DÖNEM
: 21 CİLT : 74 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 14 üncü Birleşim 31 . 10 . 2001 Çarşamba İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. - İstanbul Milletvekili Yücel
Erdener'in, Türkiye'de yaşanan kuraklığa, bunun ekosisteme etkilerine ve
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması 2. - Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah
Seydaoğlu'nun, güneydoğudaki pamuk çiftçisinin, bir yıldır ödenmeyen destekleme
primi nedeniyle çektiği sıkıntıya ilişkin gündemdışı konuşması 3. - Kayseri Milletvekili Hamdi Baktır'ın,
Türk halıcılığının bugünkü durumu ve halıcılık sektörüne ivme kazandırmak için
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - Devlet eski Bakanı Yüksel Yalova
hakkında bulunan Danıştay 2 nci ve 5 inci Daireleri kararlarının,
milletvekillerinin tetkik ve takdirlerine açılmasının Başkanlıkça uygun mütalaa
edildiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/911) 2. - Diyarbakır Milletvekili Nurettin
Atik'in (6/1548) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi
(4/419) 3. - Bursa Milletvekili Oğuz Tezmen'in
(6/1551) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/420) 4. - Antalya Milletvekili Mehmet
Baysarı'nın (6/1557) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin
önergesi (4/421) 5. - Muğla Milletvekili Nazif
Topaloğlu'nun (6/1561) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin
önergesi (4/422) 6. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın
(6/1565 ve 6/1569) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin
önergesi (4/423) IV. -
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİSİ 1. - 30.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu
üyeleri hakkındaki (11/20) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin
"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve gündeme
alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 6.11.2001 Salı günkü birleşimde
yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir Milletvekili Rıfat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;
Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay
Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307,
2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) 2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk
Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara
Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört
Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) VI. -
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. - Amasya Milletvekili Ahmet
İyimaya'nın, müşavir kadrosundaki personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4308) 2. - Amasya Milletvekili Ahmet
İyimaya'nın, norm kadro çalışmalarına ve insan gücü planlaması yapılıp
yapılmadığına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer
İzgi'nin cevabı (7/4309) 3. - Amasya Milletvekili Ahmet
İyimaya'nın, kurum içi personel eğitimi ve yönetimine ilişkin sorusu ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4314) 4. - Amasya Milletvekili Ahmet
İyimaya'nın, 2919 Sayılı Kanunun 5 inci maddesine göre başka kurumlara atanan
personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin
cevabı (7/4315) 5. - Amasya Milletvekili Ahmet
İyimaya'nın, sözleşmeli olarak çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4318) 6. - Amasya Milletvekili Ahmet
İyimaya'nın, TBMM'de işçi statüsünde çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4320) 7. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk'un,
zorunlu tasarruf kesintilerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı
Sümer Oral'ın cevabı (7/4672) 8. - İstanbul Milletvekili Erol Al'ın,
bazı Alman ve Türk vakıflarının Türkiye aleyhine faaliyette bulundukları
iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'in cevabı
(7/4755) 9. - Trabzon Milletvekili Ali Naci
Tuncer'in, Sümela'da bulunan taşocağının yeniden açılmasının çevreye etkilerine
ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin'in cevabı (7/4765) 10. - Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya'nın, emekli subayların özel sektörde görev almalarına ilişkin sorusu
ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun cevabı (7/4803) 11. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun; Rize İlindeki ürün araştırma ve yayın
çalışmalarına, Rize İlinde hayvancılığın geliştirilmesi
için yapılan çalışmalara, Rize İlindeki tarımsal projelere, İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4913, 4914, 4915) 12. - Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, denetim faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4984) I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
iki oturum yaptı. Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa
Murat Sökmenoğlu, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında milletvekillerinin
Cumhurbaşkanına yönelik tavırlarıyla ilgili basında çıkan yanlış ve yanıltıcı
haberlere, bu ve benzeri haberlerin Türk siyasetinde yaratacağı sorunlara
ilişkin bir açıklamada bulundu. Genel Kurulu ziyaret eden Nijerya
Cumhuriyeti Kano Eyaleti Meclis Başkanı Yau Abdullahi'ye Başkanlıkça "hoş
geldiniz" denildi. Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay,
cumhuriyetin ilanının 78 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı bir konuşma
yaptı; MHP Hatay Milletvekili Mehmet Şandır; DYP Erzurum Milletvekili Ayvaz
Gökdemir; DSP Ankara Milletvekili Ayşe Gürocak; AK Parti Manisa Milletvekili
M.Necati Çetinkaya; ANAP Denizli Milletvekili Beyhan Aslan; SP Ankara
Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin de aynı konuda grupları adına görüşlerini
belirttiler. İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın, Ege
Bölgesi pamuk üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşmasına Tarım
ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp cevap verdi. İzmir Milletvekili Kemal Vatan,
Türkiye'nin içine düştüğü ekonomik durumun nedenleri ve çıkış yollarına, Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan da,
küreselleşmenin dünyadaki etkileri ve Türkiye'nin durumuna; İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar. Saadet Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu, Konya Milletvekili Veysel
Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, özelleştirme
sürecinde alınan yanlış kararlarla devleti zarara uğrattıkları iddiasıyla
Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına
ilişkin önergesi (11/20) okundu; gensorunun gündeme alınıp alınmayacağı
konusundaki görüşme gününün Danışma Kurulu tarafından tespit edilip Genel
Kurulun onayına sunulacağı açıklandı. Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmında yer alan (10/16),
(10/141) esas no.lu, köylerin ve çiftçilerin sorunlarının araştırılarak köy
kalkınmasıyla ilgili gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla; (10/21) esas
no.lu, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak ele alınması amacıyla;
(10/22), (10/43), (10/58), (10/83), (10/121), (10/175), (10/194) esas
no.lu,tarım sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirler;
(10/15), (10/30), (10/147) esas no.lu, ülkemizde yaşanan ekonomik krizin ve
işsizlik ve yoksulluk sorununun araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla; (10/33), (10/154) esas no.lu, bankacılık sektörünün
sorunları ve devlete devredilen bankaların batış nedenlerinin araştırılması
amacıyla; (10/52), (10/53) esas no.lu, sermaye piyasası ve borsaların durumu ve
özelleştirmeyle ilgili iddiaların araştırılması amacıyla; (10/114), (10/118),
(10/128), (10/140), (10/160), (10/137) esas no.lu, ücretlilerin durumunun
araştırılarak alınması gereken tedbirler hakkında ve emeklilerin sorunlarının
araştırılması hakkında; (10/116), (10/129) esas no.lu, KOBİ'lerin sorunlarının
araştırılarak çözüm önerilerinin tespiti hakkında; (10/192) esas no.lu, esnaf
ve sanatkârların sorunlarının araştırılarak alınacak önlemlerin belirlenmesi
amacıyla; verilmiş bulunan Meclis araştırması önergelerinin birleştirilerek bir
an önce görüşülmesine ilişkin SP Grup önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra
kabul edilmediği, Genel Kurulun 30 Ekim 2001 Salı günü 15.00
- 20.00, 31 Ekim 2001 Çarşamba ve 1 Kasım 2001 Perşembe günleri 14.00-20.00
saatleri arasında çalışmasına, 30 Ekim 2001 Salı günü Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunda boşalan bir üyelik için yapılacak seçimin tamamlanmasından sonra
denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine
ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisinin, yapılan görüşmelerden
sonra, kabul edildiği; Bildirildi. Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün,
Vergi Usul Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/354)
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin yapılan görüşmelerden sonra,
kabul edilmediği, Osmaniye Milletvekili Birol
Büyüköztürk'ün, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda (2/689), Ardahan Milletvekili Saffet Kaya'nın,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda (2/670); Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tekliflerinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edildiği; Açıklandı. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda
muhalefet partileri kontenjanından boşalan bir üyeliğe Beşir Ayvaz seçildi. 31 Ekim 2001 Çarşamba günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.48' de son verildi. Mustafa
Murat Sökmenoğlu Başkanvekili Melda Bayer Sebahattin Karekelle Ankara Erzincan Kâtip Üye Kâtip
Üye No. : 21 II. - GELEN KÂĞITLAR 31.10.2001 ÇARŞAMBA Tasarılar 1. - Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Hindistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Suçluların İadesi
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/924) (Adalet
ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.10.2001) 2. - Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ve Kosta Rika Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Teknik İşbirliği Çerçeve
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/925) (Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi : 19.10.2001) Teklifler 1. - İzmir Milletvekili
Rifat Serdaroğlu'nun; 10.6.1983 Gün ve 2839 Sayılı Milletvekili Seçimi
Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/819)
(Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.10.2001) 2. - İzmir Milletvekili
Rifat Serdaroğlu'nun; 22.4.1983 Gün ve 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanununun
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına, Bazı Maddelerin Yürürlükten
Kaldırılmasına ve Bazı Maddeler İlavesine Dair Kanun Teklifi (2/820) (Anayasa
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.10.2001) 3. - Aydın Milletvekili
Ali Rıza Gönül'ün; Gümrük Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/821) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.10.2001) 4. - Aydın Milletvekili
Sema Tutar Pişkinsüt'ün; Umumi Hıfzıssıhha Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik
Yapılmasıyla İlgili Yasa Önerisi (2/822) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
ve İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.10.2001) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati : 14.00 31 Ekim 2001 Çarşamba BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Cahit Savaş YAZICI
(İstanbul) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 14 üncü Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayımız
vardır; görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce, üç
arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz,
Türkiye'de kuraklık ve ekosisteme etkileri konusunda söz isteyen İstanbul
Milletvekili Sayın Yücel Erdener hanımefendiye aittir. Buyurun Sayın Erdener.
(DSP sıralarından alkışlar) Şunu belirteyim: Bütün
milletvekili arkadaşlarımızın, 5 dakikadan sonra 1 dakika ilave ettiğim hususuna
riayet etmelerini, özellikle, istirham ediyorum. Buyurun. III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. -
İstanbul Milletvekili Yücel Erdener'in, Türkiye'de yaşanan kuraklığa, bunun
ekosisteme etkilerine ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması YÜCEL ERDENER (İstanbul)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; zamanımın elverdiği ölçüde, ülkemizde
yaşanan kuraklıkla ilgili bilgileri Genel Kurula sunarak, yaşamın nasıl
etkilendiğini kısaca anlatmaya çalışacağım; hepinize saygılar sunuyorum. Kuraklık, yağış ve akış
değerlerinin, uzun yıllar ortalamasının çok altında seyretmesi diye tanımlanır.
Tarımsal kuraklık, meteorolojik kuraklıktan hemen sonra oluşur. Tarım,
kuraklıktan etkilenen ilk ekonomik sektördür. İçme ve kullanma suyu
sıkıntılarıyla birlikte, tarımsal ve hidrolojik kuraklığın sonuçları, zamanla,
sosyoekonomik kuraklık olarak kendini gösterir. Kuraklık, aynı zamanda en
kapsamlı sosyoekonomik zararlara neden olan doğal bir afettir. İnsan nüfusunun ve artan
gereksinimlerinin, enerji, içme, kullanma suyu ve tarımsal sulamanın artmasıyla
koşut olarak mevcut suyun yetersiz kalması da kuraklığın bir başka anlatımıdır.
Kurak alanların
sulanmasıyla, daha çok ürün alındığı bir gerçektir. Sanayi devrimi ve nüfusun
patlaması sonucu, suya olan gereksinimi de artırmaktadır. O nedenle, su
rezervlerindeki suyun artırılması ve su kaynaklarının geliştirilmesi, havadaki
nemin yoğunlaştırmak, havaya aşırı partikül salmamak, suyun yüzeysel akışını
artırmak, suyun havayla temasını kesmek, rüzgâr perdelerini kullanmak, suyun
yer altında depolanmasını sağlamak, yeraltı suyunun ölçülü kullanılması gibi
yöntemlerle sağlanabilir. Bugün, dünyada üretilen
elektriğin beşte 1'i, akan suyun gücüyle işleyebilen türbinler sayesindedir.
Bugün, 1 milyarı aşkın kişi temiz içmesuyundan yoksundur. Sayın milletvekilleri,
kuraklığı, betonlaşmaya ya da yeşilin yok edilmesine bağlamak, popülist bir
yaklaşımdır. Her kuraklığı küresel iklime bağlamak da doğru değildir. Ülkemiz,
son üç yıldan beri kuraklıkla karşı karşıyadır; bu yıl da etkisini sürdüreceğe
benziyor. Enerji üretimindeki
barajların sekizde 1'i doludur. Sekizde 7'lik su hacmine, önümüzdeki üç aylık
sürede ulaşmak zor görünüyor. Türkiye'nin
kullanılabilir su varlığı 110 milyar metreküptür. Bizde kişi başına düşen
yıllık ortalama su miktarı 1 430 metreküptür. Bu rakam, Amerika Birleşik
Devletlerinde 18 000, Afrika ülkelerinde 7 000, Avrupa ülkelerinde 5 000, Asya
ülkelerinde 3 000 metreküptür. Yarı kurak olan ülkemiz,
su zengini bir ülke değildir. Bu nedenle, suyun ekonomik olarak kullanılmasına
özen göstermeliyiz. "Gelecekteki savaş su yüzünden olacak"
tartışmaları gündeme geliyor. Hedef, herkese, olabildiğince su sağlamanın doğru
olacağıdır. Bu nedenle, su kaynaklarının daha akılcı ve verimli kullanılması
gerekmektedir. Ciddî boyutta bir
kuraklık, gelecekteki besin üretimimizi olumsuz etkileyecek bir tehlikedir.
Bizde, buna, "kıran" adı verilmektedir. Kırsal kalkınmanın bir
enstrümanı olan ve küçük maliyetlerle gerçekleştirilen göletlerin yapımına hız
verilmelidir. Küçük debili, fakat akışı düzenli olan sularla, kod farkından
yararlanarak, hem enerji üretimi hem de tarımsal amaçlı mini elektrik
santralları oluşturulmalıdır. Tarımda, yeraltı suyu kaynaklarından yararlanma
yaygın hale getirilmelidir. Küçük çiftçilere, tarla
içi hizmetler kapsamında, teknik desteği ve yukarıda anlattığımız bütün
tarımsal çalışmaları ancak Topraksu örgütlenmesiyle sağlayabiliriz. Gerçeği
hiçbir zaman da gözden ırak etmemeliyiz; çünkü, Topraksu; toprak-su, su-bitki
ve bitki-toprak korelasyonunun ülke tarımında en iyi işleyen örgütlerinin
başında gelmektedir. Sanayinin gelişmesiyle
birlikte, insanoğlu, doğayı acımasızca tahrip etmeye başlamıştır; sonuçta,
atmosferin bileşimindeki gazlar değişmiş ve canlı yaşamı tehlikeye soktuğundan
uluslararası toplumun bu konudaki duyarlılığı yükselmiştir. 1922'de Birleşmiş
Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansında iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi,
gelişmiş ülkeler arasında imzaya açılmıştır. Bu sözleşmeyle, atmosfere gaz
salınımlarının durdurulması ve ozon tabakasının korunması öngörülmüştür. Ne
yazık ki, Türkiye bu anlaşmayı imzalamamıştır. Küresel ısınmayla
birlikte alt tropiklerdeki yüksek basınç kuşağının kuzeye doğru Türkiye
üzerinden kaymasıyla, Türkiye'nin bir kısmı oldukça kuru ve sıcak iklimin
etkisine girmektedir. Türkiye üzerinde sürekli olarak artan troposferik ozon,
bitkilerde fotosentez olayını yavaşlatarak ormanları etkilemiş ve tarımda da
verimi azaltmıştır. Yüksek basınç kuşağının kuzeye kaymasıyla, ülkemizde
tropikal iklime benzer bir iklim, düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar, seller,
heyelanlar ve erozyonu artırmakta, daha kuru hava, daha sık uzun süreli
kuraklıklara neden olmaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 1 dakika
içerisinde toparlayınız efendim. YÜCEL ERDENER (Devamla)
-Sonuçta, kuşakların göç yolları ve konaklama yerleri değişmekte, kuru
kesimlerde, yüksek sıcaklıkla birlikte orman yangınları artmakta, yangın
sonrası yaprağını döken ağaçlar, yeterli nem bulamayınca, gelişememekte,
tarımsal hastalıklar çoğalmakta ve böcek zararlıları artmaktadır. Böylece,
tarımda sulamanın gereği ortaya çıkmaktadır. Sulama, birim alanda
verimi artıran öğelerin başında gelmektedir. Sulama sistemleri, kuraklığın
şiddetiyle doğru orantılı olarak, salma, yağmurlama ve damlama sistemleri
şeklinde uygulanmalıdır. Bunun yanında, üretimde az su isteyen ürünlere ağırlık
verilmelidir. Böylece, ekolojik dengenin korunması sağlanmış olacaktır. 2025 yılında kentli
sayısının 1 milyara ulaşacağı düşünülürse, çiftçilerin, üretimi artırmakta
karşılaşacakları zorlukları sulamayla aşacakları hesap edilmelidir. Bu da, suya
duyulan gereksinimi en aza indirmeyi ve düşük maliyetli sulama yöntemlerinin
yoksul çiftçilere ulaştırılmasını zorunlu kılmaktadır. Diğer taraftan,
ülkemizde, 2030 yılına kadar, yaz aylarında sıcaklık 2-3 santigrat derecede
artarken... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Teşekkür ederim;
süre uzatması bir sefere mahsus bende. YÜCEL ERDENER (Devamla) -
Bu dünyanın bir gerçeği biliyorsunuz... BAŞKAN - Efendim,
muhakkak... Burada ifade edilen konuların hepsinin önemli olduğunu biliyorum;
ama, benim prensibim o. YÜCEL ERDENER (Devamla) -
Peki efendim. Saygılar sunuyorum. (DSP
ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Erdener. Buyurun Sayın Yavuz. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilimizin kuraklıkla ilgili, suyla ilgili
görüşlerine yürekten katılıyorum. Bütçenin hazırlandığı
bugünlerde, özellikle kuraklığı yenmenin çaresi -bilim ve teknoloji çağındayız-
yatırımlara hız vermektir. Özellikle Orta Anadolu, Trakya, Doğu Anadolu ve Ege
Bölgesi kuraklıktan en çok zarar gören bölgelerdir. Bunun için, hükümet, sulama
projelerine özel önem vermelidir. Başta Orta Anadolu'yu ilgilendiren, 13
vilayeti ilgilendiren KOP Projesi, Doğu Anadolu'yu ilgilendiren DAP Projesi,
Karadeniz Bölgesini ilgilendiren KAP Projesi gündeme alınmalı ve bütçede,
özellikle Enerji Bakanlığının Devlet Su İşleri yatırımlarına kaynak aktarılmalıdır.
Bu sayede kuraklığı yenmiş oluruz. Çaresi, üretimi artırmaktır. Üretimi
artırdığımız zaman da fakirliği ortadan kaldırmış oluruz. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Gündemdışı konuşmaya
yanıt verecek sayın bakan?.. Yok. Gündemdışı ikinci söz,
güneydoğu pamuk destekleme primlerinin ödenmesi hususunda söz isteminde bulunan
Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu'na aittir. Buyurun Sayın Seydaoğlu.
(ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika; ilave 1
dakika. O hususu peşin belirteyim arkadaşlar. 2. - Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu’nun,
güneydoğudaki pamuk çiftçisinin, bir yıldır ödenmeyen destekleme primi
nedeniyle çektiği sıkıntıya ilişkin gündemdışı konuşması SEBGETULLAH SEYDAOĞLU
(Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Bu gece mübarek Berat
Kandili; tüm İslam âlemine, tüm insanlığa hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı
Allah'tan niyaz ediyorum ve konuşmama başlıyorum. Değerli arkadaşlar,
Türkiyemizin yüzde 65-70'ine yakınının, ziraî ve ziraata bağlı bir ülke olması
gerçeğinden hareket ederek, güneydoğu insanının da nüfus oranının bütünü
içerisinde yaklaşık yüzde 60'ı, tarım ve tarıma dayalı ziraatla, maalesef,
idare etmektedir. Bu bağlamda, hükümetin
vermiş olduğu kilo başına 9 sent, 2000 yılı pamuk destekleme prim fiyatı,
maalesef, Akdeniz Bölgesinde, Ege'de, bütün Türkiye'de ödendiği halde,
güneydoğu insanının hakkı olan, Bakanlar Kurulu kararıyla hak olarak kabul
edilen destekleme prim fiyatı, bugüne kadar -bir yıldan beri- verilmemiştir.
Yüzbinlerce insanı bağlayan, böyle
ekonomik krizin içerisindeki bir Türkiye gerçeğinde, bir güneydoğu
gerçeğinde, ülkenin gerçeğinde, yaklaşık 16 milyon dolarlık -ki, bu, 23
trilyona tekabül eder- bir rakamın, her geçen günün çiftçinin aleyhinde
geliştiği varsayımı kabul edilerek... Hazine Müsteşarlığı tarafından, Maliye
Bakanlığından 70 trilyon ödenek talep edilmiş ve bugün, Sayın Maliye Bakanı
-maalesef, bize, bu müjdeyi verdi- eğer, bir aksilik çıkmazsa, en kısa sürede,
bu insanlarımızın alınteri olan, emeğinin teri olan, helal alacak olan bu
hakkın da verileceğini, maalesef, bize müjdeledi. Bu bağlamda, tabiî,
Türkiye'nin geneli içerisinde ekonomik kriz bir gerçektir; ama, gerçekten,
güneydoğu, yıllardır büyük bir bedel ödüyor; açlık, göç, işsizlik... Yani,
burada, hepinizin bildiği bir gerçek var; kişi başına düşen millî gelir,
güneydoğuda 400 dolar seviyesine düşmüş; işsizlik, resmî istatistiklere göre 5
000 dolayındadır. Çiftçilerin de bu parasını vermediğimiz zaman, büyük bir
ekonomik krizin, bu kış ağzında, yaklaşan mübarek Ramazan ayının arifesinde,
büyük bir sıkıntı doğacağını çok iyi bilmektesiniz. Hazineden sorumlu Sayın
Devlet Bakanımızın ve Sayın Başbakanımızın, iki ay önce, güneydoğuya gidip,
güneydoğunun yarasını saracağına dair taahhüdünü, biz -büyük bir devlet başkanı
olarak- kendimize bir teminat ve bir söz telakki ediyoruz. Köy-Kent projesinde
de, Sayın Başbakanın, yıkılan, yok olan 4 000 köyün yeniden onarımı, idamesi
konusunda taahhüdü var. İnşallah, en kısa sürede, 1 milyon göç etmiş insan, yuvasına, köyüne, toprağına
kavuşacaktır. Ben, tabiî, gündemde her
ne kadar pamuk destekleme primi varsa da, 70 milyon insanı temsil eden, en yüce
organ olan Meclis üzerinde son günlerdeki spekülasyonlara bir iki cümleyle
değinmek istiyorum. Unutulmasın ki, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
Unutulmasın ki, herkesin, bu millî iradeyi temsil eden bu 550 insanın
iradesiyle bir makama geliyorsa, bu insanların iradesine saygılı olması
gerekir. Türkiye'deki bu ekonomik kriz üzerine felaket tellallığı yapıp
Parlamentoyu yıpratmak hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir. (ANAP ve DYP
sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar) Cumhurbaşkanlığının 2002
yılı bütçesi -biraz evvel Maliye Bakanlığından aldım; belki, Türkiye'nin
bilmesinde fayda var- 18 katrilyon 850 milyar. Bugün bu ülkede 10 milyon işsiz,
aç insan varken, 19 katrilyonluk bir bütçe bu ülkenin lüksü müdür, değildir
midir, sizin... İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - 18 trilyon, "katrilyon" değil. SEBGETULLAH SEYDAOĞLU
(Devamla) - Evet, 18 trilyon, bu ülkenin lüksü müdür, değil midir; sizin takdirinize bırakıyorum. Ben isterdim ki,
Cumhurbaşkanı da millî iradeye dönsün, referanduma dönsün, bizim oylarımızla
değil; ama, oyunu alıp da, oyunu temsil ettiği insanın bu millî iradeye, bu
Parlamentoya hakaret etmeye hakkı yoktur; saygısı olması lazımken, hakaret
etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.(ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) Referandumsa, millî
iradeyse, hep beraber gidelim millî iradeye... Daha bir sene önce bu Yüce
Parlamentonun oyuyla seçilmiş bir insanın, ülkenin ekonomik krizine çözüm
araması gerekirken, Ermeni yasası tasarısı Amerika'da, Fransa'da görüşülürken
Sayın Cumhurbaşkanının kırmızı ışıkta kalması hiçbir şeyi ifade etmiyor. Ekonomik krizdeyken,
değil yaratacağına, Sayın Cumhurbaşkanı yeni bir kriz yaratıp Parlamentoyu
yıpratmasına, medyayla birlikte çapraz ateşe tutup...Biliyorsunuz, bu
Parlamento kapanırsa, bunun alternatifi ne olur; oligarşi olur, cunta gelir;
karanlık güç gelir. Demokrasiden başka
çözüm yoktur. Demokrasinin alternatifi, yine demokrasidir; başka hiçbir şey
çözüm değildir.Millî iradeyi temsil eden insanlar... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) SEBGETULLAH SEYDAOĞLU
(Devamla) - Sayın Başkan, 2 dakika rica ediyorum. BAŞKAN - 1 dakika içinde
toparlayınız Sayın Seydaoğlu. SEBGETULLAH SEYDAOĞLU
(Devamla) - Sonuç olarak, altı ay önce 100 000 liradan çiftçinin elinden alınan
buğday, bugün tüccarın elinde 250 000 liraya satılıyor. Tarım sektörüne bağlı en
az 1 milyon güneydoğu insanının, çiftçinin, emekçinin, sayın hükümetimizden,
Hazineden sorumlu Sayın Bakanımızdan ve ilgili bakanlardan istediği -bakanıma
hitap ediyorum- bir an önce emeğin karşılığı olan bu destekleme primi fiyatının
ödenmesidir.Bunun ödenmesini talep ediyorum. Bu duygularımla,
herkesin, ama herkesin, Yüce Meclise saygılı olmasını arzu ediyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Seydaoğlu. Sayın Bakanım, Turizme
ilişkin bir şey yok... Herhalde bir cevap... TURİZM BAKANI MUSTAFA
RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) - Sayın bakanlara ileteceğim. BAŞKAN - Peki, teşekkür
ederim Sayın Bakan. (DYP sıralarından "bakanlar gelmiyor ki" sesleri) Onların takdiri, ona bir
şey diyemeyeceğim. Gündemdışı üçüncü söz... MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın
Yalçınkaya. MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Bir açıklamada bulunacağım. BAŞKAN - Efendim konu ne? MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Aynı konuyla ilgili. BAŞKAN - Efendim, Sayın
Sebgetullah Seydaoğlu açıkladı. MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, 1 dakika... BAŞKAN - Efendim, böyle
bir usulümüz var mı; hayır, yok. Yani, söz vermiyorum, lütfen... Böyle bir
usulümüz yok. Lütfen, söylendi, maksat hâsıl oldu. MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa)
- Şimdi, Başkanım, pamuk primleriyle ilgili... BAŞKAN - Gündemdışı
üçüncü söz, Türk halıcılığının bugünkü durumu hakkında söz isteyen Kayseri
Milletvekili Sayın Hamdi Baktır'a aittir. MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, böyle
bir usulümüz yok. MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, hayır... Şimdi, her gün burada uygulaması var.
"Böyle bir usulümüz yok" diyorsunuz; dün burada aynı şeyler... BAŞKAN - Efendim, söz
vereceğim yerde verdim; arkadaşınız vardı, verdim. Buyurun Sayın Baktır.
(MHP sıralarından alkışlar) 3. -
Kayseri Milletvekili Hamdi Baktır'ın, Türk halıcılığının bugünkü durumu ve
halıcılık sektörüne ivme kazandırmak için alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşması HAMDİ BAKTIR (Kayseri) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; içinde yaşadığımız ekonomik sıkışıklık
ortamında değer ve önemi daha da artan istihdam sağlama yanında, sosyal ve
kültürel alanda da ayrı bir yeri olan el halıcılığımız konusunu Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündemine getirmek istedim; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, içinde
bulunduğumuz Berat Kandilinin, tüm Türk-İslam âlemine hayırlı, uğurlu olmasını
Cenabı Allah'tan temenni ediyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; halıcılık, Ortaasya'dan başlayan, zamanla bütün dünyaya
yayılan, insanların kullanım, örtünme, süs ve süsleme ihtiyaçlarını gideren bir
sanat olarak karşımıza çıkmaktadır. Anadolu'da çeşitli uygarlıklar tarafından
yapılıp kullanılan halıcılık sanatı, yaşadığı kültürleri bir sonraki nesillere
aktarmasıyla, halıcılık kültürünü de ortaya çıkarmaktadır. Türkiye'nin sahip
olduğu halıcılık kültürü, işlediği motif ve desenlerle bir sanat eseri olmuş,
Türk halısı imajını tüm dünyaya tanıtmış ve yaygınlaştırmıştır. Kayserimizle birlikte
diğer bazı illerimizde de kendi adlarıyla meşhur el sanatlarımızdan olan el
halıcılığı yapılmaktadır. 1993 yılında yapılan bir araştırmanın sonuçları,
halıcılık potansiyelimizin ortaya konmasına, buna göre politikalar
geliştirilmesine faydalı olacaktır. Bu araştırmaya göre, aynı tarihte, 500 000
ilâ 600 000 vatandaşımız bu sanattan geçimlerini temin etmiş, 200 milyon dolara
yakın bir ihracat gerçekleştirilmiştir. Bugün, bu rakamların çok uzağında
bulunmaktayız. Özellikle, günümüzde yaşanan istihdam problemine büyük katkı
sağlayacağına inandığımız bu sektöre yapılacak destek, sonuçları itibariyle,
önemli kazanımlar sağlayacaktır. Halıcılık, diğer sektörlere göre, birim
yatırımda büyük istihdam sağlayabilecek, işsizlik sorununu hafifletebilecek bir
alandır. Halıcılık sektörü, içerde istihdamla birlikte, dışarıda ihracat,
dolayısıyla döviz girdisi sağlayacaktır. Az bir yatırım ve teşvikle
gerçekleşecek faaliyetler, ilmek ilmek dokunan desenlerle kendisini bulan
kültürümüzün korunup geliştirilmesiyle, ülkemiz tanıtımına da büyük katkı
sağlayacaktır. Ülkemizi ziyaret eden turistlerimizin ilgisiyle turizme katkı
yapacak, ülkemiz dahilinde de yapılan satışlarla döviz girdisi
gerçekleştirilecektir. Halıcılık sektörünün ivme
kazanıp, özellikle köylerimize kadar inip, her evin bir atölye, fabrika olması
için, birçok kurumumuzun ilgi ve desteği gerekmektedir. Bunun için, il özel
idareleri ve halk eğitim merkezleri, tezgâhların kurulması ve eleman
yetiştirilmesi hususunda mevcut çalışmalarını yaygın hale getirmelidir. Kültür Bakanlığı ve
Turizm Bakanlığı, Türk halıcılığının tanıtımı konusunda işbirliğine gitmeli,
bir desen bankası oluşturulmalı, yeni desen ve motifler için yarışmalar
düzenlenmeli; böylece, kültürümüze artı değerler kazandırılmalıdır. Sanayi ve Ticaret
Bakanlığımız, küçük ve orta boy işletmelere verdiği maddî desteği, bu alanda
daha da artırmalıdır. Dış Ticaret
Müsteşarlığımız, üretilen malzemelerin dışarıdaki pazar payını artırmak için
alan çalışması yapmalı, dış fuarlarda tanıtılmasına imkân sağlayacak
faaliyetleri gerçekleştirmelidir. Uluslararası bir halıcılık fuarının ülkemizde
düzenlenmesi için, gerekli çalışmalara vakit geçirilmeden başlanmalıdır. Özellikle, haksız
rekabeti önlemek, Asya ülkelerinden Çin, İran, Pakistan, Türk cumhuriyetleri,
Mısır ve Hindistan'dan Batı ülkelerine yapılan ticaretin ülkemiz aleyhine
olmaması için, halıcılık sektörüne, rekabet edecek imkânlar sağlanmalıdır. Gümrük kapılarımızdaki
önlemler artırılmalıdır. İthal edilen hammadde üzerindeki gümrük vergi ve
resimlerin azaltılması, maliyetleri azaltacak, rekabet şansımız artacaktır. Bu
nedenle, oranlar tekrar gözden geçirilmelidir. Küçük esnafa işletme kredisi
sağlamak üzere faaliyet gösteren Halk Bankası, bu alanda, düşük faizli kredi
kullandırmalıdır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; birçok kurumumuzun üzerine düşen görevleri yerine getirmesi ve
işbirliği yapması halinde yüzbinlerce insanımıza istihdam yaratıp, kendi
kendine yeterli hale gelmesini sağlayacak olan el dokuma halıcılığımızın, özellikle,
ipek dokuma halıcılığımızın, içerisinde yaşadığımız sıkıntılı ortamın çözümüne
küçümsenmeyecek oranda çare olacağını düşünüyor, odalar, dernekler gibi sektör
temsilcileri ile ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri çerçevesinde
yapılacak olan işbirliğinin, halıcılığımız ve ülkemiz ekonomisine canlılık
getireceğini tekrar ifade etmek istiyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Baktır. Gündemdışı konuşmaya
yanıt verecek sayın bakan?.. Yok. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Sayın Başkan, izin verir misiniz... BAŞKAN - Sayın Şahin,
buyurun. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım. Yerimden, kısa bir
açıklama yapma ihtiyacını hissettim. İki gündür, iktidar partilerine mensup
milletvekili arkadaşlarımız gündemdışı söz alıyorlar; tabiî ki haklarıdır; ama,
bir husus dikkatimizi çekiyor. İktidar partilerine mensup milletvekili
arkadaşlarımız, genellikle, üreticimizin, çiftçimizin içinde bulunduğu zor
şartları dile getiriyorlar; bu da haklıdır; ancak, tabiî, iktidarın Türkiye'yi
nasıl bir yangın yeri haline getirdiğini ve bu ateşten iktidar partisi
milletvekillerinin de artık nasıl etkilenmekte olduğunu göstermesi bakımından,
çok çarpıcı tabloları, iki gündür yaşıyoruz. O bakımdan, gönlümüz arzu ederdi
ki, iktidar ve iktidarın sayın bakanları, bu eleştirilere, çıksınlar, cevap
versinler ve Türkiye'yi çok iyi yönettiklerini ifade etsinler. Artık, bütün bu
konuşmalar bir gerçeği ortaya koydu. Artık, bu iktidarın suyunun ısınmakta
olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Şahin. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - İktidarı, muhalefet adına bir kere daha uyarıyoruz. BAŞKAN -Teşekkür ederim;
yani, böyle bir usulümüz yok efendim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, biraz evvel, gündemdışı bir konuşma üzerinde, bir arkadaşımıza
kısa bir açıklama imkânı verdiniz. Sayın Şahin'e de bir açıklama imkânı
verdiniz, tabiî ki çok iyi, doğrudur; ama Güneydoğu Anadolu'daki pamuk
üreticilerinin prim alacaklarıyla ilgili konuşma üzerine, Urfa Milletvekilimiz
Sayın Yalçınkaya kısa bir açıklamada bulunmak için söz istediler. BAŞKAN - Efendim, söz
istesinler, yarın gündemdışı söz vereyim efendim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Ama efendim, şimdi, olmadığını söylediğiniz uygulamayı, Sayın Mehmet Beyden
esirgiyorsunuz. BAŞKAN - Efendim, bir
grup başkanvekili, Sayın Başkan. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Onun için yaptığınız uygulama yanlıştır, onu düzeltmek için, Sayın
Yalçınkaya'ya da, bu konuda bir kısa açıklama imkânı vermeniz lazım. BAŞKAN - Sayın Gönül,
Sayın Yavuz'a söz verdim biraz önce, sizin grubunuzda, bir kastım falan... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Tamam efendim, teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Mehmet Ali
Şahin, grup başkanvekilidir. Kaldı ki, Sayın Şahin'in ifadelerinin de
konuşmayla hiç alakası yoktu, bir konuya açıklık getirdi; aslında doğru değildi
bana göre de. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Ama Sayın Başkan, bu arkadaşlarımıza söz verdiğinize itiraz etmiyorum, doğru
yaptınız diyorum; ama onu Sayın Yalçınkaya'dan da esirgememeniz lazım. BAŞKAN - Sayın Gönül, ben
de diyorum ki, Doğru Yol Partisinden bir sayın milletvekilimiz olarak,
güneydoğu milletvekili söz istesin yarın gündemdışı söz vereyim efendim. Talebi
yoksa... MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Bakın, sayın
milletvekilleri, gündemdışı söz isteklerinin ne şekilde olduğunu hepiniz çok
iyi biliyorsunuz, başvurursunuz, değerlendirilir gündeme alınır veya alınmaz. MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, bir
arkadaşınızın gündemdışı beyanına katılıp veya katılmamak hiçbir şeyi ifade
etmiyor, 550 milletvekilinin aşağı yukarı hepsi aynı şeyleri söyler. Onun için
böyle girmek, burada görüş bildiriyorum demenin bir manası yok. Talebiniz
varsa, gelirsiniz, Başkanlığa müracaat edersiniz, Başkanlık değerlendirir. Efendim, teşekkür
ediyorum. MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, hemen şimdi başvurumu yapıyorum; yani ben sizin bu
sözünüzü verilmiş... BAŞKAN - Siz geciktiniz
başvurunuzda; niye; ben, bugüne kadar, şu ana kadar gelen başvuruları
değerlendirdim. Eğer Başkanlığa başvurursanız, önümüzdeki hafta arkadaşlar
değerlendirir... MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Sayın Başkanım, 1 dakika açıklamanın burada kime ne zararı
olacak? BAŞKAN - Efendim teşekkür
ediyorum, maksat hâsıl olmuştur. MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Hâsıl olmuştur da, yani şimdi bir dakika pamukla ilgili... BAŞKAN - Yani böyle bir
usul var mı? MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Hayır anlatamadım... BAŞKAN - Anlatamazsınız,
çünkü anlatmaya hakkınız yok. Ben hakkımı kullanıyorum. MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - Yani siz hakkı bilmiyorsunuz ki Sayın Başkanım. BAŞKAN - Sizden
öğreniyoruz tabiî İçtüzüğü. MEHMET YALÇINKAYA
(Şanlıurfa) - İyi... Öğrenin. BAŞKAN - İçtüzüğü sizden
öğreniyoruz, doğru. Başkanlığın Genel Kurula
diğer sunuşları vardır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum: B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - Devlet
eski Bakanı Yüksel Yalova hakkında bulunan Danıştay 2 nci ve 5 inci Daireleri
kararlarının, milletvekillerinin tetkik ve takdirlerine açılmasının Başkanlıkça
uygun mütalâa edildiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/911) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna Devlet eski Bakanı Yüksel
Yalova hakkında, Danıştay 2 nci Dairesince verilen 13.6.2001 tarihli ve Esas:
2001/835, Karar:2001/1652 sayılı karar ile Danıştay 5 inci Dairesince verilen
31.5.2001 tarihli ve Esas: 1999/5815, Karar: 2001/2353 sayılı karar, Anayasanın
100 üncü maddesine göre gereği yapılmak üzere Başkanlığımıza intikal
ettirilmiştir. Bilindiği gibi;
Anayasamızın 100 üncü maddesi uyarınca, Meclis soruşturması önergeleri, sadece
milletvekilleri tarafından ve en az 55 imzalı olarak verilebilmektedir. Böyle bir önerge olmadan,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının söz konusu kararlarla ilgili olarak
Meclis soruşturmasına ilişkin bir işlemi resen yürütmesi mümkün olmadığından,
daha önce yapılan uygulamalar doğrultusunda, konunun Genel Kurula sunulması ve
anılan kararların milletvekillerinin tetkik ve takdirlerine açılması
Başkanlığımızca uygun mütalaa edilmiştir. Bu nedenle, yukarıda
tarih ve sayıları belirtilen ve Başkanlığımızda bulunan Danıştay kararları
sayın milletvekillerinin tetkik ve değerlendirmelerine açılmıştır. Yüce Heyetin bilgilerine
sunulur. Ömer
İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur. Sözlü soru önergelerinin
geri alınmasına dair önergeler vardır; ayrı ayrı okutacağım: 2. - DiyarbakırMilletvekili Nurettin Atik’in (6/1548) esas
numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/419) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü
Sorular" kısmının 583 üncü sırasında yer alan (6/1548) esas numaralı sözlü
soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz
ederim. Nurettin
Atik Diyarbakır BAŞKAN - Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir. Diğer önergeyi
okutuyorum: 3. - Bursa
Milletvekili Oğuz Tezmen'in (6/1551) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/420) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü
Sorular" kısmının 586 ncı sırasında yer alan (6/1551) esas numaralı sözlü
soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz
ederim. Oğuz
Tezmen Bursa BAŞKAN - Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir. Diğer önergeyi
okutuyorum: 4. -
Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı'nın (6/1557) esas numaralı sözlü sorusunu
geri aldığına ilişkin önergesi (4/421) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü
Sorular" kısmının 592 nci sırasında yer alan (6/1557) esas numaralı sözlü
soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz
ederim. Mehmet
Baysarı Antalya BAŞKAN - Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir. Diğer önergeyi
okutuyorum: 5. - Muğla
Milletvekili Nazif Topaloğlu'nun (6/1561) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi (4/422) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü
Sorular" kısmının 596 ncı sırasında yer alan (6/1561) esas numaralı sözlü
soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz
ederim. Nazif
Topaloğlu Muğla BAŞKAN - Sözlü soru önergesi
geri verilmiştir. Diğer önergeyi
okutuyorum: 6. - Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın (6/1565 ve 6/1569) esas numaralı sözlü
sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/423) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü
Sorular" kısmının 599 uncu ve 603 üncü sıralarında yer alan (6/1565 ve
6/1569) esas numaralı sözlü soru önergelerimi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz
ederim. Musa
Uzunkaya Samsun BAŞKAN - Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir. Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım. IV. -
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ 1. -
30.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan
Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/20) esas
numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmında yer almasına ve gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki
görüşmelerin 6.11.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu
önerisi Danışma Kurulu Önerisi No: 87 Tarihi:
30.10.2001 30.10.2001 tarihli gelen
kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Başbakan Bülent Ecevit ve
Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/20) esas numaralı gensoru önergesinin,
gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve
Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki
görüşmelerin 6.11.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasının Genel Kurulun onayına
sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
BAŞKAN - Söz isteği?..
