Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 74       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

14 üncü Birleşim

31 . 10 . 2001 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - İstanbul Milletvekili Yücel Erdener'in, Türkiye'de yaşanan kuraklığa, bunun ekosisteme etkilerine ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

2. - Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu'nun, güneydoğudaki pamuk çiftçisinin, bir yıldır ödenmeyen destekleme primi nedeniyle çektiği sıkıntıya ilişkin gündemdışı konuşması

3. - Kayseri Milletvekili Hamdi Baktır'ın, Türk halıcılığının bugünkü durumu ve halıcılık sektörüne ivme kazandırmak için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Devlet eski Bakanı Yüksel Yalova hakkında bulunan Danıştay 2 nci ve 5 inci Daireleri kararlarının, milletvekillerinin tetkik ve takdirlerine açılmasının Başkanlıkça uygun mütalaa edildiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/911)

2. - Diyarbakır Milletvekili Nurettin Atik'in (6/1548) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/419)

3. - Bursa Milletvekili Oğuz Tezmen'in (6/1551) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/420)

4. - Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı'nın (6/1557) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/421)

5. - Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu'nun (6/1561) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/422)

6. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın (6/1565 ve 6/1569) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/423)

IV. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ

1. - 30.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/20) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 6.11.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;  Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723)

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, müşavir kadrosundaki personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4308)

2. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, norm kadro çalışmalarına ve insan gücü planlaması yapılıp yapılmadığına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4309)

3. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, kurum içi personel eğitimi ve yönetimine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4314)

4. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, 2919 Sayılı Kanunun 5 inci maddesine göre başka kurumlara atanan personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4315)

5. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, sözleşmeli olarak çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4318)

6. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, TBMM'de işçi statüsünde çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4320)

7. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk'un, zorunlu tasarruf kesintilerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/4672)

8. - İstanbul Milletvekili Erol Al'ın, bazı Alman ve Türk vakıflarının Türkiye aleyhine faaliyette bulundukları iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'in cevabı (7/4755)

9. - Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, Sümela'da bulunan taşocağının yeniden açılmasının çevreye etkilerine ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin'in cevabı (7/4765)

10. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, emekli subayların özel sektörde görev almalarına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun cevabı (7/4803)

11. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun;

Rize İlindeki ürün araştırma ve yayın çalışmalarına,

Rize İlinde hayvancılığın geliştirilmesi için yapılan çalışmalara,

Rize İlindeki tarımsal projelere,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4913, 4914, 4915)

12. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, denetim faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4984)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında milletvekillerinin Cumhurbaşkanına yönelik tavırlarıyla ilgili basında çıkan yanlış ve yanıltıcı haberlere, bu ve benzeri haberlerin Türk siyasetinde yaratacağı sorunlara ilişkin bir açıklamada bulundu.

Genel Kurulu ziyaret eden Nijerya Cumhuriyeti Kano Eyaleti Meclis Başkanı Yau Abdullahi'ye Başkanlıkça "hoş geldiniz" denildi.

Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay, cumhuriyetin ilanının 78 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı bir konuşma yaptı; MHP Hatay Milletvekili Mehmet Şandır; DYP Erzurum Milletvekili Ayvaz Gökdemir; DSP Ankara Milletvekili Ayşe Gürocak; AK Parti Manisa Milletvekili M.Necati Çetinkaya; ANAP Denizli Milletvekili Beyhan Aslan; SP Ankara Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin de aynı konuda grupları adına görüşlerini belirttiler.

İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın, Ege Bölgesi pamuk üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşmasına Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp cevap verdi.

İzmir Milletvekili Kemal Vatan, Türkiye'nin içine düştüğü ekonomik durumun nedenleri ve çıkış yollarına,

Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan da, küreselleşmenin dünyadaki etkileri ve Türkiye'nin durumuna;

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu, Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, özelleştirme sürecinde alınan yanlış kararlarla devleti zarara uğrattıkları iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/20) okundu; gensorunun gündeme alınıp alınmayacağı konusundaki görüşme gününün Danışma Kurulu tarafından tespit edilip Genel Kurulun onayına sunulacağı açıklandı.

Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmında yer alan (10/16), (10/141) esas no.lu, köylerin ve çiftçilerin sorunlarının araştırılarak köy kalkınmasıyla ilgili gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla; (10/21) esas no.lu, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak ele alınması amacıyla; (10/22), (10/43), (10/58), (10/83), (10/121), (10/175), (10/194) esas no.lu,tarım sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirler; (10/15), (10/30), (10/147) esas no.lu, ülkemizde yaşanan ekonomik krizin ve işsizlik ve yoksulluk sorununun araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla; (10/33), (10/154) esas no.lu, bankacılık sektörünün sorunları ve devlete devredilen bankaların batış nedenlerinin araştırılması amacıyla; (10/52), (10/53) esas no.lu, sermaye piyasası ve borsaların durumu ve özelleştirmeyle ilgili iddiaların araştırılması amacıyla; (10/114), (10/118), (10/128), (10/140), (10/160), (10/137) esas no.lu, ücretlilerin durumunun araştırılarak alınması gereken tedbirler hakkında ve emeklilerin sorunlarının araştırılması hakkında; (10/116), (10/129) esas no.lu, KOBİ'lerin sorunlarının araştırılarak çözüm önerilerinin tespiti hakkında; (10/192) esas no.lu, esnaf ve sanatkârların sorunlarının araştırılarak alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla; verilmiş bulunan Meclis araştırması önergelerinin birleştirilerek bir an önce görüşülmesine ilişkin SP Grup önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmediği,

Genel Kurulun 30 Ekim 2001 Salı günü 15.00 - 20.00, 31 Ekim 2001 Çarşamba ve 1 Kasım 2001 Perşembe günleri 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmasına, 30 Ekim 2001 Salı günü Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boşalan bir üyelik için yapılacak seçimin tamamlanmasından sonra denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği;

Bildirildi.

Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Vergi Usul Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/354) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği,

Osmaniye Milletvekili Birol Büyüköztürk'ün, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda (2/689),

Ardahan Milletvekili Saffet Kaya'nın, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda (2/670);

Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tekliflerinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği;

Açıklandı.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda muhalefet partileri kontenjanından boşalan bir üyeliğe Beşir Ayvaz seçildi.

31 Ekim 2001 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.48' de son verildi.

Mustafa Murat Sökmenoğlu

Başkanvekili

Melda Bayer               Sebahattin Karekelle

             Ankara                  Erzincan

Kâtip Üye               Kâtip Üye


                                                                           No. : 21

II. - GELEN KÂĞITLAR

31.10.2001 ÇARŞAMBA

Tasarılar

1. - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Hindistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Suçluların İadesi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/924) (Adalet ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.10.2001)

2. - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kosta Rika Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Teknik İşbirliği Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/925) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonlarına)  (Başkanlığa geliş tarihi : 19.10.2001)

Teklifler

1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; 10.6.1983 Gün ve 2839 Sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/819) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.10.2001)

2. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; 22.4.1983 Gün ve 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına, Bazı Maddelerin Yürürlükten Kaldırılmasına ve Bazı Maddeler İlavesine Dair Kanun Teklifi (2/820) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.10.2001)

3. - Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül'ün; Gümrük Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/821) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.10.2001)

4. - Aydın Milletvekili Sema Tutar Pişkinsüt'ün; Umumi Hıfzıssıhha Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasıyla İlgili Yasa Önerisi (2/822) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.10.2001)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

31 Ekim 2001 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 14 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Türkiye'de kuraklık ve ekosisteme etkileri konusunda söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Yücel Erdener hanımefendiye aittir.

Buyurun Sayın Erdener. (DSP sıralarından alkışlar)

Şunu belirteyim: Bütün milletvekili arkadaşlarımızın, 5 dakikadan sonra 1 dakika ilave ettiğim hususuna riayet etmelerini, özellikle, istirham ediyorum.

Buyurun.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - İstanbul Milletvekili Yücel Erdener'in, Türkiye'de yaşanan kuraklığa, bunun ekosisteme etkilerine ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; zamanımın elverdiği ölçüde, ülkemizde yaşanan kuraklıkla ilgili bilgileri Genel Kurula sunarak, yaşamın nasıl etkilendiğini kısaca anlatmaya çalışacağım; hepinize saygılar sunuyorum.

Kuraklık, yağış ve akış değerlerinin, uzun yıllar ortalamasının çok altında seyretmesi diye tanımlanır. Tarımsal kuraklık, meteorolojik kuraklıktan hemen sonra oluşur. Tarım, kuraklıktan etkilenen ilk ekonomik sektördür. İçme ve kullanma suyu sıkıntılarıyla birlikte, tarımsal ve hidrolojik kuraklığın sonuçları, zamanla, sosyoekonomik kuraklık olarak kendini gösterir. Kuraklık, aynı zamanda en kapsamlı sosyoekonomik zararlara neden olan doğal bir afettir.

İnsan nüfusunun ve artan gereksinimlerinin, enerji, içme, kullanma suyu ve tarımsal sulamanın artmasıyla koşut olarak mevcut suyun yetersiz kalması da kuraklığın bir başka anlatımıdır.

Kurak alanların sulanmasıyla, daha çok ürün alındığı bir gerçektir. Sanayi devrimi ve nüfusun patlaması sonucu, suya olan gereksinimi de artırmaktadır. O nedenle, su rezervlerindeki suyun artırılması ve su kaynaklarının geliştirilmesi, havadaki nemin yoğunlaştırmak, havaya aşırı partikül salmamak, suyun yüzeysel akışını artırmak, suyun havayla temasını kesmek, rüzgâr perdelerini kullanmak, suyun yer altında depolanmasını sağlamak, yeraltı suyunun ölçülü kullanılması gibi yöntemlerle sağlanabilir.

Bugün, dünyada üretilen elektriğin beşte 1'i, akan suyun gücüyle işleyebilen türbinler sayesindedir. Bugün, 1 milyarı aşkın kişi temiz içmesuyundan yoksundur.

Sayın milletvekilleri, kuraklığı, betonlaşmaya ya da yeşilin yok edilmesine bağlamak, popülist bir yaklaşımdır. Her kuraklığı küresel iklime bağlamak da doğru değildir. Ülkemiz, son üç yıldan beri kuraklıkla karşı karşıyadır; bu yıl da etkisini sürdüreceğe benziyor.

Enerji üretimindeki barajların sekizde 1'i doludur. Sekizde 7'lik su hacmine, önümüzdeki üç aylık sürede ulaşmak zor görünüyor.

Türkiye'nin kullanılabilir su varlığı 110 milyar metreküptür. Bizde kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarı 1 430 metreküptür. Bu rakam, Amerika Birleşik Devletlerinde 18 000, Afrika ülkelerinde 7 000, Avrupa ülkelerinde 5 000, Asya ülkelerinde 3 000 metreküptür.

Yarı kurak olan ülkemiz, su zengini bir ülke değildir. Bu nedenle, suyun ekonomik olarak kullanılmasına özen göstermeliyiz. "Gelecekteki savaş su yüzünden olacak" tartışmaları gündeme geliyor. Hedef, herkese, olabildiğince su sağlamanın doğru olacağıdır. Bu nedenle, su kaynaklarının daha akılcı ve verimli kullanılması gerekmektedir.

Ciddî boyutta bir kuraklık, gelecekteki besin üretimimizi olumsuz etkileyecek bir tehlikedir. Bizde, buna, "kıran" adı verilmektedir.

Kırsal kalkınmanın bir enstrümanı olan ve küçük maliyetlerle gerçekleştirilen göletlerin yapımına hız verilmelidir. Küçük debili, fakat akışı düzenli olan sularla, kod farkından yararlanarak, hem enerji üretimi hem de tarımsal amaçlı mini elektrik santralları oluşturulmalıdır. Tarımda, yeraltı suyu kaynaklarından yararlanma yaygın hale getirilmelidir.

Küçük çiftçilere, tarla içi hizmetler kapsamında, teknik desteği ve yukarıda anlattığımız bütün tarımsal çalışmaları ancak Topraksu örgütlenmesiyle sağlayabiliriz. Gerçeği hiçbir zaman da gözden ırak etmemeliyiz; çünkü, Topraksu; toprak-su, su-bitki ve bitki-toprak korelasyonunun ülke tarımında en iyi işleyen örgütlerinin başında gelmektedir.

Sanayinin gelişmesiyle birlikte, insanoğlu, doğayı acımasızca tahrip etmeye başlamıştır; sonuçta, atmosferin bileşimindeki gazlar değişmiş ve canlı yaşamı tehlikeye soktuğundan uluslararası toplumun bu konudaki duyarlılığı yükselmiştir. 1922'de Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansında iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi, gelişmiş ülkeler arasında imzaya açılmıştır. Bu sözleşmeyle, atmosfere gaz salınımlarının durdurulması ve ozon tabakasının korunması öngörülmüştür. Ne yazık ki, Türkiye bu anlaşmayı imzalamamıştır.

Küresel ısınmayla birlikte alt tropiklerdeki yüksek basınç kuşağının kuzeye doğru Türkiye üzerinden kaymasıyla, Türkiye'nin bir kısmı oldukça kuru ve sıcak iklimin etkisine girmektedir. Türkiye üzerinde sürekli olarak artan troposferik ozon, bitkilerde fotosentez olayını yavaşlatarak ormanları etkilemiş ve tarımda da verimi azaltmıştır. Yüksek basınç kuşağının kuzeye kaymasıyla, ülkemizde tropikal iklime benzer bir iklim, düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar, seller, heyelanlar ve erozyonu artırmakta, daha kuru hava, daha sık uzun süreli kuraklıklara neden olmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 1 dakika içerisinde toparlayınız efendim.

YÜCEL ERDENER (Devamla) -Sonuçta, kuşakların göç yolları ve konaklama yerleri değişmekte, kuru kesimlerde, yüksek sıcaklıkla birlikte orman yangınları artmakta, yangın sonrası yaprağını döken ağaçlar, yeterli nem bulamayınca, gelişememekte, tarımsal hastalıklar çoğalmakta ve böcek zararlıları artmaktadır. Böylece, tarımda sulamanın gereği ortaya çıkmaktadır.

Sulama, birim alanda verimi artıran öğelerin başında gelmektedir. Sulama sistemleri, kuraklığın şiddetiyle doğru orantılı olarak, salma, yağmurlama ve damlama sistemleri şeklinde uygulanmalıdır. Bunun yanında, üretimde az su isteyen ürünlere ağırlık verilmelidir. Böylece, ekolojik dengenin korunması sağlanmış olacaktır.

2025 yılında kentli sayısının 1 milyara ulaşacağı düşünülürse, çiftçilerin, üretimi artırmakta karşılaşacakları zorlukları sulamayla aşacakları hesap edilmelidir. Bu da, suya duyulan gereksinimi en aza indirmeyi ve düşük maliyetli sulama yöntemlerinin yoksul çiftçilere ulaştırılmasını zorunlu kılmaktadır.

Diğer taraftan, ülkemizde, 2030 yılına kadar, yaz aylarında sıcaklık 2-3 santigrat derecede artarken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ederim; süre uzatması bir sefere mahsus bende.

YÜCEL ERDENER (Devamla) - Bu dünyanın bir gerçeği biliyorsunuz...

BAŞKAN - Efendim, muhakkak... Burada ifade edilen konuların hepsinin önemli olduğunu biliyorum; ama, benim prensibim o.

YÜCEL ERDENER (Devamla) - Peki efendim.

Saygılar sunuyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erdener.

Buyurun Sayın Yavuz.

MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilimizin kuraklıkla ilgili, suyla ilgili görüşlerine yürekten katılıyorum.

Bütçenin hazırlandığı bugünlerde, özellikle kuraklığı yenmenin çaresi -bilim ve teknoloji çağındayız- yatırımlara hız vermektir. Özellikle Orta Anadolu, Trakya, Doğu Anadolu ve Ege Bölgesi kuraklıktan en çok zarar gören bölgelerdir. Bunun için, hükümet, sulama projelerine özel önem vermelidir. Başta Orta Anadolu'yu ilgilendiren, 13 vilayeti ilgilendiren KOP Projesi, Doğu Anadolu'yu ilgilendiren DAP Projesi, Karadeniz Bölgesini ilgilendiren KAP Projesi gündeme alınmalı ve bütçede, özellikle Enerji Bakanlığının Devlet Su İşleri yatırımlarına kaynak aktarılmalıdır. Bu sayede kuraklığı yenmiş oluruz. Çaresi, üretimi artırmaktır. Üretimi artırdığımız zaman da fakirliği ortadan kaldırmış oluruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Gündemdışı konuşmaya yanıt verecek sayın bakan?.. Yok.

Gündemdışı ikinci söz, güneydoğu pamuk destekleme primlerinin ödenmesi hususunda söz isteminde bulunan Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Seydaoğlu. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika; ilave 1 dakika. O hususu peşin belirteyim arkadaşlar.

2. - Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu’nun, güneydoğudaki pamuk çiftçisinin, bir yıldır ödenmeyen destekleme primi nedeniyle çektiği sıkıntıya ilişkin gündemdışı konuşması

SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bu gece mübarek Berat Kandili; tüm İslam âlemine, tüm insanlığa hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum ve konuşmama başlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiyemizin yüzde 65-70'ine yakınının, ziraî ve ziraata bağlı bir ülke olması gerçeğinden hareket ederek, güneydoğu insanının da nüfus oranının bütünü içerisinde yaklaşık yüzde 60'ı, tarım ve tarıma dayalı ziraatla, maalesef, idare etmektedir.

Bu bağlamda, hükümetin vermiş olduğu kilo başına 9 sent, 2000 yılı pamuk destekleme prim fiyatı, maalesef, Akdeniz Bölgesinde, Ege'de, bütün Türkiye'de ödendiği halde, güneydoğu insanının hakkı olan, Bakanlar Kurulu kararıyla hak olarak kabul edilen destekleme prim fiyatı, bugüne kadar -bir yıldan beri- verilmemiştir. Yüzbinlerce insanı bağlayan, böyle  ekonomik krizin içerisindeki bir Türkiye gerçeğinde, bir güneydoğu gerçeğinde, ülkenin gerçeğinde, yaklaşık 16 milyon dolarlık -ki, bu, 23 trilyona tekabül eder- bir rakamın, her geçen günün çiftçinin aleyhinde geliştiği varsayımı kabul edilerek... Hazine Müsteşarlığı tarafından, Maliye Bakanlığından 70 trilyon ödenek talep edilmiş ve bugün, Sayın Maliye Bakanı -maalesef, bize, bu müjdeyi verdi- eğer, bir aksilik çıkmazsa, en kısa sürede, bu insanlarımızın alınteri olan, emeğinin teri olan, helal alacak olan bu hakkın da verileceğini, maalesef, bize müjdeledi.

Bu bağlamda, tabiî, Türkiye'nin geneli içerisinde ekonomik kriz bir gerçektir; ama, gerçekten, güneydoğu, yıllardır büyük bir bedel ödüyor; açlık, göç, işsizlik... Yani, burada, hepinizin bildiği bir gerçek var; kişi başına düşen millî gelir, güneydoğuda 400 dolar seviyesine düşmüş; işsizlik, resmî istatistiklere göre 5 000 dolayındadır. Çiftçilerin de bu parasını vermediğimiz zaman, büyük bir ekonomik krizin, bu kış ağzında, yaklaşan mübarek Ramazan ayının arifesinde, büyük bir sıkıntı doğacağını çok iyi bilmektesiniz.

Hazineden sorumlu Sayın Devlet Bakanımızın ve Sayın Başbakanımızın, iki ay önce, güneydoğuya gidip, güneydoğunun yarasını saracağına dair taahhüdünü, biz -büyük bir devlet başkanı olarak- kendimize bir teminat ve bir söz telakki ediyoruz. Köy-Kent projesinde de, Sayın Başbakanın, yıkılan, yok olan 4 000 köyün yeniden onarımı, idamesi konusunda taahhüdü var. İnşallah, en kısa sürede, 1 milyon göç etmiş  insan, yuvasına, köyüne, toprağına kavuşacaktır.

Ben, tabiî, gündemde her ne kadar pamuk destekleme primi varsa da, 70 milyon insanı temsil eden, en yüce organ olan Meclis üzerinde son günlerdeki spekülasyonlara bir iki cümleyle değinmek istiyorum. Unutulmasın ki, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Unutulmasın ki, herkesin, bu millî iradeyi temsil eden bu 550 insanın iradesiyle bir makama geliyorsa, bu insanların iradesine saygılı olması gerekir. Türkiye'deki bu ekonomik kriz üzerine felaket tellallığı yapıp Parlamentoyu yıpratmak hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir. (ANAP ve DYP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar)

Cumhurbaşkanlığının 2002 yılı bütçesi -biraz evvel Maliye Bakanlığından aldım; belki, Türkiye'nin bilmesinde fayda var- 18 katrilyon 850 milyar. Bugün bu ülkede 10 milyon işsiz, aç insan varken, 19 katrilyonluk bir bütçe bu ülkenin lüksü müdür, değildir midir, sizin...

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - 18 trilyon, "katrilyon" değil.

SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Devamla) - Evet, 18 trilyon, bu ülkenin lüksü müdür, değil midir;  sizin takdirinize bırakıyorum.

Ben isterdim ki, Cumhurbaşkanı da millî iradeye dönsün, referanduma dönsün, bizim oylarımızla değil; ama, oyunu alıp da, oyunu temsil ettiği insanın bu millî iradeye, bu Parlamentoya hakaret etmeye hakkı yoktur; saygısı olması lazımken, hakaret etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.(ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

Referandumsa, millî iradeyse, hep beraber gidelim millî iradeye... Daha bir sene önce bu Yüce Parlamentonun oyuyla seçilmiş bir insanın, ülkenin ekonomik krizine çözüm araması gerekirken, Ermeni yasası tasarısı Amerika'da, Fransa'da görüşülürken Sayın Cumhurbaşkanının kırmızı ışıkta kalması hiçbir şeyi ifade etmiyor.

Ekonomik krizdeyken, değil yaratacağına, Sayın Cumhurbaşkanı yeni bir kriz yaratıp Parlamentoyu yıpratmasına, medyayla birlikte çapraz ateşe tutup...Biliyorsunuz, bu Parlamento kapanırsa, bunun alternatifi ne olur; oligarşi olur, cunta gelir; karanlık güç gelir.  Demokrasiden başka çözüm yoktur. Demokrasinin alternatifi, yine demokrasidir; başka hiçbir şey çözüm değildir.Millî iradeyi temsil eden insanlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, 2 dakika rica ediyorum.

BAŞKAN - 1 dakika içinde toparlayınız Sayın Seydaoğlu.

SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Devamla) - Sonuç olarak, altı ay önce 100 000 liradan çiftçinin elinden alınan buğday, bugün tüccarın elinde 250 000 liraya satılıyor.

Tarım sektörüne bağlı en az 1 milyon güneydoğu insanının, çiftçinin, emekçinin, sayın hükümetimizden, Hazineden sorumlu Sayın Bakanımızdan ve ilgili bakanlardan istediği -bakanıma hitap ediyorum- bir an önce emeğin karşılığı olan bu destekleme primi fiyatının ödenmesidir.Bunun ödenmesini talep ediyorum.

Bu duygularımla, herkesin, ama herkesin, Yüce Meclise saygılı olmasını arzu ediyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Seydaoğlu.

Sayın Bakanım, Turizme ilişkin bir şey yok... Herhalde bir cevap...

TURİZM BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) - Sayın bakanlara ileteceğim.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim Sayın Bakan. (DYP sıralarından "bakanlar gelmiyor ki" sesleri)

Onların takdiri, ona bir şey diyemeyeceğim.

Gündemdışı üçüncü söz...

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yalçınkaya.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Bir açıklamada bulunacağım.

BAŞKAN - Efendim konu ne?

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Aynı konuyla ilgili.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Sebgetullah Seydaoğlu açıkladı.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, 1 dakika...

BAŞKAN - Efendim, böyle bir usulümüz var mı; hayır, yok. Yani, söz vermiyorum, lütfen... Böyle bir usulümüz yok. Lütfen, söylendi, maksat hâsıl oldu.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Şimdi, Başkanım, pamuk primleriyle ilgili...

BAŞKAN - Gündemdışı üçüncü söz, Türk halıcılığının bugünkü durumu hakkında söz isteyen Kayseri Milletvekili Sayın Hamdi Baktır'a aittir.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, böyle bir usulümüz yok.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, hayır... Şimdi, her gün burada uygulaması var. "Böyle bir usulümüz yok" diyorsunuz; dün burada aynı şeyler...

BAŞKAN - Efendim, söz vereceğim yerde verdim; arkadaşınız vardı, verdim.

Buyurun Sayın Baktır. (MHP sıralarından alkışlar)

3. - Kayseri Milletvekili Hamdi Baktır'ın, Türk halıcılığının bugünkü durumu ve halıcılık sektörüne ivme kazandırmak için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

HAMDİ BAKTIR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; içinde yaşadığımız ekonomik sıkışıklık ortamında değer ve önemi daha da artan istihdam sağlama yanında, sosyal ve kültürel alanda da ayrı bir yeri olan el halıcılığımız konusunu Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirmek istedim; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ayrıca, içinde bulunduğumuz Berat Kandilinin, tüm Türk-İslam âlemine hayırlı, uğurlu olmasını Cenabı Allah'tan temenni ediyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; halıcılık, Ortaasya'dan başlayan, zamanla bütün dünyaya yayılan, insanların kullanım, örtünme, süs ve süsleme ihtiyaçlarını gideren bir sanat olarak karşımıza çıkmaktadır. Anadolu'da çeşitli uygarlıklar tarafından yapılıp kullanılan halıcılık sanatı, yaşadığı kültürleri bir sonraki nesillere aktarmasıyla, halıcılık kültürünü de ortaya çıkarmaktadır. Türkiye'nin sahip olduğu halıcılık kültürü, işlediği motif ve desenlerle bir sanat eseri olmuş, Türk halısı imajını tüm dünyaya tanıtmış ve yaygınlaştırmıştır.

Kayserimizle birlikte diğer bazı illerimizde de kendi adlarıyla meşhur el sanatlarımızdan olan el halıcılığı yapılmaktadır. 1993 yılında yapılan bir araştırmanın sonuçları, halıcılık potansiyelimizin ortaya konmasına, buna göre politikalar geliştirilmesine faydalı olacaktır. Bu araştırmaya göre, aynı tarihte, 500 000 ilâ 600 000 vatandaşımız bu sanattan geçimlerini temin etmiş, 200 milyon dolara yakın bir ihracat gerçekleştirilmiştir. Bugün, bu rakamların çok uzağında bulunmaktayız. Özellikle, günümüzde yaşanan istihdam problemine büyük katkı sağlayacağına inandığımız bu sektöre yapılacak destek, sonuçları itibariyle, önemli kazanımlar sağlayacaktır. Halıcılık, diğer sektörlere göre, birim yatırımda büyük istihdam sağlayabilecek, işsizlik sorununu hafifletebilecek bir alandır. Halıcılık sektörü, içerde istihdamla birlikte, dışarıda ihracat, dolayısıyla döviz girdisi sağlayacaktır. Az bir yatırım ve teşvikle gerçekleşecek faaliyetler, ilmek ilmek dokunan desenlerle kendisini bulan kültürümüzün korunup geliştirilmesiyle, ülkemiz tanıtımına da büyük katkı sağlayacaktır. Ülkemizi ziyaret eden turistlerimizin ilgisiyle turizme katkı yapacak, ülkemiz dahilinde de yapılan satışlarla döviz girdisi gerçekleştirilecektir.

Halıcılık sektörünün ivme kazanıp, özellikle köylerimize kadar inip, her evin bir atölye, fabrika olması için, birçok kurumumuzun ilgi ve desteği gerekmektedir. Bunun için, il özel idareleri ve halk eğitim merkezleri, tezgâhların kurulması ve eleman yetiştirilmesi hususunda mevcut çalışmalarını yaygın hale getirmelidir.

Kültür Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı, Türk halıcılığının tanıtımı konusunda işbirliğine gitmeli, bir desen bankası oluşturulmalı, yeni desen ve motifler için yarışmalar düzenlenmeli; böylece, kültürümüze artı değerler kazandırılmalıdır.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığımız, küçük ve orta boy işletmelere verdiği maddî desteği, bu alanda daha da artırmalıdır.

Dış Ticaret Müsteşarlığımız, üretilen malzemelerin dışarıdaki pazar payını artırmak için alan çalışması yapmalı, dış fuarlarda tanıtılmasına imkân sağlayacak faaliyetleri gerçekleştirmelidir. Uluslararası bir halıcılık fuarının ülkemizde düzenlenmesi için, gerekli çalışmalara vakit geçirilmeden başlanmalıdır.

Özellikle, haksız rekabeti önlemek, Asya ülkelerinden Çin, İran, Pakistan, Türk cumhuriyetleri, Mısır ve Hindistan'dan Batı ülkelerine yapılan ticaretin ülkemiz aleyhine olmaması için, halıcılık sektörüne, rekabet edecek imkânlar sağlanmalıdır.

Gümrük kapılarımızdaki önlemler artırılmalıdır. İthal edilen hammadde üzerindeki gümrük vergi ve resimlerin azaltılması, maliyetleri azaltacak, rekabet şansımız artacaktır. Bu nedenle, oranlar tekrar gözden geçirilmelidir. Küçük esnafa işletme kredisi sağlamak üzere faaliyet gösteren Halk Bankası, bu alanda, düşük faizli kredi kullandırmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birçok kurumumuzun üzerine düşen görevleri yerine getirmesi ve işbirliği yapması halinde yüzbinlerce insanımıza istihdam yaratıp, kendi kendine yeterli hale gelmesini sağlayacak olan el dokuma halıcılığımızın, özellikle, ipek dokuma halıcılığımızın, içerisinde yaşadığımız sıkıntılı ortamın çözümüne küçümsenmeyecek oranda çare olacağını düşünüyor, odalar, dernekler gibi sektör temsilcileri ile ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri çerçevesinde yapılacak olan işbirliğinin, halıcılığımız ve ülkemiz ekonomisine canlılık getireceğini tekrar ifade etmek istiyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Baktır.

Gündemdışı konuşmaya yanıt verecek sayın bakan?.. Yok.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, izin verir misiniz...

BAŞKAN - Sayın Şahin, buyurun.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Yerimden, kısa bir açıklama yapma ihtiyacını hissettim. İki gündür, iktidar partilerine mensup milletvekili arkadaşlarımız gündemdışı söz alıyorlar; tabiî ki haklarıdır; ama, bir husus dikkatimizi çekiyor. İktidar partilerine mensup milletvekili arkadaşlarımız, genellikle, üreticimizin, çiftçimizin içinde bulunduğu zor şartları dile getiriyorlar; bu da haklıdır; ancak, tabiî, iktidarın Türkiye'yi nasıl bir yangın yeri haline getirdiğini ve bu ateşten iktidar partisi milletvekillerinin de artık nasıl etkilenmekte olduğunu göstermesi bakımından, çok çarpıcı tabloları, iki gündür yaşıyoruz. O bakımdan, gönlümüz arzu ederdi ki, iktidar ve iktidarın sayın bakanları, bu eleştirilere, çıksınlar, cevap versinler ve Türkiye'yi çok iyi yönettiklerini ifade etsinler. Artık, bütün bu konuşmalar bir gerçeği ortaya koydu. Artık, bu iktidarın suyunun ısınmakta olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şahin.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - İktidarı, muhalefet adına bir kere daha uyarıyoruz.

BAŞKAN -Teşekkür ederim; yani, böyle bir usulümüz yok efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, biraz evvel, gündemdışı bir konuşma üzerinde, bir arkadaşımıza kısa bir açıklama imkânı verdiniz. Sayın Şahin'e de bir açıklama imkânı verdiniz, tabiî ki çok iyi, doğrudur; ama Güneydoğu Anadolu'daki pamuk üreticilerinin prim alacaklarıyla ilgili konuşma üzerine, Urfa Milletvekilimiz Sayın Yalçınkaya kısa bir açıklamada bulunmak için söz istediler.

BAŞKAN - Efendim, söz istesinler, yarın gündemdışı söz vereyim efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama efendim, şimdi, olmadığını söylediğiniz uygulamayı, Sayın Mehmet Beyden esirgiyorsunuz.

BAŞKAN - Efendim, bir grup başkanvekili, Sayın Başkan.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Onun için yaptığınız uygulama yanlıştır, onu düzeltmek için, Sayın Yalçınkaya'ya da, bu konuda bir kısa açıklama imkânı vermeniz lazım.

BAŞKAN - Sayın Gönül, Sayın Yavuz'a söz verdim biraz önce, sizin grubunuzda, bir kastım falan...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Tamam efendim, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Mehmet Ali Şahin, grup başkanvekilidir. Kaldı ki, Sayın Şahin'in ifadelerinin de konuşmayla hiç alakası yoktu, bir konuya açıklık getirdi; aslında doğru değildi bana göre de.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama Sayın Başkan, bu arkadaşlarımıza söz verdiğinize itiraz etmiyorum, doğru yaptınız diyorum; ama onu Sayın Yalçınkaya'dan da esirgememeniz lazım.

BAŞKAN - Sayın Gönül, ben de diyorum ki, Doğru Yol Partisinden bir sayın milletvekilimiz olarak, güneydoğu milletvekili söz istesin yarın gündemdışı söz vereyim efendim. Talebi yoksa...

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bakın, sayın milletvekilleri, gündemdışı söz isteklerinin ne şekilde olduğunu hepiniz çok iyi biliyorsunuz, başvurursunuz, değerlendirilir gündeme alınır veya alınmaz.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, bir arkadaşınızın gündemdışı beyanına katılıp veya katılmamak hiçbir şeyi ifade etmiyor, 550 milletvekilinin aşağı yukarı hepsi aynı şeyleri söyler. Onun için böyle girmek, burada görüş bildiriyorum demenin bir manası yok. Talebiniz varsa, gelirsiniz, Başkanlığa müracaat edersiniz, Başkanlık değerlendirir.

Efendim, teşekkür ediyorum.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, hemen şimdi başvurumu yapıyorum; yani ben sizin bu sözünüzü verilmiş...

BAŞKAN - Siz geciktiniz başvurunuzda; niye; ben, bugüne kadar, şu ana kadar gelen başvuruları değerlendirdim. Eğer Başkanlığa başvurursanız, önümüzdeki hafta arkadaşlar değerlendirir...

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Sayın Başkanım, 1 dakika açıklamanın burada kime ne zararı olacak?

BAŞKAN - Efendim teşekkür ediyorum, maksat hâsıl olmuştur.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Hâsıl olmuştur da, yani şimdi bir dakika pamukla ilgili...

BAŞKAN - Yani böyle bir usul var mı?

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Hayır anlatamadım...

