DÖNEM : 21 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ CİLT : 75 17 nci
Birleşim 7 . 11 . 2001 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ L E R I. –
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI 1. – Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu'nun,
Şartla Salıverme Kanunu kapsamına girip de TBMM'ce resen Adalet Bakanlığına
iadesi imkânı bulunmayan yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili
dosyaların akıbetinin belirlenmesi maksadıyla Adalet Bakanlığınca TBMM
Başkanlığından istenilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak'ın, Afganistan ve
Amerika Birleşik Devletleri arasındaki savaşa ilişkin gündemdışı konuşması 2. – Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, Afganistan ve Amerika Birleşik
Devletleri arasındaki savaşa ilişkin gündemdışı konuşması 3. – Ankara Milletvekili Şevket Bülend Yahnici'nin, Afganistan'ın dünü
ve bugününe ilişkin gündemdışı konuşması C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 19 arkadaşının, özürlülerin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/215) IV. – OYLAMASI YAPILACAK İŞLER 1. – Ankara Milletvekili Koray Aydın'ın milletvekilliğinden istifa
etmesi nedeniyle Anayasanın 84 üncü maddesi gereğince Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeliğinin düşmesinin oylanması V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili
Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili
Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep
Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili
Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak
Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri
ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325,
2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527) 2. – Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in;
Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425,
2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) VI. – SORULAR VE CEVAPLAR A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankalara ve zararlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4610) 2. – İstanbul Milletvekili Ali Coşkun'un; Hazine garantisi veya izni verilen kamu kuruluşlarına, Teşvik kredisi alanların karşılaştıkları sorunlara, İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4815, 4816) 3. – Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt'un, Marmara Depremi Acil Yeniden
Yapılandırma projesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/4835) 4. – Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu'nun, Bursa Yenişehir
Havaalanının ne zaman açılacağına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Oktay
Vural'ın cevabı (7/4841) 5. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, kurul, üst kurul ve özerk
kuruluşlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı
(7/4848) 6. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, ekonomik krize ve çalışanların
sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı
(7/4849) 7. – Tokat Milletvekili M. Ergün Dağcıoğlu'nun, IMF ve ABD yetkilileri
ile yapılan görüşmelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı
(7/4882) 8. – Manisa Milletvekili Ali Serdengeçti'nin, tütün üreticilerinin
İşletme Kredilerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı
(7/4883) 9. – İstanbul Milletvekili Erol Al'ın, T.C. Ziraat Bankası ve Türkiye
Halk Bankası genel müdür yardımcılıklarının sayısının yükseltildiği iddiasına
ve maaşlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4899) 10. – İstanbul Milletvekili Erol Al'ın, T.Halk Bankasının bilgisayar
ihalesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4900) 11. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İlinde yürütülen
projelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu'nun cevabı (7/4965) I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu Saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı. Niğde Milletvekili Mükerrem Levent, Türkiye'de iklim değişiklikleri ve
hidroelektrik santralların dünü ve bugünü hakkında gündemdışı bir konuşma
yaptı. İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar'ın, pamuk üreticilerinin
sorunlarına ve prim sistemi uygulamasına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Tarım
ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, Hatay Milletvekili Süleyman Metin Kalkan'ın, 8 - 9 Mayıs 2001 tarihinde
sel felaketiyle karşılaşan Hatay İlinin sorunlarına ve afet kararnamesinin
akıbetine ilişkin gündemdışı konuşmasına da,
Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan, Cevap verdi. (10/13) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının,
Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin
tezkeresi ile, Ordu Milletvekili Hasan Fehmi Konyalı'nın, İçişleri Komisyonu
üyeliğinden çekildiğine, İlişkin tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Gündemde bulunan, Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/595) (S. Sayısı : 411) geri
gönderilmesine ilişin Başbakanlık tezkeresinin, 5.11.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 753 sıra sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin,
48 saat geçmeden, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının 8 inci sırasına alınmasına; 6 Kasım 2001 Salı
günü (11/20) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından
sonra sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı
ve tekliflerinin görüşülmesine ve gündemin 9 uncu sırasına kadar olan tasarı ve
tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına;
Genel Kurulun 7.11.2001 Çarşamba ve 8.11.2001 Perşembe günleri 14.00-19.00
saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine, 7.11.2001 Çarşamba günü sözlü
soruların görüşülmemesine; 13.11.2001 Salı günü gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 9 uncu sırasına
kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu
Önerisinin, Kastamonu Milletvekilleri Murat Başesgioğlu, M. Hadi Dilekçi ve Mehmet
Serdaroğlu'nun, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında (2/508), Bartın Milletvekili Zeki Çakan'ın, Bartın İlinde Kozcağız ve Kumluca
Adları ile İki İlçe Kurulmasına Dair (2/21), Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Saffet Arıkan
Bedük'ün, Bir İlçe Kurulması Hakkında (2/526), Kanun Tekliflerinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin
ise, yapılan görüşmelerden sonra, Kabul edildiği, Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Çorum Milletvekili Yasin
Hatiboğlu, Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer
Vehbi Hatipoğlu'nun, özelleştirme sürecinde alınan yanlış kararlarla Devleti
zarara uğrattıkları iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu
üyeleri hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/20) gündeme
alınıp alınmamasına ilişkin görüşmeler tamamlandı; yapılan oylama sonucunda,
önergenin gündeme alınmasının kabul edilmediği, Açıklandı. Gensoru önergesinin görüşmeleri esnasında: Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek, Konya Milletvekili Veysel
Candan'ın SP Grubu adına yaptığı konuşmasında, Genel Başkanlarına, Konya Milletvekili Veysel Candan, Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar
Dedelek'in konuşmasında, şahsına, Aydın Milletvekili Yüksel Yalova da, Konya Milletvekili Veysel Candan'ın
SP Grubu adına yaptığı konuşmasında, şahsına, Sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar. Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmında bulunan : TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve
Anayasa Komisyonu Raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325,
2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere
ilişkin Komisyon Raporu henüz hazırlanmadığından, İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler halinde görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan Türk Medenî Kanunu
Tasarısı ile (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723), Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53) (S. Sayısı : 433), Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında
(1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı: 666), Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S.Sayısı: 675), Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki (1/756,
1/691) (S. Sayısı : 676), Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685), Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadıklarından, Ertelendi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun Teklifinin (2/818) (S. Sayısı : 753) birinci görüşmesi tamamlandı. 7 Kasım 2001 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te
toplanmak üzere Birleşime 21.55'te son verildi.
No.
:26 II. – GELEN
KÂĞITLAR 7.11.2001
ÇARŞAMBA Rapor 1. – Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in, 926 Sayılı Türk Silâhlı
Kuvvetleri Personel Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/898, 2/174)
(S. Sayısı: 747) (Dağıtma tarihi : 6.11.2001) (GÜNDEME) Yazılı Soru
Önergeleri 1. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, elektrik faturalarındaki güç bedeli
kesintisine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5046) (Başkanlığa geliş tarihi :
6.11.2001) 2. – Ankara Milletvekili Cemil Çiçek'in, esnaf ve
sanatkârın kaynak sorununa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5047)
(Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001) 3. – Manisa
Milletvekili Rıza Akçalı'nın,
Ziraat Bankasının prim ödemelerine ve görev zararlarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş)
yazılı soru önergesi (7/5048) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001) 4. – Manisa Milletvekili Rıza Akçalı'nın, Ziraat
Bankasının Almanya'da görevli müfettişleri hakkında basında çıkan
iddialara ilişkin Devlet Bakanından
(Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5049) (Başkanlığa geliş tarihi :
6.11.2001) 5. – Gaziantep Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, Afganistan'a asker gönderilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5050)
(Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001) 6. – Konya
Milletvekili Özkan Öksüz'ün, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
öğretmenlerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5051) (Başkanlığa geliş tarihi
: 6.11.2001) 7. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, İstanbul-Silivri'de operasyon düzenlenen bir Kur'an
kursu hakkında basında çıkan haberlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5052) (Başkanlığa
geliş tarihi : 6.11.2001) 8. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Kocaeli Vali
Yardımcısı hakkındaki iddialara
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5053)
(Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001) Meclis
Araştırması Önergesi 1. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 20
arkadaşının, özürlülerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/215) (Başkanlığa geliş tarihi :
2.11.2001) BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati:14.00 7 Kasım 2001
Çarşamba BAŞKAN:
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER:
Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Levent MISTIKOĞLU (Hatay) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 nci
Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz
efendim. III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI 1. – Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili
Mustafa Murat Sökmenoğlu'nun, Şartla Salıverme Kanunu kapsamına girip de
TBMM'ce resen Adalet Bakanlığına iadesi imkânı bulunmayan yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili dosyaların akıbetinin belirlenmesi
maksadıyla Adalet Bakanlığınca TBMM Başkanlığından istenilmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birkaç dakikanızı
alacağım. Türkiye Büyük Millet Meclisine bugün vekâlet etmem hasebiyle, basında
çıkan dokunulmazlık dosyalarıyla ilgili bir malumat arz etmek istiyorum ve
zabıtlara geçmesi bakımından da önemli. Sayın milletvekilleri, 4616 sayılı 23 Nisan 1999
Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların
Ertelenmesine Dair Kanun Resmî Gazetenin 22.12.2000 tarihinde yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir malumlarınız. Bu kanun kapsamına girenlerin cezaları ile
devam eden davalar ertelenmiş, hükümlü ve tutuklular da şartlı olarak
salıverilmişti. Ancak, Şartlı Salıverme Kanun kapsamına girip de, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Anayasa ve Adalet Komisyonunda veya Türkiye Büyük Meclisi
gündeminde ya da işlem safhasında bekleyen yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına ilişkin tezkerelerin akıbetinin ne olacağı ise, Adalet
Bakanlığından bir istem olmadığı için, hâlâ belirlenememiştir. Kanunun yürürlük
tarihinden bu yana geçen birbuçuk yılı aşkın bir süredir Türkiye Büyük Millet
Meclisinde beklemekte olan, 26'sı geçen dönemden kalmış, toplam 217
dokunulmazlık dosyasından 79'u komisyonda, 44'ü Meclis gündeminde olup, 8'i
hükümete geri verilmiş, 84'ü dönem sonuna ertelenmiş, 2'si hakkında da
dokunulmazlığın kaldırılması kararı alınmıştır. Af veya Anayasa Mahkemesince konuyla ilgili olarak
yayımlanan karar kapsamına giren bu tezkerelere ait dosyaların, ilgili
savcılıklarca değerlendirilmek üzere, Adalet Bakanlığı tarafından Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığından istenmesi beklenmektedir. Kanunlar karşısında eşitliğin gereği olduğu kadar,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını da zedeleyen bu anlaşılmaz ihmal ya
da gecikmeye bir an evvel son verilmesi gerekir. Komisyon ve Meclis gündeminde aylardır bekleyen
dosyalar üzerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerlendirme yapması veya
kendiliğinden Adalet Bakanlığına iadesi imkânı da yoktur; onun için, Adalet
Bakanlığını bu konuda göreve çağırıyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum efendim. Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşımıza gündemdışı söz
vereceğim. Gündemdışı ilk söz, Amerika Birleşik
Devletleri-Afganistan savaşının sebep ve sonuçları hakkında söz isteyen
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mustafa Kamalak'a aittir. Buyurun Sayın Kamalak. (SP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. B) GÜNDEMDIŞI
KONUŞMALAR 1. –
Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak’ın, Afganistan ve Amerika Birleşik
Devletleri arasındaki savaşa ilişkin gündemdışı konuşması MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkanım, bu
imkânı bana tanıdığınız için, öncelikle zatıâlinize teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Başkanımızın
da ifade ettikleri gibi, Afganistan ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki
savaş hakkında düşüncelerimi arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum;
konuşmama başlamadan önce, hepinizi hürmetle selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, hepinizin bildiği gibi, 11 Eylül
2001 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri korkunç bir saldırıya maruz
kalmıştır. Bu saldırıyı şiddetle kınıyorum. Bu saldırıdan hemen sonra Amerika
Birleşik Devletleri savaş hali ilan etmiştir. Ancak, ortada düşman yoktu,
savaşılacak düşman belli değildi. Bu münasebetle, bir düşman bulmak
gerekiyordu; o düşman bulundu, tespit edildi "Usame Bin Ladin"
denildi. Değerli arkadaşlarım, Usame Bin Ladin, bu saldırıdan
haberdar olmadığını, bu saldırıyı kendisinin düzenlemediğini kaydetti ve
saldırıyı şiddetle reddetti. Buna rağmen, Amerika Birleşik Devletleri kararını
vermişti "saldırı Usame Bin Ladin tarafından düzenlenmiştir, ya ölüsü ya
dirisi" diyordu. Değerli arkadaşlarım, kanaatimiz odur ki, tıpkı dünya
kamuoyunun genel kanaati gibi, bu saldırıyı Bin Ladin'in organize ettiğine dair
hiç kimsenin elinde kesin bir kanıt yoktur; ama, Afganistan'da yağmur gibi
bombalar yağıyor, masum insanlar ölüyor, bebeler ölüyor. Sanıyorum,
televizyonlardan haberleri izleyip de yüreği sızlamayan hiçbir vatandaşımız
yoktur. Bu savaş, bana, Çanakkale Savaşımızı hatırlatmaktadır.
Merhum Âkif şöyle diyordu o savaş için: "Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer, O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer." Değerli arkadaşlarım, dünyanın en güçlü, en zengin
devleti, şu an ve bir aydan bu yana, dünyanın en yoksul, en fakir ülkesini
bombalamaktadır. Devletler de, elinde delil olmamasına rağmen, güçlünün yanında
yer almakta, bu savaşa, neredeyse tartışmasız bir biçimde taraf olmaktadır. Değerli arkadaşlarım, bu münasebetledir ki, maalesef,
bizim devletimiz de, bu savaşta Amerika Birleşik Devletlerinin yanında yer alma
noktasında karar kılmıştır. Bu münasebetle, Türkiye Büyük Millet Meclisinden,
yurtdışına asker gönderme kararı çıkarmıştır. Değerli arkadaşlarım, Türkiye'ye yakışan, asker
göndermeden önce, tarihteki büyüklüğünü gösterip, insanları, devletleri makul
düşünceye davet etmek olmalıdır. Mesela, terör suçlarını yargılamak üzere,
bağımsız bir ülkede, bir terör suçları mahkemesinin kurulmasını talep
etmelidir. Bu mahkeme, Amerika Birleşik Devletlerini, elindeki delilleri
mahkemeye ibraz için çağırmalı, Bin Ladin'i de savunma hakkını kullanmak için
çağırmalıdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız. MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Değerli
Başkanım. Eğer, tarafsız bir ülkede kurulacak olan bağımsız
mahkeme Bin Ladin'i suçlu bulur ve Afgan Hükümeti, Taliban da suçluyu
vermeyecek olursa, o zaman müeyyide uygulama yoluna gitmelidir;. aksi takdirde,
bu savaş, devletlerin organize ettiği bir cinayetten öte gidemeyecektir. Değerli arkadaşlarım, Türk Halkının - yapılan anketlere
göre - yüzde 80'i Türk askerinin yurtdışına gitmesine şiddetle karşıdır, yüzde
86'sı ise, Mehmetçiğin çatışmalara girmesini kati surette tasvip etmemektedir.
Bu münasebetle, barış güvercini olan Karaoğlan, Başbakanımız, tarihe kanlı
sayfalar bırakmamalıdır. Eğer suçlu varsa elbette müeyyide uygulanmalı; ama,
infazdan önce, suçlunun suçluluğunun tespit edilmesi gerekir. Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım, saygılar sunuyorum
efendim. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. İkinci söz, Afganistan olayları hakkında söz isteyen
Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'e aittir. Buyurun Sayın Çiçek. (AK Parti sıralarından alkışlar) 2. – Yozgat
Milletvekili Mehmet Çiçek’in, Afganistan ve Amerika Birleşik Devletleri
arasındaki savaşa ilişkin gündemdışı konuşması MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; 11 Eylül 2001 tarihi Asrımızın en büyük strateji
değişikliğinin başlangıç tarihi olacaktır. İçsavaş sonrasında Amerika Birleşik
Devletleri, birliğini kurduğu tarihten bu yana, ilk defa evinde vurulmuş ve
Amerika Birleşik Devletleri savaşı kendi topraklarında kabul etme gerçeği ile
karşı karşıya kalmıştır. Amerika Birleşik Devletleri bugüne kadar hep
Amerika'nın dışında savaşmıştır. Savaşın acılarını ve felaketli yüzünü
radyolardan daha sonra televizyonlardan seyretmiştir. Amerika Birleşik
Devletleri strateji uzmanları, Amerika Birleşik Devletlerinin iki yolla
vurulabileceğini biliyorlardı. Bir; uzaktan nükleer savaş teknolojisi.
İkincisi; Amerika Birleşik Devletlerinin içindeki terörist hareketlerin
organizasyonu. Amerika, ikinci yolla vurulmuştur. Masum binlerce insanın
ölümüne sebep olan bu terör hareketini ve tertipleyenleri, dinleri, ırkları,
milletleri, milliyetleri, gayeleri, uygulamaları ne olursa olsun, kınıyoruz ve
lanetliyoruz. Bunun acısını yüreğinin derinliklerinde yaşayan, 20 yılda 30 000
evladını kaybeden Türk Milletinin de lanetlediği inancındayım. Değerli milletvekilleri, bu savaş, kapitalizmin büyük
imparatoru Amerika'nın, kendi topraklarında ilk kabul ettiği savaştır. Bu
savaşın karşı tarafı meçhuldür. İster Amerika Birleşik Devletleri tarafından
tespit edilip açıklanmış olsun isterse tespit edilememiş olsun, bu savaşın
tarafı meçhuldür. Amerika'ya "sen dünyanın tek süper gücüsün; ama, senden
büyük ben varım" demiştir bu güç. "Senin ülken ordularla işgal
edilemez; ama, senin meydana getirip büyüttüğün, beslediğin dev terör seni
yutacaktır" demiştir. Sonucu ne olursa olsun, bu olay, Amerika Birleşik
Devletlerinin mağlubiyetinin, inişe geçişinin ilk başlangıcıdır. Saygıdeğer milletvekilleri, Amerika, hayal bile
edemediği, akıl almaz teknolojisinin, istihbarat sistemlerinin stop ettiği bir
hareketle nakavt olunca, büyük bir manevrayla mağlubiyeti ve paniği zafere
dönüştürmeyi planlamış ve daha önce mutfağında hazır tuttuğu bir projeyi
sahneye koymuştur. Kendi teşkilatlarında kendi eliyle yetiştirdiği Usame Bin
Ladin'i, hiçbir uygulamasıyla İslamı ve Müslümanları temsil etmeyen, yine
Amerika Birleşik Devletleri tarafından, Müslüman-Türk unsurlar Afganistan'da
hâkim olmasın diye kurdurduğu ve desteklediği Taliban'ı bahane ederek
Afganistan'a savaş ilan etmiştir. Saygıdeğer milletvekilleri, yüzyılın başından bu yana 6
kez rejim değişikliği olmuş Afganistan'da. Hâkimiyeti kuran grup, diğer
grupların liderlerini imha etmiştir. Bu arada, Amerika, Rusya'nın bölgede hâkimiyetini
hazırlayan ülkelerin başında görev almıştır. Afganlar, modern silahları
kullanmayı Amerika Birleşik Devletleri uzmanlarından öğrenmiştir. Diğer Batılı
ülkeler destek olmuşlar, o dönemde, 1 milyon Amerikan yapımı piyade tüfeği, 70
000 karamayın, sınırsız cephane, tanksavar silahları ve mermi, bizzat Amerika
tarafından bu ülkeye verilmiştir. Bu grupların içerisinde Taliban'ın, bizzat
Amerika'daki petrol şirketleri tarafından kurdurulmuş olduğu ve finanse edilmiş
olduğu, Batılı haber kaynaklarında ısrarla ifade edilmektedir. Bu, Batının uyguladığı ilk model değildir; İran'da,
Şahı devirip İslam Cumhuriyetini kurduran Humeyni'yi Fransızlar organize
etmişlerdir. Ülkemizi parçalayıp yok etmek isteyen organize merkezleri, Avrupa
ülkeleridir. Şimdi, roller değişmiş gözüküyor; Amerika, Usame Bin
Ladin'le, ABD petrol şirketlerinin kurdurduğu Taliban'la, düşman ilan ettiği bu
iki unsurla savaşmak mecburiyetinde kalmıştır. Evet, dünün beslemeleri, bugün
düşman olmuştur. Sayın milletvekilleri, Afgan Savaşı, sıradan bir savaş
değildir. Amerika, bunu, defaatle ifade etmektedir. Dünyada terörist üretimi,
içsavaş tahrikçiliği, milletlerin ve ülkelerin iç problemlerini ihdas ederek
evvela zayıflatılmasının, sonra bölünmesinin planlayıcılığı, Batının
vazgeçmediği en büyük taktiğidir. Yıllardır, sınırsız medya propagandasıyla
"büyük Amerika, uygar Avrupa Birliği ülkeleri, terörist İslam ve
Müslümanlar" imajını dillendirmek için, İslam ülkelerinden temin ettikleri
ajanları yetiştirip, sonra, eylemlerini dünya kamuoyuna... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlayın efendim. MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım. Bu savaş, sıradan bir savaş değildir. Seçilen
topraklar, Türk asıllı Müslümanların bulunduğu topraklardır. Yapılan ameliyat,
bizim vücudumuz üzerinde yapılan ameliyattır; çünkü, Doğu Türkistan, Afganistan
ve diğer Türk cumhuriyetleri, batıda, Saraybosna, Kosova, Arnavutluk, Batı
Trakya, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin koruma ve kuşatma çemberleridir. O
çember kırılırsa, Türkiye Cumhuriyeti yok edilebilir. Atatürk, cumhuriyetin kuruluşuyla beraber bu gerçeği
görmüş, ilk diplomatik teması Afganistan'la yapmış, Afgan subaylarının
Türkiye'de yetişmesini temin etmiştir. Bu savaşın sonunda, Yalta Konferansında
tespit edilen nüfuz alanları yeniden gözden geçirilecek, bizim nüfuz
alanlarımız pay edilecektir. Bu masanın biz neresinde olacağız?! Saraybosna'da
hiçbir yerinde olmadık; sonra, gelin burayı bekleyin dediler. Sayın milletvekilleri, taktikleri açıktır; kendi
besleyip, büyüttükleri radikallerin karşısında savaştıracaklardır. Taktik
açıdan, Henry Kissinger'ın şu sözlerini sizlere nakletmek istiyorum:
"Amerikalılar, kara savaşında savaşmayacaklardır. Bu savaş, farklı bir
savaş olacaktır. Soğukkanlı ve acımasız olacaktır. Soğukkanlılık ve
acımasızlıkla orada bizim çocuklarımız karada savaşmayacaklardır, karada
radikal Müslümanlar ile diğerleri savaşacaklardır." Kendi besleyip
büyüttükleri radikallerin karşısında savaşacak Kuzey İttifakındaki Özbek,
Tacik, Türkmen ve bunlar gibi Türk unsurların içine veya başına Mehmetçiği
koymak, aynı planın parçası olmasın! Türkiye'nin ekonomik krizini bahane edip,
Türk Ordusunu kendi ulusunun bir parçası olan topraklarda savaştırmak, bizi
paralı asker statüsüne sokmaz mı?! Biz, Çanakkale Savaşının Anzakları mı
olacağız! Gazetelerde manşet oldu: "Ön safta ol, parayı al" Bu
savaşta göstereceğimiz feragat ve fedakârlık, Avrupa Birliğinin anahtarı olarak
gösterilmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakikanızı
rica ediyorum. BAŞKAN - Efendim, uzattım; lütfen... MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Biz, dünya terörüne mi karşı
savaşıyoruz, Amerika'ya zarar veren teröristlere mi?! Saygıdeğer milletvekilleri, Time Dergisi şöyle diyor:
"Başbakan Blair, savaşa gideceğimizi ve askerlerimizin ölebileceklerini
söylüyor; ama, savaşın kime karşı olduğunu hâlâ söylemiyor." Görülüyor ki,
bu, bir terörist cezalandırması olmaktan çıkmış, bir milletin imhası noktasına
yaklaşmıştır. İşte, Batının adaleti şudur: Sarı renkli torbaların birinde
misket bombaları, öbüründe ekmek atılmaktadır! Terörizmle mücadelede yerimiz olmalıdır, gayemiz bu
olmalıdır; ama, Bush'un gayesi farklı, o, bir terörden bahsetmiyor, bir
savaştan bahsediyor. Birinci Dünya Savaşında yaptığımız taktik hatalardan sonra
Osmanlı İmparatorluğunu kaybettik; şimdi, yaptığımız taktik hatalardan sonra
Türkiye Cumhuriyeti Devletini kaybedebiliriz. BAŞKAN - Allah korusun... MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Analar, Güneydoğu'dan gelen
tabutun üstüne kapanıp ağlıyor, gözyaşı döküyor, ciğerleri yanıyor; ama,
sonunda, evladım, vatanıma, dinime, devletime feda olsun diyor. Yarın,
Afganistan'dan gelen tabutların üzerinde analar nasıl ağlayacak?! Sayın milletvekilleri, sözlerimi şöyle bitiriyorum: Biz
büyük devletiz, tarih böyle diyor. Biz, hiçbir ülkenin tetikçisi olamayız.
Asker gönderiyorsanız, lütfen, ihtiyaçlarını Amerikalılara karşılatmayın. Amerika, bundan sonra hangi ülkeye saldıracak, Irak'a
mı, Suriye'ye mi, diğerlerine mi?! O saldırırsa biz de saldıracak mıyız?!
Amerika gidecek, Irak kalacak, Suriye kalacak ve Müslümanlık, hiçbir milletin
inhisarında değildir. Dolayısıyla, bunlara bakarak, İslamı terörist göstermek
yanlıştır. Başkalarının peşine takılmak yerine, yeni stratejiler geliştirerek
hakem ülke olmak mecburiyetindeyiz. Vücudumuz üzerinde operasyon
yaptırmamalıyız. Bize yakışan budur. Hepinizi saygılarla selamlıyor. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Gündemdışı üçüncü söz, Afganistan'ın dünü ve bugünüyle
ilgili söz isteyen Ankara Milletvekili Şevket Bülend Yahnici'ye aittir. Buyurun Sayın Yahnici. (MHP sıralarından alkışlar) Bugün Afganistan günü; onun için, hükümet cevap verecek
mi, bilemiyorum; çünkü, Sayın Bakan yurtdışında. 3. – Ankara
Milletvekili ŞevketBülend Yahnici’nin, Afganistan’ın dünü ve bugününe ilişkin
gündemdışı konuşması ŞEVKET BÜLEND YAHNİCİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; bugün, Afganistan'ın dünü ve bugünü ismi altında bir
konuşma yapmak istemiştim; tesadüf, diğer iki konuşmacı arkadaşımız da 11
Eylülden sonra gelişen hadiseler ölçüsü içerisinde Afganistan'da başlayan
operasyonla ilgili görüşlerini dile getirdiler. Ben, bir başka boyuttan ve bir
başka tarih perspektifi içerisinde Afganistan olayını huzurlarınıza getirmek
istiyorum. Afganistan, bu coğrafyada yaşayan halkların acısını
yıllar boyu acılarla depreşerek, acılar çekerek getiren bir halkın yurdudur.
Afganistan Halkı dediğimiz zaman, Afgan Halkı dediğimiz zaman, burada neyi
anlamamız gerektiğini iyi tahlil etmemiz lazım. Afganistan, tarihin bilinen başlangıcından itibaren bir
Türk yurdu olmuştur. Tarihte, binlerce yıl boyunca, bu bölgede pek çok Türk
devleti kurulmuş ve adaletle hükmetmiştir. Afganistan'da, M.Ö. 125-M.S.40 yıllarında Saka
Türkleri, M.S. 40-425 arasında Kuşhanlar, M.S. 425-566 arasında Akhunlar hüküm
sürmüştür. Afganistan, 7 nci Asrın sonlarından itibaren, İslamiyetin bu
topraklarda büyük ölçüde yayıldığı bir yurt parçası olmuştur. 999-1030 yılları
arasında hüküm süren Gazneli Mahmut ve kurduğu Gazneli Devleti, sadece bu
topraklarda İslamiyetin yayılmasını çabuklaştırmamış, Hindistan ve Hindistan'ın
kuzeyinde bulunan topraklarda da İslamın yayılmasının öncülüğünü yapmıştır. Bundan sonra da, tarih boyunca, Selçuklular,
Harzemşahlar, Timur Devleti, Babür Devleti, Avşarlar, Astrahanlar, Karahanlar
ve Türkistan beylikleri diye vasıflandırılan beylikler, ta 1887'de Türkistan
beylerinden Şerif Han'ın öldürülmesine dek bu topraklarda Türk hâkimiyeti
sürmüştür. 1800'lü yılların sonunda, 1900'lü yıllara doğru,
bölgede egemenlik kavgası başlamış, Büyük Britanya Krallığı ile Çarlık Rusyası,
Ortaasya ve çevresinde bir hâkimiyet kavgası sürdürmüş, bu kavganın
neticesinde, Hindistan, Büyük Britanya İmparatorluğunun hayat sahasına dahil
edilirken, Ortaasya Çarlık Rusyasının ve Çarlık Rusyası sonrası Sovyet
Rusya'nın tekeline terk edilmeye başlamıştır. Bu arada, işte Afganistan'ın hayatıyla ilgili dönüm
noktası başlamış ve burada İngiliz denetiminde, ama Peştun hâkimiyetinde
-dikkatinizi çekerim- bir tampon devlet oluşturulmuştur. Bu devlet, asırlarca,
binlerce yıl süren Türk varlığını devredışı bırakmış ve bölge, Peştun
hâkimiyetine terk edilmiştir. Adı ne olursa olsun -ister krallık ister başka bir
rejim ister Burhanettin Rabbani ister Gulbettin Hikmetyar ister Taliban-
uluslararası dış güçler vasıtasıyla, her zaman, Peştun hâkimiyeti bu bölgede
kalsın diye uğraşılmış ve bugün, dış güçlerin desteğindeki Peştun ırkçılığının
yeni uyarlaması, Taliban olarak gündeme sürülmüştür. Bu bölgenin adı Güney Türkistan'dır, Horasan'dır.
Afganistan toprakları, sadece, Hindistan'ı müslümanlaştıran topraklar değil,
Türkiye'yi de müslümanlaştırmaya erenleri yollayan topraklardır. Bu
topraklarda, Türk Milletinin tarihiyle eşit ölçüde Türk hâkimiyeti hüküm
sürmüştür. Afganistan'ın nüfusunun 1/3'ü Türktür. 22 milyon nüfusu olduğu
söyleniyor ve doğru dürüst yapılmayan bir nüfus sayımı vardır. Bunun 8 milyonu
Türk nüfusudur. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ŞEVKET BÜLEND
YAHNİCİ (Devamla) - O zaman, bu topraklarla ilgili, Türkiye'de bir şeyi
düşündüğümüzde, iyi değerlendirmeler yapmak zorundayız. 28 vilayetinden 12'si
Türk nüfus ekseriyetine sahiptir. Peştun nüfusunun çoğunlukta olduğu iddiası,
burayı, Peştun ırkçılığına terk eden güçlerin hâkimiyet sürdürmek için yaptığı
bir uydurmadır. En kötü ihtimaliyle, yüzde 30 oranında Türk, burada, aslî unsur
olarak yaşamaktadır; etnik bir azınlık değildir. Bir cümleyi, tekrar ederek, burada soru olarak sorarak,
sözlerimi, 5 dakika içerisinde nasıl bitirilirse işte öyle bitirmek istiyorum. İslam, terör uygulamaz; Taliban terör uygulamıştır.
İslam, uyuşturucu kaçakçılığı yapmaz; Taliban uyuşturucu kaçakçılığı yapmıştır.