Yok. Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir. Alınan karar gereğince,
sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz. Önce, yarım kalan
işlerden başlayacağız. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara
Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın;
Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara
Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42
Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili
Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232,
2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Değişikliği
Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa
verilmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz. Türk Medenî Kanunu
Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet
Özdoğu ve Dört Arkadaşının; aynı Kanunda değişiklik yapılması hakkında kanun
teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine, kaldığımız yerden devam
edeceğiz. 2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel
Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (1) (1) 723 S. Sayılı Basmayazı 24.10.2001 tarihli 11 inci
Birleşim Tutanağına eklidir. BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. Tasarının bölümler
halinde görüşülmesi; bölümler üzerinde gruplar, hükümet ve komisyon adına
yapılacak konuşmaların 20'şer dakika olması; maddeler okunmaksızın, sadece
bölümlerin ayrı ayrı oylanması ve bölümler üzerinde verilen önergelerin kabulü
halinde, o bölümün kabul edilen önergeyle birlikte oylanması; bölümler
üzerinde, komisyon ve hükümetin 1'er, milletvekillerinin de 3 önerge
verebilmesi, daha önce kabul edilmişti. İkinci bölüm üzerinde,
Adalet ve Kalkınma Partisi ile Saadet Partisi Grupları adına konuşmalar
tamamlanmıştı. Şimdi, söz sırası,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Nevşehir Milletvekili İsmail Çevik'e
aittir. Buyurun Sayın Çevik. (MHP
sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakikadır. MHP GRUBU ADINA İSMAİL
ÇEVİK (Nevşehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 723
sıra sayılı Türk Medenî Kanunu ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısının İkinci Bölümünde, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, idrak
etmekte olduğumuz Berat Kandilimizin mübarek olmasını diliyorum, Yüce
Heyetinize saygılar sunuyorum. Tasarının İkinci Bölümü
"Tüzel Kişilik" başlığını taşıyan 47 nci maddeden 117 nci maddeye
kadar olan bölümdür. Bu bölüm, üç ayırımdan oluşmaktadır. "Genel
Hükümler", "Dernekler" ve "Vakıflar" başlıklarını
taşıyan düzenleme, bu bölümde yer almaktadır. Tasarı, çok uzun süren
bir çalışmanın ve ciddî bir emeğin ürünü olarak Genel Kurula gelmiştir. Adalet
Bakanlığının daha önce oluşturduğu komisyonlar tarafından hazırlanmış ve
bakanlıkça, 1971 ve 1984 tarihlerinde yayımlanmış bulunan iki ön tasarıyla,
kaynak, İsviçre Medenî Kanunu, Alman Medenî Kanunu, Fransız Medenî Kanunu, İtalyan
Medenî Kanunundan yararlanılmıştır. Uzun süre tartışılan bir
tasarı olmasından dolayı, sivil toplum örgütleri, kadın kuruluşları ve konuyla
ilgilenen bireylerin görüşleri değerlendirilmiştir. Ayrıca, İsviçre ve Türk
doktrin ve yargı içtihatlarında ileri sürülen görüşler ile gelişmeler gözden
geçirilerek, çağdaş bir tasarı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Ülkemizde, 1924 yılından
itibaren ulaşılmaya çalışılan, 1934 yılında siyasal haklar tanınarak sürdürülen
kadın-erkek eşitliği, tasarıyla, arzu edilen çağdaş noktaya getirilmeye
çalışılmıştır. Tasarı, dil konusunda
eleştirilmiştir. Dil de, yaşayan bir organizma gibi, insan yaşamına uygun
olarak gelişir, yenileşir, zenginleşir. Yasalar da bu dinamizme uymak
zorundadır; ancak, dilde sadeleşme veya arılaşma çalışmaları nesiller arasında
kopukluğa yol açmamalı, konuşulan, kabul görmüş kelimeler yabancı menşeli diye
uygun karşılıkları bulunamadığında, ille karşılık olsun diye kelimeler
uydurulmamalıdır. Tasarıda da kullanılan
kavram, deyim ve terimler mümkün olduğu kadar arılaştırılarak, anlaşılır hale
getirilmeye çalışılmıştır. Bazı kavram, deyim ve terimlere uygun arı Türkçe
karşılık bulunamamış, bunlar aynen muhafaza edilmiştir. Tasarıda, yürürlükteki
kanuna oranla, çeşitli kurumlarda, önemli ve köklü değişiklikler yapılmıştır. Yetmişbeş yıllık Medenî
Kanunda, bugüne kadar 9 değişiklik yapılmıştır. Dinamik insan yaşamı karşısında
kanunların statik, durağan olmaları düşünülemezdi. Türk Medenî Kanununun, bu
tasarıyla değiştirilmesi de, bu düşüncenin zorunlu sonucudur. Değişiklik, hem
günümüzde ortaya çıkan birtakım yeni ihtiyaçlara cevap vermek hem de yabancı
hukuk sistemlerinde gerçekleşen değişiklik ve gelişmelere uygunluk sağlamak
için yapılmıştır. Tasarının İkinci Bölüm
Birinci Ayırımında, yürürlükteki metnin tüzelkişilik tanımı, yeni düzenlemeye
aynen alınmıştır. Kanunda tanımlanmak istenilen hukukî bir kavramın kapsamına
girecek kurumlar tek tek sayılmamış, bu kurumların ortak özelliklerini ortaya
koyan açık bir ifade kullanılması gereği üzerinde durulmuştur. Dernekler,
vakıflar, ticaret şirketleri ve kooperatifler, kendilerini düzenleyen özel
hükümlerde zaten tanımlanmaktadırlar. Tüzelkişi türleri tek tek zikredilmezken
"hukuk düzeni tarafından, hak ehliyetine sahip, belli bir amaç için oluşturulan
bir kişi veya mal topluluğunun, hukuk düzeninde başlıbaşına bir varlığa sahip
olmak üzere örgütlenmesidir" diye çerçevesi çizilmiştir. Tasarıda ciddî
değişiklikler getirilmesine rağmen, ihtiyaca cevap veren, değişikliği
gereksinmeyen birçok madde de, dil açısından sadeleştirilerek aynen muhafaza
edilmiştir. "Genel
Hükümler" başlığını taşıyan Birinci Ayırımda önemli değişiklik,
tüzelkişiliğin sona ermesi durumunda, tasfiyenin, terekenin resmî tasfiyesi
hükümlerine göre yürütüleceğidir. Uygulanan Medeni Kanunun tasfiyeyi tabi
tuttuğu hükümlerin dernek ve vakıflara uygulanmasının isabetli olmadığı görüşü
doğrultusunda bu düzenleme yapılmıştır. Yürürlükteki kanunda derneklerle ilgili
eksiklik, ayrıntılı bir düzenlemeyle giderilmeye çalışılmıştır. Görüşmekte olduğumuz
tasarının İkinci Bölümünde düzenlenen tüzelkişilik, özgürlükçü, çağdaş,
demokratik bir sistem için son derece önemlidir ve yine, bu bölümde,
derneklerin önemi üzerinde kısaca durmak istiyorum. Toplumun
demokratikleşmesinde ve Avrupa Birliğine uyum sürecinde, dernekler çok önemli
sivil toplum kuruluşlarıdır. Mevcut Dernekler Yasamız, 1983 yılında, o dönemin
olumsuz şartlarına tepki olarak çıkarılmıştır. Demokrasinin ve özgürlüklerin
engellenmesi, ekonomik büyümeyi de olumsuz yönde etkilemektedir; demokrasi ve
özgürlükler genişlediği ölçüde, toplum zenginleşmektedir. Bu bağlamda, Medenî
Yasa Tasarısının kabulünden sonra, Dernekler Yasasının da gündeme alınmasını ve
bu konuda tasarı hazırlanmasını Sayın Adalet Bakanımızdan bekliyoruz. Tasarı hazırlanırken,
dört yıllık, uzun süren bir çalışma sürdürülmüştür. Tasarıda, yürürlükteki
kanunda olduğu gibi, maddelerin konu ve kenar başlıklarıyla sistematik
korunurken, madde numaralarında uygunluktan vazgeçilmiştir. Uygulamada
maddelerin uyumu kolaylık sağlayacakken, bu husus önemsenmemiştir. Yürürlükteki
kanun 937 maddeyken tasarı 1 030 madde olmasına rağmen, madde numaraları aynen
muhafaza edilerek, maddelere eklemeler yapılmak suretiyle uyum sağlanabilirdi
diye düşünüyoruz. Tasarının 80 inci maddesinde
"Genel Kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı
verir; dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan
işleri görür. Genel Kurul, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı
sebeplerle her zaman görevden alabilir" denilmektedir. Burada, haklı
sebeple de olsa, görevinden alınan organların sözleşmeden doğan hakları saklı
olacaktır. Maddede bunu zikretme gereği görülmemiştir. Tasarının 89 uncu
maddesinde, derneğin, amacına, kanuna ve ahlaka aykırı hale gelmesi halinde
feshinin, cumhuriyet savcısının resen veya bir ilgilinin ihbarıyla
istenebileceği veya bu hususta ilgilinin dava açabileceği düzenlenmiştir.
Tasarıyla, tüzelkişiler, dernekler ve vakıflar güçlendirilmiştir. Daha özgür,
daha çağdaş ve hukukun üstünlüğünün bütün unsurlarıyla uygulandığı bir gelecek
için, sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Üçüncü ayırımda vakıflar
düzenlenmiştir. Bu bölümde, belirli bir amaç için yeterli mal ve hakları
özgülemeleriyle oluşan tüzelkişiliğe sahip mal toplulukları denilmek suretiyle
açıklık sağlanmıştır. Tasarıya, kanunda olmayan
"Faaliyetten geçici alıkoyma" başlığını taşıyan 115 inci madde ilave
edilmiştir. Bu madde, İçişleri Bakanlığına, Anayasada öngörülen hallerde ve
belirlenen usullere uygun olarak, denetim makamının da görüşünü almak
suretiyle, mahkemece bir karar verilinceye kadar geçici olarak faaliyetten men
etme yetkisi verilmiştir. Bu madde vakıf kurma özgürlüğüyle ilgili olduğundan,
Anayasanın 23.7.1995 tarih ve 4121 sayılı Kanunla değişik 33 üncü maddesinin
dördüncü ve son fıkraları esas alınarak düzenlenmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarı, kolektif bir çalışmanın ciddî bir
ürünüdür. Geniş bir zaman aralığında hazırlanmış, üzerinde emek ve mesaisini
sarf eden, değişik dönem ve makamlarda görev yapmış çok kişinin katılımına
mazhar olmuş bir çalışmadır. Üzerinde emek sarf eden herkes, haklı bir övüncü
paylaşacaktır; ancak, 21 inci Dönem Parlamentosu ve Adalet Komisyonu ile Adalet
Bakanı ve Bakanlık bürokratları ile tasarı üzerinde çalışan akademisyenlerin
çalışmalarını takdir etmek ve burada anmak istiyorum. Emeği geçen herkese
müteşekkir olduğumuzu ifade ediyor, milletimize hayırlı olmasını diliyor,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Çevik. ANAP Grubu adına,
Balıkesir Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner?.. Yok. BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Daha sonra konuşacak. BAŞKAN - Demokratik Sol
Parti Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Yekta Açıkgöz. Buyurun Sayın Açıkgöz.
(DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakikadır. DSP GRUBU ADINA YEKTA
AÇIKGÖZ (Samsun) - Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; 723 sıra
sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı hakkında Demokratik Sol Parti Grubu ve
şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Parlamentoyu saygıyla
selamlıyorum. Bu arada, içinde görev
aldığım Adalet Komisyonunun bir üyesi olarak, başta Sayın Adalet Bakanım ve
Sayın Komisyon Başkanım ve Prof. Akıntürk ve Kılıçoğlu'na ve tüm komisyon üyesi
arkadaşlarıma, yine, şahsım ve grubum adına şükranlarımı sunarım. Gerçekten, 21 inci Dönem
Parlamentosunun Adalet Komisyonu üyeleri bu tasarı üzerinde, bazen haftada iki
gün olmak üzere, ondört ayı aşkın bir zaman diliminde, feragatla, özveriyle,
üstün bir gayretle çalışmışlar ve bu güzel ve olumlu tasarıyı Genel Kurulumuza
getirebilmişlerdir. Saygıdeğer
milletvekilleri, hiç şüphesiz ki, 17 Şubat 1926 yılında kabul edilmiş olan Türk
Medenî Kanunu, cumhuriyetimizin devrimlerinden biri olarak hukuk devriminin en
önemli simgesidir. Ne var ki, Medenî Kanunumuz, değişen ekonomik ve sosyal
koşullar karşısında, Türk Halkının medenî istek ve ihtiyaçlarına çağdaş anlamda
cevap vermekten uzak kalmaya başlamış; bu nedenlerle de, değişen koşullara
uygun çağdaş bir anlayışla yenilenmek üzere bu tasarı hazırlanmıştır. Tasarı, toplam 1 030
maddeden ibarettir; yürürlükteki kanun ise, 937 maddedir. Demek ki, yeni Medenî
Kanun Tasarısı 93 madde fazlalaşmıştır. Bu da, tasarıya eklenen yeni maddelerin
varlığını göstermektedir. Tasarının getirdiği en
önemli değişikliklerin başında dil gelmektedir. Gerçekten, yetmişbeş yılda
Türkçede önemli gelişmeler olmuş; dilimiz, birçok yabancı sözcükten
arındırılarak sadeleştirilmiştir. O nedenle, genç kuşakların anlamakta güçlük
çektiği kanun metni, dilimizdeki bu gelişmeye paralel olarak yeniden
yazılmıştır. Değerli milletvekilleri,
bu kısa girişten sonra, yeni Medenî Yasa Tasarımız hakkında genel bilgi vermek
istiyorum. Tasarı, yürürlükteki kanunda olduğu gibi, bir Başlangıç ile
sırasıyla Kişiler Hukuku, Aile Hukuku, Miras Hukuku, Eşya Hukuku olmak üzere
dört kitaba ayrılmaktadır. Kişiler Hukuku da kendi içinde iki bölüme
ayrılmıştır; Birinci Bölümde gerçek kişiler, İkinci Bölümde ise tüzelkişiler
düzenlenmiştir. "Kişiler Hukuku" başlığı adı altında Birinci Kitabın
İkinci Bölümünü oluşturan Tüzelkişiler Bölümü de "Genel Hükümler",
"Dernekler" ve "Vakıflar" başlıklarını taşıyan üç ayırımdan
oluşmaktadır. Genel Hükümlere ilişkin Birinci Ayırımda, tüzelkişilerle ilgili
genel kurallara yer verilmiştir. Tasarının "Kişiliğin sona ermesi, sınırlı
devam etme" kenar başlığını taşıyan yeni 52 nci maddesi, tüzelkişiliğin
sona erme sebeplerinden birinin ortaya çıkması durumunda bunun sonucunun ne
olacağı konusunda, Türk Ticaret Kanununun çeşitli hükümlerinde ticaret
ortaklıkları için dile getirilen ve doktrinde bütün özel hukuk tüzelkişileri
açısından da geçerli olduğu kabul edilen bir ilkenin Medenî Kanunda da bir
genel ilke olarak yer alması gerektiği düşüncesinden hareketle kaleme
alınmıştır. Bu ilke, tüzelkişiliğin sona erme sebeplerinden biri ortaya
çıktığında, bir tüzelkişinin kişiliğinin ortadan kalkmasının hemen gerçekleşemeyeceği;
tüzelkişinin kuruluş amacının yerini, tasfiye sonuçlanana kadar, tasfiye
amacının alacağı ve tüzelkişiliğin de, bu amaçla sınırlı olmak üzere, devam
edeceği ilkesidir. Bu ayırımda yapılan diğer
önemli bir değişiklik, tüzelkişiliğin sona ermesi durumunda, tasfiyenin,
terekenin resmî tasfiyesine hükümlerine göre yürütüleceğidir. Bu değişiklik,
yürürlükteki kanunun tasfiye için öngördüğü hükümlerin dernek ve vakıflara
uygulanmasının isabetli olmaması gerekçesiyle yapılmıştır. Tasarının 53 üncü
maddesine göre, sona erme sebebi gerçekleşen tüzelkişinin tasfiyesi,
yürürlükteki kanunun 50 nci maddesinde olduğu gibi, kooperatif şirketlere
tatbik edilen hükümlere göre değil, kanunda ve kuruluş belgesinde aksine hüküm
bulunmadıkça, terekenin resmî tasfiyesine ilişkin hükümlere göre yapılacaktır. Yürürlükteki kanunun
ikinci ayrımında yer alan dernekler ayrıntılı bir biçimde düzenlenmemiş, buna
karşılık, vakıflar oldukça ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir. Bu durum
dikkate alınarak, tasarıda derneklerle ilgili hükümlere daha geniş bir yer
verilmiştir. Tasarının 56 ncı
maddesinde, derneğin tanımına yer verilmiş, hukuka veya ahlaka aykırı amaçlarla
dernek kurulamayacağı belirtilmiştir. Tasarının 57 nci
maddesinde ise, Anayasanın 33 üncü maddesinde yer alan dernek kurma hürriyeti,
bir medenî hukuk kuralı olarak tekrarlanmıştır. Yürürlükteki kanunun 71
inci maddesini karşılayan yeni 89 uncu maddede, derneğin amacının kanuna veya
ahlaka aykırı hale gelmesi durumunda, cumhuriyet savcısının veya bir ilgilinin
istemi üzerine mahkemece feshine karar verilebileceği belirtilmiştir. Tasarının 90 ıncı
maddesinde, derneklerin amacı dışında faaliyet gösteremeyecekleri; dernek
faaliyetleriyle ilgili yasak ve sınırlamalara aykırılık halinde, cumhuriyet
savcısının istemiyle mahkemece faaliyetten alıkoyma kararı verilebileceği
öngörülmüştür. Yürürlükteki kanunun 73
üncü maddesini karşılayan yeni 101 inci maddenin birinci fıkrasında, vakfa
özgülenecek olan malların ve hakların yeterli olması koşulu eklenerek, kavramsal
açıklık sağlanmıştır. Üçüncü fıkrasında, vakıflarda üyeliğin söz konusu
olamayacağı belirtilmiştir. Ülkemizde zaman zaman söz konusu olabilen dernek
yerine vakıf kurma eğilimleri, böylece, yeterli mal ve hakların belirli bir
amaca özgülenmesinin aranması ve derneklerden farklı olarak vakıflarda üyelik
olamayacağının belirtilmesi suretiyle önlenmiş ve dernek benzeri vakıflar
kurulması değil, tarihî gelişimine ve işlevine uygun şekilde, gerçek anlamda
vakıf kurulması yasal güvence altına alınmış olmaktadır. Son fıkra ise, Anayasanın
ilkeleri dikkate alınarak düzenlenmiş, cumhuriyetin Anayasayla belirtilen
niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, millî birliğe ve
millî menfaatlara aykırı veya belirli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek
amacıyla vakıf kurulamayacağı hüküm altına alınmıştır. Vakfın tesciline ilişkin
mahkeme kararına karşı yürürlükteki kanunun 74 üncü maddesine göre iki ay olan
temyiz süresi, tasarının 103 üncü maddesiyle bir aya indirilmiş; ayrıca,
Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya/ve diğer ilgililere, kurulmuş olan vakfın
kurulmasını engelleyen sebepleri göstermek suretiyle iptal davası açma hakkı
tanınmıştır. Tasarının yürürlükteki
kanunda bulunmayan 115 inci maddesi, vakfın geçici olarak faaliyetten alıkonulmasını
düzenlemektedir. Konu vakıf kurma özgürlüğüyle yakından ilgili olduğundan,
Anayasanın 23.7.1995 tarih ve 4121 sayılı Kanunla değişik 33 üncü maddesinin
dördüncü ve son fıkralarındaki değişikliğe uygun olarak tasarının 115 nci
maddesinde, Anayasada öngörülen hallerde ve belirlenen sürelere uygun olarak
vakfın geçici olarak faaliyetten alıkonulması düzenlenmiştir. Tasarının 116 ncı
maddesinde -yürürlükteki kanunun 81/A maddesini karşılamakta- vakfın sona
ermesi ve sicilden silinmesinin mahkeme kararıyla olacağı düzenlemesi
getirilmiştir. Maddenin son fıkrasında, yasak amaç güttüğü veya yasak
faaliyette bulunduğu sonradan anlaşılan veya amacı sonradan yasaklanan vakfın
amacının değiştirilmesine olanak bulunmazsa, vakfın denetim makamının ya da
cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine duruşma yapılarak dağıtılacağı
öngörülmüştür. Yine, tasarının 117 nci
maddesi, yürürlükteki kanunun 81/B maddesini karşılamaktadır. Yürürlükteki
metin kenar başlığıyla birlikte "iktisap" yerine "kazanma"
sözcüğü kullanılmak suretiyle arı Türkçe sözcükler konulmuştur. Değerli milletvekilleri,
yeni Medenî Kanun Tasarımızın Birinci Kitabı olan Kişiler Hukuku kısmının
İkinci Bölümünü oluşturan Tüzel Kişiler bölümünde dernekler ve vakıflar
hakkında getirilen yeni düzenlemeler ve tüm yeni medenî yasamızın, ulusumuza,
halkımıza hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle, olumlu oy vereceğimizi bildirir;
hepinize saygılar sunarım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Açıkgöz. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük; buyurun. (DYP sıralarından
alkışlar) Konuşma süreniz 20
dakika. DYP GRUBU ADINA SAFFET
ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde değişikliği
öngören kanun tasarısı üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak
üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
bu akşam Berat Kandili. Berat Kandilimizin, Türk İslam âlemine hayırlar
getirmesini, bol bereket, huzurlu, güvenli yarınlar getirmesini ve özellikle
de, ülkemizde bolluğun ve bereketin daha da fazla artmasını temenni ediyorum. Değerli milletvekilleri,
konuma geçmeden önce, dün bana intikal ettirilmiş olan bir konuyu gündeme
getirmek istiyorum; çünkü, bana konuyu intikal ettiren bir sivil toplum
örgütüdür. Sivil toplum örgütleri mademki demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır
ve mademki, biz, demokratikleşmenin en önemli unsuru olarak gördüğümüz sivil
toplum örgütlerinin gerek teşkilatlanma ve yapısı ve gerekse yönlendirme ve
kamuoyu oluşturması bakımından önem arz ettiğini ifade ediyoruz, o halde, bize
intikal eden bir konuyu, esasa girmeden önce, bu kürsüden ifade etmeyi de bir borç
ve onlara gösterilen sadakatin, bir sembolün ifadesi olarak da değerlendirmekte
fayda mütalaa ediyorum. Çiftçiler geldi; ziraat
odası... Özellikle, Şereflikoçhisar ve Polatlı Ziraat Odası Başkanları ile
Boyalık Muhtarının bana söylediğini huzurlarınıza getiriyorum; çünkü, konunun
hükümeti ilgilendirmesi sebebiyle, Adalet Bakanımızın, özellikle, hükümette bu
konuyu değerlendireceği inancını taşıyorum. Çiftçilerle ilgili doğrudan
destekleme politikası çerçevesinde, dekar başına verilen 10 milyon ve toplam 2
milyar liralık bir desteklemenin, çiftçimizin gerek tarım kredi kooperatifleri
ve gerekse Ziraat Bankasına olan borçları sebebiyle kendilerine ödenmediği ve
destekleme politikaları çerçevesinde ödenmesi gereken bu paranın, daha işin
başlangıcında kesilip, banka borçlarına mahsup edildiğini ifade ettiler. Değerli milletvekilleri,
burada, gerçekten, fevkalade acayip ve ayıp olarak değerlendirebileceğimiz bir
destekleme uygulaması var. Hem destekliyoruz diyorsunuz hem para vermeye
kalkıyorsunuz hem de bunu kalkıp da Ziraat Bankasının veya tarım kredi
kooperatiflerinin borcuna mahsup ediyorsunuz ve çiftçi desteklenmemiş oluyor.
Bunu, üzüntüyle karşılıyorum. Değerli milletvekilleri,
ikinci husus, uygulanan ekonomik istikrar programı sebebiyle ihmal edilen,
özellikle, müteahhit firmalarımızın yurt dışındaki etkinliğini ve başarısını,
hepimiz, geçmişte, saygıyla andık ve değerlendirdik. Gelinen nokta itibariyle,
özel sektör ve finans sektörünün içinde yaşadığı kriz sebebiyle, bizim
müteahhitlik firmalarının yurt dışından bazı ülkelerden ihaleyi almasına rağmen
teminat istendiği ve fakat, bu teminatı da Türkiye'de verecek bir bankanın
olmaması sebebiyle ihaleyi alamadıklarını ifade ettiler. Bu da felaket bir
olay. Düşünün, bir taraftan dolara ihtiyacınız var; aslında, 20 milyar dolara
kadar yurt dışında ihale alması mümkün olan böylesine önemli ve gurur
duyduğumuz bir sektör, ihaleyi almaya kalktığında, Türkiye'de kendisine teminat
mektubu verecek bir bankayı bulamıyor ve ekonomik konulardan sorumlu olan bakanlar
bu konuda bir çözüm üretmiyor. İşte, bu iki nokta, bana
göre, üzerinde durulması gereken, sivil toplum örgütlerinin de bize yansıttığı
fevkalade önemli noktalardır. Ümit ediyorum ki, Sayın Bakan, bu konuyu gündeme
getirecektir. Değerli milletvekilleri,
78 yıllık cumhuriyetimizin milletimize kazandırdığı değerleri iyi incelemek
mecburiyetindeyiz ve cumhuriyetin kuruluşu ve yaşatılması, bizim için bir borç,
bir görev ve sorumluluktur; ancak, bu cumhuriyetin bize getirmiş olduğu
birkısım sistemlerin ve temel yasaların günün şartlarına uygun olarak
düzenlenmesi ve tanzimi de mutlak surette, şarttır. Esasen, Medenî Kanun,
demokrasimizin ve cumhuriyetimizin en temel yasalarından bir tanesidir. Ana
rahmine girdiği andan itibaren, insanın ölümünden sonraki her türlü hakkının ve
hukukunun düzenlendiği kanun, Türk Medenî Kanunudur. Bu itibarla, Medenî Kanunu
bu bağlamda değerlendirmeye aldığımızda, toplum hayatımızın en önemli yasası
olarak değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Demokrasi diyoruz, hukukun üstünlüğü diyoruz,
insan hakları diyoruz. Bütün bu yüce değerleri en güzel şekliyle temel yasada
teminat altına alan, Türk Medenî Kanunudur. Eğer demokrasimizin gelişmesini
istiyorsak, eğer çağdaş ülkelerin normlarına ulaşmasını istiyorsak, tabiî ki,
günün şartlarına uygun olarak, insanlarımıza tanınmış olan bir kısım hak ve
hürriyetlerin, ona paralel bir şekilde düzenlenmesine de ihtiyaç olduğu
muhakkaktır. Değerli milletvekilleri,
işte, bu bağlamda, çağdaş, özgürlükçü demokrasiyi en iyi noktaya getirebilecek
unsurlardan bir tanesi de sivil toplum örgütleridir. Bu itibarla, demokraside
üç sektörden bahsedilmeye başlanmıştır; kamu sektörü, özel sektör ve sivil
toplum sektörü denilmektedir. İşte, katılımcı demokrasinin, çağdaş demokratik
normların en üst seviyeye getirilmesi için yerine getirilmesi, desteklenmesi
gereken husus da sivil toplum örgütleridir. Değerli milletvekilleri,
Türk Medenî Kanununda bir taraftan insanın hak ve hürriyetlerini, hukukunu
garanti altına alırken, onun, birlikte, bir araya getirdiği organizasyonları,
tüzelkişilikleri de korumak, onlara birkısım hak ve imkânlar vermek, işte bu
bağlamda fevkalade önemlidir, yerine getirilmesi gereken bir görevdir ve
sorumluluktur. Değerli milletvekilleri,
dünyada teknoloji ve bilimdeki değişim ve gelişim, küreselleşmenin ortaya
çıkardığı yeni oluşumlar, birey kadar toplumların karşılıklı hak ve hukukunda
da değişikliği öngörmektedir. Bu sebeple, Türk Medenî Kanunu, hem ülkemizde
yaşanan teknolojik ve bilimsel gelişme hem de sosyal değişimin, uluslararası ilişkilerin
ve zaruretlerin sonucunda birkısım yeni düzenlemeleri de gündeme getirmiştir. 20 nci Asrın 21 inci Asra
emanet ettiği en yüce değer insandır. Bireyin huzuru, refahı, mutluluğu ve
güvenliği, rejimlerin yerine getirmekle yükümlü oldukları zorunluluklarıdır. Bu
hedefleri gerçekleştirecek, insan karakterine en uygun sistem, demokrasidir.
Türk Milleti olarak, demokrasiyi benimsemek ve onu geliştirmek, çağdaş
toplumlarla yarışabilmemizin de gereğidir. Hukukun üstünlüğü, demokrasi ve
insan hakları, 21 inci Yüzyılın yönetim anlayışının temelini oluşturmaktadır.
Bu değerlere sahip olmayan bir ülkenin başarılı olması, güçlü olması mümkün
değildir. Yine, bu değerlere sahip olmayan bir milletin zenginliğinden de
bahsetmek mümkün değildir. Koca imparatorlukların kurulduğu bu topraklarda
özellikle cumhuriyetimizi yüceltmek ve yaşatmak hepimizin boynunun borcu
olduğuna göre, toplulukların ve özellikle tüzelkişilerin hakkını da mutlaka
gündeme getirmek durumundayız. İnsanlarımızın mutluluğu,
insanlarımızın refahı, insanımızın çağdaş topluluklarla rekabet etmesi,
yarışabilmesi için, Anadolu topraklarında, bu ülkede yaşayan herkes, Edirne'den
Ardahan'a kadar bir yumruk gibi olacak, birliğimizi ve bütünlüğümüzü korumakta
kararlı olacağız. Zengin bir kültüre
sahibiz; ancak, ilimle, irfanla, fenle zenginliğimizi kuvvetlendirip dünyayı
takip edecek ve zenginleştirecek, ona göre de yarışacağız. Bu topraklar
üzerinde yaşayan herkesin, hukukun üstünlüğüne dayalı, insan hak ve
hürriyetleriyle güçlendirilmiş demokrasinin nimetlerinden yararlanması ve buna
göre geliştirmesi şarttır; Türk tarihimizin bize öğüdüdür; torunlarımıza
hazırlayacağımız yarınlarımızdır; heyecanımız ve güç kaynağımızdır. İnsan haklarını en iyi
koruyan demokrasidir diyoruz. Demokratik rejimde geleneksek temel hak ve
hürriyetler yanında, toplumsal hayatı etkileyen katılımcı yönetim anlayışını
sağlayacak demokratik haklar vardır; bu hakların en önemlisi de dernek kurma
özgürlüğüdür; sivil toplum örgütü anlayışının pekiştirilmesidir. Millî irade ve
kamuoyu oluşumunda katkıda bulunan en önemli unsur sivil toplum örgütleridir.