BAŞKAN - Anlatamazsınız, çünkü anlatmaya hakkınız yok. Ben hakkımı kullanıyorum.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Yani siz hakkı bilmiyorsunuz ki Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Sizden öğreniyoruz tabiî İçtüzüğü.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - İyi... Öğrenin.

BAŞKAN - İçtüzüğü sizden öğreniyoruz, doğru.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Devlet eski Bakanı Yüksel Yalova hakkında bulunan Danıştay 2 nci ve 5 inci Daireleri kararlarının, milletvekillerinin tetkik ve takdirlerine açılmasının Başkanlıkça uygun mütalâa edildiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/911)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Devlet eski Bakanı Yüksel Yalova hakkında, Danıştay 2 nci Dairesince verilen 13.6.2001 tarihli ve Esas: 2001/835, Karar:2001/1652 sayılı karar ile Danıştay 5 inci Dairesince verilen 31.5.2001 tarihli ve Esas: 1999/5815, Karar: 2001/2353 sayılı karar, Anayasanın 100 üncü maddesine göre gereği yapılmak üzere Başkanlığımıza intikal ettirilmiştir.

Bilindiği gibi; Anayasamızın 100 üncü maddesi uyarınca, Meclis soruşturması önergeleri, sadece milletvekilleri tarafından ve en az 55 imzalı olarak verilebilmektedir.

Böyle bir önerge olmadan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının söz konusu kararlarla ilgili olarak Meclis soruşturmasına ilişkin bir işlemi resen yürütmesi mümkün olmadığından, daha önce yapılan uygulamalar doğrultusunda, konunun Genel Kurula sunulması ve anılan kararların milletvekillerinin tetkik ve takdirlerine açılması Başkanlığımızca uygun mütalaa edilmiştir.

Bu nedenle, yukarıda tarih ve sayıları belirtilen ve Başkanlığımızda bulunan Danıştay kararları sayın milletvekillerinin tetkik ve değerlendirmelerine açılmıştır.

Yüce Heyetin bilgilerine sunulur.

                                        Ömer İzgi

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                           Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.          

Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair önergeler vardır; ayrı ayrı okutacağım:

2. - DiyarbakırMilletvekili Nurettin Atik’in (6/1548) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/419)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 583 üncü sırasında yer alan (6/1548) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                  Nurettin Atik

                                       Diyarbakır

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

3. - Bursa Milletvekili Oğuz Tezmen'in (6/1551) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/420)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 586 ncı sırasında yer alan (6/1551) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                 Oğuz Tezmen

                                               Bursa

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

4. - Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı'nın (6/1557) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/421)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 592 nci sırasında yer alan (6/1557) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                             Mehmet Baysarı

                                           Antalya

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

5. - Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu'nun (6/1561) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/422)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 596 ncı sırasında yer alan (6/1561) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                              Nazif Topaloğlu

                                              Muğla

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

6. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın (6/1565 ve 6/1569) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/423)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 599 uncu ve 603 üncü sıralarında yer alan (6/1565 ve 6/1569) esas numaralı sözlü soru önergelerimi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                             Musa Uzunkaya

                                            Samsun

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

IV. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. - 30.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/20) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 6.11.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No: 87               Tarihi: 30.10.2001

30.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/20) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 6.11.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

 

 

Ömer İzgi

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

Başkanı

 

Aydın Tümen

Mehmet Şandır

 

DSP Grubu Başkanvekili

MHP Grubu Başkanvekili

 

Ali Rıza Gönül

İbrahim Yaşar Dedelek

 

DYP Grubu Başkanvekili

ANAP Grubu Başkanvekili

 

Mehmet Ali Şahin

Yasin Hatiboğlu

 

AK Parti Grubu Başkanvekili

SP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Söz isteği?.. Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Değişikliği Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; aynı Kanunda değişiklik yapılması hakkında kanun teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine, kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (1)

                                     

(1) 723 S. Sayılı Basmayazı 24.10.2001 tarihli 11 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

BAŞKAN - Komisyon?..  Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Tasarının bölümler halinde görüşülmesi; bölümler üzerinde gruplar, hükümet ve komisyon adına yapılacak konuşmaların 20'şer dakika olması; maddeler okunmaksızın, sadece bölümlerin ayrı ayrı oylanması ve bölümler üzerinde verilen önergelerin kabulü halinde, o bölümün kabul edilen önergeyle birlikte oylanması; bölümler üzerinde, komisyon ve hükümetin 1'er, milletvekillerinin de 3 önerge verebilmesi, daha önce kabul edilmişti.

İkinci bölüm üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Saadet Partisi Grupları adına konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Nevşehir Milletvekili İsmail Çevik'e aittir.

Buyurun Sayın Çevik. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÇEVİK (Nevşehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının İkinci Bölümünde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, idrak etmekte olduğumuz Berat Kandilimizin mübarek olmasını diliyorum, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.

Tasarının İkinci Bölümü "Tüzel Kişilik" başlığını taşıyan 47 nci maddeden 117 nci maddeye kadar olan bölümdür. Bu bölüm, üç ayırımdan oluşmaktadır. "Genel Hükümler", "Dernekler" ve "Vakıflar" başlıklarını taşıyan düzenleme, bu bölümde yer almaktadır.

Tasarı, çok uzun süren bir çalışmanın ve ciddî bir emeğin ürünü olarak Genel Kurula gelmiştir. Adalet Bakanlığının daha önce oluşturduğu komisyonlar tarafından hazırlanmış ve bakanlıkça, 1971 ve 1984 tarihlerinde yayımlanmış bulunan iki ön tasarıyla, kaynak, İsviçre Medenî Kanunu, Alman Medenî Kanunu, Fransız Medenî Kanunu, İtalyan Medenî Kanunundan yararlanılmıştır.

Uzun süre tartışılan bir tasarı olmasından dolayı, sivil toplum örgütleri, kadın kuruluşları ve konuyla ilgilenen bireylerin görüşleri değerlendirilmiştir. Ayrıca, İsviçre ve Türk doktrin ve yargı içtihatlarında ileri sürülen görüşler ile gelişmeler gözden geçirilerek, çağdaş bir tasarı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

Ülkemizde, 1924 yılından itibaren ulaşılmaya çalışılan, 1934 yılında siyasal haklar tanınarak sürdürülen kadın-erkek eşitliği, tasarıyla, arzu edilen çağdaş noktaya getirilmeye çalışılmıştır.

Tasarı, dil konusunda eleştirilmiştir. Dil de, yaşayan bir organizma gibi, insan yaşamına uygun olarak gelişir, yenileşir, zenginleşir. Yasalar da bu dinamizme uymak zorundadır; ancak, dilde sadeleşme veya arılaşma çalışmaları nesiller arasında kopukluğa yol açmamalı, konuşulan, kabul görmüş kelimeler yabancı menşeli diye uygun karşılıkları bulunamadığında, ille karşılık olsun diye kelimeler uydurulmamalıdır.

Tasarıda da kullanılan kavram, deyim ve terimler mümkün olduğu kadar arılaştırılarak, anlaşılır hale getirilmeye çalışılmıştır. Bazı kavram, deyim ve terimlere uygun arı Türkçe karşılık bulunamamış, bunlar aynen muhafaza edilmiştir.

Tasarıda, yürürlükteki kanuna oranla, çeşitli kurumlarda, önemli ve köklü değişiklikler yapılmıştır.

Yetmişbeş yıllık Medenî Kanunda, bugüne kadar 9 değişiklik yapılmıştır. Dinamik insan yaşamı karşısında kanunların statik, durağan olmaları düşünülemezdi. Türk Medenî Kanununun, bu tasarıyla değiştirilmesi de, bu düşüncenin zorunlu sonucudur. Değişiklik, hem günümüzde ortaya çıkan birtakım yeni ihtiyaçlara cevap vermek hem de yabancı hukuk sistemlerinde gerçekleşen değişiklik ve gelişmelere uygunluk sağlamak için yapılmıştır.

Tasarının İkinci Bölüm Birinci Ayırımında, yürürlükteki metnin tüzelkişilik tanımı, yeni düzenlemeye aynen alınmıştır. Kanunda tanımlanmak istenilen hukukî bir kavramın kapsamına girecek kurumlar tek tek sayılmamış, bu kurumların ortak özelliklerini ortaya koyan açık bir ifade kullanılması gereği üzerinde durulmuştur. Dernekler, vakıflar, ticaret şirketleri ve kooperatifler, kendilerini düzenleyen özel hükümlerde zaten tanımlanmaktadırlar. Tüzelkişi türleri tek tek zikredilmezken "hukuk düzeni tarafından, hak ehliyetine sahip, belli bir amaç için oluşturulan bir kişi veya mal topluluğunun, hukuk düzeninde başlıbaşına bir varlığa sahip olmak üzere örgütlenmesidir" diye çerçevesi çizilmiştir.

Tasarıda ciddî değişiklikler getirilmesine rağmen, ihtiyaca cevap veren, değişikliği gereksinmeyen birçok madde de, dil açısından sadeleştirilerek aynen muhafaza edilmiştir.

"Genel Hükümler" başlığını taşıyan Birinci Ayırımda önemli değişiklik, tüzelkişiliğin sona ermesi durumunda, tasfiyenin, terekenin resmî tasfiyesi hükümlerine göre yürütüleceğidir. Uygulanan Medeni Kanunun tasfiyeyi tabi tuttuğu hükümlerin dernek ve vakıflara uygulanmasının isabetli olmadığı görüşü doğrultusunda bu düzenleme yapılmıştır. Yürürlükteki kanunda derneklerle ilgili eksiklik, ayrıntılı bir düzenlemeyle giderilmeye çalışılmıştır.

Görüşmekte olduğumuz tasarının İkinci Bölümünde düzenlenen tüzelkişilik, özgürlükçü, çağdaş, demokratik bir sistem için son derece önemlidir ve yine, bu bölümde, derneklerin önemi üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Toplumun demokratikleşmesinde ve Avrupa Birliğine uyum sürecinde, dernekler çok önemli sivil toplum kuruluşlarıdır. Mevcut Dernekler Yasamız, 1983 yılında, o dönemin olumsuz şartlarına tepki olarak çıkarılmıştır. Demokrasinin ve özgürlüklerin engellenmesi, ekonomik büyümeyi de olumsuz yönde etkilemektedir; demokrasi ve özgürlükler genişlediği ölçüde, toplum zenginleşmektedir. Bu bağlamda, Medenî Yasa Tasarısının kabulünden sonra, Dernekler Yasasının da gündeme alınmasını ve bu konuda tasarı hazırlanmasını Sayın Adalet Bakanımızdan bekliyoruz.

Tasarı hazırlanırken, dört yıllık, uzun süren bir çalışma sürdürülmüştür. Tasarıda, yürürlükteki kanunda olduğu gibi, maddelerin konu ve kenar başlıklarıyla sistematik korunurken, madde numaralarında uygunluktan vazgeçilmiştir. Uygulamada maddelerin uyumu kolaylık sağlayacakken, bu husus önemsenmemiştir. Yürürlükteki kanun 937 maddeyken tasarı 1 030 madde olmasına rağmen, madde numaraları aynen muhafaza edilerek, maddelere eklemeler yapılmak suretiyle uyum sağlanabilirdi diye düşünüyoruz.

Tasarının 80 inci maddesinde "Genel Kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir; dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür. Genel Kurul, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir" denilmektedir. Burada, haklı sebeple de olsa, görevinden alınan organların sözleşmeden doğan hakları saklı olacaktır. Maddede bunu zikretme gereği görülmemiştir.

Tasarının 89 uncu maddesinde, derneğin, amacına, kanuna ve ahlaka aykırı hale gelmesi halinde feshinin, cumhuriyet savcısının resen veya bir ilgilinin ihbarıyla istenebileceği veya bu hususta ilgilinin dava açabileceği düzenlenmiştir. Tasarıyla, tüzelkişiler, dernekler ve vakıflar güçlendirilmiştir. Daha özgür, daha çağdaş ve hukukun üstünlüğünün bütün unsurlarıyla uygulandığı bir gelecek için, sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi amaçlanmıştır.

Üçüncü ayırımda vakıflar düzenlenmiştir. Bu bölümde, belirli bir amaç için yeterli mal ve hakları özgülemeleriyle oluşan tüzelkişiliğe sahip mal toplulukları denilmek suretiyle açıklık sağlanmıştır.

Tasarıya, kanunda olmayan "Faaliyetten geçici alıkoyma" başlığını taşıyan 115 inci madde ilave edilmiştir. Bu madde, İçişleri Bakanlığına, Anayasada öngörülen hallerde ve belirlenen usullere uygun olarak, denetim makamının da görüşünü almak suretiyle, mahkemece bir karar verilinceye kadar geçici olarak faaliyetten men etme yetkisi verilmiştir. Bu madde vakıf kurma özgürlüğüyle ilgili olduğundan, Anayasanın 23.7.1995 tarih ve 4121 sayılı Kanunla değişik 33 üncü maddesinin dördüncü ve son fıkraları esas alınarak düzenlenmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarı, kolektif bir çalışmanın ciddî bir ürünüdür. Geniş bir zaman aralığında hazırlanmış, üzerinde emek ve mesaisini sarf eden, değişik dönem ve makamlarda görev yapmış çok kişinin katılımına mazhar olmuş bir çalışmadır. Üzerinde emek sarf eden herkes, haklı bir övüncü paylaşacaktır; ancak, 21 inci Dönem Parlamentosu ve Adalet Komisyonu ile Adalet Bakanı ve Bakanlık bürokratları ile tasarı üzerinde çalışan akademisyenlerin çalışmalarını takdir etmek ve burada anmak istiyorum.

Emeği geçen herkese müteşekkir olduğumuzu ifade ediyor, milletimize hayırlı olmasını diliyor, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çevik.

ANAP Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner?.. Yok.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Daha sonra konuşacak.

BAŞKAN - Demokratik Sol Parti Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Yekta Açıkgöz.

Buyurun Sayın Açıkgöz. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı hakkında Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum.

Bu arada, içinde görev aldığım Adalet Komisyonunun bir üyesi olarak, başta Sayın Adalet Bakanım ve Sayın Komisyon Başkanım ve Prof. Akıntürk ve Kılıçoğlu'na ve tüm komisyon üyesi arkadaşlarıma, yine, şahsım ve grubum adına şükranlarımı sunarım.

Gerçekten, 21 inci Dönem Parlamentosunun Adalet Komisyonu üyeleri bu tasarı üzerinde, bazen haftada iki gün olmak üzere, ondört ayı aşkın bir zaman diliminde, feragatla, özveriyle, üstün bir gayretle çalışmışlar ve bu güzel ve olumlu tasarıyı Genel Kurulumuza getirebilmişlerdir.

Saygıdeğer milletvekilleri, hiç şüphesiz ki, 17 Şubat 1926 yılında kabul edilmiş olan Türk Medenî Kanunu, cumhuriyetimizin devrimlerinden biri olarak hukuk devriminin en önemli simgesidir. Ne var ki, Medenî Kanunumuz, değişen ekonomik ve sosyal koşullar karşısında, Türk Halkının medenî istek ve ihtiyaçlarına çağdaş anlamda cevap vermekten uzak kalmaya başlamış; bu nedenlerle de, değişen koşullara uygun çağdaş bir anlayışla yenilenmek üzere bu tasarı hazırlanmıştır.

Tasarı, toplam 1 030 maddeden ibarettir; yürürlükteki kanun ise, 937 maddedir. Demek ki, yeni Medenî Kanun Tasarısı 93 madde fazlalaşmıştır. Bu da, tasarıya eklenen yeni maddelerin varlığını göstermektedir.

Tasarının getirdiği en önemli değişikliklerin başında dil gelmektedir. Gerçekten, yetmişbeş yılda Türkçede önemli gelişmeler olmuş; dilimiz, birçok yabancı sözcükten arındırılarak sadeleştirilmiştir. O nedenle, genç kuşakların anlamakta güçlük çektiği kanun metni, dilimizdeki bu gelişmeye paralel olarak yeniden yazılmıştır.

Değerli milletvekilleri, bu kısa girişten sonra, yeni Medenî Yasa Tasarımız hakkında genel bilgi vermek istiyorum. Tasarı, yürürlükteki kanunda olduğu gibi, bir Başlangıç ile sırasıyla Kişiler Hukuku, Aile Hukuku, Miras Hukuku, Eşya Hukuku olmak üzere dört kitaba ayrılmaktadır. Kişiler Hukuku da kendi içinde iki bölüme ayrılmıştır; Birinci Bölümde gerçek kişiler, İkinci Bölümde ise tüzelkişiler düzenlenmiştir. "Kişiler Hukuku" başlığı adı altında Birinci Kitabın İkinci Bölümünü oluşturan Tüzelkişiler Bölümü de "Genel Hükümler", "Dernekler" ve "Vakıflar" başlıklarını taşıyan üç ayırımdan oluşmaktadır. Genel Hükümlere ilişkin Birinci Ayırımda, tüzelkişilerle ilgili genel kurallara yer verilmiştir. Tasarının "Kişiliğin sona ermesi, sınırlı devam etme" kenar başlığını taşıyan yeni 52 nci maddesi, tüzelkişiliğin sona erme sebeplerinden birinin ortaya çıkması durumunda bunun sonucunun ne olacağı konusunda, Türk Ticaret Kanununun çeşitli hükümlerinde ticaret ortaklıkları için dile getirilen ve doktrinde bütün özel hukuk tüzelkişileri açısından da geçerli olduğu kabul edilen bir ilkenin Medenî Kanunda da bir genel ilke olarak yer alması gerektiği düşüncesinden hareketle kaleme alınmıştır. Bu ilke, tüzelkişiliğin sona erme sebeplerinden biri ortaya çıktığında, bir tüzelkişinin kişiliğinin ortadan kalkmasının hemen gerçekleşemeyeceği; tüzelkişinin kuruluş amacının yerini, tasfiye sonuçlanana kadar, tasfiye amacının alacağı ve tüzelkişiliğin de, bu amaçla sınırlı olmak üzere, devam edeceği ilkesidir.

Bu ayırımda yapılan diğer önemli bir değişiklik, tüzelkişiliğin sona ermesi durumunda, tasfiyenin, terekenin resmî tasfiyesine hükümlerine göre yürütüleceğidir. Bu değişiklik, yürürlükteki kanunun tasfiye için öngördüğü hükümlerin dernek ve vakıflara uygulanmasının isabetli olmaması gerekçesiyle yapılmıştır.

Tasarının 53 üncü maddesine göre, sona erme sebebi gerçekleşen tüzelkişinin tasfiyesi, yürürlükteki kanunun 50 nci maddesinde olduğu gibi, kooperatif şirketlere tatbik edilen hükümlere göre değil, kanunda ve kuruluş belgesinde aksine hüküm bulunmadıkça, terekenin resmî tasfiyesine ilişkin hükümlere göre yapılacaktır.

Yürürlükteki kanunun ikinci ayrımında yer alan dernekler ayrıntılı bir biçimde düzenlenmemiş, buna karşılık, vakıflar oldukça ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir. Bu durum dikkate alınarak, tasarıda derneklerle ilgili hükümlere daha geniş bir yer verilmiştir.

Tasarının 56 ncı maddesinde, derneğin tanımına yer verilmiş, hukuka veya ahlaka aykırı amaçlarla dernek kurulamayacağı belirtilmiştir.

Tasarının 57 nci maddesinde ise, Anayasanın 33 üncü maddesinde yer alan dernek kurma hürriyeti, bir medenî hukuk kuralı olarak tekrarlanmıştır.

Yürürlükteki kanunun 71 inci maddesini karşılayan yeni 89 uncu maddede, derneğin amacının kanuna veya ahlaka aykırı hale gelmesi durumunda, cumhuriyet savcısının veya bir ilgilinin istemi üzerine mahkemece feshine karar verilebileceği belirtilmiştir.

Tasarının 90 ıncı maddesinde, derneklerin amacı dışında faaliyet gösteremeyecekleri; dernek faaliyetleriyle ilgili yasak ve sınırlamalara aykırılık halinde, cumhuriyet savcısının istemiyle mahkemece faaliyetten alıkoyma kararı verilebileceği öngörülmüştür.

Yürürlükteki kanunun 73 üncü maddesini karşılayan yeni 101 inci maddenin birinci fıkrasında, vakfa özgülenecek olan malların ve hakların yeterli olması koşulu eklenerek, kavramsal açıklık sağlanmıştır. Üçüncü fıkrasında, vakıflarda üyeliğin söz konusu olamayacağı belirtilmiştir. Ülkemizde zaman zaman söz konusu olabilen dernek yerine vakıf kurma eğilimleri, böylece, yeterli mal ve hakların belirli bir amaca özgülenmesinin aranması ve derneklerden farklı olarak vakıflarda üyelik olamayacağının belirtilmesi suretiyle önlenmiş ve dernek benzeri vakıflar kurulması değil, tarihî gelişimine ve işlevine uygun şekilde, gerçek anlamda vakıf kurulması yasal güvence altına alınmış olmaktadır.

Son fıkra ise, Anayasanın ilkeleri dikkate alınarak düzenlenmiş, cumhuriyetin Anayasayla belirtilen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, millî birliğe ve millî menfaatlara aykırı veya belirli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

Vakfın tesciline ilişkin mahkeme kararına karşı yürürlükteki kanunun 74 üncü maddesine göre iki ay olan temyiz süresi, tasarının 103 üncü maddesiyle bir aya indirilmiş; ayrıca, Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya/ve diğer ilgililere, kurulmuş olan vakfın kurulmasını engelleyen sebepleri göstermek suretiyle iptal davası açma hakkı tanınmıştır.

Tasarının yürürlükteki kanunda bulunmayan 115 inci maddesi, vakfın geçici olarak faaliyetten alıkonulmasını düzenlemektedir. Konu vakıf kurma özgürlüğüyle yakından ilgili olduğundan, Anayasanın 23.7.1995 tarih ve 4121 sayılı Kanunla değişik 33 üncü maddesinin dördüncü ve son fıkralarındaki değişikliğe uygun olarak tasarının 115 nci maddesinde, Anayasada öngörülen hallerde ve belirlenen sürelere uygun olarak vakfın geçici olarak faaliyetten alıkonulması düzenlenmiştir.

Tasarının 116 ncı maddesinde -yürürlükteki kanunun 81/A maddesini karşılamakta- vakfın sona ermesi ve sicilden silinmesinin mahkeme kararıyla olacağı düzenlemesi getirilmiştir. Maddenin son fıkrasında, yasak amaç güttüğü veya yasak faaliyette bulunduğu sonradan anlaşılan veya amacı sonradan yasaklanan vakfın amacının değiştirilmesine olanak bulunmazsa, vakfın denetim makamının ya da cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine duruşma yapılarak dağıtılacağı öngörülmüştür.

Yine, tasarının 117 nci maddesi, yürürlükteki kanunun 81/B maddesini karşılamaktadır. Yürürlükteki metin kenar başlığıyla birlikte "iktisap" yerine "kazanma" sözcüğü kullanılmak suretiyle arı Türkçe sözcükler konulmuştur.

Değerli milletvekilleri, yeni Medenî Kanun Tasarımızın Birinci Kitabı olan Kişiler Hukuku kısmının İkinci Bölümünü oluşturan Tüzel Kişiler bölümünde dernekler ve vakıflar hakkında getirilen yeni düzenlemeler ve tüm yeni medenî yasamızın, ulusumuza, halkımıza hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle, olumlu oy vereceğimizi bildirir; hepinize saygılar sunarım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Açıkgöz.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde değişikliği öngören kanun tasarısı üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu akşam Berat Kandili. Berat Kandilimizin, Türk İslam âlemine hayırlar getirmesini, bol bereket, huzurlu, güvenli yarınlar getirmesini ve özellikle de, ülkemizde bolluğun ve bereketin daha da fazla artmasını temenni ediyorum.

Değerli milletvekilleri, konuma geçmeden önce, dün bana intikal ettirilmiş olan bir konuyu gündeme getirmek istiyorum; çünkü, bana konuyu intikal ettiren bir sivil toplum örgütüdür. Sivil toplum örgütleri mademki demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır ve mademki, biz, demokratikleşmenin en önemli unsuru olarak gördüğümüz sivil toplum örgütlerinin gerek teşkilatlanma ve yapısı ve gerekse yönlendirme ve kamuoyu oluşturması bakımından önem arz ettiğini ifade ediyoruz, o halde, bize intikal eden bir konuyu, esasa girmeden önce, bu kürsüden ifade etmeyi de bir borç ve onlara gösterilen sadakatin, bir sembolün ifadesi olarak da değerlendirmekte fayda mütalaa ediyorum.

Çiftçiler geldi; ziraat odası... Özellikle, Şereflikoçhisar ve Polatlı Ziraat Odası Başkanları ile Boyalık Muhtarının bana söylediğini huzurlarınıza getiriyorum; çünkü, konunun hükümeti ilgilendirmesi sebebiyle, Adalet Bakanımızın, özellikle, hükümette bu konuyu değerlendireceği inancını taşıyorum. Çiftçilerle ilgili doğrudan destekleme politikası çerçevesinde, dekar başına verilen 10 milyon ve toplam 2 milyar liralık bir desteklemenin, çiftçimizin gerek tarım kredi kooperatifleri ve gerekse Ziraat Bankasına olan borçları sebebiyle kendilerine ödenmediği ve destekleme politikaları çerçevesinde ödenmesi gereken bu paranın, daha işin başlangıcında kesilip, banka borçlarına mahsup edildiğini ifade ettiler.

Değerli milletvekilleri, burada, gerçekten, fevkalade acayip ve ayıp olarak değerlendirebileceğimiz bir destekleme uygulaması var. Hem destekliyoruz diyorsunuz hem para vermeye kalkıyorsunuz hem de bunu kalkıp da Ziraat Bankasının veya tarım kredi kooperatiflerinin borcuna mahsup ediyorsunuz ve çiftçi desteklenmemiş oluyor. Bunu, üzüntüyle karşılıyorum.

Değerli milletvekilleri, ikinci husus, uygulanan ekonomik istikrar programı sebebiyle ihmal edilen, özellikle, müteahhit firmalarımızın yurt dışındaki etkinliğini ve başarısını, hepimiz, geçmişte, saygıyla andık ve değerlendirdik. Gelinen nokta itibariyle, özel sektör ve finans sektörünün içinde yaşadığı kriz sebebiyle, bizim müteahhitlik firmalarının yurt dışından bazı ülkelerden ihaleyi almasına rağmen teminat istendiği ve fakat, bu teminatı da Türkiye'de verecek bir bankanın olmaması sebebiyle ihaleyi alamadıklarını ifade ettiler. Bu da felaket bir olay. Düşünün, bir taraftan dolara ihtiyacınız var; aslında, 20 milyar dolara kadar yurt dışında ihale alması mümkün olan böylesine önemli ve gurur duyduğumuz bir sektör, ihaleyi almaya kalktığında, Türkiye'de kendisine teminat mektubu verecek bir bankayı bulamıyor ve ekonomik konulardan sorumlu olan bakanlar bu konuda bir çözüm üretmiyor.

İşte, bu iki nokta, bana göre, üzerinde durulması gereken, sivil toplum örgütlerinin de bize yansıttığı fevkalade önemli noktalardır. Ümit ediyorum ki, Sayın Bakan, bu konuyu gündeme getirecektir.

Değerli milletvekilleri, 78 yıllık cumhuriyetimizin milletimize kazandırdığı değerleri iyi incelemek mecburiyetindeyiz ve cumhuriyetin kuruluşu ve yaşatılması, bizim için bir borç, bir görev ve sorumluluktur; ancak, bu cumhuriyetin bize getirmiş olduğu birkısım sistemlerin ve temel yasaların günün şartlarına uygun olarak düzenlenmesi ve tanzimi de mutlak surette, şarttır. Esasen, Medenî Kanun, demokrasimizin ve cumhuriyetimizin en temel yasalarından bir tanesidir. Ana rahmine girdiği andan itibaren, insanın ölümünden sonraki her türlü hakkının ve hukukunun düzenlendiği kanun, Türk Medenî Kanunudur. Bu itibarla, Medenî Kanunu bu bağlamda değerlendirmeye aldığımızda, toplum hayatımızın en önemli yasası olarak değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Demokrasi diyoruz, hukukun üstünlüğü diyoruz, insan hakları diyoruz. Bütün bu yüce değerleri en güzel şekliyle temel yasada teminat altına alan, Türk Medenî Kanunudur. Eğer demokrasimizin gelişmesini istiyorsak, eğer çağdaş ülkelerin normlarına ulaşmasını istiyorsak, tabiî ki, günün şartlarına uygun olarak, insanlarımıza tanınmış olan bir kısım hak ve hürriyetlerin, ona paralel bir şekilde düzenlenmesine de ihtiyaç olduğu muhakkaktır.

Değerli milletvekilleri, işte, bu bağlamda, çağdaş, özgürlükçü demokrasiyi en iyi noktaya getirebilecek unsurlardan bir tanesi de sivil toplum örgütleridir. Bu itibarla, demokraside üç sektörden bahsedilmeye başlanmıştır; kamu sektörü, özel sektör ve sivil toplum sektörü denilmektedir. İşte, katılımcı demokrasinin, çağdaş demokratik normların en üst seviyeye getirilmesi için yerine getirilmesi, desteklenmesi gereken husus da sivil toplum örgütleridir.

Değerli milletvekilleri, Türk Medenî Kanununda bir taraftan insanın hak ve hürriyetlerini, hukukunu garanti altına alırken, onun, birlikte, bir araya getirdiği organizasyonları, tüzelkişilikleri de korumak, onlara birkısım hak ve imkânlar vermek, işte bu bağlamda fevkalade önemlidir, yerine getirilmesi gereken bir görevdir ve sorumluluktur.

Değerli milletvekilleri, dünyada teknoloji ve bilimdeki değişim ve gelişim, küreselleşmenin ortaya çıkardığı yeni oluşumlar, birey kadar toplumların karşılıklı hak ve hukukunda da değişikliği öngörmektedir. Bu sebeple, Türk Medenî Kanunu, hem ülkemizde yaşanan teknolojik ve bilimsel gelişme hem de sosyal değişimin, uluslararası ilişkilerin ve zaruretlerin sonucunda birkısım yeni düzenlemeleri de gündeme getirmiştir.

20 nci Asrın 21 inci Asra emanet ettiği en yüce değer insandır. Bireyin huzuru, refahı, mutluluğu ve güvenliği, rejimlerin yerine getirmekle yükümlü oldukları zorunluluklarıdır. Bu hedefleri gerçekleştirecek, insan karakterine en uygun sistem, demokrasidir. Türk Milleti olarak, demokrasiyi benimsemek ve onu geliştirmek, çağdaş toplumlarla yarışabilmemizin de gereğidir. Hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları, 21 inci Yüzyılın yönetim anlayışının temelini oluşturmaktadır. Bu değerlere sahip olmayan bir ülkenin başarılı olması, güçlü olması mümkün değildir. Yine, bu değerlere sahip olmayan bir milletin zenginliğinden de bahsetmek mümkün değildir. Koca imparatorlukların kurulduğu bu topraklarda özellikle cumhuriyetimizi yüceltmek ve yaşatmak hepimizin boynunun borcu olduğuna göre, toplulukların ve özellikle tüzelkişilerin hakkını da mutlaka gündeme getirmek durumundayız.

İnsanlarımızın mutluluğu, insanlarımızın refahı, insanımızın çağdaş topluluklarla rekabet etmesi, yarışabilmesi için, Anadolu topraklarında, bu ülkede yaşayan herkes, Edirne'den Ardahan'a kadar bir yumruk gibi olacak, birliğimizi ve bütünlüğümüzü korumakta kararlı olacağız.

Zengin bir kültüre sahibiz; ancak, ilimle, irfanla, fenle zenginliğimizi kuvvetlendirip dünyayı takip edecek ve zenginleştirecek, ona göre de yarışacağız. Bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin, hukukun üstünlüğüne dayalı, insan hak ve hürriyetleriyle güçlendirilmiş demokrasinin nimetlerinden yararlanması ve buna göre geliştirmesi şarttır; Türk tarihimizin bize öğüdüdür; torunlarımıza hazırlayacağımız yarınlarımızdır; heyecanımız ve güç kaynağımızdır.

İnsan haklarını en iyi koruyan demokrasidir diyoruz. Demokratik rejimde geleneksek temel hak ve hürriyetler yanında, toplumsal hayatı etkileyen katılımcı yönetim anlayışını sağlayacak demokratik haklar vardır; bu hakların en önemlisi de dernek kurma özgürlüğüdür; sivil toplum örgütü anlayışının pekiştirilmesidir. Millî irade ve kamuoyu oluşumunda katkıda bulunan en önemli unsur sivil toplum örgütleridir. Bu özgürlükler, demokratik rejimin temelini oluşturmaktadır. İnsanı yükselen bir değer kabul ederek, ikinci, gerekse üçüncü bir devlete karşı korumak, demokratik düzenin üzerinde önemle durduğu güzellikleridir. Temel hakların amacı, bireyin hakkını devletin özgürlük alanında müdahalesine karşı korumaktır. İnsan hakları, devlete, yani siyasî iktidarlara karşı bireyi koruma uğruna uzun bir mücadele sonucunda elde edilmiştir. Zira, insanlar, tabiatı icabı özgür ve bağımsız olarak bazı haklara sahiptir; ancak, hiçbir temel hak ve hürriyet mutlak değildir, belli bazı sınırlamalara tabidir. Onun içindir ki, gerek Anayasamızda gerek yasalarımızda gerekse uluslararası özellikle sözleşmelerde ve evrensel değerlendirmelerde, kamu güvenliği, kamu düzeni, kamu refahı, kamu ahlakı, ülke bütünlüğü, suçluluğun önlenmesi ve başkalarının haklarına riayet edilmesi gibi sebeplerle, yine yasalarla sınırlandırılması öngörülmektedir.

İnsan hakları ve özgürlüklerini koruyan millî düzeyde resmî kurum ve kuruluşlar olduğu gibi, sivil toplum örgütlerinin de, keza, aynı şekilde önemli işlevleri vardır. Sivil toplum örgütleri hükümetdışı kuruluşlardır, siyasal partiler buna girer, dernekler, spor kulüpleri... Hemen hemen bütün sivil toplum örgütleri, bu bağlamda, gerek Anayasa gerek yasa ve gerekse uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınmış, teminat altına alınmış birkısım değerlerimizdir. Bu aracı kuruluşlar, demokrasinin temel unsurudur. İstikrarlı demokrasi sivil toplumun da teminatıdır. Sivil toplum örgütleri, demokrasinin vazgeçilmez kuruluşlarıdır, demokrasinin teminatıdır; sorumluluğunu bilen, görevinin yasal amaçlarını yerine getiren, demokrasiyi vazgeçilmez yönetim biçimi olarak kabul eden kuruluşlardır. Sivil toplum örgütlerinin gücünün geliştirilmesi, amacını gerçekleştirebilmesi, ancak tam demokrasilerde mümkündür. Hiçbir sivil toplum örgütü, varlığını borçlu olduğu, gücünü aldığı demokrasiye yöneltilen saldırıları görmezlikten gelemez, gelmemelidir ve yine, hiçbir sivil toplum örgütü, gücünü aldığı demokrasiye saldırıları asla haklı bulamaz, tepkisini mutlaka koymak mecburiyetindedir. Bu itibarla, sivil toplum örgütlerimizin, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında, ülkemizin bütünlüğü, demokratik rejimimizin korunması ve kollanması ve milletin parçalanmaması istikametinde kesin kararlı olması gerektiği gibi, buna yönelecek, gerek yurtiçi ve gerekse yurtdışı birkısım oluşumlara karşı, Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle bir bütünlük içerisinde, mutlaka mücadele etmek mecburiyetindedir.

