Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 73       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

12 nci Birleşim

25 . 10 . 2001 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, Karabük Demir Çelik Fabrikaları AŞ'nin (Kardemir) sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı

2. - İstanbul Milletvekili Bozkurt Yaşar Öztürk'ün, Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliği uygulamasında karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı  konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı

3. - Denizli Milletvekili Mehmet Kocabatmaz'ın, terör hareketlerinde kullanılmaya başlanılan kimyasal ve biyolojik silahların önemine ve alınması gerekli önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Finlandiya Parlamento Başkanının beraberlerinde bir parlamento heyetiyle ülkemizi ziyaretlerinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/909)

2. - Makedonya Cumhuriyet Meclisi Dış Politika Komisyonu Başkanının beraberlerinde bir parlamento heyetiyle ülkemizi ziyaretlerinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/910)

3. - İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın'ın, KİT Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/414)

4. - Erzurum Milletvekili Cezmi Polat'ın, İçişleri Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/415)

C) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - Genel Kurulu ziyaret eden Makedonya Cumhuriyet Meclisi Dış Politika Komisyonu Başkanı ve beraberindeki parlamento heyetine Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi

IV. - SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. - Plan ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;  Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723)

 VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, çiftçilere yapılacak tarımsal desteklemelere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4769)

2. - Isparta Milletvekili Ramazan Gül'ün, Isparta'nın ilçe ve köylerindeki sulama sorunundan kaynaklanan ürün zararına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4775)

3. - Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, Adıyaman Köy Hizmetleri İl Müdürlüğüne yapılan atamalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın cevabı (7/4785)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın, kalkınmada öncelikli bölgelerde yarım kalmış yatırımların teşvik edilmesi için çıkarılan 4325 sayılı Kanundan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki son duruma ilişkin,

İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak, milletvekilliğinin düşmesi nedeniyle Genel Kurula veda etmek üzere,

Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım, Türkiye'de tarımın durumu ve çiftçinin sorunlarına ilişkin,

Gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 19 arkadaşının, tütün üreticilerinin,

Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak ve 20 arkadaşının, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde iş yapan ve ikamet eden vatandaşlarımızın,

Sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/213, 10/214) ) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boşalan üyelikler için 3984 sayılı Kanun gereğince yapılacak seçimin 30.10.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ve bu birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine,

24.10.2001 ve 31.10.2001 Çarşamba günleri sözlü soruların görüşülmemesine, 24.10.2001 Çarşamba günkü birleşimde Türk Medenî Kanun Tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına,

İlişkin Danışma Kurulu önerileri kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan:

TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı:527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz hazırlanmadığından;

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53) (S.Sayısı: 433),

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689, 2/699) (S.Sayısı: 666),

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S.Sayısı: 675),

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki (1/756, 1/691) (S. Sayısı: 676),

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu (1/753, 1/690) (S.Sayısı: 685),

Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,

Ertelendi;

Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve dört arkadaşının; aynı kanunda değişiklik yapılması hakkında kanun teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporunun (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı; maddelerine geçilmesi kabul edildi.

25 Ekim 2001 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 21.09'da son verildi.

 

Kamer Genç

 

 

Başkanvekili

 

 

Burhan Orhan

Şadan Şimşek

 

Bursa

Edirne

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

 

 

 


No. :18

II. - GELEN KÂĞITLAR

25.10.2001 PERŞEMBE

Raporlar

1. - Oyun Yerleri ile Oyun Alet ve Makineleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/762) (S. Sayısı: 745) (Dağıtma tarihi: 25.10.2001) (GÜNDEME)

2. - Millî Savunma Bakanlığı ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına Bağlı Kurumlarda Döner Sermaye Teşkili ve İşletilmesine İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/812) (S. Sayısı: 746) (Dağıtma tarihi: 25.10.2001) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. - Hatay  Milletvekili Mehmet Şandır'ın, Hatay ve Osmaniye İllerinde meydana gelen  sel felaketine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1609) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.10.2001)

2. - Hatay  Milletvekili Mehmet Şandır'ın, Hatay ve Osmaniye İllerinde meydana gelen  sel felaketinden sonra yapılan çalışmalara ilişkin Bayındırlık ve İskân  Bakanından sözlü soru önergesi (6/1610) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.10.2001)

3. - Hatay  Milletvekili Mehmet Şandır'ın, Hatay ve Osmaniye'deki çiftçilerin enerji borçlarına  ilişkin  Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1611) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.10.2001)

4. - Hatay  Milletvekili Mehmet Şandır'ın, Hatay ve Osmaniye İllerinde meydana gelen  sel felaketinden zarar gören çiftçilerin  sorunlarına  ilişkin  Tarım ve  Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1612) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.10.2001)

Yazılı Soru Önergesi

 1. - Bursa Milletvekili  Ertuğrul Yalçınbayır'ın, denetim faaliyetlerine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi  (7/4984) (Başkanlığa geliş tarihi:   24.10.2001)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

25 Ekim 2001 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER : Burhan  ORHAN (Bursa), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 12 nci Birleşimini açıyorum.

Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; çalışmalarımıza başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşımıza gündemdışı söz vereceğim.

Birinci gündemdışı söz, Karabük Demir-Çelik Anonim Şirketiyle ilgili gündemdışı söz isteyen Karabük Milletvekili Sayın Mustafa Eren'e verilmiştir.

Buyurun Sayın Eren. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren’in, Karabük Demir Çelik Fabrikaları A.Ş.’nin (Kardemir) sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve DevletBakanı Hasan Gemici’nin cevabı

MUSTAFA EREN (Karabük) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Karabük Demir-Çelik İşletmelerinin (Kardemirin) sorunlarını bir kez daha sizlerle paylaşmak üzere gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Modern Türkiye'nin endüstri atılımlarına öncülük eden ve ellibeş yıl boyunca ülkemizdeki sanayi tesislerinin yapımlarının tamamına yakınına imzasını atan Karabük Demir-Çelik, 1990 yıllarından başlamak üzere, verimlilik ve kârlılık işlevlerini kaybederek, zarar eden KİT kuruluşu haline gelmiştir.

İstihdama dayalı yanlış politikalar, yeni yatırımlar konusunda başarılı olamama, denizyoluna yakın bir mesafe içinde irtibatlı bir limanın bulunmaması, 1980'li yıllara damgasını vuran yüksek enflasyon sonucunda ihtiyaçların yüksek faizlerle bankalardan karşılanması, faaliyet dışı zararların durmadan katlanması, Karabük Demir-Çelik işletmelerinin uzun yıllar boyunca hizmetleri sonucunda elde ettiği, Ereğli Demir-Çelik İşletmelerinin kuruluşundaki yüzde 25,5'lik payı gibi, ortaklıkların yok sayılması, Kardemir'in bugünkü zorluklarla karşılaşmasının sebeplerindendir.

30 Mart 1995 tarihinde 1 lira gibi sembolik bir rakamla özelleştirilerek, Kardemir AŞ olarak faaliyetlerini sürdüren Karabük Demir-Çelik İşletmeleri, son altı yılda gayri safî millî hâsılaya 325 000 000 dolar katkı sağlamış, bu rakama, Devlet Demiryolları, TTK, Demir-Çelik İşletmeleri ve KEDAŞ kanalıyla kamuya yapılan ödemeler de dahil edildiğinde millî gelire katkı 689 milyon dolar olmuştur.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 1995, 1996 ve 1997 yıllarında Kardemir kâr eden bir kuruluş olmuş; ancak, gelişen teknolojiye ayak uydurabilmek, üretim maliyetlerini düşürmek amacıyla özelleşme sonrasından günümüze kadar 206 milyon dolarlık yatırım yapmıştır.

Endüstriyel tesislerinin bugünkü değeri 1 milyar dolar civarında olan Kardemir, özelleşme sürecinden bugünkü modern tesislere kadar uzanan yolda, gerek uygulanan ekonomik politikalarla gerekse haksız rekabete açık uygulamalarla zor durumda bırakılmış. Gerek Avrupa ülkeleri gerekse Amerika kendi çelik sektörüyle ilgili radikal kararlar alırken, 1998'de Asya ve Rusya'da yaşanan krizler de Kardemiri savunmasız durumda bırakmıştır. Ayrıca, zorunlu olarak kullanmak durumunda olduğu cevheri bile Devlet Demiryollarına kırılacak eşya fiyatına taşıttırabilen, elektrik indiriminden faydalanamayan, hammadde ihtiyacını pahalı da olsa içpiyasadan karşılamak zorunda kalan Kardemirin zarar etmemesi zaten mucize olurdu.

Şunu özellikle belirtmek istiyorum ki, Dünya Bankasınca örnek bir özelleştirme modeli olarak kabul edilen bu tesislerin yaşaması ve yaşatılması konusunda Kardemir işçisi ve üyesi bulundukları sendikalarının yöneticileri, belki bugüne kadar hiç görülmemiş bir fedakârlık yaparak, toplu iş sözleşmesinde sıfır zamma imza atmışlardır.

Kardemire sadece bir fabrika gözüyle bakmak, onu 4 000 kişinin çalıştığı bir yer olarak değerlendirmek yanlıştır. Kardemire bağımlı olarak çalışmak zorunda kalan 40'a yakın, ancak bugün sadece 8-9 tanesinin çalışabildiği özel sektöre ait haddehaneler ve burada çalışan 6 000-7 000 işçisiyle demir-çelik sektörünün kalbi durumunda olan bu tesislerin tamamı 300 000 nüfuslu Karabük Kentinin geleceğidir.

Kardemirin bugün bulunduğu noktaya geliş sebeplerini iyi tahlil etmek gerekiyor. Buna, yönetim anlayışı denilebilir, üretim politikaları denilebilir, satış politikaları da denilebilir; ancak, altı aylık bilançolarına baktığımızda İsdemir ve Erdemirin de 100'er trilyonluk borcu gözükmektedir.

Kardemirin zararının büyük bir kısmı kur farkından doğuyorsa, borçlarının yüzde 80'i kamuya ait borçlarsa, Kardemirin yaşadığı sıkıntının birinci derece sorumlusu ülkemizi yönetenlerdir. Binlerce çalışanın işsiz kaldığı, 15 000'e yakın işyerinin kapandığı, reel sektörün hergün feryat ettiği ortamda, Kardemir, her türlü yanlış uygulamalara rağmen ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Bir kentin geleceğini karartmak, orada yaşayan insanların ümitlerini ve hayallerini yok etmek kimsenin hakkı olmamalıdır.

Kardemirle ilgili raporlar Bakanlar Kuruluna sunulmuştur. Olumlu bir sonuç çıkması en büyük temennimizdir. Kardemir için yeni formüller, yeni reçeteler aramaya gerek yoktur. Kamuya ait borçlarının ödenmesi için, borçların makul bir süreye yayılması; elektrik enerjisi konusunda haksız rekabetin ortadan kaldırılması için, elektriğin, ark ocaklı tesislere uygulanan tarifeden verilmesi; Divhan Tesislerinin işletme hakkının Kardemir A.Ş.'ye verilmesi, işletme kredisi olarak 50 milyon dolarlık imkân sağlanması; İsdemirin Erdemire entegrasyonu esnasında Kardemirin durumunun da gözden geçirilmesi; Filyos liman projesinin hayata geçirilmesi konusundaki destekler Kardemirin kurtuluşu olacaktır.

Saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Eren.

Gündemdışı konuşmaya Devlet Bakanımız Sayın Hasan Gemici cevap vereceklerdir.

Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Karabük Milletvekilimiz Sayın Mustafa Eren'in, Kardemir Karabük Demir-Çelik Fabrikaları A.Ş. ile ilgili gündemdışı yapmış olduğu konuşmaya cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar sunuyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Karabük Demir-Çelik Sanayi ve Ticaret A.Ş. 1995 yılında Karabük demir-çelik fabrikalarının özelleştirilmesiyle kuruldu ve 1995 yılı şubat ayında özelleştirilmesi tamamlanarak, yöre halkı ve çalışanlarına -Sayın Milletvekilimizin de ifade ettiği gibi- 1 lira bedelle, yarım kalmış ve bakım ve onarım giderleri karşılığı 20,6 milyon dolar, 23,6 milyon dolar işletme sermayesi, 33 milyon dolar sahada mevcut stoklarıyla birlikte, toplam 77,9 milyon dolar doğrudan katkı sağlanarak ve işletmenin daha önceki bütün işçiye ve kamuya olan borçları tasfiye edilerek devri yapıldı. İşletme, 1995, 1996 ve 1997 yıllarında kâr etti; 1998 yılından itibaren zarar etmeye başladı. 1998, 1999 ve 2000 yıllarında zarar etti; 2001 yılı içerisinde de bu zarar devam etmektedir.

İşletmenin şu andaki durumu: işçi ücretlerini ve ikramiyelerini gecikmeli olarak ödeyebilmektedir; hammadde temininde zorlukları vardır; işletme, faaliyet kârı yapamamaktadır, işletme sermayesi sıkıntısı çekmektedir; hammadde aldığı kuruluşlara, Maliyeye, SSK'ya, iç ve dış finans kuruluşlarına borçlarını ödemekte zorluk çekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kardemir bu duruma niye gelmiştir; Kardemirin, 1998 yılından önce, önce Uzakasya, daha sonra Rusya krizleri sonucu tüm dünyada demir-çelik sektöründeki olumsuz gelişmeler sonucu rekabetin ağırlaşması, fiyatların düşmesiyle birlikte sıkıntıları başlamıştır ve özellikle 1998 yılından bu tarafa, yönetimde çok ciddî hatalar, çok ciddî işletme hataları yapılmıştır; işletmeyle ilgili siyasî ve ticarî etkiler sonucunda, bu zarar daha da ağırlaşmış, daha da derinleşmiştir. İşletme sermayesinin azlığı nedeniyle o yıllardan itibaren hammaddelerini daha pahalıya almaya başlamış, ürünlerini daha ucuza satmaya başlamıştır.

İşletme, 1995 yılında özelleştirilmesinden sonra yaptığı yatırımlarla, oksijen fabrikası, kireç fabrikası ve modern çelikhane yatırımlarıyla modern bir yapıya kavuşmuş ve ton başına ürün maliyeti, ortalama 60 dolar civarına düşmüştür. Uzmanlar, bu yatırımlarla, kamuoyunda zannedilenin aksine, işletmenin modern bir yapıya kavuştuğunu, modern bir demir-çelik fabrikası haline dönüştüğünü ifade etmektedirler. Bu yatırımların, ağırlıklı olarak, özkaynaklardan ve kısa vadeli kredilerle yapılmış olması da, sıkıntıların önemli bir sebebi olarak görülmektedir. 1995 yılından bu tarafa, bu yatırımlar için harcanan kaynak tutarı, yatırımlar tutarı 206 milyon dolardır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçtiğimiz ay, Bakanlar Kurulunda, Türkiye demir-çelik sektörünün durumu konuşulurken, yapılan görüşmeler sonucunda, Kardemir, Erdemir, İsdemir ve Sıvas Demir-Çelik Fabrikalarıyla ilgili konuların incelenmesi ve çözüm önerileri geliştirilmesi konusunda, Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in talimatıyla Bakanlar Kurulumuzun görevlendirilmesiyle, Kardemirle ilgili, Karabük Demir-Çelik Fabrikalarıyla ilgili incelemeler yaptım. Aynı Bakanlar Kurulunda, yine, İsdemirle ilgili, İsdemir-Erdemir birleşmesiyle ilgili Sayın Yılmaz Karakoyunlu, Sıvas Demir-Çelik Fabrikasıyla ilgili de Hüsnü Yusuf Gökalp Bakanlarımız görevlendirilmişti.

Verilen görev doğrultusunda, Kardemirle ilgili taraflarla yerinde görüşmeler yapıldı. Önce, Kardemir yönetimiyle, Karabük Valisiyle, Karabük Ticaret ve Sanayi Odasıyla, Karabük Belediye Başkanlığıyla, Karabük esnaf odalarıyla ve yine Karabük'te yönetimde söz sahibi olan Özçelik-İş Sendikasıyla görüşmeler yaptık. Yaptığımız görüşmeler sonucunda, tarafların edilgen bir beklenti içerisinde olduğunu gördük. Karabük Demir-Çelik Fabrikalarının şu anda içerisinde bulunduğu sıkıntıların aşılması için, tarafların ortak bir şekilde, kendi dışlarında bir çözüm beklentisi içerisinde olduklarını gördük. Özellikle, Özçelik-İş Sendikası, Karabük Demir-Çelik Fabrikalarının bu sıkıntılarının aşılmasıyla ilgili her türlü çözüme, her türlü öneriye, yaklaşıma açık olduğunu ifade etti. Ancak, burada, bir gerçeği, tabiî ki, görmek zorundayız. Karabük Demir-Çelik Fabrikaları, 1995 yılından bu tarafa, artık, özel bir şirkettir. Sahipleri, Karabük Demir-Çelik Fabrikaları çalışanlarıdır, sendikadır; Karabük'teki tüccar, esnaf, sanayicilerdir, Karabük halkıdır ve büyük bir oranda da, borsada senetlerinin işlem görmesi dolayısıyla, borsadaki hissedarlarıdır. Dolayısıyla, bu fabrikayla ilgili hükümetimizin direkt bir müdahalede, direkt bir çözümde bulunması hukuken de mümkün değildir. Bu, taraflarla yaptığımız görüşmelerde de ifade edilmiştir. Burada yapılması gereken, tarafların üreteceği çözümlerde hükümetimizin yardımcı olması, çözümlerin önünü açmasıdır; bu yönde çalışmalarımız sürmektedir.

Ben, sizlere, Kardemirin ülke ekonomisi ve bölge ekonomisi için öneminden çok kısaca söz etmek istiyorum:

Dünyada demir-çelik üretiminin yüzde 35'i hurdadan, yüzde 65'i cevherden yapılmaktadır; bu, ülkemizde tam tersinedir. Yıllık 15 milyon ton olan demir-çelik üretimimizin 10 milyon tonu hurdadan, 5 milyon tonu ise cevherden yapılmaktadır. İsdemirin -yakın bir zamanda- Erdemire devriyle, zaman içerisinde tamamen yassı mamule döneceği düşünüldüğünde, ülkemizde, cevherden yuvarlak demir, ağır profil, ray benzeri üretimler yapan tek tesis Kardemir kalacaktır. Cevherden üretim yapılması ülke ekonomisi için önemlidir. Cevherden üretim yapmakla, hem doğal kaynaklarımızı değerlendirmiş hem de istihdam ve katmadeğer yaratmış oluyoruz. Yani, Kardemirin cevherden demir-çelik üretmeye devam etmesi, üretimini sürdürmesi gerekmektedir.

1995 yılından bu yana yapılan yatırımlarla, işletmenin bugün için değeri 850 milyon dolar olarak hesaplanmaktadır. Kardemir, ülke ekonomisi için önemli olmasının yanında, Karabük, Bartın, Zonguldak yöreleri için de, hem istihdam hem de yarattığı katmadeğer açısından ve sosyolojik açıdan çok büyük bir öneme sahiptir. Kardemirin üretimini bir şekilde aksatması veya durdurması, hem ülke ekonomisi için hem de bölge için çok önemli bir kayıp olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz önce de ifade ettiğim gibi, Kardemirin bugünkü temel sorunu faaliyet kârı yapamayışıdır. Bunun sebebi iç ve dışborçlarıdır, işletme sermayesi sıkıntısıdır ve hammadde alımlarında yaşadığı zorluklardır. Yine, hem ülkemizdeki hem de dünyadaki demir-çelik sektöründe yaşanan rekabet dolayısıyla malını satmakta, fiyatlandırmakta yaşadığı zorluklardır.

Biz, Kardemirin üretimini mutlaka sürdürmesi ve bacasının tütmesi taraftarıyız; ancak, yine, özellikle ifade etmek istiyorum, burada çözümü üretecek olan Kardemirin sahipleridir. Kardemirin hissedarı olan çalışanları, sendikası, yöredeki esnaf, tüccar ve sanayicilerin ve hissedarlarının Kardemirle ilgili çözüm üretmeleri ve Kardemir yönetiminin çözüm üretmeleri gerekmektedir.

Bizim hükümet olarak yapacağımız, üretilen çözümler doğrultusunda Kardemire yardımcı olmaktır. Bu anlamda, Kardemirin, hammadde alımı yaptığı Türkiye Taşkömürü Kurumu, Divhan gibi kuruluşlar, yine, enerji alanında TEDAŞ'la ilgili sorunların çözüm için çaba göstermekteyiz. Bu konuda dünkü Bakanlar Kurulu toplantısında tekrar görüşme yapıldı ve yapılan görüşme sonucunda, Sayın Yılmaz Karakoyunlu, Sayın Gökalp ve benim bu çalışmaları daha somut hale getirmemiz ve bu konuda, hem Kardemirle hem de ilgili kuruluşlarla çözüm üretmemiz konusunda talimatlandırıldık. Bu yöndeki çalışmalarımız, çabalarımız devam etmektedir.

Konuşmamın sonunda tekrar ifade etmek istiyorum: Kardemir, ülkemiz ekonomisi ve ülkemizdeki demir-çelik sektörü içindeki önemini halen korumaktadır. Kardemirin üretimini sürdürmesi ve bacasının tütmesi için, Kardemirin ülke ekonomisi içerisindeki varlığını tekrar sürdürmesi için ilgili diğer bakan arkadaşlarımızla birlikte elimizden gelen çabayı göstereceğiz.

Ben, bu düşüncelerle, tekrar, Sayın Eren'e, konuyu gündeme getirdiği için teşekkür ediyorum, sizlere saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gündemdışı konuşma cevaplandırılmıştır.

İkinci gündemdışı konuşma, Millî Eğitim Bakanlığı mensubu idarecilerin rotasyonuyla ilgili olarak gündemdışı söz isteyen, İstanbul Milletvekili Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk'e verilmiştir.

Buyurun Sayın Öztürk. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

2. - İstanbul Milletvekili Bozkurt Yaşar Öztürk’ün, Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliği uygulamasında karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun cevabı

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığının uygulamakta olduğu eğitim politikası ve son günlerde sayıları 1 500'ü bulan yöneticilerin yer değişikliği üzerinde konuşmak için söz almış bulunmaktayım.

Eğitimden gelen bir arkadaşınız olarak ve Millî Eğitim Komisyonunda görevli olmam hasebiyle, Bakanlığın çeşitli kademelerine, usulüne uygun iletilmekte olan serzenişlerin bir yansıması da şahsıma gelmektedir. Türkiye'nin geleceğinin yetiştirilmesinden sorumlu bir Bakanlığın güzide yöneticilerinin sorunlarını dile getirmek, öncelikle görevlerimdendir.

Anayasa, kanun, tüzük ve yönetmelikler, toplumda ortaya çıkan bir ihtiyacı karşılamak üzere hazırlanan ve yönetim erkinin keyfîliklerini önlemeye dönük hukuksal metinlerdir.

Bakanlığımız, en son 30.5.1999 tarih ve 23710 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak, yürürlüğe giren bir yönetmelik hazırlamıştır. Buna göre, bir görev yerinde, idarecilerin, sekiz yıldan fazla süreyle görev yapması istenmemiştir. Bunu anlamak mümkün değildir. Eğer, bu sayede eğitimde bir kalite yükselmesi bekleniyorsa, yöneticilerin yer değiştirmelerinden bir verim alınacaksa, bu sürenin daha da kısaltılması gerekmektedir diye düşünmekteyim.

"Yönetmelik yayımlandığı tarihte yürürlüğe girer" denilmektedir; ancak, geriye dönük hizmet süreleri baz alınarak, atamalar başlamıştır. Millî Eğitimin cefâkar yöneticileri göreve talip olduklarında böyle bir durum ortada yoktu. Değişiklik, onların, görev yaptıkları yerin, sosyal, kültürel ve ekonomik ortamına uyum sağlamalarından sonra ortaya çıkmış, ekseriyetle, eşleri çalışanları da tayin için zor durumda bırakmıştır. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik kriz ortamını da dikkate alırsak, bu atamaların malî boyutu da çok önemli bir sarfiyattır. Ekders ücretlerinin ödenmesinde zorlanan Bakanlığımız, bu yollukları nasıl karşılayacaktır?

Değerli milletvekilleri, 2001-2002 eğitim-öğretim sezonu eylülün ikinci haftası başladı, aradan yaklaşık altı hafta geçti; böyle bir zamanda yapılmaya çalışılan bu atamalar, zamanlama yönünden de büyük sakıncalar teşkil etmektedir. Bu idarecilerin çocuklarının eğitim problemi, barınma sorunu ve gittikleri yerlere eğitim sezonu ortasında uyum sorunu nasıl bertaraf edilecektir? Tayine tabi olan arkadaşlarımızın bir kısmı emekliliğini ya hak etmiş ya da etmek üzere olanlardır. Bu atamaya karşı, rapor, izin, yöneticilikten ayrılma gibi değişik argümanları devreye sokarak yeni görev yerlerine gitmekte direneceklerdir. Bu durum, verimi olumsuz etkileyecektir; bunun dikkate alınmasını istirham ediyorum.

Yukarıda sözünü ettiğim yönetmelikten sonra idareci sınavı ve kursları düzenlenmiştir. Bu kurslardan sonra, sayıları 500'leri bulan bir grup atanmayı beklemekteyken, birçok görevi vekâleten idare edilmektedir. Merkez teşkilatında da atama için aylarca bekleyenler bulunmaktadır. Bunun da açıklanması gerekmektedir.

Millî eğitim, zor, meşakkatli, bir o kadar da zevkle yapılan bir iştir. Bir hukuk adamı olan Sayın Bakanımız, zorunlu olarak, norm kadrosu uygulamasına geçti. Bu uygulamayla (A) bölgesindeki yığılmayı önleyecek, öğretmen açığı bulunan (B) bölgesine öğretmen vererek sorunu kökünden halledecekti. Geçen sürede yapılan yeni atamalarla bu uygulama hayata geçecekken, (A) bölgesinden norm kadro fazlası öğretmenimiz kadro açılıncaya kadar derse girmeden maaş almaya devam ediyor; (B) bölgesi yine öğretmen bekliyor. Ülkemizin ekonomik kriz ortamına sürüklenmesine ve halen yaşanmasına vesile olan "üretmeden kazanma" yöntemlerinden bir tanesi olan bu uygulamaya derhal son verilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, konuşmanızı tamamlayın.

