yine, nesep ilişkisine dair yapılan değişikliği önemsememek mümkün değildir. Kan bağıyla bağlı olduğu ispat edilmiş çocuğun, kendi dışında gelişen olaylarla mağdur edilmesi kabul edilemez. Bu yanlış anlayış ve uygulama düzeltilmiş, sahih nesep - gayrisahih nesep ayrımı ortadan kaldırılmıştır.

Evlat edinmeye dair yapılan düzenlemeler haklı ve yerindedir.

Nafaka, vesayet haklarına ilişkin yapılan düzenlemeler, uzun zaman içerisinde ortaya çıkan ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olumlu adımlardır.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Yasa Tasarısının önemli değişiklikler yapılmış bölümlerinden biri de miras hukukuna ilişkindir. Miras hukukuna ilişkin yapılan değişiklikleri takdirle karşılamaktayız. Miras hukukuna ilişkin olarak, nesebi gayri sahih çocukların hukukunun düzeltilmesi; evlatlığın, kan hısımları gibi mirasçı olabilmesinin sağlanması; amca, hala, teyze gibi akrabaların miras hakkının sağlanması; saklı pay oranının düşürülmesi önemli kazanımlardır.

Uygulamada büyük karışıklıklara ve zaman kaybına sebep olan, mirasa ilişkin davaların çeşitli yerlerde yürütülmesi ilkesinden uzaklaşılarak yeni düzenlemeler yapılmış olması fevkalade yerinde bir düzenlemedir. Uygulamanın içinde bulunmuş biri olarak ve hepimizin bildiği gibi, miras davaları, miras mallarının bulunduğu yerlerde ayrı ayrı görülmekteydi. Bu ise ailelerin farklı yerlerde ikamet ediyor olması karşısında zaman ve maddî israfa sebep olmaktadır. Yine, ayrı yerlerde ve mahkemelerde görülen davalar sonucu karışıklıklara ve zaman israfına sebep olunmaktadır. Bu aksaklıkları önemli ölçüde ortadan kaldıran yeni 576 ncı maddeyle, miras malları nerede bulunursa bulunsun miras işlerinin tek bir mahkemede yürütülmesi esası getirilmiştir. Bu mahkeme de miras bırakanın ikamet adresindeki mahkeme olacaktır. Böylece, tek bir mahkemede ve tek dosyayla dava sonuçlandırılabilecektir.

Miras hukukuna ilişkin olarak en önemli kazanımlardan biri de tarım arazilerinin parçalanmasını önleyecek tedbirin getirilmesidir. Nüfus ve mirasçı sayısındaki artışa bağlı olarak kullanılamayacak kadar küçülmesine yol açan tarım arazileri verimsiz ve ekonomik olmayan bir işletme sonucunu doğurmuştur. Bu aksaklığı önleyecek tedbirler yerinde bir düzenlemedir. Yine, işletmelerin parçalanmasını önleyecek olan işletmenin bütün olarak işletilmesi ve bütün olarak satılmasının tedbirleri alınmıştır.

Sayın milletvekilleri, miras hukukuna ilişkin olarak yapılan değişiklikler, sadece değinmeye çalıştığım konularla sınırlı değildir; denkleştirmeye, vasiyetnameye, el yazısıyla vasiyete ilişkin düzenlemeler de yapılmıştır. Bu konulara sadece başlıklar halinde değinerek sözlerime son veriyorum.

Miras hukukuna ilişkin olarak getirilen yeni düzenleme ve kazanımları, konuşmamın ikinci bölümünde detaylı olarak ele alacağım.

Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür eder, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, söz sırası Demokratik Sol Partide.

İstanbul Milletvekili Sayın Sulhiye Serbest; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA SULHİYE SERBEST (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Medenî Kanun Tasarısının miras hukuku bölümü üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; konuşmama başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hükümetimiz, gelişen dünyamızda, çağdaş, modern toplumların gerisinde kalmamak için, hukuksal, siyasal ve sosyal alanlarda da Türk toplumunun gereksinimlerini karşılamak için yoğun bir çalışma gayreti içerisindedir. Bu nedenle, geçtiğimiz ay Meclisimize sunulan ve büyük bir çoğunlukla kabul edilen anayasa değişikliğinden sonra, şimdi de yeni Medenî Kanun Tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisine, yani, görüşlerinize sunmuştur.

57 nci cumhuriyet hükümeti, eğitim, yoksulluk, yolsuzluk gibi temel sorunlarla mücadele ederken, anayasada yaptığı değişikliklerle Anayasamızın daha çoğulcu, daha özgürlükçü ve katılımcı olması yönünde çok önemli adımlar atmıştır.

Yeni Medeni Kanun Tasarısı, toplumumuza sunulan en güzel örneklerden biridir. Bu tasarının Genel Kurulumuz gündemine gelmesinde büyük emekleri geçen Adalet Komisyonumuzun Değerli Başkanı ve üyelerine ve de Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk'e çok teşekkür ediyorum.

Bu, yeni yasama dönemimizin çok önemli ikinci anayasa değişikliği tasarısıdır. Bu tasarının, bu dönem Meclisimize sunulması ve siz saygıdeğer milletvekillerinin katkılarıyla yaşama geçirilmesinin, hepimize mutluluk vereceği düşüncesini taşımaktayım. Bu tasarıya vereceğiniz destek için, Grubum adına, şimdiden teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk hukuk devriminin esasını oluşturan ve Türk Milletine yeni bir yaşam tarzı, çağdaş, laik ve modern yaşam biçimini sunan Türk Kanunu Medenisi, Türkiye Büyük Millet Meclisince, 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilerek uygulamaya konmuştur. Bu tarih, Türk Ulusu için bir dönüm noktasıdır. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Kurtuluş Savaşından zaferle çıkmalarının ardından kurdukları yeni Türk Devletinin, Türkiye Cumhuriyetinin yönetim biçimi ve temel ilkelerinin hedefi, çağdaş, modern dünyanın bizzat içinde yer alarak, ulusumuzu müreffeh ve mutlu kılmaktı.

Kurtuluş Savaşında, nasıl ki yurt savunması için kadın, erkek omuz omuza mücadele verildiyse, bundan böyle de Türk erkeği ve kadını, yaşamın her alanında yer alarak, dayanışma içerisinde ve cumhuriyetin özgür bireyleri olarak üzerlerine düşen her görevi başarıyla yerine getireceklerdir. İşte, bu nedenle, İsviçre Medenî Kanunundan alınan yeni Türk Medenî Kanunu, ulusumuza, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma ve ileri dünya ülkeleriyle birlikte olma ve de onlarla her alanda yarışmanın yolunu açan temel devrimlerden biridir. Kadın, erkek bireylerin yaşam ilişkilerini doğumundan itibaren ölümüne ve ölümünden sonra da düzenleyen Medenî Kanunun en önemli bölümlerinden biri, miras hukukudur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gelişen ve değişen dünyamızda, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı önlemek ve bireylerin, kadın, erkek eşit haklara sahip olduğu, yani cinsiyet farkı gözetmeyen bir toplum hedeflenmektedir. Bunun içindir ki, mevcut yasada kadınların mağduriyetine yol açan maddeler, eşlerin eşit haklara sahip olması ilkesine uygun hale getirilmiştir. Türk toplumunun temelini oluşturan ailenin eşler arasında eşitliğe dayandırılmasıyla, toplumumuza güç ve dinamizm kazandırılacaktır. Uluslararası hukuk bakımından da, kadınlara karşı ayırımcılığın önlenmesi, kadın-erkek eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için verdiğimiz taahhütler ve imzaladığımız protokollerin gereğini yerine getirme fırsatını da bu tasarıyla gerçekleştirmekteyiz.

Bir diğer husus ise, Türk Medenî Kanunu Tasarısında "koca, evlilik birliğinin reisidir" hükmü ile aile birliği içerisinde kocaya tanınan üstün hakların kaldırılması ve eşlere cinsiyet farkı gözetilmeksizin eşit hakların tanınmasıdır. Karar almada, hak ve sorumluluklarda, temsil ve paylaşımda eşitlik temellerinin esas alınması, aile içinde güven ortamının gelişmesine katkıda bulunacak, daha sağlıklı bir toplumun oluşmasına olanak sağlayacaktır.

Sayın milletvekilleri, şimdi, yeni tasarının miras hukukunda önemli değişiklikler getiren maddelerini sırasıyla sizlere açıklamaya çalışacağım. Türk Medenî Kanunu Tasarısıyla, yürürlükte olan Medenî Kanunun miras hukukundaki hükümlerine ilişkin olarak yapılmış olan çalışmalar, esas itibariyle, üç başlık altında incelenebilir.

1 - Yürürlükte olan miras hukukuna ilişkin hükümlerin muhtevasında değişiklik yapmak suretiyle, mevcut uygulamada değişikliğe sebep olacak düzenlemeler.

2 - Hükmün muhtevasında değişiklik yapmaksızın, kanun yapma tekniğine daha uygun olması itibariyle, mevcut hükümlerde yapılan birtakım düzenlemeler.

3 - Yürürlükteki Medenî Kanunda boşlukların doldurulmasına ilişkin hukuk uygulamasının ve öğretideki görüşlerin kanunî düzenlemeye kavuşturulması.

Bunun dışında, tasarının diğer kısımlarında olduğu gibi, miras hukukuna ilişkin hükümler de bütünü itibariyle yeniden kaleme alınmış ve dil sadeleştirilmiştir.