Bu özgürlükler, demokratik rejimin temelini oluşturmaktadır. İnsanı yükselen
bir değer kabul ederek, ikinci, gerekse üçüncü bir devlete karşı korumak,
demokratik düzenin üzerinde önemle durduğu güzellikleridir. Temel hakların
amacı, bireyin hakkını devletin özgürlük alanında müdahalesine karşı
korumaktır. İnsan hakları, devlete, yani siyasî iktidarlara karşı bireyi koruma
uğruna uzun bir mücadele sonucunda elde edilmiştir. Zira, insanlar, tabiatı
icabı özgür ve bağımsız olarak bazı haklara sahiptir; ancak, hiçbir temel hak
ve hürriyet mutlak değildir, belli bazı sınırlamalara tabidir. Onun içindir ki,
gerek Anayasamızda gerek yasalarımızda gerekse uluslararası özellikle
sözleşmelerde ve evrensel değerlendirmelerde, kamu güvenliği, kamu düzeni, kamu
refahı, kamu ahlakı, ülke bütünlüğü, suçluluğun önlenmesi ve başkalarının
haklarına riayet edilmesi gibi sebeplerle, yine yasalarla sınırlandırılması
öngörülmektedir. İnsan hakları ve özgürlüklerini
koruyan millî düzeyde resmî kurum ve kuruluşlar olduğu gibi, sivil toplum
örgütlerinin de, keza, aynı şekilde önemli işlevleri vardır. Sivil toplum
örgütleri hükümetdışı kuruluşlardır, siyasal partiler buna girer, dernekler,
spor kulüpleri... Hemen hemen bütün sivil toplum örgütleri, bu bağlamda, gerek
Anayasa gerek yasa ve gerekse uluslararası sözleşmelerle garanti altına
alınmış, teminat altına alınmış birkısım değerlerimizdir. Bu aracı kuruluşlar,
demokrasinin temel unsurudur. İstikrarlı demokrasi sivil toplumun da
teminatıdır. Sivil toplum örgütleri, demokrasinin vazgeçilmez kuruluşlarıdır,
demokrasinin teminatıdır; sorumluluğunu bilen, görevinin yasal amaçlarını
yerine getiren, demokrasiyi vazgeçilmez yönetim biçimi olarak kabul eden
kuruluşlardır. Sivil toplum örgütlerinin gücünün geliştirilmesi, amacını
gerçekleştirebilmesi, ancak tam demokrasilerde mümkündür. Hiçbir sivil toplum
örgütü, varlığını borçlu olduğu, gücünü aldığı demokrasiye yöneltilen
saldırıları görmezlikten gelemez, gelmemelidir ve yine, hiçbir sivil toplum
örgütü, gücünü aldığı demokrasiye saldırıları asla haklı bulamaz, tepkisini
mutlaka koymak mecburiyetindedir. Bu itibarla, sivil toplum örgütlerimizin,
gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında, ülkemizin bütünlüğü, demokratik
rejimimizin korunması ve kollanması ve milletin parçalanmaması istikametinde
kesin kararlı olması gerektiği gibi, buna yönelecek, gerek yurtiçi ve gerekse
yurtdışı birkısım oluşumlara karşı, Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle bir bütünlük
içerisinde, mutlaka mücadele etmek mecburiyetindedir. Kamuoyu tepkisi Batı
demokrasilerinde çok etkilidir -bu tepkiler yönetim tarafından yeterince
ciddîye alınmamaktadır- çünkü, bu kuruluşlar, temsil ettikleri kitlelerin
oylarını etkileyebilecek güce sahiptirler ve bu güç sonunda siyasî tabloyu da
belirlemektedirler. Batıda yönetim kolaylıkla
ve acımasızca eleştirilmesine rağmen, Türkiye'de eleştirildiği zaman, sanki,
devlete doğrudan doğruya yük bindiriliyormuş gibi olmaktadır. Benim biraz evvel
de ettiğim gibi, bu ülkenin bütünlüğünü korumak için sivil toplum örgütlerine
büyük bir görev ve sorumluluk düşüyor; ama, bir taraftan da, özellikle,
devlette veya bir başka yerde, birkısım hakların ve hukukların ortadan
kaldırılmasına yönelik tasarruflar söz konusu olduğu zaman da mutlaka tepkisini
ortaya koymalı ve koyduğu zaman da ondan sorumlu olan kişiler ve görevliler
mutlaka dikkate alınmalıdır; çünkü, kamuoyu tepkisi, yöneticilerin en önemli ve
vazgeçemeyecekleri bir öndenetleme mekanizmasıdır. Değerli milletvekilleri,
sivil toplum örgütleri -biraz evvel de ifade ettiğim gibi- hükümet politikaları
oluşturmada ve yönlendirmede etkili olmaktadırlar. İlgilendikleri konularda
geniş çalışma yapıp, yaymak, halkı bilgilendirmek, kamuoyunu etkilemek
suretiyle de faydalı hizmetler yapmaktadırlar. İşte, bu bağlamda, Dernekler
Kanunu bizim özel kanunumuzdur; Medenî Kanun ise temel kanundur. Temel kanunla
özel kanun arasındaki ilişkiyi kurmak, bir taraftan temel kanunu olduğu gibi
getirip, bir taraftan da özel yasayla aradaki boşlukları gidermek ve böylece
ikili bir yasa düzenlemesini gündeme getirmek, aslında, konuya verilen önemin
en önemli göstergesi olarak değerlendirilmesi gerekir. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinde de -biraz evvel ifade ettiğim gibi, tekrar söylüyorum- kamu güvenliği,
kamu düzeni, kamu ahlakı ve sağlığı, suçluluğun önlenmesi ve başkalarının
haklarının korunması gibi konularda bütün uluslararası anlaşmalarda kanunla
tahdit getirilmesinin mümkün olduğunu unutmamak gerekir. Dernek kurma kişilerin
kendi iradeleriyle bir ortak amaca yönelmeleridir. Kişinin bir derneğe kendi
iradesiyle katılması, başkalarıyla birlikte, yine, kendi iradesiyle oradan
çıkması bir haktır, bir hürriyettir. Dolayısıyla, bir kimseyi zorla üye
yapamazsınız, zorla kişiye veya kişilere de herhangi bir şekilde dernek
kurduramazsınız. Bugün, Türkiye'de 157 000 dernek vardır, 79 000'i halen faal
durumdadır, mahkeme kararıyla feshedilmiş dernek sayısı 27 000'dir, mahkeme
kararıyla kapatılanların sayısıysa 181'dir. Vakıflar ve dernekler, sendikalar
gibi, sivil toplum örgütlerimizin en önemli gruplarındandır. Değerli milletvekilleri,
vakıflar, Türk-İslam hukukunun dünya hukukuna emanet ettiği en yüce değer, en
önemli organizasyonlardır. Bu geleneksel vakıf sistemi, karşılıksız hayır
yapmanın, uzlaşmanın, varlıklı olandan muhtaç olana kaynak tahsis etmenin en
güzel örneğidir. İyilik yapma, topluma hizmet etme, toplumun ihtiyaçlarını
karşılama, 11 inci Yüzyıldan itibaren, Selçuklu İmparatorluğundan itibaren,
özellikle, Türk Milletinin o hasletlerini dile getiren ve gerçekleştiren en
önemli organizasyonlardır. Bu itibarla, biz, vakfı bir başka şekilde
değerlendiriyoruz. Devrimci Medenî Kanun, evrimci, şu andaki Medenî Kanun
Tasarısı çağdaş bir ihtiyaç, bir model içerisinde, vakıf uygarlığını tanımakta
ve düzenlemektedir. Bu geleneği yaşatacağına inanıyoruz; çünkü, vakıf geleneği,
hem bizim mirasımız, kültür mirasımız hem de geçmişteki varlıklarımızın
teminatı, gelecekte de bizim torunlarımıza vereceğimiz en önemli haklardan, en
önemli sivil toplum örgütlerinden bir tanesidir. Değerli milletvekilleri,
şu anda, Türkiye'de 4 000 küsur vakıf vardır. Bunun 3 000'i sivil, geri kalanı
da kamu kurum ve kuruluşlarına ait, teşkilatlandırılan vakıflardır. Gönüllülük
esasına göre kurulmaktadır; ama, her şeye rağmen şunu belirtmek istiyorum;
bizler, bu görevi üstlenenler, vakıfları korumak, kollamak, desteklemek ve
gelecek nesillere intikal ettirmek hepimizin millî görevi olmalıdır. Bu kanunda
vakıfların tekrar düzenlenmesini bu bağlamda önemli görüyorum. Dernekler Kanunuyla
ilgili özel bir kanun vardı; ama, Medenî Kanunda yeteri kadar hükümler yoktu.
Dolayısıyla, Dernekler Kanunuyla Medenî Kanun çelişebiliyordu, çakışabiliyordu.
İşte, bütün bunların
hepsini şu anlamda değerlendirmenin yararlı olacağını düşünüyorum; 21 inci
Yüzyılın ilk yılını idrak ederken, sosyal değerlerin hızla değiştiği, gönüllü
demokratik kitle organizasyonlarının önemlerini her geçen gün artırdığı bir
dönemde, hem derneklere hem de vakıflara gereken ehemmiyeti vermek ve onlarla
ilgili birkısım korumacı tedbirleri almak mecburiyetinde olduğumuz muhakkaktır;
ama, unutulmaması gereken bir şey vardır: Vakıf, dernek değildir, dernekler
gibi aynı işlemlere tabi tutulmaması gerektiği gibi, yine, vakıfları kuranların
da, bunun, gerçekten, her halükârda bir dernek gibi yürütülmesi mümkündür
şeklindeki bir zehaptan ve zihniyetten uzaklaşması gerekir. Değerli milletvekilleri,
Türk Medenî Kanununda değişiklik yapılması hakkında kanun tasarısında konu ve
kenar başlıklarının aynen korunduğu; ancak, madde metinlerinin, kaynak İsviçre
Medenî Kanununa uydurularak, günümüz Türkçesine uygun şekilde arılaştırılarak
daha kolay anlaşılır hale geldiği ifade edilmektedir. Tabiî ki, bizim gibi
nesil, özellikle "kanun, lafzıyla veya ruhuyla temas ettiği bütün
meselelerde meridir" şeklinde bize ezberletilen o paragrafı ve o maddeyi
hiçbir zaman unutmaz; ama, her şeye rağmen, çağın şartlarına uygun, günün
gençlerinin de anlayabileceği şekilde birkısım düzenlemeleri de olumlu
buluyoruz. Yine, İkinci Bölümde
"Tüzel Kişiler" bölümü hakkında birkaç noktayı dile getirmek
istiyorum. Daha evvelden tüzelkişiliğin sona ermesi durumunda, tasfiyenin,
terekenin resmî tasfiyesi hükümlerine göre yürütüleceği şeklinde bir hüküm
getirilmiştir. Bu değişikliğin, yürürlükteki kanunun tasfiye hükümlerinin
dernek ve vakıflara uygulanmasının isabetli olmayacağı gerekçesiyle yapıldığı
anlaşılmaktadır. İkinci kısım olan
derneklerle ilgili bölüme geldiğimizde, mevcut kanunda derneklerle ilgili
ayrıntılı hükümler düzenlenmemiş, vakıflarla ilgili hükümler ise çok ayrıntılı
şekilde düzenlenmiştir. Bu durum dikkate alınarak, yeni tasarıda derneklerle
ilgili hükümlerin... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun, 2
dakika içerisinde toparlayın efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Yeni tasarıda,
derneklerle ilgili hükümlerin daha ayrıntılı düzenlenerek, bir denge sağlandığı
müşahede edilmektedir. Ayrıca, yeni tasarıda, 89 uncu madde uyarınca, amacı
kanuna veya ahlaka aykırı hale gelen derneğin feshi, cumhuriyet savcısı
tarafından resmen veya bir ilgilinin ihbarı üzerine açılacak bir davayla
istenebileceği gibi, bir ilgilinin doğrudan doğruya açacağı bir davayla da
gerçekleştirilebilecektir. Vakıflara ayrılmış olan
kısımda ise önemli değişiklikler var. Bununla ilgili olarak, Vakıflar Genel
Müdürlüğünün, özellikle mahkemelere dava açma hakkı var. Üyelikle ilgili olarak
da, özellikle üye olabilme imkânları ortadan kaldırılmaktadır. Bu bağlamda,
vakfın amacına uygun olarak hizmet edip etmediği hususunu da mutlaka dikkate
alma ve bununla ilgili, eğer, gelecekte vakıf yönetiminde bir sıkıntı, bir
eksiklik olursa, tedbirlerini alma imkânı da doğmaktadır. Değerli milletvekilleri,
biraz evvel de ifade ettiğim gibi, vakıflar, Selçuklu'dan, Osmanlı'dan Türkiye
Cumhuriyetine kadar, kervansaraylar, köprüler, hanlar, hamamlar, her şey yapmış
ve böylece, Türkiye'nin, devlet tarafından yapılması mümkün olmayan birkısım
hizmetlerini gerçekleştirmek mümkün olmuştur. Değerli milletvekilleri,
bir hususu dile getirmek istiyorum. Dernekler Kanunu ile ilgili olarak,
tüzelkişilerin derneğe üye olmaması, daha doğrusu, üye olma imkânının
getirilmemesi bir eksikliktir. Bir taraftan konfederasyon kurma imkânını
sağlıyorsunuz, federasyon kurma imkânını sağlıyorsunuz, derneklerin oraya üye
olmasını temin ediyorsunuz, bir taraftan da, derneklerin, özellikle sivil
şirketlerin derneklere üye olmalarını, tüzelkişilerin derneklere üye olmalarını
sağlamıyorsunuz, o imkânı getirmiyorsunuz. Bunu bir eksiklik olarak
değerlendiriyor; her şeye rağmen Medenî Kanuna olumlu baktığımızı belirtiyor;
Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Bedük. Anavatan Partisi Grubu
adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner. Buyurun Sayın Güner.
(ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. ANAP GRUBU ADINA AGÂH
OKTAY GÜNER (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Grubumuz ve
şahsım adına, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün, hep birlikte, bir
güzel zamanı idrak ediyoruz. İnsanların yegân yegân kendi dünyalarında ve ilahî
planda bütün fiillerini aklama cehdinin ve iradesinin kabul olacağına
inandıkları berat kandilini idrak ediyoruz. Aziz vatandaşlarımızın ve hepinizin
bu güzel kandillerini de tebrik ediyorum. Sayın Adliye Bakanımız
başta olmak üzere Adalet Bakanlığının bütün personelini, Adalet Komisyonunun
Sayın Başkan ve üyelerini, bu komisyonlarda görev alan ilim adamlarını
huzurunuzda tebrik ediyorum. Uzun yıllardır özlenen ciddî ve büyük bir işi
huzurunuza getirmişlerdir; ancak, yine değerli dikkatlerinize, bu olayın
-1926'larla kıyaslanırsa- ne kadar heyecansız, ne kadar şevksiz ve ne kadar
ilgisiz bir ortamda müzakere edildiğini sunmak istiyorum. Birkısım
arkadaşlarımız Meclisi teşrif etmemişler, birkısmı kulis milletvekilliğini
tercih buyurmuşlar ve sayın genel başkanlardan bir ikisi, kendi sözcüleri
konuştuğu zaman burayı teşrif etmek dikkatini esirgememişlerdir. Ancak, bir
milletin hayatında böylesine önemli olan bir kanunun, böylesine boş sıralarla
müzakere edilmesi, günümüz Türkiyesinde hükümet, günümüz Türkiyesinde
vatandaş-Meclis münasebetinin, münakaşa edilmekte ve şikâyet etmekte olduğumuz
yönlerinin bir bakıma bize röntgenini veriyor. İşimize inancımız yok.
Yaptığımız işten emin değiliz. Neye ulaşmak istediğimizin şuurunda değiliz. Değerli arkadaşlarım,
bugün huzurunuzda, özellikle dernekler ve vakıflar bölümüyle ilgili görüşlerimi
arz etmeye çalışacağım. Medenî Kanun kabul
edildiği zaman, Schwarz, bunun büyük bir medenî adım olduğunu ifade ediyor;
ama, en az onun kadar değerli bir hukuk allâmesi olan Hirsch "bütün
kanunlarını değiştiren bu milletin geleceğine Allah acısın" diyordu.
Hirsch'in, Meclis kütüphanesinde de mevcut olan hatıratını, değerli arkadaşlarımızın
okumasını tavsiye ederim. Şimdi, biz bu kanunu
aldık. Fedakâr Türk hâkimleri, değerli hukukçularımız, avukatlarımız, bu kanunu
bizim bünyemize uydurdular. İçtihatlarla, Yüksek Mahkeme, kanuna büyük ölçüde
ışık kazandırdı. Ancak, 1926 şartlarında, merhum Mahmut Esat Bozkurt'un
karşısındaki muhalefet diyeyim veya Mahmut Esat Bozkurt'un bir misyon olarak
yüklendiği zihniyet değişimi, bugünün Türkiyesinde yaşanmıyor. Mahmut Esat
Bozkurt'un kendi açısından haklı görülebilecek heyecanlı beyanı bir hatıra
olarak kalmalı ve bu yeni kanuna konulmamalıydı arkadaşlar. Fevkalade yanlış
olmuştur, fevkalade hatalı olmuştur. Neden mi; arz edeyim: Mahmut Esat Beyin
heyecanına saygı duyuyorum; ama, birkaç ilmî gerçeği de huzurunuzda ifade etmek
istiyorum. Âli Paşa, Fransız Medenî Kanununun olduğu gibi tercüme edilmesi
fikrini savunur. Cevdet Paşa ise "hayır, içtimaî bünyemiz, medeniyetimiz
ve tarihimiz, dinimiz, tamamen farklıdır; bir komisyon teşkil edelim ve bir
kanun hazırlayalım" der. Mecelle, önsözde yer
aldığı gibi, basit bir belge değildir. Mevcut bilgimi teyit için İsrail
Büyükelçiliğini aradım. Şükranla ifade ediyorum, İsrail'e sordular ve bana
bilgi verdiler. Şu anda dahi, İsrail Devletinde, Mecellenin araziyle ilgili
hükümleri uygulanmaktadır; evlenme ve boşanmayla ilgili medenî haklar bölümü de
aynen meridir, tıpkı Lübnan'da olduğu gibi. Bizim aydınlarımızın bir
garip hali var; Osmanlıya muhalefet. Bu, çok şükür, son yıllarda aşıldı. Hele
hele, 75 inci yılda akıl ve şuur çizgisine gelindiği; tarih şuuru olmadan bugünü
idrak etmenin ve yarınlarla ilgili sağlıklı düşünceye kavuşmanın mümkün
olmadığı, bu kürsüden de defalarca ifade buyuruldu. Memnuniyetle huzurunuzda
ifade ediyorum; Medeni Kanun Tasarısı vesilesiyle geçen müzakerede, çok değerli
arkadaşlarımız, bu kürsüde, kültür hayatımızla ilgili takdire şayan beyanlarda
bulundular. Değerli arkadaşlarım,
deniliyor ki kanun tasarısının önsözünde: "Örf ve âdet hukukunda inat
etmek." Örf ve âdet hukukunda inat edilmez. Örf ve âdet hukuku bir
vakıadır, vardır, devam eder. Sonra da aynı kanun İsviçre'den tercüme edilirken
diyor ki: "Hâkim kanun metnine, kanun metninde hüküm yoksa, örf ve âdete
bakacaktır." Şimdi, siz, İsviçrelilerin, Fransızların, İngilizlerin,
Almanların örf ve âdetlerinden vazgeçtiğini mi zannediyorsunuz?! O zaman, büyük
bir aldanış içerisindesiniz; hiçbir millet örf ve âdetinden vazgeçmez, örf ve
âdetinde de inat etmez; çünkü, örf ve âdet, yaşayan geleneklerdir, onların bir
kısmı unutulur; ama, bir kısmı, bizim kimliğimizi teşkil ettiği için devam eder.
Değerli arkadaşlarım,
gönül arzu ederdi ki, bu komisyonlarda, tarih sosyolojisine, genel sosyolojiye
vâkıf değerli ilim adamları da bulunsun ve yarın, bu vatan evlatları bizi
yargılarken, siz, bizim aile reisliğimizi, aile düzenimizi aldınız, onun yerine,
adi şirket gibi bir aile hükümleri getirdiniz, diye bizi tenkit etmesinler. Kadınlarına saygı
duymayan bir milletin geleceği olmaz. Bizim milletimiz kadar kadınına saygı
duyan bir millet de yoktur. Anadolu'ya gelmiş bütün seyyahlar, hayretle ve hayranlıkla,
Türk erkeklerinin kadınlarına olan saygılarından bahsederler. İbni Battuta
diyor ki: "Eğer, Türkler kadınlarına tapıyor deseler, inanırdım; hiçbir
memlekette kadına bu kadar saygı duyulduğunu görmedim." Şimdi, siz, muhteşem bir
değişiklik yapıyorsunuz, aile reisliğini kaldırıyorsunuz, eşit haklar
diyorsunuz, vesaire, vesaire... Onlar, benim işim değil; ama, ben, bir tek soru
soruyorum Sayın Bakana: Siz, bu neticeye varırken, kurduğunuz komisyonlarda
sosyologlar var mıydı, tarih sosyolojisi bilen ilim adamları var mıydı, tecrübî
sosyolojiyle araştırma yapmış, sizi aydınlatmış kaç doküman var elinizde? Bir
toplumun geleceğine ve kaderine, topluma o anda hâkim olan propagandalarla yön
vermek, toplumu propagandanın boşluğuna
terk etmek demektir. Temenni ederim ki, böylesine muhterem zevat bulunsun. Bu heyecanlı önsözle bu
kanun alındı ve iki müessese ihmal edildi; birisi vakıflardır. 1963'ten sonraki
Mecliste Balıkesir Milletvekili Aydın Bolak ve arkadaşlarının şükranla anılmaya
layık gayretleriyle, Medenî Kanundaki tesis hükümleri vakıf haline çevrildi.
Tarih şuurunun eksikliğini görüyor musunuz!.. Uygur Türklerinden beri bizde
vakıf var; sade Selçuklu'da değil, daha geriye gidin, Karahanlı'da var, Uygur
Devletinde var. Böylesine muhteşem bir müesseseyi, siz, Medenî Kanun tercümesi
yaparken, ihmal ediyorsunuz ve atlıyorsunuz. 1926'dan 1963'e, 1964'e kadar
Türkiye'de vakıflar, kendi kaderine terk edildi. Hayır, kendi kaderine
terk edilmedi; talan edildi arkadaşlar, yağmalandı, çalındı, soyuldu. Evet...
Yüce Meclis, temenni ederim, bir komisyon kursun, vakıfların Türkiye'de nasıl
soyulduğunu araştıralım. Hangi büyük zenginlerin, vakıf servetini gasp ederek
sermaye birikimine eriştiklerini görelim. Her vakıf senedi, önce
Allah'a ve Peygambere niyaz, gaye ve bedduayla biter. Der ki vâkıf: "Benim
vakfımı gayesinden saptıranlar kıyamete kadar Allah'ın lanetine maruz
kalsınlar." Zaman zaman düşünüyorum; bizim bir türlü yoksulluğu
aşamayışımız, Tanrı'nın bizi rahmetsizliğe mahkûm edişi, huzurdan mahrum oluşumuz
ve bir türlü ellere el açmaktan kurtulamayışımız, çiğnediğimiz vâkıf
iradelerinin bedduasından mı doğuyor?.. Hepiniz, lütfen, temsil
ettiğiniz ilin vakıflarına biraz eğilin, o ildeki vakıflar müdürüyle görüşün ve
lütfen, tespit buyurun ki, nice vakıf, şu anda, birtakım gasıpların elinde,
iradesinin dışında sömürülmektedir. Ne yazık ki, birinci medenî kanun bunu
göremedi. Mecellenin toprak
hükümlerinde "ekber evlat hakkı" vardı. Baba öldüğü zaman, toprak
büyük evlada geçiyor, aile işletmesi doğuyor ve gelen gelir aile fertlerine
bölüştürülüyordu. Ne yazık ki, bu hüküm unutuldu, alınmadı, reddedildi ve
Türkiye, İsviçre'nin parantel sistemiyle miras bölüşümünü kabul etti. Her
ölümde toprak bir kere daha bölündü ve köylerde toprak mendil haline geldiği için,
topraktan beslenemeyen aç kitleler, her yıl, 2 000 000 nüfus halinde büyük
şehirlerin etrafını gecekondularla saran aç, yoksul, ümitsiz insan yığınlarına
sebep oldular. Demek ki, hukukî hayatınızda bir kanun maddesinde göstereceğiniz
dikkatsizlik, memleketin sosyal hayatında fevkalade derin yaralara sebep
olabiliyor. Dünkü kısa görüşmemde,
burada, Sayın Bakanımızla bu meseleyi görüştüğümde, bana ferahlatıcı bazı
meselelerden bahsetti;ama, ben, toprağın bölünmemesi yolunda, Medenî
Kanunumuzun bu değişikliğinde de ciddî tedbirler alınabildiği kanaatinde
değilim. Değerli arkadaşlarım,
cumhuriyetin kurucusu Aziz Atatürk, "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
temeli, büyük Türk kültürüdür" diyor. Atatürk söylüyor bunu. Peki, bu
büyük Türk kültürü nedir? Bu büyük Türk kültürü, dildir, tarihtir, dindir. Türkçe, bir imparatorluk
dili, İngilizce de bir imparatorluk dili. İngilizce'de, Fransız kökenli sadece
80 000 kelime var; ama İngilizler "sade İngilizce" diye bir hastalığa
tutulmadılar ve dillerini bozmadılar. Cromwell'in nutuklarını İngiliz çocukları
anlıyor; ama, bizim çocuklarımız Atatürk'ün Büyük Nutkunu okuyup anlayamıyor,
tıpkı bizim pek çok arkadaşımızın anlamadığı gibi. Şimdi, siz bu kanunda bir
koalisyon içerisindesiniz, benim şu anda mensup olduğum parti de bu koalisyonun
üyesi; ama, kanunun dili DSP'nin muhterem bazı yöneticilerinin dikkatle
kullandıkları dil. (DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) Arkadaşlar, bu Meclisin
çatısı altında, hiç, bugüne kadar, bu kadar çok, milliyetçi fikre mensup olduğunu
iddia eden insan olmadı; ama, ben şimdi, hem Anavatan Partisinin milliyetçi
kimliğine hem Milliyetçi Hareket Partisinin milliyetçi kimliğine buradan
soruyorum; bu dil tahribatını nasıl içinize sindiriyorsunuz, dilin böylesine
yıkılmasına nasıl razı oluyorsunuz arkadaşlar?! (DYP, SP ve AK Parti
sıralarından alkışlar) Eğer bu hükümetse, eğer bu koalisyondaysa bizim de onlar
kadar hakkımızın olması gerekmez mi? Şimdi "ödenti"
denilmiş. Hanginiz "ödenti" diyorsunuz allahaşkına? "Aidat"
mı diyorsunuz "ödenti" mi?.. YÜCEL ERDENER (İstanbul)
- Hepimiz aynı dili kullanıyoruz. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Tabiî hepiniz; çünkü, sizin görüşünüz... Doğrudur... YÜCEL ERDENER (İstanbul)
- Hepimiz kullanıyoruz. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Vakıf malının tahsisi yok. Öylesine... AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bu
ne demek yani? AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Yapmayın bunu.. Bir dakika.. Sakin olun. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bu
bir partiye mal edilir mi böyle bir şey? AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - İşte mal ediliyor; tebrik ediyorum sizi, sizi kutluyorum. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Anayasa dili kardeşim, neyi inkâr ediyorsun? AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Keşke bizim dil anlayışımız, yani yaşayan güzel Türkçe bu kanuna
hâkim olsaydı o zaman biz tebrike layık olurduk. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Bunu anlamak mümkün değil; aynı dili kullanıyoruz. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, demokrasiden bahsediyorsunuz; sizin gibi
düşünmeyenleri dinlemeyi bilmedikten sonra demokrat olamazsınız. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Hayır efendim!.. YÜCEL ERDENER (İstanbul)
- Biz demokratız, sıradışı değiliz. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - Yaa... Maalesef öyle. Her neyse canım, hadi siz
haklı olun da Atatürk'ün Nutkunu vatan çocukları öğrensinler ve rahat
okusunlar. Değerli arkadaşlarım, burada
bir cümle geçti: Komisyonda, bir sayın hukuk profesörü "öğrencilerime ben
tercümanlık yapıyorum" demiş. Tıpta bir farmakoloji var, farmakolojinin
bütün tabirlerini ezberlemek zorundasınız; matematiğin bazı tabirlerini
ezberlemek zorundasınız; hukuk da bir ilim dili, ilim disiplini; ama,
beyefendiler, Millî Eğitim Bakanlığındaki tahribatları tarihe geçecek olan
beyefendiler, siz, liselerden, kompozisyonu, mantığı, felsefeyi ve divan
edebiyatını kaldırırsanız, liseden gelen çocuk hiçbir şey anlamaz ve üniversitelerden
de, bugün, dünün lise kültür seviyesinde adam yetiştirirsiniz, dilekçe
yazamayan çocuklar çıkar. Bu, bizim, hepimizin ayıbıdır. Üniversite imtihanlarının
sonuçları da meydandadır. Aslında, Türk maarifi, boşa dönen bir çark gibi, Türk
çocuklarını alıyor, vatan çocuklarını alıyor, onlara, tarih şuuru, doğru dürüst
Türkçe, coğrafya, felsefe, mantık ve kompozisyon öğretmeden mezun ediyor. Bu,
hepimizin, üzerinde çok ciddî düşünmesi gereken bir acıdır ve bir kayıptır. Şimdi, millî eğitimimizi
o hale getirmişiz ki, demek ki, on sene sonra, beş sene sonra bir daha bunu
değiştireceğiz. Evet, şu anda, Londra'da yabancı diller okulunda Türkçe
okutulmuyor. İngilizler diyor ki: "Altı ayda bir değişen dili biz
öğretemeyiz." Bugün benim canım istedi şu kelimeyi kullanacağım, öbür gün
canım istedi bu kelimeyi kullanacağım olmaz. Biz "vilayet" demiyoruz;
ama, Uygur Türkistan'ında "vilayet" kelimesi var. Biz
"efendi" kelimesini kaldırmışız; ama, Azerbaycan kullanıyor. Daha
nice 1 000 kelime!.. Siz, dünyaya biraz yukarıdan bakarsanız, Türkçe'nin, dünya
üzerindeki kültür hâkimiyetinin şuuruna ererseniz, benim ne demek istediğimi
çok iyi anlayacaksınız. Kelimeler keyfî atılmaz, kelimeler cımbızla sökülüp
yerine başka kelime konulmaz. Kelimeleri, büyük yazarlar, büyük edipler, büyük
şairler kullanırsa yaşar. Hayranı olduğumuz Nazım Hikmet bir tek uydurma kelime
kullanmış mıdır? Çıksın bu kürsüye söylesinler. Nazım Hikmet Azerbaycan'a
gider. Azeriler, ona, Stalin'in cinayetlerini anlatırlar ve Nazım inanmak
istemez; çünkü, ömrü, o güne kadar Stalin'i savunmakla geçmiştir. Bahtiyar
Vahapzade anlatıyor bunu; çok şükür hayattadır. Mezarlığa götürürler. Ertesi
günü, Nazım "ben, bugüne kadar, Stalin'in katil olduğuna inanmıyordum;
ama, burada duyduklarım, beni perişan etti. Arkadaşlar, yalvarıyorum size,
Türkçeden vazgeçmeyin. Azerbaycan bir gün kurtulacaksa, Türkçenin sayesinde
kurtulacak" diyor. Bakınız buraya; Azerbaycan'daki Türkler, Nazım
Hikmet'in bu uyarısını, bu ikazını, bu dosttan, yürek yanıklığıyla söylediği gerçeği
benimsedikleri için kurtuldular Ben, 1975 yılında
Afganistan'a gittim; Ticaret Bakanlığı Müsteşarıydım; fert başına gelir 80
dolardı. Afganlılar, beni, gece, bir dost meclisine davet ettiler. Hepimizin
önüne son derece mütevazı demlikler geldi; bir de şekerlik... Zaten,
bakanlarının odası, bizim eski nüfus memurlarının odası gibiydi ve
inanmayacaksınız, Afganlılar, Mesnevî'yi ezber okuyarak sohbet ettiler.
Mesnevî'yi ezber okuyan adam, Rus'a direndi; ama, Mesnevî kültüründen kopup
Talabani'ye geldiği zaman, kendi kendisini mahvetti ve bugün, bağrımızı yakan
acılar yaşanıyor. Bugün, oraya düşen her bomba, Kandahar'a düşen bomba,
Celalabad'a düşen bomba, Mezarı Şerif'e düşen bomba, benim bağrıma düşüyor;
çünkü, buralar, benim şehirlerim, benim kültürüm, benim Mevlanamın doğduğu
şehir; bilmem arz edebiliyor muyum? İdrak ve kültür... İdrak ve kültür, sizi,
Mesnevî'den alır, Talabani'nin dar kalıplarına götürürse, siz, yok olursunuz. Şimdi, Türkiye'de, bizim
çok geniş olmamız lazım. Bu kültürün bütün malzemeleri bizde. Bugünkü
gazetelerde gördüyseniz, dün Avrupa basınında çıkan bir haber vardı. Haber
aynen şöyle: "Osmanlıyı rahmetle anıyorlar." Neden rahmetle
anıyorlar; çünkü, Osmanlı, Lamartin'in tenkit ettiği gibi, milletlerin
kimliğini yok etmemiş... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 2 dakika içinde
toparlar mısınız efendim. Buyurun. AGÂH OKTAY GÜNER
(Devamla) - ...milletlerin hukukuna çok büyük saygı göstermiş. Osmanlı hukuku
şeriat hukuku değildir. Şer'i hükümler o coğrafyada fertlerin haklarını daha
ileriye götürecekse uygulanmıştır, aksi halde örf, âdet hukukuna
dokunulmamıştır. Altı asır devam etmesinin sebeplerinden birisi de budur. Şimdi, bugün Türkiye'de,
ne yazık ki, Vakıflar Genel Müdürlüğünün varlığına rağmen, Hazine ve Dışticaret
Müsteşarlığı birkısım yabancı vakıfların Türkiye'de şube açmalarına müsaade
edebilmiştir. Bu, bir suç duyurusudur
Sayın Bakanım. Bakanlığınızın müfettişleri bu işe el koymalıdır ve Türkiye'nin
aleyhinde veya lehinde faaliyette bulunabilecek bir vakfın, yabancı ülkelerde
kurulmuş olan vakfın Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı eliyle Türkiye'de şube
açması felakettir, büyük hukuk boşluğudur. Türk bürokrasisi açısından
felakettir, Türk siyaseti açısından felakettir. Vakıflarla ilgili 117 nci
maddede "Cemiyetler Kanunu ile ilgili hükümler uygulanır" cümlesini
çok yetersiz buluyorum. Türkiye, bir vakıf bombardımanı karşısındadır.
Emperyalist emeller, Türkiye'de bugün Kuvayi Milliyecilerle çarpışıyor.