Buyurun.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç olarak, Millî Eğitim Bakanlığı, yönetmelik hükümlerini geriye dönük olarak işletmeden vazgeçmeli, öğretmenlerin, idarecilerin tayinlerini eğitim-öğretim sezonunun başında yerine getirmelidir. Halen uygulamaya çalıştığı idareci tayinlerini ertelemelidir. Norm kadro fazlası öğretmenlerimiz, bu kadronun uygulama amacına dönük olarak ihtiyaç olan okullara kaydırılmalıdır. Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliğine göre sınavı kazanmış ve atamayı bekleyen hak sahiplerinin atamalarını yapmalı, vekâletle yürütülen görevlerinin sayıları azaltılmalıdır. Eğitimde devamlılık ve istikrar önemli bir öğe olduğuna göre, idarecilerimizin ve öğretmenlerimizin moral ve motivasyonuna olumsuz etki edecek ani ve kapsamlı değişikliklerden kaçınılmalıdır.

Bakanlık üst düzey yöneticileri arasında görev değişikliği yapılıyor. Personel Genel Müdürü terfi ettirilerek daha pasif bir göreve atanıyor, Müsteşarımız, yapılan değişikliklerden rahatsız olduğunu göstermek için emekliliğini istiyor; bu esnada, tam bu esnada, Millî Eğitim yöneticileri de tayine tabi tutuluyorlar. 57 nci cumhuriyet hükümeti ve 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi parlamenterleri olarak, ülkemizin geleceği olan çocuklarımızı ve gençlerimizi emanet ettiğimiz öğretmenlerimize ve onların idarecilerine daha iyi hayat şartları sunma yönünde çalışmalarımızı somutlaştırıp hayata geçirmeliyiz. Bu yönde yapılacak çalışmaya bütün arkadaşlarımızın destek vereceğini umuyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, ANAP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öztürk.

Gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, Sayın Millî Eğitim Bakanımız; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığı eğitim politikaları ve personel atamalarıyla ilgili söz alan İstanbul Milletvekilimiz Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk'e, çalışmalarımız hakkında sizlere bilgi verme fırsatı verdiği için teşekkür ediyorum.

Sözlerinin başında, her ne kadar, Türkiye'de, Millî Eğitim Bakanlığının eğitim politikalarından söz edeceğim dediyse de, eğitim politikalarımızdan söz etmediler. Türkiye'de, Türk Millî Eğitim Bakanlığının eğitim politikaları, Yüce Atatürk'ün aydınlık yolunda, Anayasayla sınırları çizilmiş, kanun, tüzük ve yönetmeliklerle sınırları belirlenmiş bir yönde yürümektedir. O bakımdan, hiçbir düşünce aykırılığımızın olmadığını, konuşmanızda bu konuya yer vermediğinizden, buradan çıkarıyorum; teşekkür ederim.

Taşra teşkilatı yöneticilerin zorunlu yer değiştirmeleri, bildiğiniz gibi, 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun değişik 56 ncı maddesinde "yönetim kademeleri, bu kademelerde yer alan görevler ve bu görevlerdeki en az çalışma süreleri, atanacaklarda aranacak nitelikler ve atanacakların seçimi, atanmaları, görevden alınma ve ayrılmaya ilişkin esas ve usuller ile diğer hususların Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenleneceği" şeklindedir. Buna dayalı olarak, Bakanlar Kurulunun 26 Şubat 1999 tarihli 99/12654 sayılı kararıyla, Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliği 30 Nisan 1999 tarihinde yürürlüğe konulmuştur.

Söz konusu yönetmeliğin 9 uncu maddesinde, taşra teşkilatı yöneticilerinin 1 veya 2 nci hizmet bölgesine dahil il ya da ilçelerde en az dört yıl görev yapma zorunluluğu getirilmiş; 11 inci maddesinde, aynı görevle, aynı yerde en fazla çalışma süresinin sekiz yıldan fazla olamayacağı; 24 üncü maddesinde ise, sekiz yıldan fazla hizmeti olan yöneticilerin, bölge hizmeti, istekleri ve ihtiyaç durumu da dikkate alınarak, aynı görevle ya da grup hizmetindeki eşdeğer göreve atanmalarının yapılacağı hükmüne yer verilmiştir.

Diğer taraftan, 83/6525 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulan Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin 5 inci maddesine 99/13143 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla eklenen fıkrada, kamu kurum ve kuruluşlarının, 6'yı geçmemek ve en az 3 bölge olmak üzere hizmet bölgelerini belirleyeceği, yönetici personelin bu bölgelerde zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulacağı belirtilmiş olup, aynı yönetmeliğe 2000/1228 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla eklenen ek maddede de, yöneticilerin ilk defa atamalarının 5 ve 6 ncı hizmet bölgesine dahil il ya da ilçelere yapılmasının gerektiği hükmü getirilmiştir.

2001 yılı atama döneminde, aynı görevle, aynı yerde sekiz yıldan fazla hizmeti olanların, bölge hizmeti, tercihleri ve ihtiyaç durumları da dikkate alınarak, yer değişikliğine tabi tutulacağı  genelgeyle duyurulmuş, bu durumda olan yöneticilerin atanmak istedikleri yerlere ilişkin dilekçeleri istenmiştir. Taşra teşkilatı yöneticilerinden, il millî eğitim müdür yardımcısı 47, ilçe millî eğitim müdürü 89, il millî eğitim şube müdürü 47, ilçe millî eğitim şube müdürü 221 olmak üzere toplam 404 yönetici yer değiştirmeye tabi tutulmuş, yönetmeliğe uygun tercih yapan yüzde 70'inin istedikleri yere ataması yapılmıştır. Uygun tercih yapmayanlar ile başvuruda bulunmayanların, görev yapmadıkları hizmet bölgeleri de dikkate alınarak, ihtiyaç duyulan yerlere atamaları yapılmıştır. Yaptığımız, bu yönetmeliklerin uygulanmasından ibarettir.

Norm kadro uygulamasına gelince: Norm kadro uygulamasıyla Türk personel hukukunda, Millî Eğitim Bakanlığında örnek bir çalışma gösterilmiştir. Norm kadro uygulamasıyla, öğretmensiz yerdeki açığı, fazla öğretmen olan yerden kapattık; ancak, bunu yaparken, öğretmenleri de tedirgin etmemek için, fazla gibi görünen öğretmen veya fazla öğretmen, ders kitabı inceleme ve diğer kültür aktivitelerinde istihdam etmek, rapor ve sair nedenlerle boş geçecek derslerde görevlendirmek üzere depoda tutulmaktadır. Eğer, bunu yapmayacak olursak, rapor veya sair nedenlerle çok sayıda dersin boş geçeceğini de dikkatten ayrı tutmayalım.

Millî Eğitim Bakanlığı, kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun işlemlerini sürdürmeye devam edecektir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gündemdışı konuşma cevaplandırılmıştır.

Üçüncü gündemdışı söz, kimyasal ve biyolojik silahların önemi konusunda söz isteyen, Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Kocabatmaz'a verilmiştir.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika Sayın Kocabatmaz.

3. - Denizli Milletvekili Mehmet Kocabatmaz’ın, terör hareketlerinde kullanılmaya başlanılan kimyasal ve biyolojik silahların önemine ve alınması gerekli önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET KOCABATMAZ (Denizli) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli milletvekilleri, televizyonları başında Meclis saatini izleyen çok değerli vatandaşlarım; 11 Eylül felaketinden sonra, terörün, günümüzde, insanları paniğe ve huzursuzluğa sevk eden biyolojik silahları kullanarak biyoterörü de başlattığı bilinmektedir. Bu nedenle, günümüzde, dünyadaki herkesi telaşlandıran kimyasal ve özellikle biyolojik silahların kullanılabileceği ve kullanılmakta oluşu gerçeğinden hareketle, bu silahların önemi ve alınması gerekli önlemler hakkında konuşmak için huzurlarınızdayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buraya felaket tellallığı için çıkmadım; ancak, dünyada, özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde çok ciddî tedbirler ve cezaî yaptırımlar uygulanırken, hâlâ ülkemizde bazı yetkililer ve köşe yazarları, biyolojik savaşlarla alay etmekte ve bir umursamazlık örneği yaşamaktayız. Biz, bu filmi Çernobil felaketinde de yaşamıştık.

Hiçbir bilgi ve araç, insanlığın yok edilmesi için kullanılmamalıdır. Bugün biyoloji, mikrobiyoloji, fizik, kimya ve biyo-teknoloji bilim dallarında çok yararlı bilgiler üretilirken, aynı bilim dalları, kötü niyetli insanların elinde, biyolojik silahların ve kimyasal silahların üretilmesine neden olmakta ve 1968'den bu yana kimyasal ve biyolojik silahsızlanma girişimi amacıyla yapılan toplantılarda 145 kadar ülke birlikte hareket ederken, maalesef, 20'den fazla ülke, hâlâ, adı geçen silahlarla ilgili olarak, 30'dan fazla kimyasal silah, 45'ten fazla da biyolojik silah ve bazılarının toksinlerini üretmektedirler ve insanlık, canlılar için büyük bir tehdit oluşturmaktadırlar. Onun için, diğer silahların üretimi çok pahalıyken, çok ucuza mal olan kimyasal silahlar, fakirin atomu olarak adlandırılmaktadır. Kimyasal silahların en az 40 saldırıda kullanıldığı anlaşılmakta; Irak'ın Halepçe ve 1995 yılında Japonya'da Tokyo Metrosuna kimyasal silahla düzenlenen saldırılar henüz belleklerden silinmemiştir.

Kimyasal silahlar, öldürmek, yaralayarak safdışı bırakmak ve etkisiz hale getirmek, bitkisel ve hayvansal besin kaynaklarını yok edip, besin stoklarına bulaştırmak ve ekonomik önemi olan hedefleri işlemez hale getirmek için kullanılmaktadır.

Birinci Dünya Savaşından bu yana geliştirilen kimyasal savaş ajanları çok daha güçlüdür. Kimyasal silah üreten çoğu ülkelerden sadece birisindeki sinir gazı stoklarının, dünya nüfusunun 4 000 katını öldürmeye yeterli olduğu gerçeği, bu tür silahların önemini anlatmaya yeterlidir sanırım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kimyasal savaş ajanları şu şekilde sınıflandırılmaktadır:

Sinir ajanları: Sarin, soman, tabun.

Yakıcı ajanlar: Hardal gazı, azotlu hardal, levisit.

Akciğer irritanları: Fosgen, difosgen, klor.

Kapasite bozucu ajanlar: Merkezî sinir sistemini; yani, beyin ve omuriliği etkileyerek, depresyon, halüsinasyon ve paranoya gibi psişik etkenlere neden olmaktadırlar.

Kargaşa kontrol ajanları: Bunlar da, irritasyon yapmak suretiyle akciğerleri etkilemektedir.

Bitki öldürücü ajanlar: Direkt bitkileri öldürerek, toprağın faydalı mikroplarını da yok etmek suretiyle düşmanın beslenme kaynaklarını yok etmektedir.

Adı geçen silahlar, katı, sıvı, gaz ve aerosol halinde püskürtücü aletlerle yayılmaktadırlar. Ayrıca, yiyecek ve su kaynaklarına bulaştırılarak zehirleme yolları da kullanılabilmektedir.

Kimyasal silah ajanlarına temasta yapılacak en önemli işlerden birisi, dedeksiyondur, yani, değişik dedektörler kullanılarak etken tayini yapılmasıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, size, eksüre veriyorum; buyurun, tamamlayın.

MEHMET KOCABATMAZ (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan; cidden çok geniş bir konu; yaklaşımınız için teşekkür ederim.

BAŞKAN - Peki efendim; süratle tamamlayın.

MEHMET KOCABATMAZ (Devamla) - Bunun yanında, koruyucu önlemler, gaz maskesi, giysilerin ve sığınakların, zamanında ve gereğinde kullanılması gibi tedbirler alınmalıdır.

Diğer taraftan, özel tedavi ve ilk yardım çok önemlidir; ilgili birimler, yayın organlarıyla halkı bu konuda eğitmelidirler.

Dekontaminasyon ("uzaklaştırma" manasında kullanılan bir kelime) yani, etkenin uzaklaştırılması için, yıkama, durulama, sabunla yıkama gibi işlemler yapılmalıdır. En önemlisi de, özel tedavi metodudur. Kimyasal savaş ajanlarından sadece birkaçına karşı özel geliştirilmiş antidot bulunmaktadır. Ancak, kimyasal silahlara karşı alınacak tedbirler, ilgililerce, zaman kaybetmeden halka anlatılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biyolojik silahlara gelince: Biyolojik silahlar, hedefteki organizmayı enfekte ederek, yani, bulaştırarak organizmada gelişen klinik bir hastalık oluşturup, vücudun direncinin yok olmasına ya da ölümüne neden olan mikroorganizmalar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Mikrobiyolog Hurlbert, 45'ten fazla biyolojik silah ve toksinlerinden söz etmektedir. Bunlar, konsantre edilip ayrılan mikroorganizmalar halinde, kurutulma, soğutulma ve dondurulma suretiyle saklanırlar. Bu silahlar, kolaylıkla, ucuz ve kısa bir sürede üretilmektedirler. Biyolojik toksinler, bilinenlerin içerisinde en toksik olanıdır.

Silahların yayılışına gelince: Damlacık yoluyla yayılma, yani, aerosol yolla; örneğin, bulundukları alanın kirletilmesi açısından püskürtüldüklerinde 1-50 kilometre çapındaki alanı etkileyebilmektedirler; ki, botulismus zehiri bunlardandır ve 1,5 milyon insanı etkileyebilecek bir silahtır.

Diğer taraftan, 50 kilogramlık aerosol halindeki şarbon mikrobu ve sporu ise, 500 000 nüfuslu bir alanda 220 000 kişiyi etkileyebilen bir silah haline gelmiştir. Gıda ve su zinciri yoluyla yayılma söz konusudur. Aracı bir organizma, yani, böcekler, virütik hastalıkları taşımaktadır. Biyolojik silahlardan en etkili olanı, günümüzde çok önemli olan şarbon, doğada genellikle toprakta bulunan bacillus anthracis adlı bir bakteri türünün etkisiyle yayılmaktadır.

BAŞKAN - Efendim, lütfen bağlar mısınız; çok süre verdim size.

MEHMET KOCABATMAZ (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

Genelde koyun, keçi, sığır gibi hayvanlarda yaygın olan bu bakteri, canlı organizmaya daha çok derideki yara ve sıyrıklardan girer, solunum ve sindirim yoluyla da bulaşabilmektedir. Ölümcül olmasının nedeni, bakteri sporlarının oluşturduğu zehirdir. Damlacık yöntemiyle dağılır ve belirtisi bir ila altı gün içerisinde ortaya çıkar.

Özellikle, şarbon hastalığının teşhis edilmesinde ve aşı üretiminin bugünlere getirilmesinde emeği geçen Robert Koch, Luise Pasteur ve çok değerli hocalarımızdan veteriner hekim Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün'ü rahmetle anıyorum, şükranlarımı sunuyorum.

Hoşça kalın.

Saygılarımla efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kocabatmaz; konunun önemini bildiğim için, size 3 dakika eksüre verdim.

Gündemdışı konuşmayı cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.

Aslında, keşke, Sayın Bakanımız gelseydi; hani, bu şarbon mikrobunun bulaşmaması için bir zarf açılış biçimi vardı, bize de gösterseydi, biz de bari öğrenseydik; ama, neyse; gelmedi...

Sayın milletvekilleri, gündemdışı konuşmalar bitmiştir; ancak, bu hafta gündemdışı konuşmaları verirken, biraz... Yani, öteden beri, Doğru Yol Partisindeki milletvekili arkadaşlarımız, bizim başkanvekilimiz olmadığı için bize söz verilmiyor... Onlara biraz fazla gündemdışı söz verdim. DSP ile MHP'ye de biraz fazla geçti; ama, ne yapalım ki, 6 parti var, 9 gündemdışı söz vereceğiz... Bundan sonra bunu telafi edeceğiz. Özellikle, Sayın Ahmet Kabil de bir serzenişte bulundu, bu serzenişi nedeniyle bu açıklamayı yapıyorum. Gelecek bir başka başkanvekilliği sıramda sizin de isteğinizi yerine getireceğim efendim.

Değerli milletvekilleri, tabiî, bugün Sayın Meclis Başkanımızın Cumhurbaşkanına vekâlet etmesi dolayısıyla ben de Meclis Başkanına vekâlet ediyorum; ancak, gündemin düzenlenmesine benim bir katkım olmadığını belirtmek istiyorum; çünkü, vekâlet yazısı bugün geldi; zaten gündem de düzenlenmişti. Bir açıklama yapma gereği duydum.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının tezkereleri vardır, okutuyorum efendim:

 

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Finlandiya Parlamento Başkanının beraberlerinde bir parlamento heyetiyle ülkemizi ziyaretlerinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/909)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

TBMM Başkanlık Divanının 16 Ekim 2001 tarih ve 87 sayılı Kararı ile, Finlandiya Parlamento Başkanı Riitta Uosukainen ve beraberindeki Parlamento Heyetinin ülkemizi ziyaret etmesi kararlaştırılmıştır.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.

                                        Ömer İzgi

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                           Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

2. - Makedonya Cumhuriyet Meclisi Dış Politika Komisyonu Başkanının beraberlerinde bir parlamento heyetiyle ülkemizi ziyaretlerinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/910)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

TBMM Başkanlık Divanının 16 Ekim 2001 tarih ve 87 sayılı Kararı ile, Makedonya Cumhuriyet Meclisi Dış Politika Komisyonu Başkanı ve beraberindeki Parlamento Heyetinin, TBMM Dışişleri Komisyonunun konuğu olarak, resmî temaslarda bulunmak üzere ülkemizi ziyareti uygun bulunmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.

                                        Ömer İzgi

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                           Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Komisyondan istifa önergeleri vardır; ayrı ayrı okutup, bilgilerinize sunacağım:

3. - İstanbul Milletvekili Aydın A. Ayaydın'ın, KİT Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/414)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başka bir komisyonda görev alacağımdan, KİT Komisyonu üyeliğinden çekiliyorum. Gereği için bilgilerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Aydın A. Ayaydın

           İstanbul

BAŞKAN - Bilgilerinize  sunulmuştur.

Diğer önergeyi okutuyorum:

4. - Erzurum Milletvekili Cezmi Polat'ın, İçişleri Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/415)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gördüğüm lüzum üzerine İçişleri Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.

Gereğini arz ederim.  25.10.2001

     Cezmi Polat

          Erzurum

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

 

 

IV. - SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. - Plan ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN - Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan ve Anavatan Partisi Grubuna düşen bir üyelik için İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN

DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Millet-vekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;  Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa henüz verilmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Türk Medenî Kanunu Tasarısı  ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in;  Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komis-yonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (1)

BAŞKAN - Komisyon ?.. Burada.

Hükümet ?.. Burada.

Komisyon ve Hükümet yerlerini almışlardır.

Sayın milletvekilleri, tasarının maddelerine geçilmesi, geçen birleşimde kabul edilmişti.

Genel Kurulun 18.10.2001 tarihli ve 9 uncu Birleşimde; tasarının bölümler halinde görüşülmesi, bölümler üzerinde gruplar, hükümet ve komisyon adına yapılacak konuşmaların 20'şer dakika (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir) olması, maddeler okunmaksızın sadece bölümlerin ayrı ayrı oylanması ve bölümler üzerinde verilen önergelerin kabulü halinde, o bölümün kabul edilen önergeyle birlikte oylanması, bölümler üzerinde komisyon ve hükümetin birer, milletvekillerinin de üç önerge verebilmesi kabul edilmişti.

Şimdi, Başlangıç ve Birinci Kitap "kişiler hukuku" kısmının 47 nci maddesine kadar olan Birinci Bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci Bölüm üzerinde grupları adına söz isteyenleri okuyorum: Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Cavit Kavak; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Kayseri Milletvekili Sayın Sadık Yakut; Saadet Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Nevşehir Milletvekili Sayın İsmail Çevik; Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al.

İlk konuşmayı yapmak üzere, Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Cavit Kavak; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Kavak, süreniz 20 dakikadır.

Sayın Kavak, bize bildirildiğine göre, süreyi tek başınıza kullanacaksınız herhalde...

MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) - Evet efendim; teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

ANAP GRUBU ADINA MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; görüşülmekte olan Medenî Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkler, Avrupa'ya ayak bastıklarından beri bu kıtanın bir parçasını oluşturmuşlardır. 1856 yılında, Paris'te, Avrupa camiasının bir üyesi olarak resmen tanınmışlardır. Bu, Türkiye'de iki asrı aşkın bir Batılılaşma hareketinin mevcudiyetini göstermektedir. Bu süre içinde, önce, imparatorluğun savunma imkânlarının modernleştirilmesi bakımından Batı'ya yönelinmiş; ancak, bu çabalar, daha sonra, kültür, sanat, edebiyat, siyasal yaşam, hukuk reformları ve temsili demokrasi gibi çeşitli alanlardaki Batılı düzenlemelerin benimsenmesi şekline dönüşmüştür. Bu köklü değişikliklerin benimsenerek uygulanması, Avrupa ülkeleriyle Türkiye arasında karşılıklı saygı ve anlayış ortamıyla belirlenen destek ve işbirliğinin kurulmasına yol açmıştır.

Türkiye'nin siyasal tercihinin, Avrupa ülkelerinin temel ölçülerini, ideallerini yansıtan, bunların ayrılmaz bir parçasını oluşturan Batı sistemi yönünde kullanılması, barış ve işbirliğine dayalı dışpolitika ilkelerini belirlemesi, ülkemizin Batı dünyası içindeki yeri üzerinde bir görüş birliği yaratmıştır. Unutmayalım ki, bütün dünler, bugünleri aydınlatan fenerlerdir.

Medenî Kanunun günümüz koşullarına uygun hale getirilmesi, Türkçede bir sadeleştirme olduğu ve bunun da bir yüzyılı dolduran zamandan beri devam etmesidir. Bütün bu değişiklikler ve yapılan her şey, geleceği aydınlık, ileri ve uygar bir Türkiye içindir.

Türk Ulusunun gelişmesine yüzyıllardan beri karşı koyan engelleri kaldırmak ve genel yaşamımıza çağdaş uygarlığın kanunlarını ve araçlarını getirmek için harcadığımız çabaların, ulusun tümünün onayını almış olduğu kesindir. Aşırı isteklerini içinde saklayan, ulusun esenliği yolunda tatmin edilmemiş görünenlerin son çırpınma girişimleri, millî irade karşısında her zaman yenilgiye uğramıştır. Ulusumuzun yazgısına el koyduğundan beri Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilkesi, sosyal toplumumuzun kaybettiği yılları zaman geçirmeden yerine koymak ve yöneldiği amaçlara güven ve huzurla varmak, durumun gerektirdiği önlemleri duraksamadan almak ve uygulamaktır.

Atatürk, 1 Kasım 1937'de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5 inci Dönem Üçüncü Yasama Yılı açış konuşmasında "büyük davamız, en uygar ve en refaha kavuşmuş ülke olarak varlığımızı yükseltmektir. Biz, yurtiçi güvenliğinin içinde, kişilerin güvenliğinin de ona yaraşacak biçimde olmasını göz önünde tutarız" diyerek, kişi özgürlüğüne verilen değeri belirtmiştir.

Geçmişte kullanılan bir kıyafetin, insanları, her zaman ve her mekânda aynı derecede tatmin etmesi beklenemez. Eskiye devamlı bir şeyler katarak, onu her an yenilemediğimiz takdirde, tıpkı bir müzede yaşayan insanlara benzeriz. Müzeler güzeldir; ama, hayatın dışında şeylerdir.

Dün, Sayın Adalet Bakanımızın belirttiği gibi, bu kanun, herkesin kanunu. Bu kanun, doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar her insanı ilgilendiren bir kanun ve medenî kanunlar, bu özellikleriyle, her ülkede hukuk birliğini sağlayan kanunlardır. Bu kanun, Türk hukuk devriminin simgesidir.

 Daha önce ve ilk defa 1951 yılında, raportörlüğünü rahmetli hocam Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun yaptığı komisyonca hazırlanan Türk Medenî Kanunu ön tasarısı ve gerekçesi, 1971 yılında Adalet Bakanlığına sunulmuş ve bu ön tasarı, bakanlıkça yayımlanmıştır. Yine, rahmetli hocam Prof.Dr. Kemal Oğuzman'ın başkanlık ettiği ikinci bir komisyon da çalışmalarını 1984 yılında tamamlamıştır. Komisyonun hazırladığı ön tasarı da Adalet Bakanlığınca yayımlanmıştır; ancak, her iki tasarı da yasalaşma şansını elde edememiştir.

Benim de üyesi bulunduğum 55 inci hükümet döneminde, Medenî Kanun Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş; ancak, erken seçim nedeniyle kadük hale gelince, 21 inci Dönemde Sayın Bakanımız tekrar tasarıyı bilim adamlarıyla oluşturmuş ve bugünkü haline, komisyonlarda, bilim adamlarının çalışmalarıyla bir mesafe alarak gelmiştir.