İslam ırkçılık yapmaz; Taliban, Türklere karşı Peştun ırkçılığı yapmıştır. (MHP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Tıpkı, Balkanlarda, Müslüman
olan başka halklar Türklere karşı ırkçılık yaparken, tıpkı, Irak'ta, kuzeyinde,
güneyinde Müslüman olan Saddam ve kuzeyde, Türkiye'nin diplomatik pasaportuyla
Türklere karşı ırkçılık yapan güçler, tıpkı, İran'da, Müslüman oldukları halde
Türkleri ezen, Türklere karşı ırkçılık yapan güçler, nasıl bir Müslüman
kardeşliğini temsil etmektedirler, bunu, Yüce Meclisin takdirlerine sunuyorum. Buradan Usame Bin Ladin'in avukatlığını yapmak, Türk
Parlamentosuna yakışmamaktadır. Saygılar sunarım. (MHP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar, DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Yahnici, teşekkür ederim. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, söz istemiştim. BAŞKAN - Buyurun. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, bugün, Türkiye'nin
de içerisinde bulunduğu dünyada bir savaş cereyan etmektedir ve burada, gensoru
önergeleri görüşüldükten sonra da birçok gelişme meydana geldi. Üç farklı gruba
mensup üç değerli arkadaşımız, bu konuyla ilgili olarak gündemdışı konuşma
yaptılar. Sayın Dışişleri Bakanımız yurt dışında olabilir, başka bir misyonla,
görevle başka yerde olabilir; ancak, hükümeti temsilen, Sayın Başbakanımızın
veya bir sayın bakanımızın bu gündemdışı konuşmalara cevap vermesini beklerdik
ve bu, Meclisin denetim görevi açısından son derece önemlidir, bunu
önemsiyoruz. Sözlü sorularda çoğu zaman sayın bakanlarımız burada
bulunmuyor. Gündemdışı konuşmalara sayın bakanlarımız çoğu zaman gelip cevap
vermiyorlar. Biz, bunu, Meclisin önemsenmemesi olarak değerlendiriyoruz. Bunu
arz etmek istedim. Saygılar sunuyorum. BAŞKAN - Tabiî, takdir hükümetindir efendim. MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkanım, bir
hususu arz etmek istiyorum. BAŞKAN - Mikrofonunuzu açtım efendim; buyurun. MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkanım,
teşekkür ediyorum. Sayın Yahnici, konuşmalarının sonunda "Bin
Ladin'in avukatlığını yapmak, Türkiye Büyük Millet Meclisine düşmez"
biçiminde bir ifade kullandılar. Sanıyorum, bu ifadenin bir muhatabı vardır;
gelişigüzel söylenmiş bir söz değildir bu. Burada, hiç kimse, Taliban'ın, Bin
Ladin'in avukatlığını yapmıyor; ama, merhum Akif'in dediği gibi "zulmü
alkışlayamam, zalimi asla sevemem." Bunu haykırıyoruz ve diyoruz ki,
güçlünün yanında yer almak, elde delil olmadan, Yüce Türk Devletinin şanına
yakışmaz ve diyorum ki, Türkiye Devleti, uluslararası alanda, tarafsız bir ülke
nezdinde, bağımsız bir mahkeme kurulmasını talep etmelidir diyorum, önerim
budur. Yani, Afganistan'da, şurada veya burada, dünyanın herhangi bir yerinde,
masum bir insanın burnunun kanaması bile bizleri son derece üzer. Sadece bizi
değil... BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Ben de teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır efendim. Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum: C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve
19 arkadaşının, özürlülerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/215) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sosyal devlet olmanın gereği, özürlüleri, onurlarıyla
yaşayabilecekleri bir hayat standardına kavuşturmaktır. Bu nedenle, devletin,
özürlülerle ilgili, eğitim, istihdam, sağlık ve rehabilitasyon alanlarında
sosyal politikalar geliştirmek devletimizin anayasal görevidir. Türkiye'de,
özürlülerin problemleri, alınacak tedbirler ve uygulamaya koyulacak yeni
politikaların belirlenmesi konusunda, Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz. 01.11.2001
Gerekçe: Tarihin her döneminde, her toplumun özürlülere
karşı ilgisi değişik şekillerde tezahür etmiştir. Avrupa zihinsel özürlüleri
pranga mahkûmları gibi zincire bağlarken, Osmanlı Devleti kurduğu şifahanelerde
zihinsel özürlüleri müzik, su ve kuş sesleri ile tedavi ediyordu.
"Yaradılanı sev Yaradandan ötürü" sözünü yüzyıllarca kendisine düstur
edinen milletimiz, bunun en güzel örneklerini, hastaneler, huzurevleri ve
devrinin en ileri rehabilitasyon merkezlerini kurarak göstermiştir. Ecdadımızın
özürlülere bakışı ve tedavide gösterdikleri ilgi ve alaka gurur kaynağımız
olmuştur. Zaman içerisinde Batı toplumları özürlüler konusunda
ciddî atılımlar yapmalarına karşın Türkiye özürlülerle ilgili çalışmalarda geri
kalmıştır. Bugün Türkiye'nin ihmal ettiği özürlülerin problemleri çığ gibi
büyümektedir. Türkiye'de özürlülerin eğitimi, rehabilitasyonu, ekonomik,
sağlık, sosyal ve kültürel sorunlarının halen çözülememiş olması bir yana,
özürlülerin sayısı ve özür oranlarının tespiti dahi yapılamamıştır. Elimizde
sağlıklı veriler olmamasına rağmen nüfusun yüzde 10'u olarak tahmin edilen
özürlülerimizin sayısı 7 000 000 civarındadır. Aileleriyle 20 000 000-25 000
000 insanımızı doğrudan, 70 000 000 insanımızı dolaylı ilgilendiren özürlülerin
sorunları acilen çözüm bekleyen sosyal bir mesele olarak karşımızda
durmaktadır. Ülkemizde yapılacak öncelikli iş, özürlülerle ilgili analize
elverişli envanterler çıkarılmalı, bu bilgilere dayalı, özürlü
vatandaşlarımızla ilgili politikalar üretilmelidir. Özürlü vatandaşlarımızı topluma kazandırmak, onları
üretici hale getirmek, normal insanlar gibi eğitim gören, çalışan, eğlenen,
spor yapan fertler haline dönüştürmek, diğer vatandaşlarımız ile özürlü
vatandaşlarımız arasındaki fırsat eşitliğini sağlamak devletin anayasal
görevidir. Fakat bugün özürlülerimizin yüzde 10'u okur-yazar bile
olmayıp, yüzde 55'i ilkokulu bitirmiş, yüzde 20'si ortaöğretimi
tamamlayabilmiş, ancak yüzde 1,5'i üniversite mezunudur. Eğitim imkânlarından
son derece kısıtlı faydalanabilen özürlülerimizin istihdamı ise tam bir
felakettir. Özürlülerimizin yüzde 97'si işsizdir. Özürlülerin yasal olarak
kamuda ve özel sektörde yüzde 3 oranında istihdamının mecbur kılınmasına
rağmen, kamuda binde 7, özel sektörde yüzde 1,5 civarında olduğu bizzat yetkili
bakan tarafından ifade edilmiştir. Çalışmayan muhtaç özürlü vatandaşlarımıza asgarî ücret
seviyesinde yasal olarak ödenen paralar son üç dört senede iyice azalarak üç
ayda 50 000 000 TL seviyesine düşürülmüştür. Özürlülerimize sadaka mesabesinde
yapılan yardımlar onların hiçbir sorununu halletmemektedir. Sosyal güvenceye
kavuşturulması gereken özürlülerimizin, sosyal ve ekonomik koşullara uygun bir
düzeyde maaşa bağlanması gerekir. Ayrıca, özürlülerimiz kendilerinin tüketici
değil, onurlarıyla toplum içerisinde üretici olarak yer almak istemektedirler.
Bu ortamı tesis etmek, sosyal devletin öncelikli bir görevidir. Ülkemizde, özürlüler konusunda, dağınık mevzuatlar ve
hizmetlerin iç içe girmesi görev ve yetki karmaşasına neden olmaktadır.
Özürlülerle ilgili hizmetlerin ilgili bütün kurum ve kuruluşların ortak plan ve
programlarıyla koordinasyonunun sağlanması büyük önem taşımaktadır. 54 üncü
hükümet döneminde çıkarılan 571 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, Özürlüler
İdaresi Başkanlığı özürlülerle ilgili ilk kuruluş olmasına rağmen, sonraki
yıllarda yeterli ve etkin bir hizmeti kuruluş amaçlarına yönelik
gerçekleştirememiştir. Bu önemli kuruluşumuz, mutlaka, daha önemli bir hale
getirilmelidir. Özürlülerin aldığı hizmet düzeyi, toplumun
gelişmişliğinin göstergesidir. Mevcut sorunların çözümlenmesi için, devletin
başta gelen görevi, sosyal politikalar geliştirmektir. Bu nedenlerle, devletin,
özürlülerle ilgili, eğitim, istihdam, sağlık ve rehabilitasyon alanlarında
sosyal politikalar geliştirmesi devletimizin anayasal görevidir. Toplumumuzun ayrılmaz bir parçası olan özürlülerimizin
hayatın her alanında karşılaştıkları sorunları çözen, üretime katılımlarını
sağlayan ve destekleyen, saygınlıklarını artıran, özgüvenlerini geliştiren ve
toplumsal yaşama etkin biçimde katılmalarını kolaylaştıran sosyal politikaların
geliştirilmesi, insan olmanın, sosyal devlet olmanın bir gereğidir. BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur efendim. Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. Sayın milletvekilleri, gündemin "Oylaması Yapılacak
İşler" kısmına geçiyoruz. IV. –
OYLAMASI YAPILACAK İŞLER 1. – Ankara
Milletvekili Koray Aydın’ın milletvekilliğinden istifa etmesi nedeniyle
Anayasanın 84 üncü maddesi gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin
düşmesinin oylanması BAŞKAN - Ankara Milletvekili Koray Aydın'ın
milletvekilliğinden istifa etmesi nedeniyle, Anayasanın 84 üncü ve İçtüzüğün
136 ncı maddeleri gereğince, üyeliğinin düşmesinin oylamasını yapacağız. İçtüzüğün 136 ncı maddesi gereğince, istifa yazısının
gerçekliliği, Başkanlık Divanınca incelenip tespit edilmiştir. Şimdi, istifa önergesini okutuyorum efendim: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Milletvekilliği görevimden istifa ediyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. 5.9.2001 Koray Aydın Ankara BAŞKAN - Anayasanın 84 üncü ve İçtüzüğün 136 ncı
maddeleri gereğince istifa önergesini oylarınıza sunuyorum: İstifayı kabul
edenler... İstifayı kabul etmeyenler... (DYP, AK Parti ve SP sıralarından
alkışlar [!], MHP sıralarından gürültüler) MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Bravo!.. Alkış!.. Hükümete
alkış... SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Ne oluyor yani?! BAŞKAN - Efendim, bir dakika... Sonra münakaşa
edersiniz... Bırakın sayalım... SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Taliban'ın adamları!.. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu sonuca göre, Ankara
Milletvekili Koray Aydın'ın üyeliğinin düşmesi kabul edilmemiştir. (MHP
sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü
soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz. Önce yarım kalan işlerden başlayacağız. V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER 1. – İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun;
İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet
İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.
Sayısı : 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Değişikliği Teklifiyle ilgili rapor
gelmediği için, teklifin görüşmelerini erteliyoruz. Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel
Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının, Aynı Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tekliflerinin müzakeresine kaldığımız
yerden devam edeceğiz. 2. – Türk
Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara
Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425,
2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (1) BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. Sayın milletvekilleri, Beşinci Bölüm üzerinde, Adalet
ve Kalkınma Partisi ile Saadet Partisi Grupları adına görüşmeler tamamlanmıştı.
Beşinci Bölüm 396 ilâ 493 üncü maddeleri kapsamaktadır.
Bu bölümde konuşma süreleri gruplar ve komisyon için 20'şer dakikadır. Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna
aittir. Afyon Milletvekili Sayın Müjdat Kayayerli, buyurun. MHP GRUBU ADINA MÜJDAT KAYAYERLİ (Afyon) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının
Beşinci Bölümünde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. Türk Medenî Kanununda yapılan değişikliklerle, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, yeniden, hukuk devleti olduğunu bir defa daha dünyaya
duyurmaktadır. Hukukun üstünlüğüne inanan Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti
Devletini hukuk devleti olarak tanımlar. Bu tanımın dışına çıkarak, toplumu
devlete kışkırtanlar, Türk Devletini hukuk devleti olarak tanımak istemeyenler,
her zaman olduğu gibi, hukukun üstünlüğü karşısında ezilmeye mahkûm
kalacaklardır; çünkü, hukuk devleti demek, temel hak ve özgürlükleri anayasayla
tanıyan, hukukun üstünlüğünü kabul eden, kamu nitelikli bütün faaliyet ve
işlemleri yargı denetimi altında tutan devlet demektir. Hukuk devletinin vazgeçilmez ve en önde gelen öğesi
ise, idarenin yargısal denetimidir. Yurttaşlarımızın hukuka aykırı ve keyfî
işlemlere karşı yargısal korunmaya alınmaları, idarenin yargı denetimiyle
benimsenme ilkesi, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarımızda da yer almıştır. Bu bölümde konusu edilen vesayet, medenî hukukta,
velileri olmayan küçükler ile kısıtlıları korumaya ilişkin hukukî bir rejimdir.
Medenî hukuk alanındaki vesayet rejimi, velayet kurumunun işlemediği durumlarda
küçüklerin ya da kısıtlanan ergin kişilerin hukukî çıkarlarını korumak amacını
taşır. Velayet, sadece ana ve baba tarafından kullanılan bir yetki olduğu
halde, vesayet, vasi ve kayyımla birlikte vesayet dairelerinin sahip olduğu bir
yetkidir. Vesayet daireleri, sulh mahkemeleri ile asliye
mahkemeleridir. Vesayet daireleri, vasileri denetlerler. Vasi ve vesayet
daireleri görevlerini yerine getirirken, tedbirli bir yönetici gibi davranmakla
yükümlüdürler; kast ve ihmalleriyle neden oldukları zararlardan da
sorumludurlar. (1) 723 S.
Sayılı Basmayazı 24.10.2001 tarihli 11 inci Birleşim Tutanağına eklidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu
Tasarısı, aynen yürürlükteki kanunda olduğu gibi "Aile Hukuku"
başlığını taşıyan İkinci Kitabın Üçüncü Kısmı vesayetle ilgilidir. Birinci
Bölüm vesayet düzeninde -396 ncı maddeden 438'e kadar- vesayet organları,
vesayeti gerektiren haller, vesayet işlerinde yetki, vasinin atanması,
kayyımlık ve yasal danışmanlık, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması yer
almaktadır. İkinci Bölümü oluşturan 438 ile 470 inci maddeler arası
ise vesayetin yürütülmesiyle ilgili olup, vasinin, kayyımın ve vesayet
dairelerinin görevlerini, ayrıca, vesayet organlarının sorumluluğunu
açıklamaktadır. Üçüncü Bölüm, yani, 470 ile 495 inci maddeler arası da,
vesayetin sona ermesiyle ilgili olup, vesayeti gerektiren hallerin, vasilik
görevinin ve vesayetin sona ermesiyle ilgili sonuçları içermektedir. Vesayet kısmında düzenlenmekte olan kurumlarda ve
hükümlerde önemli ve esaslı değişlikler söz konusu değildir. Bu bölümde,
tasarının 396 ncı, 397 nci, 398 inci, 399 uncu, 400 üncü, 401 inci, 402 nci ve
sair maddeleri hükümetimizin teklif ettiği şekliyle, Adalet Komisyonunda 88
madde aynen kabul edilmiştir; sadece 11 maddede değişiklik yapılmıştır. Özel vesayetin kurulmasında istemde bulunacakları
belirleyen 399 uncu maddeye, yürürlükteki metinde geçen "vesayet altındaki
kimsenin yakın kan ve sıhri hısımlarından iki reşidin" yerine,
"vesayet altına alınan kişinin fiil ehliyetine sahip iki yakın
hısımının" deyimi tercih edilmiştir. "Vesayeti Gerektiren Haller" başlığını
taşıyan İkinci Ayırımda, istek üzerine kısıtlanmayı düzenleyen 408 inci maddede
sayılan hallere, ağır hastalık hali de eklenmiştir. Yürürlükteki Medenî Kanunun 356 ncı maddesini
karşılayan tasarının 406 ncı maddesinde, maddenin kenar başlığı
Türkçeleştirilmiş, ayrıca, hem kenar başlığında hem madde metninde isabetli
olarak "ayyaşlık" yerine "alkol veya uyuşturucu madde
bağımlılığı" deyimi kullanılmıştır. Bu suretle, ayyaşlığın, sadece alkol
bağımlılığını ifade etmediği vurgulanmıştır. 406 ncı maddenin özü ise şöyledir: "Savurganlığı,
alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı veya mal varlığını
kötü yönetmesi sebebiyle kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme
tehlikesine yol açan, başkalarının güvenliğini tehdit eden her ergin
kısıtlanır." 409 uncu maddede, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı
sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar
verilebileceği hükmü getirilmiş; bu suretle, herhangi bir hekimin raporuyla
karar verme imkânı ortadan kaldırılmıştır. Vasilikten kaçınma sebeplerini düzenleyen Medenî
Kanunun 367 nci maddesini karşılayan tasarının 417 nci maddesine isabetli
olarak cumhurbaşkanı ilave edilmiş; ayrıca, sadece yargıtay başkan ve üyeleri
değil, hâkimlik ve savcılık mesleği mensupları ile önemli yönetim sorumlusu
kamu görevlilerinin de vasilikten kaçınması hususu düzenlenmiştir; böylece,
kaçınabileceklerin çerçevesi genişletilmiştir. 418 inci madde kimler vasi olamazları açıklar; bu
sorunun cevabını şöyle verebiliriz: Kısıtlılar, kamu hizmetinden yasaklılar veya
haysiyetsiz hayat sürenler, menfaatı kendisine vasi atanacak kişinin
menfaatıyla önemli ölçüde çatışanlar veya onunla aralarında düşmanlık
bulunanlar ile ilgili vesayet daireleri hâkimleri vasi olamazlar. Yürürlükteki Medenî Kanundan farklı olarak Birinci
Bölümde yer alan beş fasla, altıncı bir fasıl halinde "Koruma Amacıyla
Özgürlüğün Kısıtlanması" başlıklı yeni bir ayırım oluşturulmuştur.
Tasarının bu haliyle düzenleme amacı yerindedir. Korunmaya muhtaç olanlar
bakımından önemli bir koruma teşkil ettiği için isabetlidir; ancak, ayırım
başlığından "özgürlüğün" ibaresinin kaldırılması ve "Koruma
Amacıyla Kurma, Yerleştirme" şeklinde ifade edilmesi daha yerinde olur.
Aynı eleştiri, tasarının 446 ncı maddesi için de geçerlidir. Koruma altına alınma sebeplerini düzenleyen tasarının
432 nci maddesine "serserilik" kelimesinden sonra gelmek üzere
"ve benzeri" kelimelerinin eklenmesi suretiyle, bu gibi maddelerde
benimsenen örnekseme yoluyla düzenleme prensibine uygun davranılmış olunur.
Oysa, tasarıdaki sebepler, tahdidi; yani, sınırlı sayılı olarak sayılmış
görülmektedir. 432 nci maddede, kişinin bir kuruma yerleştirilmesi veya alıkonulması belli
sebeplere bağlanmıştır; bunlar; toplum için tehlike arz eden akıl hastalığı,
akıl zayıflığı, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı, bulaşıcı hastalık veya
serserilik halleridir. Ağır tehlike arz eden hastalıklar ise, ilerlemiş verem,
kolera, veba ve AIDS'tir. Ergin olmayan kişiler, yani, küçükler, bu madde
kapsamına girmemektedir. Sonuçta, bir kişi, toplum içinde tehlike
oluşturuyorsa, bu kişi kuruma yerleştirilebilecek ya da kurumda alıkonulmaya
devam edilecektir. Medenî Kanunun 389 uncu maddesine göre vasilik görevi,
kural olarak dört yıl için verilir. Tasarının 456 ncı maddesiyle bu süre iki
yıla indirilmiştir. Ancak, vesayet makamı, bu süreyi her defasında ikişer yıl
uzatabilir. Dört yıl dolunca, vasi, vasilikten kaçınma hakkını kullanabilir. Medenî Kanunun 392 nci maddesiyle düzenlenen yasak
işlemler, tasarının 449 uncu maddesinde ele alınmış ve bağışlama yasağı, önemli
bağışlarla sınırlandırılmıştır. Yani, vesayet altındaki kişi adına kefil olmak,
vakıf kurmak ve önemli bağışlarda bulunmak yasaklanmıştır. Türk Medenî Kanunu Tasarısındaki 449 uncu madde olarak
düzenlenen hükmün, yürürlükteki kanunun 392 nci maddesindeki eksiklikleri ve
uygulama zorluklarını ortadan kaldırmadığı kanaatiyle, gerek uygulayıcıların
gerekse vesayet makamının karşılaştığı güçlükleri, bir iki küçük örnekle
dikkatinize sunmak istiyorum. Kendi geçimini temine yetecek kadar geliri olan ya da
aile desteğiyle geçinebilen kısıtlılar yönünden sorun yaşanmamaktadır; ancak,
sayıları az da olsa, önemli ölçülerde mal varlığına ve gelire sahip olup, yasal
kısıtlılık altına alınan ve mallarının idaresi vasiye devredilmiş olan, vesayet
makamlarının takip ettiği dosyalar vardır. Aklî maluliyet ya da sair nedenlerle
kısıtlanan bir kişinin, bu karar öncesinde okutmakta olduğu, kişisel olarak
burs verdiği öğrencileri olduğunu varsayalım; kısıtlı ile burs verilen bu
öğrenciler arasındaki bağın devamı, kısıtlılık altına alınma kararından sonra
mümkün olamayacaktır; zira, mevcut kanun, kısıtlının mal varlığından bağış
yapılmasını yasaklamıştır; oysa, burs verilen öğrencilere ödenen gider, bağış
kapsamındadır. Vasi, kısıtlının mal varlığından bu ilişkinin devam
ettirilebilmesi anlamında harcama yapamayacaktır; oysa, bu öğrenciler,
kısıtlının, ticarî hayatında ileride yararlanmayı düşündüğü, en azından topluma
kazandırılmaları amacıyla eğitimlerine destek verdiği yoksul ve ihtiyaç sahibi
öğrencilerdir. Eğitimdeki programlarını da bu desteğe göre yapmışlardır.
Kısıtlılık kararıyla, tüm ilişkiler zora girmiş, bozulmuştur. Türk toplumunun aile yapısı ve devam eden gelenekleri,
görenekleri ve töreleri mevcuttur. Çocuklar, reşit de olsalar, Anadolu'da,
birçok işte, aile içerisinde çalışmaya devam etmektedirler. Örneğin, babaya ait
bir ticarethanede resmî olarak hiçbir kaydı olmamasına rağmen, buradaki
faaliyeti sürdüren çocuklar mevcuttur. Bu ticarethane sahibi babanın bir
nedenle kısıtlandığı kabul edilirse, bu ticarethanenin geliri vasinin
denetimine geçecek ve harcamalar kontrol altına alınacaktır. Bu babanın, reşit
olup askerden gelen oğlunun evlendirileceğini varsayalım. Yasal düzenlemeler
karşısında, kısıtlı babanın gelirinden bu erkek çocuğun ya da kızın düğün
merasimi için hiçbir harcama yapmak mümkün değildir. Oysa, bu, Türk toplumunun
ve aile yapısının anne ve babaya yüklediği geleneksel bir yükümlülüktür. Toplumsal gelenekler ve dinî inançlar açısından
örnekler çoğaltılabilir. Ramazan aylarında, malın zekâtı olarak kabul edilen
fitre ve zekât vermek, dinî bir yükümlülüktür. Kişinin kısıtlanmasıyla, şahsî
olarak bu yükümlülükten kurtulduğu kabul edilse bile, birçok düşünür ve bilim
adamına göre, bu yükümlülük mala aittir. Kişiler kısıtlı olsa bile, mallarını
idare edenler bu yükümlülüğü yerine getirmelidirler. Tartışmalı olan böyle bir
konuda, mal varlığı ve geliri olan, dinî kurallara göre fitre, zekât yükümlüsü
kabul edilen kısıtlının vasisinin ve devamında vesayet makamının manen baskı
altında kalacağı da açıktır. Zira, toplumumuzun dinî kültür seviyesi karşısında
böyle bir hususta tartışma yaratmak ve verilmesi gerektiği konusunda ısrar eden
diğer aile bireyleri önünde bunu kanunun koyduğu yasak kapsamında izah
edebilmek mümkün görülmemektedir. Uç örnekler de olsa, bunlar, vesayet makamlarının ve
vasilerin karşılaşmış oldukları zorluklardır. Bağış kapsamını belirleyen bir
düzenlemeye gidilebileceği gibi, nelerin bağış sayılamayacağını düzenleyen bir
değişikliğe de burada gidilebilir. Önemli bağış kapsamı afakîdir; bunun neye
göre belirleneceği de belirsizdir. Parasal işlemlerin olduğu yerde, suiistimali
önleyecek yasal düzenleme ve tedbirlerin alınması da şarttır. Bu, tarafları da
zan altında kalmaktan, manen rahatsız olmaktan kurtaracaktır. Düzenlemede,
suiistimale yol vermeyecek, hileli işlemlerin önünü kesecek; ama, mevcut
sorunları da giderecek bir metin ilavesinin yararlı olacağı açıktır. Bu
hususta, vesayet makamı olan hâkime, gelir-gider durumu, kısıtlının şahsî hal
ve mal varlığı ile aile ilişkileri, sosyal ve kültürel seviyesi, önceki
uygulamaları, kısıtlılık öncesi iradesi, gelenekselleştirmiş olduğu harcamaları
gibi sair ayrıntılar konusunda takdir hakkı ve harcama yetkisi tanınmasının,
buna yönelik bir düzenleme yapılmasının uygun olacağı kanaatindeyiz. Medenî Kanunun 393 üncü maddesiyle, vesayet altındaki
kişinin görüşünün alınması için aranılan 16 yaş sınırı, tasarının 450 nci
maddesiyle isabetle kaldırılmıştır; ancak, görüşü alınacak kişinin
"görüşlerini oluşturma ve açıklama yeteneğine sahip olması" gibi,
anlaşılması zor bir koşulun öngörülmesi de uygun olmamıştır. Vesayet altındaki
kişinin, işi uygun bulmuş olması, vasiyi sorumluluktan kurtarmaz. Ayırt etme gücüne sahip olan vesayet altındaki kişi,
vasinin açık veya örtülü izni veya sonraki onamasıyla yükümlülük altına
girebilir veya bir haktan vazgeçebilir. Vasinin kabul etmediği işlemlerde, taraflardan her
biri, verdiğini geri isteyebilir; ancak, vesayet altındaki kişi, sadece kendi
menfaatına harcanan veya geri isteme zamanında mal varlığında mevcut olan
zenginleşme tutarıyla ya da iyi niyetli olmaksızın elden çıkarmış olduğu
miktarla sorumludur. Vesayet altındaki kişi diğer tarafı yanıltmış ise, onun bu
yüzden uğradığı zarardan sorumlu olur. "Vasinin Atanması" başlıklı Dördüncü
Ayırımda, vasiliği kabul yükümlülüğünü düzenleyen maddede yapılan değişikle, bu
yükümlülüğün sadece erkekler için değil, kadınlar için öngörüldüğünü vurgulamak
üzere, yürürlükteki kanunda yer alan "erkekler" sözcüğü
"vasiliğe atananlar" şekline dönüştürülmüştür. Böylece, kadın-erkek
eşitliği bu konuda da gerçekleştirilmiştir. Beşinci Ayırımın başlığı, yürürlükteki kanunda
"Kayyımlık" iken, tasarıda bu başlığa "Yasal Danışmanlık"
da eklenmiştir. 426 ncı maddeye göre, ergin bir kişi, hastalığı, başka
bir yerde bulunması veya benzeri bir sebeple, ivedi bir işini kendisi
görebilecek veya bir temsilci atayabilecek durumda değilse; bir işte, yasal
temsilcinin menfaatıyla küçüğün veya kısıtlının menfaatı çatışıyorsa, yasal
temsilcinin görevini yerine getirmesine bir engel varsa, vesayet makamı resen
temsil kayyımını tayin eder. Vesayet makamı, yönetimi kimseye ait olmayan
mallar için gereken önlemleri alır ve özellikle, bir kimse, uzun süreden beri
bulunamaz ve oturduğu yerde bilinemezse, malvarlığını kendi başına yönetmek
veya bunun için temsilci atamak gücünden yoksunsa, bir terekede mirasçılık
hakları henüz belli değilse, bir tüzelkişi gerekli organlardan yoksun kalmış ve
yönetimi başka yoldan sağlanmamışsa, bir hayır işi veya genel yarar amacı güden
başka bir iş için halktan toplanan para ve sair yardımı yönetme veya harcama
yolu sağlanamamışsa, bir yönetim kayyımı atar. Vesayet organlarının sorumluluğunun düzenlendiği
dördüncü ayırımda vesayet ve denetim makamı gibi organlarda görevli olanların
haksız fiilleriyle verdikleri zarardan dolayı devletin doğrudan doğruya sorumlu
olması esası getirilmiştir. 468 inci maddede devlet, vasi, kayyım ve yasal
danışmanların verdikleri zararlardan da sorumlu tutulmuştur. Yalnız, burada,
devletin sorumluluğu, bu kişilerin zararı ödeyememeleri halinde, ikinci derece
bir sorumluluk olarak düzenlenmiştir. Devletin vesayet dairelerinde görevli
kişilere karşı rücu davasına bakmaya vesayet dairesine en yakın olan asliye
mahkemesi yetkilidir. İlgililer, vesayet makamının kararlarına karşı tebliğ
gününden başlamak üzere on gün içinde denetim makamına itiraz edebilirler,
denetim makamı da gerektiğinde duruşma yaparak bu itirazı kesin karara bağlar.
Sorumlu vasi ve kayyıma karşı açılacak tazminat davası, kesinhesabın tebliği
edildiği tarihten başlayarak bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar; ancak,
vesayetten doğan tazminat davaları ise kesinhesabın tebliğinin üzerinden on yıl
geçmekle zamanaşımına uğrar. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her şeyi devletten
bekleme alışkanlığından bir türlü kurtulamayan muhalefet milletvekillerimize,
Türk dostu Kennedy'nin şu sözüyle cevap vermek istiyorum. Kennedy, bir sözünde
şöyle söylüyor: "Ülkem benim için neler yapabilir demeyin, kendinize, ben,
ülkem için neler yapabilirim diye sorun." İşte, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin bütün adalet saraylarında "adalet mülkün temelidir"
ifadesi var. Burada adalet, doğruluk demektir; mülk ise, devlet anlamındadır.
Yani, devletin temelinde adalet bulunmalıdır. Adaletin üç işlevi vardır; eşitliği sağlamak, haklıya
hakkını vermek ve haksızı cezalandırmaktır. Adalet, biz Türklerde, eskiden beri
bir devlet politikasıydı. Üzerinde görüştüğümüz Medenî Yasa Tasarısında da,
Türk Milletinin hassasiyetlerine dikkat edilmiştir; ancak, uygulamalarda bazı
eksiklikler çıkabilir; sonuçta, kanunları insanları yapmaktadır. Hata ve
eksiklikler görüldüğünde, uygulamalardaki hata ve eksikliği, yine, bu Yüce
Meclisin değerli üyeleri, sizler düzelteceksiniz. Bu bakımdan, adalet
kelimesinden türetilen "itidal" teriminin anlamı olan "ılımlı
olmak", "ölçülü olmak" Medenî Yasa Tasarısının çıkarılmasını
istemeyenlerin de görevi olmalıdır. Milletimizin daima kutlu saydığı devlet, milletimizin
siyasî varlığıdır. Güçlü devlet, mutlaka, adalet ve hoşgörüye dayanmalıdır.
