DÖNEM
: 21 CİLT : 73 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 12 nci Birleşim 25 . 10 . 2001 Perşembe İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in,
Karabük Demir Çelik Fabrikaları AŞ'nin (Kardemir) sorunlarına ve çözüm
önerilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin
cevabı 2. - İstanbul Milletvekili Bozkurt Yaşar
Öztürk'ün, Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama, Değerlendirme, Görevde
Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliği uygulamasında karşılaşılan sorunlara
ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı 3. - Denizli Milletvekili Mehmet
Kocabatmaz'ın, terör hareketlerinde kullanılmaya başlanılan kimyasal ve
biyolojik silahların önemine ve alınması gerekli önlemlere ilişkin gündemdışı
konuşması B) TEZKERELER VE
ÖNERGELER 1. - Finlandiya Parlamento Başkanının
beraberlerinde bir parlamento heyetiyle ülkemizi ziyaretlerinin uygun
bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/909) 2. - Makedonya Cumhuriyet Meclisi Dış
Politika Komisyonu Başkanının beraberlerinde bir parlamento heyetiyle ülkemizi
ziyaretlerinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/910) 3. - İstanbul Milletvekili Aydın
Ayaydın'ın, KİT Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/414) 4. - Erzurum Milletvekili Cezmi Polat'ın,
İçişleri Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/415) C) ÇEŞİTLİ İŞLER 1. - Genel Kurulu ziyaret eden Makedonya
Cumhuriyet Meclisi Dış Politika Komisyonu Başkanı ve beraberindeki parlamento
heyetine Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi IV. - SEÇİMLER A) KOMİSYONLARDA AÇIK
BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM 1. - Plan ve Bütçe Komisyonunda açık
bulunan üyeliğe seçim V. - KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir Milletvekili Rıfat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;
Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay
Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307,
2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) 2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk
Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara
Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört
Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) VI.- SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE
CEVAPLARI 1. - Adıyaman Milletvekili Mahmut
Göksu'nun, çiftçilere yapılacak tarımsal desteklemelere ilişkin sorusu ve Tarım
ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4769) 2. - Isparta Milletvekili Ramazan Gül'ün,
Isparta'nın ilçe ve köylerindeki sulama sorunundan kaynaklanan ürün zararına
ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı
(7/4775) 3. - Adıyaman Milletvekili Dengir Mir
Mehmet Fırat'ın, Adıyaman Köy Hizmetleri İl Müdürlüğüne yapılan atamalara
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın cevabı (7/4785) I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
iki oturum yaptı. Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın,
kalkınmada öncelikli bölgelerde yarım kalmış yatırımların teşvik edilmesi için
çıkarılan 4325 sayılı Kanundan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki
son duruma ilişkin, İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak,
milletvekilliğinin düşmesi nedeniyle Genel Kurula veda etmek üzere, Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri
Yıldırım, Türkiye'de tarımın durumu ve çiftçinin sorunlarına ilişkin, Gündemdışı birer konuşma yaptılar. Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 19
arkadaşının, tütün üreticilerinin, Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak ve
20 arkadaşının, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde iş yapan ve ikamet eden
vatandaşlarımızın, Sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri (10/213, 10/214) ) Genel Kurulun bilgisine sunuldu;
önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde
yapılacağı açıklandı. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boşalan
üyelikler için 3984 sayılı Kanun gereğince yapılacak seçimin 30.10.2001 Salı
günkü birleşimde yapılmasına ve bu birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine, 24.10.2001 ve 31.10.2001 Çarşamba günleri
sözlü soruların görüşülmemesine, 24.10.2001 Çarşamba günkü birleşimde Türk
Medenî Kanun Tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılmasına, İlişkin Danışma Kurulu önerileri kabul
edildi. Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan: TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporunun (2/94, 2/232, 2/286,
2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı:527) görüşmeleri, daha önce
geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz hazırlanmadığından; Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53)
(S.Sayısı: 433), Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689, 2/699) (S.Sayısı:
666), Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S.Sayısı: 675), Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki (1/756, 1/691) (S. Sayısı: 676), Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının
Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu
(1/753, 1/690) (S.Sayısı: 685), Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, Ertelendi; Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk
Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara
Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve dört
arkadaşının; aynı kanunda değişiklik yapılması hakkında kanun teklifleri ve
Adalet Komisyonu Raporunun (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlandı; maddelerine geçilmesi kabul edildi. 25 Ekim 2001 Perşembe günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 21.09'da son verildi.
No. :18 II. - GELEN
KÂĞITLAR 25.10.2001
PERŞEMBE Raporlar 1. - Oyun Yerleri ile Oyun Alet ve
Makineleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/762) (S.
Sayısı: 745) (Dağıtma tarihi: 25.10.2001) (GÜNDEME) 2. - Millî Savunma Bakanlığı ile Kara,
Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına Bağlı Kurumlarda Döner Sermaye
Teşkili ve İşletilmesine İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/812) (S. Sayısı:
746) (Dağıtma tarihi: 25.10.2001) (GÜNDEME) Sözlü Soru
Önergeleri 1. - Hatay Milletvekili Mehmet Şandır'ın, Hatay ve Osmaniye İllerinde
meydana gelen sel felaketine ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1609) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.10.2001) 2. - Hatay Milletvekili Mehmet Şandır'ın, Hatay ve Osmaniye İllerinde
meydana gelen sel felaketinden sonra
yapılan çalışmalara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/1610) (Başkanlığa geliş tarihi:
24.10.2001) 3. - Hatay Milletvekili Mehmet Şandır'ın, Hatay ve Osmaniye'deki çiftçilerin
enerji borçlarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü
soru önergesi (6/1611) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.10.2001) 4. - Hatay Milletvekili Mehmet Şandır'ın, Hatay ve Osmaniye İllerinde
meydana gelen sel felaketinden zarar
gören çiftçilerin sorunlarına ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1612) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.10.2001) Yazılı Soru
Önergesi 1.
- Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, denetim faaliyetlerine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi
(7/4984) (Başkanlığa geliş tarihi:
24.10.2001) BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 15.00 25 Ekim
2001 Perşembe BAŞKAN :
Başkanvekili Kamer GENÇ KÂTİP
ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Şadan
ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
12 nci Birleşimini açıyorum. Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayımız vardır; çalışmalarımıza başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşımıza
gündemdışı söz vereceğim. Birinci gündemdışı söz, Karabük
Demir-Çelik Anonim Şirketiyle ilgili gündemdışı söz isteyen Karabük
Milletvekili Sayın Mustafa Eren'e verilmiştir. Buyurun Sayın Eren. (DYP sıralarından
alkışlar) Süreniz 5 dakika. III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. -
Karabük Milletvekili Mustafa Eren’in, Karabük Demir Çelik Fabrikaları A.Ş.’nin
(Kardemir) sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve
DevletBakanı Hasan Gemici’nin cevabı MUSTAFA EREN (Karabük) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; Karabük Demir-Çelik İşletmelerinin (Kardemirin) sorunlarını
bir kez daha sizlerle paylaşmak üzere gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Modern Türkiye'nin endüstri atılımlarına
öncülük eden ve ellibeş yıl boyunca ülkemizdeki sanayi tesislerinin
yapımlarının tamamına yakınına imzasını atan Karabük Demir-Çelik, 1990
yıllarından başlamak üzere, verimlilik ve kârlılık işlevlerini kaybederek,
zarar eden KİT kuruluşu haline gelmiştir. İstihdama dayalı yanlış politikalar, yeni
yatırımlar konusunda başarılı olamama, denizyoluna yakın bir mesafe içinde
irtibatlı bir limanın bulunmaması, 1980'li yıllara damgasını vuran yüksek
enflasyon sonucunda ihtiyaçların yüksek faizlerle bankalardan karşılanması,
faaliyet dışı zararların durmadan katlanması, Karabük Demir-Çelik
işletmelerinin uzun yıllar boyunca hizmetleri sonucunda elde ettiği, Ereğli
Demir-Çelik İşletmelerinin kuruluşundaki yüzde 25,5'lik payı gibi,
ortaklıkların yok sayılması, Kardemir'in bugünkü zorluklarla karşılaşmasının
sebeplerindendir. 30 Mart 1995 tarihinde 1 lira gibi
sembolik bir rakamla özelleştirilerek, Kardemir AŞ olarak faaliyetlerini
sürdüren Karabük Demir-Çelik İşletmeleri, son altı yılda gayri safî millî
hâsılaya 325 000 000 dolar katkı sağlamış, bu rakama, Devlet Demiryolları, TTK,
Demir-Çelik İşletmeleri ve KEDAŞ kanalıyla kamuya yapılan ödemeler de dahil
edildiğinde millî gelire katkı 689 milyon dolar olmuştur. Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 1995,
1996 ve 1997 yıllarında Kardemir kâr eden bir kuruluş olmuş; ancak, gelişen
teknolojiye ayak uydurabilmek, üretim maliyetlerini düşürmek amacıyla özelleşme
sonrasından günümüze kadar 206 milyon dolarlık yatırım yapmıştır. Endüstriyel tesislerinin bugünkü değeri 1
milyar dolar civarında olan Kardemir, özelleşme sürecinden bugünkü modern
tesislere kadar uzanan yolda, gerek uygulanan ekonomik politikalarla gerekse
haksız rekabete açık uygulamalarla zor durumda bırakılmış. Gerek Avrupa
ülkeleri gerekse Amerika kendi çelik sektörüyle ilgili radikal kararlar
alırken, 1998'de Asya ve Rusya'da yaşanan krizler de Kardemiri savunmasız
durumda bırakmıştır. Ayrıca, zorunlu olarak kullanmak durumunda olduğu cevheri
bile Devlet Demiryollarına kırılacak eşya fiyatına taşıttırabilen, elektrik
indiriminden faydalanamayan, hammadde ihtiyacını pahalı da olsa içpiyasadan
karşılamak zorunda kalan Kardemirin zarar etmemesi zaten mucize olurdu. Şunu özellikle belirtmek istiyorum ki,
Dünya Bankasınca örnek bir özelleştirme modeli olarak kabul edilen bu
tesislerin yaşaması ve yaşatılması konusunda Kardemir işçisi ve üyesi
bulundukları sendikalarının yöneticileri, belki bugüne kadar hiç görülmemiş bir
fedakârlık yaparak, toplu iş sözleşmesinde sıfır zamma imza atmışlardır. Kardemire sadece bir fabrika gözüyle
bakmak, onu 4 000 kişinin çalıştığı bir yer olarak değerlendirmek yanlıştır.
Kardemire bağımlı olarak çalışmak zorunda kalan 40'a yakın, ancak bugün sadece
8-9 tanesinin çalışabildiği özel sektöre ait haddehaneler ve burada çalışan 6
000-7 000 işçisiyle demir-çelik sektörünün kalbi durumunda olan bu tesislerin
tamamı 300 000 nüfuslu Karabük Kentinin geleceğidir. Kardemirin bugün bulunduğu noktaya geliş
sebeplerini iyi tahlil etmek gerekiyor. Buna, yönetim anlayışı denilebilir,
üretim politikaları denilebilir, satış politikaları da denilebilir; ancak, altı
aylık bilançolarına baktığımızda İsdemir ve Erdemirin de 100'er trilyonluk
borcu gözükmektedir. Kardemirin zararının büyük bir kısmı kur
farkından doğuyorsa, borçlarının yüzde 80'i kamuya ait borçlarsa, Kardemirin
yaşadığı sıkıntının birinci derece sorumlusu ülkemizi yönetenlerdir. Binlerce
çalışanın işsiz kaldığı, 15 000'e yakın işyerinin kapandığı, reel sektörün
hergün feryat ettiği ortamda, Kardemir, her türlü yanlış uygulamalara rağmen
ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Bir kentin geleceğini karartmak, orada
yaşayan insanların ümitlerini ve hayallerini yok etmek kimsenin hakkı
olmamalıdır. Kardemirle ilgili raporlar Bakanlar
Kuruluna sunulmuştur. Olumlu bir sonuç çıkması en büyük temennimizdir. Kardemir
için yeni formüller, yeni reçeteler aramaya gerek yoktur. Kamuya ait
borçlarının ödenmesi için, borçların makul bir süreye yayılması; elektrik
enerjisi konusunda haksız rekabetin ortadan kaldırılması için, elektriğin, ark
ocaklı tesislere uygulanan tarifeden verilmesi; Divhan Tesislerinin işletme
hakkının Kardemir A.Ş.'ye verilmesi, işletme kredisi olarak 50 milyon dolarlık
imkân sağlanması; İsdemirin Erdemire entegrasyonu esnasında Kardemirin
durumunun da gözden geçirilmesi; Filyos liman projesinin hayata geçirilmesi
konusundaki destekler Kardemirin kurtuluşu olacaktır. Saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Eren. Gündemdışı konuşmaya Devlet Bakanımız
Sayın Hasan Gemici cevap vereceklerdir. Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Karabük Milletvekilimiz Sayın Mustafa
Eren'in, Kardemir Karabük Demir-Çelik Fabrikaları A.Ş. ile ilgili gündemdışı
yapmış olduğu konuşmaya cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; hepinize
saygılar sunuyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri,
Karabük Demir-Çelik Sanayi ve Ticaret A.Ş. 1995 yılında Karabük demir-çelik
fabrikalarının özelleştirilmesiyle kuruldu ve 1995 yılı şubat ayında
özelleştirilmesi tamamlanarak, yöre halkı ve çalışanlarına -Sayın
Milletvekilimizin de ifade ettiği gibi- 1 lira bedelle, yarım kalmış ve bakım
ve onarım giderleri karşılığı 20,6 milyon dolar, 23,6 milyon dolar işletme
sermayesi, 33 milyon dolar sahada mevcut stoklarıyla birlikte, toplam 77,9
milyon dolar doğrudan katkı sağlanarak ve işletmenin daha önceki bütün işçiye
ve kamuya olan borçları tasfiye edilerek devri yapıldı. İşletme, 1995, 1996 ve
1997 yıllarında kâr etti; 1998 yılından itibaren zarar etmeye başladı. 1998,
1999 ve 2000 yıllarında zarar etti; 2001 yılı içerisinde de bu zarar devam
etmektedir. İşletmenin şu andaki durumu: işçi
ücretlerini ve ikramiyelerini gecikmeli olarak ödeyebilmektedir; hammadde
temininde zorlukları vardır; işletme, faaliyet kârı yapamamaktadır, işletme
sermayesi sıkıntısı çekmektedir; hammadde aldığı kuruluşlara, Maliyeye, SSK'ya,
iç ve dış finans kuruluşlarına borçlarını ödemekte zorluk çekmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Kardemir bu duruma niye gelmiştir; Kardemirin, 1998 yılından önce, önce
Uzakasya, daha sonra Rusya krizleri sonucu tüm dünyada demir-çelik sektöründeki
olumsuz gelişmeler sonucu rekabetin ağırlaşması, fiyatların düşmesiyle birlikte
sıkıntıları başlamıştır ve özellikle 1998 yılından bu tarafa, yönetimde çok
ciddî hatalar, çok ciddî işletme hataları yapılmıştır; işletmeyle ilgili siyasî
ve ticarî etkiler sonucunda, bu zarar daha da ağırlaşmış, daha da derinleşmiştir.
İşletme sermayesinin azlığı nedeniyle o yıllardan itibaren hammaddelerini daha
pahalıya almaya başlamış, ürünlerini daha ucuza satmaya başlamıştır. İşletme, 1995 yılında özelleştirilmesinden
sonra yaptığı yatırımlarla, oksijen fabrikası, kireç fabrikası ve modern
çelikhane yatırımlarıyla modern bir yapıya kavuşmuş ve ton başına ürün
maliyeti, ortalama 60 dolar civarına düşmüştür. Uzmanlar, bu yatırımlarla,
kamuoyunda zannedilenin aksine, işletmenin modern bir yapıya kavuştuğunu,
modern bir demir-çelik fabrikası haline dönüştüğünü ifade etmektedirler. Bu
yatırımların, ağırlıklı olarak, özkaynaklardan ve kısa vadeli kredilerle
yapılmış olması da, sıkıntıların önemli bir sebebi olarak görülmektedir. 1995
yılından bu tarafa, bu yatırımlar için harcanan kaynak tutarı, yatırımlar
tutarı 206 milyon dolardır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
geçtiğimiz ay, Bakanlar Kurulunda, Türkiye demir-çelik sektörünün durumu
konuşulurken, yapılan görüşmeler sonucunda, Kardemir, Erdemir, İsdemir ve Sıvas
Demir-Çelik Fabrikalarıyla ilgili konuların incelenmesi ve çözüm önerileri
geliştirilmesi konusunda, Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in talimatıyla
Bakanlar Kurulumuzun görevlendirilmesiyle, Kardemirle ilgili, Karabük
Demir-Çelik Fabrikalarıyla ilgili incelemeler yaptım. Aynı Bakanlar Kurulunda,
yine, İsdemirle ilgili, İsdemir-Erdemir birleşmesiyle ilgili Sayın Yılmaz
Karakoyunlu, Sıvas Demir-Çelik Fabrikasıyla ilgili de Hüsnü Yusuf Gökalp
Bakanlarımız görevlendirilmişti. Verilen görev doğrultusunda, Kardemirle
ilgili taraflarla yerinde görüşmeler yapıldı. Önce, Kardemir yönetimiyle,
Karabük Valisiyle, Karabük Ticaret ve Sanayi Odasıyla, Karabük Belediye
Başkanlığıyla, Karabük esnaf odalarıyla ve yine Karabük'te yönetimde söz sahibi
olan Özçelik-İş Sendikasıyla görüşmeler yaptık. Yaptığımız görüşmeler
sonucunda, tarafların edilgen bir beklenti içerisinde olduğunu gördük. Karabük
Demir-Çelik Fabrikalarının şu anda içerisinde bulunduğu sıkıntıların aşılması
için, tarafların ortak bir şekilde, kendi dışlarında bir çözüm beklentisi
içerisinde olduklarını gördük. Özellikle, Özçelik-İş Sendikası, Karabük
Demir-Çelik Fabrikalarının bu sıkıntılarının aşılmasıyla ilgili her türlü
çözüme, her türlü öneriye, yaklaşıma açık olduğunu ifade etti. Ancak, burada,
bir gerçeği, tabiî ki, görmek zorundayız. Karabük Demir-Çelik Fabrikaları, 1995
yılından bu tarafa, artık, özel bir şirkettir. Sahipleri, Karabük Demir-Çelik
Fabrikaları çalışanlarıdır, sendikadır; Karabük'teki tüccar, esnaf,
sanayicilerdir, Karabük halkıdır ve büyük bir oranda da, borsada senetlerinin
işlem görmesi dolayısıyla, borsadaki hissedarlarıdır. Dolayısıyla, bu
fabrikayla ilgili hükümetimizin direkt bir müdahalede, direkt bir çözümde
bulunması hukuken de mümkün değildir. Bu, taraflarla yaptığımız görüşmelerde de
ifade edilmiştir. Burada yapılması gereken, tarafların üreteceği çözümlerde
hükümetimizin yardımcı olması, çözümlerin önünü açmasıdır; bu yönde
çalışmalarımız sürmektedir. Ben, sizlere, Kardemirin ülke ekonomisi ve
bölge ekonomisi için öneminden çok kısaca söz etmek istiyorum: Dünyada demir-çelik üretiminin yüzde 35'i
hurdadan, yüzde 65'i cevherden yapılmaktadır; bu, ülkemizde tam tersinedir.
Yıllık 15 milyon ton olan demir-çelik üretimimizin 10 milyon tonu hurdadan, 5
milyon tonu ise cevherden yapılmaktadır. İsdemirin -yakın bir zamanda- Erdemire
devriyle, zaman içerisinde tamamen yassı mamule döneceği düşünüldüğünde,
ülkemizde, cevherden yuvarlak demir, ağır profil, ray benzeri üretimler yapan
tek tesis Kardemir kalacaktır. Cevherden üretim yapılması ülke ekonomisi için
önemlidir. Cevherden üretim yapmakla, hem doğal kaynaklarımızı değerlendirmiş
hem de istihdam ve katmadeğer yaratmış oluyoruz. Yani, Kardemirin cevherden
demir-çelik üretmeye devam etmesi, üretimini sürdürmesi gerekmektedir. 1995 yılından bu yana yapılan
yatırımlarla, işletmenin bugün için değeri 850 milyon dolar olarak
hesaplanmaktadır. Kardemir, ülke ekonomisi için önemli olmasının yanında,
Karabük, Bartın, Zonguldak yöreleri için de, hem istihdam hem de yarattığı
katmadeğer açısından ve sosyolojik açıdan çok büyük bir öneme sahiptir.
Kardemirin üretimini bir şekilde aksatması veya durdurması, hem ülke ekonomisi
için hem de bölge için çok önemli bir kayıp olacaktır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz
önce de ifade ettiğim gibi, Kardemirin bugünkü temel sorunu faaliyet kârı
yapamayışıdır. Bunun sebebi iç ve dışborçlarıdır, işletme sermayesi
sıkıntısıdır ve hammadde alımlarında yaşadığı zorluklardır. Yine, hem
ülkemizdeki hem de dünyadaki demir-çelik sektöründe yaşanan rekabet dolayısıyla
malını satmakta, fiyatlandırmakta yaşadığı zorluklardır. Biz, Kardemirin üretimini mutlaka
sürdürmesi ve bacasının tütmesi taraftarıyız; ancak, yine, özellikle ifade
etmek istiyorum, burada çözümü üretecek olan Kardemirin sahipleridir. Kardemirin
hissedarı olan çalışanları, sendikası, yöredeki esnaf, tüccar ve sanayicilerin
ve hissedarlarının Kardemirle ilgili çözüm üretmeleri ve Kardemir yönetiminin
çözüm üretmeleri gerekmektedir. Bizim hükümet olarak yapacağımız, üretilen
çözümler doğrultusunda Kardemire yardımcı olmaktır. Bu anlamda, Kardemirin,
hammadde alımı yaptığı Türkiye Taşkömürü Kurumu, Divhan gibi kuruluşlar, yine,
enerji alanında TEDAŞ'la ilgili sorunların çözüm için çaba göstermekteyiz. Bu
konuda dünkü Bakanlar Kurulu toplantısında tekrar görüşme yapıldı ve yapılan
görüşme sonucunda, Sayın Yılmaz Karakoyunlu, Sayın Gökalp ve benim bu
çalışmaları daha somut hale getirmemiz ve bu konuda, hem Kardemirle hem de
ilgili kuruluşlarla çözüm üretmemiz konusunda talimatlandırıldık. Bu yöndeki
çalışmalarımız, çabalarımız devam etmektedir. Konuşmamın sonunda tekrar ifade etmek
istiyorum: Kardemir, ülkemiz ekonomisi ve ülkemizdeki demir-çelik sektörü
içindeki önemini halen korumaktadır. Kardemirin üretimini sürdürmesi ve
bacasının tütmesi için, Kardemirin ülke ekonomisi içerisindeki varlığını tekrar
sürdürmesi için ilgili diğer bakan arkadaşlarımızla birlikte elimizden gelen
çabayı göstereceğiz. Ben, bu düşüncelerle, tekrar, Sayın
Eren'e, konuyu gündeme getirdiği için teşekkür ediyorum, sizlere saygılar
sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Gündemdışı konuşma cevaplandırılmıştır. İkinci gündemdışı konuşma, Millî Eğitim
Bakanlığı mensubu idarecilerin rotasyonuyla ilgili olarak gündemdışı söz
isteyen, İstanbul Milletvekili Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk'e verilmiştir. Buyurun Sayın Öztürk. (MHP sıralarından
alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. 2. -
İstanbul Milletvekili Bozkurt Yaşar Öztürk’ün, Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici
Atama, Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliği
uygulamasında karşılaşılan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun cevabı BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığının uygulamakta olduğu
eğitim politikası ve son günlerde sayıları 1 500'ü bulan yöneticilerin yer
değişikliği üzerinde konuşmak için söz almış bulunmaktayım. Eğitimden gelen bir arkadaşınız olarak ve
Millî Eğitim Komisyonunda görevli olmam hasebiyle, Bakanlığın çeşitli
kademelerine, usulüne uygun iletilmekte olan serzenişlerin bir yansıması da
şahsıma gelmektedir. Türkiye'nin geleceğinin yetiştirilmesinden sorumlu bir
Bakanlığın güzide yöneticilerinin sorunlarını dile getirmek, öncelikle
görevlerimdendir. Anayasa, kanun, tüzük ve yönetmelikler,
toplumda ortaya çıkan bir ihtiyacı karşılamak üzere hazırlanan ve yönetim
erkinin keyfîliklerini önlemeye dönük hukuksal metinlerdir. Bakanlığımız, en son 30.5.1999 tarih ve
23710 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak, yürürlüğe giren bir yönetmelik
hazırlamıştır. Buna göre, bir görev yerinde, idarecilerin, sekiz yıldan fazla
süreyle görev yapması istenmemiştir. Bunu anlamak mümkün değildir. Eğer, bu
sayede eğitimde bir kalite yükselmesi bekleniyorsa, yöneticilerin yer değiştirmelerinden
bir verim alınacaksa, bu sürenin daha da kısaltılması gerekmektedir diye
düşünmekteyim. "Yönetmelik yayımlandığı tarihte
yürürlüğe girer" denilmektedir; ancak, geriye dönük hizmet süreleri baz
alınarak, atamalar başlamıştır. Millî Eğitimin cefâkar yöneticileri göreve
talip olduklarında böyle bir durum ortada yoktu. Değişiklik, onların, görev
yaptıkları yerin, sosyal, kültürel ve ekonomik ortamına uyum sağlamalarından
sonra ortaya çıkmış, ekseriyetle, eşleri çalışanları da tayin için zor durumda
bırakmıştır. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik kriz ortamını da dikkate
alırsak, bu atamaların malî boyutu da çok önemli bir sarfiyattır. Ekders
ücretlerinin ödenmesinde zorlanan Bakanlığımız, bu yollukları nasıl
karşılayacaktır? Değerli milletvekilleri, 2001-2002
eğitim-öğretim sezonu eylülün ikinci haftası başladı, aradan yaklaşık altı
hafta geçti; böyle bir zamanda yapılmaya çalışılan bu atamalar, zamanlama
yönünden de büyük sakıncalar teşkil etmektedir. Bu idarecilerin çocuklarının
eğitim problemi, barınma sorunu ve gittikleri yerlere eğitim sezonu ortasında
uyum sorunu nasıl bertaraf edilecektir? Tayine tabi olan arkadaşlarımızın bir
kısmı emekliliğini ya hak etmiş ya da etmek üzere olanlardır. Bu atamaya karşı,
rapor, izin, yöneticilikten ayrılma gibi değişik argümanları devreye sokarak
yeni görev yerlerine gitmekte direneceklerdir. Bu durum, verimi olumsuz
etkileyecektir; bunun dikkate alınmasını istirham ediyorum. Yukarıda sözünü ettiğim yönetmelikten
sonra idareci sınavı ve kursları düzenlenmiştir. Bu kurslardan sonra, sayıları
500'leri bulan bir grup atanmayı beklemekteyken, birçok görevi vekâleten idare
edilmektedir. Merkez teşkilatında da atama için aylarca bekleyenler
bulunmaktadır. Bunun da açıklanması gerekmektedir. Millî eğitim, zor, meşakkatli, bir o kadar
da zevkle yapılan bir iştir. Bir hukuk adamı olan Sayın Bakanımız, zorunlu
olarak, norm kadrosu uygulamasına geçti. Bu uygulamayla (A) bölgesindeki
yığılmayı önleyecek, öğretmen açığı bulunan (B) bölgesine öğretmen vererek
sorunu kökünden halledecekti. Geçen sürede yapılan yeni atamalarla bu uygulama
hayata geçecekken, (A) bölgesinden norm kadro fazlası öğretmenimiz kadro
açılıncaya kadar derse girmeden maaş almaya devam ediyor; (B) bölgesi yine
öğretmen bekliyor. Ülkemizin ekonomik kriz ortamına sürüklenmesine ve halen
yaşanmasına vesile olan "üretmeden kazanma" yöntemlerinden bir tanesi
olan bu uygulamaya derhal son verilmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, konuşmanızı tamamlayın. Buyurun. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (Devamla) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç olarak, Millî Eğitim Bakanlığı,
yönetmelik hükümlerini geriye dönük olarak işletmeden vazgeçmeli,
öğretmenlerin, idarecilerin tayinlerini eğitim-öğretim sezonunun başında yerine
getirmelidir. Halen uygulamaya çalıştığı idareci tayinlerini ertelemelidir.