Türkiye'yi içeriden göçertmek isteyenlerle, Türkiye ekonomisini yok etmek
isteyenlerle, Türkiye'nin millî varlığıyla kurtulabileceğine inananların
savaşını yaşıyoruz. Bu, önümüzdeki günlerde daha da hızlanacak. Şimdi, burada
yabancıların şu veya bu bürokratik kolaylıkla Türkiye'de vakıf şubesi açması
felakettir. O sebeple, buraya, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izni, Dışişleri
Bakanlığının mütalaası mutlaka konulmalıdır. Muhterem Heyetinizi
saygıyla selamlıyor, hukukun millet hayatındaki yerinin yaralanmadan korunması
yolundaki temennimi tekrarlıyor, saygılarımı sunuyorum efendim. (ANAP, MHP,
DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Güner. Sayın Bakanın söz isteği
var; ama, o arada, Osmaniye Milletvekilimiz Sayın Birol Büyüköztürk'ün bir
mesajı var; Osmaniye ve Hatay İllerimizde, 5 şiddetinde bir deprem meydana
gelmiş. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, o yörede yaşayan yurttaşlarımıza
geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum. NESRİN ÜNAL (Antalya) -
Antalya Kaş'ta da oldu Sayın Başkan. BAŞKAN - Antalya Kaş'taki
yurttaşlarımıza da, Türkiye Büyük Millet Meclisinin geçmiş olsun dileklerini
iletiyoruz. Adalet Bakanımız Sayın
Hikmet Sami Türk'ü konuşmalarını yapmak üzere davet ediyorum. Buyurun Sayın Türk. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; depremle ilgili geçmiş
olsun dileklerine, hükümet olarak biz de katılıyoruz; umuyorum ki, can kaybı
yoktur. Görüşmekte olduğumuz
Tasarı, Danışma Kurulunun önerisi ve Genel Kurulun kabulüyle, bölümler halinde
görüşülmekte olan bir tasarıdır. Bunun amacı, her bölümün ayrıntılı bir şekilde
görüşülmesine olanak sağlamaktır; ama, görüyoruz ki, bazı arkadaşlarımız, hâlâ
Tasarının tümü üzerindeki görüşmelerde kalması gereken konuların ötesine
geçememişlerdir; hâlâ Tasarının genel gerekçesi, hâlâ Tasarının dili üzerinde
görüşler açıklamaktadırlar. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Rahatsızlık devam ediyor Sayın Bakan. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Şüphesiz, bu görüşlere saygılıyız; ama, öyle anlaşılıyor ki,
Tasarının şimdi incelemekte olduğumuz bölümü üzerinde somut olarak herhangi bir
eleştirisi olmayan arkadaşlarımız, başlangıçta söylenmesi gereken düşüncelerini
burada ifade etmeyi tercih etmektedirler. Oysa, bu Tasarının bölümler halinde
görüşülmesinin amacı, her bölümün gereklerine uygun olarak, o bölümde
düzenlenen konular üzerinde görüş açıklamaktır. Türk Medenî Kanunu Tasarısı,
ancak, bu şekilde, her yönüyle işlenir, burada değerlendirilir ve ondan sonra
oylamaya sunulur; ama, burada, başka zamanlarda çok zevkli olabilecek, edebiyat
ağırlıklı konuşmalar da yapıldığını görüyoruz. Şüphesiz, o görüşlerin hepsi,
kendi içinde çok değerli görüşlerdir; ama, burada, Türk Medenî Kanunu
Tasarısının şimdi görüşmekte olduğumuz bölümü, tüzelkişilerle ilgili olan
bölümüdür. Bu konuda ise, söylenen söz çok azdır. Demek ki, hazırlanan Tasarı
uygundur, yerindedir ve ihtiyaçlarımızı karşılamaktadır. Tüzelkişiler, insanların,
toplumsal alanda çalışmalarını birleşerek yürütmeleri için oluşturdukları
hukukî varlıklardır. Bugün, toplumsal her alanda, tüzelkişilerin etkin olduğunu
görüyoruz. Dernek olarak, vakıf olarak, şirket olarak, sendika olarak, siyasî
parti olarak ve genel olarak sivil toplum örgütü ya da hükümetdışı kuruluşlar
olarak adlandırdığımız tüzelkişiler, toplumsal, ekonomik, kültürel alanlarda
çok yararlı çalışmalar yapmaktadırlar. İşte, şimdi düzenlenen konu bunlarla
ilgilidir. Bunun yanında, kamu tüzelkişileri vardır. Anayasamıza göre, kamu
tüzelkişiliği, ancak, kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak
kurulur. Özel hukuk tüzelkişileri ise, kanunların çizdiği çerçeve içinde,
dernek kurma hürriyeti ya da sözleşme hürriyeti, özel teşebbüs hürriyeti
çerçevesinde kurulur. Özel hukuk tüzelkişileri dediğimiz zaman, şimdi
görüşmekte olduğumuz tasarıda düzenlenen dernekler ve vakıflar akla gelir, onun
yanında ticaret şirketleri teşebbüs özgürlüğünün, teşebbüs hürriyetinin bir
ifadesi olarak ekonomik hayatta rol oynarlar. Bütün bu yapılar, genelde
örgütlenme özgürlüğünün bir ürünüdür. Denebilir ki, Tanrı insanı, insan da
tüzelkişiyi yarattı. Tüzelkişi bir amaç topluluğudur. Bu amaç, ya çok sayıda
insanın bilgi ve emeklerini bir amaç etrafında birleştirmeleri ya da bir mal
topluluğunun bir amaca özgülenmesi şeklinde karşımıza çıkar. Böylece,
tüzelkişiler, kişi toplulukları ve mal toplulukları olarak iki büyük gruba
ayrılır. İşte, şimdi incelemekte olduğumuz hükümler, bu kişi ve mal
topluluklarına ilişkin genel hükümlerle, dernekler ve vakıflara ilişkin
hükümleri getirmektedir. Tasarı, tüzelkişileri
güçlendirmiştir. Çünkü, çağdaş, katılımcı, çoğulcu bir demokraside tüzelkişiler
o demokrasinin özü, temeli niteliğindedir. İnsanlar, toplumsal çalışmalarını
tüzelkişiler eliyle, birleşerek belli amaçlara, belli mal varlıklarına ayırarak
yürütürler. O bakımdan, tüzelkişilerin güçlendirilmesi, demokratik toplumun en
önemli özelliklerindendir. Tasarıda, bu anlayışla, sona eren bir tüzelkişinin
tasfiye süresince bu amaçla sınırlı olarak tüzelkişiliğin devamı öngörülmüştür.
Bu, Türk Ticaret Kanununda çeşitli ticaret şirketleri açısından benimsenmiş
olan bir ilkenin genel olarak tüzelkişiler bakımından ifadesinden başka bir şey
değildir. Böylece, bir derneğin
sona ermesiyle tüzelkişiliğin hemen ortadan kalkmayacağı, tüzelkişinin kuruluş
amacının yerini, tasfiye sonuçlanıncaya kadar tasfiye amacının alacağı ve
tüzelkişiliğin de bu amaçla sınırlı olarak devam edeceği belirtilmiştir. Bu arada, yürürlükteki
Türk Kanunu Medenîsinde tüzelkişilerin tasfiyesinin kooperatiflere ilişkin
hükümlere göre yapılacağı belirtilmişti; ancak, bu, ihtiyaçlara yeterince
karşılık vermemektedir. O nedenle, yeni Tasarıda, kanunda veya kuruluş
belgesinde tersine hüküm bulunmadıkça tüzelkişilerin tasfiyesinin terekenin
resmî tasfiyesine ilişkin hükümlere göre yapılacağı açıklanmıştır. Türk Medenî Kanunu
Tasarısının Birinci Kitabının İkinci Bölümünün Birinci Ayırımı, genel olarak
tüzelkişilere ilişkin hükümlere, ondan sonraki İkinci ve Üçüncü Ayırımları ise
sırasıyla derneklere ve vakıflara ayrılmıştır. Ülkemizde halen
faaliyetlerine devam eden 79 056 dernek ve 4568 vakıf vardır. Bunlardan
kastedilen, Türk Medenî Kanununa göre kurulmuş olan vakıflardır; mülhak
vakıflar ve mazbut vakıflarla ilgili özel kanun hükümleri saklıdır. Bu Tasarıda, yürürlükteki
Türk Medenî Kanununda derneklerin yeterince düzenlenmediği dikkate alınarak,
derneklerle ilgili hükümlere daha geniş yer verilmiştir. Bu hükümlerde, bir
yandan yürürlükteki Medenî Kanunun, bir yandan Dernekler Kanunu hükümleri
dikkate alınmış, bir yandan da ihtiyaçların gerektirdiği yeni hükümler
konulmuştur. Tasarının 56 ncı
maddesinde, derneğin tanımına yer verilmiştir. Buna göre, bir dernek, en az 7
gerçek kişi tarafından kurulacaktır. Derneklerin gerçek kişiler tarafından
kurulması ilkesinin benimsenmesi eleştiri konusu olmuştur; ancak, dernek
organlarının oluşturulması bakımından, kurucuların ve üyelerin gerçek kişi
olmasında yarar görülmüştür. Ancak, bu konuya değinen arkadaşımızın da ifade
ettiği gibi, federasyonlarda ve konfederasyonlarda, doğrudan doğruya dernekler
veya federasyonlar kurucu ve üye durumundadır; ancak, temeldeki yapı olarak,
dernekte üyeler gerçekkişidir, vakıflarda ise üyelik söz konusu değildir. Onun yanında, derneklerin
kazanç paylaşma dışında bir amaçla kurulacağı ifade edilmiştir. İşte, en az 7
gerçek kişi, böyle bir amaçla bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak
birleştirmek üzere dernek çatısı altında bir araya gelmektedir. Bu çerçeve
içerisinde, Tasarının 57 nci maddesinde, Anayasamızın 33 üncü maddesinde yer
alan dernek kurma hürriyetine ilişkin temel ilke de, bir medenî hukuk kuralı
olarak vurgulanmıştır. Tasarıya göre, kurucular
ve üyeler, fiil ehliyetine sahip olmalıdırlar. Yürürlükteki Dernekler Kanununda
olduğu gibi, 18 yaşı doldurmuş olma koşulu aranmamaktadır. Dolayısıyla, fiil
ehliyetine sahip olan, ergin kılınmış veya evlenmeyle ergin olmuş insanlar da
dernek kurucu ve üyesi olabileceklerdir. Tasarının 65 ilâ 67 nci
maddelerinde, dernek üyeliğinin sona ermesi düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre,
üyelik, kanunda veya dernek tüzüğünde öngörülen koşulların kaybı halinde
kendiliğinden, altı ay önceden yazılı olarak bildirmek kaydıyla, kendi çıkma
isteğiyle veya dernek tüzüğünde gösterilen sebeplerle ya da haklı sebeplerle
çıkarılmayla sona erecektir. Tasarının 68 inci
maddesinde, dernek üyelerinin eşit haklara sahip oldukları, her üyenin derneğin
faaliyetlerine ve yönetimine katılma hakkı olduğu belirtilmiştir. Bu,
Anayasamızın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesinin gereğidir. 69 uncu maddede, genel
kurulda oy hakkı; 70 ve 71 inci maddelerdeyse, üyelerin yükümlülükleri olarak,
ödenti -yani, bir arkadaşımızın sevdiği deyimle, aidat- ödeme borcu ile, dernek
düzenine uymak ve derneğe sadakat göstermek yükümlülüğü düzenlenmiştir. Tasarının 76 ncı
maddesinde, toplantı yapılmadan da bütün üyelerin katılımıyla karar alma ve
çağrı yapmadan da yine bütün üyelerin katılımıyla toplantı yapma olanağı
getirilmiştir. Bu, Türk Ticaret Kanununun 379 uncu maddesinde anonim şirketler
için öngörülen bir ilkenin dernekler için de benimsenmesi anlamındadır. Tasarının 80 inci
maddesinde, genel kurulun dernek organlarını seçeceği ve derneğin, diğer bir
organına verilmemiş işleri göreceği, ayrıca, diğer organları, haklı sebeplerle,
her zaman görevden alabileceği hükme bağlanmıştır. Tasarının 87 ilâ 89 uncu
maddelerinde, derneğin sona erme sebepleri gösterilmiştir. Bu hükümlere göre,
dernekler, belirli sebeplerle kendiliğinden, Genel Kurulun fesih kararıyla veya
amacı kanuna veya ahlaka aykırı hale gelirse, cumhuriyet savcısının veya bir
ilgilinin istemi üzerine mahkeme kararıyla sona erer. Tasarının 90 ıncı
maddesinde, derneklerin amacları dışında faaliyet gösteremeyecekleri, dernek
faaliyetleriyle ilgili yasak ve sınırlamalara aykırılık halinde, cumhuriyet
savcısının istemiyle, mahkemece faaliyetten alıkoyma kararı verilebileceği
öngörülmüştür. Böylece, Türk hukukunda tüzelkişiler için benimsenen genel
ilkeye uygun olarak, dernekler bakımından da "amaçla sınırlı ehliyet"
ilkesi kabul edilmiştir. Tasarının 91 inci
maddesinde, derneklerin, tüzüklerinde gösterilen amaçlarını gerçekleştirmek
üzere uluslararası faaliyette bulunabilecekleri ve yurtdışında şube
açabilecekleri, 92 nci maddesinde, yabancı derneklerin, uluslararası alanda
işbirliği yapılmasında yarar görülen hallerde ve karşılıklı olmak koşuluyla,
kültürel, ekonomik ve teknik konularda bilgi veya teknolojilerinden yararlanmak
üzere, Bakanlar Kurulunun izniyle Türkiye'de faaliyette bulunabilecekleri, 93
üncü maddesinde de, Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olan yabancı gerçek
kişilerin, karşılıklı olmak koşuluyla dernek kurabilecekleri veya kurulmuş derneklere
üye olabilecekleri belirtilmiştir. Tasarının 96 ve 97 nci
maddelerinde, federasyon ve konfederasyonlar düzenlenmiştir. Yürürlükteki
Dernekler Kanunundan farklı olarak, federasyon kurulması için en az üç derneğin
varlığı yeterli olmayacak, beş derneğin bir federasyon kurmak için bir araya
gelmesi gerekecektir. Buna karşılık, konfederasyonların kuruluşu için,
yürürlükteki Dernekler Kanununda olduğu gibi üç federasyonun bir araya gelmesi
yeterli olacaktır. Tasarının 98 inci
maddesinde, federasyon ve konfederasyon genel kurullarında, derneklerin veya
federasyonların en az üç üyeyle temsil edilmeleri öngörülmüştür. Vakıflar, şüphesiz, bizim
hukukumuzda, ta Osmanlı döneminden beri çok yararlı hizmetler yapmışlardır.
Eski vakıflarla ilgili olarak özel düzenlemeler vardır; ama, bundan sonra
kurulacak ya da Türk Medeni Kanununa göre kurulmuş olan vakıfların tabi
olacakları hükümler, şimdi yürürlükteki Medeni Kanun hükümlerinin yerini alacak
olan Tasarı hükümleriyle düzenlenecektir. Tasarının 101 inci maddesinde,
vakıf için özgülenecek malların ve hakların yeterli olması koşulu açıkça
vurgulanmıştır. Böylece, vakıfların mal toplulukları olması ve organları
bulunması nedeniyle, dernekler ve şirketlerden farklı olarak, vakıflarda
üyeliğin söz konusu olmayacağı da belirtilmiştir. Ülkemizde, zaman zaman söz
konusu olabilen dernek yerine vakıf kurma eğilimleri, yeterli mal ve hakların
belirli bir amaca özgülenmesinin aranması ve derneklerden farklı olarak
vakıflarda üyelik olamayacağının belirtilmesi suretiyle önlenmiş ve dernek
benzeri vakıflar kurulması değil, tarihî gelişimine ve işlevine uygun olarak,
gerçek anlamda vakıf kurulması yasal güvence altına alınmış bulunmaktadır.
Tasarının 101 inci maddesinin son fıkrasında ise, Cumhuriyetin Anayasayla
belirtilen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, millî
birliğe ve millî menfaatlara aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat
mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Vakfın tesciline ilişkin
mahkeme kararına karşı, yürürlükteki kanunun 74 üncü maddesine göre iki ay olan
temyiz süresi, tasarının 103 üncü maddesiyle 1 aya indirilmiş, ayrıca, Vakıflar
Genel Müdürlüğüne ve diğer ilgililere, kurulmuş olan vakfın kurulmasını
engelleyen sebepleri göstermek suretiyle iptal davası açma hakkı tanınmıştır. Yürürlükteki kanunun 78
inci maddesinden farklı olarak, tasarının 111 inci maddesinde, vakıfların
denetimi yeniden düzenlenerek, vakıfların, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve üst
kuruluşlarınca denetleneceği, üst kuruluşlarca denetimin özel kanun hükümlerine
tabi olacağı ifade edilmiştir. Tasarının yürürlükteki
kanunda bulunmayan 115 inci maddesi, vakfın geçici olarak faaliyetten
alıkonulmasını düzenlemektedir. Konu, vakıf kurma özgürlüğüyle yakından ilgili
olduğundan, Anayasanın 23.7.1995 tarihli ve 4121 sayılı Kanunla değişik 33 üncü
maddesinin dördüncü ve son fıkralarındaki değişikliğe uygun olarak, tasarının
115 inci maddesinde, Anayasada öngörülen hallerde ve belirli sürelere uygun
olarak, vakfın geçici olarak faaliyetten alıkonulması düzenlenmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakan, 2
dakika içinde toparlar mısınız. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Yürürlükteki kanunun 81/a
maddesini karşılayan tasarının 116 ncı maddesinde, vakıfların sona ermesine
ilişkin hükümlere yer verilerek, amacın gerçekleşmesi olanaksız hale geldiği ve
değiştirilmesine de olanak bulunmadığı takdirde vakfın kendiliğinden sona
ereceği ve mahkeme kararıyla sicilden silineceği, yasak amaç güttüğü veya yasak
faaliyetlerde bulunduğu sonradan anlaşılan veya amacı sonradan yasaklanan
vakfın amacının değiştirilmesine olanak bulunmazsa, vakfın denetim makamının ya
da cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine, duruşma yapılarak dağıtılacağı
hükme bağlanmıştır. Tasarının 117 nci
maddesinde, yürürlükteki kanunun 81/b maddesini karşılayan birinci fıkradan
sonra, derneklerin uluslararası faaliyette bulunmalarına ve üst kuruluş
kurmalarına ilişkin hükümlerin kıyas yoluyla vakıflar hakkında da uygulanacağı
ve kamuya yararlı veya özel kanunlarla kurulan vakıflar hakkındaki özel
hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir. Böylece, tasarının
Birinci Kitabının İkinci Bölümünde tüzelkişiler genel olarak ve dernekler,
vakıflar olarak ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir. Bu hükümler hem
yürürlükteki kanunların geçerliliklerini korumuş olan hükümleri dikkate
alınarak hem de ihtiyaçlarımıza uygun yeni düzenlemeler getirilmek suretiyle
hazırlanmıştır. Böylelikle, tüzelkişiler konusunun, bu arada, dernekler ve
vakıflar konusunun Türk Medenî Kanunu Tasarısında bunların işlevlerine en uygun
şekilde düzenlenmiş olduğunu Yüce Heyetin huzurunda ifade etmek isterim. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Bakan. Buyurun Sayın Başkan. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medenî Kanun
Tasarısını görüşmeye başladığımız günden bu yana, kimi konuşmacı arkadaşlar,
hep, tasarının dilinden şikâyet ediyorlar. Kullanılan dilin uydurma olduğundan,
ideolojik olarak hareket edildiğinden yakınıyorlar. Ben, buradan, hiçbir yoruma
girmeden, siz değerli milletvekillerine ve bu tasarıyı büyük bir ilgiyle
televizyonları başında izleyen yurttaşlarımıza birkaç örnek vermek istiyorum;
takdir hem sizlerin hem vatandaşlarımızın olsun istiyorum. Örneğin, yürürlükte olan
Medenî Kanunumuzun 2 nci maddesinin ikinci fıkrası bakın şöyle diyor: "Bir
hakkın sırf gayri izrar eden suiistimalini kanun himaye etmez." Sizler
bunu mu kolay anladınız; yoksa şu okuyacağımı mı? Tasarının 2 nci maddesi, bu
okuduğumu şöyle kaleme almış: "Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını
hukuk düzeni korumaz." İşte, hep, sürekli, dilden şikâyet ediliyor. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Örneği yanlış verdiniz Başkanım. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Tekrar okuyorum. Mevcut kanunda "bir hakkın sırf
gayri izrar eden suiistimalini kanun himaye etmez..." Bu mu kolay
anlaşılıyor; "bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni
korumaz" mı kolay anlaşılıyor?! Bir başka örnek
veriyorum. Yine, yürürlükte olan Medenî Kanunun şahsın hukukuyla ilgili 9 uncu
maddesi şöyle diyor: "Medeni hakları kullanmağa salâhiyettar olan kimse
iktisaba da iltizama da ehildir." Bu mu kolay; tasarıda yer alan şu mu
kolay: "Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir
ve borç altına girebilir." İşte, bozmuş olduğumuz Türkçe bu. Bir örnek daha; bunlardan
onlarca verilebilir. Mevcut kanunun 895 inci maddesi: "Gayrın zilyed
bulunduğu bir şeyi gasbeden kimse o şey üzerinde terciha şayan bir hakka sahip
olduğunu iddia etse bile onu iade ile mükellef olur. Eğer müddeaaleyh o şeyi
müddeiden almayı mucip ve terciha şayan bir hakka sahip olduğunu derhal ispat
ederse red lâzım gelmez. Zilyedin dâvası gerek o şeyin istirdadına, gerek
zararın tazminine dair olur." Hiçbir şey anlamadığınızı görmüş olduğum bu
895 inci madde... (SP ve AK Parti sıralarından gürültüler) SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Siz anlayamadınız, siz... ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Efendim, Türkçe'yi ağdalı dillerle konuşmayı kendine
şiar edinmiş kimseler, tabiî, böyle bir itirazda bulunacaklar. Her neyse... Bu okumuş olduğum 895
inci maddeye karşılık tasarıda yer alan 982 nci madde bunu şöyle düzenlemiş:
"Başkasının zilyet bulunduğu bir şeyi gasbeden kimse, o şey üzerinde üstün
bir hakka sahip olduğunu iddia etse bile onu geri vermekle yükümlüdür. Dava, şeyin geri
verilmesine ve zararın giderilmesine yönelik olur." İşte, değerli
arkadaşlarım, efendim, bir tabirle, hunharca dilin değiştirildiğine dair
itirazlara karşın size üç örnek verdim. Bunlardan çok miktarda da verilebilir. Teşekkür ederim Sayın
Başkanım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkanım, zannedersem, Sayın Komisyon Başkanı maksadını aşan bir konuşma
yaptılar. Ben yakıştıramadığımı ifade etmek istiyorum. Bu Meclis buradaki
konuşulan her şeyi anlayabilecek seviyede bir meclistir. İkinci bir husus ise,
özellikle arkadaşlarımızın yapmış olduğu ikaz, 1920'li yıllarda yazılmış olan
bir kanunu bugünkü şartlarda eleştirmek değil, onu, istenilen şekliyle, hukuka
da uygun, yaşayan Türkçe'ye de uygun hale getirilmesi noktasındadır. Bu şekilde
anlayamadıysa, Sayın Başkanı ikaz ediyorum ve uyarıyorum. Şahsen, Mecliste
böyle konuşma hakkının olmadığını söylemek istiyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Efendim, tabiî, elbette
ki, herkesin hukukçu olması gerekmiyor; ama, yaşayan dille hukuk dilimiz
arasında bir tezat olduğu da hepinizin malumu. Onun aşılması gerektiği ortaya
çıktı ki, bu Medenî Yasada da özellikle dil konusunda birtakım değişikliklere
gidilme zorunluluğu görüldü. Komisyon Başkanımızın
maksadı o değildi, iyi niyetti. Dilin anlaşılamadığından, Medenî Kanundaki
lisanın anlaşılmadığından bahisle yeni bir düzenlemeye gidildiğini ifade etmek
istedi. Vatandaşlarımızın birçoğunun da anlamaması gayet doğaldır. Onun için,
yaşayan dille yasa arasında bir çelişki vardı, o giderildi diyoruz. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Başkan, ben maksadımı aşan bir konuşma yapmış
değilim. Ben, mevcut kanundaki bir hükmü, tasarıda tekabül eden maddesini
okudum; hangisinin anlaşılabilir olduğunu da tamamen takdire bıraktım.
Maksadımı aşmış değilim. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Takdire bırakmadınız! BAŞKAN - Hayır, o, şu
anlamda Sayın Başkanım: Yani, arkadaşlarımıza "anlamadınız" demek
gibi bir ifade oldu, onu düzeltiyoruz; yani, o yönde bir maksat aşılması oldu.
İnanıyorum, arkadaşlarımızın hepsi anlamıştır. İkinci Bölüm üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. İkinci Bölümle ilgili
olarak milletvekilleri tarafından verilen 5 adet ve hükümet tarafından verilen
1 adet önerge vardır; ancak, alınan karar gereği, sayın milletvekilleri
tarafından verilen 3 önergeyi, yani Başkanlığa ulaşan ilk 3 önergeyi geliş
sırasına göre okutacağım; aykırılık derecesine göre işleme alacağım. Tabiî,
hükümetin verdiği önergeyi de okutacağız. Önergeleri geliş sırasına
göre okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 101 inci maddesinin dördüncü fıkrasının
"Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, genel ahlaka aykırı vakıf
kurulamaz" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. Lütfü Esengün Cevat Ayhan Yasin Hatiboğlu Erzurum Sakarya Çorum Fethullah
Erbaş Van BAŞKAN - İkinci önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 103 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki "veya
ilgililer" ibaresinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla. Lütfü Esengün Cevat Ayhan Fethullah Erbaş Erzurum Sakarya Van BAŞKAN - Üçüncü önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 115 inci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini
arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. Lütfü Esengün Cevat Ayhan Fethullah Erbaş Erzurum Sakarya Van MADDE 115. - İçişleri
Bakanlığı, Anayasanın 33 üncü maddesinde öngörülen hallerde ve belirlenen
usullere uygun olarak denetim makamının da görüşünü almak sureti ile vakfı ve
bağlı birimlerini geçici olarak faaliyetten alıkoyabilir. Ancak bu karar 24
saat içerisinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim kararını 48 saat içinde
açıklar. Aksi halde bu idarî karar kendiliğinden yürürlükten kalkar. BAŞKAN - Son önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723
sıra sayılı kanun tasarısının "Kişiler Hukuku" başlıklı Birinci
Kitabının 47-118 inci maddeleri arasında yer alan "İkinci Bölüm"
başlığının "İkinci Kısım" olarak; "Birinci Ayırım",
"İkinci Ayırım", "Üçüncü Ayırım "başlıklarının ise
sırasıyla "Birinci Bölüm", "İkinci Bölüm", "Üçüncü
Bölüm" olarak; 78 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki "derneğin feshi
ve tüzük değişikliği" ibaresinin "tüzük değişikliği ve derneğin
feshi" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim. Hikmet
Sami Türk Adalet
Bakanı BAŞKAN - En aykırı
önergeyi okutarak, işleme alacağım. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 101 inci maddesinin dördüncü fıkrasının
"Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, genel ahlaka aykırı vakıf
kurulamaz" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. Fethullah
Erbaş (Van) ve
arkadaşları BAŞKAN - Sayın
Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz. BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu,
buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; 101 inci maddeyle, yani,
İkinci Bölümle ilgili önergem üzerinde bir kısa açıklama yapmak üzere söz almış
bulunuyorum; ancak, bir hususu, anlaşılıyor ki, bir kere daha vurgulamam gerekecek. Rahmetli hocam
-Kayseri'de- böyle, anlatırdı anlatırdı, galiba anlamazdık biz, derdi ki:
"Söyledik kerrat ile merrat ile; Olmadı takririmiz kâfi
sana. Anlaşıldı başka türlü
çare yok; Laf yapıp yutturmalı lafı
sana." Bunu hep hatırlarım neyse, zaman zaman hatırlarım bunu. Değerli milletvekilleri,
biz, burada, kanun yapıyoruz. Elbette, bütün kanunlar arasındaki ilgi ve
ilişkiyi yok sayamayız. İnsanlar topluluğu gibi, hukuk da bir topluluktur.
Benim, komşumu anlama mecburiyetim, anlama ihtiyacım, anlama gereğim olduğu
gibi, sizin beni anlama ihtiyacınız olduğu gibi, kanunlar birbirini anlamak
ihtiyacındadır; yani, Medenî Kanun Borçlar Kanunuyla rahat konuşamıyorsa,
Ticaret Kanunu İcra İflas Kanunuyla rahat konuşup anlaşamıyorsa... Bunu, mecazî
anlamda ifade ettiğimi anlıyorsunuz tabiî. Sizin anlayışınızdan asla endişem
falan yoktur; yani, kanunlar konuşuyor derken, lisanı kal ile konuşuyor demek
istemiyorum, lisanı hal ile konuşurlar. Yani, siz, Türkiye'deki müdevven hukuk
yapısını yahut müdevvenatın birbiriyle konuştuğunu kabul etmezseniz, işte,
birisi falan dili konuşur, öteki feşmekan dili konuşur, beriki bir başka dili
konuşur, anlaştıramazsınız. Değerli milletvekilleri,
bakınız, şu Medenî Kanunu bir açınız, incelediniz; ama, bir de şu gözle inceleyiniz:
Gerçekten, 926 tevellütlü Medenî Kanunla 2001 tarihli Medenî Kanunun
hükümlerinin, içerikleri açısından muhtevaları açısından ne değişiklik var bana
söyleyebilir misiniz?! Komisyon üyeleri, Sayın Komisyon Başkanı, Sayın Adliye
Vekili, ne değişiklik getirdiniz; getirdiğiniz bir şey yok. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Niye Adalet Bakanı demiyorsunuz? YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Sadece,
Türkçeleştirdik diye Türkçe'ye de bühtan ederek, bu dile Türkçe
diyorsunuz. Bu dil, Türkçe mürkçe
değil. (SP sıralarından alkışlar) AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Bal gibi Türkçe!.. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Bu dilin ebeveyni
bellidir. Bu sizin getirdiğiniz dilin ebeveyni bellidir; ebeveyni, olanak,
olasılık ve kuşku; üç kelimeden türemiştir; ama, ben, bu kelimelerin mucidini
huzurunuzda kutluyorum; Sayın Ecevit'in... Kendisine şahsen saygım sonsuzdur,
onda hiç kimse tereddüt etmesin; ama, Sayın Ecevit başarılı olmuştur, MHP'yi de
peşine takarak başarılı olmuştur, ANAP'ı peşine takarak başarılı olmuştur. Evet
"kuşku" kullanıldığı zaman kuşku duymuştuk bu nereye kadar gidecek
diye. Evet, kuşku, bütün kuşkuları izale etti. Şimdi, bu Selçuklunun dil
bayramında, Osmanlının dil bayramında, galiba, kuşkuları kutlamaya mecbur
tutacaklar bizi. Bizim teşhisimiz budur. Bak yanlış da değildir. Sayın Bakanımız, işi,
biraz ciddî ve dikkatli tetkik ettiği zaman benim tenkitlerimin haklılığına
geliyor. Ben, tasarının tümü üzerinde konuşurken bazı kelimeleri yerden yere
vurmaya çalıştım, doğrudur; çünkü, gelecek çocuklarımı geçmişimle bağlayacak
bir dil değil bu dil. Benim dilim değil bu
dil. Bakınız "ayırım" dediniz; "Birinci Ayırım",
"İkinci Ayırım", "Üçüncü Ayırım" Sayın Bakan, böyle kenar
başlığı olmaz, böyle bölüm başlığı olmaz diye ben söyledim; zatıâliniz ertesi
gün çıktınız, karşı çıktınız bana, dediniz ki "başka şey yokmuş gibi
bunları konuşuyor." Buyurun, bu sizin önergeniz; şimdi önerge
veriyorsunuz. İmza sizin; Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk. Diyorsunuz ki:
"Birinci Ayrım", "İkinci Ayrım", "Üçüncü Ayrım"
başlıklarının ise sırasıyla "Birinci Bölüm", "İkinci
Bölüm", "Üçüncü Bölüm" olarak değiştirilmesini arz ve teklif
ederim." Yani, biz söyleyince olmuyor da, siz söyleyince mi oluyor! (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 1 dakika
içerisinde toparlar mısınız Sayın Hatiboğlu. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Toparlarım efendim, toparlarım. Tabiî, burada bir
memnuniyetimi ifade edeyim; Sayın Bakan sağ olsun, on gün sonra da olsa, benim
bulunduğum noktaya gelebildi nihayet. İnşallah, öbür konularda da olur. Mesela, bir örnek vereyim
beyler, bunu nasıl içinize sindiriyorsunuz. Vakıf, vakıf... Vakıf, hiçbir kâr
amacı gütmeksizin, sırf hayrî ve hasbî maksatla, başkalarına hizmet için
kurulan, vâkıfın menkul ve gayrimenkullerini bağışladığı bir kurumdur. Böyle
bir kuruma, siz, nasıl örgüt yakıştırmasını yaparsınız; Türkiye'de
"örgüt" denildiği zaman neyin anlaşıldığını bilmiyor musunuz?! Sayın Bakan, Sayın
Komisyon Başkanı, bilmiyor musunuz, örgüt denildiği zaman ilk akla gelenin ne
olduğunu?! Sayın Komisyon
Başkanımızın da şahsına saygım vardır; ama, söylediği sözlere saygı duymuyorum.
Niye duymuyorum; çünkü, fili tarif ederken, bir tek tüyünü tuttu getirdi; filin
kuyruğu nerede, kulağı nerede, o hoyrat hortumu nerede?! Evet, lütfen, dil
önemlidir. Dile, dine, vatana önem vermeye mecburuz. Hepinize saygı sunuyorum.
(SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler. Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum. BAŞKAN - Etmeyenler...
Önerge kabul edilmemiştir. İkinci önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 103 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki "veya
ilgililer" ibaresinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımla. Fethullah
Erbaş (Van) ve
arkadaşları. BAŞKAN - Sayın Komisyon,
katılıyor musunuz? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum. BAŞKAN - Gerekçesini izah
etmek üzere, Sayın Fethullah Erbaş. (SP sıralarından alkışlar) FETHULLAH ERBAŞ (Van) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu
Tasarısının 103 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki "ilgililer"
ibaresinin tasarı metninden çıkarılmasını teklif ediyoruz. Gerekçemize gelince, şöyle: Vakıf, bir mal topluluğudur. Esasında, daha ileriye gidecek olursak, ecdadımızın, bir malı, bir gaye için, Allah rızası için tevkif etmesi meselesidir. Sadece o işi gerçekleştirmek için, insanlar, mallarını, öldükten sonra da sevabı kendilerine gelsin diye tevkif ederlerdi. Böyle bir anlayışla vakıflar kurulmuş; bu anlayışla da, ülkemizde birçok bayındırlık hizmeti, birçok belediye hizmeti görülmüştür. Hatta, o kadar ileri gidilmiştir ki -bugün, çevre konusunda insanlar çok duyarlı- o günlerde bile, kuşların barınması için vakıflar kurulmuştur, hayvanların çoğalması için vakıflar kurulmuştur. Böyle ileri bir medeniyetin vârisleriyiz. Şimdi, bu mal
topluluğunun bir iptali meselesi var; bir vakıf kurulduğu zaman iptal
edilebiliyor. İptal davasını kimler açacak; öncelikle, Vakıflar Genel Müdürlüğü
açacak; bu doğru; "veya ilgililer" denilmek suretiyle, herkese, hemen
hemen aklına gelen herkese iptal davası açma hakkı veriliyor. Süreklilik ve
hukukî güvence çok önemlidir arkadaşlar. İptal davası açma hakkı, sadece
Vakıflar Genel Müdürlüğüne tanınmalıdır. İlgililerin kapsamı geniş tutulmaktadır.