Güçlü devleti temsil eden siyasîler de, temsil ettikleri nispetinde güçlü
göründükleri gibi, onlar sayesinde devlet daha da güçlenmektedir. Sonuç olarak, Türk Medenî Kanununun yaklaşık 135
maddesi değişikliğe uğramıştır; 135 maddenin 49'u, Milliyetçi Hareket
Partisinin istediği doğrultuda değişmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu tasarıyı
desteklediğimizi belirtir, Türk Ulusuna hayırlı olmasını diler, emeği geçenleri
tebrik eder, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına sevgi ve saygılarımı
sunarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şimdi söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına,
Ankara Milletvekili Sayın Melda Bayer'de. Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA MELDA BAYER (Ankara) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının vesayetle
ilgili üçüncü kısmı üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi, saygıyla selamlıyorum. Medenî hukuk, özel hukukun temeli sayılan ve düzenlediği
ilişkiler yönünden en kapsamlı olan özel hukuk dalıdır; hatta hukukun doğuşu ve
tarihçesi bakımından medenî hukuk, hukukun temeli sayılabilir. Bizler,
toplumsal yaşam içinde, hiç farkına varmadan sürekli bir medenî hukuk
ilişkileri zinciri içinde bulunuyoruz. Kişinin doğumu, ana babasıyla olan
ilişkisi, belirli bir yaşa ulaşması, yaptığı davranışların doğuracağı sonucu
algılayabilecek yetenekte olup olmaması, nışanlanması, evlenmesi, boşanması,
evlilik içinde eşiyle karşılıklı parasal, manevî hak ve yükümlülüklerle
ilişkilerini yürütmesi, ölen yakından miras hakları kazanması, eşyalara sahip
olması, bunlar üzerinde egemenlik kurması ya da bazı haklara sahip olması,
diğer kişilerle hukukî ilişkilere girerek bazı hak ve borçlara sahip olması
gibi birçok hak ve yetkileri birer medenî hukuk ilişkisidir. Büyük Atatürk'ün önderliğinde 1926 yılında Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunulan Medenî Kanun, yeni Türkiye'yi, eski Türkiye'nin
hukukî yapısından ayırmak bakımından o güne kadar sunulan kanunların en iddialı
olanıdır; çünkü, yeni devlet yapısının laik niteliği, hiçbir kanun gerekçesinde
Medenî Kanunda olduğu kadar açık ve kesin ifade edilmemiştir. Bir din adamı olan, zamanın Şeriyye Vekili Hoca Mustafa
Efendi başkanlığında Adliye Encümeni, gerekçesi ve metni üzerinde mutabık
kalınan kanun tasarısını Meclise sevk ederek aynen kabulünü talep eder. Ulus için ne denli önemli olduğunu gerekçesinde
"ulusal toplum yaşamının düzenleyicisi olan ve yalnız ondan esinlenmesi
gereken tedvin edilmiş bir Medenî Kanundan Türkiye Cumhuriyetinin yoksun
kalması, ne yüzyılımızın uygarlığının gerekleriyle ne de Türk devriminin
hedeflediği anlam ve kavramla bağdaşabilir" sözleriyle belirten dönemin
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'u ve çalışma arkadaşlarını saygıyla anmak
istiyorum. Çünkü, medenî hukuk, devrimci ve laiktir. Eski düzeni terk ederek,
tamamen farklı, çağdaş, laik ve modern bir hukuk düzeni getirmiştir. Medenî Kanunumuzun kişiye, dolayısıyla insana verdiği
önem, kadın- erkek arasındaki eşitliği gözetmesi, yeni laik ve monogam temele
dayanan bir aile düzeni getirmesi, Osmanlı toprak rejimine dayanan eski
mülkiyet sistemini tümüyle terk ederek, yeni bir mülkiyet anlayışı ve sistemi
getirmiş olması, miras hakları yönünden aynı durumda bulunanlar arasında
eşitliği gözeten laik bir sistem getirmiş olması gibi hususlar, Medenî Kanunun
laik ve devrimci niteliğinin göstergesidir. Çağdaştır, demokratik ve eşitlikçidir. Tüm kişileri
eşit görür; hiçbir kişi ya da sınıfa ayrıcalık tanımaz. Birey çıkarıyla toplum
çıkarını akılcı biçimde dengeler; temelde, bireylere mülkiyet hakkını ve bu
hakkı kullanma özgürlüğünü, hukukî işlerde irade özgürlüğünü tanımış; fakat,
kişilerin bu özgürlüğü dilediği gibi başıboş biçimde diğer kişiler ve toplum
zararına olacak şekilde kullanılmasını da engellemek için gerekli düzenlemeleri
yapmıştır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medenî Kanunun
kısımlarından biri olan vesayet bir yasal temsilcilik çeşididir. Vasi, vesayeti
altındaki kimsenin kişiliğine ve mallarına özen göstermeye ve kişiyi temsil
etme konusunda hak ve yükümlülüklere sahiptir. Vesayet, temelde, aciz, sakat,
korunması gereken kişilerin ve bunların çıkarlarının korumasına yönelik,
sosyal, politik yanı ağır basan; fakat, aynı zamanda hukukî yanı da önemli olan
bir koruma sağlayıcı resmî kuruldur. Bu niteliğiyle sadece kısıtlının değil,
toplumun çıkarlarını da korumaya yöneliktir. Bizzat vesayet altına alınan
kişinin korunması ve çıkarlarının kollanması amacı yanında vesayet, çevreye
tehlike yaratma ve başkalarının güvenliğini tehdit etme öğesini içeren bir
kısıtlamaya da dayandığından, bu haliyle, kısıtlının en yakın çevresi olan
ailesinin, daha sonra üçüncü kişilerin, ondan da sonra kamu çıkarlarının ticarî
güvenliğinin korunması amaçlarını da gözetir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yeni Türk Medenî
Kanun Tasarısı, vesayetle ilgili kısımda da bazı değişiklikler ve yenilikler
getirmektedir. Vesayetin, vesayet altındaki kimsenin yakın kan veya
sıhri hısımlarından iki reşidin talebiyle kurulması yerine, vesayet altına
alınan kişinin fiil ehliyetine sahip iki yakın hısmının istemi üzerine
kurulacağı getirilmiştir; yani, vesayeti isteyecek kişilerin, fiil ehliyetine
sahip olmaları koşulu öngörülmüştür. Yürürlükteki kanunda mevcut olan
"küçüğün ve mahcurun şahsına takayyüd ve mallarını idare ve medenî
tasarruflarda onu temsil" şeklindeki ifade "küçüğün veya kısıtlının
kişiliği ve mal varlığıyla ilgili bütün menfaatlarını korumak ve hukukî
işlemlerde onu temsil" şekline dönüştürülmüş; böylece, vasinin yetkisi
genişletilmiş; vasiye, vesayet altındaki kişinin kişilik haklarına ilişkin
davaları açma yetkisi tanınmıştır. Velayet altında bulunmayan küçüklerin
farkına varan noterler de, bildirimle yükümlü resmî görevliler arasına
alınmıştır. İsteğe dayanan kısıtlılık haline ağır hastalık hali
eklenmiştir. Akıl hastalığı ve akıl zayıflığı sebepleriyle, kısıtlamanın, ancak
resmî sağlık kurulu raporuyla mümkün olacağı açıkça düzenlenmiş; hâkimin, resmî
sağlık raporuna rağmen, bu rapor göz önünde tutularak kısıtlanması istenen
kişiyi dinleyebilmesi öngörülmüştür. Bu hüküm sayesinde, uygulamada, zaman
zaman yakınmalara neden olan kötü niyetin önüne geçilmesi sağlanacaktır. Mahkemece vasiliğe atanan kişinin, bu görevi kabul etme
yükümlülüğü, sadece erkekler için değil, kadınlar için de getirilmiş; böylece,
bu konuda da kadın-erkek eşitliği sağlanmıştır. Vasilikten kaçınabilecekler
arasına Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, hâkimlik ve savcılık mesleği
mensupları da eklenmiştir. Anayasanın 19 uncu maddesine uygun olarak, koruma
amacıyla özgürlüğün kısıtlanması, kanuna girmiştir. Toplum için tehlike
oluşturan akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde
bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalıklar veya serserilik
nedeniyle, kişi, bu madde gereğince, bir kuruma yerleştirilecek veya
alıkonacaktır. Ergin olmayan kişiler; yani, küçükler bu maddenin dışında
tutulmuştur. Tasarının 435 inci maddesinde, bu şekilde özgürlüğü
kısıtlanan kişi ve yakınlarına, karara karşı itiraz ve yargı yoluna başvuru
hakkı tanınmıştır. 437 nci madde, özgürlüğü kısıtlanacak kişiye, adlî yardım
yoluyla, barolarca görevlendirilecek bir avukatla temsilin sağlanmasını
öngörmektedir. Hâkimin, bizzat ilgili kişiyi de dinlemesi gerektiği
belirtilmiştir. Vesayet altındaki kişi, görüşlerini oluşturma ve
açıklama yeteneğine sahipse, vasi, önemli işlerde karar vermeden önce, onun
görüşünü almakla yükümlü tutulmakta, buradaki yaş sınırı kaldırılmakta, yeni
bir ölçü getirilmektedir. Vasilik süresi 4 yıldan 2 yıla indirilmektedir.
Vasinin ücretinin, vesayet altındaki kişinin mal varlığından karşılanmasının
mümkün olmadığı hallerde, bu ücretin Hazine tarafından karşılanması
düzenlenmiştir. Vesayet ve denetim makamı gibi organlarda görevli olanların,
haksız fiilleriyle verdikleri zarardan dolayı, devletin doğrudan doğruya
sorumlu olması esası getirilmiştir. Devletin sorumluluğu, bu kişilerin zararı
ödeyememeleri halinde, ikinci derecede bir sorumluluk olarak düzenlenmiştir. Medenî Kanun, toplumsal yaşamdaki gelişme ve
değişikliklere sürekli biçimde açık olmak istediğinden, hukuku donduracak ve
gelişmesini önleyecek kesin ve katı tanımlardan ve düzenlemelerden kaçınmıştır.
Büyük Atatürk'ün 1922 ve 1925 senelerinde, adalet sistemimizle ilgili söylediği
"bugünün ihtiyaçlarına uygun kanun yapmak ve onu iyi uygulamak, refah ve
ilerleme vasıtalarının en mühimleridir" ve "zamanın değişmesiyle
hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz" sözleri bugün de önemini aynen
korumaktadır. Onun içindir ki, çağın ihtiyaçlarına cevap verecek olan
ve dili de günün şartlarına uygun olarak sadeleştirilen yeni tasarı
kanunlaştığında tarihî bir değişikliğe tanık olacağız. Uzlaşı kültürüyle, bu kadar önemli yasaları çıkaran
Yüce Meclisin bir üyesi olmaktan gurur duyuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, sıra, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Manisa
Milletvekili Sayın Rıza Akçalı'da; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA RIZA AKÇALI (Manisa)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Medenî Kanunumuzun Beşinci Bölümü velayet ve vesayet
konularını düzenleyen bölüm. Komisyondaki tartışmalara baktığımız zaman, bu
bölüm, aşağı yukarı üzerinde hiç müzakere dahi edilmeden, bütün maddeler, söz
alınmadan geçmiş ve çok önemli değişiklikler yok eski kanunla yeni kanun
arasında; sadece, sadeleştirmeler, düzenlemeler var, birkaç tane de yeni kurum
ihdası var. Bir tanesi, yasal danışmanlıkla ilgili yeni bir ihdas var; bu,
olumlu bir gelişme. İkincisi; koruma amacıyla özgürlüklerin kısıtlanması
gündeme gelmiş, Anayasanın 19 uncu maddesiyle uyumlu olarak bu gündeme
getirilmiş. Bununla, akıl hastalarının, alkol ve uyuşturucu madde
bağımlılarının, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalıkların ve serserilik
hallerinin toplumu rahatsız edici boyutlara varması halinde, özgürlüklerin,
belirli sürelerle, bu arazların ortadan kalkmasına kadar sınırlanabilmesini
sağlayacak yeni bir düzenleme; bu da, toplum huzuru açısından sanıyorum ki,
uygun görülmüş. Ancak, burada, tabiî, ölçünün doğru konulabilmesi, birtakım artniyetlerle,
maksatlı bir şekilde özgürlüklerinin sınırlanabilmesi ihtimalinin önüne
geçilmesi, sanıyorum ki, uygulamada en çok üzerinde durulması gereken
hususlardan bir tanesi. Bir önemli değişiklik ki, bu, bana göre hepsinden daha
önemli, bir zihniyet değişikliğini ifade ediyor: Vesayet ve denetim makamında
görev almış olan devlet memurlarının; yani, hâkimlerin, benzer kişilerin,
haksız fiillerinden dolayı verdikleri zararların tazmini gündeme gelmiş. Bunda,
devlet ikinci derecede sorumlu olarak addediliyor yeni kanunda. Yani,
vatandaşına karşı sorumluluk hissinin uyanmaya başladığı bir devlet anlayışını,
yavaş yavaş, demek ki, zihinlerimizde olsun, kanunlarımızda olsun gündeme
getirmeye başlıyoruz. Bu, Türkiye'nin geleceği açısından umut verici, müjde
verici bir gelişme. Bu bölümle ilgili söylenebilecekler bunlar; ancak, ben,
tabiî ki, Medenî Kanun bir medeniyet projesi, bir büyük proje; bunun geneliyle
ilgili, uygulamasıyla ilgili zihinlerimizde farklı bir pencere açmak açısından
bazı şeyleri söylemek istiyorum. Tabiî, kanun koyucu olarak bizlerin öncelikle
düşünmesi gereken husus bana göre şu: Böyle bir medeniyet projesini, böyle
geniş kapsamlı bir Medenî Kanunu Meclisten çıkarıyoruz. Bunun sonucunda, bu
kanun yürürlüğe girdikten sonra, bunun toplum üzerindeki etkileri nelerdir? Bu
kanun çıktıktan sonra, toplumda huzur, birlik, beraberlik ve anlaşmazlıklar
azalacak mı; yoksa, tam tersine, anlaşmazlıkların daha çok arttığı,
mahkemelerdeki davaların sayısının çoğaldığı bir dönemi mi yaşayacağız? Birincisini
geliştirmek için neler yapmalıyız, ikincisini azaltmak için üzerimize düşenler
neler? Bunu geliştirmek açısından, bunu toplumun huzuruna çevirmek açısından
başka hangi konularda da değişiklikler yapmak, en azından, zihniyetimizi
değiştirmek gereği vardır diye bu hususlara izninizle değinmek istiyorum.
Toplumsal sonuçları gözleme açısından bir feedback olması açısından, buna
ihtiyaç var. Tartışmalara baktığımız zaman bunun karşısında olanları
görüyoruz, hararetle bunu savunanları görüyoruz toplum penceresine baktığımız
zaman. Bu neden kaynaklanıyor diye biraz sosyolojik derinliklerine inmeye
çalışırsak, sanayi toplumuyla tarım toplumu ilişkilerinin, henüz, sanayi
toplumu lehine Türkiye'de yerleşememiş olmasından kaynaklanan bir şey. Yeni kanun, sanayi toplumu ilişkilerini tanzim eden bir
zihniyetle gündeme getirilmiş. İşte, çalışma izni; eskiden kadının çalışmak
için kocasından izin alması gibi bir mecburiyeti ortadan kaldıran, istediği
işte, istediği şekilde çalışabilmesini sağlayan bir husus. Gerçi, bugün, hangi
iş var da, hangi izni alacak çalışacak; orası da bir başka mesele; ama (DYP
sıralarından alkışlar) gene de, aile reisiyle ilgili bir yeni değişiklik var
burada, ev tutma kararını vermede değişiklik var, mal rejimiyle ilgili
değişiklikler var. Bunlar, tabiî ki, sanayi toplumu özelliklerinin geliştiği
yerlerde, büyük şehirlerde, sanayileşen bölgelerimizde nispeten tartışılan,
konuşulan, gündeme getirilen hususlar; ama, tarım toplumu özelliklerini taşıyan
Anadolumuzun yüzde 80-90'ında bunların çok bir anlamı yok, henüz bir anlamı
yok. En azından, böyle bir konunun gündeme gelmesi dahi, şu atmosferde, çok
fazla söz konusu değil. Peki, o zaman, burada meydana gelecek huzursuzluklar
anlamında ne gibi tedbirler almalıyız, neleri gündeme getirmeliyiz? Bana göre,
bu kanunun çıkmasıyla birlikte, bunları düşünmeye derhal başlamak
mecburiyetimiz var. İkincisi; birey olmayla tebaa kültürüne sahip olma,
cemaat kültürüne sahip olma arasındaki çelişki bütün açıklığıyla burada
karşımıza çıkıyor. Birey olma özelliklerine kavuşamadan, hakkımızın ne
olduğunun bilincine varamadan... Önce, hak bilincine varacağız; arkasından,
hakkımızın ne olduğunu araştırarak, onun bilincine varacağız. Buna varamadan,
bu kanunların, bu medeniyet projesinin yürürlüğe girebilmesini, Türkiye'ye
mutluluk getirebilmesini düşünmek çok gerçekçi olmaz kanaatindeyim. Tabiî, militan bir demokraside bunları ne kadar
gerçekleştirebiliriz? Militan bir demokrasiden, tarafsız bir demokrasiye, hakem
olan bir demokrasiye, resmî iyinin, resmî doğrunun olmadığı, herkesin, kendi
iyisinin, kendi doğrusunun kendisine ait olduğu bir demokrasi anlayışına
geçmeden bu kanunun uygulanmasını ne oranda başarabiliriz, ne oranda
toplumumuza huzur getirebilir? Bunun üzerinde, sanıyorum, biraz daha
derinliğine düşünmek, buradaki eksikliklerin giderilmesiyle ilgili hususları
gündemimize behemehal almak mecburiyetindeyiz diye düşünüyorum. Yine, bir mekanik ilişkiler zincirinden ibaretmiş gibi
aile ilişkilerini görme yanılgısına düşmemek mecburiyetimiz var. Bir şirket ilişkisi
değil aile ilişkisi; kadın ile erkek arasında oluşturulmuş, karşılıklı güvene,
saygıya, hoşgörüye dayanan ve kutsallığı olan bir müessese; karşılıklı hakların
belirlenmesinin yanı sıra, karşılıklı sorumlulukların da önplana çıktığı bir
müessese. Dolayısıyla, bunun sadece haklar ve hukuk açısından bir şirket
mukavelesiymiş gibi bir anlayışa indirgenmesini, evlilik müessesesine karşı bir
haksızlık olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum. Örf, âdet, gelenekler ve ahlak boyutundan soyutlayarak,
sadece salt hukuk çerçevesi içerisinde bu meseleyi mütalaa edersek, topluma
huzur getirmek, insanlarımızın birbiriyle münasebetlerini, aile içi
münasebetleri daha sağlıklı hale getirmek gibi bir fonksiyonu, korkarım ki,
göremeyiz; tam tersi, maddî ilişkilerde anlaşmazlığa düşmüş insanların mahkeme
kapılarındaki acıklı halini bütün Türkiye'de seyreder hale geliriz ve bundan
korktuğumu ifade ediyorum. Yine, kişisel özgürlükler açısından gerekli
düzenlemeleri yapmadıkça, bu kanunun, bir medeniyet projesi olarak işlerlik
kazanması çok kolay değil. Burada, Anayasa değişikliklerini yaptık. Düşünceyi
suç olmaktan çıkardık; fakat, iki üç gün önce gazetelerde vardı ve arkadaşımız
bana da geldi; bir kitap yazdığı için bir öğretmenimizi açığa aldık ve kesmedi
bu bizi, memuriyetten uzaklaştırmak üzere işlemlerini devam ettiriyoruz. Kadın-erkek eşitliği diyoruz, kılık kıyafetinden dolayı
üniversite kapılarından içeri giremeyen evlatlarımızla karşı karşıyayız. Kaldı
ki, aynı zihniyeti taşıyan, aynı düşünceyi taşıyan erkek çocuklarına bir engel
yok; ama, aynı düşünceye sahip kız çocuklarına engel var. O zaman, bu medeniyet
projesinin neresindeyiz diye, dönüp kendimize sormak durumunda değil miyiz?
Önce, insanlarımızın birey olarak mutluluğunu sağlamak zorunda değil miyiz?
Öncelikle insanlarımızın bireysel hak ve özgürlüklerini, bizden farklı
düşünmeleri halinde de savunmak gereğini duymak zorunda değil miyiz? Bunu
içimize sindirmek zorunda değil miyiz? Bu zihniyet değişikliğini yapmadan, en
güzel kanunları, böyle güzel ciltleyerek kütüphanelerimize koymak suretiyle,
Türkiye'de hukuk reformunu yapmış olmak, medeniyet reformunu yapmış olmak,
gerçekten, reform olarak değerlendirebileceğimiz bir çalışma mı? Kafalarımızdaki reform, Türkiye'nin çağdaşlaşmasının,
Türkiye'nin medeniyeti yakalamasının, Türkiye'nin o hür dünyada, o çağdaş
dünyada saygın yerini almasının yolu, önce birey olmaktan, birey haklarına
saygılı olmaktan, bizim gibi düşünmeyenlerin de haklarına saygılı olmaktan,
birbirimize dayatmamaktan, azınlıkların haklarını korumaktan geçiyor. Bunları,
hukuk olarak salt kitaplara yazmakla mesele bitmiyor; bunu uygulamakla, bunu
günlük hayatımıza taşımakla, bunu zihinlerimize taşımakla gerçekleştirme
imkânına sahibiz. Tabiî, bu medeniyet projesinin en önemli ayaklarından
bir tanesi de, refah düzeyi, refah toplumu olabilmek. Fert başına 8 000, 10
000, 15 000 dolarlara ulaşmış bir millî geliri hedeflemedikçe Türkiye, bunu
sağlamadıkça, hâlâ, 2 000 dolar civarında bir gayri safî millî hâsılayla
patinaj yapmaya devam ettikçe, bu medeniyet projesini gerçekleştirmesi mümkün
değil. Bu Medenî Kanunla getirilen, vazedilen hükümlerin
yürürlüğe girmesi, işleyebilmesi, Türkiye'nin, bu tarım toplumu özelliklerinden
sanayi toplumu özelliklerine, hatta o dahi yetmez, bilgi toplumu özelliklerine
geçebilmesiyle çok yakın ilgili. Hatta, bir kademe daha ileride, sanayi
toplumunda eşyanın hukukunu, sermayenin hukukunu ve emeğin hukukunu koruyoruz;
ama, bilgi toplumuna geçtiğimiz zaman, belki bilginin hukuku gündeme gelecek ve
bilginin hukukunu nasıl koruyacağız konusunu tartışacağız. Belki, Batı, şimdi
bunu tartışmaya başlıyor; ama, bizim, daha henüz 2 000 dolar civarından
yukarıya çıkma noktasındaki önemli handikaplarımız karşımızda. Hukuk reformuna ihtiyacımız var, mahkemelerin daha iyi
çalışmasına ihtiyacımız var, yargı ve yargıç bağımsızlığına ihtiyacımız var,
pek çok şeye ihtiyacımız var; ama, hepsinden önemlisi, ekonomidir. Bütün
bunların temelinde yatan, insanların, daha iyi bir gelecek için, kendilerini,
çocuklarını, ailelerini ve toplumun diğer fertlerini düşünmelerini sağlayacak
en önemli birinci adım, günlük geçim meşgalesinin, maişet derdinin dışında
ayıracağı zamanla bunları düşünmeye vakit bulabilmesidir. Bugün bunu
bulabilmesinin imkânı yok; çünkü, bugün, akşama evine götürebilecek ekmeğini
bulacak mı bulamayacak mı, bunun derdiyle karşı karşıya. Değerli milletvekilleri, siyaset yapmak istemiyorum;
ama, ekonomiyle ilgili çok kısa birkaç cümle söylemek istiyorum. Ne oluyor
Türkiye'de? Bu son dönemlerde yaşadığımız olayların ne manaya geldiği konusunda
düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. 1994 krizi sonrasında, Türkiye'de daha önceden başlamış
olan Anadolu sermayesinin hareketi hızlanmıştı ve ihracat yapan, iyiyi ucuza
üreten, Türkiye'ye döviz kazandıran pek çok firma, Anadolu kaplanları, Anadolu
aslanları harekete geçmişti. Bu, tabiî ki, Türkiye'deki sermayenin el
değiştirmesiydi. Bundan rahatsızlık duyanlar... İthal ikamesine dayalı bir
sanayileşmeyi, bir üretimi tercih eden büyük sermaye bundan rahatsız olmuştu.
Bu rahatsızlık, giderek, Anadolu'ya akan muslukların kesilmesine, muslukların
büyük sermayeye ve ithal ikamesiyle çalışan sanayie dönmesine yol açtı; fakat,
deniz bitti... Şimdi, bunun sıkıntısını yaşıyoruz. Bu, bir başka şeyi paralelinde getirdi; son iki senedir
gerçekleştirilen operasyonlara baktığımız zaman, IMF kanalıyla Türkiye'ye gelen
bütün yardımlar, doğrudan doğruya finans kesimine aktarılan yardımlardır; reel
sektör yok, üretim yok... Niye buraya aktarılıyor? Yani, krize sebep olan
sektöre, eline sağlık, iyi ki kriz yaptın, al, sana biraz daha para diyoruz.
Amaç şu: Türkiye'deki sermaye hareketinin yüzde 70-80'inin çokuluslu
şirketlerin eline geçmesini sağlamaktır birinci amaç; yani, Türkiye'deki
ekonominin kontrolünün çokuluslu şirketlerin eline geçmesidir. Bunun arkasından
gelecek kısım nedir; bunun arkasından gelecek olan, Türkiye'deki üretim
tesislerinin çok ucuz fiyata yabancıların eline geçmesidir; yani, kendi
özsermayemizle kurduğumuz, elemeğimizin, alınterimizin karşılığı olan
tesislerimizin patronluğunu bırakıp, Türkiye'nin orada ırgatlığa talip olması
demektir. İşte, bugün Türkiye'de oynanan oyun bu. Hatırlayınız, yaz aylarında, Financial Times'ta
"Türkiye'deki fabrikalar kelepir fiyatına; gidiniz, oradan alınız"
diye bir başlık vardı. Yine o günlerde, Sayın Başbakan, il valiliklerine bir
genelge yayımlamıştı; burada diyordu ki: "Valiler, illerinde kapanmış olan
fabrikaları, işçi çıkaran fabrikaları, üretim zorluğu çeken fabrikaları bize
bildirin." Fikret Bila, köşesinde "Sayın Başbakan, niye
istiyorsunuz bunları" diye Başbakanla röportaj yaptı; Başbakanın cevabı:
"Bunları yabancı dile tercüme ettirip, dış ülkelerde ilgilenenlerin
dikkatine sunacağız." Bunun üzerine Fikret Bila "Türkiye'deki
fabrikaları bedavaya yabancılara peşkeş çektiğiniz iddialar var, buna ne
diyorsunuz Sayın Başbakan" dediğinde "olur mu canım, bu fabrikalar
kapalı mı kalsın; kim alırsa alsın, önemli olan, üretime katkı
sağlasın..." Fakat, hâlâ alınmıyor fabrikalar. Niye alınmıyor; çünkü,
finans sektöründeki operasyonun bitmesi lazım. BAŞKAN - Sayın Akçalı... RIZA AKÇALI (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Hayır... Çok özür diliyorum efendim; 396 ilâ
493 üncü maddeleri kapsayan Beşinci Bölümde ekonomiye, dışpolitikaya nasıl yer
verdiniz, onu merak ediyorum! RIZA AKÇALI (Devamla) - Çok ilgili efendim, çok ilgili;
çünkü, Türkiye'nin ekonomik düzeyini 15 000-20 000 dolarlara çıkarmadıkça, bu
kanun tozlu raflarda kalmaya mahkûm olur da, onun için çok ilgili Sayın Başkan.
(DYP sıralarından alkışlar) Ben, bitiriyorum. İşte, böyle bir tablo içerisinde, Türkiye'deki birinci
operasyonun tamamlanmasını bekleyen bir süreci hep beraber izliyoruz. Biz, buna
razı olmadığımızı, yüreğimizin sızladığını her vesileyle ifade ediyoruz; ama,
iktidar ortağı değerli partilerimizin çok değerli milletvekilleri, ben, bu
düşüncelerimi sizlerle paylaşma gereği duydum. İnanıyorum ki, zihinlerinizin
bir köşesinde bu muhakemeyi yapma gereğini duyarsınız ve bunun istikametinde de
bir hamiyetperverliği hep beraber bu Meclis olarak gösterme imkânımız olur ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını, saygınlığını bir kere daha
yukarılara çıkarma imkânına hep beraber sahip oluruz diyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim; beni de aydınlatmış
oldunuz. Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubunda;
Kırklareli Milletvekili Sayın Cemal Özbilen. Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA CEMAL ÖZBİLEN (Kırklareli) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Beşinci Bölümde yer alan Türk Medenî Kanun
Tasarısının 396 ncı maddesinden 494 üncü maddesine kadar olan bölümü hakkında,
Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. Yürürlükteki Türk Medenî Kanunu, İsviçre Medenî
Kanununun iktibası yoluyla 17 Şubat 1926 günü kabul edilmiş, 4 Nisan 1926 tarih
ve 339 sayılı Resmî Gazetede yayımlanmış ve nihayet 4 Ekim 1926 günü yürürlüğe
girmiştir. Türk hukuk devriminin simgesi olan bu kanunun, değişen
koşullara göre çağdaş bir anlayışla yenilenmesi zamanı gelmişti. Aradan geçen
75 yılda toplumsal, kültürel ve ekonomik yaşamda görülen gelişmeler, özellikle,
Aile Hukuku bölümünde yer alan ve kabul edildiği tarihte kadınlara reform
niteliğinde haklar veren kuralları, günümüz ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz
kalmıştı. Ayrıca, kanunun dili de eskimiştir. Gerçekten,
yetmişbeş yıllık sürede Türkçede önemli gelişmeler olmuş, dilimiz, birçok
yabancı sözcükten arındırılarak sadeleştirilmiştir. O nedenle, genç kuşakların
anlamakta güçlük çektiği kanun metninin, dilimizdeki bu gelişmeye paralel
olarak yeniden yazılması zorunlu hale gelmiştir. Tasarıda kullanılan dil oldukça sadeleştirilmiş,
yürürlükteki kanunun günümüz Türkçesine oranla eskimiş olan ifadeleri,
Anayasada kullanılan dil esas alınarak, kolay anlaşılabilir bir duruma
getirilmiştir. Toplam 1 030 maddeden oluşan tasarı, yürürlükteki
kanunda olduğu gibi, bir Başlangıç ile sırasıyla, Kişiler Hukuku, Miras Hukuku
ve Eşya Hukuku başlıklarını taşıyan 4 kitaba ayrılmıştır. Yaklaşık elli yıldır, kapsamlı bir değişiklik
yapılmasıyla ilgili çalışmalar yapılmaktaydı. Son olarak, kanunun tamamını
gözden geçirmek ve günümüz koşullarına uygun hale getirmek amacıyla,
üniversiteler, yargı organları, meslek kuruluşları, hukukla ilgili sivil toplum
örgütleri ile Adalet Bakanlığı temsilcilerinin katılımıyla oluşturulan Türk
Medenî Kanunu Komisyonu, sırasıyla, Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu ve Prof. Dr.
