DÖNEM : 21 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ CİLT : 73 11 inci
Birleşim 24 . 10 . 2001 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ L E R I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GündemdIşI
Konuşmalar 1. - Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın'ın, kalkınmada öncelikli
bölgelerde yarım kalmış yatırımların teşvik edilmesi için çıkarılan 4325 sayılı
Kanundan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki son duruma ilişkin
gündemdışı konuşması 2. - İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak'ın, milletvekilliğinin
düşmesi nedeniyle Genel Kurula veda etmek üzere gündemdışı konuşması 3. - Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım'ın, Türkiye'de tarımın
durumu ve çiftçinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması B) Gensoru,
Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ 1. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 19 arkadaşının, tütün
üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/213) 2. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak ve 20 arkadaşının, Orta Asya
Türk cumhuriyetlerinde iş yapan ve ikamet eden vatandaşlarımızın sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/214) IV. - ÖNERİLER A) DanIşma
Kurulu Önerİlerİ 1. - Radyo ve Televizyon
Üst Kurulunda boşalan
üyelikler için 3984 sayılı Kanun
gereğince yapılacak seçimin 30.10.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ve bu
birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi 2. - 24.10.2001 ve 31.10.2001 Çarşamba günleri sözlü soruların
görüşülmemesine, 24.10.2001 Çarşamba günkü birleşimde Türk Medenî Kanun
Tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili
Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili
Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep
Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili
Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve
İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310,
2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı: 527) 2. - Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı
Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433) 3. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun
ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının
Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 2/699)
(S. Sayısı: 666) 4. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı: 675) 5. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun
Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı:
676) 6. - Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun
ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname
ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı: 685) 7. - Türk Medeni Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in;
Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425,
2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) VI. - SORULAR VE CEVAPLAR A) YazIlI
Sorular ve CevaplarI 1. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, personele ödenen ücretlere
ve sosyal imkanlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer
İzgi'nin cevabı (7/4301) 2. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M'nde verilen sağlık
hizmetlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer
İzgi'nin cevabı (7/4302) 3. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M. idarî
teşkilâtındaki yönetim kademelerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4303) 4. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M. idarî teşkilâtında
ve Vakfında sakat, eski hükümlü ve şehit yakını olarak çalıştırılan personele
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı
(7/4304) 5. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, Meclis bünyesindeki kâğıt
tüketimine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin
cevabı (7/4305) 6. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın emeklilik hakkını elde eden
ve emekli olduğu halde halen görev yapan personele ilişkin sorusu ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4307) 7. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, personelin görev dağılımına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı
(7/4310) 8. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, personel unvanlarına ilişkin
sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4311) 9. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M.'nde görev yapan
personelin hizmet sınıflarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4312) 10. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, personel atamalarına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı
(7/4313) 11. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, başka kamu kurum ve
kuruluşlarında geçici görevle çalışan T.B.M.M. personeline ilişkin sorusu ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4316) 12. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M.'nde geçici görevli
olarak çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4317) 13. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M.'ndeki temizlik,
yemek, kuaför, ayakkabı boyama, park-bahçe bakımı hizmetlerine ilişkin sorusu
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4319) 14. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, AB'ne üyelik sürecinde
yapılan hazırlıklara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Ömer İzgi'nin cevabı (7/4321) 15. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Türkiye-İsrail yakınlaşması
ile ilgili iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail
Cem'in cevabı (7/4609) 16. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Zeolit madeni rezervleri ve
kullanımına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın
cevabı (7/4651) 17. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İsrail Başbakanının
Türkiye ziyaretine ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in
cevabı (7/4662) 18. - İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı'nın, Uzanlar Şirketince
yapılan bazı projelere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki
Çakan'ın cevabı (7/4667) 19. - Konya Milletvekili Hüseyin Arı'nın, Konya-Ahırlı-Akkise
Kasabasında meydana gelen olaya ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım
Yücelen'in cevabı (7/4675) 20. - Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan'ın, SSK Doğumevinde
yaptırılan ISO 2000 Kalite Belgesi incelemesine ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/4742) 21. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, basında çıkan bir habere
ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4763) 22. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Bayındır Holdinge Vakıfbank'tan
kredi verildiği iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Nejat
Arseven'in cevabı (7/4771) 23. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, bazı Alman
kuruluşlarının Türk vakıf ve dernekleri aleyhine faaliyette bulundukları
iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı
(7/4779) 24. - Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, Erzurum Halk Bankası Bölge
Müdürlüğünün Trabzon'a nakledilmesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal
Derviş'in cevabı (7/4781) 25. - Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, İçel İlinde
dokuz hekimin, İller İdaresi Genel Müdürlüğünün yazısı ile görev yerlerinin
değiştirilmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı
(7/4784) I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açıldı. TBMM Başkanvekili Kamer Genç, Başkanvekili seçilmesi nedeniyle bir
teşekkür konuşması yaptı. Ankara Milletvekili H. Uluç Gürkan, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın
ölüm yıldönümü nedeniyle, Türkiye'nin terörizme karşı mücadelede yaşamsal ve
belirleyici rolüne, Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre, Hakkâri'nin sorunları ile alınması
gereken önlemlere , İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar; Bursa Milletvekili Orhan Şen'in, veteriner sağlık teknisyenlerinin
sorunları ile alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Tarım
ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp cevap verdi. Görüşmeleri izlemek üzere Genel Kurulu ziyaret eden Hollanda Sosyal
Demokrat İşçi Partisi Milletvekili Nebahat Albayrak'a, Başkanlıkça "hoş
geldiniz" denildi. Niğde Milletvekili Mükerrem Levent ve 25 arkadaşının, madencilik
sektörünün içinde bulunduğu durum ile bor ve altın madenleri konusunda, Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek ve 57 arkadaşının, iki medya
kuruluşunun karşılıklı olarak yaptığı suçlamaları ve iddiaları araştırmak
amacıyla, Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/211, 10/212) Genel
Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve
öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Uluslararası Demokrasi Enstitüsü Başkanının vaki davetine icabetle,
Rodos'ta düzenlenecek olan Doğu Akdeniz Bölgesi III. Genç Parlamenterler
Konferansına katılacak Parlamento heyetinde yer alacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Almanya Federal Cumhuriyeti Parlamentosu üyesi ve Tüketici Haklarını
Koruma Gıda ve Tarım Komisyonu Başkanı Peter Harry Carstensen'in resmî davetine
TBMM'yi temsilen Eskişehir Milletvekili ve Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu
Başkanı Mahmut Erdir'in icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul
edildi. Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak'ın, 2547 Sayılı Yükseköğretim
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/299), İçtüzüğün 37 nci maddesine göre
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan görüşmelerden sonra,
kabul edilmediği; Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı
Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair
Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi (2/682) ile, İzmir Milletvekili Güler Aslan'ın, İzmir İlinde Uzundere Adı ile Bir
İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/553), İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği, Açıklandı. Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysi
Candan, Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu ve Diyarbakır Milletvekili Ömer
Vehbi Hatipoğlu'nun, uyguladıkları yanlış politikalarla ülke ekonomisini
iflasın eşiğine getirdiği ve Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca TBMM'nin
verdiği yetkiyi, halkın desteğini kaybetmesi nedeniyle kullanamayacağı
iddialarıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında gensoru açılmasına ilişkin
önergesinin (11/19) gündeme alınmasının, yapılan görüşmelerden sonra, kabul
edilmediği açıklandı. Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının: 1 inci sırasında bulunan
(6/820), 2 nci
sırasında bulunan (6/821), 3 üncü
sırasında bulunan (6/823), 7 nci
sırasında bulunan (6/829), 8 inci
sırasında bulunan (6/830), 9 uncu
sırasında bulunan (6/831), 10 uncu sırasında bulunan (6/832), 11 inci sırasında bulunan (6/834), 13 üncü sırasında bulunan (6/837), 14 üncü sırasında bulunan (6/843), Esas numaralı sözlü sorular üç birleşim içinde
cevaplandırılmadığından yazılı soruya çevrildi; 4 üncü sırasında bulunan (6/824) esas numaralı sözlü
soruya, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, 6 ncı
sırasında bulunan (6/828), 12 nci sırasında bulunan (6/835), 18 inci sırasında bulunan (6/848), Esas numaralı sözlü sorulara, Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu, 5 inci sırasında bulunan (6/827) esas numaralı sözlü
soruya, Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler, 16 ncı sırasında bulunan (6/846), 38 inci sırasında bulunan (6/874), 45 inci sırasında bulunan (6/885), Esas numaralı sözlü sorulara İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen, 17 nci sırasında bulunan (6/847) esas numaralı sözlü soruya, Devlet
Bakanı Recep Önal, Cevap verdi; 5, 16, 17 ve 38 inci sıralardaki soruların sahipleri de
cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar; 15 inci sırasında bulunan (6/845) esas numaralı sözlü soru, ilgili bakan
Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi. 24 Ekim 2001 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime
18.58'de son verildi.
No. : 17 II. - GELEN KÂĞITLAR 24 . 10 . 2001 Çarşamba Yazılı Soru Önergeleri 1. - Bursa Milletvekili Kenan Sönmez'in, İran'ın dış ticaretinde Doğu Karadeniz limanları yerine Basra Limanına ağırlık vermesine ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4975) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23.10.2001) 2. - Kayseri Milletvekili Sadık
Yakut'un, Türk Merchant Bank'ın faaliyetlerine ve kamu bankalarının
yöneticilerine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru
önergesi (7/4976) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001) 3. - Sivas Milletvekili
Abdüllatif Şener'in, yarım kalmış
yatırımlara ilişkin Devlet Bakanından
(Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4977) (Başkanlığa geliş tarihi:
23.10.2001) 4. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, Karabük Turizm İl Müdürlüğünün personel sorununa ve bazı turizm
projelerine ilişkin Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4978) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001) 5. - Karabük Milletvekili
Mustafa Eren'in, KARDEMİR'e ilişkin
Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4979) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23.10.2001) 6. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, safran bitkisi üretimine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4980) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23.10.2001) 7. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, Karabük İlinde PTT
Başmüdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4981) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001) 8. - Bursa Milletvekili Kenan Sönmez'in, Uludağ Milli Parkına ilişkin
Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4982) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.10.2001) 9. - Aydın Milletvekili Sema Tutar Pişkinsüt'ün, yasama
dokunulmazlığının kaldırılması hakkında düzenlenen fezlekeye ilişkin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/4983) (Başkanlığa
geliş tarihi: 24.10.2001) Meclis Araştırması Önergeleri 1. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 19 arkadaşının, tütün üreticilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/213) (Başkanlığa geliş tarihi:
23.10.2001) 2. - Kırıkkale Milletvekili
Kemal Albayrak ve 20
arkadaşının, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde iş yapan ve ikamet eden
vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/214) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati : 15.00 24 Ekim 2001 Çarşamba BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa),
Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 11 inci Birleşimini açıyorum. Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır, çalışmalara
başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekili arkadaşımıza gündemdışı söz
verdim. Birinci gündemdışı söz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde yarım
kalmış yatırımların teşvik edilmesine ilişkin çıkarılan kanunun yasalaşmasından
bu yana, bölgedeki son duruma ilişkin gündemdışı söz isteyen, Siirt
Milletvekili Sayın Ahmet Nurettin Aydın'a verilmiştir. Buyurun Sayın Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GündemdIşI
Konuşmalar 1. - Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin
Aydın'ın, kalkınmada öncelikli bölgelerde yarım kalmış yatırımların teşvik
edilmesi için çıkarılan 4325 sayılı Kanundan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerindeki son duruma ilişkin gündemdışı konuşması AHMET NURETTİN AYDIN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kalkınmada öncelikli bölgeler için çıkarılan 4325 sayılı Kanundan sonra, Doğu
ve Güneydoğu Bölgelerimizdeki son duruma ilişkin düşüncelerimi ifade etmek
üzere karşınızdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum ve
Sayın Başkanımıza da, bana söz verdiği için teşekkür ediyorum; deneyimli olduğu
yeni görevinde de başarılar temenni ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, 55, 56 ve 57
nci hükümetlerin ülkemizi, doğusuyla, batısıyla, sürüklediği noktayı hepimiz
biliyoruz. Ben, ülkenin içinde bulunduğu sıkıntıları yine sizlere ifade etmek
üzere karşınıza çıkmış değilim; huzurunuzda bu sıkıntıları ifade etmek üzere
söz almadım; esas gayem şu: Ülke topyekûn bir sefalete sürüklenmektedir.
Onlarca yıldır adı olmayan bir ekonomik savaşın içerisinde, açlıkla karşı
karşıya olan ve âdeta açlık boyutunun Afrika ülkelerini aştığı bir dönemde,
doğu ve güneydoğu insanının dikkate alınmasını, ihmal edilmemesi gerektiğini
ifade etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, bir bütçe dönemine girdik. Bu bütçe döneminde
temennimiz, bir sayın bakanın veya Sayın Derviş'in bir bürokratının, imtiyazlı
bir bürokratının, bizim Doğu ve Güneydoğuyla ilgili yatırımlara - bizim bu
feryadı figanımızı dikkate alarak- belki üç beş kuruş daha ayırabilmesidir; bu
düşünceyle buradayız. Bendeniz, şu ana kadar bacasında duman tüten bir tek fabrikanın mevcut
olmadığı, bu krizden sonra işsizliğin yüzde 80'lere ulaştığı, fert başına düşen
hâsılanın 1 000 doların altına düştüğü ve yoksulluğun had safhaya vardığı,
okuma yazma oranının yüzde 50'nin altında olduğu bir ilin milletvekiliyim,
Siirt Milletvekiliyim. Değerli milletvekilleri, son on onbeş yıldır bölgemizde en az 3 700
yerleşim biriminde 3 milyona yakın insan yer değiştirdi, kendi iradesi dışında
yerinden, yurdundan edildi ve bu insanlar değişik yörelere göç etti. Bunlardan,
sadece, bölgede kalmaya direnen insanlar da, yegâne geçim kaynakları olan
hayvancılıkta, maalesef, hâlâ yaylalarına gidemiyor, hâlâ hayvanlarını meralara
gönderemiyorlar. İkinci dönem milletvekilliği yaptığım bu çatının altında, sadece ben
değil, doğu ve güneydoğulu milletvekili arkadaşların, zaman zaman bu kürsüden
bölge sorunlarını, bölgenin sıkıntılarını dile getirdiklerine şahit oluyoruz;
fakat, maalesef, şu ana kadar bu feryadı figanlara bir kulak verilmedi, dikkate
alınmadı. Hepinizin malumu olduğu üzere, kalkınmada öncelikli bölgeler için 15
Nisan 2000 tarihinde 4325 sayılı bir Yasa çıkarıldı. Bu Yasayla, bölgede,
kalkınmaya yönelik, yatırımları teşvik edici birtakım muafiyetler getirilmişti;
ama, ne var ki, o günden bugüne zaten yasa uygulamaya konmadı ve bildiğiniz
gibi, bu yasa 15 Nisanda çıkmasına rağmen, 31 Aralık 2001 tarihine ertelendi. O
zamanki hükümet, bu yasanın yürürlüğe girmesine mani oldu, bir düzenlemeyle
erteledi. Ben iyi hatırlıyorum, yasayı çıkardığımız tarihin hemen akabinde, bir
gazetenin köşe yazarı, bir ekonomi yazarı Sayın Şükrü Kızılot aynen şunu
söylüyor: "Bu kanun maliyenin geliri için katrilyonluk bir
dinamittir." (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Aydın, size 1 dakika veriyorum; buyurun efendim. AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) - Hükümetin memnuniyetsizliğini burada
görüyoruz. Saygıdeğer milletvekilleri, yani, ben, bir Siirt Milletvekili olarak bu
teşvik kanununun bir an evvel hayata geçirilmesini istiyorum. Bildiğiniz gibi 57 nci hükümet döneminde batırılan sadece bir bankanın
bu millete, bu milletin alınteri, göznuru olan tam 990 trilyona mal oldu. 2001
yılı içerisinde Siirtimizin yatırım pastasından alabildiği sadece 2,5
trilyondur. Sadece bir bankanın devlete maliyeti 990 trilyonken, 300 000
nüfuslu bir Siirt, 2001 yılının sadece 2-2,5 trilyonundan istifade ediyor. Saygıdeğer milletvekilleri, devletin temel hizmetlerinden olan sağlık
hizmetlerine bakacak olursak, Siirt halkı, Pervarisiyle, Baykanıyla... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, lütfen, son sözünüzü söyler misiniz... Rica
ediyorum... Son sözünüzü... AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) - Şiddetle ödenek bekleyen yatırımlar
var. Ümit ve temenni ediyoruz ki, bunlar dikkate alınarak, mevcut bütçede
bunlara bir pay ayrılsın. Son sözümü burada ifade etmek istiyorum: Ben, daha dün Siirt'ten geldim.
Ayağımın tozuyla karşınızdayım, huzurunuzdayım. Siirt halkının ve Siirt bölge
halkının bu Meclisten, bu hükümetten bir tek ricası ve bir tek talebi var. Bu
talep de nedir: Bu talep -sadece ve sadece, ellerinde bir tek enerji kalmış,
bir tek enerji kaynağı güneştir- Allah için, gölge etmesinler, başka bir şey
istemiyoruz; bölgeye yapacakları en büyük hizmet, bu hükümetin bir an evvel işi
bırakıp gitmesidir diyorlar. Bu kanaat ve duygularla, hepinizi tekrar selamlıyorum. (AK Parti ve SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aydın. Gündemdışı konuşmaya cevap verecek herhalde sayın bakan yok. Sayın
Adalet Bakanımız da yeni geldi, hükümet sırasında yalnız kendisini görüyoruz. Herhalde, hükümet, doğu ve güneydoğuya da pek iyi bakmıyor; yani, dün,
Hakkâri'nin sorunlarına cevap veren olmadı, doğu ve güneydoğuya da cevap
vermediler. (DSP sıralarından gürültüler) NECDET SARUHAN (İstanbul) - Yorum yapmayın Başkan! NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Yapmayın Sayın Başkan!.. BAŞKAN - Şimdi, değerli arkadaşlar, yani... (DSP sıralarından
gürültüler) NECDET SARUHAN (İstanbul) - Böyle değerlendirme hakkın yok! NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Böyle konuşamazsın! BAŞKAN - Neyse... Bu kadar sinirlenmenize gerek yok. Tabiî ki hükümet
gelsin, burada milletvekillerinin yaptığı gündemdışı konuşmalara cevap versin;
ben onu diyorum. (DSP sıralarından gürültüler) NECDET SARUHAN (İstanbul) - Böyle değerlendiremezsin! BAŞKAN - Neyse... Değerli milletvekilleri, tartışmayalım şimdi. Efendim, ikinci gündemdışı söz, Genel Kurulda veda konuşması yapmak
isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Ilıcak'a verilmiştir. Buyurun Sayın Ilıcak. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. 2. - İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı
Ilıcak'ın, milletvekilliğinin düşmesi nedeniyle Genel Kurula veda etmek üzere
gündemdışı konuşması AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Anayasa Mahkemesinin 22 Haziran 2001 tarihli kararı sonucunda,
laik cumhuriyete karşı geldiğim iddiasıyla milletvekilliğim düşürüldü. Bu
yüzden bir veda konuşması yapmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) 1950'lerden itibaren, politika içinden gelen bir ailenin mensubuyum; bu
yüzden, siyasî kıyametleri çok yakından yaşadım. Babam rahmetli Muammer
Çavuşoğlu, Demokrat Partinin milletvekiliydi, bakandı, 27 Mayısta siyasî
yasaklı oldu. Dayım Turhan Kapanlı, rahmetli, Adalet Partisinin milletvekiliydi,
bakandı, o da, 12 Eylülde siyasî yasaklı oldu. "İrtica" kelimesiyle adımın birlikte anılmasını yadırgamamak
mümkün değil. Mazim de, kişiliğim de, hakkımda ortaya atılan laik cumhuriyet
düşmanı suçlamasını haklı çıkarmaz; bu yüzden, ben de, ailem gibi bir siyasî
kazazedeyim dersem, herhalde, haklı sayılırım. Kaderimden şikâyet ediyorum
sakın zannetmeyin; çünkü, milletime, haysiyet ve şerefimle hizmet ettiğime
inanıyorum ve bu Meclis çatısı altından başım dik olarak ayrılıyorum. (AK Parti
ve SP sıralarından alkışlar) Merve Kavakçı, seçilmiş ve Yüksek Seçim Kurulu tarafından kendisine
mazbatası verilmiş bir milletvekiliydi; kendisiyle birlikte Genel Kurul
Salonuna girdim, başka milletvekilleri de benimle birlikte bu salona girdi.
Yani, ben, Kavakçı'ya dönüp, senin başın kapalı, sen vebalısın, cüzamlısın,
benim yanımda görünme mi diyecektim; böyle bir davranışı katiyen kendime
yakıştırmam. Kaldı ki, başörtüsü özgürlüğünü, laikliğin tabiî bir neticesi gibi
görüyorum. Bırakınız Meclisten ihraç edilmeyi, boynuma ilmik dahi geçirilse,
son nefesimde, yine, inandığım doğruları söylemeye devam edeceğim. (AK Parti ve
SP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, özgürlüklerin genişletilmesini talep etmek, hiçbir
zaman laikliğe aykırı değildir; ama, başörtüsü takma hakkını sadece yaşlı
anamız veya köydeki bacımız için istemeyelim. Başörtülü kadın, özgürce siyaset
de yapabilmeli, başörtülü genç kızlarımız üniversitelerde hiçbir baskıya maruz
kalmadan okuyabilmeli; çünkü, demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet
kavramlarının bir sentezidir, farklı dünya görüşlerinin, hayat tarzlarının,
farklı amaç ve ideallerin kabulü anlayışına dayanır. Kendi tercihinin yegâne
meşru tercih olduğuna inanan, topluma, iyi-kötü, ilerici-gerici anlayışını
dayatmaya çalışan hoşgörüsüz insanların elinde demokrasi gemisi karaya oturmaya
mahkûmdur; laikliği de bu bağlamda incelemeliyiz. Dinin kamu hayatında her
türlü tezahürünü tahdit etmeye yönelik totaliter laiklik anlayışına elbette
karşıyız. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) Laiklik, devletin temel
nizamının dinî esaslara bir bütün olarak dayandırılmaması anlamına gelir, evet;
ama, madalyonun bir başka yüzü daha var; laiklik, dinin ve dindarların
özgürleşmesidir, din ve vicdan hürriyetidir. Laik devlet, toplumda var olan
görüş farklılıklarının, değişik hayat tarzlarının barışçı bir biçimde sürmesini
sağlar. Laiklik, barış şemsiyesidir. Evet, Merve Kavakçı, görülüş itibariyle ötekini temsil ediyordu;
Parlamento çatısı altında görev yapması, eğer müsamaha gösterilseydi, hâlâ diri
olan birçok sorunun barış içinde halledilmesini kolaylaştıracaktı. Toplumdaki
çoğulculuğun -buna, farklı hayat tarzları da, farklı kıyafetler de dahil-
siyasete yansımasına izin verilmeliydi; verilmedi. Hukuku, yürürlüğe konulmuş
yasalardan ibaret görmeyelim; çünkü, yasalar, despot bir iktidarı güçlendirmek
için de çıkarılmış olabilir. Bir dünya nizamına inanıyorsak, her insanın
doğuştan sahip olduğu hakların varlığına da inanmalıyız. Doğal hukuk, kişilere,
devlet karşısında, siyasî iktidarın keyfîliği karşısında korunmuş bir özel
özgürlük alanı sağlıyor. Bu doğal haklar, hayat hakkıdır, düşünce ve inanç
özgürlüğüdür, mülkiyet hakkıdır, adil yargılanmadır... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz, 1,5
dakikada tamamlayacağım. BAŞKAN - Tabiî.. 2 dakika daha eksüre veriyorum. (AK Parti ve SP
sıralarından alkışlar) AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Estağfurullah... AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) - Ağır bir töhmet altında kaldığım ve hiçbir
savunmam alınmadan, laik cumhuriyete karşı olduğum iddiasına maruz bırakıldığım
için, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine adil yargılanma ilkesi ihlal edildiği için
başvuracağım. Keşke, Meclisimiz, böyle bir haksızlığı telafi edebilse. Yasaksız
bir Türkiye'ye adım atmak, aslında o kadar zor değil hepimiz için. Değerli arkadaşlarım, parlamenterlik hayatımda güç odakları karşısında
boyun eğmemeye gayret ettim; ateşten bir gömlek giydiğimi bilerek böyle
davrandım. Bir bedel ödeme ihtimali hiçbir zaman gözümü korkutmadı; çünkü,
düşündüm ki, ben yanmasam, sen yanmasan nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. Sen
de kimsin diye aklınızdan geçirebilirsiniz. Ben, denizde bir katreyim, çölde
bir kum parçası bile değil; ama, gagasında su damlası taşıyan güvercin, büyük
ateşi söndüremese bile, iyi niyetli bir gayreti temsil eder. Kâbe'ye doğru
yönelen kaplumbağanın hedefe ulaşması mümkün değildir; ama, hiç değilse
istikameti doğrudur. Ben de, hep inandığım doğruları savundum. Yassıada mahkemesinde Samet Ağaoğlu, 1950 ile 1954 arasında çıkarılan
kanunların hesabını kendisinden soran Hâkim Başol'a "o kanunları bizimle
birlikte imzalayan Fethi Çelikbaş niçin aramızda değil" diye sorduğunda, o
tarihî cevabı almıştı: "Ne yapalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle
istiyor." "Siyasî bir kararı hukukî bir temele oturtmak istiyoruz;
yani, kılıf arıyoruz" diye konuşan Anayasa Mahkemesi üyesi, Başol'dan
sonra, tam kırk yıl sonra fazla bir şey değişmediğini, maalesef, ortaya koydu. Değerli arkadaşlar, hiç arzu etmemiş olmama rağmen, aranızdan bazı
kişileri rencide etmiş, kırmış, öfkelendirmiş olabilirim... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun, devam edin efendim; yani, konuşmanızı normal bitirin
Sayın Ilıcak. AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) - Bu yüzden, hepinizle helalleşmek
istiyorum. Hakkınızı helal edin. Ben de, hakkımı, hem size hem de Anayasa
Mahkemesi üyelerine helal ediyorum; ama, maalesef, Anayasa Mahkemesi üyelerine
"adaletinizle bin yaşayın" diyemeyeceğim. Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, DYP, ANAP, AK Parti ve SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ilıcak. Sayın milletvekilleri, önemli olan, tabiî, halkın oyuyla gelen
milletvekillerinin, yine, halkın oyuyla gitmesidir; ama, bir hukuk devletinde
birtakım durumlar da olabilir. (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) Sayın Ilıcak'ın milletvekilliğinin düşürülmesine en fazla üzülenlerden
birisi de benim. Gerçekten, çok ciddî ve güzel mücadeleler yaptık. İnanıyoruz
ki, zaman, haklı olanları başarıya götürür. (AK Parti ve SP sıralarından
alkışlar) Efendim, üçüncü gündemdışı söz, Türkiye'de çiftçinin ve tarımın durumu
konusunda gündemdışı söz almak isteyen Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet
Sadri Yıldırım'a verilmiştir. Buyurun Sayın Yıldırım. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. 3. - Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri
Yıldırım'ın, Türkiye'de tarımın durumu ve çiftçinin sorunlarına ilişkin
gündemdışı konuşması MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde şu anda tarımın durumu ve çiftçinin sorunları
hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum. Bana bu imkânı veren Sayın Başkana,
Yüce Meclisin değerli üyelerine, aziz milletime, yüzü gülmeyen, eli nasırlı,
kendi kaderiyle baş başa bırakılan çiftçi kardeşlerime saygılarımı sunuyorum. Değerli milletvekilleri, ülkemiz, bir tarım ülkesidir; nüfusun yarısı
tarımla uğraşmaktadır. Tarım, dünyanın her yerinde korunduğu gibi, gelişmiş
ülkelerde, Avrupa ve Amerika'da daha fazla korunmaktadır. Ülkemizde ise, son üç
yıldır, bırakınız desteklemeyi, çiftçi, alınteri, elemeği olan hakkını
alamadığı gibi, tasfiye edilmek istenmektedir. Başka bir deyimle, ülkemiz,
tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri iken, son üç yılda tarımı ve
çiftçiyi bitirme noktasına getiren hükümetin bu yaptığı, ülkeye ve çiftçiye
ihanet değil de nedir?! Sayın hükümet, ülkemizde tarımı nereye götürüyorsunuz; ne yapmak
istiyorsunuz; yoksa, tarımı tasfiye mi ediyorsunuz; sebebi nedir; bunu millete
izah etmelisiniz. MUSTAFA MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Tarım tasfiye olmaz. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Öyleyse, gelin, birlikte, çiftçinin şu
andaki durumuna ve sorunlarına bir bakalım. Çiftçi, şu anda, Ziraat Bankasına
ve Tarım Krediye olan borçlarını ödeyemez, gübre ve tohum alamaz, ekim yapamaz
durumdadır. Yaptığınız taksitlendirmeyle, çiftçi borcunu ödeyemez; çünkü, siz,
çiftçiyle alay ediyorsunuz. Çiftçinin borcunu ödemesini ve ekim yapmasını
istemiyorsunuz. Eğer, sayın hükümet, çiftçiye samimî ise, çiftçi borçlarının
taksitlendirilmesini yeniden ele alarak, faizleri durdurmalı, harman ve pancar
olmak üzere, altı ayda bir taksit konulmalı ve gecikmiş faizleri kaldırarak, üç
yıl taksitlendirilir ise, çiftçi borcunu o zaman öder. Yoksa, Türkiye genelinde
olduğu gibi, Eskişehir İli Alpu İlçesi Bozan Beldesindeki çiftçiler gibi, gece
jandarma tarafından, borçlarından dolayı cezaevine götürülür. Ülkemizde, bu yıl, genelde kuraklık vardır. Daha on gün evvel Eskişehir
İlinin Sivrihisar İlçesinden 26 muhtar, Günyüzü İlçesinden de muhtarlar geldi.
Kuraklık nedeniyle müracaat ettiklerini ve devletten tohum yardımı alamazlar ise,
ekim yapamayacaklarını söylemişlerdir. Bu hususta, hükümetin, kurak olan
bölgelere yardım yapması gereklidir. Eğer, yapmazsa, çiftçi tohum bulup ekemez.
Taban gübresinin şu anda -DAP- bir kilogramı 330 000 lira olmuştur.
Yapılan zam bir yılda yüzde 300'dür. Bu fiyatla hangi çiftçi gübre alarak
ekebilir?! Zaten tohum bulan çiftçimizin yüzde 80'i gübresiz ekmektedir.
Litresi 927 000 lira olan mazotu nasıl alacaktır?! Ayrıca, sebzecilik de
gerekli gübre ve sulama yapılamadığından zor durumdadır. Bu yıl Eskişehir İli
Mihalgazi ve Sarıcakaya İlçelerinde de domates üretimi, rekoltesi düşmüş ve
çiftçi mağdur durumdadır. Değerli milletvekilleri, peki "buğday taban fiyatları 164 000 lira
olsun" diyerek Sayın Derviş'le kavga ettiğini söyleyen ve çiftçiye karşı
siyasî şov yapan Sayın Tarım Bakanımız, çiftçinin buğdayını neden 130 000 Türk
lirasından fazlaya satamadığını biliyor mu? Eğer, biliyorsa, sebebini izah
etmelidir; çünkü, şu anda buğday fiyatları 190 000 ve 200 000 liradır... MUSTAFA MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Sayın Tarım Bakanı burada yok,
kendisine söyle. O sualin muhatabı Derviş'tir. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Ya un fiyatları neden yüzde yüzlere
varan artış gösterdi? Ekmek fiyatları neden yükseldi? Sayın hükümetin bu
hususlarda tedbirleri var mıdır? Bunu millete açıklaması gerekir. Eğer tedbir
alınmazsa, vatandaş, ekmeği alamaz hale gelecektir. Hayvancılıkta ise durum daha da kötüdür. Yüzde 25 gerileme vardır. Halen,
süt fiyatları üç sene evvelki gibidir. Buna rağmen, yemin torbası 10 milyon
olmuştur. Değerli milletvekilleri, pancar çiftçisinin durumu da aynıdır. Avrupa
Birliği ülkelerinde pancar çiftçisi, pancar teslim ettiğinde parasını peşin
alır. Bizde ise, bırakınız peşin almayı, çiftçi, pancarı söktü, teslim etti,
şeker oldu... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN- Sayın Yıldırım, size 1 dakika daha süre veriyorum efendim. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla)- 2 dakika lütfen Başkanım. Hükümet, şekere yüzde 25 zam yaptı. Halen, teslim olunan pancarın fiyatı
belli değil. Pancar tabanfiyatının belirlenmesinde, girdilerin artışı da
dikkate alınarak, en az 70 000 Türk Lirası olması gerekir. Sayın hükümet, en kısa zamanda, acilen, tarımın ve çiftçinin sorunlarına
çare bulamazsanız, çiftçiyi meydanlara dökeceksiniz. Ülkeyi karanlığa
götüreceksiniz, milleti daha da yoksullaştıracaksınız ve insanları bir dilim
ekmeğe muhtaç edeceksiniz. Ülkeyi sosyal patlamaya götüreceksiniz; ama, altında
siz de ezileceksiniz. Değerli milletvekilleri, size, uyanın artık diyorum; uyanın artık ey
hükümet, uyanın artık iktidar milletvekilleri!.. Sizin, millete ve ülkeye
verebilecek bir şeyiniz kalmadı. Siz bu işi beceremediniz, yapamadınız. Ülkenin
ekonomisini IMF'ye teslim ettiniz; ama, milletin hâkimiyetini teslim
edemezsiniz. Sizden milletin bir tek isteği vardır; o da, hükümetin gitmesi ve
erken seçimdir. Sayın Başbakanım, size, ülkenin içinde bulunduğu gerçekleri, doğruları
söylemiyorlar. Ülke perişan. İnsanlar pazar yerlerinden atıkları topluyor.
Millet size güvenmiyor. Uyguladığınız tarım ve ekonomi politikaları yanlış.
Sizin programınız, milleti ve çiftçiyi kurtarma programı değil, hükümeti
kurtarma programıdır; ama, kendinizi de kurtaramayacaksınız. Gelin, yol yakınken, ülkeye daha fazla zarar vermeden, ülkeyi erken
seçime götürün. Ülkeye yapacağınız en büyük iyilik budur diyor, Yüce Heyetinize
saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yıldırım. Gündemdışı konuşmaya cevap verecek Sayın Bakan?.. Yok herhalde. Böylece, gündemdışı konuşmalar bitmiştir. Meclis araştırması önergeleri vardır; okutuyorum: B) Gensoru,
Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ 1. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu
ve 19 arkadaşının, tütün üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/213) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Ülkemizde son yıllarda yaşanan ekonomik krizler vatandaşı hayatından
bezdirmiştir. Kriz şüphesiz her kesimi vurmuş, ancak, özellikle çiftçilerimizi
perişan etmiştir. Yanlış tarım politikaları ve son olarak çıkarılan ve
Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen 4685 sayılı Yasayla da, tütün
üreticilerinin sorunları karmaşık bir hal almıştır. Üreticilerin sorunlarının
araştırılarak ivedilikle alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla,
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğümüzün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını arz ederiz.