Kamuoyu tepkisi Batı demokrasilerinde çok etkilidir -bu tepkiler yönetim tarafından yeterince ciddîye alınmamaktadır- çünkü, bu kuruluşlar, temsil ettikleri kitlelerin oylarını etkileyebilecek güce sahiptirler ve bu güç sonunda siyasî tabloyu da belirlemektedirler.

Batıda yönetim kolaylıkla ve acımasızca eleştirilmesine rağmen, Türkiye'de eleştirildiği zaman, sanki, devlete doğrudan doğruya yük bindiriliyormuş gibi olmaktadır. Benim biraz evvel de ettiğim gibi, bu ülkenin bütünlüğünü korumak için sivil toplum örgütlerine büyük bir görev ve sorumluluk düşüyor; ama, bir taraftan da, özellikle, devlette veya bir başka yerde, birkısım hakların ve hukukların ortadan kaldırılmasına yönelik tasarruflar söz konusu olduğu zaman da mutlaka tepkisini ortaya koymalı ve koyduğu zaman da ondan sorumlu olan kişiler ve görevliler mutlaka dikkate alınmalıdır; çünkü, kamuoyu tepkisi, yöneticilerin en önemli ve vazgeçemeyecekleri bir öndenetleme mekanizmasıdır.

Değerli milletvekilleri, sivil toplum örgütleri -biraz evvel de ifade ettiğim gibi- hükümet politikaları oluşturmada ve yönlendirmede etkili olmaktadırlar. İlgilendikleri konularda geniş çalışma yapıp, yaymak, halkı bilgilendirmek, kamuoyunu etkilemek suretiyle de faydalı hizmetler yapmaktadırlar. İşte, bu bağlamda, Dernekler Kanunu bizim özel kanunumuzdur; Medenî Kanun ise temel kanundur. Temel kanunla özel kanun arasındaki ilişkiyi kurmak, bir taraftan temel kanunu olduğu gibi getirip, bir taraftan da özel yasayla aradaki boşlukları gidermek ve böylece ikili bir yasa düzenlemesini gündeme getirmek, aslında, konuya verilen önemin en önemli göstergesi olarak değerlendirilmesi gerekir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de -biraz evvel ifade ettiğim gibi, tekrar söylüyorum- kamu güvenliği, kamu düzeni, kamu ahlakı ve sağlığı, suçluluğun önlenmesi ve başkalarının haklarının korunması gibi konularda bütün uluslararası anlaşmalarda kanunla tahdit getirilmesinin mümkün olduğunu unutmamak gerekir.

Dernek kurma kişilerin kendi iradeleriyle bir ortak amaca yönelmeleridir. Kişinin bir derneğe kendi iradesiyle katılması, başkalarıyla birlikte, yine, kendi iradesiyle oradan çıkması bir haktır, bir hürriyettir. Dolayısıyla, bir kimseyi zorla üye yapamazsınız, zorla kişiye veya kişilere de herhangi bir şekilde dernek kurduramazsınız. Bugün, Türkiye'de 157 000 dernek vardır, 79 000'i halen faal durumdadır, mahkeme kararıyla feshedilmiş dernek sayısı 27 000'dir, mahkeme kararıyla kapatılanların sayısıysa 181'dir. Vakıflar ve dernekler, sendikalar gibi, sivil toplum örgütlerimizin en önemli gruplarındandır.

Değerli milletvekilleri, vakıflar, Türk-İslam hukukunun dünya hukukuna emanet ettiği en yüce değer, en önemli organizasyonlardır. Bu geleneksel vakıf sistemi, karşılıksız hayır yapmanın, uzlaşmanın, varlıklı olandan muhtaç olana kaynak tahsis etmenin en güzel örneğidir. İyilik yapma, topluma hizmet etme, toplumun ihtiyaçlarını karşılama, 11 inci Yüzyıldan itibaren, Selçuklu İmparatorluğundan itibaren, özellikle, Türk Milletinin o hasletlerini dile getiren ve gerçekleştiren en önemli organizasyonlardır. Bu itibarla, biz, vakfı bir başka şekilde değerlendiriyoruz. Devrimci Medenî Kanun, evrimci, şu andaki Medenî Kanun Tasarısı çağdaş bir ihtiyaç, bir model içerisinde, vakıf uygarlığını tanımakta ve düzenlemektedir. Bu geleneği yaşatacağına inanıyoruz; çünkü, vakıf geleneği, hem bizim mirasımız, kültür mirasımız hem de geçmişteki varlıklarımızın teminatı, gelecekte de bizim torunlarımıza vereceğimiz en önemli haklardan, en önemli sivil toplum örgütlerinden bir tanesidir.

Değerli milletvekilleri, şu anda, Türkiye'de 4 000 küsur vakıf vardır. Bunun 3 000'i sivil, geri kalanı da kamu kurum ve kuruluşlarına ait, teşkilatlandırılan vakıflardır. Gönüllülük esasına göre kurulmaktadır; ama, her şeye rağmen şunu belirtmek istiyorum; bizler, bu görevi üstlenenler, vakıfları korumak, kollamak, desteklemek ve gelecek nesillere intikal ettirmek hepimizin millî görevi olmalıdır. Bu kanunda vakıfların tekrar düzenlenmesini bu bağlamda önemli görüyorum. Dernekler Kanunuyla ilgili özel bir kanun vardı; ama, Medenî Kanunda yeteri kadar hükümler yoktu. Dolayısıyla, Dernekler Kanunuyla Medenî Kanun çelişebiliyordu, çakışabiliyordu.

İşte, bütün bunların hepsini şu anlamda değerlendirmenin yararlı olacağını düşünüyorum; 21 inci Yüzyılın ilk yılını idrak ederken, sosyal değerlerin hızla değiştiği, gönüllü demokratik kitle organizasyonlarının önemlerini her geçen gün artırdığı bir dönemde, hem derneklere hem de vakıflara gereken ehemmiyeti vermek ve onlarla ilgili birkısım korumacı tedbirleri almak mecburiyetinde olduğumuz muhakkaktır; ama, unutulmaması gereken bir şey vardır: Vakıf, dernek değildir, dernekler gibi aynı işlemlere tabi tutulmaması gerektiği gibi, yine, vakıfları kuranların da, bunun, gerçekten, her halükârda bir dernek gibi yürütülmesi mümkündür şeklindeki bir zehaptan ve zihniyetten uzaklaşması gerekir.

Değerli milletvekilleri, Türk Medenî Kanununda değişiklik yapılması hakkında kanun tasarısında konu ve kenar başlıklarının aynen korunduğu; ancak, madde metinlerinin, kaynak İsviçre Medenî Kanununa uydurularak, günümüz Türkçesine uygun şekilde arılaştırılarak daha kolay anlaşılır hale geldiği ifade edilmektedir.

Tabiî ki, bizim gibi nesil, özellikle "kanun, lafzıyla veya ruhuyla temas ettiği bütün meselelerde meridir" şeklinde bize ezberletilen o paragrafı ve o maddeyi hiçbir zaman unutmaz; ama, her şeye rağmen, çağın şartlarına uygun, günün gençlerinin de anlayabileceği şekilde birkısım düzenlemeleri de olumlu buluyoruz.

Yine, İkinci Bölümde "Tüzel Kişiler" bölümü hakkında birkaç noktayı dile getirmek istiyorum. Daha evvelden tüzelkişiliğin sona ermesi durumunda, tasfiyenin, terekenin resmî tasfiyesi hükümlerine göre yürütüleceği şeklinde bir hüküm getirilmiştir. Bu değişikliğin, yürürlükteki kanunun tasfiye hükümlerinin dernek ve vakıflara uygulanmasının isabetli olmayacağı gerekçesiyle yapıldığı anlaşılmaktadır.

İkinci kısım olan derneklerle ilgili bölüme geldiğimizde, mevcut kanunda derneklerle ilgili ayrıntılı hükümler düzenlenmemiş, vakıflarla ilgili hükümler ise çok ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Bu durum dikkate alınarak, yeni tasarıda derneklerle ilgili hükümlerin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, 2 dakika içerisinde toparlayın efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Yeni tasarıda, derneklerle ilgili hükümlerin daha ayrıntılı düzenlenerek, bir denge sağlandığı müşahede edilmektedir. Ayrıca, yeni tasarıda, 89 uncu madde uyarınca, amacı kanuna veya ahlaka aykırı hale gelen derneğin feshi, cumhuriyet savcısı tarafından resmen veya bir ilgilinin ihbarı üzerine açılacak bir davayla istenebileceği gibi, bir ilgilinin doğrudan doğruya açacağı bir davayla da gerçekleştirilebilecektir.

Vakıflara ayrılmış olan kısımda ise önemli değişiklikler var. Bununla ilgili olarak, Vakıflar Genel Müdürlüğünün, özellikle mahkemelere dava açma hakkı var. Üyelikle ilgili olarak da, özellikle üye olabilme imkânları ortadan kaldırılmaktadır. Bu bağlamda, vakfın amacına uygun olarak hizmet edip etmediği hususunu da mutlaka dikkate alma ve bununla ilgili, eğer, gelecekte vakıf yönetiminde bir sıkıntı, bir eksiklik olursa, tedbirlerini alma imkânı da doğmaktadır.

Değerli milletvekilleri, biraz evvel de ifade ettiğim gibi, vakıflar, Selçuklu'dan, Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyetine kadar, kervansaraylar, köprüler, hanlar, hamamlar, her şey yapmış ve böylece, Türkiye'nin, devlet tarafından yapılması mümkün olmayan birkısım hizmetlerini gerçekleştirmek mümkün olmuştur.

Değerli milletvekilleri, bir hususu dile getirmek istiyorum. Dernekler Kanunu ile ilgili olarak, tüzelkişilerin derneğe üye olmaması, daha doğrusu, üye olma imkânının getirilmemesi bir eksikliktir. Bir taraftan konfederasyon kurma imkânını sağlıyorsunuz, federasyon kurma imkânını sağlıyorsunuz, derneklerin oraya üye olmasını temin ediyorsunuz, bir taraftan da, derneklerin, özellikle sivil şirketlerin derneklere üye olmalarını, tüzelkişilerin derneklere üye olmalarını sağlamıyorsunuz, o imkânı getirmiyorsunuz.

Bunu bir eksiklik olarak değerlendiriyor; her şeye rağmen Medenî Kanuna olumlu baktığımızı belirtiyor; Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bedük.

Anavatan Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner.

Buyurun Sayın Güner. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

ANAP GRUBU ADINA AGÂH OKTAY GÜNER (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Grubumuz ve şahsım adına, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, hep birlikte, bir güzel zamanı idrak ediyoruz. İnsanların yegân yegân kendi dünyalarında ve ilahî planda bütün fiillerini aklama cehdinin ve iradesinin kabul olacağına inandıkları berat kandilini idrak ediyoruz. Aziz vatandaşlarımızın ve hepinizin bu güzel kandillerini de tebrik ediyorum.

Sayın Adliye Bakanımız başta olmak üzere Adalet Bakanlığının bütün personelini, Adalet Komisyonunun Sayın Başkan ve üyelerini, bu komisyonlarda görev alan ilim adamlarını huzurunuzda tebrik ediyorum. Uzun yıllardır özlenen ciddî ve büyük bir işi huzurunuza getirmişlerdir; ancak, yine değerli dikkatlerinize, bu olayın -1926'larla kıyaslanırsa- ne kadar heyecansız, ne kadar şevksiz ve ne kadar ilgisiz bir ortamda müzakere edildiğini sunmak istiyorum. Birkısım arkadaşlarımız Meclisi teşrif etmemişler, birkısmı kulis milletvekilliğini tercih buyurmuşlar ve sayın genel başkanlardan bir ikisi, kendi sözcüleri konuştuğu zaman burayı teşrif etmek dikkatini esirgememişlerdir. Ancak, bir milletin hayatında böylesine önemli olan bir kanunun, böylesine boş sıralarla müzakere edilmesi, günümüz Türkiyesinde hükümet, günümüz Türkiyesinde vatandaş-Meclis münasebetinin, münakaşa edilmekte ve şikâyet etmekte olduğumuz yönlerinin bir bakıma bize röntgenini veriyor. İşimize inancımız yok. Yaptığımız işten emin değiliz. Neye ulaşmak istediğimizin şuurunda değiliz.

Değerli arkadaşlarım, bugün huzurunuzda, özellikle dernekler ve vakıflar bölümüyle ilgili görüşlerimi arz etmeye çalışacağım.

Medenî Kanun kabul edildiği zaman, Schwarz, bunun büyük bir medenî adım olduğunu ifade ediyor; ama, en az onun kadar değerli bir hukuk allâmesi olan Hirsch "bütün kanunlarını değiştiren bu milletin geleceğine Allah acısın" diyordu. Hirsch'in, Meclis kütüphanesinde de mevcut olan hatıratını, değerli arkadaşlarımızın okumasını tavsiye ederim.

Şimdi, biz bu kanunu aldık. Fedakâr Türk hâkimleri, değerli hukukçularımız, avukatlarımız, bu kanunu bizim bünyemize uydurdular. İçtihatlarla, Yüksek Mahkeme, kanuna büyük ölçüde ışık kazandırdı. Ancak, 1926 şartlarında, merhum Mahmut Esat Bozkurt'un karşısındaki muhalefet diyeyim veya Mahmut Esat Bozkurt'un bir misyon olarak yüklendiği zihniyet değişimi, bugünün Türkiyesinde yaşanmıyor. Mahmut Esat Bozkurt'un kendi açısından haklı görülebilecek heyecanlı beyanı bir hatıra olarak kalmalı ve bu yeni kanuna konulmamalıydı arkadaşlar. Fevkalade yanlış olmuştur, fevkalade hatalı olmuştur. Neden mi; arz edeyim: Mahmut Esat Beyin heyecanına saygı duyuyorum; ama, birkaç ilmî gerçeği de huzurunuzda ifade etmek istiyorum. Âli Paşa, Fransız Medenî Kanununun olduğu gibi tercüme edilmesi fikrini savunur. Cevdet Paşa ise "hayır, içtimaî bünyemiz, medeniyetimiz ve tarihimiz, dinimiz, tamamen farklıdır; bir komisyon teşkil edelim ve bir kanun hazırlayalım" der.

Mecelle, önsözde yer aldığı gibi, basit bir belge değildir. Mevcut bilgimi teyit için İsrail Büyükelçiliğini aradım. Şükranla ifade ediyorum, İsrail'e sordular ve bana bilgi verdiler. Şu anda dahi, İsrail Devletinde, Mecellenin araziyle ilgili hükümleri uygulanmaktadır; evlenme ve boşanmayla ilgili medenî haklar bölümü de aynen meridir, tıpkı Lübnan'da olduğu gibi.

Bizim aydınlarımızın bir garip hali var; Osmanlıya muhalefet. Bu, çok şükür, son yıllarda aşıldı. Hele hele, 75 inci yılda akıl ve şuur çizgisine gelindiği; tarih şuuru olmadan bugünü idrak etmenin ve yarınlarla ilgili sağlıklı düşünceye kavuşmanın mümkün olmadığı, bu kürsüden de defalarca ifade buyuruldu.

Memnuniyetle huzurunuzda ifade ediyorum; Medeni Kanun Tasarısı vesilesiyle geçen müzakerede, çok değerli arkadaşlarımız, bu kürsüde, kültür hayatımızla ilgili takdire şayan beyanlarda bulundular.

Değerli arkadaşlarım, deniliyor ki kanun tasarısının önsözünde: "Örf ve âdet hukukunda inat etmek." Örf ve âdet hukukunda inat edilmez. Örf ve âdet hukuku bir vakıadır, vardır, devam eder. Sonra da aynı kanun İsviçre'den tercüme edilirken diyor ki: "Hâkim kanun metnine, kanun metninde hüküm yoksa, örf ve âdete bakacaktır." Şimdi, siz, İsviçrelilerin, Fransızların, İngilizlerin, Almanların örf ve âdetlerinden vazgeçtiğini mi zannediyorsunuz?! O zaman, büyük bir aldanış içerisindesiniz; hiçbir millet örf ve âdetinden vazgeçmez, örf ve âdetinde de inat etmez; çünkü, örf ve âdet, yaşayan geleneklerdir, onların bir kısmı unutulur; ama, bir kısmı, bizim kimliğimizi teşkil ettiği için devam eder.

Değerli arkadaşlarım, gönül arzu ederdi ki, bu komisyonlarda, tarih sosyolojisine, genel sosyolojiye vâkıf değerli ilim adamları da bulunsun ve yarın, bu vatan evlatları bizi yargılarken, siz, bizim aile reisliğimizi, aile düzenimizi aldınız, onun yerine, adi şirket gibi bir aile hükümleri getirdiniz, diye bizi tenkit etmesinler.

Kadınlarına saygı duymayan bir milletin geleceği olmaz. Bizim milletimiz kadar kadınına saygı duyan bir millet de yoktur. Anadolu'ya gelmiş bütün seyyahlar, hayretle ve hayranlıkla, Türk erkeklerinin kadınlarına olan saygılarından bahsederler. İbni Battuta diyor ki: "Eğer, Türkler kadınlarına tapıyor deseler, inanırdım; hiçbir memlekette kadına bu kadar saygı duyulduğunu görmedim."

Şimdi, siz, muhteşem bir değişiklik yapıyorsunuz, aile reisliğini kaldırıyorsunuz, eşit haklar diyorsunuz, vesaire, vesaire... Onlar, benim işim değil; ama, ben, bir tek soru soruyorum Sayın Bakana: Siz, bu neticeye varırken, kurduğunuz komisyonlarda sosyologlar var mıydı, tarih sosyolojisi bilen ilim adamları var mıydı, tecrübî sosyolojiyle araştırma yapmış, sizi aydınlatmış kaç doküman var elinizde? Bir toplumun geleceğine ve kaderine, topluma o anda hâkim olan propagandalarla yön vermek, toplumu  propagandanın boşluğuna terk etmek demektir. Temenni ederim ki, böylesine muhterem zevat bulunsun.

Bu heyecanlı önsözle bu kanun alındı ve iki müessese ihmal edildi; birisi vakıflardır. 1963'ten sonraki Mecliste Balıkesir Milletvekili Aydın Bolak ve arkadaşlarının şükranla anılmaya layık gayretleriyle, Medenî Kanundaki tesis hükümleri vakıf haline çevrildi. Tarih şuurunun eksikliğini görüyor musunuz!.. Uygur Türklerinden beri bizde vakıf var; sade Selçuklu'da değil, daha geriye gidin, Karahanlı'da var, Uygur Devletinde var. Böylesine muhteşem bir müesseseyi, siz, Medenî Kanun tercümesi yaparken, ihmal ediyorsunuz ve atlıyorsunuz. 1926'dan 1963'e, 1964'e kadar Türkiye'de vakıflar, kendi kaderine terk edildi.

Hayır, kendi kaderine terk edilmedi; talan edildi arkadaşlar, yağmalandı, çalındı, soyuldu. Evet... Yüce Meclis, temenni ederim, bir komisyon kursun, vakıfların Türkiye'de nasıl soyulduğunu araştıralım. Hangi büyük zenginlerin, vakıf servetini gasp ederek sermaye birikimine eriştiklerini görelim.

Her vakıf senedi, önce Allah'a ve Peygambere niyaz, gaye ve bedduayla biter. Der ki vâkıf: "Benim vakfımı gayesinden saptıranlar kıyamete kadar Allah'ın lanetine maruz kalsınlar." Zaman zaman düşünüyorum; bizim bir türlü yoksulluğu aşamayışımız, Tanrı'nın bizi rahmetsizliğe mahkûm edişi, huzurdan mahrum oluşumuz ve bir türlü ellere el açmaktan kurtulamayışımız, çiğnediğimiz vâkıf iradelerinin bedduasından mı doğuyor?..

Hepiniz, lütfen, temsil ettiğiniz ilin vakıflarına biraz eğilin, o ildeki vakıflar müdürüyle görüşün ve lütfen, tespit buyurun ki, nice vakıf, şu anda, birtakım gasıpların elinde, iradesinin dışında sömürülmektedir. Ne yazık ki, birinci medenî kanun bunu göremedi.

Mecellenin toprak hükümlerinde "ekber evlat hakkı" vardı. Baba öldüğü zaman, toprak büyük evlada geçiyor, aile işletmesi doğuyor ve gelen gelir aile fertlerine bölüştürülüyordu. Ne yazık ki, bu hüküm unutuldu, alınmadı, reddedildi ve Türkiye, İsviçre'nin parantel sistemiyle miras bölüşümünü kabul etti. Her ölümde toprak bir kere daha bölündü ve köylerde toprak mendil haline geldiği için, topraktan beslenemeyen aç kitleler, her yıl, 2 000 000 nüfus halinde büyük şehirlerin etrafını gecekondularla saran aç, yoksul, ümitsiz insan yığınlarına sebep oldular. Demek ki, hukukî hayatınızda bir kanun maddesinde göstereceğiniz dikkatsizlik, memleketin sosyal hayatında fevkalade derin yaralara sebep olabiliyor.

Dünkü kısa görüşmemde, burada, Sayın Bakanımızla bu meseleyi görüştüğümde, bana ferahlatıcı bazı meselelerden bahsetti;ama, ben, toprağın bölünmemesi yolunda, Medenî Kanunumuzun bu değişikliğinde de ciddî tedbirler alınabildiği kanaatinde değilim.

Değerli arkadaşlarım, cumhuriyetin kurucusu Aziz Atatürk, "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temeli, büyük Türk kültürüdür" diyor. Atatürk söylüyor bunu. Peki, bu büyük Türk kültürü nedir? Bu büyük Türk kültürü, dildir, tarihtir, dindir.

Türkçe, bir imparatorluk dili, İngilizce de bir imparatorluk dili. İngilizce'de, Fransız kökenli sadece 80 000 kelime var; ama İngilizler "sade İngilizce" diye bir hastalığa tutulmadılar ve dillerini bozmadılar. Cromwell'in nutuklarını İngiliz çocukları anlıyor; ama, bizim çocuklarımız Atatürk'ün Büyük Nutkunu okuyup anlayamıyor, tıpkı bizim pek çok arkadaşımızın anlamadığı gibi.

Şimdi, siz bu kanunda bir koalisyon içerisindesiniz, benim şu anda mensup olduğum parti de bu koalisyonun üyesi; ama, kanunun dili DSP'nin muhterem bazı yöneticilerinin dikkatle kullandıkları dil. (DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

Arkadaşlar, bu Meclisin çatısı altında, hiç, bugüne kadar, bu kadar çok, milliyetçi fikre mensup olduğunu iddia eden insan olmadı; ama, ben şimdi, hem Anavatan Partisinin milliyetçi kimliğine hem Milliyetçi Hareket Partisinin milliyetçi kimliğine buradan soruyorum; bu dil tahribatını nasıl içinize sindiriyorsunuz, dilin böylesine yıkılmasına nasıl razı oluyorsunuz arkadaşlar?! (DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) Eğer bu hükümetse, eğer bu koalisyondaysa bizim de onlar kadar hakkımızın olması gerekmez mi?

Şimdi "ödenti" denilmiş. Hanginiz "ödenti" diyorsunuz allahaşkına? "Aidat" mı diyorsunuz "ödenti" mi?..

YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Hepimiz aynı dili kullanıyoruz.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Tabiî hepiniz; çünkü, sizin görüşünüz... Doğrudur...

YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Hepimiz kullanıyoruz.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Vakıf malının tahsisi yok. Öylesine...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bu ne demek yani?

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Yapmayın bunu.. Bir dakika.. Sakin olun.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bu bir partiye mal edilir mi böyle bir şey?

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - İşte mal ediliyor; tebrik ediyorum sizi, sizi kutluyorum.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Anayasa dili kardeşim, neyi inkâr ediyorsun?

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Keşke bizim dil anlayışımız, yani yaşayan güzel Türkçe bu kanuna hâkim olsaydı o zaman biz tebrike layık olurduk.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bunu anlamak mümkün değil; aynı dili kullanıyoruz.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, demokrasiden bahsediyorsunuz; sizin gibi düşünmeyenleri dinlemeyi bilmedikten sonra demokrat olamazsınız.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Hayır efendim!..

YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Biz demokratız, sıradışı değiliz.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Yaa... Maalesef öyle.

Her neyse canım, hadi siz haklı olun da Atatürk'ün Nutkunu vatan çocukları öğrensinler ve rahat okusunlar.

Değerli arkadaşlarım, burada bir cümle geçti: Komisyonda, bir sayın hukuk profesörü "öğrencilerime ben tercümanlık yapıyorum" demiş. Tıpta bir farmakoloji var, farmakolojinin bütün tabirlerini ezberlemek zorundasınız; matematiğin bazı tabirlerini ezberlemek zorundasınız; hukuk da bir ilim dili, ilim disiplini; ama, beyefendiler, Millî Eğitim Bakanlığındaki tahribatları tarihe geçecek olan beyefendiler, siz, liselerden, kompozisyonu, mantığı, felsefeyi ve divan edebiyatını kaldırırsanız, liseden gelen çocuk hiçbir şey anlamaz ve üniversitelerden de, bugün, dünün lise kültür seviyesinde adam yetiştirirsiniz, dilekçe yazamayan çocuklar çıkar. Bu, bizim, hepimizin ayıbıdır.

Üniversite imtihanlarının sonuçları da meydandadır. Aslında, Türk maarifi, boşa dönen bir çark gibi, Türk çocuklarını alıyor, vatan çocuklarını alıyor, onlara, tarih şuuru, doğru dürüst Türkçe, coğrafya, felsefe, mantık ve kompozisyon öğretmeden mezun ediyor. Bu, hepimizin, üzerinde çok ciddî düşünmesi gereken bir acıdır ve bir kayıptır.

Şimdi, millî eğitimimizi o hale getirmişiz ki, demek ki, on sene sonra, beş sene sonra bir daha bunu değiştireceğiz. Evet, şu anda, Londra'da yabancı diller okulunda Türkçe okutulmuyor. İngilizler diyor ki: "Altı ayda bir değişen dili biz öğretemeyiz." Bugün benim canım istedi şu kelimeyi kullanacağım, öbür gün canım istedi bu kelimeyi kullanacağım olmaz. Biz "vilayet" demiyoruz; ama, Uygur Türkistan'ında "vilayet" kelimesi var. Biz "efendi" kelimesini kaldırmışız; ama, Azerbaycan kullanıyor. Daha nice 1 000 kelime!.. Siz, dünyaya biraz yukarıdan bakarsanız, Türkçe'nin, dünya üzerindeki kültür hâkimiyetinin şuuruna ererseniz, benim ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız. Kelimeler keyfî atılmaz, kelimeler cımbızla sökülüp yerine başka kelime konulmaz. Kelimeleri, büyük yazarlar, büyük edipler, büyük şairler kullanırsa yaşar. Hayranı olduğumuz Nazım Hikmet bir tek uydurma kelime kullanmış mıdır? Çıksın bu kürsüye söylesinler.

Nazım Hikmet Azerbaycan'a gider. Azeriler, ona, Stalin'in cinayetlerini anlatırlar ve Nazım inanmak istemez; çünkü, ömrü, o güne kadar Stalin'i savunmakla geçmiştir. Bahtiyar Vahapzade anlatıyor bunu; çok şükür hayattadır. Mezarlığa götürürler. Ertesi günü, Nazım "ben, bugüne kadar, Stalin'in katil olduğuna inanmıyordum; ama, burada duyduklarım, beni perişan etti. Arkadaşlar, yalvarıyorum size, Türkçeden vazgeçmeyin. Azerbaycan bir gün kurtulacaksa, Türkçenin sayesinde kurtulacak" diyor. Bakınız buraya; Azerbaycan'daki Türkler, Nazım Hikmet'in bu uyarısını, bu ikazını, bu dosttan, yürek yanıklığıyla söylediği gerçeği benimsedikleri için kurtuldular

Ben, 1975 yılında Afganistan'a gittim; Ticaret Bakanlığı Müsteşarıydım; fert başına gelir 80 dolardı. Afganlılar, beni, gece, bir dost meclisine davet ettiler. Hepimizin önüne son derece mütevazı demlikler geldi; bir de şekerlik... Zaten, bakanlarının odası, bizim eski nüfus memurlarının odası gibiydi ve inanmayacaksınız, Afganlılar, Mesnevî'yi ezber okuyarak sohbet ettiler. Mesnevî'yi ezber okuyan adam, Rus'a direndi; ama, Mesnevî kültüründen kopup Talabani'ye geldiği zaman, kendi kendisini mahvetti ve bugün, bağrımızı yakan acılar yaşanıyor. Bugün, oraya düşen her bomba, Kandahar'a düşen bomba, Celalabad'a düşen bomba, Mezarı Şerif'e düşen bomba, benim bağrıma düşüyor; çünkü, buralar, benim şehirlerim, benim kültürüm, benim Mevlanamın doğduğu şehir; bilmem arz edebiliyor muyum? İdrak ve kültür... İdrak ve kültür, sizi, Mesnevî'den alır, Talabani'nin dar kalıplarına götürürse, siz, yok olursunuz.

Şimdi, Türkiye'de, bizim çok geniş olmamız lazım. Bu kültürün bütün malzemeleri bizde. Bugünkü gazetelerde gördüyseniz, dün Avrupa basınında çıkan bir haber vardı. Haber aynen şöyle: "Osmanlıyı rahmetle anıyorlar." Neden rahmetle anıyorlar; çünkü, Osmanlı, Lamartin'in tenkit ettiği gibi, milletlerin kimliğini yok etmemiş...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 2 dakika içinde toparlar mısınız efendim.

Buyurun.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - ...milletlerin hukukuna çok büyük saygı göstermiş. Osmanlı hukuku şeriat hukuku değildir. Şer'i hükümler o coğrafyada fertlerin haklarını daha ileriye götürecekse uygulanmıştır, aksi halde örf, âdet hukukuna dokunulmamıştır. Altı asır devam etmesinin sebeplerinden birisi de budur.

Şimdi, bugün Türkiye'de, ne yazık ki, Vakıflar Genel Müdürlüğünün varlığına rağmen, Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı birkısım yabancı vakıfların Türkiye'de şube açmalarına müsaade edebilmiştir.

Bu, bir suç duyurusudur Sayın Bakanım. Bakanlığınızın müfettişleri bu işe el koymalıdır ve Türkiye'nin aleyhinde veya lehinde faaliyette bulunabilecek bir vakfın, yabancı ülkelerde kurulmuş olan vakfın Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı eliyle Türkiye'de şube açması felakettir, büyük hukuk boşluğudur. Türk bürokrasisi açısından felakettir, Türk siyaseti açısından felakettir.

Vakıflarla ilgili 117 nci maddede "Cemiyetler Kanunu ile ilgili hükümler uygulanır" cümlesini çok yetersiz buluyorum. Türkiye, bir vakıf bombardımanı karşısındadır. Emperyalist emeller, Türkiye'de bugün Kuvayi Milliyecilerle çarpışıyor. Türkiye'yi içeriden göçertmek isteyenlerle, Türkiye ekonomisini yok etmek isteyenlerle, Türkiye'nin millî varlığıyla kurtulabileceğine inananların savaşını yaşıyoruz. Bu, önümüzdeki günlerde daha da hızlanacak.

Şimdi, burada yabancıların şu veya bu bürokratik kolaylıkla Türkiye'de vakıf şubesi açması felakettir. O sebeple, buraya, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izni, Dışişleri Bakanlığının mütalaası mutlaka konulmalıdır.

Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyor, hukukun millet hayatındaki yerinin yaralanmadan korunması yolundaki temennimi tekrarlıyor, saygılarımı sunuyorum efendim. (ANAP, MHP, DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Güner.

Sayın Bakanın söz isteği var; ama, o arada, Osmaniye Milletvekilimiz Sayın Birol Büyüköztürk'ün bir mesajı var; Osmaniye ve Hatay İllerimizde, 5 şiddetinde bir deprem meydana gelmiş. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, o yörede yaşayan yurttaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.

NESRİN ÜNAL (Antalya) - Antalya Kaş'ta da oldu Sayın Başkan.

BAŞKAN - Antalya Kaş'taki yurttaşlarımıza da, Türkiye Büyük Millet Meclisinin geçmiş olsun dileklerini iletiyoruz.

Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk'ü konuşmalarını yapmak üzere davet ediyorum.

Buyurun Sayın Türk.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; depremle ilgili geçmiş olsun dileklerine, hükümet olarak biz de katılıyoruz; umuyorum ki, can kaybı yoktur.

Görüşmekte olduğumuz Tasarı, Danışma Kurulunun önerisi ve Genel Kurulun kabulüyle, bölümler halinde görüşülmekte olan bir tasarıdır. Bunun amacı, her bölümün ayrıntılı bir şekilde görüşülmesine olanak sağlamaktır; ama, görüyoruz ki, bazı arkadaşlarımız, hâlâ Tasarının tümü üzerindeki görüşmelerde kalması gereken konuların ötesine geçememişlerdir; hâlâ Tasarının genel gerekçesi, hâlâ Tasarının dili üzerinde görüşler açıklamaktadırlar.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Rahatsızlık devam ediyor Sayın Bakan.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Şüphesiz, bu görüşlere saygılıyız; ama, öyle anlaşılıyor ki, Tasarının şimdi incelemekte olduğumuz bölümü üzerinde somut olarak herhangi bir eleştirisi olmayan arkadaşlarımız, başlangıçta söylenmesi gereken düşüncelerini burada ifade etmeyi tercih etmektedirler. Oysa, bu Tasarının bölümler halinde görüşülmesinin amacı, her bölümün gereklerine uygun olarak, o bölümde düzenlenen konular üzerinde görüş açıklamaktır. Türk Medenî Kanunu Tasarısı, ancak, bu şekilde, her yönüyle işlenir, burada değerlendirilir ve ondan sonra oylamaya sunulur; ama, burada, başka zamanlarda çok zevkli olabilecek, edebiyat ağırlıklı konuşmalar da yapıldığını görüyoruz. Şüphesiz, o görüşlerin hepsi, kendi içinde çok değerli görüşlerdir; ama, burada, Türk Medenî Kanunu Tasarısının şimdi görüşmekte olduğumuz bölümü, tüzelkişilerle ilgili olan bölümüdür. Bu konuda ise, söylenen söz çok azdır. Demek ki, hazırlanan Tasarı uygundur, yerindedir ve ihtiyaçlarımızı karşılamaktadır.