Turgut Akıntürk'ün başkanlık ettiği oturumlarla çalışmalarını 1998 yılında
tamamlamıştır. Tasarı hazırlanırken, Adalet Bakanlığının daha önce
oluşturduğu komisyonlar tarafından 1971 ve 1984 yıllarında yayımlanmış bulunan
iki ön tasarıyla, kaynak İsviçre Medenî Kanunu, Alman, Fransız ve kısmen
İtalyan Medenî Kanunlarından yararlanılmıştır. Ayrıca, Türk ve İsviçre doktrini ve yargı içtihatları
ve anılan ülkelerdeki gelişmeler göz önünde bulundurulmuştur. Böylece,
yürürlükteki kanundan farklı pek çok yeni hükümler içeren, özellikle,
kadın-erkek eşitliğine her alanda yer veren yeni bir tasarı hazırlanmıştır. Bu komisyon tarafından hazırlanan Türk Medenî Kanunu
Tasarısı, 20 nci Yasama Döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunuldu;
ancak, seçimlerin yenilenmesi nedeniyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 77 nci maddesine göre hükümsüz sayıldı. Tasarı hakkında, 21 inci Yasama Dönemi başladıktan
sonra da çeşitli öneri ve eleştiriler yapılmıştır. Bu öneri ve eleştirilerin
ışığı altında, Türk Medenî Kanunu Tasarısını yeniden gözden geçirmek üzere ve
yürürlük ve uygulama kanunu hazırlamak amacıyla, Adalet Bakanlığında, Prof. Dr.
Turgut Akıntürk'ün Başkanlığında yeni bir komisyon oluşturulmuştur. Komisyon,
kısa sayılacak bir süre içerisinde çalışmalarını tamamlamış ve Medeni Kanunun
Yürürlüğü ve Uygulaması Şekli Hakkında Kanun Tasarısı hazırlanmıştır. Tasarılar, Bakanlar Kurulundan Meclise gönderildikten
sonra, Adalet Komisyonunda birinci gündem maddesi olarak ele alınmış, uzun ve
yorucu bir çalışmayla meydana getirilen ortak metin, tüm komisyon üyesi
arkadaşlarımızın ve siyasî partilerimizin uzlaştığı bir belge olarak Yüce
Meclisimizin tasvibine sunulmuştur. Gerek Adalet Komisyonunda gerekse alt komisyonda,
ülkemiz için çok önemli temel bir kanun olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının
yasalaşması için, günlerce çalışan Adalet Komisyonu Başkanımız ve Komisyon
üyelerimize, tasarının bu hale gelmesinde büyük emekleri geçen Prof. Dr. Turgut
Akıntürk, Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu ve Komisyon üyelerine, Adalet Bakanımız ve
tasarının hazırlanmasında emeği geçen Adalet Bakanlığı mensuplarına ve bu
tasarının temel kanun olarak görüşülmesinde önayak olan tüm siyasî
partilerimize teşekkürlerimi sunuyorum. Çok önemli bir iş büyük bir uzlaşmayla
gerçekleştirilmiş olmaktadır. 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi,
böylece, çok önemli bir kanunu çıkararak, tarihî bir görevi yerine getirmiş
olmaktadır. Yukarıda sunduğum görüşlerimden sonra, şimdi de,
bölümde yer alan konularla ilgili görüşlerimizi Yüce Meclise sunmak istiyorum: "Vesayet" başlıklı üçüncü kısımda, özel
vesayetin kurulmasında istemde bulunacakları belirleyen 399 uncu maddede,
yürürlükteki kanunun 349 uncu maddesinden farklı olarak, vesayet altına alınan
kişinin iki yakın hısmının fiil ehliyetine sahip olma koşulu getirilmiştir.
Yürürlükteki kanunun 358 inci maddesinde sayılan yaşlılık, sakatlık ve
tecrübesizlik sebeplerine yeni 408 inci maddede ağır hastalık hali de
eklenmiştir. Tasarının 409 uncu maddesinde yürürlükteki kanunun 359
uncu maddesinden farklı olarak, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle
kısıtlanmaya ancak resmî sağlık kurulu raporuyla karar verilebileceği hükmü
getirilmiş, böylece, herhangi bir hekimin raporuyla karar verme olanağı
kaldırılmıştır. Yürürlükteki kanunun vasiliği kabul yükümlülüğünü
düzenleyen 366 ncı maddesinde değişiklik yapılarak, tasarının 416 ncı
maddesinde bu yükümlülüğün sadece erkekler için değil, kadınlar için de
uygulanmasını sağlanmak üzere, "erkekler" sözcüğü yerine
"vasiliğe atananlar" ibaresi kullanılmış, böylece, kadın-erkek
eşitliği bu konuda da gerçekleştirilmiştir. Vasilikten kaçınma sebeplerini düzenleyen 417 nci
maddeye, yürürlükteki kanunun 367 nci maddesinde sayılanlardan başka,
Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, hâkimlik ve savcılık mesleği mensupları
da eklenmiş, böylece, kaçınabileceklerin çevresi genişletilmiştir. Anayasanın 19 uncu maddesine uygun olarak, tasarının
432 ve 437 nci maddelerinde kişinin korunması amacıyla özgürlüğünün
kısıtlanması koşulları, hüküm ve sonuçları ile buna ilişkin özel hükümlere yer
verilmiştir. Tasarının 432 nci maddesine göre akıl hastalığı, akıl
zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden
bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden biriyle toplum için tehlike
oluşturan kişiler mahkeme kararıyla koruma amacıyla bir sağlık kurumuna
yerleştirilebileceklerdir. Ağır tehlike arz eden hastalıkların neler olduğunun
belirlenmesi tıp biliminin işi olmakla birlikte, buraya AIDS, ilerlemiş verem,
kolera, veba gibi bulaşıcı hastalıkların girebileceği düşünülebilir. Madde,
sadece ergin kişilerin bir kuruma yerleştirilmesini veya kurumda
alıkonulabilmesini öngörmektedir. Ergin olmayan kişiler, yani, küçükler bu
madde kapsamına girmemektedir; ancak, tasarının 435 inci maddesinde bu şekilde
özgürlüğü kısıtlanan kişi ve yakınlarına, karara karşı itiraz ve yargı yoluna
başvurma hakkı tanınmıştır. Tasarının yeni 437 nci maddesinde, gerekli hallerde
koruma amacıyla özgürlüğü kısıtlanacak kişinin, adlî yardım yoluyla mahkemede
temsil edilmesinin sağlanması kabul edilmiştir. Kişinin özgürlüğünün
kısıtlanması gibi önemli bir kararda, kişinin hak ve yetkilerini bilememesi
olasılığı göz önünde tutularak, gerektiğinde, bu kişinin, yargılama sırasında,
adlî yardım yoluyla barolarca görevlendirilecek bir avukat tarafından temsil
edilmesinin sağlanması öngörülmüştür. Maddede, ayrıca, özgürlüğün kısıtlanması gibi önemli
bir karar verilirken, kişinin, sadece vekil ya da temsilcisinin isteminin
yeterli olmadığı, hâkimin, bizzat, ilgili kişiyi dinlemesinin de gerekli olduğu
belirtilmektedir. Yürürlükteki kanunun 392 nci maddesinde, vasinin bağış
yapamayacağı öngörülmüşken, tasarının bu maddeyi kapsayan 449 uncu maddesinde,
yapılması yasak olan bağışın önemli olması şartı getirilmektedir. Yürürlükteki kanunun 397 nci maddesinin ikinci
fıkrasında, vesayet altındaki kişinin, temsil kudretine sahip olması ve 16
yaşında bulunması halinde, hesabın, hâkim tarafından incelenmesi sırasında
hazır bulundurulması öngörülmüştür. Böyle bir yaş sınırının her zaman doğru bir
çözüm olmayacağı göz önünde tutulmak ve Çocuk Hakları Sözleşmesiyle uyumu
sağlamak üzere, yaş sınırı koyma yerine, 454 üncü maddede, vesayet altındaki
kişinin görüşlerini oluşturma ve açıklama yeteneğine sahip olma ölçüsü
getirilmiştir. Yürürlükteki kanunun 399 uncu maddesi, vasinin dört yıl
için atanmasını öngörmüş, vasinin yeniden atanmasına ve yeniden atanmaya
ilişkin süreye yer vermemiştir. Vasilik görevinin önemi göz önüne alınırsa,
bugünkü yaşam koşulları bakımından dört yıllık süre uzundur. Vasinin, vesayet
makamı tarafından azledilmesi ve görevden uzaklaştırılması oldukça uzun, güç ve
merasime tabi bir iştir. O nedenle, tasarının 456 ncı maddesinde, göreve
atamanın iki yıl için olması ve bu sürenin sonunda, yeniden, her defasında iki
yıl için görev süresinin uzatılması öngörülmüş; ancak, dört yılın bitiminde,
vasinin, görevden kaçınma hakkını kullanabileceği hükmüne yer verilmiştir. Yürürlükteki kanunun 400 üncü maddesinden farklı
olarak, tasarının 457 nci maddesine, vasinin ücretinin vesayet altındaki
kişinin mal varlığından karşılanmasının mümkün olmadığı hallerde, bu ücretin
Hazine tarafından karşılanması, hükmü eklenmiştir. Yürürlükteki kanunun 415
inci maddesinden farklı olarak, tasarının 471 inci maddesinde, özgürlüğü
bağlayıcı bir cezaya mahkûmiyet sebebiyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki
vesayetin, kişinin hapis halinin sona ermesiyle; yani, cezayı çekmesi veya
şartlı salıverme yoluyla cezaevinden çıkmasıyla kendiliğinden kalkacağı
öngörülmüştür. Yürürlükteki kanunun 415 inci maddesinin, geçici veya
şartlı salıvermenin vesayet halini ortadan kaldırmayacağını öngören ikinci
cümlesi, kişi, salıverildiği, yani özgür kılındığı halde, vesayet halinin devam
etmesi, bundan haberdar olmayan iyi niyetli üçüncü kişilerin mağduriyetine
neden olabileceği için, tasarının 471 inci maddesine alınmamıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime burada
son verirken, tasarının bu hale getirilmesinde emeği geçenlere bir defa daha
teşekkür ediyor, hayırlı olması dileğiyle Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
(ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Özbilen, teşekkür ediyorum. Şimdi, Sayın Bakana söz vereceğim, sonra da teşekkür
edeceğim. Sayın Bakanım, bu arada, siz yoktunuz, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı adına, bu dokunulmazlık dosyalarıyla ilgili bir
istirhamda bulunmuştum. O konuda da bir açıklık getirirseniz, Meclis olarak
size minnetlerimizi sunarız efendim. Buyurun efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının, Yüce
Meclisin saygınlığını ilgilendiren konularda duyarlılık göstermesi son derece
doğaldır. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Aynı
şekilde, Adalet Bakanlığının da bu konuda farklı bir tutum içinde olamayacağı
açıktır. 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı
Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun, bugünkü
birleşimin başında, Sayın Başkanın da ifade ettiği gibi, 22.12.2000 tarihli
Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanunun yürürlüğe girmesinden bu yana, birbuçuk yılı
aşan bir süre değil, onbuçuk ay geçmiştir. Bu süre içerisinde, daha önce Meclis
Başkanlığına sunulmuş olan yasama dokunulmazlığıyla ilgili dosyalardan
bazıları, ilgili cumhuriyet savcılıkları tarafından geri istenilmiştir, Adalet
Bakanlığı da bu yönde işlem yapmıştır. Bilindiği gibi, milletvekillerinin, seçimden önce veya
seçimden sonra işledikleri bir suçtan dolayı yargılanabilmeleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisince yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına bağlıdır. Adalet Bakanlığının bu süreçteki işlevi, cumhuriyet
savcılıklarından, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda kendisine intikal ettirilen dosyaları, Başbakanlık aracılığıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmaktan ibarettir. Adalet
Bakanlığının bu konuda bir değerlendirme yapması söz konusu değildir. Adalet Bakanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına sunduğu dosyalarla ilgili olarak, Başbakanlığa yazılan yazılar
dışında, elinde başka bir belge de bulunmamaktadır. O nedenle, Şartla
Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun çerçevesinde, Adalet
Bakanlığının herhangi bir değerlendirme yapması olanağı yoktur. Kaldı ki, bu
yetki, Adalet Bakanlığına değil, cumhuriyet savcılıklarına aittir. Adalet
Bakanlığının, kendisine ait olmayan bir yetkiyi kullanması söz konusu değildir.
Cumhuriyet savcılarımız, bu konuda, gereken işlemleri kısa zamanda
tamamlayacaklardır; herhangi bir ihmal söz konusu değildir. Bu işlemlerin
hızlandırılması konusunda, bir genelgeyle, ülke genelinde uygulamanın
süratlenmesini sağlayacağız. Yüce Meclisin saygınlığı, parlamenter demokrasilerde en
yüksek değerdir. Bu değerin korunmasında, yalnız Yüce Meclis değil, aynı
zamanda Adalet Bakanlığı ve cumhuriyet savcıları da kendilerine düşeni
yapacaklardır. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım; maksat hâsıl
olmuştur. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî
Kanunu tasarısı üzerinde, konu içerisinde kalarak çok yararlı açıklamalar yapan
arkadaşlarımız olduğu gibi, konuyla hiç ilgisi olmayan, başka konular üzerinde
duran arkadaşlarımız da var. Şüphesiz, bu kürsüde söylenilen her söz
yararlıdır, belli bir konudaki düşünceleri dile getirmektedir; ama, Türk Medenî
Kanun Tasarısıyla ilgili görüşmelerin, bu tasarının on bölüm halinde
görüşülmesinden beklenen yararın gerçekleşmesi bakımından, mutlaka, doğrudan
doğruya konuyla ilgili olması gerekir. Bu arada, tasarının daha önce görüşülmüş olan bölümleri
hakkında da görüş açıklamaya devam eden arkadaşlarımız var. Özellikle, tasarının, hâlâ, İsviçre Medenî Kanununda yapılan değişikliklerin göz önünde
tutularak hazırlanmış olmasını eleştiri konusu yapan arkadaşlarımız var. Daha
önce de ifade ettiğim gibi, bu tasarı, aslında, elli yıldan beri süren
çalışmaların ürünüdür. Bu çalışmalarda, yetmişbeş yıllık bir birikim
değerlendirilmiştir. Bu birikim, Türkiye'de, Türk Medenî Kanunuyla ilgili
olarak daha önce yapılmış olan değişiklikler, yüksek mahkemelerce verilmiş olan
kararlar ve doktrinde ortaya atılmış olan görüşlerdir; ama, çağdaş hukuktaki
gelişmeleri de izlememiz doğaldır; çünkü, biz, bu tasarıyla, Türk Medenî
Kanununu çağdaş anlayışa uygun bir düzenleme haline getirmek istiyoruz. O
bakımdan, bizim, öncelikle, Türk Kanunu Medenîsinin kaynağı olan İsviçre
hukukundaki gelişmeleri göz önünde bulundurmamız doğaldır; ama, söylediğim
gibi, bütün bu çalışmalarda, yetmişbeş yıllık bir birikim değerlendirilmiş
bulunmaktadır. Bu arada, özellikle aile hukukunda yapılan yeniliklerin
ailelerin bölünmesine yol açacağı, ailelerin bir şirket durumuna düşürüldüğü
ifade edilmiştir. Bu görüşleri haklı bulma olanağı yoktur. Şüphesiz, bu
tasarının temelindeki görüş de, evlilik birliğinin, bir karşılıklı sevgi ve
saygı birliği olduğudur; ancak, bu birliğin maddî temellerinin olduğu da
gözardı edilemez. Evlilik birliği, eşlerden birinin ezildiği, eşlerden birinin
ekonomik bakımdan diğerine bağımlı duruma geldiği bir birlik olarak
düşünülemez. Evlilik birliğinin, eşit eşlerin sevgi ve mutluluk birliği
olmasını sağlamak için, onun maddî temellerinin de sağlam olması, eşitliğe
dayanması gerekir. O bakımdan, getirilen düzenlemeler aileleri bölmeyecek,
tersine, aileleri güçlendirecektir. Aile Hukuku kitabının üçüncü kısmında düzenlenen
vesayet ise kendi içinde üç bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler, sırasıyla
"Vesayet Düzeni", "Vesayetin Yürütülmesi" ve
"Vesayetin Sona Ermesi" başlıklarını taşımaktadır. Vesayet kısmında düzenlenen
kurumlarda ve bunlara ilişkin hükümlerde, birinci bölüme eklenen bir ayırım dışında,
esasa ilişkin önemli bir değişiklik bulunmamaktadır. Daha çok, eskimiş bulunan
bazı terim ve ifadelerin, gerek madde başlıklarında gerekse metinlerde
değiştirilmesi ve böylece, kanunun kolay uygulanabilir bir duruma getirilmesi,
bu bölümde gerçekleştirilen çalışma olmuştur. Bu arada, alışılmış olmaları
sebebiyle, "vesayet", "vasi", "vesayet makamı",
"aile meclisi" ve "kayyım" terimleri aynen korunurken
"kanunî müşavir" yerine "yasal danışman" terimi tercih
edilmiştir. Aynı biçimde "vesayet teşkilatı" yerine "vesayet
düzeni", "vesayet uzuvları" yerine "vesayet organları"
terimlerine yer verilmiştir. Yürürlükteki kanunda "hususi vesayet" olarak
düzenlenen özel vesayetin kurulmasında istemde bulunmaya hakkı olanları
belirleyen 399 uncu maddede, yürürlükteki kanunun reşit olma koşulunu arayan
349 uncu maddesinden farklı olarak, vesayet altına alınan kişinin iki yakın
hısımının fiil ehliyetine sahip olması koşulu getirilmiştir. Yürürlükteki kanunun "İsraf, ayyaşlık, suihal,
suiidare" kenar başlığını taşıyan 356 ncı maddesini karşılayan yeni 406
ncı madde "Savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü
yaşama tarzı, kötü yönetim" kenar başlığı altında düzenlenmiş. Bu arada,
kenar başlığında olduğu gibi, madde metninde de "ayyaşlık" yerine
"alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı" deyiminin kullanılması
uygun görülmüştür. Böylece, ayyaşlığın sadece alkol bağımlılığını ifade etmediği
vurgulanmıştır. Yürürlükteki kanunun 358 inci maddesinde sayılan
"yaşlılık, sakatlık ve tecrübesizlik" sebeplerine, yeni 408 inci
maddede "ağır hastalık" durumu da eklenmiştir. Tasarının 409 uncu maddesinde, yürürlükteki kanunun 359
uncu maddesinden farklı olarak, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle
kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilebileceği hükmü
getirilmiş; böylece, herhangi bir hekimin raporuyla karar verme olanağı
kaldırılmıştır. "Vasinin atanması" başlıklı dördüncü ayırımda
yürürlükteki kanunun vasiliği kabul yükümlülüğünü düzenleyen 336 ncı maddesinde
değişiklik yapılarak tasarının 416 ncı maddesinde bu yükümlülüğün erkekler
kadar, kadınlar için de uygulanmasını sağlamak üzere "erkekler" sözü
yerine "vasiliğe atananlar" ibaresi kullanılmış; böylece, bu konuda
da kadın-erkek eşitliği belirtilmiştir. Vasilikten kaçınma nedenlerini düzenleyen 417 nci
maddeye, yürürlükteki kanunun 317 nci maddesinde sıralananlardan başka,
Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Bakanlar Kurulu üyeleri,
hâkimlik ve savcılık mesleği mensupları da eklenmiş; böylece vasilikten kaçınabileceklerin
çevresi genişletilmiştir. Beşinci Ayırımın başlığı yürürlükteki kanunda
"Kayyımlık" iken, tasarıda "Yasal Danışmanlık" da
eklenmiştir; çünkü, bu ayırımda, kayyımlık yanında, yasal danışmanlık da
düzenlenmektedir. 429 uncu maddenin kenar başlığı yürürlükteki kanunda
"Mahdut ehliyet" biçimindedir. Oysa, bu maddede, ehliyet konusu
değil, yasal danışmanlık düzenlenmektedir. O nedenle, başlık "yasal
danışmanlık" olarak değiştirilmiştir. Ayrıca, madde içerisinde "reyi
alınmak üzere müşavir" yerine "yasal danışman" deyimi
kullanılmıştır. Maddenin birinci bendindeki "husumet" deyimiyle dava
açma kastedildiği için, bu yolda terim değişikliğine gidilmiştir. Yürürlükteki kanunda beş fasıldan oluşan birinci bab,
tasarıda, "Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması" başlıklı yeni bir
ayırımın eklenmesiyle altı ayırımından oluşan bir bölüm durumuna getirilmiştir.
Yürürlükteki kanunda ve 1984 tarihli öntasarıda mevcut
olmayan altıncı ayırım, İsviçre Medenî Kanununda 1 Ocak 1981 tarihinde
yürürlüğe girmiş bulunan yeni düzenlemelerden esinlenerek ve aynı düzenlemenin
ülkemiz için de gerekli ve yararlı olduğu düşünülerek tasarıya alınmıştır. Anayasamızın 19 uncu maddesine uygun olarak, tasarının
432 ilâ 437 nci maddelerinde, kişinin korunması amacıyla özgürlüğünün
kısıtlanması, bunun koşulları, hüküm ve sonuçları ile buna ilişkin özel
hükümlere yer verilmiştir. Tasarının 432 nci maddesine göre, akıl hastalığı, akıl
zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden
bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden biriyle toplum için tehlike
yaratan kişiler, mahkeme kararıyla, koruma amacıyla bir sağlık kurumuna
yerleştirilebileceklerdir. Şüphesiz, ağır tehlike arz eden hastalıklar, tıp
bilimince belirlenebilir. Bunlar arasına AIDS, ilerlemiş verem, kolera ve veba
gibi bulaşıcı hastalıkların gireceği düşünülebilir. Madde, sadece ergin
kişilerin bir kuruma yerleştirilmesini veya kurumda alıkonulmasını
öngörmektedir. Ergin olmayan kişiler, yani küçükler, maddenin kapsamına
girmemektedir; ancak, tasarının 435 inci maddesinde, bu şekilde özgürlüğü
kısıtlanan kişi ve yakınlarına, karara karşı itiraz ve yargı yoluna başvurma
hakkı tanınmıştır. Tasarının yeni 437 nci maddesinde, gerekli durumlarda,
koruma amacıyla özgürlüğü kısıtlanacak kişinin, adlî yardım yoluyla mahkemede
temsil edilmesinin sağlanması kabul edilmiştir. Kişinin özgürlüğünün
kısıtlanması gibi önemli bir kararda, kişinin kendi hak ve yetkilerini
bilememesi olasılığı dikkate alınarak, gerektiğinde, bu kişinin, yargılama
sırasında, adlî yardım yoluyla, barolarca görevlendirilecek bir avukat
tarafından temsil edilmesinin yararlı olacağı düşünülmüştür. Maddede, ayrıca,
özgürlüğün kısıtlanması gibi önemli bir karar verilirken, kişinin sadece vekil
ya da temsilcisinin isteminin yeterli olmadığı, hâkimin bizzat ilgili kişiyi
dinlemesinin de gerekli olduğu belirtilmiştir. Yürürlükteki kanunun 392 nci maddesinde vasinin bağış
yapamayacağı öngörülmüşken, tasarıda bu maddeyi karşılayan 449 uncu maddede,
yapılması yasak olan bağışın önemli olması koşulu getirilmiştir. Yürürlükteki kanunun 397 nci maddesinin ikinci
fıkrasında, vesayet altındaki kişinin temyiz kudretine sahip olması ve onaltı
yaşında bulunması halinde, hesabın hâkim tarafından incelenmesi sırasında hazır
bulundurulması öngörülmüştür. Böyle bir yaş sınırının her zaman doğru bir çözüm
olamayacağı açıktır. Gerek bu husus gerek Çocuk Hakları Sözleşmesiyle uyum
sağlamak amacıyla yaş sınırı koyma yerine, 457 nci maddede, vesayet altındaki
kişinin görüşlerini oluşturma ve açıklama yeteneğine sahip olması ölçüsü
getirilmiştir. Yürürlükteki kanunun 399 uncu maddesi, vasinin dört yıl
için atanmasını öngörmüş, vasinin yeniden atanmasına ve yeniden atanmaya
ilişkin süreye yer vermemiştir. Vasilik görevinin önemi göz önüne alınırsa,
bugünkü yaşam koşulları bakımından dört yıllık süre uzun bir süre sayılabilir.
Vasinin vesayet makamı tarafından azledilmesi ve görevden uzaklaştırılması ise,
oldukça güç ve merasime bağlı bir iştir. O nedenle, tasarının 456 ncı
maddesinde, göreve atamanın iki yıl için geçerli olması, bu sürenin sonunda,
yeniden, her defasında iki yıl için görev süresinin uzatılması öngörülmüş;
ancak, dört yıllık sürenin bitiminde vasinin görevden kaçınma hakkını
kullanabileceği hükmüne yer verilmiştir. Yürürlükteki kanunun 400 üncü maddesinden farklı olarak
tasarının 457 nci maddesine, vasinin ücretinin vesayet altındaki kişinin mal
varlığından karşılanmasının mümkün olmadığı hallerde, bu ücretin, Hazine
tarafından karşılanması hükmü eklenmiştir. Yürürlükteki kanunun 415 inci maddesinden farklı olarak
tasarının 471 inci maddesinde, özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûmiyet
nedeniyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki vesayetin, kişinin hapis durumunun
sona ermesiyle; yani, cezasını çekmesi veya şartlı salıverme yoluyla
cezaevinden çıkmasıyla kendiliğinden kalkacağı öngörülmüştür. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakanım, herhalde 1 dakikada
toparlarsınız... Buyurun efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Yürürlükteki
415 inci maddenin geçici veya şartlı salıvermenin vesayet halini ortadan
kaldırmayacağını öngören ikinci cümle, kişi salıverildiği, yani, özgür
kılındığı durumda vesayet durumunun devam etmesi, bundan haberdar olmayan iyi
niyetli üçüncü kişinin mağduriyetine neden olabileceği için, tasarının 471 inci
maddesine alınmamıştır. Üçüncü Bölüm, "Vesayeti Gerektiren Hallerin Sona
Ermesi", "Vasilik Görevinin Sona Ermesi" ve "Vesayetin Sona
Ermesinin Sonuçları" olmak üzere kendi içinde üç ayırımdan oluşmaktadır.
Bu ayırımlarda da esasa ilişkin önemli değişiklik yapılmamıştır; değişiklikler
daha çok, terminoloji ve ifadenin sadeleştirilmesi yönündedir. Esasa ilişkin bir değişiklik, yürürlükteki Kanunun 429
uncu maddesinde hafif yolsuzlukta sulh mahkemesi tarafından vasiye verilmesi
öngörülen 25 liralık para cezasının bu maddeyi karşılayan 485 inci maddeden
kaldırılması olmuştur; bu yapılırken, Medenî Kanunda, para cezasına ilişkin bir
hükmün yer almasının doğru olmayacağı düşünülmüştür. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum efendim. Sayın milletvekilleri, 1 adet önerge vardır efendim;
okuyup, oylarınıza sunacağım; tabiî, karar yetersayısı istemezseniz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı Kanun Tasarısının 463
üncü maddesindeki "onayı" kelimesinin "izni" olarak, 465
inci maddenin kenar başlığının ise "İznin bulunmaması" olarak
değiştirilmesini; 465 inci madde metnindeki "veya onayını" ibaresinin
metinden çıkarılmasını saygıyla arz ve teklif ederim. Prof. Dr. Hikmet Sami Türk Adalet
Bakanı BAŞKAN - Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) -
Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyor; takdire bırakıyoruz. BAŞKAN - Gerekçeyi okuyorum: "Gerekçe: 463 üncü madde çerçevesinde denetim makamının yapacağı
işlem, gerçekte onay değil, ikinci bir izin işlemidir. Nitekim yürürlükteki
Türk Kanunu Medenîsinin 405 ve 406 ncı maddelerinde eşanlamlı kelimeler olarak
"izin" ve "müsaade" kullanılmıştır. Kaynak İsviçre Medenî
Kanununun 421 ve 422 nci maddelerinde de "zustimmung" (Almanca metin)
ve "consentement" (Fransızca metin) kelimeleri kullanılmıştır." Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin önergesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmiştir. Bu önergeyle birlikte, Beşinci Bölüm üzerindeki
müzakereler bitmiştir. Beşinci Bölümü, kabul edilen önerge doğrultusundaki
değişik şekliyle oylarınıza sunuyorum: Beşinci Bölümü kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. Altıncı Bölüme geçmeden evvel, 5 dakika ara veriyorum. Kapanma Saati
: 16.13 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati
: 16.24 BAŞKAN :
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER
: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Levent MISTIKOĞLU(Hatay) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 17 nci Birleşimin
İkinci Oturumunu açıyorum. V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 2. – Türk
Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara
Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425,
2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. Altıncı Bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz. Altıncı Bölüm, tasarının "Üçüncü Kitap, Miras
Hukuku" kısmının 494 ilâ 574 üncü maddelerini kapsamaktadır. Bu bölümde de
konuşma süreleri, gruplar, komisyon ve hükümet için 20'şer dakikadır. Altıncı Bölümde söz isteyen Adalet ve Kalkınma Partisi
adına, Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya; buyurun efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar) HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Hükümet mensupları yok ortada... BAŞKAN - Hükümetimiz burada efendim. "Hükümet
mensupları" ne demek?! HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Yani, hükümet kanadına mensup
milletvekillerimiz... BAŞKAN - Hayır... Burada, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin sayın üyeleri var. Muhalefet ve iktidarın uzlaşmayla çıkardığı bir
kanun tasarısını görüşüyoruz. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, bir hususu
vuzuha kavuşturalım izin verirseniz. BAŞKAN - Buyurun. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Yani, hükümete mensup
Parlamento mu, Parlamentoya mensup hükümet mi? BAŞKAN - Vallahi onu bilmiyorum; ama, bildiğim bir şey
var; Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, burada, iktidar-muhalefet
ayırmaksızın, uzlaşma kültürüyle, 1 030 maddelik bir kanunu görüşüyor. Onun
için, sizinle onların bir farkı olduğunu sanmıyorum. Öyle olsa, bu kadar rahat
geçmez bu. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Var var... Azabımız farklı
olacak... BAŞKAN - Azap başka... Sayın Çetinkaya, buyurun. AK PARTİ GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) -
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmama başlamadan önce, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hukuk sistemleri, hele medenî hukuk mevzubahis olunca,
bu, ülkemizin en önemli temel kanunları, ana direği diye kabul edeceğimiz,
temel hukuk prensiplerinin başta gelen kanunlarından birisi. Bu sebeple, bu
konuda, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin gerekse kanun tasarısını
hazırlayan üniversite camiasından tutun tüm yetkililerinin son derece önem ve
hassasiyetle konuya nazar etmeleri gerekir; çünkü, bu, ülkelerin var olmasının
temel direği dedik. Ta Roma hukukundan bugüne kadar... Niye Roma hukukunu
misal veriyorum; çünkü, biz de hukuk okuduk ve Medenî Kanunumuzun temeli de
Roma hukukundan geliyor, digestalardan geliyor ve bu kanun, sonra, İsviçre'deki
kantonlardan başlamış ve Türk Medenî Kanununun 1926'daki temeli de, işte, o
Roma'dan, İsviçre kantonlarına ve biz de tercüme ederek onu almışız. Allah rahmet eylesin, benim bir hocam vardı İstanbul
Hukuk Fakültesinde, derdi ki: "Bir gün, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunuyla
ilgili profesörlük tezimi hazırladım -ismini vermiyorum; çünkü, rahmetlinin
hatırasına saygıdan dolayı- ve kendimce dedim ki: En mükemmelini yapacağım.
