DÖNEM
: 21 YASAMA
YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ CİLT : 74 13 üncü Birleşim 30 . 10 . 2001 Salı İ Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN
KÂĞITLAR III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Oturum BaşkanlarInIn KonuşmalarI 1. – Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili
Mustafa Murat Sökmenoğlu'nun, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında
milletvekillerinin Cumhurbaşkanına yönelik tavırlarıyla ilgili basında çıkan
yanlış ve yanıltıcı haberlere, bu ve benzeri haberlerin Türk siyasetinde
yaratacağı sorunlara ilişkin açıklaması B) ÇEŞİTLİ
İŞLER 1. – Genel Kurulu ziyaret eden Nijerya
Cumhuriyeti Kano Eyaleti Meclis Başkanı Yau Abdullahi'ye Başkanlıkça "hoş
geldiniz" denilmesi C)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Kültür Bakanı Mustafa İstemihan
Talay'ın, cumhuriyetin ilanının 78 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı
konuşması ve MHP Hatay Milletvekili Mehmet Şandır, DYP Erzurum Milletvekili
Ayvaz Gökdemir, DSP Ankara Milletvekili Ayşe Gürocak, AK Parti Manisa
Milletvekili M.Necati Çetinkaya, ANAP Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, SP
Ankara Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin'in grupları adına konuşmaları 2. – İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın,
Ege Bölgesi pamuk üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı 3. – İzmir Milletvekili Kemal Vatan'ın,
Türkiye'nin içine düştüğü ekonomik durumun nedenleri ve çıkış yollarına ilişkin
gündemdışı konuşması 4. – Kahramanmaraş Milletvekili Avni
Doğan'ın, küreselleşmenin dünyadaki etkileri ve Türkiye'nin durumuna ilişkin
gündemdışı konuşması D) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI
Önergelerİ 1. – Saadet Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu, Konya Milletvekili Veysel
Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, özelleştirme
sürecinde alınan yanlış kararlarla devleti zarara uğrattıkları iddiasıyla
Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına
ilişkin önergesi (11/20) E) Tezkereler ve Önergeler 1. – Balıkesir Milletvekili İsmail
Özgün'ün, Vergi Usul Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin
(2/354) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/416) 2. – Osmaniye Milletvekili Birol
Büyüköztürk'ün, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/689) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergesi (4/417) 3. – Ardahan Milletvekili Saffet Kaya'nın,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifinin (2/670) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/418) IV.–
ÖNERİLER A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1. – Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin SP Grup
önerisi 2. – Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve
ANAP Gruplarının müşterek önerisi V.–
SEÇİMLER A) Radyo ve Televİzyon Üst Kuruluna üye seçİmİ 1. – Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda
muhalefet partileri kontenjanından boşalan üyeliğe seçim VI. –
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik'in,
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankaların bağlı oldukları gruplara
ait yayınlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz
Karakoyunlu'nun cevabı (7/4619) 2. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in,
DEMİRBANK'ın İngiliz HSBC kuruluşuna satılacağı iddialarına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4641) 3. – Şanlıurfa Milletvekili Züfikar
İzol'un, Şanlıurfa'daki elektrik kesintilerine ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Zeki Çakan'ın cevabı (7/4644) 4. – Şanlıurfa Milletvekili Yahya
Akman'ın, Şanlıurfa Tedaş Müdürlüğünün personel talebine ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Zeki Çakan'ın cevabı (7/4648) 5. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
enerji işletme hakkı devir sözleşmelerinde uygulanan KDV oranlarına ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Zeki Çakan'ın cevabı (7/4670) 6. – Kayseri Milletvekili Salih
Kapusuz'un, bazı kamu kuruluşlarının kullanılabilir aktiflerine ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4774) 7. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın,
Diyarbakır Çelikli Köyü çiftçilerinin Diyarbakır Hizmet Vakfına bağışa
zorlandıkları iddialarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü
Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4791) 8. – Manisa Milletvekili Mustafa Enöz'ün; Tarımsal girdi fiyatlarına, - İstanbul Milletvekili Yücel Erdener'in; Deneme üretimi yapılan tohumluklara, İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4797, 4808) 9. – Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya'nın; Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sosyal
tesislerde başörtüsü yasağı uygulandığı iddialarına, Başörtüsü sorununa, İlişkin soruları ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin cevabı (7/4804, 4805) 10. – Şanlıurfa Milletvekili Yahya
Akman'ın, Birecik İlçesinin öğretmenevi ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4809) 11. – Amasya Milletvekili Akif Gülle'nin,
27-28 Mayıs 2001 tarihlerinde yapılan açık lise sınavlarında Ankara-Ayrancı
Lisesinde bazı öğrencilerin sınava alınmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4811) 12.– Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in,
27-28 Mayıs 2001 tarihlerinde yapılan açık lise sınavlarında Ankara-Ayrancı
Lisesinde bazı öğrencilerin sınava alınmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4812) 13. – Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün,
UZEV'in yasalara uymayarak halkı mağdur ettiği iddiasına ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4818) 14. – Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün,
devlet ve özel üniversitelere yapılacak devlet yardımları belirlenirken
uyulacak kriterlere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4819) 15. – Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt'un,
Sinop İlindeki sağlık personeli açığına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman
Durmuş'un cevabı (7/4830) 16. – Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt'un,
Sinop İlindeki taşımalı eğitim uygulamasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4833) 17. – Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt'un,
2000 yılı yatırım programında Sinop İlinin durumuna ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4834) 18. – Bursa Milletvekili Ahmet
Sünnetçioğlu'nun, okullardaki zehirlenme olaylarına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4843) 19. – Kahramanmaraş Milletvekili Avni
Doğan'ın, Talim ve Terbiye Kurulunun kabul ettiği yabancı dil öğretim programı
kararına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı
(7/4903) 20. – Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize'de yürütülen projelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Şuayip Üşenmez'in cevabı (7/4934) I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
iki oturum yaptı. Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in,
Karabük Demir Çelik Fabrikaları AŞ'nin (Kardemir) sorunlarına ve çözüm
önerilerine ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı Hasan Gemici, İstanbul Milletvekili Bozkurt Yaşar
Öztürk'ün, Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde
Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliği uygulamasında karşılaşılan sorunlara
ilişkin gündemdışı konuşmasına, Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu, Cevap verdiler; Denizli Milletvekili Mehmet Kocabatmaz, terör
hareketlerinde kullanılmaya başlanılan kimyasal ve biyolojik silahların önemine
ve alınması gerekli önlemlere ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı. Finlandiya Parlamento Başkanının, Makedonya Cumhuriyet Meclisi Dış Politika
Komisyonu Başkanının, Beraberlerinde birer parlamento heyetiyle
ülkemizi ziyaretlerinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkereleri; İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın'ın,
KİT, Erzurum Milletvekili Cezmi Polat'ın,
İçişleri, Komisyonları üyeliklerinden çekildiklerine
ilişkin önergeleri; Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan ve
Anavatan Partisi Grubuna düşen üyeliğe, İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın
seçildi. Genel Kurulu ziyaret eden Makedonya
Cumhuriyet Meclisi Dış Politika Komisyonu Başkanı ve beraberindeki parlamento
heyetine Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denildi. Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan: TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporunun (2/94, 2/232, 2/286,
2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı :527) görüşmeleri, daha
önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon Raporu henüz hazırlanmadığından,
ertelendi; İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesi
kararlaştırılmış bulunan, Türk Medenî Kanunu Tasarısının (1/611, 1/425, 2/361,
2/680) (S. Sayısı : 723) görüşmelerine devam edilerek, 1 inci bölümü kabul
edildi, 2 nci bölümü üzerinde bir süre görüşüldü. 30 Ekim 2001 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 18.58'de son verildi.
No. : 19 II. – GELEN KÂĞITLAR 26.10.2001 CUMA Tasarı 1. – Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli
ve 3842 Sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/923) (Adalet Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.10.2001) Teklif 1. – Afyon Milletvekili
Müjdat Kayayerli ve 28 Arkadaşının; Devlet Memurları Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/817) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.10.2001) No.
: 20 30.10.2001 SALI Teklif 1. – Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili
Devlet Bahçeli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili A. Mesut
Yılmaz ile 311 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/818) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi : 26.10.2001) Raporlar 1. – İzmir Milletvekili Güler Aslan ve 6 Arkadaşının, İzmir İlinde
Uzundere Adı ile Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci
Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/553) (S. Sayısı
: 748) (Dağıtma tarihi : 30.10.2001) (GÜNDEME) 2. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Yükseköğretim Kurumları
Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek
Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre
Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/682) (S. Sayısı : 749) (Dağıtma
tarihi : 30.10.2001) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergesi 1. – Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, 19 Mayıs
Üniversitesi Kampusüne girişlerde başörtüsü kontrolü yapıldığı iddiasına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1613) (Başkanlığa geliş
tarihi :26.10.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. – Karaman
Milletvekili Zeki Ünal'ın, Yüksek
Askerî Şûra kararlarına göre görevden alınan subay, astsubay ve askerî
öğrencilere ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4985) (Başkanlığa geliş tarihi:
25.10.2001) 2. – İstanbul
Milletvekili İrfan Gündüz'ün, Suriye'deki Süleyman Şah'a ait türbeye ilişkin
Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4986) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.10.2001) 3. – Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün'ün, BAĞ-KUR
sigortalılarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4987)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.10.2001) 4. – Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün'ün, Balıkesir İlinde Ali Hikmet Paşa tesislerindeki
toprak sahaların çim sahaya dönüştürülmesine ilişkin Devlet Bakanından (Fikret
Ünlü) yazılı soru önergesi (7/4988) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.10.2001) 5. – Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün'ün, Balıkesir İli ve ilçelerinin balıkçı barınakları
ödeneklerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4989)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.10.2001) 6. – Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün'ün, Balıkesir İli karayolu projelerine ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4990) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.10.2001) 7. – Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün'ün, zeytin ve zeytinyağı üretiminin teşvik edilmesine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4991) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.10.2001) 8. – Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün, Çevre Bakanının
önemli görevlere yakın akrabalarını atadığı iddialarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4992) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.10.2001) 9.- İstanbul Milletvekili
Bülent Akarcalı'nın, deprem afetinden zarar gören tavuk üreticilerine yapılacak
yardımlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4993) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.10.2001) 10. – İstanbul
Milletvekili Celal Adan'ın, İstanbul'daki taksi sürücülerinin sorunlarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4994) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.10.2001) 11. – İstanbul
Milletvekili Celal Adan'ın, İstanbul Teknik Üniversitesine ait bir araziye
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/4995) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.10.2001) 12. – Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, PETLAS 'la ilgili olarak MİT'ten rapor istendiği iddiasına
ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4996)
(Başkanlığa geliş tarihi : 26.10.2001) 13. – Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, Samsun Gençlik ve Spor Müdürünün görevden alınmasının
nedenine ilişkin Devlet Bakanından
(Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/4997) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.10.2001) 14. – Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, bazı öğretim üyelerine yapılan uygulamalara ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4998) (Başkanlığa geliş tarihi :
26.10.2001) 15. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Bakanlıkça
başlatılan bazı operasyonlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4999) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.10.2001) 16. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, İstanbul
Millî Eğitim İl Müdürlüğü ile İ.T.Ü. tarafından düzenlenen bir sertifika
programına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5000)
(Başkanlığa geliş tarihi : 26.10.2001) 17. – Hatay Milletvekili
Mustafa Geçer'in, bazı temel gıda
ürünlerinin fiyatlarındaki artışa ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5001) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.10.2001) 18. – Hatay
Milletvekili Mustafa Geçer'in, TBMM
Genel Kurulunda yaptığı bir açıklamaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5002) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.10.2001) 19. – Hatay Milletvekili
Mustafa Geçer'in, KOBİ'lerin sorunlarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru
önergesi (7/5003) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.10.2001) 20. – Erzincan
Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, Talim ve Terbiye Kurulunca bazı kelimelerin
ders kitaplarında ve eğitimde kullanılmasının yasaklandığı iddiasına ilişkin
Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5004) (Başkanlığa geliş tarihi
: 26.10.2001) 21. – Bursa Milletvekili
Orhan Şen'in, Bursa'da yerel bir gazetede yayımlanan Bursa Kültür, Sanat ve
Turizm Vakfı ile ilgili habere ilişkin Devlet
Bakanından (Nejat Arseven) yazılı soru önergesi (7/5005) (Başkanlığa
geliş tarihi : 26.10.2001) 22. – Konya Milletvekili
Teoman Rıza Güneri'nin, Konya-Ankara yolu 2. Organize Sanayi Kavşağında meydana
gelen kazalara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5006)
(Başkanlığa geliş tarihi : 30.10.2001) 23. – Erzurum Milletvekili
Aslan Polat'ın, TMO tarafından uygulanan
buğday fiyatlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5007) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.10.2001) Gensoru Önergesi 1. – Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Çorum
Milletvekili Yasin Hatiboğlu, Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır
Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, özelleştirme sürecinde alınan yanlış
kararlarla Devleti zarara uğrattıkları iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve
Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasanın 99
ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin
önergesi (11/20) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.10.2001) (Dağıtma tarihi :
29.10.2001) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.00 30 Ekim 2001 Salı BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Melda BAYER (Ankara), Sebahattin
KARAKELLE(Erzincan) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 13 üncü Birleşimini açıyorum. Sayın milletvekilleri,
toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz. III. – BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Oturum BaşkanlarInIn KonuşmalarI 1. – Oturum
Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu'nun, Cumhuriyet Bayramı
kutlamaları sırasında milletvekillerinin Cumhurbaşkanına yönelik tavırlarıyla
ilgili basında çıkan yanlış ve yanıltıcı haberlere, bu ve benzeri haberlerin
Türk siyasetinde yaratacağı sorunlara ilişkin açıklaması BAŞKAN - Ancak, yüksek
müsaadelerinize sığınaraktan... Sayın milletvekilleri,
Cumhuriyet Bayramını kutlamak, onun coşku ve sevincini içinde duyup yaşamak ve
paylaşmak, herkesten önce, Kuvayı Milliye ruhuyla bezenmiş, Ulusal Kurtuluş
Savaşını vermiş, Cumhuriyeti kurmuş Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın
üyelerinde bulunması gereken bilinci, birtakım mülahazalarla yok saymaya,
küçültmeye kimsenin hakkı yoktur. Sayın milletvekillerinin,
olağanüstü Meclis toplantısından başlayarak, yoğun çalışma temposuyla geçirmiş
olduğu şu birbuçuk aylık dönemden sonra seçim bölgelerine gitmeleri kadar da
doğal hiçbir şey olamaz. Cumhuriyet Bayramında kendi yörelerinde bulunan sayın
milletvekili arkadaşlarımızın, güzel vatanımızın her köşesinde, Cumhuriyet
Bayramını coşkuyla kutlayan milletimizle beraber olması ve Bayrama cumhuriyet
bilinciyle bölgelerinde katılmaları, ne hazindir ki, yine basınımız tarafından
çarpıtılıp "Meclisteki ve Çankaya'daki kutlamalara iştirak
etmedikleri" şeklinde yansıtılması karşısında, bu konuşmayı, Türkiye Büyük
Millet Meclisini bugün idare eden Başkan olarak yapmanın zorunluluğunu
duymaktayım. Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin İlk Başkanı, Cumhuriyetin Banisi Eşsiz
Atatürk'ün ve kahraman dava arkadaşlarının milletimizle bütünleşip kurduğu ilk
Mecliste, yani Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 23 Nisan 1920'de,
451 sayın milletvekilinin görev yaptığını da tarihî bir hakikat olarak Yüce
Heyetinizin dikkatlerine sunmak istedim. 1920 yılında yapılan ilk nüfus
sayımına göre de Türkiye Cumhuriyetinin nüfusu 13 648 270 kişiden mürekkep
olduğu da bir başka tarihî gerçektir. Bugünkü nüfusumuz 70
milyona yakın iken, Yüce Parlamentonun milletvekili sayısı da 550'dir. Resmî
söylevinizde "Türkiye Büyük Millet Meclisi 400 kişiden teşekkül
etmelidir" ifadesinin yanı sıra gönlünüze 300'e layık görülmesi, bugün,
ülkenin içinde bulunduğu koşullardaki temenninin de ötesinde, yaralayıcıdır,
rencide edicidir. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Teşekkür ederim efendim. Siyaseti ve siyasetçiyi
küçük gören, her fırsatta rencide etmeye çalışan zihniyetlerin, cumhuriyeti de
demokrasiden uzaklaştırdığını görmek hepimizin görevidir sayın arkadaşlarım.
Özellikle, yerel parlamentoların olduğu ülkelerde, Türkiye'yi ve Türkiye Büyük
Millet Meclisini mukayese ve yönlendirmeye kalkmak ne derece bilimseldir onu da
bilemiyorum. Parlamento demokrasinin kalbidir, her zaman herkese de gereklidir.
Bütün sayın milletvekili
arkadaşlarımın tek tek Cumhuriyet Bayramını en iyi dileklerimle kutluyor, derin
sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim. (Alkışlar) Teşekkür ederim efendim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun efendim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Değerli Başkanım, çok teşekkür ediyorum açıklamanıza. BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim efendim. Efendim, lütfen,
mikrofonu açayım da televizyon başındaki Yüce Türk Milleti de duysun gür
sesinizi. Mikrofonu açtım; buyurun
efendim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Değerli Başkanım, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Bayramına katılmayla ilgili basına yansıyan yanlış
ve yönlendirici beyanlar üzerine, izninizle ben de bir iki hususta açıklama
yapmak istiyorum. BAŞKAN - Sizin de adınız
vardı bugün haksız yere. Buyurun efendim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Bayramı yalnızca Başkentte
kutlanmıyor. Bu bayramı, ben, Sakarya Milletvekili olarak, deprem mağduru
halkımın içinde bizzat törenlere katılarak kutladım, bunun onurunu halkımla
birlikte paylaştım. Cumhuriyetin cumhurun
içinde kutlanmasından daha doğal ve samimî bir yöntemi düşünemiyorum. Bir
aydınlanma projesi olan cumhuriyet hareketinin bayramına katılmayı da bu Yüce
Parlamentonun bir üyesi olarak millî bir görev addettim ve bundan da büyük bir
onur duydum; ancak, basına yansıyan öylesine yanlış ve yönlendirici, maksatlı
açıklamalar yer alıyor ki, bundan da derin bir üzüntü duydum. Sayın Başkanıma, bu
konuyu açışta dile getirdiği için teşekkür ediyorum. Kolay ve ucuz!.. Basının
bu tarz yaklaşımını da kınıyorum ve medyaya cevap babında bu kısa açıklamayı
yapmayı uygun buldum. Hepinize saygılar
sunuyorum. (DYP, MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Aslan, buyurun. BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu olarak,
açıklamanıza teşekkür ediyoruz. Tabiî, maalesef, son
günlerde gerek sivil toplum örgütlerinin bazılarında gerekse medyada her olayın
değerlendirilişinde, Meclise ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer
üyelerine sataşmayı, onları aşağılamayı kendilerine bir meslek haline
getirenler var. Bu cumhuriyetle ilgili
resepsiyona katılmama olayını da bu açıdan değerlendirdikleri ve bizi fevkalade
üzdükleri açıktır. Mesela, biz, Denizli'nin 7 milletvekili olarak 7'miz de
Denizli'deki bayrama birlikte katıldık ve halkın içinde bayramı kutladık.
Zannediyorum ki, bütün arkadaşlarımız, kendi illerine gittiler, kendi
illerinde, bayramları halka birlikte kutladılar. Bu nedenle, bu
yazılanlardan, çizilenlerden, milletvekilleri açısından, bayramı gölgeleme
mahiyetinde hiç kimse bir anlam çıkarmamalı. Milletvekillerinin kurumlara
saygısı sonsuzdur, Cumhurbaşkanlığı makamına da saygısı sonsuzdur. Bu
değerlendirmelerin hepsinin yanlış olduğunu ifade ediyorum ve Yüce Meclisi
Saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. B) ÇEŞİTLİ
İŞLER 1. – Genel
Kurulu ziyaret eden Nijerya Cumhuriyeti Kano Eyaleti Meclis Başkanı Yau
Abdullahi'ye Başkanlıkça "hoş geldiniz" denilmesi BAŞKAN - Efendim, bu
arada, Nijerya Cumhuriyeti Meclis Başkanı Genel Kurula gelmişlerdir efendim. Arz ediyorum. Hoş geldiniz. (Alkışlar) A) Oturum BaşkanlarInIn KonuşmalarI
(Devam) 1. – Oturum
Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu'nun, Cumhuriyet Bayramı
kutlamaları sırasında milletvekillerinin Cumhurbaşkanına yönelik tavırlarıyla
ilgili basında çıkan yanlış ve yanıltıcı haberlere, bu ve benzeri haberlerin
Türk siyasetinde yaratacağı sorunlara ilişkin açıklaması (Devam) BAŞKAN - Efendim, size de söz vereceğim Sayın Çelik... Bu arada, biraz evvel
ifade ettiğim "300 milletvekili" tartışmasının üzerine, bendeniz,
dönemler itibariyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekili sayısını
çıkarttırdım ve cumhuriyetimizin nüfusunu da, o seneler itibariyle
çıkarttırdım. Arzu eden gruplar, Başkanlığımızdan gelip alabilirler efendim;
mukayesesi vardır... Sayın Çelik, buyurun. HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; Sayın Meclis Başkanvekilimizin açış
esnasında yaptığı konuşmadan dolayı, kendisine, ben de teşekkür ediyorum;
kendisini kutluyorum; görüşlerine de katılıyorum. BAŞKAN - Görevim efendim.
HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Mukayese unsuru olsun diye bazı rakamlar arz edeceğim. İngiltere'nin nüfusu 59
milyondur. İngiltere'de, Avam Kamarasında, 650'nin üzerinde milletvekili var;
buna, Galler'in, İskoçya'nın ve Kuzey İrlanda'nın mahalli parlamentoları da
dahil değildir. Ayrıca, Lortlar Kamarası vardır; Lortlar Kamarasında da 1 273
Lort vardır. Bir partimizin sayın
genel başkanı "milletvekili sayısı 450 olsun" dedi. Sayın
Cumhurbaşkanımız Meclisteki konuşmasında "400 olsun" dedi. Öyle
anlaşılıyor ki, akşamki resepsiyonda da, Sayın Cumhurbaşkanımız, hızını
alamayarak "300 olsun" dedi. (MHP sıralarından alkışlar) Yarın,
birileri çıkıp, bu Parlamento hiç olmasın da diyebilir. Parlamentoyu, bu
şekilde, sürekli tartışma konusu yapmak, devletin başındaki insanlara da, kurumlara
da, kişilere de asla yakışmıyor. Biz, öncelikle, siyasî partiler ve
milletvekilleri olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onurunu korumakla
mükellefiz. Dünkü Cumhuriyet Bayramı
kutlamaları esnasında, biz, AK Parti olarak, Genel Başkanımız ve geniş bir milletvekili
topluluğuyla birlikte, Anıtkabir'deki törenlere de katıldık; Sayın
Cumhurbaşkanının Meclisteki resmî kabulüne de katıldık; arkadaşlarımız, Sayın
Cumhurbaşkanının Köşkte düzenlediği resepsiyona da katıldılar; bu merasime de
katıldılar. Bugün, bazı gazetelerde, milletvekillerinin gitmediği, işte
"ne kadar maaş, o kadar rağbet" şeklinde bazı yorumlar var. Bu,
birisi, özellikle birilerini protesto ediyorsa, bu, kişisel bir tavırdır. Bunu,
toptan, Meclise teşmil etmek, bu manada
bir genelleme yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum ve bu vesileyle de, bu
konuyu açtığınız için, söz verdiğiniz için Sayın Başkanım, zatıâlinize
teşekkür ediyorum. Saygılarımla. (Alkışlar) BAŞKAN - Estağfurullah;
görevim efendim. Efendim, söylemek
istemiyordum; ama, mecbur kaldım, onu da söyleyeyim. Buradaki mevcut Ankara'da
bulunan sayın milletvekillerinin kaçta kaçının bulunacağını Dışişleri Bakanlığı
nereden biliyordu ki, Dışişleri Bakanlığı, Anıtkabir davetiyesini
milletvekillerine çok gördü?!. Bu, ne biçim iştir? "Güvenlik
mülahazası" ilk önce söylenilmiştir Sayın Turhan Güven'in Dışişleri
Bakanlığı nezdindeki girişimiyle; daha sonra, ikinci kere davetiye gelmiştir.
Anıtkabire girmenin, milletvekillerinin iştirakini "güvenlik
mülahazası" sayan zihniyet, Parlamentoyu sayar mı; tabiî ki saymaz.
("Bravo"sesleri, alkışlar) YASİN HATİBOĞLU (Çorum)-
Sayın Başkan, tasarruf saikiyle olmuştur. BAŞKAN - Efendim, her
şeyden tasarruf olur; ama, milletten tasarruf etmek mümkün değildir. Biz,
milletin sinesinden gelmişiz, milletin aynasıyız; halk ile elitin kavgasını
buralara taşımak yanlış olmaz mı?!. Buyurun Sayın Kaya. YALÇIN KAYA (İçel)- Sayın
Başkanım, şahsınıza ve tüm Genel Kurula saygılarımı sunuyorum; bu arada,
Nijerya Cumhuriyetinden olan misafirlerimize
"hoş geldiniz"diyorum. Ben de, bir milletvekili
olarak, bugünkü basında yer alan ve bundan önce de, sürekli, her defasında
Parlamentoya yönelik sataşmalar içerisinde bulduğum bir hususu belirtmek için
söz almış bulunuyorum; şahsınıza teşekkür ediyorum. Biraz önce sayın
konuşmacıların da ifade ettikleri gibi, Cumhuriyet Bayramı törenleri yurdumuzun
her köşesinde, dış temsilciliklerimizde coşkuyla kutlandı. Ben de, seçilmiş bir
İçel Milletvekili olarak, dünkü, yani, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını, öncelikle,
seçilmiş olduğum İçel İlinin Merkez İlçesi, Erdemli İlçesi ve Tarsus İlçesinde
geçirdiğimi beyan ediyorum ve dolayısıyla da, bundan önceki gibi, bundan sonra
da olacak, Parlamentoyla ilgili, milletvekillerinin yıpratılması olayına karşı
bu sataşmaların hepsini kınadığımı belirtip, teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim. Sayın Halıcı, buyurun
efendim. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Sayın Başkan, gösterdiğiniz duyarlılık için ben de teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Görevim efendim. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Bizler, bütün ulusumuz gibi, Demokratik Sol Parti olarak, Cumhuriyet
Bayramını büyük bir coşkuyla kutladık ve milletvekillerimizin çoğu, kendi
yörelerine gittiler ve halkımızla birlikte bu anlamlı günü kutladılar. Biliyorsunuz, dünyamız,
teröre karşı çok ciddî bir savaş içerisinde; ülkemiz de, ekonomik alanda çok
ciddî bir savaş veriyor. Böyle önemli ve sıkıntılı günlerde yeni çelişkilere ve
çekişmelere ihtiyacımız yok. Bizim şu an ihtiyaç duyduğumuz şey, uyum ve
uzlaşıdır, bunun böyle bilinmesini istiyorum. Saygılarımı sunuyorum
Başkanım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Halıcı. Sayın Şandır, buyurun
efendim. MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, Başkanıyla, üyeleriyle, gruplarıyla göstermiş olduğu hassasiyete,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz de yürekten katılıyoruz. Cumhuriyetimizin 78 inci
yılında, maalesef, üzülerek ifade ediyorum ki, cumhuriyet aydınları imtihanı
geçememişlerdir. Halksız bir demokrasi, halksız bir cumhuriyet özlemi,
gayretleri ve niyetlerinin, maalesef, günümüzde, milletvekillerinin, her
konuda, her meselede suçlanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin suçlanması,
demokrasinin suçlanması, bu millete, bu halka saygısızlıktır, haksızlıktır diye
algılıyor ve değerlendiriyoruz. Biz de, uzlaşma
ihtiyacının had safhada olduğu şu dönemde, halk adına, Türk Milleti adına, onun
iradesinin tecelli ettiği bu Meclisin, halkı ve halkın oluşturduğu kurumlarla
bir zıtlaşmaya girmesinin, bu görüntülerin verilmesinin hiç faydalı olmadığına
inanıyoruz ve bu yönde birtakım basında yer alan yansımaları, gerçekten
gereksiz, faydasız ve yakışıksız olarak görüyoruz. Böyle niyetlerin, bu türlü
gayretlerin bir sonuca ulaşmayacağını, buradan, Yüce Milletime ifade ediyorum
ve gösterdiğiniz hassasiyete ayniyle katıldığımızı ve size çok teşekkür
ettiğimi ifade ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Çakmaklı,
buyurun efendim. MUZAFFER ÇAKMAKLI
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Cumhurbaşkanımızın "400
demiştim de gönlümden geçen 300'dü..." Sayın Cumhurbaşkanı bu 550 kişinin
oyuyla seçilmedi mi?! Keşke, o zaman, Mecliste 550 kişi çok, ben, bunların
oyuyla aday olmuyorum, Cumhurbaşkanı olmak istemiyorum deseydi, bugün, bu
görüşlerine katılırdık; ama, bu 550 kişinin oyuyla cumhurbaşkanı seçildiği gün
güzeldi. Buna karşı çıkmadı da, bugün neden çıktı; onu anlamak istiyoruz. Bu da
bizim zorumuza gidiyor. Saygılarımla. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Bu sorunuzun
muhatabı ben olmamakla beraber, Sayın Cumhurbaşkanı, birinci turda 281, ikinci
turda 314, üçüncü turda da 330 oy alarak seçildi; demek ki, 300 rakamı oradan
gelebilir. Ben teşekkür ediyorum
efendim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri,
Parlamentonun kendi kendine sahip çıkması karşısında, bütün gruplara ve sayın
milletvekillerine bir kere daha teşekkür ediyorum. Müsaade ederseniz, sözü,
cumhuriyetle ilgili olarak hükümete bırakalım artık. Sayın milletvekilleri,
hükümet adına, Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın 29 Ekim ve cumhuriyetin anlamı
konusunda, İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre, söz talebi vardır. Gündeme
geçmeden önce, bu talebi yerine getireceğim. Sayın Bakanın açıklamasından
sonra, istemleri halinde, siyasî parti gruplarına ve grubu bulunmayan
milletvekillerinden birine söz vereceğim. Konuşma süreleri, siyasî
parti grupları için 10, grubu bulunmayan sayın milletvekilleri için de 5
dakikadır. Sayın Bakanım, buyurun.