Gerekçe: 57 nci hükümet tarafından hazırlanan ve 20 Haziran 2001 tarihinde TBMM
Genel Kurulunda kabul edilerek, Cumhurbaşkanının onayına sunulan, kısa adı
Tütün Kanunu olan 4685 sayılı Yasa 6 Temmuz 2001 günü veto edildi. Cumhurbaşkanı, gerekçelerinde, yasada üreticileri koruyan hükümlerin
olmadığını ifade ederek "Açık artırma yöntemiyle tütün satışının güçlüğü
ve artırmada alıcısı çıkmayan tütünlerin nasıl değerlendirileceğinin
belirsizliği nedeniyle, tütün üretiminin sona erebileceği, üretimin
planlanmasının devletin görevleri arasında olduğu, bu yasayla yerli tütün
sanayiinin durabileceği, sektörde kartelleşmeye yol açacağı, Tekel Sigara
Fabrikaları ile işletmelerinin değerinin düşeceği ve yok pahasına satılması
sonucunu doğuracağı" kanaatini ifade etmektedirler. Şekerpancarında olduğu gibi, tütünde de yapılan bu düzenleme, önhazırlık
yapılmadan, geçiş dönemi planlanmadan, alelacele, hazırlanan bir tasarıdır.
Pratikte uygulanmayacak, memlekete ve milletimize zarar getirecektir. Türkiye'de 2000 yılı itibariyle, 200 000 - 220 000 ton tütün
üretilmektedir. Ülkemizde sigara tüketimi 168 000 tondur. Bu tüketimin miktarı
8,4 milyar paket sigara etmektedir. Ortalama sigara fiyatı 1 milyon liradan kabul edildiğinde, ülkemizde
toplam sigara pazarının değer olarak 8,4 katrilyon lira olduğu görülmektedir.
Bu değerin yaklaşık 6 katrilyon lirası vergidir. Bu kesintilerden 6 katrilyonluk vergiyle beraber Savunma Sanayii Fonu,
Eğitime Yardım Fonu, Sağlık Hizmetleri Fonu, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Fonlarına önemli kaynaklar aktarılırken, 300 trilyon liralık tütün üretimiyle
uğraşılıp, bu kaynakların tümü yok edilmektedir. Bu geniş pazarda Tekel devreden çıkınca, tüketici daha pahalıya sigara
tüketmek zorunda kalacaktır. Türkiye'de 600 000 tütün ekicisi bulunmaktadır. Yani, 5 milyon kişinin
geçimini ve istihdamını sağlayan tütün üretiminden, onlara bir alternatif
göstermeden vazgeçmek demek, büyükşehirlere, varoşlara göç olması ve işsizliğin
artması demektir. Bu da sosyal felaket olacaktır. Örneğin, Adıyaman
ekonomisinin büyük bir kısmı tarıma dayalı, tarımda da en büyük gelir kaynağı
tütündür. Son yıllarda tütüne uygulanan kota nedeniyle tütünden elde ettiğini
kazanamayan yoksul ve topraksız yaklaşık 300 000 Adıyamanlı, mağdur edilmiştir.
Avrupa, kırsaldaki nüfusun azalmaması için tütün üreticilerine elde
ettiği gelirin yüzde 80'inden fazlasını prim olarak vermektedir. Bu düşünceyle,
Avrupalılar, insanları tarım alanında kalmaya teşvik etmektedirler. Ancak,
bizdeyse, kırsal kesimde yaşayan ve toplumun en alt gelir seviyesini oluşturan
nüfus, çıkarılan yasalarla, âdeta göçe zorlanmaktadır. Yanlış tarım politikaları nedeniyle açlık ve sefaletle yüz yüze gelen
çiftçilerimiz, 4685 sayılı Yasayla da ekonomik ve sosyal anlamda tam bir yıkım
yaşayacak; ayrıca da, ülkemizi yabancı tekellerin pazarı haline getirecektir.
Tütün üreticilerinin sorunları, bu yasayla daha da karmaşık bir hal almıştır.
Bir an önce, Türkiye Büyük Millet Meclisince bir araştırma komisyonu kurularak,
milyonlarca insanımızın geçim kaynağı olan tütün üretiminin ve tekel
işçilerinin durumu ve geleceği hususunda araştırma yapıp hayata geçirilmesi
elzemdir. BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. Diğer araştırma önergesini okutuyorum: 2. - Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak ve 20 arkadaşının, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde iş yapan ve ikamet
eden vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/214) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde iş yapan veya bazı sebeplerle ikamet
eden müteşebbislerimizin desteklenmesi gerekmektedir. Bu vatandaşlarımızın
faaliyet gösterdikleri ülkelerde kendileri ve aile fertlerinin karşılaştıkları
eğitim, sağlık, ekonomik ve hukukî problemlerinin karşılıklı mevzuatlar
çerçevesinde çözülmesi gerekmektedir. Bu nedenle, özellikle Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığa kavuşmasından
sonra ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin kardeş ülkelerin bağımsızlığını
tanıyan ülke olması sebebiyle karşılıklı ilişkiler çerçevesinde bu problemlerin
çözümü için bazı düzenlemelere ihtiyaç vardır. Kanunun önemine binaen Anayasanın 98 inci ve Meclis İçtüzüğünün 104 üncü
maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ederim.
Gerekçe: Devletimiz, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde faaliyet gösteren işçi ve
işadamlarımızın çalışma hayatından kaynaklanan kardeş ülkeler arasındaki bazı
problemleri karşılıklı dostluk ve menfaat ilişkileri içerisinde düzenlemeli ve
bunu da belirli kurallara bağlamalıdır. Bağımsızlığına kavuşmuş bu ülkelerde yatırım mevzuatı ile ilgili
gelişmeler görülse de ülkeler arasında çıkarılması gereken yasalara ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu nedenle, bu ülkelerdeki müteşebbislerimizin sıkıntılarının
giderilmesi için karşılıklı olarak bazı çalışmaların yapılması gerekir. Gümrük,
vize, ulaşım, vergilendirme, güvenlik, sağlık ve benzeri alanlardaki
çalışmaların hukukî zemine oturtulması kaçınılmaz olmuştur. Bunlar karşılıklı
olarak ortaya konduğundan ekonomik ve ticaret alanındaki gelişmelerde artış
olur. Bu ülkelerdeki ekonomik ve ticarî faaliyetler gözardı edilmemelidir. Buralara
yönelik dışticaret politikası geliştirilmeli, dış ticaretimize bağlı yatırım
stratejisinin, dış ekonomik ilişkilerimizin temelini teşkil etmelidir. Avrupa
ile olan ilişkilerimizin buralarda da uygulanması gerekir. Buralarda bulunan işadamlarımıza gerekli kolaylıklar sağlanmalıdır. Aksi
takdirde, buralardaki yatırım payından gerekli imkânı almamız zor olacaktır. BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Önerge gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. Danışma Kurulunun önerileri vardır; okutup önce işleme alacağım, sonra
oylarınıza sunacağım: IV. - ÖNERİLER A) DanIşma
Kurulu Önerİlerİ 1. - Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunda boşalan üyelikler
için 3984 sayılı Kanun gereğince yapılacak seçimin 30.10.2001 Salı günkü
birleşimde yapılmasına ve bu birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi DANIŞMA
KURULU ÖNERİSİ No : 85 Tarihi: 24.10.2001 Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boşalan üyelikler için 3984 sayılı
Kanun gereğince yapılacak seçimin 30.10.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasının
ve bu birleşimde sözlü soruların görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına
sunulması Danışma Kurulunca uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Öneri üzerinde söz isteyen?.. Yok. Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Diğer Danışma Kurulu önerisini okutuyorum: 2. - 24.10.2001 ve 31.10.2001 Çarşamba
günleri sözlü soruların görüşülmemesine, 24.10.2001 Çarşamba günkü birleşimde
Türk Medenî Kanun Tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi DANIŞMA
KURULU ÖNERİSİ No : 86 Tarihi: 24.10.2001 24.10.2001 ve 31.10.2001 çarşamba günleri sözlü soruların
görüşülmemesinin, 24.10.2001 Çarşamba günkü birleşimde Türk Medeni Kanun
Tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun
görülmüştür.
BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü sorular bugün
görüşülmeyecek. Şimdi, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz. Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir Milletvekili Rifat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;
Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın;
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük
Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310,
2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı: 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu
Başkanlığa gelmediği için teklifin görüşmelerini erteliyoruz. Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşülmesine
başlayacağız. 2. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının
Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili tasarının görüşmelerine başlayacağız. 3. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili
Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve
Bütçe Komisyonları Raporları (1/755,
1/689, 2/699) (S. Sayısı: 666) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili tasarının görüşülmesine başlayacağız. 4. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754,
1/692) (S. Sayısı: 675) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının görüşmelerine
başlayacağız. 5. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer
Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve
Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı: 676) BAŞKAN - Komisyon ?..Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının görüşmelerine başlayacağız. 6. - Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve
Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı: 685) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in;
Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlıyoruz. 7. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk
Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara
Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört
Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (1) BAŞKAN - Komisyon ?.. Burada. Hükümet ?.. Burada. Komisyon ve Hükümet yerlerini almışlardır. Komisyon raporu 723 sıra sayılıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 18.10.2001 tarihli ve 9 uncu
Birleşiminde alınan karar gereğince, İçtüzüğümüzün 91 inci maddesi kapsamında
değerlendirilen bu kanun tasarısının tümü üzerinde bugün yapılacak
görüşmelerde: gruplar, komisyon ve hükümet adına yapılacak konuşmaların 40'ar dakika
-bu süre 1'den fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmaların
da 10'ar dakika olması kabul edilmiştir. Bu karar, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Gündeminin iç kapağında da yer almaktadır. Tasarının tümü üzerinde söz isteyen arkadaşları okuyorum: Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve Aksaray
Milletvekili Ramazan Toprak; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Erzurum
Milletvekili İsmail Köse, Denizli Milletvekili Salih Erbeyin; ANAP Grubu adına,
İzmir Milletvekili Işılay Saygın ve Denizli Milletvekili Beyhan Aslan;
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Hatay Milletvekili Ali Günay konuşacaktır. Şahısları adına, İzmir Milletvekili Işılay Saygın, Bursa Milletvekili
Ali Arabacı, Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu söz istemişlerdir. Sonradan grupları adına konuşma talebi gelince, kendilerine söz
verilecektir. Hükümet ve Komisyon, bir takdim konuşması mı yapmak istersiniz, yoksa,
sonradan mı konuşacaksınız? Yani, hükümete bir defa söz vereceğiz de... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sonunda cevap verme olanağını
da kullanmak üzere... (1) 723 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. BAŞKAN - Peki efendim. Ben, tabiî, bu kanun tasarısının müzakeresine başlarken, cumhuriyetimizi
kuran o yiğit cumhuriyetçilerin, bu Medenî Kanunun 1926 yılında kabulü
sonrasında, bu kanunun Türkiye'de uygulanmasını sağlayan Mahmut Esat Bozkurt'u,
rahmetle, şükranla anıyorum. Gerçekten, Türk Medenî Kanununun Türkiye'de
yerleşmesinde, o zaman Adalet Bakanımız olan bu zatın büyük emeği geçmiştir.
Bunu da belirtmek istiyorum. Gruplar adına ilk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın
Mehmet Ali Şahin'de. Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz 40 dakika; eşit mi paylaşacaksınız? MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Eşit paylaşacağız. BAŞKAN - Neyse, siz, 40 dakikayı pek geçmezsiniz herhalde. Onun için... Buyurun. AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısı üzerinde, Ak Parti
Grubunun görüşlerini arz etmek için huzurunuzdayım. Bu vesileyle, hepinizi
sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Medenî Kanun çalışmalarının, Medenî Kanun üzerinde yeniden yapılan
çalışmalar sonucu oluşan bu tasarının, Genel Kurulumuzda başarılı bir görüşme
sonunda kanunlaşmasını dileyerek sözlerime başlıyorum. Değerli arkadaşlarım, Türk Medenî Kanunu, temel yasalarımızın başında
gelmektedir; hatta, ana kanunlarımızdan biri olarak da değerlendirebiliriz. Bu ülkede
yaşayan her vatandaşı, hepimizi, doğumdan ölüme kadar, hatta, doğum öncesinden
ölüm sonrasına kadar ilgilendiren temel bir yasadır. 1 030 maddelik bu
tasarının geneli üzerindeki görüşlerimizi arz ederken, birtakım sorular sorarak
ve bu sorulara cevap vererek meramımı anlatmamın daha doğru olduğunu düşündüm.
Önce, Medenî Kanunun ülkemiz ve insanımız açısından önemi nedir, sorusuna cevap
vermeye çalışacağım. İkinci olarak, tatbik edildiği 75 yıllık süre içerisinde
bu kanun ihtiyacı karşılamış mıdır, kaç kez değişmiştir, sorusuna cevap
vereceğim. Diğer yandan, görüşmekte olduğumuz 1030 maddelik bu tasarı hangi
gerekçelerle hazırlanmıştır, ne gibi yenilikler getirmektedir sorusuna; ayrıca,
hiç şüphesiz ki, bunları söyledikten sonra, parti grubu olarak, bu tasarıda
katılmadığımız değişiklikler var mıdır, sorusuna da cevap vermeye gayret
edeceğim. Konuşmamın sonunda da, değerli arkadaşlarım -biraz önce de ifade
ettim- tüm toplumu ve bireyleri yakından ilgilendiren böylesine temel yasanın
yeniden kanunlaşması çalışmaları, toplumda, insanımızda gerekli heyecanı ve
coşkuyu uyandırmakta mıdır; eğer uyandıramıyorsa bunun nedeni nedir, sorusuna
da cevap vermeye çalışacağım. Saygıdeğer arkadaşlarım, bilindiği gibi, Türk Medenî Kanunu, eski isimle
Türk Kanunu Medenîsi, millî Kurtuluş Savaşı sonunda kurulan cumhuriyet
kanunlarındandır, İsviçre Medenî Kanunundan iktibas edilmiştir. Esbabı mucibe
layihasında, bu Medenî Kanunun hangi gerekçelerle ve niçin hazırlandığı, niçin
İsviçre'den alındığı geniş şekilde ifade edilmektedir. Esbabı mucibe layihası,
özet olarak bu tasarıda da yer almıştır. Esbabı mucibe layihasıyla ilgili
itiraz ettiğimiz bazı hususları, benden sonra grubumuz adına konuşacak Aksaray
Milletvekili ve Adalet Komisyonu üyesi değerli arkadaşım Sayın Toprak dile
getirecekleri için, esbabı mucibe layihasıyla ilgili, şu anda, bir
değerlendirmede bulunmak istemiyorum. Türk Medenî Kanunu, yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 yılından sonra, hiç
şüphesiz ki, kısmî birtakım uyum zorlukları yaşatmışsa da, temel bir ihtiyacı
karşılamış ve günümüze kadar tatbik edilerek gelmiştir. Şu anda hâlâ yürürlükte
bulunan Medenî Kanunumuz, dört kitaptan oluşmaktadır. Hukukçu arkadaşlarımız
bunu yakinen bilirler. Başlangıç bölümünden sonra, birinci kitap kişiler
hukuku, ikincisi aile hukuku, miras hukuku ve eşya hukukudur. Bu sistematik bu
tasarıda da aynen muhafaza edilmiştir. Biraz önce bir soru sormuştum, 1030 maddeden oluşan bu tasarı niçin
hazırlanmıştır? Tasarının gerekçesinde, bu soru, çok kısa cümlelerle
cevaplandırılmaktadır. Gerekçede "sosyal varlıklardan olan kanunlar da
zamanla yaşlanmakta ve günün ihtiyaçlarına gereği gibi cevap vermekte
zorlanmaktadırlar. Temel kanunların da belirli bir süre geçtikten sonra baştan
aşağıya yeniden gözden geçirilmesi ve yaşanan çağın ve gelişen teknolojinin
ihtiyaçlarına cevap verebilir hale getirilmesi kaçınılmazdır" denmek
suretiyle, böyle bir tasarının niçin hazırlanmaya ihtiyaç duyulduğu, bu bir iki
cümleyle de ifade edilmektedir. Değerli arkadaşlarım, Medenî Kanunun yürürlüğe girdiği 1926 tarihinden
sonra, inceledim, araştırdım, Medenî Kanunumuzda 9 kez değişiklik yapılmış. İlk
değişikliğin 15 Haziran 1938 yılında yapıldığını görüyoruz ve bir tek madde de
değişiklik yapılmış, evlenme yaşıyla ilgili bir değişiklik yapılmış. Biraz
sonra, aile hukukuyla ilgili değerlendirmemi yaparken, buraya yeniden
döneceğim. Son değişiklikse, 22 Mayıs 1997 tarihinde, kadının evlendikten sonra
kocasının soyadı önünde önceki soyadını kullanmasına imkân tanıyan bir
değişiklik yapılmış; ama, en kapsamlı değişikliğin 1990 yılında yapıldığını
görüyoruz, 31 maddelik bir değişiklik yapılmış. İşte, şimdi, baştan sona Medenî
Kanun yeniden düzenleniyor. Saygıdeğer arkadaşlarım, görüşmekte olduğumuz tasarının hazırlanması
yıllar almış. Bu konuda, bilim adamlarımızdan, tatbikatçılardan oluşan, Adalet
Bakanlığının inisiyatifinde, onun da talimatıyla, Medenî Kanun Komisyonu
kurulmuş. İşte, önümüzdeki tasarı, bu komisyonun hazırlayarak Adalet
Bakanlığına teslim ettiği, Adalet Bakanlığının da bir hükümet tasarısı olarak
Meclisimize göndermiş olduğu bir tasarıdır. Bu tasarıyı hazırlayan komisyon, bu çalışmalar esnasında şu iki hususu
hiç gözden ırak tutmamış; tespitlerimizden çıkardığımız sonucu ifade ediyorum:
Bir defa, Türk Medeni Kanununun genel yapısı ve sistematiğinin bozulmamasına
özen gösterilmiş. İkinci olarak, bazı küçük değişiklikler dışında, mevcut yapı
ve sistematik aynen korunmuştur. Değerli arkadaşlarım, bu tasarıda en dikkat çeken yeniliklerden biri,
Medenî Kanunun dilinin sadeleştirilmesidir. Gerçekten, aradan 75 yıl geçmiş
olmasına rağmen, 75 yıl önce yürürlüğe girmiş olan Medenî Kanunun dili
fevkalade ağırdır. Bugün, bazı maddelerini, kelimelerini, ibarelerini
anlayabilmek için lügate bakma ihtiyacını hissediyorsunuz. Bakın, şu elimdeki,
Türk Medenî Kanununudur. Şu kitapçığın dörtte 1'i lügatçeden oluşmaktadır.
Yani, şunu alan bir kişinin, bu Medenî Kanunu anlayabilmesi için, mutlaka,
dörtte 1'ini oluşturan lügate bakma ihtiyacı doğmaktadır. O bakımdan, dilinin
sadeleştirilmiş olması isabetli olmuştur. Medenî Kanunun dilinin
sadeleştirilmesi yerinde olmuştur; ama, gerekçesinde deniliyor ki: "Bu
sadeleştirme yapılırken Anayasa dili kullanılmıştır." Ancak, dikkatli
gözlerden hiçbir zaman kaçmıyor ki, ne Anayasada var olan ne de bugün günlük
hayatta kullandığımız kelimelerin bu tasarıda yer aldığını görüyoruz; ne
Anayasada var böyle bir kelime ne de günlük hayatta kullanabiliyoruz. Mesela
"tahsis" yerine bir kelime kullanılıyor: "Özgüleme." Ben
bunu hiç duymamıştım, ilk defa duyuyorum; bilmiyorum sizler duydunuz mu. Bunun
gibi, Anayasa dili olmayan, günlük hayatta da kullanılmayan birtakım
kelimelerin "sadeleştirme" adı altında, Medenî Kanuna girmiş olduğunu
görüyoruz, bunu açıkça eleştiriyoruz; ama, hemen şunu da söyleyeyim ki, buna
rağmen, sadeleştirmede tam amacına da ulaşılmamış. Mesela, ben tespit ettim,
kavram, deyim, terim, sözcük olarak 128 tane kavramın, deyimin ve sözcüğün
bugünkü lisana çevrilmesi lazım. Şimdi -önsözünde de var, daha doğrusu
gerekçesinde de var- sadece 66 tane kavram, deyim ve terim, bugün kullanılan
kelimelerle yer değiştirmiş olmasına rağmen, mesela, 27 tane sözcüğün karşılığı
bulunamamış. Feragat, temlik, tevdi, tasarruf, intifa, muacceliyet, gaip,
takyit gibi kelimelerin karşılıklarının bulunamadığı gerekçede yazılıyor; bazı
kavram ve terimlerin de karşılığının bulunamadığı ifade ediliyor. Mesela,
velayet, vasi, kayyım, nafaka, irat, şerh, ihraz, mecra, rehin gibi kelimeleri
de, bu tasarı, Medenî Kanunun bünyesinde muhafaza etmeye devam ediyor. Devam
gerekçesi de, bunların Türkçe karşılıklarını bulamadık oluyor. Demek ki,
sadeleştirme de tam olarak yapılamamış. Belki, yarı yarıya yapılmış olan bir
sadeleştirmedir. Hatta, bazı noktalarda da, bugün kullanılmayan kelimelerin,
eski ibarelerin ve sözcüklerin yerini aldığını biraz önce ifade etmiştim. Değerli arkadaşlarım, peki, bu tasarı ne gibi yenilikler getirmektedir?
Şimdi, bu soruya cevap vermeye çalışıyorum. Önce, bu Medenî Kanunu değiştiren
yasa tasarısında getirilen yeniliklerin aşağı yukarı tamamına yakını,
kadın-erkek eşitliğini sağlamak düşüncesiyle getirilmiş olan yeniliklerdir.
Bilindiği gibi, Türkiye, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesine
dair birtakım uluslararası anlaşmaların altına imza koymuştur; bu bakımdan,
yasalarında bu doğrultuda değişiklik yapma mükellefiyeti altına girmiştir.
Hatırlayacaksınız, bundan birkaç hafta önce, Anayasada da değişiklik yaptık.
Orada da, kadın-erkek eşitliğini sağlayıcı bir cümleyi, ilgili maddesine
koyduk. O bakımdan, Anayasanın o maddesi de yürürlüğe girdiğine göre, aslında,
buna benzer düzenlemeleri yasalarımızda yapmakla da karşı karşıya kaldık. Peki, neler yapılmış? Bu soruya cevap vermeye çalışacağım. Medenî Kanunumuzun başlangıç bölümünde, vesayet altındaki küçüğün ergin
kılınmasında, mevcut yasada, şu anda yürürlükte bulunan yasada, vasinin
dinlenmesi gerekirken, artık vasi dinlenmeyecek "vesayet ve denetim
makamlarının izni yeterli olacaktır" diye bir düzenleme var. Şimdi, kadın-erkek eşitliğine aykırı bulunan bir cümle, bir fıkra,
Medenî Kanundan, bu tasarıyla çıkıyor. O nedir? Mevcut haliyle, Medenî
Kanunumuzda "kocanın ikametgâhı karının ikametgâhı addolunur"
deniliyor; yani, Medenî Kanuna göre, evli kadının ikametgâhı neresidir,
kocasının ikametgâhıdır. Şimdi, bu çıkınca ne oluyor; artık, kadının
ikametgâhı, kocanın ikametgâhı olmayacak; yani, kadın, ayrı bir ikamet edinme
imkânına da sahip olacak demektir. Bunun üzerinde yorum yapılabilir,
değerlendirme yapılabilir. Acaba, bu, aile birliğini olumsuz etkiler mi diye
düşünenler de olacaktır. Eğer, böyle düşünenler varsa, ben, onlara "haksız
düşünüyorsunuz" diyemem. Diğer yandan, gaiplik kararının verilmesinde, yetkili mahkeme olarak,
mevcut kanunda, pederinin mukayyet olduğu mahal geçer; yani, gaip olan kişinin
babasının kayıtlı olduğu mahal. Bu, kadın-erkek eşitliğine aykırı sayıldığı
için şöyle deniliyor: "Anasının veya babasının kayıtlı olduğu yer."
Anasının kayıtlı olduğu mahal de yetkilidir anlamına gelen, yine, kadın-erkek
eşitliğini sağlayıcı mahiyette bir düzenleme yapılmaktadır. Ayrıca, 1988 yılında, Medenî Kanunun 29 uncu maddesinde, cinsiyet
değiştirmekle ilgili bir değişiklik yapılmış. Onun hikâyesini arkadaşlarımız
bilirler. Şimdi, bu düzenleme müstakil bir madde haline getiriliyor; Medenî
Kanunun 40 ıncı maddesinde, bu durum, birtakım ağır koşullara bağlanıyor. Bu
konuda da Medenî Kanunda bir düzenleme olduğunu hemen ifade etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, dernekler ve vakıflarla ilgili de, Medenî Kanunun
ilgili bölümünde değişiklikler yapılmaktadır. Hemen şunu belirtmek durumundayım
ki, özellikle vakıflarla ilgili bölümünde yapılan değişiklik, kolektif özgürlüklerin
genişletilmesi amaçlı değil, biraz daha daraltılması amaçlı değişiklik olarak
mütalaa ediyorum. Birtakım mal varlıklarını, toplumun, insanların istifadesine tahsis eden
hayır sahiplerinin, vakıf yoluyla yapan insanların, bu arzularını
gerçekleştirmelerinin önüne set çekmemeliyiz, vakıf kurmayı zorlaştırmamalıyız,
vakıfların mevcut olan denetiminin üzerine yeni denetim mekanizmaları
getirmemeliyiz. Eğer böyle yaparsak, hayır sahiplerinin vakıf yoluyla topluma
hizmet sunmalarına da mani oluruz. Kaldı ki -bir şeyi daha söylemek istiyorum- Dernekler Kanunuyla ilgili,
daha doğrusu, derneklerle ilgili Medenî Kanunda hükümler var. Bunlar, bu
tasarıda aynen muhafaza ediliyor. Vakıflarla da ilgili ziyadesiyle, yeni
maddelerle de muhafaza ediliyor. Bilindiği gibi, müstakil, Dernekler Kanunu var, vakıflarla ilgili yasa
da var. Biz diyoruz ki, ilgili yasaları, özel yasaları varken, bunları bu
Medenî Kanunda tekrar etmenin bir anlamı yoktur; olmasaydı da bir eksiklik
teşkil etmezdi diye düşünüyoruz. Değerli arkadaşlarım, en önemli değişiklikler -biraz önce de ifade
ettim- aile hukuku bölümünde yapılan değişikliklerdir. Evlenme yaşı: Bu değişiklikle, evlenme yaşında da eşitlik getiriliyor.
Erkek ile kadının evlenme yaşları farklıdır şu andaki Medeni Kanunumuzda; ama,
artık, 17 yaşını doldurma zorunluluğu getiriliyor, hem kadın için hem erkek
için. Bu, normal evlenme yaşı; 16 yaşını doldurma da, olağanüstü evlenme yaşı. Biraz önce, size, 1938 yılında, Medenî Kanunda yapılan bir değişiklikten
bahsetmiştim. Bu değişiklik, şimdi, Medenî Kanundaki evlenme yaşını gösterir.
Bunu hatırlayacaktır arkadaşlarımız; "erkek 17, kadın 15 yaşını ikmal
etmedikçe evlenemez" deniliyor. İlk Medenî Kanun 1926'da çıktığında
evlenme yaşı neymiş diye merak ettim; kütüphaneden, ilgili kanunun 88 inci
maddesini aldım. Orada deniliyor ki: "Erkek 18 ve kadın 17 yaşını ikmal
etmedikçe evlenemez." Medenî Kanun yürürlüğe girdiğinde, evlenme yaşı daha
yüksekmiş; 18 yaşını bitirmeyen erkek evlenemiyor, 17 yaşını bitirmeyen kadın
evlenemiyordu; ama, 1938 yılında bu, erkek için 17, kadın için 15'e indirilmiş.
Şimdi ne yapıyoruz; ikisini eşitleyerek, 17'yi bitirme şartı getiriyoruz. Demek ki, Türkiye'de, erkek ve kadının evlenme yaşıyla ilgili sık sık
değişiklikler yapılmış. Şimdi, bunun, 17 yaşını bitirme koşuluna bağlanması,
acaba ülke gerçeklerine uygun mu -özellikle ülkemizin bazı bölgeleri için-
ileride birtakım problemler çıkar mı, resmî olmayan evlenmeler artar mı diye de
endişe ettiğimizi belirtmek istiyorum. 21 dakika mı kaldı Sayın Başkanım? BAŞKAN - Evet. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ramazan Toprak kardeşimiz de
konuşacaklar... BAŞKAN - Ben, sürenizin bitmesine 1 dakika kala sizi ikaz edeceğim. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - O zaman ben yavaş yavaş toparlamaya
çalışayım; çünkü, kendisi bu konuyla ilgili konsantre oldu, çok önemli şeyler
söyleyeceğini tahmin ediyorum. Saygıdeğer arkadaşlarım, özellikle aile hukukuyla ilgili çok önemli
değişiklikler yapıldığını ifade ettim; ama, zamanım da çok daraldı. BAŞKAN - 1 dakikanız var efendim. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Hemen toparlamaya çalışayım. Mesela, mevcut kanunda, evlenme başvurusu, evlenecek erkeğin
ikametgâhının bulunduğu evlendirme dairesine yapılırken, şimdi, burada da kadın
erkek eşitliği getiriliyor; istenirse, evlenecek olan kadının ikametgâhının
bulunduğu evlendirme dairesine de gidilip, evlenme başvurusu yapılabilecek. Bunları sıralamak mümkün. Bölümler üstünde zaten konuşmalar yapılacak.