Yeni tasarıyla getirilen düzenlemeler içerisinde çok önemli bulduğum tasarı maddeleri üzerinde biraz durup, sizleri bilgilendirmek istiyorum. Özellikle yürürlükte olan miras hukukuna ilişkin hükümlerde yapılan çok önemli değişiklikleri maddeler halinde irdelemek gerekir ise;

1-Yürürlükte olan miras hukukuna ilişkin hükümlerde yapılan değişiklikler; tasarı madde 497. Bu maddenin tasarıda yer almasının ana nedeni, 99 Ağustosunda yaşadığımız büyük deprem faciasıdır. Bu depremde ailesinin tümünü yitirmiş bir çocuğun üçüncü zümreden -yani, hala, teyze, dayı vesaire gibi- akrabaları tarafından bakıma alınması, Türk toplumunun gelenek ve görenekleri doğrultusunda, bu madde de, İsviçre Medeni Kanunu dışında bir uygulamayı zorunlu kılmıştır.

Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 441 inci maddesini karşılamaktadır. Yürürlükte olan Medenî Kanunun 441 inci maddesi ve 444 üncü maddesinin üçüncü bendi ve aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkrası çerçevesinde, sağ kalan eş ve üçüncü zümreden sadece miras bırakanın büyükanne ve büyükbabalarıyla birlikte mirasçısı olmaktadır. Eğer, büyükanne ve büyükbabalar miras bırakanın ölümünde sağ değillerse -hala, dayı, teyze ve amcalar- bunların füruu mirasçıları olamamaktadır. Bu durumda mirasın tamamı, sağ kalan eşe kalmaktadır. Tasarının 497 nci maddesinin son fıkrasıyla getirilen yeni düzenlemeye göre, miras bırakanın büyükanne ve büyükbabalarının sağ olmaması halinde, bunların çocuklarına --yani, hala, dayı, teyze ve amcalara- sağ kalan eşle birlikte mirasçı olma hakkı tanınmaktadır.

Tasarı madde 506. Bu madde, Medenî Kanunun 453 üncü maddesini karşılamaktadır. Bu madde, dokunulmaz paya sahip olan kanunî mirasçıların dokunulmaz pay oranlarını düzenlemektedir. Dokunulmaz pay, kanunî mirasçıların miras paylarının, miras bırakanın üzerinde tasarrufta bulunamayacağı kısmını ifade eder; bu anlamda dokunulmaz pay, miras bırakanın tasarruf özgürlüğüne getirilmiş bir sınırlamadır. Tasarıyla getirilen yeni düzenlemeyle çağdaş eğilimler dikkate alınarak mirasçıların dokunulmaz pay oranları azaltılmak suretiyle miras bırakanın tasarruf serbestisi genişletilmiştir. Bu çerçevede füruun dokunulmaz pay miras payının dörtte 3'ü iken, yarıya; ana babanın dokunulmaz payı miras payının yarısı iken, dörtte 1'e; kardeşlerin dokunulmaz payı miras payının dörtte 1'i iken, sekizde 1'e indirilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SULHİYE SERBEST (Devamla) - Buna karşılık, tasarıyla sağ kalan eşin dokunulmaz pay oranı artırılmıştır; bu artış, eşin, ikinci, üçüncü zümreyle birlikte mirasçılığında ortaya çıkmaktadır. Yürürlükteki  Medenî Kanuna göre sağ kalan eş, miras bırakanın füruuyla birlikte mirasçı olduğunda zaten miras payının tamamı dokunulmaz pay olduğundan bu düzenlemede yapılabilecek bir değişiklik yoktur; fakat, eş, ikinci veya üçüncü zümreyle birlikte mirasçı olduğunda yürürlükte olan Medenî Kanuna göre miras payının yarısı dokunulmaz paydır.

Tasarıyla getirilen düzenlemede, eşin, ikinci ve üçüncü zümreyle birlikte mirasçı olması durumunda miras payının tamamının dokunulmaz pay olduğu kabul edilmiş; bu açıdan, eş söz konusu olduğunda, miras bırakanın tasarruf serbestisi oranı daraltılmıştır. Bunun yanında tasarı miras bırakanın kamu tüzelkişileri ile kamuya yararlı vakıf ve derneklere ölüme bağlı tasarruf ya da sağlararası kazandırma yapması halinde indirilmiş dokunulmaz pay oranına ilişkin de bir değişiklik öngörmektedir.

Yürürlükte olan Medenî Kanunun 453 üncü maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası çerçevesinde miras bırakanın kamu tüzelkişileri ile kamuya yararlı vakıf ve derneklere ölüme bağlı tasarruf ya da sağlararasında kazandırmada bulunması halinde kanunî mirasçıların dokunulmaz pay oranları indirilmiştir. Ancak, tasarı, zaten kanunî mirasçıların dokunulmaz pay oranlarını normal durumda da azalttığından, miras bırakanın kamuya yararlı vakıf ve derneklere ölüme bağlı tasarruf ya da sağlararası kazandırmada bulunması haline ilişkin olarak, bu dokunulmaz pay oranlarının tekrar indirilmesine gerek duyulmamıştır.

Buna karşılık, kamuya yararlı vakıf ve derneklere ölüme bağlı tasarrufları ve sağlararası kazandırmaları özendirmek amacıyla, tasarının 570 inci maddesinin son fıkrasına -yürürlükteki Medenî Kanunun 512 nci maddesine tekabül eden- kamu tüzelkişileri ile kamuya yararlı vakıf ve derneklere yapılan ölüme bağlı tasarruflar ile sağlararası kazandırmaların, kanunî mirasçıların dokunulmaz payını ihlal etmesi halinde açılacak tenkis davasında, en son sırada tenkis edileceğine dair bir hüküm eklenmiştir.

Tasarı madde 548: Bu madde, yürürlükte olan Medenî Kanunun 495 inci maddesini karşılamaktadır. Yürürlükte olan 495 inci maddeye göre, atanmış mirasçının ya da vasiyet alacaklısının miras bırakandan önce ölmesi halinde, miras mukavelesiyle bunlara yapılmış ölüme bağlı tasarruf kendiliğinden hükümsüz olacaktır ve ölenin mirasçıları ölüm tarihinde elde kalan miktarı geri vermekle yükümlüdürler. Yeni düzenlemeyle, ölenin mirasçıları, ölüm tarihinde elde kalanı değil, ölüm tarihindeki zenginleşmeyi iadeyle yükümlü tutulmuşlardır.

Tasarı madde 559: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 501 inci maddesini karşılamaktadır. Getirilen düzenlemeyle, ölüme bağlı tasarrufların iptali için getirilen sürenin bir zamanaşımı değil, hak düşürücü süre olduğu öngörülmüş ve 1, 5, 30 yıllık süreler yerine, 1, 10 ve olağanüstü zamanaşımı ile mülkiyetin kazandırılmasındaki 20 yıllık süreye paralel olarak, 20 yıllık süre kabul edilmiştir.

Tasarı madde 571: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 513 üncü maddesini karşılamaktadır. Getirilen yeni düzenlemeyle, tenkis davasında öngörülmüş olan 1 ve 5 yıllık süreler yerine, 1 ve 10 yıllık süreler getirilmiştir. Bu sürelerin de, yürürlükte olan Medenî Kanunun aksine, zamanaşımı değil, hak düşürücü süre olduğu kabul edilmiştir.

Tasarı madde 593: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 534 üncü maddesini karşılamaktadır. Bu hükümle, miras bırakanın mirasçısı olup olmadığının bilinemediği yahut sayısının belirlenemediği durumlarda, sıfatlarını beyan etmek üzere, dava edilen mirasçıların başvuru süresi, ülke koşulları dikkate alınarak, üç aydan bir seneye uzatılmıştır.

Tasarı madde 617: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 557 nci maddesini karşılamaktadır. Bu maddede, mevcudu borcuna yetmeyen mirasçının, alacaklılarını zarara uğratmak amacıyla mirası reddetmesi halinde, alacaklıların bu ret beyanına karşı itiraz hakkını ileri sürebilecekleri süre, üç aydan altı aya çıkarılmıştır.

Tasarı madde 639: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 579 uncu maddesini karşılamaktadır. Tasarıyla getirilen bu yeni düzenlemede, miras sebebiyle istihkak davasının iyi niyetli olmayan zilyetlere karşı açılma süresi, olağanüstü zamanaşımıyla mülkiyetin hızlandırılmasındaki yirmi yıllık süre dikkate alınarak, otuz yıldan yirmi yıla indirilmiştir.

Tasarı madde 538: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 485 nci maddesini karşılamaktadır. Bu düzenlemeyle, el yazısı vasiyetnamenin şekil şartlarından, vasiyetnamede vasiyetin düzenlendiği yerin bulunması koşulu ortadan kaldırılmış; böylece, vasiyetin düzenlendiği yeri ihtiva etmeyen el yazısıyla vasiyetnamelerin iptal edilmesi engellenmiştir. Dolayısıyla, yer belirtilmesi zorunluluğu kalkmıştır.