1926 Türkçesinden anlayan kuşaklar, bugün, maalesef azalmıştır. Türk hukuk dilinin ulaşmış olduğu konumdaki bir yaklaşım bu tasarıda söz konusudur. Bu tasarı, üzerinde elli yıldan beri çalışılan bir tasarı olması hasebiyle, dil konusu, tasarının izlediği amaçların başında gelmektedir. Düşüncenin özü de kısa sözdedir. Türk Medenî Kanunu dili, bugün, hukuk fakültesi öğrencileri tarafından ancak sözlükle anlaşılabilmektedir. Tasarıda benimsenen dil, benimsenen ve artık yerleşmiş olan dildir. Bugünkü kuşakların anlamakta güçlük çektiği bir dili sürdürmenin anlamı yoktur. Eğer, Türk Medenî Kanununu herkesin anlayacağı dil haline getiremezsek, o zaman, bu konudaki çabalarımız eksik kalacaktı. Vatandaş, kanunun kendisine hangi hakları sağladığını ve hangi yükümlülükleri getirdiğini anlamak zorundadır. Kanunu bilmemenin mazeret sayılmadığını söyleyen, yine kanundur.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Birinci Bölümde, kişiler hukukunda, genel olarak sistem ve içerik yönünden, şimdi yürürlükte olan yasanın çözümü benimsenmiştir. Dil yönünden bazı yeni terimler kullanılmıştır: İkametgâh, yerleşim yeri; rüşt, ergenlik yaşı; temyiz kudreti, ayırt etme gücü gibi. Özellikle, İkinci Bölümde ise, Dernekler Ayırımına bazı yeni maddeler eklenmiş. Gerçek Kişiler Bölümünde, Medenî Kanunun 24 üncü maddesinin (a) bendindeki, manevî tazminat talebinin, miras bırakanca ileri sürülmüş olmadıkça mirasçıya geçmeyeceğine ilişkin hüküm, yürürlükteki yasanın çözümünü değiştiriyor. 1988 yılında yasaya eklenen Medenî Kanunun 24/a üçüncü fıkrasında, bu tazminat talebinin mirasçıya geçeceği kabul edilmişti. Yine, Medenî Kanunun İkinci Bölümünde, 85 inci maddede öngörülen kuralla; yani, nişan bozmada manevî tazminat davası mirasçıya geçmez hükmü, Medenî Kanun 24/a' daki kuralla çelişiyordu. Tasarıdaki hüküm, bu çelişkiyi ve bu nedenle ortaya çıkan tartışmayı ortadan kaldırmaktadır.

Yürürlükteki yasada, Medenî Kanunun 37 nci maddesinde, nüfus memurlarının kendi kusurlarından ve maiyetlerindekilerin kusurundan dolayı meydana gelen zararlardan şahsen mesul oldukları kabul edilmektedir. Tasarının 38 inci maddesinde, yeni hükümle, bu konudaki tazmin sorumluluğu, kusurlu memura rücu olanağıyla, devlete yüklenmiştir. Tapu sicili, gemi sicili gibi öteki resmî sicillerde kabul edilen çözümün nüfus işleri için de benimsenmiş olması isabetli olmuştur.

Tüzelkişilere gelince: Tasarının 53 üncü maddesinde "sona eren tüzelkişinin mal varlığı terekenin resmî tasfiyesine ilişkin hükümlere göre tasfiye edilecektir"  denilmektedir. Medenî Kanunun 51 inci maddesinde, bu tasfiyenin, kooperatiflere ait hükümlere göre yapılacağı öngörülmüştür. Bu değişikliğe gerekçede değinilmişse de, bunun nedeni açıklanmış değildir.

Yürürlükteki Medenî Kanunun 53-72 nci maddelerinde yer alan cemiyetlerle ilgili hükümler, tasarıda "Dernekler" başlığı altında, "İkinci Ayırım"da, 56-100 üncü maddelerinde toplanmıştır. Bu yeni düzenlemede, ilk bakışta göze çarpan husus, getirilen yeni kuralların çoğunun yürürlükteki Dernekler Kanunundan alınmış olmasıdır. Dernekler Kanunu, daha çok kamu hukuku yasası niteliğini taşıdığına göre, bunların Medenî Kanuna taşınması isabetli sayılmayabilir. Özellikle ivedi bir değişiklik ihtiyacı halinde bu tür hükümlerin, örneğin 56 ncı maddede "kurucu sayısı" 58 inci maddede "tüzük" 60 ıncı maddede "inceleme" ve bunun gibi değişikliğin, Medenî Kanun değişikliği şeklinde yapılması uygun olmayabilir.

Tasarı madde 69'da, üyelerin oylarını genel kurulda şahsen kullanmaları zorunluluğu getirilmiştir. Halbuki, uygun bir sınırlama konarak, temsile, vekâlete izin verilmesi daha isabetli olurdu.

BAŞKAN - Sayın Kavak, Birinci Bölüm 46'nın sonuna kadar; yani bu müzakere ettiğimiz, 1 inci maddeden 46 ncı maddenin sonuna kadar; o, İkinci Bölüm.

MEHMET CAVİT KAVAK (Devamla) - Peki efendim.

Genel olarak, bu kurallar Anayasanın özgürlük ilkesine aykırıdır. Sorun, bu birlik veya birleşmelerin denetlenmesini kolaylaştırmak için; bunun çözümü, kamu hukuku düzenlemelerindedir. Tekrar söylüyorum, Medenî Kanuna bu tür sınırlamanın konması doğru değildir.

Vakıflarla ve diğer konularla ilgili görüşleri öbür bölümde arkadaşım açıklayacak.

Tasarının yapılmasında emeği geçen herkese Anavatan Partisi Grubu olarak teşekkür ediyor ve bu tasarının ülkemize hayırlara vesile olmasını Allah'tan diliyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kavak.

Sayın milletvekilleri, bir daha belirteyim, burada, Birinci Bölümde müzakere ettiğimiz husus 1 inci maddeden 46 ncı maddenin sonuna kadar olan kısımdır; arkadaşlarımız bölümü iyi bilsinler diye söylüyorum.

İkinci söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Sadık Yakut Beye ait.

Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika, herhalde tek başına kullanacaksınız.

AK PARTİ GRUBU ADINA SADIK YAKUT (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Medenî Kanun Tasarısıyla ilgili olarak, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Üzerinde görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Tasarısı 1030 maddeden oluşan bir temel kanundur, cumhuriyetin temel kanunlarındandır, olağan bir yasal düzenleme değildir. Türkiye Cumhuriyetinin inşaında, çağdaşlığın, laikliğin, demokratik ve eşitlikçiliğin simgesi, rejimimizin birleştirici, bütünleştirici çimentosudur, harcıdır. Erkeğimizin, kadınlarımızın, çocuklarımızın insan olarak tanınmasının destanıdır. Bir imparatorluk mirasından, tam bağımsızlık savaşı kazanılarak çağdaş bir ulus devleti kurmanın ve Kurtuluş Savaşını yeni bir medenî hukuk anlayışıyla taçlandırmanın başarısıdır.

20 nci Yüzyılın ilk çeyreğinde, bağımsız bir devletin, büyük bir medenî cesaretle, hiçbir komplekse kapılmadan, dönemin en yeni, en çağdaş medenî kanunu sayılan İsviçre Medenî Kanununu adapte ederek çağdaş ve demokratik dünyaya örnek olmuşken, 21 inci Yüzyılın ilk çeyreğinde biz neredeyiz, biz ne yapıyoruz? Komple yeni bir Medenî Kanun Tasarısıyla yeni bir asrı karşılamaya mı çalışıyoruz? İddialı ve bir o kadar da ağır sorumluluğu gerektiren bu noktada heyecanlanmamak mümkün değil; ama, millete baktığımızda, bu heyecanı, bu coşkuyu görebiliyor muyuz, seslerini duyabiliyor muyuz; üzülerek ifade ediyorum ki, hayır, hayır, hayır. Ya bizler yapmak istediğimiz büyük değişikliği milletimize anlatamadık ya da yapmak istediğimiz yasada eksiklikler var, yanlışlıklar var. Daha ilk konuşmalarda Yüce Meclisin moralini bozmak için söz almadım; ama, bizler, öncelikle milletin gözü, kulağı ve sesi olmak zorundayız. Böylesine önemli bir yasa tasarısını magazinleştiren, medenî hukuku televole hukuku haline getiren bir anlayışa mı milletimiz heyecanlanacak, coşacak, destek olacaktır?!

Kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın giderilmesi için uluslararası sözleşmeler ne diyor? Bunların hangisini gerçekleştirip, kadınımızın eğitim, sağlık, ekonomik güvencesi, çalışma hakkı ve buna benzer hayatî önemi haiz sorunlarından hangisini çözdük diyebiliyoruz? Boşanmayla ilgili bir mal rejimi getirdik, günlerce tartışıldı, konuşuldu, konunun uzmanları dahi anlamadı; kaldı ki, Anadolu'daki, kırdaki kadınımız nasıl anlasın?!

Değerli milletvekilleri, bu genel değerlendirmenin ışığı altında, tekrar geriye dönüp, cumhuriyetin Medenî Kanunundan bugünlere nasıl gelindiğinin bir muhasebesini yapmak istiyorum.

Yasalaştığı tarihte oldukça ileri düzeyde bulunan Türk Medenî Kanunu, daha sonra oluşan gelişme ve değişiklikler karşısında bazı kurumlarıyla artık günümüz ihtiyaçlarının gerisinde kalmış olsa da, bir hakkı sahibine teslim etmek istiyorum. Yabancı bir kültürün ve medenî hukuk anlayışının Türk toplumuna adaptasyonunda büyük rol oynayan ve özellikle içtihat hukukuyla orijinal kanunun dahi önüne geçecek şekilde toplumun medenî hukuk ihtiyaçlarının en adil ve en etkin şekilde giderilmesinde büyük rolü ve katkısı olan Türk hâkimi ve Türk hukukçularına, müçtehitlere yüksek huzurlarınızda en içten duygularımla şahsım ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.

İkinci bir hak teslimi ve tespiti ise, Medenî Kanunumuz, kısmî değişiklikler ve ihtiyaç hukukuyla geldiği noktada, günümüz ihtiyaçlarını karşılayacak yapıda mıdır, değil midir? Çok açık ve net bir şekilde ifade edelim ki, mevcut yasa, büyük bir bölümüyle günün ihtiyaçlarını karşılayabilecek yapıdadır.

Reform ve değişiklik gerektiren öncelikli maddelerin başında, aile hukuku ve kadın haklarına yönelik hususlar gelmektedir. Başta uluslararası sözleşmeler ve anayasal değişikliklerin ortaya çıkardığı ve önümüzdeki dönemlerde yasalaştırılacak olan uyum yasalarının ışığı altında, ortaya çıkan ve çıkacak olan değişiklik veya düzenleme ihtiyacı, daha kısa ve basit bir çalışmayla giderilemez miydi?

Bu bağlamda, bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Daha önce 937 madde olan Medenî Kanun, yeni tasarıda 1 030 maddeye çıkarılınca, medenî hukuk kültürü ve birikimi bir anda yok oldu. Nasıl mı; madde numaralarını kaydırarak, yetişmiş ve belli bir medenî hukuk birikimine ulaşmış, kanuna bakmadan, madde numarasıyla hüküm veren, gerekçe yazan hâkimin, öğrencisine ders anlatan öğretim üyesinin, gurbette gece yarılarına kadar dersine çalışan öğrencinin medenî hukuk kültürü ve birikimi bir anda karmakarışık oldu, bir anda uçtu gitti.

Medenî hukukta yeni bir milat, aynen ekonomideki 30 Eylül kara miladı gibi; nasıl o tarihten sonra ekonominin düzeni bozuldu, ayar tutmadıysa, korkarım, medenî milat da böyle bir sonuç doğuracak.

Numaralar kaydırılıp bir kaos yaşatılacağına, Medenî Kanunun menşei olan İsviçre Medenî Kanununun değişikliğinde takip edilen yol gibi, madde numaralarına dokunulmadan, (a), (b), (c) gibi alt madde veya bent numaraları verilseydi de, temel yasanın madde numaraları sistematiği bozulmasaydı, daha iyi olmaz mıydı.

İkinci eleştiri, tasarının diliyle ilgili. Kanunun sistematik çatısı kurulurken "kısım", "bölüm", "ayırım" diye bir düzenleme yapılmış. Bildiğiniz gibi "bölüm" kelimesi Türkçe "kısım" kelimesi Arapça'dır; aynı zamanda, kanun yapma tekniğinde "ayırım" sözcüğüne hiç yer verilemez. Keza, tasarının 1 inci maddesinde "mesele" kelimesi "konu" şekline dönüştürülmüş ise de "konu", "mesele"nin tam karşılığı değildir. "Mesele" üzerinde ihtilaf olunan konu demektir. "Hak ve nefaset" yerine "hukuk ve hakkaniyet" denilmiş; bu da, tam karşılığını ifade etmemektedir "hak ve adalet" belki olabilirdi. Dili sadeleştirme pahasına "borç" yerine "yüküm..." Sokağa çıksanız kim anlar; hangi hukukçu anlar? "Doğruları söylemek, bundan böyle boynumun yükümü olsun" deseniz, acaba ne derler "ne diyor bu adam" demezler mi?!

Kanun dilinin eskimiş olduğu düşüncesi, bizi, böyle, uydurukça sözcüklere mahkûm etmemelidir. Türkçe'de güzel bir deyim vardır: "Kaş yapalım derken göz çıkarma." Bu yasa değişikliğiyle de, galiba, böyle olacak. Allah, gözlerimizi, kaş yapmak isteyenlerden korusun. Başka ne diyebiliriz ki?!

Diğer bir eleştiri konusu ise, Medenî Kanunun bir bütün halinde değiştirilmesine gerek var mıydı? Diğer ülkelerde olduğu gibi, bazı konuları özel kanunlarla düzenleme veya mevcut yasa üzerinde, yapıyı, sistematiği bozmadan değişiklik yapma yoluna gidilmesi daha iyi olmaz mıydı. Medenî Kanunun, bir bütün halinde değiştirilmesi zorunluluğu, ancak sosyal ve siyasal rejimin köklü bir değişimi sonrasında ortaya çıkar. Acaba, bizim haberimiz olmadan köklü bir değişiklik mi oldu?! Sosyal ve siyasal değişikliklerin yanında ekonomiyi kasten saymadım, sıralamadım. Bu iktidar ve bu iktidarın arkasındaki Meclis çoğunluğu birçok şeyi yapamadılar; ama, ekonomide öyle bir değişiklik, öyle bir deprem meydana getirdiler ki, toz duman ortadan kalktıktan sonra elde kalan ekonomik enkazdan, milletin perişanlığından sonra, ortada, yeniden düzenlenecek hiçbir şey kalmadı.

Yasa tasarısı, demokratik ülkelerde olduğu gibi, çağdaş ve katılımcı bir anlayışla toplumun değişik ve hatta tüm kesimleriyle paylaşılmadı, paylaşılamadı. Tüm kesimleri özellikle söylüyorum. Medenî yasalar, insanları, doğum öncesinden başlayıp cenin hukuku, ölümden sonra dahi miras hukukunu ilgilendiren temel bir yasadır. Dolayısıyla, toplumun ortak aklı ve ortak tecrübesine itibar etmeyip, toplumsal uzlaşmayı sağlamayan bir anlayışın ürünü olan yasanın bu şekliyle kabulüyle, uygulanmasında ciddî sıkıntılar yaratacağını söylemek asla kehanet değildir. Aynı zamanda, toplumun örfü, âdeti, ahlak anlayışı, aile anlayışı, yaşantısı, ortak değerleri, var olan müesseselerinin uygulamadaki tanınmış ve kabul görmüş özelliklerinin de dikkate alınmadığının üzüntüsü içerisindeyim.

Peki, bu eleştirilerden sonra son sözlerim ne olacak: Tasarıya, kadınlarımızın haklarını teslim ettiği; kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırdığı; ailede, yeni yapılan anayasa değişiklikleri doğrultusunda kadın-erkek eşitliğini tam anlamıyla sağladığı; dernek, vakıf kurmada, baskıcı, vesayetçi engelleri ortadan kaldırdığı; boşanmada, kadınımızı kolladığı oranda destek vereceğiz.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yakut.

Saadet Partisi Grubu adına, birinci konuşmacı, Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA FAHRETTİN KUKARACI (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Medenî Kanununun değiştirilmesiyle ilgili kanun tasarısının birinci bölümü üzerinde grubumun görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzda bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Muhterem milletvekilleri, Meclisimize sunulmuş olan Medenî Kanun Tasarısı, bir ilmî heyetin uzun yıllar çalışarak hazırlamış olduğu bir çalışmanın ürünüdür. Grubumuz, bu kanunun çıkarılabilmesi için elinden gelen her türlü gayreti göstermiştir, göstermeye de devam edecektir. Ancak, kanunda yapılan değişiklikler üzerindeki eleştirilerini, taleplerini de ısrarla sürdürecektir. Bu kanunun, ana rahminden başlayıp, ölümden sonraya kadar insanımızın hayatını düzenleyen temel bir kanun olduğu için, hatasız veya en az hatayla çıkarılması gerekmektedir.

Tasarının tümü üzerinde konuşan arkadaşlarımız, bu kanunun kabulü tarihinde, o günün şartlarında yazılmış esbabı mucibe layihasının, toplumun inanç değerlerini hiçe sayan, tahkir ve tezyif sayılabilecek ifadeler taşıdığını, yeniden metnin başına alınmasına artık bir neden kalmadığını izah etmişler, gerekçelerini de açıklamışlardır. Aradan geçen yetmişbeş yılda düşünce ve inanç özgürlüğü genişlemiş, uluslararası metinlerde, her türlü inanç ve vicdanî kanaat saygıya müstahak görülmüştür. Bu layiha metnin başında bulunduğu sürece, inanan insanlar kendilerini aşağılanmış hissedecek, hakarete uğramış sayacaklardır. İnsanımızı inciten bu durum, toplumsal barışa hizmet etmeyecektir. Sayın Bakan bu layihayı iyi niyetle tevil etse de "derme çatma eski hukuk kitaplarından ve din esaslarından çıkarılan bilgiler", "birbiriyle çelişkili Ortaçağ fıkıh kurallarına bağlı", "Ortaçağ örgütü ve dinsel bazı düzenlemeler, onüç yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançları" gibi ifadelerle dinin ve dindarların tahkir edildiği, tevil götürmeyecek bir gerçek olarak ortadadır.

Değerli arkadaşlarım, Medenî Kanunu, İsviçre Medenî Kanunundan alarak başarılı bir şekilde tercüme eden ve şaheser meydana getiren Osmanlı hukuk adamlarıydı; ancak, aradan geçen zaman ve Osmanlı kültürüyle irtibatsız yetişen, yetiştirilen nesil, bu güzel eseri anlamakta güçlük çekmektedir. Bu nedenle, birkısım terim, tabir ve kelimelerin yaşayan dille sadeleştirilmesi isabetli olmuştur; ancak, bu isabetli düşünce, yapılan arılaştırmayla birçok yerde anlamsız hale getirilmiştir. Toplumun tümünün bilip kullandığı şart", "istifade", "rüşt", "ikametgâh", "şahıs", "mesken", "tecavüz", "istifa", "ihraç", "hata", "hile", "tehdit", "taksim", "tahsis" gibi kelimeler çıkarılmış, yerlerine uydurma kelimeler kullanılmıştır. Burada, ideolojik bir yaklaşım mevcut olup, kanunun akıcı olan dili bozulmuş, anlaşılabilen kelimeler uydurma kelimelere dönüştürülmüştür.

7 maddeden ibaret olan başlangıç hükümleri, Medenî Kanunun, hatta özel hukukun temelini teşkil etmektedir. Bu hükümler, toplumumuz tarafından darbımesel haline getirilmiş, hukukun hemen bütün dallarında kullanılır olmuştur. Örnek olarak "bir hakkın sırf gayri ızrar eden suiistimalini kanun himaye etmez", "kanun hilafını emretmedikçe iki taraftan her biri müddeasını ispata mecburdur", "bir hakkın doğumu için kanunen hüsnüniyet şart kılınan hallerde asıl olan onun vücududur" gibi. Bu 7 maddenin orijinal halinin örnek olarak muhafaza edilmesi, yetişen yeni hukukçular için, dönemin tarihi, kültürü, hukuk anlayışı, ilmî ve fikrî seviyesi hakkında bilgi verecektir. Sayın Bakan, esbabı mucibe layihasının metinde muhafaza edilmesini benzer bir gerekçeye dayandırmıştı.

Muhterem milletvekilleri, Medenî Kanun değişikliklerinin asıl hedefinin mal rejimleriyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu bölümdeki değişikliklerin dışında yapılan diğer değişikliklerin, genelde, dilin arılaştırılmasından ibaret olduğu, değişikliklerin kısmî düzeltmeler şeklinde yapıldığı görülmektedir. Tasarının hazırlanmasında görev alan bir değerli üye "tasarının can alıcı noktasını mal rejimleri oluşturuyor. Tasarı 1 030 maddeden oluşuyor. Medenî Yasamızın 937 maddesi vardır. Bu 937 madde tasarıda aynen korunmuş, dili arılaştırılmış, günümüz Türkçesine adapte edilmiştir. Geri kalan 93 maddede ağırlık noktasını, mal rejimleriyle ilgili olarak yaptığımız bu değişiklik oluşturmaktadır" demiştir. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, tasarının değişikliğe uğrayan asıl bölümü mal rejimleridir.

Şahsın hukuku bölümünde yapılan değişiklikler, genelde, dilin arılaştırılması çalışmalarının ağırlık kazandığı değişikliklerdir. 8 inci maddede "her şahıs" yerine "her insan" kullanılmış, medenî haklardan istifade, hak ehliyeti; medenî hakları kullanma, fiil ehliyeti olarak değiştirilmiştir. "Rüşt", "erginlik"; "temyiz kudreti", "ayırt etme gücü" olarak düzenlenmiştir.

9 uncu maddede eski metindeki "istisap" ve "iltizam" sözlerinin karşılığı olan haklara ve borçlara ehil olmak anlamı, 48 inci maddede aynen kullanılmış  bulunmasına rağmen, burada farklı ifade edilmiştir.

19 uncu maddede yapılan değişiklik sadece sadeleştirmeden ibaret olmayıp, toplumumuzun hemen her ferdi tarafından bilinen, benimsenen, kullanılan, kabul gören ve kendisine birçok hukukî sonuç bağlanan "ikametgâh" sözcüğüdür. Hem konu başlığı hem de ikametgâh sözünün geçtiği her cümle değiştirilmiş, "yerleşim yeri" haline getirilmiştir.

Komisyonda, "yerleşim yeri"nin, "ikametgâh" anlamına gelmediği, bunun hukukî karışıklıklara sebep olacağı tartışma konusu yapılmış, gerek hukukçu profesörler gerekse Sayın Bakanın konuya açıklık getirmek için yaptıkları açıklamalarda "ikametgâh", "yerleşim yeri" ve "oturma yeri" arasındaki hukukî bağ veya fark net bir şekilde izah edilememiş, çelişkiler yaşanmıştır.

Örneğin, Prof. Kılıçoğlu, Ankara Oran'da evi, bir de Gölbaşı'nda yazlığı olan birisinin yerleşim yerinin Oran olduğunu, Gölbaşı'na yapılacak tebligatın geçersiz olacağını vurgulamıştır. Prof. Akıntürk, "yerleşme yeri"nin, adres olmayıp, "oturmak niyetiyle bulunulan yer; il veya ilçe" olduğunu savunmuştur. Sayın Bakanın izahına göre ise, Ankara'da yerleşme kastım olmadığı için benim, milletvekilliğim süresince de ikametgâhım Erzurum olarak devam edecektir; ancak, burada bir başka sıkıntı doğacak, benim ikametgâhım Erzurum olarak kalıyorsa, aleyhimde açılacak davaların, icra takiplerinin ve buna benzer hukukî sonuç doğuracak işlemlerin orada yapılması gerekecek, hak düşürücü sürelere yetişemeyecek, bundan zarar göreceğim. Çocuklarımı Ankara'da okula yazdırırken veya bir alım-satım işlemi yaptırırken vereceğim ikamet senedini Oran muhtarlığından alacağım; ama, bu, ikametgâhım olmayacak. Bütün bu karışıklıklar çözümlenmemiş, izaha muhtaç olarak durmaktadır.

BAŞKAN - Sayın Kukaracı, 1 dakikanız var efendim.

FAHRETTİN KUKARACI (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, karı-koca eşitliğini sağlamak amacıyla 21 inci maddede yapılan değişiklikte, "kocanın ikametgâhı karının ikametgâhı addolunur" hükmü kaldırılmıştır.

Medenî Kanunda kadın-erkek ayrımcılığını çağrıştıran her hüküm değiştirilmiş; Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine uyum sağlanmıştır. Bilindiği gibi, adı geçen sözleşmede kadınlara karşı cinsiyete dayalı olarak her türlü ayrımcılık, dışlama ve kısıtlama yapılması ayrımcılık olarak kabul edilmiştir. Sözleşmeye taraf olan devletler ayrımcılığı önlemek, sosyal ve kültürel değerleri buna göre ayarlamak, kadınların sömürülmesini önlemek -altını çizerek söylüyorum- toplumsal hayatta, siyasî hayatta, yasalar önünde, eğitimde ve istihdamda eşitliği sağlamak üzere gereken önlemleri almakla yükümlüdür. Anayasa ve yasalarda eşitlik ilkesine yer vermek, mevcut yasalardaki ayrımcılığa yol açan hükümleri ayıklamaya çalışmak bu yükümlülüğün gereğidir; ancak, yeterli değildir.

Bu yükümlülüğü ne kadar yerine getirdiğimizi takdirlerinize sunmak isterim. İnsan hakları ihlallerinin, işkence ve kötü muamelenin devam ettiği, bırakın kadın-erkek ayrımcılığını, kadınlar arasındaki ayrılığı bile gideremeyen bir anlayıştan bu yükümlülükleri yerine getirmesini beklemek fazla iyimserlik olacaktır. Sırf bir vehim yüzünden, binlerce, onbinlerce gencin eğitim ve çalışma hakkını elinden alan bir zihniyetin, eşitlik, hakkaniyet, adaletten ne anladığı, okul önlerinde coplanan kızlarımızın ah ve enininden ziyadesiyle anlaşılmaktadır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinize şahsım ve Grubum adına saygılar sunuyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Fahrettin Kukaracı.