Norm kadro fazlası öğretmenlerimiz, bu kadronun uygulama amacına dönük olarak
ihtiyaç olan okullara kaydırılmalıdır. Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme
Yönetmeliğine göre sınavı kazanmış ve atamayı bekleyen hak sahiplerinin
atamalarını yapmalı, vekâletle yürütülen görevlerinin sayıları azaltılmalıdır.
Eğitimde devamlılık ve istikrar önemli bir öğe olduğuna göre, idarecilerimizin
ve öğretmenlerimizin moral ve motivasyonuna olumsuz etki edecek ani ve kapsamlı
değişikliklerden kaçınılmalıdır. Bakanlık üst düzey yöneticileri arasında
görev değişikliği yapılıyor. Personel Genel Müdürü terfi ettirilerek daha pasif
bir göreve atanıyor, Müsteşarımız, yapılan değişikliklerden rahatsız olduğunu
göstermek için emekliliğini istiyor; bu esnada, tam bu esnada, Millî Eğitim
yöneticileri de tayine tabi tutuluyorlar. 57 nci cumhuriyet hükümeti ve 21 inci
Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi parlamenterleri olarak, ülkemizin geleceği
olan çocuklarımızı ve gençlerimizi emanet ettiğimiz öğretmenlerimize ve onların
idarecilerine daha iyi hayat şartları sunma yönünde çalışmalarımızı
somutlaştırıp hayata geçirmeliyiz. Bu yönde yapılacak çalışmaya bütün
arkadaşlarımızın destek vereceğini umuyorum. Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP, ANAP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öztürk. Gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere,
Sayın Millî Eğitim Bakanımız; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU
(Sinop) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığı eğitim
politikaları ve personel atamalarıyla ilgili söz alan İstanbul Milletvekilimiz
Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk'e, çalışmalarımız hakkında sizlere bilgi verme
fırsatı verdiği için teşekkür ediyorum. Sözlerinin başında, her ne kadar,
Türkiye'de, Millî Eğitim Bakanlığının eğitim politikalarından söz edeceğim
dediyse de, eğitim politikalarımızdan söz etmediler. Türkiye'de, Türk Millî
Eğitim Bakanlığının eğitim politikaları, Yüce Atatürk'ün aydınlık yolunda,
Anayasayla sınırları çizilmiş, kanun, tüzük ve yönetmeliklerle sınırları
belirlenmiş bir yönde yürümektedir. O bakımdan, hiçbir düşünce aykırılığımızın
olmadığını, konuşmanızda bu konuya yer vermediğinizden, buradan çıkarıyorum;
teşekkür ederim. Taşra teşkilatı yöneticilerin zorunlu yer
değiştirmeleri, bildiğiniz gibi, 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanunun değişik 56 ncı maddesinde "yönetim kademeleri,
bu kademelerde yer alan görevler ve bu görevlerdeki en az çalışma süreleri,
atanacaklarda aranacak nitelikler ve atanacakların seçimi, atanmaları, görevden
alınma ve ayrılmaya ilişkin esas ve usuller ile diğer hususların Bakanlar
Kurulu kararıyla yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenleneceği"
şeklindedir. Buna dayalı olarak, Bakanlar Kurulunun 26 Şubat 1999 tarihli
99/12654 sayılı kararıyla, Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici Atama,
Değerlendirme, Görevde Yükselme ve Yer Değiştirme Yönetmeliği 30 Nisan 1999 tarihinde
yürürlüğe konulmuştur. Söz konusu yönetmeliğin 9 uncu maddesinde,
taşra teşkilatı yöneticilerinin 1 veya 2 nci hizmet bölgesine dahil il ya da
ilçelerde en az dört yıl görev yapma zorunluluğu getirilmiş; 11 inci
maddesinde, aynı görevle, aynı yerde en fazla çalışma süresinin sekiz yıldan
fazla olamayacağı; 24 üncü maddesinde ise, sekiz yıldan fazla hizmeti olan
yöneticilerin, bölge hizmeti, istekleri ve ihtiyaç durumu da dikkate alınarak,
aynı görevle ya da grup hizmetindeki eşdeğer göreve atanmalarının yapılacağı
hükmüne yer verilmiştir. Diğer taraftan, 83/6525 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla yürürlüğe konulan Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle
Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin 5 inci maddesine 99/13143 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla eklenen fıkrada, kamu kurum ve kuruluşlarının, 6'yı geçmemek
ve en az 3 bölge olmak üzere hizmet bölgelerini belirleyeceği, yönetici
personelin bu bölgelerde zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulacağı belirtilmiş
olup, aynı yönetmeliğe 2000/1228 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla eklenen ek
maddede de, yöneticilerin ilk defa atamalarının 5 ve 6 ncı hizmet bölgesine
dahil il ya da ilçelere yapılmasının gerektiği hükmü getirilmiştir. 2001 yılı atama döneminde, aynı görevle,
aynı yerde sekiz yıldan fazla hizmeti olanların, bölge hizmeti, tercihleri ve
ihtiyaç durumları da dikkate alınarak, yer değişikliğine tabi tutulacağı genelgeyle duyurulmuş, bu durumda olan
yöneticilerin atanmak istedikleri yerlere ilişkin dilekçeleri istenmiştir.
Taşra teşkilatı yöneticilerinden, il millî eğitim müdür yardımcısı 47, ilçe
millî eğitim müdürü 89, il millî eğitim şube müdürü 47, ilçe millî eğitim şube
müdürü 221 olmak üzere toplam 404 yönetici yer değiştirmeye tabi tutulmuş,
yönetmeliğe uygun tercih yapan yüzde 70'inin istedikleri yere ataması
yapılmıştır. Uygun tercih yapmayanlar ile başvuruda bulunmayanların, görev
yapmadıkları hizmet bölgeleri de dikkate alınarak, ihtiyaç duyulan yerlere
atamaları yapılmıştır. Yaptığımız, bu yönetmeliklerin uygulanmasından
ibarettir. Norm kadro uygulamasına gelince: Norm
kadro uygulamasıyla Türk personel hukukunda, Millî Eğitim Bakanlığında örnek
bir çalışma gösterilmiştir. Norm kadro uygulamasıyla, öğretmensiz yerdeki
açığı, fazla öğretmen olan yerden kapattık; ancak, bunu yaparken, öğretmenleri de
tedirgin etmemek için, fazla gibi görünen öğretmen veya fazla öğretmen, ders
kitabı inceleme ve diğer kültür aktivitelerinde istihdam etmek, rapor ve sair
nedenlerle boş geçecek derslerde görevlendirmek üzere depoda tutulmaktadır.
Eğer, bunu yapmayacak olursak, rapor veya sair nedenlerle çok sayıda dersin boş
geçeceğini de dikkatten ayrı tutmayalım. Millî Eğitim Bakanlığı, kanun, tüzük ve
yönetmeliklere uygun işlemlerini sürdürmeye devam edecektir. Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Gündemdışı konuşma cevaplandırılmıştır. Üçüncü gündemdışı söz, kimyasal ve
biyolojik silahların önemi konusunda söz isteyen, Denizli Milletvekili Sayın
Mehmet Kocabatmaz'a verilmiştir. Buyurun efendim. (DSP sıralarından
alkışlar) Süreniz 5 dakika Sayın Kocabatmaz. 3. -
Denizli Milletvekili Mehmet Kocabatmaz’ın, terör hareketlerinde kullanılmaya
başlanılan kimyasal ve biyolojik silahların önemine ve alınması gerekli
önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması MEHMET KOCABATMAZ (Denizli) - Sayın
Başkan, Yüce Meclisin değerli milletvekilleri, televizyonları başında Meclis
saatini izleyen çok değerli vatandaşlarım; 11 Eylül felaketinden sonra,
terörün, günümüzde, insanları paniğe ve huzursuzluğa sevk eden biyolojik silahları
kullanarak biyoterörü de başlattığı bilinmektedir. Bu nedenle, günümüzde,
dünyadaki herkesi telaşlandıran kimyasal ve özellikle biyolojik silahların
kullanılabileceği ve kullanılmakta oluşu gerçeğinden hareketle, bu silahların
önemi ve alınması gerekli önlemler hakkında konuşmak için huzurlarınızdayım; bu
vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
buraya felaket tellallığı için çıkmadım; ancak, dünyada, özellikle Amerika
Birleşik Devletlerinde çok ciddî tedbirler ve cezaî yaptırımlar uygulanırken,
hâlâ ülkemizde bazı yetkililer ve köşe yazarları, biyolojik savaşlarla alay
etmekte ve bir umursamazlık örneği yaşamaktayız. Biz, bu filmi Çernobil
felaketinde de yaşamıştık. Hiçbir bilgi ve araç, insanlığın yok edilmesi
için kullanılmamalıdır. Bugün biyoloji, mikrobiyoloji, fizik, kimya ve
biyo-teknoloji bilim dallarında çok yararlı bilgiler üretilirken, aynı bilim
dalları, kötü niyetli insanların elinde, biyolojik silahların ve kimyasal
silahların üretilmesine neden olmakta ve 1968'den bu yana kimyasal ve biyolojik
silahsızlanma girişimi amacıyla yapılan toplantılarda 145 kadar ülke birlikte
hareket ederken, maalesef, 20'den fazla ülke, hâlâ, adı geçen silahlarla ilgili
olarak, 30'dan fazla kimyasal silah, 45'ten fazla da biyolojik silah ve
bazılarının toksinlerini üretmektedirler ve insanlık, canlılar için büyük bir
tehdit oluşturmaktadırlar. Onun için, diğer silahların üretimi çok pahalıyken,
çok ucuza mal olan kimyasal silahlar, fakirin atomu olarak adlandırılmaktadır.
Kimyasal silahların en az 40 saldırıda kullanıldığı anlaşılmakta; Irak'ın
Halepçe ve 1995 yılında Japonya'da Tokyo Metrosuna kimyasal silahla düzenlenen
saldırılar henüz belleklerden silinmemiştir. Kimyasal silahlar, öldürmek, yaralayarak
safdışı bırakmak ve etkisiz hale getirmek, bitkisel ve hayvansal besin
kaynaklarını yok edip, besin stoklarına bulaştırmak ve ekonomik önemi olan
hedefleri işlemez hale getirmek için kullanılmaktadır. Birinci Dünya Savaşından bu yana
geliştirilen kimyasal savaş ajanları çok daha güçlüdür. Kimyasal silah üreten
çoğu ülkelerden sadece birisindeki sinir gazı stoklarının, dünya nüfusunun 4
000 katını öldürmeye yeterli olduğu gerçeği, bu tür silahların önemini
anlatmaya yeterlidir sanırım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kimyasal savaş ajanları şu şekilde sınıflandırılmaktadır: Sinir ajanları: Sarin, soman, tabun. Yakıcı ajanlar: Hardal gazı, azotlu
hardal, levisit. Akciğer irritanları: Fosgen, difosgen,
klor. Kapasite bozucu ajanlar: Merkezî sinir
sistemini; yani, beyin ve omuriliği etkileyerek, depresyon, halüsinasyon ve
paranoya gibi psişik etkenlere neden olmaktadırlar. Kargaşa kontrol ajanları: Bunlar da,
irritasyon yapmak suretiyle akciğerleri etkilemektedir. Bitki öldürücü ajanlar: Direkt bitkileri
öldürerek, toprağın faydalı mikroplarını da yok etmek suretiyle düşmanın
beslenme kaynaklarını yok etmektedir. Adı geçen silahlar, katı, sıvı, gaz ve
aerosol halinde püskürtücü aletlerle yayılmaktadırlar. Ayrıca, yiyecek ve su
kaynaklarına bulaştırılarak zehirleme yolları da kullanılabilmektedir. Kimyasal silah ajanlarına temasta
yapılacak en önemli işlerden birisi, dedeksiyondur, yani, değişik dedektörler
kullanılarak etken tayini yapılmasıdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, size, eksüre veriyorum;
buyurun, tamamlayın. MEHMET KOCABATMAZ (Devamla) - Çok teşekkür
ediyorum Sayın Başkan; cidden çok geniş bir konu; yaklaşımınız için teşekkür
ederim. BAŞKAN - Peki efendim; süratle tamamlayın. MEHMET KOCABATMAZ (Devamla) - Bunun
yanında, koruyucu önlemler, gaz maskesi, giysilerin ve sığınakların, zamanında
ve gereğinde kullanılması gibi tedbirler alınmalıdır. Diğer taraftan, özel tedavi ve ilk yardım
çok önemlidir; ilgili birimler, yayın organlarıyla halkı bu konuda eğitmelidirler.
Dekontaminasyon ("uzaklaştırma"
manasında kullanılan bir kelime) yani, etkenin uzaklaştırılması için, yıkama,
durulama, sabunla yıkama gibi işlemler yapılmalıdır. En önemlisi de, özel
tedavi metodudur. Kimyasal savaş ajanlarından sadece birkaçına karşı özel
geliştirilmiş antidot bulunmaktadır. Ancak, kimyasal silahlara karşı alınacak
tedbirler, ilgililerce, zaman kaybetmeden halka anlatılmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
biyolojik silahlara gelince: Biyolojik silahlar, hedefteki organizmayı enfekte
ederek, yani, bulaştırarak organizmada gelişen klinik bir hastalık oluşturup,
vücudun direncinin yok olmasına ya da ölümüne neden olan mikroorganizmalar
olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Mikrobiyolog Hurlbert, 45'ten fazla
biyolojik silah ve toksinlerinden söz etmektedir. Bunlar, konsantre edilip
ayrılan mikroorganizmalar halinde, kurutulma, soğutulma ve dondurulma suretiyle
saklanırlar. Bu silahlar, kolaylıkla, ucuz ve kısa bir sürede
üretilmektedirler. Biyolojik toksinler, bilinenlerin içerisinde en toksik
olanıdır. Silahların yayılışına gelince: Damlacık
yoluyla yayılma, yani, aerosol yolla; örneğin, bulundukları alanın kirletilmesi
açısından püskürtüldüklerinde 1-50 kilometre çapındaki alanı
etkileyebilmektedirler; ki, botulismus zehiri bunlardandır ve 1,5 milyon insanı
etkileyebilecek bir silahtır. Diğer taraftan, 50 kilogramlık aerosol
halindeki şarbon mikrobu ve sporu ise, 500 000 nüfuslu bir alanda 220 000
kişiyi etkileyebilen bir silah haline gelmiştir. Gıda ve su zinciri yoluyla
yayılma söz konusudur. Aracı bir organizma, yani, böcekler, virütik
hastalıkları taşımaktadır. Biyolojik silahlardan en etkili olanı, günümüzde çok
önemli olan şarbon, doğada genellikle toprakta bulunan bacillus anthracis adlı
bir bakteri türünün etkisiyle yayılmaktadır. BAŞKAN - Efendim, lütfen bağlar mısınız;
çok süre verdim size. MEHMET KOCABATMAZ (Devamla) - Bitiriyorum
efendim. Genelde koyun, keçi, sığır gibi
hayvanlarda yaygın olan bu bakteri, canlı organizmaya daha çok derideki yara ve
sıyrıklardan girer, solunum ve sindirim yoluyla da bulaşabilmektedir. Ölümcül
olmasının nedeni, bakteri sporlarının oluşturduğu zehirdir. Damlacık yöntemiyle
dağılır ve belirtisi bir ila altı gün içerisinde ortaya çıkar. Özellikle, şarbon hastalığının teşhis
edilmesinde ve aşı üretiminin bugünlere getirilmesinde emeği geçen Robert Koch,
Luise Pasteur ve çok değerli hocalarımızdan veteriner hekim Prof. Dr. Süreyya
Tahsin Aygün'ü rahmetle anıyorum, şükranlarımı sunuyorum. Hoşça kalın. Saygılarımla efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kocabatmaz;
konunun önemini bildiğim için, size 3 dakika eksüre verdim. Gündemdışı konuşmayı cevaplandıracak Sayın
Bakan?.. Yok. Aslında, keşke, Sayın Bakanımız gelseydi;
hani, bu şarbon mikrobunun bulaşmaması için bir zarf açılış biçimi vardı, bize
de gösterseydi, biz de bari öğrenseydik; ama, neyse; gelmedi... Sayın milletvekilleri, gündemdışı
konuşmalar bitmiştir; ancak, bu hafta gündemdışı konuşmaları verirken, biraz...
Yani, öteden beri, Doğru Yol Partisindeki milletvekili arkadaşlarımız, bizim
başkanvekilimiz olmadığı için bize söz verilmiyor... Onlara biraz fazla
gündemdışı söz verdim. DSP ile MHP'ye de biraz fazla geçti; ama, ne yapalım ki,
6 parti var, 9 gündemdışı söz vereceğiz... Bundan sonra bunu telafi edeceğiz.
Özellikle, Sayın Ahmet Kabil de bir serzenişte bulundu, bu serzenişi nedeniyle
bu açıklamayı yapıyorum. Gelecek bir başka başkanvekilliği sıramda sizin de
isteğinizi yerine getireceğim efendim. Değerli milletvekilleri, tabiî, bugün
Sayın Meclis Başkanımızın Cumhurbaşkanına vekâlet etmesi dolayısıyla ben de
Meclis Başkanına vekâlet ediyorum; ancak, gündemin düzenlenmesine benim bir
katkım olmadığını belirtmek istiyorum; çünkü, vekâlet yazısı bugün geldi; zaten
gündem de düzenlenmişti. Bir açıklama yapma gereği duydum. Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları
vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
tezkereleri vardır, okutuyorum efendim: B) TEZKERELER VE
ÖNERGELER 1. -
Finlandiya Parlamento Başkanının beraberlerinde bir parlamento heyetiyle
ülkemizi ziyaretlerinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/909) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna TBMM Başkanlık Divanının 16 Ekim 2001
tarih ve 87 sayılı Kararı ile, Finlandiya Parlamento Başkanı Riitta Uosukainen
ve beraberindeki Parlamento Heyetinin ülkemizi ziyaret etmesi
kararlaştırılmıştır. Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur. Ömer
İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Diğer tezkereyi okutuyorum: 2. -
Makedonya Cumhuriyet Meclisi Dış Politika Komisyonu Başkanının beraberlerinde
bir parlamento heyetiyle ülkemizi ziyaretlerinin uygun bulunduğuna ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/910) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna TBMM Başkanlık Divanının 16 Ekim 2001
tarih ve 87 sayılı Kararı ile, Makedonya Cumhuriyet Meclisi Dış Politika
Komisyonu Başkanı ve beraberindeki Parlamento Heyetinin, TBMM Dışişleri
Komisyonunun konuğu olarak, resmî temaslarda bulunmak üzere ülkemizi ziyareti
uygun bulunmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi
gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur. Ömer
İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Komisyondan istifa önergeleri vardır; ayrı
ayrı okutup, bilgilerinize sunacağım: 3. -
İstanbul Milletvekili Aydın A. Ayaydın'ın, KİT Komisyonu üyeliğinden
çekildiğine ilişkin önergesi (4/414) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Başka bir komisyonda görev alacağımdan,
KİT Komisyonu üyeliğinden çekiliyorum. Gereği için bilgilerinize arz ederim. Saygılarımla. Aydın A. Ayaydın İstanbul BAŞKAN -
Bilgilerinize sunulmuştur. Diğer önergeyi
okutuyorum: 4. -
Erzurum Milletvekili Cezmi Polat'ın, İçişleri Komisyonu üyeliğinden çekildiğine
ilişkin önergesi (4/415) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Gördüğüm lüzum üzerine
İçişleri Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum. Gereğini arz ederim. 25.10.2001 Cezmi Polat Erzurum BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur. Gündemin
"Seçim" kısmına geçiyoruz. IV. - SEÇİMLER A) KOMİSYONLARDA AÇIK
BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM 1. - Plan
ve Bütçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim BAŞKAN - Plan ve Bütçe
Komisyonunda boş bulunan ve Anavatan Partisi Grubuna düşen bir üyelik için
İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın aday gösterilmiştir. Oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Şimdi, gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz. Önce, yarım kalan
işlerden başlayacağız. V. - KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir
Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın;
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un;
Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali
Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Millet-vekili Nejat Arseven'in;
İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili
Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232,
2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin
görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa henüz
verilmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz. Türk Medenî Kanunu
Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel
Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet
Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
ediyoruz. 2. - Türk
Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili
Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifleri ve Adalet Komis-yonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S.
Sayısı: 723) (1) BAŞKAN - Komisyon ?..
Burada. Hükümet ?.. Burada. Komisyon ve Hükümet
yerlerini almışlardır. Sayın milletvekilleri,
tasarının maddelerine geçilmesi, geçen birleşimde kabul edilmişti. Genel Kurulun 18.10.2001
tarihli ve 9 uncu Birleşimde; tasarının bölümler halinde görüşülmesi, bölümler
üzerinde gruplar, hükümet ve komisyon adına yapılacak konuşmaların 20'şer
dakika (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir) olması,
maddeler okunmaksızın sadece bölümlerin ayrı ayrı oylanması ve bölümler üzerinde
verilen önergelerin kabulü halinde, o bölümün kabul edilen önergeyle birlikte
oylanması, bölümler üzerinde komisyon ve hükümetin birer, milletvekillerinin de
üç önerge verebilmesi kabul edilmişti. Şimdi, Başlangıç ve
Birinci Kitap "kişiler hukuku" kısmının 47 nci maddesine kadar olan
Birinci Bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Birinci Bölüm üzerinde
grupları adına söz isteyenleri okuyorum: Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Cavit Kavak; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Kayseri
Milletvekili Sayın Sadık Yakut; Saadet Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili
Sayın Yakup Budak; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Nevşehir
Milletvekili Sayın İsmail Çevik; Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Erol Al. İlk konuşmayı yapmak
üzere, Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Cavit Kavak; buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) Sayın Kavak, süreniz 20
dakikadır. Sayın Kavak, bize
bildirildiğine göre, süreyi tek başınıza kullanacaksınız herhalde... MEHMET CAVİT KAVAK
(İstanbul) - Evet efendim; teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Buyurun. ANAP GRUBU ADINA MEHMET
CAVİT KAVAK (İstanbul) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli
üyeleri; görüşülmekte olan Medenî Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi
Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
Türkler, Avrupa'ya ayak bastıklarından beri bu kıtanın bir parçasını
oluşturmuşlardır. 1856 yılında, Paris'te, Avrupa camiasının bir üyesi olarak
resmen tanınmışlardır. Bu, Türkiye'de iki asrı aşkın bir Batılılaşma
hareketinin mevcudiyetini göstermektedir. Bu süre içinde, önce, imparatorluğun
savunma imkânlarının modernleştirilmesi bakımından Batı'ya yönelinmiş; ancak,
bu çabalar, daha sonra, kültür, sanat, edebiyat, siyasal yaşam, hukuk
reformları ve temsili demokrasi gibi çeşitli alanlardaki Batılı düzenlemelerin
benimsenmesi şekline dönüşmüştür. Bu köklü değişikliklerin benimsenerek
uygulanması, Avrupa ülkeleriyle Türkiye arasında karşılıklı saygı ve anlayış
ortamıyla belirlenen destek ve işbirliğinin kurulmasına yol açmıştır. Türkiye'nin siyasal
tercihinin, Avrupa ülkelerinin temel ölçülerini, ideallerini yansıtan, bunların
ayrılmaz bir parçasını oluşturan Batı sistemi yönünde kullanılması, barış ve
işbirliğine dayalı dışpolitika ilkelerini belirlemesi, ülkemizin Batı dünyası
içindeki yeri üzerinde bir görüş birliği yaratmıştır. Unutmayalım ki, bütün
dünler, bugünleri aydınlatan fenerlerdir. Medenî Kanunun günümüz
koşullarına uygun hale getirilmesi, Türkçede bir sadeleştirme olduğu ve bunun
da bir yüzyılı dolduran zamandan beri devam etmesidir. Bütün bu değişiklikler
ve yapılan her şey, geleceği aydınlık, ileri ve uygar bir Türkiye içindir. Türk Ulusunun gelişmesine
yüzyıllardan beri karşı koyan engelleri kaldırmak ve genel yaşamımıza çağdaş
uygarlığın kanunlarını ve araçlarını getirmek için harcadığımız çabaların,
ulusun tümünün onayını almış olduğu kesindir. Aşırı isteklerini içinde
saklayan, ulusun esenliği yolunda tatmin edilmemiş görünenlerin son çırpınma
girişimleri, millî irade karşısında her zaman yenilgiye uğramıştır. Ulusumuzun
yazgısına el koyduğundan beri Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilkesi, sosyal
toplumumuzun kaybettiği yılları zaman geçirmeden yerine koymak ve yöneldiği
amaçlara güven ve huzurla varmak, durumun gerektirdiği önlemleri duraksamadan
almak ve uygulamaktır. Atatürk, 1 Kasım 1937'de,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5 inci Dönem Üçüncü Yasama Yılı açış
konuşmasında "büyük davamız, en uygar ve en refaha kavuşmuş ülke olarak
varlığımızı yükseltmektir. Biz, yurtiçi güvenliğinin içinde, kişilerin
güvenliğinin de ona yaraşacak biçimde olmasını göz önünde tutarız"
diyerek, kişi özgürlüğüne verilen değeri belirtmiştir. Geçmişte kullanılan bir
kıyafetin, insanları, her zaman ve her mekânda aynı derecede tatmin etmesi
beklenemez. Eskiye devamlı bir şeyler katarak, onu her an yenilemediğimiz
takdirde, tıpkı bir müzede yaşayan insanlara benzeriz. Müzeler güzeldir; ama,
hayatın dışında şeylerdir. Dün, Sayın Adalet
Bakanımızın belirttiği gibi, bu kanun, herkesin kanunu. Bu kanun, doğum
öncesinden ölüm sonrasına kadar her insanı ilgilendiren bir kanun ve medenî
kanunlar, bu özellikleriyle, her ülkede hukuk birliğini sağlayan kanunlardır.