Arkadaşlarımız, aile hukukuyla ilgili bölümde de çıkacaklar, bunları çok
detaylı şekilde anlatacaklar, izah edecekler. Ben, konuşmama başlarken bir soru tevcih etmiştim; demiştim ki: Medenî
Kanunumuzda, özellikle hanım vatandaşlarımızı ilgilendiren çok önemli
değişiklikler yapılıyor olmasına rağmen, acaba, toplumda bu bir heyecana, bir
coşkuya sebep oluyor mu diye düşündüm; ama, ben, böyle bir heyecanı, bir
coşkuyu toplumda göremiyorum. GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya) - Dinleyici locasına bakın... MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Gördüm orayı... Bu konuya, sadece birtakım kadın derneklerimiz duyarlılık gösteriyor,
açıkça ifade edeyim. Bu Medenî Kanun Adalet Komisyonunda görüşülürken ben de o
komisyonun bir üyesiydim. Kadın derneklerimizin yöneticileri bize geldiler,
özellikle mal rejimiyle ilgili düşüncelerini ifade ettiler ve özellikle, mal
rejiminin yürürlüğe giriş tarihiyle ilgili kaygılarını ifade ettiler. Açıkça
ifade etmek istiyorum ki, şu anda, yasal mal rejimi olarak kabul edilmiş olan
"edinilmiş mallara katılım" rejiminin yürürlük tarihi, kadın
derneklerimizi hiç memnun etmemiştir. Geçmiş haklarının ellerinden alındığı
şeklinde bir kaygıyı taşımaktadırlar. Nitekim, ilgili tasarıda benim muhalefet
şerhim de vardır, orada düşüncelerimi de ifade ettim. Bakın, sadece kadın
derneklerimizin duyarlı olduğunu; ama, toplumun bu konuya ilgisiz kaldığını
ifade etmiştim. Niye?.. BAŞKAN - Sayın Şahin, süreyi 1 dakika da geçirdiniz efendim. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Hani, bir türkü vardır: "Bayram gelmiş
neyime, kan damlar yüreğime..." Vatandaşlarımız ekonomik ve sosyal
problemler karşısında o kadar sıkıntıdalar ki, "Medenî Kanun değişmiş
neyime, kan damlar yüreğime" noktasındadırlar. O bakımdan, bu hükümetin böyle bir tasarıyı getirmesi, hiç şüphesiz ki,
hakkıdır ve görevidir; ama, asıl görevi "Medenî Kanun değişmiş neyime, kan
damlar yüreğime" vecizesini söyletmeyecek olan bir ortamı hazırlamaktır. Efendim, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şahin. Adalet ve Kalkınma Partisi adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Aksaray
Milletvekili Ramazan Toprak; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) 18 dakikanız var Sayın Toprak. AK PARTİ GRUBU ADINA RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce
Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bir yüzyıldır beklediğimiz bir tasarıyı çıkarıyoruz. Keşke, gelecek
yüzyıla, bir sonraki yüzyıl ve sonrasına hitap edecek bir tasarıyı konsensüsle
çıkarmış olabilseydik mutlu olacaktık; ancak, yine de, getirdiği yenilikler
açısından geneliyle olumlu karşıladığımızı ifade etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, Medeni Kanun 1926 yılında yürürlüğe girdi; 75
yıl geçti. Canlı organizmaların, zaman içinde, doğup, büyüme ve gelişme
evrelerini takiben yaşlanması ve ömrünü tamamlaması, nasıl, temel bir kanunsa,
toplumu yönlendiren yasalar ve kurallar da zamanın değişimine ve gelişimine
paralel olarak zorunlu revizyonlara muhtaçtır. Üstelik, bu kanun, insanın
doğumu öncesinden ölümü sonrasına dek çok uzun bir süreci tüm ayrıntılarıyla
düzenleyen Medenî Kanun söz konusu olduğunda konunun hassasiyeti daha da
önplana çıkmaktadır. Türk Kanunu Medenîsi, 75 yıldır Türk toplumunun ihtiyaçlarını belli
ölçülerde karşılamış; doğrularıyla, noksanlarıyla bir boşluğu doldurmuştur. 75
yıl süresince gelişen ve değişen dünyaya paralel olarak Türk toplumunun da
ihtiyaçları değişmiş, mevcut düzenlemeler bu değişime ayak uyduramayınca, bu
temel kanun üzerinde, toplumumuzun ihtiyaçlarını karşılayacak değişiklikleri
yapma zorunluluğu doğmuştur. Yeni yasalar yapılırken evrensel değerler ile millî değerler birlikte
göz önünde bulundurulmalı; geçmişin doğrularına yeni ve daha üst doğrular
eklenmeli; toplumun bugünü ile gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik
düzenlemeler ortaya konmalıdır. Yasa koyucu, bu ihtiyacı karşılarken, diğer
tabirle geleceğe bakarken, geçmişi hor görmek veya aşağılamak gibi bir hakka
sahip değildir. 57 nci hükümet döneminde komisyonumuz gündemine getirilen bu tasarının,
Türk toplumunun ihtiyaçlarını karşılayacak pek çok düzenlemeler içerdiği bir
gerçektir. Bu gerçeği kabul etmekle birlikte, yanlış olduğunu düşündüğümüz
birtakım konuları dile getirmek de görevimizin aslî bir parçası. Tasarı üzerindeki eleştirilerimiz iki ana nokta üzerindedir; birisi
genel gerekçeye, diğeri ise dile ilişkin eleştirilerimiz olacaktır. Genel
gerekçeye ilişkin eleştirilerimiz şunlardır: Değerli milletvekilleri, öncelikle, tasarı üzerinden iki kısa paragraf
okumak istiyorum: "Gelenek ve göreneklere kesin olarak bağlı kalmak
davası, insanlığın en ilkel durumundan bir adım dahi ileri götüremeyecek kadar
tehlikeli bir kuramdır. Hiç bir uygar ulus böyle bir inanç çevresinde kalmamış
ve yaşamın gereklerine uygun hareketle zaman zaman kendini bağlayan gelenek ve
görenekleri yıkmakta duraklamamıştır. (Gerçekler karşısında babalardan ve
atalardan gelen inançlara her ne olursa olsun bağlı kalmak akıl ve zekâ
gereklerinden değildir)" Bir diğer cümle: "Türk Medenî Kanunu Tasarısı yürürlüğe konulduğu
gün ulusumuz onüç yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan
kurtulmuş, eski uygarlığın kapılarını kapayarak yaşam ve verimlilik getiren
çağdaş uygarlığın içine girmiş bulunacaktır." Değerli milletvekilleri, tasarının, yukarıda aldığım ibareler dikkatle
irdelendiğinde, âdeta, Türk toplumunu geçmiş yüzyıllardan 21 inci Yüzyıla
taşıyan tarihî, millî, dinî, kültürel değerlerini açıkça aşağılayıcı cümleleri
olduğu görülmektedir. Türk toplumunu kendisi yapan bu değerleri ile bu
değerlerin birlikte yoğrulmuş şekli olan gelenek ve göreneklerimizi, insanlığı
en ilkel durumundan bir adım dahi ileri götüremeyecek kadar tehlikeli bir kuram
olarak niteleme hakkı hiç kimsede olamaz. Oysa, bu gelenek ve göreneklerimizle,
tarihimizin derinliklerinden 21 inci Yüzyıla taşındığımızı unutmamak, tarihî ve
millî bir görevdir. Keza, Türk toplumunun yüzde 99'unun benimsediği İslam Dinini, tasarının
gerekçesinden yukarıya aldığım ve biraz önce okuduğum gibi, onüç yüzyılın
hastalıklı inançları ve kargaşa olarak nitelemek hiç kimsenin hakkı da
değildir, haddi de değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Buna rağmen bu
yanlış yapılmıştır. Değerli milletvekilleri, ortaçağ zihniyetinden arınmalıyız. Geleceğe
bakmak için geçmişe sövmek gerekmez. Hatalarıyla sevaplarıyla bu geçmiş bizim
geçmişimizdir; doğrularını alır, yanlışlarını terk ederiz. Geçmişe sövmek,
akıllı insanın işi değildir; cahil, kavgacı insanların işidir. Geçmişten ders
almak, olgun insan işi; geçmişe sövmek, cahil ve kaba insan işidir. Yine, genel gerekçeden aynen şu ibareyi okuyorum: "Adalet Bakanlığı
en yeni ve en gelişmiş olan İsviçre Medenî Kanununu ulusumuzun şimdiye kadar
bağlı kalan geniş zekâ ve yeteneğini doyuracak ve ona gerçek bir yarış yeri ve
alan olabilecek bir uygarlık yapıtı olarak görmektedir. Bu Kanunda ulusumuzun
duygularına ters düşecek hiç bir nokta düşünmemektedir." Evet, 1926 yılında Medenî Kanunun genel gerekçesine bu cümleler aynen
konulmuştu. 1926'nın şartlarını bir hatırlayalım. O dönemlerde dünyada
mandacılık zihniyeti hâkimdi. Amerikan mandasını mı kabul edelim, İngiliz
himayesini mi kabul edelim tartışmalarının olduğu bir dönem. Bu tartışmaların
esintisinin devam ettiği bir dönem. Belki o dönem için, bir İsviçreli
karşısında böyle ezim ezim ezilmek, büzülmek, o dönemin şartlarındaki insanlar
için mazur görülebilir; ancak, o dönemin bu gibi yanlışlarını gelecek yüzyıla
taşımak, aynı yanlışı tekrar etmekle kalmaz, bu, kişileri olsa olsa milenyum
mandacısı yapar. Uygar ülkelerin verilerinden yararlanmak gerekir; ancak, bu,
onların yanında ezilmeyi, aşağılık kompleksine kapılmayı gerektirmez. Bu, başka
bir sorundur. Onu, ayrıca konuşmak gerekir. Tasarının diline ilişkin eleştirileri ifade etmek istiyoruz birkaç
cümleyle de. 1926 yılında, Türk toplumunun günlük yaşamında kullandığı dilde, geçmiş
dönemin etkisiyle, ağırlıklı olarak Arapça ve Farsça Dillerinin etkisinde
kaldığı bir gerçek; ancak, aradan geçen 75 yıllık sürede, gerek konuşma dilinde
ve gerekse yazım dilinde değişiklikler olması ve mevzuatın bu deşikliklere
paralel olarak değiştirilmesi zorunludur. Dil, toplumun değerlerini, kazanımlarını, geçmişten alıp geleceğe
taşıyan en temel unsurdur. Dildeki değişim ihtiyacını karşılarken, yaşayan
toplumda fertlerin mevzuatı kolayca anlayabilmeleri ile dilin geçmişle gelecek
arasındaki köprü görevini dengeleme zorunluluğu vardır. Şayet bu zorunluluğa
gereken özen gösterilmezse, diğer bir tabirle, geçmişi geleceğe aktaran dilde,
günlük yaşamda fazlaca veya hiç kullanılmayan, hangi kurallara göre, kriterlere
göre türetildiği bilinemeyen kelimelerle, medenî kanun gibi, bir insanın anne
karnından mezara kadar tüm yaşamını düzenleyen temel kanun düzenlemesi
yapılacak olursa, bu, geçmişle gelecek arasındaki köprüleri atmak anlamına
gelecektir. Dilin yenileşmesi gibi meşru bir söylem ardına saklanılarak, Türk
dilinin tahrif edilmesi, yapısının bozulması, dede ile torun arasında dil
anlaşmazlığı sağlayacak düzenlemeler yapılması kabul edilir şey değildir; bu
husus, tasarının genel gerekçesinde ifade edilmiş; ancak, yine genel gerekçede
pek çok itiraflar yapılmıştır; hangi kelimeleri, Türkçe karşılıklarını
bulamadıkları için tasarıya koymak mecburiyetinde kaldıkları ifade edilmiştir. Toplumun dilini belli merkezlerden veya belli ideolojiler doğrultusunda
şekillendirmek hiçbir kamu görevlisinin hakkı ve yetkisinde değildir. Dildeki
değişim, toplum çoğunluğunun kabulleri, genel kabulleri göz önünde bulundurularak
yapılmalıdır. Toplumun çoğunluğuna rağmen değişim olmamalıdır. Bu anlayış,
toplum çoğunluğunu hiçe sayan bir anlayıştır. Değerli milletvekilleri, çok örnek vermek mümkün: Tasarının 6 ncı
maddesinde "iddia" kelimesinin yerine "olgu" kelimesi
konuldu. Olgu kelimesiyle ilgili, avukat, hâkim, savcı, yüksek yargı organı
mensupları, yüksek yargı organı başkanları dahil kime sorduysam yüzüme baktı
"şaka mı bu" dedi. Sayın Bakan tasarının 6 ncı maddesinde
"iddia" kelimesi yerine "olgu" kelimesini koyduğu zaman,
biz de aynı şeyi sormuştuk; bu şaka mı diye. Bu şakayı Genel Kurula getirdiler
ve yasalaştırmak üzereler. Sayın Bakan, 70 milyon Türk insanının belki yüzyıllık geleceğiyle şaka
yapılmaz. Bu kadar gülünç bir madde metni olamaz. Yine, 25 inci maddede bir
kavram var -bir hukukî terim güya- "hukuka aykırı saldırı" kavramı.
Sayın Bakan, mefhumu muhalifinden, hukuka uygun saldırı da var demek ki. Siz,
kanun dilini bilmiyorsunuz demektir. Bu kanun dili meşru müdafaa zaruret
halidir şeklinde, hukuka uygunluk nedenleri şeklinde bunu ifade edebilirsiniz;
ama, "hukuka aykırı saldırı" kavramını hangi hukukçuya sorduysam aynı
şekilde "şaka mı ediyorsun" dedi. Sayın Bakanın bu tür şakaları dosya
içinde mevcut. Değerli milletvekilleri, dilin bu kadar, sadeleştirme adı altında
yozlaştırılmasını kabul etmek mümkün değil. Bu zihniyet, aynı zihniyet -biraz
işin esprisine kaçayım- "hostes" kelimesi yerine "gök götürü
konuksal avrat" kavramını getirmişti; evet, yine "lokanta"
yerine "sosyal otlangaç" kelimesini türetmişti. Uydurmak için,
yozlaşmaya gerek yok; değişmek için, başkalaşmaya gerek yok. Sayın Bakan, 70 milyonluk Türk Milletinin, Türk toplumunun anlayacağı
şekilde sadeleştirmeye evet; ama, yozlaşmaya hayır. Tasarı içinde yozlaşmaya
bir yığın örnek vermek mümkün; ancak, bunların kavgasını yapma niyetinde
değiliz. Bunun gibi, daha pek çok komik kelime var; ancak, ben, bunları
atlayarak, yine, bir başka hususa geçmek istiyorum. Bir de, tasarıda kamuoyuna en çok mal olmuş olan, nişanlanma, evlenme,
boşanma ve mal rejimleriyle ilgili üçüncü bölüm üzerinde yine ben konuşacağım;
fazla ayrıntıya girmemek üzere, sadece mal rejimiyle ilgili birkaç cümle etmek
istiyorum. Değerli milletvekilleri, uzun yıllardır Medenî Kanun Tasarısını
hazırlayan 35 kişilik bir komisyon var. Bu komisyonun iki değerli komisyon
başkanı da buradadır. 35 kişiden oluşan bu komisyon, baro mensupları, sivil
toplum örgütleri, yüksek yargı organları, hâkim ve savcılar, Adalet Bakanlığı,
her kurumun temsilcilerinden oluşan 35 kişilik komisyonun uzun yıllardır emeği
olan bir mal rejimi benimsendi; paylaşmalı mal ayrılığı rejimi; ancak, ne
hikmetse, bu tasarı, Adalet Bakanlığına ve hemen Meclise geldikten sonra
başkalaşıverdi, edinilmiş mallara katılma rejimi şekline dönüştürülüverdi;
yani, tasarıya girdiği, önümüze geldiği üzere. Değerli milletvekilleri, demek ki, 35 kişilik komisyon, Türk toplumunun
ihtiyaçlarını çok iyi bilen 35 kişiden oluşan komisyon, burada "siz ne
yaparsanız yapın, bizim dediğimiz olur" anlayışının, militan demokrat
anlayışının eseridir. Keşke, Sayın Bakan, bu 35 kişilik komisyona "sizi,
biz boşuna topladık; biz, bunu kabul edeceğiz" diyerek, baştan tavrını
koysaydı; 35 kişinin uzun yıllar süren emeğini heba etmeselerdi. Bu konuda,
maalesef, Sayın Bakan, yetkin insanların değil, ne söylediğini bilmeyen bir
avuç insanın etkisinde kalmıştır. Hatta, bu konu, bu yanlış, komisyonda
düzeltilmiştir; ancak, İçtüzük hükümleri katledilerek, tekrar başa dönülmüştür.
O katlin ne anlama geldiğini "Üçüncü Bölüm"de ifade edeceğim. Tekrar
başa dönülmüştür, ciddî pazarlıklar yapılmıştır ve Sayın Bakan -tabirimi mazur
görsün- inadından vazgeçmemiş ve maalesef, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, Türk
toplumunun yapısına uygun olan bu rejim yok edilmiştir. Sayın Bakanım, geçen yıl, Plan ve Bütçe Komisyonunda "ben, bu
Adalet Bakanlığı bütçesiyle, otuz yılda bile yargı reformunu
gerçekleştiremem" demişti; doğrudur. Kendisinin de itiraf ettiği gibi, çok
ağır işleyen bu yargı sistemimiz karşısında, çok hızlı, pratik, hemen sonuç
alınabilecek ve hakkaniyete daha uygun bir çözüm öneren paylaşmalı mal ayrılığı
rejimi, ne olduğunu anlayamadığımız, bir türlü anlam veremediğimiz nedenlerle
bir kenara itilmiş; yerine, belki yirmi yıl, belki otuz yıl sürecek, sarraf
terazisinde tartarak malları milim milim ayırmak suretiyle eşlere -güya- mal
paylaştıracak rejimi, edinilmiş mallara katılma rejimini kabul etmiştir. Evet,
belki, birebir, motamo ortadan bölecek; ama, bunu ayırana kadar, maalesef,
ayrılan eş, mağdur olan eş, bırak bu dünyayı, belki öbür dünyada da mağdur olmaya
devam edecek; çünkü, daha yargı devam ediyor olacak; çünkü, daha, henüz, o
miras paylaşımı davası devam etmekte olacak; kendisine de yetmeyecek, çocukları
da belki göremeyecek. BAŞKAN - Sayın Toprak, 1 dakikanız var efendim. RAMAZAN TOPRAK (Devamla) - Oysa, bizim önerdiğimiz, daha doğrusu, 35
kişilik komisyonun Türk toplumunun ihtiyaçlarını tek tek gözlemleyerek,
yargımızı göz önünde bulundurarak hangisi uygundur diye tespit ettiği mal
rejimi benimsenmiş olsaydı, Türk toplumunda çoğunlukla mağdur olan bayan eş
kısmı, belki birkaç yıl içerisinde, hemen sonucuna, malına kavuşmuş olacaktı;
fakat, bu da gözardı edilmiştir. Biz, bunu anlayamadık. Eleştirilerimiz, iki
yılı aşkın bir süre devam etti; ancak, sayın hükümetin sayısal çoğunluğu
karşısında, maalesef, bu eleştirilerimiz sonuca ulaşamadı. Her şeye rağmen, Medenî Kanun Tasarısı birtakım kazanımlar
getirmektedir. Bu kazanımların Türk toplumuna hayırlı olması dilek ve
temennisiyle hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Toprak. Süreye riayet ettiğiniz için de ayrıca teşekkür ederim. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın
İsmail Köse; buyurun efendim. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Sayın Köse, süreyi eşit mi bölüyorsunuz efendim? İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Eşit paylaşıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki, buyurun efendim. Süreniz 40 dakika. MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Medenî Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum, konuşmama başlamadan önce, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Kabul edildiği günden bu yana, üzerinde kapsamlı bir değişiklik
yapılamayan, 1951 yılından başlayarak, Adalet Komisyonunda on yıl üzerinde
çalışılmasına rağmen bir sonuç alınamayan Medenî Kanun Tasarısının elli yıllık
değişiklik macerası, nihayet yasalaşarak sona erecektir. Bu sonucun
sağlanmasında büyük emeği geçen Sayın Adalet Bakanı ve çalışma arkadaşlarına
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına tebriklerimi ve teşekkürlerimi
sunuyorum. Değerli milletvekilleri, Medenî Kanunumuz, İsviçre Medenî Kanunu iktibas
edilerek 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türk Medenî Kanunu
hazırlanırken İsviçre Medenî Kanunu olduğu gibi alınmamış, o yılların Türk
toplum yapısı da göz önünde bulundurularak bünyemize uygun değişiklikler
yapılmaya çalışılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hukuk ilişkilerini dil, din, ırk,
düşünce ve cinsiyet ayırımı gözetmeden eşitlik içinde düzenleyen Medenî Kanun,
Türkiye'de hukuk birliğini sağlayan temel kanundur. Hepimiz, içinde yaşadığımız toplumun birer ferdiyiz ve toplumsal hayatın
gereği olarak toplumsal kurallara uymak zorundayız. Bu kuralları tanzim edip birer
hukuk kuralı haline getiren en temel kanun, Medenî Kanundur. Bu nedenle, Yüce
Meclisin böylesine önemli bir kanun üzerinde cumhuriyet tarihinin en kapsamlı
değişikliğini yapma yolunda gösterdiği hassasiyeti Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu olarak takdirle karşılamaktayız. Tasarının hazırlanma sürecinde
eleştirileriyle katkıda bulunan hukuk çevrelerine, bilim adamlarımıza,
barolarımıza, kadın teşekküllerimize ve Adalet Bakanlığına Grubum adına
şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca, tasarı üzerinde yoğun mesai harcayan Adalet
Komisyonunun bütün üyeleri ile milletimizin duyarlılıklarını bir uzlaşma
kültürü çerçevesinde tasarıya yansıtan Milliyetçi Hareket Partisinin Adalet
Komisyonu üyelerine de teşekkürlerimi sunuyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin içerisinde bulunduğu
sosyal ve ekonomik sorunların ağırlığına ve aciliyetine rağmen, temel hukuk
mevzuatımızın elden geçirilmesi çabası büyük önem ve değer taşımaktadır. Yüce
Meclisin temel yasalardaki üstün gayreti takdirle karşılanması gereken bir
durumdur. Türkiye'nin, yeni yüzyıla, yenilenmiş, eksikliklerini tamamlamış bir
hukuk altyapısıyla girmesi şarttır ve bunu da Yüce Meclisimiz yapmıştır ve
yapmaya devam etmektedir. Anayasamızda yapılan değişikliklerde olduğu gibi,
toplumsal hayatımızı düzenleyecek önemde bir yasa olan Medenî Kanun
değişikliğinde de, mümkün olduğunca geniş bir uzlaşma sağlanmasından yanayız.
Kanunların uygulanabilir kabiliyette olması, en az, yasalaşması kadar
önemlidir; uygulanabilirliğin temel şartı da, yasaların, toplumsal uzlaşmayla
Meclisten onay almasıdır. Bu nedenle, Medenî Kanun görüşülürken, muhalefet
partilerimizin, konuya, bir hükümet tasarısının görüşülmesi açısından değil,
bir toplumsal ihtiyacın karşılanması çerçevesinden bakmaları da memnuniyet
vericidir. Bu anlayış içinde, muhalefetten gelen olumlu, yapıcı ve uzlaşmacı
öneri ve tekliflerin hükümet ve komisyonca değerlendirilmesi de faydalı
olmuştur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu -daha önce de
ifade ettiğim gibi- İsviçre'den iktibas edilerek 4 Ekim 1926 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. İngiltere, Fransa, Almanya gibi, gelişmiş diğer Avrupa
ülkelerinin medenî kanunlarının değil de, İsviçre Medenî Kanununun iktibası
bazı gerekçelere dayandırılmıştır. O dönemin Adalet Bakanı merhum Mahmut Esat
Bozkurt temel gerekçeyi açıklarken "çeşitli tarih ve geleneklere mensup,
Alman, İtalyan ve Fransız ırklarını içinde barındıran İsviçre Devletinde bu
kanunun uygulanabilme esnekliğine sahip oluşu, bu kanunun, Türkiye gibi tek
milletten oluşan bir devlette tatbik yeteneğinin mükemmel olacağı
kanaatindeyim" ifadesinde bulunmuştur. Genç cumhuriyet, Medenî Kanuna, 1876 yılında yürürlüğe konulan
mecelleden geçmiştir. Denilebilir ki, mecelle, Türk hukuk sisteminin ilk, fakat
kısmî modernleşme çabasıdır. 1926 yılında köklü bir hukuk devrimi niteliğindeki
Medenî Kanunun yürürlüğe girmesiyle, Türk hukukunun modernleşme süreci ivme
kazanmıştır. Yetmişbeş yıldan bu yana Türk hukuk sistemine kaynaklık eden
Medenî Kanunun yerini alacak olan görüşülmekteki tasarıyla, hukukumuzun çağdaşlaşma ve millîleşmesi yolunda önemli
bir adım daha atılmıştır. Sosyal hayatın sürekli değişmesine paralel olarak
hukukî sistemlerin de yeniliklere ayak uydurması, toplumun hukuk ihtiyaçlarının
tam olarak karşılanması bakımından gereklidir. Oturduğumuz evlerden
kullandığımız arabalara kadar, hayat şartları ve insanlararası ilişkiler, değer
yargılarına kadar insana dair her şey, sürekli değişim ve gelişim içindedir.
Gelişmelerle birlikte ortaya çıkan her yenilik, bu konuda gerekli yasal düzenlemelerin
de yapılmasını gerektirmektedir. Özellikle medenî kanun, ceza kanunu, ticaret
kanunu ve usul kanunlarının, mümkün olan sıklıkla, parlamentolarca ele alınıp,
güncelleştirilmesinde de zaruret vardır. Pozitif hukukun en geniş çapta uygulama şansı bulduğu Avrupa
ülkelerinde, bu alanda çalışmalar yapılmaktadır. Alman Medenî Kanunu, son
yıllarda köklü değişiklikler geçirmiştir. Medenî Kanunumuza kaynaklık eden
İsviçre Medenî Kanununda da, son yıllarda kayda değer değişiklikler yapılmış,
bazı kurumlar geliştirilmiş, yeni sosyal ihtiyaçlara göre düzenlemelere
gidilmiştir. Kabulünden bu yana, Medenî Kanunumuzda da- ilki 1938 yılında olmak
üzere- bazı düzenlemelere gidilmiştir; ancak, yasanın bütününü günün
ihtiyaçlarına göre tanzim edici köklü bir çalışma bugüne kadar yapılamamıştır.
Medenî Kanunumuzun kaynağını oluşturan İsviçre Medenî Kanunu bile köklü
değişiklikler geçirirken, bizde bugüne kadar esaslı bir değişiklik yapılmaması,
önemli bir eksikliktir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk toplumu, Medenî Kanunun
kabulünden bu yana geçen 75 yıl içerisinde sosyal, siyasal ve ekonomik
alanlarda önemli gelişmeler kaydetmiştir. Birçok sosyal ve teknolojik
değişimler meydana gelmiş, yeni hukukî ihtiyaçlar ortaya çıkmıştır. Medenî
Kanun, bugünkü Türk toplum yapısına kâfi gelmemektedir. Bir başka ifadeyle,
Türk Medenî Kanunu, Türk hukukuna önemli ve öncü katkılarda bulunarak misyonunu
tamamlamıştır. Bahsettiğimiz ihtiyaç ve gelişmelerin yanı sıra, Türk toplumunun
75 yılda sağladığı hukukî birikim de, yeni bir medenî yasayı gerekli kılan
başka bir etkendir. Bugün, Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere, birçok devlet ve vakıf
üniversitelerimizin, çok üstün, bilimsel düzeyde eğitim veren hukuk fakülteleri
vardır. Bu fakültelerin anabilim dallarında, dünya çapında bilimsel yeteneğe
sahip akademik kadrolarımız görev yapmaktadır. Ayrıca, yetmişbeş yıllık bir Medenî Kanun uygulaması içerisinde pişmiş,
uygulama pratiği kazanmış hâkimlerimiz, dünya ölçeğinde hukukî içtihatlar
meydana getiren yüksek mahkemelerimiz mevcuttur. Türk Parlamentosu da, yasa
koyucu olarak, tecrübe kazanmış, kanun ve anayasa değişiklikleri bakımından,
artık, iktibas olmayan telif yasalar vücuda getirecek birikime sahip olmuştur. Yine, Türk avukatları ve onların meslek teşekkülleri olan barolarımız
da, hukuk bilgisi ve birikimi bakımından çok ileri bir düzeyi yakalamışlardır.
Böylesine ciddî, bilimsel, hukuksal ve siyasal altyapıya sahip bir toplumun,
yetmişbeş yılda çok az değişiklik görmüş bir Medenî Yasayla yetinmesi mümkün
değildir. Bütün bu olumlu faktörlerin ve haklı gerekçelerin bir araya
gelmesiyle olgunlaşan Medenî Kanun Tasarısının, nihayet, Genel Kurulda
görüşülme aşamasına gelmiş olması sevindiricidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Adalet Komisyonunun Milliyetçi
Hareket Partili üyeleri, Medenî Kanun Tasarısının komisyon görüşmeleri
aşamasında, bahsettiğim birikimlerden en iyi şekilde yararlanmışlardır.
Üyelerimiz, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü, İzmir Dokuz Eylül
Üniversitemizin Medenî Hukuk Kürsüsü ve bütün bu bilim kurumlarımızın,
raporlarından gerekli değerlendirmeleri ve incelemeleri yaptıkları gibi,
bunların ortaya koymuş oldukları düşünceleri özellikle incelemişler ve bu
üniversitelerden gelen fikirleri birbirlerine nakletmek suretiyle komisyondaki
çalışmalarda çok önemli katkılar sağlamışlardır. Ayrıca, uygulayıcılarla temasa geçmişler, Ankara Adliyesindeki hâkimler,
Yargıtay yargıçlarından fikir ve bilgi derlemişlerdir. Bunun yanı sıra,
komisyona ve kişisel olarak kendilerine gelen muhtelif çalışma ve teklifleri
tarayarak, bilimle uygulama arasında sentez yaparak, elde ettikleri sonuçları
çalışmalarına yansıtmışlardır. Komisyon üyelerimiz, bu birikimlerine Yargıtay
içtihatlarını da ekleyerek, komisyondaki çalışmalara bu önemli birikimlerini
her aşamada aktarmışlardır. Komisyon çalışmaları esnasında, Adalet Bakanlığı
verilerinin yanı sıra, Avrupa ülkelerindeki uygulamalar ve değişiklikler ile
uygulama sonuçları da göz önünde bulundurulmuştur. Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Kanun hakkındaki genel
yaklaşımımız ve komisyon çalışmaları esnasında Milliyetçi Hareket Partisine
mensup komisyon üyelerimizin çalışma yöntemleri hakkında bilgi sundum. Bu kanun
üzerinde yapılan değişiklikler yeterli midir, tasarı günün ihtiyaçlarına ve
milletimizin beklentilerine tam anlamıyla cevap verebilmekte midir sorusu akla
gelebilir. Hemen ifade edeyim ki, Adalet Bakanlığı tarafından hazırlandıktan
sonra, Bakanlar Kurulunda imza altına alınıp, bir hükümet tasarısı olarak Yüce
Meclise sevk edilen metinde, elbette noksanlıklar vardır. Eğer, böyle bir
tasarı, Milliyetçi Hareket Partisinin tek başına iktidarında hazırlanmış
olsaydı, şüphesiz Partimizin görüş ve eğilimlerini daha ağırlıklı olarak
taşıyacaktı; ancak, bu haliyle de tasarı güzel bir başlangıçtır. Zaman içinde
yapılacak düzenlemelerle Türk Medenî Kanunu daha mükemmel hale gelecektir. Bugüne kadarki süreçte, Milliyetçi Hareket Partisi, tasarının demokratik
muhtevasını zedelemeden, millî değerlerimiz ve toplumsal hassasiyetlerimizi
gözetmeyi amaçlamıştır. Bu konuda, tasarı Komisyonda görüşülürken, Milliyetçi
Hareket Partili üyelerin hassasiyet göstererek değişikliğine katkıda
bulundukları maddelerden bazılarını, özet olarak sizlere sunmak isterim:
Cinsiyet değişiklikleriyle ilgili hükümler, eşlerden her birinin meslek ve iş
seçimindeki izin alınma müessesesi, mal rejimi, sosyal güvenlik ve sosyal
yardım kurumlarınca eşlere yapılan yardımlar konusu, eşlerden herhangi
birisinin boşanmadan önce evlilik birliği aleyhine muvazaalı dava açması konusu
ve buna benzer çok önemli hususlar, bizim, Milliyetçi Hareket Partimiz Grubuna
mensup olan üye arkadaşlarımızın katkılarıyla ve komisyonumuzun da olumlu
yaklaşımlarıyla tasarı içerisine girmiştir. Yüce Meclise sunulan Medenî Kanun Tasarısı, Genel Hükümler, Kişiler
Hukuku, Aile Hukuku, Miras Hukuku, Eşya Hukuku ve Diğer Hükümler başlığını
taşıyan 6 bölümden oluşmaktadır. Hazırlandığı günün ihtiyaçlarına göre
hazırlanmış modern bir Medenî Kanunu kabul eden Türk toplumu, artık, daha yerli
ve daha kendinin olan bir Medenî Kanuna kavuşmaktadır. Yeni tasarıda millî
ihtiyaçlar ile çağdaş gelişmelerin sentezi söz konusudur. Bu bakımdan, yeni
tasarı, eksiklikleri, noksanlıkları da olsa, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
kabul edilen en geniş kapsamlı, iktibas olmayan yasa özelliğini taşıyacaktır. Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Yasa Tasarısı, kanun
tekniği, yazılım, dil ve yeni düzenlemeler bakımından da birçok yenilikler
getirmektedir. Anayasa, karşılaştırmalı hukuk, doktrin ve içtihatlar
doğrultusunda yasanın başlangıç bölümünü oluşturan maddeler yeniden
düzenlenmiştir. Kişiler hukuku bölümünde de önemli düzenleme ve yenileştirmelere
gidilmiştir; ancak, tasarıda en köklü değişiklikler aile hukuku alanında
yapılmıştır. Evlenme, boşanma, evliliğin genel hükümleri, evlilik birliğinin
temsili ve bu hakkın kaldırılması, eşlerin meslek ve iş seçimi, eşlerin hukukî
işlemleri, birliğin korunması, yasal mal rejimi, akdi mal rejimleri, hısımlık,
tanıma ve babalık hükmü, evlat edinme, velayet, vesayet gibi çok temel
toplumsal konularda önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Miras hukuku ve eşya hukuku gibi önemli konulardaki değişiklikler de
toplumun beklentileri doğrultusundadır. Özellikle aile hukuku alanındaki
değişiklikler görüşülürken, Komisyonlardaki müzakerelere sivil toplum
örgütleri, hukuk çevreleri ve basının ayrı ve yoğun bir ilgi göstermesi çok
önemli katkılar sağlamıştır. Tabiî olarak bu alan, toplumsal yapıyı doğrudan
ilgilendiren, sadece, toplumun bugününü değil geleceğini de tanzim eden temel
hükümleri ihtiva etmektedir. Aile yapısı, Türk Milletini ayakta tutan, millî değerleri nesillere
aktaran çok önemli bir yapıdır. Türk Milletini bugün, bütün olumsuz, ağır
şartlara rağmen, diri tutan güç, ailedir. Gelecekte onu dünya lideri yapacak
güç de yine, sağlam aile yapısı olacaktır. Yeni düzenlemelerin, yanlış yorumlar
neticesi, aile yapısına zarar verebileceği endişesi, birçok milletvekilini bu
konuya duyarlı hale getirmiştir. Bu duyarlılık sayesinde, marjinal grupların
siyasî mekanizmayı etkilemesinin önüne geçilmiş, yapılan düzenlemelerde Türk
toplumunun eğilimleri belirleyici olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi, bu
konulardaki duyarlılığını komisyon üyeleri ve kamuoyuyla paylaşmış, bunun
dışında, Türk hukukunun çağdaşlaşmasına yönelik konularda da çekinceleri
olmamıştır. Aile ve miras hukuku çerçevesinde Türk kadınına yeni hakların verilmesi,
Milliyetçi Hareket Partisinin son derece önemsediği ve gerçekleşmesinden
mutluluk duyduğu bir konudur. Türk kadını, tarihimizde önemli roller üstlenmiş,
hanlar, hakanlar, sultanlarla birlikte devlet yönetmiş, cenklere, savaşlara
katılmış, Kurtuluş Savaşında cepheye mermi taşımıştır. Milliyetçi hareket, Türk
kadınının, tarihte olduğu gibi, bugünün çağdaş hayatında da gerekli öneme sahip
olmasından yanadır. Türk kadını, eşit hak ve özgürlüklere sahip olma
mücadelesinde, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Milliyetçi hareketi
arkasında bulacaktır. Bugünkü Türk toplumunda erkekle omuz omuza, hemen bütün
mesleklerde başarılı ve söz sahibi olan Türk kadınının fiilen sahip olduğu
birçok hakkın yasayla da tesciline hiçbir itiraz makul sayılamaz. Milliyetçi
Hareket Partisinin aile reisliği, mal rejimi, edinilmiş mallara katılım rejimi,
miras hukuku ve soyisim konularındaki temel yaklaşımı bu doğrultudadır.
Milletvekillerimizin duyarlılıkları bu tür temel hakların verilip verilmemesi
noktasında olmamıştır. Çalışma alanı ve yasa konusu, aile ve Türk gençliğinin
geleceği olunca, milletvekillerimizin çalışmalarını bir kuyumcu titizliğiyle
yapmasından daha tabiî bir şey de olamazdı. Tasarı, şu haliyle, hem çağdaş bir topluma uygun düzenlemeler içermekte
hem de Türk Milletinin toplumsal ve ahlakî yapısına ters unsurlar
taşımamaktadır. Yüce Meclis, komisyonlarda, millî bir yaklaşımla çağdaş
normların sentezini güzel bir şekilde gerçekleştirmiştir. Genel Kurul
aşamasında da, bu konuda, tasarının bütünlük mantığına aykırı olmayan bir
yaklaşım sergileneceğine inanıyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyetini kuran Büyük
Atatürk'ün, inkılaplardan, gözbebeği diyerek övdüğü Medenî Kanunu günün
ihtiyaçlarına göre değiştirmek, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine
nasip olmuştur; bu, Yüce Meclisin haklı olarak gurur duyacağı bir keyfiyettir. 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, anayasa değişikliği, medenî
kanun değişikliği, toplumsal ve ekonomik dönüşümü sağlayan yüzlerce temel yasa
değişikliğiyle demokrasi tarihimize geçecek, gelecek nesillerce, çalışkan,
dürüst ve reformcu bir Meclis olarak anılacaktır. Bir sosyal ve ekonomik darboğaz içerisinde bulunduğumuz ve hatta devam
eden bir savaşın müttefiki olduğumuz şu günlerde, bu zorluklara rağmen, Yüce
Meclisin yasama konusundaki titizliğini takdirle karşılamak gerekmektedir. BAŞKAN - Sayın Köse, 1 dakikanız var. İSMAİL KÖSE (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım. Bu zor günlerde konjonktürel ve popülist değerlendirmeler yerine,
parlamenter sisteme saygıyı esas alan bakış açılarına ihtiyaç vardır. Sistemin
kalbi olan Yüce Meclis, Türk Milletine lazımdır ve onun çare kapısı olmaya
devam edecektir. Bütün beşerî sistemlerde görülebilecek ve düzeltilmesi mümkün
hataları bahane ederek, Yüce Meclisi millet önünde yıpratmaya yönelik çabalar
bir sonuç vermeyecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin iş ve eylemleri
değerlendirilirken, saygı ve zarafetin elden bırakılmaması, rejimin geleceği
bakımından zorunludur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; komisyon görüşmeleri aşamasında
katkılarımızla zenginleştirdiğimiz bu tasarının yasalaşmasının, hukuk dünyamıza
ve milletimize yararlı sonuçlar getireceğine inanıyor, hayırlı ve uğurlu
olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum. Bu itibarla, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, tasarıyı yürekten
desteklediğimizi ve görüşmelerde olumlu oy kullanacağımızı huzurunuzda ifade
ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Köse. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Denizli
Milletvekili Salih Erbeyin; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika civarında. MHP GRUBU ADINA SALİH ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının geneli
üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve
şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Görüşmeye başlamış bulunduğumuz Türk Medenî Kanunu Tasarısı, devletimiz
ve milletimiz için gerçekten çok önemlidir. yetmişbeş yıldır yürürlükte olan
Medenî Kanunun, 21 inci Dönem Meclisince temel kanun olarak kabul edilip
görüşülmesi de 21 inci Dönem Parlamentosunun ve bu Parlamentoda temsil edilen
tüm partilerin, gerçekten, partilerüstü bir anlayışla çalıştığının temel bir
göstergesidir. Şu gerçek kabul edilmelidir ki, bir devletin medenî kanunu, o devletin
ve milletin medenî dünyaya açılan bir penceresidir. Bir devlet içinde
yürürlükte olan pek çok kanun vardır; ancak, bu kanunlar bazı konularla sınırlı
kanunlardır, sadece bazı kişi ve kurumları ilgilendirir; medenî kanun ise, bir
ülkede yaşayan herkesi direkt ilgilendirir. Medenî kanun, bir ceninin ana
rahmine düşmesinden itibaren, insanoğlunun hayatının her devresine şamil olarak
uygulanır; yani, insanın doğum öncesinden, ölüm sonrasına da uygulanan bir
temel kanundur. Diğer kanunlarda bir hüküm bulunmadığı, bir boşluk bulunduğu
takdirde dahi, boşluklar, medenî kanunun ruh ve lafzıyla doldurulur. 21 inci
Dönem Parlamentosunun da, belki de, Türk Milletine yapacağı en temel hizmet, bu
kanun tasarısını yasalaştırmak olacaktır. Bu sebeple, bu temel kanunun hazırlanmasında ve komisyondan geçmesi
aşamasında bizlere yardımcı olan tüm üniversite öğretim üyelerine, sivil
kuruluşlara, barolara, yüksek yargı mensuplarına, mahkemelerdeki hâkim ve
savcılara ve bütün milletvekili arkadaşlara teşekkür ve şükranlarımı sunuyorum.