Saadet Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA YAKUP BUDAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli üyeler; sözlerime başlarken, Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Modern toplumların en önemli özelliklerinden birisi de insanların hak ve hukuk ölçüleri içerisinde herkesin hakkını ve hukukunu gözettiği bir yapının oluşturulmasıdır; bunun oluşturulabilmesi için de, insan, insan olarak yaratıldığından bu zamana kadar bir kurallar manzumesi içerisinde hayatını idame ettirmiştir. İnsan ve toplum, kuralları ortaya çıkarmıştır. Bu kurallara uyulduğu sürece, insan toplulukları huzur ve mutluluk içerisinde yaşamışlar, demokrasi ve çağımızın yükselen değeri insan hakları daha bir rayına oturmuş, daha da güzel neticelere varma yolunda ciddî adımlar atılmıştır.

Hukuku yerine oturtamamış, vatandaşıyla barışamamış, vatandaşın inançlarıyla, tarihiyle, kültürüyle hukukunu buluşturamamış toplumlarda ise, iç sıkıntılar, hukukî sıkıntılar, demokrasiyle ilgili sıkıntılar ve sıkıntıların temelindeki hukuksuzluk da, her zaman toplumun gözünün önünde parıldamaya başlamıştır.

İşte, Medenî Hukuku değerlendiriyoruz ve hükümet, huzurumuza, 1030 maddelik bir Medenî Hukuk Tasarısı getirdi. "Büyük bir reform" diye ifade ediliyor; fakat, göz attığımız zaman görüyoruz ki, Medenî Hukuk, 1926'da kabul edilen Türk Medenî Hukukunun, bir bakıma, günümüz Türkçesine uyarlanması diyebileceğimiz, çok küçük farklılıkların da içerisine sokuşturulduğu bir tasarıdır. Dolayısıyla, bunu, çok büyük bir gelişme, yetmişaltı yıllık tarihimizdeki büyük bir gelişme olarak takdim etmek de, benim kanaatimce, doğru olmayacaktır. Niye; zaten, yetmişaltı yıl önce İsviçre Medenî Hukukunu tercüme etmişiz, o zaman da "devrim" diye millete anlatmışız ve yetmişaltı yıl sonra, o tercümeyi, ikinci bir defa günün Türkçesine çeviriyoruz, yine, büyük bir reform yaptığımızı söylüyoruz.

Yani, bu hukuku yaparken, çağdaş Türkiye'nin insanlarının mutluluğuna, huzuruna ne getiriyoruz; işte, bu noktada, birtakım arkadaşlarımız, 1926 yılının şartlarına takılıp kalmışlar "illâ ki, başlangıçtaki esbabı mucibe (genel gerekçe) aynen kalacak, kalmalıdır" diyorlar. O, o günün şartlarında hazırlanmış, o günün Adalet Bakanının kaleme aldığı bir genel gerekçeydi. Zaten, ona, genel gerekçe de denilmez, niye; çünkü, genel gerekçe denildiği zaman, bu kanunun maddelerindeki amaç nedir; hangi madde, hangi konu üzerinde durmaktadır; hangi problemi çözmektedir?.. Genel gerekçeler -Meclisimize geldiği gibi- bu kanun maddelerinin, yasa maddelerinin izahıyla, hedefiyle, maksadıyla ilgilidir. Halbuki, Sayın Mahmut Esat Bozkurt'un ele aldığı genel gerekçe, bu tercümenin niye yapıldığına dair bir iktibasın anlatılmasından farklı bir şey değildir. Onun için, maalesef, bu yasa tasarısında da aynı genel gerekçenin konulmuş olması, zannediyorum, ecdadımıza, inançlarımıza, tarihimize, kültürümüze bir açıkça tahkir ve tezyif diyeceğim ben. Bazıları diyecekler ki, efendim, nerede tahkir ve tezyif var. Burada, laikliği falan da tartışıyor değiliz, onu gündeme de getiriyor değiliz; ama, genel gerekçeye baktığımız zaman ne deniliyor: "13 yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş bir toplum..." Şimdi, laik devlet, bütün inançlara karşı eşit olmak, eşit mesafede olmak mecburiyetindedir. Acaba, 13 yüzyıl önce, İslam dininden başka, yeni bir din mi zuhur etmişti?! Bunu, İslam dini olarak algılamasak bile, acaba, laik bir devletin hukuku çıkarılırken, hangi din olursa olsun, hangi felsefî inanç olursa olsun, onu tahkir etmeye, tezyif etmeye, küçümsemeye, hakaret etmeye hakkı var mıdır; Meclisimizin buna hakkı var mıdır?! Yani, bizim ecdadımızın inançlarını ve toplumumuzun yüzde 99'unun inançlarını "hastalıklı inançlar ve batıl düşünceler" diye tarif etmeye kimin hakkı vardır?! Efendim, bu, işte, 76 yıl önce kabul edilmiş... O, 76 yıl önce kabul edilmiş; ama, toplum değişiyor, dünya değişiyor, dünyadaki düşünceler ve fikirler değişiyor. Sadece İslam dini için değil, bütün dinler için aynı mesafeyi koymamız, hiçbir dine de hakareti hedeflemememiz gerekiyor. Bu ifade, İslam dinine de ve diğer dinlere de hakaret içermektedir. Dolayısıyla, bu gerekçenin muhakkak çıkarılması gerekir.

Üzerinde durmak istediğim diğer bir konu ise, şudur: Bu toprakları emanet eden, 600 yıl boyunca dünyada şanlı bir tarihi yaşamamıza vesile olan ecdadımız var ve o ecdadımızın da padişahlıkla, buradaki ifadesiyle saltanatla yönetildiğini kabul edelim. Acaba, biz, 600 yıl boyunca bu ülkeyi yöneten, şanlı bir tarihi bize yâd ettiren o insanlara, şu ifadeleri, hem de bir kanun metninde kullanma hakkını kendimizde nereden görüyoruz diye düşünmek istiyorum. (SP sıralarından alkışlar) Ne deniliyor burada:"Bütün kaygısı kişisel çıkarlarından başka bir şey olmayan, ikiyüzlülüğü kendilerine yol tutmuş saltanat yönetimi..." Şimdi, Fatih Sultan Mehmed iki yüzlü müydü, Kanunî Sultan Süleyman iki yüzlü müydü, Abdülhamid iki yüzlü müydü?!

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Haşa!..

YAKUP BUDAK (Devamla) - 600 yıl boyunca bu ülkeyi yöneten insanlara ikiyüzlü deme hakkını nereden kendimizde buluyoruz?! Bir evlat, babasına, ecdadına, nasıl, ikiyüzlüdür diye hakaret edebilir; bunu da, efendim, bu tarihî bir belgedir, onun için yasamızda muhafaza etmeliyiz gibi bir gerekçenin arkasına saklanabilir?! Ecdada hakaret etmeyi tarihî bir belge olarak kabul etmek, zannediyorum, modern toplumların ve gerçekten, düşünen, akleden insanların işi olmasa gerek diye düşünüyorum. (SP sıralarından alkışlar)

Muhterem arkadaşlar, elbette, hukukun olduğu yerde, hakkın olduğu yerde, insanlar mutludurlar, huzurludurlar; orada, meltemler daha güzel eser, mehtabı insanlar daha iyi izlerler, eğlencelerini, düşüncelerini, fikirlerini daha iyi ortaya koyarlar. Eğer, hak yoksa, hukuk yoksa, mehtabı seyrederken bile, insanların kalplerinde ve gönüllerinde korku vardır; rüzgârın serin esintisini dinlerken bile gönüllerinde kasvet vardır, karanlık vardır. Niye; çünkü, ne olacağını bilmezler, acaba birisi beni gözlüyor mu, izliyor mu, fişliyor mu, tutuyor mu, tutuklayacak mı diye -ne yapar- kendisini düşünür. İnanç özgürlüğünden, hak ehliyetinden, fiil ehliyetinden bahsediyoruz; işte, şahsın hukukundan bahsediyoruz; örf ve âdetten bahsediyoruz... Şimdi, eğer, insanlar, evlerinin içerisinde otururken, ne düşündüklerinden, hangi ibadeti yaptıklarından dolayı suçlanacakları psikolojisi içerisindeyseler; hele hele, 21 inci Yüzyıla giderken, evinde ibadet eden insanı tarikatçı diye, gecenin saat 3'ünde, 4'ünde, çoluğuyla çocuğuyla karakola götürüyorsak, oradaki hangi hak ehliyetinden, fiil ehliyetinden, inanç özgürlüğünden, fikir özgürlüğünden, vicdan özgürlüğünden bahsedebileceğiz?!

Şimdi, bu yasalara bu maddeleri yazabiliriz, satırları güzel güzel de tarif ve tanzim de edebiliriz; ama, eğer, uygulamada yoksa, uygulayacak insanların kafası değişmemişse, kanunların satırları, şekilleri, kelimeleri ve sözcükleri değişmiş, ne anlam ifade eder?! Onun için, gelin, bu yasaları, günümüzün Türkçesine çevirirken, kafalarımızın anlayışını da, demokrasi ve cumhuriyet anlayışını da, 21 inci Yüzyıl insanlık âleminin demokratik anlayışına çevirelim diyoruz. (SP sıralarından alkışlar) Yoksa, satırların, yasaların şu şekilde veya bu şekilde çıkarılması, hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Görüyoruz ki, bazı kafalar hâlâ 1926'da kalmışlar. 1926, tarihî bir gerçektir. Birinci Dünya Savaşından bütün ülkeler çıkmıştır ve o ülkelerin hemen hemen hepsinde totaliter rejimler vardır; Almanyasında, Fransasında, İngilteresinde, hepsinde totaliter rejimler vardır; İsviçresinde de totaliter bir rejim vardır. Bu kanunlar o mantıkla hazırlanmıştır. O günün Türkiyesinde de şartlar öyle icap ettirmiş, bu kanun çıkarılmış olabilir; ama, hâlâ o güne saplanıp kalmakla, yetmişaltı yıl öncesinde kalmakla, çağdaşlaşmayı ve çağdaşlığı bağdaştırmak mümkün değildir diye ifade ediyorum.

Muhterem arkadaşlar, eğer hukuk egemen olursa, insan ve toplum huzurlu olur, mutlu olur. Hukuk toplumun temelidir; demokrasinin de, özgürlüğün de temelidir, anasıdır, mayasıdır. Eğer, bir toplumda hak anlayışı yoksa, hukuk yoksa, hukukun üstünlüğü yoksa, orada, insanlar her ne kadar özgürlük edebiyatı yapsalar da, yasalar ve anayasalar her ne kadar haktan ve hukuktan bahsetseler de, insanların özgür olduğunu ifade etmek zordur diyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Budak, süreniz bitti efendim. Son cümlenizi söylerseniz...

YAKUP BUDAK (Devamla) - Muhterem arkadaşlar, ben diyorum ki, Türkiye'deki insanlar olarak, hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz, çağdaş demokrasiyi gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz.

Sözlerimi şöyle tamamlamak istiyorum: Türkiye'de yaşayan bizler, bütün insanlar, hangi partiden olursak olalım, çağdaşlığı, demokrasiyi, özgürlüğü, hukukun üstünlüğünü, hukuk devletini, kelimelerle tüketerek değil, hayata hâkim kılarak yaşatmalıyız diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Budak.

Sayın milletvekilleri, aslında, yüce İslam dini hepimizin dinidir. Burada, bazı hatip arkadaşlarımızın "dinimize, inançlarımıza hakaret ediliyor" gibi laflarını kabul etmek mümkün değil. Bu salonda oturan hiç kimsenin yüce dinimize ve inançlarımıza hakaret edeceğini, kimsenin aklından geçirmesi mümkün değil.

Sayın Adalet Bakanımız hacca da gitmiştir. Çıktı, bunu savundu.

Yani, şu yönüyle diyorum: Burada, bu kutsal şeyleri yalnız birilerinin kendi inhisarı altına alıp diğerlerini buna düşman gibi göstermesi, bu çatı altında konuşulacak laflardan değildir.

Bunu belirtmek istedim, saygılar sunuyorum.

YAKUP BUDAK (Adana) - Hastalıklı inançlar diyor Sayın Başkan.

BAŞKAN - Arkadaşlar, ben Meclis başkanıyım. Burada yapılan ve kabul edemeyeceğim konuşmalara bir yorum getirmek zorundayım.

YAKUP BUDAK (Adana) - Hastalıklı inançlardan kasıt nedir Sayın Başkan?

BAŞKAN - Yani, hiçbirimiz, dinimize ve inançlarımıza kimsenin hakaret etmesine müsaade etmeyiz; bunu bilesiniz. Rica ediyorum...

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Bravo Başkan!

ALİ SEZAL (Kahramanmaraş) - O zaman, o cümleyi çıkarın.

BAŞKAN - Siz İslam dinini savunuyorsunuz da, biz savunmuyor muyuz?!

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Olur mu?!. Ne demek?!.

BAŞKAN - Rica ediyorum...

Yani, buradaki konuşmalarımızda, biraz daha, birbirimize... Eğer, siz, Müslümansanız, biz de Müslümanız. İslam dini, kimsenin inhisarı altında değildir. Herkes, İslam dininin kutsallığına, yüceliğine inanmıştır, onu savunur; ama, bir kız çocuğunu, geçmişte, diri diri kuma gömüp de öldüren inançların sapık inanç olduğunu da kabul edelim lütfen.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Zaten o, İslamdan önce...

BAŞKAN - MHP Grubu adına, Sayın İsmail Çevik; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÇEVİK (Nevşehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısının birinci bölümünde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

1926 yılından beri yürürlükte bulunan kanun, içtimaî hayatta, doğum öncesi, doğum ve sonrası ile ölüm ve sonrasında insan yaşamını düzenleyen temel bir yasadır. 17 Şubat 1926'da kabul edilip, 4 Nisan 1926 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Türk Kanunu Medenîsinde, dinamik insan yaşamının gerekleri nazara alınarak, bugüne kadar dokuz değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikler, bugün de, yasanın tümünü değiştiren bu tasarıyla sürdürülmeye çalışılmaktadır.

Gündemde bulunan tasarı üzerinde çok ciddî ve uzun süren bir mesai sarf edilmiştir. Bütün siyasî partilerden milletvekili arkadaşlarımız, bakanlık mensubu bürokratlar, komisyon üyesi değerli milletvekilleri, bürokratlar ve çok kıymetli akademisyenler olağanüstü gayret göstermişlerdir. Emeği geçen herkese müteşekkir olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Tasarı, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak üzere gündemimizdedir. Uzlaşmayla görüşülmesi, tasarının toplum tarafından kabulü ve uygulanmasını daha kolay kılacaktır.

Şüphesiz bu tasarının kabulü, işsizliğe ve bozuk ekonomiye çözüm olmayacaktır; ancak, yapılan her çalışmayı, bu tür meselelerle ilişkilendirip hafife almak, en azından, emek sarf edenlere haksızlıktır diye düşünüyoruz. Yasama faaliyeti sürdürülürken, görüşmekte olduğumuz kanun teklifi veya tasarısıyla ya da meseleyle ilgisiz konularda görüş beyan etmek, siyasî manada konuşmacıya fayda sağlayabilir; ancak, sürekli şikâyetçi olduğumuz Parlamentonun eleştirilmesine neden olan popülist veya ucuz siyaset, bundan farklı bir olgu değildir.

Değerli arkadaşlar, 21 inci Dönem Parlamentosu, çok hayırlı çalışmalarına Medenî Kanun gibi 1 030 maddelik bir temel kanunu da ekleyerek devam etmektedir. Toplumun bütün katmanlarınca da Parlamentonun başarılı çalışması genel kabul görmektedir. Bunu hiçe sayıp, sadece siyasî rant için bu çalışmaları hafife almayı ya da olumsuz mesajlar göndermeyi, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, insafla bağdaşır bulmuyoruz.

Bütün bunlara rağmen, yapılan çalışmaların hataları ve eksikleri olabilir. Hiçbir metin, tasarı veya teklif mükemmel olmaz. Kaldı ki, insan yaşamının dinamizminden dolayı, çıkarılan kanun yarınlarda eski olup, ihtiyaca cevap vermeyecek, yeni kanun çalışmalarına ihtiyaç duyulacaktır.

Yüce Meclis, gerçekleştirmiş olduğu Anayasa değişikliğiyle çağdaşlaşma yolunda önemli bir adım atmıştır. Medenî Kanun Tasarısının kabulüyle ikinci adım atılmış olacaktır. Çalışmaların devam etmesi arzumuzdur. Türk Ceza Kanununda, İş Kanununda ve diğer yasalarda gerçekleştirilecek değişiklikler hem Anayasaya uyumu hem de çağdaş, daha özgür ve eşitlikçi hukuk düzeni için gerekli ve zorunlu çalışmalar olacaktır.

Değerli arkadaşlar, muhalefete mensup arkadaşlarımızı tenzih ederek, muhalefetin salt eleştiri olmadığını, yapılan çalışmaları takdir etmenin, doğru şeyleri saptırmadan zikredip desteklemenin müspet muhalefetin gereği ve Türk Milletinin arzusu olduğunu beyan etmek istiyorum. Bu hususta hassasiyet vazifemizdir. Bu manada, muhalefetin olumlu katkılarına iktidarın da açık olması, çalışmalarımızı daha anlamlı kılacak, ortaya konulan çalışma daha verimli ve daha faydalı olacaktır. Bu mesele, aynı zamanda, tüm toplumu temsil eden Yüce Meclisin temsil faaliyetinin de amacına ulaşmasının gereğidir.

Türk Medenî Kanun Tasarısında, yürürlükteki Türk Kanunu Medenîsinin genel yapısı ve sistematiğinin bozulmamasına gayret sarf edilmiştir. Bu bakımdan, uygulayıcının güçlük çekmemesi ve uyum sürecinin sağlıklı bir şekilde yapılması amaçlanmıştır. Maddelerin konu ve kenar başlıkları, yürürlükteki kanunda olduğu gibi, aynen korunmuştur. Medenî Kanun Tasarısının kabulüyle, Türk toplumu yeniden yapılandırılmaya çalışılmış, tasarıyla ileri toplum düzeyine ulaşılmasında önemli bir adım atılmıştır. Bu nedenle, tasarıdaki her husus büyük önem taşımaktadır.

Kanunların zamanla yaşlanması ve beklenen ihtiyaçları karşılamaktan uzak kalması, günün ihtiyaçlarına gereği gibi cevap vermekte zorlanması kaçınılmazdır. Bu sebepledir ki, özellikle Medenî Kanun gibi temel bir kanunun belli bir süre geçtikten sonra baştan sona yeniden gözden geçirilmesi ve yaşanan çağın, gelişen teknolojinin ihtiyaçlarına cevap verebilir hale getirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Nitekim, gelişmiş Batı ülkeleri de bu yolu tercih etmişler; yaptıkları kanunlarda temel değişikliklerle, yeni sosyal görüşlere ve ihtiyaçlara cevap verebilir durumda olan kanunlar düzenlemişlerdir.

Bugün, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen tüm siyasî partilerin gayret ve katkılarıyla, temel yasa kabul edilen bu tasarıyla, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyeleri, Medenî Kanun Tasarısını -günümüz şartlarına uygun- kabul etmelerinin sorumluluğunu ve onurunu paylaşacaklardır. Bu çalışma, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin tartışmasız bir başarısı olacaktır.

Bu tasarıyla, çok önemli yeni hükümler getirilmektedir. Şüphesiz, bu yenilikler, reform olarak nitelendirilebilecek önemli değişikliklerdir. Bu tasarı, tüm toplumun -doğum öncesi, doğum, doğum sonrası, yaşamı boyunca, ölüm ve ölüm sonrası- bütün hayatını ilgilendirmektedir.

Halen görüşülmekte olan Medenî Kanun Tasarısıyla her sorunun çözümlendiği düşünülebilir; ancak, şu anda bütün partilerin desteği ve görüşbirliğiyle yasalaşacak olan bu kanun tasarısının önemi inkâr edilemez.

Değerli milletvekilleri, birçok kanun gibi, insanlarımızın en temel ilişkilerini düzenleyen ve halen yürürlükte olan Medenî Kanun da, 1926 tarihli ve eski bir kanundur. Hukuk sistemimizin esasını oluşturan ve düzenleyen kanunlarımızın çoğunun 1920'li ve 1930'lu yıllarda yapıldığı gerçeği karşısında, bugün geldiğimiz noktayı ve etrafımızda olan biteni, bu tasarı nedeniyle bir kere daha gözlemlemek ve sorunların kaynağını bulmak zarureti vardır. Bugünün Türkiye Büyük Millet Meclisinde birçoğumuz Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasını bilmesek de, o büyük olayın ve yapılan reformların nimetlerinin, bugün, eserlerini bulmak mümkün. Bugün burada bulunmamızın sebeplerinden biri de budur. Dileğimiz, 21 inci Dönem Parlamentosunun açtığı yeni reformların kapısının hiç kapanmadan devam etmesidir.

Değerli üyeler, Medenî Kanunla ilgili tasarı, yıllardır beklenen ve özlenen bir tasarıdır. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu, bu tasarıya baştan beri ilgi göstermiş, şahsım da dahil olmak üzere Grup üyelerimiz, tasarının komisyonlarda ve alt komisyonlarda görüşülmesi sırasında hem görev almış hem de destek vermiştir. Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği destek, hukukun üstün kılınmasına, insan haklarına, devletin millet için olduğuna, her ferdin hiçbir ayırım gözetmeksizin eşit olduğuna ve temelde milletimize verdiği destektir.

Aslında, temel kanunlar, vatandaşın günlük hayatlarıyla yakından ilgili olan kanunlardır.

İşte, bu anlayış içerisinde değerli milletvekilleri, kabul edeceğimiz Medenî Kanun Tasarısı, gerçekten, Türkiye için, Türk Milleti için fevkalade önemli bir kanun olacaktır.

Ehemmiyetini çok önemsediğimiz bu kanunun kabulünde, bütün partiler üzerine düşen görevi yapmıştır ve bu sebeple, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, bütün partili arkadaşlarımıza teşekkürü borç biliyor, bütün milletvekillerine müteşekkir olduğumuzu ifade ediyor; bu kanun tasarısı için olumlu oy kullanacağımızı belirtip, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Çevik.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DSP GRUBU ADINA EROL AL (İstanbul)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Kanun Tasarısının başlangıç ve birinci bölümleri üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüşlerini arz etmek üzere söz aldım. Şahsım ve Grubum adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türk Ulusunun asırlardır süren medeniyet mücadelesinin en önemli projelerinden birisi cumhuriyettir. Cumhuriyetin bireylerini vatandaşlık kavramı etrafında bir araya getiren ve onları hak ve özgürlüklerle onurlandıran en kapsamlı proje ise, 17 Şubat 1926'da yaşama geçirilen, Türk hukuk devriminin simgesi olan Medenî Kanundur.

Tarih boyunca kurduğu imparatorluklarla hükümranlığı altında bulunan tüm ırklara adalet dağıtan Türkler, İslamiyetin kabulünden sonra da, din ve devlet işleri arasında, çağdaşlarında görülmeyen bir uyum sağlayarak, laik hukuka yatkınlığın eşsiz örneklerini sergilemiştir.

Avrupalılar, mezhep kavgalarıyla birbirlerini boğazlayıp kılıçtan geçirerek fanatizm sergilerken, Sultan Mehmet, yakınbatıdaki Rum, Yahudi ve Ermenileri topraklarına davet ederek, dahiyane bir akılcılık örneği sergileyebilmiştir. 1492'de İspanya Kralının zulmünden kaçan Yahudilere topraklarını açan da, yine bir Osmanlı Sultanı, Bayezit'tir. Bundan 100 yıl sonra, Venedik ve Fransız kiliselerinin yönettiği katliamlardan kaçan Yahudiler de, yine, Sultan Süleyman'ın emriyle Osmanlı Devletinin koruması altına alınmıştır. Bugünkü İsrail topraklarına ilk Yahudi Valiyi atayan da Osmanlıdır.

Bu kararların hiçbirisi tesadüfen alınmamıştır. Tarihî gerçekler göstermiştir ki, olaylara siyah-beyaz sertliğiyle yaklaşanların din yorumu, Osmanlının akılcı politikası karşısında yaşama şansı bulamamıştır. İstanbul'un asırlar boyunca dünyanın en büyük ve en çekici ticaret merkezi olmasının altında yatan gerçek budur.

"Osmanlıyı İran ve Arap topraklarından ayıran temel fark, Osmanlının kendisine has devlet merkezli bir İslam toplumu olmasıdır" diyen tarihçi Lapidus, bu farklılığı şöyle ifade etmektedir:

"Osmanlı İmparatorluğu, farklı bir Müslüman toplum tipini temsil eder. Osmanlı, Anadolu Selçuklularından başlayarak, Büyük Selçuklu toplum modelini miras almış ve yenilikçi bir uygulama biçimi vermiştir. Osmanlılar, devleti egemen bir kurum haline getirmişler; böylece, dini elitleri, Anadolu'daki Türk göçebe nüfusunu ve bütün tebayı devlet kontrolü altına almayı başarmışlardır.

Şeri hukuk, genelde aile, miras gibi özel hukuk alanını düzenlemiş, ceza alanında pek az sayıda hüküm koymuştur. Kamu hukuku, genelde, şeri hukukun düzenlemediği bir hukuk alanıdır. Osmanlıda kanunnameler, kamu hukukunu düzenlemekle kalmamış, şeri hukukun hüküm getirdiği bazı konularda farklı düzenlemeler de yapmıştır. Fatih'in kamu düzeni için kardeş katlini yasallaştırması, bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.

Fıkıh uzmanı Prof. Dr. Joseph Schacht'a göre, İslam'a sonradan giren Türkler, böylece, daha önce Müslüman olmuş milletler için tarihin oluşturduğu ayak bağlarından arınmış olarak, İslamı daha da ciddiyetle benimsemişlerdir.

Schacht şöyle diyor: "Osmanlı sultanları sadece kutsal hukuk -yani şeri şerif- konusunda gösterdikleri gayretle değil, aynı zamanda, yasama, yani, örfî hukuk faaliyetleriyle de temayüz etmişlerdir. 1 inci Süleyman Kanunî unvanını taşımaktadır ve yaptığı yasama faaliyetleriyle olduğu gibi, genelde, etkin bir idare için gösterdiği özenle de bunu hak etmiştir.