Bu kanun, Türk hukuk devriminin simgesidir. Daha önce ve ilk defa 1951 yılında, raportörlüğünü rahmetli hocam
Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun yaptığı komisyonca hazırlanan Türk
Medenî Kanunu ön tasarısı ve gerekçesi, 1971 yılında Adalet Bakanlığına
sunulmuş ve bu ön tasarı, bakanlıkça yayımlanmıştır. Yine, rahmetli hocam
Prof.Dr. Kemal Oğuzman'ın başkanlık ettiği ikinci bir komisyon da çalışmalarını
1984 yılında tamamlamıştır. Komisyonun hazırladığı ön tasarı da Adalet
Bakanlığınca yayımlanmıştır; ancak, her iki tasarı da yasalaşma şansını elde
edememiştir. Benim de üyesi bulunduğum 55 inci hükümet
döneminde, Medenî Kanun Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş;
ancak, erken seçim nedeniyle kadük hale gelince, 21 inci Dönemde Sayın
Bakanımız tekrar tasarıyı bilim adamlarıyla oluşturmuş ve bugünkü haline,
komisyonlarda, bilim adamlarının çalışmalarıyla bir mesafe alarak gelmiştir. 1926 Türkçesinden anlayan kuşaklar, bugün,
maalesef azalmıştır. Türk hukuk dilinin ulaşmış olduğu konumdaki bir yaklaşım
bu tasarıda söz konusudur. Bu tasarı, üzerinde elli yıldan beri çalışılan bir
tasarı olması hasebiyle, dil konusu, tasarının izlediği amaçların başında
gelmektedir. Düşüncenin özü de kısa sözdedir. Türk Medenî Kanunu dili, bugün,
hukuk fakültesi öğrencileri tarafından ancak sözlükle anlaşılabilmektedir.
Tasarıda benimsenen dil, benimsenen ve artık yerleşmiş olan dildir. Bugünkü
kuşakların anlamakta güçlük çektiği bir dili sürdürmenin anlamı yoktur. Eğer,
Türk Medenî Kanununu herkesin anlayacağı dil haline getiremezsek, o zaman, bu konudaki
çabalarımız eksik kalacaktı. Vatandaş, kanunun kendisine hangi hakları
sağladığını ve hangi yükümlülükleri getirdiğini anlamak zorundadır. Kanunu
bilmemenin mazeret sayılmadığını söyleyen, yine kanundur. Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Birinci
Bölümde, kişiler hukukunda, genel olarak sistem ve içerik yönünden, şimdi
yürürlükte olan yasanın çözümü benimsenmiştir. Dil yönünden bazı yeni terimler
kullanılmıştır: İkametgâh, yerleşim yeri; rüşt, ergenlik yaşı; temyiz kudreti,
ayırt etme gücü gibi. Özellikle, İkinci Bölümde ise, Dernekler Ayırımına bazı
yeni maddeler eklenmiş. Gerçek Kişiler Bölümünde, Medenî Kanunun 24 üncü
maddesinin (a) bendindeki, manevî tazminat talebinin, miras bırakanca ileri
sürülmüş olmadıkça mirasçıya geçmeyeceğine ilişkin hüküm, yürürlükteki yasanın
çözümünü değiştiriyor. 1988 yılında yasaya eklenen Medenî Kanunun 24/a üçüncü
fıkrasında, bu tazminat talebinin mirasçıya geçeceği kabul edilmişti. Yine,
Medenî Kanunun İkinci Bölümünde, 85 inci maddede öngörülen kuralla; yani, nişan
bozmada manevî tazminat davası mirasçıya geçmez hükmü, Medenî Kanun 24/a' daki
kuralla çelişiyordu. Tasarıdaki hüküm, bu çelişkiyi ve bu nedenle ortaya çıkan
tartışmayı ortadan kaldırmaktadır. Yürürlükteki yasada, Medenî Kanunun 37 nci
maddesinde, nüfus memurlarının kendi kusurlarından ve maiyetlerindekilerin
kusurundan dolayı meydana gelen zararlardan şahsen mesul oldukları kabul
edilmektedir. Tasarının 38 inci maddesinde, yeni hükümle, bu konudaki tazmin
sorumluluğu, kusurlu memura rücu olanağıyla, devlete yüklenmiştir. Tapu sicili,
gemi sicili gibi öteki resmî sicillerde kabul edilen çözümün nüfus işleri için
de benimsenmiş olması isabetli olmuştur. Tüzelkişilere gelince: Tasarının 53 üncü
maddesinde "sona eren tüzelkişinin mal varlığı terekenin resmî tasfiyesine
ilişkin hükümlere göre tasfiye edilecektir" denilmektedir. Medenî Kanunun 51 inci maddesinde, bu tasfiyenin,
kooperatiflere ait hükümlere göre yapılacağı öngörülmüştür. Bu değişikliğe
gerekçede değinilmişse de, bunun nedeni açıklanmış değildir. Yürürlükteki Medenî Kanunun 53-72 nci
maddelerinde yer alan cemiyetlerle ilgili hükümler, tasarıda
"Dernekler" başlığı altında, "İkinci Ayırım"da, 56-100 üncü
maddelerinde toplanmıştır. Bu yeni düzenlemede, ilk bakışta göze çarpan husus,
getirilen yeni kuralların çoğunun yürürlükteki Dernekler Kanunundan alınmış
olmasıdır. Dernekler Kanunu, daha çok kamu hukuku yasası niteliğini taşıdığına
göre, bunların Medenî Kanuna taşınması isabetli sayılmayabilir. Özellikle ivedi
bir değişiklik ihtiyacı halinde bu tür hükümlerin, örneğin 56 ncı maddede
"kurucu sayısı" 58 inci maddede "tüzük" 60 ıncı maddede
"inceleme" ve bunun gibi değişikliğin, Medenî Kanun değişikliği
şeklinde yapılması uygun olmayabilir. Tasarı madde 69'da, üyelerin oylarını
genel kurulda şahsen kullanmaları zorunluluğu getirilmiştir. Halbuki, uygun bir
sınırlama konarak, temsile, vekâlete izin verilmesi daha isabetli olurdu. BAŞKAN - Sayın Kavak, Birinci Bölüm 46'nın
sonuna kadar; yani bu müzakere ettiğimiz, 1 inci maddeden 46 ncı maddenin
sonuna kadar; o, İkinci Bölüm. MEHMET CAVİT KAVAK (Devamla) - Peki
efendim. Genel olarak, bu kurallar Anayasanın
özgürlük ilkesine aykırıdır. Sorun, bu birlik veya birleşmelerin denetlenmesini
kolaylaştırmak için; bunun çözümü, kamu hukuku düzenlemelerindedir. Tekrar
söylüyorum, Medenî Kanuna bu tür sınırlamanın konması doğru değildir. Vakıflarla ve diğer konularla ilgili
görüşleri öbür bölümde arkadaşım açıklayacak. Tasarının yapılmasında emeği geçen herkese
Anavatan Partisi Grubu olarak teşekkür ediyor ve bu tasarının ülkemize
hayırlara vesile olmasını Allah'tan diliyorum. (ANAP ve DSP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kavak. Sayın milletvekilleri, bir daha
belirteyim, burada, Birinci Bölümde müzakere ettiğimiz husus 1 inci maddeden 46
ncı maddenin sonuna kadar olan kısımdır; arkadaşlarımız bölümü iyi bilsinler
diye söylüyorum. İkinci söz, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına Sayın Sadık Yakut Beye ait. Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Süreniz 20 dakika, herhalde tek başına
kullanacaksınız. AK PARTİ GRUBU ADINA SADIK YAKUT (Kayseri)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Medenî Kanun
Tasarısıyla ilgili olarak, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Üzerinde görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun
Tasarısı 1030 maddeden oluşan bir temel kanundur, cumhuriyetin temel
kanunlarındandır, olağan bir yasal düzenleme değildir. Türkiye Cumhuriyetinin
inşaında, çağdaşlığın, laikliğin, demokratik ve eşitlikçiliğin simgesi,
rejimimizin birleştirici, bütünleştirici çimentosudur, harcıdır. Erkeğimizin,
kadınlarımızın, çocuklarımızın insan olarak tanınmasının destanıdır. Bir
imparatorluk mirasından, tam bağımsızlık savaşı kazanılarak çağdaş bir ulus
devleti kurmanın ve Kurtuluş Savaşını yeni bir medenî hukuk anlayışıyla
taçlandırmanın başarısıdır. 20 nci Yüzyılın ilk çeyreğinde, bağımsız
bir devletin, büyük bir medenî cesaretle, hiçbir komplekse kapılmadan, dönemin
en yeni, en çağdaş medenî kanunu sayılan İsviçre Medenî Kanununu adapte ederek
çağdaş ve demokratik dünyaya örnek olmuşken, 21 inci Yüzyılın ilk çeyreğinde
biz neredeyiz, biz ne yapıyoruz? Komple yeni bir Medenî Kanun Tasarısıyla yeni
bir asrı karşılamaya mı çalışıyoruz? İddialı ve bir o kadar da ağır sorumluluğu
gerektiren bu noktada heyecanlanmamak mümkün değil; ama, millete baktığımızda,
bu heyecanı, bu coşkuyu görebiliyor muyuz, seslerini duyabiliyor muyuz;
üzülerek ifade ediyorum ki, hayır, hayır, hayır. Ya bizler yapmak istediğimiz
büyük değişikliği milletimize anlatamadık ya da yapmak istediğimiz yasada
eksiklikler var, yanlışlıklar var. Daha ilk konuşmalarda Yüce Meclisin moralini
bozmak için söz almadım; ama, bizler, öncelikle milletin gözü, kulağı ve sesi
olmak zorundayız. Böylesine önemli bir yasa tasarısını magazinleştiren, medenî
hukuku televole hukuku haline getiren bir anlayışa mı milletimiz
heyecanlanacak, coşacak, destek olacaktır?! Kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın
giderilmesi için uluslararası sözleşmeler ne diyor? Bunların hangisini
gerçekleştirip, kadınımızın eğitim, sağlık, ekonomik güvencesi, çalışma hakkı
ve buna benzer hayatî önemi haiz sorunlarından hangisini çözdük diyebiliyoruz?
Boşanmayla ilgili bir mal rejimi getirdik, günlerce tartışıldı, konuşuldu,
konunun uzmanları dahi anlamadı; kaldı ki, Anadolu'daki, kırdaki kadınımız
nasıl anlasın?! Değerli milletvekilleri, bu genel
değerlendirmenin ışığı altında, tekrar geriye dönüp, cumhuriyetin Medenî
Kanunundan bugünlere nasıl gelindiğinin bir muhasebesini yapmak istiyorum. Yasalaştığı tarihte oldukça ileri düzeyde
bulunan Türk Medenî Kanunu, daha sonra oluşan gelişme ve değişiklikler
karşısında bazı kurumlarıyla artık günümüz ihtiyaçlarının gerisinde kalmış olsa
da, bir hakkı sahibine teslim etmek istiyorum. Yabancı bir kültürün ve medenî
hukuk anlayışının Türk toplumuna adaptasyonunda büyük rol oynayan ve özellikle
içtihat hukukuyla orijinal kanunun dahi önüne geçecek şekilde toplumun medenî
hukuk ihtiyaçlarının en adil ve en etkin şekilde giderilmesinde büyük rolü ve
katkısı olan Türk hâkimi ve Türk hukukçularına, müçtehitlere yüksek
huzurlarınızda en içten duygularımla şahsım ve milletim adına şükranlarımı
sunuyorum. İkinci bir hak teslimi ve tespiti ise,
Medenî Kanunumuz, kısmî değişiklikler ve ihtiyaç hukukuyla geldiği noktada,
günümüz ihtiyaçlarını karşılayacak yapıda mıdır, değil midir? Çok açık ve net
bir şekilde ifade edelim ki, mevcut yasa, büyük bir bölümüyle günün
ihtiyaçlarını karşılayabilecek yapıdadır. Reform ve değişiklik gerektiren öncelikli
maddelerin başında, aile hukuku ve kadın haklarına yönelik hususlar
gelmektedir. Başta uluslararası sözleşmeler ve anayasal değişikliklerin ortaya
çıkardığı ve önümüzdeki dönemlerde yasalaştırılacak olan uyum yasalarının ışığı
altında, ortaya çıkan ve çıkacak olan değişiklik veya düzenleme ihtiyacı, daha
kısa ve basit bir çalışmayla giderilemez miydi? Bu bağlamda, bir noktaya dikkatinizi
çekmek istiyorum. Daha önce 937 madde olan Medenî Kanun, yeni tasarıda 1 030
maddeye çıkarılınca, medenî hukuk kültürü ve birikimi bir anda yok oldu. Nasıl
mı; madde numaralarını kaydırarak, yetişmiş ve belli bir medenî hukuk
birikimine ulaşmış, kanuna bakmadan, madde numarasıyla hüküm veren, gerekçe
yazan hâkimin, öğrencisine ders anlatan öğretim üyesinin, gurbette gece
yarılarına kadar dersine çalışan öğrencinin medenî hukuk kültürü ve birikimi
bir anda karmakarışık oldu, bir anda uçtu gitti. Medenî hukukta yeni bir milat, aynen
ekonomideki 30 Eylül kara miladı gibi; nasıl o tarihten sonra ekonominin düzeni
bozuldu, ayar tutmadıysa, korkarım, medenî milat da böyle bir sonuç doğuracak. Numaralar kaydırılıp bir kaos
yaşatılacağına, Medenî Kanunun menşei olan İsviçre Medenî Kanununun
değişikliğinde takip edilen yol gibi, madde numaralarına dokunulmadan, (a),
(b), (c) gibi alt madde veya bent numaraları verilseydi de, temel yasanın madde
numaraları sistematiği bozulmasaydı, daha iyi olmaz mıydı. İkinci eleştiri, tasarının diliyle ilgili.
Kanunun sistematik çatısı kurulurken "kısım", "bölüm",
"ayırım" diye bir düzenleme yapılmış. Bildiğiniz gibi
"bölüm" kelimesi Türkçe "kısım" kelimesi Arapça'dır; aynı
zamanda, kanun yapma tekniğinde "ayırım" sözcüğüne hiç yer verilemez.
Keza, tasarının 1 inci maddesinde "mesele" kelimesi "konu"
şekline dönüştürülmüş ise de "konu", "mesele"nin tam
karşılığı değildir. "Mesele" üzerinde ihtilaf olunan konu demektir.
"Hak ve nefaset" yerine "hukuk ve hakkaniyet" denilmiş; bu
da, tam karşılığını ifade etmemektedir "hak ve adalet" belki
olabilirdi. Dili sadeleştirme pahasına "borç" yerine
"yüküm..." Sokağa çıksanız kim anlar; hangi hukukçu anlar?
"Doğruları söylemek, bundan böyle boynumun yükümü olsun" deseniz,
acaba ne derler "ne diyor bu adam" demezler mi?! Kanun dilinin eskimiş olduğu düşüncesi,
bizi, böyle, uydurukça sözcüklere mahkûm etmemelidir. Türkçe'de güzel bir deyim
vardır: "Kaş yapalım derken göz çıkarma." Bu yasa değişikliğiyle de,
galiba, böyle olacak. Allah, gözlerimizi, kaş yapmak isteyenlerden korusun.
Başka ne diyebiliriz ki?! Diğer bir eleştiri konusu ise, Medenî
Kanunun bir bütün halinde değiştirilmesine gerek var mıydı? Diğer ülkelerde
olduğu gibi, bazı konuları özel kanunlarla düzenleme veya mevcut yasa üzerinde,
yapıyı, sistematiği bozmadan değişiklik yapma yoluna gidilmesi daha iyi olmaz
mıydı. Medenî Kanunun, bir bütün halinde değiştirilmesi zorunluluğu, ancak
sosyal ve siyasal rejimin köklü bir değişimi sonrasında ortaya çıkar. Acaba,
bizim haberimiz olmadan köklü bir değişiklik mi oldu?! Sosyal ve siyasal
değişikliklerin yanında ekonomiyi kasten saymadım, sıralamadım. Bu iktidar ve
bu iktidarın arkasındaki Meclis çoğunluğu birçok şeyi yapamadılar; ama,
ekonomide öyle bir değişiklik, öyle bir deprem meydana getirdiler ki, toz duman
ortadan kalktıktan sonra elde kalan ekonomik enkazdan, milletin perişanlığından
sonra, ortada, yeniden düzenlenecek hiçbir şey kalmadı. Yasa tasarısı, demokratik ülkelerde olduğu
gibi, çağdaş ve katılımcı bir anlayışla toplumun değişik ve hatta tüm
kesimleriyle paylaşılmadı, paylaşılamadı. Tüm kesimleri özellikle söylüyorum.
Medenî yasalar, insanları, doğum öncesinden başlayıp cenin hukuku, ölümden
sonra dahi miras hukukunu ilgilendiren temel bir yasadır. Dolayısıyla, toplumun
ortak aklı ve ortak tecrübesine itibar etmeyip, toplumsal uzlaşmayı sağlamayan
bir anlayışın ürünü olan yasanın bu şekliyle kabulüyle, uygulanmasında ciddî
sıkıntılar yaratacağını söylemek asla kehanet değildir. Aynı zamanda, toplumun
örfü, âdeti, ahlak anlayışı, aile anlayışı, yaşantısı, ortak değerleri, var
olan müesseselerinin uygulamadaki tanınmış ve kabul görmüş özelliklerinin de
dikkate alınmadığının üzüntüsü içerisindeyim. Peki, bu eleştirilerden sonra son sözlerim
ne olacak: Tasarıya, kadınlarımızın haklarını teslim ettiği; kadınlara yönelik
her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırdığı; ailede, yeni yapılan anayasa
değişiklikleri doğrultusunda kadın-erkek eşitliğini tam anlamıyla sağladığı;
dernek, vakıf kurmada, baskıcı, vesayetçi engelleri ortadan kaldırdığı;
boşanmada, kadınımızı kolladığı oranda destek vereceğiz. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yakut. Saadet Partisi Grubu adına, birinci
konuşmacı, Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı; buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA FAHRETTİN KUKARACI
(Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Medenî
Kanununun değiştirilmesiyle ilgili kanun tasarısının birinci bölümü üzerinde
grubumun görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzda bulunuyorum; bu vesileyle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Muhterem milletvekilleri, Meclisimize
sunulmuş olan Medenî Kanun Tasarısı, bir ilmî heyetin uzun yıllar çalışarak
hazırlamış olduğu bir çalışmanın ürünüdür. Grubumuz, bu kanunun çıkarılabilmesi
için elinden gelen her türlü gayreti göstermiştir, göstermeye de devam
edecektir. Ancak, kanunda yapılan değişiklikler üzerindeki eleştirilerini,
taleplerini de ısrarla sürdürecektir. Bu kanunun, ana rahminden başlayıp,
ölümden sonraya kadar insanımızın hayatını düzenleyen temel bir kanun olduğu
için, hatasız veya en az hatayla çıkarılması gerekmektedir. Tasarının tümü üzerinde konuşan
arkadaşlarımız, bu kanunun kabulü tarihinde, o günün şartlarında yazılmış
esbabı mucibe layihasının, toplumun inanç değerlerini hiçe sayan, tahkir ve
tezyif sayılabilecek ifadeler taşıdığını, yeniden metnin başına alınmasına
artık bir neden kalmadığını izah etmişler, gerekçelerini de açıklamışlardır.
Aradan geçen yetmişbeş yılda düşünce ve inanç özgürlüğü genişlemiş,
uluslararası metinlerde, her türlü inanç ve vicdanî kanaat saygıya müstahak
görülmüştür. Bu layiha metnin başında bulunduğu sürece, inanan insanlar
kendilerini aşağılanmış hissedecek, hakarete uğramış sayacaklardır. İnsanımızı
inciten bu durum, toplumsal barışa hizmet etmeyecektir. Sayın Bakan bu layihayı
iyi niyetle tevil etse de "derme çatma eski hukuk kitaplarından ve din
esaslarından çıkarılan bilgiler", "birbiriyle çelişkili Ortaçağ fıkıh
kurallarına bağlı", "Ortaçağ örgütü ve dinsel bazı düzenlemeler, onüç
yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançları" gibi ifadelerle dinin ve
dindarların tahkir edildiği, tevil götürmeyecek bir gerçek olarak ortadadır. Değerli arkadaşlarım, Medenî Kanunu,
İsviçre Medenî Kanunundan alarak başarılı bir şekilde tercüme eden ve şaheser
meydana getiren Osmanlı hukuk adamlarıydı; ancak, aradan geçen zaman ve Osmanlı
kültürüyle irtibatsız yetişen, yetiştirilen nesil, bu güzel eseri anlamakta
güçlük çekmektedir. Bu nedenle, birkısım terim, tabir ve kelimelerin yaşayan
dille sadeleştirilmesi isabetli olmuştur; ancak, bu isabetli düşünce, yapılan
arılaştırmayla birçok yerde anlamsız hale getirilmiştir. Toplumun tümünün bilip
kullandığı şart", "istifade", "rüşt",
"ikametgâh", "şahıs", "mesken",
"tecavüz", "istifa", "ihraç", "hata",
"hile", "tehdit", "taksim", "tahsis"
gibi kelimeler çıkarılmış, yerlerine uydurma kelimeler kullanılmıştır. Burada,
ideolojik bir yaklaşım mevcut olup, kanunun akıcı olan dili bozulmuş,
anlaşılabilen kelimeler uydurma kelimelere dönüştürülmüştür. 7 maddeden ibaret olan başlangıç
hükümleri, Medenî Kanunun, hatta özel hukukun temelini teşkil etmektedir. Bu
hükümler, toplumumuz tarafından darbımesel haline getirilmiş, hukukun hemen
bütün dallarında kullanılır olmuştur. Örnek olarak "bir hakkın sırf gayri
ızrar eden suiistimalini kanun himaye etmez", "kanun hilafını
emretmedikçe iki taraftan her biri müddeasını ispata mecburdur", "bir
hakkın doğumu için kanunen hüsnüniyet şart kılınan hallerde asıl olan onun
vücududur" gibi. Bu 7 maddenin orijinal halinin örnek olarak muhafaza
edilmesi, yetişen yeni hukukçular için, dönemin tarihi, kültürü, hukuk anlayışı,
ilmî ve fikrî seviyesi hakkında bilgi verecektir. Sayın Bakan, esbabı mucibe
layihasının metinde muhafaza edilmesini benzer bir gerekçeye dayandırmıştı. Muhterem milletvekilleri, Medenî Kanun
değişikliklerinin asıl hedefinin mal rejimleriyle ilgili olduğu
anlaşılmaktadır. Bu bölümdeki değişikliklerin dışında yapılan diğer
değişikliklerin, genelde, dilin arılaştırılmasından ibaret olduğu,
değişikliklerin kısmî düzeltmeler şeklinde yapıldığı görülmektedir. Tasarının
hazırlanmasında görev alan bir değerli üye "tasarının can alıcı noktasını
mal rejimleri oluşturuyor. Tasarı 1 030 maddeden oluşuyor. Medenî Yasamızın 937
maddesi vardır. Bu 937 madde tasarıda aynen korunmuş, dili arılaştırılmış,
günümüz Türkçesine adapte edilmiştir. Geri kalan 93 maddede ağırlık noktasını,
mal rejimleriyle ilgili olarak yaptığımız bu değişiklik oluşturmaktadır"
demiştir. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, tasarının değişikliğe uğrayan
asıl bölümü mal rejimleridir. Şahsın hukuku bölümünde yapılan
değişiklikler, genelde, dilin arılaştırılması çalışmalarının ağırlık kazandığı
değişikliklerdir. 8 inci maddede "her şahıs" yerine "her
insan" kullanılmış, medenî haklardan istifade, hak ehliyeti; medenî
hakları kullanma, fiil ehliyeti olarak değiştirilmiştir. "Rüşt",
"erginlik"; "temyiz kudreti", "ayırt etme gücü"
olarak düzenlenmiştir. 9 uncu maddede eski metindeki
"istisap" ve "iltizam" sözlerinin karşılığı olan haklara ve
borçlara ehil olmak anlamı, 48 inci maddede aynen kullanılmış bulunmasına rağmen, burada farklı ifade edilmiştir.
19 uncu maddede yapılan değişiklik sadece
sadeleştirmeden ibaret olmayıp, toplumumuzun hemen her ferdi tarafından
bilinen, benimsenen, kullanılan, kabul gören ve kendisine birçok hukukî sonuç
bağlanan "ikametgâh" sözcüğüdür. Hem konu başlığı hem de ikametgâh
sözünün geçtiği her cümle değiştirilmiş, "yerleşim yeri" haline
getirilmiştir. Komisyonda, "yerleşim yeri"nin,
"ikametgâh" anlamına gelmediği, bunun hukukî karışıklıklara sebep
olacağı tartışma konusu yapılmış, gerek hukukçu profesörler gerekse Sayın
Bakanın konuya açıklık getirmek için yaptıkları açıklamalarda
"ikametgâh", "yerleşim yeri" ve "oturma yeri"
arasındaki hukukî bağ veya fark net bir şekilde izah edilememiş, çelişkiler
yaşanmıştır. Örneğin, Prof. Kılıçoğlu, Ankara Oran'da
evi, bir de Gölbaşı'nda yazlığı olan birisinin yerleşim yerinin Oran olduğunu,
Gölbaşı'na yapılacak tebligatın geçersiz olacağını vurgulamıştır. Prof.