Tasarı madde 539: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 486 ncı maddesini karşılamaktadır. Getirilen düzenlemeyle, sözlü vasiyetin düzenlenmesine katılan tanıkların, resmî vasiyetnameye yapılan atıf dolayısıyla aranan okur-yazar olması koşulu kaldırılmıştır. Bu hüküm, ülkemizde okur-yazar sayısının nispeten az olması ve sözlü vasiyetin olağanüstü koşullarda düzenlenen bir vasiyet türü olduğu gözetilerek, sözlü vasiyete işlerlik kazandırmak amacıyla getirilmiştir.

Tasarı madde 670: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 604 üncü maddesini karşılamaktadır. Söz konusu hükümde yer alan mirasta denkleştirme davasında, füru, kendi eline geçmemiş olsa bile, aslına yapılan teberruları iadeyle mükelleftir hükmü, ülkemiz koşullarına ve hakkaniyete uymadığından bahisle, metinden çıkarılmıştır.

Tasarı madde 550 ilâ 556: Bu maddeler, yürürlükteki Medenî Kanunda iki hükümde -497 nci ve 498 inci maddelerinde- düzenlenmiş bulunan vasiyeti yerine getirme görevlisinin hak, yetki ve sorumluluğunu kapsamlı şekilde düzenlemektedir. Yürürlükteki Medenî Kanunda hükümlerin kapsam itibariyle yetersizliği öteden beri öğretide dile getirilmektedir. Bu eleştiri ve öğretideki görüşler de dikkate alınarak, bu kurum 7 madde halinde düzenlenmiştir.

Sayın milletvekilleri, yürürlükteki Medenî Kanunda boşlukların doldurulmasına ilişkin hukuk uygulamasının ve öğretideki görüşlerin kanunî düzenlemeye kavuşturulması konusunda ise, aşağıdaki maddeler örnek verilebilir.

Tasarı madde 503: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 450 nci maddesini karşılamaktadır. Medenî Kanunun 450 nci maddesi, kısıtlı kişilerin miras mukavelesi yapıp yapamayacağı konusunda tartışma ortaya çıkarmıştı. Tasarıdaki düzenlemeyle, uygulama ve doktrinin kabul ettiği kısıtlı kişilerin miras mukavelesi yapamayacağı görüşü kanunî düzenlemeye kavuşturulmuştur.

Tasarı madde 564: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 506 ncı maddesini karşılamaktadır. Bu madde çerçevesinde, kendisine değerinde azalma meydana gelmeksizin bölünemeyen bir mal vasiyet edilen vasiyet alacaklısı bu vasiyetin tenkis edilmesi halinde seçimlik bir hakka sahiptir. Dilerse, tenkisi gereken kısım değerini ödeyerek vasiyet olunan malı talep eder; dilerse, miras bırakanın tasarruf hesabının değerini kapsayan payını talep ederek malı dokunulmaz payı ihlal edilen mirasçıya bırakır. Bundan başka, aslında sadece ölüme bağlı tasarruflar için söz konusu olan bu hükmün sağlararası kazandırmaların tenkisinde de uygulama alanı bulacağı bir düzenlemeye kavuşturulmuştur.

Tasarı madde 511: Bu madde yürürlükteki Medenî Kanunun 458 inci maddesini düzenlemektedir. Maddenin ikinci fıkrasında uygulamadaki tereddütleri ortadan kaldırmak amacıyla mirastan ıskat edilen; yani, çıkarılan kimsenin miras payının akıbetinin ne olacağı hususu, öğretideki yorumlar dikkate alınarak açıklığa kavuşturulmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çağdaş uygarlık yolunda hızla ilerleyen ülkemizin Avrupa Birliğine üyelik sürecinde toplumumuzun atması gerekli en büyük adımlardan birisi olan ve kadın erkek eşitliğini pekiştirip, kız çocuklarımıza da gelecekte daha özgüvenli bir yaşam sağlayacak olan bu tasarıya destek vereceğinizi umuyorum. Bir bayan milletvekili olarak heyecan duyarak takdim ettiğim bu yeni tasarının, toplumumuzda erkekler lehine yorumlanabilecek durumları ortadan kaldırarak bireyler arasında eşitlik sağlayacağı düşüncesiyle ülkemize ve hepimize hayırlı olmasını diliyor; şahsım ve Grubum adına hepinize teşekkürlerimi sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım'da.

Buyurun Sayın Yıldırım. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının Altıncı Bölümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi ve aziz milletimi, saygıyla, Partim ve şahsım adına selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk toplumu için çok önemli bir tasarıyı görüşüyoruz. Öncelikle, bu tasarının, Yüce Türk Milletine, adalet camiamıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Tasarının genel gerekçesinde, 17 şubat 1926 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Türk Kanunu Medenîsinin genel gerekçesinde, dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un yazdığı gerekçeyi okudum. Bu gerekçede, Türk toplumunun 1926 yılındaki düşüncesini öğrendim.

Öncelikle, Türk toplumuna, ilk Medenî Kanunu kazandıran Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'u rahmet ve minnetle anıyorum.

1926 yılında yazılmış gerekçede, ulusal toplumun değeri belirtilmiş, Türkiye Cumhuriyetinin önemi izah edildikten sonra, toplumun hukuk devleti olduğu, uygar olması gerektiği ve kanunların akılcı bir zihniyetle hazırlanması üzerinde durulmuş. Yetmişbeş yıl evvel, hukuk ve adalet ilkeleri ile çağdaş ve uygar toplum benimsenmiştir; çünkü, Türk toplumunun ruhunda, hukuk, hak, adalet ve demokrasi vardır. Yani, Atatürk ve arkadaşları, Türkiye'nin kurtuluşunun, hukuk, adalet ve demokraside olduğunu 1926 yılında görmüşler ve söylemişlerdir.

Değerli milletvekilleri, ben, öncelikle, medenî kanun nedir; mahiyetini izah etmek istiyorum. Medenî kanun, toplum ve aileyi ayakta tutan, insanların bir ve beraber yaşamalarını sağlayan, düzenleyen aile ve toplum kanunudur. Başka bir deyimle, medenî kanun, kişilerin doğumundan ölümüne kadar fertlerin birbirleriyle veya devletle, eşyayla olan münasebetlerini düzenleyen, bireyi ve toplumsal yaşamı yakından ilgilendiren temel kanundur. Öyleyse, bugün, hukuk sisteminin temeli olan, insan hayatını düzenleyen, insan olma onurunu yaşatan ve hukuk ruhunu oluşturan, onu insan hayatıyla buluşturan, hukuk devleti olma ve demokrasinin ışığı ve temeli olan Medenî Kanunu, Yüce Meclis gündemine almış bulunmaktadır.

Ancak, konuşmalardan anladığım kadarıyla, Medenî Kanun Tasarısının kadın ve erkek sürtüşmesine dönüşmesi yanlıştır; çünkü, tasarının maksadı ve mahiyeti birey haklarını korumaktadır, yani, tasarı, kadın ve erkek eşitliği üzerine oturtulmuş ve bireylere eşit ekonomik hak verilmiştir. Böylece, ailenin bütünleşmesi ve ailede huzur sağlanmış olacaktır. İşte bu sebeplerle, Doğru Yol Partisi, birey hakkına, kadın ve erkek eşitliğine inanması nedeniyle, bu tasarıya destek vermektedir. Ama, bu tasarı, sadece kadın ve erkek haklarından ibaret değildir; insanoğlunun doğumundan hatta doğumundan evvelki durumuyla yaşamı müddetince ve ölümünden sonraki durumlarını ve insanların birbirleriyle olan münasebetlerini, aile münasebetlerini, eşya ve tabiatla olan hukukî münasebet ve durumlarını düzenleyen bir hukuk kuralıdır, toplum kuralıdır ve toplum kanunudur.

Medenî kanun, çağdaş ve medenî toplum için önemli bir kanundur. Açıkçası, uygar ve medenî toplumu ayakta tutan bir kanundur. Bir ülkede çağdaş ve uygar medenî kanunun uygulanması için, demokratik ve hukuk devletinin olması ve hukuk kurallarının işlemesi gerekir, yani, toplumun çağdaş ve medenî toplum olabilmesi için, o ülkede hukuk kuralları ve demokratik kuralları uygulanmalı. Açıkçası, bir ülkede hak ve adalet varsa, hukuk varsa, demokrasi var demektir; yani, demokrasi varsa, hukuk vardır, hak ve adalet var demektir.

Değerli milletvekilleri, toplam 1 030 maddeden ibaret olan Medenî Kanun Tasarısı, maalesef, toplumun ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır. Eksikleri, tabiî ki, vardır. Şu anda bizim uygun gördüğümüzün, uygulamada, eksik ve yanlış olduğu görülebilir; ancak, 75 yıllık Medenî Kanunun değiştirilmesi, toplumda yadırganabilir; ama, zamanla hata ve eksikliklerin giderilmesiyle yapılan değişikliklerin benimseneceğine inanıyorum.

Değerli milletvekilleri, tasarıda en büyük eksiklik ve yanlışlık madde numaralarının değiştirilmesidir; uygulamada büyük karmaşalar meydana getirecektir. Bu, büyük bir yanlıştır; çünkü, topluma, insanlara, hâkim ve savcılara, avukatlara maddî ve manevî zarar verecektir. Bu yanlışlığı düzeltmek için Adalet Bakanımızın ve Komisyonumuzun anlayışı ve muvafakatiyle Yüce Meclise görev düşmektedir.