Bu hukuk üretme, yani, yasama faaliyeti, şeriatın bazı kurallarının uygulanmasını değiştirmeye kadar uzanmıştır. Tam bir iyiniyetle kanun ve kanunnameler çıkarmışlardır ki, bunlar gerçek yasalardır. Örneğin, Fatih "hadd" denilen şeri cezaların uygulanmasını değiştirip, onun yerine "ulül emr" yetkisiyle farklı ve yumuşatılmış cezalar getirmiştir."

Prof. Dr. Barkan'a göre de, Osmanlıda İslam medenî hukukunun aile ve miras hükümleri uygulanmakla beraber, kamu düzeni açısından büyük önem taşıyan toprak meselesinde mirasın paylaşılması, şeri hükümlerden farklı düzenlenmiştir. Amaç, miras bölünmesiyle aşırı toprak parçalanmasını önlemektir.

Tarihî gerçekler ve bilim adamlarının tespitlerinden de anlaşılacağı üzere, Osmanlı, tarih boyunca din ile devlet işlerini birbirinden ayırmasını son derece ustalıkla başarmıştır. Din adamlarını kamu düzenin sağlanması için aynı ustalıkla yönlendirmeyi de becermiştir. Osmanlıda ulema, bütünüyle devletin otoritesine bağlıdır ve devlet yönetimini meşrulaştıran tavırları kesin olarak desteklemiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk toplum yaşamının, gelenek ve görenekler de gözetilerek çağdaşlaştırılmasına dönük arayışlar, 19 uncu Yüzyılın başlarında nitelik değiştirerek yenileşme, bir başka ifadeyle Batılılaşma çabalarına dönüşmüştür.

1876'da ilan edilen Meşrutiyetin ardından yürürlüğe konulan Mecelle, Türk Ulusunun yenileşme çabalarının en kapsamlı dokümanlarından birini oluşturmuş, toplum yaşamının düzenlenmesinde bir rehber olarak ortaya konulmuştur.

3 üncü İnönü Hükümetinin Adalet Bakanı, İzmir Milletvekili Mahmut Esat Bozkurt'un ifadesiyle "Türk Ulusu, yüzyılımızın gereklerine uygun olarak vücuda getirilen, kabul edilebilir, sağlam, akıl ve zekâ ile yoğrulmuş yeniliklerin hiçbirine karşı çıkmamıştır."

Sayın milletvekilleri, tarihi değiştirme şansına sahip değiliz; tarihi yargılayıp mahkûm da edemeyiz. Bu çerçeveden baktığımızda, 17 Şubat 1926 Medenî Kanununa yazdığı gerekçe dolayısıyla dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'a yöneltilen eleştirileri kabul etmek mümkün değildir. Mahmut Esat Bozkurt, Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve ulusuna yaptığı hizmetler dolayısıyla, kendisinden önceki ve sonraki devlet adamları kadar saygımızı hak etmektedir ve bu saygı, aynı zamanda, tarihimize bağlılığımızın bize yüklediği bir borçtur. Bu çerçevede, Mahmut Esat Bozkurt'un kaleme aldığı, dönemin heyecanını yansıtan bu tarihî belgedeki görüşlere katılıp katılmamamız, bu belgenin tarihimizin bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmez. Buraya çıkıp tarihî gerçekleri çarpıtmak, hiç kimseye fayda getirmez. Mahmut Esat Bozkurt'un "saltanat" ifadesi, tamamıyla, Türk topraklarını işgalcilere peşkeş çeken, onlarla işbirliği yapanlara yöneliktir. Lafı Fatih'e, Kanuni'ye uzatıp demagoji yapmak, en azından, bu büyük devlet adamlarına yönelik çok büyük bir hakarettir.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet ile çağdaş uluslara yakışan bir yönetim biçimine kavuşan Türkiye, hukuk reformunun temel adımını Medenî Kanunla atmıştır. Yetmişbeş yıl önce, 26 kişiden oluşan bir heyetle İsviçre Medenî Kanununu tercüme edip, vatandaşlarına birey olmanın onurunu yaşatan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün de, zamanın eskittiği hükümleri yenileyerek, cumhuriyeti kuran nesle layık olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.

1926 Medenî Kanunuyla, Lozan Antlaşmasıyla Türkiye'deki azınlıklara tanınan bazı haklar ve ayrı hukuk uygulamalarını geçersiz hale getiren, kadın-erkek farkını hukuk hayatımızdan çıkaran Türkiye, Yüce Heyetinizin kabul edeceğine inandığımız yeni tasarıyla, kadın-erkek eşitliğini her açıdan mutlaklaştırmaktadır. Meclisimiz, bu kanunla, Türk Ulusuna dünyanın en ileri düzeyinde medenî haklar sunacaktır ve Türk Ulusu buna layıktır. Bu noktada yaşanan tereddütler, bu kadarı da fazla yaklaşımları, Büyük Atatürk'ün "yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir" diye tanımladığı Türk neslinin yenilikçi karakteriyle asla bağdaştırılamaz.

Ateşin külleri arasında yoktan var edilen Türkiye Cumhuriyeti Devletine unutulmaz katkılar yapan, bugün, cumhuriyet kurumlarının hemen tamamında ve Parlamentomuzda, ülkemizin imar ve inşası için bizlerle omuz omuza çalışan kadınlarımız için hiçbir şey fazla değildir.

Değerli arkadaşlarım, burada bir parantez açarak, Osmanlı Devletinin yenileşme çabalarına tüm varlığıyla hizmet eden, Kurtuluş Savaşında Atatürk'ün yanı başında yer alan eşsiz kahraman Halide Edip'i, rahmet dilekleri ve saygıyla anıyorum.

Mehmet Edip Paşa'nın kızı olan ve 2 oyun, 25 kitap ve çok sayıda makaleyle Türk edebiyatının unutulmaz isimleri arasında yer alan Halide Edip'in, ilk eserlerini, sadece kadın olduğu için takma adla yazmak zorunda kaldığını ve ilk eşi Salih Zeki'nin yabancı bir kadınla ikinci evliliğini yaparak onu büyük bir yıkıma uğrattığını burada anımsarsak, 1926 Türkiyesinin Medenî Kanununun ne kadar büyük bir aydınlıkla Türkiye'nin üzerine doğduğunu anlamamız daha kolay olacaktır.

Sayın milletvekilleri, Medenî Kanun Tasarısının en büyük yeniliklerinden biri ve Türk Halkına sunduğu en büyük imkân, her şeyden önce dilidir. Yeni Medenî Kanunumuz, okuma yazma bilen her vatandaşımızın kolaylıkla anlayabileceği bir dile sahiptir. Bu niteliğiyle halkçı bir kimlik kazanan Medenî Kanunumuzla övünmeliyiz.

Medenî hukuk profesörü Sayın Turgut Akıntürk, 10 Ocak 2001'de Adalet Komisyonunda yaptığı konuşmada "bizim öğrencilerimiz 18, 19, 20 yaşlarında. Ben, ders verirken, aynı zamanda tercümanlık da yapıyorum. 'Medenî Kanunu kim anladı' diyorum, 250 kişilik yahut 800 kişilik sınıfta 1 tane anlayan yok" ifadesini kullanmıştı. Adalet Bakanımız Hikmet Sami Türk de, 17 Ocak 2001'de yaptığımız toplantıda "Türk Medenî Kanununun dili, bugün, hukuk fakültesi öğrencileri tarafından ancak sözlükle anlaşılabilmektedir" ifadesini kullanmıştı. İki bilim adamımızın bu sözleri, Medenî Kanunun dilinin yaşayan Türkçeye uygun hale getirilmesiyle ne kadar büyük bir iş yapıldığını ortaya koymaktadır. Bu konuda fanatizm örnekleri sergilemenin kimseye bir yararı yoktur.

Yeri gelmişken, Medenî Kanunun dilinin Türkçeleştirilmesiyle ilgili birkaç örnek vermek istiyorum.

Yürürlükteki kanunun 29 uncu maddesinde yer alan "Ahvali şahsiye beyyineleri" kenar başlığı, yaşayan Türkçe ve kaynak kanun esas alınarak "ispat araçları" olarak düzeltilmiştir. Bence "ispat" yerine "kanıt" kelimesi de kullanılabilirdi. Yine, yürürlükteki kanunda yer alan "nısfet" ifadesi "hakkaniyet", "mahcur" ifadesi "kısıtlı", "usul" ifadesi "üstsoy", "füru" ifadesi de "altsoy" olarak Türkçeleştirilmiştir. Burada hepsini sayamayacağım pek çok ifadeyi, bugünkü kuşakların anlayabileceği, yaşayan dilimize uygun olarak düzenleyen Adalet Bakanlığı teşkilatına ve bilim adamlarımıza Grubumuz adına şükranlarımızı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, Medenî Kanun Tasarısı, şekil ve ifadeye ilişkin düzenlemelerin yanı sıra, esasa ilişkin de köklü yenilikler içermektedir. Üzerinde söz aldığım "Başlangıç" bölümünün 1 inci maddesinin kenar başlığı ile içeriği uyumlu hale getirilmiş, "Kanunu Medenînin tatbiki" biçimindeki başlık "Hukukun uygulanması ve kaynakları" olarak değiştirilmiştir.

2 nci ve 3 üncü maddelerde geçen "hüsnüniyet" terimi karışıklığa yol açtığından, farklı konulara ilişkin olmaları dikkate alınarak "dürüstlük kurallarına uymak" ve "iyi niyet" terimlerine dönüştürülmüştür.

4 üncü maddedeki "hak ve nasfetle" deyimi "hukuka ve hakkaniyete" şeklinde düzenlenmiştir.

5 inci maddenin ifade biçimi değiştirilerek, Medenî Kanun ile Borçlar Kanununun genel nitelikteki hükümlerinin, uygun düştükleri ölçüde, tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanacağı hükme bağlanmış, böylece maddenin uygulama alanı genişletilmiştir.

Kişiler hukukunu düzenleyen birinci bölümün 12 nci maddesinde yapılan değişiklikle, vesayet altındaki küçüğün ergin kılınmasında vasinin dinlenmesi şartı kaldırılmıştır.

Yürürlükteki kanunun ikametgahı düzenleyen 21 inci maddesindeki "Kanunî ikametgâh" biçimindeki kenar başlığı "Yasal yerleşim yeri" olarak değiştirilmiş, kadın-erkek eşitliğinin mutlaklaştırılmasının bir örneği olarak, yürürlükteki kanunda yer alan "kocanın ikametgahı kadının ikametgâhı addolunur" ifadesi metinden çıkarılmıştır.

Kişilerin kısmen bile olsa vazgeçebilecekleri hususun haklar değil, hak ve fiil ehliyetleri olduğu, 23 üncü maddenin birinci fıkrasında açıklığa kavuşturulmuştur.

Yürürlükteki kanunun Türkçeleştirilemeyen ifadelerinden gaiplik ile ilgili kararın verilmesine ilişkin yetkili mahkemeyi düzenleyen 32 nci maddenin ikinci fıkrasındaki "pederinin mukayyet olduğu mahal" ifadesi, yine kadın-erkek eşitliğinin sağlanması bakımından "anasının veya babasının kayıtlı olduğu yer" olarak düzeltilmiştir.

Sicillerin tutulmasından doğan zararlardan görevli memuru sorumlu tutan yürürlükteki kanunun 37 nci maddesine, Anayasanın 129 uncu maddesi dikkate alınarak "Kişisel durum sicilinin tutulmasından doğan zararlar, kusurlu memura rücu edilmek kaydıyla, Devletçe tazmin edilir" hükmü konulmuştur.

Medenî Kanun Tasarısının 40 ıncı maddesiyle cinsiyet değiştirme meselesi köklü bir şekilde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeyle, cinsiyet değiştirme zorlaştırılmış; 18 yaşını doldurmak, bekâr olmak, transseksüel yapıda olup, cinsiyet değiştirmenin ruh sağlığı açısından zorunluluğunu ve üreme yeteneğinden sürekli olarak yoksunluğunu uzmanlardan oluşan resmî sağlık kurulu raporuyla belgelemek ve mahkemece izin verilmiş olmak koşulları getirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarı, her alanda radikal değişiklikler içermekte, çağdaş Batı normlarını Türk toplumunun değerleriyle bütünleştirerek vatandaşlarımıza en ileri düzeyde olanaklar sunmaktadır.

Mal paylaşımında, edinilmiş mallara katılma rejiminin kabulü, başlıbaşına bir reformdur. Kocanın reisliğinin kaldırılması ve kadın-erkek eşitliğine yönelik düzenlemelerden sıkça söz edilmektedir; ama, bu arada, kocanın aileye bakma yükümlülüğünün kaldırıldığı, yine, kocaya da nafaka alma hakkının tanındığını özellikle vurgulamak isterim. Yani, yeni tasarı, kadınların eksik olan haklarını tamamlarken, kocaları da ihmal etmemiştir.

Ama, bana göre, Türk Milleti bu kanunda en büyük yararı, 240 ve 255 inci maddelerin getirdiği düzenlemeyle sağlayacaktır. Bu düzenlemelerle, Türk ailesi, eşlerden birinin ölümüyle birlikte uğradığı bölünme ve parçalanmadan kurtarılmaktadır. Eşlerden birinin ölümü halinde, diğer mirasçıların taksim istemleri üzerine, sağ kalan eşin ortak konuttan çıkarılması ve ev eşyalarının elinden alınmasını önleyen söz konusu düzenlemeler, maddî beklentilerin yarattığı kavgalar sonucu tahrip edilen aile bütünlüğünün Türk toplumunda açtığı derin yarayı ortadan kaldırmaktadır.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz 1 030 maddelik bu kanun tasarısı, 35 kişilik seçkin bir heyetin 4 yıllık emeğinin bir ürünüdür. Tasarı, ayrıca, Adalet Komisyonunca oluşturulan bir alt komisyonda, daha sonra da Adalet Komisyonunda çok ciddî bir müzakere süreci geçirdikten sonra huzurlarınıza getirilmiştir.

Bu tasarı iktidar tarafından hazırlanmış; ancak, Adalet Komisyonunda, gerçekten, birlikte çalışmaktan onur duyduğum muhalefet partilerine mensup milletvekili arkadaşlarımızın da ciddî katkılarıyla Genel Kurula indirilmiştir.

Tabiî ki eleştirilecek yanları vardır; çünkü, oluşturulan hiçbir metnin mükemmel olduğunu ileri sürmek, biraz önceki hatibin söylediği gibi, mümkün değildir; ama, buraya çıkıp, bu koca tasarıda sanki hiçbir olumlu düzenleme yokmuşçasına nutuk atılması, bu tasarıya katkı veren muhalefet milletvekillerinin emeğine de ciddî bir saygısızlıktır.

Değerli arkadaşlarım, huzurlarınızda, Medeni Kanun Tasarısı üzerinde yaklaşık 50 saat süren 11 toplantı gerçekleştirerek ciddî bir emek veren, alt komisyonun Değerli Başkanı Bursa Milletvekili Sayın Ali Arabacı'yı, alt komisyon üyeleri, İçel Milletvekili Sayın Edip Özbaş'ı, Kırklareli Milletvekili Sayın Cemal Özbilen'i, Adıyaman Milletvekili Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat'ı ve Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen'i, tasarı üzerinde 100 saati aşan çok ciddî bir çalışma yapan Adalet Komisyonunun Sayın Başkanı Emin Karaa'yı, değerli katkılarını esirgemeyen komisyonumuzun tüm üyelerini, Türk Ulusuna dünyanın en ileri normlarına sahip bu güzel çalışmayı sunan saygıdeğer Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk'ü, çalışma arkadaşları Prof. Dr. Sayın Turgut Akıntürk ile Prof. Dr. Sayın Ahmet Kılıçoğlu'nu, Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü Sayın Ali Em'i, Adalet Bakanlığı Kanunlar Dairesi Başkanı Sayın Ayten Sözen'i, kanunu huzurlarımıza getiren Bakanlar Kurulumuzun değerli üyelerini, katkıda bulunan diğer tüm kişi ve kuruluşları ve de özellikle kadın örgütlerini, şahsım, DSP Grubu ve Türk Ulusu adına saygıyla selamlıyor, şükranlarımızı sunuyorum.

Türk Ulusuna hayırlar ve mutluluklar getireceğine inandığım, toplumsal yaşamımızda yepyeni bir sayfa açan bu önemli kanun tasarısına destek vereceğine inandığım Türkiye Büyük Millet Meclisinin Saygıdeğer Başkanı ve üyelerini, en derin saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Al.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - Genel Kurulu ziyaret eden Makedonya Cumhuriyet Meclisi Dış Politika Komisyonu Başkanı ve beraberindeki parlamento heyetine Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şu anda, Meclisimizi, Makedonya Dış Siyaset Komisyonundan bir heyet ziyaret etmektedir; kendilerine hoşgeldiniz diyoruz. (Alkışlar)

Teşekkür ederiz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE  KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam)

BAŞKAN - Sayın Bakan, konuşacak mısınız?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Evet.

BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanımız...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Gruplar konuşacak.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Adalet Bakanımız konuşacak.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Ama, gruplar konuşmadı.

BAŞKAN - Bakan Bey söz istedi.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Daha gruplar bitmedi.

BAŞKAN - Efendim, niye gruplar bitmesin!

Arkadaşlar, "son söz milletvekilinin" ilkesine göre, Sayın Bakan, bu safhada konuşmak istiyor. Şimdi, Sayın Bakan en son konuştuğu zaman bir milletvekiline daha söz vermek durumundayız.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Kardeşim, gruplar adına söz bitecek, ondan sonra Sayın Bakan konuşacak.

BAŞKAN - Efendim, hükümet o zaman söz hakkını geri alsın. Benim elimde bir şey yok ki canım! Hükümetin önceliği var.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - İzin verirseniz, gruplar adına konuşmalar tamamlansın.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Hocam, gruplar konuşacak, saygısızlık olur.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Yeni âdet mi çıkarıyorsunuz?!.

BAŞKAN - Efendim, benim yeni âdet çıkardığım yok. Hükümetin öncelikli hakkı var.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Yani, şahıslar adına konuşuluyormuş gibi bir görüntüye...

Bu, yeni âdet mi?!

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Bir defa, Sayın Bakan, bu bölümdeki parti görüşlerini cevaplandıracak; buna imkân yok.

İki; şu ana kadar parlamento hukukunun bir geleneği var; Bakanımın da bu konuda anlayış göstermesini bekliyoruz.

BAŞKAN - Sayın İyimaya, İçtüzüğümüze göre, komisyon ve hükümetin öncelikle söz isteme hakkı var.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Önceliği kullanmadı kardeşim; o sıra düzeni geçti.

BAŞKAN - Canım, bundan sonra da sizin görüşlerinize yer verir.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Ya, lütfen, Başkanım...

BAŞKAN - Hayır, şimdi, İçtüzükte "son söz milletvekilinindir" ilkesi gereği, biz şimdi...

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Efendim, partiler...

BAŞKAN - Sayın Bakan öyle takdir etti de onun için; benim yapacağım bir şey yok.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Arz ediyorum Sayın Başkanım: Sayın Bakanımız bütün gruplardan önce konuşabilirdi; sıra düzeni bütün partiler için oluştu...

BAŞKAN - Sayın İyimaya, ortada konuşmasının ne engeli var?!

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Hiçbir örneği yok...

BAŞKAN - Sayın Ercan, buyurun.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkanım, bugüne kadar bu parlamento geleneğimizde gruplar konuşmalarını yapar, tamamlar; eğer şahıslar adına konuşmacı varsa, pek haklı olarak Sayın Bakanım... Geçmişte de hep olmuştur; yani, o iki şahıstan biri konuşur, o iki şahıs arasında da Sayın Bakan konuşur; biz onu biliyoruz yani, bir başka şahsın burada yeniden söz alıp konuşmasına imkân vermemek açısından doğrudur; ancak, burada Sayın İyimaya'nın söylediği gibi, değerli hocamız Sayın Bakan burada grup sözcülerinin konuşmalarına yer yer temas edecektir, bunlara yer yer varsa birtakım...

BAŞKAN - Şimdi, Sayın Ercan, biliyorsunuz, maddeler ve bölümler üzerinde, yani 91 inci maddeye göre yapılan bu özel müzakerede bölümler üzerinde milletvekillerinin söz hakkı yok; ancak, İçtüzüğümüzün temel kuralına göre, son söz milletvekilinindir...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Anlaşıldı efendim, biliyoruz. Ben sadece bir genel teamülden söz ettim.

BAŞKAN - Hayır, benim yapacağım bir şey yok; Sayın Bakan söz istemezse, ben bir şey demem.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Hayır, o zaman bir temel yasayı bugün Genel Kurul müzakere ediyorsa, Sayın Bakanımın böyle bir varyasyonla burada bu Mecliste bir arkadaşımızın daha bu tasarı üzerinde düşünce serd etmesini önlemeye matuf girişimini de doğrusu yadırgadığımı söylemek isterim.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Nasıl cevap verecek?!

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Yani, hiç yakışmadı bu. Eğer 1 030 maddelik çok temel bir yasada bir değerli arkadaşımızın daha eğer kişisel görüşü bile olsa, onu önlemek babında Sayın Bakanımın böyle bir girişimini doğru bulmuyorum.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Öyle bir şey yok Sayın Ercan.

BAŞKAN - Ben, bunu kendim... Sayın Bakan böyle bir niyeti olduğunu bana söylemedi. Ben dedim ki: Hükümetin ve komisyonların, öncelikle söz isteme hakkı var; bu, birinci gruptan sonra da olabilir, gruplardan sonra da olabilir, milletvekillerinden sonra da olabilir. Takdir hükümetin. Benim buna müdahale etme hakkım yok. Sayın Bakan konuşmak istemişlerdir, ben kendisine söz verdim; ama, Sayın Bakan derse ki "ben konuşmuyorum, bütün gruplar bitsin, ondan sonra konuşurum" o kendi takdiri sayın Ercan, benim yapacağım bir şey yok.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Biz de, sizin aracılığınızla, maruzatımızı Yüce Meclise duyuruyoruz.

BAŞKAN - Peki efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, zannediyorum tartışmayı daha fazla uzatmakta bir yarar yok; çünkü, ben Sayın Başkana, şahısları adına konuşacak olan son milletvekilinden önce söz istediğimi ifade etmiştim. Sayın Başkan, belirlenen usule göre, bölümler üzerinde şahıslar adına konuşma olmadığını, gruplar adına yapılacak son konuşmadan önce söz alabileceğimi ifade etti. Ben de o çerçeve içerisinde söz aldım. Ben, elbette, bütün grupları ve bu arada, şahısları adına görüşlerini açıklayacak değerli milletvekillerini dinlemekten büyük bir mutluluk duyarım. Hele, Sayın İyimaya gibi, hitabetine özel bir değer verdiğim bir arkadaşımızı dinlemek, beni ayrıca memnun eder. O bakımdan, ben, bir yanlış anlaşmadan kaynaklanan bu durumu önlemek için, Sayın Başkan izin verirse, Sayın İyimaya'dan sonra söz almak üzere şimdi yerime dönüyorum.

BAŞKAN - Hayhay Sayın Bakan, takdir sizin.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Ama, ondan sonra, bütün grupların görüşlerini aynı zamanda değerlendirmek olanağına sahip olacağım.(Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Ahmet İyimaya; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika Sayın İyimaya.

DYP GRUBU ADINA AHMET İYİMAYA (Amasya) - Çok Değerli Başkanım, Yüce Parlamentonun Muhterem Heyeti, Yüce Meclis tarihî günlerini yaşıyor. Özel hukukun anayasasını yapıyoruz. İnsanın doğumundan ölümüne, daha baştan sonrasına olan hukukunu tanzim ediyoruz.

Hafızam 17 Şubat 1926 tarihine gidiyor; Yüce Meclisin Başkanlık kürsüsünde Reis Kâzım Bey, Cumhurbaşkanına mahsus locada Gazi Mustafa Kemal, Bakanlar Kurulunun başında Başvekil İsmet Bey, yanında Mahmut Esat ve bütün bakanlar.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - İsmet İnönü!..

AYDIN TÜMEN (Ankara) - İsmet İnönü!..

AHMET İYİMAYA (Devamla) - Mecliste muhalifi muvafıkı bütün milletvekilleri, o devrimin, o temel kanunun görüşülmesini, birlikte, bir büyük millî ruh içerisinde yapıyorlar.

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Bizimkiler nerede?..

AHMET İYİMAYA (Devamla) - Şu anda Meclis Başkanımızı burada görmek isterdim, şu anda ve dün, en azından, Başbakanı ve Bakanlar Kurulunu burada görmek isterdim ve bu büyük kanunun müzakeresinde Cumhurreisinin mahsus mekânında yer almasını isterdim. Doruktakiler, enerjilerini, siyasî tekrarlara ve maalesef, bireysel sürtüşmelere ayırıyorlar, harcıyorlar.

Değerli arkadaşlar, bugün, bu büyük olayı bir devrim gözlüğüyle izleyebilirsiniz. Bugün, bu büyük olayı bir reform bakışıyla değerlendirebilirsiniz; ama, Türk hukuk ilminin de, geniş anlamda diğer bilim dallarının da henüz değerlendirmediği bir açıyla yaklaşmak istiyorum soruna.

Bir milletin başka milletin hukukunu almasının şartları, iktibas gözlüğüyle yaklaşmak istiyorum, eğer bu açı eksik bırakılırsa -ki, bırakılmıştır- ondan sonraki bakışlar, ondan sonraki kanunlaştırmalar ve reformlar daima noksan kalacaktır.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, Türk bilimi, ne sosyolojisi ne felsefesi ne de kültürel değerlendirmesi, Medeni Kanunun ve o yıllardaki 5 büyük kanunun -Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve diğer kanunların- bir bütün olarak devrim yoluyla aktarılmasının getirileri ve götürüleri üzerinde tam bir tartışma yapmamıştır. İlk onbeşinci yılda Ferit Ayıter, Schuwarz, sonraki yıllarda Velidedeoğlu ve Gülnihal Bozkurt, hukuk ve hukuk sosyolojisi açısından yaklaşmışlardır; ancak, bu eleştiriyi yapmak, sonraki hareketler için de önemli ulusal ve yasama organının kaçınamayacağı bir görevdir.