Akıntürk, "yerleşme yeri"nin, adres olmayıp, "oturmak niyetiyle
bulunulan yer; il veya ilçe" olduğunu savunmuştur. Sayın Bakanın izahına
göre ise, Ankara'da yerleşme kastım olmadığı için benim, milletvekilliğim
süresince de ikametgâhım Erzurum olarak devam edecektir; ancak, burada bir
başka sıkıntı doğacak, benim ikametgâhım Erzurum olarak kalıyorsa, aleyhimde açılacak
davaların, icra takiplerinin ve buna benzer hukukî sonuç doğuracak işlemlerin
orada yapılması gerekecek, hak düşürücü sürelere yetişemeyecek, bundan zarar
göreceğim. Çocuklarımı Ankara'da okula yazdırırken veya bir alım-satım işlemi
yaptırırken vereceğim ikamet senedini Oran muhtarlığından alacağım; ama, bu,
ikametgâhım olmayacak. Bütün bu karışıklıklar çözümlenmemiş, izaha muhtaç
olarak durmaktadır. BAŞKAN - Sayın Kukaracı, 1 dakikanız var
efendim. FAHRETTİN KUKARACI (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, karı-koca eşitliğini sağlamak amacıyla 21 inci maddede yapılan
değişiklikte, "kocanın ikametgâhı karının ikametgâhı addolunur" hükmü
kaldırılmıştır. Medenî Kanunda kadın-erkek ayrımcılığını
çağrıştıran her hüküm değiştirilmiş; Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı
Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine uyum sağlanmıştır. Bilindiği gibi, adı
geçen sözleşmede kadınlara karşı cinsiyete dayalı olarak her türlü ayrımcılık,
dışlama ve kısıtlama yapılması ayrımcılık olarak kabul edilmiştir. Sözleşmeye
taraf olan devletler ayrımcılığı önlemek, sosyal ve kültürel değerleri buna
göre ayarlamak, kadınların sömürülmesini önlemek -altını çizerek söylüyorum-
toplumsal hayatta, siyasî hayatta, yasalar önünde, eğitimde ve istihdamda
eşitliği sağlamak üzere gereken önlemleri almakla yükümlüdür. Anayasa ve
yasalarda eşitlik ilkesine yer vermek, mevcut yasalardaki ayrımcılığa yol açan
hükümleri ayıklamaya çalışmak bu yükümlülüğün gereğidir; ancak, yeterli
değildir. Bu yükümlülüğü ne kadar yerine
getirdiğimizi takdirlerinize sunmak isterim. İnsan hakları ihlallerinin,
işkence ve kötü muamelenin devam ettiği, bırakın kadın-erkek ayrımcılığını,
kadınlar arasındaki ayrılığı bile gideremeyen bir anlayıştan bu yükümlülükleri
yerine getirmesini beklemek fazla iyimserlik olacaktır. Sırf bir vehim
yüzünden, binlerce, onbinlerce gencin eğitim ve çalışma hakkını elinden alan
bir zihniyetin, eşitlik, hakkaniyet, adaletten ne anladığı, okul önlerinde
coplanan kızlarımızın ah ve enininden ziyadesiyle anlaşılmaktadır. Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinize
şahsım ve Grubum adına saygılar sunuyorum. (SP ve AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Fahrettin
Kukaracı. Saadet Partisi Grubu adına ikinci
konuşmacı, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak; buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA YAKUP BUDAK (Adana) - Sayın
Başkan, değerli üyeler; sözlerime başlarken, Grubum ve şahsım adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Modern toplumların en önemli
özelliklerinden birisi de insanların hak ve hukuk ölçüleri içerisinde herkesin
hakkını ve hukukunu gözettiği bir yapının oluşturulmasıdır; bunun
oluşturulabilmesi için de, insan, insan olarak yaratıldığından bu zamana kadar
bir kurallar manzumesi içerisinde hayatını idame ettirmiştir. İnsan ve toplum,
kuralları ortaya çıkarmıştır. Bu kurallara uyulduğu sürece, insan toplulukları
huzur ve mutluluk içerisinde yaşamışlar, demokrasi ve çağımızın yükselen değeri
insan hakları daha bir rayına oturmuş, daha da güzel neticelere varma yolunda
ciddî adımlar atılmıştır. Hukuku yerine oturtamamış, vatandaşıyla
barışamamış, vatandaşın inançlarıyla, tarihiyle, kültürüyle hukukunu
buluşturamamış toplumlarda ise, iç sıkıntılar, hukukî sıkıntılar, demokrasiyle
ilgili sıkıntılar ve sıkıntıların temelindeki hukuksuzluk da, her zaman
toplumun gözünün önünde parıldamaya başlamıştır. İşte, Medenî Hukuku değerlendiriyoruz ve
hükümet, huzurumuza, 1030 maddelik bir Medenî Hukuk Tasarısı getirdi.
"Büyük bir reform" diye ifade ediliyor; fakat, göz attığımız zaman
görüyoruz ki, Medenî Hukuk, 1926'da kabul edilen Türk Medenî Hukukunun, bir
bakıma, günümüz Türkçesine uyarlanması diyebileceğimiz, çok küçük
farklılıkların da içerisine sokuşturulduğu bir tasarıdır. Dolayısıyla, bunu,
çok büyük bir gelişme, yetmişaltı yıllık tarihimizdeki büyük bir gelişme olarak
takdim etmek de, benim kanaatimce, doğru olmayacaktır. Niye; zaten, yetmişaltı
yıl önce İsviçre Medenî Hukukunu tercüme etmişiz, o zaman da "devrim"
diye millete anlatmışız ve yetmişaltı yıl sonra, o tercümeyi, ikinci bir defa
günün Türkçesine çeviriyoruz, yine, büyük bir reform yaptığımızı söylüyoruz. Yani, bu hukuku yaparken, çağdaş
Türkiye'nin insanlarının mutluluğuna, huzuruna ne getiriyoruz; işte, bu
noktada, birtakım arkadaşlarımız, 1926 yılının şartlarına takılıp kalmışlar
"illâ ki, başlangıçtaki esbabı mucibe (genel gerekçe) aynen kalacak,
kalmalıdır" diyorlar. O, o günün şartlarında hazırlanmış, o günün Adalet
Bakanının kaleme aldığı bir genel gerekçeydi. Zaten, ona, genel gerekçe de
denilmez, niye; çünkü, genel gerekçe denildiği zaman, bu kanunun maddelerindeki
amaç nedir; hangi madde, hangi konu üzerinde durmaktadır; hangi problemi
çözmektedir?.. Genel gerekçeler -Meclisimize geldiği gibi- bu kanun
maddelerinin, yasa maddelerinin izahıyla, hedefiyle, maksadıyla ilgilidir. Halbuki,
Sayın Mahmut Esat Bozkurt'un ele aldığı genel gerekçe, bu tercümenin niye
yapıldığına dair bir iktibasın anlatılmasından farklı bir şey değildir. Onun
için, maalesef, bu yasa tasarısında da aynı genel gerekçenin konulmuş olması,
zannediyorum, ecdadımıza, inançlarımıza, tarihimize, kültürümüze bir açıkça
tahkir ve tezyif diyeceğim ben. Bazıları diyecekler ki, efendim, nerede tahkir
ve tezyif var. Burada, laikliği falan da tartışıyor değiliz, onu gündeme de
getiriyor değiliz; ama, genel gerekçeye baktığımız zaman ne deniliyor: "13
yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş bir
toplum..." Şimdi, laik devlet, bütün inançlara karşı eşit olmak, eşit
mesafede olmak mecburiyetindedir. Acaba, 13 yüzyıl önce, İslam dininden başka,
yeni bir din mi zuhur etmişti?! Bunu, İslam dini olarak algılamasak bile,
acaba, laik bir devletin hukuku çıkarılırken, hangi din olursa olsun, hangi
felsefî inanç olursa olsun, onu tahkir etmeye, tezyif etmeye, küçümsemeye,
hakaret etmeye hakkı var mıdır; Meclisimizin buna hakkı var mıdır?! Yani, bizim
ecdadımızın inançlarını ve toplumumuzun yüzde 99'unun inançlarını
"hastalıklı inançlar ve batıl düşünceler" diye tarif etmeye kimin
hakkı vardır?! Efendim, bu, işte, 76 yıl önce kabul edilmiş... O, 76 yıl önce
kabul edilmiş; ama, toplum değişiyor, dünya değişiyor, dünyadaki düşünceler ve
fikirler değişiyor. Sadece İslam dini için değil, bütün dinler için aynı
mesafeyi koymamız, hiçbir dine de hakareti hedeflemememiz gerekiyor. Bu ifade,
İslam dinine de ve diğer dinlere de hakaret içermektedir. Dolayısıyla, bu
gerekçenin muhakkak çıkarılması gerekir. Üzerinde durmak istediğim diğer bir konu
ise, şudur: Bu toprakları emanet eden, 600 yıl boyunca dünyada şanlı bir tarihi
yaşamamıza vesile olan ecdadımız var ve o ecdadımızın da padişahlıkla, buradaki
ifadesiyle saltanatla yönetildiğini kabul edelim. Acaba, biz, 600 yıl boyunca
bu ülkeyi yöneten, şanlı bir tarihi bize yâd ettiren o insanlara, şu ifadeleri,
hem de bir kanun metninde kullanma hakkını kendimizde nereden görüyoruz diye
düşünmek istiyorum. (SP sıralarından alkışlar) Ne deniliyor burada:"Bütün
kaygısı kişisel çıkarlarından başka bir şey olmayan, ikiyüzlülüğü kendilerine
yol tutmuş saltanat yönetimi..." Şimdi, Fatih Sultan Mehmed iki yüzlü
müydü, Kanunî Sultan Süleyman iki yüzlü müydü, Abdülhamid iki yüzlü müydü?! FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Haşa!.. YAKUP BUDAK (Devamla) - 600 yıl boyunca bu
ülkeyi yöneten insanlara ikiyüzlü deme hakkını nereden kendimizde buluyoruz?!
Bir evlat, babasına, ecdadına, nasıl, ikiyüzlüdür diye hakaret edebilir; bunu
da, efendim, bu tarihî bir belgedir, onun için yasamızda muhafaza etmeliyiz
gibi bir gerekçenin arkasına saklanabilir?! Ecdada hakaret etmeyi tarihî bir
belge olarak kabul etmek, zannediyorum, modern toplumların ve gerçekten,
düşünen, akleden insanların işi olmasa gerek diye düşünüyorum. (SP sıralarından
alkışlar) Muhterem arkadaşlar, elbette, hukukun
olduğu yerde, hakkın olduğu yerde, insanlar mutludurlar, huzurludurlar; orada,
meltemler daha güzel eser, mehtabı insanlar daha iyi izlerler, eğlencelerini,
düşüncelerini, fikirlerini daha iyi ortaya koyarlar. Eğer, hak yoksa, hukuk
yoksa, mehtabı seyrederken bile, insanların kalplerinde ve gönüllerinde korku
vardır; rüzgârın serin esintisini dinlerken bile gönüllerinde kasvet vardır,
karanlık vardır. Niye; çünkü, ne olacağını bilmezler, acaba birisi beni
gözlüyor mu, izliyor mu, fişliyor mu, tutuyor mu, tutuklayacak mı diye -ne
yapar- kendisini düşünür. İnanç özgürlüğünden, hak ehliyetinden, fiil
ehliyetinden bahsediyoruz; işte, şahsın hukukundan bahsediyoruz; örf ve âdetten
bahsediyoruz... Şimdi, eğer, insanlar, evlerinin içerisinde otururken, ne
düşündüklerinden, hangi ibadeti yaptıklarından dolayı suçlanacakları
psikolojisi içerisindeyseler; hele hele, 21 inci Yüzyıla giderken, evinde
ibadet eden insanı tarikatçı diye, gecenin saat 3'ünde, 4'ünde, çoluğuyla
çocuğuyla karakola götürüyorsak, oradaki hangi hak ehliyetinden, fiil
ehliyetinden, inanç özgürlüğünden, fikir özgürlüğünden, vicdan özgürlüğünden
bahsedebileceğiz?! Şimdi, bu yasalara bu maddeleri
yazabiliriz, satırları güzel güzel de tarif ve tanzim de edebiliriz; ama, eğer,
uygulamada yoksa, uygulayacak insanların kafası değişmemişse, kanunların
satırları, şekilleri, kelimeleri ve sözcükleri değişmiş, ne anlam ifade eder?!
Onun için, gelin, bu yasaları, günümüzün Türkçesine çevirirken, kafalarımızın
anlayışını da, demokrasi ve cumhuriyet anlayışını da, 21 inci Yüzyıl insanlık
âleminin demokratik anlayışına çevirelim diyoruz. (SP sıralarından alkışlar)
Yoksa, satırların, yasaların şu şekilde veya bu şekilde çıkarılması, hiçbir
anlam ifade etmeyecektir. Görüyoruz ki, bazı kafalar hâlâ 1926'da kalmışlar.
1926, tarihî bir gerçektir. Birinci Dünya Savaşından bütün ülkeler çıkmıştır ve
o ülkelerin hemen hemen hepsinde totaliter rejimler vardır; Almanyasında,
Fransasında, İngilteresinde, hepsinde totaliter rejimler vardır; İsviçresinde
de totaliter bir rejim vardır. Bu kanunlar o mantıkla hazırlanmıştır. O günün
Türkiyesinde de şartlar öyle icap ettirmiş, bu kanun çıkarılmış olabilir; ama,
hâlâ o güne saplanıp kalmakla, yetmişaltı yıl öncesinde kalmakla, çağdaşlaşmayı
ve çağdaşlığı bağdaştırmak mümkün değildir diye ifade ediyorum. Muhterem arkadaşlar, eğer hukuk egemen
olursa, insan ve toplum huzurlu olur, mutlu olur. Hukuk toplumun temelidir;
demokrasinin de, özgürlüğün de temelidir, anasıdır, mayasıdır. Eğer, bir
toplumda hak anlayışı yoksa, hukuk yoksa, hukukun üstünlüğü yoksa, orada,
insanlar her ne kadar özgürlük edebiyatı yapsalar da, yasalar ve anayasalar her
ne kadar haktan ve hukuktan bahsetseler de, insanların özgür olduğunu ifade
etmek zordur diyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Budak, süreniz bitti
efendim. Son cümlenizi söylerseniz... YAKUP BUDAK (Devamla) - Muhterem
arkadaşlar, ben diyorum ki, Türkiye'deki insanlar olarak, hukukun üstünlüğünü
gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz, çağdaş demokrasiyi gerçekleştirmek
mecburiyetindeyiz. Sözlerimi şöyle tamamlamak istiyorum:
Türkiye'de yaşayan bizler, bütün insanlar, hangi partiden olursak olalım,
çağdaşlığı, demokrasiyi, özgürlüğü, hukukun üstünlüğünü, hukuk devletini,
kelimelerle tüketerek değil, hayata hâkim kılarak yaşatmalıyız diyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Budak. Sayın milletvekilleri, aslında, yüce İslam
dini hepimizin dinidir. Burada, bazı hatip arkadaşlarımızın "dinimize,
inançlarımıza hakaret ediliyor" gibi laflarını kabul etmek mümkün değil.
Bu salonda oturan hiç kimsenin yüce dinimize ve inançlarımıza hakaret edeceğini,
kimsenin aklından geçirmesi mümkün değil. Sayın Adalet Bakanımız hacca da gitmiştir.
Çıktı, bunu savundu. Yani, şu yönüyle diyorum: Burada, bu
kutsal şeyleri yalnız birilerinin kendi inhisarı altına alıp diğerlerini buna
düşman gibi göstermesi, bu çatı altında konuşulacak laflardan değildir. Bunu belirtmek istedim, saygılar
sunuyorum. YAKUP BUDAK (Adana) - Hastalıklı inançlar
diyor Sayın Başkan. BAŞKAN - Arkadaşlar, ben Meclis
başkanıyım. Burada yapılan ve kabul edemeyeceğim konuşmalara bir yorum getirmek
zorundayım. YAKUP BUDAK (Adana) - Hastalıklı
inançlardan kasıt nedir Sayın Başkan? BAŞKAN - Yani, hiçbirimiz, dinimize ve
inançlarımıza kimsenin hakaret etmesine müsaade etmeyiz; bunu bilesiniz. Rica
ediyorum... FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Bravo Başkan! ALİ SEZAL (Kahramanmaraş) - O zaman, o
cümleyi çıkarın. BAŞKAN - Siz İslam dinini savunuyorsunuz
da, biz savunmuyor muyuz?! ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Olur mu?!. Ne
demek?!. BAŞKAN - Rica ediyorum... Yani, buradaki konuşmalarımızda, biraz daha,
birbirimize... Eğer, siz, Müslümansanız, biz de Müslümanız. İslam dini,
kimsenin inhisarı altında değildir. Herkes, İslam dininin kutsallığına,
yüceliğine inanmıştır, onu savunur; ama, bir kız çocuğunu, geçmişte, diri diri
kuma gömüp de öldüren inançların sapık inanç olduğunu da kabul edelim lütfen. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Zaten o, İslamdan
önce... BAŞKAN - MHP Grubu adına, Sayın İsmail
Çevik; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÇEVİK (Nevşehir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısının birinci
bölümünde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. 1926 yılından beri yürürlükte bulunan
kanun, içtimaî hayatta, doğum öncesi, doğum ve sonrası ile ölüm ve sonrasında
insan yaşamını düzenleyen temel bir yasadır. 17 Şubat 1926'da kabul edilip, 4
Nisan 1926 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe
giren Türk Kanunu Medenîsinde, dinamik insan yaşamının gerekleri nazara
alınarak, bugüne kadar dokuz değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikler, bugün
de, yasanın tümünü değiştiren bu tasarıyla sürdürülmeye çalışılmaktadır. Gündemde bulunan tasarı üzerinde çok ciddî
ve uzun süren bir mesai sarf edilmiştir. Bütün siyasî partilerden milletvekili
arkadaşlarımız, bakanlık mensubu bürokratlar, komisyon üyesi değerli
milletvekilleri, bürokratlar ve çok kıymetli akademisyenler olağanüstü gayret
göstermişlerdir. Emeği geçen herkese müteşekkir olduğumuzu ifade etmek
istiyorum. Tasarı, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak
üzere gündemimizdedir. Uzlaşmayla görüşülmesi, tasarının toplum tarafından
kabulü ve uygulanmasını daha kolay kılacaktır. Şüphesiz bu tasarının kabulü, işsizliğe ve
bozuk ekonomiye çözüm olmayacaktır; ancak, yapılan her çalışmayı, bu tür
meselelerle ilişkilendirip hafife almak, en azından, emek sarf edenlere
haksızlıktır diye düşünüyoruz. Yasama faaliyeti sürdürülürken, görüşmekte
olduğumuz kanun teklifi veya tasarısıyla ya da meseleyle ilgisiz konularda
görüş beyan etmek, siyasî manada konuşmacıya fayda sağlayabilir; ancak, sürekli
şikâyetçi olduğumuz Parlamentonun eleştirilmesine neden olan popülist veya ucuz
siyaset, bundan farklı bir olgu değildir. Değerli arkadaşlar, 21 inci Dönem
Parlamentosu, çok hayırlı çalışmalarına Medenî Kanun gibi 1 030 maddelik bir
temel kanunu da ekleyerek devam etmektedir. Toplumun bütün katmanlarınca da
Parlamentonun başarılı çalışması genel kabul görmektedir. Bunu hiçe sayıp,
sadece siyasî rant için bu çalışmaları hafife almayı ya da olumsuz mesajlar
göndermeyi, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, insafla bağdaşır bulmuyoruz. Bütün bunlara rağmen, yapılan çalışmaların
hataları ve eksikleri olabilir. Hiçbir metin, tasarı veya teklif mükemmel
olmaz. Kaldı ki, insan yaşamının dinamizminden dolayı, çıkarılan kanun
yarınlarda eski olup, ihtiyaca cevap vermeyecek, yeni kanun çalışmalarına
ihtiyaç duyulacaktır. Yüce Meclis, gerçekleştirmiş olduğu
Anayasa değişikliğiyle çağdaşlaşma yolunda önemli bir adım atmıştır. Medenî
Kanun Tasarısının kabulüyle ikinci adım atılmış olacaktır. Çalışmaların devam
etmesi arzumuzdur. Türk Ceza Kanununda, İş Kanununda ve diğer yasalarda
gerçekleştirilecek değişiklikler hem Anayasaya uyumu hem de çağdaş, daha özgür
ve eşitlikçi hukuk düzeni için gerekli ve zorunlu çalışmalar olacaktır. Değerli arkadaşlar, muhalefete mensup
arkadaşlarımızı tenzih ederek, muhalefetin salt eleştiri olmadığını, yapılan
çalışmaları takdir etmenin, doğru şeyleri saptırmadan zikredip desteklemenin
müspet muhalefetin gereği ve Türk Milletinin arzusu olduğunu beyan etmek
istiyorum. Bu hususta hassasiyet vazifemizdir. Bu manada, muhalefetin olumlu
katkılarına iktidarın da açık olması, çalışmalarımızı daha anlamlı kılacak,
ortaya konulan çalışma daha verimli ve daha faydalı olacaktır. Bu mesele, aynı
zamanda, tüm toplumu temsil eden Yüce Meclisin temsil faaliyetinin de amacına
ulaşmasının gereğidir. Türk Medenî Kanun Tasarısında,
yürürlükteki Türk Kanunu Medenîsinin genel yapısı ve sistematiğinin bozulmamasına
gayret sarf edilmiştir. Bu bakımdan, uygulayıcının güçlük çekmemesi ve uyum
sürecinin sağlıklı bir şekilde yapılması amaçlanmıştır. Maddelerin konu ve
kenar başlıkları, yürürlükteki kanunda olduğu gibi, aynen korunmuştur. Medenî
Kanun Tasarısının kabulüyle, Türk toplumu yeniden yapılandırılmaya çalışılmış,
tasarıyla ileri toplum düzeyine ulaşılmasında önemli bir adım atılmıştır. Bu
nedenle, tasarıdaki her husus büyük önem taşımaktadır. Kanunların zamanla yaşlanması ve beklenen
ihtiyaçları karşılamaktan uzak kalması, günün ihtiyaçlarına gereği gibi cevap
vermekte zorlanması kaçınılmazdır. Bu sebepledir ki, özellikle Medenî Kanun
gibi temel bir kanunun belli bir süre geçtikten sonra baştan sona yeniden
gözden geçirilmesi ve yaşanan çağın, gelişen teknolojinin ihtiyaçlarına cevap
verebilir hale getirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Nitekim, gelişmiş Batı ülkeleri
de bu yolu tercih etmişler; yaptıkları kanunlarda temel değişikliklerle, yeni
sosyal görüşlere ve ihtiyaçlara cevap verebilir durumda olan kanunlar
düzenlemişlerdir. Bugün, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisinde temsil edilen tüm siyasî partilerin gayret ve katkılarıyla, temel
yasa kabul edilen bu tasarıyla, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin
sayın üyeleri, Medenî Kanun Tasarısını -günümüz şartlarına uygun- kabul
etmelerinin sorumluluğunu ve onurunu paylaşacaklardır. Bu çalışma, 21 inci
Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin tartışmasız bir başarısı olacaktır. Bu tasarıyla, çok önemli yeni hükümler
getirilmektedir. Şüphesiz, bu yenilikler, reform olarak nitelendirilebilecek
önemli değişikliklerdir. Bu tasarı, tüm toplumun -doğum öncesi, doğum, doğum
sonrası, yaşamı boyunca, ölüm ve ölüm sonrası- bütün hayatını
ilgilendirmektedir. Halen görüşülmekte olan Medenî Kanun
Tasarısıyla her sorunun çözümlendiği düşünülebilir; ancak, şu anda bütün
partilerin desteği ve görüşbirliğiyle yasalaşacak olan bu kanun tasarısının
önemi inkâr edilemez. Değerli milletvekilleri, birçok kanun
gibi, insanlarımızın en temel ilişkilerini düzenleyen ve halen yürürlükte olan
Medenî Kanun da, 1926 tarihli ve eski bir kanundur. Hukuk sistemimizin esasını
oluşturan ve düzenleyen kanunlarımızın çoğunun 1920'li ve 1930'lu yıllarda
yapıldığı gerçeği karşısında, bugün geldiğimiz noktayı ve etrafımızda olan biteni,
bu tasarı nedeniyle bir kere daha gözlemlemek ve sorunların kaynağını bulmak
zarureti vardır. Bugünün Türkiye Büyük Millet Meclisinde birçoğumuz Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluş aşamasını bilmesek de, o büyük olayın ve yapılan
reformların nimetlerinin, bugün, eserlerini bulmak mümkün. Bugün burada
bulunmamızın sebeplerinden biri de budur. Dileğimiz, 21 inci Dönem
Parlamentosunun açtığı yeni reformların kapısının hiç kapanmadan devam
etmesidir. Değerli üyeler, Medenî Kanunla ilgili
tasarı, yıllardır beklenen ve özlenen bir tasarıdır. Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu, bu tasarıya baştan beri ilgi göstermiş, şahsım da dahil olmak üzere Grup
üyelerimiz, tasarının komisyonlarda ve alt komisyonlarda görüşülmesi sırasında
hem görev almış hem de destek vermiştir. Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği
destek, hukukun üstün kılınmasına, insan haklarına, devletin millet için
olduğuna, her ferdin hiçbir ayırım gözetmeksizin eşit olduğuna ve temelde
milletimize verdiği destektir. Aslında, temel kanunlar, vatandaşın günlük
hayatlarıyla yakından ilgili olan kanunlardır. İşte, bu anlayış içerisinde değerli
milletvekilleri, kabul edeceğimiz Medenî Kanun Tasarısı, gerçekten, Türkiye
için, Türk Milleti için fevkalade önemli bir kanun olacaktır. Ehemmiyetini çok önemsediğimiz bu kanunun
kabulünde, bütün partiler üzerine düşen görevi yapmıştır ve bu sebeple,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, bütün partili arkadaşlarımıza teşekkürü
borç biliyor, bütün milletvekillerine müteşekkir olduğumuzu ifade ediyor; bu
kanun tasarısı için olumlu oy kullanacağımızı belirtip, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Çevik. Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Erol Al; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. DSP GRUBU ADINA EROL AL (İstanbul)-
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Medenî Kanun Tasarısının başlangıç ve birinci bölümleri üzerinde, Demokratik
Sol Partinin görüşlerini arz etmek üzere söz aldım. Şahsım ve Grubum adına,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, Türk Ulusunun
asırlardır süren medeniyet mücadelesinin en önemli projelerinden birisi
cumhuriyettir. Cumhuriyetin bireylerini vatandaşlık kavramı etrafında bir araya
getiren ve onları hak ve özgürlüklerle onurlandıran en kapsamlı proje ise, 17
Şubat 1926'da yaşama geçirilen, Türk hukuk devriminin simgesi olan Medenî
Kanundur. Tarih boyunca kurduğu imparatorluklarla
hükümranlığı altında bulunan tüm ırklara adalet dağıtan Türkler, İslamiyetin
kabulünden sonra da, din ve devlet işleri arasında, çağdaşlarında görülmeyen
bir uyum sağlayarak, laik hukuka yatkınlığın eşsiz örneklerini sergilemiştir. Avrupalılar, mezhep kavgalarıyla
birbirlerini boğazlayıp kılıçtan geçirerek fanatizm sergilerken, Sultan Mehmet,
yakınbatıdaki Rum, Yahudi ve Ermenileri topraklarına davet ederek, dahiyane bir
akılcılık örneği sergileyebilmiştir. 1492'de İspanya Kralının zulmünden kaçan
Yahudilere topraklarını açan da, yine bir Osmanlı Sultanı, Bayezit'tir. Bundan
100 yıl sonra, Venedik ve Fransız kiliselerinin yönettiği katliamlardan kaçan
Yahudiler de, yine, Sultan Süleyman'ın emriyle Osmanlı Devletinin koruması
altına alınmıştır. Bugünkü İsrail topraklarına ilk Yahudi Valiyi atayan da
Osmanlıdır. Bu kararların hiçbirisi tesadüfen
alınmamıştır. Tarihî gerçekler göstermiştir ki, olaylara siyah-beyaz
sertliğiyle yaklaşanların din yorumu, Osmanlının akılcı politikası karşısında
yaşama şansı bulamamıştır. İstanbul'un asırlar boyunca dünyanın en büyük ve en
çekici ticaret merkezi olmasının altında yatan gerçek budur. "Osmanlıyı İran ve Arap
topraklarından ayıran temel fark, Osmanlının kendisine has devlet merkezli bir
İslam toplumu olmasıdır" diyen tarihçi Lapidus, bu farklılığı şöyle ifade
etmektedir: "Osmanlı İmparatorluğu, farklı bir
Müslüman toplum tipini temsil eder. Osmanlı, Anadolu Selçuklularından
başlayarak, Büyük Selçuklu toplum modelini miras almış ve yenilikçi bir
uygulama biçimi vermiştir. Osmanlılar, devleti egemen bir kurum haline
getirmişler; böylece, dini elitleri, Anadolu'daki Türk göçebe nüfusunu ve bütün
tebayı devlet kontrolü altına almayı başarmışlardır. Şeri hukuk, genelde aile, miras gibi özel
hukuk alanını düzenlemiş, ceza alanında pek az sayıda hüküm koymuştur. Kamu
hukuku, genelde, şeri hukukun düzenlemediği bir hukuk alanıdır. Osmanlıda
kanunnameler, kamu hukukunu düzenlemekle kalmamış, şeri hukukun hüküm getirdiği
bazı konularda farklı düzenlemeler de yapmıştır. Fatih'in kamu düzeni için
kardeş katlini yasallaştırması, bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Fıkıh uzmanı Prof. Dr. Joseph Schacht'a
göre, İslam'a sonradan giren Türkler, böylece, daha önce Müslüman olmuş
milletler için tarihin oluşturduğu ayak bağlarından arınmış olarak, İslamı daha
da ciddiyetle benimsemişlerdir. Schacht şöyle diyor: "Osmanlı
sultanları sadece kutsal hukuk -yani şeri şerif- konusunda gösterdikleri
gayretle değil, aynı zamanda, yasama, yani, örfî hukuk faaliyetleriyle de
temayüz etmişlerdir. 1 inci Süleyman Kanunî unvanını taşımaktadır ve yaptığı
yasama faaliyetleriyle olduğu gibi, genelde, etkin bir idare için gösterdiği
özenle de bunu hak etmiştir. Bu hukuk üretme, yani, yasama faaliyeti,
şeriatın bazı kurallarının uygulanmasını değiştirmeye kadar uzanmıştır. Tam bir
iyiniyetle kanun ve kanunnameler çıkarmışlardır ki, bunlar gerçek yasalardır.