Sayın milletvekilleri, bu yanlışlığı düzeltmek o kadar zor değildir, redaksiyonla da olabilir. Eğer düzeltilmezse, tüm hukukçular yeniden bu kanun üzerinde çalışacaklar, yeniden bilgisayarlarına geçecekler ve yeniden öğrenci olacaklardır. Böylece maddî ve manevî zarar göreceklerdir. Takdiri Yüce Meclise bırakıyorum ve değiştirilmesi zorunludur diyorum.

Değerli milletvekilleri, yukarıda belirttiğim gibi, Medenî Kanunumuz kabul edildiği takdirde toplum için çok önemli konular değişmiş olacaktır. Bu değişikliğin öğrenilmesi zaman alacaktır. Bu kanunu uygulayacak olan hâkimlerin, savcıların, avukatların, icra memurlarının karar vermede hata yapmamaları ve vatandaşların mağdur olmamaları ve bir hakkın haleldâr olmaması için, sorunları temelden çözecek olan ve Medenî Yasanın özüyle ve sözüyle uygulanabilmesi için, acilen ihtisas mahkemeleri veya ihtisas mahkemesi nitelikli aile mahkemelerinin kurulması gereklidir ve zorunludur.

Değerli milletvekilleri, tasarı kanunlaşırsa ne getirecektir; bunu, genelinde konuşan arkadaşlarımız dile getirmişlerdir; ancak, sizlere hatırlatma olarak bazı değişikliklere değinmek istiyorum.

Kadın, isterse kızlık soyadını alabilecek. Eşlerden her biri serbestçe meslek seçebilecek. Onur kırıcı davranış boşanma nedenleri arasında sayılmıştır. Terk nedeniyle boşanma sebebi sayılan ayrı yaşama süresi 3 aydan 6 aya çıkarılmıştır. Önemli olan, boşanma davalarında taraflardan biri isterse, hâkim gizli celse yapabilecektir. Çok önemli bir değişiklik de, eşin ölümü halinde sağ kalan eşin miras payı artırılmıştır. Nafakayı erkek de isteyebilecek, eskiden sadece kadın isteyebiliyordu. Yasa yürürlüğe girdikten sonra bir yıl içinde yasal mal rejimlerinden birini seçmeyenler, aralarında özel sözleşme yapmayanlar otomatik olarak edinilmiş mallara katılma rejimini kabul edecektir; ancak, yasa yürürlüğe girmeden önce evli olanlar eski mal rejimine tabi olacaktır; daha açık bir deyimle, edinilmiş mallara katılma rejiminde kişisel mallar paylaşma dışı kalacaktır.

Değerli milletvekilleri, ben, sizlere, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Altıncı Bölüm olan, yani tasarıda "Mirasçılar" başlığı altında 495 inci madde ile 575 inci madde arasındaki bölümü izah etmeye çalışacağım. Bu bölümü iki kısımda inceleyebiliriz. Birinci kısım yasal mirasçılardır; yani, mal paylaşımı veya miras paylaşımı değildir. Yasal mirasçılardan maksat, bir şahıs öldüğü zaman kimler mirasçı olacaktır; bu düzenlenmiştir. Buradaki önemli bir değişiklik, yeni düzenlemede dayı, hala ve teyze de mirasçı kabul edilmiştir. Daha açık bir deyimle, tasarının 497 nci maddesine eklenen yeni bir hükümle, yürürlükteki kanunun 441 inci maddesinden farklı olarak ve Türk toplumunun geleneksel aile yapısı düşünülerek, yakın aile bağları bulunan, ana veya babanın ölümü halinde yeğenlerine sahiplik yapan amca, hala, dayı ve teyzeye de bazı koşullar altında mirastan pay ayrılmıştır. Böylece, büyükanne ve büyükbabaların miras bırakandan önce ölmeleri durumunda kendilerine miras bırakandan önce ölmeleri halinde, miras paylarının, çocuklarına yeni miras bırakanın amca, hala, dayı ve teyzelerine, varsa sağ kalan eşle birlikte intikal etmesi ilkesi getirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, evlatlığın mirasçılığı konusunda, yürürlükteki kanunun 447 nci maddesindeki "evlatlık ve füruu, kendisini evlat edinen kimseye nesebi sahih füru gibi mirasçı olurlar" hükmü, tasarının 500 üncü maddesinde "evlatlık ve altsoyu, evlat edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar" şeklinde değiştirilmiştir.

Önemli bir değişiklik de, evlilikdışı doğan çocukların mirasçı olma durumundaki değişikliktir; yani, evlilikdışı doğan çocuk ile evlilikiçi doğan çocuk eşit miras alacaklardır. Evvelce, hepinizin de bildiği gibi, evlilikdışı doğan çocukların eşit miras alamama durumunu Anayasa Mahkemesi iptal etmişti. Bu tasarıda da, eşit miras almaları kanun altına alınmıştır.

İkinci Kısma baktığımızda, saklı paylar; yani, ölüme bağlı tasarruflardır. Burada, yeni düzenlemedeyse, saklı paylar, mahfuz hisse sahiplerinde; yani, bu mirasçılarda değişiklik yapılmamış, sadece saklı payların; yani, mahfuz hisselerin azaltılması yoluna gidilmiştir; yani, başka bir deyimle, mahfuz hisse daraltılmış, tasarruf nisabı artırılmıştır. Buradaki maksat, tasarruf özgürlüğünün serbest bırakılmış olmasıdır. Daha açık bir deyimle, saklı pay, mahfuz hisse oranları, tasarının 506 ncı maddesinde, yürürlükteki kanunun 453 üncü maddesinden farklı bir biçimde, yeniden belirlenmiştir. Yeni düzenlemede, saklı paylı mirasçılarda değişiklik yapılmamış; sadece, onların alacakları saklı payların azaltılması yoluna gidilmiştir.

Bu bağlamda, yürürlükteki kanunda, altsoy için yasal miras hakkının dörtte 3'ü olan saklı pay, tasarıda yasal miras payının yarısı; yine yürürlükteki kanunda ana ve babadan her biri için yasal miras hakkının yarısı olan saklı pay, tasarıda yasal miras payının dörtte 1'i; yine yürürlükteki kanunda kardeşlerden her biri için yasal miras hakkının dörtte 1'i olan saklı pay, tasarıda yasal miras payının sekizde 1'i olarak değiştirilmiştir. Açıkçası, sağ kalan eş için, altsoy ve ana baba zümresiyle birlikte mirasçı olması halinde saklı pay, yürürlükteki kanunda olduğu gibi, tasarıda da yasal miras payının tamamı; diğer hallerde ise, yürürlükteki kanunda yasal hakkının yarısı olan saklı pay, tasarıda, yasal miras payının dörtte 3'ü olarak belirlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, önemli, dikkat çekici bir düzenleme de, vasiyeti yerine getirme görevlisiyle ilgili hükümlerin yetersizliği nazara alınarak, vasiyeti yerine getirme görevlisinin atanması ve ehliyeti düzenlemektedir. Böylece, tasarının 550 nci maddesinde yapılan düzenlemede, vasiyeti yerine getirme görevlisinin atandığı tarihte değil, göreve başladığı sırada fiil ehliyetine sahip olması gerektiği açıklığa kavuşturulmuş; kendisine görevin sulh hâkimi tarafından bildirildiği tarihten başlayarak 15 gün içinde kabul etmediğini açıklamadığı takdirde, görevi kabul etmiş sayılacağı esası getirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, bu tasarıyla, Medenî Kanuna yeni 93 madde eklenmiş olup, toplam 1 030 madde olmuştur; ancak, bu tasarının Meclise gelmesi hiç de kolay olmamıştır. Üzerinde yıllarca çalışıldıktan sonra gelmiştir; yani, tüm partilerin ortak çalışma ve gayretleriyle gelmiştir. Yoksa, herhangi bir partinin tasarıya sahip çıkması yanlıştır. Daha doğrusu, kabul edildiği takdirde, bu kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseri olacaktır. Konuşmamın başında da belirttiğim gibi, eksiklikleri tabiî ki, vardır. Bunu zaman ve uygulama gösterecektir; ancak, burada önemli olan ve Medenî Kanun Tasarısıyla yapılmak istenen merî Medenî Kanunun özüne ve ruhuna sadık kalarak, gelişen ve globalleşen dünyada toplumumuzun ihtiyaçlarına cevap vermek olmalıdır.

Demokrasiye, hakka, hukuka ve adalete ve eşitliğe inanmış olan Doğru Yol Partisinin desteği her türlü siyasî düşüncenin üstündedir. Doğru Yol Partisinin hedefi, isteği ve özlemi, Türk Milletinin, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasiyi benimseyen, çağdaş, uygar ve medenî toplum olması için her fedakârlığa ve desteğe hazır olduğunun herkesçe bilinmesidir.

Bu tasarının, ülkemize, Türk toplumuna ve Türkiye Cumhuriyetinin geleceğine hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Heyetinize ve önünde saygıyla eğildiğim Yüce Türk Milletine, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, Sinop Milletvekili Sayın Yaşar Topçu'nun. (ANAP sıralarından alkışlar.)

Buyurun Sayın Topçu.