Niye en mükemmelini yapacağım; yaşayan hukuku, Türkiye'deki insanların karşı
karşıya kaldığı sıkıntıları bizzat yaşayanlar kimler; bu kanunu tatbik edenler,
bu usulü tatbik edenler, uygulayanlar ve talebelerimden arkadaşlarıma kadar
Türkiye'nin her kesiminde, her bölgesinde görev yapan hâkiminden, savcısından,
avukatından bilgiler istedim; karşılaştığınız sıkıntılar, zorluklar nelerdir.
Ve gelen o konuları, o sıkıntıları, o problemleri tezime ana konu olarak aldım
ve bunu, bu perspektifle değerlendirerek tezimi hazırladım; fakat 'efendim
biyografide hiç isim yok, bu nasıl tez, böyle bir tez olmaz' dediler. Halbuki,
o, Türkiye'nin ana meselesiydi, Türkiye'nin bizatihî karşılaştığı sıkıntıları
uygulayıcılar tarafından tespit edilerek o kitaba, teze yansıyan bir konuydu;
fakat 'olmadı' dediler, tezim kabul görmedi. Onun üzerine bir kitap aldım
elime; ondan sonra, Dügie'den, Seje'den, Kant'tan herkesten isimlerini yazdım
-ve tövbe, ben bu isimleri okumadım diyor- herkes baktı 'işte, gördünüz mü,
ilmî tez böyle olur' dediler -Sayın Bakanım, sizi tenzih ederim, tabiî, bu,
maalesef olan gerçekler- onun üzerine bu tezimi aldılar 'işte, tez böyle olur,
birinci tez olmamıştı' dediler ve tez çoğunlukla kabul edildi." Bunu niye anlatıyorum. Bir hukuk âlimi olan çok değerli
Adalet Bakanımız, gayet tabiî ki bu kanun tasarısı hazırlanırken, ben
inanıyorum ki -birazdan, külü üzerinde, yani tamamı üzerinde birkaç kelimeyle
bazı görüşlerimi arz edeceğim zaman, görecekler ki- çok değerli Adalet
Bakanımız, hukuk bilgisine saygı duyduğum Sayın Bakan da, bu konuları yeteri
derecede içine sindirememiştir; çünkü, bir ülkenin bütün insanları bu işin muhatabı.
O ülke insanlarının tarih boyunca karşılaşmış olduğu, gelenekleri, görenekleri,
millî ve manevî değerleri -bu, aile hukukudur, miras hukukudur, vesayettir ve
borçlar hukukudur- hepsi bunun içinde olacak, o ülkede yaşayan insanların
karşılaşmış olduğu topyekûn sıkıntıları bizzat göz önünde bulunduracak ve buna
göre... Yoksa, motamo, İsviçre Medenî Kanununu alır da, ondan sonra, onu
iktibas... Keşke iktibas etseydiniz. İktibas da olmadı; çünkü, motamo bir
tercümeyle karşımıza getirildi. İsterdik ki, bu Medenî Kanun -1926'dan bugüne
geçen yetmiş sene içinde- bu Mecliste, 2001 yılına giren, 21 inci Asra ayak
basan şu Mecliste, Türkiye için bir reform niteliği arz edeydi. Sayın Bakanım, ben inanıyorum ki, siz de buna reform
diyemiyorsunuz. Evet, değerli arkadaşlar, şimdi, tasarıda ilk göze
çarpan hususlardan biri şu: 937 maddelik Medenî Kanun, yeni tasarıyla 1 030
maddeye çıkarıldı. Halbuki, önemli olan, kanun maddelerini birleştirerek
azaltmak, kanun maddelerini çoğaltmak değil. Hep diyoruz ki, Anayasa metni son
derece uzundur, bunu kısaltalım. Medenî Kanunda da bazı tekerrürler var; biraz
sonra size arz edeceğim. Yoksa, 937 maddeyi 1030 maddeye çıkarmak, bence, hukuk
tekniği bakımından da isabet kaydetmemiştir. Dolayısıyla, bu değişiklik sonucu
evvelki maddelerin numaraları kaymış ve bugüne kadar binbir gayretle
oluşturulmuş bulunan hukuk kültürümüz, bir anlamda, bence, tahribe uğramıştır. Oysa, Medenî Kanunumuzun menşeî olan İsviçre'de, Medenî
Kanuna yeni maddeler eklenmekte; bu yeni maddeler eklenirken, ilgili olduğu
evvelki maddenin -(a), (b), (c) gibi numaralar verilerek- şıkları olarak
düzenlenmektedir. İkinci bir husus, tasarıda yapılan değişikliklerden
birisi de, sözcüklerle ilgili bulunmaktadır. Dilimizde halen kullanılan, hukuk
ıstılahatında da anlamları tamamen belirlenmiş olan pek çok sözcük, aynı anlamı
ifade ettiği şüpheli olan başka sözcüklerle değiştirilmiştir. Niye buna ihtiyaç duyuldu? Efendim, tamam, Değerli
Komisyon Başkanımız ve Adalet Bakanımız buyurdular ki: Efendim, şu kelimelerle
bu kelimeler arasında mukayese ettiğiniz zaman hangisini tercih edersiniz?
Şimdi, "boş" kelimesi Türkiye'de anlaşılmıyor muydu allahaşkına?!. Ziya Gökalp'in meşhur bir darbımesel haline gelen sözü
var; diyor ki: "Galatı meşhur, lügatı fasihadan evladır." Artık,
Türkiye'ye mal olmuş, Türkiye'nin bir zenginliğidir o kelimeler. Şimdi, o
zenginliği tutar da, gözardı edip de, efendim, bunlar yabancı kelimelerdir... Sayın Bakanım, birçok yabancı dilde -zatıâliniz bunları
bilirsiniz, çok iyi bilirsiniz- bunlar o dilin zenginliği olarak kabul edilir
ve dolayısıyla o dille bütünleşmiştir ve Türkçe ise Türkçe haline gelmiştir. O
sebeple, şimdi "vazife" yi siz, tutar da, efendim, bu yabancıdır...
Köylüye de sorsanız "vazifeyi" bilir, köylüye de sorsanız
"borç"u bilir, köylüye de sorsanız bu tür kelimeleri bilir ve
dolayısıyla, bu, benim dilimin zenginliği haline gelmiştir. İşte, Ziya Gökalp'ın
dediği gibi, galatı meşhur olmuş, lügatı fasihadan evla haline gelmiştir. Onun
İçin, bunları tutup da bu hale getirilirse... "Efendim, bu kelimeler anlaşılmıyor..."
Tamam, çok çok anlaşılmayan bazı kelimeler için, ben sizinle aynı fikirdeyim,
taraftarım; ama, tutup da, artık, benim dilimin zenginliği olmuş, benim dilimin
malı olmuş, her tarafta kullanılan bu kelimeleri, tutar da, hiç o manaya
gelmeyen, ifade yanlışlıklarıyla tamamen malul olan bir şekle sokarsanız,
bence, o dili zenginleştirmemiş olursunuz, güçleştirmiş olursunuz. Onun için,
zaman geçmiş değildir; bu konuda, bence, doğru olan neyse o yapılmalıdır. Tasarıda yapılan değişikliklerden birisi de sözcüklerle
ilgili bulanmaktadır. Dilimizde halen kullanılan, hukuk ıstılahatında da
anlamları tamamen belirlenmiş olan pek çok sözcük, aynı anlamı ifade ettiği
şüpheli olan başka sözcüklerle yer değiştirmiştir. Zamanınızı almamak için
örnekler vermeyeceğim; bunları, bir iki örnekle anlatacağım. Mesela, Medenî Kanunda "mesele" yerine
"konu" sözcüğü kullanılmış. "Mesele" üzerinde ihtilaf
bulunan konu demektir. Siz, tutar da "mesele"yi başka bir sözcükle,
"konu"yla değiştirirseniz... "Konu", "mesele"nin
tam karşıtı değildir Sayın Bakanım; zatıâliniz, bunu çok iyi bilirsiniz.
"Mesele", üzerinde ihtilaf bulunan konudur; ama, "konu" çok
yalın kalmaktadır burada. Onun için maddede yapılan düzenlemede bu konuda anlam
çıkmamaktadır. Yine bir maddede "hak ve nesafet" yerine
"hukuk ve hakkaniyet" sözcükleri kullanılmış. Bu iki sözcük, Arapça
aynı kökten türemiş olup, aynı anlama gelmektedir. Oysa "hak" ve
"nesafet" sözcükleri, aynı anlamlara sahip olan, hâkimin hüküm
verirken göz önünde bulundurma zorunda olduğu adalet ilkelerini ifade eder.
Eğer bu sözcükler daha anlaşılır hale getirilmek isteniyorsa, onların yerine
"hak" ve "adalet" sözcüklerini kullanmak daha isabetli
olur. Yine, bir örnek daha vererek, bu konuyu kapatacağım.
Tasarının birçok yerinde "borç" sözcüğü yerine "yüküm"
sözcüğü kullanılmıştır. Allahaşkına, bu "borç"un yerine
"yüküm" hiç olmuş mudur?! Oysa, hukukçu olmayanlar için
"yüküm" sözcüğü hukuk adına hiçbir şey ifade etmemektedir, buna
karşılık "borç" sözcüğünün anlamı herkes tarafından bilinmektedir. Bir diğer örnek "sıhrî hısımlık"; yine
"kayın hısımlığı" denilmiştir. "Kayın" sözcüğü, aslında,
bir Arapça kelimedir. Yani, bir galat olup, Arapça kökeniyle "kaim"
sözcüğünün yerine gelmektedir. Yani, "kayınbirader",
"kayınpeder", "kayınvalide" derken, gerçek birader, peder
ve validenin yerine geçen, onun yerine ikame olunan, kaim olunan demektir. Bunu
herkes bilmektedir; Türkiye'de, herkes, her kesimde, her bölgede, artık
"kayınbirader", "kayınvalide", "kaynana" denilmektedir.
Yani, bunlar bilinen şeyler. Niye kendimizi zorlayıp da, efendim "kayın
hısımlığı..." YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - "Kayınbaldız"
çıkarıyorsunuz! M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Kayınbaldız... Şimdi, böyle galat ve nesep bağını ifade etmekten uzak
bir sözcükten hareketle, kavram üretmek, pek de bilgili olmakla bağdaşan bir
netice meydana getirmemiştir. Bunun için, eskiden olduğu gibi, Türk toplumuna
da yabancı olmayan "sıhrî hısımlık" deyimi kullanılmalıdır. Ayrıca,
"sıhrî hısımlık" deyimi, kurumu daha iyi ifade etmektedir. Bunları geçtikten sonra, bunun gibi daha birçok, pek
isabet kaydetmeyen kelimeler getirilmiştir. Dileriz ki, bu konuda, tasarıyı
bitirdikten sonra, komisyona bir redaksiyon yetkisi verelim ve dolayısıyla,
bunları yeniden düzenlemek üzere, bu pek de isabet kaydetmeyen yeni kelimeler,
yeni deyimler, yeni sözcükleri redakte edesiniz Sayın Başkan. Değerli arkadaşlar, bunları belirttikten sonra, son bir
cümleyle şunu söylemek istiyorum: Bir ülkenin kanunları, sadece hukukî metinler
olarak kabul edilemez aynı zamanda, o ülkenin dilinin ebedî ifade gücünü ve
güzelliğini de yansıtır. Tasarı, böyle bir anlayış, güç ve güzellikten,
maalesef, mahrumdur. Zira, tasarıyla, Türkçede sadeleşme adına fakirleşme
yapılmış, edebî hiçbir değeri bulunmayan, benim Türkçemde "basit"
denilecek sözcüklerle yer değiştirilmiştir. Bunu belirttikten sonra, miras hukukuyla ilgili olan
konuya temas etmek istiyorum. Miras hukuku, ölen bir insanın mamelekinin, hak,
alacak ve borçlarının hakikî ve hükmî şahıslara intikalini tanzim eden
kaidelerin bütünüdür. Bu bakımdan, miras hukuku, yaşayanlar arasındaki
münasebeti değil, ölümden sonra netice doğuran hususları düzenler. Bunun
içindir ki, bir hakikî şahsın ölümü olarak ve ölen kişiden kalan bu mal
varlığının, ölümünden sonraki hali, mevcut Medenî Kanunumuzda olduğu gibi,
görüşülen tasarıda, Üçüncü Kitapta yer almaktadır. Bir yerde, ölen kişinin
malları arasında hukukî ihtilafları gidermeyi amaçlamaktadır. Miras hukuku,
ölen kimsenin mallarının sağlara geçişini düzenleyen bir hukuk dalı olduğu
için, miras hukukunun ölüme bağlı bir mallar hukuku olduğu söylenebilir. Bu
suretle, hayatın ötesine giden, âdeta ebedî kredi imkânı sağlayan bir sistemdir
miras hukuku. "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir." Bu,
Anayasamızın metnidir ve 35 inci maddede, miras hukukuna bu kadar önem
verilmiştir. Bunları anlattıktan sonra, miras hukukunun -zamana
bakıyorum- bu geçen zaman içinde, esas maddede görülen, miras hukukunda görülen
bazı konuların düzeltilmesi hususuna temas etmek istiyorum. Şimdi, tasarıda, mevcut Medenî Kanunun İsviçre Medenî
Kanunundan zamanında yapılan tercümesi sırasında düşülen hatalar giderilerek,
düzenlenmesi yoluna gidildiği görülmektedir. Örneğin, tasarının 655 ve 669 uncu
maddeleri İsviçre'deki kaynağının doğru tercümesi yapılarak, yeniden
düzenlenmiştir. Tasarıda, maddî olmamakla birlikte, miras bırakanın
ölümüyle, ona ait olan madalya, nişan ve bunun gibi değer arz eden varlıklar ve
bunların mirasçılar arasında paylaşımıyla ilgili açık ve yeterli bir
düzenlemeye yer verildiği söylenemez. Her ne kadar, tasarının 653 üncü
maddesinde bundan bahsedilmiş ise de, madalya ve nişanlar eşya ya da belge
olmadığından, bunlara hangi hükümlerin uygulanacağı tereddüte yol açmaktadır. Tasarının vasiyeti düzenleyen 502 nci maddesinde de,
miras bırakanın vasiyet düzenleme tarihinde 15 yaşını doldurmuş olması şartı
aranmaktadır. Bu hükme göre, mahkeme kararıyla rüştünü 14 yaşında kazanan bir
kadın, evlendiğinde dava ehliyetine, hukukî işlem yapma ehliyetine sahip
olmasına karşın, vasiyetname düzenleyememektedir. Bu nedenle, yaş şartının
kazaî rüşt yaşıyla paralel düzenlenmesi gerekir. Yine, mirasçılıktan çıkarmaya ilişkin 510 uncu maddede
"mirasçı, mirasbırakana veya mirasbırakanın yakınlarından birine ağır bir
suç işlemişse" hükmüne yer verilmiştir. Mirasbırakanının yakınlarından
kastedilen kişilerin kimler olduğu açık değildir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN- Efendim, toparlayacaksınız ümit ediyorum. M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla)- Hay hay Sayın Başkan. Bunlar, sadece kan hısımları mı, yoksa sıhrî hısımlar
da buna dahil mi ya da yakınlık kavramı, hısımlık dışında bir yakınlığı da
kapsıyor mu? Tasarının mirasla ilgili düzenlemelerinde
"önmirasçı" gibi birtakım yeni kavramlara yer verilmiş; bu kavramlar
ve mirasla ilgili temel kavramların tamamına tasarıda yer verilmemiştir. Ana
babanın sosyal güvenceden yoksun olarak, gerektiğinde bütün mal varlığını
harcayıp yetiştirdiği çocuğunun bakımı altındayken çocuğun kaybedilmesi
halinde, onun mirasında altsoy bulunamaması halinde yararlanamaması, Türk
toplumunun yapısı, ana babaya olan vefa borcu ve ana-babanın sosyal güvenceden
yoksunluğuyla bağdaşmadığından, tasarıda altsoy bulunsa dahi, kısmen de olsa
ana babanın mirasçılığına yer verilmesi yerinde bir düzenleme olurdu. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım,
tamamlıyorum. BAŞKAN - Teşekkür edeceksiniz... M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Evet, sağ olun. Yine, tasarının 589 uncu maddesinde, tereke mallarının
koruması için hâkimin resen alacağı önlemlere dair giderlerin devletçe
karşılanacağı belirtilmesine rağmen, bu giderlerin kaynağının yasada açıkça
belirtilerek uygulamada karışıklıklara ve zorluklara meydan verilmemesi
gerekiyordu. Zamanı daha fazla aşmamak için, sözlerimi burada
bitirmek istiyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim ben de. M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Sizlere teşekkür
ediyorum ve hayırlı, uğurlu olsun diyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sağ olun efendim. Efendim, söz sırası Saadet Partisinde. Saadet Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
Osman Yumakoğulları. Nerede?.. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Ahmet Cemil
Tunç'u davet buyurur musunuz... BAŞKAN - Öyle mi yapalım? İkisi de geldiler efendim, ama... OSMAN YUMAKOĞULLARI (İstanbul) - Sayın Başkan, ben daha
sonra konuşacağım. BAŞKAN - Peki efendim... O zaman, Saadet Partisi Grubu adına, Elazığ
Milletvekili Sayın Ahmet Cemil Tunç, buyurun. (SP sıralarından alkışlar) Bir dakika... Bölelim zamanı Sayın Bakanım. Buyurun efendim. SP GRUBU ADINA AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) - Sayın
Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile
Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde
Saadet Partisi adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, siz değerli
arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. Aslında, söze başlarken, kanunun gerekçesi üzerinde
birkaç şey söylemek istiyordum; ancak, şimdiye kadar bu kanunun maddesi,
bölümleri üzerinde konuşan arkadaşlar, bunlarla ilgili çekincelerini çok açık
bir şekilde ortaya koydular, eleştirdiler, tenkit ettiler. Ben de,
arkadaşlarımızın bu eleştirilerine katıldığımı, böyle bir üslubu, böyle bir
anlayışı, böyle bir inancı, böyle bir yaklaşımı reddettiğimi konuşmamın başında
ifade etmek istiyorum. Bu bölüm üzerinde, ben ve değerli arkadaşım beraber
görüşlerimizi, Partimizin düşüncelerini açıklamaya çalışacağız. 10 dakika
içerisinde 495 ve 501 inci maddelerle ilgili düşüncelerimi ben açıklamak
istiyorum. Bu bölümde, yani, Üçüncü Kitabın Birinci Kısmının,
Birinci Bölümünde, yani "Yasal Mirasçılar" bölümünde bazı hüküm
değişiklikleri yapılmış, yeni hükümler getirilmiş; bunun yanında, dilde
sadeleştirme adıyla da bir şeyler yapılmış. Sadelik olmuş mu olmamış mı; onu
Yüce Meclisin takdirine bırakıyorum. 496 ncı maddede bir hüküm değişikliği söz konusu değil;
ancak, burada, bir takdim tehir yapılmış. Eski metinlerde baba ve ana şeklinde
geçerken, takdim tehirle, önce ana sonra baba olarak, babaya anaya saygı
babından, değiştirilmiş; böyle bir takdim tehir yapılmış. Bir hüküm değişikliği 497 nci maddede söz konusu.
Buraya bir hüküm eklenmiş; büyük analar ve büyük babaların kendi çocukları,
yani, mirasbırakanın amcası, halası, dayısı, teyzesi hayatta iseler,
mirasbırakandan önce ölmüş olan büyük analar ve büyük babalardan düşen miras
paylarını onların çocuklarına, yani, amcasına, halasına, teyzesine geçmesi
imkânını temin ediyor, getiriyor. Şu andaki, yürürlükteki Medenî Kanunun 441
inci maddesinde, 3678 sayılı Kanunla yapılan değişiklik, söz konusu kimselere,
yani, büyük analara ve büyük babalara böyle bir imkânı tanımıyordu; bu
maddeyle, böyle bir imkân tanınmış. Maddenin gerekçesinde de, bu hükmün, Türk
toplumunun aile yapısına, amca, hala, dayı ve teyze ile yeğenleri arasındaki
aile yapısına ters düştüğü ifade edilmektedir. Bu sebeple, yapılan
değişiklikle, sağ kalan eş varsa, büyük analar ve büyük babalardan birinin
miras bırakandan önce ölmüş olması halinde, ona düşen pay, kendi çocuğuna,
yani, miras bırakanın amcasına, halasına, dayısına ve teyzesine geçiyor. Burada yapılan bir başka hüküm değişikliğiyle, Medenî
Kanunun 498 inci maddesinde, evlilik dışı doğan çocuklarla alakalı yeni
düzenlemeler getiriliyor ve evlilik dışında doğmuş olan çocuklar ve hâkim
kararıyla, hükmüyle tespiti yapılanlar, evlilikteki gibi, hısım olarak, mirasçı
olarak kabul ediliyor. Yani, evlilik dışı çocuk, nesebi sahih çocuk gibi kabul
ediliyor bu düzenlemeyle. 500 üncü maddedeki değişiklikle, nesebi sahih ve nesebi
sahih olmayan çocukların aynı olduğu ifade ediliyor. Burada, evlat edinme hususunda da bir değişiklik var;
evlat edinilene de mirastan pay alma hakkı tanınmış oluyor. Bütün bu
değişiklikler bu bölümde var. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hukuk tarihî
araştırmaları ve günümüz hukuk sistemleri göz önünde bulundurulduğu zaman,
miras konusunda, üç ayrı temayülün orta yerde olduğunu, üç sistemin bulunduğunu
görüyoruz. Bu sistemlerden birincisi, aileyi koruyan sistemdir. Bir kimsenin
ölümünden sonra mallarının ailesi içinde kalması, en eski ve en aslî bir insanî
hisse dayanmaktadır. Miras bırakanın mallarının ailesi içinde kalması
düşüncesi, insanın doğal, fıtrî, tabiî bir düşüncesi, bir dayanağıdır. Aileyi
koruyan eğilimi, mirastan mahrumiyeti ağır şartlara bağlayan Hammurabi
Kanunlarında görebiliyoruz ve yine, bir erkek evladı olmadan ölen kocanın dul
karısını kardeşinin alması zorunluluğunu getiren eski İsrail hukukunda ve
mirasçıyı Allah'ın tayin ettiği fikrini benimseyen Cermen hukukunda bu
düşünceye, bu anlayışa rastlıyoruz. Bu eğilimin egemen olduğu hukuk
anlayışlarında, ferdin mülkünün bütünüyle mirasçılarına kalması bir zorunluluk
olmuştur. Kişinin, malı üzerinde mirasçıların aleyhine sonuç verecek bir
tasarrufta bulunması kabul edilemez. Cermen hukukunda, vasiyet, söz konusu bile
değildir. Çağımızdaki hukuk sistemlerine baktığımız zaman, bu sistemin yumuşatılmış
kısmını görüyoruz. İkincisi, ferdiyetçi ve bireysel sistemdir. Bu sisteme
göre, miras bırakan, malları üzerinde, serbestçe, istediği tasarrufu yapabilir;
özellikle, ölümünden sonra, bunların kime geçeceğini, serbestçe, istediği gibi
tayin edebilir. Bu düşünce, Roma hukukunun temel anlayışı olduğu içindir ki,
vasiyetin, bu hukuk sistemi içerisinde özel bir yeri vardır. Batı Avrupa'nın
hukuk tarihinde, birbirine zıt olan bu iki eğilimin bir süre egemen olduğunu;
ancak, zamanla aşırılıkları giderilerek, zamanımız hukuk sistemleriyle
bağdaştırıldıklarını görüyoruz. Bir üçüncüsü de, kolektivist veya sosyalist sistemdir
ki, bu sistemin temeli bireysel mülkiyeti redde, inkâra dayandığı için, kişi
öldükten sonra geride bıraktığı bir şey söz konusu olmadığı için, sistemli bir
hale gelmiş bir veraset sistemi söz konusu değildir sosyalist sistemlerde.