Örneğin, Fatih "hadd" denilen şeri cezaların uygulanmasını
değiştirip, onun yerine "ulül emr" yetkisiyle farklı ve yumuşatılmış
cezalar getirmiştir." Prof. Dr. Barkan'a göre de, Osmanlıda
İslam medenî hukukunun aile ve miras hükümleri uygulanmakla beraber, kamu
düzeni açısından büyük önem taşıyan toprak meselesinde mirasın paylaşılması,
şeri hükümlerden farklı düzenlenmiştir. Amaç, miras bölünmesiyle aşırı toprak
parçalanmasını önlemektir. Tarihî gerçekler ve bilim adamlarının
tespitlerinden de anlaşılacağı üzere, Osmanlı, tarih boyunca din ile devlet
işlerini birbirinden ayırmasını son derece ustalıkla başarmıştır. Din
adamlarını kamu düzenin sağlanması için aynı ustalıkla yönlendirmeyi de
becermiştir. Osmanlıda ulema, bütünüyle devletin otoritesine bağlıdır ve devlet
yönetimini meşrulaştıran tavırları kesin olarak desteklemiştir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk
toplum yaşamının, gelenek ve görenekler de gözetilerek çağdaşlaştırılmasına
dönük arayışlar, 19 uncu Yüzyılın başlarında nitelik değiştirerek yenileşme,
bir başka ifadeyle Batılılaşma çabalarına dönüşmüştür. 1876'da ilan edilen Meşrutiyetin ardından
yürürlüğe konulan Mecelle, Türk Ulusunun yenileşme çabalarının en kapsamlı
dokümanlarından birini oluşturmuş, toplum yaşamının düzenlenmesinde bir rehber
olarak ortaya konulmuştur. 3 üncü İnönü Hükümetinin Adalet Bakanı,
İzmir Milletvekili Mahmut Esat Bozkurt'un ifadesiyle "Türk Ulusu,
yüzyılımızın gereklerine uygun olarak vücuda getirilen, kabul edilebilir,
sağlam, akıl ve zekâ ile yoğrulmuş yeniliklerin hiçbirine karşı
çıkmamıştır." Sayın milletvekilleri, tarihi değiştirme
şansına sahip değiliz; tarihi yargılayıp mahkûm da edemeyiz. Bu çerçeveden
baktığımızda, 17 Şubat 1926 Medenî Kanununa yazdığı gerekçe dolayısıyla dönemin
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'a yöneltilen eleştirileri kabul etmek mümkün
değildir. Mahmut Esat Bozkurt, Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve ulusuna yaptığı
hizmetler dolayısıyla, kendisinden önceki ve sonraki devlet adamları kadar
saygımızı hak etmektedir ve bu saygı, aynı zamanda, tarihimize bağlılığımızın
bize yüklediği bir borçtur. Bu çerçevede, Mahmut Esat Bozkurt'un kaleme aldığı,
dönemin heyecanını yansıtan bu tarihî belgedeki görüşlere katılıp katılmamamız,
bu belgenin tarihimizin bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmez. Buraya çıkıp
tarihî gerçekleri çarpıtmak, hiç kimseye fayda getirmez. Mahmut Esat Bozkurt'un
"saltanat" ifadesi, tamamıyla, Türk topraklarını işgalcilere peşkeş çeken,
onlarla işbirliği yapanlara yöneliktir. Lafı Fatih'e, Kanuni'ye uzatıp demagoji
yapmak, en azından, bu büyük devlet adamlarına yönelik çok büyük bir
hakarettir. Değerli milletvekilleri, cumhuriyet ile
çağdaş uluslara yakışan bir yönetim biçimine kavuşan Türkiye, hukuk reformunun
temel adımını Medenî Kanunla atmıştır. Yetmişbeş yıl önce, 26 kişiden oluşan
bir heyetle İsviçre Medenî Kanununu tercüme edip, vatandaşlarına birey olmanın
onurunu yaşatan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün de, zamanın eskittiği
hükümleri yenileyerek, cumhuriyeti kuran nesle layık olduğunu bir kez daha
kanıtlamaktadır. 1926 Medenî Kanunuyla, Lozan Antlaşmasıyla
Türkiye'deki azınlıklara tanınan bazı haklar ve ayrı hukuk uygulamalarını
geçersiz hale getiren, kadın-erkek farkını hukuk hayatımızdan çıkaran Türkiye,
Yüce Heyetinizin kabul edeceğine inandığımız yeni tasarıyla, kadın-erkek
eşitliğini her açıdan mutlaklaştırmaktadır. Meclisimiz, bu kanunla, Türk
Ulusuna dünyanın en ileri düzeyinde medenî haklar sunacaktır ve Türk Ulusu buna
layıktır. Bu noktada yaşanan tereddütler, bu kadarı da fazla yaklaşımları,
Büyük Atatürk'ün "yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan
güneştir" diye tanımladığı Türk neslinin yenilikçi karakteriyle asla
bağdaştırılamaz. Ateşin külleri arasında yoktan var edilen
Türkiye Cumhuriyeti Devletine unutulmaz katkılar yapan, bugün, cumhuriyet
kurumlarının hemen tamamında ve Parlamentomuzda, ülkemizin imar ve inşası için
bizlerle omuz omuza çalışan kadınlarımız için hiçbir şey fazla değildir. Değerli arkadaşlarım, burada bir parantez
açarak, Osmanlı Devletinin yenileşme çabalarına tüm varlığıyla hizmet eden,
Kurtuluş Savaşında Atatürk'ün yanı başında yer alan eşsiz kahraman Halide
Edip'i, rahmet dilekleri ve saygıyla anıyorum. Mehmet Edip Paşa'nın kızı olan ve 2 oyun,
25 kitap ve çok sayıda makaleyle Türk edebiyatının unutulmaz isimleri arasında
yer alan Halide Edip'in, ilk eserlerini, sadece kadın olduğu için takma adla
yazmak zorunda kaldığını ve ilk eşi Salih Zeki'nin yabancı bir kadınla ikinci
evliliğini yaparak onu büyük bir yıkıma uğrattığını burada anımsarsak, 1926
Türkiyesinin Medenî Kanununun ne kadar büyük bir aydınlıkla Türkiye'nin üzerine
doğduğunu anlamamız daha kolay olacaktır. Sayın milletvekilleri, Medenî Kanun
Tasarısının en büyük yeniliklerinden biri ve Türk Halkına sunduğu en büyük
imkân, her şeyden önce dilidir. Yeni Medenî Kanunumuz, okuma yazma bilen her
vatandaşımızın kolaylıkla anlayabileceği bir dile sahiptir. Bu niteliğiyle
halkçı bir kimlik kazanan Medenî Kanunumuzla övünmeliyiz. Medenî hukuk profesörü Sayın Turgut
Akıntürk, 10 Ocak 2001'de Adalet Komisyonunda yaptığı konuşmada "bizim
öğrencilerimiz 18, 19, 20 yaşlarında. Ben, ders verirken, aynı zamanda
tercümanlık da yapıyorum. 'Medenî Kanunu kim anladı' diyorum, 250 kişilik yahut
800 kişilik sınıfta 1 tane anlayan yok" ifadesini kullanmıştı. Adalet
Bakanımız Hikmet Sami Türk de, 17 Ocak 2001'de yaptığımız toplantıda "Türk
Medenî Kanununun dili, bugün, hukuk fakültesi öğrencileri tarafından ancak
sözlükle anlaşılabilmektedir" ifadesini kullanmıştı. İki bilim adamımızın
bu sözleri, Medenî Kanunun dilinin yaşayan Türkçeye uygun hale getirilmesiyle
ne kadar büyük bir iş yapıldığını ortaya koymaktadır. Bu konuda fanatizm
örnekleri sergilemenin kimseye bir yararı yoktur. Yeri gelmişken, Medenî Kanunun dilinin
Türkçeleştirilmesiyle ilgili birkaç örnek vermek istiyorum. Yürürlükteki kanunun 29 uncu maddesinde
yer alan "Ahvali şahsiye beyyineleri" kenar başlığı, yaşayan Türkçe
ve kaynak kanun esas alınarak "ispat araçları" olarak düzeltilmiştir.
Bence "ispat" yerine "kanıt" kelimesi de kullanılabilirdi.
Yine, yürürlükteki kanunda yer alan "nısfet" ifadesi
"hakkaniyet", "mahcur" ifadesi "kısıtlı",
"usul" ifadesi "üstsoy", "füru" ifadesi de
"altsoy" olarak Türkçeleştirilmiştir. Burada hepsini sayamayacağım
pek çok ifadeyi, bugünkü kuşakların anlayabileceği, yaşayan dilimize uygun
olarak düzenleyen Adalet Bakanlığı teşkilatına ve bilim adamlarımıza Grubumuz
adına şükranlarımızı sunuyorum. Değerli milletvekilleri, Medenî Kanun
Tasarısı, şekil ve ifadeye ilişkin düzenlemelerin yanı sıra, esasa ilişkin de
köklü yenilikler içermektedir. Üzerinde söz aldığım "Başlangıç"
bölümünün 1 inci maddesinin kenar başlığı ile içeriği uyumlu hale getirilmiş,
"Kanunu Medenînin tatbiki" biçimindeki başlık "Hukukun
uygulanması ve kaynakları" olarak değiştirilmiştir. 2 nci ve 3 üncü maddelerde geçen
"hüsnüniyet" terimi karışıklığa yol açtığından, farklı konulara
ilişkin olmaları dikkate alınarak "dürüstlük kurallarına uymak" ve
"iyi niyet" terimlerine dönüştürülmüştür. 4 üncü maddedeki "hak ve
nasfetle" deyimi "hukuka ve hakkaniyete" şeklinde
düzenlenmiştir. 5 inci maddenin ifade biçimi
değiştirilerek, Medenî Kanun ile Borçlar Kanununun genel nitelikteki
hükümlerinin, uygun düştükleri ölçüde, tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanacağı
hükme bağlanmış, böylece maddenin uygulama alanı genişletilmiştir. Kişiler hukukunu düzenleyen birinci
bölümün 12 nci maddesinde yapılan değişiklikle, vesayet altındaki küçüğün ergin
kılınmasında vasinin dinlenmesi şartı kaldırılmıştır. Yürürlükteki kanunun ikametgahı düzenleyen
21 inci maddesindeki "Kanunî ikametgâh" biçimindeki kenar başlığı
"Yasal yerleşim yeri" olarak değiştirilmiş, kadın-erkek eşitliğinin
mutlaklaştırılmasının bir örneği olarak, yürürlükteki kanunda yer alan
"kocanın ikametgahı kadının ikametgâhı addolunur" ifadesi metinden
çıkarılmıştır. Kişilerin kısmen bile olsa
vazgeçebilecekleri hususun haklar değil, hak ve fiil ehliyetleri olduğu, 23
üncü maddenin birinci fıkrasında açıklığa kavuşturulmuştur. Yürürlükteki kanunun Türkçeleştirilemeyen
ifadelerinden gaiplik ile ilgili kararın verilmesine ilişkin yetkili mahkemeyi
düzenleyen 32 nci maddenin ikinci fıkrasındaki "pederinin mukayyet olduğu
mahal" ifadesi, yine kadın-erkek eşitliğinin sağlanması bakımından
"anasının veya babasının kayıtlı olduğu yer" olarak düzeltilmiştir. Sicillerin tutulmasından doğan zararlardan
görevli memuru sorumlu tutan yürürlükteki kanunun 37 nci maddesine, Anayasanın
129 uncu maddesi dikkate alınarak "Kişisel durum sicilinin tutulmasından
doğan zararlar, kusurlu memura rücu edilmek kaydıyla, Devletçe tazmin
edilir" hükmü konulmuştur. Medenî Kanun Tasarısının 40 ıncı
maddesiyle cinsiyet değiştirme meselesi köklü bir şekilde düzenlenmiştir. Bu
düzenlemeyle, cinsiyet değiştirme zorlaştırılmış; 18 yaşını doldurmak, bekâr
olmak, transseksüel yapıda olup, cinsiyet değiştirmenin ruh sağlığı açısından
zorunluluğunu ve üreme yeteneğinden sürekli olarak yoksunluğunu uzmanlardan
oluşan resmî sağlık kurulu raporuyla belgelemek ve mahkemece izin verilmiş
olmak koşulları getirilmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz tasarı, her alanda radikal değişiklikler içermekte, çağdaş
Batı normlarını Türk toplumunun değerleriyle bütünleştirerek vatandaşlarımıza
en ileri düzeyde olanaklar sunmaktadır. Mal paylaşımında, edinilmiş mallara
katılma rejiminin kabulü, başlıbaşına bir reformdur. Kocanın reisliğinin
kaldırılması ve kadın-erkek eşitliğine yönelik düzenlemelerden sıkça söz
edilmektedir; ama, bu arada, kocanın aileye bakma yükümlülüğünün kaldırıldığı,
yine, kocaya da nafaka alma hakkının tanındığını özellikle vurgulamak isterim.
Yani, yeni tasarı, kadınların eksik olan haklarını tamamlarken, kocaları da
ihmal etmemiştir. Ama, bana göre, Türk Milleti bu kanunda en
büyük yararı, 240 ve 255 inci maddelerin getirdiği düzenlemeyle sağlayacaktır.
Bu düzenlemelerle, Türk ailesi, eşlerden birinin ölümüyle birlikte uğradığı
bölünme ve parçalanmadan kurtarılmaktadır. Eşlerden birinin ölümü halinde,
diğer mirasçıların taksim istemleri üzerine, sağ kalan eşin ortak konuttan
çıkarılması ve ev eşyalarının elinden alınmasını önleyen söz konusu
düzenlemeler, maddî beklentilerin yarattığı kavgalar sonucu tahrip edilen aile
bütünlüğünün Türk toplumunda açtığı derin yarayı ortadan kaldırmaktadır. Sayın milletvekilleri, görüşmekte
olduğumuz 1 030 maddelik bu kanun tasarısı, 35 kişilik seçkin bir heyetin 4
yıllık emeğinin bir ürünüdür. Tasarı, ayrıca, Adalet Komisyonunca oluşturulan
bir alt komisyonda, daha sonra da Adalet Komisyonunda çok ciddî bir müzakere
süreci geçirdikten sonra huzurlarınıza getirilmiştir. Bu tasarı iktidar tarafından hazırlanmış;
ancak, Adalet Komisyonunda, gerçekten, birlikte çalışmaktan onur duyduğum
muhalefet partilerine mensup milletvekili arkadaşlarımızın da ciddî
katkılarıyla Genel Kurula indirilmiştir. Tabiî ki eleştirilecek yanları vardır;
çünkü, oluşturulan hiçbir metnin mükemmel olduğunu ileri sürmek, biraz önceki
hatibin söylediği gibi, mümkün değildir; ama, buraya çıkıp, bu koca tasarıda
sanki hiçbir olumlu düzenleme yokmuşçasına nutuk atılması, bu tasarıya katkı
veren muhalefet milletvekillerinin emeğine de ciddî bir saygısızlıktır. Değerli arkadaşlarım, huzurlarınızda,
Medeni Kanun Tasarısı üzerinde yaklaşık 50 saat süren 11 toplantı
gerçekleştirerek ciddî bir emek veren, alt komisyonun Değerli Başkanı Bursa
Milletvekili Sayın Ali Arabacı'yı, alt komisyon üyeleri, İçel Milletvekili
Sayın Edip Özbaş'ı, Kırklareli Milletvekili Sayın Cemal Özbilen'i, Adıyaman
Milletvekili Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat'ı ve Kayseri Milletvekili Sayın
Sevgi Esen'i, tasarı üzerinde 100 saati aşan çok ciddî bir çalışma yapan Adalet
Komisyonunun Sayın Başkanı Emin Karaa'yı, değerli katkılarını esirgemeyen
komisyonumuzun tüm üyelerini, Türk Ulusuna dünyanın en ileri normlarına sahip
bu güzel çalışmayı sunan saygıdeğer Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk'ü,
çalışma arkadaşları Prof. Dr. Sayın Turgut Akıntürk ile Prof. Dr. Sayın Ahmet
Kılıçoğlu'nu, Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü Sayın Ali Em'i, Adalet
Bakanlığı Kanunlar Dairesi Başkanı Sayın Ayten Sözen'i, kanunu huzurlarımıza
getiren Bakanlar Kurulumuzun değerli üyelerini, katkıda bulunan diğer tüm kişi
ve kuruluşları ve de özellikle kadın örgütlerini, şahsım, DSP Grubu ve Türk
Ulusu adına saygıyla selamlıyor, şükranlarımızı sunuyorum. Türk Ulusuna hayırlar ve mutluluklar
getireceğine inandığım, toplumsal yaşamımızda yepyeni bir sayfa açan bu önemli
kanun tasarısına destek vereceğine inandığım Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Saygıdeğer Başkanı ve üyelerini, en derin saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Al. III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam) C) ÇEŞİTLİ
İŞLER 1. - Genel
Kurulu ziyaret eden Makedonya Cumhuriyet Meclisi Dış Politika Komisyonu Başkanı
ve beraberindeki parlamento heyetine Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şu anda,
Meclisimizi, Makedonya Dış Siyaset Komisyonundan bir heyet ziyaret etmektedir;
kendilerine hoşgeldiniz diyoruz. (Alkışlar) Teşekkür ederiz. V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 2. - Türk
Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara
Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425,
2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam) BAŞKAN - Sayın Bakan, konuşacak mısınız? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -
Evet. BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanımız... NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Gruplar
konuşacak. BAŞKAN - Efendim, Sayın Adalet Bakanımız
konuşacak. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Ama, gruplar
konuşmadı. BAŞKAN - Bakan Bey söz istedi. MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Daha gruplar
bitmedi. BAŞKAN - Efendim, niye gruplar bitmesin! Arkadaşlar, "son söz
milletvekilinin" ilkesine göre, Sayın Bakan, bu safhada konuşmak istiyor.
Şimdi, Sayın Bakan en son konuştuğu zaman bir milletvekiline daha söz vermek
durumundayız. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Kardeşim, gruplar
adına söz bitecek, ondan sonra Sayın Bakan konuşacak. BAŞKAN - Efendim, hükümet o zaman söz
hakkını geri alsın. Benim elimde bir şey yok ki canım! Hükümetin önceliği var. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - İzin verirseniz,
gruplar adına konuşmalar tamamlansın. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Hocam, gruplar
konuşacak, saygısızlık olur. HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Yeni âdet mi
çıkarıyorsunuz?!. BAŞKAN - Efendim, benim yeni âdet
çıkardığım yok. Hükümetin öncelikli hakkı var. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Yani, şahıslar
adına konuşuluyormuş gibi bir görüntüye... Bu, yeni âdet mi?! AHMET İYİMAYA (Amasya) - Bir defa, Sayın
Bakan, bu bölümdeki parti görüşlerini cevaplandıracak; buna imkân yok. İki; şu ana kadar parlamento hukukunun bir
geleneği var; Bakanımın da bu konuda anlayış göstermesini bekliyoruz. BAŞKAN - Sayın İyimaya, İçtüzüğümüze göre,
komisyon ve hükümetin öncelikle söz isteme hakkı var. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Önceliği
kullanmadı kardeşim; o sıra düzeni geçti. BAŞKAN - Canım, bundan sonra da sizin görüşlerinize
yer verir. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Ya, lütfen,
Başkanım... BAŞKAN - Hayır, şimdi, İçtüzükte "son
söz milletvekilinindir" ilkesi gereği, biz şimdi... AHMET İYİMAYA (Amasya) - Efendim,
partiler... BAŞKAN - Sayın Bakan öyle takdir etti de
onun için; benim yapacağım bir şey yok. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Arz ediyorum
Sayın Başkanım: Sayın Bakanımız bütün gruplardan önce konuşabilirdi; sıra
düzeni bütün partiler için oluştu... BAŞKAN - Sayın İyimaya, ortada
konuşmasının ne engeli var?! AHMET İYİMAYA (Amasya) - Hiçbir örneği
yok... BAŞKAN - Sayın Ercan, buyurun. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkanım,
bugüne kadar bu parlamento geleneğimizde gruplar konuşmalarını yapar, tamamlar;
eğer şahıslar adına konuşmacı varsa, pek haklı olarak Sayın Bakanım... Geçmişte
de hep olmuştur; yani, o iki şahıstan biri konuşur, o iki şahıs arasında da
Sayın Bakan konuşur; biz onu biliyoruz yani, bir başka şahsın burada yeniden
söz alıp konuşmasına imkân vermemek açısından doğrudur; ancak, burada Sayın
İyimaya'nın söylediği gibi, değerli hocamız Sayın Bakan burada grup
sözcülerinin konuşmalarına yer yer temas edecektir, bunlara yer yer varsa
birtakım... BAŞKAN - Şimdi, Sayın Ercan, biliyorsunuz,
maddeler ve bölümler üzerinde, yani 91 inci maddeye göre yapılan bu özel
müzakerede bölümler üzerinde milletvekillerinin söz hakkı yok; ancak,
İçtüzüğümüzün temel kuralına göre, son söz milletvekilinindir... NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Anlaşıldı
efendim, biliyoruz. Ben sadece bir genel teamülden söz ettim. BAŞKAN - Hayır, benim yapacağım bir şey
yok; Sayın Bakan söz istemezse, ben bir şey demem. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Hayır, o zaman
bir temel yasayı bugün Genel Kurul müzakere ediyorsa, Sayın Bakanımın böyle bir
varyasyonla burada bu Mecliste bir arkadaşımızın daha bu tasarı üzerinde
düşünce serd etmesini önlemeye matuf girişimini de doğrusu yadırgadığımı
söylemek isterim. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Nasıl cevap
verecek?! NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Yani, hiç
yakışmadı bu. Eğer 1 030 maddelik çok temel bir yasada bir değerli arkadaşımızın
daha eğer kişisel görüşü bile olsa, onu önlemek babında Sayın Bakanımın böyle
bir girişimini doğru bulmuyorum. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Öyle bir
şey yok Sayın Ercan. BAŞKAN - Ben, bunu kendim... Sayın Bakan
böyle bir niyeti olduğunu bana söylemedi. Ben dedim ki: Hükümetin ve
komisyonların, öncelikle söz isteme hakkı var; bu, birinci gruptan sonra da
olabilir, gruplardan sonra da olabilir, milletvekillerinden sonra da olabilir.