ANAP GRUBU ADINA YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, buraya çıkarken de Grup Başkanvekillerimize itiraz ettim ve dedim ki, aslına bakarsanız, bu, benim üzerinde konuşacağım bir yasa değil. Bunu şunun için söyledim: Burada konuşulan her yasa, hepinizin üzerinde fikir beyan edeceği yasadır. Bu, istisna olduğundan değil. Bu, çok teknik bir yasadır. Şimdi, ben eminim ki, bizi televizyonları başında dinleyen birçok dinleyicimiz, eğer hukukçu değilse, eğer bu olaylar, burada konuşulanlar başından geçmemişse, konuşulanlardan pek fazla bir şey anlamamaktadır. Gerçi, miras konusu -bugün konuşulan kitabı, Medenî Yasanın üçüncü kitabıdır- toplumun genellikle herkesin bildiği konudur; ama, bunun burada düzenlenen kısımları biraz teknik kısımlarıdır. Pek, başına gelmeyen ya da bu işle yakından ilgilenmeyenler konuşanları dinler, ama, aklında bir şey kalmaz.

Bu açıklamayı yaptıktan sonra şunu ifade edeyim ki, ben, bu yasanın getirilen hükümlerine, teferruatlarına ve tekniğine girmeyeceğim, sadece, bu tür yasalar için genelde beslediğim düşünceleri Heyetinize ve bizi dinleyen değerli halkımıza sunacağım, sonra merak edilen bir iki hususu söyleyeceğim ve konuşmamı kısaca bağlayacağım.

Değerli arkadaşlar, Medenî Kanun kabul edilip, uygulamaya konulalı tam tamına 75 yıl olmuş, birkaç ay da geçmiştir. Medenî Kanunumuz, malumunuz, İsviçre'den alınmış, 1926 yılında kabul edilmiş -aklımda yanlış kalmadıysa Şubat 1926'da 743 sayılı Yasayla kabul edilmiştir- demek ki, 2001 yılında 75 yaşını doldurdu.

Aslına bakarsanız, Medenî Kanun, Ceza Kanunu, usul kanunları, ticaret kanunları ve benzeri temel kanunlar bir toplumda ne kadar uzun süre uygulanmışsa, o derece sağlıklı demektir. Bazıları şikâyet eder; efendim, şu kadar zamandır bu yasa değişmedi. İyi ya kardeşim, o değişmemesi, sadece bir ihmal eseri olarak görülemez. O değişmemesi, topluma uymasından, toplumun onu benimsemesindendir. Bu yasalarımızdan bir tanesi de Medenî Yasadır. Ben, bu sözleri burada, üzülerek, çok duymuşumdur şu sıralarda otururken, bazı arkadaşlarımız buraya çıkıp şu kadar senedir değişmedi falan diye bu yasalardan şikâyet etmiştir. Bu yasaların mutlaka düzeltilmesi gereken, değiştirilmesi gereken yerleri vardır; çünkü, toplumlar dinamiktir, bu dinamik hayat içerisinde bazı ihtiyaçlar doğar; ama, yasanın temel anlayışını, temel esprilerini, temel yaklaşımlarını, temel ilişkilerini değiştirirseniz, toplumu allak bullak edersiniz.

Burada yapılan da, özellikle, bizi dinleyenler için arz ediyorum, 1926'da kabul edilmiş olan Medenî Kanunumuzun temel bütün prensip ve ilkeleri mutlaka korunarak, ilişkileri korunarak, sadece aksayan yönleri düzeltilmiş, rötuş yapılmış. En önemlisi, bana göre, bu kanunun böyle topluca gelmesindeki en önemli kazanç, halkımızın kazancı, dilinin büyük çapta bugünkü konuşulan Türkçe'ye, hatta, biraz, konuşulan Türkçe'den de öteye, yeni Türkçe'ye uydurulmuş olmasıdır; işte "altsoy" gibi falan. Bu, geçmiş, yani, şimdi yürürlükten kalkacak olan kanunda "usul ve füru" diye geçer. İşte, füru, çocuklardır; usul, babanızdır, annenizdir. Burada deyim değiştirilmiş.

Temel deyimler yine duruyor; ama, dil sadeleştirilmiş, okuyanların biraz daha anlayabileceği hale getirilmiş. Bu demek değildir ki, bu kanunların uygulanmasında hukukçulara ihtiyaç olmayacaktır, yorumlanmasına ihtiyaç olmayacaktır; ihtiyaç olacaktır; ama, dilinin sadeleştirilmiş olması, halkın daha rahat anlayabiliceği hale getirilmiş olması bir kazançtır.

Toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde bazı düzeltmeler yapılmış olması da, bir ihtiyaçtı. Burada, miras hukukunda da yapılan odur.

Bu kadar temel bir kanunun, böyle, bölüm bölüm, kitap kitap... Hatta, kitaplar bölünmüş; mesela, miras kitabı ikiye bölünmüş; işte bugün bir kısmı, bir başka oturumda bir başka kısmı; mesela, yarın, diğer kısmı görüşülecek. Böyle görüşülmesinin sebebi nedir? Sanıyorum, bunlar, her ne kadar, komisyonlardan büyük bir titizlikle, aylarca, günlerce uğraşılarak geçmişse de, komisyonda bulunan bütün siyasî partilerin görüşleri alınarak yapılmışsa da, yine de, buralarda düzeltme ihtiyacı doğabilecek maddeler, bölümler, cümleler olabileceği hesaba katılarak, bölümler halinde konuşuluyor.

Bu bakımdan, bölümler halinde konuşulması yararlıdır; ama, aslına bakarsanız, burada, temel kanunlarda, hatta hatta -benim fikrim öteden beri budur- 5-6 maddeyi, 7 maddeyi geçmeyen kanunlarda zorunlu olmak üzere -kanunların, böyle, cümle cümle, kelime kelime yapılmasını yanlış bulduğum için- tümden konuşulup, üzerinde bütün gruplar istediği kadar konuşup, üye arkadaşlarımız, yani, Parlamentomuzun üyesi arkadaşlarımız, öyle biri aleyhte, biri lehte iki kişi değil, üç kişi, beş kişi, on kişi, yirmi kişi konuşup, konuşulabildiği kadar konuşulup; başkan, konuşma bittikten sonra bu kanunun görüşülmesi tamamlanmıştır, falanca gün oylayacağım deyip, bir oylamada geçmesi gerek. Aslında, Meclisimiz kanun koymamaktadır, kanun yapmaktadır. 24 Anayasasını okursanız, Meclisin görevlerini sayarken "kanun koymak" der, 61 Anayasasını okursanız, Meclisin görevlerini sayarken "kanun koymak" der, bugün, cumhuriyetimizin temel kanunu olan 82 Anayasasını okursanız, Parlamentonun görevlerini sayarken "kanun koymak" der; ama, biz yaparız.

Parlamento iyi bir kanun koyucudur da, çok iyi bir kanun yapıcı değildir; bu metodun değişmesi lazım; ama, İçtüzüğün 91 inci maddesinin, bu imkânı, Parlamentomuza, hiç değilse, temel kanunlar bakımından getirmiş olmasını şükranla karşılıyorum. Bu kadar teknik şeylerin, çok ilgi duymayan arkadaşlarımızca buralarda tartışılması, konuşulması, önergelerle başka mecralara çekilmesi yanlış oluyor.

Şimdi, bu kanunun, böyle bir temel kanunun, yeniden, dediğim gibi, aslına sadık kalınarak; ama, dili sadeleştirilerek, düzeltilmesi gereken yerler, toplumumuzun yeni ihtiyaçlarına göre, yeni anlayışlarına göre düzeltilerek, Parlamentomuz tarafından ele alınmasını, Parlamentomuz açısından, büyük bir talih olarak, büyük bir görev olarak görüyorum. Buna sebep olan herkesi tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum.

Bizi dinleyenlere, buradan, sadece bu konuyla ilgili, olası, akıllarına gelebilecek bir iki soruyu anlayabilecekleri şekilde cevaplandırıp, huzurunuzdan ayrılmak istiyorum.

Birincisi şu: Eminim, bizi dinleyen halk merak ediyor ve diyor ki: Bizim mirasımız neye göre taksim olacak; bu kanuna göre mi -çünkü, bazı ufak tefek rötuşlar var- geçmiş, şimdi kaldırılmakta olan kanuna göre mi? Miras bırakan, hangi kanun zamanında öldüyse; yani, miras, hangi kanun zamanında açıldıysa; bu kanun çıktıktan sonra ölür, açılırsa bu kanuna, bu kanun çıkmadan ölür, miras açılırsa, önceki kanuna tabi olacak; evvela, halkın kafasındaki bu tereddütü, bu soruyu cevaplamış olalım; bir.

İkincisi; bana göre, burada getirilen en önemli değişiklik, evlatlığın, ister tanıma ister babalık davası suretiyle, gayri sahih nesepli, yani, nesebi düzgün olmayan, nesebi sıhhatli, sağlıklı olmayan çocuklar dediğimiz çocukların durumunun düzeltilmiş olmasıdır.

Aslında, bana göre, burada başka rötuşlar yapılması lazım. Mesela, benim fikrim, çocuk çok varlıklıysa -bizim miras sistemimiz odur, miras bırakanın mirası, çocuklarına, çocukları olmaması halinde ebeveynlerine (anasına, babasına) gider; daima aşağı doğru gider, bizim mirastaki ilkemiz budur, aşağıya doğru gider- bu varlıktan, eğer, müzayaka içindeyse, anne babası da pay alabilmeli. Benim fikrim odur; ama, herkesin fikrini, burada yasa haline getirmek ya da düzenlemek de her zaman mümkün olmuyor. Bana göre, buradaki en önemli değişiklik, nesebi gayri sahih çocuklar dediğimiz evlilikdışı doğan çocuklar ile evlat edinilme suretiyle aileye karışmış olan çocuklardır. Evlilikdışı doğan çocuklar, aynen evlilik içinde doğmuş çocuklar gibi, diğer kan hısımları gibi, diyelim ki kardeşleri var, diğer kardeşleri gibi, yoksa, anne ve babasının doğrudan, tam mirasçısı olacaktır. Evlat edinmiş olanlar, keza, mirasçısı olacaktır.