Doğrusu, millî temsili, milleti temsil görevini üstlenen bir milletvekili olarak, bin yıllık devlet geleneği, yüz yıllık Batılılaşma ve modernleşme imkânı var olan bir milletin, başka bir ulus ve kültür çevresinden kanunlar almasıyla karşı karşıya kalmasını değerlendirirken, bunun sevindirici bir olay olamayacağını vurgulamak isterim; ama, itiraf etmeye mecburuz ki, o Batılılaşma ve o tarih itibariyle yüz yılı aşan modernleşme hareketi içerisinde Medeni Kanunun alınması ulusal bir zaruretti ve bunun iki temel nedeni vardır.

Gerçekten, Lozan görüşmeleri sırasında, yabancı devletlerin, âkit, görüşmeci diğer devletlerin temel şartlarından birisi, Türkiye'nin hukuk birliğine kavuşması gerekçesiydi. Kapitülasyonlar, Kanunî Sultan Süleyman'dan bu yana, Türkün, Osmanlının ve cumhuriyetin önemli bir tehdit unsuruydu. İsmet Paşanın 1922 yılında Başbakan Rauf Beye gönderdiği telgrafı okursanız, o zaruret ortaya çıkar ve bu Medenî Kanun, tercüme yoluyla süratli şekilde kanunlaştırılmış olmasaydı, o taahhüt verilmeseydi, Anadolu'da cephede kazandığımız zafer, rahat rahat, masada bir hezimetle veya ikinci bir savaşla sonuçlanabilirdi.

Ben inanıyorum ki, o büyük insan, o dâhi Atatürk, gerçekten, o dönemde, Lozan'ın 42 nci maddesinin şartı olmasaydı, Sultan Reşat döneminde İsviçre'ye gönderilen -işte Mahmut Esat Bozkurt örneğidir- hukukçuları toplar, dört senede, beş senede millî bir kodifikasyon yapabilirdi, bunu sağlayabilirdi; ama, şartlar buna imkân vermiyordu değerli arkadaşlar.

İncelemelerim onu gösteriyor ki, Medenî Kanunun, devrim ve tercüme yoluyla Türk Hukukuna aktarılması bir zaruretti -İsviçre Medenî Kanununun, Batı medenî kanununun- ama "hangi medenî kanun aktarılmalıdır" sorusuna, maalesef, devrimci kurulun kararı değil, yalnızca, Mahmut Esat Bozkurt'un kendi görüşü egemen olmuştur; çünkü, Mahmut Esat Bozkurt, İsviçre hukuk çevresinde eğitim gören bir zattı.

Bakın, 1941 yılındaki Medenî Kanunun 15 inci Yılı Sempozyumunun değerlendirmesinde -1944 yılında yayımlandı- Mahmut Esat Bozkurt, Medenî Kanunun İsviçre'den tercihinin sebebini şöyle izah eder: "Fransız Medenî Kanunu, çok ihtiyar ve canlı cenazedir. Alman Medenî Kanunu, mücerret ve filozofiktir. İsviçre Medenî Kanunu ise, yeni, pratik ve anlaşılabilirdir." Bu, Mahmut Esat Bozkurt'un devrime yansıyan kişisel tercihidir ve kodifikasyon tahlilinde, resepsiyon tahlilinde Japonya örneğinin de incelenmesi lazımdır değerli arkadaşlar.

Her büyük hukuk hareketinin arkasında, daima bir büyük hukukçu ekip veya hukuk otoritesi ve büyük bir siyasî irade var olmuştur.

İstanbul, tarihte iki büyük hukuk kodifikasyonuna merkezlik yapmıştır. Bunlardan birisi, meşhur Roma Hukukçusu Triboniyanus'un derlediği bir kodifikasyondur ve arkasında Jüstinianus vardır. İkincisi, Ahmet Cevdet Paşa'nın, sanıldığının aksine, örfî karakterde olan, gelenek karakterinde olan mecellesidir; arkasında Ahmet Cevdet Paşa'nın hem kalemi hem kılıcı vardır; çünkü, hem siyasî iradeyi hem hukuk iradesini temsil ediyor. Medenî Kanunun arkasında da Atatürk'ün büyük iradesi vardır; komisyon çalışmalarına zaman zaman bizzat iştirak etmiştir; İsmet İnönü, bizzat bunların okunmasına delalet etmiştir değerli arkadaşlar.

Burada bir mecelle-Medenî Kanun karşıtlığı ortaya konmak istendi. Türkün Meclisinde, Büyük Mecliste sorunlar doğru değerlendirilmeli ve muhtevalarına uygun objektif bir yaklaşım sergilenmelidir. Bugün mecelle, kendi şartları içerisinde büyük bir hukuk kodifikasyonudur; ama, ömrünü tamamlamıştır, tarihindeki mutena yerini almıştır. Medenî Kanun, büyük bir devrimdir; ama, bugün, önemli bir reform hareketiyle, büyük ölçüde özünü koruyarak ömrünü tamamlayacak, tarihteki mutena yerini alacaktır. Bu yıl, Osmanlının 700 üncü yılıdır. Devlet siyasetinin ve felsefesinin Osmanlıya bakış açısının değiştiği bir dönemdir. Devrim dönemlerinde ve Sayın Demirel'in bir konuşmasında isabetle izah ettiği gibi, meşrulaştırma argümanı olarak kullanılan malzemelerin, bugün, reform dönemlerinde, barış dönemlerinde kullanılmaması lazımdır ve esasen, 1945 yılında, Hasan Ali Yücel, İstanbul Hukuk Fakültesine gönderdiği metinde, mecellenin ve Ahmet Cevdet Paşanın bilimsel olarak incelenmesi görevini vermiş; Ebul Ula Mardin, "Medenî Hukuk Bakımından Ahmet Cevdet Paşa" eserini yayımlamıştır. Bir kültür havzası içerisinde tarihselleştirilerek bugünün kültürü öbür günün kültürüyle savaştırılamaz. Ahmet Cevdet Paşa, benim gerçeğimdir, büyük tarihçidir, hukukçudur. Mecelle, milletimin gerçeğidir, bir hukuk abidesidir; ama, ömrünü tamamlamıştır. Mahmut Esat Bozkurt, benim değerimdir, ortak değerimdir; daha Türkiye tanımıyor. Medenî Kanun benim değerimdir, uygulanmıyor.

Bakın, Mahmut Esat Bozkurt diyoruz, mangalda kül bırakmıyoruz arkadaşlar! Mahmut Esat Bozkurt, değeri kavranmamış ve bugünün Türk aydınının henüz incelemediği bir meçhuldür, bir bilinmezdir. Mahmut Esat Bozkurt'un Sultan Reşat tarafından İsviçre'ye gönderilme belgesi, 1945 yıllında zannediyorum harbe girme kaygısı içerisinde, Türk Hukuk Kurumunun deposunda metruktur. Bir araştırma sırasında gözüme çarptı. Mahmut Esat Bozkurt'un doktora tezi ilginçtir; Osmanlı kapitülasyonlarıdır ve o dönemde, yani savaş dönemlerinde, faşizmin dorukta olduğu dönemde, Osmanlının kapitülasyonları tek taraflı olarak feshedeceği tezini savunmuş ve Avrupa'ya benimsetmiştir; ama, o tezin -bugün inceledim- Millî Kütüphanemizde örneği yok, Meclisimizde örneği yok; ne tercümesi var ne kendisi var.

Yine, değerli arkadaşlar, Mahmut Esat Bozkurt'un yazdığı bir destan; kendisi 31 yaşındadır, hukuk doktorudur, Atatürk, Adalet Bakanlığına getirmek istemektedir; ama, Birinci Mecliste Kurtuluş Savaşı ve diğer problemler çözülmektedir; ne Meclisin ne toplumun bu devrimlere hazır olmadığını belirterek bakanlığı reddeder ve İktisat Bakanlığını kabul eder. 34 yaşında Adalet Bakanıdır. Türkiye, ilk uluslararası büyük davasını Adalet Divanında yaşamaktadır, Bozkurt-Lotus Davasını yaşamaktadır ve Atatürk ile İnönü'nün bulunduğu yerde "ben, genç olarak bu davayı savunacağım ve bu davayı Uluslararası Adalet Divanında (Beynelmilel Adalet Divanında) kazanacağım; kaybedersem Türkiye'ye dönmeyeceğim" demiştir. Şu anda, o büyük müdafaa belgelerinin asılları devletin arşivinde yok. 1927 yılında, Türk Ocaklarında basılmış. Bu, işte, bakınız, "Beynelmilel Lahey Adalet Divanı Adaleti Huzurunda Bozkurt-Lotus Davası"; daha çevirmedik. Büyük Millet Meclisinde örneği var, Millî Kütüphanede var; Adalet Bakanlığında var mı bilmiyorum. Onun için, biz, sözde gelişmişiz, edebiyat toplumuyuz. Mangalda kül bırakmıyoruz; ama, o mangalda ne ateş var ne odun var. Devrimin de felsefesi vardır, reformun da felsefesi vardır, evrimin de felsefesi vardır. Buradan, devlet aklı bakımından çıkarmamız gereken sonuçlar var arkadaşlar, yapılar bakımından çıkarmamız gereken sonuçlar var, bu kodifikasyon, resepsiyon, iktibas meselesinde. Bir, genellikle bizler, devlet olarak, kurumlar olarak liyakat ve bilgi temeline oturmuyoruz, onun için de kurumsallaşamıyoruz. Evrimi ve sosyolojik gelişmeyi erken veya zamanında algılayamıyoruz, aynen bugün küreselleşmede, aynen bugün özelleştirmede, aynen bugün liberalleşmede algılama gecikmesine düştüğümüz gibi. Bireysel yetenekler, kolektif akıl, genellikle bürokrasinin direnciyle ve yeteneksiz muhterislerin iradeleriyle kuşatılıyor. Ben, bu kanunun müzakeresini bu bakımdan önemsiyorum. Aslında, ne getiriyoruz, ne götürüyoruz onu tartışmak isterdim. Ne var ki, iki gündür müzakereleri takip ediyorum, meselenin felsefî boyutu ortaya konulmayınca, bu boyutu ortaya koymayı bir görev saydım. Arkadaşlar, bugün yaptığımız, Medenî Kanunun millileştirilmesinin tamamlanması hadisesidir. Devrimden evrime geçişin son noktalarına yaklaşma hadisesidir. İlk defa rahmetli Menderes 1951 yılında Medenî Kanunu bu anlamda bir komisyonda gündem konusu kılmış ve nihayet 1971 yılında bu komisyonun raportörü merhum Ordinaryüs Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bunu yayıma sunmuştur. Ondan sonra bir komisyon daha kurulmuştur, ondan sonra, benim de içinde bulunduğum ve her iki başkanımızın da şu anda mahsus mekânlarında yer aldığı Kılıçoğlu - Akıntürk Komisyonu teşekkül ettirilmiştir. Bunlar büyük emek vermişlerdir, büyük emek verilmiştir. Bu çalışmalar, ne basite alınmalı ne de olduğundan büyük gösterilmelidir. Noksanları yok değil; Medenî Kanunumuzda noksanlar yok değil. Türk Medeni Kanunu veya İsviçre Medeni Kanunu, 1941 yılında Schwarz'ın da ifade ettiği gibi, umumî hükümlerden mahrum bir kanundur; kadınlarla ilgili temel bir eşitlik kuralı konulabilir, mülkiyetle ilgili bir genel hüküm konulabilirdi.

Ben, sözlerimin sonunda, 1951-1971 komisyonuna, 1981-1984 komisyonuna, 1994-1998 komisyonuna -kendim hariç- şükranlarımı ifade ediyorum. Bir büyük görev, bir büyük toplumsal proje, bugün yasalaştırılmaktadır.

Adalet Komisyonuna teşekkür ediyorum, uzun çalışmalarda bulunmuştur.

Değerli Bakanım, şu anda siz, kaderin, tarihin ve talihin imtiyazlı bir bakanısınız. Mahmut Esat Bozkurt, bir devrimci olarak müzakereleri tedvir eden bir zattı, katılan bir zattı. Tabiî, o gün de millîleştirildi, o safhaya girmek istemiyorum, Yargıtayın, bilimin, şerhlerin safhasına girmek istemiyorum; ama, millîleşme, evrimleşme ve reform hadisesinde büyük bir misyon üstlendiniz, şükranlarımı iletiyorum. Her maddeyi nasıl okuduğunuzu ve didik didik nasıl değerlendirdiğinizi yakından biliyorum ve bu büyük kanunun, milletimiz için, hukukumuz için, vatanımız için, ülkemiz için hayırlı olmasını diliyor, burada bulunan milletvekillerinin, muhterem üyelerin, tarihin bir şansı gereği burada bulunduklarını kabul ediyor, bundan sonraki müzakerelere de diğer zevatın katılmasını bir devrim geleneği olarak diliyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İyimaya.

Şimdi hükümet adına, Adalet Bakanımız Sayın Türk; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

Ahmet Beye de cevap vermeyi unutmayasınız Sayın Bakanım!

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli üyeler; söz alan bütün grup sözcülerine içtenlikle teşekkür ediyorum.

Sayın İyimaya, bize Türk Medenî Kanununun geçmişini, nasıl hazırlandığını, felsefî bir bakış açısıyla anlattı. Kendisi, bu kanun tasarısının hazırlanmasında emeği geçenlere, kendisini dışarıda tutmak suretiyle, teşekkür etti. Ben, dünkü konuşmamda, emeği geçen herkese, Sayın İyimaya dahil olmak üzere, teşekkürlerimi ifade etmiştim, bugün onu bir kez daha tekrarlıyorum.

Şimdi, görüşme konusu Türk Medenî Kanun Tasarısının Başlangıç ve Kişiler Hukuku kitabının Birinci Bölümü; yani, Gerçek Kişiler; ancak, yapılan konuşmalar, çoğu kez bunların dışına taştı. Bunu, yadırgamıyorum; çünkü, Türk Medenî Kanunu Tasarısı gibi, son derece önemli bir kanun tasarısı üzerinde genel olarak her zaman söylenecek çok şey vardır. Zaten, o sözler de, bu tasarının önemini ortaya koymaktadır.

Türkiye'de batı ülkelerinden kanunlar, ya da geçen yüzyıl kullanılan terimle, kanunnameler iktibas etmek, batılılaşma hareketlerinin bir parçası olmuştur. Gerçekten, 1840'tan itibaren, Türkiye, Ceza Kanunnamesiyle başlamak ve önce Kara Ticareti Kanunnamesi, sonra Deniz Ticareti Kanunnamesiyle devam etmek üzere, çeşitli kanunları batı ülkelerinden daha geçen yüzyılda almıştır. Fransız Medenî Kanununun alınması da düşünülmüştü; ancak, Sayın İyimaya'nın burada büyük övgülerle söz ettiği ve şüphesiz Türk hukukuna büyük katkıları olan Ahmet Cevdet Paşa, buna gerek olmadığını söylemiştir ve onun yerine Mecelle hazırlanmıştır. Türk Medenî Kanunu, 1926'da kabul edilmeden önce de, iki komisyon, bizim koşullarımıza uygun bir Borçlar Kanunu ve bir Medenî Kanun hazırlamak üzere görevlendirmişti. Bu komisyonlardan biri, Ahvali Şahsiye Komisyonu, yani kişinin durumuyla ilgili kuralları hazırlayacak olan komisyon; ikincisi de, Vacibat Komisyonu, yani borçlarla ilgili düzenlemeleri yapacak komisyondu. Ancak, her iki komisyon, çalışmalarında bir ilerleme sağlayamamış, eski hukuk kalıplarından kurtulamamış ve zaman ilerlediği halde bir sonuca varamamış. Oysa, Türkiye, sür'atle, hukukunu lâik temeller üzerinde yeniden kurmak istiyordu. O nedenle, dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, her iki komisyonu lâğvederek, onların yerine, İsviçre Medenî Kanunu ve İsviçre Borçlar Kanununun iktibası suretiyle, özel hukukun yeniden düzenlenmesini sağlamıştır. Bu bakımdan, olayı, sadece, Lozan Antlaşmasının 42 nci maddesine bağlamak, yeterli bir açıklama olmayacaktır. Çünkü, Türkiye, hukukunu kısa zamanda yenilemek istiyordu. Türk Medenî Kanunu da bunu sağlamıştır. Dün de söylediğimiz gibi, Türk Medenî Kanunu, Türk hukuk devriminin simgesi olmuştur.

Şimdi, bu devrimi, 21 inci Yüzyılın anlayışı içerisinde, üçüncü binyılın başlangıcında daha ileri götürmek istiyoruz. Bunu, millîleştirmenin tamamlaması olarak niteleyebilirsiniz, evrim olarak da niteleyebilirsiniz, reform olarak da adlandırabilirsiniz; ama, herhalde yaptığımız çalışma, çok önemli bir çalışmadır ve bu çalışma, 21 inci Yasama Döneminde gerçekleştirilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün kanunlar, anlamlarını, mahkemelerin verecekleri kararlarda bulurlar. Böylece, hukukun uygulanması, kanunları zaman içerisinde anlam itibariyle zenginleştirir, somut koşullarda sorunları çözecek, uyuşmazlıkları çözecek niteliğe kavuşturur; ancak, bu yapılırken, hâkimlerin, sadece kanunun sözüne, eski terimle, lâfzına bağlı kalması yeterli değildir. O nedenle, kanunlar, aynı zamanda özleri itibariyle; yani, amaçları, anlamları itibariyle yorumlanırlar, eski terimle, kanunlar, yalnız lâfzıyla değil, aynı zamanda ruhuyla uygulanırlar.

İşte, bu, yeni Türk Medenî Kanunu Tasarısının 1 inci maddesinde de "Kanunlar, değindikleri bütün konularda sözüyle ve özüyle uygulama alanı bulur" şeklinde ifade edilmiştir. Ancak, hangi kanun olursa olsun, kanunlar ne kadar ayrıntılı düzenleme getirirse getirsinler, o kanunların da eksik kaldığı noktalar olabilir. Böylece, bir konuda yasal düzenleme yoksa, toplumda yüzyıllar boyunca oluşmuş olan örf ve âdetlere bakılır; ama, eğer örf ve âdetlerde de bir kural yoksa, Türk Medeni kanunu ve yeni tasarı, hâkime, hukuk yaratma yetkisini vermiştir. Gerçekten, yürürlükteki kanunun ve tasarının 1 inci maddesine göre, böyle bir durumda, hâkim, kendisi yasa koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse, sorunu öyle çözecektir; ancak, bunu yaparken, hâkim, bilimsel görüşlerden, yani doktrin ya da öğretiden; ayrıca, yargı kararlarından, yani içtihatlardan yararlanacaktır; bu kaynaklara başvuracaktır. Böylece, hukukun gelişmesi sağlanmış olacaktır. İşte, yeni tasarının 1 inci maddesinde, bu hususlar hükme bağlanmış bulunmaktadır.

Başlangıç hükümleri arasında, şimdiye kadar "hüsnüniyet kuralları" olarak adlandırılan, ama, sübjektif iyi niyetten, yani kişide aranan iyi niyetten ayırmak için, herkesin uymak zorunda olduğu davranış kurallarını belirtmek için, objektif iyi niyet kuralları olarak adlandırılan kurallar yerine "dürüstlük kuralları" denilmiştir. Dün, tasarının geneli üzerindeki görüşme sırasında da söylediğim gibi, bu, kaynak İsviçre Medenî Kanununun Almanca metnine de uygun bir terminolojidir. Böylece, kişiler, borçlarını yerine getirirken, dürüstlük kurallarına uygun hareket etmelidirler; ancak, bir kişinin, iyi niyetli olduğu da, iyi niyetli olarak hareket ettiği de, bir varsayım olarak kanunda öngörülmüştür.

Böylece, kanunun 2 nci ve 3 üncü maddelerinde bir yandan "objektif iyi niyet kuralları" yerine "dürüstlük kuralları", bir yandan da "iyi niyet" yerine, yine aynı sözcük kullanılmak suretiyle, hukukî bakımdan her iki kavram arasındaki fark belirtilmiştir.

Hâkim, çeşitli konularda takdir yetkisini kullanmak durumundadır. Böyle bir durumda, şimdiye kadarki metinde, hak ve nısfetle karar vereceği belirtilmiştir. Bugün "nısfet" sözcüğü herkes tarafından anlaşılmamaktadır; onun yerine "nasfet" sözcüğü de kullanılır. Şimdi, yeni tasarıda, kaynak İsviçre Borçlar Kanununa da uygun olarak, hâkimin, takdir hakkını, hukuka ve hakkaniyete uygun olarak kullanacağı belirtilmiştir. Zaten "nısfet" sözcüğünün de anlamı, adalete uygunluk ya da hakkaniyettir. Bu bakımdan, yeni terminoloji, amacı daha iyi ifade etmektedir.

Başlangıç hükümleri arasında yer alan 5 inci maddede, yürürlükteki kanunda, sözleşmelerin yapılmasına ve sona ermesine ilişkin kuralların, medenî hukukun diğer alanlarında da -genel kurallar oldukları ölçüde- uygulama alanı bulacakları belirtilmiştir. Yeni tasarıda, bu konuda, sadece, sözleşmelerin yapılmasına ve sona ermesine ilişkin genel kurallar değil; ama, gerek Medenî Kanunda, gerek Borçlar Kanununda yer alan genel nitelikteki kuralların, özel hukukun bütün alanlarında uygulama alanı bulacağı ifade edilmiştir.

Başlangıç hükümleri arasında, resmî belgelerle ilgili olarak, bunların, belgeledikleri olguları doğru olarak kabul eden bir karine yer almaktadır; ancak, bu belgelerin tersi, yürürlükteki kanunda, her türlü araçla ispatlanabilir. Bu konuda herhangi bir şekle bağlılık yoktur; ancak, yeni tasarı, haklı olarak, bu konuda kanunlarda farklı hüküm bulunmasını saklı tutmuştur. Böylece, başlangıç hükümleri, 76 yıllık bir uygulamada edinilen tecrübelerin ışığında daha da açık ifadelere kavuşturulmuş bulunmaktadır.

Şimdi, kişiler hukuku, yürürlükteki kanunda olduğu gibi, önce gerçek kişiler, sonra da tüzelkişilerle ilgili kurallar getirmektedir. Gerçek kişilerle ilgili kurallar arasında, önce kişilik, daha sonra kişisel durum siciliyle ilgili kurallara yer verilmiştir. "Kişilik" başlığını taşıyan birinci ayırımda, kişilere tanınan hak ve fiil ehliyetleri, hısımlık, yerleşim yeri, kişiliğin korunması, kişiliğin başlangıcı ve sonu gibi konular düzenlenmiştir. Hak ehliyetini düzenleyen 8 inci maddenin birinci fıkrasında, bir arkadaşımızın yadırgamasına rağmen "her şahıs" yerine "her insan" sözcüğü kullanılmıştır; çünkü, hak sahibi olan da insandır; yükümlülük sahibi, borç sahibi olan da insandır ve günümüzün insan hakları anlayışı içinde bunların öznesinin insan olduğunu belirtmekte yarar vardır.

Şimdiye kadar "medenî haklardan istifade" olarak anlatılan husus, yeni kanunda "hak ehliyeti" olarak ifade edilmiştir. Şimdiye kadar "medenî hakların kullanılması" biçiminde belirtilen husus ise yeni kanunda "fiil ehliyeti" olarak belirtilmiştir. Bu nitelendirmeler, kaynak İsviçre Medenî Kanununa uygun nitelendirmelerdir. Doktrinde de, öğretide de zaten böyle yapılmaktaydı.

Bu arada, fiil ehliyetinin koşulları arasında ayırt etme gücüne sahip olmak ve ergin olmak yanında, üçüncü unsur olarak kısıtlı olmamak koşulu da 10 uncu maddede belirtilmiştir.

Yürürlükteki kanunun, ergin kılınmayı düzenleyen 12 nci maddesinden farklı olarak tasarının 12 nci maddesinde vasinin dinlenmesi koşuluna yer verilmemiştir; çünkü, tasarının 463 üncü maddesi uyarınca, vesayet altındaki küçüğün ergin kılınmasında vesayet ve denetim makamlarının izni gerekli olduğundan, ayrıca vasinin dinlenmesine gerek görülmemiştir.

Tasarının 19 uncu maddesinde yerleşim yeri düzenlenmiştir. Yerleşim yeri, bir arkadaşımızın yine yadırgamasına rağmen, ikametgâh karşılığı olarak kullanılmıştır. Getirilen hükümlerde bir değişiklik yoktur; sadece, yerleşim yeri tanımlanırken, yerleşmenin sürekli nitelikte olması unsuruna açıklık kazandırılmış bulunmaktadır.

Yürürlükteki kanunun, ikametgâhı düzenleyen 20 nci maddesinin kanunî ikametgâh biçimindeki kenar başlığı, tasarının 21 inci maddesinde yasal yerleşim yeri olarak değiştirilmiş; ancak, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması amacıyla "kocanın ikametgâhı, karının ikametgâhı addolunur" hükmüne yer verilmemiştir.

Tasarının 23 üncü maddesinde, yürürlükteki kanunun 23 üncü maddesinden farklı olarak, kişilerin kısmen bile vazgeçemeyecekleri hususun hak ve fiil ehliyetleri olduğu açıklığa kavuşturulmuştur.

Bu arada, yürürlükteki kanunun 24/a maddesi yerine getirilen 25 inci maddede kişilik haklarına saldırıyla ilgili hükümler arasında manevî tazminat isteminin mirasçılara geçebilmesi için, daha önce, onun, miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olması koşulu aranmıştır. Böylece, yürürlükteki kanundan farklı bir hüküm getirilmiştir; çünkü, yürürlükteki kanun, manevî tazminat isteminin mirasçılara geçeceğini kabul etmekteydi.