Bu yasa tasarısı toplumun tüm kesimlerince enine boyuna tartışılmış,
toplum ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir yasa metni ortaya çıkarılmaya
çalışılmıştır. Bu tartışmalar yapılırken, elbette, belli bir dünya görüşünün
yasa metninde şekillenmemesini, farklı görüşteki toplum kesimlerini
kucaklayabilmesi açısından da olumlu bir durum olarak görmekteyiz; çünkü, tek
partinin iktidarında çıkacak bir medenî kanun, belki, belli dogmalarla
yasalaşabilirdi. Üç değişik dünya görüşü olan 57 nci cumhuriyet hükümeti
ortaklarının ve Parlamentodaki üç muhalefet partisinin de uzlaşma ve
anlaşmasıyla kanunlaşacak olan bu yasa tasarısıyla 21 inci Yüzyılda daha güçlü
bir Türkiye Cumhuriyetinin temellerinin yeniden atılmış olması, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak bizlerin fazlasıyla gelecekten ümitli olmamızı
sağlamaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu çalışmalar sırasında
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve Adalet Komisyonu üyeleri olarak, İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü, Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Medenî Hukuk Kürsüsü hocalarıyla ayrı ayrı görüşülmüş, kendilerinden gelen raporlar
diğer fakültelere nakledilerek üç hukuk fakültesinin hocalarının bakış açıları
birleştirilmeye çalışılmıştır. Adlî yargıdaki ve yüksek yargıdaki hâkimlerle
de, fakültelerin raporları enine boyuna değerlendirilmiştir. Uygulamadan gelen
bir kişi olarak, kendi görüşlerinden istifade edilmiş; Komisyon ve şahıslar
olarak bizlere ve siz değerli milletvekili arkadaşlara gelen eleştiri ve
önerileri, teorik hukukçu görüşleri ile uygulayıcı hâkim görüşleri ve Yargıtay
içtihatları arasında bir sentez yoluna gidilmiştir. Yürürlükte olan Medenî Kanunun aksayan pek çok yönleri mevcuttur.
Değiştirmekte bulunduğumuz kanunda -şahıslar hukuku, aile hukuku, miras hukuku,
eşya hukuku ve genel hükümlerde- aksayan pek çok madde, bilim gerçeğinde, dünya
gerçeğinde ve ülke gerçeğinde yeniden kaleme alınmış, geçmişten geleceğe sağlam
bir köprü kurulmaya çalışılmıştır. Elbette, bu yasa tasarısının da eksik ve eleştirilebilecek yönleri
mevcuttur. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, bu yasanın ruhunun ve
lafzının oluşmasında, bilim, dünya ve ülke gerçeklerinin Medenî Kanuna
yansıması gayretinde bulunduk. Bunu yaparken hiçbir dogmaya bağlı kalmadan,
ütopya da yapmadan, Yüce Türk Milletini ve Devletini çağdaş dünya devletleri
arasında en mümtaz konuma getirme gayretinde bulunduk. Yüce Türk Milletinin
geleneğinde yer alan güçlü aile yapısını koruma ve güçlendirme azminde olduk.
Her ülkenin medenî kanununun, çağdaş dünya normları yanında, kendi tarihî,
ailevî, kültürel gerçekleriyle de örtüşmek durumunda olduğunu gözden
kaçırmadık. Bu ayrıntılar, çağdaş dünyadan uzaklaşmak değil, çağdaş dünya
değerlerine katkıda bulunmaktır felsefesinden hareket ettik. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çünkü, biz, biliyor ve kabul
ediyoruz ki, Türk Milletinin en kutsal varlığı güçlü bir aile yapısıdır. Bu
aile yapısının da güçlendirilerek korunması ve geliştirilmesi, en başta biz
milletvekillerinin temel görevleridir. Aile bireylerini, salt erkek, salt
kadın, salt çocuk olarak ele almayıp, aile bireylerinin tümünü, toplumun ve
devletin temel çimentosu olarak kabul ettik. Bir atasözünde de ifade edildiği
gibi, tek kanatlı bir kuş uçmaz, kanatlarının veya gövdesinin sağlıklı olmadığı
bir kuş da dengeli bir hayat süremez ve yarına güvenle bakamaz görüşünü düstur
edindik. Türk Kanunu Medenîsinin yetmişbeş yıllık uygulama süresi içerisinde
çeşitli maddelerinde yapılan değişikliklerden ayrı olarak, kapsamlı bir
değişiklik konusu yapılması çalışmaları yaklaşık elli yıldan beri
sürdürülmektedir. Gerçekten, kanunun, özellikle, boşanma, gayri sahih nesep,
miras hükümleri ile iştirak halindeki mülkiyete ait hükümlerini gözden geçirmek
ve diğer bazı değişiklikler yapmak üzere, elli yıldan beri, hukuk fakülteleri,
yüksek yargı organları mensupları ve uzman milletvekillerinin katılımıyla, 1951
yılından itibaren değişik zamanlarda komisyonlar kurulmuş; fakat, Parlamento
seçimlerinin erken yapılması ya da koalisyon hükümetlerinin anlaşamaması
sebebiyle yasalaşamamıştır. Adalet Bakanlığınca bu hususa ilişkin olarak 1974
ve 1976 yıllarında oluşturulan komisyonlar ise, bu konudaki çalışmalarını dahi
sonuçlandıramamıştır. Millî Güvenlik Konseyi döneminde kurulan Türk Kanunu
Medenîsi ile İlgili Çalışmalar Yapmak Üzere Komisyon Kurulması Hakkında Kanun
uyarınca kurulan komisyon da, bir rapor hazırlayarak kamuoyuna sunmuştur. Son olarak, Türk Kanunu Medenîsinin tamamını gözden geçirmek ve günümüz
koşullarına uygun hale getirmek amacıyla, 1994 yılında, Adalet Bakanlığında,
üniversiteler, yüksek yargı organları, meslek kuruluşları, hukukla ilgili sivil
toplum örgütleri ve bakanlık temsilcilerinin katılımıyla yeni bir komisyon
oluşturulmuştur. Bu komisyon, çalışmalarını, başarıyla, 1998 yılında
tamamlamıştır. Yeni Türk Medenî Kanunu Tasarısı hazırlanırken, Adalet Bakanlığının daha
önce oluşturduğu komisyonlar tarafından hazırlanarak Bakanlıkça 1971 ve 1984
yıllarında yayımlanmış bulunan iki ön tasarı metninden de faydalanılmış,
ayrıca, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve Çocuk
Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler, Türk ve İsviçre doktrini ile
yargı içtihatlarında ileri sürülen görüşler ve anılan ülkelerdeki gelişmeler de
göz önünde bulundurulmuştur. Böylece, yürürlükteki kanundan farklı pek çok yeni
hükümler içeren, özellikle kadın-erkek eşitliğine her alanda yer veren yeni bir
tasarı hazırlanmıştır. Bu tasarı, 20 nci Yasama Döneminde de, maalesef, yasalaşamamıştır.
Aradan geçen zaman içinde, tasarı hakkında, kamuoyunda çeşitli öneri ve
eleştiriler yapılmıştır. Bu öneri ve eleştirileri dikkate alarak, Türk Medenî
Kanunu Tasarısını gözden geçirmek, ayrıca, Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısını hazırlamak amacıyla Adalet
Bakanlığında yeniden bir heyet oluşturulmuştur. Komisyon sıralarında oturan
değerli hocamız Prof. Dr. Turgut Akıntürk'ün başkanlığındaki bu komisyon, her
iki tasarıdaki görüşleri de değerlendirerek, çalışmalarını Ekim 1999'da
tamamlamıştır. Bu çalışmalar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca,
14.1.2000 tarihinde Adalet Komisyonuna havale edilmiştir. Komisyon, 6.4.2000
tarihinde tasarı taslağını alt komisyona havale etmiş, alt komisyon
çalışmalarını bitirerek Adalet Komisyonuna 6.12.2000 tarihinde raporunu
sunmuştur. Bu rapor üzerine Adalet Komisyonu 6.12.2000 tarihinden 14.6.2001
tarihine kadar toplam 21 toplantı ve 175 saatlik bir çalışmayla kanun
tasarısını görüşerek kabul etmiştir. Bu çalışmalar yapılırken, Adalet Bakanlığı, Adlî Sicil ve İstatistik
Genel Müdürlüğü verilerinden ve Avrupa ülkelerindeki yürürlükteki kanunlar ve
bunların uygulama sonuçlarından titizlikle faydalanılmıştır. 1 030 maddelik tasarı metninde 139 madde yeniden yazılmıştır. Tasarı
metninde gerçekleştirilen değişikliklerin bazıları ana başlıklarıyla şunlardır: Hepimiz uygulamada cinsiyet değişikliğine ilişkin yargı ve kanun
maddeleri arasındaki çelişkiyi bilmekteyiz. Tasarıda, cinsiyet değişikliğine
ilişkin olarak, 18 yaşını doldurmuş bulunması, evli olmaması, cinsiyet
değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunlu olması, üreme yeteneğinden sürekli
yoksun bulunması ve bu hususların resmî sağlık kurulu raporlarına bağlanması. Eşlerden her biri meslek veya iş seçiminde diğerinin iznini almak
zorunda değildir; ancak, meslek ve iş seçiminde ve bunların yürütülmesinde
evlilik birliğinin huzur ve yararı gözönünde bulundurulmak şartıyla. Mal rejimi sözleşmesinin noterde düzenleme veya onaylama şeklinde
yapılması; ancak, tarafların evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini
seçtiklerinin yazılı olarak bildirilmesi. Mal rejimi sözleşmesinin taraflarca veya gerektiğinde yasal
temsilcilerince imzalanması. Eşlerin kişisel malları ile edinilmiş mallarının, mal rejimi sona ermesi
anındaki durumlarına göre ayrılması. Yani, eşlerden birine sosyal güvenlik veya
sosyal yardım kurumlarınca yapılmış olan toptan ödemeler veya işgücü kaybı
dolayısıyla ödenmiş olan tazminat, toptan ödeme veya tazminat yerine, ilgili
sosyal güvenlik veya sosyal yardım kuruluşunca uygulanan usule göre, ömürboyu
irat bağlanmış olsaydı, mal rejiminin sona erdiği tarihte, bundan sonraki
döneme ait iradın peşin sermayeye çevrilmiş değeri ne olacak idiyse, tasfiyede
o miktarda kişisel mal olarak hesaba katılması. Aşağıda sayılan malların da, edinilmiş mallara değer olarak eklenmesi. Eşlerden birinin, mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde,
diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız ve kötü
niyetli kazandırmalar. Bir eşin, mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını
azaltma kastıyla yaptığı devirler. Bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda, mahkeme kararının,
davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırma veya devirden
yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilmesi. Mal rejiminin tasfiyesinde malların sürüm değerlerinin esas alınması. Her eş veya mirasçıların, diğer eşe ait artıkdeğerin yarısı üzerinde hak
sahibi olması. Alacakların takas edilmesi. Zina veya cana kast nedeniyle boşanma halinde, hâkimin, kusurlu eşin
artıkdeğerdeki pay oranının hakkâniyete uygun olarak azaltılmasına veya
kaldırılmasına karar verebilmesi. Aksine anlaşma yok ise, tasfiyenin sona ermesinden başlayarak, katılma
alacağına ve değer artışına faiz yürütülmesi. Durum ve şartlar gerektiriyorsa,
ayrıca, borçludan teminat istenebilmesi. Eşlerden birinin ölümü halinde, tereke malları arasında ev eşyası veya
eşlerin birlikte yaşadığı konut varsa, sağ kalan eşin, bunların üzerinde,
kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkını isteyebilmesi. Bu madde çok
önemlidir; şunun için önemlidir: Uygulamamızda, kanayan bir yara olarak,
eşlerden birisinin vefatında, hayırsız çıkan çocuklar, geride kalan, özellikle
anneyi mağdur edebilmekte idiler. Bu yasa metniyle, geride kalan annelerin,
kadınların, çocukları tarafından mağdur edilmesi kanunla önlenmiş olmaktadır. Haklı sebeplerin varlığı halinde, sağ kalan eşin veya miras bırakanın,
diğer yasal mirasçılardan birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya
oturma hakkı tanınmasına karar verilebilmesi; yani, sağ kalan eşin, ölen eşiyle
yıllardır aynı çatıyı paylaştığı evde ve işyerinde hayatını devam ettirebilmesi. Miras bırakanın bir meslek veya sanat icra ettiği ve altsoydan birinin
aynı meslek ve sanatı icra etmesi için gerekli olan bölümlerde sağ kalan eş, bu
hakları kullanamaz. Taşınmaz mallara ilişkin miras hükümleri saklıdır; yani,
gayrimenkullerin bölünmesi önlenilmiştir. Taşınmaz rehnin, miktarı Türk parasıyla gösterilen belli bir alacak için
kurulabilmesi. Alacağın miktarının belli olmaması halinde, alacaklının bütün
isteklerini karşılayacak taşınmazın güvence altına alacağı üst sınırın
taraflarca belirlenmesi. Yabancı para üzerinden taşınmaz rehnin, vadesi 2 yıl ve daha fazla olan
dış kaynaklı krediler için kurulabilmesi. Bu halde, her derecenin ifade ettiği
miktar, rehin konusu alacağın tespit edildiği para üzerinden gösterilir; ancak,
aynı derecede birden fazla para türü kullanılarak rehin hakkı kurulamaz.
Yabancı para üzerinden kurulan rehne ait bir derecenin boşalması halinde,
yerine, tescil edileceği tarihteki karşılığı Türk parası veya yabancı para
üzerinden kurulabilir. Bu maddeyle de, Anayasamızda yapılan tahkimle ilgili
değişikliğe Medenî Kanunda uyum sağlanmıştır. Yabancı veya Türk parası karşılıklarının hesap günündeki Türkiye
Cumhuriyeti Merkez Bankasının döviz kurunun esas alınması. Rehin haklarının hangi yabancı para üzerinden kurulabileceğinin Bakanlar
Kurulu tarafından belirlenmesi. Sözlerime son verirken, bu yasanın hazırlanmasında, Komisyonda
görüşülmesinde katkıda bulunan herkese teşekkür ediyor, bu yasa tasarısını
kanunlaştıracak olan siz 21 inci Dönem Parlamentosunu oluşturan değerli
milletvekili arkadaşlarıma saygılar sunuyorum. Yasa tasarısının, hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum. (MHP,
ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbeyin. Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi adına birinci konuşmacı olarak İzmir
Milletvekili Sayın Işılay Saygın'ın. Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Saygın, siz de 20'şer dakika mı paylaştınız? IŞILAY SAYGIN (İzmir) - Evet. BAŞKAN - Peki. Buyurun efendim. ANAP GRUBU ADINA IŞILAY SAYGIN (İzmir)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısının tümü
üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisimizin siz saygıdeğer üyelerini saygıyla
selamlıyorum. Bilindiği gibi, ülkemizde çağdaş, uygar bir yaşam biçiminin
yerleştirilmesi amacıyla, cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda yapılan
devrimlerin temeli, hukuk devrimine dayanır. 17 Şubat 1926 tarihinde kabul
edilerek, 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Medenî Kanunumuz, hukuk
devriminin en temel yasasıdır; 7'den 70'e herkesi ilgilendirmektedir. Kişilerin özel yaşam ilişkilerini, doğumundan başlayarak, ölümüne ve
ölümünden sonrasına kadar düzenleyen Medenî Kanun 1926 yılında kabul edildiği
zaman, aile hukuku bölümünde köklü bir reformu yaşama geçirmiştir; ancak,
yaşamın hızla gelişen ve değişen koşulları karşısında, bu kurallar yetersiz
kalmıştır. Bu nedenle, Medenî Kanunun devrimci ve eşitlikçi özüne
dokunulmaksızın, çağın sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerine uygun
değişikliklerin yapılması, yenilenmesi zorunlu olmuştur. Medenî Kanunda değişikliklerin bir an evvel yapılması için, kadın
kuruluşları, her platformda konuyu gündeme getirmişler, 1993 yılında, İstanbul
Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezince, hukukçu kadınlarla birlikte
hazırladıkları medenî kanun taslağını imzaya açmışlar ve 100 000 imza
toplayarak, kampanya başlatmışlardır. Toplanan imzalar ve taslak "eşit
hak, eşit katılım ve ailede demokrasi, toplumda demokrasi" söylemiyle,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına -Sayın Başkanımız Cindoruk iken-
sunulmuştur. Bu vesileyle, tüm kadın dernekleri, Medenî Kanunun değişmesini,
günün şartlarına uyarlanmasını talep edegelmişlerdir. Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan komisyonlar, 1971 ve daha sonra 1984
yıllarında çalışmışlar; ancak, çalışmalar, Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulamamıştır. Adalet Bakanlarımızdan Sayın Seyfi Oktay zamanında, 1994 yılında bilim
adamları ve uygulayıcılardan oluşan 36 kişilik bir medeni kanun komisyonu kurulmuş,
çalışmalara başlamıştır. Daha sonra, Adalet Bakanlığına, 55 inci hükümet döneminde, Sayın Oltan
Sungurlu atanmış, çalışmaları çabuklaştırmış, Devlet Bakanlığım zamanında
Adalet Bakanlığıyla birlikte çalışılarak Medenî Kanunun günün şartlarına uygun
hale gelmesi sağlanmıştır. Bu dönemde, 36 kişilik komisyona başkanlık yapan Medenî Hukuk Profesörü
Sayın Turgut Akıntürk tarafından, Medenî Kanunun kabulünün yıldönümünde, 17
Şubat 1998'de, Adalet Bakanı Sayın Oltan Sungurlu ve Devlet Bakanı olarak benim
de bulunduğum bir toplantıda, yapılan çalışmalar, Medeni Kanun, sivil toplum
kuruluşları, üniversite, kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcilerine
anlatılmıştır. Daha sonra da çeşitli platformlarda tartışılan kanun taslağı,
son şeklini alarak hükümete sunulmuştur. 30 Aralık 1999 tarihinde, hükümet, tasarıyı inceleyerek Türkiye Büyük
Millet Meclisine sevk etmiştir. Yasa tasarısı, erken seçim kararı alındığı için
Mecliste görüşülememiş ve kadük olmuştur. Tasarının bu hale gelmesinde emeği geçenlerin hepsine candan teşekkür
ediyorum. Seçimden sonra 57 nci hükümet kurulmuş, Adalet Bakanlığına Sayın Hikmet
Sami Türk atanmış; o da, daha önce, 55 inci hükümet döneminde hazırlanan yasa
tasarısını yeniden hükümete sunmuş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sevkini
sağlamıştır. Tasarı, Adalet Komisyonunda ve alt komisyonda görüşülmüş, tartışılmış,
bazı değişiklikler ve düzenlemeler yapılarak son şeklini almıştır. Bugün, Medenî Kanun Tasarısının geneli üzerinde görüşüyoruz. Medenî
Kanuna sahip çıkıp kanunun bir an evvel gündeme gelmesini sağlayan Adalet
Komisyonumuzun Değerli Başkanına ve Sayın Bakanımıza teşekkür ediyorum. Toplam 1 030 maddeden oluşan Medenî Kanun Tasarısı, yürürlükteki 937
maddelik Medenî Kanunun sistematiğine bağlı kalınarak, başlangıç bölümüyle,
Kişiler Hukuku, Aile Hukuku, Miras Hukuku ve Eşya Hukuku başlığını taşıyan dört
kitap olarak düzenlenmiştir. İsviçre Medenî Kanunundan çeviri yoluyla alınan Medeni Kanunun dili
eskimiş olduğundan, tasarı hazırlanırken, genellikle, Anayasada kullanılan dil
esas alınarak günümüz Türkçesine uygun biçimde sadeleştirilmiştir. Tasarının, kişiler hukuku, miras hukuku ve eşya hukuku bölümlerinde de
günümüzde ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak üzere önemli değişiklikler
yapılmıştır; ancak, devlet bakanlığım sırasında, özellikle yasalarda,
kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için, gönüllü kadın kuruluşları ve bu konuda
uzman kadın hukukçularla işbirliği içinde yaptığım çalışmaları da göz önüne
alarak, tasarıya ilişkin görüşlerimizi, aile hukukuyla sınırlandırarak
açıklamak istiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aile hukukunda eşler arası
ilişkileri düzenleyen birçok hüküm, günümüzde kadın-erkek eşitsizliğini ve
sonuçta kadınların mağduriyetine yol açmaktaydı. Bu maddeler "eşlerin eşit
haklara sahip olması" ilkesine, uluslararası sözleşmelere ve Anayasaya
aykırıdır ve bu bakımdan değiştirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Anayasamızın 10 uncu maddesinde yer alan "herkes kanun önünde
eşittir" kuralı, cinsiyete dayalı ayırımcılık yapılmamasını da
öngörmektedir. Ayrıca, geçtiğimiz günlerde, Anayasa değişikliği paketinde kabul
edilerek yürürlüğe giren Anayasamızın 41 inci maddesindeki "Aile, Türk
toplumunun temelidir" cümlesine eklenen "ve eşler arasında eşitliğe
dayanır" hükmü gereğince, aile içinde kadın-erkek eşitsizliğini içeren
maddeler Anayasaya aykırılık oluşturmaktadır. Uluslararası hukuk açısından ise, başta, Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve ek ihtiyari protokol olmak üzere, taraf
olduğumuz diğer uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan taahhütlerimiz,
yasalarda var olan kadın-erkek eşitsizliğinin kaldırılmasını zorunlu
kılmaktadır. Öte yandan, Avrupa Birliğine uyum sürecinde, ulusal programda kısa
vadede yapmayı taahhüt ettiklerimiz arasında Medenî Kanun değişikliği de yer
almaktadır. Bütün bu ulusal ve uluslararası hukukî nedenler yanında, aile
içinde eşlerin eşit haklara sahip olmaları, toplumsal açıdan da gerekli hale
gelmiştir. Bilindiği gibi, kamuoyu, Medenî Kanun değişikliğini sabırsızlıkla
beklemektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün görüşmeye başladığımız Medenî
Kanun Tasarısının, evliliğin genel hükümlerinde "koca, evlilik birliğinin
reisidir" hükmü ve buna bağlı olarak, kocaya üstün haklar tanıyan kurallar
kaldırılmış ve yerine "eşlerin eşit haklara sahip olmaları" ilkesi
benimsenmiştir. Örneğin, 186 ncı maddede "Eşler, oturacakları konutu
birlikte seçerler, birliği beraberce yönetirler. Eşler, birliğin giderlerine,
güçleri oranında emek ve mal varlığıyla katılırlar" denilmekte ve ilk defa
ev içi emeğinin bir maddî değer olduğu kabul edilmektedir. "Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda birlikte karar
alır ve uygularlar" kuralında da velayette eşitlik getirilerek "son
sözün babada olduğu" hükmünün kaldırıldığını görüyoruz. Medeni Kanun Tasarısında, evliliğin genel hükümleri ve mal rejimleri,
haklarda ve sorumluluklarda eşitlik, temsilde ve paylaşımda eşitlik temeline
dayandırılmıştır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu konuya, bakanlığım sırasında ve
sonraki çalışmalarımda, gönüllü kadın kuruluşları, üniversitelerimizin değerli
hukukçularıyla işbirliği içerisinde ne kadar önem ve destek verdiğimi
tekrarlamaya gerek yok. Hatırlayacağınız gibi, sizlerin desteğiyle 1997 yılında Medeni Kanunun,
kadının soyadına ilişkin 153 üncü maddesinde bir değişiklikle ilgili hazırlamış
olduğum kanun teklifi kanunlaşmıştı değerli oylarınızla. Kanunla, kadının, kendi
soyadını, eşinin soyadının önünde kullanma imkânı ile kadının kimliğinin
korunması sağlanmıştı. 14 Mayıs 1997 tarihinde yapılan değişiklik, tasarıda aynen yer
almaktadır. Aile hukuku alanında küçük; ama, umut ettiğimiz ve bugün
gerçekleştirmeye çalıştığımız aile hukuku, reformun başlangıcı olarak büyük
önem taşıyan bir değişikliktir. Bu arada, gözden kaçırılmaması gereken bir husus da, eşitlik ilkesi
çerçevesinde, kadınlara karşı ayırımcılığın kaldırılmasına imkân sağlanırken,
aynı zamanda, kadınlara tanınan ayrıcalığa da son verilmekte ve eşit sorumluluk
yüklenmektedir. Örneğin, yürürlükteki kanunda, erkeğin, kadından yoksulluk
nafakası talep edebilmesi için, kadının hali refahta olması aranırken,
tasarıda, eşlerden, daha ağır kusuru olmayan her birinin diğerinden, herhangi
başka bir koşul aranmaksızın nafaka talep edebileceği kabul edilmiştir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medeni Kanun değişikliği sırasında
en çok gündeme gelen ve üzerinde en çok tartışılan, yasal mal rejimi konusu
olmuştur. Yürürlükteki kanunda, yasal mal rejimi olan mal ayrılığı rejimi,
özellikle, boşanma durumunda, kadınların son derece mağdur olmalarına yol açmaktadır.
Kadınlar, yıllarca, evde veya işte çalışmış olsalar bile, emekleriyle
kazandıkları parayla, alınan ve gelenekler nedeniyle kocanın üzerine
kaydettirilen mallardan hiçbir pay alamamakta, hak iddia edememekteydiler.
Aslında, kanunda, evlilik süresince edinilen malların eşler arasında
paylaşımına imkân sağlayan sözleşmeyle seçilecek akdi mal rejimlerine, mal
ortaklığı ve mal birliği rejimlerinde de yer verilmiştir; ama, Medeni Kanunun
yürürlüğe girdiğinden günümüze geçen 75 yıl içinde böyle bir seçime rastlanmamıştır.
Bu nedenle, yasal mal rejimi çok
önemlidir. Tasarı, ilk defa, 55 inci hükümet döneminde 17 Şubat 1999 tarihinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulduğunda, yasal mal rejimi olarak
paylaşmalı mal ayrılığı rejimine yer verilmiştir. Edinilmiş mallara katılma, mal ayrılığı ve mal ortaklığını, noterde
yapacakları sözleşmeyle, evlenmeden önce veya sonra veya evlenme sırasında
yazılı beyanlarıyla seçmedikleri takdirde, eşlerin, yasal mal rejimine tabi
olacakları kabul edilmişti. Tasarının gerekçesinde, paylaşmalı mal ayrılığı
rejiminin neden düzenlendiğine ilişkin yapılan ayrıntılı açıklamada, edinilmiş
mallara katılma rejiminin uygulanma ve tasfiyesindeki zorluklar açık bir
şekilde ifade edilmekte ve anlatılmaktadır; bu, çok önemli bir durumdur. Tasarı hazırlanırken, yürürlükteki yasal mal rejimi olan mal ayrılığının
değiştirilmesi komisyonda oybirliğiyle benimsenmiştir. İsviçre Medeni Kanununda
kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminin benimsenmesinin getireceği yararlar
yanında, tasfiyesinin âdeta bir anonim şirketin tasfiyesinden karmaşık ve güç
olması, aynı zamanda çok uzun sürede tamamlanabilmesi gibi sakıncaları göz önünde bulundurulduğunda, bu rejiminin pek
yararlı olamayacağı sonucuna varılmıştır. Kaldı ki, İsviçreli hukukçuların büyük bir çoğunluğu, bu rejimin
karmaşık bir rejim olduğunu ve bu sebeple çok eleştiri aldığını ifade
etmektedirler. Diğer taraftan, İsviçre'de uzun süre geçerli olan mal birliği rejimi,
1988'de kabul ettikleri yeni rejimle büyük ölçüde benzerlik gösterdiğinden,
yeni rejime geçiş pek de zor olmamıştır. Oysa, ülkemizde, 76 yıldır mal
ayrılığı rejimi geçerli olduğundan, bu rejimde, bir anda, hiç alışık olunmayan
çok yeni bir rejime geçmek, İsviçre'deki gibi kolay olmayacaktır. Bu nedenle,
komisyon, eşlerin, edinilmiş mallara katılma, mal ayrılığı ve mal ortaklığı
rejimlerinden birini sözleşmeyle seçebileceklerini, böyle bir seçim
yapmadıkları takdirde, paylaşmalı mal ayrılığının, yasal mal rejimi olarak
uygulanacağını kabul etmiştir. İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve İzmir 9 Eylül Üniversitesi
Hukuk Fakültelerinin değerli öğretim üyeleri, tasarıya ilişkin hazırladıkları
raporlarda, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin, yasal mal rejimi olarak kabul
edilmesinin doğru olduğunu, edinilmiş mallara katılma rejiminden çok farklı
olmadığını, birçok yönüyle benzerlik taşıdığını, evlilik süresinde edinilen
malların eşit paylaşımı esasına dayandığını, tasfiyesi kolay ve çabuk
yapılabildiği için, kadınların daha çok yararına bir sistem olduğunu
belirtmişlerdir. Bu mal rejiminde, esas itibariyle, aynı tasfiye benimsenmiş
olduğundan, edinilmiş mallara katılmanın, tasfiye sürecinden yaşanan uzun
yıllar süren hesaplama zorluklarının bertaraf edilmiş olduğu önemle
vurgulanmıştır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bazı çevrelerde, paylaşmalı mal
ayrılığı rejiminde, evlilik süresinde edinilen malların eşit paylaşılamayacağı
endişesi görülmektedir. Bu rejim yakından incelendiğinde, bu endişelerin
yerinde olmadığı görülecektir. Kaldı ki, tasarının, Adalet Komisyonunda
görüşülmesi sırasında, 250 nci maddesinin birinci fıkrasında "paylaşıma
esas olan malların sayıldığı hükme eklenen son cümle ile paylaştırmada
işletmelerin ekonomik bütünlüğü gözetilir" denilmek suretiyle, ticarî
işletmelerin de paylaştırma kapsamında olduğu açıkça ifade edilmektedir. Söz
konusu maddenin ikinci fıkrasındaysa, paylaşım dışı mallar sayılmıştır. Mal
rejimlerinin seçiminde ve oylanmasında, hukukî tercih yerine siyasî tercihin
önplana çıktığı, çalışmaları yakinen takip edenler tarafından ifade
edilmektedir. Bütün bu açıklamalara ve bilimsel raporlara rağmen, koalisyon hükümeti,
uzlaşma yoluyla, edinilmiş mallara katılma rejiminin yasal mal rejimi olmasını
benimsemiştir. Ancak, ne yazık ki, bu defa, Yürürlük Kanunu Tasarısının mal
rejimlerine ilişkin maddesinde, yine uzlaşarak yapılan değişiklikle, yasal mal
rejiminin, mevcut evliliklere, kanunun yürürlüğe girmesinden sonra uygulanmaya
başlayacağı benimsenmiştir. Oysa, Yürürlük Kanunu Tasarısının söz konusu 10
uncu madde gerekçesinde, yasal mal rejimi olan mal ayrılığının, ülkemizde eşler
arasında büyük haksızlıklara yol açtığı vurgulanarak, bu mağduriyetin
kaldırılması amacıyla, tasarının yasalaşmasıyla, eşit paylaşıma dayalı yasal
mal rejiminin, geçmişe etkili olarak, eşlerin evlenme tarihinden itibaren
uygulanacağı kabul edilmişti. Yasal mal rejiminin, mevcut evliliklere,
evliliğin başlangıç tarihinden itibaren uygulanmaması sonucunu doğuran bu
düzenleme, milyonlarca evli kadının geçmiş emeklerine yapılmış büyük bir
haksızlıktır. Kanun, aslında, bu haksızlığın giderilmesi için çıkarılmak
istenmektedir. Bu bakımdan, mevcut evlilikler için kanunun fazla bir anlamı
kalmamıştır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yürürlükteki Medenî Kanunda, aile
içi ilişkiler konusunda karar alma yetkisi kocaya tanınmıştı; tasarıda, eşlerin
eşit haklara sahip olmaları ilkesinden hareketle, eşlerin birlikte karar
almaları öngörülmüştür. Eşlerin karar alma konusunda anlaşamamaları halinde
hâkime başvurmaları ve konunun hâkim tarafından karara bağlanması kabul
edilmiştir. Bunun yanı sıra, tasarıda, birçok durumda hâkimin resen işlem
yapabileceğine yer verilmiştir. Bu bakımdan, Medenî Kanun Tasarısı
yasalaştığında, aile hukukuna ilişkin sorunların çözümüyle görevli aile
mahkemelerinin ihtisas mahkemeleri olarak kurulması, kanunun amacına uygun
olarak uygulanmasında önemli rol oynayacaktır. Aile Mahkemelerinin Kuruluşu,
Görevleri ve İşleyişine Dair Kanun Teklifini, geçen yıl, Türkiye Büyük Millet
Meclisine vermiş olduğumu, bir an evvel yasalaşmasının yararlı olacağına
inandığımı belirtmek istiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 21 inci Yüzyıl koşullarına uygun
yeni bir medenî kanuna sahip olmamızı sağlamak üzere, tasarının yasalaşmasına,
Anavatan Partisi olarak destek vereceğimizi bildirir; bu vesileyle, bu yasanın
toplumumuza hayırlı olması dileğiyle, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Saygın. Anavatan Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Denizli
Milletvekili Sayın Beyhan Aslan; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihî
günlerinden birini yaşıyor. Elli yıldır tartışılan, Türk Medenî Kanununda
değişiklik tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine başlıyoruz. Bu onuru birlikte
paylaştığım milletvekili arkadaşlarımı, şahsım ve Anavatan Partisi Grubu adına
kutluyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Bütün toplumlarda, medenî kanun, kişilerin doğumundan ölümüne kadar,
gerçek kişilerin, kişilerle, bir ölçüde devletle, bir ölçüde eşyayla olan
münasebetlerini düzenleyen, bireyi ve toplumsal yaşamı yakından ilgilendiren
temel kanundur. Medenî kanun, kulluktan yurttaşlığa geçişin belgesidir. Hukuk
tarihi açısından baktığınızda, medenî kanunlar, 1 500 yıl öncesine uzanan, Roma
hukukuna dayanan, tarihin en eski kanunlarıdır. Değerli milletvekilleri, Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra
başlayan devrim hareketlerine hukuk alanında da ihtiyaç görülmüş, eski kanun ve
kurallar gözden geçirilerek, yeniden yapılanma sürecinde, ancak 300 maddesi
yürürlükte olan ve ihtiyaca cevap veremeyen Mecellenin yerine, çağı kucaklayan,
insanımızın ihtiyacına cevap veren medenî kanun arayışına girilmiştir. Yeni
medenî kanunun yapılabilmesi için komisyonlar kurulmuşsa da, sonuç alınamamış,
kurulan komisyonlardan da sonuç çıkmayınca, çağdaşlarına göre yeni ve modern
bir kanun oluşu, ferdiyetçi ve liberal hükümler yanında, sosyal içerikli vasfı,
metin olarak sade ve açık yazılışı, kadın-erkek eşitliğine dayalı çağdaş,
demokrat ve laik karakterli olması gibi sebeplerle, 1912 tarihli İsviçre Medenî
Kanunu iktibas yöntemiyle hukukumuza kazandırılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2 nci Dönem milletvekillerince 17 Şubat
1926 tarihinde, gerekçesiyle birlikte, oybirliğiyle, büyük bir coşkuyla kabul
edilmiştir. 4 Nisan 1926 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanmış ve 4 Ekim 1926
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun hukukumuza kazandırılmasında büyük emekleri olan Mustafa
Kemal Atatürk, devrin Adalet Bakanı Esat Mahmut Bozkurt ve 2 nci Dönem
saygıdeğer milletvekillerini rahmetle anıyorum. Yürürlükteki 1926 tarihli Medenî Kanun, cumhuriyet devriminin bir
programı olup, çağdaş Türk toplumu yaratma sürecinde atılmış önemli bir
adımdır. Medenî Kanun, hukuk alanında laikliğe dayalı ilk temel kanunumuzdur.