Takdir hükümetin. Benim buna müdahale etme hakkım yok. Sayın Bakan konuşmak
istemişlerdir, ben kendisine söz verdim; ama, Sayın Bakan derse ki "ben
konuşmuyorum, bütün gruplar bitsin, ondan sonra konuşurum" o kendi takdiri
sayın Ercan, benim yapacağım bir şey yok. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Biz de, sizin
aracılığınızla, maruzatımızı Yüce Meclise duyuruyoruz. BAŞKAN - Peki efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -
Sayın Başkan, zannediyorum tartışmayı daha fazla uzatmakta bir yarar yok;
çünkü, ben Sayın Başkana, şahısları adına konuşacak olan son milletvekilinden
önce söz istediğimi ifade etmiştim. Sayın Başkan, belirlenen usule göre,
bölümler üzerinde şahıslar adına konuşma olmadığını, gruplar adına yapılacak
son konuşmadan önce söz alabileceğimi ifade etti. Ben de o çerçeve içerisinde
söz aldım. Ben, elbette, bütün grupları ve bu arada, şahısları adına
görüşlerini açıklayacak değerli milletvekillerini dinlemekten büyük bir
mutluluk duyarım. Hele, Sayın İyimaya gibi, hitabetine özel bir değer verdiğim
bir arkadaşımızı dinlemek, beni ayrıca memnun eder. O bakımdan, ben, bir yanlış
anlaşmadan kaynaklanan bu durumu önlemek için, Sayın Başkan izin verirse, Sayın
İyimaya'dan sonra söz almak üzere şimdi yerime dönüyorum. BAŞKAN - Hayhay Sayın Bakan, takdir sizin. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) -
Ama, ondan sonra, bütün grupların görüşlerini aynı zamanda değerlendirmek
olanağına sahip olacağım.(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Teşekkür ederim. BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına
Sayın Ahmet İyimaya; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika Sayın İyimaya. DYP GRUBU ADINA AHMET İYİMAYA (Amasya) -
Çok Değerli Başkanım, Yüce Parlamentonun Muhterem Heyeti, Yüce Meclis tarihî
günlerini yaşıyor. Özel hukukun anayasasını yapıyoruz. İnsanın doğumundan
ölümüne, daha baştan sonrasına olan hukukunu tanzim ediyoruz. Hafızam 17 Şubat 1926 tarihine gidiyor;
Yüce Meclisin Başkanlık kürsüsünde Reis Kâzım Bey, Cumhurbaşkanına mahsus
locada Gazi Mustafa Kemal, Bakanlar Kurulunun başında Başvekil İsmet Bey,
yanında Mahmut Esat ve bütün bakanlar. İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - İsmet İnönü!.. AYDIN TÜMEN (Ankara) - İsmet İnönü!.. AHMET İYİMAYA (Devamla) - Mecliste
muhalifi muvafıkı bütün milletvekilleri, o devrimin, o temel kanunun
görüşülmesini, birlikte, bir büyük millî ruh içerisinde yapıyorlar. NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Bizimkiler
nerede?.. AHMET İYİMAYA (Devamla) - Şu anda Meclis
Başkanımızı burada görmek isterdim, şu anda ve dün, en azından, Başbakanı ve
Bakanlar Kurulunu burada görmek isterdim ve bu büyük kanunun müzakeresinde
Cumhurreisinin mahsus mekânında yer almasını isterdim. Doruktakiler,
enerjilerini, siyasî tekrarlara ve maalesef, bireysel sürtüşmelere ayırıyorlar,
harcıyorlar. Değerli arkadaşlar, bugün, bu büyük olayı
bir devrim gözlüğüyle izleyebilirsiniz. Bugün, bu büyük olayı bir reform
bakışıyla değerlendirebilirsiniz; ama, Türk hukuk ilminin de, geniş anlamda
diğer bilim dallarının da henüz değerlendirmediği bir açıyla yaklaşmak
istiyorum soruna. Bir milletin başka milletin hukukunu almasının
şartları, iktibas gözlüğüyle yaklaşmak istiyorum, eğer bu açı eksik bırakılırsa
-ki, bırakılmıştır- ondan sonraki bakışlar, ondan sonraki kanunlaştırmalar ve
reformlar daima noksan kalacaktır. Değerli arkadaşlarım, gerçekten, Türk
bilimi, ne sosyolojisi ne felsefesi ne de kültürel değerlendirmesi, Medeni
Kanunun ve o yıllardaki 5 büyük kanunun -Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu ve diğer kanunların- bir bütün olarak devrim yoluyla aktarılmasının
getirileri ve götürüleri üzerinde tam bir tartışma yapmamıştır. İlk onbeşinci
yılda Ferit Ayıter, Schuwarz, sonraki yıllarda Velidedeoğlu ve Gülnihal
Bozkurt, hukuk ve hukuk sosyolojisi açısından yaklaşmışlardır; ancak, bu
eleştiriyi yapmak, sonraki hareketler için de önemli ulusal ve yasama organının
kaçınamayacağı bir görevdir. Doğrusu, millî temsili, milleti temsil
görevini üstlenen bir milletvekili olarak, bin yıllık devlet geleneği, yüz
yıllık Batılılaşma ve modernleşme imkânı var olan bir milletin, başka bir ulus
ve kültür çevresinden kanunlar almasıyla karşı karşıya kalmasını
değerlendirirken, bunun sevindirici bir olay olamayacağını vurgulamak isterim;
ama, itiraf etmeye mecburuz ki, o Batılılaşma ve o tarih itibariyle yüz yılı
aşan modernleşme hareketi içerisinde Medeni Kanunun alınması ulusal bir
zaruretti ve bunun iki temel nedeni vardır. Gerçekten, Lozan görüşmeleri sırasında,
yabancı devletlerin, âkit, görüşmeci diğer devletlerin temel şartlarından
birisi, Türkiye'nin hukuk birliğine kavuşması gerekçesiydi. Kapitülasyonlar,
Kanunî Sultan Süleyman'dan bu yana, Türkün, Osmanlının ve cumhuriyetin önemli
bir tehdit unsuruydu. İsmet Paşanın 1922 yılında Başbakan Rauf Beye gönderdiği
telgrafı okursanız, o zaruret ortaya çıkar ve bu Medenî Kanun, tercüme yoluyla
süratli şekilde kanunlaştırılmış olmasaydı, o taahhüt verilmeseydi, Anadolu'da
cephede kazandığımız zafer, rahat rahat, masada bir hezimetle veya ikinci bir
savaşla sonuçlanabilirdi. Ben inanıyorum ki, o büyük insan, o dâhi
Atatürk, gerçekten, o dönemde, Lozan'ın 42 nci maddesinin şartı olmasaydı,
Sultan Reşat döneminde İsviçre'ye gönderilen -işte Mahmut Esat Bozkurt
örneğidir- hukukçuları toplar, dört senede, beş senede millî bir kodifikasyon
yapabilirdi, bunu sağlayabilirdi; ama, şartlar buna imkân vermiyordu değerli
arkadaşlar. İncelemelerim onu gösteriyor ki, Medenî
Kanunun, devrim ve tercüme yoluyla Türk Hukukuna aktarılması bir zaruretti
-İsviçre Medenî Kanununun, Batı medenî kanununun- ama "hangi medenî kanun
aktarılmalıdır" sorusuna, maalesef, devrimci kurulun kararı değil, yalnızca,
Mahmut Esat Bozkurt'un kendi görüşü egemen olmuştur; çünkü, Mahmut Esat
Bozkurt, İsviçre hukuk çevresinde eğitim gören bir zattı. Bakın, 1941 yılındaki Medenî Kanunun 15
inci Yılı Sempozyumunun değerlendirmesinde -1944 yılında yayımlandı- Mahmut Esat
Bozkurt, Medenî Kanunun İsviçre'den tercihinin sebebini şöyle izah eder:
"Fransız Medenî Kanunu, çok ihtiyar ve canlı cenazedir. Alman Medenî
Kanunu, mücerret ve filozofiktir. İsviçre Medenî Kanunu ise, yeni, pratik ve
anlaşılabilirdir." Bu, Mahmut Esat Bozkurt'un devrime yansıyan kişisel
tercihidir ve kodifikasyon tahlilinde, resepsiyon tahlilinde Japonya örneğinin
de incelenmesi lazımdır değerli arkadaşlar. Her büyük hukuk hareketinin arkasında,
daima bir büyük hukukçu ekip veya hukuk otoritesi ve büyük bir siyasî irade var
olmuştur. İstanbul, tarihte iki büyük hukuk
kodifikasyonuna merkezlik yapmıştır. Bunlardan birisi, meşhur Roma Hukukçusu
Triboniyanus'un derlediği bir kodifikasyondur ve arkasında Jüstinianus vardır.
İkincisi, Ahmet Cevdet Paşa'nın, sanıldığının aksine, örfî karakterde olan,
gelenek karakterinde olan mecellesidir; arkasında Ahmet Cevdet Paşa'nın hem
kalemi hem kılıcı vardır; çünkü, hem siyasî iradeyi hem hukuk iradesini temsil
ediyor. Medenî Kanunun arkasında da Atatürk'ün büyük iradesi vardır; komisyon
çalışmalarına zaman zaman bizzat iştirak etmiştir; İsmet İnönü, bizzat bunların
okunmasına delalet etmiştir değerli arkadaşlar. Burada bir mecelle-Medenî Kanun karşıtlığı
ortaya konmak istendi. Türkün Meclisinde, Büyük Mecliste sorunlar doğru
değerlendirilmeli ve muhtevalarına uygun objektif bir yaklaşım sergilenmelidir.
Bugün mecelle, kendi şartları içerisinde büyük bir hukuk kodifikasyonudur; ama,
ömrünü tamamlamıştır, tarihindeki mutena yerini almıştır. Medenî Kanun, büyük
bir devrimdir; ama, bugün, önemli bir reform hareketiyle, büyük ölçüde özünü
koruyarak ömrünü tamamlayacak, tarihteki mutena yerini alacaktır. Bu yıl,
Osmanlının 700 üncü yılıdır. Devlet siyasetinin ve felsefesinin Osmanlıya bakış
açısının değiştiği bir dönemdir. Devrim dönemlerinde ve Sayın Demirel'in bir
konuşmasında isabetle izah ettiği gibi, meşrulaştırma argümanı olarak
kullanılan malzemelerin, bugün, reform dönemlerinde, barış dönemlerinde
kullanılmaması lazımdır ve esasen, 1945 yılında, Hasan Ali Yücel, İstanbul
Hukuk Fakültesine gönderdiği metinde, mecellenin ve Ahmet Cevdet Paşanın
bilimsel olarak incelenmesi görevini vermiş; Ebul Ula Mardin, "Medenî
Hukuk Bakımından Ahmet Cevdet Paşa" eserini yayımlamıştır. Bir kültür
havzası içerisinde tarihselleştirilerek bugünün kültürü öbür günün kültürüyle
savaştırılamaz. Ahmet Cevdet Paşa, benim gerçeğimdir, büyük tarihçidir,
hukukçudur. Mecelle, milletimin gerçeğidir, bir hukuk abidesidir; ama, ömrünü
tamamlamıştır. Mahmut Esat Bozkurt, benim değerimdir, ortak değerimdir; daha
Türkiye tanımıyor. Medenî Kanun benim değerimdir, uygulanmıyor. Bakın, Mahmut Esat Bozkurt diyoruz,
mangalda kül bırakmıyoruz arkadaşlar! Mahmut Esat Bozkurt, değeri kavranmamış
ve bugünün Türk aydınının henüz incelemediği bir meçhuldür, bir bilinmezdir.
Mahmut Esat Bozkurt'un Sultan Reşat tarafından İsviçre'ye gönderilme belgesi,
1945 yıllında zannediyorum harbe girme kaygısı içerisinde, Türk Hukuk Kurumunun
deposunda metruktur. Bir araştırma sırasında gözüme çarptı. Mahmut Esat
Bozkurt'un doktora tezi ilginçtir; Osmanlı kapitülasyonlarıdır ve o dönemde,
yani savaş dönemlerinde, faşizmin dorukta olduğu dönemde, Osmanlının
kapitülasyonları tek taraflı olarak feshedeceği tezini savunmuş ve Avrupa'ya
benimsetmiştir; ama, o tezin -bugün inceledim- Millî Kütüphanemizde örneği yok,
Meclisimizde örneği yok; ne tercümesi var ne kendisi var. Yine, değerli arkadaşlar, Mahmut Esat
Bozkurt'un yazdığı bir destan; kendisi 31 yaşındadır, hukuk doktorudur,
Atatürk, Adalet Bakanlığına getirmek istemektedir; ama, Birinci Mecliste
Kurtuluş Savaşı ve diğer problemler çözülmektedir; ne Meclisin ne toplumun bu
devrimlere hazır olmadığını belirterek bakanlığı reddeder ve İktisat
Bakanlığını kabul eder. 34 yaşında Adalet Bakanıdır. Türkiye, ilk uluslararası
büyük davasını Adalet Divanında yaşamaktadır, Bozkurt-Lotus Davasını
yaşamaktadır ve Atatürk ile İnönü'nün bulunduğu yerde "ben, genç olarak bu
davayı savunacağım ve bu davayı Uluslararası Adalet Divanında (Beynelmilel
Adalet Divanında) kazanacağım; kaybedersem Türkiye'ye dönmeyeceğim"
demiştir. Şu anda, o büyük müdafaa belgelerinin asılları devletin arşivinde
yok. 1927 yılında, Türk Ocaklarında basılmış. Bu, işte, bakınız,
"Beynelmilel Lahey Adalet Divanı Adaleti Huzurunda Bozkurt-Lotus
Davası"; daha çevirmedik. Büyük Millet Meclisinde örneği var, Millî
Kütüphanede var; Adalet Bakanlığında var mı bilmiyorum. Onun için, biz, sözde
gelişmişiz, edebiyat toplumuyuz. Mangalda kül bırakmıyoruz; ama, o mangalda ne
ateş var ne odun var. Devrimin de felsefesi vardır, reformun da felsefesi
vardır, evrimin de felsefesi vardır. Buradan, devlet aklı bakımından çıkarmamız
gereken sonuçlar var arkadaşlar, yapılar bakımından çıkarmamız gereken sonuçlar
var, bu kodifikasyon, resepsiyon, iktibas meselesinde. Bir, genellikle bizler, devlet
olarak, kurumlar olarak liyakat ve bilgi temeline oturmuyoruz, onun için de
kurumsallaşamıyoruz. Evrimi ve sosyolojik gelişmeyi erken veya zamanında
algılayamıyoruz, aynen bugün küreselleşmede, aynen bugün özelleştirmede, aynen
bugün liberalleşmede algılama gecikmesine düştüğümüz gibi. Bireysel yetenekler,
kolektif akıl, genellikle bürokrasinin direnciyle ve yeteneksiz muhterislerin
iradeleriyle kuşatılıyor. Ben, bu kanunun müzakeresini bu bakımdan önemsiyorum.
Aslında, ne getiriyoruz, ne götürüyoruz onu tartışmak isterdim. Ne var ki, iki
gündür müzakereleri takip ediyorum, meselenin felsefî boyutu ortaya
konulmayınca, bu boyutu ortaya koymayı bir görev saydım. Arkadaşlar, bugün
yaptığımız, Medenî Kanunun millileştirilmesinin tamamlanması hadisesidir.
Devrimden evrime geçişin son noktalarına yaklaşma hadisesidir. İlk defa
rahmetli Menderes 1951 yılında Medenî Kanunu bu anlamda bir komisyonda gündem
konusu kılmış ve nihayet 1971 yılında bu komisyonun raportörü merhum Ordinaryüs
Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bunu yayıma sunmuştur. Ondan sonra bir komisyon
daha kurulmuştur, ondan sonra, benim de içinde bulunduğum ve her iki
başkanımızın da şu anda mahsus mekânlarında yer aldığı Kılıçoğlu - Akıntürk
Komisyonu teşekkül ettirilmiştir. Bunlar büyük emek vermişlerdir, büyük emek
verilmiştir. Bu çalışmalar, ne basite alınmalı ne de olduğundan büyük
gösterilmelidir. Noksanları yok değil; Medenî Kanunumuzda noksanlar yok değil.
Türk Medeni Kanunu veya İsviçre Medeni Kanunu, 1941 yılında Schwarz'ın da ifade
ettiği gibi, umumî hükümlerden mahrum bir kanundur; kadınlarla ilgili temel bir
eşitlik kuralı konulabilir, mülkiyetle ilgili bir genel hüküm konulabilirdi. Ben, sözlerimin sonunda, 1951-1971
komisyonuna, 1981-1984 komisyonuna, 1994-1998 komisyonuna -kendim hariç-
şükranlarımı ifade ediyorum. Bir büyük görev, bir büyük toplumsal proje, bugün
yasalaştırılmaktadır. Adalet Komisyonuna teşekkür ediyorum, uzun
çalışmalarda bulunmuştur. Değerli Bakanım, şu anda siz, kaderin,
tarihin ve talihin imtiyazlı bir bakanısınız. Mahmut Esat Bozkurt, bir devrimci
olarak müzakereleri tedvir eden bir zattı, katılan bir zattı. Tabiî, o gün de
millîleştirildi, o safhaya girmek istemiyorum, Yargıtayın, bilimin, şerhlerin
safhasına girmek istemiyorum; ama, millîleşme, evrimleşme ve reform hadisesinde
büyük bir misyon üstlendiniz, şükranlarımı iletiyorum. Her maddeyi nasıl
okuduğunuzu ve didik didik nasıl değerlendirdiğinizi yakından biliyorum ve bu
büyük kanunun, milletimiz için, hukukumuz için, vatanımız için, ülkemiz için
hayırlı olmasını diliyor, burada bulunan milletvekillerinin, muhterem üyelerin,
tarihin bir şansı gereği burada bulunduklarını kabul ediyor, bundan sonraki
müzakerelere de diğer zevatın katılmasını bir devrim geleneği olarak diliyor,
saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İyimaya. Şimdi hükümet adına, Adalet Bakanımız
Sayın Türk; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. Ahmet Beye de cevap vermeyi unutmayasınız
Sayın Bakanım! ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -
Sayın Başkan, değerli üyeler; söz alan bütün grup sözcülerine içtenlikle
teşekkür ediyorum. Sayın İyimaya, bize Türk Medenî Kanununun
geçmişini, nasıl hazırlandığını, felsefî bir bakış açısıyla anlattı. Kendisi,
bu kanun tasarısının hazırlanmasında emeği geçenlere, kendisini dışarıda tutmak
suretiyle, teşekkür etti. Ben, dünkü konuşmamda, emeği geçen herkese, Sayın
İyimaya dahil olmak üzere, teşekkürlerimi ifade etmiştim, bugün onu bir kez
daha tekrarlıyorum. Şimdi, görüşme konusu Türk Medenî Kanun Tasarısının
Başlangıç ve Kişiler Hukuku kitabının Birinci Bölümü; yani, Gerçek Kişiler;
ancak, yapılan konuşmalar, çoğu kez bunların dışına taştı. Bunu,
yadırgamıyorum; çünkü, Türk Medenî Kanunu Tasarısı gibi, son derece önemli bir
kanun tasarısı üzerinde genel olarak her zaman söylenecek çok şey vardır.
Zaten, o sözler de, bu tasarının önemini ortaya koymaktadır. Türkiye'de batı ülkelerinden kanunlar, ya
da geçen yüzyıl kullanılan terimle, kanunnameler iktibas etmek, batılılaşma
hareketlerinin bir parçası olmuştur. Gerçekten, 1840'tan itibaren, Türkiye,
Ceza Kanunnamesiyle başlamak ve önce Kara Ticareti Kanunnamesi, sonra Deniz
Ticareti Kanunnamesiyle devam etmek üzere, çeşitli kanunları batı ülkelerinden
daha geçen yüzyılda almıştır. Fransız Medenî Kanununun alınması da
düşünülmüştü; ancak, Sayın İyimaya'nın burada büyük övgülerle söz ettiği ve
şüphesiz Türk hukukuna büyük katkıları olan Ahmet Cevdet Paşa, buna gerek
olmadığını söylemiştir ve onun yerine Mecelle hazırlanmıştır. Türk Medenî
Kanunu, 1926'da kabul edilmeden önce de, iki komisyon, bizim koşullarımıza
uygun bir Borçlar Kanunu ve bir Medenî Kanun hazırlamak üzere görevlendirmişti.
Bu komisyonlardan biri, Ahvali Şahsiye Komisyonu, yani kişinin durumuyla ilgili
kuralları hazırlayacak olan komisyon; ikincisi de, Vacibat Komisyonu, yani
borçlarla ilgili düzenlemeleri yapacak komisyondu. Ancak, her iki komisyon,
çalışmalarında bir ilerleme sağlayamamış, eski hukuk kalıplarından kurtulamamış
ve zaman ilerlediği halde bir sonuca varamamış. Oysa, Türkiye, sür'atle,
hukukunu lâik temeller üzerinde yeniden kurmak istiyordu. O nedenle, dönemin
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, her iki komisyonu lâğvederek, onların
yerine, İsviçre Medenî Kanunu ve İsviçre Borçlar Kanununun iktibası suretiyle,
özel hukukun yeniden düzenlenmesini sağlamıştır. Bu bakımdan, olayı, sadece,
Lozan Antlaşmasının 42 nci maddesine bağlamak, yeterli bir açıklama
olmayacaktır. Çünkü, Türkiye, hukukunu kısa zamanda yenilemek istiyordu. Türk
Medenî Kanunu da bunu sağlamıştır. Dün de söylediğimiz gibi, Türk Medenî
Kanunu, Türk hukuk devriminin simgesi olmuştur. Şimdi, bu devrimi, 21 inci Yüzyılın
anlayışı içerisinde, üçüncü binyılın başlangıcında daha ileri götürmek
istiyoruz. Bunu, millîleştirmenin tamamlaması olarak niteleyebilirsiniz, evrim
olarak da niteleyebilirsiniz, reform olarak da adlandırabilirsiniz; ama,
herhalde yaptığımız çalışma, çok önemli bir çalışmadır ve bu çalışma, 21 inci
Yasama Döneminde gerçekleştirilmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütün kanunlar, anlamlarını, mahkemelerin verecekleri kararlarda bulurlar.
Böylece, hukukun uygulanması, kanunları zaman içerisinde anlam itibariyle
zenginleştirir, somut koşullarda sorunları çözecek, uyuşmazlıkları çözecek
niteliğe kavuşturur; ancak, bu yapılırken, hâkimlerin, sadece kanunun sözüne,
eski terimle, lâfzına bağlı kalması yeterli değildir. O nedenle, kanunlar, aynı
zamanda özleri itibariyle; yani, amaçları, anlamları itibariyle yorumlanırlar,
eski terimle, kanunlar, yalnız lâfzıyla değil, aynı zamanda ruhuyla uygulanırlar.
İşte, bu, yeni Türk Medenî Kanunu
Tasarısının 1 inci maddesinde de "Kanunlar, değindikleri bütün konularda
sözüyle ve özüyle uygulama alanı bulur" şeklinde ifade edilmiştir. Ancak,
hangi kanun olursa olsun, kanunlar ne kadar ayrıntılı düzenleme getirirse
getirsinler, o kanunların da eksik kaldığı noktalar olabilir. Böylece, bir
konuda yasal düzenleme yoksa, toplumda yüzyıllar boyunca oluşmuş olan örf ve
âdetlere bakılır; ama, eğer örf ve âdetlerde de bir kural yoksa, Türk Medeni
kanunu ve yeni tasarı, hâkime, hukuk yaratma yetkisini vermiştir. Gerçekten,
yürürlükteki kanunun ve tasarının 1 inci maddesine göre, böyle bir durumda,
hâkim, kendisi yasa koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse, sorunu öyle
çözecektir; ancak, bunu yaparken, hâkim, bilimsel görüşlerden, yani doktrin ya
da öğretiden; ayrıca, yargı kararlarından, yani içtihatlardan yararlanacaktır;
bu kaynaklara başvuracaktır. Böylece, hukukun gelişmesi sağlanmış olacaktır.
İşte, yeni tasarının 1 inci maddesinde, bu hususlar hükme bağlanmış
bulunmaktadır. Başlangıç hükümleri arasında, şimdiye
kadar "hüsnüniyet kuralları" olarak adlandırılan, ama, sübjektif iyi
niyetten, yani kişide aranan iyi niyetten ayırmak için, herkesin uymak zorunda
olduğu davranış kurallarını belirtmek için, objektif iyi niyet kuralları olarak
adlandırılan kurallar yerine "dürüstlük kuralları" denilmiştir. Dün,
tasarının geneli üzerindeki görüşme sırasında da söylediğim gibi, bu, kaynak
İsviçre Medenî Kanununun Almanca metnine de uygun bir terminolojidir. Böylece,
kişiler, borçlarını yerine getirirken, dürüstlük kurallarına uygun hareket
etmelidirler; ancak, bir kişinin, iyi niyetli olduğu da, iyi niyetli olarak
hareket ettiği de, bir varsayım olarak kanunda öngörülmüştür. Böylece, kanunun 2 nci ve 3 üncü maddelerinde
bir yandan "objektif iyi niyet kuralları" yerine "dürüstlük
kuralları", bir yandan da "iyi niyet" yerine, yine aynı sözcük
kullanılmak suretiyle, hukukî bakımdan her iki kavram arasındaki fark
belirtilmiştir. Hâkim, çeşitli konularda takdir yetkisini
kullanmak durumundadır. Böyle bir durumda, şimdiye kadarki metinde, hak ve
nısfetle karar vereceği belirtilmiştir. Bugün "nısfet" sözcüğü herkes
tarafından anlaşılmamaktadır; onun yerine "nasfet" sözcüğü de
kullanılır. Şimdi, yeni tasarıda, kaynak İsviçre Borçlar Kanununa da uygun
olarak, hâkimin, takdir hakkını, hukuka ve hakkaniyete uygun olarak kullanacağı
belirtilmiştir. Zaten "nısfet" sözcüğünün de anlamı, adalete uygunluk
ya da hakkaniyettir. Bu bakımdan, yeni terminoloji, amacı daha iyi ifade etmektedir. Başlangıç hükümleri arasında yer alan 5
inci maddede, yürürlükteki kanunda, sözleşmelerin yapılmasına ve sona ermesine
ilişkin kuralların, medenî hukukun diğer alanlarında da -genel kurallar
oldukları ölçüde- uygulama alanı bulacakları belirtilmiştir. Yeni tasarıda, bu
konuda, sadece, sözleşmelerin yapılmasına ve sona ermesine ilişkin genel
kurallar değil; ama, gerek Medenî Kanunda, gerek Borçlar Kanununda yer alan
genel nitelikteki kuralların, özel hukukun bütün alanlarında uygulama alanı bulacağı
ifade edilmiştir. Başlangıç hükümleri arasında, resmî
belgelerle ilgili olarak, bunların, belgeledikleri olguları doğru olarak kabul
eden bir karine yer almaktadır; ancak, bu belgelerin tersi, yürürlükteki
kanunda, her türlü araçla ispatlanabilir. Bu konuda herhangi bir şekle bağlılık
yoktur; ancak, yeni tasarı, haklı olarak, bu konuda kanunlarda farklı hüküm
bulunmasını saklı tutmuştur. Böylece, başlangıç hükümleri, 76 yıllık bir
uygulamada edinilen tecrübelerin ışığında daha da açık ifadelere kavuşturulmuş
bulunmaktadır. Şimdi, kişiler hukuku, yürürlükteki
kanunda olduğu gibi, önce gerçek kişiler, sonra da tüzelkişilerle ilgili
kurallar getirmektedir. Gerçek kişilerle ilgili kurallar arasında, önce
kişilik, daha sonra kişisel durum siciliyle ilgili kurallara yer verilmiştir.
"Kişilik" başlığını taşıyan birinci ayırımda, kişilere tanınan hak ve
fiil ehliyetleri, hısımlık, yerleşim yeri, kişiliğin korunması, kişiliğin
başlangıcı ve sonu gibi konular düzenlenmiştir. Hak ehliyetini düzenleyen 8
inci maddenin birinci fıkrasında, bir arkadaşımızın yadırgamasına rağmen
"her şahıs" yerine "her insan" sözcüğü kullanılmıştır;
çünkü, hak sahibi olan da insandır; yükümlülük sahibi, borç sahibi olan da
insandır ve günümüzün insan hakları anlayışı içinde bunların öznesinin insan
olduğunu belirtmekte yarar vardır. Şimdiye kadar "medenî haklardan
istifade" olarak anlatılan husus, yeni kanunda "hak ehliyeti"
olarak ifade edilmiştir. Şimdiye kadar "medenî hakların kullanılması"
biçiminde belirtilen husus ise yeni kanunda "fiil ehliyeti" olarak
belirtilmiştir. Bu nitelendirmeler, kaynak İsviçre Medenî Kanununa uygun
nitelendirmelerdir. Doktrinde de, öğretide de zaten böyle yapılmaktaydı. Bu arada, fiil ehliyetinin koşulları
arasında ayırt etme gücüne sahip olmak ve ergin olmak yanında, üçüncü unsur
olarak kısıtlı olmamak koşulu da 10 uncu maddede belirtilmiştir. Yürürlükteki kanunun, ergin kılınmayı
düzenleyen 12 nci maddesinden farklı olarak tasarının 12 nci maddesinde vasinin
dinlenmesi koşuluna yer verilmemiştir; çünkü, tasarının 463 üncü maddesi
uyarınca, vesayet altındaki küçüğün ergin kılınmasında vesayet ve denetim
makamlarının izni gerekli olduğundan, ayrıca vasinin dinlenmesine gerek
görülmemiştir. Tasarının 19 uncu maddesinde yerleşim yeri
düzenlenmiştir. Yerleşim yeri, bir arkadaşımızın yine yadırgamasına rağmen,
ikametgâh karşılığı olarak kullanılmıştır. Getirilen hükümlerde bir değişiklik
yoktur; sadece, yerleşim yeri tanımlanırken, yerleşmenin sürekli nitelikte
olması unsuruna açıklık kazandırılmış bulunmaktadır. Yürürlükteki kanunun, ikametgâhı
düzenleyen 20 nci maddesinin kanunî ikametgâh biçimindeki kenar başlığı,
tasarının 21 inci maddesinde yasal yerleşim yeri olarak değiştirilmiş; ancak,
kadın-erkek eşitliğinin sağlanması amacıyla "kocanın ikametgâhı, karının
ikametgâhı addolunur" hükmüne yer verilmemiştir. Tasarının 23 üncü maddesinde, yürürlükteki
kanunun 23 üncü maddesinden farklı olarak, kişilerin kısmen bile
vazgeçemeyecekleri hususun hak ve fiil ehliyetleri olduğu açıklığa
kavuşturulmuştur. Bu arada, yürürlükteki kanunun 24/a
maddesi yerine getirilen 25 inci maddede kişilik haklarına saldırıyla ilgili
hükümler arasında manevî tazminat isteminin mirasçılara geçebilmesi için, daha
önce, onun, miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olması koşulu aranmıştır.