Sosyalist ideolojinin hüküm sürdüğü Sovyet Rusya'da ve Çin'de bir zaman söz
konusu olmayan vasiyet, dışa açılma, liberal bir ekonomik sistemi ve bireysel
hürriyeti, kısmen de mülkiyet hürriyetini tanıma sonucunda veraset buralarda da
konuşulur olmuştur. Görülüyor ki, bu üç sistemin de içinde barındırdığı
aşırılıklar var; hem bireysel sistem hem aileyi koruyan sistem hem de kolektif
sistemin içinde aşırılıklar var; ifrat var, tefrit var. Dolayısıyla, bunların
mücerret uygulanmasıyla adaletin tecellisinin mümkün olmadığını hemen ifade
etmek istiyorum. Her konuda olduğu gibi, insan fıtratına uygun, toplumun
maslahatını havi miras sistemiyle ancak adaleti tesis etmek, tecelli ettirmek
mümkün olabilir. Veraset sisteminin, aşırılıklarından arındırılması
gerekir. Veraset, bir sistem olarak görülmelidir. Mülkiyet hakkının kabul
edilmesi yanında, miras bırakmak isteyen kişiye üçte 1 oranında bir tasarruf
yetkisi verilerek ferdiyetçi anlayışa yaklaşılabilmelidir diye düşünüyorum. Yine, miras hukukunda, mirasçıların tespitinde çerçeve
geniş çizilmelidir. Böyle olduğu takdirde, sistemde servetin bazı ellerde
toplanması yerine, nispeten serveti dağıtma yoluna gitmiş olabiliriz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) - Sayın Başkanım, inşallah,
1 dakika içinde bitiriyorum. BAŞKAN - Buyurun efendim. AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) - Sayın Başkanım, 1 dakika
içinde bir iki şey söylemek istiyorum. Şu andaki miras hukukumuzda, mirasçılar, tereke
borçlarından sorumlu olmamalıdırlar diye düşünüyorum. Tereke malları dışındaki
alacaklar, varislerden talep edilmemeli. Medenî hukukumuzda, mirasçıların
mirası reddetme hakları var. Ancak, bunun, pratikte bir faydası yok. Ölenin
borçlarından şahsen sorumlu olmadıkları için, mirasın reddedilmesinin pratikte
bir faydasının olmadığı ortadadır. Var ise, vasiyetinin geçerli olmaması
gerektiğine inanıyorum; çünkü, bu takdirde, varisler arasında tatsızlık,
hoşnutsuzluk söz konusu olabilir. Varisler arasında birini diğerlerine şöyle
veya böyle tercih söz konusu olursa, aile bireyleri arasındaki eşitsizlik böyle
bir kargaşaya sebep olur ki, böyle bir düzenlemenin doğru olmadığı
kanaatindeyim. Daha başka şeyler de söylemek istiyordum; ancak,
vaktimiz yetmedi. Arkadaşımın da zamanına tecavüz etmemek ve sabrınızı taşırmamak
için sözlerimi kesiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Osman
Yumakoğulları'nda. Buyurun efendim. SP GRUBU ADINA OSMAN YUMAKOĞULLARI (İstanbul) - Değerli
Başkan, sayın milletvekilleri; 723 sıra sayısıyla gündemde yer alan Türk Medenî
Kanunu Tasarısının Üçüncü Kitabı olan Miras Hukukunun İkinci Bölümünü içeren
Ölüme Bağlı Tasarruflar üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım;
bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, 4 Ekim 1926 tarihinde
yürürlüğe giren Türk Medenî Kanunu yetmişaltı yıldır halkımıza hizmet
vermektedir. Daha doğrusu, bu kanunla ulusal toplum yaşamı düzenlenmeye
çalışılmıştır. Ancak, geçen yetmişaltı yıllık zaman diliminde dünyada birçok
savaş olmuş, uluslararası ticarî, ekonomik ve sosyal işler sonucunda oluşan
ilişkiler yeni hukukî düzenlemeleri kaçınılmaz hale getirmiştir. Değerli milletvekilleri, kanunlarımız, mevzuatımız,
maalesef, halkımıza, zaten zor olan sosyal hayatı daha da zorlaştırmaktadır. Bu
yeni Medenî Kanun Tasarısıyla, dileriz, halkımıza daha iyi bir yaşantı sağlar,
uygar toplumların sahip olduğu standartlara kavuştururuz. Bu yeni tasarıyla, Medenî Kanunumuz, daha basit hale
getirilmiş, sadeleştirilmiş ve çağdaş toplumların sahip olduğu değerlere
ulaşmış olacaktır. Kanunlaşacak olan bu yeni tasarıyla, tıkanan adalet
sistemimizin önünün açılacağına ve yargıçlarımızın, kanun ve adalet sistemimiz
içerisinde, dosya yoğunluğuyla âdeta boğulmaktan kurtulacağına da inanmak
istiyoruz. Bu yeni tasarıyla, yargıçlarımızın işleri kolaylaşacak, adaletin
daha seri çalışması ve çabuk sonuçlanması sağlanmış olacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi,
Medenî Kanunumuz, kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku
bölümlerinden oluşmaktadır. Burada, sizlere, üçüncü kitapta yer alan miras
hukukunun ikinci Bölümü olan "Ölüme Bağlı Tasarruflar" üzerinde
birkaç cümle söylemek istiyorum. Değerli arkadaşlar, "Ölüme Bağlı Tasarruflar"
bölümü, yeni Medenî Kanunumuzda, "Tasarruf Ehliyeti", "Tasarruf
Özgürlüğü", "Ölüme Bağlı Tasarrufların Çeşitleri", "Ölüme
Bağlı Tasarrufların Şekilleri", "Vasiyeti Yerine Getirme Görevlisi",
"Ölüme Bağlı Tasarrufların İptali ve Tenkisi" ve "Miras
Sözleşmesinden Doğan Davalar" olarak yedi ayırım şeklinde yer almaktadır. Sayın milletvekilleri, yeni tasarıyla "Tasarruf
Ehliyeti" başlığında yer alan mevcut Türk Medenî Kanunumuzun 449 uncu
maddesi daha sade ve anlaşılır bir hale getirilmiştir. Yine, 450 nci maddeye
yeni eklemeler yapılarak, "kısıtlı olmama" koşulu maddeye dahil
edilmiştir. "Tasarruf Ehliyeti" başlığındaki 451 inci maddede
"Batıl tasarruflar" şeklindeki kenar başlığı "İrade
sakatlığı" olarak değiştirilmiştir. Tasarının 504 üncü maddesinde yer alan
bu değişiklikte, aldatma, korkutma, zorlama gibi ölüme bağlı tasarrufları
geçersiz saymaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; "Ölüme Bağlı
Tasarruflar" bölümünün ikinci ayırımı "Tasarruf Özgürlüğü" başlığıyla
yer almaktadır. Bu kısımda 9 adet madde yeniden düzenlenmektedir. Buna göre,
mevcut yasanın 452 nci maddesi sade ve anlaşılır bir dilde yeniden ifade
edilmiştir. 453 üncü maddesi yeniden düzenlenmiştir. Mevcut kanunun 453 üncü
maddesi yeni tasarının 505 inci maddesi olarak yer almış olup, mevcut yasadaki
saklı paylı mirasçılar ve bunların saklı payları hükme bağlanmıştır. Miras
bırakanın tasarruf özgürlüğünün genişletilmesi dikkate alınarak, saklı pay
oranları yeniden belirlenmiştir. Mevcut yasanın 454 üncü maddesindeki tasarruf
edilebilir kısmın hesabı, 507 nci maddeyle yeniden düzenlenmektedir; yeni
maddede, miras bırakanın ölümü anındaki değerleriyle dikkate alınması yer
almaktadır. Burada, miras bırakan ile birlikte yaşayan ve onun tarafından
bakılan kimselerin geçim giderleri için süre bir aydan üç aya çıkarılmıştır. Sayın milletvekilleri, "Tasarruf Özgürlüğü"
başlığının 455 ve 456 ncı maddelerinin hükümleri değişmemiş olup, sadece 456
ncı maddesindeki "ivazsız" terimi yerine "karşılıksız",
"iştira kıymeti" teriminin yerine de "satın alma değeri" terimi
kullanılarak, tasarıda 508 ve 509 uncu madde olarak yeniden düzenlenmiştir. Değerli arkadaşlar, "Tasarruf Özgürlüğü"
bölümünde yer alan "mirascılıktan çıkarma", "hükümleri",
"ispat yükü", "borç ödemeden aciz sebebiyle mirasçılıktan
çıkarma" başlıklı maddelerde de yeniden düzenlemeler yapılmış ve
sadeleştirilerek, bazı terimlere yeni karşılıklar verilmiştir. Mevcut yasada yer alan "ağır bir cürüm"
deyimi "ağır bir suç" olarak, "murisine veya ailesine karşı
kanunen mükellef olduğu vazifeleri" deyimi "mirasbırakana veya
mirasbırakanın ailesi üyelerine karşı aile hukukundan doğan
yükümlülükleri" olarak "beyyine külfeti" deyimi "ispat
yükü", "keenlemyekün" deyimi "iptal olunur" olarak
değiştirilmiştir. Yine, bu kısımda "mirasçılıktan çıkarılanın miras
hissesinin diğer mirasçılara intikalinin önkoşulu, miras bırakanın bu pay
üzerinde tasarrufta bulunmamasıdır"
hükmü tasarıya yeni girmiştir. "Miras bırakan, sadece çıkarmayla yetinmeyip
çıkardığı mirasçının hissesinde tasarruf etmesi hali" cümlesi de bu
tasarıya girmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; miras hukuku
kitabının ikinci bölümünün üçüncü ayırımı "Ölüme Bağlı Tasarrufların
Çeşitleri" başlığını taşımaktadır. Yeni tasarıyla, bu başlık da, 514 üncü maddeden
başlayarak 529 uncu maddeye kadar olan bölümü kapsamaktadır. Bu bölümde, tasarının 514 üncü maddesine, miras
bırakanın üzerinde tasarruf etmediği terekenin yasal mirasçılarına kaldığı
hükmü eklenmiştir. Mevcut kanunun 462 nci maddesi, tasarıyla, 515 inci
madde olarak yeniden düzenlenmiş, burada "kanuna yahut âdabı umumiyeye
mugayir" deyimi yerine "hukuka veya ahlaka aykırı" deyimi
kullanılmıştır. Yine, tasarının 516 ncı maddesiyle, terekede tek varlık
olan belli bir malın vasiyet edilmesi halinde, somut olayın özelliğine göre bu
tasarrufun gerektiğinde mirasçı atama olarak yorumlanabilmesi olanağı
getirilmiş; 517 nci maddesiyle de, "muayyen malda tasarruf" ve
"muayyen mal vasiyeti" deyimleri yerine "belirli mal
bırakma" deyimi kullanılmıştır. Sayın milletvekilleri "Ölüme Bağlı Tasarrufların
Çeşitleri" bölümünün 518 inci maddesi, mevcut yasanın kenar başlığını
yeniden düzenleyerek "Teslim borcu" olarak ifade edilmiştir. Tasarıda, miras hukuku "Ölüme Bağlı Tasarrufların
Çeşitleri" bölümünün dördüncü ayırımı "Ölüme Bağlı Tasarrufların
Şekilleri" olarak yer almaktadır. Yine, tasarının 531 inci maddesinden 549 uncu maddesine
kadar olan kısım, ölüme bağlı tasarruf şekillerini içermektedir. Tasarıyla, mevcut yasanın 478 ilâ 496 ncı maddeleri
yeniden düzenlenerek, daha sade bir hukuk dili kullanılmıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, süreniz bitti; toparlarsanız
minnettar kalırım. Buyurun. OSMAN YUMAKOĞULLARI (Devamla) - Teşekkür ederim Değerli
Başkanım; toparlıyorum. Yeni tasarıyla "ölüme bağlı tasarrufların
şekilleri" kısmında geçen "okuyamama veya imza edememe" cümlesi,
"bizzat okumaz veya okuyamazsa ve bizzat imzalamaz veya
imzalayamazsa" olarak, yine, mevcut yasanın 483 üncü maddesinin kenar başlığı
"Düzenlemeye katılma yasağı" olarak ve 455 inci maddenin "namzet
tayini" kenar başlığı da "belirlenmesi" şeklinde
değiştirilmiştir. Değerli arkadaşlar, mevcut yasanın 473 üncü maddesine
yeni bir fıkra eklenilmiş, tasarının 526 ncı maddesi olarak yeniden
düzenlenmiştir. Bu yeni 526 ncı maddeye eklenilen fıkrayla, vakfın, ancak
tüzelkişilik kazanması için gerekli yasal koşulların gerçekleştirilmesiyle
doğmuş olabileceği ifade edilmektedir. Kanunun 474 üncü maddesinin kenar başlığı da "Miras
mukaveleleri" yerine, "Miras sözleşmeleri" olarak
değiştirilmiştir. Yine, tasarının 529 uncu maddesi düzenlenirken, mevcut
maddenin daha açık ve anlaşılır hale getirilmesi amacıyla bir fıkra
eklenmiştir. 529 uncu maddede, feragat sözleşmesi belli bir kişi veya kişiler
lehine yapılmamış ve miras bırakan bu paydan sonradan da tasarruf etmemişse,
feragat edenin en yakın ortak kökün altsoyu lehine olduğu kabul edilerek, madde
son şeklini almıştır. Hayırlı olması dileğiyle, hepinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisinde; Kilis
Milletvekili Sayın Mehmet Nacar; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) Sürenizi iyi kullanacağınızı ümit ediyorum. MHP GRUBU ADINA MEHMET NACAR (Kilis) - Efendim, Yılmaz
Karakoyunlu'nun, Sayın Bakanımızın, Meclisten ayrılarak Bakanlar Kurulunda yer
almış olmasını, hakikaten, bazı hususları tekrar etme ve bildirme noktasında
bir kayıp olarak görüyorum. Israrlı söylemleri sonucu, bu kürsüye güzel bir
zamanölçer, saat kazandırdı; ama, maalesef, hâlâ, mikrofonun boyunun
uzatılmasını temin edemedi. (Alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi, mikrofonun boyunun uzatılması
yerine, o kürsünün oradan kalkması lazım. Bakın, şimdi, stenograf
arkadaşlarımız duymuyorlar, çukurda kaldıkları için; yavaş sesle konuşan sayın
üyeleri ben hiç duymuyorum. Bir de, kürsünün durumu nedeniyle, konuşmacı, Bakanlar
Kuruluna arkasını dönüyor... Onun için, deveye sormuşlar "neren eğri"
diye... Bilmiyorum... MEHMET NACAR (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. MEHMET NACAR (Devamla) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısı
ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 6
ncı ve 7 nci bölüm olarak görüşülen, miras hukukuna ilişkin olarak tertip
edilen maddeler üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım; bu vesileyle, Muhterem Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına
selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, iki haftadan bu yana Genel
Kurulda Medenî Kanun Tasarısını görüşüyoruz; bahse konu tasarı, 1030 maddeden
meydana gelmiş olan bir yasa tasarısıdır. Malumunuz olduğu üzere, bu tasarı,
Genel Kurulda iki haftadan bu yana görüşülmektedir; ama, Genel Kurulda
görüşülmeye başlanmazdan önce Adalet Komisyonunda iki yıldan bu yana üzerinde
çalışılmıştır. Yine, Adalet Komisyonunun oluşturduğu alt komisyon, bu tasarı
üzerinde bir yıldan fazla emek sarf etmiştir. Tasarının serüveni sadece iki yılla sınırlı değildir;
elli yıllık bir değişiklik düşüncesinin son adımlarıdır. Elli yıllık süre
içerisinde, değişik tarihlerde oluşturulmuş olan, ilim adamları, Adalet
Bakanlığı personeli ve uygulayıcılardan oluşan Medenî Kanun komisyonlarının
vücuda getirdikleri bu tasarı, büyük bir emeğin mahsulüdür. Huzurunuzda görüşülen ve yüksek iradenizle kabul
göreceğine inandığım bu tasarının, takdir edilecek veya eleştirilecek yönleri
bulunmaktadır; ama, benden önceki konuşmacıların da haklı olarak belirtmiş
oldukları gibi, tasarının bu hale getirilmesine kadar her aşamada emeği
geçenlere teşekkürlerimi ifade etmeyi bir borç bilirim. Yine, Genel Kurulda
görüşmeler sırasında katkı temin eden ve oylarıyla yasalaşmasını temin edecek
siz değerli üyelere de şükranlarımı arz ederim. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; elli yıllık emeğin
ve birikimin bir eserini görüşüyoruz. Anne rahminden, ölüm sonunda dünyada
kalan varlıklarımızla ilgili tüm hususları her yönüyle düzenleyen bir temel
yasa tasarısını görüşüyoruz. Bu yasa tasarısının, her bir kelimesinin büyük
emekler ve birikimlerin nakış nakış işlendiği, birey ve toplum hayatımızda bu
denli önemli olmasına rağmen, gereken ilgiyi ve tepkiyi görmediğini üzülerek
ifade etmek istiyorum. Yüce Meclisin dinleyici localarına baktığımda, sivil
toplum örgütlerinin, akademik zevatın, baro ve Barolar Birliği yöneticilerinin
olmadığını görüyorum. Tüm yazılı basına her sabah göz attığımda, konuya teknik
ve detaylı olarak geniş yer verilmediğini görüyorum. Televizyon kanallarına göz
attığımda, sadece haber saatlerinde çok kısa olarak duyurulduğunu görüyorum.
Yazılı basın ve televizyonlarda, konunun sadece şeklî bir hususa odaklanmış ve
magazinvari olarak yer verilmesinin, duyarsız, sorumsuz ve bilinçsiz bir
yaklaşımın acı örneği olarak takdirlerinize sunuyorum. Yine, hatırlanacağı üzere, Yüce Meclis, geçen ay
içerisinde köklü ve kapsamlı anayasa değişikliği yaptı. Toplumun her kesimi
tarafından yoğun olarak eleştirilen 1982 Anayasasının temelini teşkil eden
maddelerde yeni ve çağdaş düzenlemeler yaptı. Türk demokrasi hayatında ilk
sivil anayasanın temellerini attı. Ne acıdır ki, yapılan bu reform
niteliğindeki değişiklikler, tıpkı bugün Medenî Kanun Tasarısında olduğu gibi,
sadece şeklen ve magazinvari olarak ele alındı. Yüce Meclis, haksız ve çirkin
ithamlara muhatap kılındı. Yapılan bu çirkin ve haksız ithamları yapanlar
kadar, bu zeminin doğmasına çanak tutan Sayın Cumhurbaşkanının da tarih önünde
demokrasi ve hukuk anlayışları hak ettikleri yeri alacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, sorumluluğunun
bilincindedir ve birikiminin gereği olarak, toplumun ihtiyaçları ve modern
çağın gerekleri olan temel yasal düzenlemeleri yapmaktadır ve yapacaktır. Yüce
Meclis, bu kutsal görevini yerine getirirken, kendi dünyasında bencil olarak,
sorumluluklarından bihaber yaşayan kişi
ve kurumlardan alkış ve takdir de beklememektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarı üzerinde
İkinci Kitapta yer alan, mirasa ilişkin olarak düşüncelerimizi ifade etmeden
önce, yasa tasarısının geneliyle ilgili olarak bazı hususlara temas etmek
istiyorum. Malumunuz olduğu üzere, Türk Kanunu Medenîsi, 1926 yılında yürürlüğe
girmiştir. Aradan geçen yetmişbeş yıllık zaman içerisinde bireysel yaşamda ve
toplumsal hayatta büyük değişiklikler olmuştur. Kanunlar da, kabul edildikleri
dönemin anlayışı ve geleceğe ilişkin beklentilerini karşılayacak öngörüyle
hazırlanırlar. Türk Milleti, cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ve Türk toplumu için bir hedef koymuştur; bu hedef, çağdaş
medeniyet seviyesinin yakalanmasıdır. Geçen zaman içerisinde, yönetim, yargı,
eğitim, kültür ve benzeri alanlarda yapılan reformlar amacına ulaşmıştır.
Medenî Yasa da, Türkiye Cumhuriyetinin çağdaşlaşma anlayışı içinde hukuk
reformlarının bir parçasıdır. Muhakkak ki, zaman içerisinde ömürlerini
tamamlama noktasına gelmiştir. Bu çerçevede, 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe
giren Türk Kanunu Medenîsinin de, geçen zaman içerisinde, revize edilmesinin
gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, Medenî Kanunun ilmî ve içtihadî
gelişmeler ışığında yeniden kaleme alınması da, bu ihtiyacın sonucudur. Bu ihtiyacı karşılayacak değişiklikler yapılırken,
geçen zaman içerisindeki hukuk birikimimiz, ilmî, hukukî ve yasama
tecrübelerimiz, kendi hukukumuzu oluşturmaya yeterlidir. Türk hukuk tarihimiz,
yasa iktibasından özgün yasa oluşturma aşamasına gelmiştir. Bu sebeple, genel
gerekçede belirtilen kaynak İsviçre Medenî Yasasının referans norm olarak
alınması ve bazı maddeler için hâlâ motomot taşınmaya çalışılması haklı ve
yerinde değildir. Sayın milletvekilleri, Medenî Yasanın yeniden kaleme
alınmasıyla birlikte, yazım dilinin, günün konuşma ve yazım diline uygun ve
anlaşılabilir hale getirilmesi bir zaruretin sonucudur. Yasanın kabul edildiği
dönemde, günlük yaşamda kullanılan dilde geçmişin derin etkileri bulunmaktadır.
Bu etken sonucu, yasanın dilinde Arapça ve Farsça kelimelerin ağırlığı kendini
fazlasıyla hissettirmektedir. Bu çerçevede, yasa tasarısının yeniden kaleme
alınırken, sadeleştirilerek, anlaşılabilir hale getirilmesi ve yasa tasarısının
dilinin sadeleştirilmesi yerinde bir anlayışın ifadesidir. Zira, anlaşılabilir bir dille yazılmış olan yasa, dilin
zenginleşmesinin yanı sıra, geleceği de karşılamaya hazırlanmış demektir;
fakat, yerleşmiş olan ifade ve terimlerin değiştirilmesi dilin fakirleşmesi
sonucunu doğurduğu gibi, yerleşik ifadeyi ortadan kaldıramayacağı için de ikili
ifade tarzının doğmasına sebep olacaktır. Genel olarak eleştirilen bu hususlara
katıldığımı belirtmeden geçemedim. Mevcut Medenî Yasanın genel yapısı ve sistematiği
muhafaza edilmiştir. Tasarı, mevcut kanunda olduğu gibi, başlangıç, kişiler
hukuku, aile hukuku, miras hukuku ve eşya hukuku olmak üzere 4 kitap halinde
düzenlenmiştir. Kitaplar mevcut ayırımlara tabi tutulmuş; bu düzenlemelere
sadık kalınırken, sadece bölümler devam eden numaralarla düzenlenirken bu
sistemden uzaklaşılmış, kısımların ayrıldığı her bölüm ayrı ayrı
numaralandırılmıştır. Böylece, her kısmın kaç bölüm olduğu kolayca
anlaşılabilir hale getirilmiştir. Hukuk hayatımızda yetmişbeş yıllık birikimi olan bir
yasanın yerleşmiş madde numaralarının değiştirilmiş olması büyük bir kayıptır. Genel gerekçede, madde
numaralarının muhafaza edilmek suretiyle kaleme alınması düşünüldüğü, fakat,
madde sayısının fazlalığı ve yasaya yeni giren maddelerin yerleştirilmesindeki
zorluktan dolayı benimsenemediği ifade edilmiştir. Hukuk kültürünün ve
birikimin bir şartı da, sürekliliğin temin edilmesidir. Sistematiğin bu yönüyle
değişikliğinin bir kayıp olduğu düşüncesine katıldığımı ifade etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, kanun tasarısı sistematiği
içerisinde, başlangıç kısmında, dilin sadeleştirilmesi dışında büyük
değişiklikler getirilmemektedir. Kişiler hukukuna ilişkin olarak, dilin
sadeleştirilmesi yanında, uygulamadan doğan aksaklıkların ortadan
kaldırılmasına yönelik değişiklikler yapılmıştır. Örnek vermek gerekirse, kişi
hak ve menfaatlarının korunması yönünde elde edilen hukuksal kazanımlar bu
bölüme taşınmıştır. Kişisel durum sicilleri, yani eski ifadeyle ahvali şahsiye
sicil kayıtlarının tutulmasından doğan zararların tazmini hususuna, devletin,
kusurlu memura rücu etmek kaydıyla tazmin etme şartı getirilmiştir. Kabul edelim veya etmeyelim, toplumumuzun bir gerçeği
olarak ortaya çıkan cinsiyet değişikliğine objektif normlar getirilmeye
çalışılmıştır. Cinsiyet değişikliğinin, ancak belirli şartların yerine
getirilmesi halinde yapılmasına müsaade edilir düzenlemeler yapılmıştır. Eşya hukukuna ilişkin olan kısımda da, dilin
sadeleştirilmesi dışında önemli değişiklikler yapılmamıştır. Bu kısımda değişiklik
yapılmaması da doğaldır; zira, insan ilişkilerini düzenleyen ilk hukuk
normları, mülkiyet hakkına ilişkin olmuştur. Mülkiyet hakkına ilişkin
değişikliklerin uzun zamanda ortaya çıkması, bu konuda fazla değişiklik
yapılmasına imkân tanımamaktadır. Toplum hayatına giren mülkiyete ilişkin yeni kurumlar
düzenlemede yer bulmuştur. Kat karşılığı inşaat sözleşmesi gibi kurumlar,
Medenî Kanuna taşınmıştır. Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Medenî
Kanun Tasarısının en önemli ve esaslı değişiklikleri aile hukukuna ilişkin olan
kısımda yapılmıştır. Yapılan değişikliklerden sadece mal rejimine ilişkin
olarak yoğun tartışmalar, yapılan diğer değişiklikleri gölgelendirmemelidir. Toplumumuzun aile ve sosyal hayatındaki gelişmeler
evlenme kurumuna da yansımıştır. Okuma oranının yükselmesi, kız çocuklarının da
okuma oranını doğru orantılı olarak artırmıştır. Yine, birçok etken, evlilik
kurumuna bakış açısı ve anlayışını değiştirmiştir. Bu sebepler karşısında,
evlilik yaş ortalaması yükselmiştir. Bu konudaki fiilî durumun Medenî Yasaya da
taşınması doğru ve yerinde bir adımdır. Mal rejimine ilişkin olarak fazla tartışma yapıldığı ve
konu yeterince açıklığa kavuştuğu için bu konuya değinmeyeceğim; ama, şunu
ifade etmekte yarar gördüğümü belirtmek istiyorum: Edinilmiş mallara katılma
rejiminin yasal mal rejimi olarak kabul edilmesinin, kadınlarımıza yeni hak ve
kazanımlar getirdiği muhakkaktır; ancak, bu rejim, eşin borcundan dolayı
kadının kazanımları ve mallarının kayba uğramasına sebep olabilecektir. Bu ise,
yeni ve sonucu itibariyle büyük bir haksızlığa yol açabilecektir. Miras hukukuna bağlı olarak, sağ kalan eşin ortak
kullanılan eşya ve konut üzerinde öncelik hakkının olması kayda değer bir
kazanımdır. Yine, nesep ilişkisine dair yapılan değişikliği
önemsememek mümkün değildir. Kan bağıyla bağlı olduğu ispat edilmiş çocuğun,
kendi dışında gelişen olaylarla mağdur edilmesi kabul edilemez. Bu yanlış
anlayış ve uygulama düzeltilmiş, sahih nesep - gayrisahih nesep ayrımı ortadan
kaldırılmıştır. Evlat edinmeye dair yapılan düzenlemeler haklı ve
yerindedir. Nafaka, vesayet haklarına ilişkin yapılan düzenlemeler,
uzun zaman içerisinde ortaya çıkan ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olumlu
adımlardır. Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Medenî
Kanun Yasa Tasarısının önemli değişiklikler yapılmış bölümlerinden biri de
miras hukukuna ilişkindir. Miras hukukuna ilişkin yapılan değişiklikleri
takdirle karşılamaktayız. Miras hukukuna ilişkin olarak, nesebi gayri sahih
çocukların hukukunun düzeltilmesi; evlatlığın, kan hısımları gibi mirasçı
olabilmesinin sağlanması; amca, hala, teyze gibi akrabaların miras hakkının
sağlanması; saklı pay oranının düşürülmesi önemli kazanımlardır. Uygulamada büyük karışıklıklara ve zaman kaybına sebep
olan, mirasa ilişkin davaların çeşitli yerlerde yürütülmesi ilkesinden
uzaklaşılarak yeni düzenlemeler yapılmış olması fevkalade yerinde bir
düzenlemedir. Uygulamanın içinde bulunmuş biri olarak ve hepimizin bildiği
gibi, miras davaları, miras mallarının bulunduğu yerlerde ayrı ayrı
görülmekteydi. Bu ise ailelerin farklı yerlerde ikamet ediyor olması karşısında
zaman ve maddî israfa sebep olmaktadır. Yine, ayrı yerlerde ve mahkemelerde
görülen davalar sonucu karışıklıklara ve zaman israfına sebep olunmaktadır. Bu
aksaklıkları önemli ölçüde ortadan kaldıran yeni 576 ncı maddeyle, miras
malları nerede bulunursa bulunsun miras işlerinin tek bir mahkemede yürütülmesi
esası getirilmiştir. Bu mahkeme de miras bırakanın ikamet adresindeki mahkeme
olacaktır. Böylece, tek bir mahkemede ve tek dosyayla dava
sonuçlandırılabilecektir. Miras hukukuna ilişkin olarak en önemli kazanımlardan
biri de tarım arazilerinin parçalanmasını önleyecek tedbirin getirilmesidir.
Nüfus ve mirasçı sayısındaki artışa bağlı olarak kullanılamayacak kadar
küçülmesine yol açan tarım arazileri verimsiz ve ekonomik olmayan bir işletme
sonucunu doğurmuştur. Bu aksaklığı önleyecek tedbirler yerinde bir
düzenlemedir. Yine, işletmelerin parçalanmasını önleyecek olan işletmenin bütün
olarak işletilmesi ve bütün olarak satılmasının tedbirleri alınmıştır. Sayın milletvekilleri, miras hukukuna ilişkin olarak
yapılan değişiklikler, sadece değinmeye çalıştığım konularla sınırlı değildir;
denkleştirmeye, vasiyetnameye, el yazısıyla vasiyete ilişkin düzenlemeler de
yapılmıştır. Bu konulara sadece başlıklar halinde değinerek sözlerime son
veriyorum. Miras hukukuna ilişkin olarak getirilen yeni düzenleme
ve kazanımları, konuşmamın ikinci bölümünde detaylı olarak ele alacağım. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür eder, Muhterem
Heyetinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası Demokratik Sol Partide. İstanbul Milletvekili Sayın Sulhiye Serbest; buyurun
efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA SULHİYE SERBEST (İstanbul) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Medenî Kanun Tasarısının miras hukuku
bölümü üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım;
konuşmama başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hükümetimiz, gelişen dünyamızda, çağdaş, modern
toplumların gerisinde kalmamak için, hukuksal, siyasal ve sosyal alanlarda da
Türk toplumunun gereksinimlerini karşılamak için yoğun bir çalışma gayreti
içerisindedir. Bu nedenle, geçtiğimiz ay Meclisimize sunulan ve büyük bir
çoğunlukla kabul edilen anayasa değişikliğinden sonra, şimdi de yeni Medenî
Kanun Tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisine, yani, görüşlerinize sunmuştur. 57 nci cumhuriyet hükümeti, eğitim, yoksulluk,
yolsuzluk gibi temel sorunlarla mücadele ederken, anayasada yaptığı
değişikliklerle Anayasamızın daha çoğulcu, daha özgürlükçü ve katılımcı olması
yönünde çok önemli adımlar atmıştır. Yeni Medeni Kanun Tasarısı, toplumumuza sunulan en
güzel örneklerden biridir. Bu tasarının Genel Kurulumuz gündemine gelmesinde
büyük emekleri geçen Adalet Komisyonumuzun Değerli Başkanı ve üyelerine ve de
Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk'e çok teşekkür ediyorum. Bu, yeni yasama dönemimizin çok önemli ikinci anayasa
değişikliği tasarısıdır. Bu tasarının, bu dönem Meclisimize sunulması ve siz
saygıdeğer milletvekillerinin katkılarıyla yaşama geçirilmesinin, hepimize
mutluluk vereceği düşüncesini taşımaktayım. Bu tasarıya vereceğiniz destek
için, Grubum adına, şimdiden teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk hukuk
devriminin esasını oluşturan ve Türk Milletine yeni bir yaşam tarzı, çağdaş,
laik ve modern yaşam biçimini sunan Türk Kanunu Medenisi, Türkiye Büyük Millet
Meclisince, 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilerek uygulamaya konmuştur. Bu
tarih, Türk Ulusu için bir dönüm noktasıdır. Mustafa Kemal Atatürk ve
arkadaşlarının Kurtuluş Savaşından zaferle çıkmalarının ardından kurdukları
yeni Türk Devletinin, Türkiye Cumhuriyetinin yönetim biçimi ve temel
ilkelerinin hedefi, çağdaş, modern dünyanın bizzat içinde yer alarak, ulusumuzu
müreffeh ve mutlu kılmaktı. Kurtuluş Savaşında, nasıl ki yurt savunması için kadın,
erkek omuz omuza mücadele verildiyse, bundan böyle de Türk erkeği ve kadını,
yaşamın her alanında yer alarak, dayanışma içerisinde ve cumhuriyetin özgür
bireyleri olarak üzerlerine düşen her görevi başarıyla yerine getireceklerdir.
İşte, bu nedenle, İsviçre Medenî Kanunundan alınan yeni Türk Medenî Kanunu,
ulusumuza, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma ve ileri dünya ülkeleriyle birlikte
olma ve de onlarla her alanda yarışmanın yolunu açan temel devrimlerden
biridir. Kadın, erkek bireylerin yaşam ilişkilerini doğumundan itibaren ölümüne
ve ölümünden sonra da düzenleyen Medenî Kanunun en önemli bölümlerinden biri,
miras hukukudur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gelişen ve değişen
dünyamızda, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı önlemek ve bireylerin, kadın,
erkek eşit haklara sahip olduğu, yani cinsiyet farkı gözetmeyen bir toplum
hedeflenmektedir. Bunun içindir ki, mevcut yasada kadınların mağduriyetine yol
açan maddeler, eşlerin eşit haklara sahip olması ilkesine uygun hale
getirilmiştir. Türk toplumunun temelini oluşturan ailenin eşler arasında
eşitliğe dayandırılmasıyla, toplumumuza güç ve dinamizm kazandırılacaktır.