Başka birtakım kurumlar getiriyor; ama, bunları izaha kalkmak, dediğim gibi, burada fevkalade zaman harcamaktan başka bir şey değildir; yanlış olur, onların teferruatına girmiyorum.

Kanunun, memleketimize, milletimize, tekrar, hayırlı ve uğurlu olmasını Tanrı'dan, Allah'tan diliyorum ve beni sabırla dinlediğiniz için hepinize şükranlarımı sunuyorum.

Sağ olun, var olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sizin 5 dakikanız da 11 dakikayla bitti; yine de teşekkür ediyorum.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Olacak o kadar!..

BAŞKAN - Tabiî, ben de onun için diyorum efendim, bir şeye itirazımız yok.

Görüşmeler bitti, gruplar adına başka söz isteyen de kalmadı, Sayın Bakanı davet ediyorum; ancak...

AHMET KARAVAR (Şanlıurfa) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Niye?! Oylama yapmıyorum ki! Oo, daha çok var. İstirham ederim... Sayın Bakan konuşacak, 3 tane önergemiz var; sabırlı olun... 19.00'da da bitireceğiz bu işi.

Karar yetersayısını şimdi istemekle, odalarında bulunan sayın milletvekillerini de çağırmış oluyorum; lütfen, teşrif etsinler efendim.

Sayın Bakanımız 20 dakika civarında konuşur, 3 oylamamız var ve lütfen, Altıncı Bölümü bitirmeden de gitmeyelim.

Sayın Bakanım, buyurun.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısının Miras Hukuku kitabını görüşüyoruz; ama, bazı arkadaşlarımız, hâlâ, tasarının geneli üzerinde ya da daha önce kabul edilmiş bölümleri üzerinde görüşlerini açıklıyorlar. Bu arada, tasarının maddelerinin numaralanma şekli ya da tasarının dili, hâlâ, arkadaşlarımızca eleştiri konusu yapılmaktadır.

Bu tasarıda, Türk hukuk dilinin bugün ulaştığı durumu yansıtan bir terminoloji kullanılmıştır. Bunların hepsi, ya Anayasamızda ya yürürlükteki başka kanunlarda ya Yargıtay kararlarında ya bilimsel görüşlerde kullanılan terimlerdir.

Bu arada, bu bölümde geçen, daha önce de, benzeri, aile hukukunda geçen bir terim üzerinde durmak istiyorum.

Yürürlükteki kanunda "mükellefiyet" kavramının, hem nafaka bakımından hem miras bakımından kullanıldığını görüyoruz. Aslında, mükellefiyet için, yürürlükteki yasalarımızda ve Anayasada "yükümlülük" sözcüğü kullanılmaktadır. Ancak, kavramların birbirinden ayırt edilmesi bakımından, tasarıda, mükellefiyet karşılığında iki sözcük kullanılmıştır. Örneğin, yürürlükteki kanunda nafaka yükümlüsünü belirtmek için "mükellef" sözcüğü kullanılmıştır. Bu bakımdan, tasarıda "mükellefiyet" karşılığı olarak "yükümlülük", "mükellef" karşılığı olarak "yükümlü" sözcüğü kullanılmıştır. Kaynak İsviçre Medenî Kanununda ise "nafaka yükümlülüğü" karşılığında "unterhaltspflicht" ya da "obligation d'entretien" terimleri Almanca ve Fransızca metinlerde kullanılmıştır. Buna karşılık, mirasta ve vasiyette olduğu gibi, bir sorumluluk söz konusu olduğu zaman, tasarıda "mükellefiyet" yerine "yükleme" sözcüğünü kullanılmıştır. Gerçekten, yürürlükteki kanunda, örneğin 462 nci maddede "mükellefiyet" sözcüğü kullanılmaktadır. İşte, bunun yerine, şimdi "yükleme" sözcüğü getiriliyor. Bu, kaynak İsviçre Kanununun kullandığı "auflage" ve "charge" terimlerinin karşılığıdır. Böylece, hukukumuzda, bu kavramlara açıklık getirilmektedir.

Tasarının dilini eleştiren arkadaşımız, bazı yerlerde, kaynak İsviçre Kanununun, tasarıyla -kendi ifadesiyle- motamo Türkçeye aktarıldığını; yani, kelimesi kelimesine Türkçeye aktarıldığını ifade etmiştir. Aslında, bu tasarı, çeşitli konularda, yürürlükteki kanundan, hatta, İsviçre Kanunundan ayrılan hükümler getirmektedir. Mirasta saklı paya ve sağ kalan eşin miras payına ilişkin hükümler buna örnek olarak gösterilebilir; ama, yürürlükteki metnin hüküm olarak korunmak istendiği yerde, kaynağa uygun bir ifade tarzının benimsenmesi, 1926'da yapılan bazı çeviri yanlışlarının giderilmesi bakımından yararlı görülmüştür.

Bu eleştiriyi dile getiren arkadaşımız Türkçe ile de yetinmemiş ve tasarının yeni baştan redakte edilmesini söyleyerek, Fransızca'ya da bir sözcük kazandırmıştır. Oysa, tasarının, eğer gerekli görüyorsa, yeni baştan yazılmasını temenni etmiş olsaydı, böyle bir sözcüğü Fransızca kazanmayacaktı; çünkü, redakte şeklinde seslendirilebilecek bir sözcük, Fransızca'da yoktur. Fransızca'da yazma karşılığı olarak, mastar halinde "re'diger" sözcüğü, isim halinde ise "re'daction" sözcüğü kullanılır. Ama, bizde "re'daction" sözcüğünü bilen bazı arkadaşlarımız, bunun mastarının da herhalde redakte olduğunu düşünmektedirler.

Dil konusunda hükümet son derece duyarlıdır. Yanlış sözcükler kullanılmamıştır, yerleşmiş olan sözcükler kullanılmıştır. Mükellefiyet yerine nafaka ve miras bakımından, şimdi yükümlülük ve yükleme sözcükleriyle de kavramlara açıklık getirilmiştir. Her kavram gereken sözcükle ifade edilmiştir.

Şüphesiz, bu tasarı tamamlandığı zaman, bütün bu eleştirilerden sonra, bu birlikte çalışmanın ürünü olarak, haftalarca Adalet Komisyonunda ve daha sonra günlerce Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan çalışmalar, ortaya, Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseri olan Türk Medenî Kanununu çıkaracaktır. Bu eser hepimizin eseri olacaktır ve yıllarca, bir yarım yüzyıldan beri bu tasarı üzerinde çalışan insanlar da, bunun gerçekleştiğini görmekten mutluluk duyacaklardır.

Tasarının "Miras Hukuku" başlığını taşıyan Üçüncü Kitabı, sırasıyla "Mirasçılar" ve "Mirasın Geçmesi" başlıklı iki kısımdan oluşmaktadır.

"Yasal Mirasçılar" ve "Ölüme Bağlı Tasarruflar" Birinci Kısmın iki bölümünü oluşturmaktadır.

Tasarının 497 nci maddesine eklenen yeni bir hükümle, yürürlükteki kanunun 441 inci maddesinden farklı olarak ve Türk toplumunun geleneksel aile yapısı düşünülerek, yakın aile bağları bulunan ve ana veya babanın ölümü halinde yeğenlerine sahiplik yapan amca, hala, dayı ve teyzeye de bazı koşullar altında mirastan pay ayrılmıştır. Böylece, büyükana ve büyükbabaların miras bırakandan önce ölmeleri durumunda kendilerine isabet eden miras paylarının, çocuklarına, yani, miras bırakanın amca, hala, dayı veya teyzelerine, varsa sağ kalan eşle birlikte intikal etmesi ilkesi getirilmiştir. Halen yürürlükteki metinde, sözü edilen kişiler, bu haktan, miras bırakanın sağ kalan eşinin bulunmaması durumunda yararlanabilmektedirler.

Evlatlığın mirasçılığı konusunda, yürürlükteki kanunun 447 nci maddesindeki "evlatlık ve füruu, kendisini evlat edinen kimseye, nesebi sahih füruu gibi mirasçı olurlar" hükmü, tasarının 500 üncü maddesinde "Evlatlık ve altsoyu, evlat edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Evlatlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder" şeklinde değiştirilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 448 inci maddesinin kenar başlığındaki "Hazine" sözcüğü yerine, yeni 501 inci maddenin kenar başlığına "Devlet" sözcüğü konulmuştur; çünkü, mirasçı olan devlettir.

Tasarının tasarruf ehliyetiyle ilgili ayırımında yer alan ve yürürlükteki kanunun 450 nci maddesini karşılayan 503 üncü maddeye, miras sözleşmesi yapabilmek için tasarrufta bulunanın kısıtlı olmaması koşulu da eklenilmiş, böylece, doktrin ve yargı kararlarındaki görüşlerle uyum sağlanılmıştır.