Tüzelkişiler, insanların, toplumsal alanda çalışmalarını birleşerek yürütmeleri için oluşturdukları hukukî varlıklardır. Bugün, toplumsal her alanda, tüzelkişilerin etkin olduğunu görüyoruz. Dernek olarak, vakıf olarak, şirket olarak, sendika olarak, siyasî parti olarak ve genel olarak sivil toplum örgütü ya da hükümetdışı kuruluşlar olarak adlandırdığımız tüzelkişiler, toplumsal, ekonomik, kültürel alanlarda çok yararlı çalışmalar yapmaktadırlar. İşte, şimdi düzenlenen konu bunlarla ilgilidir. Bunun yanında, kamu tüzelkişileri vardır. Anayasamıza göre, kamu tüzelkişiliği, ancak, kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur. Özel hukuk tüzelkişileri ise, kanunların çizdiği çerçeve içinde, dernek kurma hürriyeti ya da sözleşme hürriyeti, özel teşebbüs hürriyeti çerçevesinde kurulur. Özel hukuk tüzelkişileri dediğimiz zaman, şimdi görüşmekte olduğumuz tasarıda düzenlenen dernekler ve vakıflar akla gelir, onun yanında ticaret şirketleri teşebbüs özgürlüğünün, teşebbüs hürriyetinin bir ifadesi olarak ekonomik hayatta rol oynarlar.

Bütün bu yapılar, genelde örgütlenme özgürlüğünün bir ürünüdür. Denebilir ki, Tanrı insanı, insan da tüzelkişiyi yarattı. Tüzelkişi bir amaç topluluğudur. Bu amaç, ya çok sayıda insanın bilgi ve emeklerini bir amaç etrafında birleştirmeleri ya da bir mal topluluğunun bir amaca özgülenmesi şeklinde karşımıza çıkar. Böylece, tüzelkişiler, kişi toplulukları ve mal toplulukları olarak iki büyük gruba ayrılır. İşte, şimdi incelemekte olduğumuz hükümler, bu kişi ve mal topluluklarına ilişkin genel hükümlerle, dernekler ve vakıflara ilişkin hükümleri getirmektedir.

Tasarı, tüzelkişileri güçlendirmiştir. Çünkü, çağdaş, katılımcı, çoğulcu bir demokraside tüzelkişiler o demokrasinin özü, temeli niteliğindedir. İnsanlar, toplumsal çalışmalarını tüzelkişiler eliyle, birleşerek belli amaçlara, belli mal varlıklarına ayırarak yürütürler. O bakımdan, tüzelkişilerin güçlendirilmesi, demokratik toplumun en önemli özelliklerindendir. Tasarıda, bu anlayışla, sona eren bir tüzelkişinin tasfiye süresince bu amaçla sınırlı olarak tüzelkişiliğin devamı öngörülmüştür. Bu, Türk Ticaret Kanununda çeşitli ticaret şirketleri açısından benimsenmiş olan bir ilkenin genel olarak tüzelkişiler bakımından ifadesinden başka bir şey değildir.

Böylece, bir derneğin sona ermesiyle tüzelkişiliğin hemen ortadan kalkmayacağı, tüzelkişinin kuruluş amacının yerini, tasfiye sonuçlanıncaya kadar tasfiye amacının alacağı ve tüzelkişiliğin de bu amaçla sınırlı olarak devam edeceği belirtilmiştir.

Bu arada, yürürlükteki Türk Kanunu Medenîsinde tüzelkişilerin tasfiyesinin kooperatiflere ilişkin hükümlere göre yapılacağı belirtilmişti; ancak, bu, ihtiyaçlara yeterince karşılık vermemektedir. O nedenle, yeni Tasarıda, kanunda veya kuruluş belgesinde tersine hüküm bulunmadıkça tüzelkişilerin tasfiyesinin terekenin resmî tasfiyesine ilişkin hükümlere göre yapılacağı açıklanmıştır.

Türk Medenî Kanunu Tasarısının Birinci Kitabının İkinci Bölümünün Birinci Ayırımı, genel olarak tüzelkişilere ilişkin hükümlere, ondan sonraki İkinci ve Üçüncü Ayırımları ise sırasıyla derneklere ve vakıflara ayrılmıştır.

Ülkemizde halen faaliyetlerine devam eden 79 056 dernek ve 4568 vakıf vardır. Bunlardan kastedilen, Türk Medenî Kanununa göre kurulmuş olan vakıflardır; mülhak vakıflar ve mazbut vakıflarla ilgili özel kanun hükümleri saklıdır.

Bu Tasarıda, yürürlükteki Türk Medenî Kanununda derneklerin yeterince düzenlenmediği dikkate alınarak, derneklerle ilgili hükümlere daha geniş yer verilmiştir. Bu hükümlerde, bir yandan yürürlükteki Medenî Kanunun, bir yandan Dernekler Kanunu hükümleri dikkate alınmış, bir yandan da ihtiyaçların gerektirdiği yeni hükümler konulmuştur.

Tasarının 56 ncı maddesinde, derneğin tanımına yer verilmiştir. Buna göre, bir dernek, en az 7 gerçek kişi tarafından kurulacaktır. Derneklerin gerçek kişiler tarafından kurulması ilkesinin benimsenmesi eleştiri konusu olmuştur; ancak, dernek organlarının oluşturulması bakımından, kurucuların ve üyelerin gerçek kişi olmasında yarar görülmüştür. Ancak, bu konuya değinen arkadaşımızın da ifade ettiği gibi, federasyonlarda ve konfederasyonlarda, doğrudan doğruya dernekler veya federasyonlar kurucu ve üye durumundadır; ancak, temeldeki yapı olarak, dernekte üyeler gerçekkişidir, vakıflarda ise üyelik söz konusu değildir.

Onun yanında, derneklerin kazanç paylaşma dışında bir amaçla kurulacağı ifade edilmiştir. İşte, en az 7 gerçek kişi, böyle bir amaçla bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek üzere dernek çatısı altında bir araya gelmektedir. Bu çerçeve içerisinde, Tasarının 57 nci maddesinde, Anayasamızın 33 üncü maddesinde yer alan dernek kurma hürriyetine ilişkin temel ilke de, bir medenî hukuk kuralı olarak vurgulanmıştır.

Tasarıya göre, kurucular ve üyeler, fiil ehliyetine sahip olmalıdırlar. Yürürlükteki Dernekler Kanununda olduğu gibi, 18 yaşı doldurmuş olma koşulu aranmamaktadır. Dolayısıyla, fiil ehliyetine sahip olan, ergin kılınmış veya evlenmeyle ergin olmuş insanlar da dernek kurucu ve üyesi olabileceklerdir.

Tasarının 65 ilâ 67 nci maddelerinde, dernek üyeliğinin sona ermesi düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre, üyelik, kanunda veya dernek tüzüğünde öngörülen koşulların kaybı halinde kendiliğinden, altı ay önceden yazılı olarak bildirmek kaydıyla, kendi çıkma isteğiyle veya dernek tüzüğünde gösterilen sebeplerle ya da haklı sebeplerle çıkarılmayla sona erecektir.

Tasarının 68 inci maddesinde, dernek üyelerinin eşit haklara sahip oldukları, her üyenin derneğin faaliyetlerine ve yönetimine katılma hakkı olduğu belirtilmiştir. Bu, Anayasamızın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesinin gereğidir.

69 uncu maddede, genel kurulda oy hakkı; 70 ve 71 inci maddelerdeyse, üyelerin yükümlülükleri olarak, ödenti -yani, bir arkadaşımızın sevdiği deyimle, aidat- ödeme borcu ile, dernek düzenine uymak ve derneğe sadakat göstermek yükümlülüğü düzenlenmiştir.

Tasarının 76 ncı maddesinde, toplantı yapılmadan da bütün üyelerin katılımıyla karar alma ve çağrı yapmadan da yine bütün üyelerin katılımıyla toplantı yapma olanağı getirilmiştir. Bu, Türk Ticaret Kanununun 379 uncu maddesinde anonim şirketler için öngörülen bir ilkenin dernekler için de benimsenmesi anlamındadır.

Tasarının 80 inci maddesinde, genel kurulun dernek organlarını seçeceği ve derneğin, diğer bir organına verilmemiş işleri göreceği, ayrıca, diğer organları, haklı sebeplerle, her zaman görevden alabileceği hükme bağlanmıştır.

Tasarının 87 ilâ 89 uncu maddelerinde, derneğin sona erme sebepleri gösterilmiştir. Bu hükümlere göre, dernekler, belirli sebeplerle kendiliğinden, Genel Kurulun fesih kararıyla veya amacı kanuna veya ahlaka aykırı hale gelirse, cumhuriyet savcısının veya bir ilgilinin istemi üzerine mahkeme kararıyla sona erer.

Tasarının 90 ıncı maddesinde, derneklerin amacları dışında faaliyet gösteremeyecekleri, dernek faaliyetleriyle ilgili yasak ve sınırlamalara aykırılık halinde, cumhuriyet savcısının istemiyle, mahkemece faaliyetten alıkoyma kararı verilebileceği öngörülmüştür. Böylece, Türk hukukunda tüzelkişiler için benimsenen genel ilkeye uygun olarak, dernekler bakımından da "amaçla sınırlı ehliyet" ilkesi kabul edilmiştir.

Tasarının 91 inci maddesinde, derneklerin, tüzüklerinde gösterilen amaçlarını gerçekleştirmek üzere uluslararası faaliyette bulunabilecekleri ve yurtdışında şube açabilecekleri, 92 nci maddesinde, yabancı derneklerin, uluslararası alanda işbirliği yapılmasında yarar görülen hallerde ve karşılıklı olmak koşuluyla, kültürel, ekonomik ve teknik konularda bilgi veya teknolojilerinden yararlanmak üzere, Bakanlar Kurulunun izniyle Türkiye'de faaliyette bulunabilecekleri, 93 üncü maddesinde de, Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olan yabancı gerçek kişilerin, karşılıklı olmak koşuluyla dernek kurabilecekleri veya kurulmuş derneklere üye olabilecekleri belirtilmiştir.

Tasarının 96 ve 97 nci maddelerinde, federasyon ve konfederasyonlar düzenlenmiştir. Yürürlükteki Dernekler Kanunundan farklı olarak, federasyon kurulması için en az üç derneğin varlığı yeterli olmayacak, beş derneğin bir federasyon kurmak için bir araya gelmesi gerekecektir. Buna karşılık, konfederasyonların kuruluşu için, yürürlükteki Dernekler Kanununda olduğu gibi üç federasyonun bir araya gelmesi yeterli olacaktır.

Tasarının 98 inci maddesinde, federasyon ve konfederasyon genel kurullarında, derneklerin veya federasyonların en az üç üyeyle temsil edilmeleri öngörülmüştür.

Vakıflar, şüphesiz, bizim hukukumuzda, ta Osmanlı döneminden beri çok yararlı hizmetler yapmışlardır. Eski vakıflarla ilgili olarak özel düzenlemeler vardır; ama, bundan sonra kurulacak ya da Türk Medeni Kanununa göre kurulmuş olan vakıfların tabi olacakları hükümler, şimdi yürürlükteki Medeni Kanun hükümlerinin yerini alacak olan Tasarı hükümleriyle düzenlenecektir.

Tasarının 101 inci maddesinde, vakıf için özgülenecek malların ve hakların yeterli olması koşulu açıkça vurgulanmıştır. Böylece, vakıfların mal toplulukları olması ve organları bulunması nedeniyle, dernekler ve şirketlerden farklı olarak, vakıflarda üyeliğin söz konusu olmayacağı da belirtilmiştir. Ülkemizde, zaman zaman söz konusu olabilen dernek yerine vakıf kurma eğilimleri, yeterli mal ve hakların belirli bir amaca özgülenmesinin aranması ve derneklerden farklı olarak vakıflarda üyelik olamayacağının belirtilmesi suretiyle önlenmiş ve dernek benzeri vakıflar kurulması değil, tarihî gelişimine ve işlevine uygun olarak, gerçek anlamda vakıf kurulması yasal güvence altına alınmış bulunmaktadır. Tasarının 101 inci maddesinin son fıkrasında ise, Cumhuriyetin Anayasayla belirtilen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, millî birliğe ve millî menfaatlara aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

Vakfın tesciline ilişkin mahkeme kararına karşı, yürürlükteki kanunun 74 üncü maddesine göre iki ay olan temyiz süresi, tasarının 103 üncü maddesiyle 1 aya indirilmiş, ayrıca, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ve diğer ilgililere, kurulmuş olan vakfın kurulmasını engelleyen sebepleri göstermek suretiyle iptal davası açma hakkı tanınmıştır.

Yürürlükteki kanunun 78 inci maddesinden farklı olarak, tasarının 111 inci maddesinde, vakıfların denetimi yeniden düzenlenerek, vakıfların, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve üst kuruluşlarınca denetleneceği, üst kuruluşlarca denetimin özel kanun hükümlerine tabi olacağı ifade edilmiştir.

Tasarının yürürlükteki kanunda bulunmayan 115 inci maddesi, vakfın geçici olarak faaliyetten alıkonulmasını düzenlemektedir. Konu, vakıf kurma özgürlüğüyle yakından ilgili olduğundan, Anayasanın 23.7.1995 tarihli ve 4121 sayılı Kanunla değişik 33 üncü maddesinin dördüncü ve son fıkralarındaki değişikliğe uygun olarak, tasarının 115 inci maddesinde, Anayasada öngörülen hallerde ve belirli sürelere uygun olarak, vakfın geçici olarak faaliyetten alıkonulması düzenlenmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, 2 dakika içinde toparlar mısınız.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yürürlükteki kanunun 81/a maddesini karşılayan tasarının 116 ncı maddesinde, vakıfların sona ermesine ilişkin hükümlere yer verilerek, amacın gerçekleşmesi olanaksız hale geldiği ve değiştirilmesine de olanak bulunmadığı takdirde vakfın kendiliğinden sona ereceği ve mahkeme kararıyla sicilden silineceği, yasak amaç güttüğü veya yasak faaliyetlerde bulunduğu sonradan anlaşılan veya amacı sonradan yasaklanan vakfın amacının değiştirilmesine olanak bulunmazsa, vakfın denetim makamının ya da cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine, duruşma yapılarak dağıtılacağı hükme bağlanmıştır.

Tasarının 117 nci maddesinde, yürürlükteki kanunun 81/b maddesini karşılayan birinci fıkradan sonra, derneklerin uluslararası faaliyette bulunmalarına ve üst kuruluş kurmalarına ilişkin hükümlerin kıyas yoluyla vakıflar hakkında da uygulanacağı ve kamuya yararlı veya özel kanunlarla kurulan vakıflar hakkındaki özel hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir.

Böylece, tasarının Birinci Kitabının İkinci Bölümünde tüzelkişiler genel olarak ve dernekler, vakıflar olarak ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir. Bu hükümler hem yürürlükteki kanunların geçerliliklerini korumuş olan hükümleri dikkate alınarak hem de ihtiyaçlarımıza uygun yeni düzenlemeler getirilmek suretiyle hazırlanmıştır. Böylelikle, tüzelkişiler konusunun, bu arada, dernekler ve vakıflar konusunun Türk Medenî Kanunu Tasarısında bunların işlevlerine en uygun şekilde düzenlenmiş olduğunu Yüce Heyetin huzurunda ifade etmek isterim.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

Buyurun Sayın Başkan.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medenî Kanun Tasarısını görüşmeye başladığımız günden bu yana, kimi konuşmacı arkadaşlar, hep, tasarının dilinden şikâyet ediyorlar. Kullanılan dilin uydurma olduğundan, ideolojik olarak hareket edildiğinden yakınıyorlar. Ben, buradan, hiçbir yoruma girmeden, siz değerli milletvekillerine ve bu tasarıyı büyük bir ilgiyle televizyonları başında izleyen yurttaşlarımıza birkaç örnek vermek istiyorum; takdir hem sizlerin hem vatandaşlarımızın olsun istiyorum.

Örneğin, yürürlükte olan Medenî Kanunumuzun 2 nci maddesinin ikinci fıkrası bakın şöyle diyor: "Bir hakkın sırf gayri izrar eden suiistimalini kanun himaye etmez." Sizler bunu mu kolay anladınız; yoksa şu okuyacağımı mı? Tasarının 2 nci maddesi, bu okuduğumu şöyle kaleme almış: "Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz." İşte, hep, sürekli, dilden şikâyet ediliyor.

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Örneği yanlış verdiniz Başkanım.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Tekrar okuyorum. Mevcut kanunda "bir hakkın sırf gayri izrar eden suiistimalini kanun himaye etmez..." Bu mu kolay anlaşılıyor; "bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz" mı kolay anlaşılıyor?!

Bir başka örnek veriyorum. Yine, yürürlükte olan Medenî Kanunun şahsın hukukuyla ilgili 9 uncu maddesi şöyle diyor: "Medeni hakları kullanmağa salâhiyettar olan kimse iktisaba da iltizama da ehildir." Bu mu kolay; tasarıda yer alan şu mu kolay: "Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir." İşte, bozmuş olduğumuz Türkçe bu.

Bir örnek daha; bunlardan onlarca verilebilir. Mevcut kanunun 895 inci maddesi: "Gayrın zilyed bulunduğu bir şeyi gasbeden kimse o şey üzerinde terciha şayan bir hakka sahip olduğunu iddia etse bile onu iade ile mükellef olur. Eğer müddeaaleyh o şeyi müddeiden almayı mucip ve terciha şayan bir hakka sahip olduğunu derhal ispat ederse red lâzım gelmez. Zilyedin dâvası gerek o şeyin istirdadına, gerek zararın tazminine dair olur." Hiçbir şey anlamadığınızı görmüş olduğum bu 895 inci madde... (SP ve AK Parti sıralarından gürültüler)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Siz anlayamadınız, siz...

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Efendim, Türkçe'yi ağdalı dillerle konuşmayı kendine şiar edinmiş kimseler, tabiî, böyle bir itirazda bulunacaklar. Her neyse...

Bu okumuş olduğum 895 inci maddeye karşılık tasarıda yer alan 982 nci madde bunu şöyle düzenlemiş: "Başkasının zilyet bulunduğu bir şeyi gasbeden kimse, o şey üzerinde üstün bir hakka sahip olduğunu iddia etse bile onu geri vermekle yükümlüdür.

Dava, şeyin geri verilmesine ve zararın giderilmesine yönelik olur."

İşte, değerli arkadaşlarım, efendim, bir tabirle, hunharca dilin değiştirildiğine dair itirazlara karşın size üç örnek verdim. Bunlardan çok miktarda da verilebilir.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkanım, zannedersem, Sayın Komisyon Başkanı maksadını aşan bir konuşma yaptılar. Ben yakıştıramadığımı ifade etmek istiyorum. Bu Meclis buradaki konuşulan her şeyi anlayabilecek seviyede bir meclistir.

İkinci bir husus ise, özellikle arkadaşlarımızın yapmış olduğu ikaz, 1920'li yıllarda yazılmış olan bir kanunu bugünkü şartlarda eleştirmek değil, onu, istenilen şekliyle, hukuka da uygun, yaşayan Türkçe'ye de uygun hale getirilmesi noktasındadır. Bu şekilde anlayamadıysa, Sayın Başkanı ikaz ediyorum ve uyarıyorum. Şahsen, Mecliste böyle konuşma hakkının olmadığını söylemek istiyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Efendim, tabiî, elbette ki, herkesin hukukçu olması gerekmiyor; ama, yaşayan dille hukuk dilimiz arasında bir tezat olduğu da hepinizin malumu. Onun aşılması gerektiği ortaya çıktı ki, bu Medenî Yasada da özellikle dil konusunda birtakım değişikliklere gidilme zorunluluğu görüldü.

Komisyon Başkanımızın maksadı o değildi, iyi niyetti. Dilin anlaşılamadığından, Medenî Kanundaki lisanın anlaşılmadığından bahisle yeni bir düzenlemeye gidildiğini ifade etmek istedi. Vatandaşlarımızın birçoğunun da anlamaması gayet doğaldır. Onun için, yaşayan dille yasa arasında bir çelişki vardı, o giderildi diyoruz.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Başkan, ben maksadımı aşan bir konuşma yapmış değilim. Ben, mevcut kanundaki bir hükmü, tasarıda tekabül eden maddesini okudum; hangisinin anlaşılabilir olduğunu da tamamen takdire bıraktım. Maksadımı aşmış değilim.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Takdire bırakmadınız!

BAŞKAN - Hayır, o, şu anlamda Sayın Başkanım: Yani, arkadaşlarımıza "anlamadınız" demek gibi bir ifade oldu, onu düzeltiyoruz; yani, o yönde bir maksat aşılması oldu. İnanıyorum, arkadaşlarımızın hepsi anlamıştır.

İkinci Bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

İkinci Bölümle ilgili olarak milletvekilleri tarafından verilen 5 adet ve hükümet tarafından verilen 1 adet önerge vardır; ancak, alınan karar gereği, sayın milletvekilleri tarafından verilen 3 önergeyi, yani Başkanlığa ulaşan ilk 3 önergeyi geliş sırasına göre okutacağım; aykırılık derecesine göre işleme alacağım. Tabiî, hükümetin verdiği önergeyi de okutacağız.

Önergeleri geliş sırasına göre okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 101 inci maddesinin dördüncü fıkrasının "Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, genel ahlaka aykırı vakıf kurulamaz" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Lütfü Esengün Cevat Ayhan       Yasin Hatiboğlu

          Erzurum                   Sakarya                     Çorum

                               Fethullah Erbaş

                                                  Van

BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 103 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki "veya ilgililer" ibaresinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Lütfü Esengün Cevat Ayhan       Fethullah Erbaş

          Erzurum                    Sakarya                          Van

BAŞKAN - Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 115 inci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Lütfü Esengün Cevat Ayhan       Fethullah Erbaş

          Erzurum                    Sakarya                          Van

MADDE 115. - İçişleri Bakanlığı, Anayasanın 33 üncü maddesinde öngörülen hallerde ve belirlenen usullere uygun olarak denetim makamının da görüşünü almak sureti ile vakfı ve bağlı birimlerini geçici olarak faaliyetten alıkoyabilir. Ancak bu karar 24 saat içerisinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim kararını 48 saat içinde açıklar. Aksi halde bu idarî karar kendiliğinden yürürlükten kalkar.

BAŞKAN - Son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı kanun tasarısının "Kişiler Hukuku" başlıklı Birinci Kitabının 47-118 inci maddeleri arasında yer alan "İkinci Bölüm" başlığının "İkinci Kısım" olarak; "Birinci Ayırım", "İkinci Ayırım", "Üçüncü Ayırım "başlıklarının ise sırasıyla "Birinci Bölüm", "İkinci Bölüm", "Üçüncü Bölüm" olarak; 78 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki "derneğin feshi ve tüzük değişikliği" ibaresinin "tüzük değişikliği ve derneğin feshi" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

                          Hikmet Sami Türk

                                 Adalet Bakanı

BAŞKAN - En aykırı önergeyi okutarak, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 101 inci maddesinin dördüncü fıkrasının "Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, genel ahlaka aykırı vakıf kurulamaz" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

                        Fethullah Erbaş (Van)

                                  ve arkadaşları

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. 

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; 101 inci maddeyle, yani, İkinci Bölümle ilgili önergem üzerinde bir kısa açıklama yapmak üzere söz almış bulunuyorum; ancak, bir hususu, anlaşılıyor ki, bir kere daha vurgulamam gerekecek.

Rahmetli hocam -Kayseri'de- böyle, anlatırdı anlatırdı, galiba anlamazdık biz, derdi ki: "Söyledik kerrat ile merrat ile;

Olmadı takririmiz kâfi sana.

Anlaşıldı başka türlü çare yok;

Laf yapıp yutturmalı lafı sana." Bunu hep hatırlarım neyse, zaman zaman hatırlarım bunu.

Değerli milletvekilleri, biz, burada, kanun yapıyoruz. Elbette, bütün kanunlar arasındaki ilgi ve ilişkiyi yok sayamayız. İnsanlar topluluğu gibi, hukuk da bir topluluktur. Benim, komşumu anlama mecburiyetim, anlama ihtiyacım, anlama gereğim olduğu gibi, sizin beni anlama ihtiyacınız olduğu gibi, kanunlar birbirini anlamak ihtiyacındadır; yani, Medenî Kanun Borçlar Kanunuyla rahat konuşamıyorsa, Ticaret Kanunu İcra İflas Kanunuyla rahat konuşup anlaşamıyorsa... Bunu, mecazî anlamda ifade ettiğimi anlıyorsunuz tabiî. Sizin anlayışınızdan asla endişem falan yoktur; yani, kanunlar konuşuyor derken, lisanı kal ile konuşuyor demek istemiyorum, lisanı hal ile konuşurlar. Yani, siz, Türkiye'deki müdevven hukuk yapısını yahut müdevvenatın birbiriyle konuştuğunu kabul etmezseniz, işte, birisi falan dili konuşur, öteki feşmekan dili konuşur, beriki bir başka dili konuşur, anlaştıramazsınız.

Değerli milletvekilleri, bakınız, şu Medenî Kanunu bir açınız, incelediniz; ama, bir de şu gözle inceleyiniz: Gerçekten, 926 tevellütlü Medenî Kanunla 2001 tarihli Medenî Kanunun hükümlerinin, içerikleri açısından muhtevaları açısından ne değişiklik var bana söyleyebilir misiniz?! Komisyon üyeleri, Sayın Komisyon Başkanı, Sayın Adliye Vekili, ne değişiklik getirdiniz; getirdiğiniz bir şey yok.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Niye Adalet Bakanı demiyorsunuz?

YASİN  HATİBOĞLU (Devamla) - Sadece, Türkçeleştirdik diye Türkçe'ye de bühtan ederek, bu dile Türkçe diyorsunuz.  Bu dil, Türkçe mürkçe değil. (SP sıralarından alkışlar)

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bal gibi Türkçe!..

YASİN  HATİBOĞLU (Devamla) - Bu dilin ebeveyni bellidir. Bu sizin getirdiğiniz dilin ebeveyni bellidir; ebeveyni, olanak, olasılık ve kuşku; üç kelimeden türemiştir; ama, ben, bu kelimelerin mucidini huzurunuzda kutluyorum; Sayın Ecevit'in... Kendisine şahsen saygım sonsuzdur, onda hiç kimse tereddüt etmesin; ama, Sayın Ecevit başarılı olmuştur, MHP'yi de peşine takarak başarılı olmuştur, ANAP'ı peşine takarak başarılı olmuştur. Evet "kuşku" kullanıldığı zaman kuşku duymuştuk bu nereye kadar gidecek diye. Evet, kuşku, bütün kuşkuları izale etti. Şimdi, bu Selçuklunun dil bayramında, Osmanlının dil bayramında, galiba, kuşkuları kutlamaya mecbur tutacaklar bizi. Bizim teşhisimiz budur. Bak yanlış da değildir.

Sayın Bakanımız, işi, biraz ciddî ve dikkatli tetkik ettiği zaman benim tenkitlerimin haklılığına geliyor. Ben, tasarının tümü üzerinde konuşurken bazı kelimeleri yerden yere vurmaya çalıştım, doğrudur; çünkü, gelecek çocuklarımı geçmişimle bağlayacak bir dil değil bu dil. Benim dilim değil bu  dil. Bakınız "ayırım" dediniz; "Birinci Ayırım", "İkinci Ayırım", "Üçüncü Ayırım" Sayın Bakan, böyle kenar başlığı olmaz, böyle bölüm başlığı olmaz diye ben söyledim; zatıâliniz ertesi gün çıktınız, karşı çıktınız bana, dediniz ki "başka şey yokmuş gibi bunları konuşuyor." Buyurun, bu sizin önergeniz; şimdi önerge veriyorsunuz. İmza sizin; Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk. Diyorsunuz ki: "Birinci Ayrım", "İkinci Ayrım", "Üçüncü Ayrım" başlıklarının ise sırasıyla "Birinci Bölüm", "İkinci Bölüm", "Üçüncü Bölüm" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederim." Yani, biz söyleyince olmuyor da, siz söyleyince mi oluyor!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 1 dakika içerisinde toparlar mısınız Sayın Hatiboğlu.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Toparlarım efendim, toparlarım.

Tabiî, burada bir memnuniyetimi ifade edeyim; Sayın Bakan sağ olsun, on gün sonra da olsa, benim bulunduğum noktaya gelebildi nihayet. İnşallah, öbür konularda da olur.

Mesela, bir örnek vereyim beyler, bunu nasıl içinize sindiriyorsunuz. Vakıf, vakıf... Vakıf, hiçbir kâr amacı gütmeksizin, sırf hayrî ve hasbî maksatla, başkalarına hizmet için kurulan, vâkıfın menkul ve gayrimenkullerini bağışladığı bir kurumdur. Böyle bir kuruma, siz, nasıl örgüt yakıştırmasını yaparsınız; Türkiye'de "örgüt" denildiği zaman neyin anlaşıldığını bilmiyor musunuz?!

Sayın Bakan, Sayın Komisyon Başkanı, bilmiyor musunuz, örgüt denildiği zaman ilk akla gelenin ne olduğunu?!

Sayın Komisyon Başkanımızın da şahsına saygım vardır; ama, söylediği sözlere saygı duymuyorum. Niye duymuyorum; çünkü, fili tarif ederken, bir tek tüyünü tuttu getirdi; filin kuyruğu nerede, kulağı nerede, o hoyrat hortumu nerede?!

Evet, lütfen, dil önemlidir. Dile, dine, vatana önem vermeye mecburuz.

Hepinize saygı sunuyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 103 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki "veya ilgililer" ibaresinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

                        Fethullah Erbaş (Van)

                                 ve arkadaşları.

BAŞKAN - Sayın Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Gerekçesini izah etmek üzere, Sayın Fethullah Erbaş. (SP sıralarından alkışlar)

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 103 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki "ilgililer" ibaresinin tasarı metninden çıkarılmasını teklif ediyoruz.

Gerekçemize gelince, şöyle: Vakıf, bir mal topluluğudur. Esasında, daha ileriye gidecek olursak, ecdadımızın, bir malı, bir gaye için, Allah rızası için tevkif etmesi meselesidir. Sadece o işi gerçekleştirmek için, insanlar, mallarını, öldükten sonra da sevabı kendilerine gelsin diye tevkif ederlerdi. Böyle bir anlayışla vakıflar kurulmuş; bu anlayışla da, ülkemizde birçok bayındırlık hizmeti, birçok belediye hizmeti görülmüştür. Hatta, o kadar ileri gidilmiştir ki -bugün, çevre konusunda insanlar çok duyarlı- o günlerde bile, kuşların barınması için vakıflar kurulmuştur, hayvanların çoğalması için vakıflar kurulmuştur. Böyle ileri bir medeniyetin vârisleriyiz.

Şimdi, bu mal topluluğunun bir iptali meselesi var; bir vakıf kurulduğu zaman iptal edilebiliyor. İptal davasını kimler açacak; öncelikle, Vakıflar Genel Müdürlüğü açacak; bu doğru; "veya ilgililer" denilmek suretiyle, herkese, hemen hemen aklına gelen herkese iptal davası açma hakkı veriliyor. Süreklilik ve hukukî güvence çok önemlidir arkadaşlar. İptal davası açma hakkı, sadece Vakıflar Genel Müdürlüğüne tanınmalıdır. İlgililerin kapsamı geniş tutulmaktadır. Vakfın kurulmasını engelleyen sebeplerin varlığını kim tespit edecek; yani, bunu soralım kendimize, kim tespit edecek? Bu konunun uzmanı Vakıflar Genel Müdürlüğü olduğuna göre, dava açma hakkı da Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olmamalı mıdır; "veya ilgililer" ibaresiyle ne anlaşılır? İlgililer bu vakfın iptalini isterlerse -normal şartlarda- Vakıflar Genel Müdürlüğüne müracaat etseler, Vakıflar Genel Müdürlüğü de bu sebeplerin varlığını tespit etse, Vakıflar Genel Müdürlüğü bu davayı açsa daha normal olmaz mı; çünkü, Vakıflar Genel Müdürlüğünde bu konunun uzmanları vardır.

Değerli arkadaşlar, bu tasarıyla, tüzelkişilerin güçlendirilmesi amaçlanmıştır deniliyor. 21 inci Asırda, sivil toplum kuruluşlarının egemen olacağı bir vakıadır; ancak, bu maddeyle, kurulmuş olan bir vakfa karşı, önüne gelen ilgili olduğunu iddia ederek dava açarsa, herkes iptal davası açarsa, bu yetkiyi kendinde bulursa, bu tasarının nasıl bir tasarı olduğunu siz düşünün; yani, eski tasarıya göre çok daha geridedir. Eski tasarı, 19 uncu Asrın bir mahsulüydü, bugünkü tasarı, herhalde -19'dan biraz arkaya gidersek- 18 inci Asrın kafa yapısıyla hazırlanmış bir tasarıdır.

Onun için, bu "ilgililer" kelimesini çıkaralım, Vakıflar Genel Müdürlüğüne dava açma yetkisini tanıyalım; o ilgililer de, burada bir şüpheye düşerlerse, bu vakfın kuruluşunda yasaya aykırılık vardır diye kafalarında bir şey olursa, gitsinler, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ihbarda bulunsunlar; Vakıflar Genel Müdürlüğü incelesin, her önüne gelen de dava açmasın diyor, önergeme sizlerin destek vereceğini umuyorum; ama, pek de destek vermiyorsunuz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum, saadetler diliyorum. (SP sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz efendim.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Karar yetersayını arayacağım.

Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı, gerekçesini Sayın Erbaş'tan dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını, Sayın Esengün'ün ve Sayın Candan'ın istemi üzerine arayacağım.

Önergeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.

Birleşime, saat 17.00'de toplanmak üzere, ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.26

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 17.00

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER(Ankara), Sebahattin KARAKELLE (Erzincan)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 14 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet hazır.

İkinci önergenin oylanması sırasında karar yetersayısı istenilmişti. Şimdi, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı Sayın Fethullah Erbaş ve arkadaşlarının önergesini oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Oylamayı elektronik oylama cihazıyla yapacağım ve oylama için 3 dakika süre vereceğim.

Bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen arkadaşlarımızın teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen arkadaşlarımızın aynı süre içerisinde oy pusulalarını Başkanlığımıza ulaştırmalarını; vekâleten oy kullanacak sayın bakan varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve imzasını taşıyan oy pusulasını, aynı süre içerisinde Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Önergenin yapılan oylamasında karar yetersayısı ve toplantı yetersayısının üzerinde oy çıkmıştır, önerge reddedilmiştir, karar yetersayısı da vardır.

Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 115 inci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

                        Fethullah Erbaş (Van)

                                  ve arkadaşları

Madde 115. - İçişleri Bakanlığı, Anayasanın 33 üncü maddesinde öngörülen hallerde ve belirlenen usullere uygun olarak, denetim makamının da görüşünü almak suretiyle, vakfı ve bağlı birimlerini geçici olarak faaliyetten alıkoyabilir; ancak, bu karar 24 saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim kararını 48 saat içinde açıklar. Aksi halde, bu idarî karar kendiliğinden yürürlükten kalkar.

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Önergenin gerekçesini izah etmek üzere, Sayın Fethullah Erbaş; buyurun.

Süreniz 5 dakika efendim.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önergemizle düzeltmek istediğimiz konu, metindeki muğlaklıkları gidermekten ibarettir. Yani, sözün özüyle, yapıcı bir muhalefet yapıyoruz. "Faaliyetten geçici alıkoyma" başlığını taşıyan 115 inci maddede "İçişleri Bakanlığı, Anayasada öngörülen hallerde ve belirtilen usullere uygun olarak, denetim makamının da görüşünü almak suretiyle, mahkemece bir karar verilinceye kadar vakfı geçici olarak faaliyetten alıkoyabilir ve derhal mahkemeye başvurur. Hâkim başvuruyu gecikmeksizin karara bağlar" denilmektedir. Bizim teklifimizde ise, biz bu muğlaklıkları gideriyoruz ve diyoruz ki, İçişleri Bakanlığı, Anayasanın 33 üncü maddesinde öngörülen hallerde ve belirlenen usullere uygun olarak, denetim makamının da görüşünü almak suretiyle vakıf ve bağlı birimlerini geçici olarak faaliyetten alıkoyabilir; yani, İçişleri Bakanının bu yetkisini -Anayasanın 33 üncü maddesindeki şartlar dahilinde- biz zaten tanıyoruz. Biz, burada şunu açıklıyoruz: "Ancak, bu karar 24 saat içerisinde görevli hâkimin onayına sunulur" diyoruz. "Hâkim, kararını 48 saat içerisinde açıklar, aksi halde bu idarî karar kendiliğinden yürürlükten kalkar" ibaresini koyuyoruz.

Değerli arkadaşlar "24 saat içerisinde görevli hâkimin onayına sunulur" ibaresinden kaçınmamak lazımdır. Tatbikatta görüyoruz, bir vakfın, İçişleri Bakanlığı tarafından yurtları kapatıldı. Aylar geçti, halen hiçbir karar çıkmadı, verildi mahkemeye; ama, mahkemeden bir karar çıkmadı. Öğrencilerin başvuru zamanı geçti, o yurtlar kapatıldığı için öğrenci de alamadılar, fiilen yok olup gittiler. Şimdi, ileride bir karar çıkar da, İçişleri Bakanlığının bu önleminin uygun olmadığı ortaya çıkarsa ne olacak, bu zararı kim karşılayacak; hiç kimse. O kadar öğrenci dışarıda kaldı, onların zararını kim karşılayacak; onların zararını da kimse karşılamayacak.

Biz, hâkimin kararını da 48 saatle sınırlıyoruz. Mahkeme, böyle bir kararı 48 saat içerisinde karara bağlaması lazım; çünkü, vakıf, bir mal topluluğudur. Mal topluluğu, belli bir süre içerisinde gayesine matuf çalışmazsa, onunla ilgilenen kişiler, şahıslar, belli süre onunla ilgilenirler, ama, belli süre sonra, arkadaş, biz bu kadar faaliyette bulunuyoruz, Allah rızası için veya toplumun menfaatı için bu kadar faaliyette bulunduk, ama takdir edilmedik deyip, bırakıp evlerine giderlerse ne olur? Yani, bizde şöyle derler: Kaç o sevaptan ki, o günaha bahis olmayasın. Şimdi, bir sevap işleyelim derken, devamlı, mahkemelerde uğraşmak... O insanlar, o mal topluluğunu idare etmekten vazgeçecekler ve vakıf da bu şekilde dağılmış olacaktır, faaliyetleri de bitecektir.

Bizim önergemizde, vakıflar üzerinde keyfî davranışların ve siyasî etkilerin en aza indirilmesi amaçlanarak, Anayasada belirlenen ölçülere uygun hale getirilmek istenmektedir. Yargı kararlarının geciktirilmesi durumunda vakıf faaliyetlerinin inkıtaa uğrayabileceği endişesini gidermek için bu önergeyi verdik.

Ayrıca, bağlı birimlerin de, mahkeme kararı olmaksızın kapatılmaması gerekmektedir; çünkü, asıl vakıf faaliyetleri bağlı birimler vasıtasıyla yürütüldüğü için, mahkeme kararı olmaksızın bu birimlerin kapatılması, vakıf faaliyetlerini ciddî olarak sekteye uğratmaktadır.

Değerli arkadaşlar, ben, önergemi bu şekilde izah ettim; takdir edersiniz, etmezsiniz, o, size bağlı bir şey; ancak, bu önergeme destek verdiğiniz takdirde, bir mal topluluğu olan ve belli bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik bu vakıfları daha da rahatlatacaksınız. Sadece yapıcı bir muhalefet yapmak için bu önergeyi verdim.

Hepinizi saygıyla selamlıyor ve önergeme desteklerinizi bekliyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Erbaş.

Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı, gerekçesini Sayın Erbaş'tan dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Dördüncü ve son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı Kanun Tasarısının "Kişiler Hukuku" başlıklı Birinci Kitabının 47-118 inci maddeleri arasında yer alan "İkinci Bölüm" başlığının "İkinci Kısım" olarak; "Birinci Ayırım", "İkinci Ayırım", "Üçüncü Ayırım" başlıklarının ise sırasıyla "Birinci Bölüm", "İkinci Bölüm", "Üçüncü Bölüm" olarak; 78 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki "derneğin feshi ve tüzük değişikliği" ibaresinin "tüzük değişikliği ve derneğin feshi" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

                          Hikmet Sami Türk

                                 Adalet Bakanı

BAŞKAN - Evet, Sayın Bakanın önergesi, zaten katılıyor.

Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz yoktur Sayın Başkan, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı Sayın Bakanın önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

İkinci bölüm üzerindeki görüşmeler de bu şekilde tamamlanmıştır.

Şimdi, tasarının 47 ilâ 117 nci maddelerini kapsayan ve biraz önce kabul edilen önerge doğrultusunda, İkinci Bölümü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... İkinci Bölüm kabul edilmiştir.

Üçüncü bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Üçüncü bölüm "İkinci Kitap Aile Hukuku" kısmının 118 ilâ 281 inci maddelerini kapsamaktadır.

Bu bölümde de, konuşma süreleri, gruplar, komisyon ve hükümet için 20'şer dakikadır.

Üçüncü bölüm üzerinde, ilk söz, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ediz Hun'a aittir.

Buyurun Sayın Hun. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA EDİZ HUN (İstanbul) - Muhterem Başkanım, Yüce Meclisimizin çok değerli mümtaz üyeleri; Türk Medeni Kanunu Tasarısının Aile Hukuku bölümü üzerinde, Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına görüşlerimi sunmak üzere, huzurlarınızda bulunmaktayım; bu vesileyle, sizleri, en derin saygılarımla selamlıyorum.

Bugünlerde kutladığımız Cumhuriyetin 78 inci Yılını, büyük bir şevkle idrak ettik, coşkuluyuz, mutluyuz, kıvançlıyız. Büyük Atamızı, dün, ebedî istirahatgâhında ziyaret ettik, manevî huzurunda, derin saygı ve minnetle eğildik; manevî mirası olan aklın ve bilimin egemenliğini sonsuza dek yaşatacağımıza dair ant içtik.

Ayrıca, bugün, biliyorsunuz, Berat Kandilimiz. Hepinizin kandilini yürekten kutluyor, hayırlara vesile olmasını yaradandan niyaz ediyorum. (ANAP, MHP, DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, sözlerime, Atatürk'ün önderliğinde gerçekleşen köklü devrimlerin hukukî zeminini oluşturan ve âdeta, hukuk devrimimizin simgesi olarak kabul ettiğimiz Türk Medenî Kanununun, o yıllarda da Türkiye'nin çağdaşlaşmasında ilk ve önemli adımlardan biri olduğunu vurgulayarak başlamak istiyorum.

Laik hukuk sisteminin en belirgin örneklerinden biri olan Medenî Kanunumuzun, doğaldır ki, değişen ve gelişen yaşam koşullarında özüne dokunmadan yeniden ele alınarak düzenlenmesi son derece gerekli olmuştur.

Değişiklik çalışmaları elli yılı aşkın bir süredir devam eden bu derece kapsamlı bir kanunun, cumhuriyetimizin 78 inci yıldönümünü kutladığımız bugünlerde Yüce Meclisimizin onayına sunulmuş olması, ayrıca büyük bir değer ifade etmekte ve büyük önem taşımaktadır.

Büyük Atatürk, kadın hakları konusunda, aklın ve bilimin egemenliğine tam bir bağlılık içinde, tüm davranış ve düşünceleriyle toplumumuza ışık tutmuştur. "Büyük başarılar, değerli analarımızın yetiştirdikleri seçkin evlatların yardımıyla olur" ifadesiyle, aileye ve onun temel yapısını teşkil eden kadınlara olan saygı, güven ve sevgisini belirtmiştir.

Bu anlamda, cumhuriyet Türkiyesine yakışan, şüphesiz, toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasal platformlarda, yaşadığımız değişimlere ve gelişimlere ayak uydurmak ve en önemlisi, tüm bu alanlarda eşitlikçi bir anlayış sergilemek olmalıdır.

Bu açıdan, tasarıyı, sadece kapsamlı bir hukuk düzenlemesi olarak değil, daha çok, Atatürk'ün önderliğinde verilen kararlı özgürlük mücadelesi sürekliliğinin, çağdaş uygarlık değerleriyle birlikte geliştirilerek tüm alanlara yansıması olarak görmekteyiz.

Medenî Kanunumuzun ve bugün yasalaşmakta olan değişikliklerinin, cumhuriyet dönemi hukuk devrimi içindeki yeri ve önemi yadsınamaz.

Tasarıda içerik açısından yapılan en önemli ve olumlu değişikliğin "Aile Hukuku" bölümünde olduğu gayet sarihtir. Tasarının aile hukukunu ilgilendiren bu bölümü, uzun ve meşakkatli bir çalışma sonucu tamamlanmış ve sivil toplum kuruluşlarının da etkin katılımlarıyla, çağdaş hukuk normlarını içeren sağlıklı bir düzenleme haline getirilmiştir.

Tasarıda, toplumun hemen her yönünü ilgilendiren konularda, tüm ilgili kesimlerle birlikte oluşturulan ve fikir alışverişleriyle olgunlaştırılan demokratik bir müzakerenin sonuçlarını görüyor olmamız son derece sevindiricidir.

Değerli milletvekilleri, toplum düzenimizin en temel öğesi, şüphesiz, ailedir. Anayasamızda da, bu, sarih olarak belirtilmiştir. Çağdaş hukuk, bireylerin eşit haklara sahip olmasını, en önemli ilke olarak tanımlar. Bu da, doğaldır ki, ailede, erkeğin egemenliği yerine, eşitlik prensibini öne alan bir yaklaşımı sergilemektedir.

Tasarıda, evlilik birliğinde yönetimde eşlere eşit söz hakkı, evliliği birlikte yönetme düzeni, evlilik birliğinde gider ortaklığı, her iki eşin iş seçiminde özgür olması gibi konularda, son derece çağdaş ve toplumumuza yakışır düzenlemeler bulunmaktadır.

Bütün bunların, ülkemizde, kadın-erkek eşitlik kavramını soyut bir yaklaşım olmaktan çıkarmaya yönelik çok önemli gelişmeler olduğunu düşünmekteyiz.

Bu noktada, tasarının yasal mal rejimiyle ilgili bölümü hakkında, izninizle, biraz ayrıntıya, detaya girmek istiyorum.

Bilindiği gibi, yürürlükte olan Medenî Kanunda mal ayrılığı esasına dayanan yasal mal rejimi, toplumsal yapımızdaki aksaklıklar nedeniyle, evlilik birliği sona erdiğinde, çoğu zaman, kadınlarımızın mağduriyetine yol açmaktaydı. Oysa, edinilmiş mallara katılım rejimini yasal mal rejimi olarak kabul eden değişiklik tasarısıyla, bugüne kadar yaşanan bu mağduriyetlerin önlenmesi sağlanmış olacaktır. Ancak, geçmiş dönemlerdeki mağduriyetlerin giderilmesi bakımından, yürürlük tarihiyle ilgili husus çok büyük önem arz etmektedir. Eşlere, kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren belirlenecek makul bir süre içinde mal rejimlerinden birini seçme imkânı verilmeli, tanınmalı ve herhangi bir seçim yapılamayacaksa, bu sürecin sonunda, evliliğin başlangıç tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, eşlerin yasal mal rejimine tabi olacakları görüşü benimsenmelidir. Bu şekilde, aile birliğinde, önceki ve sonraki dönemler arasında eşitlik sağlanmasında çok önemli bir yol katedilmiş olacak ve milyonlarca evli kadının hakkı böylece korunabilecektir.

Ev kadınlığının son derece fedakârlık gerektiren bir meslek olması, evdeki hizmetinin, emeğinin bedelinin, karşılığının bulunmaması, bugüne kadar birçok suiistimali de gündeme getirmiştir. Rakamlara baktığımızda, bugün, Türkiye'de, evin tüm işinden sorumlu olan her 100 kadının 66'sının, diğer bir ifadeyle, üçte 2'sinin emeğinin yok sayıldığını görmekteyiz. Diğer bir yaklaşımla, nüfusumuzun neredeyse yarısını teşkil eden kadınlarımız, deyim yerindeyse, ücretsiz ev çalışanlarıdır.

Değerli milletvekilleri, aile birliğinde, gelir getiren bir işte çalışmayan kadının, çocuklarımızın yetiştirilmesinde, son derece önemli bir sorumluluk içinde, evin idaresini sağlayarak gösterdiği çaba ve bu kuruma yaptığı desteği kim inkâr edebilir? Kadının rolünü aile içinde dikkate almamak, şüphesiz, birliğin zedelenmesine yol açmaktadır. Toplumumuzda, kadın denildiği zaman, hemen akla aile gelmektedir. Aile gibi kutsal bir kavramla bu derece özdeşleştirilen kadınlarımızın, evlatlarımızın ve genç nesillerin çağdaş toplum anlayışımıza yakışır bir şekilde yetiştirilmelerinde aldıkları sorumluluğun, eşleriyle birlikte, eşit olarak paylaşılması son derece önemli ve gereklidir.

Çok değerli üyeler, değinmek istediğim bir başka önemli konu, evlilik birliğinde, hukuken "şiddetli geçimsizlik" olarak tanımlanan cana kastetme ve pek fena muamelenin yanı sıra, haysiyetsiz hayat sürme nedeninin de bu kapsamda ele alınmış olmasıdır. Bu husus, bence, çok önemlidir; çünkü, insan hayatında kaybedilmemesi gereken ve kaybedildiğinde tamirinin çok zor olduğu sosyolojik unsurlardan birinin, insan onuru olduğunu düşünmekteyiz. Aile bireylerinin bu açıdan korunması için, yapılan düzenlemeyi son derece yenilikçi ve çağdaş bulmaktayız.

Değerli üyeler, aile hukukunda, günümüz koşullarında ortaya çıkmış olan birçok soruna çözüm getirmek ve yeni ihtiyaçları karşılayacak düzenlemeler yapmak büyük önem taşımaktadır. Bu noktada, tasarının 176 ncı maddesinin son fıkrasıyla getirilen, çok önemli bulduğum bir yeniliğe dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Bildiğiniz üzere, tazminat ve nafakanın ödenme biçimini belirleyen bu maddede yapılan sağlıklı bir değişiklik ile yüce mahkemelerimizin heyetlerinin, hâkimlerimizin maddî tazminat veya nafakanın, gelecek yıllarda, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre, ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabileceğine ilişkin bir hüküm getirilmiştir. Yapılan bu yeni düzenleme, mükerrer açılan davaların devamını önleyecek ve böylelikle hukuk sistemimiz rahatlamış olacaktır.

Müsaade ederseniz, yine, tasarının "Evliliğin genel hükümleri" bölümünde yer alan ve özellikle kadınlar açısından reform niteliğinde haklar tanımış olan birçok yeni hükme göz atmak istiyorum. Tasarıda 186 ncı maddeden başlayarak, 192 nci maddeyi de içeren hükümler ile evlilik birliğinin yönetiminde eşlere eşit söz hakkı tanınmasını engelleyen "Koca, birliğin reisidir" hükmünün kaldırılması, eşlerden her birinin, aile birliği devamı süresince, ailenin sürekli ihtiyaçları için, evlilik birliğini temsil etme yetkisine sahip olmaları ve yine eşlerden her birinin, meslek ve iş seçiminde diğerinin iznini alma zorunluluğunun olmaması sağlanmıştır.

Aile hukuku alanında yapılan bütün bu değişiklikler, Anayasamızın "kamu önünde eşitlik" ilkesi ile bireyler arasında ayrımcılığın kaldırılması hakkında taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerden doğan taahhütlerimiz doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.

1993 yılında toplanan Viyana İnsan Hakları Zirvesi, kadın haklarını, insan haklarının ayrılmaz; ancak, özgün bir parçası olarak kabul etmiştir. Ülkemizin 1985 yılında kabul ettiği Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesine Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin temel ilkelerinden biri ise "eşlerin eşit haklara sahip olmaları" ilkesidir. Kadın haklarının, evrensel insan haklarının vazgeçilmez ve bütünleşmiş bir parçası olduğu, yine, bu taahhüt belgelerinde yer almaktadır.

Esasen, hepimizin doğuştan sahip olduğumuz temel hak ve özgürlüklere ve onura, kısaca, insan haklarımıza gösterilen saygı, yaşadığımız ülkede uygarlık düzeyinin ve demokratikleşme standartlarının, şüphesiz, birer göstergesidir.

Çok değerli milletvekilleri, eşitlikçi anlayışa ait kuralların, bu en önemli temel hukuk düzenlemelerinden biri olan Medenî Kanunumuza girmesinin, son derece gelişmiş ve yenilikçi bir adım olduğunu düşünmekteyiz. Ancak, hepimiz biliyoruz ki, kadın-erkek eşitliği sağlanmasında ve cinsler arası ayırımcılığın yok edilmesinde, salt yasalar veya kurumlar yeterli olamamaktadırlar. Esas olan, toplumsal anlayış ve davranış biçimlerimizi sorgulamak ve değiştirmek olmalıdır. Bu nedenle, uygulama açısından daha gerçekçi olmamız ve bu yönde özellikle çaba göstermemiz gerektiğini ayrıca vurgulamak istiyorum.

Hepimiz, bu ülkede insan hakları ve demokrasi bilincinin, kültürünün yerleşmesi ve gelişmesi için el ele vermeliyiz. Medenî Kanunda yapılan değişiklikler ve özellikle aile hukuku üzerinde öngörülen yenilikler, tüm bu atılımlar için çok önemli birer zemin teşkil etmektedir.

Eşitlikçi anlayış, kadının ve erkeğin haklarını ayrı ayrı ele almaz; toplumun, bütünüyle, tümüyle ilgilidir. Kadınların sorunları sadece kadınların, erkeklerin sorunları da yalnız erkeklerin değil, bizzat, toplumun çözüm bekleyen müşterek problemlerini oluşturmaktadır.

Anayasada yaptığımız en son değişiklikler kapsamında, ailenin korunmasıyla ilgili 41 inci maddede getirilen yeniliğin, ailenin temelinin, eşler arasında eşitliğe dayandırılması hükmünün olumlu bir gelişme ve toplumumuzun çağdaşlaşmasında önemli bir kazanım olduğunu düşünmekteyiz.

Eşitlikçi bir toplum anlayışının Anayasamıza ve temel yasalara yansıtılması konusunda yıllardır yoğun çaba gösteren sivil toplum kuruluşlarını da, burada, özellikle kutlamak istiyorum. Böyle bir hükmün Anayasamızda yer almasının arkasında, ciddî bir çalışmanın, birikimin ve sabrın yattığını görmemek mümkün değildir. Yapılan bu değişikliğin, toplumumuzun temeli olan kutsal aile yapısını, çağdaş bir anlayış içerisinde güçlendireceği gayet sarihtir.

Ailedeki bu olumlu gelişme, şüphesiz, toplumsal demokrasinin boyutuna ivme kazandıracaktır. Buradan hareketle, Medeni Kanunun aile hukukuyla ilgili tüm yenilenen hükümlerinin, Anayasa değişikliğimizin yasalara yansıtılmasında ilk örneklerden biri olduğunu düşünmekteyiz. Diğer uyum yasaları ve uygulamalarla, umuyoruz ki, bu değişiklikler, en kısa zamanda, gözle görülür bir şekilde yaşamımızı olumlu etkileyecektir.

Değerli milletvekilleri, Medeni Kanunda yapılan değişikliklerin yasalaşmasının, sadece aile hukukunun geliştirilmesi değil, aynı zamanda, bu ülkede, kadın-erkek eşitliği açısından ele alınması gereken birçok toplumsal, ekonomik ve kültürel sorunun da çözümlenmesine yardımcı olacağı açıktır.

Kadınların işgücüne katılma oranlarını yükseltmek, istihdamını artırmak, geleneksel çalışma alanlarının yanında farklı sektörlerde de görev üstlenmelerini temin etmek, eğitim olanaklarını yükseltmek, sosyal güvenlik alanlarıyla ilgili göstergelerini iyileştirmek, aile planlamasında bilinçli olarak yer almalarını sağlamak, sağlık sorunlarını azaltmak, aile içi şiddetin önlenmesi için toplumsal bilinci geliştirmek hemen akla gelen konu başlıkları arasındadır.

Türkiyemizin kalkınmasında, üretim sürecinde hemen her sektörde kadının emeğinin daha tatminkâr düzeyde olması behemehal sağlanmalıdır; çünkü, bugün bir ülkenin kalkınma tanımı ve gelişmişlik düzeyi sadece ekonomik göstergelerle değil, aynı zamanda, toplumun kültürel yapısı ve insanî gelişme ölçütleriyle de mümkün olabilmektedir, yapılmaktadır. Şüphesiz, bir ulusun uygarlığının, o toplumda kadına verilen önemle ölçüleceği tartışılamayacak bir gerçektir. Kadının sosyal konumunun yeterince anlaşılamadığı ya da değerlendirilemediği dönemlerde toplumların gelişemediklerini, ilerleyemediklerini bir kez daha hatırlayalım hep birlikte. Ülkeler tarihine baktığımızda değerli arkadaşlarım, geri kalmışlığın nedenlerinin başında, kadının toplumdan dışlanmasının geldiğini görmemek mümkün değildir. Yükselen her uygarlıkta kadın ve erkeğin müşterek emeğinin esas teşkil ettiğini izlemekteyiz.

Özetle söylemem gerekirse, Medenî Kanunumuzdaki değişikliklerin toplumsal, kültürel, iktisadî ve kurumsal, yasal alanlarda toplumumuzda kadına yönelik mevcut engellerin ve eşitsizliklerin giderilmesinde çok önemli adımlar olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Böylece, kadının kendini geliştirmesi, sahip olduğu kapasiteyi tam anlamıyla kullanabilmesi, bağımsız olabilmesi, bu çerçevede yasal haklarını koruyup, uygulayabilmesi ve yaşamını insan haysiyetine yaraşır bir şekilde sürdürebilmesinin önündeki engeller kalkmış olacaktır.

Çok değerli milletvekilleri -hemen tamamlıyorum Sayın Başkanım- bu tasarı, kadınların hukuk karşısında birey olduklarının belgesini teşkil etmektedir.

Konuşmamı tamamlarken, Türk Medenî Kanunun aile hukuku bölümünde yapılan değişiklerle, kadınların yıllardır sadece slogan içerikli kalan haklı taleplerinin hukuk zemininde yer aldığını görmekten son derece memnun olduğumu belirtmek istiyorum.

Yetmişbeş yıllık bir tarihi olan Türk Medenî Kanunun toplumsal gelişimi ve değişimi en çok hissettiğimiz bu günlerde, çağdaş ve eşitlikçi normlarla yenilenerek yasalaşmakta olması, sevindirici olduğu kadar, Atatürk devrimlerinin bu topluma getirdiği itici gücü bir kez daha hatırlatması açısından da büyük önem taşımaktadır.

Çok değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğiyle yaşadığımız entegrasyon sürecinde, bu günlerde "insan hakları ve demokrasi kriterleri başta gelen önceliğimizdir" demekteyiz. İşte bu sebeple, Türk Medenî Kanununun tüm değişiklik ve yenilikleriyle, bir insan hakları ve demokratikleşme kanunu olduğuna inanıyoruz.

Kanunumuzun toplumumuza hayırlı olmasını diliyor, bu vesileyle -müsaade ederseniz Sayın Başkanım- çok emeği geçmiş arkadaşlarımıza, başta, Sayın Adalet Bakanıma, Çok Değerli Adalet Komisyonu Başkanıma, çok mümtaz üyelerine ve katılımcılara huzurlarınızda şükranlarımı ifade etmeyi bir borç telakki ediyorum ve siz, çok değerli milletvekili kardeşlerimi en derin saygılarımla selamlıyorum efendim.

Teşekkür ederim (Alkışlar)

Başkanım, teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN - Sağ olun, teşekkür ederiz.

İkinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına İçel Milletvekili Sayın Ayfer Yılmaz'a aittir (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika efendim, buyurun.

DYP GRUBU ADINA AYFER YILMAZ (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının aile hukukuna ilişkin Üçüncü Bölümünde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu izleyen yıllarda yapılan devrimler içerisinde en cesur olanı ve hukuk devrimleri içerisinde en öne çıkanı, toplumsal yaşamda en köklü değişmeyi sağlayan Medenî Kanunun kabulüdür.

Her toplumsal dönüşüm, yapısına uygun hukuksal sistemi de birlikte getirir. Ulusal egemenlik temeline dayanan Türkiye Cumhuriyetinde gerçekleştirilen hukuk devrimiyle Kıta Avrupasındaki laik hukuk sistemi benimsenmiş, bu sistem, Türkiye'nin medenî dünyada yer almasında önemli bir rol oynamıştır.

Medenî Kanunun Kabulüne kadar hareket özgürlükleri özel alanla sınırlanmış olan kadınların bu yasayla kamusal alana çıkmaları ve erkeklerle birlikte kalkınma sürecine katılmaları amaçlanmıştı. Türk kadınına, özellikle aile hukukuna ilişkin düzenlemelerle yasal olarak en üst düzeyde haklar tanınmış; ancak, bu değişikliklerin kadınların gündelik yaşamı üzerindeki etkileri çok sınırlı kalmıştır. Birçok kadının yaşamında geleneksel kurallar hâkim olmaya devam etmiş, bu kurallar ve sınırlı eğitim olanakları bireylerin bu ayrımcılığı sorgulama şansını da yok etmiştir.

Kabul edildiği dönemde reform niteliğinde kurallar getiren bu yasa, toplumsal gelişmeler karşısında ve değişen dünya koşullarında, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler de dikkate alındığında, günümüz gereksinimlerini karşılamaktan uzak ve yetersiz kalmıştır. Gelişmiş ülkeler, yurttaşlık yasalarında yaptıkları değişikliklerle, aileyi, eşlerin eşit olarak haklardan yararlandıkları ve sorumluluklarını da üstlendikleri bir kurum olarak kabul etmişlerdir.

Medenî Kanunumuzda, ilki 1938 yılında olmak üzere, çeşitli tarihlerde değişiklikler yapılmış; ancak, yine de, gelişmiş ülkelerin 1940'lı yıllardan itibaren hayata geçirdikleri değişikliklere, eşitlikçi anlayışa uygun bir yapıya kavuşturulamamıştır.

Anayasal ve yasal sistemimizde, eşitlik ilkesine aykırılıklar ve kadınların insan haklarından yararlanmalarını engelleyen hükümler varlığını sürdürmüştür. Ülkemizde de aile içinde kadın-erkek eşitliğinin yasal olarak yaşama geçirilmesi, eşler arasındaki ve çocuklarla olan ilişkilerin, günümüz toplumsal ve ekonomik ihtiyaçları da göz önünde tutularak, başta, karşılıklı sevgi ve saygı olmak üzere daha geniş bir hak, özgürlük ve görev eşitliği çerçevesinde ele alınması tarihsel bir gereklilik olmuştur.

Değerli milletvekilleri, bugün burada bu yasayı tartışıyor, olumlu bulup olumlu bulmadığımız yönlerini ortaya koyuyoruz; ancak, tartışılan, sadece belli bir konunun hukuksal olarak düzenlenmesine yönelik sıradan bir tasarı değil; etkileri, yaşamın her alanında ve her anında herkesçe hissedilen bir ilişkiler bütünü ve bu ilişkilerin konumudur.

Genel anlamda konuşulan hukuktur; ancak, bu, şahsın hukukudur, ailenin hukukudur, eşyanın hukukudur, mirasın hukukudur; yani, konuşulan, bireydir, ailedir, mülkiyettir, bundan da öte, mirastır. Aslında, konuşulan, hayatın gerçeğidir; amaçlanan ise pek tabiî ki, herkes için eşit fırsatlar yaratmaktır.

Değerli milletvekilleri, şimdi de kanun tasarımızın, aile ve hukukuna ilişkin düzenlemelerine değinmek istiyorum.

Niteliği ve içeriği bakımından zamanla büyük değişikliklere uğramış olan aile kurumunun, ilk tarihsel dönemlere kadar uzanan oldukça eski bir geçmişi vardır. Ailenin bu uzun geçmişine paralel, yurttaşlık yasalarının da belli bir mazisi vardır. Bir devletin yapısal düzenlemesi olan anayasalar dahi yaklaşık üçyüz yıllık bir geçmişe sahipken, yurttaşlık yasalarının üçbin yıllık geçmişe sahip olması, konunun önemi açısından dikkate değer bir husustur.

Önceki dönemlerde, aile, daha nicelikli bir ilişkiler bütününü ifade ederken, günümüzde, genellikle anne, baba ve çocukları, hatta daha aza indirgenebilecek bir boyutu anlatabilmektedir. İşte, bu, karı, koca ya da anne, baba ve çocuklar arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar bütünü aile hukukunu oluşturmaktadır. Türkiye'de tarihsel gelişim incelendiğinde, ekonomik, sosyal ve kültürel değişmenin, yaşam tarzında ve aile yapısında önemli değişiklikler ortaya çıkardığı ve yapısal olarak farklı aile tiplerini ortaya koyduğunu görmekteyiz.

Ülkemizin sosyokültürel gelişim sürecinde ailede erkeğin önde gelen konumu, ataerkillik özellik çerçevesinde süre gelmiştir. Geleneksel değerler, ona ait olunan gruba bağlılık doğrultusunda yer almış, otoriteye saygı biçiminde sosyal bir değer olarak ifadesini bulmuştur.

Kadınların yaşam biçimi, ataerkillik içinde tanımlanmış ve mevcut değer yargılarının egemenliğine hizmet eder bir hale getirilmiştir. Kadınlara karşı ayırımcılık ve yasaklamalar, bu değerler sistemini pekiştirmiştir.

Mevcut yapı, bir taraftan, kadının rolünü ve emeğinin değerini hiçe sayarken, evliliği ve aileyi de, sadece mevcut yapının devamını sağlamaya yönelik bir mekanizmaya indirgemiş; ancak, diğer taraftan da teknolojide, ekonomide ve sosyal ve kültürel alanda yaşanan son derece hızlı gelişmeler ve modernleşmeyle gelen değer değişimleri, yeni kentli ailelerin ilişkilerinde değişime neden olmuştur. Aile içi ilişkilerde karar alma sürecinde fonksiyonların değişmesi ve otorite görüntüsündeki değişme, kuşaklar arasındaki ilişkilerde yeni boyutlar yaratmıştır.

Değerli milletvekilleri, Medenî Kanunun kabulünden sonra, toplumsal alanda ve aile içi ilişkilerde gelişen koşullara bir ölçüde uyum sağlanmışsa da, kurallar değişmemiş, evlenmeden önce, hukuken eşit durumda olan kadın, evlendiğinde, fiilen eşit olmayan bir durum karşısında kalmıştır. Bu çerçevede, anayasal düzeyde ele alınan ve geliştirilmeye çalışılan insan hakları, temel hak ve özgürlüklerle paralel ve tamamlayıcı olarak kadın erkek eşitliği temelinde oluşturulacak yurttaşlık ve aile hukukunun, ülkemizde, demokrasinin gelişmesine katkısı büyük olacaktır. Toplumda demokrasi için, ailede demokrasinin yaşanır kılınması, olmazsa olmaz koşuludur. Ailede demokrasinin yaşanması ise, pek tabiî olarak, aileyi ve toplumu oluşturan bireylerin haklarını; yani, en temelde, insan haklarını geliştirmeyi ve korumayı gerektirir. Demokratik devlete ulaşmak, ancak, tüm bireylerin temel hak ve özgürlüklerden eşit bir şekilde ve tam olarak yararlanmalarıyla mümkündür. 20 inci Yüzyılın kâğıt üzerindeki eşitlik ilkesini, 21 inci Yüzyılda yaşanır kılmak için gerekli düzenleri yapmak hepimizin görevidir. Çağdaşlık bunu gerektirir, demokrasi bunu gerektirir.

Değerli milletvekilleri, bugün görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun değişikliğiyle, kadın-erkek eşitliğine aykırı olan veya uygulamada eşitsizlik doğuran hükümler özellikle aile hukukunda yeniden ele alınmış, çağa ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerimize göre yeniden düzenlenmiştir.

Aile hukukuna ilişkin birinci kısımda, evlenme, boşanma, evlenmenin umumî hükümleri ve karı-koca mallarının idaresi hususlarında değişikliklere yer verilmiştir. Öncelikle, tasarıda yapılan en önemli ve olumlu değişikliklerin bu bölümde olduğunu ifade etmek isterim. Bu bölümde, ailenin kurulmasına dayanak olan evlilik kurumunun oluşumunda, olağan ve olağanüstü yaş konumları eşitlenmiş ve yükseltilmiş, küçük ve kısıtlıların evlenmelerine yasal temsilcilerin izni, hükmü ilave olarak getirilmiş; ülkemizin özgün koşulları ve bu konudaki uygulamalar nedeniyle hısımlılık sebebiyle evlenme yasağı genişletilmiş; boşanmayla ilgili olarak yeni hükümler ilave edilerek onur kırıcı davranış boşanma nedeni sayılmış, bu şekilde de fiilen uygulanan içtihatlar yasallaştırılmıştır; yoksulluk nafakası yeniden düzenlenmiştir. Ayrıca, eşlerin oturacakları evi, birlikte seçecekleri, evlilik birliğini birlikte yönetecekleri; birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıklarıyla katılacakları; ortak yaşamın devamı süresince sürekli ihtiyaçları için, evvel, eşlerden her birinin evlilik birliğini temsil edeceği, eşlerin eşit haklara sahip olmaları ilkeleri çerçevesine uygun olarak düzenlenmiş ve eşlerin, meslek ve iş seçiminde izin alma zorunluluğu kaldırılmıştır.