Vakfın kurulmasını engelleyen sebeplerin varlığını kim tespit edecek; yani,
bunu soralım kendimize, kim tespit edecek? Bu konunun uzmanı Vakıflar Genel
Müdürlüğü olduğuna göre, dava açma hakkı da Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait
olmamalı mıdır; "veya ilgililer" ibaresiyle ne anlaşılır? İlgililer
bu vakfın iptalini isterlerse -normal şartlarda- Vakıflar Genel Müdürlüğüne
müracaat etseler, Vakıflar Genel Müdürlüğü de bu sebeplerin varlığını tespit
etse, Vakıflar Genel Müdürlüğü bu davayı açsa daha normal olmaz mı; çünkü,
Vakıflar Genel Müdürlüğünde bu konunun uzmanları vardır. Değerli arkadaşlar, bu
tasarıyla, tüzelkişilerin güçlendirilmesi amaçlanmıştır deniliyor. 21 inci
Asırda, sivil toplum kuruluşlarının egemen olacağı bir vakıadır; ancak, bu
maddeyle, kurulmuş olan bir vakfa karşı, önüne gelen ilgili olduğunu iddia
ederek dava açarsa, herkes iptal davası açarsa, bu yetkiyi kendinde bulursa, bu
tasarının nasıl bir tasarı olduğunu siz düşünün; yani, eski tasarıya göre çok
daha geridedir. Eski tasarı, 19 uncu Asrın bir mahsulüydü, bugünkü tasarı,
herhalde -19'dan biraz arkaya gidersek- 18 inci Asrın kafa yapısıyla
hazırlanmış bir tasarıdır. Onun için, bu
"ilgililer" kelimesini çıkaralım, Vakıflar Genel Müdürlüğüne dava
açma yetkisini tanıyalım; o ilgililer de, burada bir şüpheye düşerlerse, bu
vakfın kuruluşunda yasaya aykırılık vardır diye kafalarında bir şey olursa,
gitsinler, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ihbarda bulunsunlar; Vakıflar Genel
Müdürlüğü incelesin, her önüne gelen de dava açmasın diyor, önergeme sizlerin
destek vereceğini umuyorum; ama, pek de destek vermiyorsunuz. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum, saadetler diliyorum. (SP sıralarından alkışlar) LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz efendim. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Karar
yetersayını arayacağım. Komisyonun ve Hükümetin
katılmadığı, gerekçesini Sayın Erbaş'tan dinlediğiniz önergeyi oylarınıza
sunacağım ve karar yetersayısını, Sayın Esengün'ün ve Sayın Candan'ın istemi
üzerine arayacağım. Önergeyi kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur. Birleşime, saat 17.00'de
toplanmak üzere, ara veriyorum. Kapanma Saati : 16.26 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 17.00 BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER(Ankara), Sebahattin KARAKELLE
(Erzincan) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 14 üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız
yerden devam ediyoruz. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel
Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet hazır. İkinci önergenin
oylanması sırasında karar yetersayısı istenilmişti. Şimdi, Komisyonun ve
Hükümetin katılmadığı Sayın Fethullah Erbaş ve arkadaşlarının önergesini
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım. Oylamayı elektronik
oylama cihazıyla yapacağım ve oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde
elektronik sisteme giremeyen arkadaşlarımızın teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen arkadaşlarımızın aynı süre
içerisinde oy pusulalarını Başkanlığımıza ulaştırmalarını; vekâleten oy
kullanacak sayın bakan varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun
rengini ve imzasını taşıyan oy pusulasını, aynı süre içerisinde Başkanlığımıza
ulaştırmalarını rica ediyorum. Oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Önergenin
yapılan oylamasında karar yetersayısı ve toplantı yetersayısının üzerinde oy
çıkmıştır, önerge reddedilmiştir, karar yetersayısı da vardır. Üçüncü önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 115 inci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini
arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. Fethullah
Erbaş (Van) ve
arkadaşları Madde 115. - İçişleri
Bakanlığı, Anayasanın 33 üncü maddesinde öngörülen hallerde ve belirlenen
usullere uygun olarak, denetim makamının da görüşünü almak suretiyle, vakfı ve
bağlı birimlerini geçici olarak faaliyetten alıkoyabilir; ancak, bu karar 24
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim kararını 48 saat içinde
açıklar. Aksi halde, bu idarî karar kendiliğinden yürürlükten kalkar. BAŞKAN - Sayın
Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz. BAŞKAN - Sayın Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz. BAŞKAN - Önergenin
gerekçesini izah etmek üzere, Sayın Fethullah Erbaş; buyurun. Süreniz 5 dakika efendim. FETHULLAH ERBAŞ (Van) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önergemizle düzeltmek istediğimiz konu,
metindeki muğlaklıkları gidermekten ibarettir. Yani, sözün özüyle, yapıcı bir
muhalefet yapıyoruz. "Faaliyetten geçici alıkoyma" başlığını taşıyan
115 inci maddede "İçişleri Bakanlığı, Anayasada öngörülen hallerde ve
belirtilen usullere uygun olarak, denetim makamının da görüşünü almak
suretiyle, mahkemece bir karar verilinceye kadar vakfı geçici olarak faaliyetten
alıkoyabilir ve derhal mahkemeye başvurur. Hâkim başvuruyu gecikmeksizin karara
bağlar" denilmektedir. Bizim teklifimizde ise, biz bu muğlaklıkları
gideriyoruz ve diyoruz ki, İçişleri Bakanlığı, Anayasanın 33 üncü maddesinde
öngörülen hallerde ve belirlenen usullere uygun olarak, denetim makamının da
görüşünü almak suretiyle vakıf ve bağlı birimlerini geçici olarak faaliyetten
alıkoyabilir; yani, İçişleri Bakanının bu yetkisini -Anayasanın 33 üncü
maddesindeki şartlar dahilinde- biz zaten tanıyoruz. Biz, burada şunu
açıklıyoruz: "Ancak, bu karar 24 saat içerisinde görevli hâkimin onayına
sunulur" diyoruz. "Hâkim, kararını 48 saat içerisinde açıklar, aksi
halde bu idarî karar kendiliğinden yürürlükten kalkar" ibaresini
koyuyoruz. Değerli arkadaşlar "24
saat içerisinde görevli hâkimin onayına sunulur" ibaresinden kaçınmamak
lazımdır. Tatbikatta görüyoruz, bir vakfın, İçişleri Bakanlığı tarafından
yurtları kapatıldı. Aylar geçti, halen hiçbir karar çıkmadı, verildi mahkemeye;
ama, mahkemeden bir karar çıkmadı. Öğrencilerin başvuru zamanı geçti, o yurtlar
kapatıldığı için öğrenci de alamadılar, fiilen yok olup gittiler. Şimdi,
ileride bir karar çıkar da, İçişleri Bakanlığının bu önleminin uygun olmadığı
ortaya çıkarsa ne olacak, bu zararı kim karşılayacak; hiç kimse. O kadar
öğrenci dışarıda kaldı, onların zararını kim karşılayacak; onların zararını da
kimse karşılamayacak. Biz, hâkimin kararını da
48 saatle sınırlıyoruz. Mahkeme, böyle bir kararı 48 saat içerisinde karara
bağlaması lazım; çünkü, vakıf, bir mal topluluğudur. Mal topluluğu, belli bir
süre içerisinde gayesine matuf çalışmazsa, onunla ilgilenen kişiler, şahıslar,
belli süre onunla ilgilenirler, ama, belli süre sonra, arkadaş, biz bu kadar
faaliyette bulunuyoruz, Allah rızası için veya toplumun menfaatı için bu kadar
faaliyette bulunduk, ama takdir edilmedik deyip, bırakıp evlerine giderlerse ne
olur? Yani, bizde şöyle derler: Kaç o sevaptan ki, o günaha bahis olmayasın.
Şimdi, bir sevap işleyelim derken, devamlı, mahkemelerde uğraşmak... O insanlar,
o mal topluluğunu idare etmekten vazgeçecekler ve vakıf da bu şekilde dağılmış
olacaktır, faaliyetleri de bitecektir. Bizim önergemizde,
vakıflar üzerinde keyfî davranışların ve siyasî etkilerin en aza indirilmesi
amaçlanarak, Anayasada belirlenen ölçülere uygun hale getirilmek istenmektedir.
Yargı kararlarının geciktirilmesi durumunda vakıf faaliyetlerinin inkıtaa
uğrayabileceği endişesini gidermek için bu önergeyi verdik. Ayrıca, bağlı birimlerin
de, mahkeme kararı olmaksızın kapatılmaması gerekmektedir; çünkü, asıl vakıf
faaliyetleri bağlı birimler vasıtasıyla yürütüldüğü için, mahkeme kararı
olmaksızın bu birimlerin kapatılması, vakıf faaliyetlerini ciddî olarak sekteye
uğratmaktadır. Değerli arkadaşlar, ben,
önergemi bu şekilde izah ettim; takdir edersiniz, etmezsiniz, o, size bağlı bir
şey; ancak, bu önergeme destek verdiğiniz takdirde, bir mal topluluğu olan ve
belli bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik bu vakıfları daha da
rahatlatacaksınız. Sadece yapıcı bir muhalefet yapmak için bu önergeyi verdim. Hepinizi saygıyla
selamlıyor ve önergeme desteklerinizi bekliyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Erbaş. Komisyonun ve Hükümetin
katılmadığı, gerekçesini Sayın Erbaş'tan dinlediğiniz önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. Dördüncü ve son önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723
sıra sayılı Kanun Tasarısının "Kişiler Hukuku" başlıklı Birinci
Kitabının 47-118 inci maddeleri arasında yer alan "İkinci Bölüm"
başlığının "İkinci Kısım" olarak; "Birinci Ayırım",
"İkinci Ayırım", "Üçüncü Ayırım" başlıklarının ise
sırasıyla "Birinci Bölüm", "İkinci Bölüm", "Üçüncü
Bölüm" olarak; 78 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki "derneğin feshi
ve tüzük değişikliği" ibaresinin "tüzük değişikliği ve derneğin
feshi" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim. Hikmet
Sami Türk Adalet
Bakanı BAŞKAN - Evet, Sayın
Bakanın önergesi, zaten katılıyor. Sayın Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz yoktur Sayın Başkan, takdire bırakıyoruz. BAŞKAN - Komisyonun
takdire bıraktığı Sayın Bakanın önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. İkinci bölüm üzerindeki
görüşmeler de bu şekilde tamamlanmıştır. Şimdi, tasarının 47 ilâ
117 nci maddelerini kapsayan ve biraz önce kabul edilen önerge doğrultusunda,
İkinci Bölümü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... İkinci Bölüm
kabul edilmiştir. Üçüncü bölüm üzerindeki
görüşmelere başlıyoruz. Üçüncü bölüm "İkinci
Kitap Aile Hukuku" kısmının 118 ilâ 281 inci maddelerini kapsamaktadır. Bu bölümde de, konuşma
süreleri, gruplar, komisyon ve hükümet için 20'şer dakikadır. Üçüncü bölüm üzerinde,
ilk söz, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ediz Hun'a
aittir. Buyurun Sayın Hun. (ANAP
sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA EDİZ HUN
(İstanbul) - Muhterem Başkanım, Yüce Meclisimizin çok değerli mümtaz üyeleri;
Türk Medeni Kanunu Tasarısının Aile Hukuku bölümü üzerinde, Anavatan Partisi
Grubu ve şahsım adına görüşlerimi sunmak üzere, huzurlarınızda bulunmaktayım;
bu vesileyle, sizleri, en derin saygılarımla selamlıyorum. Bugünlerde kutladığımız
Cumhuriyetin 78 inci Yılını, büyük bir şevkle idrak ettik, coşkuluyuz,
mutluyuz, kıvançlıyız. Büyük Atamızı, dün, ebedî istirahatgâhında ziyaret
ettik, manevî huzurunda, derin saygı ve minnetle eğildik; manevî mirası olan
aklın ve bilimin egemenliğini sonsuza dek yaşatacağımıza dair ant içtik. Ayrıca, bugün,
biliyorsunuz, Berat Kandilimiz. Hepinizin kandilini yürekten kutluyor,
hayırlara vesile olmasını yaradandan niyaz ediyorum. (ANAP, MHP, DYP, AK Parti
ve SP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri,
sözlerime, Atatürk'ün önderliğinde gerçekleşen köklü devrimlerin hukukî
zeminini oluşturan ve âdeta, hukuk devrimimizin simgesi olarak kabul ettiğimiz
Türk Medenî Kanununun, o yıllarda da Türkiye'nin çağdaşlaşmasında ilk ve önemli
adımlardan biri olduğunu vurgulayarak başlamak istiyorum. Laik hukuk sisteminin en
belirgin örneklerinden biri olan Medenî Kanunumuzun, doğaldır ki, değişen ve
gelişen yaşam koşullarında özüne dokunmadan yeniden ele alınarak düzenlenmesi
son derece gerekli olmuştur. Değişiklik çalışmaları
elli yılı aşkın bir süredir devam eden bu derece kapsamlı bir kanunun,
cumhuriyetimizin 78 inci yıldönümünü kutladığımız bugünlerde Yüce Meclisimizin
onayına sunulmuş olması, ayrıca büyük bir değer ifade etmekte ve büyük önem
taşımaktadır. Büyük Atatürk, kadın
hakları konusunda, aklın ve bilimin egemenliğine tam bir bağlılık içinde, tüm
davranış ve düşünceleriyle toplumumuza ışık tutmuştur. "Büyük başarılar,
değerli analarımızın yetiştirdikleri seçkin evlatların yardımıyla olur"
ifadesiyle, aileye ve onun temel yapısını teşkil eden kadınlara olan saygı,
güven ve sevgisini belirtmiştir. Bu anlamda, cumhuriyet
Türkiyesine yakışan, şüphesiz, toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasal
platformlarda, yaşadığımız değişimlere ve gelişimlere ayak uydurmak ve en
önemlisi, tüm bu alanlarda eşitlikçi bir anlayış sergilemek olmalıdır. Bu açıdan, tasarıyı,
sadece kapsamlı bir hukuk düzenlemesi olarak değil, daha çok, Atatürk'ün
önderliğinde verilen kararlı özgürlük mücadelesi sürekliliğinin, çağdaş
uygarlık değerleriyle birlikte geliştirilerek tüm alanlara yansıması olarak
görmekteyiz. Medenî Kanunumuzun ve
bugün yasalaşmakta olan değişikliklerinin, cumhuriyet dönemi hukuk devrimi
içindeki yeri ve önemi yadsınamaz. Tasarıda içerik açısından
yapılan en önemli ve olumlu değişikliğin "Aile Hukuku" bölümünde
olduğu gayet sarihtir. Tasarının aile hukukunu ilgilendiren bu bölümü, uzun ve
meşakkatli bir çalışma sonucu tamamlanmış ve sivil toplum kuruluşlarının da
etkin katılımlarıyla, çağdaş hukuk normlarını içeren sağlıklı bir düzenleme
haline getirilmiştir. Tasarıda, toplumun hemen
her yönünü ilgilendiren konularda, tüm ilgili kesimlerle birlikte oluşturulan
ve fikir alışverişleriyle olgunlaştırılan demokratik bir müzakerenin
sonuçlarını görüyor olmamız son derece sevindiricidir. Değerli milletvekilleri,
toplum düzenimizin en temel öğesi, şüphesiz, ailedir. Anayasamızda da, bu,
sarih olarak belirtilmiştir. Çağdaş hukuk, bireylerin eşit haklara sahip
olmasını, en önemli ilke olarak tanımlar. Bu da, doğaldır ki, ailede, erkeğin
egemenliği yerine, eşitlik prensibini öne alan bir yaklaşımı sergilemektedir. Tasarıda, evlilik
birliğinde yönetimde eşlere eşit söz hakkı, evliliği birlikte yönetme düzeni,
evlilik birliğinde gider ortaklığı, her iki eşin iş seçiminde özgür olması gibi
konularda, son derece çağdaş ve toplumumuza yakışır düzenlemeler bulunmaktadır. Bütün bunların,
ülkemizde, kadın-erkek eşitlik kavramını soyut bir yaklaşım olmaktan çıkarmaya
yönelik çok önemli gelişmeler olduğunu düşünmekteyiz. Bu noktada, tasarının
yasal mal rejimiyle ilgili bölümü hakkında, izninizle, biraz ayrıntıya, detaya
girmek istiyorum. Bilindiği gibi,
yürürlükte olan Medenî Kanunda mal ayrılığı esasına dayanan yasal mal rejimi,
toplumsal yapımızdaki aksaklıklar nedeniyle, evlilik birliği sona erdiğinde,
çoğu zaman, kadınlarımızın mağduriyetine yol açmaktaydı. Oysa, edinilmiş
mallara katılım rejimini yasal mal rejimi olarak kabul eden değişiklik
tasarısıyla, bugüne kadar yaşanan bu mağduriyetlerin önlenmesi sağlanmış
olacaktır. Ancak, geçmiş dönemlerdeki mağduriyetlerin giderilmesi bakımından,
yürürlük tarihiyle ilgili husus çok büyük önem arz etmektedir. Eşlere, kanunun
yürürlüğe girmesinden itibaren belirlenecek makul bir süre içinde mal
rejimlerinden birini seçme imkânı verilmeli, tanınmalı ve herhangi bir seçim yapılamayacaksa,
bu sürecin sonunda, evliliğin başlangıç tarihinden itibaren geçerli olmak
üzere, eşlerin yasal mal rejimine tabi olacakları görüşü benimsenmelidir. Bu
şekilde, aile birliğinde, önceki ve sonraki dönemler arasında eşitlik
sağlanmasında çok önemli bir yol katedilmiş olacak ve milyonlarca evli kadının
hakkı böylece korunabilecektir. Ev kadınlığının son
derece fedakârlık gerektiren bir meslek olması, evdeki hizmetinin, emeğinin
bedelinin, karşılığının bulunmaması, bugüne kadar birçok suiistimali de gündeme
getirmiştir. Rakamlara baktığımızda, bugün, Türkiye'de, evin tüm işinden
sorumlu olan her 100 kadının 66'sının, diğer bir ifadeyle, üçte 2'sinin
emeğinin yok sayıldığını görmekteyiz. Diğer bir yaklaşımla, nüfusumuzun
neredeyse yarısını teşkil eden kadınlarımız, deyim yerindeyse, ücretsiz ev
çalışanlarıdır. Değerli milletvekilleri,
aile birliğinde, gelir getiren bir işte çalışmayan kadının, çocuklarımızın
yetiştirilmesinde, son derece önemli bir sorumluluk içinde, evin idaresini
sağlayarak gösterdiği çaba ve bu kuruma yaptığı desteği kim inkâr edebilir?
Kadının rolünü aile içinde dikkate almamak, şüphesiz, birliğin zedelenmesine
yol açmaktadır. Toplumumuzda, kadın denildiği zaman, hemen akla aile
gelmektedir. Aile gibi kutsal bir kavramla bu derece özdeşleştirilen
kadınlarımızın, evlatlarımızın ve genç nesillerin çağdaş toplum anlayışımıza
yakışır bir şekilde yetiştirilmelerinde aldıkları sorumluluğun, eşleriyle
birlikte, eşit olarak paylaşılması son derece önemli ve gereklidir. Çok değerli üyeler,
değinmek istediğim bir başka önemli konu, evlilik birliğinde, hukuken
"şiddetli geçimsizlik" olarak tanımlanan cana kastetme ve pek fena
muamelenin yanı sıra, haysiyetsiz hayat sürme nedeninin de bu kapsamda ele
alınmış olmasıdır. Bu husus, bence, çok önemlidir; çünkü, insan hayatında
kaybedilmemesi gereken ve kaybedildiğinde tamirinin çok zor olduğu sosyolojik
unsurlardan birinin, insan onuru olduğunu düşünmekteyiz. Aile bireylerinin bu
açıdan korunması için, yapılan düzenlemeyi son derece yenilikçi ve çağdaş
bulmaktayız. Değerli üyeler, aile
hukukunda, günümüz koşullarında ortaya çıkmış olan birçok soruna çözüm getirmek
ve yeni ihtiyaçları karşılayacak düzenlemeler yapmak büyük önem taşımaktadır.
Bu noktada, tasarının 176 ncı maddesinin son fıkrasıyla getirilen, çok önemli
bulduğum bir yeniliğe dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bildiğiniz üzere,
tazminat ve nafakanın ödenme biçimini belirleyen bu maddede yapılan sağlıklı
bir değişiklik ile yüce mahkemelerimizin heyetlerinin, hâkimlerimizin maddî
tazminat veya nafakanın, gelecek yıllarda, tarafların sosyal ve ekonomik
durumlarına göre, ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabileceğine ilişkin bir
hüküm getirilmiştir. Yapılan bu yeni düzenleme, mükerrer açılan davaların
devamını önleyecek ve böylelikle hukuk sistemimiz rahatlamış olacaktır. Müsaade ederseniz, yine,
tasarının "Evliliğin genel hükümleri" bölümünde yer alan ve özellikle
kadınlar açısından reform niteliğinde haklar tanımış olan birçok yeni hükme göz
atmak istiyorum. Tasarıda 186 ncı maddeden başlayarak, 192 nci maddeyi de
içeren hükümler ile evlilik birliğinin yönetiminde eşlere eşit söz hakkı
tanınmasını engelleyen "Koca, birliğin reisidir" hükmünün
kaldırılması, eşlerden her birinin, aile birliği devamı süresince, ailenin
sürekli ihtiyaçları için, evlilik birliğini temsil etme yetkisine sahip
olmaları ve yine eşlerden her birinin, meslek ve iş seçiminde diğerinin iznini
alma zorunluluğunun olmaması sağlanmıştır. Aile hukuku alanında
yapılan bütün bu değişiklikler, Anayasamızın "kamu önünde eşitlik"
ilkesi ile bireyler arasında ayrımcılığın kaldırılması hakkında taraf olduğumuz
uluslararası sözleşmelerden doğan taahhütlerimiz doğrultusunda
gerçekleştirilmiştir. 1993 yılında toplanan
Viyana İnsan Hakları Zirvesi, kadın haklarını, insan haklarının ayrılmaz;
ancak, özgün bir parçası olarak kabul etmiştir. Ülkemizin 1985 yılında kabul
ettiği Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesine Dair Birleşmiş
Milletler Sözleşmesinin temel ilkelerinden biri ise "eşlerin eşit haklara
sahip olmaları" ilkesidir. Kadın haklarının, evrensel insan haklarının
vazgeçilmez ve bütünleşmiş bir parçası olduğu, yine, bu taahhüt belgelerinde
yer almaktadır. Esasen, hepimizin
doğuştan sahip olduğumuz temel hak ve özgürlüklere ve onura, kısaca, insan
haklarımıza gösterilen saygı, yaşadığımız ülkede uygarlık düzeyinin ve
demokratikleşme standartlarının, şüphesiz, birer göstergesidir. Çok değerli
milletvekilleri, eşitlikçi anlayışa ait kuralların, bu en önemli temel hukuk
düzenlemelerinden biri olan Medenî Kanunumuza girmesinin, son derece gelişmiş
ve yenilikçi bir adım olduğunu düşünmekteyiz. Ancak, hepimiz biliyoruz ki,
kadın-erkek eşitliği sağlanmasında ve cinsler arası ayırımcılığın yok
edilmesinde, salt yasalar veya kurumlar yeterli olamamaktadırlar. Esas olan,
toplumsal anlayış ve davranış biçimlerimizi sorgulamak ve değiştirmek
olmalıdır. Bu nedenle, uygulama açısından daha gerçekçi olmamız ve bu yönde
özellikle çaba göstermemiz gerektiğini ayrıca vurgulamak istiyorum. Hepimiz, bu ülkede insan
hakları ve demokrasi bilincinin, kültürünün yerleşmesi ve gelişmesi için el ele
vermeliyiz. Medenî Kanunda yapılan değişiklikler ve özellikle aile hukuku
üzerinde öngörülen yenilikler, tüm bu atılımlar için çok önemli birer zemin
teşkil etmektedir. Eşitlikçi anlayış,
kadının ve erkeğin haklarını ayrı ayrı ele almaz; toplumun, bütünüyle, tümüyle
ilgilidir. Kadınların sorunları sadece kadınların, erkeklerin sorunları da
yalnız erkeklerin değil, bizzat, toplumun çözüm bekleyen müşterek problemlerini
oluşturmaktadır. Anayasada yaptığımız en
son değişiklikler kapsamında, ailenin korunmasıyla ilgili 41 inci maddede
getirilen yeniliğin, ailenin temelinin, eşler arasında eşitliğe dayandırılması
hükmünün olumlu bir gelişme ve toplumumuzun çağdaşlaşmasında önemli bir kazanım
olduğunu düşünmekteyiz. Eşitlikçi bir toplum
anlayışının Anayasamıza ve temel yasalara yansıtılması konusunda yıllardır
yoğun çaba gösteren sivil toplum kuruluşlarını da, burada, özellikle kutlamak
istiyorum. Böyle bir hükmün Anayasamızda yer almasının arkasında, ciddî bir
çalışmanın, birikimin ve sabrın yattığını görmemek mümkün değildir. Yapılan bu
değişikliğin, toplumumuzun temeli olan kutsal aile yapısını, çağdaş bir anlayış
içerisinde güçlendireceği gayet sarihtir. Ailedeki bu olumlu
gelişme, şüphesiz, toplumsal demokrasinin boyutuna ivme kazandıracaktır.
Buradan hareketle, Medeni Kanunun aile hukukuyla ilgili tüm yenilenen
hükümlerinin, Anayasa değişikliğimizin yasalara yansıtılmasında ilk örneklerden
biri olduğunu düşünmekteyiz. Diğer uyum yasaları ve uygulamalarla, umuyoruz ki,
bu değişiklikler, en kısa zamanda, gözle görülür bir şekilde yaşamımızı olumlu
etkileyecektir. Değerli milletvekilleri,
Medeni Kanunda yapılan değişikliklerin yasalaşmasının, sadece aile hukukunun
geliştirilmesi değil, aynı zamanda, bu ülkede, kadın-erkek eşitliği açısından
ele alınması gereken birçok toplumsal, ekonomik ve kültürel sorunun da
çözümlenmesine yardımcı olacağı açıktır. Kadınların işgücüne
katılma oranlarını yükseltmek, istihdamını artırmak, geleneksel çalışma
alanlarının yanında farklı sektörlerde de görev üstlenmelerini temin etmek,
eğitim olanaklarını yükseltmek, sosyal güvenlik alanlarıyla ilgili
göstergelerini iyileştirmek, aile planlamasında bilinçli olarak yer almalarını
sağlamak, sağlık sorunlarını azaltmak, aile içi şiddetin önlenmesi için
toplumsal bilinci geliştirmek hemen akla gelen konu başlıkları arasındadır. Türkiyemizin
kalkınmasında, üretim sürecinde hemen her sektörde kadının emeğinin daha
tatminkâr düzeyde olması behemehal sağlanmalıdır; çünkü, bugün bir ülkenin
kalkınma tanımı ve gelişmişlik düzeyi sadece ekonomik göstergelerle değil, aynı
zamanda, toplumun kültürel yapısı ve insanî gelişme ölçütleriyle de mümkün
olabilmektedir, yapılmaktadır. Şüphesiz, bir ulusun uygarlığının, o toplumda kadına
verilen önemle ölçüleceği tartışılamayacak bir gerçektir. Kadının sosyal
konumunun yeterince anlaşılamadığı ya da değerlendirilemediği dönemlerde
toplumların gelişemediklerini, ilerleyemediklerini bir kez daha hatırlayalım
hep birlikte. Ülkeler tarihine baktığımızda değerli arkadaşlarım, geri
kalmışlığın nedenlerinin başında, kadının toplumdan dışlanmasının geldiğini
görmemek mümkün değildir. Yükselen her uygarlıkta kadın ve erkeğin müşterek
emeğinin esas teşkil ettiğini izlemekteyiz. Özetle söylemem
gerekirse, Medenî Kanunumuzdaki değişikliklerin toplumsal, kültürel, iktisadî
ve kurumsal, yasal alanlarda toplumumuzda kadına yönelik mevcut engellerin ve
eşitsizliklerin giderilmesinde çok önemli adımlar olduğunu bir kez daha
vurgulamak istiyorum. Böylece, kadının kendini geliştirmesi, sahip olduğu
kapasiteyi tam anlamıyla kullanabilmesi, bağımsız olabilmesi, bu çerçevede
yasal haklarını koruyup, uygulayabilmesi ve yaşamını insan haysiyetine yaraşır
bir şekilde sürdürebilmesinin önündeki engeller kalkmış olacaktır. Çok değerli
milletvekilleri -hemen tamamlıyorum Sayın Başkanım- bu tasarı, kadınların hukuk
karşısında birey olduklarının belgesini teşkil etmektedir. Konuşmamı tamamlarken,
Türk Medenî Kanunun aile hukuku bölümünde yapılan değişiklerle, kadınların
yıllardır sadece slogan içerikli kalan haklı taleplerinin hukuk zemininde yer
aldığını görmekten son derece memnun olduğumu belirtmek istiyorum. Yetmişbeş yıllık bir
tarihi olan Türk Medenî Kanunun toplumsal gelişimi ve değişimi en çok
hissettiğimiz bu günlerde, çağdaş ve eşitlikçi normlarla yenilenerek
yasalaşmakta olması, sevindirici olduğu kadar, Atatürk devrimlerinin bu topluma
getirdiği itici gücü bir kez daha hatırlatması açısından da büyük önem
taşımaktadır. Çok değerli
milletvekilleri, Avrupa Birliğiyle yaşadığımız entegrasyon sürecinde, bu
günlerde "insan hakları ve demokrasi kriterleri başta gelen
önceliğimizdir" demekteyiz. İşte bu sebeple, Türk Medenî Kanununun tüm
değişiklik ve yenilikleriyle, bir insan hakları ve demokratikleşme kanunu
olduğuna inanıyoruz. Kanunumuzun toplumumuza
hayırlı olmasını diliyor, bu vesileyle -müsaade ederseniz Sayın Başkanım- çok
emeği geçmiş arkadaşlarımıza, başta, Sayın Adalet Bakanıma, Çok Değerli Adalet
Komisyonu Başkanıma, çok mümtaz üyelerine ve katılımcılara huzurlarınızda
şükranlarımı ifade etmeyi bir borç telakki ediyorum ve siz, çok değerli
milletvekili kardeşlerimi en derin saygılarımla selamlıyorum efendim. Teşekkür ederim
(Alkışlar) Başkanım, teşekkür ederim
efendim. BAŞKAN - Sağ olun, teşekkür
ederiz. İkinci söz, Doğru Yol
Partisi Grubu adına İçel Milletvekili Sayın Ayfer Yılmaz'a aittir (DYP
sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika
efendim, buyurun. DYP GRUBU ADINA AYFER
YILMAZ (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının aile hukukuna ilişkin Üçüncü
Bölümünde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu izleyen yıllarda yapılan devrimler içerisinde
en cesur olanı ve hukuk devrimleri içerisinde en öne çıkanı, toplumsal yaşamda
en köklü değişmeyi sağlayan Medenî Kanunun kabulüdür. Her toplumsal dönüşüm,
yapısına uygun hukuksal sistemi de birlikte getirir. Ulusal egemenlik temeline
dayanan Türkiye Cumhuriyetinde gerçekleştirilen hukuk devrimiyle Kıta
Avrupasındaki laik hukuk sistemi benimsenmiş, bu sistem, Türkiye'nin medenî
dünyada yer almasında önemli bir rol oynamıştır. Medenî Kanunun Kabulüne
kadar hareket özgürlükleri özel alanla sınırlanmış olan kadınların bu yasayla
kamusal alana çıkmaları ve erkeklerle birlikte kalkınma sürecine katılmaları
amaçlanmıştı. Türk kadınına, özellikle aile hukukuna ilişkin düzenlemelerle
yasal olarak en üst düzeyde haklar tanınmış; ancak, bu değişikliklerin
kadınların gündelik yaşamı üzerindeki etkileri çok sınırlı kalmıştır. Birçok
kadının yaşamında geleneksel kurallar hâkim olmaya devam etmiş, bu kurallar ve
sınırlı eğitim olanakları bireylerin bu ayrımcılığı sorgulama şansını da yok
etmiştir. Kabul edildiği dönemde
reform niteliğinde kurallar getiren bu yasa, toplumsal gelişmeler karşısında ve
değişen dünya koşullarında, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler de dikkate
alındığında, günümüz gereksinimlerini karşılamaktan uzak ve yetersiz kalmıştır.
Gelişmiş ülkeler, yurttaşlık yasalarında yaptıkları değişikliklerle, aileyi,
eşlerin eşit olarak haklardan yararlandıkları ve sorumluluklarını da
üstlendikleri bir kurum olarak kabul etmişlerdir. Medenî Kanunumuzda, ilki
1938 yılında olmak üzere, çeşitli tarihlerde değişiklikler yapılmış; ancak,
yine de, gelişmiş ülkelerin 1940'lı yıllardan itibaren hayata geçirdikleri
değişikliklere, eşitlikçi anlayışa uygun bir yapıya kavuşturulamamıştır. Anayasal ve yasal
sistemimizde, eşitlik ilkesine aykırılıklar ve kadınların insan haklarından
yararlanmalarını engelleyen hükümler varlığını sürdürmüştür. Ülkemizde de aile
içinde kadın-erkek eşitliğinin yasal olarak yaşama geçirilmesi, eşler
arasındaki ve çocuklarla olan ilişkilerin, günümüz toplumsal ve ekonomik
ihtiyaçları da göz önünde tutularak, başta, karşılıklı sevgi ve saygı olmak
üzere daha geniş bir hak, özgürlük ve görev eşitliği çerçevesinde ele alınması
tarihsel bir gereklilik olmuştur. Değerli milletvekilleri,
bugün burada bu yasayı tartışıyor, olumlu bulup olumlu bulmadığımız yönlerini
ortaya koyuyoruz; ancak, tartışılan, sadece belli bir konunun hukuksal olarak
düzenlenmesine yönelik sıradan bir tasarı değil; etkileri, yaşamın her alanında
ve her anında herkesçe hissedilen bir ilişkiler bütünü ve bu ilişkilerin
konumudur. Genel anlamda konuşulan
hukuktur; ancak, bu, şahsın hukukudur, ailenin hukukudur, eşyanın hukukudur,
mirasın hukukudur; yani, konuşulan, bireydir, ailedir, mülkiyettir, bundan da
öte, mirastır. Aslında, konuşulan, hayatın gerçeğidir; amaçlanan ise pek tabiî
ki, herkes için eşit fırsatlar yaratmaktır. Değerli milletvekilleri,
şimdi de kanun tasarımızın, aile ve hukukuna ilişkin düzenlemelerine değinmek
istiyorum. Niteliği ve içeriği bakımından
zamanla büyük değişikliklere uğramış olan aile kurumunun, ilk tarihsel
dönemlere kadar uzanan oldukça eski bir geçmişi vardır. Ailenin bu uzun
geçmişine paralel, yurttaşlık yasalarının da belli bir mazisi vardır. Bir
devletin yapısal düzenlemesi olan anayasalar dahi yaklaşık üçyüz yıllık bir
geçmişe sahipken, yurttaşlık yasalarının üçbin yıllık geçmişe sahip olması,
konunun önemi açısından dikkate değer bir husustur. Önceki dönemlerde, aile,
daha nicelikli bir ilişkiler bütününü ifade ederken, günümüzde, genellikle
anne, baba ve çocukları, hatta daha aza indirgenebilecek bir boyutu
anlatabilmektedir. İşte, bu, karı, koca ya da anne, baba ve çocuklar arasındaki
ilişkileri düzenleyen kurallar bütünü aile hukukunu oluşturmaktadır. Türkiye'de
tarihsel gelişim incelendiğinde, ekonomik, sosyal ve kültürel değişmenin, yaşam
tarzında ve aile yapısında önemli değişiklikler ortaya çıkardığı ve yapısal
olarak farklı aile tiplerini ortaya koyduğunu görmekteyiz. Ülkemizin sosyokültürel
gelişim sürecinde ailede erkeğin önde gelen konumu, ataerkillik özellik
çerçevesinde süre gelmiştir. Geleneksel değerler, ona ait olunan gruba bağlılık
doğrultusunda yer almış, otoriteye saygı biçiminde sosyal bir değer olarak
ifadesini bulmuştur. Kadınların yaşam biçimi,
ataerkillik içinde tanımlanmış ve mevcut değer yargılarının egemenliğine hizmet
eder bir hale getirilmiştir. Kadınlara karşı ayırımcılık ve yasaklamalar, bu
değerler sistemini pekiştirmiştir. Mevcut yapı, bir
taraftan, kadının rolünü ve emeğinin değerini hiçe sayarken, evliliği ve aileyi
de, sadece mevcut yapının devamını sağlamaya yönelik bir mekanizmaya
indirgemiş; ancak, diğer taraftan da teknolojide, ekonomide ve sosyal ve
kültürel alanda yaşanan son derece hızlı gelişmeler ve modernleşmeyle gelen
değer değişimleri, yeni kentli ailelerin ilişkilerinde değişime neden olmuştur.