Yürürlükteki kanunun ölüme bağlı tasarruflarla ilgili bu bölümündeki 451 inci maddesinin "Batıl tasarruflar" şeklindeki kenar başlığı, yeni 504 üncü maddede, doğru ve içeriğine uygun olarak "İrade sakatlığı" biçiminde ifade edilmiştir.

"Tasarruf özgürlüğü" başlığını taşıyan bölümün İkinci Ayırımında yer alan 506 ncı madde de, saklı pay ya da şimdi kullanılan terimle, mahfuz hisse oranları, yürürlükteki kanunun 453 üncü maddesinden farklı bir biçimde yeniden belirlenmiştir.

Yeni düzenlemede, saklı paylı mirasçılarda değişiklik yapılmamakla birlikte, onların alacakları saklı payların azaltılması yoluna gidilmiştir. Bu çerçevede, yürürlükteki kanunda, altsoy için yasal miras hakkının dörtte 3'ü olan saklı pay, tasarıda, yasal miras payının yarısı; yürürlükteki kanunda ana ve babadan her biri için yasal miras hakkının yarısı olan saklı pay, tasarıda, yasal miras payının dörtte 1'i; yürürlükteki kanunda, kardeşlerden her biri için yasal miras hakkının dörtte 1'i olan saklı pay, tasarıda, yasal miras payının sekizde 1'i; sağ kalan eş için, altsoy veya ana baba zümresiyle birlikte mirasçı olması halinde saklı pay, yürürlükteki kanunda olduğu gibi, tasarıda da yasal miras payının tamamı, diğer hallerde ise, yürürlükteki kanunda, yasal miras hakkının yarısı olan saklı pay, tasarıda, yasal miras payının dörtte 3'ü olarak belirlenmiştir. Böylece, miras bırakanın tasarruf olanağı genişletilmiş bulunmaktadır.

Yürürlükteki kanunun 457 nci maddesinde mirasçılıktan çıkarma sebebi olarak "ağır bir cürüm" öngörülmüş iken, tasarının bunu karşılayan 510 uncu maddesinde kaynak İsviçre Medenî Kanununa uygun olarak "ağır bir suç" deyimi kullanılmıştır.

"Borç ödemeden aciz sebebiyle mirasçılıktan çıkarma" ile ilgili olarak, bu tasarrufun yürürlükteki kanunun 460 ıncı maddesinde kullanılan ifadeyle "keenlemyekün" olması yerine, tasarının 513 üncü maddesinde "iptal edilmesi" hükme bağlanmıştır. Böylece, genel ilkeye uygun olarak, mirasçılıktan çıkarma tasarrufunun kendiliğinden hükümsüz sayılması yerine, iptal edilmesi kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak, buradaki iptal davası da ölüme bağlı tasarrufların iptaline ilişkin 557 nci madde hükümlerine tabi tutulmuştur.

Bu bölümün Üçüncü Ayırımında, ölüme bağlı tasarrufların çeşitleri düzenlenmektedir. Yürürlükteki kanunun 464 üncü maddesinin kenar başlığı "muayyen bir malda tasarruf" şeklindedir. Bunun yerine 517 nci maddenin kenar başlığında "belirli mal bırakma" deyimi kullanılmış, böylece, konunun daha iyi anlaşılması sağlanmıştır. Miras bırakanın, belirli bir malını başka bir kimseye bırakması, o kimsenin mirasçı olarak atandığı anlamına gelmez.

Yürürlükteki kanunun 467 nci maddesinin kenar başlığındaki "Alelâde ikame" yerine, tasarının 520 nci maddesinin kenar başlığında "Yedek mirasçı atama"; yürürlükteki kanunun 468 inci maddesinin kenar başlığındaki "Fevkalâde ikame" yerine, tasarının 521 inci maddesinin kenar başlığında "Artmirasçı atama" deyimleri kullanılmıştır. Bu deyimler ve kavramlar konuyu daha iyi belirtmektedir.

Yürürlükteki kanunun 473 üncü maddesini karşılayan 526 ncı maddeye eklenen ikinci fıkrayla, ölüme bağlı tasarrufla kurulması öngörülen vakfın, mirasın açılması anında değil, ancak bundan sonraki yasal koşulların gerçekleşmesiyle tüzelkişilik kazanacağı vurgulanmıştır.

Dördüncü Ayırımda, ölüme bağlı tasarrufların şekilleri düzenlenmektedir.

Yürürlükteki kanunun "okuyup yazamayan vasiyetçi" ile ilgili 482 nci maddesi, "okuyamama ve imza edememe" olgusunu düzenlemektedir.

Tasarının 535 inci maddesinde ise, miras bırakanın "bizzat okuyamaması veya imzalayamaması" olasılıkları göz önünde bulundurulmuştur. Çünkü, yeni madde, sadece okuyup yazamayan kişilerin vasiyetnamesini düzenlememektedir. Burada okuma-yazma bildiği halde bedensel özrü nedeniyle imza yeteneğine sahip olmayan kişilerin vasiyeti de söz konusudur.

Yürürlükteki kanunun 483 üncü maddesini karşılayan tasarının 536 ncı maddesinin kenar başlığı, maddenin içeriğine uygun olarak "Düzenlemeye katılma yasağı" şeklinde değiştirilmiş, kaynak İsviçre Medenî Kanununun 503 üncü maddesine paralel olarak, bir resmî vasiyetnamenin düzenlenmesine katılan memur ve tanıklarla bunların yakınlarına, o vasiyetnameyle kazandırmada bulunulmasını yasaklayan ikinci fıkra eklenmiştir.

Elyazılı vasiyetnamede, tanzim edildiği mahallin de belirtilmesini öngören yürürlükteki kanunun 485 inci maddesinden farklı olarak, tasarının 538 inci maddesinde düzenleme yeri aranmamıştır. Düzenleme yeri, Fransız Medenî Kanunu gibi bazı yabancı kanunlarda da aranmamaktadır.

Sözlü vasiyeti düzenleyen yürürlükteki kanunun 486 ncı maddesinde öngörülen "bulaşıcı hastalık" yerine, tasarının 539 uncu maddesinde sadece "hastalık" sözlü vasiyet için yeterli sayılmıştır.

Yürürlükteki kanunun 487 nci maddesini karşılayan yeni 540 ıncı maddeye eklenen üçüncü fıkrayla, ülke sınırları dışında seyreden bir ulaşım aracında yapılan sözlü vasiyetin sorumlu yöneticiye; sağlık kurumlarında tedavi edilmekte olanların vasiyetinin, sağlık kurumunun en yetkilisine tevdi edilmesi olanağı getirilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 493 üncü maddesinin yerini alan 546 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, miras bırakanın, miras sözleşmesinden tek taraflı olarak dönebilmesi için öngörülen mirasçılıktan çıkarma sebebi oluşturan davranışların, miras sözleşmesinin yapılmasından sonra olması koşuluna yer verilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 495 inci maddesi, mirasçı atanan veya kendisine belirli mal bırakılan kişinin miras bırakandan önce ölmesi durumunda, ölenin mirasçılarının, ölüme bağlı tasarrufta bulunan kimseden miras sözleşmesi gereğince aldığı ivaz ve hasılattan ölüm tarihinde elde kalan miktarı isteyebileceklerini öngörmektedir. Bu hüküm haksızlıklara yol açtığından tasarının 548 inci maddesinde, kaynak İsviçre Medenî Kanunu 515 inci maddesine paralel olarak, sözü edilen mirasçıların, ölüm tarihindeki zenginleşmeyi geri isteyebilecekleri hükme bağlanmıştır.

"Vasiyeti Yerine Getirme Görevlisi" başlıklı Beşinci Ayırımda bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu konuda, yürürlükteki hükümlerin yetersizliği, doktrinde eleştiri nedeni olmuştur. Tasarının bu konuya ilişkin 550 ila 556 ncı maddeleri, bu eleştiriler dikkate alınmak ve Alman Medenî Kanununun 2197 ilâ 2228 inci maddeleri ile İtalyan Medenî Kanununun 700 ilâ 701 inci maddeleri göz önünde tutulmak suretiyle hazırlanmıştır. Bu maddelerde, birden çok vasiyeti yerine getirme görevlisi atanması halinde uyulacak esaslar, vasiyeti yerine getirme görevlisinin görev ve yetkileri, tereke malları üzerinde hangi koşullarda tasarrufta bulunabileceği, görevinin sona ermesi, denetlenmesi ve sorumluluğu düzenlenmiştir.

Altıncı Ayırım "Ölüme Bağlı Tasarrufların İptali ve Tenkisi" başlığını taşımaktadır. Yürürlükteki kanunun iptal sebeplerine ilişkin 499 uncu maddesinde yer alan ilk üç bentte değişiklik yapılmamış, bu maddeyi karşılayan 557 nci maddeye eklenen yeni dördüncü bentle, kanunda öngörülen şekillere aykırılığın da iptal sebebi oluşturduğu hükme bağlanmıştır.