75 yıldır Türk hukuk sisteminin temel taşı olarak toplumun ihtiyaçlarını
karşılamış, bireyin hizmetinde olmuştur. Zaman zaman yasama tarafından
değişikliğe uğramışsa da ve yargı, özellikle Anayasa Mahkemesi kararlarıyla
boşluklar doldurulmaya çalışılmışsa da, 75 yıl önce reform olan bu yasa,
yaşamın değişen ve gelişen koşullarına, teknolojik gelişmelere ayak
uyduramayışı gereği, çağdaş hukuk sistemlerinin gerisinde kalmıştır,
ihtiyaçlara cevap veremediği gerçeğiyle elli yıldır tartışılmaktadır. Gerçekten, hukuk kuralları, yaşamın gelişen ve değişen koşullarına uygun
olarak değiştirilmezlerse toplumun gerisinde kalırlar. Toplumun ihtiyaçlarına
cevap veremezlerse, hukukun hedefi olan adil çözümü üretemezler. Yasalar,
toplumsal değişim ve gelişmelere paralel yürümek zorundadırlar. Hukukun
üstünlüğü ve insan haklarına saygının en üstün değer olduğu, hukuk ve adalet
duygularının hassaslaştığı günümüzde, aile hayatının, uluslararası
sözleşmelerde konu edildiği çağdayız. İnsanca yaşamanın yeni kurumları ve
kuralları ortaya çıkmıştır. Değişim kaçınılmazdır. Medeni Kanun, sosyal
olguların gerisinde kalamaz. Değerli milletvekilleri, Medeni Kanunun değiştirilmesi konusu, son sekiz
yılı yoğun tartışmalar olmak üzere, elli yıldır gündemde. Elli yıldır ileri
sürülen görüşler, yapılan tartışmalar, kurulan, dağılan komisyonlar, koalisyon
protokolleri, hükümet programları derken, 20 nci Yasama Döneminde 55 inci
hükümetin Sayın Başbakanı Yılmaz tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulan tasarı, erken seçimle kadük olmuştur. Başbakan Sayın Ecevit'in,
tasarıyı 21 inci Dönemde yenilemesiyle tasarı tartışmaya açılmıştır. Tasarı, kamuoyunda yapılan eleştiriler, öneriler dikkate alınarak, dil
ve içerik açısından yeniden gözden geçirilmiştir. Tasarı, aynı mahiyetteki
kanun teklifleriyle birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda
kurulan altkomisyonun süzgecinden geçtikten sonra, Adalet Komisyonu, altı ayı
aşkın bir sürede yaptığı 21 toplantı sonucu, bazı değişikliklerle tasarıyı
kabul etmiş, Genel Kurul da, öncelikle görüşülmesine karar vermiştir. Genel Kurulda bugün görüşmelerine başladığımız metin, elli yıldır
yapılan çalışmaların, birikimlerin ürünüdür. Katkısı olan herkese, özellikle
Adalet Bakanlarımıza ve Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan Medeni Kanun
Tasarısı Komisyon başkan ve üyelerine, saygıdeğer hocalarımıza, Yargıtayımızın
değerli üyelerine, Adalet Bakanlığı bürokratlarına, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Adalet Komisyonunun Değerli Başkanına ve üyelerine, Anavatan Partisi
Grubu ve şahsım adına teşekkürü borç biliyorum. Yaptığınız çalışma ve
katkılarla, 1926 tarihinde gerçekleştirilen hukuk devrimini 21 inci Yüzyıl
koşullarında, daha çağdaş, daha ileri bir çizgiye taşıdınız. Günümüzde, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının ulaştığı
düzeyden ışık alarak konuyu irdelediniz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunda tasarıyı görüşüyoruz. 1 030 maddeden ibaret olan Medenî Kanunla,
yürütme ve uygulamaya ilişkin olarak 25 maddelik tasarının da, önemine binaen,
bir an önce yasalaşmasının gerçekleşmesi gerekiyor. Bu açıdan, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde grubu bulunan 6 siyasî partinin katkılarıyla, Danışma
Kurulunda oybirliğiyle alınan kararla, yasa tasarıları, İçtüzüğümüzün 91 inci
maddesi gereği, temel yasa olarak görüşülecektir. Bütün gruplara teşekkür
ederken, özellikle muhalefetin gösterdiği anlayış ve uzlaşmacı tutum takdirle
anılacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının gerekçesi, özü
itibariyle 1926 tarihli Medenî Kanunun gerekçesinin tekrarıdır. Devrin Adalet
Bakanı Sayın Esat Mahmut Bozkurt tarafından kaleme alınan gerekçe, bugün dahi
hayatiyetini korumaktadır. Medenî Kanunun Türk toplumuna kazandırılmasındaki
amaç, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmaktır; aynı hedef bugün
de geçerlidir. Bazı çevreler, 1926 tarihli Medenî Kanunun gerekçesinin aynen
alınmadığını, Medenî Kanunun laiklik karakterinin saklanmaya çalışıldığını
iddia etmişlerdir. Gerekçeyi tenkit eden bir başka görüş de -ki bu görüşlerini
Adalet Komisyonunda muhalefet şerhleriyle ifade etmişlerdir- gerekçede, Türk
toplumunun tarihin derinliklerinden bugüne, 21 inci Yüzyıla süzülüp gelen
tarihî, millî, dinî ve kültürel değerleri açıkça aşağılayıcı cümlelerden
oluştuğu şeklindedir. Biz, her iki zıt görüşe de katılmıyoruz. Görüştüğümüz
tasarının gerekçesi dikkatle okunup değerlendirilirse, Medenî Kanunun içeriği
incelenirse, Esat Mahmut Bozkurt'un hayatı ve eserleri dikkatle incelenirse,
Medenî Kanunun laiklik yapısının korunduğu açıkça anlaşılır. Gerekçede aşağılandığı iddia edilen tarihî, millî, dinî ve kültürel
değerlerimiz değildir. Tarihimize sığınmak, millî, dinî, kültürel değerlerimize
sadakat, her Türk vatandaşının görevidir. Esat Mahmut'ça konu edilen, yüce dinimizin de karşı olduğu, gerçek din
olmadığı halde onun yerine geçen hurafelerdir. Örf ve âdetler, akıl ve ilim
ölçülerine uymuyorlarsa, İslama da uymaz; kendiliklerinden tarihin çöplüğüne
atılırlar. Kastedilenin, tarih, din, kültür değil, batıl inançlar ve hurafeler
olduğu açıktır. Esat Mahmut Bozkurt Beyin hayatını bütünüyle değerlendirirsek,
gerekçede yapılan itirazları haklı bulmuyoruz. Gerekçenin, sadeleştirilerek,
anlaşılır bir ifadeyle bugüne taşınması isabetli olmuştur. Gerekçe, Türk
toplumuna aydınlık ve çağdaş bakışı yansıtan bir belge niteliğindedir. Değerli milletvekilleri, aradan geçen uzun zaman diliminde, Medenî
Kanunun dili eskimiştir. Tasarıda kullanılan kelime, deyim ve terimlerin, yeni
kuşaklar tarafından kolayca anlaşılır olmasına özen gösterilmiştir. Ölçü olarak
Anayasa dili esas alınmıştır. Türkçe karşılığı bulunamayan kavram ve terimler
korunmuştur. Terim birliği korunmaya çalışılmıştır. İdeal bir dil olmasa da,
dil açısından, ciddî oranda iyileştirilmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Kanun başlangıç hükümleri,
Medenî Kanun, Borçlar Kanunu, hatta, hukukun tümünde önemli görülen genel
nitelikli kurallardır. Bu kurallar, Türk medenî hukukun uygulanmasına, hukukun
kaynaklarına, yorumlanmasına, yargıcın hukuk boşluğunu doldurma yetkisine,
iyiniyet, doğruluk ve güven ilkesine, yargıcın takdir yetkisine, ispat yönüne
ilişkindir. Bu kuralların özümsenmesi, adaletin en iyi şekilde tecellisinin
güvencesidir. Kişiler hukuku... Kişi, hukukî bir terim olarak, medenî haklardan
yararlanan varlıktır. Kişilik, ne zaman başlar, ne zaman son bulur, hak ve
sorumlulukları nelerdir, sınırı nedir; tüzelkişilerin, özellikle dernekler ve
vakıfların kuruluşu, işleyişi, sona erişi, fiil ehliyetleri nelerdir;
bunları düzenler. İkinci kitap, aile hukukudur. İnsan, doğar doğmaz "aile" adı
verilen bir topluluğa dahil olur. Aile, toplumun temel taşıdır. Aileye verilen
önem -ki, anayasalarda "Ailenin Korunması" başlığıyla yer almıştır-
Anayasanın 41 inci maddesinde "Aile, Türk toplumunun temelidir. Devlet,
ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile
planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır,
teşkilâtı kurar" denilmektedir. Aile hukukumuz üç ayrı kısımdan oluşur: Evlilik, hısımlık, vesayet. Bu
bölümde, aile nedir, kimlerden oluşur, aile fertlerinin karşılıklı hak ve
yükümlülüklerinin kuralları nelerdir, onları buluruz. Medenî Kanunun üçüncü kitabı miras hukukudur. Kitapta, miras hukukunun
başlıca kuralları yer alır. Ölüm, kişiliği sona erdirir. Ölümden sonra, ölenin
mal varlığının durumu, kimlere, nasıl intikal edecektir, ne biçimde intikal
edecektir; bir başka ifadeyle, mirasın açılmasını, mirasın hükümlerini, mirasın
paylaştırılmasının kurallarını düzenler. Eşya hukuku, bir başka deyişle, aynî haklar, Medenî Kanunumuzun son
kitabıdır, dördüncü kitaptır. Mülkiyetten gayri aynî hakları; yani, ipoteği,
rehni inceler, zilyetlik ve tapu siciline ilişkin kuralları değerlendirir. Borçlar hukuku da, aslında, medenî hukukun bir dalı olarak telakki
edilir; ancak, bizim hukukumuzda borçlar hukuku, Medenî Kanunun bir parçası
değil, ayrı olarak değerlendirilmiş, ayrı bir kanun olarak görülmüştür. Diğer
ülkelerin büyük bölümünde, borçlar hukuku, medenî kanunun bir parçası olarak
mütalaa edilmiştir. Değerli milletvekilleri, Türk medenî hukukunun kendisine özgü
nitelikleri mevcuttur. Türk medenî hukuku, eşitlik ilkesini benimser. Kadın-
erkek, zengin-fakir, yaşı ne olursa olsun, herkese uygulanır. Tüzelkişiler de
aynı hak ve fiil ehliyetine sahiptir. Türk medeni hukuku millîdir. Kural olarak, Türk vatandaşlarına
uygulanır. Bazı şartların oluşumu dışında, yabancılara uygulanmaz. Türk medenî hukuku yazılıdır, büyük kısmı yazılı kurallardan oluşur. Örf
ve âdet hukukuna oldukça az yer verilmiştir. Türk medenî hukuku, inkılapçı özelliğiyle yeni bir yaşam ve yeni bir
hukuk yaratma, yeni bir toplum oluşturma, uygar dünyayla bütünleşme özelliği
itibariyle inkılapçı bir karaktere sahiptir. Türk medenî hukuku, ferdiyetçi ve özgürlükçüdür;
toplum içerisinde bireyi koruyan hükümlere yer verir; fertlere, girişim
özgürlüğünü sağlar; sözleşme serbestiyetine, irade muhtariyetine yer vermiştir.
Türk medenî hukuku, sosyal eğilimli bir hukuk dalıdır; kişisel çıkarlar ve yararlar
ile toplumun çıkar ve yararları arasında adil bir denge kurmayı amaçlar. Türk
medenî hukuku, demokratik ilkeleri benimser; belirli bir zümreye mensubiyetin
ayrıcalığı yoktur; gerçek ve tüzelkişiler, hak ve fiil ehliyeti açısından genel
ve eşittirler. Türk medenî hukuku laiktir. Dinin, hak ehliyetine etkisi yoktur;
ayrı dinden olmak, hak ehliyetini zedelemez. Medenî hukuk, özel hukuk alanında,
Türk hukukunda laiklik uygulamasına ilk geçiştir. Değerli milletvekilleri, Medenî Kanunumuzun en çok tenkit edilen çağdaş
düzenlemelerin gerisinde kaldığı iddiası, en çok değişiklik talepleri aile
hukuku alanındadır. Demokrasinin temel koşulu, eşitliğin yaşama yansıtılmasının
gereği, kadın-erkek eşitliğinin savunucuları, medenî haklardan yararlanmada,
borçlara ehil olmada ve hakları kullanmada, bir başka ifadeyle, haklarda
eşitlik, sorumlulukta eşitlik, temsilde eşitlik, paylaşımda eşitlik talep
ettiler. Kadın-erkek eşitliği, bir lütuf değil, çağdaş uygarlığın, yeni
değişikliğiyle Anayasamızın ve imzaladığımız uluslararası sözleşmelerin
gereğidir. Kadın-erkek eşitliğini, yasalar ve toplum önünde sağlamak, çağdaş
uygarlığın, 21 inci Yüzyıldaki çizgisidir. Bu çizgide, kadın-erkek, ailenin tek
sorumlusu değil, ortak sorumlusudur. Medenî Kanunumuzun değişim sürecinde toplumu hareketlendiren, yasa
koyucuya şevk veren, göreve davet eden kadın kuruluşları, barolarımızın kadın
komisyonları, üniversitelerimiz, siyasî partilerin kadın komisyonları, Anayasa
Mahkemesi kararları, Medenî Kanunun değişiminde toplumun dinamik gücü
olmuşlardır. Yürüyüşler, mitingler, seminerler, sempozyumlar, basın
toplantıları, imza kampanyalarıyla, hep bir ağızdan "medenî ülkede medenî
kanun", "ailede demokrasi, toplumda demokrasi", "eşit hak,
eşit katılım", "erkek Meclis, duy sesimizi" diyerek haykıran kadınlarımız
büyük iş başarmışlardır. Kendilerini kutluyorum; ancak, kadın-erkek eşitliği
sorunu, yalnız kadınlarımızı değil, erkeklerimizi de ilgilendiren sorundur.
Kadınlarımız müsterih olsun ki, erkeklerin yüreği de kadınlarımız için çarpar. Değerli milletvekilleri, 21 inci dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi,
yeniden yapılanmaya ilişkin çok sayıda tasarı ya da teklifi yasalaştıran,
anayasal tarihinde ilk defa, sivil inisiyatifle Anayasanın 34 maddesini
değiştiren Meclistir. Elli yıldır tartışılan Medenî Kanuna ilişkin
değişiklikleri de başarıya gerçekleştireceğiz. Meclisin -her türlü özverisine
rağmen- vekilleri ile milletinin arasını açmaya çalışan, demokrasiyi
özümsememiş felaket tellallarına yeni bir ders vermiş olacağız. Türk Medenî Kanunu Tasarısının kabulü, hukuk sistemimizde, uygarlık
yolculuğunda çok önemli bir kilometre taşı olacaktır. Haklarda, borçlarda,
paylaşımda, temsilde eşitlik ilkesine dayanan bu yasa, Avrupa Birliğine tam
üyelik sürecinde elimizi güçlendirmiştir. Kadın-erkek eşitliğinde, teoriyi pratiğe, söylemi eyleme dönüştürecek
olan güç, toplumun eğitim düzeyi ve yargının gücüdür, güçlü yargıdır. Bu konuda
ciddî adımlar atılması temennimizdir. Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz ve inşallah yasalaştıracağımız
tasarının bireye mutluluk, topluma huzur getirmesini diliyorum. Gelecek
nesiller, 21 inci Dönem milletvekillerini, bu çalışmaları nedeniyle sevgi ve
saygıyla anacaklardır. Medenî Kanun çalışmalarımızda tüm gruplara başarılar diliyorum. Türkiye
Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerini, Anavatan Partisi ve şahsım adına
kutluyorum, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslan. Söz sırası Demokratik Sol Parti Grubunda. Hatay Milletvekili Sayın Ali Günay; buyurun efendim. (DSP sıralarından
alkışlar) Sayın Günay, konuşma süreniz 40 dakikadır. DSP GRUBU ADINA ALİ GÜNAY (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
sözlerime başlarken Demokratik Sol Parti Grubu adına sizleri saygıyla
selamlıyorum. Görüşmeye başladığımız 723 sıra sayılı ve yürürlük maddeleri hariç 1 027 maddeden oluşan Türk Medenî Kanunu
Tasarısını, madde madde oylamaya konulmaksızın bir bütün halinde görüşüyoruz.
Şu an yürürlükte olan 743 nolu Türk Kanunu Medenîsi de Türkiye Büyük Millet
Meclisinde bir bütün halinde görüşülerek 17 Şubat 1926 tarihinde kabul
edilmişti. Millet ve ülke yararı söz konusu olduğunda, geçmişte olduğu gibi,
bugün de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, iktidarı ve muhalefetiyle birlik
içinde hareket etmesinin güzelliğini yaşamaktayız. Madde madde görüşülmesi ve
oylanması halinde yasalaşması için çok uzun bir zamanı gerektirecek olan bu
tasarının bir bütün halinde görüşülmesiyle birkaç gün içinde kanunlaşması
mümkün olabilecektir. Ülkemizde yürürlükteki Medenî Kanunun yapılması yetmişbeş yıl öncesine
dayanır. Bilindiği gibi, Medenî Kanun öncesinde, bizde, medenî hukuk kuralları,
dinî esaslara dayanıyordu. O günden bugüne kadar geçen zaman içinde
yürürlükteki hukuk kuralları değişmiş ve bugünlere gelinmiştir. Toplum içinde yaşayan insanların güven ihtiyacı, toplum hayatının bir
düzene bağlı olmasını gerekli kılmıştır. Başkalarının saldırısından, keyfî
davranışlarından zarar görmeme ve haksızlığa uğramama isteği, hukuk dediğimiz
toplum düzeninin sağlanmasına yarayan kuralların oluşmasını gerekli kılmıştır. Hukuk kuralları, Roma Hukukundan beri devam eden, klasik bir ayırımla,
kamu hukuku ve özel hukuk kuralları olmak üzere ikiye ayrılır. Görüşme konumuzu
ilgilendiren hukuk kuralı, özel hukuk kurallarıdır. Özel hukuk kurallarının
amacı, kişilerin özel menfaatlarını korumak olup, eşit şartlara ve yetkilere
sahip olan ve biri diğerinden üstün sayılmayan kişiler arasındaki ilişkileri
düzenler. Özel hukukun en önemli kolu, medenî hukuktur; çünkü, bu hukuk kolu,
doğum öncesinden ölüme kadar olan zaman içinde, şahsın sosyal, iktisadî ve
hukukî çeşitli ilişkilerini düzenler. Uyguladığımız medenî hukuk kurallarında
nereden nereye geldiğimizi bilmek bakımından, bu hususlara değinmeyi gerekli ve
faydalı görüyorum. Osmanlı İmparatorluğunun özel hukuku İslam dininin esaslarına
dayanıyordu ve İslam hukukunun dört kaynağı vardı. Bunların başında, bildiğiniz
gibi, Kur'an gelir; fakat, Kur'an'da özel hukuka dair olan hükümler, sadece
evlenme ve mirasla ilgilidir. İkinci kaynak, Peygamberin kural haline getirilen sözlerinden ve
davranışlarından ibaret olan sünnettir. Üçüncü kaynak, icmadır. İslam bilginlerinin, yeni meselelere ait çözüm
tarzlarını, Kur'an'ın ve sünnetin esaslarını göz önünde tutarak tayinde
birleşmeleri olan icma, Peygamberin vefatından sonra hukuk kaynağı olmuştur. İslam hukukunun dördüncü kaynağı kıyastır. Bazen, bir mesele hakkında
diğer üç kaynaktan hiçbir hüküm bulunmaması halinde, bir hukukçu veya yargıç,
bu kaynaklardaki benzer meselelere ilişkin kurallara bakarak bunlara uygun
düşen çözüm tarzını bulur ki, buna kıyas denilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu, bu dinî nitelikteki hukuku yüzyıllar boyunca
uyguladı. Osmanlı İmparatorluğunda, Tanzimattan sonra hukuk müesseselerinin kanun
koyma yoluyla düzenlenmesine girişildi. Batı devletleri mevzuatı örnek alınarak
kanunlar yapılmaya veya yerli kaynaklara dayanılarak orijinal kanunlar hazırlanmaya
başlandı. Medenî hukuk alanının yazılı düzene bağlanmasıyla ilgili olarak,
Fransız Medenî Kanununun iktibası fikri ortaya atılmışsa da, Ahmet Cevdet
Paşanın çabası sonucunda, fıkıh esaslarına dayalı yerli bir kanun yapılması fikri
kabul edilerek, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye hazırlanmıştır. Mecelle, İmparatorluğun eksik kalmış bir medenî kanunu sayılabilir. Eski
medenî kanunumuz olan Mecelle, bildiğiniz gibi, 1 851 maddeyi ihtiva
etmekteydi. Dinî temellere dayanan ve orijinal bir nitelik taşıyan bu kanunda,
genel olarak, fıkıh ilminin mal, borç ve dava ilişkileri bölümü üzerinde
durulmuştu. Şahıslar hukuku, aile hukuku ile miras hukukunun tümü ve eşya
hukukunun bazı önemli konuları Mecellenin dışında bırakılmıştı. Bu kanun,
modern ihtiyaçları karşılamaktan uzaktı ve Medenî Kanunun kabulüne kadar Türk
toplumu modern bir kanundan yoksun kalmıştı. Cumhuriyetin ilanından sonra, özellikle, kadın-erkek eşitliğini
sağlamayı, aile düzenini medenî esaslara göre düzenlemeyi, eski miras
usullerini terk etmeyi, modern hukuk müesseselerini getirmeyi hedefleyen hukuk
devrimini gerçekleştirme işine girişildi. Yapılan çalışmalar sonucunda
memleketimizin özelliklerine uygun bir medenî kanun hazırlanması hususunda
kurulmuş olan kanun hazırlama komisyonlarının çalışmaları başarı vaat
etmeyince, Batı devletlerinden birinin medeni kanununun Türk Medenî Kanunu
olarak alınması görüşü benimsenmiş ve İsviçre Medenî Kanununun bazı değişikliklerle
bir bütün halinde iktibası kararlaştırılmıştır. O devirlerde, İsviçre Medenî Kanununun dünya medenî kanunları içinde en
yenisi, anlaşılması en kolay, en pratiği olması, bu kanunda kadın erkek
eşitliğine dayanan aile hukukunun güzel tanzim edilmiş olması, bunun yanı sıra
da, İsviçre'de okuyan hukukçuların Türkiye'de idare başına geçmiş olması,
Türkiye'de Fransızca bilenlerin çok olması nedeniyle tercümenin daha kolay ve
çabuk yapılmasına imkân bulunması, İsviçre Medenî Kanununun Türk Medenî Kanununa
örnek olarak seçilmesine sebep olmuştur. Oluşturulan bir komisyon tarafından, İsviçre Medenî Kanununun Fransızca
metni Türkçeye çevrilmek suretiyle Türk Medenî Kanunu Tasarısı hazırlanmış ve
bu tasarı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, şimdi olduğu gibi, madde madde
oylamaya konulmaksızın, bir bütün halinde görüşülerek, 17 Şubat 1926 tarihinde
kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yürürlük ve yürütme
maddeleri dahil 937 maddeden ibaret olan 743 nolu Türk Kanunu Medenîsi, bir başlangıç
ile şahıslar hukuku, aile hukuku, miras hukuku ve eşya ukuku olmak üzere, dört
kitaba ayrılmıştır. Şahıslar hukukunun konusunu, şahısların çeşitleri, şahsiyetin
başlangıcı, şahısların ehliyetleri, hısımlık, ikametgâh, ad, şahsiyetin
korunması ve sona ermesi teşkil etmektedir; yani, Şahıslar hukukunun konusunu,
şahıslar teşkil etmektedir. Aile hukukunun konusunu ise, nişanlanma, evliliğin meydana gelmesinden
sona ermesine kadar eşler arasındaki çeşitli ilişkiler, nesep ve vesayet teşkil
etmektedir. Miras hukukunda ise, şahsiyetin sonra ermesinden sonra mal varlığının
kimlere, ne suretle geçeceği düzenlenmektedir. Eşya hukukunda ise, şahısların eşya üzerinde sahip oldukları haklar
bakımından olan ilişkiler incelenmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medenî Kanun ana hatları itibariyle
ulusal yapımıza uygun bulunmakla beraber, geçen zaman içinde toplum hayatının
durmadan değişen ve artan ihtiyaçları yeni hukuk kurallarının doğumuna yol
açtığından, Medenî Kanunda bir düzeltmeye veya değişikliğe ihtiyaç duyulduğu
genel olarak kabul edilmektedir. Medenî Kanunda birçok çeviri yanlışı bulunduğu
gibi, maddelerin metninde kullanılmış olan dil, kanunun kabul edildiği zaman
için mükemmel kabul edilebilirse de, bugün için, artık, mükemmel olmaktan uzak
kalmıştır. Hiçbir kanun koyucu da, toplum hayatının ortaya çıkarabileceği bütün
ilişkileri düzenleyen kuralları düşünüp bulmak yeteneğine sahip olamaz. Bu
nedenle, çeviri yanlışlarından ve dil aksaklıklarından başka, Medenî Kanunda
ihtiyacı karşılamayan veya ihtiyaca uymayan bazı hükümlere de rastlamak
mümkündür. Bu hususların giderilmesinde fayda görülmüş ve yeni bir Türk Medenî
Kanunu Tasarısı hazırlanmıştır. 1027 esas madde ile yürürlüğe ait 3 maddeden
ibaret olan bu tasarı, yürürlükteki kanunda olduğu gibi bir başlangıç ile
kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku ve eşya hukuku başlığını taşıyan dört
kitaptan oluşmaktadır. Tasarıda, genellikle, Anayasada kullanılan dil esas alınmış; birçok
kavram, deyim ve terim, günümüzde yerleşmiş yeni karşılıklarıyla değiştirilmiş;
yürürlükteki kanunda eskimiş olan ifadeler kolay anlaşılabilir bir ifadeye
dönüştürülmüştür. Değiştirilen ifadelerin bir kısmında aşırıya kaçılmış diye
de, tasarı, Adalet Komisyonunda görüşülürken, birkısım komisyon üyelerinin bu
hususa yönelik tenkidi de söz konusu olmuştur. Tasarıda Başlangıç bölümü, yürürlükteki kanunda olduğu gibi 7 maddeden
ibaret kalmış, ifadelerin daha kolay anlaşılabilir bir ifadeye
dönüştürülmesiyle yetinilmiştir. Tasarıda, birinci kitap olan kişiler hukuku düzenlemesi 8 inci maddeden
başlayıp 117 nci maddeye kadar devam etmiştir. Günümüzde ortaya çıkan birtakım
yeni ihtiyaçlara cevap vermek amacıyla tasarıda bazı konularda önemli
değişiklikler öngörülmüştür. Örneğin; kadın-erkek eşitliği zedelenir
düşüncesiyle, yürürlükteki yasanın 21 inci maddesindeki "kocanın
ikametgâhı karının ikametgâhı addolunur" hükmü tasarıya alınmamıştır. Tasarıda, derneklerle ilgili hükümler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş,
düzenleme bakımından dernekler ile vakıflar arasında bir denge sağlanmıştır. Tasarıda, ikinci kitap olan aile hukuku düzenlemesi 118 inci maddeden
başlayıp 494 üncü maddeye kadar devam etmiştir. Değişikliklerin önemli ve
oldukça büyük bir kısmı aile hukuku alanında ve özellikle, kadın erkek
eşitliğini zedelediği iddia edilen hükümlerde yapılmış ve eşitlik ilkesine ters
düşen düzenlemelerin hepsi değiştirilmiştir. Yürürlükteki Kanunun 88 inci maddesine göre normal evlenme yaşı erkek
için 17, kadın için 15 yaşı bitirmesi; olağanüstü evlenme yaşı olarak da erkek
için 15, kadın için 14 yaşı bitirmesi öngörülmüştür. Tasarının 124 üncü
maddesiyle normal evlenme yaşı ve olağanüstü evlenme yaşı kadın-erkek farkı
kaldırılarak düzenlenmiştir. Tasarıda normal evlenme yaşı, kadın-erkek ayırımı
yapılmaksızın 17 yaşın bitirilmesi, olağanüstü evlenme yaşı olarak da 16 yaşın
bitirilmesi öngörülmüştür. Evlenmeleri tıbbî açıdan sakınca doğurmayacak olan, bazı önemsiz akıl
hastalarının evlenmelerine de imkân tanınmıştır. Onur kırıcı davranış, boşanma nedenleri arasına eklenmiştir. Eşlerin barışma ve bir araya gelme ihtimalinin daha uzun bir sürede
gerçekleşebileceği düşünülerek, terk nedeniyle boşanmadaki 3 aylık süre, 6 aya
çıkarılmıştır. Yürürlükteki kanunun 141 inci maddesine göre, boşanan kadın bekârlık
soyadını almakta ve evlenmeden önceki soyadını alamamaktadır. Oysaki, boşanan
kadının bekârlık soyadı yerine, evlenmeden önceki soyadını kullanmasında yararı
bulunabilir. Bir önceki evliliğinden çocuk sahibi olan ve dul iken evlenen ve
daha sonra boşanan kadın, çocuklarıyla aynı soyadı kullanmak isteyebilir. Bu
nedenle, tasarıda, kadının dulluk soyadına dönmesi kuralı kabul edilmiş ve
dilerse, hâkimden, bekârlık soyadını taşımasına izin isteyebileceği istisnası
öngörülmüştür. Tasarının 177 nci maddesine yapılan düzenlemeyle, boşanmadan sonra
açılacak yeni nafaka davaları ya da hükmedilmiş nafakanın artırılması veya
azaltılması davalarında, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemeleri yetkili
kılınmış ve bu sayede, ekonomik yönden güçsüz durumda olan nafaka alacaklılarının,
nafaka yükümlüsünün bulunduğu yer mahkemesine gelerek dava açma zorunluluğu
kaldırılmış ve mağduriyeti önlenmiştir. Yine, yürürlükteki kanunun 152 nci maddesine göre, evlilik birliğinin
reisi koca olup, konutun seçimi de ona ait iken; bu husus, kadın-erkek
eşitliğine aykırı görülüp, tasarının 186 ncı maddesinde yapılan düzenlemeyle
"eşlerin, oturacakları konutu birlikte seçeceği ve birliği birlikte
yönetecekleri" hükmü getirilmiş ve "koca, birliğin reisidir"
hükmü kaldırılmıştır. Yürürlükteki kanunda mevcut olup da kadın-erkek eşitliğine aykırı olan
ve karı-koca arasında cebrî icra yasağını ve kadın eşin koca lehine yapacağı
bazı işlemlerin geçerliliğini hâkim onayına tabi tutan maddeler, gereksiz
görülerek tasarıya alınmamıştır. Evli kadının meslek ve sanat icrasını kocanın iznine bağlayan ve eşitlik
ilkesine aykırı bulunduğu için Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olan, Medenî
Kanunun 159 uncu maddesi yerine, tasarının 192 nci maddesiyle yeni düzenleme
yapılmış ve sadece kadının değil, her iki eşin de meslek ve iş seçiminde diğer
eşin iznini almak zorunda olmadığı hususu benimsenmiştir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarı Adalet Komisyonunda
görüşülürken, en fazla tartışılan ve kamuoyunca da en fazla ilgilenilen bölümü,
eşler arasındaki mal rejimi bölümü olmuştur. Yürürlükteki kanuna göre, eşler
arasındaki yasal mal rejimi, mal ayrılığı rejimidir. Tasarıda, ülkemizde
geçerli olan mal ayrılığı rejiminin değiştirilmesi cihetine gidilmiş, bunun
yerine, tasarıda, edinilmiş mallara katılma rejimi yasal mal rejimi olarak
kabul edilmiştir. Bunun yanında, eşler, dilerlerse, akdî rejim olarak, mal
ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı veya mal ortaklığı rejimlerinden birini
seçebileceklerdir. Tasarının 205 inci maddesine göre, mal rejimi sözleşmesi, noterde
düzenleme veya onaylama şeklinde yapılacaktır. Adalet Komisyonunda, tasarının
gerek yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi ve gerekse mal
rejimi sözleşmesi üzerinde uzun uzadıya tartışmalar yapılmış, Türk toplum
yapısının temeli olan aile yapısının olumsuz şekilde etkileneceği endişesi
yaşanmış ve mal rejimi sözleşmesinin noterde yapılması hususunun, fiiliyatta,
bazı istisnalar dışında gerçekleşemeyeceği dile getirilmiştir. Mal ayrılığı rejiminin uygulandığı ülkemizde, boşanma yüzdesi binde 5,
yani yüzde 0,5 civarındadır. Değişik mal rejimlerinin uygulandığı ülkelerde
ise, boşanma yüzdesi bizdekinin 10-15 katı kadardır. Komisyonda, kadın-erkek
eşitliğine aykırı düşecek beyanda bulunan hiç kimse olmamış; ancak, bu
endişeler nedeniyle, yasal mal rejimi olarak, edinilmiş mallara katılma yerine,
paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin yasal mal rejimi olması yönünde önerge
verilmiş ve bu önerge Komisyonda kabul edilmiş, sonradan yapılan tekriri
müzakere sonucunda, edinilmiş mallara katılma rejiminin yasal mal rejimi olması
tekrar benimsenmiştir. Mal rejimi sözleşmesine ilişkin eleştiriler de yapılmıştır, bu hususla
ilgili olarak genelde söylenilenler şöyledir: Mal rejimi sözleşmesinin, gerek
evlenmeden önce ve gerekse sonrasında noterde yapılması, uygulamada pek
gerçekleşemeyecek bir durumdur. Evlilik, karşılıklı güven, sevgi ve saygı temeline oturtulmalıdır.
Evlenme öncesinde taraflardan birinin karşı tarafa "biz, evleneceğiz; ama,
evlilik öncesi notere gidelim, mal rejimi sözleşmesi yapalım" dediğinde,
taraflar arasında olması gereken güven duygusunun peşinen yara alacağı açıktır.