Hükümet olarak, siz de Meclisin hassasiyetine eğiliyorsunuz; teşekkür ediyorum
efendim. C) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay’ın, cumhuriyetin
ilanının 78 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı konuşması ve MHP Hatay
Milletvekili Mehmet Şandır, DYP Erzurum Milletvekili Ayvaz Gökdemir, DSP Ankara
Milletvekili Ayşe Gürocak, AK Parti Manisa Milletvekili M. Necati Çetinkaya,
ANAP Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, SP Ankara Milletvekili Oya Akgönenç
Muğisuddin’in grupları adına konuşmaları. KÜLTÜR BAKANI MUSTAFA
İSTEMİHAN TALAY (İçel) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet
Bayramınızı içtenlikle kutlar, hepinize saygılar sunarım. Sözlerime başlarken,
öncelikle, seksen yıl önceye giden bir hatırlatmayla konuyu değerlendirmemiz
gerektiğini düşünüyorum. Binlerce yıldır hür ve bağımsız olarak yaşayan Türk
Ulusunun anavatanının işgal edildiği, ordularının dağıtıldığı, esaret ve
yokluklar altında inlediği ve vatanının paylaşıldığı kara günler ve Türk
Ulusunun makûs talihini yenerek, ordusuyla ve milletiyle bütünleşen, vatanını
kurtaran, cumhuriyetimizi kuran, devrimleri gerçekleştiren ve sosyal, ekonomik
ve kültürel kalkınma alanlarında, çağdaş, demokratik ve laik Türkiye hedefini
yaratan Büyük Atatürk. Yetmişsekiz yıllık cumhuriyet ve devrim tarihimizin kısa
ve özlü anlatımında, bu gerçeklerin, her zaman belleklerimizde yer alması
gerektiğine inanıyorum; çünkü, ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel
alanlarda, hangi başlangıç noktalarından, Yetmişsekiz yıl sonra, hangi seviyelere
vardığımızın ölçütlerine ve değerlendirmelerine ulaşabilmek, ancak, bu
doğruların bilinmesiyle mümkün olabilir. Tarih önündeki hesaplaşmalarda, boş
övünmelerin gereksizliği kadar, kendimize olan inançsızlığın, küçültücü ve
aşağılayıcı değerlendirmelerinden de sakınmamız gerektiğini düşünüyorum.
Hepimiz için, hatta, bütün dünya için örnek bir lider olan Atatürk, sanki "Türk, övün, çalış, güven" dememiş
gibi; sanki hiç "ne mutlu Türküm diyene" diyerek, kendine ve ulusuna
olan inancını, her fırsatta belirtmemiş gibi, bugün, yazan veya konuşan birçok
kişi, olumsuzluğun, umutsuzluğun ve çaresizliğin edebiyatını yapmayı, sanki
ulusa karşı bir görevi yerine getirmenin ilk adımı gibi değerlendiriyor ve
hareket ediyor; oysa, bu yanlıştır. Bu tutum, Türk Milletinin tarihteki
başarılarıyla da örtüşmüyor; Büyük Atatürk'ün, en zor koşullarda bile, Türkiye
Büyük Millet Meclisiyle, ordumuzla ve ulusumuzla birlikte yarattığı
kahramanlıklarla ve kurduğu laik, demokratik ve çağdaş cumhuriyet rejimiyle de
bağdaşmıyor. Daha iyiyi istemek, daha
güzele ulaşmak arzusu, yapılanları ve başarılanları küçültmek, görmezden gelmek
veya inkâr etmek şeklinde anlatılamaz ve anlatılmamalıdır. Geçmişin
başarılarını ve cumhuriyetin kazanımlarını belirtmeden, sadece,
yapamadıklarımızı veya yapılamayanları sıralamak, toplumsal gelişmeyi
destekleyen ve teşvik eden etkiler yerine, geriletici sonuçlar yaratır. O
bakımdan, cumhuriyetimizi, gözümüz gibi korurken, vatandaşlar olarak, yapılan
her değerlendirmede, terazinin boş olan kefesi kadar, cumhuriyetin sağladığı
başarıları da dikkate almak gereğini daima gözönünde bulundurmalıyız diye
düşünüyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; laik, demokratik, parlamenter cumhuriyetimiz, bir kurumlar ve
kurallar rejimidir. Bütün bu kurumların birlikteliği ve uyumu, etkin ve verimli
çalışan bir devleti oluşturur. Devlet, ne sadece Meclis ne sadece hükümet ve
yürütme ne sadece yargı ve ne de sadece
Cumhurbaşkanlığı demek değildir; ama, hepsi, diğer anayasal kurumlarla
birlikte, devleti meydana getirirler. Dolayısıyla, devlet, ulusal bütünlüğün
hukuksal ve siyasal oluşumudur. Büyük Atatürk cumhuriyeti
kurarken "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" prensibini rejimin
temel ilkesi olarak belirlemiş ve Kurtuluş Savaşının en zor günlerinde bile,
Meclisteki gereksiz ve anlamsız muhalefete tahammül göstererek, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin temsil yetkisine her zaman değer vermiştir. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin açılışından birkaç gün önce, Muğla Milletvekili Yunus Nadi Bey,
Atatürk'e "her kerameti Meclisten beklemek niyetinde misiniz; ben bu
niyette değilim" der. Atatürk "ben, bilakis, her kerameti Meclisten
bekleyenlerdenim Nadi Bey. Bir devre yetiştik ki, artık, her iş meşru
olmalıdır; meşruluk, ancak millî kararlara dayanmakla sağlanabilir" diye cevaplar. Atatürk, bütün bu
devrimlerini, bütün çağdaş yasaları, milletin temsilcisi olan Türkiye Büyük
Millet Meclisinin kararlarıyla gerçekleştirmiştir. Atatürk'ün her zaman kalıcı,
her zaman yaşayacak olan çağdaş atılımlarının gücü, milletten aldığı yetkiye
dayanmaktadır. Bir rejimi ayakta tutan
ve yaşatacak olan, o rejimin anayasal kurumlarıdır. Sanıldığı veya belirtildiği
gibi, bu kurumların itibarını korumak, sadece o kurum mensuplarının görevi
değildir. Parlamenter sistem, kurumlararası yarış ve üstünlük kavgalarıyla
değil, kurumlararası denge, dayanışma ve yol göstermeyle güçlenir. Burada,
size, Japonya'dan bir örnek vermek istiyorum: Çok yıllar önce, Japon
hükümetinin davetiyle gittiğim Japonya'da bazı ilginç temaslarım ve gözlemlerim
oldu. Japon Ulusu da, bildiğiniz gibi, Türk Ulusu gibi, derin ve köklü kültür
birikimlerine sahip bir ulustur. Japonya'da, aynı bizdeki gibi, kuvvetler
ayrılığına dayalı parlamenter bir sistem vardır. Yasamayı, meclis başkanı,
yürütmeyi başbakan ve yargıyı da anayasa mahkemesi başkanı temsil eder. Her üç
makamı da ziyaret programı yapıldı. Yönetimin çok üst düzeyindeki Japon
rehberim ziyaretlerden sonra bana çok değerli bilgiler verdi ve dedi ki:
"Sayın Talay, anayasa mahkemesi başkanı, meclis başkanı ve başbakan ayrı
ayrı kuvvetleri temsil eder; ama, dikkat ettiyseniz, aynı şekilde yapılmış masa
ve koltuklarda oturmaktadırlar. Bu masa ve koltuklar aynı ağaçtan kesilerek
yapılmıştır. Biz Japonlar biliriz ki, kuvvetler ayrı olmakla birlikte, anayasa
mahkemesi başkanı, meclis başkanı ve başbakan Japon devletinin ayrılmaz
parçalarıdır. Onlar aynı ağacın dallarıdır ve Japon birliğinin, bütünlüğünün ve
devletinin sembolleridir. Bunu her zaman hissetmeleri için de masa ve
koltukları aynı ağaçtan ve birbirinin aynı olarak yapılmıştır." Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kurumlararası dengeyi, saygıyı, işbirliğini bundan daha iyi
gösterecek başka bir örnek düşünülebilir mi. Devletler, kurumları, gelenekleri,
törenleri ve sembolleriyle yaşarlar. Siz, hiç, ben, bu masayı veya koltuğu
değiştireceğim diyen bir Japon başbakanı veya meclis başkanı veya anayasa
mahkemesi başkanı gördünüz mü? Onlar, bu sembolleri değiştirmeye çalışsa,
eminim ki, toplumdan büyük tepki toplarlardı. Şunu iftiharla
belirtmemiz gerekir ki, ülkemizde, devlet, ordu ve ulus geleneklerine, kurumsal
değer ve sembollere saygının en güzel örnekleri, bugün, Türk Silahlı
Kuvvetlerimizde başarıyla sürdürülmekte ve yaşatılmaktadır. Öte yandan, kendi
popülist yaklaşımları için, gelenekselleşmiş, kurumsallaşmış sembolleri
değiştirmek isteyen yetkililerin varlığı da bilinmektedir. Onlara ve onları
bilinçsizce alkışlayan herkese, ders olsun diye, Japon örneğini bilginize
sunmak gereğini duydum. Umarım ki, herkes bundan kendine göre sonuçlar
çıkaracaktır. Bizim Anayasamızda da
kurumların birbirini denetlemesini, birbirini yıpratmadan yanlışlarını
düzeltmesini öngören hükümler mevcuttur. Anayasa Mahkememiz, yasaların
anayasaya uygunluğunu denetler. 1960 öncesi Anayasa Mahkememiz olmadığı için ve
herhangi bir yasanın anayasaya uygun olup olmadığını denetleme imkânımız
bulunmadığı için, maalesef, Anayasayı ihlal suçundan bir başbakanımızı ve iki
bakanımızı asmak gibi tarihî bir hatayı işledik ve bu nedenle, yıllarca,
ulusumuz, çalkantılı ve sallantılı bir siyaset yaşamının içinde bocaladı durdu.
Anayasamıza göre, tıpkı
Anayasa Mahkemesi gibi Cumhurbaşkanlığı da, Anayasa organları arasında çok
önemli görevler yapar. Cumhurbaşkanı, Anayasamıza göre kanunları onaylar, uygun
bulmadıklarını veto eder veya Meclise geri gönderir veya onayladıkları
yasaları, gerekirse, Anayasa süzgecinden geçirilmek ve incelenmek için Anayasa
Mahkemesine yollayabilir. Bir kanun niteliği taşıyan anayasa değişikliklerinde
ise, bunlara ilaveten, cumhurbaşkanları, yasayı veya ilgili maddeyi, nihaî bir sonuç
olarak halkoylamasına gönderebilirler. Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; Parlamentodaki son anayasa değişiklikleri, bir tanesi hariç
olmak üzere, sivil devrim niteliğinde sonuçlar yaratacak kadar önemli
değişikliklerdi. Ne yazık ki, bunları kamuoyuna anlatma imkânımız olmadı ve o,
bir yanlış değişiklikle ilgili olarak, kamuoyu ve Cumhurbaşkanlığı, haklı bir
tepkiyle bu olumsuz maddeye karşı çıktılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi
yaptığı yanlışı öncelikle bir yasayla düzeltmeye yöneldi. Her kurum yanlış
yapabilir değerli arkadaşlarım. Önemli olan, fren ve denge sistemi içerisinde,
kurumların yıpratılmadan, Anayasa organlarının görevlerini yerine getirerek bu
yanlışları düzeltebilmesidir. Eğer, Sayın Cumhurbaşkanı, yasayı Meclise iade
etse veya Anayasa Mahkemesine gönderse, eminim ki, Meclis, kendini düzeltmek
için hemen gereğini yapacaktı; ama, bütün bu düzeltme imkânları ve
alternatifler varken, o tek maddenin halkoylamasına gönderilmesi, gözümüz gibi
korumamız gereken kurumlarımızın yıpratılmasından başka hangi anlama
gelmektedir?! Tekrar ediyorum; cumhuriyetimizin bütün anayasal kurumlarını
korumak, sadece o kurum mensuplarına değil, hepimize, bütün anayasal organlara
düşen bir görevdir ve Anayasa da bunu emretmektedir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; seksen yıl önceye gidiyoruz. Ordularımız Polatlı önünde
savaşmaktadır. Atatürk, var gücüyle, milletimizi bu ölüm kalım savaşından
esenliğe çıkarmak için uğraşmaktadır. Öte yandan, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde o gün için bazı milletvekilleri, Atatürk'ün başkomutanlık
yetkilerinin elinden alınması için, yakışıksız ve haksız teklifler vermektedir;
ama, Büyük Atatürk, buna rağmen ve kendisine çıkardığı -zaman zaman- zorluklara
rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisini, her zaman, her şeyin üzerinde tutmuş ve
"benim en büyük eserim" diye onurlandırmıştır. Her kurum hata yapabilir.
Anayasal kurallar, demokrasi ve kamuoyu, bu hataları gidermek ve doğrulara
ulaşmak için vardır. Hukuk ve adalet nasıl herkes için gerekliyse, Meclis de
demokrasi ve hukuk devleti için o ölçüde gereklidir. Anayasal kurallar içinde
ve basit yöntemlerle giderilecek hataları bir linç anlayışıyla gidermeye
çalışmak, anayasal görevlerin layıkıyla yerine getirilmemesi sonuçlarını
yaratmaktadır. Kurumları yasaların
verdiği yetkiyle koruması gereken makamlar, temel kurumları yıpratarak,
kendileri de bir prestij kazanamazlar; tam aksine, kendi temsil ettikleri makam
ve kurumları da yıpratmak yoluna giderler. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Büyük Atatürk'le ve onun 78 yıl önce kurduğu cumhuriyetle,
bugün, hepimiz övünüyoruz; çünkü, İslam dünyasının inançlarına bağlı; fakat,
din ve devlet işlerini birbirinden ayırmış tek laik cumhuriyeti biziz.
Medeniyetler ve dinlerarası savaşların endişelerini yaşayan bugünkü dünyada, şu
anda, tek birleştirici umut, Türkiye Cumhuriyetinin devlet yapısında ve Türk
Milletinin hoşgörülü İslam inanışında bulunmaktadır. İnanıyorum ki, Büyük
Atatürk'ün, 78 yıl önce, Türk Milletini bayrağımız ve cumhuriyetimiz etrafında
toplayan ilke ve devrimleri, 2000'li yıllarda, medeniyetlerarası barışın da
kaynak ve temellerini teşkil edecek ve böylece, "yurtta barış, dünyada
barış" ilkesi, daha da büyük bir güç kazanacaktır. Bu duygularla, Büyük
Atatürk'ü ve silah arkadaşlarını saygıyla anıyor ve hepimizin, doğruları bulmak
için Atatürk'ten örnek almamız gerektiğini vurguluyor; Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bakan,
size ve cumhuriyet hükümetine teşekkür ediyorum. Efendim, şimdi, ilk söz,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunda. Hatay Milletvekili Sayın
Mehmet Şandır; buyurun efendim. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika
efendim. MHP GRUBU ADINA MEHMET
ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetimizin ilan
edilişinin 78 inci yılını kutluyoruz; bu sebeple söz aldım; Muhterem Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. Öncelikle, başta Mustafa
Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına, şahsım ve Grubum adına, şükranlarımızı
arz ediyorum. Bize bu vatanı ve devleti
kanlarıyla armağan eden tüm şehitlerimize, Yüce Allah'tan rahmetler diliyorum. O günlerden bugünlere
ulaşabilen gazilerimize sağlıklar, uzun ömürler diliyor; saygıyla ellerinden
öpüyorum. Cumhuriyeti kuran iradeyi
ve cumhuriyetin ilkelerini yaşatan, hedeflerini gerçekleştirmek yönünde ortaya
konan gayretleri; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm üyelerini burada
saygıyla anıyorum, ahrete intikal etmiş olanları da rahmetle, saygıyla
anıyorum. Cumhuriyet rejiminin
ortaya koyduğu hedefleri gerçekleştirmek için emek veren tüm devlet yöneticilerine,
cumhuriyet nesillerini yetiştiren tüm öğretmenlerimize, her türlü iç ve dış
düşmanlarımıza karşı her şartta cumhuriyetimizi koruyup kollayan Türk Silahlı
Kuvvetlerimize, değerli komutanlarımıza, güvenlik güçlerimize ve
yöneticilerine, buradan hepiniz adına saygılar sunuyorum. Herkesten önce, en büyük
saygı ve teşekkürü Türk Milletine sunuyorum; çünkü, cumhuriyete sahip çıktı;
onu benimsedi, onu yaşattı; cumhuriyeti savundu, cumhuriyeti kendisine hayat
biçimi haline getirdi; laik, demokratik, insan haklarına saygılı, hukukun
üstünlüğünü, bireylerin eşitliğini esas alan bir yönetim anlayışı haline
getirdi. Cumhuriyet dışı bir rejimi, demokrasi kuralları dışında belirlenecek
bir yönetimi, hiç kimse, hiçbir anlamda, artık, Türk Milletine kabul ettiremez.
Cumhuriyet, laik cumhuriyet, Türk Milletinin, artık, hayat biçimi olmuştur;
bunu değiştirecek hiçbir düşünce ve faaliyete, Türk Milleti bundan sonra da
müsaade etmeyecektir. Genel anlamda cumhuriyet,
halk idaresi demektir, halkın kendi kendini yönetmesidir. Cumhuriyetin
olabilmesi, demokrasinin olmasına bağlıdır; egemenliğin hiçbir kayda bağlı
kalmaksızın millete ait olması demektir. Cumhuriyet, çağın değerlerini, çağın
sistemlerini, ilmini, tekniğini, teknolojisini paylaşarak, halka refah içinde
bir hayat yaşatma hedefidir. Değerli milletvekilleri,
cumhuriyet kolay kazanılmadı, kolay korunmadı, kolay yaşatılmadı. Bugünlerin
anlamını, cumhuriyet bayramının kıymetini anlayabilmek için, dünü, gerçekten,
iyi bilmek gerekmektedir, unutmamak gerekmektedir. Cumhuriyetimiz, altıyüz yıl
süren büyük devletimiz, Osmanlı İmparatorluğunun son günlerinin sonunda bir
millî devlet olarak kurulmuştur. Milletimiz, daha Trablusgarp, Balkan
Harplerinin yıkıntılarını, acılarını unutmadan, hiç dahli olmada, Almanlar
yanında Birinci Dünya Savaşına katılarak ve hiçbir cephede yenilmeden,
maalesef, yenilmiş kabul edilerek, Mondros Mütarekesine ulaşmıştır. Bize dikte
ettirilen Mondros'la, silahları bırakmışız, askerlerimizi terhis etmişiz,
elimizdeki tüm cephaneliğimizi ve silahlarımızı düşmana teslim etmişiz, hatta,
7 nci maddesiyle, düşmana, müstevlilere, uygun gördükleri, gerekli gördükleri
anda, ülkemizin istedikleri yerini işgal edebilecekleri yetkisini de vermişiz.
Böyle bir ortamda, Türk Milleti, kendi gücüne dayalı olarak, kendi Kuvayı
Milliyesini, kendi vatan sathını müdafaa cemiyetlerini, örgütlerini ayağa
kaldırmıştır; bugünleri, gerçekten, unutmamak gerekmektedir; ülkemizin dört bir
yanı işgal edilmeye başlanmıştır, haremi ismetimiz ayaklar altındadır. Değerli milletvekilleri,
tarihimizin her döneminde olduğu gibi, böyle dönemlerde bu millet, yine, bir
evladını çıkarmış, milletinin önüne düşürmüş, Ergenekon'dan çıkış gibi
milletine yolunu göstermiş, tüm engelleri aşmış, dağları eritmiş, yol bulmuş,
halkını esenliğe, özgürlüğe, bağımsızlığa kavuşturmuştur. Bu, Türk tarihinin
tüm dönemlerinde de böyle olmuştur. Türk, bağımsızlığın,
hürriyetin adıdır. Bağımsızlık, Türk Milletinin karakteridir, kaderidir.
İstiklal Harbimiz, Büyük Atatürk'ün önderliğinde, Türk Milletinin kaderine,
geleceğine, bağımsızlığına sahip çıkmasının adıdır. "19 Mayısta Samsun'a
çıkarken elimde hiçbir kuvvet yoktu; ancak, milletimin bağımsızlık karakterine
ve asaletine güvenerek işe başladım" diyen Atatürk, gerçekten, milletinin
gücüyle, bu mücadeleyi, millî mücadeleyi kazanmıştır. Mondros Mütarekesi
sonrasında, artık iş başa düşmüştür. Başkent İstanbul işgal altındadır. Devleti
yönetenlerin milletin ve ülkenin hayrına karar alabilmeleri ve
uygulayabilmeleri, artık mümkün değildir. Yurdun dört bir yanında millî direniş
örgütlenmekte; Kuvayı Milliye, var olan imkânlarıyla, düşmana karşı,
milletinin, çoluğuyla çocuğuyla, doğulusu batılısıyla, kuzeylisi güneylisiyle,
millî direnişi örgütlemektedir. Bu mücadelenin adı, millî mücadeledir, İstiklal
Harbidir, Türkün ateşle imtihanıdır. İstanbul yönetiminin
imzaladığı Sevr Anlaşması, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşmasıyla
ortadan kaldırılmış, millî devlet ilan edilmiştir. Lozan Antlaşması, Türkiye
Cumhuriyetinin uluslararası camia tarafından resmen kabul edildiğinin de
belgesidir. Artık, Türkiye'de, Türk Milletine dayalı bir millî devlet vardır.
Bu devletin halkına "Türk" denilmektedir. Atatürk, Türk Milletinin
bağımsızlık karakterine, onun gücüne âşıktır; "ne mutlu Türküm
diyene" diye başlamıştır. Atatürk, bu millete cumhuriyeti yakıştırmıştır.
Bu ortamda serbest seçimler yapılmış, Meclis oluşturulmuş, Cumhuriyet Halk
Fırkası kurulmuş ve -bu millete, kurulan yeni devlete, bir rejim, bir sistem
gerekmektedir- cumhuriyete adım adım yaklaşılmıştır. 29 Ekim 1923 günü, Türkiye
Büyük Millet Meclisi oturumunda, uzun tartışmalar sonucunda, büyük bir
katılımla "devletin şekli cumhuriyettir" kararı dünyaya ilan
edilmiştir. Artık, devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti Devletidir; Cumhurbaşkanımız
Mustafa Kemal Atatürk, Başbakanımız İsmet İnönü'dür. Atatürk, cumhuriyeti, halk
iradesi olarak tanımlamaktadır. Halk, Türk Milletidir, cumhuriyetimizin temeli
Türk Milletidir; devlet, millî devlettir. Devletimiz, Türk Milletine
dayanmaktadır. Esas olan, milletin menfaatlarıdır, çağın getirdiği uygarlığın
üzerine çıkmaktır. Millî mücadeleyi, millî devlet, cumhuriyet ve çağdaş
uygarlık yolunda, millî inkılaplar takip edecektir. Türk Milleti, bunların
tamamını başarmıştır. Değerli milletvekilleri,
bugün, ülkemiz ve halkımız, birçok problem içerisinde olabilir; ancak, 78 yıl
öncesini unutmadan bugünlerin kıymetini bilmek mecburiyetindeyiz. Laik,
demokratik, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir cumhuriyet
yönetimini tüm olumsuzluklara karşı yaşatmak, onu korumak ve medenî ülkeler
dünyasının vazgeçilmez bir üyesi yapmak, az bir başarı değildir. Bu sebeple,
öncelikle, Cumhuriyet Bayramı Türk Milletine kutlu olsun; çünkü, cumhuriyet,
onların eseridir, onların hakkıdır. Değerli milletvekilleri,
halk iradesi olan cumhuriyetin 78 inci yılını kutlarken, bir hususu
huzurlarınızda ifade etmek istiyorum. Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına
milletvekillerinin katılımının az olduğu iddiasıyla, buna başka anlamlar
yüklenmesini, burada, sizin huzurunuzda, milletimin huzurunda kınıyorum. Cumhuriyet, halk
rejimidir. Halk ile halkın temsilcilerini karşı karşıya getirmek, halksız bir
cumhuriyet, halksız bir demokrasi özlemleri, hiç kimseye bir şey
kazandırmayacaktır. Türk Milletinin tercihi ve kararı, cumhuriyet ve demokrasi
rejimidir. Halkın, serbest seçimlerle, serbest iradesiyle oluşturduğu bu Meclis
ve siz sayın milletvekilleri ile Türk Halkının arasını açma gayretleri ve bu
yöndeki niyetler, Türk Halkına karşı açıkça saygısızlıktır ve haksızlıktır.
(Alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlayın
lütfen. MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
Türkiye Cumhuriyeti Devletini bu Meclis kurmuştur. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, kayıtsız şartsız bu millete ait olan egemenliğin tecelli ettiği bir
mekândır. Bu gerçeği, başka hiçbir doğru ortadan kaldıramaz. Bu gerçeği, herkes
içine sindirmek mecburiyetindedir. Milletin vekillerinin özlük hakları
konusunu, millet iradesini aşağılamak, demokrasi dışı, cumhuriyet dışı birtakım
gayretlere malzeme yapmak, millet ile meclisi, cumhuriyetin kurumlarını karşı
karşıya getirmek gayretleriyle güdülen amaç, milletin gözünden, dikkatinden
kaçmamaktadır. Değerli milletvekilleri,
78 inci yılını kutladığımız cumhuriyetimiz, artık, bizim varlık sebebimizdir;
millet adına, herkesten çok, ona, biz milletvekilleri ve bu Büyük Millet
Meclisi sahip çıkacaktır. Cumhuriyetimizi, devletimizi, ülkemizi ve millî
birlik ve beraberliğimizi, millî kimliğimizi bize kazandıran, başta, büyük Türk
evladı Mustafa Kemal Atatürk'ü ve onun silah arkadaşlarını, tüm şehitlerimizi
rahmetle ve saygıyla selamlıyorum; gazilerimize sağlıklar ve uzun ömürler
diliyorum. Cumhuriyet Bayramınız
kutlu olsun. Saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Şandır
teşekkür ediyorum efendim. İkinci söz, Doğru Yol
Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın Ayvaz Gökdemir'e aittir. Buyurun Sayın Gökdemir.
(DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA AYVAZ
GÖKDEMİR (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım ve Doğru Yol
Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bütün Türk tarihinin en
devamlı fikri, bu bakımdan rakipsiz olan fikri, devletin devamlılığına,
ebediyetine olan inançtır. Hunlardan Atatürk'e kadar, cumhuriyet devrine kadar
Türk Milletinde en devamlı fikir hangisidir derseniz, devletin ebediyetine olan
inançtır. Uzak ve yakın atalarım gibi katiyetle inanmış olarak arz ediyorum ki,
bugünkü devletimiz de bir devleti ebet müddettir, kıyamete kadar yaşayacak olan
devlettir. (Alkışlar) Devletimizin, rejimimizin bugünkü adı cumhuriyettir.
İnanıyorum ki, cumhuriyetimiz kıyamete kadar yaşayacak olan devlettir. Bu
cumhuriyeti kuranlara, Başkumandan Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere,
minnet ve şükranlarımı arz ediyorum; bu minnet ve şükran halesinin içine, millî
mücadeleyi yapan Birinci Büyük Gazi Meclisi de, şükranla, ayrıca kaydediyorum. Bu vesileyle şunu da
ifade etmek isterim ki, Osmanoğulları Ailesi, bütün Türk tarihinin en şerefli
ailesidir, itibarı en yüksek ailesidir; ama, eğer, siz, vatanınızın en bakir
topraklarını, binlerce yıl yabancı ayağı basmamış topraklarını müdafaa
edemiyorsanız, Osmanoğlu da olsanız, kıymetiniz bir anda sıfıra iner.
Cumhuriyetimiz bunun da göstergesidir. Türk Devletinin şu veya bu yerde
sorumluluğunu taşıyan herkesin unutmaması gereken bir gerçek de budur. Birinci
vazife, daima, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, Türk vatanını hakkıyla
müdafaa etmektir, muhafaza etmektir. Bu endişeden kim geri kalırsa, Osmanoğlu
olsa bile, varlığı sona erer; bunun unutulmaması lazım. Değerli arkadaşlar, bizim
cumhuriyetimizin temeli "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir"
esasıdır; yani, arkamızdaki duvarda kazılı olan esastır. Cumhuriyetten saptık
mı sapmadık mı, cumhuriyet yolunda mıyız değil miyiz, bunu anlamak için
bakacağımız birinci ilke budur. Cumhuriyetimiz, esas itibariyle, doğru temeller
üzerinde kurulmuştur, elbette eksiksiz değil; ama, doğru temeller üzerinde
kurulmuştur. Cumhuriyetimizin
milletlerarası belgesi, Lozan Antlaşmasıdır. Lozan Antlaşmasındaki temel mantık
şudur: Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde kalan bütün Müslümanlar bir
millettir, gayri Müslimler (Rumlar, Yahudiler, Ermeniler) ayrı millettir.
Binaenaleyh, onlara azınlık hakkı verilecek, diğerleri, yani, Müslüman olan
millet, bir millet sayılacaktır. Bu, bir cihan imparatorluğunun varisi olan
cumhuriyet için, millî mücadeleyi yapan cumhuriyet için son derece doğru bir
anlayıştır ve Lozan da bu mantıkla imzalanmıştır. Cumhuriyet kurulduğu
günden bugüne kadar, cumhuriyetimizde gözü olan Sovyetler Birliği başta olmak
üzere, muhtelif dış güçler, bu cumhuriyetin on yıldan fazla yaşayamayacağını
iddia eden İngiltere ve Avrupalı dostlarımız da başta olmak üzere, bizimle bu
esası münakaşa ederek gelmişlerdir, bugüne kadar. Onların görüşüne göre, biz,
bir millet değiliz; bir imparatorluk varisi olarak muhtelif ırklardan
gelmişizdir. Öyleyse, Türkiye, Balkanlar gibi bir ırklar haritası olacaktır;
herkesin eli birbirinin yakasında olacaktır, Türkiye'de huzur ve güven
olmayacaktır. Dış güçler, bu noktadan harekete geçmiş ve maalesef, muhtelif sebeplerle,
kendilerine, içeriden de ittifaklar bularak, bugüne kadar, devletimizin bu
esasını münakaşa edegelmişlerdir. Bu münakaşada galip olan
elbette Türk Milletidir, Türk Devletidir. Burada isimler tesadüfen
seçilmemiştir. İsimleri ve temelleri bize tarih vermiştir. Türk, bir üst
kimliğin adıdır. Bunun arkasında kimin, hangi ırktan, nereden geldiğini elbette
münakaşa ediyor değiliz. Türk Milletine hukuku verilmiş, yabancılara, azınlık
statüsünde olanlara da azınlık statüsü tanınmıştır; fakat, ilerleyen vakitte
"Türkiye Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür"
denilmek suretiyle aradaki bütün farklar da hemen hemen kaldırılmıştır. Kendisi
azınlık hakkı isteyen, din eğitimini azınlık statüsünde yapmak isteyenler
dışında, bütün cumhuriyet vatandaşları eşitlenmişlerdir. Bu esası bizimle paylaşan
hiçbir kimseyle, elbette nizamız yoktur; fakat, bunu tartışmak isteyen kim
olursa olsun, onunla tartışırız ve galip gelmek için de elimizden geleni
yaparız. Yakın vakitlere kadar muhtelif Marksist, Leninist fraksiyonları bu
münakaşanın içerisinde gördük, Rusya'yı bu münakaşanın arkasında gördük; fakat,
yakın yıllarda dehşetle öğrendik ki, Türkiye'nin, NATO'daki, özellikle
NATO'daki müttefiklerinden başka düşmana, hamdolsun, ihtiyacı kalmamış! Türkiye'de
hangi menfilik varsa arkasında, hemen elinizi attığınız zaman bir Avrupalıyı
görmeniz mümkün olabilmektedir. Onların hayâsızlıklarını da yüzlerine henüz
çarpabilmiş değiliz. Bu, Türkiye'nin bir hakkıdır, haklılığıdır; Türkiye, bu
münakaşayı yapmadıkça, yapamadıkça, kendi yaşama hakkından vazgeçmiş sayılır. Değerli arkadaşlar,
cumhuriyetimizin temellerinden bir diğeri laikliktir. Yani, siyasetin dindışı
tutulması, siyasetin din alanının dışına alınması, devletin dinle
temellendirilmemesi. Bu, hayatın kendisi demektir. Bu, hayatın kendisi
demektir. Hiçbir ciddî devlet, dünyada hiçbir ciddî devlet ve hele hele
cumhuriyete gelinceye kadar büyük cihan imparatorlukları halinde yaşamış hiçbir
Türk devleti, kendisine benzemeyenden rahatsız olmamıştır. Dini, dili kendisine
benzemeyenden, örfü kendisine benzemeyenden biz hiç rahatsız olmamışızdır.
Yaşadığımız devirlere göre, o devirlerin icaplarına göre, insanlara statülerini
vermiş ve o statüler içerisinde; yani, o hukukî garanti içerisinde insanlara
muamele etmişizdir. İşin tabiî tarafı budur. Bir gerçek de şudur:
Memleketimizin yüzde 99'dan fazlası, halk olarak, Müslümandır. Bu da bizim bir
gerçeğimizdir. Elbette, tek adama, tek
hanedana dayanan idarelerden cumhuriyet idaresine geçmişizdir ve önceki tek
adamlar, aynı zamanda, beşyüz yıldır, halife sıfatında idi. Bundan cumhuriyete
geçişin çok da sancısız, kolay olduğunu elbette söyleyemem; ama, halkımızın
Müslüman oluş gerçeği ile devletimizin bu laik temeli arasındaki dengeyi
sağlamada, bana göre, devletçe kusur etmişizdir. Devletin bu husustaki
algılaması, daima mübalağalı olmuştur. Belli bir zamandan sonra, devletimize,
cumhuriyetimize, cumhuriyetin kurullarına, kurallarına, kurumlarına son derece
güvenmemiz gerekirken, bu güvende zaaf göstermişizdir. Tehlike nereden gelirse
gelsin, kaynağı ne olursa olsun, cinsi, rengi ne olursa olsun, bizim
düşüneceğimiz tek şey vardır; o da devlete güvenmek, kurumları çalıştırmak,
kuralları çalıştırmak. Bütün kurumları ve kuralları bir tarafa atarak,
Anayasayı rafa kaldırarak, yapılan müdahaleler, eğer gerekçesi laiklikse, eğer
gerekçesi Müslümanlıktan gelen tehlikeyse, mübalağalı olmuştur; teker teker
hadiseleri ele aldığımızda, kimse de bu gerekçelerde haklı olduğunu
söyleyemeyecektir. Bu kompleksten Türk Devleti kurtulmalıdır. Değerli arkadaşlar, Aziz
Atatürk'ün en çok hassas olduğu konuların başında, askerin siyasete karışmaması
geliyordu, rejimin kalbinin daima Türkiye Büyük Millet Meclisi olması
geliyordu. Rejimin esası daima "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir"
esasıydı. Esas bu olmakla beraber, 1960'a kadar müdahale yok. 1945-1950 arasını
kendi özelliği içinde ele alıyoruz, bir geçiş devri sayıyoruz; 1950'den 1960'a
kadar müdahale yok. 1960'dan 2001'e kadar, yaklaşık her 6 senede, rejime bir
müdahale var. BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız... AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla)
- Sağ olun Sayın Başkan. 1960'dan 2001'e kadar,
yaklaşık her 6 senede -ki, bu, 6 seneden azdır, 5 küsur senedir- 6 defa rejime
müdahale bahis konusudur. Bu müdahalenin hedefi doğrudan doğruya Türkiye Büyük
Millet Meclisidir; yani, hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu
esasıdır. Her 5,5 senede müdahaleye maruz kalıp da itibarını muhafaza edebilen
hangi kurum var? (Alkışlar) Bugün de, Türkiye Büyük Millet Meclisine,
haklı-haksız pek çok sataşma var. Meclisin içinden gelen idare yetersizlikleri
tabiidir. Başka milletleri de evliyalar idare etmiyor, onların seçtiği adamlar
idare ediyor; ama, en basit lazimelere riayet edilmiyor. Nedir o; bir millet
sıkıntıya düşmüşse, icrada bir sıkıntıya düşmüşse, yakasına yapışacağı
hükümettir, ne istiyorsa hükümetten ister. Halbuki, son krizde de çok açık
görüyoruz ki, sorumlu hükümet değildir -Hükümetin sorumluluğunu şimdi burada
tartışıyor değilim; ama, bir sorumluluk var, halk nezdinde, sorumlu hükümet değil-
kim; Türkiye Büyük Millet Meclisi sorumlu. Önce, hükümetin yakasına yapış, o
sana söylesin "benim ekseriyetim bana sahip çıkmadı" diye. Bu, devam
edip geliyor. Sistematik yürütülen, Türkiye Büyük Millet Meclisi aleyhine
yürütülen gayretler var. Şimdi, Sayın Başkanımız
bir hassasiyet gösterdi, gruplarımız bu hassasiyete iştirak etti "Sayın
Cumhurbaşkanına bir protesto davranışında Türkiye Büyük Millet Meclisi
bulunmadı" diyerekten; ben de bu hassasiyete elbette katılıyorum. Farz ediyorum şimdi,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanına karşı bir alınganlık göstermiş ve
bir irade koymuşsa çok mu hata etmiştir?!. Çok mu hata etmiştir; buna hakkı yok
mudur Türkiye Büyük Millet Meclisinin?!. Buradan seçildiğini unutarak, bulduğu
ilk fırsatta Meclisi tepelemeye çalışan bir Cumhurbaşkanı çok mu haklıdır?!
(DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Cumhurbaşkanı dahil, Yargıtay Başkanı dahil,
yargı kurumlarının başındakiler dahil herkes Türkiye Büyük Millet Meclisine
saygı göstermek zorundadır; yasama gücü buradadır. (Alkışlar) Rejimin kalbi
-bir teveccüh olmaksızın, bir kompliman olmaksızın- elbette, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde atmaktadır. Herkesin buraya saygılı olması lazım. Benim milletim şimdi
rasyonellerde değil; kriz dolayısıyla, irrasyonel birçok unsur da karışmış
olarak, tepki halindedir. Tepkisine saygı duyuyorum; ama, milletimin aklı
başına gelmiş olsa, soracağı soru, mebusunun oturduğu lojman, mebusunun aldığı
maaş mı olmalı?!. Milletimin ilk soracağı soru "kim, hangi 35 kademe
-istisnaî sözleşme yapılanlar da hariç- devlet memurları rejimine tabi iken,
benim seçtiğim adamdan fazla maaş alıyor; bu kimdir?" Benim milletim, önce
bunu sormalıdır. (Alkışlar) Benim milletim, eğer
"bıktım" diye bir laf söyleyecekse, bıkkınlıkla bir laf söyleyecekse
"bıktım bu altı senede bir gelen askerî rejimlerden, askerî
idarelerden" demelidir. Milletimin söyleyeceği, elbette, bu olmalı.
(Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Gökdemir,
lütfen toparlayınız efendim. AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla)
- Bitiriyorum efendim. Değerli arkadaşlar,
Reisicumhur dahil, herkes, Türkiye Büyük Millet Meclisine saygılı olmadıkça,
burada bir istikrar sağlanmadıkça, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesiyle
teşekkül eden Anayasada istikrar sağlanmadıkça Türkiye'de demokrasi olmaz. Şunu
demek istiyorum: Türkiye'de demokrasinin var olabilmesi, yaşayabilmesi için,
önce, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygın olması ve bu saygınlığın da, kendi
hatalarını da tashih ederek, devam etmesi esastır. Yaşasın cumhuriyet,
yaşasın Türk Milleti. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Gökdemir,
teşekkür ediyorum efendim. Yalnız, buyurduğunuz, o
36 ncı sıra, şu anda 43 üncü sıraya düştü; onu da düzeltmek istiyorum. Teşekkür ederim efendim. AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla)
- Sayın Başkanım, müsamahanız için teşekkür ederim efendim. Konuşacak çok şey
vardı. BAŞKAN - Efendim, şimdi
söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Ayşe
Gürocak'ta. (DSP sıralarından alkışlar) Buyurun efendim. DSP GRUBU ADINA AYŞE
GÜROCAK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetimizin
kuruluşunun 78 inci yıldönümünde, cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk
ve arkadaşları ile onlara destek veren halkımızı, cumhuriyetin kurucu kuşağını
saygıyla anarken, Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyet, tesadüfen ve
bir anda ortaya çıkmış bir sonuç değildir. Meşrutiyetin ilanı sırasında
Selanik'te gözlerini yeni ufuklara çevirmiş olan ve 31 Mart Vakası sonrasında
Hareket Ordularının başında İstanbul'a gelerek meşrutiyeti koruyan Mustafa
Kemal, daha o günlerde, bu vatanın, ancak cumhuriyetle kurtulacağını bilmekte
ve zamanın gelmesini beklemekteydi. Birinci Dünya Savaşının sonunda İstanbul'un
işgal edilmesi karşısında Osmanlı saltanatının sessiz kalışı, ardından Mondros
ve Sevr Antlaşmalarının imzalanması, onun için bardağı taşıran son damlalardı.
Nitekim, Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal, 9 uncu Ordu Müfettişi olarak
Anadolu'ya geçer ve kurtuluş mücadelesini kazanıncaya kadar bir daha İstanbul'a
dönmez. Anadolu halkının yaşadığı sıkıntıların, onların makûs talihi, kaderi
olmadığını bilen Mustafa Kemal, meşrutiyetin ilanından bu yana kafasında oluşan
yönetim biçimi, yani, cumhuriyeti ilan etmenin koşullarını adım adım
olgunlaştırır, gerçekleştirir. 22 Haziran 1919'da Amasya Genelgesini yayımlar.
Bu genelge, millî egemenliğe dayanan yeni devletin kurulması için en önemli
adımdır. Bu adımın devamında gelen Erzurum ve Sıvas Kongreleri de göstermiştir
ki, millî egemenlik artık sadece Mustafa Kemal'in düşüncelerinde değil,
milletin ve milletin temsilcilerinin de yüreğindedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bizler cumhuriyet çocuklarıyız. Atatürk'ün daha Kurtuluş
Savaşı bitmeden 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisini kurarak temellerini
attığı cumhuriyetin çocuklarıyız. Kurtuluş Savaşı sırasında, yani, savaş içinde
kurulmuş bir parlamentonun, hem de özgürlük içinde tartışmaya kapılarını
tamamen açık tutmuş bir parlamentonun gerçekleştirdikleriyle var olduk. Büyük
Millet Meclisinin, Kurtuluş Savaşı yıllarında gerçekleştirdiklerini bir
düşününüz; bu tartışmaların ne kadar önemli ne kadar büyük konularda olduğunu
anımsayınız. Bu Meclis, cumhuriyetin temel ilkelerini konuşabilmiş, çok önemli
büyük yapısal reformları gerçekleştirebilmiş, son derece önemli yasaları
çıkarabilmişti. 1921 Anayasasının çıkarılması, saltanatın kaldırılması, Lozan
Antlaşmasının kabulü, Cumhuriyetin ilanı, bağımsız yargının oluşturulması ve
demokratik rejimin cumhuriyetin temel ilkesi olarak kabulü hep bu ilk Meclisin
gerçekleştirdikleri arasındadır. İşte biz, böyle bir cumhuriyetin çocuklarıyız.
Bu önemli gün, bizlere, Ulu Önder Atatürk'ün bir emanetidir; çünkü, O,
cumhuriyetin yaşatılması görevini, gelecek kuşaklara, yani, bizlere
bırakmıştır. Cumhuriyet, bugün,
dünyada birçok ülkenin sahip olduğu idare şeklinin adıdır. Türkiye Cumhuriyetinin
ayırt edici özelliği, daha kuruluşunda, laikliğe, demokrasiye ve insan
haklarına yer vermesinden kaynaklanmaktadır. Bizim için, cumhuriyet, laiklik
demektir, Batı medeniyetine ulaşmak demektir, kadın ve erkeklerin ülkeyi
birlikte yönetmeleri ve kalkınmaya birlikte katılmaları demektir; çünkü, Ulu
Önder Atatürk, cumhuriyeti bir toplumsal dönüşüm projesi olarak başlatmıştır.
Çünkü, O, yurdunu Sevr tehdidinden kurtaran bir asker, aynı zamanda, gelecek
nesilleri düşünen bir devlet adamı, eğitim ordusunu kurmak isteyen başöğretmen,
yani, Türkiye'nin çağdaş ülkeler topluluğuna katılması için, projesini dantel
gibi işleyen bir önderdir. Dilin
sadeleştirilmesinden, sporda ve sanatta uluslararası başarılara kadar pek çok
gelişme, büyük devlet olma projesinin parçaları olarak birer birer yürürlüğe
girmiştir. Atatürk, tarımsal üretimin egemen olduğu ekonomik ve toplumsal
gerçeklik karşısında sanayileşmeye önem vermiş; ancak, kalkınmayı, köyden ve
tarımdan başlatmıştır. Sanayileşmeyi ivmelendiren kamu yatırımları cumhuriyetle
başlatılmıştır. Modernleşmenin önemli adımları olan tarımsal reformların,
demiryollarının ülkeyi sarmasının değeri son zamanlarda bir kez daha
anlaşılmıştır. Bugün de kırsal kesimin ihtiyaçlarına yanıt veren, bu kesimdeki
modernleşmeyi daha ileri boyutlara taşıyan köykent gibi örnek çalışmalarla bu
hedefleri yerine getirmekteyiz. Türkiye, bölgesi için
vazgeçilmez bir ülke olarak, çeşitli alanlarda varlığını ve liderliğini
"yurtta barış, dünyada barış" ilkesini zedelemeden sürdürmektedir; bu
ilke, tüm devlet organlarının ve sivil toplumun katılımcı, şeffaf, demokrat
çalışmalarıyla korunmakta ve yaşatılmaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; cumhuriyeti geliştirmek ve hep ileriye taşımak için gerekli
altyapı, yine, cumhuriyetin bize kazandırdıkları sayesinde mevcuttur; çünkü,
cumhuriyet, Anayasanın üstünlüğünü, laiklik ilkesinin Anayasaya girmesini,
yargının bağımsızlığını, medrese ve mahalle mekteplerinin kaldırılarak,
eğitimin birleştirilmesini, Batı hukuk normlarının esas alınmasını, özellikle,
kadın ve erkekleri ülkenin eşit haklara sahip vatandaşları olarak kabul eden
Medenî Kanunun getirilmiş olmasını, ifade etmektedir. Bugün, cumhuriyet
devrimleri arasında, laiklik, güncel bir öneme sahiptir. Müslüman toplumlu
ülkeler arasında, bilime, akla, özgürlüğe ağırlık veren, eğitimi, kadın ve
erkekler için eşit hak ve fırsatlarla sunmaya çalışan önder ülke, Türkiye'dir.
Türkiye, İslamın, demokrasi, laiklik ve çağdaş uygarlıkla bağdaşabileceğini tüm
dünyaya göstermiştir. Bizim için cumhuriyetin anlamı, her gün daha da önem
kazanan bir çağdaşlaşma yoludur. Medenî Kanunun çağdaş koşullara cevap verecek
şekilde yenilenmesini Genel Kurulumuzda görüşmekte olduğumuz bu günlerde, bu
görevi layıkıyla yerine getirmenin heyecanını hep birlikte taşımaktayız. Hepinizi, bir kez daha,
dün Beypazar'ındaki, Nallıhan'daki bayram törenlerine katılan, fener alayında
bulunan halkımın cumhuriyet heyecanı ve coşkusuyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Şimdi, söz sırası, Adalet
ve Kalkınma Partisinde. Manisa Milletvekili Sayın
Necati Çetinkaya; buyurun. AK PARTİ GRUBU ADINA M.
NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 78
inci yılını gururla kutladığımız Türkiye Cumhuriyetinin, bugün, hür ve müstakil
Meclisinde hitap etmenin gururunu eğer yaşayabiliyorsak, işte o gün Gazi
Meclisin bünyesinde meydana gelen cumhuriyetten dolayıdır; bu sebeple,
hepinizin Cumhuriyet Bayramını, şahsım ve AK Parti adına tebrik ediyor ve bu
milletin, binlerce sene, hür, müstakil ve bağımsız olarak hayatiyetini daha
güçlü bir şekilde sürdürmesini Cenabı Hak'tan niyaz ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri,
dünyanın çok az yerinde millet meclisi ilk olarak kurulmuş ve ondan sonra
devlet şekli meydana gelmiştir, tespit edilmiştir; işte bunun örneği Türkiye
Büyük Millet Meclisidir. İlkin 23 Nisan 1920; ülke tamamen işgal edilmiş... Üç
kıtanın büyük imparatorluğunu kurmuş olan, hepimizin gururla andığı Osmanlı
İmparatorluğu, küçüle küçüle, Anadolu'nun, âdeta, bünyesinde yer tutmaya
çalışıyor; fakat, onda bile sıkıntı içinde. İşte bu durumda, bir millî ruh, bir
Kuvayı Milliye ruhu canlanıyor ve bu Kuvayı Milliye ruhu, ta Ortaasya'dan
Viyana önlerine kadar, ben, hür ve bağımsızlığımı hiçbir zaman kaybetmedim,
kaybetmeyeceğim diyen o üstün ruh haleti. O ruhun içerisinde sevgi vardır. Hoca
Ahmet Yesevi'nin işaret ettiği, Yunus'ta, Anadolu'nun bozkırlarında daha da
manalaşan "biz, yaratılanı yaratandan dolayı severiz" üstün ruh
haletidir. Hıristiyan'ı, Musevi'yi, Müslüman'ı bir arada, bağımsız; fakat,
sevgiyle birbirleriyle kucaklaştıran üstün ruh haleti. İşte, Yunus'ta ifadesini
bulmuş ve gelmiş, Anadolu uygarlığının en güzel temsilcisi olmuş; dünyaya da
bunu göstermiş. Gelin, görün ki, bu güzel
milletin bu güzelliklerine tahammül etmeyenler Anadolu'yu işgale başlarken,
işte o millî ruhun temsilcileri "bağımsızlık benim karakterimdir"
diyerek yola çıkmış ve 23 Nisan 1920'de, Büyük Millet Meclisi, başkomutanlık
görevine aldığı zaman, arkasından, bu milletin istiklalinin, bu milletin ancak
hür ve bağımsız iradesinde var olacağını tesit ve kabul etmiştir. (Alkışlar)
İşte bu millet, bu Meclisin cumhuriyetle tanışmasını da burada görmüş, burada
sağlamıştır. Onun için, dünyanın her
tarafında olduğu gibi; ama, eşine ender rastlanacak bir kahramanlık abidesi
olan bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Gazi Meclisinin o gazilerini,
hepinizin huzurunda hürmetle ve rahmetle anmayı bir görev kabul ediyorum.
(Alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
işte o Meclisin, kurtuluşunu gerçekleştirmesinin hemen akabinde, 27 Ekim
1923'te bir önerge verilir. Önergenin hemen akabinde, 29 Ekim 1923'te, o millî
ruhun, millî şuurun temsilcisi olan başta Gazi Mustafa Kemal ve onun dava
arkadaşlarının yekvücut olarak "milletin ve devletin yegâne devlet şekli
cumhuriyettir" önergesi, 158 milletvekilinin iradesiyle kabul edilir ve
hemen arkasından da cumhurbaşkanı seçilir, birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal
Atatürk'tür. O cumhuriyetin ve
cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen akabinde yapılan teşekkür konuşmasında Gazi
Mustafa Kemal Atatürk aynen şöyle der: "Saygıdeğer arkadaşlar, önemli ve
dünya çapındaki olağanüstü olaylar karşısında, saygıdeğer ulusumuzun gerçek
uyanıklığının ve uyanışının değerli bir belgesi olan Anayasamızın bazı
maddelerini değiştiren tasarı, Türkiye Devletinin, zaten cihanda bilinen,
bilinmesi gereken niteliği, uluslararası bilinen adıydı; cumhurun idaresiydi ve
cumhuriyetti." Değerli arkadaşlar,
konuşmasının devamında diyor ki: "Türkiye Cumhuriyetinin dünyada olduğu
yaraşır yere ulaşabilmesi için, mutlaka o millî ruhun devamıyla bu
sağlanacaktır. Milletin sevgisini her zaman dayanak bilerek, hep birlikte
ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, müreffeh ve başarılı
olacaktır." Cumhuriyetin Onuncu Yıl
Nutkunda fevkalade önemli hedefler gösteriyordu; diyordu ki: "Az zamanda
çok işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk
kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir." "En büyük eserim
cumhuriyettir." diyordu. "Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve medenî
memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş refah, vasıta ve
kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin
üzerine çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman
ölçüsü, geçmiş, asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve
hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok
çalışacağız, daha az zamanda, daha büyük ve başarılı işler yapacağız. Bunda da
muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk Milletinin
karakteri yüksektir; Türk Milleti çalışkandır; Türk Milleti zekidir. Çünkü,
Türk Milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve
çünkü, Türk Milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde
ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir." BAŞKAN - Sayın Çetinkaya,
toparlar mısınız efendim. M. NECATİ ÇETİNKAYA
(Devamla) - Olur Sayın Başkanım. "Bugün aynı iman ve
katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk
Milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha
tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve
kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni
bir güneş gibi doğacaktır." Değerli arkadaşlarım,
işte, biz, bu ruhla yola çıkmış, bu manevî iklimin içerisinde nasibini alarak
yola çıkan bir millet olarak, gönül isterdi ki, daha ilerlere gitmek ve
dolayısıyla bugün hedeflenen, gösterilen menzile ulaşmanın hazzını ve gururunu
hep birlikte duyabileydik; ama, gelin görün ki, bugün yeteri derecede bunu
söyleyemiyoruz. Niye böyle oldu? (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız lütfen. M. NECATİ ÇETİNKAYA
(Devamla) - İşte, bizi bugünlere kavuşturan o millî ruhu kaybettik, millî şuuru
kaybettik; yekvücut olmayı, birlik ve beraberlikle zorlukların üzerine giderek,
güçlükleri, başarmanın azim ve kararlılığını, bu ruh haleti olarak
evlatlarımıza veremedik. Dileriz ki, bundan sonra
bizim için ulaşılması gereken hedef, o muasır medeniyet seviyesinin üzerine
çıkabilmek; ama, nasıl? Biz, hep şu türkülerle yetiştik: "Yüksel ki yerin
bura değildir. Dünyaya gelmek hüner
değildir." Evet, hüner, muasır
medeniyetin, yaşadığımız bu halin ötelerine, en yükseğe yükselmekti; ama, bunu
sağlamanın yolu, yeniden birlik ve beraberlik şuuru içerisinde hareket
etmektir, fedai nefs sahibi olmaktır, el ele vermektir, unuttuğumuz sevgiyi
yeniden birbirimizden esirgemeyerek, birlikte yola çıkmaktır. Gelin, bugün de gururla
kutladığımızı söylediğimiz bu cumhuriyetin 78 inci yıldönümünde, diyelim ki,
yerimiz burası değildir. Türkiye'nin yeri, 100 milyar ihracatı sağlayan, 20 000
dolar fert başına düşen millî geliri aşan, enflasyonu tek rakamlara indiren ve
o zaman, işte, cumhuriyetin çocukları olmanın gururunu doya doya duyan bir
Meclisin ve o Meclisin evlatları olarak Türkiye'ye bunu bahşeden sorumlular
olduğumuzu gösterdiğimiz gün, o zaman, millet karşısında görevini yapan
cumhuriyetçiler oluruz. Hepinize, bu duygu ve
düşüncelerle, bu gayeye erişmek ümidiyle, sevgiler saygılar sunuyorum;
cumhuriyetiniz kutlu olsun. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Çetinkaya,
teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası,
Anavatan Partisi Grubunda. Denizli Milletvekili
Sayın Beyhan Aslan; buyurun efendim. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA BEYHAN
ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisin ve
halkımızın Cumhuriyet Bayramını kutluyorum. Şahsım ve Anavatan Partisi Grubu
adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Tarihin en şanlı ve en
kıdemli milleti olan Türk Milleti, Birinci Dünya Savaşı sonrası acı ve haksız
bir yenilgiye uğramış, ardından, Türk Milletini tarihten silmeyi hedefleyen
düşmanlarımız, Sevr Antlaşmasıyla "Türk Milletini tarihten sildik ve
Türk'ün tarih içerisindeki rolü artık bitti" demişlerdir. Ancak, Sevr
Anlaşması, Türk Milletinin düşmanlarını yanıltmıştır. Tarihi tetkik etselerdi,
Türk Milletinin tutsaklığı, esareti kabul etmeyen, isyankâr bir ruha sahip
olduğunu, Türkün haysiyet ve onurunun esaret kabul etmez olduğunu bilebilirlerdi,
onu kavrarlardı. İşte, bunu bilemedikleri, bunu kavrayamadıkları için, Türk
Milletini tarih sahnesinden sildik zannettiler. Türk Milleti, her
sıkıntılı döneminde liderini aramış, bulmuştur. Osmanlı Devletinin sıkıntılı
günlerinde, savaştan savaşa koştuğu günlerinde, katıldığı savaşlarla pişmiş
Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a çıktığı
zaman, Türk'ün ezelden başlayıp ebediyete kadar akıp gidecek tarihine şanlı bir
sayfa daha eklettiğinin bilincindeydi. Bu yolculuk, Türk'ün yeniden
şahlanışının bir ifadesiydi; Türk'ün yeni bir Ergenekon yaratmasının bir
başlangıcıydı ve Mustafa Kemal Atatürk, Samsun'dan Havza'ya, Amasya'ya...
Amasya'da durup dinleniyor ve "milleti, ancak milletin azim ve kararı
kurtaracaktır" ilkesinin ışığında Erzurum, Sıvas ve ver elini Ankara... Verilen mücadeleler,
şehitler, akan gözyaşları ve sonunda İzmir Kordonboyu. İzmir Kordonboyu'nda
düşman çizmesi, Anadolu toprağından ayağını çektiği an. İzmir Kordonboyu'nda
düşman, artık, Anadolu toprağından ayağını çektikten sonra, Türk Milleti, yine,
tarihindeki esaret kabul etmez durumunu tespit ettikten sonra, tabiî ki,
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları işe koyuldular; Türk Milletini bir program
çerçevesinde yeniden ayağa kaldırmanın, medenî milletler seviyesinde öne
çıkarmanın, medeniyet maratonunun ipini göğüsletmenin, uygarlık savaşında en
önde yer almanın yollarını araştırdılar ve bu program çerçevesinde, 21 Ocak
1921 tarihli Anayasamızı, 29 Ekim 1923 tarihinde değiştirerek -ki, anayasamızın
o zaman 1, 2, 4, 10, 11 ve 12 nci maddelerinde değişiklikler yaptılar-
cumhuriyeti ilan etmiş oldular ve o gün cumhuriyetin ilanından sonra, Mecliste
bulunan 158 milletvekilinin oyuyla Mustafa Kemal Atatürk ilk Cumhurbaşkanımız
seçildi. Ben, cumhuriyeti kuran, cumhuriyetin ilanında katkısı olan Birinci
Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini rahmetle anıyorum; Mustafa Kemal
Atatürk ve arkadaşlarını rahmetle anıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, cumhuriyet, halkın kendi iradesiyle, kendi kaderini
çizmesidir; Türk Milletinin arzusunun sonucudur ve Türk Milletinin karakterine
en uygun rejim şeklidir. Atatürk diyor ki: "Cumhuriyet fazilettir.
Cumhuriyet iradesi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir". Gerçekten,
kabiliyetlerin inkişaf ettiği, ferdin şahsiyet bulduğu rejimler cumhuriyet
rejimleridir. Sayın Bakan da arz
ettiler; Türkiye Devleti Cumhuriyeti bir kurumlar bütünüdür. Ne tek başına
yargı, ne tek başına yasama, ne tek başına yürütme cumhuriyetin tek unsuru
değildir; bir bütün halinde bunlar cumhuriyeti oluştururlar. Onun için,
kurumlar kendi aralarında uyum içinde olmalılar ve her kurum kendi görevini
hakkıyla yapmalıdır. Eğer her kurum kendi görevini hakkıyla yaparsa, o zamandır
ki, cumhuriyet, kurum ve kuruluşlarıyla, bir bütün halinde, yeniden bir değer
bulur. Yüce Meclis, egemenliğin
kayıtsız şartsız millete ait olduğunun tatbik yeridir; millî iradenin
tecelligâhıdır, temsil yeridir. Mustafa Kemal Atatürk'ün "en büyük
eserim" dediği Türkiye Büyük Millet Meclisi, cumhuriyet rejiminin kalbidir
ve cumhuriyetin "olmazsa olmaz" kurumudur. Sivil toplum örgütleri de,
basın da, işveren- işçi kuruluşları da varlığını, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin varlığına borçludurlar. Eğer, Türkiye Büyük Millet Meclisi varsa bu
kurumlar vardır, Türkiye Büyük Millet Meclisi yoksa bu kurumlar yoktur. Bu
nedenle -sivil toplum örgütlerinin de, basının da, işçi-işveren kurumlarının
da- herkese düşen görev, demokrasinin kalbi olan ve mana alanında en büyük
kurum olan, millî iradenin tecelligâhı Türkiye Büyük Millet Meclisinin haysiyet
ve onurunun korunması, onun itibarının yüceltilmesi, Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyelerinin olduğu kadar sivil toplum örgütlerinin ve basının da
görevidir. Onu aşağılamakla, onun itibarını küçültmekle hiçbir yere
varılmayacaktır. Anayasamızın 2 nci maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti,
toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" deniliyor; yani,
cumhuriyetin temel nitelikleri sayılıyor. 4 üncü maddesinde de bu niteliklerin
değiştirilemeyeceği ifade ediliyor. Şimdi, burada
"demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" denilmektedir ve
Mustafa Kemal de "cumhuriyeti biz kurduk, onu siz geliştireceksiniz"
demiştir. Öyleyse, bize düşen görev, cumhuriyetimize demokrasi tacını
giydirmektir ve cumhuriyetimizi demokrasiyle bütünleştirme görevi, Atatürk'ün
gençlere en büyük vasiyetidir. Laiklik anlayışını da, Anayasamızda ifadesini
bulduğu şekilde ve Mustafa Kemal Atatürk'ün çağında anladığı şekilde anlamamız
gerekir. Cumhuriyet, halkıyla
bütünleşen rejimdir; halkıyla karşı olan, onunla kavga eden rejimin adı olamaz.
Bu nedenle, cumhuriyetin temel nitelikleri ile halkın inanç dünyası bir bütün
halindedir. Bu nedenledir ki, laikliğe karşı olan din, gerçek din değildir;
ama, dine karşı olan laiklik de gerçek laiklik olamaz. Yine, demokrasi bütün
kurum ve kuruluşlarıyla ülkeye hâkim olduğu gün, biz, gerçek demokrasiyi
kuracağız. Mustafa Kemal Atatürk,
bilim ve teknolojiden Türk Milletinin uzaklaştığı zamanlarda bunun neye mal
olduğunu görmüş, bu nedenledir ki, gençliğe, bilim ve teknolojiyi hedef
göstermiştir ve cumhuriyeti geliştirmesini emir telakki etmiştir. Demokratik cumhuriyet,
eşitlik, özgürlük ve uygarlıktır; insan haysiyet ve onurunu her şeyin üstünde
tutmaktır. Cumhuriyetin temelindeki iddia, vatandaşlarını çağdaş vatandaş
yapmaktır. Ne var ki, bugün, tabiî
ki eleştireceğiz. Cumhuriyetin yaptıkları da vardır, yapamadıkları da vardır.
Yapamadıkları; Türkiye Cumhuriyeti, hâlâ, somut muhtevasına kavuşamamış, şeklî
bir cumhuriyet konumundadır. Vatandaşların haklarını koruyamazsanız,
cumhuriyetin temelini yıkarsanız... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız. BEYHAN ASLAN (Devamla) -
Cumhuriyeti cumhuriyet haline getirmenin yolu, modern insanı yaratmaktan ve
vatandaşımızı her şeyin önüne koymaktan geçer. Modern insan, özgürlüklerine
sahip olan insan, haklarını kullanan insandır. Cumhuriyetimizin de, bu insana
ihtiyacı vardır. Büyük Atatürk'ün kurduğu
cumhuriyet Türk insanını vatandaş yapma, onu temel hak ve özgürlüklerle donatma
projesidir. Cumhuriyet, insanımızı her türlü tahakküm ve tasalluttan
kurtaracak; bu nedenledir ki, cumhuriyet, gerçek bir aydınlık ve modernleşme
olacaktır. Ne var ki, zaman içerisinde, Osmanlı'dan kaynaklanan devlete bakış
açısıyla, cumhuriyete hâkim olan fert değil, halk değil, devleti kurtarma
anlayışı önplana çıkmış ve jakoben devlet anlayışıyla halkın zaman zaman
ezildiğini görmüşüzdür. Bu nedenle, ben,
cumhuriyetimizin halkla bütünleşmesini diliyorum, cumhuriyetimizin demokrasiyle
bütünleşmesini diliyorum ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Aslan,
teşekkür ediyorum. Efendim, şimdi, söz
sırası Saadet Partisinde. Saadet Partisi Grubu
adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç. Buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA OYA
AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
cumhuriyetimizin kuruluşundaki büyük heyecanı, her yıl, bugünlerde, tekrar
tekrar yaşıyoruz. Ne mutlu bizlere. İnşallah, sonsuza dek, böyle güzel
heyecanları birlikte yaşamak nasip olur. Efendim, bugün, ben,
burada konuşan bütün değerli arkadaşlarımın vurgulamış olduğu heyecanlara,
coşkulara aynen katılıyorum; katılmamak zaten imkânsız; fakat, olaylara, ben,
değişik bir açıdan, belki daha felsefî bir açıdan, biraz da sorgulayarak, biraz
da -bugünkü gelmiş olduğumuz noktayı- irdeleyerek bakmak istiyorum. Ne mutlu bize ki, büyük
Atatürk ve kahraman silah arkadaşları ve o dönemin Türk büyükleri, kurdukları
yeni devletin adını, bir cumhuriyet olarak kurmuşlardır. Yine, ne mutlu bize
ki, İstiklâl Savaşımızın kazanılmasından, ülkenin âdeta küller haline gelmiş
bir durumundan alıp, coşkulu bir şekilde, bu seviyelere kadar yükseltmeyi
başarmış halkına da, yani, cumhuruna da bir seçme, seçilme, Yüce Mecliste
temsil edilme hakkını vermişlerdir. Ne mutlu bize ki "egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir" sözünü, ölçü olarak, hedef olarak almış bir
cumhuriyet kurmuşlardır ve bizler, bunun 78 inci yılını kutladık.
"Hepimizin bayramı kutlu olsun" derken, bu 78 yılın sonunda, bizlere
çok daha büyük işlerin düşmüş olduğunu düşünmekte ve bunları sizinle paylaşmak
istemekteyim. Belki kurmak ve başarmak
zordur; ama, o başarıyı devam ettirmek ve onu daha ileri seviyelere, daha
coşkulu seviyelere getirmek çok daha zordur; yüceltmek, daha güç bir iştir. Bu
işi yaparken içinde bulunduğumuz şartların da bilinmesinde fayda vardır; çünkü,
mesuliyetler, ancak, gerçekleri bilerek elde edilebilir ve başarı heyecanı da,
ancak, mesuliyetlerin bilinmesiyle sağlanır. Türkiye, büyük
aşamalardan geçmiştir. Yalnız, gelinen bu noktada, bazı hususları da iyi
tanımlamak gerekir. Bugün, ilk defa, işin özünden ziyade, daha çok şekline
bakıldığı kanaati bende hakimdir; yani, duruma, bir şekilde, gittikçe bir
şekilcilik hakim olmaktadır. Birkaç örnek vereyim: Mesela, belli yerlerde,
belli sayılarda, belli kimseler merasimlere katılır. Peki, bu belirlemeyi, bu
belli sayıyı kim belirler; kim, hangi kıstasa kadar ölçer? Burada pek çok
arkadaşımız bunu dile getirmiştir ve buna duydukları taaccübü veya bu
sınırlamanın neden olduğunu sorgulamışlardır. Peki, madem heyecan duyacağız,
neden bir sınırlama vardır? Başka bir örnek: Mesela,
belli merasimler yapılmıştır. Bu merasimlerde hangi hedef kitlesinin hedef
alındığı belli değildir. Yani, kime konuşulmaktadır, verilen mesaj kimindir;
bizim mi, içerinin mi, dışarının mı, toplumun hangi katmanının?.. Mesela, belli nutuklar
atılmıştır; fakat, burada, içerikte verilen sözler, acaba, tutulmuş mudur? Bu
sözlerin içindekiler, hakikaten kastedilmiş midir, yoksa, ne bileyim, bundan
beş sene önceki nutukla, on sene sonraki nutuk birbirinin aynı, birbirinin
kopyası hale mi gelmiştir? O halde, hangi aşktan, hangi şevkten bahsediyoruz?! Cumhuriyeti kuran, onun
için fedakârlık yapan, yaşatan cumhura pek değer verilmekte midir; ben, pek
zannetmiyorum. Törenlere katılan ekâbir ve onların yapacakları formül ve
merasim çok daha önemli bir hale gelmiştir. Siz bunda bir gariplik görmüyor
musunuz? Bazı yasalar mevcuttur,
1930'larda veya 1940'larda yapılmış. Mesela, belli günler resmî tatildir, o
günlerde iş yapılamaz. Şimdi geldiğimiz noktaya bakın; her yer kapanıyor,
tatile giriyoruz. Sonuç, çalışmaya en çok muhtaç olduğumuz bir dönemde sürekli
tatil yapıyoruz. Sonuç, merasime katılsın umuduyla -çünkü, 1930'larda o
gayeyleydi, nüfus 13 milyondu- insan toplamak için böyle bir kanun
çıkarılmıştı; fakat, şimdi, tatil yapılsın denildiği anda, buna yeni bir anlam
yükleyerek, hakikaten, tatile çıkanlar çoğalmıştır. Mesela, tatile çıkıp, o
günü deniz kıyılarında geçirenler de vardır. Peki, bu ne biçim bir cumhuriyet
kutlamasıdır; acaba, biz bunu soruyor muyuz? Yani, ben size bunları danışmak
istiyorum, bunları konuşmak istiyorum; çünkü, bizim görevlerimizden bir tanesi
de, geldiğimiz yerde vardığımız noktayı irdelemektir. Acaba, üreterek, var
olarak, gayret göstererek, ekonomiyi yücelterek bayram yapamaz mıyız arkadaşlar;
bunun bir eksiği mi vardır? Cumhuriyet kurulalıdan bu
yana, bunun, çağdaş medeniyetin kaçınılmaz bir idare tarzı ve ve en üstün
medeniyete ulaşmanın en emin yolu olarak algılamışlardır kuranlar. Doğrudur,
haklıdırlar; hakikat de budur. O halde, bundan elde edilecek bazı hedefler
vardır. Nedir bunlar: Cumhuriyet düzeni,
cumhurun sesini daha iyi bir şekilde duyurmasıdır; tercihlerinin daha iyi
belirtilmesidir. İkincisi; halka, seçme,
seçilme, konuşma hakkının verilerek, hürriyetlerin geliştirilerek, şu arkamızda
yazılı olan "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" gerçeğinin bütün
kişilerce kabullenilmesini sağlamaktır. Üçüncü hedef; insan
olanın, insan olma bilincinin yanına bir de vatandaş olma bilincinin katılması
ve bu şekilde, çağdaş vatandaşın, hakikaten, hürriyetlerle, insan haklarıyla
benimsenmiş, donatılmış insan olgusunun yetiştirilmesi hedef tutulmuştur. Dördüncüsü; bu hakları
koruyan kanun ve hukuk güvencesi altına alınmıştır. Beşincisi de; kararlar ve
korumalar, siyasî değil, hukukî olacaktır denilmiştir. O halde -yani şöyle
kısaca baktığımızda- cumhuriyeti kuran büyüklerimiz, demokrasi, insan hakları,
hürriyetler, hukukun üstünlüğü gibi esasları, zaten o zamandan öngörmüşlerdir.
Şimdi, size soruyorum: Hakikaten, biz, 78 yıl sonra, bu seviyeye ulaşabildik mi
ve bunları başarabildik mi; cumhuriyet ve cumhuriyet düzeni içinde layık olduğu
seviyeye getirebildik mi? Egemenlikler tam olarak yapılabildi mi, yoksa,
egemenlikler, birtakım yerlerde takılıp kaldı mı? Egemenlikler, korkular üstüne
kurulmamalıdır. Halbuki, bugün, topluma hâkim olan en büyük olgu, korku
olgusudur arkadaşlar; maalesef, her katmanda, her şekilde, her sebeple... Biz,
bunun nedenini ne zaman ve nerede soracağız?! Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; ilerleme, mesuliyetle bütünleşme ve bunların da
yapılabilmesi, hakikatlerin bilinmesiyle olur. O halde, ilerlemeyi bilmek için
mesuliyeti bilmeliyiz, mesuliyeti bilmek için gerçekleri bilmeliyiz ve ona
bağlı olarak da gerekli şevk ve azmi yaratmalıyız. O halde, şimdi, bakalım,
bunların hangisini yaptık. Biz, şu anda, etrafımıza
baktığımız zaman şunu görüyoruz ki -tabiî, bunu söylerken hiçbir parti
düşüncesiyle hareket etmiyorum, bir bütün olarak ülkeye bakıyorum- sürekli
sınırlamalar, yasaklamalar, siyasallaşmış bir hukuk ve mütemadiyen sindirilen
bir cumhur. Şimdi, bir kere, bunu, cumhuru bir tarafa koyalım. Cumhuriyet
içinde, bürokratik üstünlüklerle donatılmış çeşitli kurullar, bu kurulların
elinde kuvvetli bir bürokrasi silahı ve gittikçe sindirilen -maalesef,
arkadaşlar- gittikçe sindirilmek ve silikleştirilmek istenen bir Meclis
görüyorum; yani, imkân olsa, bize de kısıtlamalar getirilecek. Bazı sözlere,
bazı davranışlara yapılan müdahalelere dikkat ederseniz, bunun, hakikaten,
ciddî boyutta bir tehlike olduğunu göreceksiniz. O halde, sayın
arkadaşlarım, bu engellemelerle, 78 yıl sonra, bürokratik bir cumhuriyet mi
yarattık, demokratik bir cumhuriyet mi yarattık? Atatürk bizden bunun hangisini
yapmamızı istemişti? Bunun bir ortak noktasını bulabildik mi, herhangi bir ana
kanaate varabildik mi, yoksa, bunu konuşmanın lüzumunu bile görmüyor muyuz? Cumhuriyet bir gayedir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
buyurun. OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN
(Devamla) - Cumhuriyetin bir diğer gayesi ve en önemli gayelerinden bir tanesi
de, halkı müreffeh bir hayat seviyesine eriştirmektir; yani, cumhuriyeti
kuranların bütün bu çalışmalarının, çabalarının bir sonu da, insanların daha
rahat yaşamalarını sağlamaktır. Peki arkadaşlarım -şimdi,
her şeyi bir tarafa bırakalım- bugün hangi noktaya geldik; yüzde 11 küçülen bir
ekonomi, 100 milyar dolar dışborç, nüfusun yüzde 40'ı açlık sınırında ve
derken, bütün bunların altında, ne yapacağını şaşırmış bir cumhur ve sürekli
olarak sınırlandırılmak istenilen bir cumhurun temsilcisi. Bütün bunları söyledikten
sonra, ben, tekrar, şu noktaya dönerek özetlemek istiyorum: Biz, bir ilerleme
azmiyle yürüyeceğiz. Bu ilerlemeyi yapmamız şart; ama, bunu gerçekleştirmek
için mesuliyetin idraki şart; mesuliyetin idraki için hakikatlerin bilinmesi
şart; hakikatlerin bilinmesi için de, burada, azimle konuşmak, tartışmak, işin
felsefesini, işin hayat görüşünü, doğru sentezini belirlemek şart. İşte bu düşüncelerle,
daha pek çok parlak cumhuriyetlere doğru ilerlememiz temennisiyle ve şevkimizin
her gün artarak ilerlemesi, ama doğru yolda ilerlemesi temennisiyle, sizleri
saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Akgönenç. Efendim, cumhuriyet
hükümetimizin vermiş olduğu bilgilerden sonra bütün gruplar konuşmalarını
yaptı. Şimdi, gündemdışı söz
isteyen arkadaşlarımıza sıra geldi. Gündemdışı ilk söz, Egeli
pamuk üreticilerinin içerisinde bulunduğu durum hakkında söz isteyen, İzmir
Milletvekili Sayın Işılay Saygın'a ait. Buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) 2. – İzmir Milletvekili Işılay Saygın’ın, Ege Bölgesi pamuk
üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı. IŞILAY SAYGIN (İzmir) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ege pamuk üreticilerinin içerisinde
bulunduğu durum hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, siz
saygıdeğer üyeleri saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle, Değerli Meclis
Başkanımız Sökmenoğlu'na da, söz verdiği için teşekkür ederken, Parlamento ve
parlamenterlerin onuruyla ilgili gösterdiği duyarlılığa da içtenlikle katılıyor
ve teşekkür ediyorum. 2 Ekim 2001 tarihinde,
İzmir Ticaret Borsasında yapılan pamuk rekolte değerlendirme toplantısında,
bölgemizdeki hava sıcaklığının, pamuk bitkisinin gelişme döneminde normalin
üzerinde seyretmesiyle pamuk bitkisinde zehir etkisi yaptığı, gelişmeyi
durdurduğu, çiçek, tarak ve koza dökümlerine sebebiyet vererek, pamuk
tarlalarında verimin yüzde 25'lere düşmesine neden olduğu konuşulmuştur.