Değerli milletvekilleri, Medenî Kanun tasarısının kamuoyunda en çok tartışılan noktasını eşler arasındaki malların paylaşımı tespit etmektedir. Mal rejimi, Medenî Kanunumuzun aile hukukuyla ilgili bir hukuksal kurumudur ve ancak, evlenme halinde gündeme gelir. Evlendikten sonra eşlerin, gerek evlilik öncesi sahip oldukları gerekse evlendikten sonra edindikleri mallarındaki karşılıklı hak ve yükümlülüklerinin neler olacağını tayin eden, evlilik son bulduğunda bunlar üzerinde diğer eşin hak ve yükümlülük sahibi olup olamayacağını belirleyen kuralların tümü, mal rejimini oluşturur. Aile içi ve eşler arası hak ve yükümlülüklerini yurttaşlık yasalarında düzenleyen çağdaş ülkelerde, hak ve yükümlülükleri, birbirinden farklı mal rejimleri geliştirilmiştir. Bu suretle, eşlere, kendilerine uygun bir mal rejimi seçebilme olanağı tanınmıştır. Yasal mal rejiminde ise, yasada öngörülen seçimlik rejimlerden birisinin seçilmemesi durumunda geçerli olacak mal rejimi belirlenmiştir. Ülkemizde de bu şekilde bir seçimlik mal rejimi, yasamızda daha önceden olduğu gibi, bu tasarıda da öngörülmektedir.

Medenî Kanunumuzun yürürlüğe girdiği tarihten bu yana, mal ayrılığı rejiminin yasal mal rejimi olarak uygulanması, özellikle evli kadınlar için büyük bir haksızlık kaynağı olmuş, kadının yoksullaşmasına ve ekonomik açıdan erkeklere muhtaç hale gelmesine yol açmıştır. Ev işlerinde ve işletmesinde çalışan kadının emeği sömürülmüş, meslek sahibi kocanın mal edinmesinde evde çalışan kadının katkısı inkâr edilmiştir. Bu durum, sadece ev ve ev işletmesinde çalışan kadınlar açısından değil, daha da ağır olarak meslek sahibi olan kadınlar için de geçerli olmuştur. Nüfusun yüzde 51'inden fazlasını oluşturan kadınlarımızın, neden Türkiye'deki gayrimenkullerin sadece yüzde 8,7'sine sahip olduklarının cevabı da herhalde bu gelişmelerde gizlidir.

Değerli milletvekilleri, tasarıda, edinilmiş mallara katılma rejimi, yasal mal rejimi olarak kabul edilmiş; buna karşılık, mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı, mal ortaklığı rejimleri ise seçimlik rejimler olarak korunmuştur. Gerek edinilmiş mallara katılma rejimi gerekse paylaşmalı mal ayrılığı rejimi yakından incelemeye alındığında birçok açıdan eleştiriler getirmenin mümkün olduğu görülmektedir. Paylaşmalı mal ayrılığı rejimini edinilmiş mallara katılma rejiminden ayırt etmek için getirilen tek unsur, paylaşılacak malların sınırlanmasıdır. Tasarının seçimlik rejim haline getirdiği paylaşmalı mal rejiminin diğer ülkelerde bir örneği ve uygulaması mevcut değildir.

Edinilmiş mallara katılma rejimi ise, bizim kanunumuzun temelini teşkil eden İsviçre Medenî Kanununa 1984 yılında girmiş bir rejimdir. Böylece, kaynak kanununa bir bütünlük sağlanmış ve uygulamada çıkabilecek sorunlara ilişkin bir kaynağa başvurma imkânı da sağlanmış bulunmaktadır. Edinilmiş mallara katılma rejiminde, emek karşılığında, eşlerin evlilik süresince edindiklere mallara katılım söz konusudur; bu nedenle, kazancın meşru zeminlere dayanmasını sağlayan bir rejimdir. Bu rejimde, malların değil, malların değerinin bölüşümü söz konusudur; ancak, kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mal olarak yer alması bu rejimin kıstaslarına uymamaktadır; çünkü, bu rejimin temeli, evlilik süresince ortaya konulan emektir.

Gerek paylaşmalı mal rejimi gerekse edinilmiş mal rejimlerinin sınırlarının net olarak sunumunun yasa tasarısında yer almaması, sanıyorum, bu konuda uygulamada çıkacak sorunlara ilişkin çeşitli platformlarda getirdiğimiz eleştirileri haklı çıkaracaktır. Ayrıca, Medenî Kanunun yürürlüğü ve uygulama alanını düzenleyen 724 sıra sayılı tasarının 10 uncu maddesi, yeni mal rejimiyle ilgili düzenleme açısından çok büyük bir önem arz etmektedir. Mevcut evliliklere bir hak getirmeyen, kadını mağdur eden mevcut yasal mal rejiminin sürdürülmesi, toplumda adaletsizliğe ve farklı uygulamalara neden olacaktır. Bu nedenle, bu maddenin değiştirilmesine ilişkin bir önerge vermiş bulunuyoruz ve önergenin destekleneceğini umuyoruz. Bu değişiklikteki amacımız, yürüyen mevcut evliliklere de gereken saygıyı göstererek, hakkı iade etmektir.

Değerli milletvekilleri, Medenî Kanunda kadın-erkek eşitliğine aykırı olan veya eşitsizlik yaratan hükümlerin kaldırılması ve eşit haklar temelinde değişiklikler yapılması tabiî ki olumlu bir gelişmedir. Ancak, eşitliğin sadece yasalarda değil, yaşamın her alanında ve her koşulunda ve özde olmasını sağlayacak ekonomik altyapı ile uygulamaya dönük bir sosyal sistem ve pratiği de oluşturulmalıdır; çünkü, demokrasilerde, kadın-erkek, bütün yurttaşların, sosyal ve siyasal yaşama sadece eşit haklarla değil, aynı zaman da eşit olanaklarla katılmaları söz konusudur. İnsan hakları bilinci, kadın haklarına saygının da özüdür. Geleceğin değerlerini savunan düşünceler ve toplumlar, kadının ikincil konumunu değiştirmek için gerekli önlemlerin alınmamasını dahi insan hakları ihlali sayarken, ülkemizde, bazı yerleşik uygulamaları korumak adına yapılan tartışmalar üzüntü vericidir. Mevcut haliyle Medenî Kanunun kadınlara hiçbir mükellefiyet yüklemediği ve bu yönüyle kadını koruyan bir kanun olduğu veya eşitlik uğruna ailenin feda edildiğini düşünen kesimlerin, bu konuyu bir kez daha vicdanlarında yargılamalarını istiyorum.

Bu tartışmalar yapılırken, kadınlar, erkeklerin mallarına göz dikmiş duruma düşürülmemelidir. Ev kadını haline getirip, sonra da yalnız bırakılan ve ekonomik yetersizliği nedeniyle her türlü muameleye boyun eğen kadınların çokluğu gözönünde her an tutulmalıdır. Aile kutsal bir birlikteliktir, şirket değildir. Kadınların insan haklarından eşit bir şekilde yararlanmaları bu kutsal birlikteliği yıkıcı değil yapıcı etkide bulunacaktır. Zaten, aile birliği, sadece mal esasına inmişse, orada bir ailenin kutsallığından veya varlığından söz etmek mümkün müdür? Hepimiz biliyoruz ki, eşit haklara sahip olmayan ve geleceği özgür olmayan bireylerle çağı yakalamamız mümkün değildir. Önemli olan, sadece erkeklerle eşit haklara sahip olmak da değildir.

Çocuklarımızı eğitirken, aile, kadın, erkek, sevgi kavramlarını da birlikte öğretmek zorundayız. Çocuklarımız, barışı, sevgiyi, mutluluğu, hak ve sorumlulukları; yani demokrasiyi önce ailede öğrenmelidirler.

Değerli milletvekilleri, kadınların her alanda karar mekanizmalarında yer alması, bugün içinden geçtiğimiz pek çok sıkıntının çözümüne katkıda bulunacak ve gelecek kuşakların daha çağdaş, daha güzel, daha yaşanabilir bir ülkeye kavuşmalarına neden olacaktır.

Hangi görüşten, hangi ideolojiden olursak olalım, eşit ve eşit olmak bilincindeysek, demokrasiyi şekil şartı olarak değil, gerçekten yaşamak ve yaşatmak istiyorsak, ülkemizin geleceğini Yüce Atatürk'ün de çizdiği çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak düzenlemeleri bir an önce yapmalıyız.

Bu yasanın tümüne ilişkin yapılan haklı eleştirileri ve eksiklikleri en kısa zamanda giderecek düzenlemeleri yaparak, Medenî Kanunun, bir medeniyet, bir uzlaşma projesi olarak tüm insanlarımı kucaklaması dileğiyle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Yılmaz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan Toprak; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Tasarısının Üçüncü Bölümü üzerinde, genel siyasî konuşmalar değil, özellikle, tasarı üzerine, metin üzerine somutlaştırmak suretiyle, bazı temel eleştirilerde bulunacağım; ancak, ondan önce, gerek Sayın Bakanın gerekse Komisyon Başkanının, Yüce Meclisin huzurunda ve televizyonlardaki bir manipülasyona ilişkin cevap hakkımı izninizle, kısaca kullanmak istiyorum. Öncelikle, Medenî Kanunun dili Anayasa dili değil; katıldığımız değişiklikler de vardır, dilinin yabancı kelimelerden arındırılmasına yönelik yerinde bulduğumuz örnekler de vardır. Bunları defalarca ifade etmemize rağmen, yerinde bulduğumuz değişikliklerle ilgili olarak, sürekli, ekran ekran dolaşarak, işte biz bunları değiştiriyoruz gibi ifadelerle kamuoyunu yanıltılmaktadır. Örneğin, "beyyine külfeti..." Ben bunu anlıyorum; ama, toplumun bir kısmı anlamıyor, bunun yerine "ispat yükü"  getirildi; buna katılıyorum; "lükata" bulunmuş eşya demek; buna katılıyorum; "mahcur" kısıtlı demek; buna katılıyorum; ama, katılmadıklarımız var, değişik kategorilerde; örneğin, "nısfet" yerine "hakkaniyet" kelimesi kullanıldı. Nısfet, Arapça bir kelimedir ve yarı yarıya demektir. Oysa, hakkaniyet, her zaman yarı yarıya demek değildir; emeğiniz fazladır, yarı yarıya değil, fazla alırsınız. Herhalde kelimelerin anlamını dahi bilmiyorlar.

Yine, "iddia" kelimesi yerine "olgu" kelimesi konulmuştu, yerinde olduğunu ifade ettiler; olgu, eski dilde vakıanın karşılığıdır; kişisel gerçeklik ifade eder, benim için gerçektir olgu, bir başkası için iddiadır. Birebir karşısına koyarsanız, komik duruma düşersiniz. Demek ki, iddianameler, bundan sonra, olguname şekline dönüşecek!.. Bunlar yanlış bulduklarımız.

Bir de, abesle iştigal olarak nitelediğimiz bazı değişiklikler var; örneğin, "hata" kelimesi yerine "yanılma", "hile" kelimesi yerine "aldatma", "tehdit" yerine "korkutma" gibi. Boş durma,boşa çalış!.. Abesle iştigal niteliğinde değişiklikler var.

Ha, bizim asıl eleştirdiğimiz hususlar nedir; hiç bununla ilgili açıklama yapmıyorlar. Örneğin, tasarıda "istifa" kelimesi yerine "çıkma" kelimesi konuldu. Ben buna bir örnek vereyim, biraz da müjdeli bir örnek olsun: Sayın Ecevit Başbakanlıktan istifa etti... Hayır efendim, Sayın Ecevit Başbakanlıktan çıkma yaptı!.. Tabiî "istifa" kelimesi biraz korkulu düş gördüren bir kelime olduğu için, zannediyorum istifa fobisi "istifa" kelimesi yerine "çıkma" kelimesini getirmek zorunda bıraktı. Ben Genel Kuruldan çıktım... Hayır efendim, istifa ettim... Mantığa bakın!..  Tabiî, korkunun ecele faydası yok. Sayın Ecevit, istifaları, hep, onurlu davranış olarak nitelendirmişti, ben onun tabiriyle ifade ediyorum, bir çıkma yapın da, pardon, bir istifa edin de millet biraz bayram etsin!..

Değerli milletvekilleri, yine bir başka örnekleme yapıyorum. Tasarının 515 inci maddesinde "sorumluluk" kelimesi yerine "yükleme" kelimesi konuldu. Bakın, bu kelime daha önce "mükellefiyet" idi, yerine "sorumluluk" konuldu. Eşzamanlı olarak  "yükümlülük" de denildi; yetinilmedi "yükleme" olarak getirildi tasarıya. Düşünün, mükellefiyet, sorumluluk, yükümlülük, yükleme... Yüklenip, gidiyor.

Değerli milletvekilleri, Atatürk, Türk Dil Kurumu kurduğu zaman, Türk Dilini, başta, Arapça ve Farsça olmak üzere, yabancı kelimelerden arındırma amacına yönelik olarak, bu kurumun kurulması emrini vermişti; ancak, hemen akabinde, Türk Dil Kurulu yetkilileri, bahsettiğim örneklemelerle, Türk Dilini aslından kopartarak, diğer tabirle, yozlaştırarak, iki nesil arasında, âdeta, sözlük kullanmadan anlaşılamaz hale getirmesi üzerine, Büyük Atatürk, Türk Dil Kurumunu kapattı; yani, bu zihniyeti, bu kafayı, kapatmıştır Atatürk. Hiç kimse, o büyük insanın arkasına saklanarak, onun ticaretini yapmasın; kendi ideolojisini, o büyük insanın isminin arkasına saklayarak, onun kisvesine sokarak, topluma empoze etmeye kalkışmasın; ele veriyorlar.

"Yükleme" kelimesinin, hiçbir zaman "sorumluluk" kelimesini karşılamayacağı izahtan vareste. Bir hamalın sırtına 4 kasa yükledik; hayır efendim, sorumluluk yükledik! Kasa yükleme ayrı sorumluluk...   Sorumluluk, soyut bir kavram; yükleme ise, somut anlam ifade eder.

Hiç birbirini tutmayan, son derece trajikomik düzenlemeler. Bizim eleştirdiğimiz hususlar, bunlardır. Eğer, Türk Milletine hizmet edilmek isteniyorsa, lütfen, Türk Dilini gerçekten arındırma faaliyeti yapın. Buna yönelik örnekler var; bu örneklere aynen katılıyoruz; katılmadığımız, biraz önce değindiğim trajikomik düzenlemelerdir. Eğer, değinecekseniz, yüreğiniz yetiyorsa, bunlara değinin.

Değerli milletvekilleri, tasarının kamuoyunda en çok tartışılan bölümü, bu Üçüncü Bölümdür; yani, aile hukukuna ilişkin bölümdür; diğer tabirle, aile hukuku üç bölümdür, bu üç bölüm içerisinde en çok tartışılan bölüm, evlilik hukukuyla ilgili bölümdür.

Evlilik hukuku dört bölüme ayrılmıştır: Evlenme, boşanma, evliliğin genel hükümleri ve mal rejimleri. Ben, bu konuda, topluma biraz ayrıntılı açıklama yapmak istiyorum. Örneğin, meri yasamızda, yürürlükteki yasamızda evlenme yaşı erkekler için 17, kızlarımız için 15 idi. Bu, 17-17 olarak eşitlendi.

Yine, olağanüstü durumlarda, eğer evlenme 17 yaşından küçük, 15-17 yaşları arasında ise ve tarafların kanunî temsilcileri evlenme izni vermezse, bu kişilerin mahkemeye müracaatla, hâkimin kanunî takdir hakkını kullanarak evlenmeye izin vermesi gibi bir yenilik getirilmiştir. Bir diğer yenilik budur.

Yine, eşitlik adı altında, evlenme başvurusu konusunda bir iki olumlu düzenleme getirilmiştir. Örneğin, daha önceden, evlenme başvurusu erkeğin ikametgâhın bulunduğu yerde yapılıyor idi; şimdi, eşlerden birinin oturduğu yerde, evlendirme memurluğuna birlikte başvuruyla, bu, mümkün hale gelmektedir.

Yine, aile cüzdanı gösterilmeden dinî tören yapılamaz. Evet, bu doğrudur; Türk toplumumuzda dinî törenle evlenmeler çok yaygındır; ancak, bu, Türk insanının, özellikle kırsal kesimlerdeki insanlarımızın çok büyük oranlarda mağduriyetlerine neden olan bir düzenlemedir. Bir anlamda bu mağduriyetlerin önüne geçilmiştir, yerinde bir düzenlemedir.

Yine bir yenileştirme, evlenme izni belgesi getirilmiştir. Evlenme izni belgesi alan taraflar, altı ay içerisinde, herhangi bir evlendirme memurunun önünde evlenme hakkını elde etmiş oluyor. Yerinde bir düzenlemedir.

Boşanmayla ilgili bir kriter getirildi; onur kırıcı davranış boşanma nedenleri arasına sokuldu. Aslında, bu, çok yeni bir düzenleme değil, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanının da ifade ettiği gibi, yürürlükteki yasanın 134 üncü maddesinde, evlilik birliğinin temelinden sarsılması halinde bir boşanma nedeni gerçekleşmiş oluyor. İşte, bu onur kırıcı davranış, aslında bu 134 üncü maddenin içerisindeydi; fakat, daha sonra, bir şey yapılıyor görüntüsü verebilmek için, biraz popülizm yapılarak bu düzenleme getirilmiştir. Biz, yine de, yerinde olduğunu düşünüyoruz.

Daha önce, eşlerden birisi üç ay evi terk ettiği takdirde, evi terk eden değil evde kalan, diğeri aleyhine boşanma davası açabiliyordu; şimdi, altı ay terk etmesi halinde boşanma davası açılabilecek.

Yine, boşanma davası açılabilecek yerlerle ilgili, kadın-erkek eşitliğini sağlamak anlamında bir düzenleme getirilmiştir.

Yine, çocuk ile boşanan eş arasındaki ilişkiler (sağlık, eğitim ve benzeri giderler) konusunda yeni düzenlemeler getirilmektedir. 

Yine, daha önce, akıl hastalığı nedeniyle boşanmalarda bir bilirkişi raporu yeterli görülüyordu; şimdi, resmî kurumlardan sağlık kurulu raporları getirilmesi hükmü konulmuş oldu.

Yürürlükteki yasanın 152 nci maddesine göre, evin reisi erkekti; bu saltanata son verildi. Şimdi, evin reisi, hem kadın hem erkek. Keşke, Sayın Bakanım polis kayıtlarından getirebilmiş olsaydı; ülkenin, son iki üç yıl zarfında içerisine düştüğü zor durumlar ve vatandaşımızın içerisine düşürüldüğü sefalet nedeniyle evden kaçan erkek sayısında çok büyük patlamalar oldu. Evet "ailenin reisi" diyeceksiniz; bu reis, evine, çocuklarına ekmek, aş götüremeyecek! Böyle bir reisi düşünebiliyor musunuz; diğer tabirle "züğürt ağa"yı düşünebiliyor musunuz?! Sokaktaki çocukların bile tiye aldıkları bir ağayı, bir aile reisini düşünün; bu aile reisi, çareyi kaçmakta buluyordu. Bu düzenleme, erkeğin, aslında olmayan saltanatına son verdi, kadın-erkek eşitliği sağlanmış oldu. Ben, evden kaçan çok sayıda erkeğe huzurunuzda sesleniyorum: Lütfen, evinize dönün, artık saltanat sona ermiştir; bundan sonra, yükün yüzde 50'si sizin üzerinizde, yüzde 50'si de eşinizin üzerindedir, lütfen evlerinize dönün diyorum.

Erkeğin saltanatına son verilmesi ne anlama geliyor; evlilik birliği beraberce yönetiliyor, konut birlikte seçiliyor; birliğin giderlerine, güçleri oranında, emek ve mal varlıklarıyla katılıyorlar.

Yine, daha önce, hukukî anlam ifade eden evlilik birliğini koca temsil ediyordu; şimdi, eşlerden her biri evlilik birliğini temsil edebiliyor.

Yine, 1990 yılında Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bir kararla, bayan eş, erkek eşin iznini almadan çalışamıyordu. Bu hüküm 1990 yılında Anayasa Mahkemesince iptal edildi. Onbir yıllık bir boşluktan sonra, artık, çalışmak isteyen eş, diğer eşin iznini almak zorunda değil, bazı kriterlerle...

Değerli milletvekilleri, şimdi, tasarımızın en çok tartışılan, mal rejimi, daha doğrusu yasal mal rejimi konusuna gelindi. Bilindiği üzere, getirilen tasarıda dört ayrı mal rejimi var: Mal ayrılığı rejimi, mal birliği rejimi, edinilmiş mallara katılma rejimi ve paylaşmalı mal ayrılığı rejimi. Mal ayrılığı rejimi, 1926'dan bugüne değin uygulanan ve evlilikte eşlerin mallarının ayrı olduğu rejim; mal birliği, ortak olduğu rejim. Tartışma konusu, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi ile edinilmiş mallara katılma rejimi.

Sayın Bakan, İsviçre Medenî Kanunu 1926'da doğru dürüst tercüme edilemediği için, son yılların gelişen teknolojisi, imkânlar da göz önünde bulundurularak, İsviçre Medenî Kanununu daha güzel tercüme ettirerek, daha önce tercüme edilemeyen kısımları da, herhalde, yasaya koymuş olmak için, edinilmiş mallara katılma rejimini tasarıya koydu. Bu konuda bazı kadın derneklerinin çok aktif olduklarını biliyoruz; bunların etkisiyle bu gerçekleşti. Oysa, uzun yıllar, 35 kişilik komisyonun tespit ettiği Türk yargı sisteminin yapısı, Türk toplumunun yapısı, gelenek ve görenekleri göz önünde bulundurularak, bu yapıya en uygun olan paylaşmalı mal ayrılığı rejimi yasal rejim olarak getirilmişti, 35 kişilik komisyon tarafından. Bir sayın konuşmacı, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin dünyada uygulamasının olmadığını ifade ediyor. Tam aksi; bir medenî hukuk ana bilim dalı başkanı bir değerli profesör, bu paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin hemen hemen büyük oranda örtüştüğü rejimin Avusturya'da uygulanmakta olduğunu ifade ediyor. Zannediyorum, bir bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor.

Değerli milletvekilleri, teknik ayrıntıya girmeyeceğim. Şu kadarını ifade edeyim: Geçen yıl, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda "ben, bu ödenekle yargı reformunu otuz yılda gerçekleştiremem" dedi. Bu yılki ödeneğiyle, zannediyorum, bu otuz yıl elli yıla çıkmıştır. Elli yılda gerçekleşmeyecek bir yargı sistemini düşünün, yargı reformunu düşünün. Örnek aldığımız İsviçre'yi düşünün. İsviçre, Ankara büyüklüğünde bir ülke ve yargı sistemi çok hızlı işliyor. Orada bile birtakım sorunlarla karşılaşılmış, yargı süresinin uzamasıyla ilgili. Oysa, bizim, yargıya intikal eden davalarımız dededen toruna intikal ediyor; yani, eşler arasında boşanma veya ölüm halinde malların tasfiyesi söz konusu olduğunda, herhalde, boşanan eş değil, çocuğu değil, belki, torunu davayı görecek. Gerçekçi olmak lazım değerli milletvekilleri. 35 kişilik komisyonu kurmuşsunuz; bu komisyon, ısrarla, Türk toplum yapısına uygun olan rejim paylaşmalı mal ayrılığıdır demiş ve bu komisyonun başkanı değerli hocamız Prof. Turgut Akıntürk Bey, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde davaların iki üç yıl içinde sonuçlanabileceğini ifade etmiştir. Oysa, edinilmiş mallara katılma, salt ve soyut eşitlik adına, evlendikten sonra edinilen tüm malların, âdeta bir aile muhasebecisi tutularak, tek tek, milim milim kaydedilmesi, sarraf terazisinde tartılması, boşanma veya ölüm halinde bunun tek tek ayrılması, eşlerin hangisinin ne kadar emek veya mal varlığı karşılığında katkısı var; bunların didik didik edilerek ortaya çıkarılması, ne iki üç yılı değerli milletvekilleri, boşanan eş -Nasrettin Hocanın hikâyesi gerçekleşmiş olacak- mal varlığını belki kazandığında, belki torununa nasip olacak. Gerçekçi olalım beyler, İsviçre'de yaşamıyoruz, Türkiye'deyiz. İnsanımız yarınından emin değil. Bugününü kurtarma hesabını yapan insanımızla ilgili, hiç uygulama imkânı olmayan hususları getirmiş olacaksınız.

Sayın Bakanım keşke bu inadından vazgeçmiş olsaydı, Türk toplumuna daha güzel hizmetler sunabilirdi. Benim 202 nci maddede; yani, yasal mal rejimi; yani, diğer tabirle, Türk toplumunun neredeyse yüzde yüze varan oranda uyguladığı yasal rejim olan... Edinilmiş mallara katılma rejimi, süresi itibariyle tarafları mağdur edecek bir rejimdir. Hukukta çok temel sözler vardır; bir tanesi: "Geciken adalet, adalet değildir." Bir diğeri: "Geciken adalet zulümdür."

Değerli milletvekilleri, edinilmiş mallara katılma rejimiyle, hantal işleyen Türk yargı sisteminde belki otuz kırk yıl sonra sonuç alacaksınız; yani, boşanan eşe bir de siz zulmedeceksiniz. Neden işin bu kısmını söylemiyorsunuz da, parlak sözlerle idealize ederek, Türk toplumunun gerçeklerini unutarak, birilerinin etkisiyle, belki İsviçreli karşısında bir komplekse kapılarak neden 35 kişilik uzman kurulun Türk toplumu için önerdiği yasal rejimi tercih etmiyorsunuz, bunu anlamak mümkün değil. Bununla ilgili, 202 nci maddede benim verdiğim bir önerge kabul edilince, Sayın Bakan, çıkma tehdidinde bulunmuştu; pardon,istifa tehdidinde bulunmuştu ve bu tehdit, maalesef, yerine ulaştı.

Yine, değerli emeği nedeniyle kendisine teşekkür etmeyi borç bildiğim Prof. Ahmet Kılıçoğlu Hocamız da, 14 Mart 2001 tarihli Adalet Komisyonu toplantısında "edinilmiş mallara katılma rejimi ile paylaşmalı mal ayrılığı rejimleri kapsamına giren mallar arasında fark var; ancak, bu malların kesin sınırlarını çizmek imkânsızdır" diyor. Bir değerli hocamız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 2 dakika içinde toparlar mısınız efendim.

RAMAZAN TOPRAK (Devamla) - Değerli komisyon üyelerinin uzun yıllardır emek vererek Türk toplum yapısına en uygun olduğunu ifade ettiği paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, bizim icat ettiğimiz bir rejim değil; muhalefetin veya bu Mecliste belli partilerin icat ettiği, inat ettiği bir rejim değil. Ya?.. Bizzat Adalet Bakanlığının oluşturduğu 35 kişilik uzman kurulun önerdiği -evet, önerdiği- rejimdir, yasal rejimdir ve bu yasal rejim, yüzde yüze yakın oranda uygulanacak olan rejimdir. Eğer Türk toplumunun yapısı itibariyle en çok mağdur olmaya aday hanımlarımızı mağdur etmekten vazgeçme niyetindeyse, Sayın Bakanıma buradan son çağrımı yapıyorum: Lütfen, Sayın Bakanım, bu inadınızdan vazgeçin. Edinilmiş mallara katılma rejimi, Türk kadını için bir zulüm rejimidir; belki, otuz kırk yıl sonra sonuç alınacak bir rejimdir. Lütfen, Akıntürk Hocamın ifade ettiği gibi, iki üç yıl içinde sonuç alınacak paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde eğer karar kılarsanız, yani yanlıştan dönme erdemini gösterirseniz, huzurunuzda, minnettar olacağımı şimdiden ifade ediyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Toprak. Saadet Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı ile Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Demircan konuşacaklar.

Arkadaşlar süreyi eşit mi paylaşacaklar Sayın Başkan?

VEYSEL CANDAN (Konya) - Evet...

BAŞKAN - 20 dakikalık süreyi başlatıyorum; buyurun Sayın Kukaracı.

SP GRUBU ADINA FAHRETTİN KUKARACI (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının üçüncü bölümü üzerinde Grubumun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, aile hukukuyla ilgili bu bölüm, evlenme, boşanma, evliliğin genel hükümleri ve eşler arasındaki mal rejimleri hükümlerini ihtiva etmektedir. Yapılan bu değişiklikler içerisinde kadın-erkek eşitliğini sağlayan hükümler bulunmaktadır. "Koca, birliğin reisidir. Karı ve çocukların münasip veçhile iaşesi, ona aittir", "eve, kadın bakar", "birliği koca temsil eder" gibi hükümler kaldırılmış, eşlerin aileyi birlikte yönetmeleri, çocukların velayetini birlikte kullanmaları, konutu beraberce seçmeleri, kadının çalışması konusunda erkeğin izninin kaldırılması, soyadı ve ikametgâh edinme konularında önemli değişiklikler yapılmıştır.

Kaldırılan hükümler içerisinde erkeğin eş ve çocukların iaşesini temin yükümlülüğü de kaldırılmış, bu yükümlülük eşlere müştereken yüklenmiştir. Kadın erkek eşitliği konusunda herhangi bir tereddütümüz yoktur; ancak, aile reisliğinin kaldırılmış olmasının mahzurlu olduğunu düşünüyoruz. Kocanın reisliğini dayatmayan bir düzenleme, hem eşitliği sağlayacak hem de en küçük toplulukta bile bir yönetici veya bir başa bağlanmayı gelenek haline getirmiş olan Türk toplum yapısına daha uygun olacaktı. Şimdi, aile, başsız bırakılmıştır. Müşterek konutun seçiminde, çocukların eğitiminde, aile giderlerine katılmada, ev işlerini yerine getirmede ve buna benzer konularda anlaşmazlıklar artacak, aile sık sık mahkeme kapılarına taşınacak, hâkimin müdahalesi vakai adiyeden sayılacak.

Sayın milletvekilleri, kanunun en tartışmalı kısmı, mal rejimleriyle ilgili kısımdır. Tasarıda, edinilmiş mallara katılma rejimi, yasal mal rejimi olarak kabul edilmiş; paylaşmalı mal ayrılığı, mal ayrılığı ve mal ortaklığı rejimleri de akdî rejim olarak tasarıda muhafaza edilmiştir.

Halen uygulanmakta olan sistemin, boşanan eşlere, özellikle kadına güvence sağlamadığı, onu mağdur ettiği, sıkıntıya düşürdüğü bir gerçektir. Yetersiz ve uygulanamayan nafaka hükümlerinin kadına bir yarar sağlamadığı bilinmektedir. Tasarıyı hazırlayan ilim kurulu da aynı görüştedir. İsviçre'de yeni uygulanmaya başlayan edinilmiş mallara katılma sistemini inceleyen kurul, bu iki sistemin mahzurlarını giderecek ve toplumumuza uygun, karma bir sistem olan paylaşmalı mal ayrılığı rejimini, yasal mal rejimi olarak kabul etmiştir. Diğer taraftan, İsviçre'de uzun süre geçerli olan mal birliği rejimi, yeni rejimle büyük ölçüde benzerlik gösterdiğinden, geçiş pek zor olmamıştır. Oysa, komisyon başkanlığını yapmış olan Prof. Dr. Turgut Akıntürk, paylaşmalı mal rejiminin toplumumuza daha uygun olduğunu, mal ayrılığı rejiminin kabul edildiği ülkemizde birdenbire edinilmiş mallara katılma sistemine geçilmesinin karmaşaya, ihtilaflara sebep olacağını vurgulamış; bu sebeplerle, mal ayrılığı ile edinilmiş mallara katılma arasında daha adil ve uygulanması daha pratik olan paylaşmalı mal ayrılığı rejimini Bakanlığa sunduklarını ifade etmiştir; ama, Bakanlık, ideolojik ağırlığı bulunan birkısım dernek ve teşekküllerin baskıları sonucunda, sunulan sistem yerine, edinilmiş mallara katılma rejimini Meclisimize ve milletimize dayatmaktadır. Türk Halkına daha uygun bulunan rejim kabul görmemiş, bilim adamlarının emek ve gayretleri dikkate alınmamış, yıllarca yapmış oldukları çalışmalar yok sayılmıştır. Sayın Bakan bunu nefsi bir mesele haline getirmiş; bilim adamlarının, uygulamacıların ve siyasetçilerin iyi niyete dayalı ikazlarını dikkate almamıştır. Bu değişiklik, Sayın Bakanı belki tarihe geçirecektir; ancak, doğacak olumsuzların da en büyük vebali kendisine ait olacaktır.

Bu sistemin, amacı, kapsamı, malların tespiti, mirasın taksimi ve uygulama bakımından birçok mahzurları bulunmaktadır. Boşanma davalarına bakan Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin görüşlerini içeren metinde "ancak, rejimin tasfiyesinde büyük problemler çıkacaktır. Bu konuda açılacak bir davada, her şeyden önce, dava konusu malın, davalının zilyetliğinde ve mülkiyetinde olup olmadığı, sonra, bu malın kişisel mal olup olmadığı; eğer, evlilik içinde edinilmiş mal ise, ödenen veya mevcut borçların hangi mal kümesine ait olduğu, davalı eşe ait bir malın edinilmesine ya da iyileştirilmesine katkıda bulunup bulunmadığı gibi, tasarıda 16 maddeyle ifade edilen en az 16 unsur araştırılıp tartışılacaktır. Bu hal, pek az mal varlığı olan bir ailede dahi evliliğin tasfiyesinin en az üç yıl sürmesine yol açacak niteliktedir. Mal varlığı çeşitli olan ailelerde davaların bitirilmesi için tarafların ömürlerinin yetmeyeceğini söylemek, kehanet olmaz. Meri kanundan yakınmaları bu sistemle gidermeye çalışmak, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktır" deniliyor.

Evlilikler, sevgi, saygı ve iyi niyete dayalı olarak yapılırken, bu mal rejimi sebebiyle bir şirket kuruluşu gibi değerlendirilecek, malların envanteri, ispatı, kaçırılmasının önlenmesi, taksimi, bir ticaret şirketi muamelesine tabi olacak; eşler arasında sevgi, samimiyet ortadan kalkacak; güven, yerini şüpheye terk edecek, her aileye bir muhasebeci gerekecektir. Türk Halkı, bu güvensizliği ve hesabiliği kaldıramayacak; aile yapısı, uzun süre bu sisteme uymakta zorluk çekecektir.