Evlenmeden önce mal rejimi sözleşmesinin noterde yapılması hususunda teklif
alan taraflardan biri, büyük bir ihtimalle evlenme isteğinden vazgeçecek,
evlenme sonrası ise, böyle bir teklifin yapılması, büyük bir ihtimalle
kavgalara ve boşanma davalarının açılmasına sebebiyet verecektir. Bu
nedenlerle, tasarı, Adalet Komisyonunda görüşülürken verilen ve kabul edilen
önergeyle, tarafların, evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini
seçtiklerini yazılı olarak da bildirecekleri hususu düzenleme içine dahil
edilmiştir. Bunlara rağmen, biz, Demokratik Sol Parti olarak, tasarıya, olduğu
gibi, hükümetten geldiği şekliyle destek veriyoruz ve destekleyeceğiz. Edinilmiş mallara katılma rejiminde iki türlü mal vardır; eşlerin
kişisel malları ve edinilmiş mallar. Bunlar yeni bir uygulama olduğu için,
neler olduğu yönü itibariyle bunlara değinmek -yine, bizi dinleyenler açısından
yarar olacağı düşüncesiyle- bunların üstünde biraz durmak istiyorum. Tasarının 219 uncu maddesinde yapılan düzenlemeyle, edinilmiş malların
tanımı ve sıralaması yapılmıştır. Buna göre, her eşin, bu mal rejiminin devamı
süresince karşılığını vererek elde ettiği mal varlığı değerleri edinilmiş
maldır. Bu maddenin ikinci fıkrasına göre, bir eşin çalışmasının karşılığı olan
edinimler, sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya
personele yardım amacıyla kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler,
çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel mallarının
gelirleri ve edinilmiş malların yerine geçen değerler, edinilmiş mal kabul
edilmektedir. Bir eşin kişisel malları gelirlerinin, örneğin, bir eşe miras yoluyla
intikal eden bir taşınmazın kira gelirinin edinilmiş mal sayılması bir çelişki
gibi görünmektedir. Bu husus, Adalet Komisyonunda dile getirilmişse de,
düzenlemede bir değişiklik yapılmamış, tasarının 221 inci maddesine göre,
eşlerin yapacakları mal rejimi sözleşmesiyle bunu düzeltebilecekleri
belirtilmiştir. Oysaki, mal rejimi sözleşmesine gerek olmadan, kişisel malların
gelirinin edinilmiş mallara dahil edilmemesi gerekeceği, daha gerçekçi ve doğru
bir yaklaşım gibi görünmektedir. Kişisel malların nelerden oluştuğu tasarının 220 nci maddesinde
sayılmıştır. Buna göre, eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan
eşya, eşlerin edinilmiş mallara katılma rejiminin başlangıcında sahip oldukları
veya bu rejimin kurulmasından sonra miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde
karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği bütün malvarlığı değerleri, manevî
tazminat alacakları, kişisel malların herhangi bir şekilde el ya da şekil
değiştirmesi halinde yerine geçen değerler, kişisel mal sayılmaktadır. Yasal mal rejimi olarak düzenlenen edinilmiş mallara katılma rejimi,
yeni bir uygulama olacaktır; kadın eş veya erkek eş için öngörülen bir uygulama
olmayıp, eşler için müşterek bir uygulamadır; iyi ve faydalı sonuçlar getirmesi
ortak dileğimiz olacaktır. Tasarıda, küçüklerin evlat edinilmesi konusunda yapılan düzenlemeyle,
evlat edinme yaşı düşürülmüş, çocuğu olanın da evlat edinmesine olanak
verilmiş; ancak, her evlat edinme olayında, evlat edinmenin küçüğün yararına
bulunması ve evlat edinenin, diğer çocuklarının yararlarının hakkaniyete aykırı
bir şekilde zedelenmemesi koşulu öngörülmüştür. Yürürlükteki kanuna göre, bir kimsenin evlat edinmesi için en az 35
yaşında olması ve çocuğunun olmaması gerekmektedir. Tasarıda yapılan
düzenlemeyle, evli olmayan kişi 30 yaşını doldurmuşsa, tek başına evlat
edinebilmekte, eşler, ancak birlikte evlat edinebilmekte, eşlerin en az beş
yıldan beri evli olmaları halinde 30 yaşını doldurmuş olmaları da
aranmamaktadır. Yürürlükteki kanunun 263 üncü maddesine göre, evlilik mevcutken, ana ve
baba, velayeti birlikte, beraberce icra ederler; anlaşamazlarsa babanın reyi
muteberdir. Yürürlükteki metnin ikinci cümlesindeki "anlaşamazlarsa,
babanın reyi muteberdir" hükmü, kadın-erkek eşitliğine aykırı bulunarak,
tasarının velayeti düzenleyen 336 ncı maddesine alınmamıştır. Tasarıyla "akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya
ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilebileceği" hükmü
getirilmiş, herhangi bir hekimin raporuyla karar verme imkânı ortadan
kaldırılmıştır. Tasarıda Üçüncü Kitap olan miras hukuku düzenlemesi, 495 inci maddeden
başlayıp 682 nci maddeye kadar devam etmiştir. Yürürlükteki Medenî Kanunun 441 inci maddesine göre çocuğu, anası,
babası ve kardeşleri olmayan bir kimsenin ölmesi halinde, o kimsenin mirasçısı
büyükana ve büyükbabası olur. Miras bırakandan önce büyükana ve büyükbaba vefat
etmiş ve miras bırakanın sağ kalan eşi yoksa, amca, hala, dayı ve teyze mirasçı
olurlar. Ancak, sağ kalan eş varsa, Medenî Kanunun 444 üncü maddesine göre,
bütün miras sağ kalan eşe kalmakta ve amca, hala, dayı ve teyze mirasçı
olamamaktadır. Bu ise, Türk toplumunun aile yapısı ve amca, hala, dayı ve teyze
ile yeğenleri arasındaki aile bağlarına ters düşmektedir. Tasarının 497 nci maddesiyle yapılan düzenlemeyle, sağ kalan eş varsa,
büyükanalar ve büyükbabalardan birinin miras bırakandan önce ölmüş olması
halinde, ona düşen payın kendi çocuğuna; yani, miras bırakanın amca, hala, dayı
veya teyzesine geçmesi sağlanmıştır. Tasarıda Dördüncü Kitap olan eşya hukuku düzenlemesi, 683 üncü maddeden
başlayıp sona kadar devam etmiştir. Hükümlerin çoğu bu bölümde aynı kalmış,
ancak, yürürlükteki kanunun eskimiş olan ifadeleri kolay anlaşılabilir bir
ifadeye dönüştürülmüş ve bazı deyimler değiştirilmiştir. Örneğin;
"müşterek mülkiyet" yerine "paylı mülkiyet" ve
"iştirak halinde mülkiyet" yerine "elbirliği mülkiyeti"
deyimi konulmuş ve maddelerde de daha açık ve anlaşılabilir bir düzenleme yapılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yürürlükteki Türk Kanunu
Medenisinin tümüyle değiştirilmesi için 1951 yılından bu yana çeşitli komisyonlar
kurulmuş ve komisyonlarca çeşitli ön tasarılar hazırlanmışsa da, şimdiye kadar
hiçbiri kanunlaşamamıştır. Medenî Kanunun değiştirilmesi için en son kurulan
komisyonun çalışmaları sonucu oluşturulan ön tasarı benimsenmiş ve tasarı
olarak önümüze gelmiştir. Yasalaşma aşamasına gelen bu kanun tasarısının,
ülkemize, milletimize hayırlı olması dileklerimle hepinize saygılar sunuyorum.
(DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Günay. Şimdi, söz sırası Saadet Partisinde. Saadet Partisi Grubu adına, Sayın Yasin Hatiboğlu... Sayın Hatiboğlu, siz de iki grup sözcüsü konuşacaksınız; eşit mi efendim
süreniz? YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Evet. BAŞKAN - Eşit; peki... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Şimdi eşitliği konuşuyoruz ya!.. BAŞKAN - Yani, bazen bir arkadaşımız fazla söz kullanabilir de. O,
Medenî Kanuna göre eşitlik; bu, Meclisteki eşitlik. Buyurun. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Yüce
Parlamentonun değerli üyeleri; Medenî Kanunun görüşülmesi vesilesiyle, Saadet
Partisi Grubumuzun bu tasarının tümüyle ilgili ne düşündüğünü, neyi öngördüğünü
ya da neyi beklediğini, bunun ne kadarını elde edebilip ne kadarını
edemediğini, bir kanunun, 75 yaşına girmiş bir kanunun, 51 yıllık emekten sonra
yeni bir tasarıya dönüştürülüşünün ne getirip ne götürdüğünü kısaca heyetinize
arz etmek istiyorum; bu vesileyle huzurunuzdayım; Başkanlığı ve Yüce Heyeti
saygılarımla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, Medenî Kanun yapıyoruz. Medenî Kanun, tüm
ülkelerde benzer kanunlar, temel kanunlardır, bizde de öyle. Görüşme usulümüzü
de bundan dolayı, temel yasaların görüşme usulünü düzenleyen 91 inci maddeye
göre yaptık. Yani, temel kanun, toplum hayatının şu köşesini veya bu kenarını
düzenlemenin çok ötesinde, çok şümullü biçimde, onları da içine alacak şekilde
düzenleme yapan yasadır. Öyleyse, öyle bir düzenleme olmalı ki, herkes
"oh, bu yasada benim de ihtiyacımın cevabı var; oh, bu yasada ben de şu
gördüğüm eksiği kalkmış olarak gördüm" diyebilmeli; yani, kavrayıcı,
kucaklayıcı, ümit verici; korkuları, endişeleri giderici olmalı. Uygun olan bu
değil midir; elbette budur; yani, yasa yaparken, hangi toplumun düzenini
sağlamaya çalışıyorsanız, o toplumu, o yasanın düzenlemesine ısındıramazsanız,
bu düzenlemeyi o toplumun içine sindirmesine imkân vermez, öyle bir düzenleme
yapmazsanız, yasa kadük kalmamış olur, yürürlüğe girer; ama, tatminde kadük
kalır o yasa. Değerli milletvekilleri, ben, belki bir mukayeseli hukuk yahut da
hukukun mukayesesi perspektifinden bakmak istiyorum. Tenkit edeceğim, uygun
bulmadığımı ifade edeceğim konularda, lütfen, değerli arkadaşlarım yanlış bir
yoruma girmesinler ya da yanlış bir, isnat demeyeceğim; ama, yanlış
değerlendirmeye lütfen girmeyiniz. Biz, burada, yetkileri, sorumlulukları,
milletle olan ilgi ve ilişkileri itibariyle birbirimizden farklı olmayan
insanlarız. Elbette hepimizin sözünde, millete yarar getirmesini arzu ettiğimiz
hücreler vardır. Şimdi, diyordum ki - bir yasanın ömrü de ona bağlı, uygulanabilirlik
kolaylığı da ona bağlı- toplum bir yasaya ne kadar sahip çıkarsa, yasa o kadar
güzel, o kadar şümullü, o kadar uzun ömürlü olur. Peki, sadece bir yasanın
maddelerinin albenili olması yeter mi dersiniz; onun takdim biçimi de çok
önemlidir. Şimdi, merak ediyorum ve üzülerek, merak ettiğimi ifade ediyorum. Biz,
bir Medeni Yasa yapıyoruz. Bu Medeni Yasayı 1926 yılında yaptık. Neyi
kaldırarak; Mecelleyi kaldırarak. Olur; devrim vardır; devrimin otoriteleri
böyle bir düzenlemeyi uygun görmüşler, yapmışlar; buna kimsenin bir diyeceği
yoktur, olmaz da. 75 yıllık
hayatımızda, zaten, böyle bir düzenleme kullanılagelmiş. Peki, şimdi, 75 yıl önce yaptığımız bir düzenlemenin gerekçesini, 75 yıl
sonra bugün, ısıtıp, gündeme getirmeye, hele hele yürürlüğe koyacağımız kanuna
gerekçe yapmaya ne ihtiyaç duyuldu, ne gerek vardı; yani, şu sözler mutlaka
söylenmeli miydi?.. "Çağdaş uygarlığın Türk toplumuyla bağdaşmayan
noktaları görülüyorsa bu, Türk Ulusunun kabiliyetindeki eksiklikten değil, onu
gereksiz bir biçimde sarıp sarmalayan, ortaçağ örgütü ve dinsel bazı
düzenlemeler ve kurumlardandır." Değerli milletvekilleri, bu, halen yürürlükteki Medenî Kanunun
gerekçesinde olabilir. 1926 yılında o... Biz, şimdi 2001 yılındayız. 75 yıl
geçmiş, 75 yıl!.. Biz, 1926'lardan bugüne gelmeliydik; ama, görüyoruz ki,
gelmemişiz, hâlâ 1926'dayız. Bunu millete reva göremeyiz ve buna, oylarımızla
"evet, çok doğrudur; geri kalışımızın sebebi bu cümlelerde yatıyor"
diyemeyiz! (SP sıralarından alkışlar) Şimdi benden oy isteyeceksiniz... Nasıl
oy vereceğim buna ben! Evet, doğrudur; zaten, toplumsal sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Çünkü,
sadece, bu toplumda, zannediyoruz ki, ben varım. Hayır, bu toplumda ben de
varım, sen de varsın. Bu toplumda sen varsan, ben dünden varım. Değerli milletvekilleri, bu Medenî Kanun, yürürlükteki Medenî Kanun, bu
ülkede 75 yıl uygulanageldi, Mecelle 50 yıl uygulandı. Ben, ikisi arasında bir
mukayese falan yapacak değilim; o, ömrünü doldurmuş, kendisini tarihe tevdi
etmiştir; ama, biz, tekrar tekrar, yok dinsel örgüt, yok bilmem geri kalmışlık,
yok ortaçağ... Bunları, 2001 yılında hâlâ konuşamayız. Değerli milletvekilleri, 75 sene Mecelle yok, dinsel kurallar yok,
örfler, gelenekler, âdetler de yok, İsviçre'den muktebes, yahut iktibas edilmiş
bir Medenî Kanun var. Buyurun, geldiğimiz nokta ortada... Nedir o geldiğimiz
nokta, üzülerek ifade edeyim, sosyal intiharlar... Ülkenin sosyal yapısı
intiharlarla çalkalanıyor, ülkenin siyasal yapısı yasaklarla dolu. Ülkenin
fikrî yapısı; kalemler kırılmış, diller kesilmiş, hapishaneler dolmuş... İşte,
buyurun, 75 yıl Mecelle mi engelledi bunları?! (SP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, ekonomik yapılar ortadadır. Bir başka şeyi daha arz etmek istiyorum. Lütfen, millet adına acı
duyduğumuz, ıstırap duyduğumuz için söylüyoruz; biz, bunu başka türlü de
yapardık; yani, ille de bu gerekçeyi koymaya ihtiyaç mı vardı sanki?! Bakınız, gerekçede, atıfta bulunularak deniyor ki: "Ulusumuz 13
yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski
uygarlığın kapılarını kapayarak, yaşam ve verimlilik getiren çağdaş uygarlığın
içine girmiş bulunacaktır." Öyle diyor. O günün şartları belki bunu
dedirtmiş olabilir; benim derdim, bunu bugün niye tekrar ediyoruz; çünkü o
zaman, bana soruyorlar, diyorlar ki: Siz, oy verdiğiniz tasarının gerekçesinde,
1926'daki şu düzenlemeyi kabul ederseniz, biz uygarlığa gireceğiz diyorsunuz.
Nerede uygarlık diyecek. Şimdi, soruyorlar bana, uygarlık, içinde bulunduğumuz uygarlık bu mu?
Asgarî ücret 122 milyon lira, hastanelerde rehinler tutulu, üniversitelerde
kıyım devam ediyor, ülkeden kaçış var beyler, kaçış! Bir gazete köşeyazarı
ağlayarak, saçını başını yolarak diyor ki: "Dünyanın neresinde
görülmüştür; benim gençlerim, insanlarım hicret ediyorlar, kaçıyorlar;
Avusturya'ya gidiyorlar, Almanya'ya gidiyorlar, hicret ediyorlar." Evet,
çalışmaya gidiyorduk, okumaya gidiyorduk, gezmeye gidiyorduk; bunlar olağan
şeylerdir, doğal şeylerdir; ama hicret, ama kaçış, ülkeden kaçış?.. Değerli milletvekilleri, ülke, yasaklar ülkesi haline geldi. Her doğan
çocuğumuz 5 milyar Türk Lirası borçla doğuyor. Fert başına düşen hâsılamız 2
200 dolar. Peki, fert başına düşen borcumuz?.. 3 200 dolar. Her doğan çocuk 5
milyar Türk Lirası borçla doğuyor. Yani, uygarlık diyoruz da, demek ki,
uygarlığı yakalayabilmiş değiliz hâlâ. Bir espriyle isterseniz işi renklendireyim: Anasından doğan her yavru
bir fizah eder, bağırır. Herkes çeşitli yorumlar, şuna bağırdı, buna ağladı...
Hayır; bu 5 milyarlık borca ağlıyor! Bunu, ben ödeyeceğim diyor. (SP
sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, bu tasarı, bence, toplumsal düzeni sağlamanın
ötesinde, belki dili daha da yozlaştırma, dili daha da bücürleştirme
denemesidir. Hâkime yargıç dedik, diyelim; mahkemeye yargılık dedik, diyelim;
muhakemeye yargı dedik, diyelim... Peki, bunları değiştirir getirirsek, adalet,
gerçek tecelli eden adalet mi olacak?! İşler tam süratini kazanıp, raflardaki
dosyalar eritilmiş mi olacak?! Yani, nedir getirisi; onu anlamak mümkün
değildir. Bir başka şey daha söyleyeyim: Bakınız, bir dil değişimi yaparsınız;
ama, dilcilerle konuşarak yaparsınız. Kaldırıp, yerine koyduğunuz şey, onu da
karşılar, geleceğe de ışık tutar, yani, kısırlaştırmazsınız. Bakınız, örnekler vereyim: Hüsnüniyet; dürüst davranış... Sayın Bakan,
hüsnüniyet, dürüst davranış mıdır; soruyorum. Sayın Bakan, niyet, derunî bir
haldir, derunî; davranış, fiilî bir haldir. Siz, nasıl, kalkar da, onbin yıllık
hüsnüniyeti davranış diye uyduranlara rıza gösterirsiniz. Olmaz böyle şey! (SP
sıralarından alkışlar) Biz, hukuk yapıyoruz beyler, hukuk! Hukuk da, insanlar gibidir, bir
ailenin fertleri gibidir yahut bir makinenin, tabiri caizse, bir motorun aksamı
gibidir. Biri diğeriyle uyum içinde olmazsa, krank kırar, krank! (SP
sıralarından alkışlar) Peki, şimdi, siz, hüsnüniyeti, burada, böyle anlayacaksınız, Ceza
Kanununda başka anlaşılıyor, Ticaret Kanununda başka anlaşılıyor... Beyler,
yapmayın!.. Temyiz kudreti, ayırt etme gücüymüş! Beyler, ayırt etme başka şey, fark
ve temyiz başka şeydir. Bununla ne yapmak istiyoruz? Yahu, biz hukukçuyuz,
yapmayın! Bir mühendis arkadaşımız yapmaz bunu. Hani, yapsa da, olabilir;
konusu değil, meselesi değil, tatbikatını görmemiştir, pratiğinde
bulunmamıştır. MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Hukukçular yapar, mühendisler yapmaz... YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Efendim, ben, laf olsun diye... Geri aldım
efendim, geri aldım; mühendis lafını da geri aldım; bir de sizi üzmeyelim
şimdi. Altsoy... Eyvallah ey!.. Yani, altsoy, üstsoy, yansoy, civarsoy!..
Bırakın, yandı bu milletin canı soygundan, soymadan; bırakın bunu! (SP
sıralarından alkışlar) Ne oldu bizim usul ve füruumuza?.. Yani, bu, ne
getiriyor, ne kazandırıyor?!. Bu, Türkçeleştirme midir Allahınızı severseniz?! Bakın, Türkî cumhuriyetlerle ilişkilerimiz var, temaslarımız var. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Türk cumhuriyetleri... YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Türk cumhuriyetleriyle; tamam canım, peki
güzel kardeşim, öyle olsun yahu, biz uyaroğluyuz, öyle olsun, Türk
cumhuriyetleri efendim. Şimdi, Türk cumhuriyetleriyle ilgilerimiz, ilişkilerimiz
var, dil birliğimiz var, gönül birliğimiz var, birlikte kullandığımız yüzlerce
kelime var. Şimdi, ne yapacak bunlar; diyeceğiz ki "ne olursun, Askar
Akayev, gel de bize uy; çünkü, biz dünyanın en meşhur dilcisiyiz."
Yapmayın!.. Bak, uluslararası ilişkiler dille fethedilir, dille tahrip edilir. "Kalem olsun eli ol kâtib-i bed tahririn Ki fesâd-ı rakam ile surumuzu şûr eyler Kâh bir nokta kusuriyle nadiri nar, Kâh bir harf sukutiyle gözü kör eyler." (SP sıralarından alkışlar) Yapmayın!.. Değerli milletvekilleri, sıhrî hısımlık... Bunu beğenmedik, ne dedik;
kayın hısımlığı. Beyler, bir kayınpeder var, anladık; kayınvalide var, anladık;
kayınbirader var, anladık; baldıza ne diyeceğiz?! SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Kayınbaldız diyeceğiz. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Kayınbaldız mı?! Yapmayın, yapmayın!..
Kayınbaldız mı diyeceğiz; yapmayın!.. Değerli milletvekilleri, istifa "çıkma" diyor. Yapmayın!..
İstifa, çıkma değil beyler, istifa çıkma değil. Bu milletin bin yıllık diline
tasallut edemezsiniz; onun savunucuları var. İstifa, çıkma değildir; istifa,
bir görevden affını talep etmedir; yani, beni bağışlayın, ben bu işi
yapamayacağım demektir. İstifa, çıkma değildir, nereden uydurduk bunu! Biraz
uysa bari... Tehdit, korkutma. Beyler, Ceza Kanunundaki tehdit korkutma ise
eğer... Köşeden bir çocuk, öbürüne şaka
olsun diye -affedersiniz, ne olur, beni bağışlayınız, fiili tam gösterebilmek
istiyorum- "peh" der, bu bir korkutmadır; ama, bu bir tehdit
değildir. Siz, tehdidi, bu kadar nasıl küçümsersiniz, nasıl hafife, basite irca
edersiniz! Sizin bu tarifinize göre, Ceza Kanunundaki tehdit unsurları nasıl
teşekkül edecek, nasıl aranacak, nasıl bulunacak?.. Mahfuz hisse; saklı hisse... Bizim Mahfuz Bey kardeşim, Mahfuz Güler,
şimdi, herhalde saklı güler gibi anlaşılacak; özür diliyorum. Yani, yapmayın,
saklı pay başka, mahfuz hisse başka. Mahfuzda, hıfz; hıfzda, koruma vardır,
himaye vardır, sahip çıkma vardır. Hıfz, Allah'ın sıfatlarından biridir;
hafızdır, koruyucudur. Saklayıcı değildir Allah, koruyucudur... Yapmayın!..
Bilmiyorsanız kullanmayın Sayın Bakan; rica ediyorum... Bu, benim dilimdir. Teberru; karşılıksız kazandırma... Şimdi, söyleyin lütfen, teberru,
karşılıksız kazandırma mıdır; hayır; teberru, bağıştır, ianedir; yani,
kazandırma başka şeydir. Kazanmada, sermaye vardır; kazanmada, servet vardır;
kazanmada, emek vardır; kazanmada, ceht vardır, gayret vardır... Yapmayın!.. Gayrimenkul mükellefiyeti... Bu neymiş; taşınmaz yük. Hangi yük
taşınıyor ki zaten?! Hangi yük taşınıyor ki?! Mükellefiyet, sorumluluk ifade
eder; o, sorumlu olduğu hususları ihlal etmeme vecibesi yükler. Neresinden tutayım ki?! 107 nci maddeyi açın, bakın lütfen... Lütfü Bey, hakkına tecavüz var mı? LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - 2 dakika kaldı. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Peki; ne yapalım, bir başka zamana
inşallah... Şimdi, lütfen, 107 nci maddeye bir bakar mısınız. Birlikte okuyalım...
Beyler, yanlış anlamayın, ne olursunuz, beni yanlış anlamayın; bu, bizim
dilimiz; bu, bizim milletimizin dili; bu, etrafımızdaki kardeşlerimizin,
soydaşlarımızın dili; bu, müşterek dilimiz; yani, biz, Pigme ormanlarında
yaşayan bir kabile değiliz ki; yahut, biz, bir Zulu kabilesi değiliz ki!..
Diyelim ki, büyük reis böyle istedi, eh, biz de ona uyarız... Hayır; biz, bir
milletiz; biz, dini olan, dili olan, geleneği olan, örfü olan, âdeti olan,
geçmişi olan, tarihi olan bir milletiz... Yapmayın!.. Bir milleti en iyi ifade
eden, kendisinin dilidir, kendisinin. Şimdi, bakın, beraber okuyalım:
"Vakıf senedinde vakfın amacına özgülenen mal ve haklar..." Nedir bu
özgülenen? "Özgüleme?.." MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Özgül ağırlık demek!.. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Değil efendim. Şimdi, bu özgülemeyi duyunca -bizim Anadolu'da kullanılır, şarkta da
kullanılır- "mürgüleme" aklıma geldi benim. Nedir o; uyanıklık ile
uyku arası. Şimdi, bu "özgüleme" ne acaba? Vallahi bilmiyorum. Peki, ben şimdi soruyorum; bakın, bir cümle kurmuşsunuz, bir cümle;
diyor ki: "Vakıf senedinde vakfın amacına özgülenen mal ve haklar..."
Kaç kelime; 8 kelimelik bir cümle kurmuşsunuz; bunun 6 tanesini
değiştirememişsiniz -sizin cümleniz bu- niye vakfı değiştirmediniz; niye senedi
değiştirmediniz; niye malı değiştirmediniz... BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, 1 dakikanızı aştınız efendim. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - ... niye "ve" bağlacını
değiştirmediniz; niye hakları değiştirmediniz? Peki, bunları değiştirmediniz,
şu özgülemeyi nereden getirip, koydunuz, uydurdunuz? Tahsis beyler, tahsis...
Tahsis... Kelime türetmenin yolu budur. Tahsis, muhassas, tahsisli, betahsis...
Ee, "özgülenen" dersen, buyur, türet de göreyim. Neyi türeteceksin?!.
Kısır, kısır... Kelime anadan kısır. Neyi türeteceksiniz?! Evet, Sayın Başkan da "bitti" diyor, arkadaşımın da hakkıdır.
Herhalde, biz, başka vesilelerle... Sayın milletvekilleri, gerçekten, hukukta dil çok önemlidir. Buna sahip
çıkmamız lazım. Bu, bize bir şey kazandırmıyor. Merak ediyorum, benim çocuğumun dağarcığında kaç kelime var acaba; 50
mi, 60 mı, 150 mi? Ben, profesörlerimizi, ilim adamlarımızı, fikir adamlarımızı
tenzih ediyorum, o kendini yetiştirenleri tenzih ediyorum. Şu, köşelerde pahalı
pahalı köşe yazısı yazan yazarların, onların da özellerini tenzih ediyorum.
Profesörlerimizi tenzih ettikten sonra, istisnaları bir kenara koyduktan sonra,
profesörlerimizin, romancılarımızın, hikâyecilerimizin, şairlerimizin, o pahalı
köşe yazarlarımızın dağarcığında kaç kelime var acaba?! NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Doçentleri saymadınız. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Doçentte 32, profesörde 46. Müstesnaları bir
kenarda tabiî; onlar bilim adamı, onlara saygımız vardır. Beyler, ben, vaktinizi aldım. Bilesiniz ki, iyi niyetle, yani,
düzeltelim, acaba düzeltebilir miyiz diye arz ve ifadede bulundum. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sizi çok seviyoruz. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Ben de sizi çok seviyorum, gerçekten çok
seviyorum, herkesi çok seviyorum; çünkü, insan kendi hayatını sevgi üzerine
bina etmezse, Allah'ın sıfatlarından paylaşamaz, ondan pay alamaz, ondan hisse
alamaz, ondan nasipdar ve hissemend olamaz. Onun için, ben herkesi çok
seviyorum; ama, inançlarımı, dilimi, dinimi, milletimi, onları daha çok
seviyorum izin verirseniz... BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, hakkınıza da razı olun; arkadaşınızın 3
dakikasını yediniz. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Peki efendim. Ben, hakkımı da çok seviyorum
ve dolayısıyla, başkasına saygılı olmayı da sevmek zorundayız. Sayın Başkana da sevgi sunuyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (SP, MHP,
ANAP, DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sağ olun... Sağ olun... Efendim, Saadet Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Erzurum
Milletvekili Sayın Lütfü Esengün. Buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Efendim, benim oyumun rengi olumsuz olacak
maalesef. BAŞKAN - Mikrofondan zaman kaybedilmesin diye, arkadaş gelinceye kadar
yerini terk etmedi Sayın Hatiboğlu; teşekkür ederim. Buyurun Sayın Esengün. SP GRUBU ADINA LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, muhterem
milletvekilleri; hepinizi hürmetle selamlıyorum. Türk Medenî Kanunu Tasarısı üzerinde Saadet Partimizin görüşlerini
açıklamaya devam ediyorum. Sözümün başında, hemen, Sayın Hatiboğlu'na teşekkürlerimi arz ediyorum,
4 dakikalık hakkımı da helal ediyorum. Böyle bir konuşmaya, böyle bir hatibe,
değil 4 dakika, konuşmanın tamamı da helal edilir; gerçekten helal olsun
diyorum. (SP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, bugün, Türk Medenî Kanununun yeni şeklini
görüşüyoruz. Yetmişbeş yıl sonra, Türkiye'de yeniden bir Medenî Kanun bu
Mecliste görüşülüyor; ancak, bugün huzurunuza gelen tasarı, yeni bir Medenî
Kanun değil; toplumun gerçek ihtiyaçları, istekleri nazara alınmadan, yine,
tepeden inme, millete rağmen yapılan bir düzenleme. 1926'da, nasıl, toplumun
inançları, örf ve âdetleri ve ihtiyaçları nazara alınmadan, sırf batılılaşmak
uğruna, bizimle kültürel, sosyal ve diğer yönlerden hiçbir benzerliği, hiçbir
alakası olmayan İsviçre'nin Medenî Kanunu tercüme edilerek yürürlüğe konmuş
ise, bugün yapılan da, şu anda yürürlükte bulunan Medenî Kanunun 937 maddesinin
dilinin sözde arılaştırılması, 93 maddesinde de ve özellikle aile hukukunda da
birtakım değişiklikler yapılmasından ibaret. Özet olarak diyebiliriz ki, Medenî Kanun Tasarısı yeni bir kanun
değildir, önemli bir yenilik getirmemektedir, aksine uygulamada yeni
problemler, yeni kargaşalar meydana getirecek bir yapıdadır. Değerli milletvekilleri, bugün, bütün milletvekillerinin odalarına,
zannediyorum, böyle 101 imzalı, kadın derneklerinden, sivil kadın
örgütlerinden, toplum örgütlerinden birer istek geldi, birer yazı geldi. Biz,
bu talepleri, saygıyla karşılıyoruz; ama, şu 101 imzanın sahiplerine şunu
hatırlatmak lazım ki, bir süre önce, Fazilet Partisi kapatılırken bu Meclisin
en çalışkan milletvekillerinden, hanım milletvekillerinden Sayın Nazlı Ilıcak'a
yasak getirilirken, hiçbirinden ses çıkmamıştı, hiçbirisi buna itiraz
etmemişti, bu örgütlerin hiçbirisi bu yapılan hatayı protesto etmemişti. Bu
çifte standart, bu ikili düşünüş devam ettiği sürece, biz, kadın haklarında da,
diğer konularda da daha çok geri kalırız. Değerli arkadaşlar, böyle önemli bir tasarıyı görüşürken, Türkiye'deki
adalet sistemine, adalet mekanizmasına bir göz atmakta fayda var. Bugün, yılda
400 000 dosyanın Yargıtay'a geldiği, davaların geç bittiği, adaletin geç
tecelli ettiği bir adalet mekanizmamız var. Geciken adalet, haklıyı, alacaklıyı
mağdur etmekte, haksızı kazançlı çıkarmakta. Davalar zamanında sonuçlanmadığı
için de ceza davalarında sanıklar zaman aşımından paçayı kurtarmakta. İcra iflas daireleri büyük yük altında. 1999 yılında, icra dairelerinde
6 milyon civarında takip dosyası vardı, bu ekonomik krizle, Allahü âlem, bu 6
milyon dosya, 10 milyona ulaşmıştır. Bugün gazetelerde sayfa sayfa satış
ilanları, icra ilanları yer almakta. Öte yandan, fikir suçları; düşüncelerini açıkladıkları için suçlananlar,
yargılananlar, cezalandırılanlar... Bu uygulama hâlâ devam ediyor. Fikret
Başkaya mahkûm, Mehmet Kutlular ve Yeni Asya Gazetesinin 6 yazarı, sırf
düşüncelerini açıkladıkları için, "deprem ilahî bir ikazdır"
dedikleri için, 312 nci maddeye muhalefetten ikişer sene ceza aldılar ve şu anda
Mehmet Kutlular -yılların gazetecisi, yılların fikir adamı- sırf düşüncesini
açıkladığı için hapishanede yatıyor ve 312 nci maddede, Sayın Adalet Bakanı, 20
nci Dönemde gösterdiği hassasiyeti, bu dönemde, her ne hikmetse, gösteremiyor.
O zaman Devlet Bakanı olarak Meclise sevk ettiği 312 nci maddeyle ilgili
değişiklik, hatırlanacağı üzere, gündemin ön sıralarına kadar da gelmişti; ama,
bir başsavcı ziyareti, birtakım baskılar, o 312 nci maddeyi, gündemin ön
sıralarında olmasına rağmen ele almak, yasalaştırmak, değişikliğini
gerçekleştirmek mümkün olmamıştı. Şimdi 57 nci hükümet ve Sayın Adalet Bakanı
bu konuda hiçbir teşebbüs içerisinde değil. Değerli arkadaşlar, 12 Eylül sonrası işkence, maalesef, Türkiye'de
kurumsallaşmış durumdaydı. Şimdi de aynen devam ediyor, üzülerek söylüyorum ve
öyle bir hale geldi ki, televizyonlarda, işkence görmüş sanık görüntüleri artık
hiç çekinilmeden gösteriliyor. Gözaltından çıkan sanık, gördüğü kötü
muameleden, işkenceden dolayı ayakta duramaz halde ve daha bunun gibi nice
noksanımız var fikir hayatında, medenî hayatta. İşte bütün bunları aşarsak
gerçek bir medenî toplum oluruz. Yoksa, böyle bir medenî kanun çıkarmakla bütün
bu zorlukların üstesinden gelmek mümkün değil. Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Medenî Kanunu görüşürken,
insanlarımızın anayasal haklarını, medenî haklarını kullanamadıklarını, keyfî
engellemelerin devam ettiğini, hukuk adına, üzülerek görüyoruz, ifade ediyoruz.
Sırf başörtülü olduğu için okuma hakları elinden alınan, ikinci sınıf insan
muamelesi gören çocuklarımızın, imam hatip lisesi mezunu oldukları için her
türlü haksızlığa maruz bırakılan yavrularımızın içler acısı hali devam ederken,
bizim, burada, Medenî Kanun Tasarısını, içerisinde "kişiler hukuku"
diye bir bölümün olduğu Medenî Kanun Tasarısını görüşmemiz ne kadar yeridir,
takdirlerinize, düşüncelerinize sunuyorum. MELDA BAYER (Ankara) - En iyi zamanıdır, tam yeridir. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bir de
ekonomik hayatı var, ekonomik durumu var. Bakınız, bir süre sonra 2002 yılı
bütçesini bu çatı altında görüşeceğiz. Aslında, görüşeceğimiz, bir bütçe değil,
bir iflas belgesi, sadece bir faiz ödeme bütçesi; 2002 yılında, tüm vergi
gelirleri faiz ödemelerine kâfi gelmedi. 2002 yılında ödenmesi gereken içborç,
anapara ve faiz toplamı, 100 katrilyon lira; yani, bütçenin tamamı, sadece
içborçların anapara ve faizine yetmiyor. Personel harcaması, memur maaşı,
emekli aylıkları, yatırım, kalkınma, büyüme, hepsi laf, hepsi aldatmaca. Tek
kelimeyle, bu hükümet, bu devleti iflas ettirdi. 2001 yılı enflasyonunun yüzde 65 olduğundan bahsediliyor. Ankara Ticaret
Odasının daha geçenlerde yayımladığı enflasyon rakamları var: Mutfak enflasyonu
yüzde 143 ve gerçek halkın enflasyonu -Ekim 2000'den Ekim 2001'e kadar- yüzde 112.