Aile içi ilişkilerde karar alma sürecinde fonksiyonların değişmesi ve otorite
görüntüsündeki değişme, kuşaklar arasındaki ilişkilerde yeni boyutlar
yaratmıştır. Değerli milletvekilleri,
Medenî Kanunun kabulünden sonra, toplumsal alanda ve aile içi ilişkilerde
gelişen koşullara bir ölçüde uyum sağlanmışsa da, kurallar değişmemiş,
evlenmeden önce, hukuken eşit durumda olan kadın, evlendiğinde, fiilen eşit
olmayan bir durum karşısında kalmıştır. Bu çerçevede, anayasal düzeyde ele
alınan ve geliştirilmeye çalışılan insan hakları, temel hak ve özgürlüklerle
paralel ve tamamlayıcı olarak kadın erkek eşitliği temelinde oluşturulacak
yurttaşlık ve aile hukukunun, ülkemizde, demokrasinin gelişmesine katkısı büyük
olacaktır. Toplumda demokrasi için, ailede demokrasinin yaşanır kılınması,
olmazsa olmaz koşuludur. Ailede demokrasinin yaşanması ise, pek tabiî olarak,
aileyi ve toplumu oluşturan bireylerin haklarını; yani, en temelde, insan haklarını
geliştirmeyi ve korumayı gerektirir. Demokratik devlete ulaşmak, ancak, tüm
bireylerin temel hak ve özgürlüklerden eşit bir şekilde ve tam olarak
yararlanmalarıyla mümkündür. 20 inci Yüzyılın kâğıt üzerindeki eşitlik
ilkesini, 21 inci Yüzyılda yaşanır kılmak için gerekli düzenleri yapmak
hepimizin görevidir. Çağdaşlık bunu gerektirir, demokrasi bunu gerektirir. Değerli milletvekilleri,
bugün görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun değişikliğiyle, kadın-erkek eşitliğine
aykırı olan veya uygulamada eşitsizlik doğuran hükümler özellikle aile
hukukunda yeniden ele alınmış, çağa ve uluslararası sözleşmelerden doğan
yükümlülüklerimize göre yeniden düzenlenmiştir. Aile hukukuna ilişkin
birinci kısımda, evlenme, boşanma, evlenmenin umumî hükümleri ve karı-koca mallarının
idaresi hususlarında değişikliklere yer verilmiştir. Öncelikle, tasarıda
yapılan en önemli ve olumlu değişikliklerin bu bölümde olduğunu ifade etmek
isterim. Bu bölümde, ailenin kurulmasına dayanak olan evlilik kurumunun
oluşumunda, olağan ve olağanüstü yaş konumları eşitlenmiş ve yükseltilmiş,
küçük ve kısıtlıların evlenmelerine yasal temsilcilerin izni, hükmü ilave
olarak getirilmiş; ülkemizin özgün koşulları ve bu konudaki uygulamalar
nedeniyle hısımlılık sebebiyle evlenme yasağı genişletilmiş; boşanmayla ilgili
olarak yeni hükümler ilave edilerek onur kırıcı davranış boşanma nedeni
sayılmış, bu şekilde de fiilen uygulanan içtihatlar yasallaştırılmıştır;
yoksulluk nafakası yeniden düzenlenmiştir. Ayrıca, eşlerin oturacakları evi,
birlikte seçecekleri, evlilik birliğini birlikte yönetecekleri; birliğin
giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıklarıyla katılacakları; ortak
yaşamın devamı süresince sürekli ihtiyaçları için, evvel, eşlerden her birinin
evlilik birliğini temsil edeceği, eşlerin eşit haklara sahip olmaları ilkeleri
çerçevesine uygun olarak düzenlenmiş ve eşlerin, meslek ve iş seçiminde izin
alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Değerli milletvekilleri,
Medenî Kanun tasarısının kamuoyunda en çok tartışılan noktasını eşler
arasındaki malların paylaşımı tespit etmektedir. Mal rejimi, Medenî Kanunumuzun
aile hukukuyla ilgili bir hukuksal kurumudur ve ancak, evlenme halinde gündeme
gelir. Evlendikten sonra eşlerin, gerek evlilik öncesi sahip oldukları gerekse
evlendikten sonra edindikleri mallarındaki karşılıklı hak ve yükümlülüklerinin
neler olacağını tayin eden, evlilik son bulduğunda bunlar üzerinde diğer eşin
hak ve yükümlülük sahibi olup olamayacağını belirleyen kuralların tümü, mal
rejimini oluşturur. Aile içi ve eşler arası hak ve yükümlülüklerini yurttaşlık
yasalarında düzenleyen çağdaş ülkelerde, hak ve yükümlülükleri, birbirinden
farklı mal rejimleri geliştirilmiştir. Bu suretle, eşlere, kendilerine uygun
bir mal rejimi seçebilme olanağı tanınmıştır. Yasal mal rejiminde ise, yasada
öngörülen seçimlik rejimlerden birisinin seçilmemesi durumunda geçerli olacak
mal rejimi belirlenmiştir. Ülkemizde de bu şekilde bir seçimlik mal rejimi,
yasamızda daha önceden olduğu gibi, bu tasarıda da öngörülmektedir. Medenî Kanunumuzun
yürürlüğe girdiği tarihten bu yana, mal ayrılığı rejiminin yasal mal rejimi
olarak uygulanması, özellikle evli kadınlar için büyük bir haksızlık kaynağı
olmuş, kadının yoksullaşmasına ve ekonomik açıdan erkeklere muhtaç hale
gelmesine yol açmıştır. Ev işlerinde ve işletmesinde çalışan kadının emeği
sömürülmüş, meslek sahibi kocanın mal edinmesinde evde çalışan kadının katkısı
inkâr edilmiştir. Bu durum, sadece ev ve ev işletmesinde çalışan kadınlar
açısından değil, daha da ağır olarak meslek sahibi olan kadınlar için de geçerli
olmuştur. Nüfusun yüzde 51'inden fazlasını oluşturan kadınlarımızın, neden
Türkiye'deki gayrimenkullerin sadece yüzde 8,7'sine sahip olduklarının cevabı
da herhalde bu gelişmelerde gizlidir. Değerli milletvekilleri,
tasarıda, edinilmiş mallara katılma rejimi, yasal mal rejimi olarak kabul
edilmiş; buna karşılık, mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı, mal ortaklığı
rejimleri ise seçimlik rejimler olarak korunmuştur. Gerek edinilmiş mallara
katılma rejimi gerekse paylaşmalı mal ayrılığı rejimi yakından incelemeye
alındığında birçok açıdan eleştiriler getirmenin mümkün olduğu görülmektedir.
Paylaşmalı mal ayrılığı rejimini edinilmiş mallara katılma rejiminden ayırt
etmek için getirilen tek unsur, paylaşılacak malların sınırlanmasıdır.
Tasarının seçimlik rejim haline getirdiği paylaşmalı mal rejiminin diğer
ülkelerde bir örneği ve uygulaması mevcut değildir. Edinilmiş mallara katılma
rejimi ise, bizim kanunumuzun temelini teşkil eden İsviçre Medenî Kanununa 1984
yılında girmiş bir rejimdir. Böylece, kaynak kanununa bir bütünlük sağlanmış ve
uygulamada çıkabilecek sorunlara ilişkin bir kaynağa başvurma imkânı da
sağlanmış bulunmaktadır. Edinilmiş mallara katılma rejiminde, emek
karşılığında, eşlerin evlilik süresince edindiklere mallara katılım söz konusudur;
bu nedenle, kazancın meşru zeminlere dayanmasını sağlayan bir rejimdir. Bu
rejimde, malların değil, malların değerinin bölüşümü söz konusudur; ancak,
kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mal olarak yer alması bu rejimin
kıstaslarına uymamaktadır; çünkü, bu rejimin temeli, evlilik süresince ortaya
konulan emektir. Gerek paylaşmalı mal
rejimi gerekse edinilmiş mal rejimlerinin sınırlarının net olarak sunumunun
yasa tasarısında yer almaması, sanıyorum, bu konuda uygulamada çıkacak
sorunlara ilişkin çeşitli platformlarda getirdiğimiz eleştirileri haklı
çıkaracaktır. Ayrıca, Medenî Kanunun yürürlüğü ve uygulama alanını düzenleyen
724 sıra sayılı tasarının 10 uncu maddesi, yeni mal rejimiyle ilgili düzenleme
açısından çok büyük bir önem arz etmektedir. Mevcut evliliklere bir hak
getirmeyen, kadını mağdur eden mevcut yasal mal rejiminin sürdürülmesi,
toplumda adaletsizliğe ve farklı uygulamalara neden olacaktır. Bu nedenle, bu
maddenin değiştirilmesine ilişkin bir önerge vermiş bulunuyoruz ve önergenin
destekleneceğini umuyoruz. Bu değişiklikteki amacımız, yürüyen mevcut
evliliklere de gereken saygıyı göstererek, hakkı iade etmektir. Değerli milletvekilleri,
Medenî Kanunda kadın-erkek eşitliğine aykırı olan veya eşitsizlik yaratan
hükümlerin kaldırılması ve eşit haklar temelinde değişiklikler yapılması tabiî
ki olumlu bir gelişmedir. Ancak, eşitliğin sadece yasalarda değil, yaşamın her
alanında ve her koşulunda ve özde olmasını sağlayacak ekonomik altyapı ile
uygulamaya dönük bir sosyal sistem ve pratiği de oluşturulmalıdır; çünkü,
demokrasilerde, kadın-erkek, bütün yurttaşların, sosyal ve siyasal yaşama
sadece eşit haklarla değil, aynı zaman da eşit olanaklarla katılmaları söz
konusudur. İnsan hakları bilinci, kadın haklarına saygının da özüdür. Geleceğin
değerlerini savunan düşünceler ve toplumlar, kadının ikincil konumunu
değiştirmek için gerekli önlemlerin alınmamasını dahi insan hakları ihlali
sayarken, ülkemizde, bazı yerleşik uygulamaları korumak adına yapılan
tartışmalar üzüntü vericidir. Mevcut haliyle Medenî Kanunun kadınlara hiçbir
mükellefiyet yüklemediği ve bu yönüyle kadını koruyan bir kanun olduğu veya
eşitlik uğruna ailenin feda edildiğini düşünen kesimlerin, bu konuyu bir kez
daha vicdanlarında yargılamalarını istiyorum. Bu tartışmalar yapılırken,
kadınlar, erkeklerin mallarına göz dikmiş duruma düşürülmemelidir. Ev kadını
haline getirip, sonra da yalnız bırakılan ve ekonomik yetersizliği nedeniyle
her türlü muameleye boyun eğen kadınların çokluğu gözönünde her an
tutulmalıdır. Aile kutsal bir birlikteliktir, şirket değildir. Kadınların insan
haklarından eşit bir şekilde yararlanmaları bu kutsal birlikteliği yıkıcı değil
yapıcı etkide bulunacaktır. Zaten, aile birliği, sadece mal esasına inmişse,
orada bir ailenin kutsallığından veya varlığından söz etmek mümkün müdür?
Hepimiz biliyoruz ki, eşit haklara sahip olmayan ve geleceği özgür olmayan
bireylerle çağı yakalamamız mümkün değildir. Önemli olan, sadece erkeklerle
eşit haklara sahip olmak da değildir. Çocuklarımızı eğitirken,
aile, kadın, erkek, sevgi kavramlarını da birlikte öğretmek zorundayız.
Çocuklarımız, barışı, sevgiyi, mutluluğu, hak ve sorumlulukları; yani
demokrasiyi önce ailede öğrenmelidirler. Değerli milletvekilleri,
kadınların her alanda karar mekanizmalarında yer alması, bugün içinden
geçtiğimiz pek çok sıkıntının çözümüne katkıda bulunacak ve gelecek kuşakların
daha çağdaş, daha güzel, daha yaşanabilir bir ülkeye kavuşmalarına neden
olacaktır. Hangi görüşten, hangi
ideolojiden olursak olalım, eşit ve eşit olmak bilincindeysek, demokrasiyi
şekil şartı olarak değil, gerçekten yaşamak ve yaşatmak istiyorsak, ülkemizin
geleceğini Yüce Atatürk'ün de çizdiği çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak
düzenlemeleri bir an önce yapmalıyız. Bu yasanın tümüne ilişkin
yapılan haklı eleştirileri ve eksiklikleri en kısa zamanda giderecek
düzenlemeleri yaparak, Medenî Kanunun, bir medeniyet, bir uzlaşma projesi
olarak tüm insanlarımı kucaklaması dileğiyle hepinizi sevgi ve saygıyla
selamlarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Yılmaz. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan Toprak; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. AK PARTİ GRUBU ADINA
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Görüşmekte olduğumuz
Medenî Kanun Tasarısının Üçüncü Bölümü üzerinde, genel siyasî konuşmalar değil,
özellikle, tasarı üzerine, metin üzerine somutlaştırmak suretiyle, bazı temel
eleştirilerde bulunacağım; ancak, ondan önce, gerek Sayın Bakanın gerekse
Komisyon Başkanının, Yüce Meclisin huzurunda ve televizyonlardaki bir
manipülasyona ilişkin cevap hakkımı izninizle, kısaca kullanmak istiyorum.
Öncelikle, Medenî Kanunun dili Anayasa dili değil; katıldığımız değişiklikler
de vardır, dilinin yabancı kelimelerden arındırılmasına yönelik yerinde
bulduğumuz örnekler de vardır. Bunları defalarca ifade etmemize rağmen, yerinde
bulduğumuz değişikliklerle ilgili olarak, sürekli, ekran ekran dolaşarak, işte
biz bunları değiştiriyoruz gibi ifadelerle kamuoyunu yanıltılmaktadır. Örneğin,
"beyyine külfeti..." Ben bunu anlıyorum; ama, toplumun bir kısmı
anlamıyor, bunun yerine "ispat yükü"
getirildi; buna katılıyorum; "lükata" bulunmuş eşya demek;
buna katılıyorum; "mahcur" kısıtlı demek; buna katılıyorum; ama,
katılmadıklarımız var, değişik kategorilerde; örneğin, "nısfet"
yerine "hakkaniyet" kelimesi kullanıldı. Nısfet, Arapça bir kelimedir
ve yarı yarıya demektir. Oysa, hakkaniyet, her zaman yarı yarıya demek
değildir; emeğiniz fazladır, yarı yarıya değil, fazla alırsınız. Herhalde
kelimelerin anlamını dahi bilmiyorlar. Yine, "iddia"
kelimesi yerine "olgu" kelimesi konulmuştu, yerinde olduğunu ifade
ettiler; olgu, eski dilde vakıanın karşılığıdır; kişisel gerçeklik ifade eder,
benim için gerçektir olgu, bir başkası için iddiadır. Birebir karşısına
koyarsanız, komik duruma düşersiniz. Demek ki, iddianameler, bundan sonra,
olguname şekline dönüşecek!.. Bunlar yanlış bulduklarımız. Bir de, abesle iştigal
olarak nitelediğimiz bazı değişiklikler var; örneğin, "hata" kelimesi
yerine "yanılma", "hile" kelimesi yerine
"aldatma", "tehdit" yerine "korkutma" gibi. Boş
durma,boşa çalış!.. Abesle iştigal niteliğinde değişiklikler var. Ha, bizim asıl
eleştirdiğimiz hususlar nedir; hiç bununla ilgili açıklama yapmıyorlar.
Örneğin, tasarıda "istifa" kelimesi yerine "çıkma" kelimesi
konuldu. Ben buna bir örnek vereyim, biraz da müjdeli bir örnek olsun: Sayın
Ecevit Başbakanlıktan istifa etti... Hayır efendim, Sayın Ecevit Başbakanlıktan
çıkma yaptı!.. Tabiî "istifa" kelimesi biraz korkulu düş gördüren bir
kelime olduğu için, zannediyorum istifa fobisi "istifa" kelimesi
yerine "çıkma" kelimesini getirmek zorunda bıraktı. Ben Genel
Kuruldan çıktım... Hayır efendim, istifa ettim... Mantığa bakın!.. Tabiî, korkunun ecele faydası yok. Sayın
Ecevit, istifaları, hep, onurlu davranış olarak nitelendirmişti, ben onun
tabiriyle ifade ediyorum, bir çıkma yapın da, pardon, bir istifa edin de millet
biraz bayram etsin!.. Değerli milletvekilleri,
yine bir başka örnekleme yapıyorum. Tasarının 515 inci maddesinde
"sorumluluk" kelimesi yerine "yükleme" kelimesi konuldu.
Bakın, bu kelime daha önce "mükellefiyet" idi, yerine
"sorumluluk" konuldu. Eşzamanlı olarak "yükümlülük" de denildi; yetinilmedi
"yükleme" olarak getirildi tasarıya. Düşünün, mükellefiyet,
sorumluluk, yükümlülük, yükleme... Yüklenip, gidiyor. Değerli milletvekilleri,
Atatürk, Türk Dil Kurumu kurduğu zaman, Türk Dilini, başta, Arapça ve Farsça
olmak üzere, yabancı kelimelerden arındırma amacına yönelik olarak, bu kurumun
kurulması emrini vermişti; ancak, hemen akabinde, Türk Dil Kurulu yetkilileri,
bahsettiğim örneklemelerle, Türk Dilini aslından kopartarak, diğer tabirle,
yozlaştırarak, iki nesil arasında, âdeta, sözlük kullanmadan anlaşılamaz hale
getirmesi üzerine, Büyük Atatürk, Türk Dil Kurumunu kapattı; yani, bu
zihniyeti, bu kafayı, kapatmıştır Atatürk. Hiç kimse, o büyük insanın arkasına
saklanarak, onun ticaretini yapmasın; kendi ideolojisini, o büyük insanın
isminin arkasına saklayarak, onun kisvesine sokarak, topluma empoze etmeye
kalkışmasın; ele veriyorlar. "Yükleme"
kelimesinin, hiçbir zaman "sorumluluk" kelimesini karşılamayacağı
izahtan vareste. Bir hamalın sırtına 4 kasa yükledik; hayır efendim, sorumluluk
yükledik! Kasa yükleme ayrı sorumluluk...
Sorumluluk, soyut bir kavram; yükleme ise, somut anlam ifade eder. Hiç birbirini tutmayan,
son derece trajikomik düzenlemeler. Bizim eleştirdiğimiz hususlar, bunlardır.
Eğer, Türk Milletine hizmet edilmek isteniyorsa, lütfen, Türk Dilini gerçekten
arındırma faaliyeti yapın. Buna yönelik örnekler var; bu örneklere aynen
katılıyoruz; katılmadığımız, biraz önce değindiğim trajikomik düzenlemelerdir.
Eğer, değinecekseniz, yüreğiniz yetiyorsa, bunlara değinin. Değerli milletvekilleri,
tasarının kamuoyunda en çok tartışılan bölümü, bu Üçüncü Bölümdür; yani, aile
hukukuna ilişkin bölümdür; diğer tabirle, aile hukuku üç bölümdür, bu üç bölüm
içerisinde en çok tartışılan bölüm, evlilik hukukuyla ilgili bölümdür. Evlilik hukuku dört
bölüme ayrılmıştır: Evlenme, boşanma, evliliğin genel hükümleri ve mal
rejimleri. Ben, bu konuda, topluma biraz ayrıntılı açıklama yapmak istiyorum.
Örneğin, meri yasamızda, yürürlükteki yasamızda evlenme yaşı erkekler için 17,
kızlarımız için 15 idi. Bu, 17-17 olarak eşitlendi. Yine, olağanüstü
durumlarda, eğer evlenme 17 yaşından küçük, 15-17 yaşları arasında ise ve
tarafların kanunî temsilcileri evlenme izni vermezse, bu kişilerin mahkemeye
müracaatla, hâkimin kanunî takdir hakkını kullanarak evlenmeye izin vermesi
gibi bir yenilik getirilmiştir. Bir diğer yenilik budur. Yine, eşitlik adı
altında, evlenme başvurusu konusunda bir iki olumlu düzenleme getirilmiştir.
Örneğin, daha önceden, evlenme başvurusu erkeğin ikametgâhın bulunduğu yerde
yapılıyor idi; şimdi, eşlerden birinin oturduğu yerde, evlendirme memurluğuna
birlikte başvuruyla, bu, mümkün hale gelmektedir. Yine, aile cüzdanı
gösterilmeden dinî tören yapılamaz. Evet, bu doğrudur; Türk toplumumuzda dinî
törenle evlenmeler çok yaygındır; ancak, bu, Türk insanının, özellikle kırsal
kesimlerdeki insanlarımızın çok büyük oranlarda mağduriyetlerine neden olan bir
düzenlemedir. Bir anlamda bu mağduriyetlerin önüne geçilmiştir, yerinde bir
düzenlemedir. Yine bir yenileştirme,
evlenme izni belgesi getirilmiştir. Evlenme izni belgesi alan taraflar, altı ay
içerisinde, herhangi bir evlendirme memurunun önünde evlenme hakkını elde etmiş
oluyor. Yerinde bir düzenlemedir. Boşanmayla ilgili bir
kriter getirildi; onur kırıcı davranış boşanma nedenleri arasına sokuldu.
Aslında, bu, çok yeni bir düzenleme değil, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanının
da ifade ettiği gibi, yürürlükteki yasanın 134 üncü maddesinde, evlilik
birliğinin temelinden sarsılması halinde bir boşanma nedeni gerçekleşmiş
oluyor. İşte, bu onur kırıcı davranış, aslında bu 134 üncü maddenin
içerisindeydi; fakat, daha sonra, bir şey yapılıyor görüntüsü verebilmek için,
biraz popülizm yapılarak bu düzenleme getirilmiştir. Biz, yine de, yerinde
olduğunu düşünüyoruz. Daha önce, eşlerden
birisi üç ay evi terk ettiği takdirde, evi terk eden değil evde kalan, diğeri
aleyhine boşanma davası açabiliyordu; şimdi, altı ay terk etmesi halinde
boşanma davası açılabilecek. Yine, boşanma davası
açılabilecek yerlerle ilgili, kadın-erkek eşitliğini sağlamak anlamında bir
düzenleme getirilmiştir. Yine, çocuk ile boşanan
eş arasındaki ilişkiler (sağlık, eğitim ve benzeri giderler) konusunda yeni
düzenlemeler getirilmektedir. Yine, daha önce, akıl
hastalığı nedeniyle boşanmalarda bir bilirkişi raporu yeterli görülüyordu;
şimdi, resmî kurumlardan sağlık kurulu raporları getirilmesi hükmü konulmuş
oldu. Yürürlükteki yasanın 152
nci maddesine göre, evin reisi erkekti; bu saltanata son verildi. Şimdi, evin
reisi, hem kadın hem erkek. Keşke, Sayın Bakanım polis kayıtlarından
getirebilmiş olsaydı; ülkenin, son iki üç yıl zarfında içerisine düştüğü zor
durumlar ve vatandaşımızın içerisine düşürüldüğü sefalet nedeniyle evden kaçan
erkek sayısında çok büyük patlamalar oldu. Evet "ailenin reisi"
diyeceksiniz; bu reis, evine, çocuklarına ekmek, aş götüremeyecek! Böyle bir
reisi düşünebiliyor musunuz; diğer tabirle "züğürt ağa"yı
düşünebiliyor musunuz?! Sokaktaki çocukların bile tiye aldıkları bir ağayı, bir
aile reisini düşünün; bu aile reisi, çareyi kaçmakta buluyordu. Bu düzenleme,
erkeğin, aslında olmayan saltanatına son verdi, kadın-erkek eşitliği sağlanmış
oldu. Ben, evden kaçan çok sayıda erkeğe huzurunuzda sesleniyorum: Lütfen,
evinize dönün, artık saltanat sona ermiştir; bundan sonra, yükün yüzde 50'si
sizin üzerinizde, yüzde 50'si de eşinizin üzerindedir, lütfen evlerinize dönün
diyorum. Erkeğin saltanatına son
verilmesi ne anlama geliyor; evlilik birliği beraberce yönetiliyor, konut
birlikte seçiliyor; birliğin giderlerine, güçleri oranında, emek ve mal
varlıklarıyla katılıyorlar. Yine, daha önce, hukukî
anlam ifade eden evlilik birliğini koca temsil ediyordu; şimdi, eşlerden her
biri evlilik birliğini temsil edebiliyor. Yine, 1990 yılında
Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bir kararla, bayan eş, erkek eşin iznini
almadan çalışamıyordu. Bu hüküm 1990 yılında Anayasa Mahkemesince iptal edildi.
Onbir yıllık bir boşluktan sonra, artık, çalışmak isteyen eş, diğer eşin iznini
almak zorunda değil, bazı kriterlerle... Değerli milletvekilleri,
şimdi, tasarımızın en çok tartışılan, mal rejimi, daha doğrusu yasal mal rejimi
konusuna gelindi. Bilindiği üzere, getirilen tasarıda dört ayrı mal rejimi var:
Mal ayrılığı rejimi, mal birliği rejimi, edinilmiş mallara katılma rejimi ve
paylaşmalı mal ayrılığı rejimi. Mal ayrılığı rejimi, 1926'dan bugüne değin uygulanan
ve evlilikte eşlerin mallarının ayrı olduğu rejim; mal birliği, ortak olduğu
rejim. Tartışma konusu, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi ile edinilmiş mallara
katılma rejimi. Sayın Bakan, İsviçre
Medenî Kanunu 1926'da doğru dürüst tercüme edilemediği için, son yılların
gelişen teknolojisi, imkânlar da göz önünde bulundurularak, İsviçre Medenî
Kanununu daha güzel tercüme ettirerek, daha önce tercüme edilemeyen kısımları
da, herhalde, yasaya koymuş olmak için, edinilmiş mallara katılma rejimini
tasarıya koydu. Bu konuda bazı kadın derneklerinin çok aktif olduklarını
biliyoruz; bunların etkisiyle bu gerçekleşti. Oysa, uzun yıllar, 35 kişilik
komisyonun tespit ettiği Türk yargı sisteminin yapısı, Türk toplumunun yapısı,
gelenek ve görenekleri göz önünde bulundurularak, bu yapıya en uygun olan
paylaşmalı mal ayrılığı rejimi yasal rejim olarak getirilmişti, 35 kişilik
komisyon tarafından. Bir sayın konuşmacı, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin
dünyada uygulamasının olmadığını ifade ediyor. Tam aksi; bir medenî hukuk ana
bilim dalı başkanı bir değerli profesör, bu paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin
hemen hemen büyük oranda örtüştüğü rejimin Avusturya'da uygulanmakta olduğunu
ifade ediyor. Zannediyorum, bir bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Değerli milletvekilleri, teknik
ayrıntıya girmeyeceğim. Şu kadarını ifade edeyim: Geçen yıl, Sayın Bakan, Plan
ve Bütçe Komisyonunda "ben, bu ödenekle yargı reformunu otuz yılda
gerçekleştiremem" dedi. Bu yılki ödeneğiyle, zannediyorum, bu otuz yıl
elli yıla çıkmıştır. Elli yılda gerçekleşmeyecek bir yargı sistemini düşünün,
yargı reformunu düşünün. Örnek aldığımız İsviçre'yi düşünün. İsviçre, Ankara
büyüklüğünde bir ülke ve yargı sistemi çok hızlı işliyor. Orada bile birtakım
sorunlarla karşılaşılmış, yargı süresinin uzamasıyla ilgili. Oysa, bizim,
yargıya intikal eden davalarımız dededen toruna intikal ediyor; yani, eşler
arasında boşanma veya ölüm halinde malların tasfiyesi söz konusu olduğunda,
herhalde, boşanan eş değil, çocuğu değil, belki, torunu davayı görecek.
Gerçekçi olmak lazım değerli milletvekilleri. 35 kişilik komisyonu kurmuşsunuz;
bu komisyon, ısrarla, Türk toplum yapısına uygun olan rejim paylaşmalı mal
ayrılığıdır demiş ve bu komisyonun başkanı değerli hocamız Prof. Turgut
Akıntürk Bey, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde davaların iki üç yıl içinde
sonuçlanabileceğini ifade etmiştir. Oysa, edinilmiş mallara katılma, salt ve
soyut eşitlik adına, evlendikten sonra edinilen tüm malların, âdeta bir aile
muhasebecisi tutularak, tek tek, milim milim kaydedilmesi, sarraf terazisinde
tartılması, boşanma veya ölüm halinde bunun tek tek ayrılması, eşlerin
hangisinin ne kadar emek veya mal varlığı karşılığında katkısı var; bunların
didik didik edilerek ortaya çıkarılması, ne iki üç yılı değerli
milletvekilleri, boşanan eş -Nasrettin Hocanın hikâyesi gerçekleşmiş olacak-
mal varlığını belki kazandığında, belki torununa nasip olacak. Gerçekçi olalım
beyler, İsviçre'de yaşamıyoruz, Türkiye'deyiz. İnsanımız yarınından emin değil.
Bugününü kurtarma hesabını yapan insanımızla ilgili, hiç uygulama imkânı
olmayan hususları getirmiş olacaksınız. Sayın Bakanım keşke bu
inadından vazgeçmiş olsaydı, Türk toplumuna daha güzel hizmetler sunabilirdi.
Benim 202 nci maddede; yani, yasal mal rejimi; yani, diğer tabirle, Türk
toplumunun neredeyse yüzde yüze varan oranda uyguladığı yasal rejim olan...
Edinilmiş mallara katılma rejimi, süresi itibariyle tarafları mağdur edecek bir
rejimdir. Hukukta çok temel sözler vardır; bir tanesi: "Geciken adalet,
adalet değildir." Bir diğeri: "Geciken adalet zulümdür." Değerli milletvekilleri,
edinilmiş mallara katılma rejimiyle, hantal işleyen Türk yargı sisteminde belki
otuz kırk yıl sonra sonuç alacaksınız; yani, boşanan eşe bir de siz
zulmedeceksiniz. Neden işin bu kısmını söylemiyorsunuz da, parlak sözlerle idealize
ederek, Türk toplumunun gerçeklerini unutarak, birilerinin etkisiyle, belki
İsviçreli karşısında bir komplekse kapılarak neden 35 kişilik uzman kurulun
Türk toplumu için önerdiği yasal rejimi tercih etmiyorsunuz, bunu anlamak
mümkün değil. Bununla ilgili, 202 nci maddede benim verdiğim bir önerge kabul
edilince, Sayın Bakan, çıkma tehdidinde bulunmuştu; pardon,istifa tehdidinde
bulunmuştu ve bu tehdit, maalesef, yerine ulaştı. Yine, değerli emeği
nedeniyle kendisine teşekkür etmeyi borç bildiğim Prof. Ahmet Kılıçoğlu Hocamız
da, 14 Mart 2001 tarihli Adalet Komisyonu toplantısında "edinilmiş mallara
katılma rejimi ile paylaşmalı mal ayrılığı rejimleri kapsamına giren mallar
arasında fark var; ancak, bu malların kesin sınırlarını çizmek imkânsızdır"
diyor. Bir değerli hocamız... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 2 dakika içinde
toparlar mısınız efendim. RAMAZAN TOPRAK (Devamla)
- Değerli komisyon üyelerinin uzun yıllardır emek vererek Türk toplum yapısına
en uygun olduğunu ifade ettiği paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, bizim icat
ettiğimiz bir rejim değil; muhalefetin veya bu Mecliste belli partilerin icat
ettiği, inat ettiği bir rejim değil. Ya?.. Bizzat Adalet Bakanlığının
oluşturduğu 35 kişilik uzman kurulun önerdiği -evet, önerdiği- rejimdir, yasal
rejimdir ve bu yasal rejim, yüzde yüze yakın oranda uygulanacak olan rejimdir.
Eğer Türk toplumunun yapısı itibariyle en çok mağdur olmaya aday hanımlarımızı
mağdur etmekten vazgeçme niyetindeyse, Sayın Bakanıma buradan son çağrımı
yapıyorum: Lütfen, Sayın Bakanım, bu inadınızdan vazgeçin. Edinilmiş mallara
katılma rejimi, Türk kadını için bir zulüm rejimidir; belki, otuz kırk yıl
sonra sonuç alınacak bir rejimdir. Lütfen, Akıntürk Hocamın ifade ettiği gibi,
iki üç yıl içinde sonuç alınacak paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde eğer karar
kılarsanız, yani yanlıştan dönme erdemini gösterirseniz, huzurunuzda, minnettar
olacağımı şimdiden ifade ediyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti ve
SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Toprak. Saadet Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin
Kukaracı ile Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Demircan konuşacaklar. Arkadaşlar süreyi eşit mi
paylaşacaklar Sayın Başkan? VEYSEL CANDAN (Konya) -
Evet... BAŞKAN - 20 dakikalık
süreyi başlatıyorum; buyurun Sayın Kukaracı. SP GRUBU ADINA FAHRETTİN
KUKARACI (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan
tasarının üçüncü bölümü üzerinde Grubumun görüşlerini açıklamak üzere söz
aldım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
aile hukukuyla ilgili bu bölüm, evlenme, boşanma, evliliğin genel hükümleri ve
eşler arasındaki mal rejimleri hükümlerini ihtiva etmektedir. Yapılan bu
değişiklikler içerisinde kadın-erkek eşitliğini sağlayan hükümler
bulunmaktadır. "Koca, birliğin reisidir. Karı ve çocukların münasip
veçhile iaşesi, ona aittir", "eve, kadın bakar", "birliği
koca temsil eder" gibi hükümler kaldırılmış, eşlerin aileyi birlikte
yönetmeleri, çocukların velayetini birlikte kullanmaları, konutu beraberce
seçmeleri, kadının çalışması konusunda erkeğin izninin kaldırılması, soyadı ve
ikametgâh edinme konularında önemli değişiklikler yapılmıştır. Kaldırılan hükümler
içerisinde erkeğin eş ve çocukların iaşesini temin yükümlülüğü de kaldırılmış,
bu yükümlülük eşlere müştereken yüklenmiştir. Kadın erkek eşitliği konusunda
herhangi bir tereddütümüz yoktur; ancak, aile reisliğinin kaldırılmış olmasının
mahzurlu olduğunu düşünüyoruz. Kocanın reisliğini dayatmayan bir düzenleme, hem
eşitliği sağlayacak hem de en küçük toplulukta bile bir yönetici veya bir başa
bağlanmayı gelenek haline getirmiş olan Türk toplum yapısına daha uygun
olacaktı. Şimdi, aile, başsız bırakılmıştır. Müşterek konutun seçiminde,
çocukların eğitiminde, aile giderlerine katılmada, ev işlerini yerine getirmede
ve buna benzer konularda anlaşmazlıklar artacak, aile sık sık mahkeme
kapılarına taşınacak, hâkimin müdahalesi vakai adiyeden sayılacak. Sayın milletvekilleri,
kanunun en tartışmalı kısmı, mal rejimleriyle ilgili kısımdır. Tasarıda,
edinilmiş mallara katılma rejimi, yasal mal rejimi olarak kabul edilmiş;
paylaşmalı mal ayrılığı, mal ayrılığı ve mal ortaklığı rejimleri de akdî rejim
olarak tasarıda muhafaza edilmiştir. Halen uygulanmakta olan
sistemin, boşanan eşlere, özellikle kadına güvence sağlamadığı, onu mağdur
ettiği, sıkıntıya düşürdüğü bir gerçektir. Yetersiz ve uygulanamayan nafaka
hükümlerinin kadına bir yarar sağlamadığı bilinmektedir. Tasarıyı hazırlayan
ilim kurulu da aynı görüştedir. İsviçre'de yeni uygulanmaya başlayan edinilmiş
mallara katılma sistemini inceleyen kurul, bu iki sistemin mahzurlarını
giderecek ve toplumumuza uygun, karma bir sistem olan paylaşmalı mal ayrılığı
rejimini, yasal mal rejimi olarak kabul etmiştir. Diğer taraftan, İsviçre'de
uzun süre geçerli olan mal birliği rejimi, yeni rejimle büyük ölçüde benzerlik
gösterdiğinden, geçiş pek zor olmamıştır. Oysa, komisyon başkanlığını yapmış
olan Prof. Dr. Turgut Akıntürk, paylaşmalı mal rejiminin toplumumuza daha uygun
olduğunu, mal ayrılığı rejiminin kabul edildiği ülkemizde birdenbire edinilmiş
mallara katılma sistemine geçilmesinin karmaşaya, ihtilaflara sebep olacağını
vurgulamış; bu sebeplerle, mal ayrılığı ile edinilmiş mallara katılma arasında
daha adil ve uygulanması daha pratik olan paylaşmalı mal ayrılığı rejimini
Bakanlığa sunduklarını ifade etmiştir; ama, Bakanlık, ideolojik ağırlığı
bulunan birkısım dernek ve teşekküllerin baskıları sonucunda, sunulan sistem
yerine, edinilmiş mallara katılma rejimini Meclisimize ve milletimize
dayatmaktadır. Türk Halkına daha uygun bulunan rejim kabul görmemiş, bilim
adamlarının emek ve gayretleri dikkate alınmamış, yıllarca yapmış oldukları
çalışmalar yok sayılmıştır. Sayın Bakan bunu nefsi bir mesele haline getirmiş;
bilim adamlarının, uygulamacıların ve siyasetçilerin iyi niyete dayalı
ikazlarını dikkate almamıştır. Bu değişiklik, Sayın Bakanı belki tarihe
geçirecektir; ancak, doğacak olumsuzların da en büyük vebali kendisine ait
olacaktır. Bu sistemin, amacı,
kapsamı, malların tespiti, mirasın taksimi ve uygulama bakımından birçok
mahzurları bulunmaktadır. Boşanma davalarına bakan Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin
görüşlerini içeren metinde "ancak, rejimin tasfiyesinde büyük problemler
çıkacaktır. Bu konuda açılacak bir davada, her şeyden önce, dava konusu malın,
davalının zilyetliğinde ve mülkiyetinde olup olmadığı, sonra, bu malın kişisel
mal olup olmadığı; eğer, evlilik içinde edinilmiş mal ise, ödenen veya mevcut
borçların hangi mal kümesine ait olduğu, davalı eşe ait bir malın edinilmesine
ya da iyileştirilmesine katkıda bulunup bulunmadığı gibi, tasarıda 16 maddeyle
ifade edilen en az 16 unsur araştırılıp tartışılacaktır. Bu hal, pek az mal
varlığı olan bir ailede dahi evliliğin tasfiyesinin en az üç yıl sürmesine yol
açacak niteliktedir. Mal varlığı çeşitli olan ailelerde davaların bitirilmesi
için tarafların ömürlerinin yetmeyeceğini söylemek, kehanet olmaz. Meri
kanundan yakınmaları bu sistemle gidermeye çalışmak, yağmurdan kaçarken doluya
tutulmaktır" deniliyor. Evlilikler, sevgi, saygı
ve iyi niyete dayalı olarak yapılırken, bu mal rejimi sebebiyle bir şirket
kuruluşu gibi değerlendirilecek, malların envanteri, ispatı, kaçırılmasının
önlenmesi, taksimi, bir ticaret şirketi muamelesine tabi olacak; eşler arasında
sevgi, samimiyet ortadan kalkacak; güven, yerini şüpheye terk edecek, her
aileye bir muhasebeci gerekecektir. Türk Halkı, bu güvensizliği ve hesabiliği
kaldıramayacak; aile yapısı, uzun süre bu sisteme uymakta zorluk çekecektir. Bu sistem, varlıklı eş
için boşanmayı zorlaştıran bir etkiye sahiptir. Bu şekilde, evliliğin bir kâbus
olarak devamına sebep olacaktır. Öbür taraftan, zina,
boşanma nedenidir. Zina nedeniyle boşanan eş, malların yarısını da alarak,
diğer eşi ikinci defa cezalandırmış, kendisi ise bir nevi ödüllenmiş olacaktır.