Bu sistem, varlıklı eş için boşanmayı zorlaştıran bir etkiye sahiptir. Bu şekilde, evliliğin bir kâbus olarak devamına sebep olacaktır.

Öbür taraftan, zina, boşanma nedenidir. Zina nedeniyle boşanan eş, malların yarısını da alarak, diğer eşi ikinci defa cezalandırmış, kendisi ise bir nevi ödüllenmiş olacaktır. İnsan hakları, insan tabiatı ve insan onuruyla ilgisi olmayan bu durumun, eşitlikle, adaletle, kadın haklarıyla ilgisi var mıdır?!

Bir başka önemli sakıncası, mirasçılarla ilgilidir. Boşanma esnasında eş, edinilmiş malların yarısını alıp gidecek, kaç çocuk olursa olsun, bu oran etkilenmeyecektir. Bütün varlığını evlendikten sonra edinmiş olan bir memur, işçi, mühendis, doktor, esnaf, çocukları, ana ve babası ne kadar mağdur olursa olsun, boşanmayla varlığının yarısını eşine bırakmış olacaktır.

Ölüm halinde de, sağ kalan eş, hem edinilmiş malların yarısını hem de geri kalan varlığın dörtte 1'ni alacak, çocuk sayısı bu oranı değiştirmeyecektir.

Mal rejimleri, nafaka ve miras hükümlerinde yapılan değişikliklerde sadece eş gözetilirken, çocuklar gözardı edilmektedir. Bunun adil olduğunu ve eşitlik adına yapıldığını savunmak imkânsızdır.

Bu sistemle, kadın da korunmuş olmayacaktır. Zengin koca, hem evlenmeden önce sahip olduğu hem de evlilik birliği içinde edindiği malları, taksime konu teşkil edeceği için saklayacaktır.

Edinilmiş mallarını yarıya bölmeyi göze alamayan eş, evlilik muamelesi yapmayacak, toplumda moda haline gelen birlikte yaşamak özendirilerek, hem toplumumuz dejenere edilmiş olacak hem de kadın tamamen desteksiz ve güvencesiz kalacaktır.

Sayın Bakan ve hükümete sesleniyorum; geliniz, bu sistemde ısrar etmeyiniz; uygulayıcılar ile bilim adamlarının görüşlerine itibar ediniz. Kadını güvence altına alan, kolay uygulanabilir, tasfiyesi daha basit ve pratik olan paylaşmalı mal ayrılığı sistemini getirerek, gelecekteki kaosu şimdiden önleyiniz. Aksi halde, sistemden dönüş kolay olmayacağı için, sorumluluğu da büyük olacaktır.

Netice olarak, bu rejim, kadını güvence altına almaktan, eşitliği sağlamaktan uzak, eşler arasındaki muhabbeti yok edecek, şüphe ve tereddüte dayalı evliliklere neden olacak ve Türk toplum yapısını bozan, aile düzenine dinamit koyacak bir rejim olup, savunulması asla mümkün değildir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Kukaracı.

Saadet Partisi Grubu adına, ikinci konuşmacı olarak, Sayın Ahmet Demircan; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA AHMET DEMİRCAN (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı kanun tasarısının "Aile Hukuku, İkinci Kitap, Birinci Kısım"la ilgili olarak Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk Medenî Kanunu Tasarısını görüşüyoruz. Tasarının görüşülmeye başlamasından beri, gerek genel gerekçede ve gerekse de maddelerinde, sürekli "İsviçre" diye, 7 milyonluk küçücük bir ülkenin adı geçiyor. 70 milyonluk bir ülkenin, sadece bu topraklarda bin yıllık devlet tecrübesine ve medeniyet birikimine sahip bir milletin evladı olarak bu durumdan üzüntü duyuyorum.

Sayın Adalet Bakanımız -kendileri bir hukuk profesörü- kanun tasarısının geneli üzerinde yaptığı konuşmasında "Avrupa Adalet Bakanları Konferansında, İsviçre Adalet Bakanı Bayan Ruthmeister Arnold'a, İsviçre'de bu sistemin uygulanmasıyla herhangi bir zorlukla karşılaşıp karşılaşmadıklarını sordum" buyurdular; karşılaşmamışlar. Gönül isterdi ki, İsviçre Adalet Bakanı, bizim bakanımızdan, bize ait medenî hukukumuz hakkında bilgi istiyor olsaydı.

Değerli milletvekilleri, medenî hukuk ne demek; insanların, ana rahminden ölümüne kadar, hayatının bütün evrelerini ilgilendiren hukuk demektir. Milletin kendi medeniyetinin ürünü olması gerekir. Bizler, tarih boyunca bir medeniyete sahip olmadık mı ki, kendi medenî hukukumuz olmadı da, gittik İsviçre'nin medenî hukukunu tercüme ettik, uyguladık; yine tercüme edip uygulamaya çalışıyoruz?! Haydi, o zamanın şartları özeldi diyelim, aradan geçen bunca seneden sonra, bunca hukuk fakültesi ve oralardaki onca öğretim üyesi, uygulamadaki hukukçularımız, şu Parlamento çatısı altındaki bu kadar hukukçumuz ve hatta, hukuk profesörü Adalet Bakanımızla, eğer, biz, kendi medenî hukukumuzu üretemiyorsak, bu çok düşündürücü bir durumdur.

Değerli milletvekilleri, her milletin ve o milletin ait olduğu medeniyetin, kendine özgü hayat tarzı ve anlayışı vardır. Milletimizi, tarih boyunca, medeniyetten bihaber yaşamış, evlenmemiş, boşanmamış, yuva kurmamış, miras bırakmamış, kısacası ilkel bir toplum olarak yaşamış gibi gösteren anlayışı, hele İsviçre toplumu karşısında milletimizi âdeta aşağılayan ifadeleri anlamamız mümkün değildir.

Bin yıldır bu topraklarda onurlu bir maziye sahip milletin torunları, kendi medenî hukukunu kendi tecrübeleriyle tedvin edebilirlerdi. Yapılması gereken bu değil miydi?.. Kendi geçmişinden intikam alır gibi, millî onurumuzu tahkir ve tezyif eder tarzda, inançlarımıza hakaretler içeren, örf ve âdetlerimizi ilkellikle suçlayan bu ifadeleri, keşke, komisyon, metinden tamamen çıkarmış olsaydı.

Değerli milletvekilleri, insanlar, ihtiyaçlarıyla, düşünceleriyle, inançlarıyla hareket ederler. İnançlar, bu hiyerarşide en tepede yer alır. Elbette ki, İsviçrelilerin de bir inancı vardır ve de onların medenî hukukuna tabiî olarak yansımıştır. Pekâlâ, bizim milletimizin örfünün, âdetlerinin, inançlarının medenî hukuka yansıması sağlanmış mıdır?..

Bu yaptığımız, başkasının bedenine göre dikilmiş bir elbiseyi alıp giymeye benzer ki, bu elbise milletimizin bedenine uymamaktadır. Eğer, bir gün, bu kopyacılığınız yüzünden İsviçre sizden telif hakkı talep ederse şaşırmayın.

Değerli milletvekilleri, kanunun dilinin günün Türkçesine uyarlanmasını anlıyorum; ama, anlayamadığım bir nokta şu: Ortalama iki nesillik bir süre sayılması gereken yetmişbeş yılın sonunda böyle bir ihtiyacın doğmuş olması. Bu durum, geçen süre içerisinde dille ne kadar oynandığının göstergesi değil mi?! Peki, bu millet nasıl bilim yapacak?! Nasıl, insanlık âlemine medeniyet üretecek?! Dün konuştuğunu, yazdığını bugün anlayamayan insanların meydana getirdiği bir toplum nasıl hukuk üretecek?! Meselelerini nasıl çözecek?! Bir milletin diliyle oynamak o millete yapılacak en büyük kötülüktür. Hele, bu millet, sadece bu ülkenin siyasî sınırları dahilinde yaşayan topluluktan ibaret değilse. Sizin "hata" kelimesini "yanılma" kelimesiyle değiştirdiğinizden Azerbaycan'daki, Türkistan'daki, Irak'taki, Balkanlardaki Türklerin haberi var mı? Bu türden sunî değişiklikler hem tarihî mirasımızdan hem de bir büyük dünyadan kopmaktan başka hiçbir işe yaramaz.

Değerli milletvekilleri, yeryüzünün en önemli değeri insandır. İnsanın yeryüzündeki serüveni saadet aramak üzere kurulmuştur. Saadet, ancak şefkat, sevgi, merhamet ve kardeşlik ortamında gerçekleşir. Yaratılmışların en şereflisi olan insan, diğer yaratıklardan farklı olarak, akıl, şuur, irade sahibidir. İnsan, tabiatı gereği pek çok canlıdan farklı olarak da tek başına yaşayamaz. Tabiî ki, insan, hayatını sürdürebilmesi için, tek başına karşılayamayacağı, çok çeşitli ihtiyaçlara sahiptir. Bu nedenle, aileden devlete kadar çeşitli sosyal, siyasî organizasyonların üyesi olmak zorundadır. Aile, bireyin içinde hayata gözlerini açtığı şefkat, sevgi ortamıdır; aynı zamanda, sözleşme yaparak kurduğu en temel birimdir; Anayasamızda, toplumun temeli olarak kabul edilmiştir. Evlenme bir akittir. Akit, hür, akil, reşit olan hukuk kişiliğine sahip en az iki insan arasında yapılır. Kadınların haklarını korumak, elbette ki, en başta insan haklarını korumaktır. Ayrıca, bir ana olarak kadının ve çocukların korunması esastır; Anayasamızda bu konuda amir hüküm vardır. Çıkarılmakta olan Medenî Yasanın da amacı, sadece kadını değil, aileyi oluşturan tüm bireylerin haklarını adil bir şekilde tanımlamak ve korumak olmalıdır.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 16 ncı maddesinde, evlenme hakkı, evlenme akti ve aile hakkında hükümler vardır. "Evlenme akti, ancak, evleneceklerin serbest ve tam rızasıyla yapılır" denilmektedir. Pek tabiîdir ki, eşit hak sahibi kimselerin oluşturacağı birimin hükmî şahsiyeti de olacaktır. Bu hükmî şahsiyetin, neticede, bir hakiki şahıs veya şahıslar tarafından yönetimi ve temsili gerekir.

Şimdi, ikinci fıkrada "evlenme akti, evleneceklerin serbest ve tam rızasıyla yapılır" denilirken, evlenerek, en temel birimi oluşturan kadın ve erkek, serbest iradeleriyle, kadını veya erkeği ailenin reisi olarak belirleme hakkına sahip olmalı değil miydi?! Neden böyle bir hakkın kullanılması engellenmektedir?! Bırakalım, evin reisinin kim olacağına veya reis tayin etmeden her ikisinin ortak yöneteceklerine, yasa koyucu değil, kendi rızalarıyla eşler karar versin. Böylesi, daha özgürlükçü bir yaklaşım olmaz mıydı?! Evde sorumlu ve yetkili bir riyaset müessesesinin olmaması aileyi parçalayıcı sonuçlar doğurabilir, özellikle çocukların eğitimi açısından sıkıntılar çıkabilir, zararlı neticeler doğabilir. Zaten, Türk aile sistemi, geniş aileden çekirdek aileye doğru zorlandı; şimdi ise, bu çekirdek aile de, bir şekilde parçalanmaya, toplumun en temel öğesi tahrip edilmeye doğru sürükleniyor.

Değerli milletvekilleri, mal rejimine gelince, bunun getireceği sakıncalar da iyi hesaplanmış görünmüyor. Temeli sevgi ve şefkat olması gereken ailenin içine hukukun soğuk mantığını sokarsanız, mutluluğu uzaklaştırırsınız. Herkesin, temel insan haklarına, Anayasaya ve genel ahlaka aykırı olmayan, karşılıklı rızaya dayalı, ekonomik, sosyal, siyasal sözleşmeler yapma hakkı var. Bırakalım, burada, insanlara, tek tip model sözleşme veya birkaç tane kalıp sözleşme değil, kendi mal rejimlerini özgürce belirleyecekleri sözleşme yapma hakkını da tanıyalım. Mal ayrılığı, mal ortaklığı rejimleri alternatif olarak sunulmuş; ayrıca, paylaşmalı mal ayrılığı da. Yasal rejim olarak, edinilmiş mallara katılma rejimi benimsenmiş. Bu rejimin ileride doğuracağı sonuçları değerli konuşmacılar zikrettiler; ama, insanlara, eşlere kendi iradeleriyle oluşturabilecekleri bir mal rejimi hakkı tanınmamış bunların dışında.

Değerli milletvekilleri, bu yasa, önceki yasada olduğu gibi, millî aile yapımız esas alınarak hazırlanmadığı için, pek çok noksanlıklar ve yanlışlıklarla dolu. Bizim ülkemizin insanlarının hayat tarzı esas alınmadan yapılıyor. Siz biliyor musunuz, bu ülkede, büyük aile yapısının hâlâ devam ettiği aileler mevcut.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 2 dakika içerisinde toparlar mısınız.

AHMET DEMİRCAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Dede, torun, ana, baba, oğullar, gelinler bir arada yaşamakta ve evin kazancı tek kesede toplanmakta, yatırım ve harcamalar aynı elden yapılmakta. Şimdi, bu ailelerde, edinilmiş mallara katılma rejimini nasıl uygulayacaksınız? Oysa, bizim hukukçularımız tarafından hazırlanan paylaşmalı mal ayrılığı rejimi millî yapımıza daha uygun düşmesine rağmen, Sayın Bakanın istifa şantajı altında bu rejimden vazgeçilerek, İsviçre modeli milletimize dayatılmaktadır. Getirilen bu ithal yasanın bizim millî yapımıza olan uyumsuzluğunun pek çok sıkıntıya neden olacağı kaçınılmazdır.

Değerli milletvekilleri, her ne kadar bu mal rejiminden bahsediyoruz; bugünkü yoksulluk şartları altında insanlarımızın sefalet ve açlıktan başka paylaşacak bir şeyi kalmadığı da aşikâr. Bu elbise yabancı bedenlere göre dikilmiş, belki onların üzerinde düzgün ve güzel duruyor olabilir; ama, bizim bedenimize uygun olmadığı geçen yıllarda da görüldüğü gibi, bundan sonra da görülecektir. Gönül isterdi ki, milletimizin kendi bünyesine uygun, kendi medeniyetinin kumaşından bir elbise hazırlansaydı. Avrupa Birliği ve IMF kalıplarıyla hazırlanan diğer pek çok yasada olduğu gibi, Medenî Kanunumuz da yabancı kalıplarla, kumaşlarla hazırlanmasa idi. Millî şuurla hareket eden zihniyetlerin Parlamento çoğunluğunu oluşturacağı günler elbette yakındır; milletimizin sıkıntıları ancak böyle bir parlamentoyla aşılacaktır.

Hepinizi bu duygularla saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Demircan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mehmet Pak; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET PAK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, Osmaniye ve Antalya'da meydana gelen depremden dolayı, bölgede yaşayan vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyorum. Yine, idrak etmekte olduğumuz mübarek Berat Kandilinin Türk ve İslam âlemine hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının Üçüncü Bölümü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Üçüncü Bölüm "Aile Hukuku" başlıklı İkinci Kitabın "Evlilik Hukuku" başlıklı Birinci Kısmını içermektedir. "Evlilik Hukuku" başlıklı Birinci Kısım ise "Evlenme" başlıklı Birinci Bölüm, "Boşanma" başlıklı İkinci Bölüm, "Evliliğin Genel Hükümleri" başlıklı Üçüncü Bölüm ve "Eşler Arasındaki Mal Rejimi" başlıklı Dördüncü Bölümü içermektedir. Şimdi, sizlere, bu sırayı izleyerek, tasarının ve Adalet Komisyonunda yapılan değişikliklerin ne getirdiğini izah etmeye çalışacağım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarının medenî hukuk sistemimize getirdiği en önemli değişiklikler aile hukuku alanındadır. Ailede kadın-erkek eşitsizliğinin olduğu bütün düzenlemeler gözden geçirilmiş ve tasarıya günümüz şartlarına uygun kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik kurallar getirilmiştir.

Aile hukukundaki önemli değişikliklerin ilki, aileyi oluşturan ilk adım olan evlenme konusunda yapılmıştır. Meri kanunun 88 inci maddesine göre, 15 yaşındaki kızların evlendirilmesi mümkündür. Bu durum, kızları hem biyolojik hem de psikolojik olarak, olumsuz etkilemekte ve aile birliği kurulduktan sonra, çok önemli sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, normal evlenme yaşı kadın erkek farkı gözetilmeksizin 17 yaşın doldurulmuş olması, yani 18 yaşa girilmiş olması şartına bağlanmaktadır. Yine, olağanüstü evlenme yaşı da, kadın erkek ayırımı gözetilmeksizin, 16 yaşın doldurulması, yani 17 yaşa girilmiş olması şartına bağlanmaktadır.

Tasarıyla getirilen yeni düzenlemeyle, evlenme yaşına ermiş küçük veya kısıtlıların başvurmaları halinde evlenmelerine imkân tanınmıştır. Bunun için, başvuruyu alan hâkim, yasal temsilcileri dinledikten sonra evlenmeye karar verebilecektir. Bu kural, kız kaçırma veya kocaya kaçma gibi olayların ortadan kalkmasına ve bu nedenle aileler arasında ortaya çıkabilecek düşmanlıkların oluşmamasına yarayacaktır.

Evlilik konusunda getirilen değişikliklerden biri de, evlenmenin butlanına karar verilmesi halinde, evlenirken iyi niyetli bulunan eşin, bu evlenmeyle kazanmış olduğu kişisel durumunu koruyacağı hükmüdür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; boşanmayı düzenleyen İkinci Bölümde, boşanma nedenleri ve sonuçları konusunda önemli değişiklikler yapılmıştır. İlk olarak, uygulamadaki örnekler de dikkate alınarak boşanma nedenleri genişletilmiştir. Örneğin, mevcut Kanunun 130 uncu maddesinde boşanma nedenleri olan cana kast ve pek fena muamelelerin yanına bir başka neden onur kırıcı davranış eklenmiştir.

Tasarının getirdiği en önemli değişikliklerden biri de boşanmadan sonraki soyadıyla ilgilidir. Getirilen 173 üncü madde uygulamasına göre, boşanma halinde kadın, evlenmeyle kazandığı kişisel durumunu korur; ancak, evlenmeden önceki soyadını alır. Kadın, evlenmeden önce dul idiyse, hâkimden bekârlık soyadını taşımasına izin verilmesini isteyebilir. Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaatının olduğu ve bunun kocaya zarar vermeyeceği ispatlanırsa, kadının talebi üzerine kocasının soyadını taşımasına izin verilecektir. Böylece, kadın, çocuklarının da durumunu göz önünde tutarak, evlilikteki soyadını taşıma talebinde bulunabilecek ve kocasının soyadını da taşıyabilecektir.

Tasarıda getirilen değişikliklerden bir diğeri, kadın erkek eşitliği ilkesini zedeleyen nafaka uygulamasıdır. Yapılan değişiklikle, erkeğin kadından yoksulluk nafakası isteyebilmesi için, kadının hali refahta bulunması gerekir kuralı kaldırılmış ve nafaka talep etme bakımından kadın ve erkek eşit statüye sokulmuştur.

Yine, nafakanın artırımı davası açma zorunluluğu kaldırılmış, gelecek yıllardaki nafakayı da belirleme yetkisi hâkime bırakılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Üçüncü Bölüm, evliliğin genel hükümleri hakkındadır. Bu bölümde, kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik çok sayıda ve çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Yapılan düzenlemelerle, oturulacak konutun seçiminde eşlerin birlikte karar vermesi, kocanın birliğin reisi olduğu biçimindeki hüküm kaldırılarak, aile birliğinin sürdürülmesi konusunda eşlere eşit söz hakkı tanınmış.

Yine, evlilik birliğinin giderlerine katılmada eşitlik ilkesine riayet edilmiş ve iaşe yükümlülüğünün kocaya ait olduğu hüküm kaldırılmıştır. Evlilik birliğinin temsilinde eşlere eşit yetki tanınmıştır.

Tasarıda, eşlerin meslek ve iş seçimi konusunda eşitlik ilkesine uygun düzenlemeler yapılmış. Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi, 1990 yılında bu konudaki eşitsiz düzenlemeyi iptal etmiştir. Tasarı, Anayasa Mahkemesinin bu kararını da gözeterek, meslek ve iş seçiminde izin şartını kaldırmıştır.

Birinci Kısmın Dördüncü Bölümü, eşler arasındaki mal rejimi hakkındadır. Yürürlükteki Medenî Kanunda geçerli olan mal rejimi, hepinizin bildiği gibi, mal ayrılığı rejimidir. Bu rejim, içerdiği çeşitli sorunlar nedeniyle büyük tartışmalara neden olmakta ve eleştiriler almaktaydı. Medenî Kanunu değiştirme ihtiyacının önemli bir gerekçesi, bu mal rejiminin doğurduğu sorunlardır.

Bildiğiniz gibi, mal ayrılığı rejiminde, evlilik birliği sona erdiğinde, taraflardan her biri, evlilik süresince edinilen mallara ayrı ayrı sahip olmakta ve bu durumda, kadın, çok büyük mağduriyetlere uğramaktaydı; çünkü, evlilik süresince kadın çalışmıyorsa, mal edinememekte ve yaptığı ev işleri çalışma sayılmadığı için, mal varlığı edinememekteydi. Böyle olunca da, ekonomik açıdan mağdur olacağını düşünen kadın, mağdur olmamak bakımından, evliliğini her ne pahasına olursa olsun sürdürmekte ve evlilik birliği içerisinde büyük haksızlığa uğramaktaydı. Evlilik birliğini sona erdiren kadın ise, yoksulluk nedeniyle, kötü toplumsal koşulların içine itilmekte, dolayısıyla, evlilik birliği içindeki erkeğin lehine, çalışamayan, ancak evhanımlığı yapan kadının aleyhine olan bu mal rejiminin, günümüz modern dünyasının gerçekleriyle bağdaşmadığı açıktı ve bu nedenle, bu mal rejiminin değişmesi gerekiyordu. Gelen tasarıda, kabul edilmiş yasal mal rejimi, edinilmiş mallara katılma mal rejimidir. Tasarıda, bunun yanında, üç tür mal rejimi, seçimlik mal rejimleri olarak kabul edilmiştir. Bu seçimlik mal rejimleri; mal ayrılığı rejimi, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi ve mal ortaklığı rejimleridir. Eşler, kendi aralarında sözleşme yaparak, bu seçimlik mal rejimlerinden birisini seçebilirler.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; edinilmiş mallara katılma mal rejiminde, bütün mallara katılma söz konusu değildir. Rejimin adından da anlaşılacağı gibi, mallara katılma, edinilmiş mallar için söz konusudur. Kanun tasarısında, bu konuda ortaya çıkabilecek sorunları gidermek bakımından, hangi malların edinilmiş olduğu, hangi malların kişisel mal olduğu tadat edilmiştir. Kanun tasarısının 219 uncu maddesine göre, edinilmiş mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği mal varlığı değerleridir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu mallar, çalışmanın karşılığı olan edinimler, sosyal güvenlik, sosyal yardım kuruluşlarının eşlere yaptığı ödemeler, çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel malların gelirleri ve edinilmiş malların yerine geçen değerlerdir. Kanun tasarısının 220 ve 221 inci maddeleri ise, kişisel malları düzenlemektedir. Buna göre, eşlerden birinin, yalnız kendi kullanımına yarayan eşya, mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği mal varlığı değerleri, manevî tazminat alacakları, kişisel mallar yerine geçen değerler, kanun gereği kişisel mal sayılmaktadır. Ancak, eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, bir mesleğin icrası veya işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan edinilmiş mallara dahil olması gereken mal varlığı değerlerinin kişisel mal sayılacağını kabul edebilirler. Yine, eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilirler.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yukarıda da belirttiğim gibi, eşler arasında asıl mal rejimi, edinilmiş mallara katılmadır; ancak, sözleşmeyle farklı bir mal rejiminin kabul edilmesi de mümkündür. Bu sözleşme nasıl yapılacaktır; tasarıya göre, mal rejimi sözleşmesi noterde düzenleme veya onaylama biçiminde yapılabilecektir. Adalet Komisyonunda yapılan görüşmeler sırasında, tarafların evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini seçtiklerini evlendirme memurluğuna yazılı olarak bildirmelerine imkân tanımak amacıyla bir önerge verilmiş ve bu önerge kabul edilmiştir. Böylece, evlilikte mal rejimi seçiminin kolaylaşmasına imkân tanınmıştır.

Tasarının, yine, bazı maddelerinde, bütünlüğü dikkate alınarak terim birliğinin sağlanması yoluna gidilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarının 236 ncı maddesi, artık değere katılmayı düzenlemektedir. Buna göre, her eş veya mirasçıları, diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi olmaktadır; ancak, bu durum, çeşitli kötü niyetli uygulamalara da kapı açacak niteliktedir. Evleneceği kişinin mal varlığına göz dikmiş biri, boşanma amacıyla zina yaparak ya da eşinin canına kastederek amacına ulaşabilir. Bu tür kötü niyetli uygulamaların önüne geçmek için, 236 ncı ve 252 nci maddeler üzerinde iki önerge verilmiş ve önergeler kabul edilmiştir. Buna göre, zina veya hayata kast nedeniyle boşanma halinde, hâkim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilecektir. Böylece, Türk aile hayatında kabul görmesi mümkün olmayan zina hadisesinde, zina yapanın ödüllendirilmiş olmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Yine, eşinin hayatına kasteden birinin artık değerden yararlandırılması kamu vicdanında derin yaralar açacağından, bu amaçla, hâkime takdir yetkisi verilmekte ve yaşanan olayın özelliğine göre, artık değerden yararlandırmanın azaltılmasına veya bu değerden yararlandırmanın tümüyle kaldırılmasına karar verme yetkisi hâkime bırakılmaktadır.

Sayın Başkan, sayın üyeler; tasarıyla getirilmiş olan edinilmiş mal rejimi uygulamasının kabul edilmesi ve mal ayrılığı rejiminden vazgeçilmiş olmasının nedeni, kadınların erkeklere göre daha fazla ev işleriyle meşgul olmaları; kadınların, çocukların bakımıyla meşgul olmalarıdır. Türkiye'nin nüfus dağılımına bakılarak, çalışan erkekler ile ücret karşılığında çalışan kadın nüfusu oranlandığında, çalışan kadın sayısının oranının daha düşük olduğu görülecektir. Ancak, çalışan kadınların erkeklere oranı giderek artmaktadır. Kadınların da çalışma yaşamına giderek artan oranda girmesiyle, eşlerin artık değerleri arasındaki fark giderek kapanacaktır. Böylece, edinilmiş mal rejiminde, kadının, erkeğin artık payından fazla yararlanması da söz konusu olmayacaktır; yani, zaman aşımında, eşlerin birbirlerinin artık değerlerinden eşit yararlanması söz konusu olacaktır.

Diğer taraftan, eşler arasındaki nispetsiz mal dağılımı, kadını koruyacak biçimde hakkaniyete uygun hale getirilmiş ve kötü niyetli uygulamalar söz konusu olduğunda hâkime takdir yetkisi verilerek, bu uygulamaların önüne geçilmiştir.

Sayın Başkan, sayın üyeler; görüşmekte olduğumuz tasarı, Adalet Komisyonunda kabul edilmiş haliyle, bir taraftan kadınlarımızın mağduriyetini gidermekte, diğer taraftan, kötü niyetli durumlarda mağdur tarafı koruma önlemleri getirmektedir.

Değerli arkadaşlar, evlilikteki temel esas, evlilik birliğinin devamı; boşanma bir istisnadır. Ben, burada üzülerek görüyorum ki, çok kıymetli hukukçularımızca bile, sadece, bugün evlenecek gençlerimiz yarın boşanacakmış gibi bir intiba verilmektedir. Bu nedenle, evlilikte temel esas birliğin devamı olduğuna göre, ben, bu tasarının çok hayırlı olduğuna inanıyorum ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun da bu tasarıya olumlu oy vereceğini bildiriyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Pak.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Güler Aslan.

Buyurun Sayın Aslan. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA GÜLER ASLAN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinde 17 Şubat 1926'da kabul edilmiş, 4 Nisan 1926'da Resmî Gazetede yayımlanmış ve 4 Ekim 1926'da da yürürlüğe girmiş olan, Türk hukuk devriminin temel taşlarının en büyüğü olarak kabul edilen, o zamanki adıyla Türk Kanunu Medenisi, bugünkü adıyla da Türk Medenî Kanununda değişiklikler öngören tasarının "Aile Hukuku" kısmının 118 inci maddesinden 282 nci maddesine kadar olan bölümünde konuşma yapmak üzere Demokratik Sol Partim adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, Berat Kandilinizi kutlar, hayırlara vesile olmasını dilerim. Antalya'da, Osmaniye'de, Hatay'da depremden zarar gören yurttaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletirim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; canlı varlıkların veya organizmaların yaşlanması gibi, kanunlar da, zamanla yaşlanarak ihtiyaçlara cevap veremez duruma gelmektedir. Bu nedenle, toplumun gerisinde kalmamak için yenilenmesi kaçınılmaz olmuş ve değişiklikler yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Tabiî ki, bu değişiklikler yapılırken, kanunun özüne dokunulmadan yenilemeye, güncelleştirmeye ve dilini sadeleştirmeye gidilmelidir. Medenî Kanun, çağdaş Türk toplumunun ihtiyaçlarına uygun hale getirilmelidir.

Tasarıdaki en köklü değişiklik ise, aile hukuku alanında yapılmıştır. Değişme ihtiyacında olan hükümlerin başında da kadın-erkek eşitliğine aykırı düşen hükümler gelmektedir. Kadın-erkek eşitliği ilkesine ters düşen hükümlerin kanundan çıkarılması veya eşitliği sağlayacak şekilde düzenlenmesi düşüncesine dayanmaktadır.

Evlilik hukuku kısmını dört ana bölümde incelemek mümkündür:

1. Evlenme,

2. Boşanma,

3. Evliliğin genel hükümleri,

4. Eşler arasındaki mal rejimi.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yürürlükteki kanunun 82 nci maddesini karşılayan 118 inci maddede de "evlenmek" sözcüğü yerine "evlenme" sözcüğü kullanılarak, Türkçe yazım kurallarına uygun hale getirilmiştir.

"Nişanlılık" başlığını taşıyan Birinci Ayırımda, nişanın sona erdirilmesi halinde, sebeplerin tek tek sayılması yerine "nişanlılık evlenme dışında bir sebeple sona ererse" ifadesi kullanılarak, bu madde gereğince, hediyelerin geri verilmesi; ayrıca, manevî tazminatın uygun bir miktar para olarak ödenmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Aynı şartlar, ölüm ve gaiplik gibi nişanlılığı sona erdiren sebepleri de kapsamaktadır.

"Evlenme Ehliyeti ve Engelleri" başlığını taşıyan İkinci Ayırımda, yürürlükteki kanuna göre "ehliyet şartları" yerine, amacı daha iyi ifade eden "ehliyetin koşulları" deyimi kullanılmıştır. Buradaki en önemli değişiklik, evlenme yaşının hem erkek hem kadın için aynı olmasıdır. Küçük yaştaki kızların evlendirilmesiyle gerek biyolojik gerekse psikolojik açıdan etkiler oluştuğundan, günümüzde uygulanan 15 yaş sınırı kaldırılarak, normal evlenme yaşının, kadın-erkek farkı da giderilerek, her ikisi için de 17 yaşın doldurulması, yani 18 yaşa girilmesi biçiminde düzenlenmiştir. Henüz normal rüşt yaşına erişmemiş olan kişilerin evlenmesinde ise, yasal temsilcilerinin izninin bulunmasının zorunluluğu aranmaktadır. Yürürlükteki kanunda mevcut olmayan yeni bir madde ilave edilerek, yasal temsilcilerin, evlenme yaşına gelmiş kişilerin evlenmelerine haksız yere karşı çıkmaları halinde, kız kaçırma ve kocaya kaçma olaylarının üzücü sonuçlar doğurmaması sebebiyle, hâkimin evlenme izni verebilmesidir.

Bir diğer madde de, yeniden evlenmek için önceki evliliğin sona erme sebeplerinin tek tek sayılması yerine "önceki evliliğin sona ermiş olduğunu ispat etmek" ifadesi kabul edilmiştir. Bununla, önceki evliliğin sona erme sebebi ne olursa olsun, bunu kanıtlamak suretiyle kişinin yeniden evlenmesi imkânı sağlanmıştır. Kadının önceki evliliğinden hamile olmadığının anlaşılması veya önceki eşiyle tekrar evlenmek istemesi durumunda, hâkime, cezaî bekleme süresini kısaltma yetkisi yerine, süreyi kaldırması öngörülmüştür.

Yürürlükteki 89 uncu maddede akıl hastalarının asla evlenemeyeceği hükmü bulunurken, düzenlenen yeni maddede, akıl hastalarının evlenmelerinde tıbbî sakınca bulunmadığı resmî sağlık kurulu tarafından tespit edildiği takdirde bu tür hastaların evlenmesine izin verilecektir.

"Evlenme Başvurusu ve Töreni" başlığını taşıyan Üçüncü Ayırımda, 134 üncü maddeyle, evlenecek erkek ve kadının içlerinden birinin oturduğu yerdeki evlendirme memurluğuna birlikte başvurabilmeleri imkânı sağlanmıştır. Yürürlükteki kanunda ise, başvuru, evlenecek erkeğin ikametgâhındaki evlendirme memurluğuna yapılmaktadır. Bu değişiklikle kadın-erkek eşitliği sağlanmış olmaktadır.

Evlendirme memurunun, evlenmelerine engel durum bulunmayan ya da evlenme istemleri reddedilmesine rağmen, bu reddin mahkeme tarafından kaldırılması durumunda, evlenecek olan kadın ve erkeğin evlenme gün ve saatini bildirmesi ve evlilik izin belgesini vermesi öngörülmüştür. Bu belgeyle, taraflar, altı ay içerisinde herhangi bir evlendirme memurluğunda evlenme hakkına sahiptirler. Ancak, bu altı aylık sürenin aşılmasında ve bu evlenme belgesinin verilmesinden sonra, evlenme koşullarının bulunmadığı anlaşılırsa, evlendirme memurunun evlenme törenini yapamayacağı da 140 ıncı maddeyle belirtilmiştir.

Evlenme töreninin yeri ve biçimini belirleyen maddeyle, tören, evlendirme memuru ile iki yetişkin ve ayırt etme gücüne sahip tanığın önünde açık olarak yapılmak zorundadır.