Ortalama, dekardaki verim, 315 kilogramdan 150 kilograma kadar düşüş
göstermiştir. Tariş Pamuk Birliği,
üreticilerden 250 000 ton miktarında, 170 trilyon Türk Lirası tutarında kütlü
pamuk alımı gerçekleştirmiştir. Tariş Pamuk Birliği, pamuk alımı, fiyat ve
politikalarıyla ilgili bölgemizdeki pamuk üreticisinin ürünlerini uygun
koşullarda pazarlamaları için denge unsurudur. Bunun dışında, istihdam
imkânlarıyla da, bölgemiz insanına sosyoekonomik açıdan büyük desteği vardır. 2001-2002 sezonunda, Ege
Bölgesi pamuk üreticilerimizin, özellikle, olumsuz hava koşullarına bağlı verim
düşüklüğü, üretim maliyetlerinin yüksekliği ve pamuk borsa fiyatlarındaki
gerileme nedeniyle, bu sezon pamuk üreticilerinden satın alınan kütlü pamuk
karşılığında, kilogramda en az 15 sent prim verilerek üreticinin mağduriyetinin
giderilmesi gerekmektedir. Prim sisteminin uygulanması durumunda, kayıtdışı
kalan pamuk üretiminin ekonomiye kazandırılması sağlanacak ve böylelikle, prim
sistemi, kendi kaynağını kendisi yaratacaktır. Birliğin kaynak sıkıntısı
çekmesini fırsat bilen tüccar ve çırçırcılar da kütlü pamuğu değerinin altında
fiyatla alma yoluna gittiklerinden, hasat edilen pamukların büyük çoğunluğu,
üreticiler tarafından Tariş'e götürülmektedir. Durum böyleyken, nakit sıkıntısı
içinde bulunan Tariş, hedeflerinin üstünde pamuk almakla karşı karşıya kalacak;
ödeme güçlüğü nedeniyle, hem ortaklar hem de Tariş çok güç durumda kalacaktır. Pamuk üreticilerinin,
verim kaybından kaynaklanan mağduriyetlerinin yanında, gerek tüccar alım
fiyatlarının düşük seyretmesi gerekse Tariş'e ürün getiren üreticilerimize
yapılacak ürün bedeli ödemelerinde yaşanan nakit sıkıntısı nedeniyle,
mağduriyetleri daha da artacaktır. 4572 sayılı Tarım Satış
Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanunun geçici 1/E maddesine göre
"Birliklerin 1.5.2000 tarihi itibariyle mevcut özel bünye faaliyetleriyle
ilgili borçları, borçların ödenmesine kadar sürecek süre içinde bu borçlardan
doğan faiz ve gecikme zammı gibi feri borçları, Yeniden Yapılandırma Kurulunun
önerileri dikkate alınarak, Hazine tarafından üstlenilip tasfiye edilir"
hükmü olmasına rağmen, bugüne kadar borç tasfiyeleri yapılmamış olup, bu
borçlar birliğin bilançosunda görüldüğü için hiçbir kurumdan kredi
alınamamakta; dolayısıyla, ortaklara ürün bedeli ödemelerine engel
olmaktadırlar. Kaynak sıkıntısı nedeniyle birliğe kaynak aktarılmazken, aynı
konuda iştigal eden Çukobirlik ve Fiskobirlik'e kaynak aktarılmıştır. Bu konuda
gerek uygulama birliğinin ve eşitliğin sağlanması açısından gerekse pamuk
üreticilerimizin mağduriyetlerinin önlenmesi açısından yeteri miktarda kaynak
aktarılmasının sağlanması zorunludur. Hükümetimizin ve siz
saygıdeğer üyelerin bu önemli konuya sahip çıkacağı inancıyla Yüce Meclisimizin
saygıdeğer üyelerini saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Saygın,
teşekkür ederim. Pamuk üreticisi çok kötü
durumda. Efendim, bizim Çukobirlik'e de 5 trilyon ödemesi var hükümetin; daha
ödemedi. Adana çiftçisi de, Çukurova, Amik Ovasındaki pamuk üreticileri
felaket... Hele Şanlıurfa'daki Çukobirlik alım yapmadığı için çok daha şey... Onun için, bu konuda
Tarım Bakanımız cevap verir mi bilemiyorum; kendisini direkt alakadar etmez.
Her ne kadar Tarım Bakanı ise de pamuk işi Sanayi Bakanlığına bağlı olduğu
için... Bilmiyorum; Sayın Bakan, belki de, cumhuriyet hükümeti adına bir
açıklamada bulunur mu diye düşünüyorum. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun efendim.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, izin verirseniz kürsüden konuşabilir miyim? BAŞKAN - Yok efendim,
öyle bir usulümüz yok. Ben, mikrofonu açtım. Çiftçimizin derdini ifade
ederseniz memnun olurum. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Ege pamuk üreticilerinin sorunlarını
dile getiren arkadaşımıza teşekkür ediyorum. (Gürültüler) BAŞKAN - Dinleyelim
efendim Sayın Gönül'ü. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Aslında, sorun, sadece Ege pamuk üreticilerinin sorunu değildir, Türkiye'deki
tüm pamuk üreticilerinin sorunudur, hatta, Türk tarımının sorunudur. BAŞKAN - Evet, doğrudur
efendim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Değerli arkadaşlarım, bu sorunlar, sadece rekolte düşüklüğü veya birtakım fiyat
artışları, tarım girdisindeki artışlarla sınırlı değildir. Aslında, Türk
tarımının en büyük sıkıntısı; birincisi, Türk tarımındaki girdi fiyatlarının
aşırı artışı; ikincisi, kredi faizlerinin yüksekliği; üçüncüsü de, ürün
bedellerinin düşük tutulmasıdır, ücretlerinin düşük tutulmasıdır. Değerli arkadaşlarım,
bakın... Sayın Başkanım, izninizi rica ediyorum; bir iki rakamı Muhterem Genel
Kurula arz etmek isterim. 1997 yılı 30 Haziranında
amonyumnitrat gübresinin kilosu 11 000 lira, 1999 Haziranında 33 500 lira, 2001
Eylül, bugün itibariyle 172 000 liradır. Gübredeki fiyat artışı 1 600'dür;
yani, yüzde 1 600 artıştır. Mazota gelince: 1997 30 Haziranında
88 000 lira olan 1 litre mazot, 1999 Haziranında 230 000 lira, 2001 Eylülünde
918 000 lira. Fiyat artışı neymiş; yüzde 1 000. İlaçta, 3 047 lira olan
fiyat, 10 649 lira 1999 Haziranında, bugün itibariyle de 31 908 liradır. Şimdi, ürün bedellerine
bakıyoruz. 1997 yılı 30 Haziranında 140 000 lira olan pamuk fiyatı, 1999 yılı
30 Haziranında 230 000 lira, bugün itibariyle de, Tariş'in açıkladığı fiyat
itibariyle de 700 000 liradır. BAŞKAN - 700 000 liraya
pamuk yok efendim; cari fiyatı söyleyin. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Efendim, şimdi, onu arz edeceğim. Tariş bunu yapmış; ama... BAŞKAN - Pamuk çiftçisini
üzüyorsunuz. 420 000 lira şu anda Çukurova'da pamuk. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkanım, onlar bizim malumumuz. Yani, Çukurova'da 500 000 liraya
satılır. Ege'de, tabiî, şu anda Tariş ödemede zorluk çektiği için 600 000
liraya alınıp satılıyor pamuk. Şunu ifade etmek
istiyorum: Açıklanan fiyata göre, birliklerin açıkladığı fiyata göre bir oran
yapıyorum. Pamuk üreticisi, 1999 yılında yüzde 64,9 fiyat artışı almış, 2001
yılında da, 1997'ye göre yüzde 350 almış. BAŞKAN - Evet. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Gübrede yüzde 1 600, mazotta yüzde
1 000, pamuk fiyat artışında da yüzde 350. Onun için... BAŞKAN - Ee, zaten, onun
için, tarlalar ipotek olmuş, satılıyor efendim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Evet. Sayın Başkanım, onun
için, tabiî, onu biraz daha açarsak, bugün, köylere, çiftçi ailesinin evine,
artık, yeni traktör girmiyor değerli milletvekilleri; icra memuru geliyor bugün
köylere, çiftçinin evine icra memuru geliyor. BAŞKAN - Evet, teşekkür
ediyorum efendim; mesele anlaşılmıştır... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Yani, bu, Türk tarımının en büyük derdidir. BAŞKAN - Şimdi, Sayın
Bakan cevap verecek... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkanım, izin verir misiniz; çok önemli; bundan istifade ederek söylemek
istiyorum. BAŞKAN - Biliyorum da...
Biliyorum da efendim, benim müsamahamın dışında. İçtüzüğü de bozmayalım diye
düşünüyorum. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkanım, bitiriyorum. Bugün, Ziraat Bankasının
uyguladığı ödeme planına göre, çiftçi borcunu ödeyemez. Tarım kredide aynı şey
yapılacaksa, yapmayın; çünkü, bu çiftçi, bunu ödeyemiyor; ama, bir şey var.
Bugün, Türkiye'de en büyük tarım birliği Tariş'tir. Ne pamuk birliğimiz ne üzüm
birliğimiz ne incir birliğimiz ne de zeytinyağı birliğimiz, devletten, DFİF
kredisi, bir kuruş şu ana kadar
almamıştır. Birlikler, kendi imkânlarıyla üreticinin mahsulünü değerlendirmeye
çalışsa bile, artık, özkaynakları bitmiştir. BAŞKAN - Efendim, teşekkür
ediyorum. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Değerli bakanların, sayın hükümetin, bu konuda, mutlaka, acil tedbir alması
gerekir. Teşekkür ediyorum,
muhterem heyete saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. CENGİZ ALTINKAYA (Aydın)
- Ben de söz istiyorum efendim. BAŞKAN - Sayın Altınkaya,
buyurun efendim. CENGİZ ALTINKAYA (Aydın)
- Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben, öncelikle, bu güncel konuyu dile
getirdiği için, Sayın Işılay Saygın arkadaşımıza teşekkür ediyorum. Zatıâliniz... Yeni
uygulama, herhalde, artık, bundan sonra böyle. Pamuk hakkında bir genel
araştırmaya geçmiş gibiyiz. Efendim, günün konusu,
tarım ürünlerinin, prim müessesesi ile ekonomik kayda dahil edilip edilmemesi
meselesi olması lazım. Bugün, piyasanın işleyeceği bir fiyatı ilan ettikten
sonra, eğer mağduriyet varsa, bunun primle kapatılması meselesidir. 1993'ten
itibaren çeşitli baskılarla zeytinyağında, pamukta ve ayçiçeğinde bu prim
sistemi oturmak üzeredir. Burada Hazine
temsilcilerinin gözlemesi gereken, titizlik göstermesi gereken şey, ilan edilen
fiyat değil, ilan edilen fiyatla mağduriyet fiyatı arasının prime bağlanmasıdır
ve şu ana kadar, esas, çiftçimizi üzen işlerin başında, hâlâ daha primin nasıl
olacağı, ne kadar olacağının karara bağlanmamış olmasıdır. Kesinlikle, bir an
önce bunun karara bağlanması gerekir. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Hatiboğlu, beni
tenkit edecekseniz tutumum hakkında; haklısınız; buyurun efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. İşin neresinden başlayıp,
nereye kadar gidebilmeli, gidebiliriz; bilemiyorum; yani, tabir caizse, derler
ya "tut kelin perçeminden, tutacak yeri mi var?" İşçimizin,
köylümüzün, memurumuzun, emeklimizin, esnafımızın hangi derdini burada dile
getirip bitirebiliriz. Benim bir teklifim var,
Parlamentoda bulunan tüm grupların yönetimine bir teklifim var. Geçmiş günlerde
kürsüde yaptığım konuşmada da bu teklifi dile getirmiş; ama, maalesef cevabını
bulamamış ve alamamıştım. Teklifim şu: Köylümüzün, esnafımızın, hülasa 65
milyon insanımızın derdini, sıkıntısını yerinde ve bire bir görmek için birer
temsilci, buyurunuz, seçiniz. İktidar kanatlarına sesleniyorum: İli siz
seçiniz, köyü de siz seçiniz, hangi köyü istiyorsanız, beraber gidelim, bizzat
duyalım, dinleyelim ve bize bir şeyler söyleyecekler; ne söylediklerini de
orada görelim. Benim teklifim budur. Saygı sunuyorum. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum nezaketinize, ayrıca beni İçtüzüğe göre görevime davet etmediniz;
ama, sadece lafla olmaz, gözünüzden anlıyorum, haklısınız efendim. Sayın Bakan, buyurun.
(MHP sıralarından alkışlar) Efendim, diğer
arkadaşlara söz vermeyeceğim. Haklı olarak, Meclisimizin büyük bir kısmı
tarımdan gelen, çiftçi kesimini temsil eden arkadaşlar olduğu için ıstırap
sonsuzdur; ama, böyle de bir uygulamaya başlarsak bunun sonu gelmez. Sayın Hatiboğlu'na tekrar
teşekkür ediyorum. Sayın Bakana da, bize cevap vermek üzere kürsüye geldiği
için teşekkürlerimi arz ediyorum. Sayın Bakanım, buyurun. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle,
kürsüden ve yerinde söz alarak üreticilerimizin, çiftçilerimizin çeşitli
sıkıntıları hakkında görüş belirten tüm milletvekili arkadaşlarıma saygılarımı
arz ediyorum; Yüce Meclisi, zatıâlinizi saygıyla selamlıyorum. Şimdi, meseleye, tabiî,
günlük yaklaşmak hiçbir zaman doğru değildir; ancak, olan hadiseleri de çözme
mecburiyetindeyiz. En son konuşan değerli milletvekilimiz Sayın Altınkaya'nın da
belirttiği üzere, bu ülke, 1980'lerden başlamak üzere, özellikle de 1990'da,
1994'te, 1995'te Dünya Ticaret Örgütüyle anlaşma imzalarken şu gerçeklerin
altına imza atmıştır: Dünya Ticaret Örgütü tarımdaki desteklemeler için şu
kuralı getirmiştir: Bir, ticarete zarar veren destekler, teşvikler; iki,
ticarete zarar vermeyen destekler ve teşvikler. Dünya Ticaret Örgütünde,
çiftçinin elde ettiği ürüne belirli bir fiyat tespit etmek, bir fiyat açıklamak
ve bunun yanında, bazı girdileri de ucuzlatan girdi destekleri için
"bunlar, ticarete zarar veren destekler; ticarete zarar veren destekler
artık uygulanmayacaktır" diye bir karar alınmış ve o günkü idareciler de
bunun altını imzalamışlar. "Ancak, desteklemeleri, ticarete zarar vermeyen
destekler içerisinde yapabilirsiniz" diye, Dünya Ticaret Örgütünün kararı
var. 140'tan fazla ülke bunun üyesi ve biz de bunun altına imza atmışız. Onun
için, siz belirli destek ve teşvikleri vermeye kalkıştığınız zaman, bir fiyat
açıklamaya kalkıştığınız zaman, attığınız imzayı sizin karşınıza
çıkarıyorlar;diyorlar ki: "Siz, 1994'te bunu imzaladınız; bunu
yapamazsınız." Şimdi, bunun yerine, biz
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevine geldikten sonra, ürünlerin fiyatı serbest
piyasada belirlensin; böylece, hem tüketicimiz daha ucuza ürün alabilsin hem
gıda sanayicimiz, tekstil sanayicimiz değeri fiyatıyla hammadde alabilsin ve
hem de rekabet gücümüz olsun diye Bakanlar Kuruluna şu teklifi götürdük: Dedik
ki, özellikle bazı ürünlerin -bunlardan birisi de pamuktur- ayçiçeği, kolza, tütün,
şekerpancarı ve benzeri ürünlerin kontrolü daha kolaydır, bırakalım, fiyatları
serbest piyasada belirlensin; ancak, biz bir eşik fiyat belirleyelim- bu hak
bize veriliyor; çünkü, Batılı ülkeler aynısını yapıyor- bu ürünlerin fiyatı
serbest piyasada belirlendikten sonra, serbest piyasadaki fiyat ile eşik fiyat
arasındaki farkı biz köylümüze ödeyelim. Bizim götürdüğümüz proje budur; hâlâ
da biz bu projeyi savunmaya devam ediyoruz. O zaman, ekonomi de kayıt altına
alınmış olacak. Faturasını getirdikten sonra, ister Trakya Birlik'e satsın
ister Tariş'e satsın ister tüccara satsın. Faturasını getirecek, aradaki farkı
alacak; böylelikle, ekonomi kayıt altına girmiş olacak, ürünlerin fiyatı
serbest piyasada oluşacak, sanayicimizin rekabet gücü olacak; ama, çiftçinin de
emeğinin karşılığı alınacak. Bunu hesap ettiğiniz zaman, hem Hazinenin yükü
azalacaktır hem de bu ürünler, piyasada serbest bir şekilde
pazarlanabilecektir. Biz bu projeyi hâlâ savunuyoruz, hâlâ arkasındayız; ama,
bu projeyi, çeşitli nedenlerden dolayı, ekonomi biriminde çalışan bazı
bürokratlardan dolayı -bu bürokrat arkadaşlarımız tarımın gerçeğini de muhakkak
ki anlayacaklardır- kabul ettiremedik; ama, Türkiye'de, pamuğa prim 2 kez
verilmişti, bir 1994'te verilmişti bir de 1998'de verilmişti; pamuğa her sene
prim verilmedi. Biz geldikten sonra götürdüğümüz tekliflerden birisi bu. Pamuk, ayçiçeği, kolza ve
buna benzer ürünlere prim verilmez ve ilk sene de "pamuğa 15 sent
civarında prim verilmesi gerekir" dedik, 12 sent civarında alabildik.
Ekonomik imkânlar oydu, ekonomik imkânlar içerisinde yapılabileceğin en iyisi
yapılarak 12 sent prim verildi. Geçtiğimiz yıl, yani bu seneki ürüne ise, yine
bizim teklifimiz, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olarak yaptığımız hesaplamalar,
10 sentin üzerinde, 15 sentlik bir prim verilmesidir; ancak, imkanlar ölçüsünde
9 sent prim verilebildi. Bu sene de, biz, Tarımda Yeniden Yapılandırma ve
Destekleme Kurulunda görüşerek, pamuğa, ayçiçeğine, kolzaya, soya fasulyesine
-ki, soya fasulyesinin olmadığı yerde, tarımda faaliyetler de götürmeniz
imkânsız- bunlara da yine prim verilmesiyle ilgili, kararnameyi Bakanlar
Kuruluna taşıdık ve elden de takip ederek, prim verilmesiyle ilgili kararnameyi
imzalattırıyoruz. Sonra da, primin miktarını tartışacağız Ancak, prim miktarını
tartışırken, primlerin bütçeye konulması lazım; bütçeye bir para konulmalıdır
ve bütçeden ödenmelidir. İşte bu sene de bizim bütçeye koyduğumuz belirli bir
miktar, bu primler içindir. 1993 yılında, o zaman pamuğa ödenen prim, 4,6
trilyon. Bu 4,6 trilyon Ziraat Bankasından ödenmiş; ancak, çeşitli nedenlerden
dolayı, Ziraat Bankasında bu yerine konulmamış. Ziraat Bankası, 4,6 trilyona
faiz uygulaya uygulaya uygulaya -bizim geldiğimiz güne kadar- karşımıza geldi
ve 2000 yılında, 4,6 trilyonun temerrüt faize düşmesinden dolayı, miktarı 8,1
katrilyon oldu. 1993 yılında ödenen -bunlar kayıtlarda mevcut- Ziraat
Bankasından verilen bu para yerine konulamadığı için 8,1 katrilyon; 2001
yılının ortasındaki miktar ise -kesin söylüyorum- 12,1 katrilyon. Ha, bu 4,6 trilyonun
ödenmesi tabiî ki doğrudur, keşke daha fazla ödenmiş olsaydı; ancak, bunların
yerine konulmamasından dolayı, işte bugün bankaların içerisine düştüğü
sıkıntılar... Onları da burada tekrar belirtmek istiyorum. Sayın Saygın'a çok
teşekkür ediyorum; ancak, bir yanlış anlamayı düzeltmek istiyorum. Tarım satış
kooperatifleri birliklerinin yeniden yapılandırılması konusunda oluşturulan bu
kurul içerisinde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının bir temsilcisi yoktur;
Hazineden ve diğer ilgili birimlerden oluşmuştur. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı,
tarım satış kooperatifleri birliklerinin yeniden yapılandırılması kurulunda
mevcut değildir. Ancak, olayları takip ettiğimiz için söyleyeyim; buradan
ödenen paraların Çukobirlik'e ve diğer bazı birliklere gittiği söylendi; kati
surette birlikler arasında bir ayırım söz konusu değildir; hatta, Çukobirlik'in
alması gerekli olan 5 trilyon da gitmemiştir. Sayın milletvekilimiz bu konuda
bir açıklama yaptı; aydınlatmak için söylüyorum. Tarişin elinde bulunan,
Üzümbirlik'in elinde geçmiş yıllardan kalan ve geçmiş yıllarda satılamayan,
stok fazlası olarak devredilen üzümlerin kullanılması, satılması için ise, 6
kişilik bir komisyon oluşturuldu ve buradan, Tarişe -helalü hoş olsun, ancak-
hak etmediği, belki de Tarişin almaması gerekli olan bir para, köylünün
ürettiği ürün değerlendirilsin diye devredildi, verildi. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
10 trilyon lira dediniz; daha 5 trilyon lira ya gitti ya gitmedi. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - 70 trilyon... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Hayır hayır... 70 trilyon falan değil... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) -Cümlemi tamamlayayım sayın başkanım... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Çarpıtıyorsunuz... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Sayın başkanım, cümlemi tamamlayınca,
çarpıtmadığımı anlayacaksınız. 70 trilyon... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Onu da, IMF'ye verdiğiniz taahhüdü de siz geçtiniz... BAŞKAN - Efendim, Sayın
Bakana müsaade edin; ifade buyursunlar. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Bu fiyat artışlarını, desteklemeyi, siz, IMF'ye verdiğiniz taahhütlerle bu hale
getirdiniz. BAŞKAN - Efendim,
lütfen... Karşılıklı konuşmayalım efendim. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - O anlaşmayı... BAŞKAN - Efendim, lütfen...
Sayın Bakanım, Genel
Kurula hitap eder misiniz... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - O anlaşma, hepinizin malumudur. 70 trilyon,
çeşitli kaynaklardan bulunarak, hem Fiskobirlik'e hem de özellikle Tarişin
elinde olan ve pazarlanamayan, devreden stokların pazarlanması için, 70
trilyon, çeşitli kaynaklardan bulunarak, hem Fiskobirlik'e hem de Tarişe
verildi. Tarişe verilen para, sizin belirttiğiniz, 10 trilyona yakın bir
paradır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
5,5 trilyona yakını, bir ürün fazlasının alımında satımında kullanıldı... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Bu da, Tarişe devrediliyor; ancak, Çukobirlik'e
herhangi bir para gönderilmemiştir ve Çukobirlik'e, kendisinin alması gerekli
olan, şu anda da bekleyen 5 trilyon dahi çıkarılmamıştır. Bunları belirtmek
istiyorum. Çiftçinin içerisinde
bulunduğu sıkıntıları bu kürsüden sık sık dile getirdik. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Çözümlere gelin biraz da Sayın Bakan... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Sayın Başkanımın da belirttiği gibi, Ziraat
Bankasının, borçların ödenmesi hususunda çıkardığı tebliğle, çiftçiler
borçlarını pek ödeyemiyorlar. Bu konuda da, biz, yeni bir çalışmanın şart
olduğunu belirtiyoruz. BAŞKAN - Ödemesi de
mümkün değil Sayın Bakan, bu şartlar altında... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Muhakkak surette, çiftçinin borcunun
taksitlendirilerek ödenmesi kolaylığının getirilmesinin arkasındayız; ancak,
2000 yılı temmuzunda kararnameyi sevk ettik, Şubat 2001'de kararnameyi sevk
ettik, arkasında duruyoruz. Yalnız, şunu da belirtmek
lazım ki, çiftçinin bu borcu, şu içerisinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntılardan
dolayı son 1,5-2 yılın borcu değil, uzun yılların borcu; bunu hep birlikte aşma
mecburiyetindeyiz. Saygılarımla arz
ediyorum. BAŞKAN - Sayın Bakan,
çiftçinin yakası hiçbir zaman bir araya gelmemiş ki. Ancak, Ziraat Bankası,
ticarî kredi diye vermemiş bunu, ziraî kredi diye vermiş, şimdi, tahsilatı,
tüccar gibi ticarî krediden almaya çalışıyor, insafsızlık burada. (DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) O düzelse, düzelir. Sayın Bakanım izahınıza
teşekkür ediyorum. Sayın Uzunırmak, aynı
yöreden olduğunuz için söz hakkı istediniz; bir saniyecik lütfen. Buyurun. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Sayın
Başkan, çok teşekkür ediyorum. Tabiî ki, ben de bölge
milletvekili olarak Tarişle ilgili ve de diğer birliklerle ilgili gelişmeleri
adım adım takip eden birisiyim. Önce, hükümeti ve Meclisteki arkadaşlarımızı
doğru bilgilendirmek gerekir. Çukobirlikteki ödenen para, geçen seneden çıkan
ve Çukobirlik'in kendi öz kaynaklarından karşıladığı kıdem tazminatlarının
karşılığında gönderilen paradır bir kısmı ve gönderilemeyen 5 trilyon lira da,
yine, o kıdem tazminatlarının parasıdır. BAŞKAN - Doğru. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) -
Yani, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı kendi kaynaklarından kullandırmıştır kıdem
tazminatlarını ve 5 trilyonunu da halen gönderememiştir. Aynı şekilde, ürünle
ilgili konu Destekleme Fiyat İstikrar Fonundan ödenen bir paradır. Dolayısıyla,
Destekleme Fiyat İstikrar Fonunun kullanımında birliklerin arasında Sanayi
Bakanlığının bir tercih yaptığını söylemek çok büyük yanlışlıktır ve hatadır.
Bunlar açıkça denetime tabi olabilen, sorulabilen ve görülebilen hesaplardır.
Dolayısıyla, problemlerimizi dile getirirken siyasî bir mülahaza doğrultusunda
yanlışlık yapmamak gerekir. Teşekkür ederim, sağ
olun. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Uzunırmak, güzel bir açıklamaydı. Mesele anlaşıldı. Şimdi ikinci söz,
Türkiye'nin içine düştüğü ekonomik durumun nedenleri ve çıkış yolları konusunda
söz isteyen İzmir Milletvekili Kemal Vatan'a aitir. Sayın Vatan, buyurun
efendim. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Göksu, siz
de söz istediniz herhalde. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Ben de pamuk fiyatlarıyla ilgili söz istemiştim. BAŞKAN - Artık, bu,
gündemimizin dışındaydı. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Hayır, gündemdeydi. BAŞKAN - Işılay Hanım
sadece Ege pamuğuyla ilgili, Sayın Uzunırmak da kendi yöresiyle ilgili söyledi.