Uluslararası hukuk bakımından da, kadınlara karşı ayırımcılığın önlenmesi,
kadın-erkek eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için verdiğimiz taahhütler ve
imzaladığımız protokollerin gereğini yerine getirme fırsatını da bu tasarıyla
gerçekleştirmekteyiz. Bir diğer husus ise, Türk Medenî Kanunu Tasarısında
"koca, evlilik birliğinin reisidir" hükmü ile aile birliği içerisinde
kocaya tanınan üstün hakların kaldırılması ve eşlere cinsiyet farkı
gözetilmeksizin eşit hakların tanınmasıdır. Karar almada, hak ve
sorumluluklarda, temsil ve paylaşımda eşitlik temellerinin esas alınması, aile
içinde güven ortamının gelişmesine katkıda bulunacak, daha sağlıklı bir
toplumun oluşmasına olanak sağlayacaktır. Sayın milletvekilleri, şimdi, yeni tasarının miras
hukukunda önemli değişiklikler getiren maddelerini sırasıyla sizlere açıklamaya
çalışacağım. Türk Medenî Kanunu Tasarısıyla, yürürlükte olan Medenî Kanunun
miras hukukundaki hükümlerine ilişkin olarak yapılmış olan çalışmalar, esas
itibariyle, üç başlık altında incelenebilir. 1 - Yürürlükte olan miras hukukuna ilişkin hükümlerin
muhtevasında değişiklik yapmak suretiyle, mevcut uygulamada değişikliğe sebep
olacak düzenlemeler. 2 - Hükmün muhtevasında değişiklik yapmaksızın, kanun
yapma tekniğine daha uygun olması itibariyle, mevcut hükümlerde yapılan
birtakım düzenlemeler. 3 - Yürürlükteki Medenî Kanunda boşlukların
doldurulmasına ilişkin hukuk uygulamasının ve öğretideki görüşlerin kanunî
düzenlemeye kavuşturulması. Bunun dışında, tasarının diğer kısımlarında olduğu
gibi, miras hukukuna ilişkin hükümler de bütünü itibariyle yeniden kaleme
alınmış ve dil sadeleştirilmiştir. Yeni tasarıyla getirilen düzenlemeler içerisinde çok
önemli bulduğum tasarı maddeleri üzerinde biraz durup, sizleri bilgilendirmek
istiyorum. Özellikle yürürlükte olan miras hukukuna ilişkin hükümlerde yapılan
çok önemli değişiklikleri maddeler halinde irdelemek gerekir ise; 1-Yürürlükte olan miras hukukuna ilişkin hükümlerde
yapılan değişiklikler; tasarı madde 497. Bu maddenin tasarıda yer almasının ana
nedeni, 99 Ağustosunda yaşadığımız büyük deprem faciasıdır. Bu depremde
ailesinin tümünü yitirmiş bir çocuğun üçüncü zümreden -yani, hala, teyze, dayı
vesaire gibi- akrabaları tarafından bakıma alınması, Türk toplumunun gelenek ve
görenekleri doğrultusunda, bu madde de, İsviçre Medeni Kanunu dışında bir
uygulamayı zorunlu kılmıştır. Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun 441 inci
maddesini karşılamaktadır. Yürürlükte olan Medenî Kanunun 441 inci maddesi ve
444 üncü maddesinin üçüncü bendi ve aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkrası
çerçevesinde, sağ kalan eş ve üçüncü zümreden sadece miras bırakanın büyükanne
ve büyükbabalarıyla birlikte mirasçısı olmaktadır. Eğer, büyükanne ve
büyükbabalar miras bırakanın ölümünde sağ değillerse -hala, dayı, teyze ve
amcalar- bunların füruu mirasçıları olamamaktadır. Bu durumda mirasın tamamı,
sağ kalan eşe kalmaktadır. Tasarının 497 nci maddesinin son fıkrasıyla
getirilen yeni düzenlemeye göre, miras bırakanın büyükanne ve büyükbabalarının
sağ olmaması halinde, bunların çocuklarına --yani, hala, dayı, teyze ve
amcalara- sağ kalan eşle birlikte mirasçı olma hakkı tanınmaktadır. Tasarı madde 506. Bu madde, Medenî Kanunun 453 üncü
maddesini karşılamaktadır. Bu madde, dokunulmaz paya sahip olan kanunî
mirasçıların dokunulmaz pay oranlarını düzenlemektedir. Dokunulmaz pay, kanunî
mirasçıların miras paylarının, miras bırakanın üzerinde tasarrufta
bulunamayacağı kısmını ifade eder; bu anlamda dokunulmaz pay, miras bırakanın
tasarruf özgürlüğüne getirilmiş bir sınırlamadır. Tasarıyla getirilen yeni düzenlemeyle
çağdaş eğilimler dikkate alınarak mirasçıların dokunulmaz pay oranları
azaltılmak suretiyle miras bırakanın tasarruf serbestisi genişletilmiştir. Bu
çerçevede füruun dokunulmaz pay miras payının dörtte 3'ü iken, yarıya; ana
babanın dokunulmaz payı miras payının yarısı iken, dörtte 1'e; kardeşlerin
dokunulmaz payı miras payının dörtte 1'i iken, sekizde 1'e indirilmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) SULHİYE SERBEST (Devamla) - Buna karşılık, tasarıyla
sağ kalan eşin dokunulmaz pay oranı artırılmıştır; bu artış, eşin, ikinci,
üçüncü zümreyle birlikte mirasçılığında ortaya çıkmaktadır. Yürürlükteki Medenî Kanuna göre sağ kalan eş, miras
bırakanın füruuyla birlikte mirasçı olduğunda zaten miras payının tamamı
dokunulmaz pay olduğundan bu düzenlemede yapılabilecek bir değişiklik yoktur;
fakat, eş, ikinci veya üçüncü zümreyle birlikte mirasçı olduğunda yürürlükte
olan Medenî Kanuna göre miras payının yarısı dokunulmaz paydır. Tasarıyla getirilen düzenlemede, eşin, ikinci ve üçüncü
zümreyle birlikte mirasçı olması durumunda miras payının tamamının dokunulmaz
pay olduğu kabul edilmiş; bu açıdan, eş söz konusu olduğunda, miras bırakanın
tasarruf serbestisi oranı daraltılmıştır. Bunun yanında tasarı miras bırakanın
kamu tüzelkişileri ile kamuya yararlı vakıf ve derneklere ölüme bağlı tasarruf
ya da sağlararası kazandırma yapması halinde indirilmiş dokunulmaz pay oranına
ilişkin de bir değişiklik öngörmektedir. Yürürlükte olan Medenî Kanunun 453 üncü maddesinin
ikinci ve üçüncü fıkrası çerçevesinde miras bırakanın kamu tüzelkişileri ile
kamuya yararlı vakıf ve derneklere ölüme bağlı tasarruf ya da sağlararasında
kazandırmada bulunması halinde kanunî mirasçıların dokunulmaz pay oranları
indirilmiştir. Ancak, tasarı, zaten kanunî mirasçıların dokunulmaz pay
oranlarını normal durumda da azalttığından, miras bırakanın kamuya yararlı
vakıf ve derneklere ölüme bağlı tasarruf ya da sağlararası kazandırmada
bulunması haline ilişkin olarak, bu dokunulmaz pay oranlarının tekrar
indirilmesine gerek duyulmamıştır. Buna karşılık, kamuya yararlı vakıf ve derneklere ölüme
bağlı tasarrufları ve sağlararası kazandırmaları özendirmek amacıyla, tasarının
570 inci maddesinin son fıkrasına -yürürlükteki Medenî Kanunun 512 nci
maddesine tekabül eden- kamu tüzelkişileri ile kamuya yararlı vakıf ve
derneklere yapılan ölüme bağlı tasarruflar ile sağlararası kazandırmaların,
kanunî mirasçıların dokunulmaz payını ihlal etmesi halinde açılacak tenkis
davasında, en son sırada tenkis edileceğine dair bir hüküm eklenmiştir. Tasarı madde 548: Bu madde, yürürlükte olan Medenî
Kanunun 495 inci maddesini karşılamaktadır. Yürürlükte olan 495 inci maddeye
göre, atanmış mirasçının ya da vasiyet alacaklısının miras bırakandan önce
ölmesi halinde, miras mukavelesiyle bunlara yapılmış ölüme bağlı tasarruf
kendiliğinden hükümsüz olacaktır ve ölenin mirasçıları ölüm tarihinde elde
kalan miktarı geri vermekle yükümlüdürler. Yeni düzenlemeyle, ölenin
mirasçıları, ölüm tarihinde elde kalanı değil, ölüm tarihindeki zenginleşmeyi
iadeyle yükümlü tutulmuşlardır. Tasarı madde 559: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun
501 inci maddesini karşılamaktadır. Getirilen düzenlemeyle, ölüme bağlı
tasarrufların iptali için getirilen sürenin bir zamanaşımı değil, hak düşürücü
süre olduğu öngörülmüş ve 1, 5, 30 yıllık süreler yerine, 1, 10 ve olağanüstü
zamanaşımı ile mülkiyetin kazandırılmasındaki 20 yıllık süreye paralel olarak,
20 yıllık süre kabul edilmiştir. Tasarı madde 571: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun
513 üncü maddesini karşılamaktadır. Getirilen yeni düzenlemeyle, tenkis
davasında öngörülmüş olan 1 ve 5 yıllık süreler yerine, 1 ve 10 yıllık süreler
getirilmiştir. Bu sürelerin de, yürürlükte olan Medenî Kanunun aksine,
zamanaşımı değil, hak düşürücü süre olduğu kabul edilmiştir. Tasarı madde 593: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun
534 üncü maddesini karşılamaktadır. Bu hükümle, miras bırakanın mirasçısı olup
olmadığının bilinemediği yahut sayısının belirlenemediği durumlarda,
sıfatlarını beyan etmek üzere, dava edilen mirasçıların başvuru süresi, ülke
koşulları dikkate alınarak, üç aydan bir seneye uzatılmıştır. Tasarı madde 617: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun
557 nci maddesini karşılamaktadır. Bu maddede, mevcudu borcuna yetmeyen
mirasçının, alacaklılarını zarara uğratmak amacıyla mirası reddetmesi halinde,
alacaklıların bu ret beyanına karşı itiraz hakkını ileri sürebilecekleri süre,
üç aydan altı aya çıkarılmıştır. Tasarı madde 639: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun
579 uncu maddesini karşılamaktadır. Tasarıyla getirilen bu yeni düzenlemede,
miras sebebiyle istihkak davasının iyi niyetli olmayan zilyetlere karşı açılma
süresi, olağanüstü zamanaşımıyla mülkiyetin hızlandırılmasındaki yirmi yıllık
süre dikkate alınarak, otuz yıldan yirmi yıla indirilmiştir. Tasarı madde 538: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun
485 nci maddesini karşılamaktadır. Bu düzenlemeyle, el yazısı vasiyetnamenin
şekil şartlarından, vasiyetnamede vasiyetin düzenlendiği yerin bulunması koşulu
ortadan kaldırılmış; böylece, vasiyetin düzenlendiği yeri ihtiva etmeyen el
yazısıyla vasiyetnamelerin iptal edilmesi engellenmiştir. Dolayısıyla, yer
belirtilmesi zorunluluğu kalkmıştır. Tasarı madde 539: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun
486 ncı maddesini karşılamaktadır. Getirilen düzenlemeyle, sözlü vasiyetin
düzenlenmesine katılan tanıkların, resmî vasiyetnameye yapılan atıf dolayısıyla
aranan okur-yazar olması koşulu kaldırılmıştır. Bu hüküm, ülkemizde okur-yazar
sayısının nispeten az olması ve sözlü vasiyetin olağanüstü koşullarda
düzenlenen bir vasiyet türü olduğu gözetilerek, sözlü vasiyete işlerlik
kazandırmak amacıyla getirilmiştir. Tasarı madde 670: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun
604 üncü maddesini karşılamaktadır. Söz konusu hükümde yer alan mirasta
denkleştirme davasında, füru, kendi eline geçmemiş olsa bile, aslına yapılan
teberruları iadeyle mükelleftir hükmü, ülkemiz koşullarına ve hakkaniyete
uymadığından bahisle, metinden çıkarılmıştır. Tasarı madde 550 ilâ 556: Bu maddeler, yürürlükteki
Medenî Kanunda iki hükümde -497 nci ve 498 inci maddelerinde- düzenlenmiş
bulunan vasiyeti yerine getirme görevlisinin hak, yetki ve sorumluluğunu
kapsamlı şekilde düzenlemektedir. Yürürlükteki Medenî Kanunda hükümlerin kapsam
itibariyle yetersizliği öteden beri öğretide dile getirilmektedir. Bu eleştiri
ve öğretideki görüşler de dikkate alınarak, bu kurum 7 madde halinde
düzenlenmiştir. Sayın milletvekilleri, yürürlükteki Medenî Kanunda
boşlukların doldurulmasına ilişkin hukuk uygulamasının ve öğretideki görüşlerin
kanunî düzenlemeye kavuşturulması konusunda ise, aşağıdaki maddeler örnek
verilebilir. Tasarı madde 503: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun
450 nci maddesini karşılamaktadır. Medenî Kanunun 450 nci maddesi, kısıtlı
kişilerin miras mukavelesi yapıp yapamayacağı konusunda tartışma ortaya
çıkarmıştı. Tasarıdaki düzenlemeyle, uygulama ve doktrinin kabul ettiği kısıtlı
kişilerin miras mukavelesi yapamayacağı görüşü kanunî düzenlemeye
kavuşturulmuştur. Tasarı madde 564: Bu madde, yürürlükteki Medenî Kanunun
506 ncı maddesini karşılamaktadır. Bu madde çerçevesinde, kendisine değerinde
azalma meydana gelmeksizin bölünemeyen bir mal vasiyet edilen vasiyet
alacaklısı bu vasiyetin tenkis edilmesi halinde seçimlik bir hakka sahiptir.
Dilerse, tenkisi gereken kısım değerini ödeyerek vasiyet olunan malı talep
eder; dilerse, miras bırakanın tasarruf hesabının değerini kapsayan payını
talep ederek malı dokunulmaz payı ihlal edilen mirasçıya bırakır. Bundan başka,
aslında sadece ölüme bağlı tasarruflar için söz konusu olan bu hükmün
sağlararası kazandırmaların tenkisinde de uygulama alanı bulacağı bir
düzenlemeye kavuşturulmuştur. Tasarı madde 511: Bu madde yürürlükteki Medenî Kanunun
458 inci maddesini düzenlemektedir. Maddenin ikinci fıkrasında uygulamadaki
tereddütleri ortadan kaldırmak amacıyla mirastan ıskat edilen; yani, çıkarılan
kimsenin miras payının akıbetinin ne olacağı hususu, öğretideki yorumlar
dikkate alınarak açıklığa kavuşturulmuştur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çağdaş uygarlık
yolunda hızla ilerleyen ülkemizin Avrupa Birliğine üyelik sürecinde
toplumumuzun atması gerekli en büyük adımlardan birisi olan ve kadın erkek
eşitliğini pekiştirip, kız çocuklarımıza da gelecekte daha özgüvenli bir yaşam
sağlayacak olan bu tasarıya destek vereceğinizi umuyorum. Bir bayan
milletvekili olarak heyecan duyarak takdim ettiğim bu yeni tasarının,
toplumumuzda erkekler lehine yorumlanabilecek durumları ortadan kaldırarak
bireyler arasında eşitlik sağlayacağı düşüncesiyle ülkemize ve hepimize hayırlı
olmasını diliyor; şahsım ve Grubum adına hepinize teşekkürlerimi sunuyorum.
(DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisi Grubu adına
Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım'da. Buyurun Sayın Yıldırım. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu
Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısının Altıncı Bölümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi ve aziz milletimi, saygıyla, Partim
ve şahsım adına selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, Türk toplumu için çok önemli
bir tasarıyı görüşüyoruz. Öncelikle, bu tasarının, Yüce Türk Milletine, adalet
camiamıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Tasarının genel gerekçesinde, 17 şubat 1926 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe
giren Türk Kanunu Medenîsinin genel gerekçesinde, dönemin Adalet Bakanı Mahmut
Esat Bozkurt'un yazdığı gerekçeyi okudum. Bu gerekçede, Türk toplumunun 1926
yılındaki düşüncesini öğrendim. Öncelikle, Türk toplumuna, ilk Medenî Kanunu kazandıran
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'u rahmet ve minnetle anıyorum. 1926 yılında yazılmış gerekçede, ulusal toplumun değeri
belirtilmiş, Türkiye Cumhuriyetinin önemi izah edildikten sonra, toplumun hukuk
devleti olduğu, uygar olması gerektiği ve kanunların akılcı bir zihniyetle
hazırlanması üzerinde durulmuş. Yetmişbeş yıl evvel, hukuk ve adalet ilkeleri
ile çağdaş ve uygar toplum benimsenmiştir; çünkü, Türk toplumunun ruhunda,
hukuk, hak, adalet ve demokrasi vardır. Yani, Atatürk ve arkadaşları,
Türkiye'nin kurtuluşunun, hukuk, adalet ve demokraside olduğunu 1926 yılında
görmüşler ve söylemişlerdir. Değerli milletvekilleri, ben, öncelikle, medenî kanun
nedir; mahiyetini izah etmek istiyorum. Medenî kanun, toplum ve aileyi ayakta
tutan, insanların bir ve beraber yaşamalarını sağlayan, düzenleyen aile ve
toplum kanunudur. Başka bir deyimle, medenî kanun, kişilerin doğumundan ölümüne
kadar fertlerin birbirleriyle veya devletle, eşyayla olan münasebetlerini
düzenleyen, bireyi ve toplumsal yaşamı yakından ilgilendiren temel kanundur.
Öyleyse, bugün, hukuk sisteminin temeli olan, insan hayatını düzenleyen, insan
olma onurunu yaşatan ve hukuk ruhunu oluşturan, onu insan hayatıyla buluşturan,
hukuk devleti olma ve demokrasinin ışığı ve temeli olan Medenî Kanunu, Yüce
Meclis gündemine almış bulunmaktadır. Ancak, konuşmalardan anladığım kadarıyla, Medenî Kanun
Tasarısının kadın ve erkek sürtüşmesine dönüşmesi yanlıştır; çünkü, tasarının
maksadı ve mahiyeti birey haklarını korumaktadır, yani, tasarı, kadın ve erkek
eşitliği üzerine oturtulmuş ve bireylere eşit ekonomik hak verilmiştir.
Böylece, ailenin bütünleşmesi ve ailede huzur sağlanmış olacaktır. İşte bu
sebeplerle, Doğru Yol Partisi, birey hakkına, kadın ve erkek eşitliğine
inanması nedeniyle, bu tasarıya destek vermektedir. Ama, bu tasarı, sadece
kadın ve erkek haklarından ibaret değildir; insanoğlunun doğumundan hatta
doğumundan evvelki durumuyla yaşamı müddetince ve ölümünden sonraki durumlarını
ve insanların birbirleriyle olan münasebetlerini, aile münasebetlerini, eşya ve
tabiatla olan hukukî münasebet ve durumlarını düzenleyen bir hukuk kuralıdır,
toplum kuralıdır ve toplum kanunudur. Medenî kanun, çağdaş ve medenî toplum için önemli bir
kanundur. Açıkçası, uygar ve medenî toplumu ayakta tutan bir kanundur. Bir
ülkede çağdaş ve uygar medenî kanunun uygulanması için, demokratik ve hukuk
devletinin olması ve hukuk kurallarının işlemesi gerekir, yani, toplumun çağdaş
ve medenî toplum olabilmesi için, o ülkede hukuk kuralları ve demokratik
kuralları uygulanmalı. Açıkçası, bir ülkede hak ve adalet varsa, hukuk varsa,
demokrasi var demektir; yani, demokrasi varsa, hukuk vardır, hak ve adalet var
demektir. Değerli milletvekilleri, toplam 1 030 maddeden ibaret
olan Medenî Kanun Tasarısı, maalesef, toplumun ihtiyaçlarına cevap vermekten
uzaktır. Eksikleri, tabiî ki, vardır. Şu anda bizim uygun gördüğümüzün,
uygulamada, eksik ve yanlış olduğu görülebilir; ancak, 75 yıllık Medenî Kanunun
değiştirilmesi, toplumda yadırganabilir; ama, zamanla hata ve eksikliklerin
giderilmesiyle yapılan değişikliklerin benimseneceğine inanıyorum. Değerli milletvekilleri, tasarıda en büyük eksiklik ve
yanlışlık madde numaralarının değiştirilmesidir; uygulamada büyük karmaşalar
meydana getirecektir. Bu, büyük bir yanlıştır; çünkü, topluma, insanlara, hâkim
ve savcılara, avukatlara maddî ve manevî zarar verecektir. Bu yanlışlığı
düzeltmek için Adalet Bakanımızın ve Komisyonumuzun anlayışı ve muvafakatiyle
Yüce Meclise görev düşmektedir. Sayın milletvekilleri, bu yanlışlığı düzeltmek o kadar
zor değildir, redaksiyonla da olabilir. Eğer düzeltilmezse, tüm hukukçular
yeniden bu kanun üzerinde çalışacaklar, yeniden bilgisayarlarına geçecekler ve
yeniden öğrenci olacaklardır. Böylece maddî ve manevî zarar göreceklerdir.
Takdiri Yüce Meclise bırakıyorum ve değiştirilmesi zorunludur diyorum. Değerli milletvekilleri, yukarıda belirttiğim gibi,
Medenî Kanunumuz kabul edildiği takdirde toplum için çok önemli konular
değişmiş olacaktır. Bu değişikliğin öğrenilmesi zaman alacaktır. Bu kanunu
uygulayacak olan hâkimlerin, savcıların, avukatların, icra memurlarının karar
vermede hata yapmamaları ve vatandaşların mağdur olmamaları ve bir hakkın
haleldâr olmaması için, sorunları temelden çözecek olan ve Medenî Yasanın
özüyle ve sözüyle uygulanabilmesi için, acilen ihtisas mahkemeleri veya ihtisas
mahkemesi nitelikli aile mahkemelerinin kurulması gereklidir ve zorunludur. Değerli milletvekilleri, tasarı kanunlaşırsa ne
getirecektir; bunu, genelinde konuşan arkadaşlarımız dile getirmişlerdir;
ancak, sizlere hatırlatma olarak bazı değişikliklere değinmek istiyorum. Kadın, isterse kızlık soyadını alabilecek. Eşlerden her
biri serbestçe meslek seçebilecek. Onur kırıcı davranış boşanma nedenleri
arasında sayılmıştır. Terk nedeniyle boşanma sebebi sayılan ayrı yaşama süresi
3 aydan 6 aya çıkarılmıştır. Önemli olan, boşanma davalarında taraflardan biri
isterse, hâkim gizli celse yapabilecektir. Çok önemli bir değişiklik de, eşin
ölümü halinde sağ kalan eşin miras payı artırılmıştır. Nafakayı erkek de
isteyebilecek, eskiden sadece kadın isteyebiliyordu. Yasa yürürlüğe girdikten
sonra bir yıl içinde yasal mal rejimlerinden birini seçmeyenler, aralarında
özel sözleşme yapmayanlar otomatik olarak edinilmiş mallara katılma rejimini
kabul edecektir; ancak, yasa yürürlüğe girmeden önce evli olanlar eski mal
rejimine tabi olacaktır; daha açık bir deyimle, edinilmiş mallara katılma
rejiminde kişisel mallar paylaşma dışı kalacaktır. Değerli milletvekilleri, ben, sizlere, Doğru Yol
Partisi Grubu adına, Altıncı Bölüm olan, yani tasarıda "Mirasçılar"
başlığı altında 495 inci madde ile 575 inci madde arasındaki bölümü izah etmeye
çalışacağım. Bu bölümü iki kısımda inceleyebiliriz. Birinci kısım yasal
mirasçılardır; yani, mal paylaşımı veya miras paylaşımı değildir. Yasal
mirasçılardan maksat, bir şahıs öldüğü zaman kimler mirasçı olacaktır; bu düzenlenmiştir.
Buradaki önemli bir değişiklik, yeni düzenlemede dayı, hala ve teyze de mirasçı
kabul edilmiştir. Daha açık bir deyimle, tasarının 497 nci maddesine eklenen
yeni bir hükümle, yürürlükteki kanunun 441 inci maddesinden farklı olarak ve
Türk toplumunun geleneksel aile yapısı düşünülerek, yakın aile bağları bulunan,
ana veya babanın ölümü halinde yeğenlerine sahiplik yapan amca, hala, dayı ve
teyzeye de bazı koşullar altında mirastan pay ayrılmıştır. Böylece, büyükanne
ve büyükbabaların miras bırakandan önce ölmeleri durumunda kendilerine miras
bırakandan önce ölmeleri halinde, miras paylarının, çocuklarına yeni miras
bırakanın amca, hala, dayı ve teyzelerine, varsa sağ kalan eşle birlikte
intikal etmesi ilkesi getirilmiştir. Değerli milletvekilleri, evlatlığın mirasçılığı
konusunda, yürürlükteki kanunun 447 nci maddesindeki "evlatlık ve füruu,
kendisini evlat edinen kimseye nesebi sahih füru gibi mirasçı olurlar"
hükmü, tasarının 500 üncü maddesinde "evlatlık ve altsoyu, evlat edinene
kan hısımı gibi mirasçı olurlar" şeklinde değiştirilmiştir. Önemli bir değişiklik de, evlilikdışı doğan çocukların
mirasçı olma durumundaki değişikliktir; yani, evlilikdışı doğan çocuk ile
evlilikiçi doğan çocuk eşit miras alacaklardır. Evvelce, hepinizin de bildiği
gibi, evlilikdışı doğan çocukların eşit miras alamama durumunu Anayasa
Mahkemesi iptal etmişti. Bu tasarıda da, eşit miras almaları kanun altına
alınmıştır. İkinci Kısma baktığımızda, saklı paylar; yani, ölüme
bağlı tasarruflardır. Burada, yeni düzenlemedeyse, saklı paylar, mahfuz hisse
sahiplerinde; yani, bu mirasçılarda değişiklik yapılmamış, sadece saklı
payların; yani, mahfuz hisselerin azaltılması yoluna gidilmiştir; yani, başka
bir deyimle, mahfuz hisse daraltılmış, tasarruf nisabı artırılmıştır. Buradaki
maksat, tasarruf özgürlüğünün serbest bırakılmış olmasıdır. Daha açık bir
deyimle, saklı pay, mahfuz hisse oranları, tasarının 506 ncı maddesinde,
yürürlükteki kanunun 453 üncü maddesinden farklı bir biçimde, yeniden
belirlenmiştir. Yeni düzenlemede, saklı paylı mirasçılarda değişiklik
yapılmamış; sadece, onların alacakları saklı payların azaltılması yoluna
gidilmiştir. Bu bağlamda, yürürlükteki kanunda, altsoy için yasal
miras hakkının dörtte 3'ü olan saklı pay, tasarıda yasal miras payının yarısı;
yine yürürlükteki kanunda ana ve babadan her biri için yasal miras hakkının
yarısı olan saklı pay, tasarıda yasal miras payının dörtte 1'i; yine
yürürlükteki kanunda kardeşlerden her biri için yasal miras hakkının dörtte 1'i
olan saklı pay, tasarıda yasal miras payının sekizde 1'i olarak
değiştirilmiştir. Açıkçası, sağ kalan eş için, altsoy ve ana baba zümresiyle
birlikte mirasçı olması halinde saklı pay, yürürlükteki kanunda olduğu gibi,
tasarıda da yasal miras payının tamamı; diğer hallerde ise, yürürlükteki
kanunda yasal hakkının yarısı olan saklı pay, tasarıda, yasal miras payının
dörtte 3'ü olarak belirlenmiştir. Değerli milletvekilleri, önemli, dikkat çekici bir
düzenleme de, vasiyeti yerine getirme görevlisiyle ilgili hükümlerin
yetersizliği nazara alınarak, vasiyeti yerine getirme görevlisinin atanması ve
ehliyeti düzenlemektedir. Böylece, tasarının 550 nci maddesinde yapılan
düzenlemede, vasiyeti yerine getirme görevlisinin atandığı tarihte değil,
göreve başladığı sırada fiil ehliyetine sahip olması gerektiği açıklığa
kavuşturulmuş; kendisine görevin sulh hâkimi tarafından bildirildiği tarihten
başlayarak 15 gün içinde kabul etmediğini açıklamadığı takdirde, görevi kabul
etmiş sayılacağı esası getirilmiştir. Değerli milletvekilleri, bu tasarıyla, Medenî Kanuna
yeni 93 madde eklenmiş olup, toplam 1 030 madde olmuştur; ancak, bu tasarının
Meclise gelmesi hiç de kolay olmamıştır. Üzerinde yıllarca çalışıldıktan sonra
gelmiştir; yani, tüm partilerin ortak çalışma ve gayretleriyle gelmiştir.
Yoksa, herhangi bir partinin tasarıya sahip çıkması yanlıştır. Daha doğrusu,
kabul edildiği takdirde, bu kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseri
olacaktır. Konuşmamın başında da belirttiğim gibi, eksiklikleri tabiî ki,
vardır. Bunu zaman ve uygulama gösterecektir; ancak, burada önemli olan ve
Medenî Kanun Tasarısıyla yapılmak istenen merî Medenî Kanunun özüne ve ruhuna
sadık kalarak, gelişen ve globalleşen dünyada toplumumuzun ihtiyaçlarına cevap
vermek olmalıdır. Demokrasiye, hakka, hukuka ve adalete ve eşitliğe
inanmış olan Doğru Yol Partisinin desteği her türlü siyasî düşüncenin
üstündedir. Doğru Yol Partisinin hedefi, isteği ve özlemi, Türk Milletinin,
hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasiyi benimseyen, çağdaş, uygar ve medenî
toplum olması için her fedakârlığa ve desteğe hazır olduğunun herkesçe
bilinmesidir. Bu tasarının, ülkemize, Türk toplumuna ve Türkiye
Cumhuriyetinin geleceğine hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Heyetinize
ve önünde saygıyla eğildiğim Yüce Türk Milletine, Doğru Yol Partisi Grubu ve
şahsım adına, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, Sinop
Milletvekili Sayın Yaşar Topçu'nun. (ANAP sıralarından alkışlar.) Buyurun Sayın Topçu. ANAP GRUBU ADINA YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sayın Başkan,
Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, buraya çıkarken de Grup
Başkanvekillerimize itiraz ettim ve dedim ki, aslına bakarsanız, bu, benim
üzerinde konuşacağım bir yasa değil. Bunu şunun için söyledim: Burada konuşulan
her yasa, hepinizin üzerinde fikir beyan edeceği yasadır. Bu, istisna
olduğundan değil. Bu, çok teknik bir yasadır. Şimdi, ben eminim ki, bizi
televizyonları başında dinleyen birçok dinleyicimiz, eğer hukukçu değilse, eğer
bu olaylar, burada konuşulanlar başından geçmemişse, konuşulanlardan pek fazla
bir şey anlamamaktadır. Gerçi, miras konusu -bugün konuşulan kitabı, Medenî
Yasanın üçüncü kitabıdır- toplumun genellikle herkesin bildiği konudur; ama,
bunun burada düzenlenen kısımları biraz teknik kısımlarıdır. Pek, başına
gelmeyen ya da bu işle yakından ilgilenmeyenler konuşanları dinler, ama,
aklında bir şey kalmaz. Bu açıklamayı yaptıktan sonra şunu ifade edeyim ki,
ben, bu yasanın getirilen hükümlerine, teferruatlarına ve tekniğine
girmeyeceğim, sadece, bu tür yasalar için genelde beslediğim düşünceleri
Heyetinize ve bizi dinleyen değerli halkımıza sunacağım, sonra merak edilen bir
iki hususu söyleyeceğim ve konuşmamı kısaca bağlayacağım. Değerli arkadaşlar, Medenî Kanun kabul edilip,
uygulamaya konulalı tam tamına 75 yıl olmuş, birkaç ay da geçmiştir. Medenî
Kanunumuz, malumunuz, İsviçre'den alınmış, 1926 yılında kabul edilmiş -aklımda
yanlış kalmadıysa Şubat 1926'da 743 sayılı Yasayla kabul edilmiştir- demek ki,
2001 yılında 75 yaşını doldurdu. Aslına bakarsanız, Medenî Kanun, Ceza Kanunu, usul
kanunları, ticaret kanunları ve benzeri temel kanunlar bir toplumda ne kadar
uzun süre uygulanmışsa, o derece sağlıklı demektir. Bazıları şikâyet eder;
efendim, şu kadar zamandır bu yasa değişmedi. İyi ya kardeşim, o değişmemesi,
sadece bir ihmal eseri olarak görülemez. O değişmemesi, topluma uymasından,
toplumun onu benimsemesindendir. Bu yasalarımızdan bir tanesi de Medenî
Yasadır. Ben, bu sözleri burada, üzülerek, çok duymuşumdur şu sıralarda
otururken, bazı arkadaşlarımız buraya çıkıp şu kadar senedir değişmedi falan
diye bu yasalardan şikâyet etmiştir. Bu yasaların mutlaka düzeltilmesi gereken,
değiştirilmesi gereken yerleri vardır; çünkü, toplumlar dinamiktir, bu dinamik
hayat içerisinde bazı ihtiyaçlar doğar; ama, yasanın temel anlayışını, temel
esprilerini, temel yaklaşımlarını, temel ilişkilerini değiştirirseniz, toplumu
allak bullak edersiniz. Burada yapılan da, özellikle, bizi dinleyenler için arz
ediyorum, 1926'da kabul edilmiş olan Medenî Kanunumuzun temel bütün prensip ve
ilkeleri mutlaka korunarak, ilişkileri korunarak, sadece aksayan yönleri
düzeltilmiş, rötuş yapılmış. En önemlisi, bana göre, bu kanunun böyle topluca
gelmesindeki en önemli kazanç, halkımızın kazancı, dilinin büyük çapta bugünkü
konuşulan Türkçe'ye, hatta, biraz, konuşulan Türkçe'den de öteye, yeni
Türkçe'ye uydurulmuş olmasıdır; işte "altsoy" gibi falan. Bu, geçmiş,
yani, şimdi yürürlükten kalkacak olan kanunda "usul ve füru" diye
geçer. İşte, füru, çocuklardır; usul, babanızdır, annenizdir. Burada deyim
değiştirilmiş. Temel deyimler yine duruyor; ama, dil sadeleştirilmiş,
okuyanların biraz daha anlayabileceği hale getirilmiş. Bu demek değildir ki, bu
kanunların uygulanmasında hukukçulara ihtiyaç olmayacaktır, yorumlanmasına
ihtiyaç olmayacaktır; ihtiyaç olacaktır; ama, dilinin sadeleştirilmiş olması,
halkın daha rahat anlayabiliceği hale getirilmiş olması bir kazançtır. Toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde bazı düzeltmeler
yapılmış olması da, bir ihtiyaçtı. Burada, miras hukukunda da yapılan odur. Bu kadar temel bir kanunun, böyle, bölüm bölüm, kitap
kitap... Hatta, kitaplar bölünmüş; mesela, miras kitabı ikiye bölünmüş; işte
bugün bir kısmı, bir başka oturumda bir başka kısmı; mesela, yarın, diğer kısmı
görüşülecek. Böyle görüşülmesinin sebebi nedir? Sanıyorum, bunlar, her ne
kadar, komisyonlardan büyük bir titizlikle, aylarca, günlerce uğraşılarak
geçmişse de, komisyonda bulunan bütün siyasî partilerin görüşleri alınarak
yapılmışsa da, yine de, buralarda düzeltme ihtiyacı doğabilecek maddeler,
bölümler, cümleler olabileceği hesaba katılarak, bölümler halinde konuşuluyor. Bu bakımdan, bölümler halinde konuşulması yararlıdır;
ama, aslına bakarsanız, burada, temel kanunlarda, hatta hatta -benim fikrim
öteden beri budur- 5-6 maddeyi, 7 maddeyi geçmeyen kanunlarda zorunlu olmak
üzere -kanunların, böyle, cümle cümle, kelime kelime yapılmasını yanlış
bulduğum için- tümden konuşulup, üzerinde bütün gruplar istediği kadar konuşup,
üye arkadaşlarımız, yani, Parlamentomuzun üyesi arkadaşlarımız, öyle biri
aleyhte, biri lehte iki kişi değil, üç kişi, beş kişi, on kişi, yirmi kişi
konuşup, konuşulabildiği kadar konuşulup; başkan, konuşma bittikten sonra bu
kanunun görüşülmesi tamamlanmıştır, falanca gün oylayacağım deyip, bir oylamada
geçmesi gerek. Aslında, Meclisimiz kanun koymamaktadır, kanun yapmaktadır. 24
Anayasasını okursanız, Meclisin görevlerini sayarken "kanun koymak"
der, 61 Anayasasını okursanız, Meclisin görevlerini sayarken "kanun
koymak" der, bugün, cumhuriyetimizin temel kanunu olan 82 Anayasasını
okursanız, Parlamentonun görevlerini sayarken "kanun koymak" der;
ama, biz yaparız. Parlamento iyi bir kanun koyucudur da, çok iyi bir
kanun yapıcı değildir; bu metodun değişmesi lazım; ama, İçtüzüğün 91 inci
maddesinin, bu imkânı, Parlamentomuza, hiç değilse, temel kanunlar bakımından
getirmiş olmasını şükranla karşılıyorum. Bu kadar teknik şeylerin, çok ilgi
duymayan arkadaşlarımızca buralarda tartışılması, konuşulması, önergelerle
başka mecralara çekilmesi yanlış oluyor. Şimdi, bu kanunun, böyle bir temel kanunun, yeniden,
dediğim gibi, aslına sadık kalınarak; ama, dili sadeleştirilerek, düzeltilmesi
gereken yerler, toplumumuzun yeni ihtiyaçlarına göre, yeni anlayışlarına göre
düzeltilerek, Parlamentomuz tarafından ele alınmasını, Parlamentomuz açısından,
büyük bir talih olarak, büyük bir görev olarak görüyorum. Buna sebep olan
herkesi tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum. Bizi dinleyenlere, buradan, sadece bu konuyla ilgili,
olası, akıllarına gelebilecek bir iki soruyu anlayabilecekleri şekilde
cevaplandırıp, huzurunuzdan ayrılmak istiyorum. Birincisi şu: Eminim, bizi dinleyen halk merak ediyor
ve diyor ki: Bizim mirasımız neye göre taksim olacak; bu kanuna göre mi -çünkü,
bazı ufak tefek rötuşlar var- geçmiş, şimdi kaldırılmakta olan kanuna göre mi?