İnsan hakları, insan tabiatı ve insan onuruyla ilgisi olmayan bu durumun,
eşitlikle, adaletle, kadın haklarıyla ilgisi var mıdır?! Bir başka önemli
sakıncası, mirasçılarla ilgilidir. Boşanma esnasında eş, edinilmiş malların
yarısını alıp gidecek, kaç çocuk olursa olsun, bu oran etkilenmeyecektir. Bütün
varlığını evlendikten sonra edinmiş olan bir memur, işçi, mühendis, doktor,
esnaf, çocukları, ana ve babası ne kadar mağdur olursa olsun, boşanmayla
varlığının yarısını eşine bırakmış olacaktır. Ölüm halinde de, sağ
kalan eş, hem edinilmiş malların yarısını hem de geri kalan varlığın dörtte
1'ni alacak, çocuk sayısı bu oranı değiştirmeyecektir. Mal rejimleri, nafaka ve
miras hükümlerinde yapılan değişikliklerde sadece eş gözetilirken, çocuklar
gözardı edilmektedir. Bunun adil olduğunu ve eşitlik adına yapıldığını savunmak
imkânsızdır. Bu sistemle, kadın da
korunmuş olmayacaktır. Zengin koca, hem evlenmeden önce sahip olduğu hem de
evlilik birliği içinde edindiği malları, taksime konu teşkil edeceği için
saklayacaktır. Edinilmiş mallarını
yarıya bölmeyi göze alamayan eş, evlilik muamelesi yapmayacak, toplumda moda
haline gelen birlikte yaşamak özendirilerek, hem toplumumuz dejenere edilmiş
olacak hem de kadın tamamen desteksiz ve güvencesiz kalacaktır. Sayın Bakan ve hükümete
sesleniyorum; geliniz, bu sistemde ısrar etmeyiniz; uygulayıcılar ile bilim
adamlarının görüşlerine itibar ediniz. Kadını güvence altına alan, kolay
uygulanabilir, tasfiyesi daha basit ve pratik olan paylaşmalı mal ayrılığı sistemini
getirerek, gelecekteki kaosu şimdiden önleyiniz. Aksi halde, sistemden dönüş
kolay olmayacağı için, sorumluluğu da büyük olacaktır. Netice olarak, bu rejim,
kadını güvence altına almaktan, eşitliği sağlamaktan uzak, eşler arasındaki
muhabbeti yok edecek, şüphe ve tereddüte dayalı evliliklere neden olacak ve
Türk toplum yapısını bozan, aile düzenine dinamit koyacak bir rejim olup,
savunulması asla mümkün değildir. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Kukaracı. Saadet Partisi Grubu
adına, ikinci konuşmacı olarak, Sayın Ahmet Demircan; buyurun. (SP sıralarından
alkışlar) SP GRUBU ADINA AHMET
DEMİRCAN (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı
kanun tasarısının "Aile Hukuku, İkinci Kitap, Birinci Kısım"la ilgili
olarak Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
Türk Medenî Kanunu Tasarısını görüşüyoruz. Tasarının görüşülmeye başlamasından
beri, gerek genel gerekçede ve gerekse de maddelerinde, sürekli
"İsviçre" diye, 7 milyonluk küçücük bir ülkenin adı geçiyor. 70
milyonluk bir ülkenin, sadece bu topraklarda bin yıllık devlet tecrübesine ve
medeniyet birikimine sahip bir milletin evladı olarak bu durumdan üzüntü
duyuyorum. Sayın Adalet Bakanımız
-kendileri bir hukuk profesörü- kanun tasarısının geneli üzerinde yaptığı
konuşmasında "Avrupa Adalet Bakanları Konferansında, İsviçre Adalet Bakanı
Bayan Ruthmeister Arnold'a, İsviçre'de bu sistemin uygulanmasıyla herhangi bir
zorlukla karşılaşıp karşılaşmadıklarını sordum" buyurdular;
karşılaşmamışlar. Gönül isterdi ki, İsviçre Adalet Bakanı, bizim bakanımızdan,
bize ait medenî hukukumuz hakkında bilgi istiyor olsaydı. Değerli milletvekilleri,
medenî hukuk ne demek; insanların, ana rahminden ölümüne kadar, hayatının bütün
evrelerini ilgilendiren hukuk demektir. Milletin kendi medeniyetinin ürünü
olması gerekir. Bizler, tarih boyunca bir medeniyete sahip olmadık mı ki, kendi
medenî hukukumuz olmadı da, gittik İsviçre'nin medenî hukukunu tercüme ettik,
uyguladık; yine tercüme edip uygulamaya çalışıyoruz?! Haydi, o zamanın şartları
özeldi diyelim, aradan geçen bunca seneden sonra, bunca hukuk fakültesi ve
oralardaki onca öğretim üyesi, uygulamadaki hukukçularımız, şu Parlamento
çatısı altındaki bu kadar hukukçumuz ve hatta, hukuk profesörü Adalet
Bakanımızla, eğer, biz, kendi medenî hukukumuzu üretemiyorsak, bu çok
düşündürücü bir durumdur. Değerli milletvekilleri,
her milletin ve o milletin ait olduğu medeniyetin, kendine özgü hayat tarzı ve
anlayışı vardır. Milletimizi, tarih boyunca, medeniyetten bihaber yaşamış,
evlenmemiş, boşanmamış, yuva kurmamış, miras bırakmamış, kısacası ilkel bir
toplum olarak yaşamış gibi gösteren anlayışı, hele İsviçre toplumu karşısında
milletimizi âdeta aşağılayan ifadeleri anlamamız mümkün değildir. Bin yıldır bu topraklarda
onurlu bir maziye sahip milletin torunları, kendi medenî hukukunu kendi
tecrübeleriyle tedvin edebilirlerdi. Yapılması gereken bu değil miydi?.. Kendi
geçmişinden intikam alır gibi, millî onurumuzu tahkir ve tezyif eder tarzda,
inançlarımıza hakaretler içeren, örf ve âdetlerimizi ilkellikle suçlayan bu
ifadeleri, keşke, komisyon, metinden tamamen çıkarmış olsaydı. Değerli milletvekilleri,
insanlar, ihtiyaçlarıyla, düşünceleriyle, inançlarıyla hareket ederler.
İnançlar, bu hiyerarşide en tepede yer alır. Elbette ki, İsviçrelilerin de bir
inancı vardır ve de onların medenî hukukuna tabiî olarak yansımıştır. Pekâlâ,
bizim milletimizin örfünün, âdetlerinin, inançlarının medenî hukuka yansıması
sağlanmış mıdır?.. Bu yaptığımız, başkasının
bedenine göre dikilmiş bir elbiseyi alıp giymeye benzer ki, bu elbise
milletimizin bedenine uymamaktadır. Eğer, bir gün, bu kopyacılığınız yüzünden
İsviçre sizden telif hakkı talep ederse şaşırmayın. Değerli milletvekilleri,
kanunun dilinin günün Türkçesine uyarlanmasını anlıyorum; ama, anlayamadığım
bir nokta şu: Ortalama iki nesillik bir süre sayılması gereken yetmişbeş yılın
sonunda böyle bir ihtiyacın doğmuş olması. Bu durum, geçen süre içerisinde
dille ne kadar oynandığının göstergesi değil mi?! Peki, bu millet nasıl bilim
yapacak?! Nasıl, insanlık âlemine medeniyet üretecek?! Dün konuştuğunu,
yazdığını bugün anlayamayan insanların meydana getirdiği bir toplum nasıl hukuk
üretecek?! Meselelerini nasıl çözecek?! Bir milletin diliyle oynamak o millete
yapılacak en büyük kötülüktür. Hele, bu millet, sadece bu ülkenin siyasî
sınırları dahilinde yaşayan topluluktan ibaret değilse. Sizin "hata"
kelimesini "yanılma" kelimesiyle değiştirdiğinizden Azerbaycan'daki,
Türkistan'daki, Irak'taki, Balkanlardaki Türklerin haberi var mı? Bu türden
sunî değişiklikler hem tarihî mirasımızdan hem de bir büyük dünyadan kopmaktan
başka hiçbir işe yaramaz. Değerli milletvekilleri,
yeryüzünün en önemli değeri insandır. İnsanın yeryüzündeki serüveni saadet
aramak üzere kurulmuştur. Saadet, ancak şefkat, sevgi, merhamet ve kardeşlik
ortamında gerçekleşir. Yaratılmışların en şereflisi olan insan, diğer
yaratıklardan farklı olarak, akıl, şuur, irade sahibidir. İnsan, tabiatı gereği
pek çok canlıdan farklı olarak da tek başına yaşayamaz. Tabiî ki, insan,
hayatını sürdürebilmesi için, tek başına karşılayamayacağı, çok çeşitli
ihtiyaçlara sahiptir. Bu nedenle, aileden devlete kadar çeşitli sosyal, siyasî
organizasyonların üyesi olmak zorundadır. Aile, bireyin içinde hayata gözlerini
açtığı şefkat, sevgi ortamıdır; aynı zamanda, sözleşme yaparak kurduğu en temel
birimdir; Anayasamızda, toplumun temeli olarak kabul edilmiştir. Evlenme bir
akittir. Akit, hür, akil, reşit olan hukuk kişiliğine sahip en az iki insan
arasında yapılır. Kadınların haklarını korumak, elbette ki, en başta insan
haklarını korumaktır. Ayrıca, bir ana olarak kadının ve çocukların korunması
esastır; Anayasamızda bu konuda amir hüküm vardır. Çıkarılmakta olan Medenî
Yasanın da amacı, sadece kadını değil, aileyi oluşturan tüm bireylerin
haklarını adil bir şekilde tanımlamak ve korumak olmalıdır. İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesinin 16 ncı maddesinde, evlenme hakkı, evlenme akti ve aile hakkında
hükümler vardır. "Evlenme akti, ancak, evleneceklerin serbest ve tam
rızasıyla yapılır" denilmektedir. Pek tabiîdir ki, eşit hak sahibi
kimselerin oluşturacağı birimin hükmî şahsiyeti de olacaktır. Bu hükmî
şahsiyetin, neticede, bir hakiki şahıs veya şahıslar tarafından yönetimi ve
temsili gerekir. Şimdi, ikinci fıkrada
"evlenme akti, evleneceklerin serbest ve tam rızasıyla yapılır"
denilirken, evlenerek, en temel birimi oluşturan kadın ve erkek, serbest
iradeleriyle, kadını veya erkeği ailenin reisi olarak belirleme hakkına sahip
olmalı değil miydi?! Neden böyle bir hakkın kullanılması engellenmektedir?!
Bırakalım, evin reisinin kim olacağına veya reis tayin etmeden her ikisinin
ortak yöneteceklerine, yasa koyucu değil, kendi rızalarıyla eşler karar versin.
Böylesi, daha özgürlükçü bir yaklaşım olmaz mıydı?! Evde sorumlu ve yetkili bir
riyaset müessesesinin olmaması aileyi parçalayıcı sonuçlar doğurabilir,
özellikle çocukların eğitimi açısından sıkıntılar çıkabilir, zararlı neticeler
doğabilir. Zaten, Türk aile sistemi, geniş aileden çekirdek aileye doğru
zorlandı; şimdi ise, bu çekirdek aile de, bir şekilde parçalanmaya, toplumun en
temel öğesi tahrip edilmeye doğru sürükleniyor. Değerli milletvekilleri,
mal rejimine gelince, bunun getireceği sakıncalar da iyi hesaplanmış
görünmüyor. Temeli sevgi ve şefkat olması gereken ailenin içine hukukun soğuk
mantığını sokarsanız, mutluluğu uzaklaştırırsınız. Herkesin, temel insan
haklarına, Anayasaya ve genel ahlaka aykırı olmayan, karşılıklı rızaya dayalı,
ekonomik, sosyal, siyasal sözleşmeler yapma hakkı var. Bırakalım, burada,
insanlara, tek tip model sözleşme veya birkaç tane kalıp sözleşme değil, kendi
mal rejimlerini özgürce belirleyecekleri sözleşme yapma hakkını da tanıyalım.
Mal ayrılığı, mal ortaklığı rejimleri alternatif olarak sunulmuş; ayrıca,
paylaşmalı mal ayrılığı da. Yasal rejim olarak, edinilmiş mallara katılma
rejimi benimsenmiş. Bu rejimin ileride doğuracağı sonuçları değerli
konuşmacılar zikrettiler; ama, insanlara, eşlere kendi iradeleriyle
oluşturabilecekleri bir mal rejimi hakkı tanınmamış bunların dışında. Değerli milletvekilleri,
bu yasa, önceki yasada olduğu gibi, millî aile yapımız esas alınarak
hazırlanmadığı için, pek çok noksanlıklar ve yanlışlıklarla dolu. Bizim
ülkemizin insanlarının hayat tarzı esas alınmadan yapılıyor. Siz biliyor
musunuz, bu ülkede, büyük aile yapısının hâlâ devam ettiği aileler mevcut. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 2 dakika
içerisinde toparlar mısınız. AHMET DEMİRCAN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Dede, torun, ana, baba,
oğullar, gelinler bir arada yaşamakta ve evin kazancı tek kesede toplanmakta,
yatırım ve harcamalar aynı elden yapılmakta. Şimdi, bu ailelerde, edinilmiş
mallara katılma rejimini nasıl uygulayacaksınız? Oysa, bizim hukukçularımız
tarafından hazırlanan paylaşmalı mal ayrılığı rejimi millî yapımıza daha uygun
düşmesine rağmen, Sayın Bakanın istifa şantajı altında bu rejimden
vazgeçilerek, İsviçre modeli milletimize dayatılmaktadır. Getirilen bu ithal yasanın
bizim millî yapımıza olan uyumsuzluğunun pek çok sıkıntıya neden olacağı
kaçınılmazdır. Değerli milletvekilleri,
her ne kadar bu mal rejiminden bahsediyoruz; bugünkü yoksulluk şartları altında
insanlarımızın sefalet ve açlıktan başka paylaşacak bir şeyi kalmadığı da
aşikâr. Bu elbise yabancı bedenlere göre dikilmiş, belki onların üzerinde
düzgün ve güzel duruyor olabilir; ama, bizim bedenimize uygun olmadığı geçen
yıllarda da görüldüğü gibi, bundan sonra da görülecektir. Gönül isterdi ki,
milletimizin kendi bünyesine uygun, kendi medeniyetinin kumaşından bir elbise
hazırlansaydı. Avrupa Birliği ve IMF kalıplarıyla hazırlanan diğer pek çok
yasada olduğu gibi, Medenî Kanunumuz da yabancı kalıplarla, kumaşlarla
hazırlanmasa idi. Millî şuurla hareket eden zihniyetlerin Parlamento
çoğunluğunu oluşturacağı günler elbette yakındır; milletimizin sıkıntıları
ancak böyle bir parlamentoyla aşılacaktır. Hepinizi bu duygularla
saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Demircan. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mehmet Pak; buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MEHMET
PAK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan
önce, Osmaniye ve Antalya'da meydana gelen depremden dolayı, bölgede yaşayan
vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyorum. Yine, idrak etmekte olduğumuz mübarek
Berat Kandilinin Türk ve İslam âlemine hayırlara vesile olmasını diliyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu
Tasarısının Üçüncü Bölümü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini
aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyeti saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Üçüncü Bölüm "Aile Hukuku"
başlıklı İkinci Kitabın "Evlilik Hukuku" başlıklı Birinci Kısmını
içermektedir. "Evlilik Hukuku" başlıklı Birinci Kısım ise
"Evlenme" başlıklı Birinci Bölüm, "Boşanma" başlıklı İkinci
Bölüm, "Evliliğin Genel Hükümleri" başlıklı Üçüncü Bölüm ve
"Eşler Arasındaki Mal Rejimi" başlıklı Dördüncü Bölümü içermektedir.
Şimdi, sizlere, bu sırayı izleyerek, tasarının ve Adalet Komisyonunda yapılan
değişikliklerin ne getirdiğini izah etmeye çalışacağım. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarının medenî hukuk sistemimize
getirdiği en önemli değişiklikler aile hukuku alanındadır. Ailede kadın-erkek
eşitsizliğinin olduğu bütün düzenlemeler gözden geçirilmiş ve tasarıya günümüz
şartlarına uygun kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik kurallar
getirilmiştir. Aile hukukundaki önemli
değişikliklerin ilki, aileyi oluşturan ilk adım olan evlenme konusunda
yapılmıştır. Meri kanunun 88 inci maddesine göre, 15 yaşındaki kızların
evlendirilmesi mümkündür. Bu durum, kızları hem biyolojik hem de psikolojik
olarak, olumsuz etkilemekte ve aile birliği kurulduktan sonra, çok önemli
sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, normal evlenme yaşı kadın
erkek farkı gözetilmeksizin 17 yaşın doldurulmuş olması, yani 18 yaşa girilmiş
olması şartına bağlanmaktadır. Yine, olağanüstü evlenme yaşı da, kadın erkek
ayırımı gözetilmeksizin, 16 yaşın doldurulması, yani 17 yaşa girilmiş olması
şartına bağlanmaktadır. Tasarıyla getirilen yeni
düzenlemeyle, evlenme yaşına ermiş küçük veya kısıtlıların başvurmaları halinde
evlenmelerine imkân tanınmıştır. Bunun için, başvuruyu alan hâkim, yasal
temsilcileri dinledikten sonra evlenmeye karar verebilecektir. Bu kural, kız
kaçırma veya kocaya kaçma gibi olayların ortadan kalkmasına ve bu nedenle
aileler arasında ortaya çıkabilecek düşmanlıkların oluşmamasına yarayacaktır. Evlilik konusunda
getirilen değişikliklerden biri de, evlenmenin butlanına karar verilmesi
halinde, evlenirken iyi niyetli bulunan eşin, bu evlenmeyle kazanmış olduğu
kişisel durumunu koruyacağı hükmüdür. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; boşanmayı düzenleyen İkinci Bölümde, boşanma nedenleri ve
sonuçları konusunda önemli değişiklikler yapılmıştır. İlk olarak, uygulamadaki
örnekler de dikkate alınarak boşanma nedenleri genişletilmiştir. Örneğin,
mevcut Kanunun 130 uncu maddesinde boşanma nedenleri olan cana kast ve pek fena
muamelelerin yanına bir başka neden onur kırıcı davranış eklenmiştir. Tasarının getirdiği en
önemli değişikliklerden biri de boşanmadan sonraki soyadıyla ilgilidir.
Getirilen 173 üncü madde uygulamasına göre, boşanma halinde kadın, evlenmeyle
kazandığı kişisel durumunu korur; ancak, evlenmeden önceki soyadını alır.
Kadın, evlenmeden önce dul idiyse, hâkimden bekârlık soyadını taşımasına izin
verilmesini isteyebilir. Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta
menfaatının olduğu ve bunun kocaya zarar vermeyeceği ispatlanırsa, kadının
talebi üzerine kocasının soyadını taşımasına izin verilecektir. Böylece, kadın,
çocuklarının da durumunu göz önünde tutarak, evlilikteki soyadını taşıma
talebinde bulunabilecek ve kocasının soyadını da taşıyabilecektir. Tasarıda getirilen
değişikliklerden bir diğeri, kadın erkek eşitliği ilkesini zedeleyen nafaka
uygulamasıdır. Yapılan değişiklikle, erkeğin kadından yoksulluk nafakası
isteyebilmesi için, kadının hali refahta bulunması gerekir kuralı kaldırılmış
ve nafaka talep etme bakımından kadın ve erkek eşit statüye sokulmuştur. Yine, nafakanın artırımı
davası açma zorunluluğu kaldırılmış, gelecek yıllardaki nafakayı da belirleme
yetkisi hâkime bırakılmıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Üçüncü Bölüm, evliliğin genel hükümleri hakkındadır. Bu
bölümde, kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik çok sayıda ve çok önemli
değişiklikler yapılmıştır. Yapılan düzenlemelerle, oturulacak konutun seçiminde
eşlerin birlikte karar vermesi, kocanın birliğin reisi olduğu biçimindeki hüküm
kaldırılarak, aile birliğinin sürdürülmesi konusunda eşlere eşit söz hakkı
tanınmış. Yine, evlilik birliğinin
giderlerine katılmada eşitlik ilkesine riayet edilmiş ve iaşe yükümlülüğünün
kocaya ait olduğu hüküm kaldırılmıştır. Evlilik birliğinin temsilinde eşlere
eşit yetki tanınmıştır. Tasarıda, eşlerin meslek
ve iş seçimi konusunda eşitlik ilkesine uygun düzenlemeler yapılmış. Bilindiği
gibi, Anayasa Mahkemesi, 1990 yılında bu konudaki eşitsiz düzenlemeyi iptal
etmiştir. Tasarı, Anayasa Mahkemesinin bu kararını da gözeterek, meslek ve iş
seçiminde izin şartını kaldırmıştır. Birinci Kısmın Dördüncü
Bölümü, eşler arasındaki mal rejimi hakkındadır. Yürürlükteki Medenî Kanunda
geçerli olan mal rejimi, hepinizin bildiği gibi, mal ayrılığı rejimidir. Bu
rejim, içerdiği çeşitli sorunlar nedeniyle büyük tartışmalara neden olmakta ve
eleştiriler almaktaydı. Medenî Kanunu değiştirme ihtiyacının önemli bir
gerekçesi, bu mal rejiminin doğurduğu sorunlardır. Bildiğiniz gibi, mal
ayrılığı rejiminde, evlilik birliği sona erdiğinde, taraflardan her biri,
evlilik süresince edinilen mallara ayrı ayrı sahip olmakta ve bu durumda,
kadın, çok büyük mağduriyetlere uğramaktaydı; çünkü, evlilik süresince kadın
çalışmıyorsa, mal edinememekte ve yaptığı ev işleri çalışma sayılmadığı için,
mal varlığı edinememekteydi. Böyle olunca da, ekonomik açıdan mağdur olacağını
düşünen kadın, mağdur olmamak bakımından, evliliğini her ne pahasına olursa
olsun sürdürmekte ve evlilik birliği içerisinde büyük haksızlığa uğramaktaydı.
Evlilik birliğini sona erdiren kadın ise, yoksulluk nedeniyle, kötü toplumsal
koşulların içine itilmekte, dolayısıyla, evlilik birliği içindeki erkeğin
lehine, çalışamayan, ancak evhanımlığı yapan kadının aleyhine olan bu mal
rejiminin, günümüz modern dünyasının gerçekleriyle bağdaşmadığı açıktı ve bu
nedenle, bu mal rejiminin değişmesi gerekiyordu. Gelen tasarıda, kabul edilmiş
yasal mal rejimi, edinilmiş mallara katılma mal rejimidir. Tasarıda, bunun
yanında, üç tür mal rejimi, seçimlik mal rejimleri olarak kabul edilmiştir. Bu
seçimlik mal rejimleri; mal ayrılığı rejimi, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi ve
mal ortaklığı rejimleridir. Eşler, kendi aralarında sözleşme yaparak, bu
seçimlik mal rejimlerinden birisini seçebilirler. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; edinilmiş mallara katılma mal rejiminde, bütün mallara katılma
söz konusu değildir. Rejimin adından da anlaşılacağı gibi, mallara katılma,
edinilmiş mallar için söz konusudur. Kanun tasarısında, bu konuda ortaya
çıkabilecek sorunları gidermek bakımından, hangi malların edinilmiş olduğu,
hangi malların kişisel mal olduğu tadat edilmiştir. Kanun tasarısının 219 uncu
maddesine göre, edinilmiş mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince
karşılığını vererek elde ettiği mal varlığı değerleridir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bu mallar, çalışmanın karşılığı olan edinimler, sosyal
güvenlik, sosyal yardım kuruluşlarının eşlere yaptığı ödemeler, çalışma gücünün
kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel malların gelirleri ve edinilmiş
malların yerine geçen değerlerdir. Kanun tasarısının 220 ve 221 inci maddeleri
ise, kişisel malları düzenlemektedir. Buna göre, eşlerden birinin, yalnız kendi
kullanımına yarayan eşya, mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait
bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde
karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği mal varlığı değerleri, manevî tazminat
alacakları, kişisel mallar yerine geçen değerler, kanun gereği kişisel mal
sayılmaktadır. Ancak, eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, bir mesleğin icrası veya
işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan edinilmiş mallara dahil olması gereken mal
varlığı değerlerinin kişisel mal sayılacağını kabul edebilirler. Yine, eşler,
mal rejimi sözleşmesiyle, kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil
olmayacağını da kararlaştırabilirler. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yukarıda da belirttiğim gibi, eşler arasında asıl mal rejimi,
edinilmiş mallara katılmadır; ancak, sözleşmeyle farklı bir mal rejiminin kabul
edilmesi de mümkündür. Bu sözleşme nasıl yapılacaktır; tasarıya göre, mal
rejimi sözleşmesi noterde düzenleme veya onaylama biçiminde yapılabilecektir.
Adalet Komisyonunda yapılan görüşmeler sırasında, tarafların evlenme başvurusu
sırasında hangi mal rejimini seçtiklerini evlendirme memurluğuna yazılı olarak
bildirmelerine imkân tanımak amacıyla bir önerge verilmiş ve bu önerge kabul
edilmiştir. Böylece, evlilikte mal rejimi seçiminin kolaylaşmasına imkân
tanınmıştır. Tasarının, yine, bazı
maddelerinde, bütünlüğü dikkate alınarak terim birliğinin sağlanması yoluna
gidilmiştir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; tasarının 236 ncı maddesi, artık değere katılmayı
düzenlemektedir. Buna göre, her eş veya mirasçıları, diğer eşe ait artık
değerin yarısı üzerinde hak sahibi olmaktadır; ancak, bu durum, çeşitli kötü
niyetli uygulamalara da kapı açacak niteliktedir. Evleneceği kişinin mal
varlığına göz dikmiş biri, boşanma amacıyla zina yaparak ya da eşinin canına
kastederek amacına ulaşabilir. Bu tür kötü niyetli uygulamaların önüne geçmek
için, 236 ncı ve 252 nci maddeler üzerinde iki önerge verilmiş ve önergeler
kabul edilmiştir. Buna göre, zina veya hayata kast nedeniyle boşanma halinde,
hâkim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak
azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilecektir. Böylece, Türk aile
hayatında kabul görmesi mümkün olmayan zina hadisesinde, zina yapanın
ödüllendirilmiş olmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Yine, eşinin hayatına
kasteden birinin artık değerden yararlandırılması kamu vicdanında derin yaralar
açacağından, bu amaçla, hâkime takdir yetkisi verilmekte ve yaşanan olayın
özelliğine göre, artık değerden yararlandırmanın azaltılmasına veya bu değerden
yararlandırmanın tümüyle kaldırılmasına karar verme yetkisi hâkime
bırakılmaktadır. Sayın Başkan, sayın
üyeler; tasarıyla getirilmiş olan edinilmiş mal rejimi uygulamasının kabul
edilmesi ve mal ayrılığı rejiminden vazgeçilmiş olmasının nedeni, kadınların
erkeklere göre daha fazla ev işleriyle meşgul olmaları; kadınların, çocukların
bakımıyla meşgul olmalarıdır. Türkiye'nin nüfus dağılımına bakılarak, çalışan
erkekler ile ücret karşılığında çalışan kadın nüfusu oranlandığında, çalışan
kadın sayısının oranının daha düşük olduğu görülecektir. Ancak, çalışan
kadınların erkeklere oranı giderek artmaktadır. Kadınların da çalışma yaşamına
giderek artan oranda girmesiyle, eşlerin artık değerleri arasındaki fark
giderek kapanacaktır. Böylece, edinilmiş mal rejiminde, kadının, erkeğin artık
payından fazla yararlanması da söz konusu olmayacaktır; yani, zaman aşımında,
eşlerin birbirlerinin artık değerlerinden eşit yararlanması söz konusu
olacaktır. Diğer taraftan, eşler
arasındaki nispetsiz mal dağılımı, kadını koruyacak biçimde hakkaniyete uygun
hale getirilmiş ve kötü niyetli uygulamalar söz konusu olduğunda hâkime takdir
yetkisi verilerek, bu uygulamaların önüne geçilmiştir. Sayın Başkan, sayın
üyeler; görüşmekte olduğumuz tasarı, Adalet Komisyonunda kabul edilmiş haliyle,
bir taraftan kadınlarımızın mağduriyetini gidermekte, diğer taraftan, kötü
niyetli durumlarda mağdur tarafı koruma önlemleri getirmektedir. Değerli arkadaşlar,
evlilikteki temel esas, evlilik birliğinin devamı; boşanma bir istisnadır. Ben,
burada üzülerek görüyorum ki, çok kıymetli hukukçularımızca bile, sadece, bugün
evlenecek gençlerimiz yarın boşanacakmış gibi bir intiba verilmektedir. Bu
nedenle, evlilikte temel esas birliğin devamı olduğuna göre, ben, bu tasarının çok
hayırlı olduğuna inanıyorum ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun da bu
tasarıya olumlu oy vereceğini bildiriyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
(MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Pak. Demokratik Sol Parti
Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Güler Aslan. Buyurun Sayın Aslan. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA GÜLER
ASLAN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisinde 17 Şubat 1926'da kabul edilmiş, 4 Nisan 1926'da Resmî Gazetede
yayımlanmış ve 4 Ekim 1926'da da yürürlüğe girmiş olan, Türk hukuk devriminin
temel taşlarının en büyüğü olarak kabul edilen, o zamanki adıyla Türk Kanunu
Medenisi, bugünkü adıyla da Türk Medenî Kanununda değişiklikler öngören
tasarının "Aile Hukuku" kısmının 118 inci maddesinden 282 nci
maddesine kadar olan bölümünde konuşma yapmak üzere Demokratik Sol Partim adına
söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, Berat Kandilinizi kutlar, hayırlara
vesile olmasını dilerim. Antalya'da, Osmaniye'de, Hatay'da depremden zarar
gören yurttaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletirim. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; canlı varlıkların veya organizmaların yaşlanması gibi,
kanunlar da, zamanla yaşlanarak ihtiyaçlara cevap veremez duruma gelmektedir.
Bu nedenle, toplumun gerisinde kalmamak için yenilenmesi kaçınılmaz olmuş ve
değişiklikler yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Tabiî ki, bu değişiklikler
yapılırken, kanunun özüne dokunulmadan yenilemeye, güncelleştirmeye ve dilini
sadeleştirmeye gidilmelidir. Medenî Kanun, çağdaş Türk toplumunun ihtiyaçlarına
uygun hale getirilmelidir. Tasarıdaki en köklü
değişiklik ise, aile hukuku alanında yapılmıştır. Değişme ihtiyacında olan
hükümlerin başında da kadın-erkek eşitliğine aykırı düşen hükümler gelmektedir.
Kadın-erkek eşitliği ilkesine ters düşen hükümlerin kanundan çıkarılması veya
eşitliği sağlayacak şekilde düzenlenmesi düşüncesine dayanmaktadır. Evlilik hukuku kısmını
dört ana bölümde incelemek mümkündür: 1. Evlenme, 2. Boşanma, 3. Evliliğin genel hükümleri,
4. Eşler arasındaki mal
rejimi. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yürürlükteki kanunun 82 nci maddesini karşılayan 118 inci
maddede de "evlenmek" sözcüğü yerine "evlenme" sözcüğü
kullanılarak, Türkçe yazım kurallarına uygun hale getirilmiştir. "Nişanlılık"
başlığını taşıyan Birinci Ayırımda, nişanın sona erdirilmesi halinde,
sebeplerin tek tek sayılması yerine "nişanlılık evlenme dışında bir
sebeple sona ererse" ifadesi kullanılarak, bu madde gereğince, hediyelerin
geri verilmesi; ayrıca, manevî tazminatın uygun bir miktar para olarak ödenmesi
gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Aynı şartlar, ölüm ve gaiplik gibi
nişanlılığı sona erdiren sebepleri de kapsamaktadır. "Evlenme Ehliyeti ve
Engelleri" başlığını taşıyan İkinci Ayırımda, yürürlükteki kanuna göre
"ehliyet şartları" yerine, amacı daha iyi ifade eden "ehliyetin
koşulları" deyimi kullanılmıştır. Buradaki en önemli değişiklik, evlenme
yaşının hem erkek hem kadın için aynı olmasıdır. Küçük yaştaki kızların
evlendirilmesiyle gerek biyolojik gerekse psikolojik açıdan etkiler
oluştuğundan, günümüzde uygulanan 15 yaş sınırı kaldırılarak, normal evlenme
yaşının, kadın-erkek farkı da giderilerek, her ikisi için de 17 yaşın
doldurulması, yani 18 yaşa girilmesi biçiminde düzenlenmiştir. Henüz normal rüşt
yaşına erişmemiş olan kişilerin evlenmesinde ise, yasal temsilcilerinin izninin
bulunmasının zorunluluğu aranmaktadır. Yürürlükteki kanunda mevcut olmayan yeni
bir madde ilave edilerek, yasal temsilcilerin, evlenme yaşına gelmiş kişilerin
evlenmelerine haksız yere karşı çıkmaları halinde, kız kaçırma ve kocaya kaçma
olaylarının üzücü sonuçlar doğurmaması sebebiyle, hâkimin evlenme izni
verebilmesidir. Bir diğer madde de,
yeniden evlenmek için önceki evliliğin sona erme sebeplerinin tek tek sayılması
yerine "önceki evliliğin sona ermiş olduğunu ispat etmek" ifadesi
kabul edilmiştir. Bununla, önceki evliliğin sona erme sebebi ne olursa olsun,
bunu kanıtlamak suretiyle kişinin yeniden evlenmesi imkânı sağlanmıştır.
Kadının önceki evliliğinden hamile olmadığının anlaşılması veya önceki eşiyle
tekrar evlenmek istemesi durumunda, hâkime, cezaî bekleme süresini kısaltma
yetkisi yerine, süreyi kaldırması öngörülmüştür. Yürürlükteki 89 uncu
maddede akıl hastalarının asla evlenemeyeceği hükmü bulunurken, düzenlenen yeni
maddede, akıl hastalarının evlenmelerinde tıbbî sakınca bulunmadığı resmî
sağlık kurulu tarafından tespit edildiği takdirde bu tür hastaların evlenmesine
izin verilecektir. "Evlenme Başvurusu
ve Töreni" başlığını taşıyan Üçüncü Ayırımda, 134 üncü maddeyle, evlenecek
erkek ve kadının içlerinden birinin oturduğu yerdeki evlendirme memurluğuna
birlikte başvurabilmeleri imkânı sağlanmıştır. Yürürlükteki kanunda ise,
başvuru, evlenecek erkeğin ikametgâhındaki evlendirme memurluğuna
yapılmaktadır. Bu değişiklikle kadın-erkek eşitliği sağlanmış olmaktadır. Evlendirme memurunun,
evlenmelerine engel durum bulunmayan ya da evlenme istemleri reddedilmesine
rağmen, bu reddin mahkeme tarafından kaldırılması durumunda, evlenecek olan
kadın ve erkeğin evlenme gün ve saatini bildirmesi ve evlilik izin belgesini
vermesi öngörülmüştür. Bu belgeyle, taraflar, altı ay içerisinde herhangi bir
evlendirme memurluğunda evlenme hakkına sahiptirler. Ancak, bu altı aylık
sürenin aşılmasında ve bu evlenme belgesinin verilmesinden sonra, evlenme
koşullarının bulunmadığı anlaşılırsa, evlendirme memurunun evlenme törenini
yapamayacağı da 140 ıncı maddeyle belirtilmiştir. Evlenme töreninin yeri ve
biçimini belirleyen maddeyle, tören, evlendirme memuru ile iki yetişkin ve ayırt
etme gücüne sahip tanığın önünde açık olarak yapılmak zorundadır. Evlenme töreni,
evlendirme dairesinde yapılmalıdır; ancak, tarafların isteği doğrultusunda,
evlendirme memurunun uygun bulacağı yerde de yapılabilir. "Batıl Olan
Evlenmeler" başlığı altında, Dördüncü Ayırımda, "evlenmenin
feshini" deyimi "evlenmenin iptalini" şekline dönüştürülmüştür.
Evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı hali ele alınarak, herhangi bir
akıl hastalığının değil, evlenmeye engel olacak derecedeki akıl hastalığının
evliliği geçersiz sayacağı kabul edilmiştir. Bu ayırımdaki
"Boşanma" bölümünde ise, onur kırıcı davranışta bulunma, hayata kast,
pek kötü davranış sebepleri boşanma nedenleri olarak kabul edilmiştir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hiçbir evliliğin boşanmayla sonuçlanmasını istemeyiz; ancak,
bu gibi durumlarda Medenî Kanundaki maddelerin taraflarca bilinmesinde yarar
vardır. Yürürlükteki kanunda üç ay olarak öngörülmüş olan terk süresi, altı aya
çıkarılmıştır. Bu sürenin uzatılmasındaki amaç, terk eden eşin düşünme süresini
uzatmak, terk etmesindeki nedenin doğru olup olmadığını tespit etmek,
dolayısıyla da, evliliği sona erdirmenin telafisini sağlamaktır. Bir diğer değişiklik ise,
ihtardan sonra dava açılabilmesi için aranan sürenin bir aydan iki aya
çıkarılmış olmasıdır. Tasarının 165 inci
maddesinde, akıl hastalığının en az üç yıl devam etmesi ve bu durumun ortak
hayatı çekilmez hale getirmesi koşulu altında resmî sağlık kurulu raporunun
alınması esası kabul edilmiştir. Yürürlükteki 136 ncı
maddede, boşanmada, davacının kusursuz davalının kusurlu olduğu koşuluyla,
davacıya kolaylık olması açısından, kendi yerleşim yerinde bulunan mahkemede
dava açması kabul edilmiştir; ancak, "boşanmada kusur" ilkesi kabul
edilmediğinden, yeni tasarıda, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce
son altı aydan beri birlikte oturdukları yerin mahkemesinin yetkisi kabul
edilerek değişiklik yapılmıştır. Boşanan kadının kişisel
durumunu ilgilendiren tasarının 173 üncü maddesi, boşanan kadının evlenmeden önceki
soyadını yeniden alabilmesine imkân sağlayacaktır. Boşanmada maddî tazminatı
belirleyen 174 üncü madde, daha az kusurlu olan tarafın da dava açabilmesi
imkânını sağlamıştır. Yürürlükteki kanunun 144
üncü maddesinde öngörülen "Ancak, erkeğin kadından yoksulluk nafakası
isteyebilmesi için, kadının hali refahta bulunması gerekir" hükmü,
kadın-erkek eşitliği ilkesine ters düştüğünden metinden çıkarılmıştır. Tasarıdaki yeni bir
madde, boşanma nedeniyle açılacak davaların boşanma hükmünün kesinleşmesinden
itibaren, bir yıllık zamanaşımı süresi öngörmüştür. Boşanma halinde, çocuk
kendisinden alınan tarafın, çocukla ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun
terbiye, sağlık ve ahlak bakımından ele alınacağı tasarı maddesi ise,
yürürlükteki maddeyi esas almaktadır. Velayeti kendisine verilmeyen eşin,
çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılması esası
getirilmiştir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; "Evliliğin Genel Hükümleri" başlığını taşıyan Üçüncü
Bölümde yapılan değişikliğin büyük bölümü, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması
amacını taşımaktadır. "Evlenme merasimi" deyimi yerine
"evlenme" deyimi kullanılmış, eşlerin hak ve yükümlülükleri
belirtilmiş, çocukların bakım ve eğitiminde eşlerin birlikte yükümlü olduğu,
birlikte yaşayacakları, sadık kalacakları esasına yer verilmiştir. Eşler
birlikte oturacakları konutun seçimini birlikte yapıp, giderlerini de birlikte
karşılayacaklardır. Evlenen kadın, kocasının
soyadını almakla birlikte, yapacağı başvuruyla, kocasının soyadının önüne
evlenmeden önce kullandığı soyadını alabilecektir. Kadın-erkek eşitliği esasına
uyarak, evlilik birliğini her ikisi de temsil edebileceklerdir. Tasarının 192 nci
maddesinde eşlerden her birinin, meslek veya iş seçiminde diğerinin iznine
bağlı olmadığı, tamamen özgür olduğu dile getirilmiştir. Evlilik birliğinde
uyuşmazlıkların doğması halinde, eşler, birlikte veya tek tek hâkime başvurmak
suretiyle gerekli müdahalenin yapılmasını isteyebileceklerdir. Bu durumda
hâkim, koruyucu tedbirler alma yetkisine sahiptir. Tasarının "Birlikte
Yaşamaya Ara Verilmesi" başlığını taşıyan 197 nci maddesinde, ortak yaşam
nedeniyle eşlerden birinin kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru
tehlikeye girdiği sürece o eşe ayrı yaşama hakkı verilmektedir. Tasarının 199 uncu maddesi,
boşanmaya kararlı olan kocanın, sırf karısına nafaka ya da tazminat ödememek
için mevcut mal varlığını başkalarına devretmesini engelleyen maddedir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Dördüncü Bölüm "Eşler Arasındaki Mal Rejimi" başlığı
altında toplanmıştır. Evlilik birliğinin boşanma, ölüm veya diğer sebeplerle
sona ermesi halinde, edinilmiş mallara katılma, yasal mal rejimi olarak kabul
edilmiştir. Eşler mal ayrılığını, paylaşmalı mal ayrılığı ve mal ortaklığı
rejimlerinden birini, mal rejimi sözleşmesi yaparak belirleyebilir. Eşlerden
birinin istemi üzerine, haklı sebep var ise, hâkim kararıyla mal ayrılığı
rejimine dönüş düzenlenir. Mal ayrılığına geçişi gerektiren haklı sebeplerin
ortadan kalkması demek, eşler arasındaki eski rejime dönülmesi demek değildir.
Eşlerden birinin isteğiyle, hâkim tarafından önceki rejime dönme kararı
verilir. Mal ortaklığı rejiminde eşlerden birinin iflası durumunda, eşinin
kişisel mallarını geri alabilmesi için rejimin kendiliğinden mal ayrılığına
dönüşmesi öngörülmüştür. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; edinilmiş mallara katılma rejimi, İkinci Ayırımda düzenlenmiş
olup, bu rejimde iki türlü mal vardır: Eşlerin kişisel malları ve edinilmiş
mallar. Eşlerden her biri,
evliliğin devamı süresince, her iki grup mal üzerinde mülkiyet hakkına sahip
olup, bunlar üzerinde yönetim, yararlanma, tasarrufta bulunma hakları
mevcuttur. Karşılık ödemek suretiyle elde edilen tüm mal varlıkları, edinilmiş
mallardan sayılmaktadır. Kişisel kullanıma yarayan
eşya, kişisel mal sayılmaktadır. Tasarının 223 üncü maddesine göre, her eş,
yasal sınırlar dahilinde, kişisel malları ile edinilmiş malları yönetme,
yararlanma ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. Ancak, bir
eş, diğerinin rızası olmadan, paylı mülkiyet konusu maldaki payı üzerinde
tasarrufta bulunamaz. 225 inci maddede ise,
rejimin sona ermesi halleri ile bu durumda tasfiyenin nasıl yapılacağı,
malların nasıl hesaplanacağı, kişisel ve edinilmiş mallar arasındaki
denkleştirme, konut ve ev eşyası üzerine tanınan haklar öngörülmektedir. Tasfiye esnasında, bir
eşin mal edinmesine, malın korunmasına katkı sağlaması halinde, bunun
değerlendirilip ödenmesi hükme bağlanmıştır. Tasarıdaki 232 nci maddeye göre,
mal rejiminin tasfiyesi esnasında değerlendirme yapılırken, malın rayiç bedeli
esas olarak alınacaktır. Bir diğer madde de, bir
eşin diğer eşe ait artık değerin yarısı oranında hak sahibi olduğunu hükme
bağlamıştır. Rejim esnasında eşlerden birinin ölmesiyle, maddede, bu hakkın
ölenin mirasçılarına ait olduğu belirtilmiştir. Edinilmiş malların büyük
bir kısmı eşlerden birisinin mal varlığında artış oluşturması ve rejimle bunun
sağ kalan eşe kalması halinde, ölenin mirasçıları bu durumdan zarar görecektir.
Bu nedenle, müşterek olmayan çocukların ve bunların altsoylarının paylarının
ihlal edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu ihlalleri önleyecek önlemler
istenmiştir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; evlenmeyi sürdürmek asıl olduğundan, eşler, genelde, boşanmayı
düşünmezler. Mal rejimi sözleşmesinde bulunan farklı paylaşım biçimleri, bundan
yararlanan eşe mükafat niteliğindedir. Dördüncü Ayırımı
oluşturacak paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, mal ayrılığındaki sakıncaları
gidermek amacıyla, kısmen edinilmiş mallara katılma rejimini andıran, yeni bir
rejimdir. Eşlerin her biri kendi mal varlığının yönetim, tasarruf ve yararlanma
hakkına sahip olup, ancak, bunların yasal sınırlar dahilinde olması
öngörülmüştür. 246 ncı maddeye göre, eşlerden her biri, kendi borçlarından tüm
mal varlığıyla bizzat sorumludur. Mal ayrılığı rejimi sona erdiğinde ise
malların nasıl geri alınacağı belirtilmiş olan 248 inci maddede, her eş kendi
malını muhafaza eder. Eğer mal diğer eşte bulunuyorsa, onu geri isteme hakkına
sahiptir. Ailenin ortak kullanımına ve yararlanmasına açık bulunan mallar,
ailenin geleceğini güvence altına almak amacıyla, eşit pay olarak
paylaştırılır. Eşlerden birinin diğerine düşen payı azaltmak amacıyla elden
karşılıksız çıkarması durumunda, hâkim, hakkaniyete uygun olarak belirleme
yetkisine sahiptir. Tasarının 254 üncü
maddesinde, ekonomik ve sosyal açıdan korunması, eşi koruma altına alma amacı
öngörülmüştür. Boşanmasından sonra, beraber paylaşım olan konutta kimin kalmaya
devam edeceği ve ev eşyasını kullanmaya hak kazandığı taraflar arasında
anlaşmayla mümkündür. Anlaşma sağlanamazsa, hâkim, çocukların menfaatini
gözeterek, ekonomik ve sosyal durumları değerlendirerek karar verebilir. Beşinci Ayırımı oluşturan
mal ortaklığı rejiminde, eşlerin yasadan dolayı kişisel mal sayılanları dışında
kalan diğer malları ile bunların gelirlerinin ortak malları oluşturduğu kabul
edilmiştir. Tasarının 260 ıncı
maddesi, ortaklığa dahil olmayan malların tümü kişisel maldır hükmünü
taşımaktadır. Eşler, ortaklık mallarını, evlilik birliğinin yararına uygun
olarak yöneteceklerdir. Mal ortaklığı rejiminde, evlilik birliği için yapılan
borçlardan, ilke olarak koca, şahsen ve ortaklık mallarıyla sorumludur. Eşlerin
eşitliği ilkesinden hareket ederek, bu hükümle, evlilik birliğinin borçlarından
dolayı eşler eşit sorumlu tutulmuştur. Konut ve ev eşyasının dışında kalan
diğer mal varlığının üstün yararının ispatı durumunda, eşin, kendisine, tasfiye
payına mahsuben verilmesini isteyebilecek ve eşlerden biri, hatıra olarak, özel
değer taşıyan mal varlığına sahip olabilecektir hükmünü öngörmüştür. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; konuşmama son verirken, bu tasarının, Türk hukuku adına büyük
bir devrim sağlayacağı düşüncesiyle desteklerinizi bekler, Yüce Meclisi
saygılarımla selamlarım. (DSP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Aslan. Tasarının en can alıcı
konusunda, Sayın Adalet Bakanımızın, özellikle bir profesör olarak, mal rejimi
konusunda çok detaylı açıklamalarla bizi doyurması temennisiyle, kendilerini
kürsüye davet ediyorum. Efendim, Sayın Bakanımızın
feminist yönü de ağır basıyor, onu da dikkate almanızı istiyorum. Buyurun Sayın Bakanım.
(DSP sıralarından alkışlar) ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten, görüşmekte
olduğumuz tasarının en can alıcı hükümleri aile hukukundadır. Tasarının,
gerçekten, reform niteliğindeki yenilikleri de aile hukukundadır. O bakımdan,
Sayın Başkanın, aile hukukundaki yenilikler, özellikle mal rejimi konusunda
ayrıntılı açıklama yapmam konusundaki işaretleri çok yerindedir; gerçekten, ben
de bunu yapmayı düşünüyorum. Ancak, o konuya girmeden önce, burada, bazı
arkadaşlarımızın, hâlâ, genel konularda, örneğin, dil konusunda bazı örnekler
vererek, hatta, bizim manipülasyon yaptığımızı söyleyerek bazı görüşler açıkladığını;
ama, bunların haksız olduğunu söylemek durumundayım. Örneğin, bizim, Türk
Medenî Kanunu Tasarısında Anayasa dilinin esas alındığını söylememiz
manipülasyon olarak nitelendirilmiştir ve burada, aynı arkadaşımız, bazı
örnekler vermiştir. Bunlardan yalnız biri üzerinde durmayı yeterli görüyorum. "İstifa" yerine
"çıkma" kullanılmamıştır; "dernekten ayrılma",
"üyelikten ayrılma", "üyelikten istifa", "dernekten
istifa" anlamında "çıkma" kullanılmıştır. Sözcüğün kullanıldığı
yere dikkat etmek gerekir. Nitekim, Anayasamızın 33 üncü maddesine göre,
"herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da
üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir". İşte, Anayasa dili; doğrudan
doğruya Anayasada kullanılan sözcük "üyelikten çıkma." Görüşmekte
olduğumuz Kanun Tasarısında da bu kullanılmıştır. Kaldı ki, yürürlükteki Türk
Kanunu Medenîsinin 66 ncı maddesinde de "cemiyetten çıkma ve
çıkarılma" düzenlenmiştir. Bunun gibi, Dernekler Kanununda da aynı
terminolojinin kullanıldığını görüyoruz. Dolayısıyla, Tasarıyla, burada, yeni
bir sözcük getirilmemiştir; var olan, Anayasada ve yürürlükteki diğer
kanunlarımızda da kullanılan bir sözcük, Tasarıda da kullanılmıştır. Görüşmekte olduğumuz
Tasarının aile hukukuyla ilgili hükümleri, her şeyden önce, Anayasamızın bu konudaki
hükümlerine dayanmaktadır. Bunlar, genel olarak, eşitlik ilkesi ve 4709 sayılı
Kanunla Anayasanın 41 inci maddesinde yapılan değişiklikle, bu maddedeki
"aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitlik ilkesine
dayanır" hükmü, getirilen hükümlerin hareket noktası olmuştur.
Başlangıçtan itibaren, aile hukukuna ilişkin düzenlemeler bu anlayışla
yapılmıştır. Anayasanın 41 inci maddesindeki eşitlikle ilgili hüküm yeni
olmakla birlikte, Tasarı, çağın anlayışına uygun olarak ve Anayasamızın zaten
10 uncu maddesinde ifadesini bulan eşitlik düşüncesini yansıtarak, kadın-erkek
eşitliğini, aile hukukundaki düzenlemelerin temeli olarak görmüştür. İkinci
Dünya Savaşından sonra, bütün medenî kanunlarda bu ilke geniş uygulama alanı
bulmuştur. Uluslararası antlaşmalarda, uluslararası sözleşmelerde kadın-erkek
ayırımcılığı kesin olarak reddedilmiştir. Altında Türkiye'nin de imzası bulunan
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, bunların başında
gelmektedir. İşte, aile hukukuyla
ilgili düzenlemeler, gerek Anayasamızın hükümlerinin Türk Medenî Kanununda
yansıtılması, gerek altında imzamız bulunan uluslararası antlaşmaların Türk
Medenî Kanununda somutlaştırılması, gerek Türk Medenî Kanununun "Aile
Hukuku" kitabının çağdaş bir anlayışla düzenlenmesi, hep, bu kadın-erkek
eşitliği çerçevesinde olmuştur. Tasarının aile hukukuyla ilgili birçok hükmü
ilkeden yola çıkarak düzenlenmiştir. Her şeyden önce, evlilikte, evlenme
yaşından başlayarak kadın-erkek arasında eşitlik sağlanmıştır. Eşlerin evlenmek
için hangi evlendirme memuruna başvuracakları dahi, yine, bu kadın-erkek
eşitliğine uygun olarak düzenlenmiş ve eşlerden her birinin yerleşim yerinin
bulunduğu yerdeki evlendirme memurluğuna başvurulabileceği belirtilmiştir. Aslında, şimdiye kadarki
Türk Kanunu Medenîsinde, eşlerin yükümlülükleri, karı ve kocanın yükümlülükleri
ya da eşlerin hakları, karı ve kocanın hakları olarak düzenlenmişti. Yeni Türk
Medenî Kanunu Tasarısında ise, bu konuda eşitlik düşüncesinin bir yansıması
olarak, her zaman, haklar da, yükümlülükler de, sorumluluklar da, öznesi eşler
olan ifadelerle düzenlenmiştir. Böylece, kadın-erkek eşitliği, bu Tasarının
temelini oluşturmaktadır. Boşanmayla ilgili
hükümlerde de, yine, aynı düşünce geçerlidir. Boşanmada yetkili mahkeme de,
şimdiye kadar olduğu gibi kocanın ikametgâhı mahkemesi değil, eşlerden herhangi
birinin ikametgâhı mahkemesi olarak belirlenmiştir; ama, evlilik birliğinde
eşlerin eşit çiftler olarak yer alması, her şeyden önce, şimdiye kadarki
"Koca, birliğin reisidir" hükmünün kaldırılmasını gerektirmiştir.
Evlilik birliğinde, eşler, her konuda eşit söz hakkına sahiptir. Evlilik
birliğini eşler birlikte yönetirler, konutu birlikte seçerler, çocuklarının
eğitimini birlikte sağlarlar. Anlaşmazlık durumunda erkeğe üstünlük veren
hükümlere artık yer verilmemiştir; eşler anlaşmak durumundadır. Şimdi, evlilik birliğinde
eşitlik, sadece bu hükümlerle değil; ama, evlilik birliğinin maddî temelini
oluşturan mal rejimlerinde de sağlanmıştır. Bilindiği gibi, halen ülkemizde, Türk
Kanunu Medenîsine göre yasal mal rejimi, mal ayrılığıdır. Eşler, mal birliği
veya mal ortaklığı rejimlerinden birini de seçebilirler; ancak, dünyanın birçok
ülkesinde olduğu gibi, eşlerin, genellikle, yasal mal rejimine razı oldukları
görülmektedir. O nedenle, mal rejimini belirlerken, bu olguyu dikkate almak
durumundayız. Yasa koyucunun belirleyeceği yasal mal rejimi, eşler arasında
çoğunlukla uygulanacak mal rejimi olacaktır. Mal ayrılığı rejiminin
sakıncaları bilinmektedir. Mal ayrılığı, özellikle kadının toplumsal hayatta
yeterince rol alamadığı, dışarıda ücretli çalışma olanağını bulamadığı
toplumsal yapıda, kadının aleyhine işleyen sonuçlar vermektedir. Bu sonuçlar,
kadını mağdur etmekte, kadını erkeğe bağımlı duruma getirmektedir. Tasarıyla
önerilen edinilmiş mallara katılma rejimi ise, evliliğin maddî temellerini de
eşitliğe göre düzenlemektedir. Burada, eşlerin birbirine maddî bakımdan bağımlı
olması söz konusu değildir. Eşlerin edindikleri mallar, hangisinin olursa
olsun, birbirlerinin desteğiyle, birbirlerinin varlığıyla gerçekleşmektedir.
Tasarının temelindeki düşünce budur. İkinci Dünya Savaşından
sonra Avrupa ülkelerinde, medenî kanunlarda bu yönde mal rejimi düzenlemeleri
yapılmıştır. 1957'de Almanya'da Eşit Haklar Kanunuyla başlayan bu akım, zaten
çağın anlayışını yansıtmaktadır. Bu anlayış, başka ülkelerin mevzuatına da
yansımıştır. Fransız hukukunda, İtalyan hukukunda, Avusturya hukukunda ve bizim
örnek aldığımız İsviçre hukukunda birbirine benzeyen düzenlemelerle, eşlerin
evlilik birliğinde maddî bakımdan da eşit konumda olmaları sağlanmak
istenmiştir. Burada, İsviçre karşısında, herhangi bir kompleks içinde olmak söz
konusu değildir. Türkiye, 1926'da, İsviçre Medenî Kanununu, çağın en ileri, en
halkçı kanunu olması nedeniyle kabul etmişti. Türk Milleti, bu kanunu,
yetmişbeş yıldır kendi yapısına uygun olarak uygulamaktadır. Bu bir uygarlık
projesiydi; Türkiye, bu projeyi başarıyla uygulamıştır. Bugün de, çeşitli
ülkelerde birbirine benzeyen mal rejimleri arasından İsviçre'deki edinilmiş
mallara katılma rejimini Tasarıyla getirmemizin nedeni, hem İsviçre hukukuyla
medenî hukuk alanında olan bağlantımızın sürdürülmesi, hem bu sistemin son
derece dengeli bir düzenlemeyle yasada yer almasıdır. Bu sistemler, 1957'den
itibaren, çeşitli ülkelerde uygulanıyor. İsviçre, bu sistemi, 1988'den itibaren
uyguluyor. Türkiye, 1926'da Türk Medenî Kanununu kabul ederek, en çağdaş bir
yasayı uygulayabileceğini göstermiştir. Hiç kimse, Türk Milletinin uygarlık
yeteneğini diğer milletlerin uygarlık yeteneğinden daha geride görmemelidir. Bu
sistem de Türkiye'de başarıyla uygulanacaktır; bundan hiç kimsenin şüphesi
olmasın; çünkü, bu sistem adildir ve eşlerin mal rejimi içindeki konumlarını
çok belirgin bir biçimde düzenlemektedir. Ayrıca, sistemin uygulanmasında da,
İsviçre'de veya benzeri sistemleri uygulayan diğer ülkelerde herhangi bir sorun
yaşanmamıştır. Bu sistemde, eşlerin
mallarının kapsamının belirsiz olduğu öne sürülmüştür. Edinilmiş mallara
katılma rejiminde, eşlerden her birinin iki tür malı vardır; Edinilmiş mallar
ve kişisel mallar. Aslında, bu iki grup malların hepsi üzerinde eşler mülkiyet
ve yönetim hakkına sahiptirler. Bunun yanında, eşlerin paylı mülkiyet
kurallarına göre edindikleri mallar da olabilir. Şüphesiz, o mallarda paylı
mülkiyet kuralları uygulanacaktır. Ancak, Tasarı, edinilmiş malların neler
olduğunu, kişisel malların neler olduğunu ayrıntılı bir şekilde göstermiştir.
Nitekim, tasarının 219 uncu maddesinde, edinilmiş mallar, her eşin evliliğin
devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği mal varlığı değerleri olarak
tanımlanmıştır. Bunlar, özellikle şunlardır: Her eşin çalışmasının karşılığı
olan edinimler -örneğin, maaş ve ücretler- sosyal güvenlik veya sosyal yardım
kurum veya kuruluşlarının veya personele yardım amacıyla kurulan sandık ve
benzerlerinin yaptığı ödemeler -kısacası, sosyal güvenlik ödemeleri- çalışma
gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel malların gelirleri
-örneğin, kişisel taşınmaz malın kira geliri veya mevduat faizi- edinilmiş
malların yerine geçen -yani, bunların satılması veya trampa edilmesi yoluyla
onların yerine geçen değerler. Kişisel malların nelerden
ibaret olduğu da 220 nci maddede gösterilmiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya -örneğin, kişinin
elbiseleri- mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir
eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma
yoluyla elde ettiği mal varlığı değerleri, manevî tazminat alacakları, kişisel
mallar yerine geçen değerler. İşte, bu mallar, yasa gereğince kişisel mallar
sayılır. Ayrıca, edinilmiş mallar
arasında yer alması gereken bazı unsurlar sözleşmeyle kapsam dışında
bırakılabilir. Örneğin, tasarının 221 inci maddesine göre, eşler, mal rejimi
sözleşmesiyle, bir mesleğin icrası veya işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan,
edinilmiş mallara dahil olması gereken mal varlığı değerlerinin kişisel mal
sayılacağını kabul edebilirler. Bunun yanında, eşler, mal rejimi sözleşmesiyle,
kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da
kararlaştırabilirler. Şimdi, evlilik herhangi
bir şekilde sona erecek olursa, her şeyden önce, eşlerin birbirlerinin mal
varlıklarına yaptıkları katkıların hesaplanması gerekir. Ayrıca, eşlerin
edinilmiş mallarının, yani, evlilikten sonra bir karşılık ödemek suretiyle
edindikleri malların, borçlar düşülmek suretiyle, bu arada, edinilmiş mallar
ile kişisel mallar arasında gerekli denkleştirme işlemleri yapılmak suretiyle,
safî değerlerinin bulunması gerekir. Bu safî değer "artık değer"
adını almaktadır. İşte, bu artık değerde,
eşlerin karşılıklı olarak yarı yarıya katılmaları söz konusudur; ama, pratik
olarak, artık değeri diğerinden fazla olan eşin sahip olduğu artık değerin
yarısı diğer eşe ait olacaktır. Burada, eşler, sözleşmeyle, başka bir katılma
oranı da öngörebilirler; ama, öngörmedikleri takdirde, yasa gereğince, bu
katılma oranı yarı yarıya olacaktır. İşte, böylece, eşlerden
birinin evlilikten sonra edindiği değerlerde diğer eşin katkısı, desteği varsayılarak,
adil, dengeli bir sistem getirilmiştir. Bu sistem, halen ülkemizde mal ayrılığı
rejiminden dolayı en çok mağdur olan ve öyle bir rejimin devamı durumunda
mağduriyetlerinin devamı söz konusu olacak kadınlar bakımından özellikle büyük
önem taşımaktadır. Bu bakımdan, bizim bu düzenlemeyi getirmemiz, her şeyden
önce, kadınlara olan borcumuzun ödenmesi anlamına gelmektedir. Kurtuluş Savaşından
sonra, Cumhuriyetin kurulmasından sonra, Türk Kanunu Medenîsi Türkiye Büyük
Millet Meclisinde görüşülürken... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakanım, 2
dakika içerisinde toparlar mısınız. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - ... Kurtuluş Savaşında omuzunda cephane taşıyan kadınlara olan
borcun ödenmesinden söz edilmiştir. Gerçekten, Türk kadını, yapacağı evlilikte
eşit haklarla yer almaya lâyıktır. Bu hükümler, hem çağın anlayışını
yansıtmaktadır, hem 21 inci Yüzyıl Türkiyesinin kadın-erkek eşitliğine verdiği
önemi yansıtmaktadır. Bu hükümler ve bunlar
arasında, edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edildiği zaman, Türkiye,
medenî hukukta, aile hukukunda çok önemli bir reformu gerçekleştirmiş
olacaktır. Bu reformu gerçekleştirmek, 21 inci Yasama Dönemi Türkiye Büyük
Millet Meclisinin eseri olacaktır. Yüce Meclisi, bu düşüncelerle
saygıyla selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Bakanım. Hocam, teşekkür ediyoruz;
ama, dava sayısının artacağını, burada belirteyim; epey dava sayısı olur. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Sayın Bakanı dava edecekler. BAŞKAN - Hayır, Sayın
Bakanı dava etmezler de, bu konu mahkemeleri epey uğraştırır gibi geliyor bana.
Değerli milletvekilleri,
üçüncü bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlandı. Üçüncü bölüm üzerinde
verilen önergeler vardır. Milletvekili arkadaşlarımız tarafından 7 adet önerge
verilmiştir, hükümet adına da 1 adet
önerge verilmiştir. Alınan karar gereği, sadece milletvekili arkadaşlarımızdan
gelen 3 önergeyi, bir de hükümetin önergesini okutup, işleme alacağım. Önergeleri geliş sırasına
göre okutup, aykırılık derecesine göre
işleme alacağım. İlk önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 186 ncı maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini
arz ve teklif ederiz. Saygılarımla. Fethullah Erbaş Lütfü Esengün Van Erzurum Madde 186. - Birliğin
reisi evlenme akdi sırasında belirlenir. Eşler, oturacakları
konutu birlikte seçerler. Eşler, birliğin
giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılırlar. BAŞKAN - İkinci önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 202 nci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini
arz ve teklif ederiz. Saygılarımla. Orhan Bıçakçıoğlu Fethullah
Erbaş Lütfü Esengün Trabzon Van Erzurum Cevat
Ayhan Sakarya
Madde 202. - Eşler
arasında paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin uygulanması asıldır. Eşler mal rejimi
sözleşmesi ile kanunda belirlenen mal rejimlerinden birini kabul edebilecekleri
gibi, aralarında özel mal rejimi sözleşmesi de yapabilirler. BAŞKAN - Üçüncü önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 205/1 maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz
ve teklif ederiz. Saygılarımla. Fethullah Erbaş Lütfü
Esengün Cevat Ayhan Van Erzurum Sakarya Mal rejimi sözleşmesi,
noterde düzenleme veya onaylama ya da evlendirme memuruna eşlerin birlikte
beyanı şeklinde yapılır. Eşlerin sahip oldukları kişisel malların listesi bu
sözleşmeye eklenir. BAŞKAN - Son olarak,
hükümet adına verilen önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723
sıra sayılı kanun tasarısının 274 üncü maddesinin kenar başlığının "değer
artış payı", metninde yer alan "katkıdan doğan hakka" ibaresinin
"değer artış payına" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim. Hikmet
Sami Türk Adalet
Bakanı BAŞKAN - Şimdi,
önergeleri aykırılık derecesine göre işleme alacağım: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 186 ncı maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini
arz ve teklif ederiz. Saygılarımla. Fethullah
Erbaş (Van) ve
arkadaşları Madde 186. - Birliğin
reisi evlenme akdi sırasında belirlenir. Eşler, oturacakları
konutu birlikte seçerler. Eşler, birliğin
giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıklarıyla katılırlar. BAŞKAN - Sayın Komisyon,
önergeye katılıyor musunuz? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz. BAŞKAN - Sayın Erbaş?.. FETHULLAH ERBAŞ (Van) -
Sayın Esengün konuşacaklar efendim. BAŞKAN - Evet, önergenin
gerekçesini açıklamak üzere, Sayın Lütfü Esengün; buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi hürmetle selamlıyorum. Aziz
milletimizin mübarek Berat Kandilini tebrik ediyorum; Cenabı Hak'tan, bu
mübarek gece hürmetine, İslam âlemini, tüm baskı, zulüm ve savaşlardan
kurtarmasını niyaz ediyorum. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; önergemizle, evlilik akdini yapan karı ve kocaya, hemen o sırada,
evlilik birliğinin reisinin kim olacağı yolunda da iradelerini beyan etme
imkânı getiriyoruz. Şu anda meriyette olan kanunda "koca, birliğin
reisidir" diye hüküm var; yetmişbeş yıldan beri uygulanan, örf ve
âdetimize uygun olan bir hüküm. Ama, şu anda, Sayın Bakanımızın ısrarlı
talepleriyle, çağdaş bir düzenlemeye gidiliyor ifade edildiğine göre; bu,
kocanın ev reisi olduğuna dair hüküm kaldırılıyor. Değerli arkadaşlar,
inancımıza göre de, iki kişi bir araya gelirse, yola çıkarsa, biri başkan
olmalıdır; başkan olmayan yerde başıboşluk vardır; başkanın sözünün geçmediği
yerde anarşi olur, kargaşa olur. Dolayısıyla, evlilik birliğinin reisinin,
başkanının olmayacağına dair bu hüküm, sonuçta, aile birliğinde kargaşaya, her
konuda mahkemeye gitmeye bizi götürecektir, toplumumuzu götürecektir ve bu, örf
ve âdetimize uygun olmayan bir düzenlemedir. Hiç olmazsa, şu
önergemizle, karı ve kocaya, evlilik birliğinin reisinin kim olacağını... Bu,
kadın da olabilir, erkek de olabilir, illâ da erkek olsun diye bir iddiamız
yok; eğer, aralarında anlaşmışlarsa, kadını da evlilik birliğinin başkanı
seçsinler ve bu iradelerini, evlilik akdinin yapıldığı sırada beyan etsinler.
Ama, anlatmak mümkün değil!.. Bu tasarı, baştan sona
DSP'nin ürünüdür, DSP zihniyetinin ürünüdür; ama, maalesef, bugün, Sayın Güner
de ifade etti, bir koalisyon hükümetinde üç ayrı zihniyete mensup parti yer
almış olmasına rağmen, her ne hikmetse, Sayın Adalet Bakanı, özellikle mal
rejimiyle ilgili -biraz sonra önergeler de oylanacak- konudaki ısrarından bir
türlü vazgeçmiyor. Sayın Bakanımız, biraz
evvel Sayın Başkanın ifade ettiği şekilde, hukuk profesörüdür, doğrudur; ama,
ticaret hukuku profesörüdür. Zannediyorum, o düşünceyle, aileyi de bir şirket
haline getirme niyetindedir. Sayın Bakanım bilmiyorum avukatlık yaptı mı,
bilmiyorum hâkimlik yaptı mı; zannederim, yapmadı; ama, pratikte, hâkimler,
avukatlar, taraflar, bu mal rejiminden neler çekecek, şimdiden tahmin etmek zor
değil. Bu davalar yıllarca bitmeyecek; asliye hukuk hâkimleri bunun içinden
çıkamayacaklar, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi uzun yıllar belki içtihat tesis
edemeyecek. Yepyeni bir düzen geliyor; aslında, yepyeni bir düzensizlik
getiriliyor bu kanunla ve sonuçta da, olan, tabiî ki çiftlere olacak, daha da
önemlisi çocuklara olacak. Mal üzerine ihtiyatî tedbir konulacak, davalar uzun
yıllar... Farzımuhal, bir araba var ihtilaflı; araba bağlanacak, dava bitinceye
kadar da o araba çürüyecek ve bunun adı da yeni mal rejimi, yeni düzenleme,
çağdaş düzenleme olacak. Değerli arkadaşlar, kanun
çıkarmakla her şey halledilmez. Bakın, önümde bir takvim yaprağı var; diyor ki
"padişah fermanıyla tüm yurtta başlık parası yasaklandı. 1831"
Yüzyetmiş sene evvel padişah ferman çıkarmış, başlık parası yasaktır diye; ama,
hâlâ, ülkemizde başlık parası maalesef yürürlükte. Kanun çıkarmakla, ferman
çıkarmakla olmuyor. Eğer bugün yanlışlıklar
varsa, temelde cehalet vardır, temelde eğitimin önünde engeller vardır. Biz,
kız çocuklarını başı örtülüdür diye okutmazsak, sonuçta da, yasa çıkarmakla,
başka birtakım tedbirler almakla bu yanlışların önüne geçemeyiz. Gelin, bu
mübarek gecede böyle yanlışlara alet olmayalım. Sayın Başkan, bu
önergenin oylamasında karar yetersayısı aramanızı da şimdiden talep ediyorum.
Hiç olmazsa bu gece dağılalım, bir gece daha düşünme fırsatını Sayın Bakanımız
bulsun ve yarın, inşallah, bu yanlıştan dönsün. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) FETHULLAH ERBAŞ (Van) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum. BAŞKAN - Karar
yetersayısını arayacağım. En doğru istemde siz
bulundunuz Sayın Erbaş; çünkü, oylamaya geçilirken isteniyor bu. Yoksa, bir gün
sonrası için rezervasyon yapamıyoruz; bazı arkadaşlar önceden istiyor... Değerli arkadaşlar,
hükümetin ve komisyonun katılmadığı, gerekçesini Sayın Esengün'den dinlediğiniz
önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım. Oylamayı
elektronik oylama cihazıyla yapacağım ve 3 dakikalık süre vereceğim. Oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, önergenin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştır. Zamanımız daralmıştır, çalışma
süresinin sonuna geldik; yeniden ara vermeye gerek yok. Bu nedenle, alınan karar
gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 1 Kasım 2001
Perşembe günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati : 19.46 VI. - SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR
VE CEVAPLARI |
|