Müsaade ederseniz, onu bir başka zaman görüşelim. Her ne kadar denetim günüyse
de, bugün daha gündemin A'sına geçemedik. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Pamuğun Egesi, doğusu yok. Pamuk üreticisi doğuda da mağdur, güneydoğu da
mağdur, Adıyaman'da da mağdur. BAŞKAN - Efendim, ben,
adınıza, Adıyaman'ı zikretmedim; ama, çiftçi olduğum için, pamukçu olduğum
için, adınıza, Sayın Bakanı kürsüye davet ettim. O da lütfetti, beyan ettiler;
mesele anlaşıldı. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) -
Peki; teşekkür ederim. BAŞKAN - Şimdi, Sayın
Vatan'a müsaade edelim. Buyurun efendim. 3 . – İzmir Milletvekili Kemal Vatan’ın, Türkiye’nin içine
düştüğü ekonomik durumun nedenleri ve çıkış yollarına ilişkin gündemdışı
konuşması. KEMAL VATAN (İzmir) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'nin içine düştüğü ekonomik durumun
nedenleri ve çıkış yolları hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak üzere gündemdışı
söz almış bulunuyorum. Cumhuriyet bayramınızı içtenlikle kutluyor, hepinize
saygılar sunuyorum. Herkesin bildiği gibi, 17
devlet kurmuş ve kurduğu devlet sayısı kadar ekonomik programa soyunmuş; ama,
bu programları da tamamlamamış bir millet olarak yine bir ekonomik krize girmiş
ve çıkmaya çabalıyoruz. Ülkemizin bu noktaya gelmesine neden olan faktörleri
net bir şekilde tespit etmek ve birlikte çözüm bulmak durumundayız. Bu olumsuz
faktörlerin özeti olarak, devletin tepesindeki bazı sorumluların, memleket
evlatlarımızın ve devletimizin hayrına olmadığı zamanla ortaya çıkan bazı
uygulamalarıyla ve ayrıca, borcu borçla, krediyle ödemekle, yani, el
kesesinden, başkasının parasını bilinçsizce, hovardaca harcamakla, yatırım
yapılması gereken yerlere yatırım yapmamakla, haram lokma haramilerinin talan
ve yağmalarıyla, yeni binyıla birçok eksikle, birçok kirlenme ve hatta
çürümeyle başladığımız, hemen her alanda bir kan değişimine ve yeniden
yapılanmaya muhtaç olduğumuz herkes tarafından kabul edilmektedir. Dünyada ve ülkemizde
bütün sosyal sistemler, sosyal kurumlar, din, devlet ve her oluşum insana
hizmet için var olduğuna göre, insanlarımıza hizmette tek çare, insanları
karanlıktan aydınlığa çıkaran Kuran'a sımsıkı sarılmak ve Atatürk ilke ve
devrimlerine uygun yolda yürümekle olacaktır. Bunları bilerek, açıklanan
programı, Avrupa Birliği Ulusal Programıyla birlikte Avrupa Birliğine girmek
için ve en önemlisi kendi insanlarımız için mutlaka uygulamak durumundayız. Tasarrufa harfiyen
uymamız ve ayağımızı yorganımıza göre uzatarak sıkıntıların paylaşılması
şarttır. Yapısal sorunlarla ahlakî
zaaflar giderilmedikçe krizlerin kaderimiz olmaya devam edeceğini bilerek, önce
ulu önderimiz Atatürk'ün İstiklal Savaşına başlarken söylediği gibi, bugün de
milleti, yine milletin azim ve kararlılığı, yani kuvayi milliye ruhu
kurtaracaktır. Asıl kurtuluş, oradan buradan borç bulmaktan değil; acil,
topyekûn bir ekonomik ve yeniden yapılanma seferberliği ilanıyla kendimize
dönüp, şanlı tarihimizde var olduğu gibi, sosyal benliğimizi arıtmaktan geçer. Bu krizden kurtulmak için
herkesin gayret içerisinde olması aşikâr olup, bazı medya organlarının da,
sanayici derneklerinin de, halkın moralini bozmak yerine, halkımızın
beklentileri doğrultusunda memleketimizin krizden kurtulması için görevlerinin
bilincinde olmaları gerekmektedir. Otokontrol denilen olgu,
kişilerin ve toplumun kendisini disipline etmesi, doğru ve makul değerler
sisteminin fertlere ve topluma hâkim olması durumudur, yani sorun, bir sistem,
iyi ahlak ve etik sorunudur. Sayın milletvekilleri,
artık Türkiye, dürüst insanların, gençlerin ve etik değerleri yüksek olan
bürokrat, siyaset ve ilim adamlarının iyice çoğalarak yönetimde daha fazla söz
sahibi olduğu bir ülke olmak zorundadır. Bu da, en başta milleti temsil eden,
en yüksek organ olan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin yüksek
gayretleriyle, uyumlu, gayretli çalışan koalisyon hükümetiyle ve herkesin
gayretiyle olacak bir durumdur. Bir yanı dinlemeden karar
veren, doğru karar verse bile, adaletsizlik etmiş sayılır. Sayın
Cumhurbaşkanımızın, ülkemizin içinde bulunduğu sosyoekonomik şartları hiçe
sayarak, referandumla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve parlamenterlerin meşruluğunu
tartışmaya açmak istemesi düşündürücüdür. Yoksulluğun tam özgürlüğü
olmaz. 2 500 dolarlardan kurtularak 30 000 dolarlara çıkmamız şarttır; ama, 2
500 dolarlarda kalmamızın vebali şimdiye kadarki tüm sorumluların hepsinin
derece derece üzerinde payı olduğu unutulmamalıdır. Sadece bizi değil, tüm
İslam dünyasını kemiren bela, kamu mallarının, devletin talan edilmesidir.
Yukarıdan ambara istediğin kadar buğday doldur, eğer fareler ambarı alttan
delmişse, ambar hiçbir zaman dolmaz ve daima boşalır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun efendim. KEMAL VATAN (Devamla) -
Teşekkür ederim. Ambarı farelerden
temizlemektir şart olan. Haram lokma haramilerine gereken cezaların verilerek
hadlerini bildirmek farz olmuştur. Kolay yoldan kazanılan paraların şatafat
içerisinde tüm kamuoyunun gözleri önünde harcanması ve görgüsüzlüğün de artık
son bulması gerekir. Komşusu aç olanın, artık, uykusunun rahat olmaması
gerekmektedir. Krizin açtığı maddî
yaraları bugüne kadar olduğu gibi, Türk ailesinin güçlü dayanışma yapısı
sayesinde bir şekilde aşacağız; ama, unutmayalım ki, krizin önümüze serdiği
yaraları neşterleyerek deşmek, irinini temizlemek zorundayız. Bin yıllık tarihi ve 16
devlet ve imparatorluk kurmuş genetiği olan bu ülke çocuklarına hak ettikleri
iyi geleceği hazırlamak, en başta Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ve son
Meclisin içerisinden çıkan uyumlu koalisyon hükümetimiz olmak üzere, tüm
Atatürkçü vatanseverlerin boynunun borcudur. Bu duygu ve düşüncelerle,
hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Vatan. Efendim, Sayın Vatan'a
cevap verecek sayın bakan?.. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Yok. BAŞKAN - Hayır, buradaydı
sayın bakan da; herhalde... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Yok işte Sayın Başkanım, zorlamayın. BAŞKAN - Bilmiyorum
efendim. Başka zaman cevap
verirler efendim. Gündemdışı üçüncü söz,
küreselleşmenin dünyadaki etkileri ve Türkiye'nin durumu konusunda söz isteyen
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Avni Doğan'a aittir. Sayın Doğan, buyurun. (SP
ve MHP sıralarından alkışlar) 4 . – Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan’ın,
küreselleşmenin dünyadaki etkileri ve Türkiye’nin durumuna ilişkin gündemdışı
konuşması AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küreselleşmenin
dünyadaki etkileri üzerine söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan hepinizi
saygıyla selamlarım. Değerli milletvekilleri,
küreselleşme, Türkiye'de tartışılmadan, ne olduğu doğru dürüst anlaşılmadan
binbir övgüyle kabul görmüştür. Aydınımız, bu her renge boyanmaya, her kılığa
girmeye müsait kavramı tartışmasız kabullenmeyi neredeyse aydın olmanın temel
şartı saymıştır. Burada, siyaset adamlarımızın da aynı heyecanla küreselleşme
yanlısı olduğunu söylemeden geçmek yanlış olur. İletişim ağının dünyayı
küçülttüğünü inkâr edemeyiz. Dünyanın küçülmesi, elbette, bizim konjonktür
avcılarının komutlarına göre hareket etmemizi gerektirmez. Türkiye'deki aydın
kirlenmesini iyi görmemiz lazım. Düşünmeyen, sadece telkin edileni Türk kamuoyuna
sunan bir aydın oldubittisiyle karşı karşıyayız. Her sorunumuza yaklaşırken
"küreselleşen dünya koşulları" narasıyla başlayıp hiçbir çözüm
üretmeyen anlayışa birazcık şüpheyle yaklaşmamız gerekiyor. Küreselleşme nedir; yeni
dünya düzeni nedir; hangi tavrı alırsak Türkiye daha güçlü bir ülke olur;
gerçekten tarih sona mı eriyor, yoksa bu tez bir deli saçması mı; millîlik
fikrinin ortadan kalktığı, kültürlerarası farklılıkların ortadan kalktığı bir
dünya kurulabilir mi; kurulursa, bu dünya neye benzer, cennete mi cehenneme mi;
bütün bunları düşünmemiz lazım. Herkesin bilmesi gereken bir gerçek var,
Türkiye, bütün Asya'da ve Afrika'da kimsenin savaşarak sömürgeleştiremediği tek
ülkedir; cumhuriyeti sömürgecilere karşı yaptığı savaşın galibi bir ülke olarak
kurmuştur. Bulunduğu stratejik nokta, her zaman hem kendisini hem de kendisine
düşmanca yaklaşım içinde olanları teyakkuzda tutmaktadır. Tarihin her
döneminde, üzerinde karanlık hesapların yapıldığı bir ülke olma özelliği
vardır. Küreselleşmeye birazcık da bu açıdan bakmak gerekiyor; çünkü, bugüne
kadar olan uygulamalar gösteriyor ki, küreselleşme, Batı dünya egemenliğinin
sürdürülmesini ve mutlaklaştırılmasını sağlama çabaları olarak tezahür ediyor.
Tek kutuplu bir dünya ve bu tek kutuplu dünyanın gerçekleştirilebilmesi için,
özellikle stratejik konuma sahip ülkelerdeki geleneksel devlet anlayışlarının
ortadan kaldırılması; aydınımıza telkin edilen şey budur ve aydınımızın
Türkiye'yi sürüklediği yalancı cennet bundan ibarettir. Tarihin sonu, ulus devlet
anlayışının sonu, kültürel farklılıkların sonu... Burada esas mesele,
küreselleşmenin bütün toplumlardan ziyade, dünya üzerinde farklı bir siyaset
sahibi olacak milletlerin üzerinde bir operasyon olduğunu görmezlikten
gelmektir. Türkiye'nin, 1 asırdır, bir
tercih olarak Batılılaşmayı seçmesi, bu operasyon gerçeğini değiştirmiyor.
Türkiye, maalesef, kendisini büyük devlet yapan unsurları zaten Batıcı bir
mantıkla ortadan kaldırmıştır. Şimdi sıra, kesin bir dönüş yapmaya gelmiştir,
Batı'nın beklediği esas değişim budur; Küreselleşmeye uyum sağlayabilmek için,
Osmanlıyla zirvesine ulaşan, cumhuriyetle devam eden Türk Devlet geleneği
yıkılmalıdır; bu gelenek, sadece yıkılmakla kalmamalı, toplumun şuurundan da
sökülüp atılmalıdır; küreselleşmeyi isteyenlerin temel amacı bu. Küreselleşmenin önündeki
en büyük engeller, köklü, güçlü kültürler ve köklü, güçlü devletlerdir. Galiba,
bizi krizlere taşıyan gerçek, bu gerçektir. Bu gerçek sayesinde Derviş'le
tanıştık; bu hakikati görmek durumundayız. Batının, dünya egemenliğini
sürdürme gayretinden başka bir şey olmayan küreselleşme süreci, Batılılaşmanın
en büyük aktörü olan devleti bile küreselleşme için bir engel olarak görmeye
başlamıştır. Artık, Batılı gibi olmak için devlete bile ihtiyaç yoktur. Hatta
devlet, Batılı olmanın en büyük engeli haline gelmiştir; tasfiye edilmelidir;
çünkü, yapacağını yapmıştır. Kadim Doğu-Batı
çatışmasının doğal sonucu olarak çıkacak bir çatışmada, yeniden kendi
geçmişinin sözcülüğünü yapabilecek büyük bir tehlike olarak, Batının önünde,
hâlâ Türk Devleti vardır. İşte, bunun için, Avrupa Birliği savunmasının dışında
tutuluyor Türkiye ve bizim bilmemiz gereken gerçek şu ki, tarihte milletler hep
benzer sorunlarla karşılaşmışlardır. Bu sorunları çözerken, içinde yaşadıkları
coğrafyanın gereği, mensup oldukları kültürün gereği, ekonomik gücün gereği,
sahip oldukları medeniyetin gereği farklı yollar izlemişlerdir. Bundan sonra da
olacak olanın, kimsenin değiştirmeyeceği gerçek, bu gerçektir. Biz de,
siyasetimizi bu gerçekler ışığında yeniden gözden geçirmek durumundayız. Bu
memleketin en büyük faciası, tartışmadan ürken, her aydınlıktan yangın kokusu
alan bir egemen anlayışla kuşatılmış olmasıdır. Cemil Meriç'in deyimiyle
"En büyük dava, bu topraklar üzerinde münevverin nefes alabilecek hale
gelmesi..." Bunu ben ekliyorum: Siyasetin, siyasetçinin nefes alabilecek
hale gelmesi... Tartışan, korkmayan, dünyayı tanıdığı kadar kendini, kendi
kültürünü, kendi milletini de tanıyan münevverin, siyasetçinin... Türkiye'nin
ihtiyacı bu. Eğer, bütün bunları yaparsak, egemen bir millet, güçlü bir devlet
olarak, dünya toplumlarının karşılaştığı her sorunda çözüm üretebilen bir
noktada oluruz; aksi halde, hep bizim sorunlarımız için dışarıdan çözüm
dayatılır. Türkiye'nin geldiği bu
noktada, Batıdan gelen her öneriye teslim olan devlet anlayışı da, anlayışına
uymayana karşı, vahşi bir refleks, inanılmaz bir saldırı hali takınan devlet
anlayışı da sona ermelidir. Bilmeliyiz ki, bu iki anlayış da, güçlü bir
devletin en büyük düşmanıdır. BAŞKAN - Sayın Doğan,
toparlar mısınız... AVNİ DOĞAN (Devamla) -
Bitiriyorum. BAŞKAN - Ben, size peşin
süre verdim; onun için 8 dakika oldu. AVNİ DOĞAN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Türkiye'nin ihtiyacı,
kendini tanımak ve evrensel hukuk normlarında bir demokrasi kurmaktır. Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Doğan,
konuşmanızdan ötürü teşekkür ediyor ve tebrik ediyorum. Sayın Doğan'a cevap
verecek Sayın Bakan?.. Yok. Bundan sonra sunuşlara
devam edeceğiz; 37 nci maddeye göre doğrudan gündeme alınma önergeleri var,
RTÜK'e üye seçimini yapacağız. Onun için, müsaadenizle
birleşime 10 dakika ara veriyorum. Kapanma Saati:17.35 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 17.45 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Melda BAYER
(Ankara) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 13 üncü Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri,
bir gensoru önergesi vardır; okutuyorum: III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam) D) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI
Önergelerİ 1. – Saadet
Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu,
Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi
Hatipoğlu'nun, özelleştirme sürecinde alınan yanlış kararlarla Devleti zarara
uğrattıkları iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/20) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına 57 nci hükümetin
özelleştirme ile ilgili aldığı yanlış kararlar, devleti zarara sokarken
ekonomik krizin de artmasına neden olmuştur. Halen özelleştirme kapsamına
alınan birçok kuruluş kendi haline terk edilmiştir. Özelleştirme şartları
sağlanmadan kuruluşlar özelleştirme programına alındığı, özelleştirme sürecinde
idare aleyhine açılan davalar kaybedilerek milyarlarca lira tazminat ödendiği,
eski teknolojiyle çalışan KİT'ler hakkında zamanında karar verilmediği için
zararlarının arttığı, satılanların nihaî devir sözleşmelerinin makul bir sürede
sonuçlandırılamadığı, devir sözleşmesi imzalandıktan sonra şartnamelerin aslî
unsurları değiştirilerek alıcı firmalar lehine işlemler yapıldığı gibi
sebeplerden dolayı 57 nci hükümet devleti zarara sokmuştur. İlişikte sunulan
gerekçeler ve görüşmeler sırasında arz edilecek nedenlerden dolayı Başbakan
Bülent Ecevit ve 57 nci hükümet hakkında Anayasanın 99 ve İçtüzüğün 106 ncı
maddesine göre gensoru açılmasını arz ve talep ederiz.
Gerekçe : 1 - Özelleştirme İdaresi
Yüksek Kurulu Başkanı ve Bakanlar Kurulunun Başkanı Başbakan Sayın Bülent
Ecevit'tir. Dolayısıyla, Özelleştirme Yüksek Kurulunun ve Bakanlar Kurulunun
aldığı tüm kararlardan doğrudan Bülent Ecevit sorumludur. 2 - Son üç yılda
hükümetin yaptığı özelleştirmeler fiyaskoyla neticelenmiş, milyonlarca dolar
ilan, reklam ve danışmanlık ücreti verilerek kuruluşlar satışa çıkarılmış fakat
satılamamıştır. 3 - Özelleştirme için
gerekli hazırlık çalışmaları tamamlanmadan ve özelleştirme şartları sağlanmadan
özelleştirme programına alınan kurumlar belirsizlik nedeniyle bekletilmekte, bu
sebeple de zararları her geçen gün artmaktadır. 4 - Eski teknoloji ile
çalışan ve zarar eden KİT'lerle ilgili kararların zamanında verilmediği için
zararları artarak devam etmekte, bu zararların telafisi için de herhangi bir
çalışma yapılmadığı gözlenmektedir. 5 - İhale edilip satılan
KİT'lerin onay işlemleri uzunca bir süre bekletilmekte, nihaî devir işlemleri
zamanında sonuçlandırılmamakta ve bu uygulamalar da tereddütlere yol
açmaktadır. 6 - Devir sözleşmesi
imzalandıktan sonra, ihale şartnamesinde belirlenen şartların aslî unsurlarını
değiştirici nitelikteki firma taleplerinin değerlendirildiği için idare ciddî
anlamda zarara uğratılmaktadır. 7 - Özelleştirme Fonu
kötü yönetilmektedir. Bunun sonucunda fona alınan iç ve dış krediler anapara ve
faiz ödemelerine gitmektedir. Bu nedenle, gelecek yıllardaki özelleştirme
gelirlerinin şimdiden kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, 4046 sayılı
Özelleştirme Kanununda değişiklik yapılarak fon kaynaklarının Hazineye
aktarılması öngörülmüştür. Yani, bundan sonraki özelleştirme gelirleri iç ve
dışborçların ödenmesinde kullanılacaktır. 8- Kötü yönetim sebebiyle
fon bütçesi 1999 yılında 41 trilyon 368 milyar 508 milyon dönem zararı ile
kapatılmıştır. Bu zarar, 2000 ve 2001 yılında da artarak devam etmektedir. Bu sebeplerden dolayı
Başbakan Bülent Ecevit ve 57 nci hükümet hakkında gensoru açılması zarureti
hâsıl olmuştur. BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur. Önergenin görüşme günü
Danışma Kurulunca daha sonra belirlenecek, oylarınıza sunulacaktır. Saadet Partisi Grubunun,
İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, işleme
alacağım, sonra da oylarınıza sunacağım. IV. – ÖNERİLER A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1. – Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki
sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin SP Grup önerisi 30.10.2001 Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Danışma Kurulunun 30 Ekim
2001 Salı günü saat 13.00'te yaptığı toplantıda siyasî parti grupları arasında
oybirliği sağlanamadığından, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre aşağıdaki önerimizin
Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim. Veysel
Candan Saadet
Partisi Grup
Başkanvekili ÖNERİ: Gündemin "Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmında yer
alan; (10/16), (10/141) esas
nolu; köylerin ve çiftçilerin sorunlarının araştırılarak köy kalkınmasıyla
ilgili gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, (10/21) esas nolu;
hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak ele alınması, (10/22), (10/43),
(10/58), (10/83), (10/121), (10/175), (10/194) esas nolu; tarım sektörünün
sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirler, (10/15), (10/30),
(10/147) esas nolu; ülkemizde yaşanan ekonomik krizin ve işsizlik ve yoksulluk
sorununun araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, (10/33), (10/154) esas
nolu; bankacılık sektörünün sorunları ve devlete devredilen bankaların batış
nedenlerinin araştırılması amacıyla, (10/52), (10/53) esas
nolu; sermaye piyasası ve borsaların durumu ve özelleştirmeyle ilgili iddiaların
araştırılması amacıyla, (10/114), (10/118),
(10/128), (10/140), (10/160), (10/137) esas nolu; ücretlilerin durumunun
araştırılarak alınması gereken tedbirler hakkında ve emeklilerin sorunlarının
araştırılması hakkında, (10/116), (10/129) esas
nolu; KOBİ'lerin sorunlarının araştırılarak çözüm önerilerinin tespiti
hakkında, (10/192) esas nolu; esnaf
ve sanatkârların sorunlarının araştırılarak alınacak önlemlerin belirlenmesi
amacıyla; Verilmiş bulunan Meclis
araştırma önergelerinin birleştirilerek bir an önce görüşülmelerinin temini. BAŞKAN - Sayın Candan,
buyurun efendim. Süreniz 10 dakikadır. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bugün Danışma Kurulu toplantısında uzlaşma
sağlanamadı. Saadet Partisi olarak teklifimiz, biraz önce okunduğu gibidir. Bu
elimdeki metinde, Parlamentonun gündemi yazılı. Bu gündemde 168 adet araştırma
ve genel görüşme önergesi var; bunlar çeşitli partiler tarafından verilmiş
-yani, hem hükümeti oluşturan partiler hem muhalefet tarafından verilmiştir- ve
bunların başlangıç tarihine baktığımız zaman, birçoğu iki yılı aşmıştır. Parlamentoda
milletvekilleri ne yaparlar; gündemdışı konuşma yaparlar; bölgesiyle ilgili
araştırma önergesi hazırlarlar; ama, görüyoruz ki, hükümet, her Danışma Kurulu
toplantısına gittiğimizde, bu sefer Medenî Kanunu, daha sonra Vergi Kanununu,
daha sonra başka bir kanun tasarısını getiriyor ve maalesef, burada sayısal
çoğunluğa bağlı olarak da Parlamento by-pass ediliyor. Biraz önce, Parlamento
açılışında Bakanvekilimiz konuştular; Meclisin itibarı... Gruplar adına da
konuşmalar yapıldı, basında Parlamentonun aleyhinde haberler var denildi,
Cumhurbaşkanının milletvekili sayısıyla ilgili görüşleri de ortaya konuldu.
Bunlar doğru da, bu doğru tespitleri yaptıktan sonra, bir de, Parlamentonun
itibarını kendi eliyle zedelemiyor mu? Yani, bunu bürokratlar, bunu
Türkiye'deki aklı eren insanlar bilmiyor mu? Bu, tutanaklara geçiyor ve beş yıl
müzakere edilmeden gidiyor. Yani, biz, bu önergemizle, aslında, Meclisin
denetimini gündeme getirmeye çalıştık. Şimdi, değerli
arkadaşlar, belki merak edeceksiniz, okuma imkânınız oldu mu, bilmiyorum; ben,
186 önergenin içerisinde neler var, acaba hangi konuların araştırılması lazımdı
diye baktım: Köylü ve çiftçilerin sorunları; hükümet diyor ki, biz onları
görüşmüyoruz, onları araştırmaya lüzum yok. Hayvancılık sektörü; ona da lüzum
yok. Tarım sektörü; diyeceksiniz ki, sıraya girmiş. İki yıl olmuş sıraya
gireli, niye gündeme getirip, görüşmüyoruz; onu söylemeye çalışıyoruz. Yine,
işsizlik ve yoksulluk var, bankacılık sektörü var, özelleştirme var,
ücretlilerin konuları var, işçi, memur, emekliler var, esnaf ve sanatkâr var.
Yani, şimdi, hükümetin mantalitesi aynı IMF mantığı gibi; Türkiye'nin reel
gerçeklerini görmeden, Sayın Kemal Derviş İtalya'da, Sayın Kemal Derviş
Fransa'da, Sayın Kemal Derviş IMF'de... Peki, çiftçiler ne olacak?! Biz, bu araştırma
önergelerinin tarihlerine baktık, eğer o günkü şartlar içerisinde bu araştırma
komisyonları kurulsa, o günkü şartlarda bazı tedbirler alsa, belki, bugünkü
tabloya gelmemek de mümkündü. Bakın, değerli
arkadaşlar, bir kere şunu kabul edin: Demokrasilerde muhalefet önemlidir. Her
zaman hükümet vardır; ama, muhalefet her zaman çok daha önemlidir. Bugün Danışma Kurulunda
şunu gündeme getirdik: Bir araştırma önergesi veriliyor. Beş parti buna onay
veriyor ve YÖK'le ilgili bir komisyon kuruluyor -o zaman beş parti var
Parlamentoda- ve bu komisyon çalışmalarını dört ayda tamamlıyor, raporunu
hazırlıyor; rapor Genel Kurula gelip müzakere edilecek ve oylanacak, onbeş
aydır Parlamento Genel Kuruluna gelmiyor. Yani, bu hükümet bunun altında kalır,
bunun hesabını veremez. Burada denetimden kaçmak mümkün; yani, biraz sonra,
yine, Sayın Başkan "öneriyi kabul edenler, etmeyenler" diyecek,
sayısal çoğunluğunuzla belki reddedeceksiniz; ama, işte, Parlamentonun itibarı
böyle erozyona uğruyor. Halbuki, ben, bu YÖK
Araştırma Komisyonu raporunda ne var diye baktım; yolsuzluk iddiası var. Daha
ne var; usulsüzlük var. Daha ne var; savcılığa suç duyurusu var. Peki, Parlamentonun
böyle bir raporu bekletme yetkisi var mı? Kaldı ki, Anayasa değişikliği paketi
içerisinde soruşturma komisyonlarının nasıl çalışacağı da belli; belki, bu bir
soruşturma komisyonuna da dönüşecekti. Yani, özetle söylemek gerekirse, hükümet
gündemi değiştiriyor; hükümet, durmadan, birtakım gerekçelerle,
milletvekillerinin çalışmalarına değer vermiyor. Değerli arkadaşlar,
gündeme alınan bu araştırma önergeleri, hangi partinin milletvekili tarafından
verilmiş olursa olsun, bir emek mahsulüdür; milletvekilimiz ilgi duymuştur, o
konuyu araştırmıştır. Peki, şimdi şunu soruyorum: Kendi parlamentosunda itibar
görmeyen milletvekillerine dışarıda itibar edilir mi? Peki, şunu sormak
istiyorum: Basında, iki dakikalık bir televizyon programına çıkmak için... Burada
anayasa değişikliği yaptık, siyasî yasakları görüştük. Komisyonda kabul
edilenler burada reddedilmedi mi? Mademki öyle, neden, bir ve beraber olarak
siyasette yasakları kaldırmadık; neden, siyasî partilerin kapatılmasını
önleyici kararlarda, burada beraber olmadık?! O zaman, bana dokunmayan yılan
bir yaşasın mantığı... Bu mantıkla demokrasi
olmaz, bu mantıkla Parlamento itibar filan da kazanmaz. Kaldı ki,
Cumhurbaşkanı, milletvekili sayısına 300 de diyebilir, 400 de diyebilir, 250 de
diyebilir; o, onun görüşüdür. O değişikliği yapacak bu Parlamentoysa, mantıklı,
akıllı ve doğru olanı yapmak lazım. Hangi akla uygundur, gece 12'den sonra bir
önerge vereceksiniz, gece yarısı değiştireceksiniz? Bunlar, zaten, yanlış
yapılanlar, hatalar diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlar, peki,
bu araştırma önergeleri müzakere edilmedi, tartışılmadı da ne oldu? Bakın, ne
oldu: Şimdi, bugün, Danışma Kurulunda hükümet dedi ki, bizim iki şeyimiz var,
bir tanesi Medenî Kanun, bir tanesi de bütçe. Şimdi, bilmiyorum, Tarım Bakanımız
burada mı; köylü ve çiftçi sorunlarını araştırmış olsaydık, orada pamuk -biraz
önce tartışılan- orada buğday, orada çiftçilerimizin borçları da gündeme
gelecekti. Bakın, şimdi, bölgelerinize dikkat ederseniz, Ziraat Bankası bir
genelge gönderdi; genelgedeki duruma bir bakın, bu araştırma önergesinde neden
ısrar ettiğimiz anlaşılacak. Diyor ki "1 milyar borcu olan bir çiftçi 3,5
milyar olarak ödeyecek, 5 milyar borcu olan bir çiftçi 17 milyar olarak
ödeyecek, 10 milyar borcu olan bir çiftçi 31 milyar olarak ödeyecek."