Miras bırakan, hangi kanun zamanında öldüyse; yani, miras, hangi kanun
zamanında açıldıysa; bu kanun çıktıktan sonra ölür, açılırsa bu kanuna, bu
kanun çıkmadan ölür, miras açılırsa, önceki kanuna tabi olacak; evvela, halkın
kafasındaki bu tereddütü, bu soruyu cevaplamış olalım; bir. İkincisi; bana göre, burada getirilen en önemli
değişiklik, evlatlığın, ister tanıma ister babalık davası suretiyle, gayri
sahih nesepli, yani, nesebi düzgün olmayan, nesebi sıhhatli, sağlıklı olmayan
çocuklar dediğimiz çocukların durumunun düzeltilmiş olmasıdır. Aslında, bana göre, burada başka rötuşlar yapılması
lazım. Mesela, benim fikrim, çocuk çok varlıklıysa -bizim miras sistemimiz odur,
miras bırakanın mirası, çocuklarına, çocukları olmaması halinde ebeveynlerine
(anasına, babasına) gider; daima aşağı doğru gider, bizim mirastaki ilkemiz
budur, aşağıya doğru gider- bu varlıktan, eğer, müzayaka içindeyse, anne babası
da pay alabilmeli. Benim fikrim odur; ama, herkesin fikrini, burada yasa haline
getirmek ya da düzenlemek de her zaman mümkün olmuyor. Bana göre, buradaki en
önemli değişiklik, nesebi gayri sahih çocuklar dediğimiz evlilikdışı doğan
çocuklar ile evlat edinilme suretiyle aileye karışmış olan çocuklardır.
Evlilikdışı doğan çocuklar, aynen evlilik içinde doğmuş çocuklar gibi, diğer
kan hısımları gibi, diyelim ki kardeşleri var, diğer kardeşleri gibi, yoksa,
anne ve babasının doğrudan, tam mirasçısı olacaktır. Evlat edinmiş olanlar,
keza, mirasçısı olacaktır. Başka birtakım kurumlar getiriyor; ama, bunları izaha
kalkmak, dediğim gibi, burada fevkalade zaman harcamaktan başka bir şey
değildir; yanlış olur, onların teferruatına girmiyorum. Kanunun, memleketimize, milletimize, tekrar, hayırlı ve
uğurlu olmasını Tanrı'dan, Allah'tan diliyorum ve beni sabırla dinlediğiniz
için hepinize şükranlarımı sunuyorum. Sağ olun, var olun. (Alkışlar) BAŞKAN - Sizin 5 dakikanız da 11 dakikayla bitti; yine
de teşekkür ediyorum. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Olacak o kadar!.. BAŞKAN - Tabiî, ben de onun için diyorum efendim, bir
şeye itirazımız yok. Görüşmeler bitti, gruplar adına başka söz isteyen de
kalmadı, Sayın Bakanı davet ediyorum; ancak... AHMET KARAVAR (Şanlıurfa) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyorum. BAŞKAN - Niye?! Oylama yapmıyorum ki! Oo, daha çok var.
İstirham ederim... Sayın Bakan konuşacak, 3 tane önergemiz var; sabırlı olun...
19.00'da da bitireceğiz bu işi. Karar yetersayısını şimdi istemekle, odalarında bulunan
sayın milletvekillerini de çağırmış oluyorum; lütfen, teşrif etsinler efendim. Sayın Bakanımız 20 dakika civarında konuşur, 3
oylamamız var ve lütfen, Altıncı Bölümü bitirmeden de gitmeyelim. Sayın Bakanım, buyurun. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısının Miras Hukuku
kitabını görüşüyoruz; ama, bazı arkadaşlarımız, hâlâ, tasarının geneli üzerinde
ya da daha önce kabul edilmiş bölümleri üzerinde görüşlerini açıklıyorlar. Bu
arada, tasarının maddelerinin numaralanma şekli ya da tasarının dili, hâlâ,
arkadaşlarımızca eleştiri konusu yapılmaktadır. Bu tasarıda, Türk hukuk dilinin bugün ulaştığı durumu
yansıtan bir terminoloji kullanılmıştır. Bunların hepsi, ya Anayasamızda ya yürürlükteki
başka kanunlarda ya Yargıtay kararlarında ya bilimsel görüşlerde kullanılan
terimlerdir. Bu arada, bu bölümde geçen, daha önce de, benzeri, aile
hukukunda geçen bir terim üzerinde durmak istiyorum. Yürürlükteki kanunda "mükellefiyet"
kavramının, hem nafaka bakımından hem miras bakımından kullanıldığını
görüyoruz. Aslında, mükellefiyet için, yürürlükteki yasalarımızda ve Anayasada
"yükümlülük" sözcüğü kullanılmaktadır. Ancak, kavramların birbirinden
ayırt edilmesi bakımından, tasarıda, mükellefiyet karşılığında iki sözcük
kullanılmıştır. Örneğin, yürürlükteki kanunda nafaka yükümlüsünü belirtmek için
"mükellef" sözcüğü kullanılmıştır. Bu bakımdan, tasarıda
"mükellefiyet" karşılığı olarak "yükümlülük",
"mükellef" karşılığı olarak "yükümlü" sözcüğü
kullanılmıştır. Kaynak İsviçre Medenî Kanununda ise "nafaka
yükümlülüğü" karşılığında "unterhaltspflicht" ya da
"obligation d'entretien" terimleri Almanca ve Fransızca metinlerde
kullanılmıştır. Buna karşılık, mirasta ve vasiyette olduğu gibi, bir sorumluluk
söz konusu olduğu zaman, tasarıda "mükellefiyet" yerine
"yükleme" sözcüğünü kullanılmıştır. Gerçekten, yürürlükteki kanunda,
örneğin 462 nci maddede "mükellefiyet" sözcüğü kullanılmaktadır.
İşte, bunun yerine, şimdi "yükleme" sözcüğü getiriliyor. Bu, kaynak
İsviçre Kanununun kullandığı "auflage" ve "charge"
terimlerinin karşılığıdır. Böylece, hukukumuzda, bu kavramlara açıklık
getirilmektedir. Tasarının dilini eleştiren arkadaşımız, bazı yerlerde,
kaynak İsviçre Kanununun, tasarıyla -kendi ifadesiyle- motamo Türkçeye
aktarıldığını; yani, kelimesi kelimesine Türkçeye aktarıldığını ifade etmiştir.
Aslında, bu tasarı, çeşitli konularda, yürürlükteki kanundan, hatta, İsviçre
Kanunundan ayrılan hükümler getirmektedir. Mirasta saklı paya ve sağ kalan eşin
miras payına ilişkin hükümler buna örnek olarak gösterilebilir; ama,
yürürlükteki metnin hüküm olarak korunmak istendiği yerde, kaynağa uygun bir
ifade tarzının benimsenmesi, 1926'da yapılan bazı çeviri yanlışlarının
giderilmesi bakımından yararlı görülmüştür. Bu eleştiriyi dile getiren arkadaşımız Türkçe ile de
yetinmemiş ve tasarının yeni baştan redakte edilmesini söyleyerek, Fransızca'ya
da bir sözcük kazandırmıştır. Oysa, tasarının, eğer gerekli görüyorsa, yeni
baştan yazılmasını temenni etmiş olsaydı, böyle bir sözcüğü Fransızca
kazanmayacaktı; çünkü, redakte şeklinde seslendirilebilecek bir sözcük,
Fransızca'da yoktur. Fransızca'da yazma karşılığı olarak, mastar halinde
"re'diger" sözcüğü, isim halinde ise "re'daction" sözcüğü
kullanılır. Ama, bizde "re'daction" sözcüğünü bilen bazı
arkadaşlarımız, bunun mastarının da herhalde redakte olduğunu düşünmektedirler. Dil konusunda hükümet son derece duyarlıdır. Yanlış
sözcükler kullanılmamıştır, yerleşmiş olan sözcükler kullanılmıştır.
Mükellefiyet yerine nafaka ve miras bakımından, şimdi yükümlülük ve yükleme
sözcükleriyle de kavramlara açıklık getirilmiştir. Her kavram gereken sözcükle
ifade edilmiştir. Şüphesiz, bu tasarı tamamlandığı zaman, bütün bu
eleştirilerden sonra, bu birlikte çalışmanın ürünü olarak, haftalarca Adalet
Komisyonunda ve daha sonra günlerce Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunda yapılan çalışmalar, ortaya, Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseri
olan Türk Medenî Kanununu çıkaracaktır. Bu eser hepimizin eseri olacaktır ve
yıllarca, bir yarım yüzyıldan beri bu tasarı üzerinde çalışan insanlar da,
bunun gerçekleştiğini görmekten mutluluk duyacaklardır. Tasarının "Miras Hukuku" başlığını taşıyan
Üçüncü Kitabı, sırasıyla "Mirasçılar" ve "Mirasın Geçmesi"
başlıklı iki kısımdan oluşmaktadır. "Yasal Mirasçılar" ve "Ölüme Bağlı
Tasarruflar" Birinci Kısmın iki bölümünü oluşturmaktadır. Tasarının 497 nci maddesine eklenen yeni bir hükümle,
yürürlükteki kanunun 441 inci maddesinden farklı olarak ve Türk toplumunun
geleneksel aile yapısı düşünülerek, yakın aile bağları bulunan ve ana veya
babanın ölümü halinde yeğenlerine sahiplik yapan amca, hala, dayı ve teyzeye de
bazı koşullar altında mirastan pay ayrılmıştır. Böylece, büyükana ve
büyükbabaların miras bırakandan önce ölmeleri durumunda kendilerine isabet eden
miras paylarının, çocuklarına, yani, miras bırakanın amca, hala, dayı veya
teyzelerine, varsa sağ kalan eşle birlikte intikal etmesi ilkesi getirilmiştir.
Halen yürürlükteki metinde, sözü edilen kişiler, bu haktan, miras bırakanın sağ
kalan eşinin bulunmaması durumunda yararlanabilmektedirler. Evlatlığın mirasçılığı konusunda, yürürlükteki kanunun
447 nci maddesindeki "evlatlık ve füruu, kendisini evlat edinen kimseye,
nesebi sahih füruu gibi mirasçı olurlar" hükmü, tasarının 500 üncü
maddesinde "Evlatlık ve altsoyu, evlat edinene kan hısımı gibi mirasçı
olurlar. Evlatlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder" şeklinde
değiştirilmiştir. Yürürlükteki kanunun 448 inci maddesinin kenar
başlığındaki "Hazine" sözcüğü yerine, yeni 501 inci maddenin kenar
başlığına "Devlet" sözcüğü konulmuştur; çünkü, mirasçı olan
devlettir. Tasarının tasarruf ehliyetiyle ilgili ayırımında yer
alan ve yürürlükteki kanunun 450 nci maddesini karşılayan 503 üncü maddeye,
miras sözleşmesi yapabilmek için tasarrufta bulunanın kısıtlı olmaması koşulu
da eklenilmiş, böylece, doktrin ve yargı kararlarındaki görüşlerle uyum
sağlanılmıştır. Yürürlükteki kanunun ölüme bağlı tasarruflarla ilgili
bu bölümündeki 451 inci maddesinin "Batıl tasarruflar" şeklindeki
kenar başlığı, yeni 504 üncü maddede, doğru ve içeriğine uygun olarak
"İrade sakatlığı" biçiminde ifade edilmiştir. "Tasarruf özgürlüğü" başlığını taşıyan
bölümün İkinci Ayırımında yer alan 506 ncı madde de, saklı pay ya da şimdi
kullanılan terimle, mahfuz hisse oranları, yürürlükteki kanunun 453 üncü
maddesinden farklı bir biçimde yeniden belirlenmiştir. Yeni düzenlemede, saklı paylı mirasçılarda değişiklik
yapılmamakla birlikte, onların alacakları saklı payların azaltılması yoluna
gidilmiştir. Bu çerçevede, yürürlükteki kanunda, altsoy için yasal miras
hakkının dörtte 3'ü olan saklı pay, tasarıda, yasal miras payının yarısı;
yürürlükteki kanunda ana ve babadan her biri için yasal miras hakkının yarısı
olan saklı pay, tasarıda, yasal miras payının dörtte 1'i; yürürlükteki kanunda,
kardeşlerden her biri için yasal miras hakkının dörtte 1'i olan saklı pay,
tasarıda, yasal miras payının sekizde 1'i; sağ kalan eş için, altsoy veya ana
baba zümresiyle birlikte mirasçı olması halinde saklı pay, yürürlükteki kanunda
olduğu gibi, tasarıda da yasal miras payının tamamı, diğer hallerde ise,
yürürlükteki kanunda, yasal miras hakkının yarısı olan saklı pay, tasarıda,
yasal miras payının dörtte 3'ü olarak belirlenmiştir. Böylece, miras bırakanın
tasarruf olanağı genişletilmiş bulunmaktadır. Yürürlükteki kanunun 457 nci maddesinde mirasçılıktan
çıkarma sebebi olarak "ağır bir cürüm" öngörülmüş iken, tasarının
bunu karşılayan 510 uncu maddesinde kaynak İsviçre Medenî Kanununa uygun olarak
"ağır bir suç" deyimi kullanılmıştır. "Borç ödemeden aciz sebebiyle mirasçılıktan
çıkarma" ile ilgili olarak, bu tasarrufun yürürlükteki kanunun 460 ıncı
maddesinde kullanılan ifadeyle "keenlemyekün" olması yerine,
tasarının 513 üncü maddesinde "iptal edilmesi" hükme bağlanmıştır. Böylece,
genel ilkeye uygun olarak, mirasçılıktan çıkarma tasarrufunun kendiliğinden
hükümsüz sayılması yerine, iptal edilmesi kabul edilmiştir. Bunun sonucu
olarak, buradaki iptal davası da ölüme bağlı tasarrufların iptaline ilişkin 557
nci madde hükümlerine tabi tutulmuştur. Bu bölümün Üçüncü Ayırımında, ölüme bağlı tasarrufların
çeşitleri düzenlenmektedir. Yürürlükteki kanunun 464 üncü maddesinin kenar
başlığı "muayyen bir malda tasarruf" şeklindedir. Bunun yerine 517
nci maddenin kenar başlığında "belirli mal bırakma" deyimi
kullanılmış, böylece, konunun daha iyi anlaşılması sağlanmıştır. Miras
bırakanın, belirli bir malını başka bir kimseye bırakması, o kimsenin mirasçı
olarak atandığı anlamına gelmez. Yürürlükteki kanunun 467 nci maddesinin kenar
başlığındaki "Alelâde ikame" yerine, tasarının 520 nci maddesinin
kenar başlığında "Yedek mirasçı atama"; yürürlükteki kanunun 468 inci
maddesinin kenar başlığındaki "Fevkalâde ikame" yerine, tasarının 521
inci maddesinin kenar başlığında "Artmirasçı atama" deyimleri
kullanılmıştır. Bu deyimler ve kavramlar konuyu daha iyi belirtmektedir. Yürürlükteki kanunun 473 üncü maddesini karşılayan 526
ncı maddeye eklenen ikinci fıkrayla, ölüme bağlı tasarrufla kurulması öngörülen
vakfın, mirasın açılması anında değil, ancak bundan sonraki yasal koşulların
gerçekleşmesiyle tüzelkişilik kazanacağı vurgulanmıştır. Dördüncü Ayırımda, ölüme bağlı tasarrufların şekilleri
düzenlenmektedir. Yürürlükteki kanunun "okuyup yazamayan
vasiyetçi" ile ilgili 482 nci maddesi, "okuyamama ve imza
edememe" olgusunu düzenlemektedir. Tasarının 535 inci maddesinde ise, miras bırakanın
"bizzat okuyamaması veya imzalayamaması" olasılıkları göz önünde
bulundurulmuştur. Çünkü, yeni madde, sadece okuyup yazamayan kişilerin
vasiyetnamesini düzenlememektedir. Burada okuma-yazma bildiği halde bedensel
özrü nedeniyle imza yeteneğine sahip olmayan kişilerin vasiyeti de söz
konusudur. Yürürlükteki kanunun 483 üncü maddesini karşılayan
tasarının 536 ncı maddesinin kenar başlığı, maddenin içeriğine uygun olarak
"Düzenlemeye katılma yasağı" şeklinde değiştirilmiş, kaynak İsviçre
Medenî Kanununun 503 üncü maddesine paralel olarak, bir resmî vasiyetnamenin
düzenlenmesine katılan memur ve tanıklarla bunların yakınlarına, o
vasiyetnameyle kazandırmada bulunulmasını yasaklayan ikinci fıkra eklenmiştir. Elyazılı vasiyetnamede, tanzim edildiği mahallin de
belirtilmesini öngören yürürlükteki kanunun 485 inci maddesinden farklı olarak,
tasarının 538 inci maddesinde düzenleme yeri aranmamıştır. Düzenleme yeri,
Fransız Medenî Kanunu gibi bazı yabancı kanunlarda da aranmamaktadır. Sözlü vasiyeti düzenleyen yürürlükteki kanunun 486 ncı
maddesinde öngörülen "bulaşıcı hastalık" yerine, tasarının 539 uncu
maddesinde sadece "hastalık" sözlü vasiyet için yeterli sayılmıştır. Yürürlükteki kanunun 487 nci maddesini karşılayan yeni
540 ıncı maddeye eklenen üçüncü fıkrayla, ülke sınırları dışında seyreden bir
ulaşım aracında yapılan sözlü vasiyetin sorumlu yöneticiye; sağlık kurumlarında
tedavi edilmekte olanların vasiyetinin, sağlık kurumunun en yetkilisine tevdi
edilmesi olanağı getirilmiştir. Yürürlükteki kanunun 493 üncü maddesinin yerini alan
546 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, miras bırakanın, miras sözleşmesinden tek
taraflı olarak dönebilmesi için öngörülen mirasçılıktan çıkarma sebebi
oluşturan davranışların, miras sözleşmesinin yapılmasından sonra olması
koşuluna yer verilmiştir. Yürürlükteki kanunun 495 inci maddesi, mirasçı atanan
veya kendisine belirli mal bırakılan kişinin miras bırakandan önce ölmesi
durumunda, ölenin mirasçılarının, ölüme bağlı tasarrufta bulunan kimseden miras
sözleşmesi gereğince aldığı ivaz ve hasılattan ölüm tarihinde elde kalan
miktarı isteyebileceklerini öngörmektedir. Bu hüküm haksızlıklara yol
açtığından tasarının 548 inci maddesinde, kaynak İsviçre Medenî Kanunu 515 inci
maddesine paralel olarak, sözü edilen mirasçıların, ölüm tarihindeki
zenginleşmeyi geri isteyebilecekleri hükme bağlanmıştır. "Vasiyeti Yerine Getirme Görevlisi" başlıklı
Beşinci Ayırımda bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu konuda, yürürlükteki
hükümlerin yetersizliği, doktrinde eleştiri nedeni olmuştur. Tasarının bu
konuya ilişkin 550 ila 556 ncı maddeleri, bu eleştiriler dikkate alınmak ve
Alman Medenî Kanununun 2197 ilâ 2228 inci maddeleri ile İtalyan Medenî
Kanununun 700 ilâ 701 inci maddeleri göz önünde tutulmak suretiyle
hazırlanmıştır. Bu maddelerde, birden çok vasiyeti yerine getirme görevlisi
atanması halinde uyulacak esaslar, vasiyeti yerine getirme görevlisinin görev
ve yetkileri, tereke malları üzerinde hangi koşullarda tasarrufta
bulunabileceği, görevinin sona ermesi, denetlenmesi ve sorumluluğu düzenlenmiştir. Altıncı Ayırım "Ölüme Bağlı Tasarrufların İptali
ve Tenkisi" başlığını taşımaktadır. Yürürlükteki kanunun iptal sebeplerine
ilişkin 499 uncu maddesinde yer alan ilk üç bentte değişiklik yapılmamış, bu
maddeyi karşılayan 557 nci maddeye eklenen yeni dördüncü bentle, kanunda
öngörülen şekillere aykırılığın da iptal sebebi oluşturduğu hükme bağlanmıştır. Yürürlükteki kanunun 501 maddesinde iptal davaları için
belirtilen süreler zaman aşımı olarak düzenlenmiştir. Oysa, doktrin ve yargısal
içtihatlarda bu sürelerin zaman aşımı değil hak düşürücü süre olduğu görüşü
ağırlık kazanmıştır. O nedenle süreler, tasarının 559 uncu maddesinde hak
düşürücü süre olarak düzenlenmiştir. Ayrıca, yürürlükteki metinde öngörülen
kötü niyetli davalılara karşı otuz yıllık dava açılma süresi yirmi yıla
indirilmiştir. Yürürlükteki kanunun 506 ncı maddesinin "Muayyen
bir şeyin vasiyeti" şeklindeki kenar başlığı, tasarının 564 üncü
maddesinin kenar başlığında, düzenlenmenin içeriğine uygun olarak
"Bölünmez mal vasiyetinde" şeklinde değiştirilmiştir. Maddeye eklenen
ikinci fıkrayla tasarruf konusu malın vasiyet alacaklısında kalması durumunda,
malın, tenkis sebebiyle vasiyet borçlusuna verilmesi gereken kısmının karar
günündeki değerinin para olarak ödenmesi hükme bağlanmıştır. Yürürlükteki
madde, bu konuyu, ölüme bağlı tasarruf açısından düzenlemekte ise de, Yargıtay
içtihatları, bunun belirli mala ilişkin sağlararası kazandırmaların tenkisinde
de uygulanmasını kabul etmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - İşin
niteliğine uygun olan bu çözüm kabul edilerek maddeye yeni üçüncü fıkra
eklenmiştir. Yürürlükteki kanunun 511 inci maddesinde mirası
artmirasçıya geçirme yükümlülüğüne ilişkin tasarrufun "batıl"
olduğunu belirleyen hüküm yerine, tasarının 569 uncu maddesinde tasarrufun
tenkisi öngörülmüştür. Yürürlükteki kanunun 513 üncü maddesinde tenkis
davaları için öngörülen süreler, zamanaşımı süresi olarak düzenlenmiştir. Oysa,
doktrin ve yargısal içtihatlarda bu sürelerin, hak düşürücü süre olduğu kabul
edilmektedir. O nedenle, tasarının 571 inci maddesinde hem kenar başlığı, hem
içerik itibariyle bu sürelerin hak düşürücü süre olduğu hükme bağlanmıştır. "Miras Sözleşmesinden Doğan Davalar"
başlığını taşıyan Yedinci Ayırımda yer alan 572 nci madde, kaynak İsviçre
Medenî Kanununa uygun olarak ve düzenlemenin içeriğine daha uygun bazı ifade
değişiklikleriyle üç fıkra haline getirilmiştir. BAŞKAN - Efendim, kesemem; Sayın Bakan, hem hükümet
üyesi hem hocamız; kendisi takdir edecek ve bitirecek. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Tamamlıyorum
Sayın Başkan. BAŞKAN - "Kes" dediler de onun için efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Yürürlükteki
kanunun 515 ve 516 ncı maddelerinde düzenleme konusu olan mirastan feragat
durumunda "Tenkis" ve "Geri verme" kenar başlıkları, terim
değişiklikleriyle tasarının 573 ve 574 üncü maddeleri olarak düzenlenmiştir. Yüce Meclisi Saygıyla selamlıyorum efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlandı. 3 adet önergemiz var; önergeleri geliş sırasına göre
okutacağım. Son önergeyi okutacağım ve işlemini yaptıracağım. 1 inci önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı yasa tasarısının 498
inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. "Madde 498: Evlilik dışında doğmuş ve soybağı,
sözleşme, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulmuş olanlar, baba yönünden evlilik
içi hısımlar gibi mirasçı olurlar. Sözleşme hükümlerine göre ölümden sonra
doğacak çocuğun mirası sağ doğan cenin gibi sayılır. Çocukları eşit olarak mirasçıdırlar. Miras bırakandan
önce ölmüş olan çocukların yerine her derecede halefiyet yoluyla kendi alt
soyları alır. "
BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum efendim: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 500
üncü maddesinin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve
teklif ederiz. Saygılarımla.
Evlat edinen ve hısımları da, evlatlığa mirasçı
olurlar. BAŞKAN - Diğerini okutuyorum efendim; bu önergeyi
okutup işleme alacağım: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı kanun tasarısının 559
ve 571 inci maddelerinin "Hak düşürücü süre" olan kenar başlıklarının
"Hak düşürücü süreler" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
BAŞKAN - Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) -
Efendim, takdire bırakıyoruz. BAŞKAN - Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz
efendim. BAŞKAN - Efendim, gerekçesini de okutmuyorum... CEVAT AYHAN (Sakarya) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN - Efendim, karar yetersayısının aranılması
istenmiştir. (MHP sıralarından "Var" sesleri) Efendim, biliyorum var olduğunu. Daha önce istemişti
Sayın Karavar; kendisi ayrıldı; ama, diğerleri istediler. Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin katıldığı
önergeyi oylarınıza sunacağım. Oylamayı elektronik cihazla yapıyorum ve 2
dakika süre veriyorum. Vekâleten oy kullanacak sayın bakan varsa oy pusulası
gönderebilir; sisteme giremeyen sayın milletvekilleri kâğıt gönderebilir
efendim. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Oy pusulası gönderen milletvekillerinin
isimlerini okuyorum: Sayın Ziya Aktaş?.. Burada. Sayın Metin Bostancıoğlu, vekâleten?.. Burada. Sayın Ömer Üstünkol?.. Burada. Sayın Mehmet Pak?.. Burada. Sayın Ali Günay?.. Burada. Diğerlerine ihtiyaç olmadı. Karar yetersayısı vardır; önerge kabul edilmiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 500
üncü maddesinin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve
teklif ederiz. Saygılarımla.
Evlat edinen ve hısımlıkları da, evlatlığa mirasçı
olurlar. BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SALİH ERBEYİN (Denizli) -
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -
Katılmıyoruz... VEYSEL CANDAN (Konya) - Gerekçesini okutun. BAŞKAN - Çok teşekkür ederim, sağ olun. Gerekçesini okutuyorum: Gerekçe: Evlatlık ve alt soyu evlat edinene kan hısımı
gibi mirasçı oluyorlar. Ancak evlat edinen ve hısımları ise evlatlığın
mirasçısı olamamaktadırlar. Bu eşitlik esasına aykırı olduğu gibi, evlat edinen
sağlığında evlatlığa vermiş olduğu sermaye, açmış olduğu işyerleri vesaire
aslında evlat edinenin malları olduğu halde, evlatlık öldüğü zaman, kendisi
evlatlığa mirasçı olamayacak, üstelik kendisinde hiçbir emeği olmayan
evlatlığın mirasçılarına kalacak. Bu ise adalet duygusunu zedelemektedir. Bu
durumu düzeltmek için bu önerge verilmiştir. BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir. Üçüncü önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı yasa tasarısının 498
inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. " Madde 498: Evlilik dışında doğmuş ve soybağı,
sözleşme, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulmuş olanlar, baba yönünden evlilik
içi hısımlar gibi mirasçı olurlar. Sözleşme hükümlerine göre ölümden sonra
doğacak çocuğun mirası sağ doğan cenin gibi sayılır. Çocukları eşit olarak mirasçıdırlar. Miras bırakandan
önce ölmüş olan çocukların yerini her derecede halefiyet yoluyla kendi alt
soyları alır."
BAŞKAN - Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SALİH ERBEYİN (Denizli) -
Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN - Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.
VEYSEL CANDAN (Konya) - Gerekçe okunsun. BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum: RIZA ULUCAK (Ankara) - Sayın Başkan... BAŞKAN - "Gerekçe" dedi efendim Grup
Başkanvekiliniz. Buyurun efendim, zorlama bir şey yapmam. Efendim, süremiz de çok az kaldı, toparlarsanız memnun
olurum; buyurun. RIZA ULUCAK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 498 inci maddede bir değişiklik teklifimiz üzerinde söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Malum olduğu üzere, 498 inci madde evlilik dışında doğmuş ve Soybağı, tanıma veya hakim hükmüyle kurulmuş olanlar,
baba yönünden evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olurlar" şeklindedir.
Teklifimizle, bu maddede, "soybağı" ile "tanıma" kelimeleri
arasına "sözleşme" ibaresinin eklenmesi ve maddeye "sözleşme
hükümlerine göre, ölümden sonra doğacak çocuğun mirası sağ doğan cenin gibi
sayılır" cümlesi getirilmekte ve herhangi bir tereddüde mahal kalmaması
bakımından tasarının 495 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları hükümleri,
ikinci fıkra olarak eklenmesi teklif edilmektedir. Bilindiği gibi, tıp sahasında gerçekleşen gelişmeler
sonucu normal doğumlar dışında taşıyıcı annelerle de çocuk doğması mümkün hale
gelmiştir. Bu hususta gazetelerde yer alan haberler ve fotoğrafları yüksek
heyetinize hatırlatıyorum. Taşıyıcı annelerle veya sperm bankalarıyla yapılacak
sözleşmeler sonucunda, bir insanın, ölümünden sonra çocuğu olabilmektedir. Bu
şekilde doğan çocuğun babası olduğu, gerek sözleşme ve gerekse gerektiği
takdirde tıbbî bakımdan yapılacak testlerle kanıtlanan çocuğun ölenin mirasçısı
olarak miras hakkının tanınması hakkaniyete uygun olacaktır ve ileride
açılabilecek birçok davaları da bu şekilde peşinen önlemek mümkün olacaktır. Teklifimizin kabulünü saygıyla arz ediyorum. BAŞKAN - Sayın Ulucak, teşekkür ediyorum efendim. Efendim hükümetin ve komisyonun katılmadığı önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir. Sayın milletvekilleri Altıncı Bölüm üzerinde görüşmeler
tamamlanmıştır. Altıncı Bölümü, kabul edilen önerge doğrultusunda
oylarınıza sunuyorum: Altıncı Bölümü kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Efendim, Yedinci Bölüme geçmeye vaktimiz kalmamıştır,
onun için, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla
görüşmek için, 8 Kasım 2001 Perşembe günü saat 14.00'te toplanmak üzere,
birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati
: 18.53 |
|