Bugün, halkımız perişandır, ümitsizdir. Bütün bu ekonomik felaket, en
fazla aile kurumunu tahrip etmektedir; ekonomik sebeplerle, her gün sayısız
yuva yıkılmaktadır; boşanmalar hızla artmaktadır. Yılda 35 000 çiftin boşandığı
bir ülkede, Medenî Kanunu değiştirerek boşanmaları kolaylaştırmak yerine, aile
birliğinin devamı için, özellikle, ekonomik tedbirlerin süratle alınması
gerekir. Şimdi, bu hükümet, bu sorunları çözeceğine, gerçek sosyal devleti tesis
edeceğine, milletimizi, bu yeni medenî kanunla oyalıyor. Halkın yeni medenî
kanun diye bir sorunu, bir ihtiyacı, bir beklentisi yok. Yeni medenî kanun
milletin hangi sorununu çözecek, hangi derdine derman olacak?! Yeni medenî
kanunla esnafın işi mi düzelecek, piyasalara güven mi gelecek, işsizlere iş mi bulunacak,
yıkılan aile yuvalarına çare mi getirilecek, yoksa, daha üç gün evvel Meclis
bahçesinde kendini asan simitçi geri mi gelecek?! Değerli arkadaşlar, millet yeni medenî kanun istemiyor; adalet istiyor,
dürüstlük istiyor, doğruluk istiyor, insanca yaşamak istiyor, aş istiyor, iş
istiyor, barış, huzur istiyor, alınteriyle helal kazanç istiyor. ÇETİN BİLGİR (Kars) - Millet demagoji istiyor!.. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, yeni medenî kanun
yapılırken, 1926 yılının özel şartlarında kaleme alınmış ve bugün artık hiçbir
önem taşımayan, aksine, milletimizin inançlarına saygısızlık ifade eden esbab-ı
mucibe layihasının, yani, kanun gerekçesinin aynen benimsenmesi fevkalade
yanlış olmuştur. O gerekçe, din karşıtlığının bir belgesidir ve olduğu yerde kalmalıdır. Gerekçeden alınan şu
pasajları benimsemek, kabullenmek asla mümkün değildir. Bakınız ne diyor
gerekçe: "Çağdaş uygarlığın Türk toplumu ile bağdaşmayan noktaları
görülüyorsa, bu, Türk Milletinin kabiliyet ve yeteneğindeki noksanlıktan değil,
onu gereksiz yere sarıp sarmalamış olan Ortaçağ örgütü dinî düzenlemeler ve
kurumlardandır." Bir başka yerinde şu ibare var: "Türk Medenî Kanunu Tasarısı
yürürlüğe konulduğu gün, milletimiz 13 üncü Asrın kendisini çeviren hastalıklı
inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski uygarlığın kapılarını kapayarak,
hayat ve feyiz getiren çağdaş uygarlığın içine girmiş olacaktır." Bugün
aynen gerekçeye alınması istenen bu sözler, aslımızı inkârdır, kurduğumuz büyük
medeniyetleri, Anadolu'yu fetheden iradeyi, İstanbul'u fetheden imanı, üç
kıtaya hâkim olan ve gittiği her yere barış, huzur ve saadet getiren bir büyük
medeniyeti, bir büyük geçmişi inkârdır. 1926'nın şartlarında, sırf Batılı bir kanunu kabul ettirmek için ileri
sürülen bu gerekçelerin bugün tekrar edilmesi, büyük bir talihsizliktir; aynı
hataya yeniden düşülmüştür. Yine, aynı gerekçede tenkit edilen, tenkitten de öte, iptidaî olarak
nitelendirilen mecelle, bugün, aklıselim sahibi herkes tarafından bilinmekte ve
kabul edilmektedir ki, bir hukuk abidesidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun
Yasa Tasarısı, mevcut Medenî Kanunun hemen hemen aynısıdır. "Dinî
hükümlere müstenit" diye reddedilen mecelle yerine, İsviçre Medenî Kanunu
kabul edilmiştir. İsviçre Medenî Kanunu, Roma Hukukuna müstenittir, bizim
inancımızla, geçmişimizle, örf ve âdetimizle uzak-yakın hiçbir alakası yoktur.
Dolayısıyla, yepyeni millî bir medenî kanun, çağdaş, ülke ihtiyaçlarına cevap
veren, halkımızın inancı, örf ve âdetiyle, tarihiyle örtüşen bir medenî kanun
yapmak yerine, işin kolaycılığına kaçılmış, yetmişbeş sene evvel tercüme
edilerek yürürlüğe konulan İsviçre Medenî Kanunu, bugün, sözde dili
arılaştırılarak yeniden Meclis huzuruna getirilmiştir. "Dilin arılaştırılması" adı altında birçok uydurma kelime, bu
tasarıyla Medenî Kanuna girmiştir. Anayasa dili kullanıldığına dair iddia,
kesinlikle doğru değildir. Anayasada kullanılan birkısım kelimeler yerine,
uydurma kelimeler seçilmiştir ve yine, tasarıda, birçok uydurma kelime, yerleşmiş,
bilinen, kullanılan kelimeler yerine ikame edilmiş, birçok kelime ise Türkçe
karşılığı bulunamadığı, daha doğrusu, uydurulamadığı için aynen bırakılmıştır
ve bu haliyle Medenî Kanunun dili, daha da karmaşık bir hale getirilmiştir. Değerli arkadaşlar, Medenî Kanunun meşhur başlangıçtaki 7 maddesi -ki,
bütün hukukçuların ezberinde olan vecizeleşmiş bir metindir bu 7 madde- hiçbir
şekilde değiştirilmemeliydi. Başlangıç maddeleri, "Türkçeleştirilmek"
adı altında manasını yitirmiştir, eski güzellik kaybolmuştur. 1 inci maddede ne
diyor Medenî Kanun: "Kanun, lafzıyla ve ruhuyla temas ettiği bütün
meselelerde meridir." Şimdi bunun yerine ne konmuş: "Kanun, sözüyle
ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır." Eskisinin güzelliği
yanında yenisi ne kadar yavan. Ruh başka, öz başkadır. "Mesele"
kelimesinin "mesele" tabirinin karşılığı hiçbir şekilde
"konu" değildir. "Konu"nun asıl karşılığı "mevzu"dur;
"mesele" ise çok daha geniş bir manayı ifade eder. Daha 1 inci
maddesinde böyle bir yanlışla başlayan Medenî Kanunun dili baştan sona bu tür
yanlışlıklarla doludur ve eski güzellik kaybolmuştur. Tabiî, burada, değerli
şairimiz Yavuz Bülent Bakiler'in kulaklarını çınlatmadan geçemeyeceğiz. Keşke,
bu kanunu yapanlar, bu dili düzenleyenler, en azından şu Samanyolu
Televizyonundaki Yavuz Bülent Bakiler'in programlarını dinlemiş, izlemiş
olsalardı da bu hataları yapmasalardı. (SP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, yeni tasarıda en önemli değişiklikler aile hukukunda
yapılmıştır. Bir süre önce Anayasa değiştirilerek, ailenin eşler arasında
eşitlik ilkesine dayanacağı kuralı getirildi. Tabiî, o Anayasa değişikliği daha
önce yapılan bu Medenî Kanuna uygunluk teşkil etsin diye yapıldı. Şimdi yeni
tasarıyla, 186 ve devamı maddelerinde, karı-koca eşitliği getiriliyor. Şimdiye
kadar kocaya ait olan birçok görev ve sorumluluğa kadın ortak ediliyor. Bu
düzenleme "kadın-erkek eşitliği" adı altında, kadına, hak etmediği
birçok yükü yüklemekten, birçok yeni sorumluluklar getirmekten başka bir şey
değildir. BAŞKAN - Sayın Esengün, 1 dakikanız var efendim!.. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sayın Başkanım, sizden 4 dakika alacağım var. BAŞKAN - Bizim cebimizden bağış yapmayın kimseye. Bağışı kendi
cebinizden yaparsanız daha makbul olur. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sayın Hatiboğlu'na 4 dakikamı bağışladım; ama,
sizden alacağım mahfuzdur onu arz ediyorum. BAŞKAN - Neyse; buyurun. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Efendim, evlilik birliğinin reisinin koca
olacağına dair hüküm kaldırılmakta. Her birliğin muhakkak bir başkanı olması
lazım değerli arkadaşlar; başkanı olmayan yerde başıbozukluk hâkim olur.
Dolayısıyla, bundan böyle, söz, karıda veya kocada değil, iki söz de bir
mahkemede bitecektir. Bu düzenleme, aile kurumunu güçlendirmez; aksine,
zayıflatır, birliği sarsar. Bunun en büyük zararını da, tabiî ki, çocuklar
görür. "Koca, birliğin reisidir: evin seçimi, karı ve çocukların iaşesi
ona aittir", "Eve kadın bakar..." (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Küçük bir eksüre veriyorum; lütfen bitirin. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - "Birliği koca temsil eder" gibi
önemli hükümler kaldırılmış, yerine, eşlerin birlikte hareket edeceği hususu
getirilmiş; ancak, birlikte hareket edememeleri halinde sözün mahkemede
biteceği kuralı benimsenmiştir. Değerli arkadaşlar, mal rejimine ait hükümler başlı başına içinden
çıkılmaz sorunlar getirecektir. Kaldı ki, mal varlığı olmayan, çocuklarının
yiyeceği ekmeği bulunmayan bir ailede, mal rejimi, ister öyle ister böyle
olsun, ne fark eder. Evine ekmek götüremeyen, geçinecek ekmeği, iaşesi olmayan
nice milyonlarca insanın, milyonlarca ailenin mal rejimini düzenlemek,
değiştirmek hiçbir şey ifade etmeyecek. Yapılması lazım gelen, milyonlarca
aileye, insan gibi geçinecekleri ekonomik şartları hazırlamaktır. Olmayan malın
rejimi de olmaz. Değerli arkadaşlar, çocukların velayetiyle ilgili eşlerin birlikte karar
vereceği konusu, bu düzenleme, yine, sonuçta, her konuda olduğu gibi, işi
mahkemeye götürecektir. Evlenme manileri arasında süt bağıyla ilgili yasak konmamıştır. Süt
bağıyla ilgili, sütkardeşler, sütanne ve çocuklar arasındaki engeller, bu
Medenî Kanunda, bu tasarıda sayılmamaktadır. İnancımıza, örf ve âdetlerimize
göre kesin bir evlenme engeli olan süt bağının, yasaya kural olarak
alınmayışını izah etmek mümkün değildir. Bunun bir tek izahı vardır, bu kanun
İsviçre Medenî Kanunudur, İsviçre toplumunun inancına, örf ve âdetine göre
tanzim edilmiştir; dolayısıyla da, sütkardeşliğin evlenmeye mani hali,
maalesef, yoktur. Değerli arkadaşlar, sözümün sonunu, özellikle, Sayın MHP Sözcüsünün, bu
yasa tasarısını yürekten destekleyeceklerine dair sözlerine olan üzüntümü,
endişemi dile getirerek bağlıyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen son cümlenizi söyler misiniz... Bağlayacaksınız zaten... LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Bir dakika, bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun, bağlayın. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sayın MHP Sözcüsü, en azından, kendi Adalet
Komisyonu üyesi milletvekili arkadaşımızın muhalefet şerhini okumalı idi.
Gerçekten bu tasarıda bütün partili arkadaşlarımızın yazdığı fevkalade güzel,
doğru, gerçekleri dile getiren muhalefet şerhleri var; o muhalefet şerhlerinde
birçok gerçekler yatıyor ve bizim bu müzakereler müddetince de bu hataları, bu
yanlışlıkları düzeltmek üzere vereceğimiz birçok önerge olacak; bu önergeler,
inancımızı, örf ve âdetimizi, millî benliğimizi yansıtan, bu Medenî Kanuna
yerleştirmeyi amaçlayan önergeler olacak ve bütün milletvekili
arkadaşlarımızdan da haklı olarak bu önergelere destek olmalarını bekleyeceğiz.
Ben, bütün bu olumsuzlukların yapılacak müzakereler sırasında
düzeltileceğine dair inancımı ifade etmek istiyorum. Bir şeyi daha ilave edeyim... BAŞKAN - Sayın Esengün, süreniz doldu, lütfen... LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Peki efendim. Teşekkür ediyorum, hayırlı olmasını diliyorum. (SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum, sağ olun. Efendim, çalışma süremiz bir hayli devam edecek; onun için, bir yemek
molasını vermek durumundayız... MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) -
Vermeyin efendim, ne gereği var... BAŞKAN - Ama, arkadaşlarımız öyle istiyor; yani, çalışan arkadaşlarımız
da öyle istiyor; bir, yarım saat veya 45 dakika... ALİ EVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkan, bir grubumuz kaldı, bir de hükümet
kaldı; ara vermeyelim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Bitirelim efendim, karar aldık... BAŞKAN - Peki, grupların hepsi devam etmek istiyorlarsa, edelim canım;
ama, çalışan arkadaşlarımızın da durumu var... NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Devam edelim efendim... BAŞKAN - Peki efendim, o zaman Doğru Yol Partisi Grubuna da söz verelim. Doğru Yol Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen;
buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 40 dakikadır.. Eşit mi paylaşacaksınız Sayın Esen? DYP GRUBU ADINA SEVGİ ESEN (Kayseri) - Eşit paylaşacağız efendim. Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyeleri; Türk Medenî
Kanunu Tasarısının geneli üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini
bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Meclisin değerli
üyelerini sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hukuk sisteminin temeli olan, insan
hayatını doğumdan ölüme ve sonrasına kadar düzenleyen, insan olma onurunun
gurura dönüşmesini, içeriğiyle taçlandıracak olan medenî hukukun ruhunu
oluşturan ve onu, insan hayatıyla buluşturan, demokrasi ışığı Medenî Kanunumuzu
uzun bir yolculuktan sonra, gündemine almış bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri, öyle zaman dilimleri vardır ki, geleceğin
kıvanç vesilesidir. Bir toplumun geleceğini değiştiren, onun insan olma, ulus
olma yolunda, daima, elindeki kalkanı, sırtındaki gücü olan, insana insan
olduğu için saygı duyan bu inançlar manzumesi, bu inançların sahifelere
döküldüğü kurallar ve bu kurallarla yaratılan sistem, sistemin yaratıcısını,
düşünürlerini tarih sayfalarında farklı bir yere, farklı bir sayfaya
oturtmuştur. Bu kurallar, bu kanunlar, dünyanın gelişmişlik çizgisine gidilen
yolda, her zaman, aranılan, örnek gösterilen ve milletlerin gülen yüzü, iftihar
vesilesi olmuştur. Yetmişbeş yıl önce, 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilen ve cumhuriyetin
kurulmasıyla birlikte toplumumuzun lokomotifi olan ve Türk toplumunu bugünkü
çağdaş medeniyetler seviyesine taşıyan, dünya devletleri içinde "biz
farklıyız" dedirten Medenî Kanunumuz, cumhuriyetimizin çileli
yolculuğunda, tarih içindeki gülen yüzümüzdür. Koca bir imparatorluğun parçalanmasından sonra kurulan Türkiye
Cumhuriyeti ve onun kurucusu, içinde bulunduğu her türlü ekonomik, sosyal
manevî çöküntü ve birtakım engellemelere rağmen, çok kısa zamanda, toplum
hayatına yön veren tüm düzenlemeleri ardı ardına yaparak, bugüne kadarki
cumhuriyet hayatımızın en büyük reformlarını gerçekleştirmişlerdir. Her zaman
olduğu gibi, bir kere daha, bu vesileyle, huzurlarınızda o engin düşünceyi,
cumhuriyetimizin kurucularını, bu reformları gerçekleştirenleri, başta Aziz
Atatürk olmak üzere, saygıyla, minnetle, şükranla anıyorum. Değerli üyeler, gerçekten, Medenî Kanunumuz, cumhuriyetimizin
simgesidir. Birçok Avrupa ülkesinde insan kimliği tartışılırken, Türk
toplumunun 1926'da çağdaş medeniyetler seviyesine olan yolculuğu, bu yasayla
başlamıştır. "Kaç kadınla evlenilsin?", "Kadına da boşanma hakkı
olur mu?", "Aileyi temsilde kadının ne işi var?", "Mirastan
kız ve erkek çocuklar eşit pay alacaklar mı?", "Kadının mesleği olur
mu?", "Mülkiyet hakkından kadınlar da mı yararlanacak?"
şeklindeki soruların, şimdi gülümseyerek izlediğiniz soruların cevabı, işte bu
Medenî Kanunla verilmiştir. İşte, bu satır araları, cumhuriyetimizin, ülkemizin
çağdaş dünyaya dönük yüzü olmuştur. Benim de aralarında bulunduğum ve onlardan
gurur duyduğum, başta Genel Başkanım olmak üzere, kadınlarımızı Parlamentoya
taşımış ve bu Yüce Kurumun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi
yapmıştır. Şimdi, yeni bir sayfasını açmak sırası bizde değil midir; kız
çocuklarının başarılarını alkışlayan siz babalarda değil midir; eşlerinin
başarılarıyla gurur duyan siz parlamenterlerde değil midir; bizlere bırakılan
bu büyük mirasın geleceğini kucaklayan çizgisinde bir halka olmak, bizlerin
elinde değil midir. Değerli milletvekilleri, şöyle düşünülmesi ve algılanması beni hep
yaralamıştır: Medenî Kanun, kadınları daha çok ilgilendiren bir yasadır. Bu
türlü konuşmalar, kadın hakları adına yapılır veya böyle algılanan yasalarda
hep kadınlar konuşmalıdır, kadınlar savunmalıdır. Tabiî, bu uzar gider. Hayır
değerli üyeler; bu konuşmalarımın mantığını, demokrasi ve demokrasiye bakış
açısı oluşturmaktadır; çünkü, demokrasi, sadece bir söylem değildir, sadece 9
harfli bir kelime hiç değildir. Öncelikle, karşında gördüğün her şeyde kendi
benliğini görme sanatıdır; tahammül etme, komplekslerden arınma sanatıdır;
dünyadaki her insanın senin gibi haklarının olacağını kabul etme olgunluğu ve
olgusudur. Bunu böyle bilip böyle kabul etmezsek, 1948 yılında Birleşmiş
Milletler Genel Kurulunda kabul edilen, Türkiye'nin de 1949 yılında imzaladığı
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini açıklamakta ve hazmetmekte ciddî olarak
sorgulanırız. Söz buraya gelmişken, evrensellik adına, hepimizin daha önce de
duyduğu, okuduğu bir söylemi, burada, tekrar etmek istiyorum: "Bir toplum,
unsurlarından yalnız birinin modernleşmesiyle yetinirse, o toplumun yarıdan
fazlası zaaf içinde kalır." Değerli milletvekilleri, bu sözde, kadın yok,
erkek yok, sadece insan var ve unsur var. Büyük Atatürk, ta o günlerde, daha
Birleşmiş Milletler karar almadan, 1923'lerde, işte bu çağdaş düşüncelerle
reformlarını gerçekleştirmiştir. Değerli milletvekilleri, buraya kadar söylediklerim bir tekrar olarak
veya konu dışı veya tasarının özünden uzaklaşma gibi algılanabilir; ancak,
tarihe kısa bir yolculuk yaparsak, bir çırpıda, meri Medenî Kanun yasalaşmadan
önceki toplumumuzu ve bugünü karşılaştırma imkânı bulabiliriz. Bu
karşılaştırmayı, çok net ve açık yüreklilikle yapmalıyız. Ancak o zaman,
gündemimize gelen yeni Medenî Kanun Tasarısını ve bu kanunla getirilen
yenilikleri güvenle kucaklayabilir ve toplumumuza mal edebiliriz. Burada, bir şeyi daha net olarak ifade etmek istiyorum. Bugün, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde, Avrupa Birliği istiyor diye değil, toplumun
ihtiyaçları göz önüne alınarak, çağdaş toplum ve demokrasi hedefli bir tasarı
görüşülmektedir. Bu tavır, birçok Avrupa ülkesinin önündedir ve Türk tarihine
yakışanıdır. Kısa bir süre önce, Anayasa paketinde, kadın-erkek eşitliğini mümkün
kılan yasanın maddesinin oylamasında 30 oy ret çıkmış ise de, hiç şüphem yok
ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, görevine, şu duvarda yazılı olan
"hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" diye düşünenlerin ve halkın
sesine kulak verebilenlerin sayesinde, cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda,
çıktığı medeniyetler yolculuğunda reformlarını yapacak ve yoluna devam
edecektir ve yine hiç şüphem yok ki, demokrasinin lezzeti, geleceğimizi
belirleyen en önemli faktör olacaktır. Değerli üyeler, Medeni Kanun Tasarısının bugüne gelmesi hiç de kolay
olmamıştır. 1949'da ülkemiz tarafından imzalanan İnsan Hakları Bildirisi ve
1984 tarihinde imzaladığımız SEDAV çerçevesinde, 2001 yılına geldiğimiz halde,
henüz yasalarımızdaki çalışmalar ve eksiklikler giderilememiştir. Bütün
bunlardan daha önemlisi, geleneksel yapının meri yasal düzenlemelerin önünde
ciddî engeller oluşturması ve bu anlamda, Medenî Kanunumuzun ülkemizin her
karesinde aynı anlamda yaşanamamasıdır. Her vesileyle söylediğimiz gibi, bu
noktada Doğru Yol Partisi olarak bakış açımız, demokrasi ve eşitliği sadece
kâğıt üzerinde varsaymak değil, yurdun her karesinde eşit kılmaktır. Değerli milletvekilleri, 10 bölüm halinde tartışacağımız 1 030 maddelik
Medenî Kanun Tasarısının sunuş konuşmasını Grubum adına yaparken, elbette,
tasarıya ilişkin düşüncelerimizi ve tenkitlerimizi, milletin ve sizlerin
huzurunda açık yüreklilikle ifade edeceğiz. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Medenî Kanun Tasarısıyla yapılmak
istenen, meri Medenî Kanunun özüne ve ruhuna sadık kalarak, gelişen dünya
ölçeği içerisinde toplumumuzun ihtiyaçlarına cevap vermek olmalıdır. Esasen, temel kanunların bir bütün olarak değiştirilmesi çok ciddî
sosyal ihtiyaçların gereklerinden doğmuştur. Bugünkü toplum yapısını en iyi ifade edebilecek olan istatistik
rakamlarına bir bakalım; okuryazarlık oranımıza bakalım, eğitim seviyemize
bakalım, siyasetteki unsurlardan birinin, yani kadın siyasetçinin eksikliği,
ekonomik zayıflığı, hatta, ülkenin kalkınmışlık çizgisi... Tüm bunları neyle
izah edebiliriz? Bunlar ciddî olaylar değil de nedir? Demek ki, artık, bu su bu
değirmene az geliyor. Artık, hızla, değişim ve gelişim zamanıdır. Artık, Medenî
Kanun ve bağlı yasalar değişmelidir. İkinci bir husus, Medenî Kanun Tasarısında madde numaralarının
değiştirilmiş olması. Biz bu değişimi, hukuk mantığı, geçmiş birikimimiz
açısından doğru bulmuyoruz. Hukuk mesleğinden olanlar bilirler; hukuk
sorunlarını madde numaralarıyla düşünürler, bütün hukuksal düşünceyi yalnız bir
madde numarasını anmakla, kısaca ve kolayca dile getirirler. Bundan dolayıdır
ki, İsviçre ve Alman Medenî Kanunlarında yapılan değişiklik ve eklerde, madde
numaraları kısımlarına dokunulmamıştır. Aksi, tüm hukuksal düşünce kalıplarını
ve tüm programları bir çırpıda kilogramlık eşya haline getirir. Şimdiye kadar
da, Medenî Kanunda ve Borçlar Kanununda yapılması gereken değişiklikler ya özel
kanunlarla düzenlenmiş ya madde ilavesi yapılmış ya da içeriği
değiştirilmiştir. İşte, Kat Mülkiyeti Kanunu, Gayrimenkul Kiraları Hakkında
Kanun, Karayolları Trafik Kanunu, bunlara örnek olabilir. Hiçbir teknik ve
sosyal gelişme, bu temel yapının bozulmasına gerekçe olamaz. Ayrıca, 1926 yılında kabul edilen Medenî Kanunumuz gerekçesinin burada
değiştirilerek gelmesi de, yine, gerekçe olamaz. Temel kanunların halkla
bütünleşmesinin ve uyulmasının temel şartı, kanunların bütünlüğünü bozmamaktır;
çünkü, bu kanunlar sanat eseridir. Türk Medenî Kanunu da bu eserlerden biridir.
Şahsî görüşlerin kanuna geçmesi onu dondurur ve ona hayatî gücünü kaybettirir. Değerli milletvekilleri, bu genel açıklamalardan sonra, Medenî
Kanunumuzun sistemimize ne gibi olumlu değişimler getirdiğini ifade etmek
istiyorum. Değişim ihtiyacının başında eşitlik ilkesi yer almıştır ve bu
nedenle, kadın-erkek eşitliğine aykırı düşen hükümler tek tek ayıklanmıştır. Bu
anlamda, yerleşim yeri, evlenme yaşı, evlenmek için yapılacak başvurular ve
kadının soyadı konusu, boşanma davalarında tazminat davasındaki hususlar,
yoksulluk nafakası, nafakanın artırılması ve boşanmadan sonra açılacak
davalarda eşitlik ilkelerine uygun çok güzel ve çok ciddî düzenlemeler
getirilmiştir. Eşlerin hak ve ödevleri eşitlenerek, aileye, elbirliği
içerisinde özen gösterme yükümlülüğü getirilmiştir. Bu kıstasla "koca
birliğin reisidir" hükmü terk
edilmiştir. Eşlere eşit söz hakkı tanınmıştır. Gerçekte, Türk aile yapısında ne
kadının ne de erkeğin reislik diye bir iddiası yoktur. Ben, bunu böyle
biliyorum. Bu, böyle olunca da evin seçimi ve evlilik birliğinin giderlerine
katılma, evlilik birliğinin temsili ve sorumluluk, aynı paralelde, eşitlik
ilkesi doğrultusunda düzenlenmiştir. Eşlerin meslek ve iş seçimini izne
bağlayan hüküm tasarıda yer almayarak, ailenin huzuruna dikkat edilmesi
esası benimsenmiştir. Olumlu bir
değişiklik velayette yaşanarak, eşlere eşit hak verilmiştir. Bunlar, aile
hukukunun temelindeki değişikliklerdir. Çok önemli olan diğer bir husus ise, kamuoyunda "Medenî Kanun"
denince, sadece, bu yönüyle tartışmaya açılan, evlilikteki mal rejimleri
meselesidir. Tasarıda, yasal mal rejimi olan mal ayrılığı rejiminin yerine, edinilmiş
mallara katılma rejimi benimsenmiştir. Başlangıç itibariyle, yeni bir rejim
olması birçok tepkiyi de beraberinde gündeme getirmişse de, sağduyulu,
demokratik ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde konuya bakıldığında, mal ayrılığı
rejiminin yarattığı, yetmişaltı yıllık uygulamadaki ve sonuçtaki tüm
olumsuzlukların cevabı bulunacaktır. Bu nasıl hakkaniyettir, bu nasıl
anlayıştır; kadınlara her türlü sorumluluğu verelim, emeklerinden istifade
edelim, buna karşın, ekonomik hiçbir değer vermeyelim, gönlümüzün istediği gün
de yolları ayıralım?! Bunu, takdirlerinize arz ediyorum. Değerli üyeler, bunları ben söylemiyorum; bunlar, mahkeme koridorlarının
duvarlarında yazıyor. Bugün, uygulamakta olduğumuz mal ayrılığı rejiminin
haksızlıkları, sadece ev kadınları açısından değil, bir meslek ve sanat sahibi
kadınlar açısından da aynı sonuca ulaşmıştır. Aksi sabit olsaydı, Türkiye'deki
gayrîmenkullerin sadece yüzde 8,7'sinin kadınlara ait olduğu gerçeğinin izahını
yapmak mümkün olabilir miydi? Türkiye, çağdaşlaşma noktasında bir yol ayrımına gelmiş, Avrupa Birliği
sürecine girmiş, demokrasi lezzetini tatmıştır. O halde, cumhuriyetle beraber
kazandığımız bu değerler geleceğimizin belirleyicisi olmalı ve artık, daha
fazla demokratik uygulamalara yelken açılmalıdır. Bu bakımdan, evlilik birliği
içerisinde edinilen, kıstası ve ölçüsü hak olan edinilmiş mallara katılım
rejimi, Türk Milletinin tarihinden gelen ve kadına karşı duyarlılığının bir
devamı olarak, yasal mal rejimi şeklinde bu tasarıda yerini almalı ve
kanunlaşmalıdır. Sizlerin de bildiği gibi, tasarıda bir diğer rejim de paylaşmalı mal
ayrılığı rejimidir. Bu rejim, örneği ve uygulaması olmayan, pratikte, kanun
tekniğinde birçok sorunları da beraberinde getirecek bir rejimdir; ancak,
tasarıda, mal rejimleriyle ilgili olarak söylenecek en doğru tespit, mal
rejimleriyle ilgili bölümün ne kadar özgürlükçü ve eşlerin talebiyle oluşacak,
değiştirilebilecek bir sistem olduğudur. Tabiî ki, Medenî Kanun Tasarısı, sadece aile hukukundan ibaret değildir.
Tasarıyla Medenî Kanuna 93 madde ilave edilerek, yılların biriktirdiği sorunlar
giderilmeye çalışılmıştır. Evlat edinme hususu kurumlaştırılmıştır. Dernek ve
vakıflarla ilgili Anayasaya uygunluk açısından yeni düzenlemeler getirilerek,
kamu menfaatı önplana çıkarılmıştır. Miras hukukuna ve eşya hukukuna getirilen
düzenlemelerle, yine aile bütünlüğü ve hakkaniyet ilkeleri korunmaya
çalışılmıştır. Değerli milletvekilleri, Medenî Kanunumuzu yeniden düzenlerken,
yeniliklerin hayata geçirilmesi en büyük temennimizdir. Bu bakımdan, yürürlüğü
ve uygulama alanını düzenleyen 724 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi -yeni mal
rejimiyle ilgili düzenlemesi- çok önem arz etmektedir. Mevcut evliliklere bir
hak getirmeyen tasarıdaki bu eksikliğin giderilmesi, doğrudan kamu düzeninin
sağlanması ve toplumda adaletsizliğe ve farklı uygulamaya yol açması bakımından
tarafımızdan verilen önergenin destek bulması, 21 inci Dönem Parlamentosunun
tarihî bir sınavı olacaktır. Bu samimi açıklamalardan sonra, Grubumun, bu yasa tasarısı konusundaki
tavrının altını net olarak çizmek istiyorum. Medenî Kanunla ilgili çalışmaların
ta 1960'larda başladığı, 1971 ve 1984 yıllarında iki tasarı hazırlandığı
malumlarınızdır. Bilahara, 1994 tarihinde, Doğru Yol Partisi tarafından, büyük
bir kararlılıkla, komisyon kurularak yasa çalışmalarına başlanmış ise de, bu
tasarının kanunlaşması, 2001 tarihine kısmet olmuştur. O nedenle, Doğru Yol
Partisi tarafından, çıkarılacak bu yasaya özel bir önem verilmektedir. Doğru Yol Partisi tarafından Medenî Kanuna verilen destek, her türlü
siyasî düşüncenin üstündedir; asla muhalefet anlayışı yer almamıştır. Gerek alt
komisyon, gerekse Adalet Komisyonundaki çalışmalarda, sadece ve sadece, kadının
önündeki engellerin kaldırılması ile ekonomik güvenceye kavuşması ve demokrasi
hedef alınmıştır. Benim de, bu çalışmaların arasında bulunmam dolayısıyla,
konuşmanın başında söylediğim gibi, kendimi, zaman diliminin şanslı bir üyesi
olarak görüyor ve Medenî Kanunumuzun, toplumumuza, evlatlarımıza, Türkiye
cumhuriyetinin geleceğine hayırlı olmasını diliyorum. Özlemleri ve umutları gerçeğe dönüştürme sorumluluğunun bizlerin
omuzlarında olduğu bilinciyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin siz sayın
üyelerini saygıyla selamlarken, bu konuda emeği geçenlere sonsuz saygılarımı ve
teşekkürlerimi bildiriyorum. Saygılarımla efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Esen. Sayın milletvekilleri, yemek arası vermeyeceğim, devam edeceğiz. Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Denizli
Milletvekili Sayın Mehmet Gözlükaya; buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Tasarısı üzerinde Doğru Yol
Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Bildiğiniz gibi, Medenî Kanun, 17 Şubat 1926 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisince kabul edilmiştir. Medenî Kanun yürürlüğe girdiği gün, zamanın
Adalet Bakanı merhum Mahmut Esat Bozkurt "milletimiz, onüç asrın kendisine
çevrilen yanlış inançlarından ve karışıklıklarından kurtulmuş ve eski
medeniyetin kapılarını kapatarak, hayat ve feyiz bahşeden medeniyetin içine
girmiştir" diyerek, Medenî Kanunun kabulüyle hukuk alanında yeni bir
devrin başladığını belirtmiştir. Merhum Sayın Bakanın beyanında belirttikleri temenni ve görüşler
doğrultusunda, 1926 yılından günümüze kadar, yani bugünlerde, umulan,
istenilen, insanlarımıza feyiz ve hayat bahşeden bir medenî ülke haline geldik
mi; o tartışılır. Bana göre, hedefte çok yolumuz vardır; ancak, şurası bir
gerçektir ki, Medenî Kanun, gerçekten, bir reform olarak tarihimizde yerini
almıştır. En azından, yeni medeniyetin kapıları aralanmıştır. Medenî Kanunun kabulü, laik anlayışın hukukta görülmesinin ilk
icraatlarından biri olmuştur. 1926 yılında, Medenî Kanun, Mecliste, o günün Meclis Başkanı Kâzım Paşa
tarafından işarî oya sunulmuş, üyelerden gelen bir teklif üzerine de ittifakla
kabul edilmiş ve kül halinde, yani, geneli üzerinde 2 milletvekili görüşmüş,
ondan sonra da oylamaya geçilmiştir; maddeleri üzerinde görüşme olmamıştır.
Bugün ise, biz, yine mümkün olduğu kadar çabuk -komisyonda uzun süre
tartıştığımız için- 11 bölüm halinde tartışıyoruz. Medenî Kanunumuzda, 1951'de, 1976'da, 1984'te, 1994'te, hatta 1996'da
bazı değişiklikler yapmak ve yenilemekle ilgili birtakım çalışmalar yapılmış;
ama, maalesef, bugüne kadar herhangi bir sonuç alınamamıştır. Medenî Kanun, söylenenlerin aksine, bize göre, bünyemize en uygun olan
İsviçre Medenî Kanunundan iktibas edilmiştir. Eski mevzuat ve uygulamalar
gözardı edilmemiş, bazı ilave ve değişiklikler yapılmıştır. İsviçre'de, 1972'de
evlat edinmeyle, 1976'da neseple, 1984'de evlenmenin temel hükümleriyle ve
1994'de de evlilik yaşı ve anne babanın bakım borcu konularında bazı
değişiklikler yapılmıştır. Biz de, ancak bugün köklü değişiklikler
yapabiliyoruz. Bugün, biraz da, ihtiyacı körükleyen Avrupa Birliğine girmek, Batı'nın
istediği sosyal, ekonomik ve siyasal istikrara en çok yaklaşıldığı dönemde,
devletin politik hedefleri açısından, artık, kendisini dayatan bir ihtiyaç
haline gelmiştir; yani, Avrupa Birliğinin ve Avrupa Birliği ülkelerine vaat
ettiğimiz taahhütleri yerine getirme açısından bu değişiklik bir isabet
olmuştur. Biraz da, Avrupa Birliğine girme gibi arzumuzun katkısı olmuştur.