Ziraat Bankası bürokrattır ve onun bir derdi falan da yoktur, sadece verdiği
parayı geri alır. Sayın Derviş'in bürokratları, Ziraat Bankasının yetkilileri
diyor ki "10 milyar borcu olan, borcunun yüzde 10'unu -yani 1 milyarını- öderse,
geri kalan 9 milyarı 31 milyar olarak ödeyecek." Ayda 802 milyon... Adam
mazotu alamazken, gübreyi alamazken, ilacı alamazken, tarım alanlarının yüzde
50'den fazlası ekilemezken, mantığa bakın yani ve siz sorduğunuz zaman, tabiî,
burada hakkı teslim etmek lazım, Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp "ziraatin
ödeme planı imkânsız" dedi. Sayın Bakan da bu işin farkında. Yani, bir
yerde, müzakere edilip, tartışılıp, konuyu ortaya çıkaracağımız ve hükümete bu
konuyla ilgili yardımcı olacağımız yerde, baltayı taşa vuruyorsun. Olmayacak
işlerle plan ve programlar ortaya konuyor. Netice itibariyle, şunu
ifade etmeye çalışıyorum: Verilen araştırma ve soruşturma önergeleri için,
mutlaka, haftanın salı günü denetim olmalıdır. Denetim demek, mutlaka,
yolsuzluğun ortaya çıkarılması anlamına gelmez. Kaldı ki, araştırma önergeleri
o konuyla ilgili detay bilgiler ortaya konmayı ve araştırmayı amaçlar ve her
partiden milletvekillerimizin içinde bulunduğu bir müzakere ortamında bir
çalışma yapar. Onun için, ben, salı günleri mutlaka denetim üzerinde ağırlıkla
durulmasının doğru olacağı kanaatindeyim. Kaldı ki, biz, Saadet
Partisi olarak konuya o kadar olumlu yaklaştık ki, bu 168 araştırma önergesinin
asgarî 30'u veya 40'ı birbirine çok yakın; İçtüzüğe göre, bunların da
birleştirilerek, biraz daha aza indirilerek müzakereye açılmasının, bazı
şeylerin bu kürsüden konuşulmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz. Yani,
hükümeti, denetimden kaçmanın doğru olmadığı noktasında bir kere daha
uyarıyoruz. Mutlaka salı günleri denetim mekanizmasının işletilmesinin doğru
olacağı kanaatindeyim. Verdiğimiz öneri de bununla ilgilidir. Muhterem heyetinize
saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Aleyhte söz
isteyen var mı efendim?.. Yok. Efendim, öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir
efendim. Efendim, Demokratik Sol
Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19
uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; önce okutup işleme alacağım,
sonra oylarınıza sunacağım. 2. – Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki
sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının
müşterek önerisi Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Danışma Kurulunun 30 Ekim
2001 Salı günü yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları arasında oybirliği
sağlanamadığından, gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin Genel Kurulun
onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
Öneri: Genel Kurulun 30 Ekim
2001 Salı günü 15.00-20.00, 31 Ekim 2001 Çarşamba günü ve 1 Kasım 2001 Perşembe
günleri 14.00-20.00 saatleri arasında çalışması; 30 Ekim 2001 Salı günü Radyo
ve Televizyon Üst Kurulunda boşalan üyelik için yapılacak seçimin
tamamlanmasından sonra denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesi önerilmiştir. BAŞKAN - Aleyhte, Erzurum
Milletvekili Sayın Lütfü Esengün konuşacaktır. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Bendenizin de söz talebi var. BAŞKAN - Zatıâliniz
ikinci sıradasınız; iki lehte, iki aleyhte, onun için. Sıraya göre; rütbeye
göre vermiyorum. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Peki efendim. Önemli değil, sırası önemli değil... BAŞKAN - Sayın Esengün,
buyurun efendim. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; iktidar partilerinin önerisi üzerinde düşüncelerimi açıklamak üzere
huzurunuzdayım; hepinizi, saygıyla selamlıyorum. Getirilen teklifle,
bugün, yarın ve perşembe günü, 14.00-20.00 saatleri arasında çalışma
isteniliyor ve bugün ve yarın, yine, sözlü soruların görüşülmemesi, bugün dahil
olmak üzere Medenî Kanun Tasarısının görüşmelerine devam edilmesi arzu
ediliyor. Biz, Meclisin
çalışmasından yanayız; tabiî ki, Meclis çalışsın, çalışma saatleri artırılsın;
icap ederse, gece yarılarına, sabahlara kadar da çalışılsın. Ancak, bütün bu
yapılan çalışmaların milletimizin derdine de derman olması istikametinde
olmasını istemek, bizim de en tabiî hakkımız. İkibuçuk seneden beri, bu
Meclis, belki, tarihinin en yoğun çalışma dönemini yaşadı; İçtüzükte yapılan
değişikliklerle muhalefetin sözünün, sesinin kısılması suretiyle, özellikle,
yasa tasarılarının, tekliflerinin görüşülmesi daha da hızlandırıldı ve sonuçta
da, birçok kanun çıktı, yüzlerce kanun çıktı; ama, geldiğimiz noktada, bugün,
Anadolu'nun hangi köşesine giderseniz gidin, o çıkarılan kanunlar, o yapılan
düzenlemeler, milletimizin hiçbir derdini halletmedi, aksine daha da artırdı. Şimdi, Meclis gündeminde
neler var; birikmiş epeyce yoğun talepler var milletvekillerinin veya
hükümetin. 190 tane genel görüşme önergesi, araştırma önergesi gündemde
bekliyor. Biraz evvel Grubumuzun yaptığı haklı bir teklif vardı; Meclis
gündeminde birikmiş bekleyen, köylünün, hayvancılığın, benzeri halk
kesimlerinin sorunlarını birlikte ele alalım, bir araştırma komisyonuna havale
edelim, en azından Mecliste görüşülmüş olsun, Mecliste bir komisyon, bu
sorunları, bu dertleri, bu problemleri ve çözümlerini araştırsın; ama,
maalesef, reddedildi. 760 - 800 civarında sözlü
soru var. Sözlü sorular, maalesef, zamanında cevaplandırılmıyor. Sözlü
soruların görüşülmesi sırasında Meclis, bir yönüyle de ciddiyetini kaybediyor
desem yeridir; çünkü, sorulara cevap verecek bakanlar çoğu kez yerinde
bulunmuyor, sorular cevaplandırılmıyor, verilen cevaplar da, üzerinden çok uzun
zaman geçtiği için artık bir mana ifade etmiyor ve yine, elimizdeki gündemde
281 adet kanun tasarı ve teklifi var. Netice itibariyle, Meclisin çok çalışması
lazım; bunu kabul ediyoruz; ama, gelin görün ki, sözümün başında da ifade
ettim, yaptığımız çalışmalar, hep bazı kesimlerin, IMF'nin... Şu Medenî Kanun
bir an evvel çıkarılacak da ne gelecek; Tütün Yasası gelecek, benzeri yasalar
gelecek. Kim istiyor bunları; köylünün aleyhine olmasına rağmen, IMF istediği
için öncelikli, onlar görüşülecek. Gelin bakın, şu gündemde birçok ilin
büyükşehir olması için beklentileri var, verilmiş teklifler var, ta gündeme kadar
inmiş teklifler var; Denizli, Şanlıurfa, Trabzon, Kahramanmaraş ve daha bazı
iller büyükşehir olmayı bekliyor; ama, gündemde bunu öne almaya hükümetin
cesareti yok, cesaretten de öte parası yok, ondan da öte IMF var başında. Bu
IMF olduğu sürece, IMF programları tatbik edildiği, uygulandığı sürece ve IMF
artık başında dikilip de hükümetin, hatta hükümetin içerisine bakan sokarak
sizi denetlediği sürece bu illeri büyükşehir yapmanız falan söz konusu değil. Bütün
milletvekillerimizin kendi illerine üniversite açılması yönünde teklifleri var.
Gündemde, belki 20-30 ile, belki daha da fazla ile üniversite açılsın diye
verilmiş teklifler var. Milletvekili arkadaşlarımız her türlü gayreti
göstermiş, gündeme kadar getirmişler; ama, iş orada bitiyor maalesef. İktidar
milletvekillerinin verdiği tekliflerin dahi burada görüşülmesi, kabul edilmesi
mümkün değil. Hiçbir ile üniversite açamaz bu hükümet. Niye açamaz; içinde
bulunduğumuz hal belli; Erzurum'da, günlerce, üniversitenin kaloriferleri
yanmadı "ödenek yok" diye. Üniversitenin kaloriferini yakamayan bir
yönetimin yeni üniversite açması da tabiî ki hayal olur. Daha neler var; yeni il
kurulması, yeni ilçe kurulmasına dair birçok teklif var yine milletvekili
arkadaşlarımızın verdiği. Bunların da kabulü, yasalaşması mümkün değil. Bunlar,
siyaseten verilmiş, verilen sözler yerine getirilsin diye, elden gelen
gayretlerin hepsi gösterilmiş olsun diye verilmiş teklifler; ama, ne bir köyün
ilçe yapılması, ne bir ilçenin il yapılması yine bu hükümet zamanında mümkün olmayacak.
Seçim arifesinde dahi yapamayacaksınız bunu. Ona benzer daha nice teklifler
var. Doğu Anadolu Projesi kanun teklifleri, Konya Ovası Projesi (KOP)
teşkilatının kurulmasına dair teklif, Karadeniz Kalkınma Projesiyle (KAP)
ilgili teklif. Daha birçok teklif Meclis gündeminde yatıyor. Değerli arkadaşlar,
şimdi, bu çalışmayla ne amaçlanıyor?.. Bu hafta Medenî Kanun Tasarısı bir an
evvel bitirilsin, yasalaşsın. 1 037 maddelik bir tasarı iki günlük müzakereyle
bitsin isteniyor. Tabiî, temel kanun olarak kabul edildi, on bölüme ayrıldı,
koskoca kanun on bölüm halinde, önergeler de en asgariye indirilmiş şekliyle
görüşülecek. Yani, bir bakıma toptancılık yapılacak, bu kanunun maddelerinde,
tek tek, ne var kimse bilmeyecek, okumayacak, buradan kürsüden dahi okunmayacak,
sadece toptan bir görüşme, iş hem toptancılığa hem de oldu bittiye getirilecek,
önerge yok, müzakere yok, sonunda da yeni Medenî Kanun!.. Bakınız, geçen hafta,
yine, burada huzurunuzda ifade ettim, bu Medenî Kanun Tasarısının
görüşmeleriyle ilgili Adalet Komisyonundaki muhalefet şerhlerini, MHP'li
arkadaşımızın, o günün Fazilet Partili milletvekillerimizin, yine, zannedersem,
Anavatan Partili milletvekilin muhalefet şerhi var; bu muhalefet şerhlerini,
lütfen, bir defa okuyun; gerçekten çok haklı itirazlar var; inancımıza, millî
bünyemize, örf ve ahlakımıza uymayan düzenlemeler var. Her ne kadar iyi niyetle
yapılıyor iddiası olsa dahi, bu Medenî Kanunun yürürlüğe girmesi, özellikle
aile kurumumuzu kökünden sarsacak. Bu endişeleri herkes taşıyor. Mal rejimleri,
aile kurumunu, ailedeki mal birliğini veya malî rejimi tam bir ticarî şirket
havasıyla, o düşünceyle yönetecek. Sonuçta da, Medenî Kanun Tasarısı ne kadar
iyi niyetle getirilmiş olursa olsun, önümüzdeki dönemde, aile kurumumuzu
kökünden sarsacak endişeleri var. Sayın Bakan bu konuda
gayet inatlı ve ısrarlı; ille de bu Medenî Kanun, özellikle de aile mal rejimi
benim dediğim gibi olacak diye bir ısrarı var ve bu ısrarını Adalet
Komisyonunda gördük. Adalet Komisyonunda, kabul edilmiş bir düzenleme olmasına
rağmen, istifa tehdidiyle tekriri müzakereyle yeniden ele alındı ve Sayın
Bakanın dediği şekle getirildi. Bizim, Sayın Bakana
tavsiyemiz şudur ki: Medenî Kanunu düzeltmek, yeni bir Medenî Kanun yapmak
suretiyle tarihe geçmek yerine, getirin, Anayasanın 69 uncu maddesini, 76 ncı
maddesini, değiştirelim; buna da Adalet Bakanı öncülük yapsın. Türkiye'de
siyasî yasaklar kalksın, Türkiye bu ayıptan kurtulsun, demokrasi önündeki
engeller kaldırılsın. 312'yi, bu Adalet Bakanının öncülüğünde bu Meclis
değiştirsin. O zaman, Sayın Bakan da gerçekten tarihe geçsin, gerçekten bütün
milletin tasvibini kazansın. Yoksa, şu anda, hiç kimsenin, milletin hiçbir
kesiminin yeni bir Medenî Kanun diye bir beklentisi yok. Değerli arkadaşlar, bugün
Anadolu'nun neresine giderseniz gidin, millet inim inim inliyor. Bakınız, geçenlerde bir
kanun çıktı, 50 milyar liraya kadar olan faiz gelirleri vergi dışına çıkarıldı,
vergi alınmayacak 50 milyar liraya kadar olan faizden; ama, öbür tarafta, bir
kundura tamircisi, hâlâ, bu devlete vergi vermekle mükellef. O da yetmiyor
-işte, bugün, gazetelerde, medyada, herkesin dilinde- yeni bütçe kanunuyla,
bütün vergiler, harçlar, en az yüzde 50 artırılacak, milletin sırtına, yeni
yeni yükler vurulacak. BAŞKAN - Toparlar mısınız
efendim. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım. Ve, artık, milletin sabrı
tükendi. 54 üncü hükümet zamanında sokaklara dökülen, o hükümeti yıkmak için,
görevden düşürmek için bir araya gelen "5'li inisiyatif" denilen
sivil toplum kuruluşu, ancak uyanabildi ikibuçuk sene geçtikten sonra. İkibuçuk
sene içerisinde her şey kötüye vardıktan sonra, millet bu felaketin içine
düştükten sonra, Türk-İş'i, TİSK'i, TESK'i ancak bir araya gelebildiler. O, bir
zamanlar, gece sokaklara çıkıp da -bilmem nasıl deniyordu "sürekli
aydınlık için, 1 dakika karanlık" gibi- gösteri yapanların, bugün,
maalesef, hiçbirisi görünmüyor ortada. M. ZEKİ SEZER (Ankara) -
Karanlık yok ki!.. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
lütfedersiniz siz... Lütfen... LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) -
Saygı sunayım... BAŞKAN - Daha, önümüzde,
bir oylama var. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) -
Bu, böyle gitmez. Medenî Kanunu çıkarmakla veya Mecliste, Meclis gündeminde,
birtakım, IMF'nin veya başka kesimlerin getirdiği tasarıları görüşüp
yasalaştırmakla hiçbir şeyi halledemezsiniz. Bu millet sizden bir şey bekliyor
-hükümet için söylüyorum- uzun uzun yasalar getireceğinize, iki satırlık
istifanameyi bu milletin huzuruna getirin, millet de, sizden, Allah razı olsun,
kurtulduk desin. Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Aleyhte ikinci
söz, Çorum Milletvekili Sayın Yasin Hatiboğlu'nda. Buyurun efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum)
Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Umuyorum ki ve temenni
ediyorum ki, en kötü günümüz - o tabiri kullanıyorlar- bugün olsun; yani, iyi
günler temenni ediyoruz; ama, tabiî "bal yedim"demekle ağız tatlı
olmuyor. Yani, eğer, bir insanın ağzına soğan doğrayıp dökmüşseniz, ağzı
tatlanmıyor; ne derse desin... Niyet yetmiyor; niyeti fiile intikal ettirmek
gerekiyor. Sayın Başkan, benim,
Parlamentonun şahsı manevisiyle ilgili, itibarıyla ilgili, kendileri gibi ne
kadar hassas olduğumu bildikleri için, beni, biraz da tahrik ederek
"konuşmuyor musun"dediler. Konuşmadığım, bundan dolayı talebine
olumlu cevap veremediğim için üzgünüm, özür diliyorum; keşke konuşabilseydim!..
Hatırlayacaksınız, çok
önemli bir konu için bu kürsüdeydim; ama, yine, Sayın Başkanımızın yol açışıyla,
bendeniz de Parlamentonun itibarıyla ilgili bazı meseleleri burada dile
getirmeye bir başladım, sonra da, Heyetiniz "ne olursun, şu tatlı havayı
başka konulara da aktarmayalım, karıştırmayalım, öylece kalsın"dediler,
buyurdular; ben de öyle bıraktım. Buradan şunu ifade etmek
istiyorum: Parlamentonun itibarı...Bizim itibarlarımız, şahsen be şahıs; bizim
itibarlarımız zedelenebilir; zedelenmemeli ama, zedelenebilir; ama,
Parlamentonun kolektif itibarı, müşterek itibarı zedelenmemelidir. Değerli milletvekilleri,
gazi insanlar vardır. Bu, her milletin tarihinde var mıdır bilmiyorum, ama,
benim milletimin tarihinde epeyce gazi vardır; ama, insandır, ölümlüdür; namı
kalır, namı ölmez, kendisi ölür; ama, bir kurum vardır ki, gazi olan kurum, o,
Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Dünyanın başka bir gazi kurumu yoktur. Savaşı
bizzat yöneten ve yürüten bir başka parlamento yoktur. Bu Gazi Parlamentoya,
saldırılar ilk defa olmuş değil, gazilik unvanı boşuna da verilmiş değil.
Millet, gazilik unvanını niye verdi; cepheden cepheye savaştığı için, yaralamak
için, yok etmek için saldıran düşmanlara göğüs gerdiği için ve üzülerek ifade
ediyorum ki, o gün Gazi Meclisi yaralamak isteyenlerin, yaralamaya gücü
yetmedi; ama, gene üzülerek ifade ediyorum ki, bugün, Parlamentoyu yaralamak,
galiba, çok kolay oldu. Onun için, ben, o konuda fazla bir şey söyleyecek
değilim. Şunu hatırlatmak
istiyorum: Bu Parlamentonun üyeleri dövüldü, yerlerini, zamanını söyleyecek
değilim. Herkes, dövülen milletvekilinin hangi gruba mensup olduğuna baktı,
kendi grubundan değilse "eh, o da doğru davransaydı" denildi. Çok
acıyla, ıstırapla, hatta, biraz da hislenerek arz etmiştim, bu ülkede,
Parlamentonun temeli olan, cumhuriyetin temeli olan niteliklerinden, demokrasi
ve demokrasinin temeli olan vazgeçilmez unsur siyasî partiler, samyeli yemiş
başaklar gibi dibine düştü köklerinin, kimseden ses çıkmadı. Değerli milletvekilleri,
sahip çıkılacak yerde sahip çıkmazsak, sonra sahip çıkmanın bir anlamı
kalmıyor. Ben, bunu arz ederek, şimdi geliyorum grup önerisine. Değerli milletvekilleri,
biz, bir hafta önce, bir Danışma Kurulu toplantısı yaptık ve bir karar aldık
orada, geldik, oyladık ve orada neleri konuştuk, hatırlayalım: Medenî Kanun
Tasarısı temel yasa olsun mu olmasın mı, olsun; kaç bölüm olsun, onu
kararlaştırdık; söz süreleri ne olsun, onu kararlaştırdık; önerge sayısı kaç
olsun, onu kararlaştırdık; çalışma gün, saatleri ne olsun, onu kararlaştırdık.
Denetim günlerine de dokunmadık, hiç dokunmadık; denetim günleri kaldı ve
aldığımız bu kararı daha bitirmeden, onun gereklerini ikmal etmeden, yeni bir
Danışma Kurulu önerisi geldi, daha doğrusu grup önerisi geldi. Peki, niye,
sebep ne?! Değerli milletvekilleri,
biz, orada -ben, Saadet Partisi olarak arz ve ifade ediyorum- bu anlaşma
çerçevesinde size olur verdik. Biz, şimdi, kendimizi, üzülerek ifade edeyim,
aldatılmış hissediyoruz. Yani, siz, bu şartlarla o gün önümüze gelseydiniz,
biz, temel yasa olarak geçmesine izin vermezdik. Siz, geldiniz, evvela, bu
şartlarla temel yasa olarak kabulünü bizden aldınız; onu sağlama bağladıktan
sonra, şimdi, denetimi ortadan kaldırmaya kalkışıyorsunuz. Bu, doğru değildir;
bu, güveni sarsar ve Danışma Kurulunun olağanüstü hallerde çalışması lazım
geldiğini ortadan kaldırırsınız, olağan kural haline getirirsiniz. Değerli milletvekilleri,
böyle olacaksa, İçtüzüğün 54 üncü maddesinin anlamı ne?! İçtüzüğün 54 üncü
maddesi gayet açık; haftada kaç gün çalışacağı, haftada hangi saatlerde
çalışacağı çok açık. İçtüzüğün 29 yerinde Danışma Kuruluyla ilgili hükümler vardır,
29 yerde; yani, yüzlerce Tüzük maddesinin içerisinde, 29 yerdedir. Bu, istisna
ifade eder; istisnayı kural haline getiremeyiz. Yirmibeş seneye yakındır,
yönetim, olağan durumdan olağanüstüye döndürülmüştür ve olağanüstü durum,
âdeta, olağan hale gelmiştir. Krizler olağan hale getirildi sayei
iktidarınızda; yapmayın! Bu, güveni sarsar; bundan sonra getireceğiniz
tekliflerde neyinize, hangi sözünüze güvenip "olur" diyeceğiz?
Uzlaşma dediğiniz şey teslimiyet değildir. Biz, bir şeyde uzlaştık, o bitinceye
kadar bozamazsınız; bu, bir ahittir, ahit, ahit!.. Bilmem duydunuz mu ahit
nedir? Bu, bir ahittir, bundan dönemezsiniz; bu, güveni sarsar. Bakınız,
güvenin karşılığı emniyettir, emanettir. Emanet, emniyet, emnü eman; bunlar,
iman kelimesiyle aynı kökten türerler. Onun için, bakın, sandık emini,
yediemin, şehremini ve en güzeli ve en bağlayıcısı da Muhammedül emin;
güvenilir insan, güvenilir iş, güvenilir münasebet... Beyler, bunu sarsarsak,
güven sarsılırsa, zarar görürüz. Bakın, şimdi -teşekkür
ediyorum kendilerine- Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Grubumuzu
teşrif ettiler, sosyal güvenlik yasalarıyla ilgili bilgi sundular. Biz de
arkadaşlarımızı iknaa çalışıyorduk; hadi, gelin, Sayın Bakanı da dinlediniz,
bunu temel yasa olarak kabul edelim diye biz arkadaşlarımızı iknaa çalışırken,
siz, böyle bir şeyle gelip, önümüze çıktınız. Şimdi, ne anlatacağım ben
arkadaşlarıma?.. Ve gitti bütün emeklerimiz; hebaen mensura, gitti, hebaen
mensura. Ne anlatacağız biz şimdi? BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Evet, Sayın Yaşar Okuyan'ın emekleri, bizim arkadaşlarımızla görüşürken, ne
olursunuz, şunu temel yasa olarak görüşelim derken, siz, getirip, bizim
uzlaşmamızı bozuyorsunuz. Bu ne kazandıracak; hiç.. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - 1 saat... 1 saat... YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Yarım dakika olsa olmaz; güven güvendir. İşte, bunun içindir ki,
enflasyonunuz düşmüyor, bunun içindir ki, halk güvenmiyor. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, toparlar
mısınız. YASİN HATİBOĞLU (Devamla)
- Bu hafta sonu bölgemdeydim, söz verdiğim için ifade ediyorum, Mecitözü'nün
caddesinin ortasında halk çevirdi, bize söyledikleri şu: "Sizi seviyoruz,
sizi dinliyoruz, ne olur, şu öbür milletvekilleriyle bir gün bir elele tutuşup
gelseniz." Ben de, inşallah; gideceğim, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
bunu ifade edeceğim, Mecitözü'nden hemşerilerimin, bu, bana emanetidir, bu
emaneti size getiriyorum, naklediyorum ve teklifimi tekrar ediyorum; iktidar
kanatları, ilini siz seçin, ilçesini siz seçin, köyünü siz seçin, mahallesini
siz seçin, üyelerinizi siz seçin, beraber gidip bir ziyaret edelim. Saygılar sunuyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu,
teşekkür ederim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, lehinde söz istiyorum. BAŞKAN - Lehinde, buyurun
efendim. Lehinde, Aydın
Milletvekili Sayın Ali Rıza Gönül. (DYP sıralarından alkışlar) AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Lehinde... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Tabiî, tabiî lehinde. BAŞKAN - Evet, lehinde diye
verdim efendim; kim itiraz etti? İki lehte, iki aleyhte söz vereceğim, başka
lehinde isteyen varsa, yine vereyim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; muhterem heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkanıma teşekkür
ediyorum, hatırlattılar, tabiî ki bu önerinin iki aleyhte, iki lehte olmak
üzere dört konuşmacısı olacak. İki aleyhte konuşmayı değerli arkadaşlarım
kullandıklarına göre, ben de, tabiî, bu önerinin lehinde söz alarak buraya
çıktım, şüphesiz, lehinde konuşacağım. Değerli milletvekilleri,
bu önerinin özü, bugün denetime geçmeden, Medenî Kanun Tasarısının
görüşmelerine devam edilmesi, çarşamba ve perşembe günleri de çalışma
saatlerinin 14.00-20.00 olarak düzeltilerek Medenî Kanun Tasarısının
görüşmelerinin tamamlanmasına fırsat ve zemin hazırlamaktır. Bu öneriye destek
veriyoruz. Doğru Yol Partisi olarak, biz, Meclisimizin çalışmasından ve
çalıştırılmasından yana olduğumuzu her zeminde ve her fırsatta bu kürsüden
ifade ettik. Gerçekten, Medenî Kanun,
temel bir yasa olarak, 21 inci Yüzyılda, çağdaş dünyaya ulaşmayı ilke edinmiş
Türkiye'nin önündeki Medenî Kanun değişikliği, mutlaka, behemehal
tamamlanmalıydı. Doğru Yol Partisi olarak, biz, Medenî Kanunun temel yasa
olarak ele alınmasından yana olduğumuzu Danışma Kurulunda çok net olarak ortaya
koyduk. Medenî Kanun görüşmelerinin süratle tamamlanması için, gerekirse
süresinde ve gününde, Doğru Yol Partisi olarak fedakârlık yapacağımızı ve her
türlü çalışma koşuluna hazır olduğumuzu ifade ettik. Biz, bugün getirilen bu
öneriye, bu söylediklerimizin arkasında durmamızın sonucu evet diyoruz. Daha
çok çalışmak, daha çok zaman hazırlamak ve Medenî Kanunun da bir an evvel
geçmesinden yanayız; yanayız da, yalnız, o Danışma Kurulunda özellikle ifade
ettiğimiz bir şey vardı, o da şuydu: İstiyorsanız cuma günü de çalışabiliriz;
ama, grup başkanvekili arkadaşlarımızdan istirhamımız, lütfen, Meclisin denetim
gününe dokunmayın. Salı günü olan denetim gününde, mutlaka, sözlü sorular
cevaplandırılmalı, araştırma, soruşturma ve gensoru önergelerine de zaman
ayrılmalı. Şimdi, bu öneriyi biz
destekliyoruz; ama, karşı çıktığımız, direkt olarak Muhterem Heyetinize
sunduğumuz konu şudur: İktidar partilerinin değerli grup başkanvekilleri, o gün
bize, "hayır, denetim gününe hiç dokunmayacağız; salı günü denetim
yapacağız" dediklerini de hatırlatmak istiyorum. Değerli milletvekilleri,
geldik, bugün, denetim konusunu ortadan kaldırdık ve Medenî Kanun Tasarısının
görüşmelerine devam ediyoruz. Biz, önerinizi
destekliyoruz; yine, çalışmadan yanayız; ama, biz, burada, şu soruyu sormayı,
en tabiî hakkımız olarak ve kendimizde bir görev olarak da kabul ediyoruz:
Niçin denetimden kaçıyorsunuz? Niçin, başka yasa tasarılarının görüşülmesini
koymak suretiyle, yasama kadar kutsal olan, kanun yapmak kadar kutsal olan, bu
Meclisin çalışmalarını denetimden kaçırıyorsunuz? Yanılmıyorsam, bundan bir
hafta evvel, bu kürsüden ifade ettim. Sözlü sorular cevaplandırılıyordu; sayın
bakanlar yoktu; soruyu cevaplandıracak olan sayın Bakan yoktu. Araştırma önergeleri... Değerli
arkadaşlarım, nedir araştırma
önergeleri; burada, yazılı gündemde belli. KOBİ'lerle ilgili araştırma
önergeleri var. Ülkenin hali belli değil mi; ülkenin içerisinde bulunduğu
sıkıntılar belli değil mi? Sanayi çarşılarında, organize sanayi bölgelerinde
ayakta durabilen tek tük küçük ve orta ölçekli işletmelerin kaldığını siz
görmüyor musunuz?! Esnafın durumu belli. Bir yılda kepenk kapatan esnaf sayısı
yüzbinlere gelmiş. Burada, bu basılı gündemde yer almış olan araştırma
önergelerinden bir kısmı da esnafların durumlarını araştırmak, irdelemek,
alınması gereken tedbirlerin tespitiyle, yürütmeye, ilgili bakana uyarıda
bulunmak, çalışmalarına katkıda bulunmak ve Genel Kurulunuzu da
bilgilendirmektir. Peki, siz, şimdi, küçük
ve orta ölçekli işletme dediğimiz KOBİ'lerin durumunu araştırmaya yönelik,
esnafın durumunu araştırmaya yönelik bu araştırma önergelerinin görüşülmesini
engellemekle ne yapmayı istiyorsunuz, ne yapmak istiyorsunuz? Ülkede enflasyon almış
başını gitmiş, fiyatlar almış başını gitmiş; ama, 150 milyon lira maaş alan
Bağ-Kurlunun, Emekli Sandığına tabi 200 milyon lira maaş alan Emekli Sandığı
iştirakçisinin, 160-170 milyon lira maaş alan SSK'dan emekli işçinin durumunu,
bu geniş kitlenin sorunlarını araştırmaya, alınması gereken tedbirlerin tespiti
yolundaki araştırma önergelerine fırsat ve yer vermemekle ne yapmak
istiyorsunuz? (DYP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
aynı soruyu sormaktan kaçınmaya çalışıyorum. Bugün, sokağa çıksanız, bu
hükümetten, bu uygulamalardan, bu ekonomik paketin uygulamasından memnunum
diyen insan bulamazsınız. Bu Parlamento, esnafıyla,
emeklisiyle, işadamıyla, yatırımcısıyla, müteşebbisiyle... ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) -
Çiftçisiyle. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- ...çiftçisiyle, bu insanların sorunlarını ele alıp incelemeyecek de, neyi ele
alıp inceleyecek? Bunları incelemek, araştırmak ve bu denetim konularına
eğilmek, yasa yapmak kadar önemli değil mi? Siz önemsemiyor musunuz bunları?