Böylece, yürürlükteki kanundan farklı bir hüküm getirilmiştir; çünkü,
yürürlükteki kanun, manevî tazminat isteminin mirasçılara geçeceğini kabul
etmekteydi. Yürürlükteki kanunun gaiplik kararının
verilmesinde yetkili mahkemeyi düzenleyen 31 inci maddesinin ikinci fıkrasında
geçen "pederinin mukayyet olduğu mahal" deyimi, yine, kadın-erkek
eşitliğini sağlayacak biçimde, tasarının 32 nci maddesinde "anasının veya
babasının kayıtlı olduğu yer" biçiminde değiştirilmiştir. "Kişisel Durum Sicili" başlığı
altında düzenlenen ikinci ayırımda, sicillerin tutulmasından doğan zararlardan
doğrudan doğruya memurların şahsen sorumlu olacağını öngören yürürlükteki 37
nci madde hükmünün, Anayasanın 129 uncu maddesiyle çeliştiği dikkate alınarak,
yeni 38 inci maddeye "Kişisel durum sicilinin tutulmasından doğan
zararlar, kusurlu memura rücu edilmek kaydıyla, Devletçe tazmin edilir"
hükmü konulmuştur. Böylece, medenî hukukta vesayet organları ve tapu memurları
ile nüfus memurları arasındaki farklılık ortadan kaldırılmıştır. Yürürlükteki kanunun 29 uncu maddesine,
sonradan, 3444 sayılı Kanunla eklenen ve cinsiyet değişikliğini düzenleyen
hükmün yerine, tasarıya, 40 ıncı madde olarak yeni bir madde eklenmiştir. Yeni
düzenlemeyle cinsiyet değiştirebilme bazı koşullara bağlanmıştır. Bunlar, 18
yaşını tamamlamış olma, bekâr olma, transseksüel yapıda olup cinsiyet
değiştirmenin ruh sağlığı açısından zorunluluğu... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakan, süreniz bitti. Siz,
maddeleri izah ediyorsunuz; ancak, biz de kuralları uygulamak zorundayız. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) -
...ve üreme yeteneğinden sürekli olarak yoksunluğunu, bir eğitim ve araştırma
hastanesinden alınacak resmî sağlık kurulu raporuyla belgeleme ve mahkemece
izin verilmiş olma koşullarıdır. Tasarının 41 inci maddesinde doğum kütüğü
düzenlenmiştir. Burada doğumlara ilişkin bildirimler ve kimliği bilinmeyen bulunmuş
kişilerle ilgili işlemlerin ilgili kanun hükümlerine göre, yani, Nüfus Kanunu
hükümlerine göre yapılacağı açıklığa kavuşturulmuştur. Böylece, bu bölümde getirilen yeni
düzenlemeler hakkında Yüce Meclise bilgi sunmuş oluyorum. Sayın Başkana ve Genel Kurula saygılarımı
sunuyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Böylece, birinci bölüm üzerindeki
müzakereler bitmiştir. Birinci bölümle ilgili 4 önerge var;
ancak, alınan karar gereğince 3 önergeyi işleme koyacağımızdan, geliş sırasına
göre 3 önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu
Tasarısının 9 uncu maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif
ederiz. Saygılarımızla.
Madde 9. - Fiil
ehliyetine sahip olan kimse, hak edinmeye de borç altına girmeye de ehildir. BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu Tasarısının 15 inci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini
arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
Madde 15. - Kanunda
gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan
kimsenin tasarrufu hukukî sonuç doğurmaz. BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum ve bu önergeyi işleme koyacağım: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723
sıra sayılı kanun tasarısının "Kişiler Hukuku" başlıklı Birinci
Kitabının 8-46 ncı maddeleri arasında yer alan "Birinci Bölüm"
başlığının "Birinci Kısım" olarak; "Birinci Ayırım",
"İkinci Ayırım" başlıklarının ise sırayla "Birinci Bölüm",
"İkinci Bölüm" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Efendim, Komisyon katılıyor mu bu
önergeye? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA
(Kütahya) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz; ama, takdire bırakıyoruz
Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -
Katılıyoruz. BAŞKAN - Efendim, Komisyonun takdire
bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Diğer önergeyi işleme koyuyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu
Tasarısının 9 uncu maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif
ederiz. Saygılarımızla. Fethullah Erbaş Van ve arkadaşları Madde 9. - Fiil ehliyetine sahip olan
kimse, hak edinmeye de borç altına girmeye de ehildir. BAŞKAN - Sayın Komisyon katılıyor mu
efendim?.. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA
(Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -
Katılmıyoruz. BAŞKAN - Önergeye, Sayın Komisyon ve Sayın
Hükümet katılmıyor. Önerge sahibi olarak, Sayın Fethullah
Erbaş; buyurun. (SP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; meri kanunumuzda bu maddenin karşılığı yine 9 uncu
maddedir; şöyle ifade etmektedir: "Medenî hakları kullanmaya salâhiyettar
olan kimse iktisaba da iltizama da ehildir." Şu andaki tasarıdaki metinde
ise bunu tercüme ederken veya sadeleştirirken şu hale sokmuşlar: "Fiil
ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına
girebilir." Biz şunu söylüyoruz: Maddede geçen "kendi
fiilleriyle" ifadesi, hem aslına uymamaktadır hem de kendi fiili olmadan
kişiler hak edinemezmiş gibi bir sonuç çıkmaktadır. Ayrıca, tasarının 48 inci
maddesine de baktığımız zaman, 48 inci maddesinde "hak ehliyeti"
başlığı altında, "tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği
insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara
ehildir" denilmektedir; yani, burada da, "iltizama ve iktisaba
ehildir" cümlesi, "haklara ve borçlara ehildir" diye
sadeleştirilmiş. Şimdi, "iktisaba ve iltizama" sözcükleri
"haklara ve borçlara ehildir" olarak değiştirildiğine göre, burada
yapmak istediğimiz de bu birlikteliği sağlamaktır; yani, 9 uncu madde ile 48
inci maddede aynı lisanı aynı birlikteliği sağlamak için bu önergeyi verdik.
Buradaki "kendi fiilleri ile" ifadesini çıkararak, "fiil
ehliyetine sahip olan kimse, hak edinmeye de borç altına girmeye de
ehildir" olarak düzelttik. Eğer önergeme destek verirseniz bu daha düzgün
bir şekle girecektir, 48 inci maddeyle de uyum sağlamış olacaktır. Biz, biraz önce, değerli bir arkadaşımızın
dediği gibi, yapıcı muhalefetin örneklerini vermeye çalışıyoruz. Önergeme
desteğinizi bekliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbaş. SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Karar yetersayısını arayacağım. Sayın milletvekilleri, müzakere sırasında
bazı arkadaşlarımız salonun arkasına giderek çok yüksek sesle konuşuyorlar;
kimseyi ikaz etmek istemiyorum. Mecliste oturuş şekline uymayan, gayri ciddiyet
içinde olan arkadaşlarımız var. Yüksek sesle konuşuyorlar; o sırada müdahale
ederek, hatip arkadaşın sözünü de kesmek istemiyorum. Rica ediyorum,
milletvekili arkadaşlarımız salonda oturuyorlarsa yüksek sesle konuşmasınlar;
bir. Arkasını Divana çevirmesinler; iki. Sayın Komisyon ve Sayın Hükümet önergeye
katılmamıştı. Sayın Erbaş önergenin gerekçesini açıkladı. Karar yetersayısının
aranılması istendi. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur. Birleşime 5 dakika ara veriyorum. Kapanma
Saati : 18.02 İKİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 18.11 BAŞKAN:
Başkanvekili Kamer GENÇ KÂTİP
ÜYELER: Burhan ORHAN (Bursa), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
12 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri, Birinci Oturumda,
müzakere edilmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının Birinci Bölümü
üzerindeki müzakereler bitmişti. Bölümde verilen bir değişiklik önergesinin
oylaması sırasında karar yetersayısının aranılması istenmişti; yapılan oylamada
karar yetersayısı bulunamamıştı. V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 2. - Türk
Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara
Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361,
2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. Bu önergeye, Komisyon ve Hükümet
katılmamıştı. Önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve
karar yetersayısını arayacağım. Önergeyi kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Karar yetersayısı vardır; önerge kabul edilmemiştir. Son önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu
Tasarısının 15 inci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif
ederiz. Saygılarımla. Fethullah Erbaş Van ve arkadaşları "Madde 15- Kanunda gösterilen ayrık
durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin tasarrufu
hukukî sonuç doğurmaz." BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu
efendim? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA
(Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN - Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -
Katılmıyoruz. BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet önergeye
katılmıyor. Önergenizi izah etmek üzere, buyurun Sayın
Erbaş. Süreniz 5 dakika. FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önergemizle "Kanunda gösterilen ayrık durumlar
saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin tasarrufu hukukî sonuç
doğurmaz" olarak değiştiriyoruz. Neyi değiştiriyoruz; Türk Medenî Kanununun
şu anda meri olan, yürürlükte olan maddesi şu: "Mümeyyiz olmayan şahsın
tasarrufu hukukî bir hüküm ifade etmez. Kanunda muayyen istisnalar
bakidir" deniliyor. Şu andaki tasarıda ise "Kanunda gösterilen ayrık
durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri
hukukî sonuç doğurmaz" deniliyor. Orijinal metinde "fiil" yerine
"tasarruf" sözcüğü vardır. Bunun muhafazası, hatta, kanun metnindeki
tüm "tasarruf" sözcüklerinin aynen muhafaza edilmesi gerekmektedir;
zira, görüşmekte olduğumuz kanunla beraber, özellikle, Borçlar Kanununun birçok
maddesinde geçmektedir. Burada, fiil eşittir tasarruf olarak kullanacak
olursak, bundan sonraki maddelerde de aynı manayı kullanmak zorunda
kalabiliriz. Halbuki, fiil ile tasarruf, eşanlamlı kelimeler değildir. Fiil,
eylem, hareket, iş, edim gibi manalar taşımasına rağmen; tasarruf, bir şeyden
yararlanabilme ve o şey üzerinde istenilen hukuksal veya eylemsel işlemleri
yapabilme kudretidir. Bu tariften de anlaşılacağı üzere, madde metninde
"tasarruf" yerine kullanılan "fiil" sözcüğü uygun
olmamıştır. Ayrıca, Medenî Kanunda yapacağımız
değişikliklerde, tasarruf, iktisap, nefaset, hakkaniyet ve ikametgâh gibi buna
benzer sözcüklerin değiştirilmesi, yeni Türkçe karşılıklarının konulması, madde
muhtevasının değişmesine sebep olmaktadır. Ayrıca, 50 nci maddenin ikinci
fıkrasında, tasarruf, işlem karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu farklılıklar,
kanundaki muhteva bütünlüğünü ve yeknesaklığı bozmaktadır. Bu nedenle, önergeme desteğinizi bekliyor,
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbaş. Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı
önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Önerge kabul edilmemiştir. Birinci Bölümü, kabul edilen önerge doğrultusunda
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Birinci Bölüm kabul
edilmiştir. Şimdi, İkinci Bölüm üzerindeki
müzakerelere başlıyoruz. Sayın milletvekilleri, bu bölümde, 47 nci
madde ile 117 nci madde arasındaki maddelerin müzakeresi yapılacaktır. Yalnız, rica ediyorum, Birinci Bölümde,
biraz, felsefî konuşmalar yapıldı; bundan sonraki bölüm üzerinde konuşmalar
yapılırken, biraz da maddeler üzerinde konuşulursa, memnun olurum. Şimdi, ilk söz, AK Parti Grubu adına,
Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Çiçek'e aittir. Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Süreniz 20 dakika. AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ÇİÇEK (Yozgat)
- Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu, medenî hukuk,
şahsî haklar, aile hukuku, hısımlık, vesayet, miras, zilyetlik, tapu sicil ve
borçlar hukuku bölümleriyle, bu ülkede yaşayan her vatandaşı, hepimizi doğumdan
ölüme kadar, hatta doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar ilgilendiren temel
yasalarımızdandır. yetmişbeş yıldır uyguladığımız bu kanun, İsviçre Medenî
Kanunundan iktibas edilmiştir. 17.2.1926 tarihinde kabul edilen Türk Medenî
Kanunu, 4 Ekim 1926 yılında yürürlüğe girmiştir. Saygıdeğer milletvekilleri, sizce de malum
olduğu üzere, taklit edilen şeyin en mükemmeli, aslın yerini tutamaz; çünkü,
asıl, taklitle ulaşılamayacak kadar mükemmeldir. Bin yıllık devlet geleneği
olan, bütün medeniyetlere yön vermiş ve katkıda bulunmuş, devasa mükemmellikler
sergilemiş, kütüphaneleri, hâlâ, bütün dünya milletlerine eğitim ve kültür
hazinesi olmuş, yetiştirdiği hukukçular bütün dünyaca kaynak kabul edilen
Mecelle gibi şaheseri meydana getirmiş bir ulusun, İsviçre gibi bir ülkenin
Medenî Kanununu alıp aynen taklit etmesi gibi bir eksiklik düşünülemezdi.
Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında ihtiyaç duyulan kanun boşluğunu alelacele
doldurma mecburiyetini mazeret olarak kabul etsek bile, mazur görmemiz mümkün
değildir. Yakın tarihimizde, Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu gibi hukuk şaheserini
meydana getiren Ömer Nasuhi Bilmen gibi hocaların yetiştiği son Osmanlı
medreselerinin mümtaz hukukçularının bu ihtiyacı mükemmel şekilde karşılayacağı
muhakkaktı. Medenî hukuk, milletimizin sosyal
yaşayışının tümünü içine alan bir yaşamın hukukunun belirlenmesidir. Şu gerçeği
hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız: Hukukun evrensel normları temel kabul
edilmek şartıyla, kanunlar, milletlerin öz benliğindeki değerler temel kabul
edilmek suretiyle hazırlanırsa problem doğurmaz. Bu manada, kültürü, dini,
sosyal değerleri, ahlakî yapısı birbirine zıt milletlerin kanunları aynen
tercüme edilerek bir başka millete uygulanamaz; çünkü, milletler, insan
vücuduna benzerler. İnsan vücuduna farklı kan grubundan verilen kan nasıl
insanı öldürürse, o milletin kültürü, dini, ahlakî değerleri gibi sosyal yapısı
birbirine uymayan milletlerin kanunları da aynı sonucu doğurur. Milletlerden teknoloji, sanayi transfer
edilebilir; ama, medenî kanun transfer edilemezdi. Bütün millî değerlerimizin
hor görülmeye başlandığı, aşağılık duygusu ile Batı hayranlığının zirveye
ulaştığı, zirvede bulunduğu yıllarda merhum Mehmet Âkif, Safahat'ında, bu Batı
mukallitlerini tenkit etmiştir. Saygıdeğer milletvekilleri, dün olduğu
gibi bugün de, dünyanın ileri ülkelerinin her konuda tetkik alanı, Osmanlı
idarî, sosyal, ahlakî, hukukî sistemi olmuştur. Bugün, kütüphanelerimizde
araştırma yapan ilim adamlarının büyük çoğunluğu, yine, Batılı
şarkiyatçılardır, müsteşriklerdir. İstanbul'da bir şeri siciller arşivi vardır,
bizim üniversitelerimiz son birkaç yıl içinde bu hukuk hazinesine yönelmiştir;
ama, Amerika'dan Avrupa'nın bütün ülkelerine kadar araştırmacılar bu arşivi
didik didik etmişler. Bugün, 3 semavî din ve bu dinlerin farklı mezheplerinin,
20 civarında ülkenin bir arada 600 yıl yaşadığı bir idarî yapının, bugün de,
yarın da insanlığa vereceği mükemmel örnekler olmalıdır. Sayın milletvekilleri,
biz, hazinenin üstünde oturuyoruz, problemlerimize başka yerde çare arıyoruz.
Biz, yitirdiğimiz kıymetli değerlerimizi yitirdiğimiz yerde bulabiliriz, başka
yerde aramanın bize faydası yoktur. Nasrettin Hoca'nın kaybettiği evinin
anahtarını yanan ışık direğinin dibinde aramış olmasını, insanlar hayretle
seyrederler. Hoca'nın yanına giderler, yardımcı olmaya çalışırlar; fakat,
aradıkları şeyi bulamayınca Hoca'ya sorarlar: "Hocam, sen, evin bu
anahtarını bir başka yerde kaybetmiş olmayasın?!" Hoca, büyük bir
olgunlukla "ben, anahtarı ya ahırda ya samanlıkta kaybettim, zaten burada
kaybetmemiştim" der. Bunun üzerine sorarlar: "Hoca, ahırda veya
samanlıkta kaybettiğin anahtarı niçin burada arıyorsun? O da "bura aydınlık
da onun için" der. Zorda kaldığımızda, darda kaldığımızda,
sıkıntıya düştüğümüzde kolayı tercih etmek, millî bünyemize uyacak şeyleri
almak yerine, tercemeciliği ihdas etmek ve bunu meşru hale getirmek doğru
değildir. Elbet, dünyanın her ülkesinden millî
bünyemize uygun bir şeyler almalıyız; ama, tercüme edip aldığınız her kanun,
milletimizi var eden değerlerle çatışmamalıdır. Maalesef, Medenî Kanun,
yıllardır milletimizin ihtiyacını karşılayamamıştır. Hukukçularımız, kötü bir
tercümeyle alınan İsviçre Medenî Kanununu uygularken birçok zorluklarla
karşılaşmışlar, zorlama yorumlarıyla millî değerlerimize uygun hale getirmeye
çalışmışlardır. Bugün, dilini sadeleştirmeye çalıştığımız, alelacele çıkarmaya
çalıştığımız bu kanun, böyle bir ihtiyaçtan doğmaktadır. Başta aile hayatımız
olmak üzere, yapılacak tahribatı engelleme imkânımızı göz önünde
bulundurmalıyız. Saygıdeğer milletvekilleri, Sayın Bakan ve
geneli üzerinde konuşan grup sözcüsü arkadaşlar, kanunun aslına sadık
kalındığını, dilde sadeleştirme yapıldığını, birkaç temel maddede de Avrupa'ya
uyum sağlamak için değişiklikler yapıldığını ifade etmişlerdir. Bir işin aslı
bozuksa, işe yaramazsa, onun üzerine yeni sağlam bina kuramazsınız. Yaptığınız
değişiklikle aile otoritesini sarsıyorsanız, ailede reislik, yönetim meselesini
ortada bırakıyorsanız, en küçük bir aile anlaşmazlığını mahkeme kapısında
çözmeyi alışkanlık haline getirecek bir sistemi getiriyorsanız, siz, bu
toplumun aile yapısını ayakta tutamazsanız. Saygıdeğer milletvekilleri, Medenî
Kanunumuzun 53 üncü maddesiyle 87 nci maddesi arasındaki ikinci bölümdeki
maddeler, vakıf, dernek, cemiyetlerin çalışma şartlarını düzenlemektedir.
Elbette, devletin aslî görevi, temel altyapıları, millî güvenliği, adalet
hizmetlerini tanzim etmektir. Geçmişte bu hizmetler devletin aslî görevi kabul
edilmiş ve devlet tarafından karşılanmıştır. Bunun dışındaki bütün konularda
hizmetler, vakıf müesseseleri, bugün "sivil toplum kuruluşları"
dediğimiz esnaf teşkilatları, loncalar ve diğer teşkilatlar tarafından deruhte
edilmiştir. Osmanlı yönetimini derinlemesine tahlil
ettiğinizde, toplumun bütün ihtiyaçlarını karşılayacak konularda vakıfların,
derneklerin, cemiyetlerin kurulduğunu görürsünüz. Mabet, tekke, kabristan,
medrese, imaret, kervansaray, dulevi, yetimevi, dul ve yetim çocukların
barındırıldığı evler; hastane, hamam, idman sahası, mesire yerlerinin
kiralanarak insanların emrine tahsis edilmesi, çeşme, sebil, kuyu, pınar, su
yolu ve tesisatı, köprü, deniz feneri; hamile kadınların çocuklarını emzirmesini
ve büyütmelerini temin edecek yuvalar; darülaceze, gölgelik, sığınak, yüksek
dağ ve geçitlerde insanların rahatlıkla geçebileceği sığınakların kiralanması
veya satın alınarak vakfedilmesi; darüşşifa, gemi, umumî hela, bedesten,
çamaşırhane, sadakat taşları ve daha nice sayamayacağımız kadar toplumun
çeşitli alanlarına el atmış olan bu vakıf, dernek ve cemiyetler, Osmanlı
İmparatorluğunun 600 yıl ayakta kalmasını temin eden sosyal kuruluşlar
olmuştur. Sayın milletvekilleri, dahası var: Göz
ağrısı olan insanlar için ilaç temini, yaz günleri insanların su ve şerbet
ihtiyaçlarını karşılamak için su ve şerbet dağıtma yerleri, su soğutmak için
kar temin edip insanlara sunulması, çocukların mesire masraflarının
karşılanması, aşure ve helva pişirilmesi, fakir kızlara çeyiz yapılması,
çocuklar için kitap parası, yetimlere aylık, askerlerin teçhiz edilmesi,
silahlarının alınıp sefer halinde onlara ulaştırılması, hazar halinde askerî
teçhizatın tamamlanması, hapisanedeki mahkûmların borçlarının ödenmesi için para
toplanılması ve bu paraların mahpuslara ulaştırılması, fukaraya, fakir
çocuklara elbise ve zaire dağıtılması, fukaraya, yetimlere, acizlere,
mahpuslara odun ve kömür için para, kuşlara pirinç ve aç köpeklere ekmek ve et
dağıtılması, evlatlıkların kırdıkları kap ve kacakların parasının ödenmesi
suretiyle ev sahipleri tarafından hırpalanmasının önlenmesi, yine, toplumumuzu
ayakta tutan ana müesseselerdi. Devletin imkânlarıyla ulaşamadığı her
yerde hamiyetperver dernekleri, vakıfları, cemaatleri kuran ve yönetmeye
çalışan zenginleri görürüz. İnsanımızı bu hizmetlere yönlendiren etken, hiç
şüphesiz, İslam'ın temel kaynağı Kur'an'ın emirlerini yerine getirmek, Allah'ın
rızasını kazanarak cenneti kazanma arzusunun insanlara telkin edilmesidir. Yüce
Allah Kur'an-ı Kerim'de "dîr ve takvada yarışın, iyilik yapmada ve Allah'a
yakın olma gayreti içerisinde yarışın, günah işlemekte ve düşmanlıkta
yarışmayın" buyurmaktadır. Asr suresinde ise, "asra yemin ederim ki,
insanlar hüsrandadır, ancak iman edip Allah'ın beğendiği güzel, salih amel
işleyen ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiyede bulunanlar hariç"
buyurmaktadır. Bir hadisi şerifte, Peygamberimiz,
insanlara, şu mübarek sözleriyle bu yarışa katılmalarını tavsiye ediyor:
"İnsanların en hayırlısı insanlara faydası dokunandır." Dikkat
ederseniz, Peygamberimiz hayır yapılacak insanı tarif ederken din, dil, ırk,
millet, mezhep farkı gözetmeksizin, bütün insanları işaret buyurmaktadır.
Allah'ın emrine sevgiyle bağlılığını sağlayarak, evvela dünya hayatını, bu
vesileyle ahret hayatını mükemmel hale getirmek için çalışıp, meşru yoldan
bolca kazanıp, zengin olmayı emrediyor. İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Konuyla ne
alakası var? BAŞKAN - Müdahale etmeyelim efendim.