Yürürlükteki kanunun gaiplik kararının verilmesinde yetkili mahkemeyi düzenleyen 31 inci maddesinin ikinci fıkrasında geçen "pederinin mukayyet olduğu mahal" deyimi, yine, kadın-erkek eşitliğini sağlayacak biçimde, tasarının 32 nci maddesinde "anasının veya babasının kayıtlı olduğu yer" biçiminde değiştirilmiştir.

"Kişisel Durum Sicili" başlığı altında düzenlenen ikinci ayırımda, sicillerin tutulmasından doğan zararlardan doğrudan doğruya memurların şahsen sorumlu olacağını öngören yürürlükteki 37 nci madde hükmünün, Anayasanın 129 uncu maddesiyle çeliştiği dikkate alınarak, yeni 38 inci maddeye "Kişisel durum sicilinin tutulmasından doğan zararlar, kusurlu memura rücu edilmek kaydıyla, Devletçe tazmin edilir" hükmü konulmuştur. Böylece, medenî hukukta vesayet organları ve tapu memurları ile nüfus memurları arasındaki farklılık ortadan kaldırılmıştır.

Yürürlükteki kanunun 29 uncu maddesine, sonradan, 3444 sayılı Kanunla eklenen ve cinsiyet değişikliğini düzenleyen hükmün yerine, tasarıya, 40 ıncı madde olarak yeni bir madde eklenmiştir. Yeni düzenlemeyle cinsiyet değiştirebilme bazı koşullara bağlanmıştır. Bunlar, 18 yaşını tamamlamış olma, bekâr olma, transseksüel yapıda olup cinsiyet değiştirmenin ruh sağlığı açısından zorunluluğu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, süreniz bitti. Siz, maddeleri izah ediyorsunuz; ancak, biz de kuralları uygulamak zorundayız.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - ...ve üreme yeteneğinden sürekli olarak yoksunluğunu, bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınacak resmî sağlık kurulu raporuyla belgeleme ve mahkemece izin verilmiş olma koşullarıdır.

Tasarının 41 inci maddesinde doğum kütüğü düzenlenmiştir. Burada doğumlara ilişkin bildirimler ve kimliği bilinmeyen bulunmuş kişilerle ilgili işlemlerin ilgili kanun hükümlerine göre, yani, Nüfus Kanunu hükümlerine göre yapılacağı açıklığa kavuşturulmuştur.

Böylece, bu bölümde getirilen yeni düzenlemeler hakkında Yüce Meclise bilgi sunmuş oluyorum.

Sayın Başkana ve Genel Kurula saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Böylece, birinci bölüm üzerindeki müzakereler bitmiştir.

Birinci bölümle ilgili 4 önerge var; ancak, alınan karar gereğince 3 önergeyi işleme koyacağımızdan, geliş sırasına göre 3 önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 9 uncu maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

 

Lütfü Esengün

Cevat Ayhan

Yasin Hatiboğlu

 

Erzurum

Sakarya

Çorum

 

 

Fethullah Erbaş

 

 

 

Van

 

Madde 9. - Fiil ehliyetine sahip olan kimse, hak edinmeye de borç altına girmeye de ehildir.

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 15 inci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

 

Fethullah Erbaş

Lütfü Esengün

Cevat Ayhan

 

Van

 Erzurum

Sakarya

Madde 15. - Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin tasarrufu hukukî sonuç doğurmaz.

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum ve bu önergeyi işleme koyacağım:

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı kanun tasarısının "Kişiler Hukuku" başlıklı Birinci Kitabının 8-46 ncı maddeleri arasında yer alan "Birinci Bölüm" başlığının "Birinci Kısım" olarak; "Birinci Ayırım", "İkinci Ayırım" başlıklarının ise sırayla "Birinci Bölüm", "İkinci Bölüm" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

 

Aydın Tümen

İsmail Köse

Nihat Gökbulut

 

Ankara

Erzurum

Kırıkkale

 

Nevzat Ercan

Mehmet Ali Şahin

Fethullah Erbaş

 

Sakarya

İstanbul

Van

 

BAŞKAN - Efendim, Komisyon katılıyor mu bu önergeye?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz; ama, takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Efendim, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi işleme koyuyorum.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 9 uncu maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

         Fethullah Erbaş

                  Van

   ve arkadaşları

Madde 9. - Fiil ehliyetine sahip olan kimse, hak edinmeye de borç altına girmeye de ehildir.

BAŞKAN - Sayın Komisyon katılıyor mu efendim?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Önergeye, Sayın Komisyon ve Sayın Hükümet katılmıyor.

Önerge sahibi olarak, Sayın Fethullah Erbaş; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; meri kanunumuzda bu maddenin karşılığı yine 9 uncu maddedir; şöyle ifade etmektedir: "Medenî hakları kullanmaya salâhiyettar olan kimse iktisaba da iltizama da ehildir." Şu andaki tasarıdaki metinde ise bunu tercüme ederken veya sadeleştirirken şu hale sokmuşlar: "Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir."

Biz şunu söylüyoruz: Maddede geçen "kendi fiilleriyle" ifadesi, hem aslına uymamaktadır hem de kendi fiili olmadan kişiler hak edinemezmiş gibi bir sonuç çıkmaktadır. Ayrıca, tasarının 48 inci maddesine de baktığımız zaman, 48 inci maddesinde "hak ehliyeti" başlığı altında, "tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildir" denilmektedir; yani, burada da, "iltizama ve iktisaba ehildir" cümlesi, "haklara ve borçlara ehildir" diye sadeleştirilmiş. Şimdi, "iktisaba ve iltizama" sözcükleri "haklara ve borçlara ehildir" olarak değiştirildiğine göre, burada yapmak istediğimiz de bu birlikteliği sağlamaktır; yani, 9 uncu madde ile 48 inci maddede aynı lisanı aynı birlikteliği sağlamak için bu önergeyi verdik. Buradaki "kendi fiilleri ile" ifadesini çıkararak, "fiil ehliyetine sahip olan kimse, hak edinmeye de borç altına girmeye de ehildir" olarak düzelttik. Eğer önergeme destek verirseniz bu daha düzgün bir şekle girecektir, 48 inci maddeyle de uyum sağlamış olacaktır.

Biz, biraz önce, değerli bir arkadaşımızın dediği gibi, yapıcı muhalefetin örneklerini vermeye çalışıyoruz. Önergeme desteğinizi bekliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbaş.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Karar yetersayısını arayacağım.

Sayın milletvekilleri, müzakere sırasında bazı arkadaşlarımız salonun arkasına giderek çok yüksek sesle konuşuyorlar; kimseyi ikaz etmek istemiyorum. Mecliste oturuş şekline uymayan, gayri ciddiyet içinde olan arkadaşlarımız var. Yüksek sesle konuşuyorlar; o sırada müdahale ederek, hatip arkadaşın sözünü de kesmek istemiyorum. Rica ediyorum, milletvekili arkadaşlarımız salonda oturuyorlarsa yüksek sesle konuşmasınlar; bir. Arkasını Divana çevirmesinler; iki.

Sayın Komisyon ve Sayın Hükümet önergeye katılmamıştı. Sayın Erbaş önergenin gerekçesini açıkladı. Karar yetersayısının aranılması istendi.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 18.02

 

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.11

BAŞKAN: Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER: Burhan ORHAN (Bursa), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 12 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, Birinci Oturumda, müzakere edilmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının Birinci Bölümü üzerindeki müzakereler bitmişti. Bölümde verilen bir değişiklik önergesinin oylaması sırasında karar yetersayısının aranılması istenmişti; yapılan oylamada karar yetersayısı bulunamamıştı.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE  KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Bu önergeye, Komisyon ve Hükümet katılmamıştı.

Önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Önergeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı vardır; önerge kabul edilmemiştir.

Son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 15 inci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

         Fethullah Erbaş

                  Van

   ve arkadaşları

"Madde 15- Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin tasarrufu hukukî sonuç doğurmaz."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet önergeye katılmıyor.

Önergenizi izah etmek üzere, buyurun Sayın Erbaş.

Süreniz 5 dakika.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önergemizle "Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin tasarrufu hukukî sonuç doğurmaz" olarak değiştiriyoruz. Neyi değiştiriyoruz; Türk Medenî Kanununun şu anda meri olan, yürürlükte olan maddesi şu: "Mümeyyiz olmayan şahsın tasarrufu hukukî bir hüküm ifade etmez. Kanunda muayyen istisnalar bakidir" deniliyor. Şu andaki tasarıda ise "Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukukî sonuç doğurmaz" deniliyor.

Orijinal metinde "fiil" yerine "tasarruf" sözcüğü vardır. Bunun muhafazası, hatta, kanun metnindeki tüm "tasarruf" sözcüklerinin aynen muhafaza edilmesi gerekmektedir; zira, görüşmekte olduğumuz kanunla beraber, özellikle, Borçlar Kanununun birçok maddesinde geçmektedir. Burada, fiil eşittir tasarruf olarak kullanacak olursak, bundan sonraki maddelerde de aynı manayı kullanmak zorunda kalabiliriz. Halbuki, fiil ile tasarruf, eşanlamlı kelimeler değildir. Fiil, eylem, hareket, iş, edim gibi manalar taşımasına rağmen; tasarruf, bir şeyden yararlanabilme ve o şey üzerinde istenilen hukuksal veya eylemsel işlemleri yapabilme kudretidir. Bu tariften de anlaşılacağı üzere, madde metninde "tasarruf" yerine kullanılan "fiil" sözcüğü uygun olmamıştır.

Ayrıca, Medenî Kanunda yapacağımız değişikliklerde, tasarruf, iktisap, nefaset, hakkaniyet ve ikametgâh gibi buna benzer sözcüklerin değiştirilmesi, yeni Türkçe karşılıklarının konulması, madde muhtevasının değişmesine sebep olmaktadır. Ayrıca, 50 nci maddenin ikinci fıkrasında, tasarruf, işlem karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu farklılıklar, kanundaki muhteva bütünlüğünü ve yeknesaklığı bozmaktadır.

Bu nedenle, önergeme desteğinizi bekliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbaş.

Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum:

Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Birinci Bölümü, kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Birinci Bölüm kabul edilmiştir.

Şimdi, İkinci Bölüm üzerindeki müzakerelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, bu bölümde, 47 nci madde ile 117 nci madde arasındaki maddelerin müzakeresi yapılacaktır.

Yalnız, rica ediyorum, Birinci Bölümde, biraz, felsefî konuşmalar yapıldı; bundan sonraki bölüm üzerinde konuşmalar yapılırken, biraz da maddeler üzerinde konuşulursa, memnun olurum.

Şimdi, ilk söz, AK Parti Grubu adına, Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Çiçek'e aittir.

Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu, medenî hukuk, şahsî haklar, aile hukuku, hısımlık, vesayet, miras, zilyetlik, tapu sicil ve borçlar hukuku bölümleriyle, bu ülkede yaşayan her vatandaşı, hepimizi doğumdan ölüme kadar, hatta doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar ilgilendiren temel yasalarımızdandır. yetmişbeş yıldır uyguladığımız bu kanun, İsviçre Medenî Kanunundan iktibas edilmiştir. 17.2.1926 tarihinde kabul edilen Türk Medenî Kanunu, 4 Ekim 1926 yılında yürürlüğe girmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, sizce de malum olduğu üzere, taklit edilen şeyin en mükemmeli, aslın yerini tutamaz; çünkü, asıl, taklitle ulaşılamayacak kadar mükemmeldir. Bin yıllık devlet geleneği olan, bütün medeniyetlere yön vermiş ve katkıda bulunmuş, devasa mükemmellikler sergilemiş, kütüphaneleri, hâlâ, bütün dünya milletlerine eğitim ve kültür hazinesi olmuş, yetiştirdiği hukukçular bütün dünyaca kaynak kabul edilen Mecelle gibi şaheseri meydana getirmiş bir ulusun, İsviçre gibi bir ülkenin Medenî Kanununu alıp aynen taklit etmesi gibi bir eksiklik düşünülemezdi. Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında ihtiyaç duyulan kanun boşluğunu alelacele doldurma mecburiyetini mazeret olarak kabul etsek bile, mazur görmemiz mümkün değildir. Yakın tarihimizde, Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu gibi hukuk şaheserini meydana getiren Ömer Nasuhi Bilmen gibi hocaların yetiştiği son Osmanlı medreselerinin mümtaz hukukçularının bu ihtiyacı mükemmel şekilde karşılayacağı muhakkaktı.

Medenî hukuk, milletimizin sosyal yaşayışının tümünü içine alan bir yaşamın hukukunun belirlenmesidir. Şu gerçeği hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız: Hukukun evrensel normları temel kabul edilmek şartıyla, kanunlar, milletlerin öz benliğindeki değerler temel kabul edilmek suretiyle hazırlanırsa problem doğurmaz. Bu manada, kültürü, dini, sosyal değerleri, ahlakî yapısı birbirine zıt milletlerin kanunları aynen tercüme edilerek bir başka millete uygulanamaz; çünkü, milletler, insan vücuduna benzerler. İnsan vücuduna farklı kan grubundan verilen kan nasıl insanı öldürürse, o milletin kültürü, dini, ahlakî değerleri gibi sosyal yapısı birbirine uymayan milletlerin kanunları da aynı sonucu doğurur.

Milletlerden teknoloji, sanayi transfer edilebilir; ama, medenî kanun transfer edilemezdi. Bütün millî değerlerimizin hor görülmeye başlandığı, aşağılık duygusu ile Batı hayranlığının zirveye ulaştığı, zirvede bulunduğu yıllarda merhum Mehmet Âkif, Safahat'ında, bu Batı mukallitlerini tenkit etmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, dün olduğu gibi bugün de, dünyanın ileri ülkelerinin her konuda tetkik alanı, Osmanlı idarî, sosyal, ahlakî, hukukî sistemi olmuştur. Bugün, kütüphanelerimizde araştırma yapan ilim adamlarının büyük çoğunluğu, yine, Batılı şarkiyatçılardır, müsteşriklerdir. İstanbul'da bir şeri siciller arşivi vardır, bizim üniversitelerimiz son birkaç yıl içinde bu hukuk hazinesine yönelmiştir; ama, Amerika'dan Avrupa'nın bütün ülkelerine kadar araştırmacılar bu arşivi didik didik etmişler. Bugün, 3 semavî din ve bu dinlerin farklı mezheplerinin, 20 civarında ülkenin bir arada 600 yıl yaşadığı bir idarî yapının, bugün de, yarın da insanlığa vereceği mükemmel örnekler olmalıdır. Sayın milletvekilleri, biz, hazinenin üstünde oturuyoruz, problemlerimize başka yerde çare arıyoruz. Biz, yitirdiğimiz kıymetli değerlerimizi yitirdiğimiz yerde bulabiliriz, başka yerde aramanın bize faydası yoktur.

Nasrettin Hoca'nın kaybettiği evinin anahtarını yanan ışık direğinin dibinde aramış olmasını, insanlar hayretle seyrederler. Hoca'nın yanına giderler, yardımcı olmaya çalışırlar; fakat, aradıkları şeyi bulamayınca Hoca'ya sorarlar: "Hocam, sen, evin bu anahtarını bir başka yerde kaybetmiş olmayasın?!" Hoca, büyük bir olgunlukla "ben, anahtarı ya ahırda ya samanlıkta kaybettim, zaten burada kaybetmemiştim" der. Bunun üzerine sorarlar: "Hoca, ahırda veya samanlıkta kaybettiğin anahtarı niçin burada arıyorsun? O da "bura aydınlık da onun için" der.

Zorda kaldığımızda, darda kaldığımızda, sıkıntıya düştüğümüzde kolayı tercih etmek, millî bünyemize uyacak şeyleri almak yerine, tercemeciliği ihdas etmek ve bunu meşru hale getirmek doğru değildir.

Elbet, dünyanın her ülkesinden millî bünyemize uygun bir şeyler almalıyız; ama, tercüme edip aldığınız her kanun, milletimizi var eden değerlerle çatışmamalıdır. Maalesef, Medenî Kanun, yıllardır milletimizin ihtiyacını karşılayamamıştır. Hukukçularımız, kötü bir tercümeyle alınan İsviçre Medenî Kanununu uygularken birçok zorluklarla karşılaşmışlar, zorlama yorumlarıyla millî değerlerimize uygun hale getirmeye çalışmışlardır. Bugün, dilini sadeleştirmeye çalıştığımız, alelacele çıkarmaya çalıştığımız bu kanun, böyle bir ihtiyaçtan doğmaktadır. Başta aile hayatımız olmak üzere, yapılacak tahribatı engelleme imkânımızı göz önünde bulundurmalıyız.

Saygıdeğer milletvekilleri, Sayın Bakan ve geneli üzerinde konuşan grup sözcüsü arkadaşlar, kanunun aslına sadık kalındığını, dilde sadeleştirme yapıldığını, birkaç temel maddede de Avrupa'ya uyum sağlamak için değişiklikler yapıldığını ifade etmişlerdir. Bir işin aslı bozuksa, işe yaramazsa, onun üzerine yeni sağlam bina kuramazsınız. Yaptığınız değişiklikle aile otoritesini sarsıyorsanız, ailede reislik, yönetim meselesini ortada bırakıyorsanız, en küçük bir aile anlaşmazlığını mahkeme kapısında çözmeyi alışkanlık haline getirecek bir sistemi getiriyorsanız, siz, bu toplumun aile yapısını ayakta tutamazsanız.

Saygıdeğer milletvekilleri, Medenî Kanunumuzun 53 üncü maddesiyle 87 nci maddesi arasındaki ikinci bölümdeki maddeler, vakıf, dernek, cemiyetlerin çalışma şartlarını düzenlemektedir. Elbette, devletin aslî görevi, temel altyapıları, millî güvenliği, adalet hizmetlerini tanzim etmektir. Geçmişte bu hizmetler devletin aslî görevi kabul edilmiş ve devlet tarafından karşılanmıştır. Bunun dışındaki bütün konularda hizmetler, vakıf müesseseleri, bugün "sivil toplum kuruluşları" dediğimiz esnaf teşkilatları, loncalar ve diğer teşkilatlar tarafından deruhte edilmiştir.

Osmanlı yönetimini derinlemesine tahlil ettiğinizde, toplumun bütün ihtiyaçlarını karşılayacak konularda vakıfların, derneklerin, cemiyetlerin kurulduğunu görürsünüz. Mabet, tekke, kabristan, medrese, imaret, kervansaray, dulevi, yetimevi, dul ve yetim çocukların barındırıldığı evler; hastane, hamam, idman sahası, mesire yerlerinin kiralanarak insanların emrine tahsis edilmesi, çeşme, sebil, kuyu, pınar, su yolu ve tesisatı, köprü, deniz feneri; hamile kadınların çocuklarını emzirmesini ve büyütmelerini temin edecek yuvalar; darülaceze, gölgelik, sığınak, yüksek dağ ve geçitlerde insanların rahatlıkla geçebileceği sığınakların kiralanması veya satın alınarak vakfedilmesi; darüşşifa, gemi, umumî hela, bedesten, çamaşırhane, sadakat taşları ve daha nice sayamayacağımız kadar toplumun çeşitli alanlarına el atmış olan bu vakıf, dernek ve cemiyetler, Osmanlı İmparatorluğunun 600 yıl ayakta kalmasını temin eden sosyal kuruluşlar olmuştur.

Sayın milletvekilleri, dahası var: Göz ağrısı olan insanlar için ilaç temini, yaz günleri insanların su ve şerbet ihtiyaçlarını karşılamak için su ve şerbet dağıtma yerleri, su soğutmak için kar temin edip insanlara sunulması, çocukların mesire masraflarının karşılanması, aşure ve helva pişirilmesi, fakir kızlara çeyiz yapılması, çocuklar için kitap parası, yetimlere aylık, askerlerin teçhiz edilmesi, silahlarının alınıp sefer halinde onlara ulaştırılması, hazar halinde askerî teçhizatın tamamlanması, hapisanedeki mahkûmların borçlarının ödenmesi için para toplanılması ve bu paraların mahpuslara ulaştırılması, fukaraya, fakir çocuklara elbise ve zaire dağıtılması, fukaraya, yetimlere, acizlere, mahpuslara odun ve kömür için para, kuşlara pirinç ve aç köpeklere ekmek ve et dağıtılması, evlatlıkların kırdıkları kap ve kacakların parasının ödenmesi suretiyle ev sahipleri tarafından hırpalanmasının önlenmesi, yine, toplumumuzu ayakta tutan ana müesseselerdi.

Devletin imkânlarıyla ulaşamadığı her yerde hamiyetperver dernekleri, vakıfları, cemaatleri kuran ve yönetmeye çalışan zenginleri görürüz. İnsanımızı bu hizmetlere yönlendiren etken, hiç şüphesiz, İslam'ın temel kaynağı Kur'an'ın emirlerini yerine getirmek, Allah'ın rızasını kazanarak cenneti kazanma arzusunun insanlara telkin edilmesidir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de "dîr ve takvada yarışın, iyilik yapmada ve Allah'a yakın olma gayreti içerisinde yarışın, günah işlemekte ve düşmanlıkta yarışmayın" buyurmaktadır. Asr suresinde ise, "asra yemin ederim ki, insanlar hüsrandadır, ancak iman edip Allah'ın beğendiği güzel, salih amel işleyen ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiyede bulunanlar hariç" buyurmaktadır.

Bir hadisi şerifte, Peygamberimiz, insanlara, şu mübarek sözleriyle bu yarışa katılmalarını tavsiye ediyor: "İnsanların en hayırlısı insanlara faydası dokunandır." Dikkat ederseniz, Peygamberimiz hayır yapılacak insanı tarif ederken din, dil, ırk, millet, mezhep farkı gözetmeksizin, bütün insanları işaret buyurmaktadır. Allah'ın emrine sevgiyle bağlılığını sağlayarak, evvela dünya hayatını, bu vesileyle ahret hayatını mükemmel hale getirmek için çalışıp, meşru yoldan bolca kazanıp, zengin olmayı emrediyor.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Konuyla ne alakası var?

BAŞKAN - Müdahale etmeyelim efendim. Müdahale etmeyin, rica ediyorum...

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Servetin belli ellerde toplanması yerine, toplumun bütün katmanlarına zenginliğin yayılmasını planlıyor ve Müslümanlara uymalarını emrediyor.

Bir ayette "gözünüzü doğu ve batıya çevirmeniz bir hasenat, iyilik değildir. Allah'a, ahret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman edin. Malınızı seve seve yakınlara, yetimlere, miskinlere, yolculara, dilenenlere, kölelere, esirlere verin. Namazınızı dosdoğru kılın; zekatınızı verin; anlaşma yaptığınız zaman ahitlerinizi yerine getirin; sıkıntıda, hastalıkta ve şiddetli savaş anlarında sabredenlerin sergilediği tavırdır" diyor.

İşte, bunun için sayın vekilim ve sayın milletvekilleri, bu ve benzeri ayetlere inananlar, inanan topluluk, tüm ihtiyaçlarını karşılayan, başkasının derdini kendi derdi bilen; malımın ihtiyacım kadarı benim, diğeri başkasınındır anlayışını, sayısız vakıfların ve benzeri kuruluşların meydana gelmesinin ve yaşamasının temel kaynağı haline getirmişlerdir.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Osmanlıda Türkler ikinci sınıf vatandaştı.

BAŞKAN - Sayın Aydınlı, lütfen...

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Sayın vekilim, bu ayetler, bu hadisler seni niçin rahatsız ediyor?

Bugün, o müstesna insanların asırlar önce bıraktığı o güzide eserleri kullanıyoruz. Belki de, ilelebet, gelecek insanlar bu eserleri kullanmaya devam edeceklerdir.

Medenî Kanunumuzda yerini bulan düzenlemeyle, vakıf eserlerimizle topluma hizmet eden diğer derneklerin, sivil toplum kuruluşlarının en mükemmel tarzda hizmete amade kılınması, faaliyetlerinin daha verimli hale gelmesi için disiplinize edilmesi gerekmektedir. Yaptığımız hataların tekrarlanmaması gerekir. Bütün dünyadaki hizmetlerin özelleştirildiği, toplumun katkısının hizmetlere aktarılmasının planlandığı bir dönemde, biz, özel kuruluşlarımızı, vakıflarımızı devletleştirmişiz.

Vakıfların niçin devletleştirildiğini anlamak mümkün değildir. Mimarîmizin, güzel sanatlarımızın her bölümünün, bediî zevklerimizin, oymacılığımızın, kakmacılığımızın, tezhip ve hat sanatımızın, ebru sanatımızın, musikimizin finansörüdür bu vakıflar ve bu kuruluşlar. İnsanî hasletlerimizin, merhametimizin, hayat anlayışımızın tarihî vesikası olan vakıflarımız, önce, devletleştirildi, sonra da, onun bütün maddî imkânları, gelirleri, potansiyeli devletin diğer birimlerine aktarıldı. Camilerin, hamamların, hanların, binlerce tarım arazilerinin, ormanların, hulasa, vakıf arazilerinin gelirlerinden elde edilen paralarla bankacılık yapılmaya çalışıldı, tefecilik yapılmaya çalışıldı, hâlâ da yapılmaya devam ediliyor ve özel sektöre büyük bir kısmı devredildi. Daha sonra, dönmeyen kredilerle, bize mallarını emanet etmiş olan bu vakıfların gerçek sahipleri, gelirlerinin Vakıflar Bankasında batma noktasına getirilmesinden, herhalde, kabirlerinde mutazarrırdırlar.

Vakıfların vakfiyelerindeki yerlere harcanması vasiyet edilen vakıf gelirleri, vakfedenin beddualarına bakılmadan, gayesine uymayan yerlere harcanıldı. Vakıf arazileri ve imkânları yok pahasına haraç mezat satıldı, yağmacıların işgallerine terk edildi. Bizi biz yapan, devleti ebed müddet haline getiren, inançlarımızın ve müstesna insanlık anlayışımızın ebedileşen abideleri vakıflarımız, maalesef, gayesinin dışında kullanılıyor veya yok ediliyor.