Herhalde önemsemiyorsunuz ki, denetimin önünü kesmek için, bu önergeleri, bu
önerileri getirmekle fırsat vermiyorsunuz. Biraz evvel, orada,
yerimden sesim yetişmediği için ifade etmedim: Her zaman arkasına sığındığınız,
tabiri caizse, demode olmuş, bayatlamış bir sözü, bu kürsüden devamlı ifade
ediyor sayın bakanlar. Neymiş; 1994 yılında Dünya Ticaret Örgütüyle şu anlaşma
yapılmış da, onun için bu çiftçiye, üreticiye destek verilmiyormuş; 1994
yılında, 1995 yılında, 3,5 trilyon... BAŞKAN - Efendim, lütfen
toparlar mısınız. ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla)
- Onurumuz olan yüzde 50 primi verdik. Şu kadar liraymış; işte, beş sene sonra
da 8,5 katrilyon lira olmuş!.. Hangi hesaba göre 3 trilyon lira, 4 trilyon lira
8,5 katrilyon lira oluyor?.. "Türk çiftçisine
destekleme yapmayacağız" diye, IMF'ye verdiğiniz iyiniyet mektubunda siz
taahhüt etmediniz mi?! Ne hakla, hangi hakla, kalkıp da, bir başkasına, bu
suçunuzu, bu sorumluluğunuzu fatura etmenin gayreti içerisindesiniz? (DYP
sıralarından alkışlar) Eğer bir yanlışlık varsa, bu, sizin yanlışınızdır; eğer,
bir hata varsa, bu hata sizindir; bir vebal varsa, sizin, dirayetsiz tarım
politikalarınızdır, esnaf politikalarınızdır, çiftçi politikalarınızdır. (DYP
sıralarından alkışlar) Yüce Heyetinize saygılar
sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gönül. Lehinde başka söz
isteği?.. Yok. Üzerinde de konuşan
olmayacak tahmin ediyorum. Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir efendim. Sayın milletvekilleri,
gündemin "Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" bölümünde, 3 adet,
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş doğrudan gündeme alınma önergesi
vardır; Sayın Meclis Başkanımızın talimatıyla "salı günü" dedikleri
için bunlar gündeme girdi. Bunları gündemden çıkarma imkânımız yok; bu hususu
hatırlatmak istiyorum. Daha sonra da oylama var. Çalışma süremiz de 1 saat 15
dakika kaldı. Bu süre içerisinde hem oylama yapacağız hem de bu üç önergeyi
görüşeceğiz. Üzerinde konuşmazsanız, sadece oy verirseniz, mesele hallolur. Birinci önergeyi
okutuyorum: III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam) E) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.– Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Vergi Usul
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/354), doğrudan
Gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/416) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına 10.11.1999 tarih ve 780
sayı ile 213 sayılı Vergi Usul Kanununa bir mükerrer madde eklenmesine dair
vermiş olduğum kanun teklifim ilgili komisyonda 45 gün içinde görüşülmediğinden
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre işlem yapılmasını saygılarımla arz ederim.
10.4.2001 İsmail
Özgün Balıkesir BAŞKAN - Sayın Özgün,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. Hiç de müsamaha
etmeyeceğim; çünkü, bu oylamayı yapacağım efendim. Lütfen... İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Doğrudan gündeme
alınmasını istediğim kanun teklifim, son günlerde yeniden gündeme gelmiş olan
enflasyon muhasebesine geçilmesini öngörmektedir. Gerek TOBB gerekse Odalar
Birliği, son zamanlarda yapmış oldukları toplantılarda enflasyon muhasebesini
gündeme getirmişler, reel sektörün canlanması için alınması gereken tedbirlerin
en önemlilerinden birisini, enflasyon muhasebesinin uygulanması gerekliliğini
ifade etmişlerdir. İşte, son günlerde,
Ankara Ticaret Odası Başkanı Sayın Sinan Aygün'ün basına yansımış olan
ifadelerinden bir bölümünü arz etmek istiyorum. Enflasyon nedeniyle şirketlerin
öz kaynaklarının eridiğine, en ufak bir krizde güçsüz şirketlerin yerle bir
olduğuna işaret eden Sayın Aygün'ün "bu günahtır, enflasyon ve yüksek
vergilerin, şirketlerin özvarlıklarını kemirmelerine artık müsaade
edilmemelidir; piyasayı canlandırmayı başaramazsak, kimsenin dikili ağacı, işi,
aşı kalmayacaktır" şeklinde, basına yansıyan bir görüşü bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri,
gerçekten, bugün, ülkemizde, uzun yıllardır süren yüksek oranlı enflasyon,
işletmelerin malî tablolarını ne yazık ki, tahrip ettiği gibi, ekonomik
gelişmeyi de engellemekte, vergi adaletini zedelemekte ve vergi kaçağının da
temelini teşkil etmektedir. Yüksek enflasyon, dürüst mükelleflerin işletme
sermayelerini gün geçtikçe eritiyor, kazancını dürüst bir şekilde beyan edip
vergisini ödeyen mükellefler kısa bir süre içerisinde yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya kalabiliyorlar; bu da rant ekonomisine olan ilgiyi giderek
artırıyor. Bugün, esnafın, sanatkârın, sanayicinin yaşadığı acı gerçek de
budur. Sanayici, ne yazık ki, üretimini sürdüremiyor. Fabrikalar bir bir
kapanıyor. Esnaf, ticaretini devam ettiremiyor. Piyasada yaprak kımıldamıyor.
Esnaf ve sanatkârlar bitmiş tükenmiş bir vaziyette. Dükkânını kapatmak zorunda
kalan esnaf ya işsiz kalıyor ya da hepinizin bildiği gibi, işportacılık yapmak
durumunda kalıyor. Günlerdir, aylardır,
hatta, yıllardır reel sektör ve onun içindekiler feryat ediyor, sorunlarına
çözüm arıyorlar. İşte, son günlerde, Balıkesir Esnaf ve Sanatkârlar Kredi
Kefalet Kooperatifi Başkanı Sayın Erol Ayvaz'dan aldığım bir faksta aynen şöyle
söyleniyor: "Esnaf ve sanatkârlarımız ile kooperatiflerimiz can
çekişmekte, son nefeslerini vermek üzeredirler. Anayasanın 173 üncü maddesinde
'devlet, esnaf ve sanatkârı koruyucu ve destekleyici tedbirleri alır'
demektedir. Eğer, bu madde Anayasada süs olarak durmuyorsa, devlet, esnaf ve
sanatkârlarımızı rahatlatacak tedbirleri mutlaka almalıdır." Gerçekten, bugün, esnaf
ve sanatkâr, sanayici, piyasanın canlanması, yeniden üretimin artırılması, reel
sektörün ayağa kalkması için vergi indirimi istiyor, enflasyon muhasebesi
istiyor, kredi desteği istiyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Halk
Bankasına KOBİ'ler için 1 milyar dolar aktarılmasını, KDV oranlarının
düşürülmesini, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatifleri
Birlikleri de gazetelere tam sayfa ilanlar vererek 2002 bütçesine 200
trilyonluk kaynak aktarılmasını istiyor. BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız... İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) -
4 milyon insanın yaşam sorununa çözüm istiyorlar. Yıllardır yüksek enflasyonun
yiyip bitirdiği işletmesini ayağa kaldırmak, boşalan raflarına mal koyabilmek,
durmuş olan tezgâhını yeniden çalıştırabilmek için bu destekleri istiyorlar;
çünkü, yıllardır yüksek enflasyonun vergisini ödeyerek esnafımız bugünlere
geldi. Sattığı malı aynı fiyatla rafına koyamadı. İşte, acı gerçek bu. Yüksek
oranlı vergiler ve yüksek enflasyon, esnafı ve sanatkârı kemiriyor, bitiriyor.
Bu durum, aynı zamanda, yabancı sermayenin ülkemize girişini de engelliyor ve
sermayenin tabana yayılması açısından da olumsuz sonuçlar orta yere koyuyor. Değerli milletvekilleri,
enflasyonun malî tablolar üzerindeki olumsuz etkilerinin tümüyle arındırılması,
vergi adaletinin sağlanması bakımından, büyük önem taşımaktadır. Verdiğim kanun
teklifim de, enflasyon muhasebesinin uygulanmak suretiyle, enflasyonun bu
olumsuz etkilerini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Teklifime destek
vereceğinizi umuyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti Csıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Özgün,
teşekkür ediyorum efendim. Peşin konuşmuştum 5
dakikayı geçirmem diye. Çok teşekkür ediyorum. Sayın Özgün'ün önergesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir. İkinci önergeyi
okutuyorum: 2.– Osmaniye Milletvekili Birol Büyüköztürk'ün, Türkiye
Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifinin (2/689), doğrudan Gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/417) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 13.2.2001 tarihinde
verdiğim Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkındaki Kanun Teklifim 23.2.2001 tarihinde Plan ve Bütçe Komisyonuna havale
edilmiştir. (2/689) esas numaralı
kanun teklifimin komisyona havale edildiği tarihten itibaren 45 gün geçtiği
halde komisyon gündemine alınıp görüşülememiştir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün 37 nci maddesine göre kanun teklifimin doğrudan Genel Kurul
gündemine alınması için gereğini arz ederim. Birol
Büyüköztürk Osmaniye BAŞKAN - Sayın
Büyüköztürk, gerekçeyi mi okutalım? Gerekçe yok. Çok teşekkür ederim
efendim. Sayın Kaya'ya da örnek olacaktır. Efendim, bugün
yapacağımız bir seçim var. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Seçim yarın da yapılır Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim,
önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmiştir; gündemdeki yerini alacaktır. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, gerekçesi olmayan önergeler işleme konulmamalı. BAŞKAN - Efendim, o
kadarını mazur görün, istirham ederim... Onun gerekçesi olur mu?!. Hem adamı
konuşturmuyoruz!.. Üçüncü önerge, Sayın
Kaya'nın; önergeyi okutuyorum: 3.– Ardahan Milletvekili Saffet Kaya'nın, Yükseköğretim
Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifinin (2/670), doğrudan Gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/418) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına 23.1.2001 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiğim (2/670) esas numaralı Yüksek
Öğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi 2.2.2001 tarihinde ilgili komisyonlara havale edilmiştir. Havale tarihinden 45 gün
geçtiği halde komisyon tarafından görüşülmemiştir. TBMM İçtüzüğü 37 nci maddesi
uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine alınması için gereğini arz ederim. Saygılarımla. 10.4.2001 Saffet
Kaya Ardahan BAŞKAN - Sayın Kaya,
buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Kaya, oylama
yapacağımızı göz önünde bulundurarak sözünüzü kesemem; ama, kısa ve öz olursa,
ben ve arkadaşlarım minnettar kalırız. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum; kısa kesmeye çalışacağım. Yüce Heyetinize, Ardahan
İlimizle ilgili, doğunun doğusunda serhat ilimizle ilgili bir arzım olmuştu. Bu
arzım ise, bölgemizde bir fakülte, bir üniversite kurulmasıyla ilgili. Gündeme
getirilmesi ve gündeme alınması noktasında, Yüce Parlamentoya bu konuyu tekrar
tekrar saygıyla arz etme vesilesiyle söz aldım. Bölgemizin eğitimle
ilgili, maalesef, çok karartıcı bir tablosu var; üzülerek söylüyorum.
Üniversiteye giden öğrenci sayımız, Türkiye'de, maalesef, en sondan ikinci
sırada. İlimiz böyle bir tablodan
müşteki. O bakımdan, Ardahanımıza, Ardahanlı insanımıza ve eğitimimize yatırım
noktasında bir üniversitenin kurulmasında, fakültenin kurulmasında, Yüce
Parlamentomuzun takdiriyle gündeme gelmesinde, Ardahan halkının çok ciddî bir
beklentisi var. Ben, ümit ediyorum ki,
Yüce Parlamentomuz ve değerli milletvekillerimiz, Ardahan İlimizin bu
beklentisini gündeme alacaktır ve Ardahan eğitim noktasındaki bu handikabını
aşacaktır. Yüce Parlamentomuz, umarım ki, verebileceği bu saygın kararla
Ardahan halkını mutlu edecektir. Tabiî ki, yine, insanımıza
ve eğitimimize yatırım derken, hiç şüphesiz ki, Türkiyemizde 1,5 milyona yakın
üniversiteye namzet olan öğrencilerimiz var. 1,5 milyona yakın öğrencimizden,
ancak dört yıllık yükseköğrenim görebilen öğrenci sayısı 180 000'e yakın. Bu
da, normalde 1,5 milyonun takriben onda 1'ine tekabül ediyor; ancak, açık
öğretim vesaire dahil toplam 450 000 öğrencimiz üniversiteden yararlanabiliyor.
Bunun da, Türkiye'nin tablosu açısından son derece eksik olan bir tablo
olduğunu da göz önüne alarak, hiç şüphesiz ki, böyle bir kanun teklifinin
değerlendirilmesi noktasında Parlamentomuzun buna ehemmiyet vereceğine
inanıyorum. Yine, Ardahanımızda bir
yüksekokul var şüphesiz. Yüksekokulumuzda 400 tane öğrenci var. Naçizane orada
da benim katkım var, benim desteğim var; ama, bu yetmiyor. Hiç şüphesiz ki,
Ardahan halkımızın, böyle bir üniversitenin kurulması ve gündeme alınması
noktasında, Parlamentomuzdan, nefesini tutmuş bir şekilde beklentisi var.
Umarım ki, bu kanun teklifimiz gündeme gelir ve Ardahan halkımız bundan yararlanabilir.
Sayın Başkan, sözümü kısa
tuttunuz; ama, sizi Başkanlığınızda çok sevdiğim için, bu isteğinizi kabul
ediyoruz, saygı sunuyoruz. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Kendim için bir şey
istiyorsam namerdim. Sayın Faruk Demir,
iştirak edeceksiniz herhalde; yerinizden, buyurun. FARUK DEMİR (Ardahan) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Kaya'nın vermiş
olduğu teklifi, ben de, bölge ve il milletvekili olarak destekliyorum; ancak,
bir hususu dikkatlerinize tekrar sunmak istiyorum. Bugün, son iki yılda
Ardahan'ın eğitim öğretimde geldiği seviye o kadar da kötü durumda değildir.
Türkiye standartlarıyla ilgili net rakamlar veremeyeceğim; ama, Ardahan'da 1
öğretmene 24 öğrenci düşmektedir; bu çok sevindiricidir. Ayrıca, bir derslikte
en fazla 30 öğrenci ders görmektedir. Millî Eğitim Bakanlığımızın yapmış olduğu
son atamalarla, Ardahan'da, sınıf ve branş öğretmeni açığı yok denecek kadar
azdır. Yeni yapılan yatırımlarla, bütün ilçelerimizde pansiyon ve yurt
yapılmaktadır. Kafkasya Üniversitesine
bağlı Ardahan Meslek Yüksekokulu, eğitim ve öğretimini beş bölüm halinde
sürdürmektedir. Yaklaşık 400 öğrencimiz vardır. Tabiî ki, bölgenin iki
tane önemli meselesi vardır: Bir tanesi, hayvancılık; bir tanesi de, Ardahan'da
doğan çocuğun mutlaka iyi bir eğitim alması. Bu konuda gerekli desteği
Büyük Millet Meclisimizin vereceğini düşünüyor, teklifi desteklediğimi
belirtiyor; Yüce Heyetinizi ve Başkanlığınızı saygıyla selamlıyorum. BAŞKAN - Ardahan
Milletvekili Sayın Faruk Demir'e teşekkür ediyorum. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Sayın Başkanım, benim arzım... BAŞKAN - Sayın Kaya, niye
söz istediniz?.. Oylayacağım efendim... SAFFET KAYA (Ardahan) -
Müsaade edin efendim... Ben bir konuyu arz edeyim de... BAŞKAN - Buyurun. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Ardahan'da üniversiteye giren öğrenci sayısı, Türkiye'de en sondan ikinci
sıradadır. Böyle ciddî, vahim bir tablo vardır. Zannediyorum ki, değerli
arkadaşımız bu konuyu yanlış ifade etti. Ardahan, Türkiye'de en sonlarda. İyi
bir tablo çizmek doğru değil. BAŞKAN - Efendim, Faruk
Demir Bey önerinizi destekliyor. SAFFET KAYA (Ardahan) -
Onun için arz ediyorum... BAŞKAN - İstirham
ederim... Siz buyurun... Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Teşekkür ederim; hayırlı
olsun. (Alkışlar) Sayın milletvekilleri,
gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz. V. – SEÇİMLER A) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULUNA ÜYE SEÇİMİ 1.- Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda muhalefet partileri
kontenjanından boşalan üyeliğe seçim BAŞKAN - Şimdi, Radyo ve
Televizyon Üst Kuruluna muhalefet partileri kontenjanından boşalan bir üyelik
için, 3984 numaralı Kanunun 6 ncı maddesi gereği, seçim yapacağız. Bu seçim, malumunuz,
rahmetli arkadaşımız, hemşerim Sayın Arif Özkök'ün boşalan yeri için yapılıyor.
Onu da, bu vesileyle, Yüksek Heyetinizin adına, rahmetle anıyorum. Allah rahmet
eylesin. Bu seçim için,
Anamuhalefet Doğru Yol Partisi tarafından, Ayhan Özer ve diğer muhalefet
partilerince ad çekme sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından Beşir
Ayvaz aday gösterilmiştir. Adaylar, 23 Ekim 2001, 28
Ekim 2001 tarihli Resmî Gazetelerde ilan edilmiştir. Adayların adları,
birleşik oy pusulası şeklinde
düzenlenmek suretiyle bastırılmıştır. Toplantı ve karar
yetersayısı mevcut olmak şartıyla, seçimde en çok oyu alan aday seçilmiş
olacaktır. Seçim, 3984 numaralı
Kanunun 6 ncı maddesine göre gizli oyla yapılacaktır. (Gürültüler) Sayın milletvekilleri,
sükûneti biraz muhafaza ederseniz... Ayaktaki arkadaşlarımız da... Nereden
biliyorsunuz Adana'dan başlayacağımı?.. İstirham edeyim yani... Gizli oylamanın ne
şekilde yapılacağını arz ediyorum: Komisyon sıralarında yer alan Kâtip Üye, adı
okunan milletvekiline, mühürlü oy pusulası ve zarf verecek; milletvekilini,
yoklama cetvelinde işaretleyecektir. (Gürültüler) Ben kendi sesimi
duymuyorum siz nasıl duyuyorsunuz?! Susar mısınız efendim. Lütfen... Oyunu kullanacak sayın
milletvekili, birleşik oy pusulası ve zarfı aldıktan sonra oy hücresine
girecek, birleşik oy pusulasında adı yazılı adaylardan hangisine oy verecekse o
adayın karşısındaki kareyi çarpı işaretiyle işaretledikten sonra, oy
pusulasını, hücrede zarfa koyacak; bilahara, hücreden çıkacak ve Başkanlık
Divanı kürsüsünün önüne konulan oy kutusuna zarfı atacaktır. Sayın üyelerin oylamada
dikkat edecekleri hususları arz ediyorum: Oy kullanırken, muhalefet partileri
tarafından gösterilen adaylardan sadece birinin karşısındaki kare
işaretlenecektir. Daha fazla adayın işaretlendiği oy pusulaları bütünüyle
geçersiz sayılacaktır. Hücrelere aynı renk
tükenmez kalemler konulmuştur. Sayın üyeler bu kalemleri kullanacaktır. Ayrıca, oy pusulasında,
kime ait olduğunu belirleyecek bir işaret, imza, karalama veya hücredeki
kalemlerden başka renkli kalem kullanma gibi durumlarda oy geçersiz
sayılacaktır. Geçerli oy hiçbir suretle
işaret taşımayacaktır. Oy pusulaları ve zarflar,
Sayın Kâtip Üyelere dağıtılsın efendim. Sayın milletvekilleri,
oylamanın sayım ve dökümü için, adçekme suretiyle 5 kişilik bir tasnif
komisyonu tespit edeceğim: Samsun Milletvekili Sayın
Tarık Cengiz?.. Yok. Eskişehir Milletvekili
Sayın Mahmut Erdir?.. Burada. Adana Milletvekili Sayın
Mehmet Halit Dağlı?.. Yok. Samsun Milletvekili Sayın
Vedat Çınaroğlu?.. Yok. Mardin Milletvekili Sayın
Ömer Ertaş?.. Burada. Batman Milletvekili Sayın
Faris Özdemir?.. Yok. Denizli Milletvekili
Sayın Salih Erbeyin?.. Yok. Ankara Milletvekili Sayın
Mustafa Cihan Paçacı?.. Burada. İzmir Milletvekili Sayın
Rahmi Sezgin?.. Yok. Diyarbakır Milletvekili
Sayın Nurettin Atik?.. Yok. Denizli Milletvekili
Sayın Mustafa Kemal Aykurt?.. Yok. İzmir Milletvekili Sayın
Hakan Tartan?.. Yok. Bartın Milletvekili Sayın
Cafer Tufan Yazıcıoğlu?.. Yok. Eskişehir Milletvekili
Sayın Süleyman Servet Sazak?.. Yok. İstanbul Milletvekili
Sayın Masum Türker?.. Burada. Adıyaman Milletvekili
Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat?.. Burada. Tasnif komisyonuna
seçilen arkadaşlarımızın adlarını tekrar okuyorum: Ankara Milletvekili Sayın
Paçacı, Adıyaman Milletvekili Sayın Fırat, Mardin Milletvekili Sayın Ertaş,
Eskişehir Milletvekili Sayın Erdir, İstanbul Milletvekili Sayın Türker. Böylece, 5 arkadaşımız
tasnif komisyonuna nihayet seçildiler. Sayın milletvekilleri,
çalışma süremiz saat 20.00'de bitiyor. Bu oylamanın neticesinin ilanı o saate
kadar zor bitecek. Onun için, Medenî Kanun Tasarısının müzakeresi yarına
kalacaktır; çünkü, oylama, tasnif ve ilanı, Medenî Kanun Tasarısının önüne
geçti. Sayın milletvekilleri,
vaktimiz çok az olduğu için, anayasa değişikliği oylamasındaki gibi, ikiye
ayıracağız. Adana ve İstanbul
illerinden başlayarak okutacağım. İstirham ediyorum;
lütfen, herkes sırasında oy kullansın. Sayın milletvekilleri,
Ulaştırma Bakanı Sayın Oktay Vural'ın yerine, Devlet Bakanı Sayın Tunca Toskay;
Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp'in yerine, Sağlık Bakanı
Sayın Osman Durmuş; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Zeki Çakan'ın
yerine, Devlet Bakanı Sayın Edip Safder Gaydalı oy kullanacaklardır efendim. (Oyların toplanılmasına
başlandı) BAŞKAN - Devlet Bakanı
Sayın Yılmaz Karakoyunlu yerine, Devlet Bakanı Sayın Mehmet Keçeciler; Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Mesut Yılmaz yerine, Devlet Bakanı Sayın
Nejat Arseven; Turizm Bakanı yerine, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın
Yaşar Okuyan; Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan
yerine, Kültür Bakanı Sayın İstemihan Talay; Millî Savunma Bakanı Sayın
Sabahattin Çakmakoğlu yerine, Devlet Bakanı Sayın Abdulhalûk Mehmet Çay, Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Devlet Bahçeli yerine, Sayın Abdülkadir
Akcan oy kullanacaklardır. Başka, vekâleten oy
kullanacak sayın bakan varsa, isimlerini göndersinler efendim. (Oyların toplanılmasına
devam edildi) BAŞKAN- Oyunu kullanmayan
sayın üye var mı efendim? Yok. Sayın milletvekilleri, oy
verme işlemi bitmiştir. Oy kutuları kaldırılsın. Tasnif Komisyonundaki
arkadaşlarımız da yerlerini alsınlar ve Tasnif Heyeti işleme başlasın. (Oyların ayırımı yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boş bulunan bir üyelik için
yapılan seçime ilişkin Tasnif Komisyonu tutanağı gelmiştir; okuyorum: Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunda muhalefet partileri kontenjanından boş bulunan bir üyelik için
yapılan seçime 375 sayın üye katılmış, kullanılan oyların dağılımı da aşağıdaki
şekilde gösterilmiştir. Tasnif Komisyonu
Beşir Ayvaz : 253 Ayhan Özer : 100 Geçersiz : 13 Boş :
9 Bu duruma göre, muhalefet
partileri kontenjanından Sayın Beşir Ayvaz, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
üyeliğine seçilmiştir; hayırlı olmasını diliyorum, Cenabı Allah utandırmasın
efendim. (Alkışlar) SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
AK Parti kontenjanından Sayın Başkanım.. HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Yanlış söylediniz Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim,
muhalefet kontenjanı dedik; yani, muhalefet belli. Belli olmaz, iktidarın içerisinde de muhalefet var, değil mi?.. Alınan karar gereğince,
kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 31 Ekim 2001 Çarşamba
günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Hayırlı geceler; teşekkür
ediyorum efendim. Kapanma Saati: 19.48 |
|