Müdahale etmeyin, rica ediyorum... MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Servetin belli
ellerde toplanması yerine, toplumun bütün katmanlarına zenginliğin yayılmasını
planlıyor ve Müslümanlara uymalarını emrediyor. Bir ayette "gözünüzü doğu ve batıya
çevirmeniz bir hasenat, iyilik değildir. Allah'a, ahret gününe, meleklere, kitaplara,
peygamberlere iman edin. Malınızı seve seve yakınlara, yetimlere, miskinlere,
yolculara, dilenenlere, kölelere, esirlere verin. Namazınızı dosdoğru kılın;
zekatınızı verin; anlaşma yaptığınız zaman ahitlerinizi yerine getirin;
sıkıntıda, hastalıkta ve şiddetli savaş anlarında sabredenlerin sergilediği
tavırdır" diyor. İşte, bunun için sayın vekilim ve sayın
milletvekilleri, bu ve benzeri ayetlere inananlar, inanan topluluk, tüm
ihtiyaçlarını karşılayan, başkasının derdini kendi derdi bilen; malımın
ihtiyacım kadarı benim, diğeri başkasınındır anlayışını, sayısız vakıfların ve
benzeri kuruluşların meydana gelmesinin ve yaşamasının temel kaynağı haline
getirmişlerdir. İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Osmanlıda
Türkler ikinci sınıf vatandaştı. BAŞKAN - Sayın Aydınlı, lütfen... MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Sayın vekilim, bu
ayetler, bu hadisler seni niçin rahatsız ediyor? Bugün, o müstesna insanların asırlar önce
bıraktığı o güzide eserleri kullanıyoruz. Belki de, ilelebet, gelecek insanlar
bu eserleri kullanmaya devam edeceklerdir. Medenî Kanunumuzda yerini bulan
düzenlemeyle, vakıf eserlerimizle topluma hizmet eden diğer derneklerin, sivil
toplum kuruluşlarının en mükemmel tarzda hizmete amade kılınması,
faaliyetlerinin daha verimli hale gelmesi için disiplinize edilmesi
gerekmektedir. Yaptığımız hataların tekrarlanmaması gerekir. Bütün dünyadaki
hizmetlerin özelleştirildiği, toplumun katkısının hizmetlere aktarılmasının
planlandığı bir dönemde, biz, özel kuruluşlarımızı, vakıflarımızı
devletleştirmişiz. Vakıfların niçin devletleştirildiğini
anlamak mümkün değildir. Mimarîmizin, güzel sanatlarımızın her bölümünün, bediî
zevklerimizin, oymacılığımızın, kakmacılığımızın, tezhip ve hat sanatımızın,
ebru sanatımızın, musikimizin finansörüdür bu vakıflar ve bu kuruluşlar. İnsanî
hasletlerimizin, merhametimizin, hayat anlayışımızın tarihî vesikası olan
vakıflarımız, önce, devletleştirildi, sonra da, onun bütün maddî imkânları,
gelirleri, potansiyeli devletin diğer birimlerine aktarıldı. Camilerin,
hamamların, hanların, binlerce tarım arazilerinin, ormanların, hulasa, vakıf
arazilerinin gelirlerinden elde edilen paralarla bankacılık yapılmaya
çalışıldı, tefecilik yapılmaya çalışıldı, hâlâ da yapılmaya devam ediliyor ve
özel sektöre büyük bir kısmı devredildi. Daha sonra, dönmeyen kredilerle, bize
mallarını emanet etmiş olan bu vakıfların gerçek sahipleri, gelirlerinin
Vakıflar Bankasında batma noktasına getirilmesinden, herhalde, kabirlerinde
mutazarrırdırlar. Vakıfların vakfiyelerindeki yerlere
harcanması vasiyet edilen vakıf gelirleri, vakfedenin beddualarına bakılmadan,
gayesine uymayan yerlere harcanıldı. Vakıf arazileri ve imkânları yok pahasına
haraç mezat satıldı, yağmacıların işgallerine terk edildi. Bizi biz yapan,
devleti ebed müddet haline getiren, inançlarımızın ve müstesna insanlık
anlayışımızın ebedileşen abideleri vakıflarımız, maalesef, gayesinin dışında
kullanılıyor veya yok ediliyor. Vakıf malları yağmalanırken, satılırken
manen rahatsız olmadık, yok pahasına satılır mı diye sormadık; bugün, Medeni
Kanundaki düzenlemeleri yeterli bulmamamıza rağmen, bu düzenlemelerle,
inşallah, vakıf arazilerinin, vakıf eserlerinin yağmalanması önlenilir. Sayın milletvekilleri, başta, vakıf
eserlerinin ve Kızılay, Yeşilay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Türk Hava Kurumu başta
olmak üzere, amme hizmetlerinde faaliyet gösteren kuruluşlarımızın elinden
alınan bütün mal varlıklarının, müruru zaman kabul edilmeksizin, çıkaracağımız
bir kanunla yeniden yerlerine iadesinin şart olduğuna inanıyoruz. Bugün gururla söyleyebiliriz ki, ülkemizin
problemlerini çözmede devletin yanında yer alan dernek ve vakıflarımızın sayısı
az değildir. 1923'te dernek sayısı 22 iken, 1998'de yapılan bir istatistikte
toplam 131 683 dernek, ülkemizde faaliyet göstermektedir. Cumhuriyet dönemimde çeşitli
emeklerle kurulmuş 4 241 vakıf faaliyetini sürdürmektedir. Son birkaç yıl
içerisinde, toplumun kılcal damarları konumundaki vakıf ve derneklerimizin bir
kısmının, maalesef, kapatıldığını müşahede ediyoruz ve görüyoruz. Bu vakıflarımızdan bir bölümünde de eğitim
faaliyetleri sürdürülmektedir. 1 Nisan 1999 itibariyle 20 vakıf üniversitesi
hâlâ faaliyettedir. Vakıflar aracılığıyla faaliyet gösteren kolej ve
ortaöğretim kurumlarımızın sayısı ise 90 civarındadır. Bu hayırlı hizmetlerin
daha da genişletilerek devamını temenni ediyoruz. Saygıdeğer milletvekilleri, daha önceki
birçok konuşmamda da ifade ettiğim gibi, önemli olan, kanunları çıkarmak
değildir -şu an çok ideal, çok mükemmel kanunları çıkarmaktayız- önemli olan,
çıkarılan kanunların asliyetine uygun tarzda uygulanmasıdır; uygulanmayan
kanunların, raflarda kalmış olan kanunların, ülkemize, milletimize hiçbir
faidesi yoktur. Vakıflar ve Dernekler Kanununun da, ülkemizin kılcal damarları
mesabesindeki bu kuruluşlarımızın da, geçmişte olduğu gibi, bugün de,
faaliyetlerini sürdürebilmesi için, milletimize hizmetini artırarak devam
ettirebilmesi için, Medenî Kanunumuzda yerini bulan bu kuruluşlarımızın,
gayelerine uygun, ülke ve millet menfaatlarına hizmetlerini sürdürmelerini
temin etmek, önlerini açmak, teşvik etmek ve daha mükemmel hale getirmek aslî
görevimiz olmalıdır. Saygıdeğer milletvekilleri, vakıf
eserlerimizin tekrar asliyetine uygun hale getirilebilmesi için, demin de ifade
ettiğim gibi, bu Meclis, müruru zaman kabul etmeksizin, her ne zaman, kim
tarafından, ne şekilde satılırsa satılsın, elden çıkarılırsa çıkarılsın
-camilerin meyhane, kumarhane haline getirildiğini İstanbul'un çeşitli
semtlerinde, eski semtlerde gördük- gayesinin dışında kullanılan bu yerlerin,
sahiplerinden alınmak suretiyle, vakfiyelerinde belirtilen yerlere iadesinin
şart olduğunu ve birçok güzel kanuna imza atmış bu Parlamentonun bu kanunu da
hazırlayıp, çıkarıp, milletimizin önüne sunmasının lüzumlu olduğunu, şart
olduğunu tekrar hatırlatıyor, hepinize saygılar sunuyor, kanunun milletimize
hayırlar getirmesini temenni ediyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çiçek. Yalnız, hiçbir camiin meyhane haline
getirildiğini ben şimdiye kadar duymadım. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Gel İstanbul'a
gösterelim sana! BAŞKAN - Yani, varsa ismini söyleyin de... MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Eminönü'nde 5 tane
var. BAŞKAN - Rica ediyorum... Şurada, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde müzakere yapılırken, bu konular çok önemli, çok kritik
ve memleket içinde, sanki birileri dine karşı... MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkan, bu
yerler satılmış, daha önceden cami yeri, medrese yeriyken satılmış; İstanbul'un
Eminönü İlçesinde 5 tane var. BAŞKAN - Yani, ben duymadım; ilk defa
sizden duyuyorum da onun için... MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Böylece, duymuş
oldun. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Bir liste halinde
size sunsunlar. BAŞKAN - Saadet Partisi Grubu adına, Hatay
Milletvekili Sayın Mustafa Geçer; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. 10 dakika da arkadaşınız konuşacak. SP GRUBU ADINA MUSTAFA GEÇER (Hatay) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 723 sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının
İkinci Bölümü üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi selamlıyor, saygılar sunuyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
üzerinde durulması gereken, Grubum adına söz aldığım, 47 nci maddeyle başlayıp
117 nci maddeye kadar devam eden İkinci Bölümün teknik boyutlarına geçmeden
önce bazı genel konulara değinmek istiyorum. Şüphesiz, Medenî Kanun çok önemli bir
metindir ve gerçekten, insanın anne rahmine canlı cenin olarak düşmesinden
başlayıp, hatta, ölümünden sonra bırakmış olduğu terekenin, mamelekin, mal
varlığının tasfiyesine kadar ilgilendiren; yani, insanın nasıl yaşayacağını,
nasıl nişanlanacağını, nasıl evleneceğini, nasıl boşanacağını, nasıl öleceğini
düzenleyen, şahsın bu hayat evrelerini düzenleyen bir yaşam projesi olarak
topluma sunulmaktadır. Gerçekten, şu anda görüşmekte olduğumuz
Medenî Kanunu Tasarısı, millî bir kanun tasarısı mıdır?.. Bazı konuşmacı
arkadaşlarımız, bunun üzerinde durdular; aslında, 1926 tarihli Kanunu Medeninin
millîleştirilmesi diye bunu vurguladılar; ben, bu görüşe katılmıyorum. Yani,
bu, aslında, 1926 tarihli Kanunu Medeninin millîleştirmesi değil, bilakis,
biraz daha, belki evrenselleştirilmesi diye tanımlanabilir. Avrupa Birliğine girme aşamasında olan
Türkiye'nin, tüm Avrupa müktesebatını kendi içhukukuna taşıma çabaları
içindeyken, böyle kanunların millîleştirilmesi, ulusallaştırılması gibi bir
proje düşünülemez diye düşünüyorum. Çünkü, Avrupa Birliğiyle ilgili Roma ve
Amsterdam Anlaşmalarında; Roma Anlaşmasının 189/2 maddesinde, Amsterdam
Anlaşmasının 249/2 maddesinde "Avrupa Birliğinin ürettiği hukukun ve kuralların
bütün öğeleriyle uygulanması zorunludur" denilmektedir; yani, üye
ülkelerde bir millî hukuktan, ulusal hukuktan öte, bir Avrupa hukukundan
bahsedilmektedir; yani, biraz da enternasyonal bir hukuktan bahsedilmekte;
dolayısıyla, millî hukukun, Avrupa hukuku içerisinde erimesi öngörülmektedir.
Dolayısıyla, ulus devletten belki de uluslarüstü bir devlete; yani,
supra-nationalite denen bir toplum şekline dönüşmek üzere olan Avrupa
Birliğinin eşiğinde bekleyen Türkiye'nin, herhalde, yasalarını bir ihtiyaçtan doğan
veya yeniden düzenlenmesini istediği bir Medenî Kanunu millîleştirme gibi bir
amacının olmadığını zannediyorum. Şu anda önümüze gelen Medenî Kanunu
Tasarısının da, daha önceki 1926 tarihli Kanunu Medeniden çok daha gelişmiş bir
yasa olduğunu da kabul etmek mümkün değil; zira, maddelerinin birçoğunda, Türk
toplumunun yaşam biçimine aykırı gelebilecek, ailedeki mal rejiminin
düzenlenmesinden tutun da aile reisliği müessesine kadar, diğer başka alanlarda
değişik düzenlemeler getirmekte; burada, millîlikten öte, biraz da,
uluslararası düzeye doğru çıktığını görüyoruz. Medenî Kanunun Türk toplumuna sunulan bir
yaşam projesi olarak, gerçekten, toplumun yaşam anlayışını ve değerlerini;
yani, halkın ruhunda oluşmuş birtakım yaşam özlemlerini tatmin edici yönde
düzenlemeler getirmesi gerekirken, bir noktada, topluma sunulan bu yaşam
projesinin arkasında, toplumun geçmişe ilişkin birikim ve kültürünün dışlanması
ve aşağılanması da, bu kanunun başına, yine, daha önce 1926 tarihli yasamızda
bulunan esbabı mucibe layihasının değiştirilerek konulması da, bir noktada,
topluma sunulan yaşam projesiyle birlikte, geçmişteki birikimlerinin inkârı
veya onların aşağılanması anlamına geldiği için, bu gerekçenin de yasa metnine
iliştirilerek sunulmasını yadırgadığımı, burada söylemek istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yine, esbabı mucibede (gerekçede) tarihçi okulun, yaşamın, bir kenara
bırakılarak daha değişken bir hukuk yapısına dönüştüğünü ve tarihçi mektebin,
burada, bir noktada, bir kenara itildiği de ifade edilmektedir. Aslında,
tarihçi mektebin önde gelen düşünürlerinden Alman Savigny, o zaman, 1 800'lerin
sonlarına doğru, Fransız Medenî Kanunun, iktibasla Alman Medenî Kanunu haline
getirilmesi hususundaki teze karşılık, medeni kanunun, toplumların kendi
özellikleri, dili gibi özelliklerini içerdiği gerekçesiyle karşı çıkmış ve
Alman Medeni Kanununun, Alman toplumunun kendi ruh alanında oluşmuş birtakım
normları ve yaşam biçimlerini o topluma sunması hususunda, iktibasa karşı
gelmiş ve resepsiyonla kodifikasyona, yani, başka bir ulusun hukukunun içhukuka
taşınarak kanunlaştırılmasına karşı gelmiştir. Elbette ki, İsviçre'nin Neuchatel
Kantonundan alınan İsviçre Medeni Kanunu, Medeni Kanunumuzun mehaz kanunudur.
İsviçre Medeni Kanunun oluşumunun temelinde, aslında, Roma hukuku
bulunmaktadır. Roma hukukunun, Hıristiyanlık öncesi dönemlerinden sonra, papaz
hukukçuların geliştirdiği, daha sonra Corpus-Iuris-Civilis diye bir araya
toplanan bir hukuk metninden kaynaklandığını da burada söylemek gerekir. Medeniyetin;
sadece hukuk olup olmadığı da burada tartışmalıdır. Berlusconi'nin "Batı medeniyetinin
daha üstün medeniyet olduğu" savına karşı itiraz edenlerin, Batı
medeniyetinin, daha üstün bir medeniyet ve hukuk olduğu iddiasıyla, batı
hukukunun, Türk içhukukuna taşınmasına taraftar görünmelerini de anlamak mümkün
değildir. Burada, Berlusconi, acaba, teyit mi ediliyor diye aklıma geliyor;
çünkü, İsviçre Medenî Kanunu, İsviçre halkının ve milletinin, toplumunun yaşam
biçimini düzenleyen bir metinler topluluğu olmakla birlikte, bizim Medenî
Kanunumuzun da, Türk toplumunun temel kabul ve doğrularını içeren, onun hayat
nizamını, nasıl yaşayacağını düzenleyen kendi millî geleneklerine dayalı bir
kanun olarak düzenlenmesi gerekirken, burada, daha evrensel bir hukukun içine
itildiğini görüyoruz. Kanunun İkinci Bölümünde hükmi
şahsiyetlerle ilgili düzenlemeler getirilmiştir. 1030 maddeden oluşan 723
sayılı Medenî Kanun Tasarısının 47 nci ve 117 nci maddesi, medenî hukuk
tüzelkişiliklerinin hukukunu düzenlemektedir. Burada, düzenlenen hukuk, daha
ziyade vakıf hukuku ve dernekler hukukudur. Bunun dışındaki kamu
tüzelkişilikleri ve ticarî, iktisadî tüzelkişilikler saklı kalmak kaydıyla, şu
andaki tasarıda, dernekler ve vakıflar hukuku da düzenlenmiştir. Oysaki,
halihazırda yürürlükte olan yasalarımız, 2908 sayılı Dernekler Kanunu, 2762
sayılı Vakıflar Kanunu da mevcuttur. Bunların daha özel kanunlar olması
hasebiyle, uygulama hiyerarşisi içerisinde özel kanunlar uygulanacaktır; ancak,
şu anda bu İkinci Bölümde düzenlenen, Vakıflar Kanunu ve Dernekler Kanununda
da, bu özel kanunları aşan bazı maddeleri de görmek mümkündür. Bunlardan biri,
daha önceki 2908 sayılı Dernekler Kanununun 43 üncü maddesinde, yurtdışındaki
derneklerin kurucu üyelerinin Türkiye'ye davet edilmesi veya yurtdışındaki
derneklerin, Türkiye dernek üyelerini oraya davet etmeleri hususu, Dışişleri
Bakanlığının görüşü alınarak, İçişleri Bakanının iznine bağlanmıştı. Şimdi, burada getirilen düzenlemelerde,
derneklerin uluslararası faaliyet göstermelerinin önü açılmaktadır;
dolayısıyla, sivil toplum kuruluşlarının, küreselleşen dünyada, ülkelerin
tanıtımında çok büyük işlevleri olması hasebiyle, bu 91 inci maddede düzenlenen
yurtdışı, uluslararası faaliyetlerde, Bakanlar Kurulu iznine bağlı olarak bir
düzenleme getirilmiş. Bunun, Batılı ülkelerde ve bugün taklit etmeye
çalıştığımız Batı hukuk normlarında bir izne tabi olmadığını görerek, burada
bir çekince olarak, bunun izne bağlı olmaması hususunu da önermek istiyorum. Diğer bir taraftan, yine, 2908 sayılı Dernekler
Yasasının 54 üncü maddesinde, gecikmesinde sakınca olan hallerde dernek
faaliyetlerinin valiliklerce durdurulması öngörülmüştür. Bu kısıtlama biraz
daha genişletilerek, yararlı yönde, şu andaki tasarıda, ancak mahkeme kararıyla
durdurulması gündeme getirilmiş; böylece, birtakım sübjektif niyetler veya
davranışlarla, derneklerin faaliyetlerinin mülkî amirliklerce durdurulması
önlenmeye çalışılmıştır. Aslında, şu anda gelen tasarı metninden,
mevcut, yürürlükte olan Dernekler ve Vakıflar Yasalarındaki bazı düzenlemelerin
daha ileri düzenlemeler olduğunu düşünüyorum. BAŞKAN - Süreniz dolmak üzere yalnız; onu
söyleyeyim. MUSTAFA GEÇER (Devamla) - Diğer taraftan,
tasarı metninde, "İkinci Bölüm"ü içeren... Önce, derneklerin
kurulmaları, dernek kurma hakkı, dernek tüzüğü ve buna benzer düzenlemeler
getirilmiş, diğer "Üçüncü Ayırım"da vakıfların hukuku düzenlenmiştir. Aslında, burada, en genel kanun
sayılabilecek Medenî Kanun metnine, derneklerin veya vakıfların düzenlenmesinin
konulması, hukuk tekniği açısından veya kanun tekniği açısından, biraz da
teferruatlı kanun düzenleme olarak görülmektedir ve o noktada görmekteyim.
Aslında, bunlar, mevcut özel kanunlar, Dernekler Kanunu, Vakıflar Kanunu daha
da geliştirilerek, daha evrenselleştirilerek topluma takdim edilebilirdi
düşüncesindeyim. Her şeye rağmen, kanunun bu kısmında bazı
gelişmeler görülmektedir. Bu duygularla, bu kanunun ve bu kısmın
topluma hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (SP ve DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Geçer. Saadet Partisi Grubu adına ikinci
konuşmayı yapmak üzere, Konya Milletvekili Sayın Lütfi Yalman; buyurun efendim.
(SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA LÜTFİ YALMAN (Konya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Saadet Partisi Grubu adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum. 1030 maddeden müteşekkil Medenî Kanun Tasarısını
görüşüyoruz. Sözlerimin başında, Medenî Kanunun, millet ve memleketimize
hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Değerli arkadaşlar, ülkemiz, medeniyeti,
uydurma kelimelerde, şekillerde, kılık kıyafette ve hatta, ahlakî
dejenerasyonda aramanın bedbahtlığını yaşıyor bugün. Başörtülü olmak, irtica;
eşcinsellik, âdeta medeniyetin ve çağdaşlığın gereği gibi takdim ediliyor. Bu
milletin irfanıyla ve bu milletin mukaddesatıyla oynamaya hiç kimsenin hakkı
yoktur. 17 Şubat 1926'da kabul edilen ve 4 Nisan
1926'da Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Medenî Kanunun, hukuk dili
dikkate alınarak kelimelerinin sadeleştirilmesi gayet tabiiydi, normaldi; ama,
kelimeler uydurularak değişim yapılması yanlıştı. Gördüğüm kadarıyla, ilk defa
bu tasarıda -kullanıldığı anlam açısından ifade ediyorum- kullanılmış; ama,
daha önce hiç görmediğimiz kelimeleri de bulacağız bu tasarıda. Hukuk dilinin,
âdeta katledildiğine şahit oluyoruz. Dil, toplumun her türlü değerlerini,
kazanımlarını, geçmişten alıp geleceğe taşıyan temel unsurdur. Dilde, toplumun
ihtiyaçlarına göre sadeleştirme yerine, nesiller arasında uçurum açarak
uydurmacılık yapmak ne hukukidir ne de bilimseldir. Yeni yetişen bir avukat ile
tecrübeli bir hâkim arasında ifade ve anlam farklılığı doğurabilecek bir
diyalog, geleceğimiz açısından, zannedersem, çok iyi sayılmaz. Değerli arkadaşlar, Fransız Akademisi
1634'te kuruldu. Ülkenin en seçkin 40 mütefekkiri ve edebiyatçısı, aydını bir
araya geldi, uzun çalışmalardan sonra ilk hazırladıkları eser lügat idi, ikinci
eser ise gramer; çünkü, kamus, bir milletin hafızasıdır; yani, kendisidir;
heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla kendisini ifade etmesidir. Bakınız, her
mukaddesi yıkan Fransız ihtilali iki mukaddese saygı göstermiştir; bunlardan
birincisi dinî hassasiyetler, ikincisi ise kamus. Tarihin tecellisine bakın ki,
her devrimde, biz, bu iki mukaddese adeta saldırmışız. Eski sözlüğe kızıl bir
külah geçirdiğini söyleyen Victor Hugo bile, tek kelime uydurmamış; ama,
yazılarında hep farklı kelimeler, yeni kelimeler kullanmış, uydurma değil. Değerli arkadaşlar, argo sokak
kabadayılarının hatta kanundan kaçanların dilidir; ama, uydurma dil, tarihten
kaçanların dilidir. Argo, belki cehaletin ördüğü bir duvar; ama, uydurma dil,
şuursuzluğun ve irfansızlığın ördüğü bir duvardır. Uydurma dil, hafızasını
kaybetmiş bir nesil ortaya çıkarır. Argo, her ülkede kullanılan bir dildir;
ama, uydurma dil, ülkesizlerin... Sayın Bakanım, ne tarihinden kaçan bir
hukuk ne tarihini inkâr eden bir hukuk ne de hafızasını kaybetmiş bir hukuk
istemiyoruz. Farklı yorumlara ve farklı uygulamalara yol açabilecek kelimeleri,
uydurulmuş kelimeleri atın. Evet, sadeleştirilmiş bir metin olsun; ama,
ideolojik yaklaşımlarla uydurulmuş kelimelerden terkip edilmiş bir metin
değil... Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yeni kanunlar hazırlanırken, toplumun, millî, dinî ve mukaddes değerlerini
gözardı etmek, toplumu ve toplumun hassasiyetlerini gözardı etmek demektir.
Kanun hazırlanırken elbette ki, evrensel değerler ile millî değerler göz önünde
bulundurulmalı ve bunların arasındaki denge mutlaka sağlanmalıdır. Kanun
hazırlayanlar bunu yaparken, geçmişi hor görmek, aşağılamak, dinî duyguları ve
dindarları tahkir ve tezyif etmek hakkına sahip değildirler. Her ne kadar, Sayın Başkanımız müdahale
etmiş olsa da daha önceki konuşmacılara, değerli arkadaşlar, elbette ki, şurada
mevcut siyasî partilerdeki üye arkadaşlarımızın hepsi Müslümandır, Müslümanım
diyenler açısından söylüyorum, buna kimsenin bir itirazı yok; kimse, İslamı ve
Müslümanlığı temsil etme hakkına da sahip değil, buna da hiçbir itirazımız yok;
ama, hiç kimsenin de, dindarların veya Müslümanların inançlarını tahkir ve
tezyif etmeye de hakkı yok. O zaman, birileri çıkar, kendisinde bunu savunma
hakkını bulur. Bakınız "çağdaş uygarlığın Türk
toplumuyla bağdaşmayan noktaları varsa, bu, onu gereksiz biçimde sarıp
sarmalamış ortaçağ örgütü dinsel bazı düzenlemeler ve kurumlardandır"
ifadesi var genel gerekçede. Bunların yazılmasına hiç gerek yoktu Sayın Bakan. "Gerçekler karşısında, babalardan ve
atalardan gelen inançlara, her ne olursa olsun, bağlı kalmak, akıl ve zeka
gereklerinden değildir." Asıl, geri zekalılığı, dinî inançlara
saygısızlıkta görüyorum. "Ulusumuz, 13 üncü Yüzyılın kendisini çeviren
hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski uygarlık kapılarını
kapamış, çağdaş uygarlık içine girmiştir." Nedir bu eski uygarlık; beyler,
bu ifadeler dikkatle incelendiği zaman, hedefte, bir milletin tarihi vardır, bu
milletin kültürel değerleri vardır, bu milletin mukaddesatı vardır, bu milletin
dinî inançları vardır ve İslam vardır. Hiç kimse, her ne sebeple olursa olsun,
bu milletin tarihini, kültürel değerlerini, mukaddesatını, dinini, İslamını
tahkir ve tezyif etme hakkına sahip değildir. Asıl aşağılık olanlar, bu
değerleri aşağılayanlardır. Çünkü, bu değerleri aşağılayanlar, bu milleti
aşağılayanlardır. Bizim inançlarımız, gelenek ve
göreneklerimiz, insanlığı, en ilkel durumlardan bir adım daha ileriye
götüremeyecek kadar tehlikeli kurumlar değildir değerli arkadaşlar. Bunu
söyleme hakkına hiç kimse de sahip değildir, kimsenin haddine de değildir. Onun
için, öncelikli olarak, mutlak manada, bu genel gerekçedeki bu milletin
mukaddesatına saldıran ifadelerin çıkarılması gerekir Sayın Bakanım, hangi
sebeple olursa olsun... GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya)- Atatürk
söylüyor onu Atatürk!.. 1926... Ve siz şu anda suç işliyorsunuz. LÜTFİ YALMAN (Devamla)- Otur yerinde!
Çıkar, burada konuşursun... BAŞKAN- Müdahale etmeyin, rica ederim...
Müdahale etmeyin efendim... LÜTFİ YALMAN (Devamla)- Bir diğer bölüm
değerli arkadaşlarım. Devlet-millet kaynaşmasını en iyi sağlayacak faktörlerden
birisi de, elbette ki, sivil toplum örgütleridir; vakıflardır, derneklerdir,
meslek odalarıdır, sosyal yardım cemiyetleridir. Evet, bugün ülkemizde
yaşadığımız en büyük sıkıntılardan birisi de, devlet-millet arasında açılan
uçurumlardır. Bilhassa, mevcut kanun tasarısında
vakıflara şüpheyle yaklaşılıyor, çeşitli sınırlamalar getiriliyor; bağışta
bulunan, malını vakfetmek isteyenleri, endişeye ve şüpheye sevk edici hükümler
var. Kanun tasarısı, vakıfların her türlü müdahaleye açık olabileceği, kolayca
kapatılabileceği bir düzenlemeyi içeriyor. Bu düzenlemeler, vakıfların sürekliliğine
ve hukukî teminatına vurulan birer darbedir, yardımlaşma duygularına vurulan
birer darbedir. Şimdi, 112 nci maddede "haklı
sebepler varsa, yönetim ve denetim makamının istemi üzerine, mahkeme, vakfın
örgütünü, yönetimini ve işleyişini değiştirir" deniliyor. Değerli arkadaşlar, Türkiye'deki en büyük
sıkıntılarımızdan bir tanesi de, kanunlarımızda ve hatta Anayasamızda bulunan
muğlak ifadelerdir. "Haklı sebep" ne demektir. Burada sebepler
yazılmadığı müddetçe, herkese göre çok farklı sebepler ortaya konulabilir, çok
farklı iddialar ortaya atılabilir -nitekim, bunu, bugün yaşıyoruz- dolayısıyla,
çelişkili ve farklı kararlar ortaya çıkabilir. BAŞKAN - Sayın Yalman, süreniz bitti.
Size, 1 dakika eksüre veriyorum, lütfen, tamamlayın efendim. LÜTFİ YALMAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan. O halde, kanunlar hazırlanırken, mutlak
manada, muğlak ifadelerden kaçınılması gerekir. Herhangi bir sebebe dayalı
olarak, muğlak ifadelerle, değişik mahkemelerin farklı kararlar ortaya koyması,
Türkiye açısından bir sıkıntıdır. Şunu da hemen ifade edelim: Bakınız,
günümüzde sivil toplum örgütlerinin, dünyada çok büyük roller üstlendiğini
hepimiz biliyoruz. Bugün, Birleşim Milletler çatısı altında hükümet dışı sivil
toplum örgütlerinin sayısı onbinleri bulmaktadır; teşvik ediliyor, takdir
ediliyor. Yurtdışında, gitmiş olduğumuz bir toplantıya bir sayın bakanımız da
katıldı. Katılmış olduğumuz toplantıda hükümeti muhatap kabul etmediler.
Israrlarımıza rağmen, sayın bakanımızı konuşturamadık. Niye; sivil toplum
örgütlerini muhatap alıyorlar. O halde, bizim yapacağımız iş, sivil toplum
örgütlerinin önünü açarak, toplum ile devlet arasında açılmış olan uçurumları
kapatmak ve bir araya getirmektir. Değerli arkadaşlarım, bu çerçeve
içerisinde, özellikle, genel gerekçenin ve vakıflarla ilgili maddelerin mutlaka
gözden geçirilmesi ve dikkate alınmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yalman. Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz
doluyor; herhalde, artık, uzatmaya gerek yok. Alınan karar gereğince, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulunda boş bulunan üyeliğe seçim yapmak ve sözlü sorular
dışındaki diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için 30 Ekim 2001 Salı
günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma
Saati : 18.58 |
|