Yürürlükteki kanunun 501 maddesinde iptal davaları için belirtilen süreler zaman aşımı olarak düzenlenmiştir. Oysa, doktrin ve yargısal içtihatlarda bu sürelerin zaman aşımı değil hak düşürücü süre olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. O nedenle süreler, tasarının 559 uncu maddesinde hak düşürücü süre olarak düzenlenmiştir. Ayrıca, yürürlükteki metinde öngörülen kötü niyetli davalılara karşı otuz yıllık dava açılma süresi yirmi yıla indirilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 506 ncı maddesinin "Muayyen bir şeyin vasiyeti" şeklindeki kenar başlığı, tasarının 564 üncü maddesinin kenar başlığında, düzenlenmenin içeriğine uygun olarak "Bölünmez mal vasiyetinde" şeklinde değiştirilmiştir. Maddeye eklenen ikinci fıkrayla tasarruf konusu malın vasiyet alacaklısında kalması durumunda, malın, tenkis sebebiyle vasiyet borçlusuna verilmesi gereken kısmının karar günündeki değerinin para olarak ödenmesi hükme bağlanmıştır. Yürürlükteki madde, bu konuyu, ölüme bağlı tasarruf açısından düzenlemekte ise de, Yargıtay içtihatları, bunun belirli mala ilişkin sağlararası kazandırmaların tenkisinde de uygulanmasını kabul etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - İşin niteliğine uygun olan bu çözüm kabul edilerek maddeye yeni üçüncü fıkra eklenmiştir.

Yürürlükteki kanunun 511 inci maddesinde mirası artmirasçıya geçirme yükümlülüğüne ilişkin tasarrufun "batıl" olduğunu belirleyen hüküm yerine, tasarının 569 uncu maddesinde tasarrufun tenkisi öngörülmüştür.

Yürürlükteki kanunun 513 üncü maddesinde tenkis davaları için öngörülen süreler, zamanaşımı süresi olarak düzenlenmiştir. Oysa, doktrin ve yargısal içtihatlarda bu sürelerin, hak düşürücü süre olduğu kabul edilmektedir. O nedenle, tasarının 571 inci maddesinde hem kenar başlığı, hem içerik itibariyle bu sürelerin hak düşürücü süre olduğu hükme bağlanmıştır.

"Miras Sözleşmesinden Doğan Davalar" başlığını taşıyan Yedinci Ayırımda yer alan 572 nci madde, kaynak İsviçre Medenî Kanununa uygun olarak ve düzenlemenin içeriğine daha uygun bazı ifade değişiklikleriyle üç fıkra haline getirilmiştir.

BAŞKAN - Efendim, kesemem; Sayın Bakan, hem hükümet üyesi hem hocamız; kendisi takdir edecek ve bitirecek.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - "Kes" dediler de onun için efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Yürürlükteki kanunun 515 ve 516 ncı maddelerinde düzenleme konusu olan mirastan feragat durumunda "Tenkis" ve "Geri verme" kenar başlıkları, terim değişiklikleriyle tasarının 573 ve 574 üncü maddeleri olarak düzenlenmiştir.

Yüce Meclisi Saygıyla selamlıyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

3 adet önergemiz var; önergeleri geliş sırasına göre okutacağım. Son önergeyi okutacağım ve işlemini yaptıracağım.

1 inci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı yasa tasarısının 498 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"Madde 498: Evlilik dışında doğmuş ve soybağı, sözleşme, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulmuş olanlar, baba yönünden evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olurlar. Sözleşme hükümlerine göre ölümden sonra doğacak çocuğun mirası sağ doğan cenin gibi sayılır.

Çocukları eşit olarak mirasçıdırlar. Miras bırakandan önce ölmüş olan çocukların yerine her derecede halefiyet yoluyla kendi alt soyları alır. "

 

Fethullah Erbaş

Lütfü Esengün

Ahmet Karavar

 

 

 

Van

Erzurum

Şanlıurfa

 

 

 

Rıza Ulucak

 

Fahrettin Kukaracı

 

 

 

Ankara

 

Erzurum

 

 

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum efendim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 500 üncü maddesinin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

 

Fethullah Erbaş

 

Cevat Ayhan

 

Van

 

Sakarya

Evlat edinen ve hısımları da, evlatlığa mirasçı olurlar.

BAŞKAN - Diğerini okutuyorum efendim; bu önergeyi okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı kanun tasarısının 559 ve 571 inci maddelerinin "Hak düşürücü süre" olan kenar başlıklarının "Hak düşürücü süreler" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Aydın Tümen

İsmail Köse

Nihat Gökbulut

 

Ankara

Erzurum

Kırıkkale

 

Eyüp Doğanlar

 

Oğuz Aygün

 

Niğde

 

Ankara

BAŞKAN - Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Efendim, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN - Efendim, gerekçesini de okutmuyorum...

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Efendim, karar yetersayısının aranılması istenmiştir. (MHP sıralarından "Var" sesleri)

Efendim, biliyorum var olduğunu. Daha önce istemişti Sayın Karavar; kendisi ayrıldı; ama, diğerleri istediler.

Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunacağım. Oylamayı elektronik cihazla yapıyorum ve 2 dakika süre veriyorum.

Vekâleten oy kullanacak sayın bakan varsa oy pusulası gönderebilir; sisteme giremeyen sayın milletvekilleri kâğıt gönderebilir efendim.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Oy pusulası gönderen milletvekillerinin isimlerini okuyorum:

Sayın Ziya Aktaş?.. Burada.

Sayın Metin Bostancıoğlu, vekâleten?.. Burada.

Sayın Ömer Üstünkol?.. Burada.

Sayın Mehmet Pak?.. Burada.

Sayın Ali Günay?.. Burada.

Diğerlerine ihtiyaç olmadı.

Karar yetersayısı vardır; önerge kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 500 üncü maddesinin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

 

 

 

Fethullah Erbaş

 

 

 

(Van)

 

 

 

ve Arkadaşları

Evlat edinen ve hısımlıkları da, evlatlığa mirasçı olurlar.

BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SALİH ERBEYİN (Denizli) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Gerekçesini okutun.

BAŞKAN - Çok teşekkür ederim, sağ olun.

Gerekçesini okutuyorum:

Gerekçe: Evlatlık ve alt soyu evlat edinene kan hısımı gibi mirasçı oluyorlar. Ancak evlat edinen ve hısımları ise evlatlığın mirasçısı olamamaktadırlar. Bu eşitlik esasına aykırı olduğu gibi, evlat edinen sağlığında evlatlığa vermiş olduğu sermaye, açmış olduğu işyerleri vesaire aslında evlat edinenin malları olduğu halde, evlatlık öldüğü zaman, kendisi evlatlığa mirasçı olamayacak, üstelik kendisinde hiçbir emeği olmayan evlatlığın mirasçılarına kalacak. Bu ise adalet duygusunu zedelemektedir. Bu durumu düzeltmek için bu önerge verilmiştir.

BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı yasa tasarısının 498 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

" Madde 498: Evlilik dışında doğmuş ve soybağı, sözleşme, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulmuş olanlar, baba yönünden evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olurlar. Sözleşme hükümlerine göre ölümden sonra doğacak çocuğun mirası sağ doğan cenin gibi sayılır.

Çocukları eşit olarak mirasçıdırlar. Miras bırakandan önce ölmüş olan çocukların yerini her derecede halefiyet yoluyla kendi alt soyları alır."

 

 

 

Fethullah Erbaş

 

 

 

(Van)

 

 

 

ve Arkadaşları

BAŞKAN - Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SALİH ERBEYİN (Denizli) - Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

RIZA ULUCAK (Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - "Gerekçe" dedi efendim Grup Başkanvekiliniz.

Buyurun efendim, zorlama bir şey yapmam.

Efendim, süremiz de çok az kaldı, toparlarsanız memnun olurum; buyurun.

RIZA ULUCAK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 498 inci maddede bir değişiklik teklifimiz üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Malum olduğu üzere, 498 inci madde evlilik  dışında doğmuş ve

Soybağı, tanıma veya hakim hükmüyle kurulmuş olanlar, baba yönünden evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olurlar" şeklindedir. Teklifimizle, bu maddede, "soybağı" ile "tanıma" kelimeleri arasına "sözleşme" ibaresinin eklenmesi ve maddeye "sözleşme hükümlerine göre, ölümden sonra doğacak çocuğun mirası sağ doğan cenin gibi sayılır" cümlesi getirilmekte ve herhangi bir tereddüde mahal kalmaması bakımından tasarının 495 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları hükümleri, ikinci fıkra olarak eklenmesi teklif edilmektedir.

Bilindiği gibi, tıp sahasında gerçekleşen gelişmeler sonucu normal doğumlar dışında taşıyıcı annelerle de çocuk doğması mümkün hale gelmiştir. Bu hususta gazetelerde yer alan haberler ve fotoğrafları yüksek heyetinize hatırlatıyorum. Taşıyıcı annelerle veya sperm bankalarıyla yapılacak sözleşmeler sonucunda, bir insanın, ölümünden sonra çocuğu olabilmektedir. Bu şekilde doğan çocuğun babası olduğu, gerek sözleşme ve gerekse gerektiği takdirde tıbbî bakımdan yapılacak testlerle kanıtlanan çocuğun ölenin mirasçısı olarak miras hakkının tanınması hakkaniyete uygun olacaktır ve ileride açılabilecek birçok davaları da bu şekilde peşinen önlemek mümkün olacaktır.

Teklifimizin kabulünü saygıyla arz ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Ulucak, teşekkür ediyorum efendim.

Efendim hükümetin ve komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri Altıncı Bölüm üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır.

Altıncı Bölümü, kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Altıncı Bölümü kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Efendim, Yedinci Bölüme geçmeye vaktimiz kalmamıştır, onun için, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 8 Kasım 2001 Perşembe günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 18.53

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.