Vakıf malları yağmalanırken, satılırken manen rahatsız olmadık, yok pahasına satılır mı diye sormadık; bugün, Medeni Kanundaki düzenlemeleri yeterli bulmamamıza rağmen, bu düzenlemelerle, inşallah, vakıf arazilerinin, vakıf eserlerinin yağmalanması önlenilir.

Sayın milletvekilleri, başta, vakıf eserlerinin ve Kızılay, Yeşilay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Türk Hava Kurumu başta olmak üzere, amme hizmetlerinde faaliyet gösteren kuruluşlarımızın elinden alınan bütün mal varlıklarının, müruru zaman kabul edilmeksizin, çıkaracağımız bir kanunla yeniden yerlerine iadesinin şart olduğuna inanıyoruz.

Bugün gururla söyleyebiliriz ki, ülkemizin problemlerini çözmede devletin yanında yer alan dernek ve vakıflarımızın sayısı az değildir. 1923'te dernek sayısı 22 iken, 1998'de yapılan bir istatistikte toplam 131 683 dernek, ülkemizde faaliyet göstermektedir. Cumhuriyet dönemimde çeşitli emeklerle kurulmuş 4 241 vakıf faaliyetini sürdürmektedir. Son birkaç yıl içerisinde, toplumun kılcal damarları konumundaki vakıf ve derneklerimizin bir kısmının, maalesef, kapatıldığını müşahede ediyoruz ve görüyoruz.

Bu vakıflarımızdan bir bölümünde de eğitim faaliyetleri sürdürülmektedir. 1 Nisan 1999 itibariyle 20 vakıf üniversitesi hâlâ faaliyettedir. Vakıflar aracılığıyla faaliyet gösteren kolej ve ortaöğretim kurumlarımızın sayısı ise 90 civarındadır. Bu hayırlı hizmetlerin daha da genişletilerek devamını temenni ediyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, daha önceki birçok konuşmamda da ifade ettiğim gibi, önemli olan, kanunları çıkarmak değildir -şu an çok ideal, çok mükemmel kanunları çıkarmaktayız- önemli olan, çıkarılan kanunların asliyetine uygun tarzda uygulanmasıdır; uygulanmayan kanunların, raflarda kalmış olan kanunların, ülkemize, milletimize hiçbir faidesi yoktur. Vakıflar ve Dernekler Kanununun da, ülkemizin kılcal damarları mesabesindeki bu kuruluşlarımızın da, geçmişte olduğu gibi, bugün de, faaliyetlerini sürdürebilmesi için, milletimize hizmetini artırarak devam ettirebilmesi için, Medenî Kanunumuzda yerini bulan bu kuruluşlarımızın, gayelerine uygun, ülke ve millet menfaatlarına hizmetlerini sürdürmelerini temin etmek, önlerini açmak, teşvik etmek ve daha mükemmel hale getirmek aslî görevimiz olmalıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, vakıf eserlerimizin tekrar asliyetine uygun hale getirilebilmesi için, demin de ifade ettiğim gibi, bu Meclis, müruru zaman kabul etmeksizin, her ne zaman, kim tarafından, ne şekilde satılırsa satılsın, elden çıkarılırsa çıkarılsın -camilerin meyhane, kumarhane haline getirildiğini İstanbul'un çeşitli semtlerinde, eski semtlerde gördük- gayesinin dışında kullanılan bu yerlerin, sahiplerinden alınmak suretiyle, vakfiyelerinde belirtilen yerlere iadesinin şart olduğunu ve birçok güzel kanuna imza atmış bu Parlamentonun bu kanunu da hazırlayıp, çıkarıp, milletimizin önüne sunmasının lüzumlu olduğunu, şart olduğunu tekrar hatırlatıyor, hepinize saygılar sunuyor, kanunun milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çiçek.

Yalnız, hiçbir camiin meyhane haline getirildiğini ben şimdiye kadar duymadım.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Gel İstanbul'a gösterelim sana!

BAŞKAN - Yani, varsa ismini söyleyin de...

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Eminönü'nde 5 tane var.

BAŞKAN - Rica ediyorum... Şurada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde müzakere yapılırken, bu konular çok önemli, çok kritik ve memleket içinde, sanki birileri dine karşı...

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkan, bu yerler satılmış, daha önceden cami yeri, medrese yeriyken satılmış; İstanbul'un Eminönü İlçesinde 5 tane var.

BAŞKAN - Yani, ben duymadım; ilk defa sizden duyuyorum da onun için...

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Böylece, duymuş oldun.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Bir liste halinde size sunsunlar.

BAŞKAN - Saadet Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

10 dakika da arkadaşınız konuşacak.

SP GRUBU ADINA MUSTAFA GEÇER (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 723 sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının İkinci Bölümü üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi selamlıyor, saygılar sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde durulması gereken, Grubum adına söz aldığım, 47 nci maddeyle başlayıp 117 nci maddeye kadar devam eden İkinci Bölümün teknik boyutlarına geçmeden önce bazı genel konulara değinmek istiyorum.

Şüphesiz, Medenî Kanun çok önemli bir metindir ve gerçekten, insanın anne rahmine canlı cenin olarak düşmesinden başlayıp, hatta, ölümünden sonra bırakmış olduğu terekenin, mamelekin, mal varlığının tasfiyesine kadar ilgilendiren; yani, insanın nasıl yaşayacağını, nasıl nişanlanacağını, nasıl evleneceğini, nasıl boşanacağını, nasıl öleceğini düzenleyen, şahsın bu hayat evrelerini düzenleyen bir yaşam projesi olarak topluma sunulmaktadır.

Gerçekten, şu anda görüşmekte olduğumuz Medenî Kanunu Tasarısı, millî bir kanun tasarısı mıdır?.. Bazı konuşmacı arkadaşlarımız, bunun üzerinde durdular; aslında, 1926 tarihli Kanunu Medeninin millîleştirilmesi diye bunu vurguladılar; ben, bu görüşe katılmıyorum. Yani, bu, aslında, 1926 tarihli Kanunu Medeninin millîleştirmesi değil, bilakis, biraz daha, belki evrenselleştirilmesi diye tanımlanabilir.

Avrupa Birliğine girme aşamasında olan Türkiye'nin, tüm Avrupa müktesebatını kendi içhukukuna taşıma çabaları içindeyken, böyle kanunların millîleştirilmesi, ulusallaştırılması gibi bir proje düşünülemez diye düşünüyorum. Çünkü, Avrupa Birliğiyle ilgili Roma ve Amsterdam Anlaşmalarında; Roma Anlaşmasının 189/2 maddesinde, Amsterdam Anlaşmasının 249/2 maddesinde "Avrupa Birliğinin ürettiği hukukun ve kuralların bütün öğeleriyle uygulanması zorunludur" denilmektedir; yani, üye ülkelerde bir millî hukuktan, ulusal hukuktan öte, bir Avrupa hukukundan bahsedilmektedir; yani, biraz da enternasyonal bir hukuktan bahsedilmekte; dolayısıyla, millî hukukun, Avrupa hukuku içerisinde erimesi öngörülmektedir. Dolayısıyla, ulus devletten belki de uluslarüstü bir devlete; yani, supra-nationalite denen bir toplum şekline dönüşmek üzere olan Avrupa Birliğinin eşiğinde bekleyen Türkiye'nin, herhalde, yasalarını bir ihtiyaçtan doğan veya yeniden düzenlenmesini istediği bir Medenî Kanunu millîleştirme gibi bir amacının olmadığını zannediyorum.

Şu anda önümüze gelen Medenî Kanunu Tasarısının da, daha önceki 1926 tarihli Kanunu Medeniden çok daha gelişmiş bir yasa olduğunu da kabul etmek mümkün değil; zira, maddelerinin birçoğunda, Türk toplumunun yaşam biçimine aykırı gelebilecek, ailedeki mal rejiminin düzenlenmesinden tutun da aile reisliği müessesine kadar, diğer başka alanlarda değişik düzenlemeler getirmekte; burada, millîlikten öte, biraz da, uluslararası düzeye doğru çıktığını görüyoruz.

Medenî Kanunun Türk toplumuna sunulan bir yaşam projesi olarak, gerçekten, toplumun yaşam anlayışını ve değerlerini; yani, halkın ruhunda oluşmuş birtakım yaşam özlemlerini tatmin edici yönde düzenlemeler getirmesi gerekirken, bir noktada, topluma sunulan bu yaşam projesinin arkasında, toplumun geçmişe ilişkin birikim ve kültürünün dışlanması ve aşağılanması da, bu kanunun başına, yine, daha önce 1926 tarihli yasamızda bulunan esbabı mucibe layihasının değiştirilerek konulması da, bir noktada, topluma sunulan yaşam projesiyle birlikte, geçmişteki birikimlerinin inkârı veya onların aşağılanması anlamına geldiği için, bu gerekçenin de yasa metnine iliştirilerek sunulmasını yadırgadığımı, burada söylemek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, esbabı mucibede (gerekçede) tarihçi okulun, yaşamın, bir kenara bırakılarak daha değişken bir hukuk yapısına dönüştüğünü ve tarihçi mektebin, burada, bir noktada, bir kenara itildiği de ifade edilmektedir. Aslında, tarihçi mektebin önde gelen düşünürlerinden Alman Savigny, o zaman, 1 800'lerin sonlarına doğru, Fransız Medenî Kanunun, iktibasla Alman Medenî Kanunu haline getirilmesi hususundaki teze karşılık, medeni kanunun, toplumların kendi özellikleri, dili gibi özelliklerini içerdiği gerekçesiyle karşı çıkmış ve Alman Medeni Kanununun, Alman toplumunun kendi ruh alanında oluşmuş birtakım normları ve yaşam biçimlerini o topluma sunması hususunda, iktibasa karşı gelmiş ve resepsiyonla kodifikasyona, yani, başka bir ulusun hukukunun içhukuka taşınarak kanunlaştırılmasına karşı gelmiştir.

Elbette ki, İsviçre'nin Neuchatel Kantonundan alınan İsviçre Medeni Kanunu, Medeni Kanunumuzun mehaz kanunudur. İsviçre Medeni Kanunun oluşumunun temelinde, aslında, Roma hukuku bulunmaktadır. Roma hukukunun, Hıristiyanlık öncesi dönemlerinden sonra, papaz hukukçuların geliştirdiği, daha sonra Corpus-Iuris-Civilis diye bir araya toplanan bir hukuk metninden kaynaklandığını da burada söylemek gerekir. Medeniyetin; sadece hukuk olup olmadığı da burada tartışmalıdır.

Berlusconi'nin "Batı medeniyetinin daha üstün medeniyet olduğu" savına karşı itiraz edenlerin, Batı medeniyetinin, daha üstün bir medeniyet ve hukuk olduğu iddiasıyla, batı hukukunun, Türk içhukukuna taşınmasına taraftar görünmelerini de anlamak mümkün değildir. Burada, Berlusconi, acaba, teyit mi ediliyor diye aklıma geliyor; çünkü, İsviçre Medenî Kanunu, İsviçre halkının ve milletinin, toplumunun yaşam biçimini düzenleyen bir metinler topluluğu olmakla birlikte, bizim Medenî Kanunumuzun da, Türk toplumunun temel kabul ve doğrularını içeren, onun hayat nizamını, nasıl yaşayacağını düzenleyen kendi millî geleneklerine dayalı bir kanun olarak düzenlenmesi gerekirken, burada, daha evrensel bir hukukun içine itildiğini görüyoruz.

Kanunun İkinci Bölümünde hükmi şahsiyetlerle ilgili düzenlemeler getirilmiştir. 1030 maddeden oluşan 723 sayılı Medenî Kanun Tasarısının 47 nci ve 117 nci maddesi, medenî hukuk tüzelkişiliklerinin hukukunu düzenlemektedir. Burada, düzenlenen hukuk, daha ziyade vakıf hukuku ve dernekler hukukudur. Bunun dışındaki kamu tüzelkişilikleri ve ticarî, iktisadî tüzelkişilikler saklı kalmak kaydıyla, şu andaki tasarıda, dernekler ve vakıflar hukuku da düzenlenmiştir. Oysaki, halihazırda yürürlükte olan yasalarımız, 2908 sayılı Dernekler Kanunu, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu da mevcuttur. Bunların daha özel kanunlar olması hasebiyle, uygulama hiyerarşisi içerisinde özel kanunlar uygulanacaktır; ancak, şu anda bu İkinci Bölümde düzenlenen, Vakıflar Kanunu ve Dernekler Kanununda da, bu özel kanunları aşan bazı maddeleri de görmek mümkündür. Bunlardan biri, daha önceki 2908 sayılı Dernekler Kanununun 43 üncü maddesinde, yurtdışındaki derneklerin kurucu üyelerinin Türkiye'ye davet edilmesi veya yurtdışındaki derneklerin, Türkiye dernek üyelerini oraya davet etmeleri hususu, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak, İçişleri Bakanının iznine bağlanmıştı.

Şimdi, burada getirilen düzenlemelerde, derneklerin uluslararası faaliyet göstermelerinin önü açılmaktadır; dolayısıyla, sivil toplum kuruluşlarının, küreselleşen dünyada, ülkelerin tanıtımında çok büyük işlevleri olması hasebiyle, bu 91 inci maddede düzenlenen yurtdışı, uluslararası faaliyetlerde, Bakanlar Kurulu iznine bağlı olarak bir düzenleme getirilmiş. Bunun, Batılı ülkelerde ve bugün taklit etmeye çalıştığımız Batı hukuk normlarında bir izne tabi olmadığını görerek, burada bir çekince olarak, bunun izne bağlı olmaması hususunu da önermek istiyorum.

Diğer bir taraftan, yine, 2908 sayılı Dernekler Yasasının 54 üncü maddesinde, gecikmesinde sakınca olan hallerde dernek faaliyetlerinin valiliklerce durdurulması öngörülmüştür. Bu kısıtlama biraz daha genişletilerek, yararlı yönde, şu andaki tasarıda, ancak mahkeme kararıyla durdurulması gündeme getirilmiş; böylece, birtakım sübjektif niyetler veya davranışlarla, derneklerin faaliyetlerinin mülkî amirliklerce durdurulması önlenmeye çalışılmıştır.

Aslında, şu anda gelen tasarı metninden, mevcut, yürürlükte olan Dernekler ve Vakıflar Yasalarındaki bazı düzenlemelerin daha ileri düzenlemeler olduğunu düşünüyorum.

BAŞKAN - Süreniz dolmak üzere yalnız; onu söyleyeyim.

MUSTAFA GEÇER (Devamla) - Diğer taraftan, tasarı metninde, "İkinci Bölüm"ü içeren... Önce, derneklerin kurulmaları, dernek kurma hakkı, dernek tüzüğü ve buna benzer düzenlemeler getirilmiş, diğer "Üçüncü Ayırım"da vakıfların hukuku düzenlenmiştir.

Aslında, burada, en genel kanun sayılabilecek Medenî Kanun metnine, derneklerin veya vakıfların düzenlenmesinin konulması, hukuk tekniği açısından veya kanun tekniği açısından, biraz da teferruatlı kanun düzenleme olarak görülmektedir ve o noktada görmekteyim. Aslında, bunlar, mevcut özel kanunlar, Dernekler Kanunu, Vakıflar Kanunu daha da geliştirilerek, daha evrenselleştirilerek topluma takdim edilebilirdi düşüncesindeyim.

Her şeye rağmen, kanunun bu kısmında bazı gelişmeler görülmektedir.

Bu duygularla, bu kanunun ve bu kısmın topluma hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (SP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Geçer.

Saadet Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Konya Milletvekili Sayın Lütfi Yalman; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA LÜTFİ YALMAN (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Saadet Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. 1030 maddeden müteşekkil Medenî Kanun Tasarısını görüşüyoruz. Sözlerimin başında, Medenî Kanunun, millet ve memleketimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Değerli arkadaşlar, ülkemiz, medeniyeti, uydurma kelimelerde, şekillerde, kılık kıyafette ve hatta, ahlakî dejenerasyonda aramanın bedbahtlığını yaşıyor bugün. Başörtülü olmak, irtica; eşcinsellik, âdeta medeniyetin ve çağdaşlığın gereği gibi takdim ediliyor. Bu milletin irfanıyla ve bu milletin mukaddesatıyla oynamaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

17 Şubat 1926'da kabul edilen ve 4 Nisan 1926'da Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Medenî Kanunun, hukuk dili dikkate alınarak kelimelerinin sadeleştirilmesi gayet tabiiydi, normaldi; ama, kelimeler uydurularak değişim yapılması yanlıştı. Gördüğüm kadarıyla, ilk defa bu tasarıda -kullanıldığı anlam açısından ifade ediyorum- kullanılmış; ama, daha önce hiç görmediğimiz kelimeleri de bulacağız bu tasarıda. Hukuk dilinin, âdeta katledildiğine şahit oluyoruz.

Dil, toplumun her türlü değerlerini, kazanımlarını, geçmişten alıp geleceğe taşıyan temel unsurdur. Dilde, toplumun ihtiyaçlarına göre sadeleştirme yerine, nesiller arasında uçurum açarak uydurmacılık yapmak ne hukukidir ne de bilimseldir. Yeni yetişen bir avukat ile tecrübeli bir hâkim arasında ifade ve anlam farklılığı doğurabilecek bir diyalog, geleceğimiz açısından, zannedersem, çok iyi sayılmaz.

Değerli arkadaşlar, Fransız Akademisi 1634'te kuruldu. Ülkenin en seçkin 40 mütefekkiri ve edebiyatçısı, aydını bir araya geldi, uzun çalışmalardan sonra ilk hazırladıkları eser lügat idi, ikinci eser ise gramer; çünkü, kamus, bir milletin hafızasıdır; yani, kendisidir; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla kendisini ifade etmesidir. Bakınız, her mukaddesi yıkan Fransız ihtilali iki mukaddese saygı göstermiştir; bunlardan birincisi dinî hassasiyetler, ikincisi ise kamus. Tarihin tecellisine bakın ki, her devrimde, biz, bu iki mukaddese adeta saldırmışız. Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söyleyen Victor Hugo bile, tek kelime uydurmamış; ama, yazılarında hep farklı kelimeler, yeni kelimeler kullanmış, uydurma değil.

Değerli arkadaşlar, argo sokak kabadayılarının hatta kanundan kaçanların dilidir; ama, uydurma dil, tarihten kaçanların dilidir. Argo, belki cehaletin ördüğü bir duvar; ama, uydurma dil, şuursuzluğun ve irfansızlığın ördüğü bir duvardır. Uydurma dil, hafızasını kaybetmiş bir nesil ortaya çıkarır. Argo, her ülkede kullanılan bir dildir; ama, uydurma dil, ülkesizlerin...

Sayın Bakanım, ne tarihinden kaçan bir hukuk ne tarihini inkâr eden bir hukuk ne de hafızasını kaybetmiş bir hukuk istemiyoruz. Farklı yorumlara ve farklı uygulamalara yol açabilecek kelimeleri, uydurulmuş kelimeleri atın. Evet, sadeleştirilmiş bir metin olsun; ama, ideolojik yaklaşımlarla uydurulmuş kelimelerden terkip edilmiş bir metin değil...

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni kanunlar hazırlanırken, toplumun, millî, dinî ve mukaddes değerlerini gözardı etmek, toplumu ve toplumun hassasiyetlerini gözardı etmek demektir. Kanun hazırlanırken elbette ki, evrensel değerler ile millî değerler göz önünde bulundurulmalı ve bunların arasındaki denge mutlaka sağlanmalıdır. Kanun hazırlayanlar bunu yaparken, geçmişi hor görmek, aşağılamak, dinî duyguları ve dindarları tahkir ve tezyif etmek hakkına sahip değildirler.

Her ne kadar, Sayın Başkanımız müdahale etmiş olsa da daha önceki konuşmacılara, değerli arkadaşlar, elbette ki, şurada mevcut siyasî partilerdeki üye arkadaşlarımızın hepsi Müslümandır, Müslümanım diyenler açısından söylüyorum, buna kimsenin bir itirazı yok; kimse, İslamı ve Müslümanlığı temsil etme hakkına da sahip değil, buna da hiçbir itirazımız yok; ama, hiç kimsenin de, dindarların veya Müslümanların inançlarını tahkir ve tezyif etmeye de hakkı yok. O zaman, birileri çıkar, kendisinde bunu savunma hakkını bulur.

Bakınız "çağdaş uygarlığın Türk toplumuyla bağdaşmayan noktaları varsa, bu, onu gereksiz biçimde sarıp sarmalamış ortaçağ örgütü dinsel bazı düzenlemeler ve kurumlardandır" ifadesi var genel gerekçede. Bunların yazılmasına hiç gerek yoktu Sayın Bakan.

"Gerçekler karşısında, babalardan ve atalardan gelen inançlara, her ne olursa olsun, bağlı kalmak, akıl ve zeka gereklerinden değildir." Asıl, geri zekalılığı, dinî inançlara saygısızlıkta görüyorum. "Ulusumuz, 13 üncü Yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski uygarlık kapılarını kapamış, çağdaş uygarlık içine girmiştir." Nedir bu eski uygarlık; beyler, bu ifadeler dikkatle incelendiği zaman, hedefte, bir milletin tarihi vardır, bu milletin kültürel değerleri vardır, bu milletin mukaddesatı vardır, bu milletin dinî inançları vardır ve İslam vardır. Hiç kimse, her ne sebeple olursa olsun, bu milletin tarihini, kültürel değerlerini, mukaddesatını, dinini, İslamını tahkir ve tezyif etme hakkına sahip değildir. Asıl aşağılık olanlar, bu değerleri aşağılayanlardır. Çünkü, bu değerleri aşağılayanlar, bu milleti aşağılayanlardır.

Bizim inançlarımız, gelenek ve göreneklerimiz, insanlığı, en ilkel durumlardan bir adım daha ileriye götüremeyecek kadar tehlikeli kurumlar değildir değerli arkadaşlar. Bunu söyleme hakkına hiç kimse de sahip değildir, kimsenin haddine de değildir. Onun için, öncelikli olarak, mutlak manada, bu genel gerekçedeki bu milletin mukaddesatına saldıran ifadelerin çıkarılması gerekir Sayın Bakanım, hangi sebeple olursa olsun...

GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya)- Atatürk söylüyor onu Atatürk!.. 1926... Ve siz şu anda suç işliyorsunuz.

LÜTFİ YALMAN (Devamla)- Otur yerinde! Çıkar, burada konuşursun...

BAŞKAN- Müdahale etmeyin, rica ederim... Müdahale etmeyin efendim...

LÜTFİ YALMAN (Devamla)- Bir diğer bölüm değerli arkadaşlarım. Devlet-millet kaynaşmasını en iyi sağlayacak faktörlerden birisi de, elbette ki, sivil toplum örgütleridir; vakıflardır, derneklerdir, meslek odalarıdır, sosyal yardım cemiyetleridir. Evet, bugün ülkemizde yaşadığımız en büyük sıkıntılardan birisi de, devlet-millet arasında açılan uçurumlardır.

Bilhassa, mevcut kanun tasarısında vakıflara şüpheyle yaklaşılıyor, çeşitli sınırlamalar getiriliyor; bağışta bulunan, malını vakfetmek isteyenleri, endişeye ve şüpheye sevk edici hükümler var. Kanun tasarısı, vakıfların her türlü müdahaleye açık olabileceği, kolayca kapatılabileceği bir düzenlemeyi içeriyor. Bu düzenlemeler, vakıfların sürekliliğine ve hukukî teminatına vurulan birer darbedir, yardımlaşma duygularına vurulan birer darbedir.

Şimdi, 112 nci maddede "haklı sebepler varsa, yönetim ve denetim makamının istemi üzerine, mahkeme, vakfın örgütünü, yönetimini ve işleyişini değiştirir" deniliyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'deki en büyük sıkıntılarımızdan bir tanesi de, kanunlarımızda ve hatta Anayasamızda bulunan muğlak ifadelerdir. "Haklı sebep" ne demektir. Burada sebepler yazılmadığı müddetçe, herkese göre çok farklı sebepler ortaya konulabilir, çok farklı iddialar ortaya atılabilir -nitekim, bunu, bugün yaşıyoruz- dolayısıyla, çelişkili ve farklı kararlar ortaya çıkabilir.

BAŞKAN - Sayın Yalman, süreniz bitti. Size, 1 dakika eksüre veriyorum, lütfen, tamamlayın efendim.

LÜTFİ YALMAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

O halde, kanunlar hazırlanırken, mutlak manada, muğlak ifadelerden kaçınılması gerekir. Herhangi bir sebebe dayalı olarak, muğlak ifadelerle, değişik mahkemelerin farklı kararlar ortaya koyması, Türkiye açısından bir sıkıntıdır.

Şunu da hemen ifade edelim: Bakınız, günümüzde sivil toplum örgütlerinin, dünyada çok büyük roller üstlendiğini hepimiz biliyoruz. Bugün, Birleşim Milletler çatısı altında hükümet dışı sivil toplum örgütlerinin sayısı onbinleri bulmaktadır; teşvik ediliyor, takdir ediliyor. Yurtdışında, gitmiş olduğumuz bir toplantıya bir sayın bakanımız da katıldı. Katılmış olduğumuz toplantıda hükümeti muhatap kabul etmediler. Israrlarımıza rağmen, sayın bakanımızı konuşturamadık. Niye; sivil toplum örgütlerini muhatap alıyorlar. O halde, bizim yapacağımız iş, sivil toplum örgütlerinin önünü açarak, toplum ile devlet arasında açılmış olan uçurumları kapatmak ve bir araya getirmektir.

Değerli arkadaşlarım, bu çerçeve içerisinde, özellikle, genel gerekçenin ve vakıflarla ilgili maddelerin mutlaka gözden geçirilmesi ve dikkate alınmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yalman.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz doluyor; herhalde, artık, uzatmaya gerek yok.

Alınan karar gereğince, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boş bulunan üyeliğe seçim yapmak ve sözlü sorular dışındaki diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için 30 Ekim 2001 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 18.58

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.