Evlenme töreni, evlendirme dairesinde yapılmalıdır; ancak, tarafların isteği doğrultusunda, evlendirme memurunun uygun bulacağı yerde de yapılabilir.

"Batıl Olan Evlenmeler" başlığı altında, Dördüncü Ayırımda, "evlenmenin feshini" deyimi "evlenmenin iptalini" şekline dönüştürülmüştür. Evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı hali ele alınarak, herhangi bir akıl hastalığının değil, evlenmeye engel olacak derecedeki akıl hastalığının evliliği geçersiz sayacağı kabul edilmiştir.

Bu ayırımdaki "Boşanma" bölümünde ise, onur kırıcı davranışta bulunma, hayata kast, pek kötü davranış sebepleri boşanma nedenleri olarak kabul edilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hiçbir evliliğin boşanmayla sonuçlanmasını istemeyiz; ancak, bu gibi durumlarda Medenî Kanundaki maddelerin taraflarca bilinmesinde yarar vardır. Yürürlükteki kanunda üç ay olarak öngörülmüş olan terk süresi, altı aya çıkarılmıştır. Bu sürenin uzatılmasındaki amaç, terk eden eşin düşünme süresini uzatmak, terk etmesindeki nedenin doğru olup olmadığını tespit etmek, dolayısıyla da, evliliği sona erdirmenin telafisini sağlamaktır.

Bir diğer değişiklik ise, ihtardan sonra dava açılabilmesi için aranan sürenin bir aydan iki aya çıkarılmış olmasıdır.

Tasarının 165 inci maddesinde, akıl hastalığının en az üç yıl devam etmesi ve bu durumun ortak hayatı çekilmez hale getirmesi koşulu altında resmî sağlık kurulu raporunun alınması esası kabul edilmiştir.

Yürürlükteki 136 ncı maddede, boşanmada, davacının kusursuz davalının kusurlu olduğu koşuluyla, davacıya kolaylık olması açısından, kendi yerleşim yerinde bulunan mahkemede dava açması kabul edilmiştir; ancak, "boşanmada kusur" ilkesi kabul edilmediğinden, yeni tasarıda, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son altı aydan beri birlikte oturdukları yerin mahkemesinin yetkisi kabul edilerek değişiklik yapılmıştır.

Boşanan kadının kişisel durumunu ilgilendiren tasarının 173 üncü maddesi, boşanan kadının evlenmeden önceki soyadını yeniden alabilmesine imkân sağlayacaktır.

Boşanmada maddî tazminatı belirleyen 174 üncü madde, daha az kusurlu olan tarafın da dava açabilmesi imkânını sağlamıştır.

Yürürlükteki kanunun 144 üncü maddesinde öngörülen "Ancak, erkeğin kadından yoksulluk nafakası isteyebilmesi için, kadının hali refahta bulunması gerekir" hükmü, kadın-erkek eşitliği ilkesine ters düştüğünden metinden çıkarılmıştır.

Tasarıdaki yeni bir madde, boşanma nedeniyle açılacak davaların boşanma hükmünün kesinleşmesinden itibaren, bir yıllık zamanaşımı süresi öngörmüştür.

Boşanma halinde, çocuk kendisinden alınan tarafın, çocukla ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun terbiye, sağlık ve ahlak bakımından ele alınacağı tasarı maddesi ise, yürürlükteki maddeyi esas almaktadır. Velayeti kendisine verilmeyen eşin, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılması esası getirilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; "Evliliğin Genel Hükümleri" başlığını taşıyan Üçüncü Bölümde yapılan değişikliğin büyük bölümü, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması amacını taşımaktadır. "Evlenme merasimi" deyimi yerine "evlenme" deyimi kullanılmış, eşlerin hak ve yükümlülükleri belirtilmiş, çocukların bakım ve eğitiminde eşlerin birlikte yükümlü olduğu, birlikte yaşayacakları, sadık kalacakları esasına yer verilmiştir. Eşler birlikte oturacakları konutun seçimini birlikte yapıp, giderlerini de birlikte karşılayacaklardır.

Evlenen kadın, kocasının soyadını almakla birlikte, yapacağı başvuruyla, kocasının soyadının önüne evlenmeden önce kullandığı soyadını alabilecektir. Kadın-erkek eşitliği esasına uyarak, evlilik birliğini her ikisi de temsil edebileceklerdir.

Tasarının 192 nci maddesinde eşlerden her birinin, meslek veya iş seçiminde diğerinin iznine bağlı olmadığı, tamamen özgür olduğu dile getirilmiştir. Evlilik birliğinde uyuşmazlıkların doğması halinde, eşler, birlikte veya tek tek hâkime başvurmak suretiyle gerekli müdahalenin yapılmasını isteyebileceklerdir. Bu durumda hâkim, koruyucu tedbirler alma yetkisine sahiptir.

Tasarının "Birlikte Yaşamaya Ara Verilmesi" başlığını taşıyan 197 nci maddesinde, ortak yaşam nedeniyle eşlerden birinin kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru tehlikeye girdiği sürece o eşe ayrı yaşama hakkı verilmektedir.

Tasarının 199 uncu maddesi, boşanmaya kararlı olan kocanın, sırf karısına nafaka ya da tazminat ödememek için mevcut mal varlığını başkalarına devretmesini engelleyen maddedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dördüncü Bölüm "Eşler Arasındaki Mal Rejimi" başlığı altında toplanmıştır. Evlilik birliğinin boşanma, ölüm veya diğer sebeplerle sona ermesi halinde, edinilmiş mallara katılma, yasal mal rejimi olarak kabul edilmiştir. Eşler mal ayrılığını, paylaşmalı mal ayrılığı ve mal ortaklığı rejimlerinden birini, mal rejimi sözleşmesi yaparak belirleyebilir. Eşlerden birinin istemi üzerine, haklı sebep var ise, hâkim kararıyla mal ayrılığı rejimine dönüş düzenlenir. Mal ayrılığına geçişi gerektiren haklı sebeplerin ortadan kalkması demek, eşler arasındaki eski rejime dönülmesi demek değildir. Eşlerden birinin isteğiyle, hâkim tarafından önceki rejime dönme kararı verilir. Mal ortaklığı rejiminde eşlerden birinin iflası durumunda, eşinin kişisel mallarını geri alabilmesi için rejimin kendiliğinden mal ayrılığına dönüşmesi öngörülmüştür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; edinilmiş mallara katılma rejimi, İkinci Ayırımda düzenlenmiş olup, bu rejimde iki türlü mal vardır: Eşlerin kişisel malları ve edinilmiş mallar.

Eşlerden her biri, evliliğin devamı süresince, her iki grup mal üzerinde mülkiyet hakkına sahip olup, bunlar üzerinde yönetim, yararlanma, tasarrufta bulunma hakları mevcuttur. Karşılık ödemek suretiyle elde edilen tüm mal varlıkları, edinilmiş mallardan sayılmaktadır.

Kişisel kullanıma yarayan eşya, kişisel mal sayılmaktadır. Tasarının 223 üncü maddesine göre, her eş, yasal sınırlar dahilinde, kişisel malları ile edinilmiş malları yönetme, yararlanma ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. Ancak, bir eş, diğerinin rızası olmadan, paylı mülkiyet konusu maldaki payı üzerinde tasarrufta bulunamaz.

225 inci maddede ise, rejimin sona ermesi halleri ile bu durumda tasfiyenin nasıl yapılacağı, malların nasıl hesaplanacağı, kişisel ve edinilmiş mallar arasındaki denkleştirme, konut ve ev eşyası üzerine tanınan haklar öngörülmektedir.

Tasfiye esnasında, bir eşin mal edinmesine, malın korunmasına katkı sağlaması halinde, bunun değerlendirilip ödenmesi hükme bağlanmıştır. Tasarıdaki 232 nci maddeye göre, mal rejiminin tasfiyesi esnasında değerlendirme yapılırken, malın rayiç bedeli esas olarak alınacaktır.

Bir diğer madde de, bir eşin diğer eşe ait artık değerin yarısı oranında hak sahibi olduğunu hükme bağlamıştır. Rejim esnasında eşlerden birinin ölmesiyle, maddede, bu hakkın ölenin mirasçılarına ait olduğu belirtilmiştir.

Edinilmiş malların büyük bir kısmı eşlerden birisinin mal varlığında artış oluşturması ve rejimle bunun sağ kalan eşe kalması halinde, ölenin mirasçıları bu durumdan zarar görecektir. Bu nedenle, müşterek olmayan çocukların ve bunların altsoylarının paylarının ihlal edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu ihlalleri önleyecek önlemler istenmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; evlenmeyi sürdürmek asıl olduğundan, eşler, genelde, boşanmayı düşünmezler. Mal rejimi sözleşmesinde bulunan farklı paylaşım biçimleri, bundan yararlanan eşe mükafat niteliğindedir.

Dördüncü Ayırımı oluşturacak paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, mal ayrılığındaki sakıncaları gidermek amacıyla, kısmen edinilmiş mallara katılma rejimini andıran, yeni bir rejimdir. Eşlerin her biri kendi mal varlığının yönetim, tasarruf ve yararlanma hakkına sahip olup, ancak, bunların yasal sınırlar dahilinde olması öngörülmüştür. 246 ncı maddeye göre, eşlerden her biri, kendi borçlarından tüm mal varlığıyla bizzat sorumludur. Mal ayrılığı rejimi sona erdiğinde ise malların nasıl geri alınacağı belirtilmiş olan 248 inci maddede, her eş kendi malını muhafaza eder. Eğer mal diğer eşte bulunuyorsa, onu geri isteme hakkına sahiptir. Ailenin ortak kullanımına ve yararlanmasına açık bulunan mallar, ailenin geleceğini güvence altına almak amacıyla, eşit pay olarak paylaştırılır. Eşlerden birinin diğerine düşen payı azaltmak amacıyla elden karşılıksız çıkarması durumunda, hâkim, hakkaniyete uygun olarak belirleme yetkisine sahiptir.

Tasarının 254 üncü maddesinde, ekonomik ve sosyal açıdan korunması, eşi koruma altına alma amacı öngörülmüştür. Boşanmasından sonra, beraber paylaşım olan konutta kimin kalmaya devam edeceği ve ev eşyasını kullanmaya hak kazandığı taraflar arasında anlaşmayla mümkündür. Anlaşma sağlanamazsa, hâkim, çocukların menfaatini gözeterek, ekonomik ve sosyal durumları değerlendirerek karar verebilir.

Beşinci Ayırımı oluşturan mal ortaklığı rejiminde, eşlerin yasadan dolayı kişisel mal sayılanları dışında kalan diğer malları ile bunların gelirlerinin ortak malları oluşturduğu kabul edilmiştir.

Tasarının 260 ıncı maddesi, ortaklığa dahil olmayan malların tümü kişisel maldır hükmünü taşımaktadır. Eşler, ortaklık mallarını, evlilik birliğinin yararına uygun olarak yöneteceklerdir. Mal ortaklığı rejiminde, evlilik birliği için yapılan borçlardan, ilke olarak koca, şahsen ve ortaklık mallarıyla sorumludur. Eşlerin eşitliği ilkesinden hareket ederek, bu hükümle, evlilik birliğinin borçlarından dolayı eşler eşit sorumlu tutulmuştur. Konut ve ev eşyasının dışında kalan diğer mal varlığının üstün yararının ispatı durumunda, eşin, kendisine, tasfiye payına mahsuben verilmesini isteyebilecek ve eşlerden biri, hatıra olarak, özel değer taşıyan mal varlığına sahip olabilecektir hükmünü öngörmüştür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama son verirken, bu tasarının, Türk hukuku adına büyük bir devrim sağlayacağı düşüncesiyle desteklerinizi bekler, Yüce Meclisi saygılarımla selamlarım. (DSP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aslan.

Tasarının en can alıcı konusunda, Sayın Adalet Bakanımızın, özellikle bir profesör olarak, mal rejimi konusunda çok detaylı açıklamalarla bizi doyurması temennisiyle, kendilerini kürsüye davet ediyorum.

Efendim, Sayın Bakanımızın feminist yönü de ağır basıyor, onu da dikkate almanızı istiyorum.

Buyurun Sayın Bakanım. (DSP sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten, görüşmekte olduğumuz tasarının en can alıcı hükümleri aile hukukundadır. Tasarının, gerçekten, reform niteliğindeki yenilikleri de aile hukukundadır. O bakımdan, Sayın Başkanın, aile hukukundaki yenilikler, özellikle mal rejimi konusunda ayrıntılı açıklama yapmam konusundaki işaretleri çok yerindedir; gerçekten, ben de bunu yapmayı düşünüyorum. Ancak, o konuya girmeden önce, burada, bazı arkadaşlarımızın, hâlâ, genel konularda, örneğin, dil konusunda bazı örnekler vererek, hatta, bizim manipülasyon yaptığımızı söyleyerek bazı görüşler açıkladığını; ama, bunların haksız olduğunu söylemek durumundayım. Örneğin, bizim, Türk Medenî Kanunu Tasarısında Anayasa dilinin esas alındığını söylememiz manipülasyon olarak nitelendirilmiştir ve burada, aynı arkadaşımız, bazı örnekler vermiştir. Bunlardan yalnız biri üzerinde durmayı yeterli görüyorum.

"İstifa" yerine "çıkma" kullanılmamıştır; "dernekten ayrılma", "üyelikten ayrılma", "üyelikten istifa", "dernekten istifa" anlamında "çıkma" kullanılmıştır. Sözcüğün kullanıldığı yere dikkat etmek gerekir. Nitekim, Anayasamızın 33 üncü maddesine göre, "herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir". İşte, Anayasa dili; doğrudan doğruya Anayasada kullanılan sözcük "üyelikten çıkma." Görüşmekte olduğumuz Kanun Tasarısında da bu kullanılmıştır. Kaldı ki, yürürlükteki Türk Kanunu Medenîsinin 66 ncı maddesinde de "cemiyetten çıkma ve çıkarılma" düzenlenmiştir. Bunun gibi, Dernekler Kanununda da aynı terminolojinin kullanıldığını görüyoruz. Dolayısıyla, Tasarıyla, burada, yeni bir sözcük getirilmemiştir; var olan, Anayasada ve yürürlükteki diğer kanunlarımızda da kullanılan bir sözcük, Tasarıda da kullanılmıştır.

Görüşmekte olduğumuz Tasarının aile hukukuyla ilgili hükümleri, her şeyden önce, Anayasamızın bu konudaki hükümlerine dayanmaktadır. Bunlar, genel olarak, eşitlik ilkesi ve 4709 sayılı Kanunla Anayasanın 41 inci maddesinde yapılan değişiklikle, bu maddedeki "aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitlik ilkesine dayanır" hükmü, getirilen hükümlerin hareket noktası olmuştur. Başlangıçtan itibaren, aile hukukuna ilişkin düzenlemeler bu anlayışla yapılmıştır. Anayasanın 41 inci maddesindeki eşitlikle ilgili hüküm yeni olmakla birlikte, Tasarı, çağın anlayışına uygun olarak ve Anayasamızın zaten 10 uncu maddesinde ifadesini bulan eşitlik düşüncesini yansıtarak, kadın-erkek eşitliğini, aile hukukundaki düzenlemelerin temeli olarak görmüştür. İkinci Dünya Savaşından sonra, bütün medenî kanunlarda bu ilke geniş uygulama alanı bulmuştur. Uluslararası antlaşmalarda, uluslararası sözleşmelerde kadın-erkek ayırımcılığı kesin olarak reddedilmiştir. Altında Türkiye'nin de imzası bulunan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, bunların başında gelmektedir.

İşte, aile hukukuyla ilgili düzenlemeler, gerek Anayasamızın hükümlerinin Türk Medenî Kanununda yansıtılması, gerek altında imzamız bulunan uluslararası antlaşmaların Türk Medenî Kanununda somutlaştırılması, gerek Türk Medenî Kanununun "Aile Hukuku" kitabının çağdaş bir anlayışla düzenlenmesi, hep, bu kadın-erkek eşitliği çerçevesinde olmuştur. Tasarının aile hukukuyla ilgili birçok hükmü ilkeden yola çıkarak düzenlenmiştir. Her şeyden önce, evlilikte, evlenme yaşından başlayarak kadın-erkek arasında eşitlik sağlanmıştır. Eşlerin evlenmek için hangi evlendirme memuruna başvuracakları dahi, yine, bu kadın-erkek eşitliğine uygun olarak düzenlenmiş ve eşlerden her birinin yerleşim yerinin bulunduğu yerdeki evlendirme memurluğuna başvurulabileceği belirtilmiştir.

Aslında, şimdiye kadarki Türk Kanunu Medenîsinde, eşlerin yükümlülükleri, karı ve kocanın yükümlülükleri ya da eşlerin hakları, karı ve kocanın hakları olarak düzenlenmişti. Yeni Türk Medenî Kanunu Tasarısında ise, bu konuda eşitlik düşüncesinin bir yansıması olarak, her zaman, haklar da, yükümlülükler de, sorumluluklar da, öznesi eşler olan ifadelerle düzenlenmiştir. Böylece, kadın-erkek eşitliği, bu Tasarının temelini oluşturmaktadır.

Boşanmayla ilgili hükümlerde de, yine, aynı düşünce geçerlidir. Boşanmada yetkili mahkeme de, şimdiye kadar olduğu gibi kocanın ikametgâhı mahkemesi değil, eşlerden herhangi birinin ikametgâhı mahkemesi olarak belirlenmiştir; ama, evlilik birliğinde eşlerin eşit çiftler olarak yer alması, her şeyden önce, şimdiye kadarki "Koca, birliğin reisidir" hükmünün kaldırılmasını gerektirmiştir. Evlilik birliğinde, eşler, her konuda eşit söz hakkına sahiptir. Evlilik birliğini eşler birlikte yönetirler, konutu birlikte seçerler, çocuklarının eğitimini birlikte sağlarlar. Anlaşmazlık durumunda erkeğe üstünlük veren hükümlere artık yer verilmemiştir; eşler anlaşmak durumundadır.

Şimdi, evlilik birliğinde eşitlik, sadece bu hükümlerle değil; ama, evlilik birliğinin maddî temelini oluşturan mal rejimlerinde de sağlanmıştır. Bilindiği gibi, halen ülkemizde, Türk Kanunu Medenîsine göre yasal mal rejimi, mal ayrılığıdır. Eşler, mal birliği veya mal ortaklığı rejimlerinden birini de seçebilirler; ancak, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, eşlerin, genellikle, yasal mal rejimine razı oldukları görülmektedir. O nedenle, mal rejimini belirlerken, bu olguyu dikkate almak durumundayız. Yasa koyucunun belirleyeceği yasal mal rejimi, eşler arasında çoğunlukla uygulanacak mal rejimi olacaktır.

Mal ayrılığı rejiminin sakıncaları bilinmektedir. Mal ayrılığı, özellikle kadının toplumsal hayatta yeterince rol alamadığı, dışarıda ücretli çalışma olanağını bulamadığı toplumsal yapıda, kadının aleyhine işleyen sonuçlar vermektedir. Bu sonuçlar, kadını mağdur etmekte, kadını erkeğe bağımlı duruma getirmektedir. Tasarıyla önerilen edinilmiş mallara katılma rejimi ise, evliliğin maddî temellerini de eşitliğe göre düzenlemektedir. Burada, eşlerin birbirine maddî bakımdan bağımlı olması söz konusu değildir. Eşlerin edindikleri mallar, hangisinin olursa olsun, birbirlerinin desteğiyle, birbirlerinin varlığıyla gerçekleşmektedir. Tasarının temelindeki düşünce budur.

İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa ülkelerinde, medenî kanunlarda bu yönde mal rejimi düzenlemeleri yapılmıştır. 1957'de Almanya'da Eşit Haklar Kanunuyla başlayan bu akım, zaten çağın anlayışını yansıtmaktadır. Bu anlayış, başka ülkelerin mevzuatına da yansımıştır. Fransız hukukunda, İtalyan hukukunda, Avusturya hukukunda ve bizim örnek aldığımız İsviçre hukukunda birbirine benzeyen düzenlemelerle, eşlerin evlilik birliğinde maddî bakımdan da eşit konumda olmaları sağlanmak istenmiştir. Burada, İsviçre karşısında, herhangi bir kompleks içinde olmak söz konusu değildir. Türkiye, 1926'da, İsviçre Medenî Kanununu, çağın en ileri, en halkçı kanunu olması nedeniyle kabul etmişti. Türk Milleti, bu kanunu, yetmişbeş yıldır kendi yapısına uygun olarak uygulamaktadır. Bu bir uygarlık projesiydi; Türkiye, bu projeyi başarıyla uygulamıştır. Bugün de, çeşitli ülkelerde birbirine benzeyen mal rejimleri arasından İsviçre'deki edinilmiş mallara katılma rejimini Tasarıyla getirmemizin nedeni, hem İsviçre hukukuyla medenî hukuk alanında olan bağlantımızın sürdürülmesi, hem bu sistemin son derece dengeli bir düzenlemeyle yasada yer almasıdır.

Bu sistemler, 1957'den itibaren, çeşitli ülkelerde uygulanıyor. İsviçre, bu sistemi, 1988'den itibaren uyguluyor. Türkiye, 1926'da Türk Medenî Kanununu kabul ederek, en çağdaş bir yasayı uygulayabileceğini göstermiştir. Hiç kimse, Türk Milletinin uygarlık yeteneğini diğer milletlerin uygarlık yeteneğinden daha geride görmemelidir. Bu sistem de Türkiye'de başarıyla uygulanacaktır; bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın; çünkü, bu sistem adildir ve eşlerin mal rejimi içindeki konumlarını çok belirgin bir biçimde düzenlemektedir. Ayrıca, sistemin uygulanmasında da, İsviçre'de veya benzeri sistemleri uygulayan diğer ülkelerde herhangi bir sorun yaşanmamıştır.

Bu sistemde, eşlerin mallarının kapsamının belirsiz olduğu öne sürülmüştür. Edinilmiş mallara katılma rejiminde, eşlerden her birinin iki tür malı vardır; Edinilmiş mallar ve kişisel mallar. Aslında, bu iki grup malların hepsi üzerinde eşler mülkiyet ve yönetim hakkına sahiptirler. Bunun yanında, eşlerin paylı mülkiyet kurallarına göre edindikleri mallar da olabilir. Şüphesiz, o mallarda paylı mülkiyet kuralları uygulanacaktır. Ancak, Tasarı, edinilmiş malların neler olduğunu, kişisel malların neler olduğunu ayrıntılı bir şekilde göstermiştir. Nitekim, tasarının 219 uncu maddesinde, edinilmiş mallar, her eşin evliliğin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği mal varlığı değerleri olarak tanımlanmıştır. Bunlar, özellikle şunlardır: Her eşin çalışmasının karşılığı olan edinimler -örneğin, maaş ve ücretler- sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum veya kuruluşlarının veya personele yardım amacıyla kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler -kısacası, sosyal güvenlik ödemeleri- çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel malların gelirleri -örneğin, kişisel taşınmaz malın kira geliri veya mevduat faizi- edinilmiş malların yerine geçen -yani, bunların satılması veya trampa edilmesi yoluyla onların yerine geçen değerler.

Kişisel malların nelerden ibaret olduğu da 220 nci maddede gösterilmiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya -örneğin, kişinin elbiseleri- mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği mal varlığı değerleri, manevî tazminat alacakları, kişisel mallar yerine geçen değerler. İşte, bu mallar, yasa gereğince kişisel mallar sayılır.

Ayrıca, edinilmiş mallar arasında yer alması gereken bazı unsurlar sözleşmeyle kapsam dışında bırakılabilir. Örneğin, tasarının 221 inci maddesine göre, eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, bir mesleğin icrası veya işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan, edinilmiş mallara dahil olması gereken mal varlığı değerlerinin kişisel mal sayılacağını kabul edebilirler. Bunun yanında, eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilirler.

Şimdi, evlilik herhangi bir şekilde sona erecek olursa, her şeyden önce, eşlerin birbirlerinin mal varlıklarına yaptıkları katkıların hesaplanması gerekir. Ayrıca, eşlerin edinilmiş mallarının, yani, evlilikten sonra bir karşılık ödemek suretiyle edindikleri malların, borçlar düşülmek suretiyle, bu arada, edinilmiş mallar ile kişisel mallar arasında gerekli denkleştirme işlemleri yapılmak suretiyle, safî değerlerinin bulunması gerekir. Bu safî değer "artık değer" adını almaktadır.

İşte, bu artık değerde, eşlerin karşılıklı olarak yarı yarıya katılmaları söz konusudur; ama, pratik olarak, artık değeri diğerinden fazla olan eşin sahip olduğu artık değerin yarısı diğer eşe ait olacaktır. Burada, eşler, sözleşmeyle, başka bir katılma oranı da öngörebilirler; ama, öngörmedikleri takdirde, yasa gereğince, bu katılma oranı yarı yarıya olacaktır.

İşte, böylece, eşlerden birinin evlilikten sonra edindiği değerlerde diğer eşin katkısı, desteği varsayılarak, adil, dengeli bir sistem getirilmiştir. Bu sistem, halen ülkemizde mal ayrılığı rejiminden dolayı en çok mağdur olan ve öyle bir rejimin devamı durumunda mağduriyetlerinin devamı söz konusu olacak kadınlar bakımından özellikle büyük önem taşımaktadır. Bu bakımdan, bizim bu düzenlemeyi getirmemiz, her şeyden önce, kadınlara olan borcumuzun ödenmesi anlamına gelmektedir.

Kurtuluş Savaşından sonra, Cumhuriyetin kurulmasından sonra, Türk Kanunu Medenîsi Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülürken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, 2 dakika içerisinde toparlar mısınız.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - ... Kurtuluş Savaşında omuzunda cephane taşıyan kadınlara olan borcun ödenmesinden söz edilmiştir. Gerçekten, Türk kadını, yapacağı evlilikte eşit haklarla yer almaya lâyıktır. Bu hükümler, hem çağın anlayışını yansıtmaktadır, hem 21 inci Yüzyıl Türkiyesinin kadın-erkek eşitliğine verdiği önemi yansıtmaktadır.

Bu hükümler ve bunlar arasında, edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edildiği zaman, Türkiye, medenî hukukta, aile hukukunda çok önemli bir reformu gerçekleştirmiş olacaktır. Bu reformu gerçekleştirmek, 21 inci Yasama Dönemi Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseri olacaktır.

Yüce Meclisi, bu düşüncelerle saygıyla selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım.

Hocam, teşekkür ediyoruz; ama, dava sayısının artacağını, burada belirteyim; epey dava sayısı olur.

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Bakanı dava edecekler.

BAŞKAN - Hayır, Sayın Bakanı dava etmezler de, bu konu mahkemeleri epey uğraştırır gibi geliyor bana.

Değerli milletvekilleri, üçüncü bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

Üçüncü bölüm üzerinde verilen önergeler vardır. Milletvekili arkadaşlarımız tarafından 7 adet önerge verilmiştir, hükümet adına da  1 adet önerge verilmiştir. Alınan karar gereği, sadece milletvekili arkadaşlarımızdan gelen 3 önergeyi, bir de hükümetin önergesini okutup, işleme alacağım.

Önergeleri geliş sırasına göre okutup, aykırılık derecesine göre  işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 186 ncı maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

         Fethullah Erbaş              Lütfü  Esengün

                  Van                  Erzurum

Madde 186. - Birliğin reisi evlenme akdi sırasında belirlenir.

Eşler, oturacakları konutu birlikte seçerler.

Eşler, birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılırlar.

BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 202 nci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

              Orhan Bıçakçıoğlu Fethullah Erbaş         Lütfü Esengün

           Trabzon                          Van                  Erzurum

                                   Cevat Ayhan

                                           Sakarya

Madde 202. - Eşler arasında paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin uygulanması asıldır.

Eşler mal rejimi sözleşmesi ile kanunda belirlenen mal rejimlerinden birini kabul edebilecekleri gibi, aralarında özel mal rejimi sözleşmesi de yapabilirler.

BAŞKAN - Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 205/1 maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

         Fethullah Erbaş              Lütfü Esengün         Cevat Ayhan

                  Van                  Erzurum                   Sakarya

Mal rejimi sözleşmesi, noterde düzenleme veya onaylama ya da evlendirme memuruna eşlerin birlikte beyanı şeklinde yapılır. Eşlerin sahip oldukları kişisel malların listesi bu sözleşmeye eklenir.

BAŞKAN - Son olarak, hükümet adına verilen önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı kanun tasarısının 274 üncü maddesinin kenar başlığının "değer artış payı", metninde yer alan "katkıdan doğan hakka" ibaresinin "değer artış payına" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

                          Hikmet Sami Türk

                                 Adalet Bakanı

BAŞKAN - Şimdi, önergeleri aykırılık derecesine göre işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 186 ncı maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

                        Fethullah Erbaş (Van)

                                  ve arkadaşları

Madde 186. - Birliğin reisi evlenme akdi sırasında belirlenir.

Eşler, oturacakları konutu birlikte seçerler.

Eşler, birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıklarıyla katılırlar.

BAŞKAN - Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Erbaş?..

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Esengün konuşacaklar efendim.

BAŞKAN - Evet, önergenin gerekçesini açıklamak üzere, Sayın Lütfü Esengün; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi hürmetle selamlıyorum. Aziz milletimizin mübarek Berat Kandilini tebrik ediyorum; Cenabı Hak'tan, bu mübarek gece hürmetine, İslam âlemini, tüm baskı, zulüm ve savaşlardan kurtarmasını niyaz ediyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; önergemizle, evlilik akdini yapan karı ve kocaya, hemen o sırada, evlilik birliğinin reisinin kim olacağı yolunda da iradelerini beyan etme imkânı getiriyoruz. Şu anda meriyette olan kanunda "koca, birliğin reisidir" diye hüküm var; yetmişbeş yıldan beri uygulanan, örf ve âdetimize uygun olan bir hüküm. Ama, şu anda, Sayın Bakanımızın ısrarlı talepleriyle, çağdaş bir düzenlemeye gidiliyor ifade edildiğine göre; bu, kocanın ev reisi olduğuna dair hüküm kaldırılıyor.

Değerli arkadaşlar, inancımıza göre de, iki kişi bir araya gelirse, yola çıkarsa, biri başkan olmalıdır; başkan olmayan yerde başıboşluk vardır; başkanın sözünün geçmediği yerde anarşi olur, kargaşa olur. Dolayısıyla, evlilik birliğinin reisinin, başkanının olmayacağına dair bu hüküm, sonuçta, aile birliğinde kargaşaya, her konuda mahkemeye gitmeye bizi götürecektir, toplumumuzu götürecektir ve bu, örf ve âdetimize uygun olmayan bir düzenlemedir.

Hiç olmazsa, şu önergemizle, karı ve kocaya, evlilik birliğinin reisinin kim olacağını... Bu, kadın da olabilir, erkek de olabilir, illâ da erkek olsun diye bir iddiamız yok; eğer, aralarında anlaşmışlarsa, kadını da evlilik birliğinin başkanı seçsinler ve bu iradelerini, evlilik akdinin yapıldığı sırada beyan etsinler. Ama, anlatmak mümkün değil!..

Bu tasarı, baştan sona DSP'nin ürünüdür, DSP zihniyetinin ürünüdür; ama, maalesef, bugün, Sayın Güner de ifade etti, bir koalisyon hükümetinde üç ayrı zihniyete mensup parti yer almış olmasına rağmen, her ne hikmetse, Sayın Adalet Bakanı, özellikle mal rejimiyle ilgili -biraz sonra önergeler de oylanacak- konudaki ısrarından bir türlü vazgeçmiyor.

Sayın Bakanımız, biraz evvel Sayın Başkanın ifade ettiği şekilde, hukuk profesörüdür, doğrudur; ama, ticaret hukuku profesörüdür. Zannediyorum, o düşünceyle, aileyi de bir şirket haline getirme niyetindedir. Sayın Bakanım bilmiyorum avukatlık yaptı mı, bilmiyorum hâkimlik yaptı mı; zannederim, yapmadı; ama, pratikte, hâkimler, avukatlar, taraflar, bu mal rejiminden neler çekecek, şimdiden tahmin etmek zor değil. Bu davalar yıllarca bitmeyecek; asliye hukuk hâkimleri bunun içinden çıkamayacaklar, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi uzun yıllar belki içtihat tesis edemeyecek. Yepyeni bir düzen geliyor; aslında, yepyeni bir düzensizlik getiriliyor bu kanunla ve sonuçta da, olan, tabiî ki çiftlere olacak, daha da önemlisi çocuklara olacak. Mal üzerine ihtiyatî tedbir konulacak, davalar uzun yıllar... Farzımuhal, bir araba var ihtilaflı; araba bağlanacak, dava bitinceye kadar da o araba çürüyecek ve bunun adı da yeni mal rejimi, yeni düzenleme, çağdaş düzenleme olacak.

Değerli arkadaşlar, kanun çıkarmakla her şey halledilmez. Bakın, önümde bir takvim yaprağı var; diyor ki "padişah fermanıyla tüm yurtta başlık parası yasaklandı. 1831" Yüzyetmiş sene evvel padişah ferman çıkarmış, başlık parası yasaktır diye; ama, hâlâ, ülkemizde başlık parası maalesef yürürlükte. Kanun çıkarmakla, ferman çıkarmakla olmuyor.

Eğer bugün yanlışlıklar varsa, temelde cehalet vardır, temelde eğitimin önünde engeller vardır. Biz, kız çocuklarını başı örtülüdür diye okutmazsak, sonuçta da, yasa çıkarmakla, başka birtakım tedbirler almakla bu yanlışların önüne geçemeyiz. Gelin, bu mübarek gecede böyle yanlışlara alet olmayalım.

Sayın Başkan, bu önergenin oylamasında karar yetersayısı aramanızı da şimdiden talep ediyorum. Hiç olmazsa bu gece dağılalım, bir gece daha düşünme fırsatını Sayın Bakanımız bulsun ve yarın, inşallah, bu yanlıştan dönsün.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Karar yetersayısını arayacağım.

En doğru istemde siz bulundunuz Sayın Erbaş; çünkü, oylamaya geçilirken isteniyor bu. Yoksa, bir gün sonrası için rezervasyon yapamıyoruz; bazı arkadaşlar önceden istiyor...

Değerli arkadaşlar, hükümetin ve komisyonun katılmadığı, gerekçesini Sayın Esengün'den dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım. Oylamayı elektronik oylama cihazıyla yapacağım ve 3 dakikalık süre vereceğim.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, önergenin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştır.

Zamanımız daralmıştır, çalışma süresinin sonuna geldik; yeniden ara vermeye gerek yok.

Bu nedenle, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 1 Kasım 2001 Perşembe günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 19.46

 


VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

    A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.