Ayrıca, Türk toplumunun da sosyal ve kültürel gelişimi bu değişiklikleri yapma
zaruretini doğurmuştur. Önümüzdeki tasarı, bilim adamlarımızın, Bakanlık yetkililerimizin, sivil
toplum örgütlerimizin, baroların görüşleri de alınarak uzun yıllar süren bir
çalışmanın sonucu meydana gelmiştir. Emeği geçen, katkısı olan herkese
şükranlarımı sunuyorum. Adalet Komisyonunun Değerli Başkanı ve değerli
üyelerinin katkı ve emeklerini de özellikle takdire şayan bulduğumu ifade etmek
istiyorum. Ayrıca, komisyonla beraber çalışan değerli hocalarımız Prof. Dr.
Sayın Turgut Akıntürk ve Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu Beylere de büyük
katkılarından dolayı şükranlarımı arz ediyorum. Bu yasayla, Türk toplumunun istediği değişiklikler tamamen yapılabilmiş
midir; bize göre kâfi değildir, yapılamamıştır. İstenilen, tam olarak
yapılmamış olabilir, eksikleri vardır; ancak, bugünün şartlarında, 1 030
maddelik yeni bir Medenî Kanun birçok yeniliklerle Yüce Meclisin önüne
getirilmiştir. Bu, Yüce Meclisin bir başarısı olacaktır. Sayın Bakanın komisyon
görüşmelerinde bazı maddelerde dayatmaları olmasına rağmen, komisyon uyum
içinde çalışmış ve birçok maddesi oybirliğiyle kabul edilmiştir. Doğru Yol
Partisi olarak itiraz ettiğimiz bazı maddeler olmuştur; ancak, genel olarak
pozitif katkı ve müspet oylarımız olmuştur. Tasarıda birçok yenilikler yapılmıştır. Bu yeniliklere kısmen temas
etmek istiyorum. Tasarının önemli değişikliklerinden biri, Medenî Kanunun dili
üzerindedir. Medenî Kanunun dili, genel olarak Türkçeleşmiştir; ancak, amaç çok
aşılmıştır, yaşayan Türkçe'de yer almayan yapay kelimelere yer verilmiştir.
Üstadımız Sayın Hatiboğlu gibi, bu dildeki değişikleri anlatmamız mümkün değil;
ancak, ben, birkaç kelime üzerinde durarak sözlerimi devam ettirmek istiyorum. Ayrıca, bu değişikliklerle, nesiller arasında uçurumlar doğma ihtimali
doğmuştur. Yani, bugün hukuk fakültesine yeni girenler ile hukuku bugün icra
edenler arasında bir uçurum, bir anlaşmazlık doğacaktır. Bu bakımdan,
tatbikatçılar da büyük sıkıntılar yaşayabilir. Yenilik adı altında birçok
kelime, bugüne kadar kullandığımız hukukî manalarını aşan, taşan veya hiç
uymayan birtakım kelimeler olmuştur. İfade edildi. Mesela, temyiz kudreti,
ayırt etme gücü; mahcur, ergin kılınma; tahsis, özgüleme; usul, üstsoy; füru,
altsoy; civar hısımlığı, yansoy hısımlığı; sıhrî hısımlık, kayın hısımlığı gibi
gerçekten, hukukçu olsun olmasın, Türk toplumunca kabul edilen birçok kelime
değiştirilmiştir, değişik manalara gidebilecek olan birtakım kelimeler
getirilmiştir. Bize göre, hukuk dili kısırlaştırılmıştır. Bu yeni getirilen
kelimelerin toplumca anlaşılabilmesi için, en azından 20-30 yıl gibi bir
sürenin geçmesi gerekmektedir ki, özellikle, tatbikatçılar bu konuda sıkıntılar
yaşayacaktır. Ayrıca, eksik gördüğümüz bir husus daha vardır. Madde numaraları
değiştirildi. Halbuki, maddeler, ihtiyaç olan maddeler ve fıkralar ilave
edilebilseydi, bu, kargaşaya, karışıklığa herhangi bir şekilde meydan
vermeyebilirdi; ama, şimdi, uygulamada birtakım anlaşmazlıklar, kargaşalar
olacaktır, uğraşlar verilecektir. Bize göre, bu da bir eksikliktir. Yasada asıl önemli değişiklik, arkadaşlarımın da ifade ettikleri gibi,
aile hukukunda olmaktadır. Ben, satırbaşlarıyla birkaç tanesine temas edeceğim.
Artık, evin reisi meselesi halledilmiştir; erkek değildir -bana göre, aslında,
şimdiye kadar da erkek değildir de- tamamen eşit hale gelmiştir; reislik
müessesesi kaldırılmıştır. Reislik, her iki eş tarafından kullanılacaktır. Kadın-erkek eşitliği ilke olarak kabul edilmiş; eşitlikte daha ileriye
gidilerek, çilekeş, fedakâr, vefakâr, gözbebeğimiz kadınlarımızın hal ve
gelecekleri, büyük ölçüde, maddî olarak teminat altına alınmıştır. Evlilik yaşı değiştirilmiş; 18 yerine, 17'ye düşürülmüştür. Burada,
benim bir tereddüdüm var: Evlenmede -mal rejiminde bir sözleşme yapacak- 17
yaşındaki bir insanın sözleşme yapması mümkün müdür, bilmiyorum; çünkü,
sözleşme için 18 yaş, diğer bir mevzuatımızda kabul edilmiştir. Bu hususta
Sayın Bakanın izahı olabilir. Evlenme akdinde, bugün, tarafların herhangi bir yerleşim biriminde
olması sağlanmıştır. Ayrıca, boşanma sebebiyle durumu zedelenen kusursuz ve az kusurlu eş,
maddî ve manevî tazminat talebinde bulunabilir ve hâkim, münasip şekilde bir
tazminat kararına varabilir. Yoksulluk nafakası, burada, tabiî, yeni bir değişiklik. Gerçi,
uygulamada da bu başladı; ama, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşen, kusuru daha
ağır olmamak kaydıyla, malî gücü nispetinde, diğer taraftan -erkek veya kadın
ayırımı ortadan kaldırılmış- bir yoksulluk nafakası bağlanabilir hale
gelmiştir. Değerli arkadaşlarım, boşanmalarda cana kast, pek kötü davranış ve onur
kırıcı davranış ilave edilmiştir; yani, cana kast, pek kötü muameleler yanında,
bir de eşlerin onur kırıcı davranışlarda bulunmaları boşanma sebebi
sayılmıştır. Nafaka davalarında çok sıkıntı yaşanıyordu. Burada, nafaka alacaklısının
yerleşme yerinde dava açılabilecek haldedir. Bu da, bize göre, bir yeniliktir.
Yalnız, burada, boşanma davalarında da birtakım yenilikler yapılmış;
teferruatına girmiyorum. Değerli arkadaşlarım, enteresan hususlardan birisi şu: Boşanma davası
devam ederken eşlerden birinin ölmesi halinde, sağ kalan eşin mirasçı olup
olmaması, eşin kusurlu olup olmamasına bağlanmıştır; yani, kusurlu eş mirasçı
olamayacaktır. Ölen eşin mirasçıları, boşanma davasını sadece kusurluluk
açısından, kusurluluğun tespiti açısından devam ettirme imkânına
kavuşmuşlardır. Bu, mevcut mevzuatımızda yoktu. Ayrıca, eşler, iş seçme serbestisine sahip olmuşlardır. Zaten, herkes iş
arıyor; nerede iş bulursa... Bu, fiilen çok önemli bir madde değil bana göre.
İş arıyor; iş bulabilirse... Bulamadığı için, eşini de çalıştırmak istiyor.
İzne tabi değil şu anda zaten. Değerli arkadaşlarım, ayrıca, miras hukukuyla ilgili bir değişiklik
yapılmış. İştirak halindeki mallarda izalei şüyu davası açabilmek için
iştirakçilerin ittifakı gerekirken, burada, her mirasçı tarafından paylaşım
davası açılabilir hale gelmiş. Tabiî, önemli değişikliklerden birisi bu aile hukukunda, edinilmiş
mallara katılma.... Daha doğrusu, dört ayrı mal rejimi tadat edilmiş; burada,
yeni bir rejim getirilmiş. Bunlar, edinilmiş mallara katılma rejimi -bu yeni
bir rejim- mal ayrılığı, paylaşmalı mal ve mal ortaklığı şeklinde. Taraflar, bu
sistemlerden herhangi birini tercih etme hakkına sahiptirler. Doğrudan noter
vasıtasıyla veya adi sözleşmeyi notere onaylatmak suretiyle veya evlenme
sırasında tarafların biz şu rejimi seçtik gibi bir beyanıyla mümkün olabiliyor.
Değerli arkadaşlarım, komisyonda, Sayın Bakanla komisyonun ekseriyeti
arasında, bu edinilmiş mallar ve paylaşmalı mal ortaklığıyla ilgili rejimlerde
ihtilaf doğdu. Bu ihtilafın sonucunda, ilk oylamada, paylaşmalı mal ortaklığı
rejimi kabul edildi; ama, sonradan, tekriri müzakereyle bu değişti. Şimdi,
tabiî, bu, Sayın Bakanımızın takdirleriydi; ama, burada, bize göre, ihtilaf
var; bilim adamları arasında ihtilaf var ve tatbikatta ikisinin de faydalı ve
mahzurlu tarafları var. Ben, sadece, faydalı ve mahzurlu taraflarını kısmen
izah etmeye çalışacağım; daha doğrusu, mahzurlarını izah etmeye çalışacağım. Bu edinilmiş mallar, yasamızda, bugün, kanunî rejim olarak kabul
edilmiştir; yani, taraflar, bir yıl içerisinde tercihlerini kullanmadıkları
takdirde, edinilmiş malları tercih etme durumuna girmişlerdir. Bu sistemin bazı
mahzurları var. Ölüm veya boşanma halinde, edinilmiş malların tasfiyesinde
zorluklar var. Değer tespiti, bilirkişi incelemesi, mahkemeler falan derken
yıllarca sürme ihtimali var tasfiyenin. Bu, kadın veya erkek, ikisini de, her
iki tarafı da birtakım sıkıntılara maruz bırakabilecektir. Ülkemizde zaten
mahkemeler uzun sürecektir. Yani, usulü hızlandıralım gibi bir gerekçenin arkasına
sığınılmayabilir, usuller geç de düzeltilebilir. Bu bakımdan, her iki tarafın
mağdur olma ihtimali vardır. Ayrıca, bir fabrikatörü düşünün, diş hekimini
düşünün; zamanında, evlilikten önce edindiği ve mesleğini icra ettiği, para
kazandığı birtakım demirbaşlarının veya emvalinin nemalarıyla evlilik
kurulduysa, nemalarından sağlanacak, yapılacak yatırımlarda da bu yeni eşin
ortaklığı söz konusudur ki, bu, bize biraz adaletsiz gibi geliyor. Değerli arkadaşlarım, paylaşmalı mal ayrılığı sisteminde ise daha
basitlik var; aynı mal tahsisi var. Edinilmiş mallardaki gibi değer
tespitlerinin uzaması ihtimali olduğu gibi, burada sadece aynı mal tahsisi var;
ancak, eşlerin aile için ortak olarak kullandıkları -ev, yazlık, araba gibi-
ortak mallarda ikisi de aynı haklara sahip; yani, eşit olarak paylaşmalı
pozisyonda. Bir de, ailenin ekonomik geleceğiyle ilgili konularda birtakım
ortaklıklar var. Bu bakımdan, biz, her ne kadar bu mahzurlarına rağmen, Doğru
Yol Partisi olarak, tasarıyı geldiği gibi, yani edinilmiş mallara katılma
rejimini kabul ettiğimizi burada ifade etmek istiyorum. Bu mahzurlar, tabiî,
komisyondaki ve bugünkü şahsî düşüncelerimdir; bunları Meclise aktarmayı doğru
bulduğumu ifade etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, bana göre, burada, bu tasarıda bir eksiklik var;
yetki ve görev düzenlemeleri var. Mesela, boşanmalarla, nafakayla ilgili
birtakım yetkiler koymuşuz. Halbuki, bunlar, usul yasalarına konulması gereken
hususlardır; bu konulmamış. Bana göre, burada yapılacak iş, bir an önce, Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanununda hemen bir değişikliğe gitmektir. Değerli arkadaşlarım, bu tasarı, mevcut kanuna göre birçok yenilik
getirmektedir. Tasarı, ailede demokrasiyi asıl almıştır; kadın-erkek eşitliği
mümkün olduğunca sağlanılmaya çalışılmıştır. Temennimiz, kadınların, gelişmiş
Batı ülkelerindeki ve asrın getirdiği tüm haklara kavuşmalarıdır. Elbette ki,
asıl olan, evlilikte eşler arasındaki sevgi ve saygıdır; bu bağlar
sağlamlaştırılarak bireylerin ve ailelerin ekonomik ve sosyal yönden
güçlenmelerini sağlamaktır. Son yıllarda -üzülerek ifade ediyorum- avukatlarda
görüşüyoruz, istatistiklere bakıyoruz, 30 yaşın altındaki evlilikler sona
eriyor, boşanma davaları artmış; sebebi de, ekonominin tamamen bozuk olması ve
genç eşlerin, maalesef, iş bulamamaları, ailelerini geçindiremez hale gelmiş
olmalarıdır. Biz isteriz ki, bu yeni kurulan evlilikler bir ömür boyu sürsün;
ama, maalesef, birkaç yıl içerisinde bu evlilikler sona ermekte, bana göre,
toplumda yeni yaralar açılmakta ve toplumun dengesi, gelecek için bozulmaktadır.
Bu sebeplerle, Medenî Kanundaki yeniliklerin hayata geçirilmesi açısından,
ülkemizin ekonomik durumunun düzeltilmesi, bozuk gelir dağılımının azaltılması,
krizle gelen bunalımdan Türkiye'nin bir an önce kurtulması gerektiğini ifade
ediyoruz. Bunu da, başta bizleri yöneten hükümetin ve Meclisimizin yapması
gerektiğini ifade ediyorum. Bir de, benim, yürürlük maddesinde bir endişem var; o da şu: Bu yasa, 1
Ocak 2002 tarihinde, yani iki ay sonra yürürlüğe girecek; bana göre, mevcut
davalar ve uygulamalar bakımından birtakım sıkıntılar yaşanabilir, bir intibak
meselesi söz konusudur; onun için, bu yürürlüğe girme süresinin en azından bir
yıl olması mahkemelere de bir nefes aldırabilir diye düşünüyorum. Bu yasanın, Türk Milletine, Meclisimize hayırlar getirmesini Cenabı
Haktan niyaz ediyorum ve hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. Teşekkür ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gözlükaya. Sayın milletvekilleri, böylece, gruplar adına yapılan konuşmalar
bitmiştir. Sayın Bakan, konuşacaksınız... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - 2 kişisel konuşmacının
arasında konuşacağım. BAŞKAN - Peki. O zaman, şahısları adına, Sayın Işılay Saygın?.. Yok. Sayın Ali Arabacı, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, gerçi Sayın Bakan takdir
ederler; ama, Sayın Arabacı konuşunca, Bakandan sonra bir milletvekiline söz
hakkı düşer. BAŞKAN - Hayır, biliyorum; daha konuşacaklar var... Sayın Bakan, Sayın
Arabacı'dan sonra konuşacak. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Başka konuşmacı yoksa... BAŞKAN - Var efendim, burada başka söz isteyenler de var; merak
etmeyin... Herhalde, biz de İçtüzüğün uygulanmasını biliyoruz. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, siz İçtüzüğü bilirsiniz de, söz
talebi yoksa ne yapacaksınız?! BAŞKAN - Buyurun Sayın Arabacı. ALİ ARABACI (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi,
şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet
Komisyonunda 6.4.2000 tarihinde kurulan Medenî Kanun Alt Komisyon Başkanlığı
yapmış bir arkadaşınız olarak karşınızdayım. Medenî Kanun Alt Komisyon üyeleri, Milliyetçi Hareket Partisi
Kahramanmaraş Milletvekili Edip Özbaş, Anavatan Partisi Kırklareli Milletvekili
Cemal Özbilen, Fazilet Partisi Adıyaman Milletvekili Dengir Fırat ve Doğru Yol
Partisi Kayseri Milletvekili Sevgi Esen'den oluşuyordu. Komisyon, çalışmalarına
12.4.2000 tarihinde başlayıp 23.5.2000 tarihinde tamamladı. 41 günde 11
toplantı yapıldı ve her toplantı en az beş saat sürdü. Uygulama yasasıyla birlikte, 1055 madde tek tek görüşülüp rapor haline
getirildi. Her toplantıya, Adalet Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Yargıtay
Başkanlığı, Türkiye Barolar Birliği, barolar, üniversiteler, ilgili kurum ve
kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, Prof. Turgut Akıntürk ve Prof. Dr. Ahmet
Kılıçoğlu katıldılar. Rapor, komisyondan, Edip Özbaş'ın, tasarının dili ve 2
maddesine muhalefeti dışında oybirliğiyle geçti. Bu komisyonda görev alan
herkese, huzurunuzda şükranlarımı sunuyorum. Değerli milletvekilleri, alt komisyonda oybirliğiyle kabul edilen
konuların başında, tasarıda çok özet halinde yer verilen 1926 tarihli Türk
Kanunu Medenîsi esbabı mucibe layihasının tamamının tasarıya aynen alınmasıydı.
Gerekçemiz de şuydu: Medenî Kanun, Atatürk devrimlerinin temeliydi; dinsel
hukuk düzeninden laik hukuk düzenine geçişin belgesiydi; bir hukuk ve uygarlık
anıtıydı. Esbabı mucibe layihası da bu devrimin gerekçesiydi, öyküsüydü. 46
sayfadan oluşan tasarı gerekçesinde 2,5 sayfa yer tutan ve tırnak içerisinde
sunulan özet gerekçede, esbabı mucibe layihasının çok önemli kısımları
çıkarılıp atılmıştı. Atatürk devriminin temel ilkesi olan laik düşünceyi
açıklayan paragrafların tamamının atlandığı hayretle görülmüştü. O döneme
saygının bir gereği olarak, 1926 yılında, Adalet Bakanı olan Mahmut Esat
Bozkurt'un mükemmel bir üslupla kaleme aldığı gerekçe, tasarı gerekçesinde de
aynen yer almalıydı; raporumuzu da buna göre düzenledik. Ne var ki, Adalet Komisyonunda, alt komisyonca benimsenen gerekçe, bazı
komisyon üyelerinin şiddetli tepkilerine yol açtı. Atatürk'ün Adalet Bakanı
Mahmut Esat Bozkurt, 75 yıl sonra, o zaman seslerini çıkaramayanların
torunlarınca yargılandı, din düşmanı, İslamiyete küfreden kişi olarak ilan
edildi. Neydi bu arkadaşlarımızı rahatsız eden, Bakanlığımızı bile ürküten
cümleler; bir kısmı şöyledir: "Yasaları dine dayalı olan devletler, kısa bir süre sonra, ülkenin
ve ulusun isteklerini karşılayamazlar; çünkü, dinler, değişmez kuralları
kapsarlar. Yaşam yürür, gereksinimler hızla değişir. Din yasaları, her ne
olursa olsun, ilerleyen yaşamın karşısında, biçimden, ölü sözcüklerden ileri
bir değer, bir anlam taşımazlar. Değişmemek, dinler için bir zorunluluktur. Bu
nedenle, dinlerin yalnız bir vicdan işi olarak kalması, çağdaş uygarlığın
temellerinden ve eski uygarlıkla yeni uygarlığın en önemli ayırıcı
niteliklerindendir. Köklerini dinden alan yasalar, uygulandıkları toplumları,
gökten indikleri ilkel çağlara bağlarlar ve ilerlemeyi etkileyen engeller
arasında bulunurlar. Kuşku yoktur ki, yasaların amacı, herhangi bir gelenek ve görenek ya da
yalnız vicdanla ilgili olması gereken din kuralları değil, siyasal, sosyal,
ekonomik ve ulusal birliğin ne olursa olsun sağlanması ve yerine
getirilmesidir. Çağdaş uygarlığa bağlı devletlerin ilk belirgin niteliği, din
ile dünyayı ayrı görmektir. Bunun tersi, devletin benimsediği din ilkelerini
kabul etmeyen kimselerin vicdanlarının baskı altında tutulması olur; çağdaş
devlet görüşü, bunu kabul edemez. Din, vicdanlarda kaldıkça devlet gözünde
saygıdeğer ve dokunulmazdır. Dinin kural olarak yasalara girmesi, tarihin akışı
içinde, çoğunlukla taçlı devlet adamlarının, zorbaların, güçlülerin keyif ve
isteklerini doyurma aracı olması sonucunu doğurmuştur. Çağdaş devlet, dini dünyadan ayırmakla, insanlığı tarihin bu kanlı
belasından kurtarmış, dine gerçek ve sonsuz bir taht olan vicdanı özgülemiştir.
Özellikle çeşitli dinlere bağlı uyrukları olan devletlerde tek bir yasanın
bütün toplumda uygulama olanağı kazanabilmesi için bunun dinle ilişkisini
kesmesi, ulusal egemenlik için de bir zorunluluktur; çünkü, yasalar dine bağlı
olursa, vicdan özgürlüğünü benimsemesi gereken devlette, çeşitli dinlere bağlı
vatandaşlar için ayrı yasalar yapmak gerektir. Bu durum da, çağdaş devlet için
temel ilke olan siyaset, toplumsal ve ulusal birliğe aykırıdır." Görüldüğü gibi, ileri sürülen düşüncede, ne İslama küfür vardır ne de
hakaret; sadece, laik hukuk düzeninin gerekçeleri, dayanakları anlatılmaktadır.
Öyle olmasaydı, ikinci dönem Meclisinde din eğitimi almış pek çok milletvekilinin,
müftünün, kadının, müderrisin, hacının, hocanın, dergâh üyesinin ve şeyhin
itirazları olmaz mıydı? Özellikle, o dönem yasaya destek veren milletvekili din
adamları Halil Hulki Aydın, Mustafa Fehmi Gerçeker ve Rasih Kaplan'ı (Rasih
Hoca da deniliyor) nasıl unutabiliriz? Aslında, bu görüş, sadece Mahmut Esat
Bozkurt'un görüşü de değildir; başta Atatürk olmak üzere, o dönem
devrimcilerinin ortak görüşüdür. Atatürk, daha 1923 yılında Bursa'da halka yaptığı bir konuşmada şöyle
diyordu: "Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin
hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da
iyileştireceğiz. Yüz sene, beşyüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için
yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir,
cehalettir." Zaten, Mahmut Esat Bozkurt da Atatürk'ten yönlenmiş ve gücünü de
Atatürk'ten alıyordu. Atatürk'ü devrimleri nedeniyle eleştirme cesaretini gösteremeyenler,
onun yardımcılarını suçlayarak sonuç almaya çalışıyorlar. Oysa, Atatürk devrimleriyle yapılan iş, özellikle özel hukuk alanında,
şeriattan ayrı, tamamen laik düzenlemeler getirmektir. İbadet kısmına
dokunulmamıştır. Amaç, Türk insanını hurafelerden korumaktır. Atatürk'ün
deyimiyle "tevessül ettiğimiz ıslahat, gösteriş yapmak yahut onlara
kendimizi beğendirmek için tevessül olunmuş tedbir mahiyetinde değildir"
ve İnönü'nün değişiyle de "ecnebi istilasına ve Osmanlı nizamına karşı
çifte cepheli bir savaş sonucu kazanılmış başarıların ürünüdür." Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyetinde hukuk devrimiyle, İslam
hukuk sisteminden kesin olarak kopma kararı alınmıştır. Bu yöndeki devrim, o
günkü İslam dünyası için ilk olduğu gibi, bugün için de tektir. Gerçekten de,
Türkiye'nin 1920'lerde gerçekleştirdiği bu köklü değişimi, başka hiçbir İslam
ülkesi yaşamadı, yaşayamadı. Bunlarda, medenî hukuk dinsel niteliğini hep
sürdürdü. Kont Ostrorog'a göre "Türkiye Cumhuriyeti tarafından Avrupa
hukukunun kabulü, Ortadoğu tarihinde, İslam Dininin kabulünden bu yana en
önemli olaylardan biridir." Bir başka Batılı yazar da "İslam devletlerinin en güçlüsü, bin yıl
geçmişe varan töreleri altı aylık bir sürede yürürlükten kaldırıyor. Tarih,
hiçbir ülkede, bu kadar köklü ve ani değişikliği örnek gösteremez. Bir ülkede
ve bir toplum üzerinde yapılmış bundan daha cesur bir deneyim yoktur"
diyor. Sadece Türk hukuk devrimidir ki, laik, çağdaş ve modern bir hukuk
düzenini geçirebilmeyi başarmıştır. Bu nedenle, Kemalist hukuk devrimi, Batı dünyasının rönesansı, reformu,
Fransız Devrimi ya da endüstri devrimi çapında önemli bir devrimdir. Böyle bir
devrime, İslam dünyasının başka köşelerinde rastlayabilmek olanaksızdır. Türkiye,
laikliği ve demokrasiyi birlikte götürmeye çalışan tek İslam ülkesidir ve
önemli bir tarihsel deneyimin beşiği durumundadır. Hal böyleyken, siyasal İslamcıların, din ve vicdan özgürlüğü adına, laik
hukuk düzenini dejenere etmeye çalışmaları boşuna değildir. İstedikleri, dinin,
sosyal ilişkiler ve kurumlar üzerindeki egemenlik ve etkinliğini tekrar kurmak
ve bunu yaparken de, politikanın alanını daraltmaktır. Amaçları, cumhuriyetin
meşruluk temellerini ortadan kaldırmak ve laiklik ilkesi çevresinde oluşmaya
başlayan sosyal onayı engellemektir. Türkiye'de din özgürlüğü vardır ve Anayasanın güvencesi altındadır.
Amaç, bu tür bir özgürlüğü elde etmek değil, onu kullanarak siyaset alanını
işgal etmektir. Politik kadrolar, din özgürlüğü ile laiklik ilkesini birbirine
karıştırmaya devam ederlerse, çok geçmeden, politik zeminin altlarından kayıp
gittiğini ve geriye siyasal varlıklarının devamını gerektirecek hiçbir desteğin
kalmadığını göreceklerdir. Mahmut Esat Bozkurt'un gerekçesi, bir yazarımızın dediği gibi, bir
laiklik bildirgesidir. Laiklikten yoksun bir cumhuriyet ve yasaları, içi boş
bir kılıftır ve bütün tarihsel anlamını yitirir. Müslüman dünyada demokrasi
sadece Türkiye'de varlığını sürdürebiliyorsa... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Arabacı, lütfen tamamlar mısınız efendim. ALİ ARABACI (Devamla) - Tamamlıyorum. ...70 yılı aşkın bir laik cumhuriyet deneyiminin bunda büyük payı
vardır. Değerli milletvekilleri, bütün bu tarihsel gerçekler bir yana itilip, ciddî bir anlam ifade
etmeyen tasarı gerekçesinde yer alan özetle yetinilmesi, alt komisyon
önerisinin reddedilmesi, en azından, laiklik karşıtı güçlere verilmiş önemli
bir ödündür. Dahası, 75 yıl önce bu yasa çalışmalarını büyük bir heyecanla
izleyen Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal'e, Başbakan İsmet Paşaya, gerekçeyi
hazırlayan Adalet Bakanı Mahmut Esat'a saygısızlıktır. Adalet Bakanı, tasarı
gerekçesinde Mahmut Esat Bozkurt'un esbabı mucibe layihasını özetlerken, neden
özellikle laiklikle ilgili sözleri çıkarıldığını açıklamalıdır. Tasarının diğer bölümlerine giremiyorum. Tasarı, gerekçe dışında diğer
hükümleriyle olumludur, çağdaştır. Atatürk "başlattığımız devrim ve
yenileşme atılımı bir an bile durmayacaktır; bizden sonraki dönemde de bu böyle
olacaktır" demişti. Bu anlamda, Medenî Kanun değişikliğini, Atatürk
devrimlerinin bir devamı olarak algılamak istiyorum. Tasarının ülkemize hayırlı olmasını dilerken, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arabacı. Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk, buyurun. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) Süreniz 40 dakika Sayın Bakan. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihî bir gün yaşıyor; çünkü, 75
yıllık bir temel kanun, hepimizi günlük hayatımızda ilgilendiren bir temel
kanun, bugün yenileniyor, yeni bir Türk Medenî Kanunu Tasarısı üzerinde görüşme
yapılıyor; o bakımdan, Türkiye Büyük Meclisi, bugün tarihî bir oturum
yapmaktadır. Bu oturumda şimdiye kadar grupları adına söz alan değerli arkadaşlarıma,
ayrıca şahsı adına söz alan değerli arkadaşıma, konuya çeşitli yönlerden
yaptıkları katkıları için teşekkür etmek isterim. Bu kanun, herkesin kanunu. Bu kanun, sadece belirli kişilere uygulanan
bir kanun değil. Bu kanun, doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar her insanı
ilgilendiren bir kanun. Bu kanun, cenin olarak başlayan bir hak ehliyetini,
daha sonra nişanlı olarak, evli insan olarak, mal sahibi insan olarak, miras
bırakan olarak, bütün hayatı boyunca izleyen hükümler getirmekte. O nedenle, bu
kanun üzerinde, toplumun bütün kesimlerinde, olabildiğince geniş bir
mutabakatın sağlanması bizim temel amacımızdır. Memnuniyetle görüyorum ki,
partiler adına yapılan konuşmalarda bu destek büyük ölçüde ifade edilmiştir. Bilindiği gibi, medenî kanunlar, bu özellikleriyle her ülkede hukuk
birliğini sağlayan kanunlardır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, bizde
de gelişme bu yönde olmuştur. İsviçre Medenî Kanununun iktibası yoluyla 17
Şubat 1926 günü kabul edilen, 4 Nisan 1926 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak,
6 ay sonra, 4 Ekim 1926 günü yürürlüğe giren Türk Kanunu Medenîsi de,
milletimizi, tek bir hukuk sisteminde birleştirmiştir. Bu kanun, Türk hukuk devriminin simgesidir. Ne var ki, geride kalan 75
yıl içerisinde Medenî Kanun, gerek dili gerek çeşitli hükümleri itibariyle
eskimiştir. O nedenle, Medenî Kanunun, özüne dokunmaksızın, değişen koşullara
göre, çağdaş bir anlayışla yenilenmesi zamanı gelmiştir. Aslında, bu süre
içinde Medenî Kanunun çeşitli maddelerinde yapılan değişikliklerden ayrı olarak
kapsamlı bir değişiklik yapılması çalışmaları elli yıldan beri
sürdürülmektedir. Gerçekten, Medenî Kanunun çeşitli hükümlerini gözden geçirmek
ve diğer bazı değişiklikleri yapmak amacıyla, İstanbul ve Ankara Üniversiteleri
medenî hukuk profesörleri, yüksek yargı mensupları ve uzman milletvekillerinin
katılımıyla, 1951 yılında, Adalet Bakanlığınca bir komisyon kurulmuştur.
Çalışmalarına aralıklarla devam eden ve raportörlüğünü rahmetli Ord. Prof. Dr.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun yaptığı komisyonca hazırlanan Türk Medenî Kanunu
Öntasarısı ve gerekçesi 1971 yılında Adalet Bakanlığına sunulmuş ve bu ön
tasarı Bakanlıkça yayımlanmıştır. Adalet Bakanlığınca 1974 ve 1976 yıllarında
oluşturulan komisyonlar ise bu konudaki çalışmalarını sonuçlandıramamışlardır. Millî Güvenlik Konseyi döneminde kabul edilen 1 Haziran 1961 tarihli ve
2467 sayılı Türk Kanunu Medenîsiyle İlgili Çalışmaları Yapmak Üzere Komisyon
Kurulması Hakkındaki Kanun uyarınca, öğretim üyeleri, yüksek yargı mensupları,
meslek kuruluşları ve Bakanlık mensuplarından oluşan yeni bir komisyon
kurulmuştur. Rahmetli Prof. Dr. Kemal Oğuzman'ın başkanlık ettiği bu komisyon,
çalışmalarını 1984 yılında tamamlamıştır. Komisyonun hazırladığı öntasarı da
Adalet Bakanlığınca yayımlanmıştır; ancak, her iki öntasarı, yasalaşma şansını
elde edememiştir. Bu kez, kanunun tamamını gözden geçirmek ve günümüz koşullarına uygun
hale getirmek amacıyla, üniversiteler, yargı organları, meslek kuruluşları ve
hukukla ilgili sivil toplum örgütleri ile Bakanlık temsilcilerinin katılımıyla,
1994 yılında, Adalet Bakanlığınca Türk Medenî Kanunu Komisyonu oluşturulmuştur.
Sırasıyla, Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu ve Prof. Dr. Turgut Akıntürk'ün başkanlık
ettikleri bu komisyon, çalışmalarını 1998 yılında tamamlamıştır. Tasarı hazırlanırken, Adalet Bakanlığının daha önce oluşturduğu
komisyonlar tarafından hazırlanarak Bakanlıkça 1971 ve 1984 yıllarında
yayımlanmış bulunan iki Öntasarı ile kaynak İsviçre Medenî Kanunu, kısmen Alman
Medenî Kanunu, Fransız Medenî Kanunu ve İtalyan Medenî Kanunundan
yararlanılmıştır. Ayrıca, Türk ve İsviçre doktrini ile yargı içtihatlarında
ileri sürülen görüşler ve anılan ülkelerdeki gelişmeler de göz önünde
bulundurulmuştur. Böylece, yürürlükteki kanundan farklı pek çok yeni hükümler
içeren, özellikle kadın-erkek eşitliğine her alanda yer veren yeni bir tasarı
hazırlanmıştır. Bu komisyon tarafından hazırlanan Türk Medenî Kanunu Tasarısı 16 Eylül
1998 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş; ancak, 18 Nisan 1999
günü milletvekili genel seçimlerinin yenilenmesi nedeniyle, Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün 77 nci maddesine göre hükümsüz sayılmıştır.
Seçimlerden sonra, aradan geçen zaman içinde tasarı hakkında yapılan öneri ve
eleştiriler dikkate alınarak, Türk Medenî Kanunu Tasarısını yeniden gözden
geçirmek ve Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısını hazırlamak
üzere, 1999 yılında Adalet Bakanlığında yeni bir komisyon oluşturulmuştur.
Prof. Dr. Turgut Akıntürk başkanlığındaki bu yeni komisyon, çalışmalarını aynı
yıl içinde tamamlamıştır. 6 Ekim 1999 tarihinde Başbakanlığa sunulan iki tasarı Bakanlar Kurulunda
değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmelerin ışığında, Adalet Bakanlığında,
başlangıçtan beri her iki tasarıyla ilgili çalışmalara katılmış bulunan
Bakanlık mensuplarından oluşan bir çalışma grubu kurularak, tasarılar, dil,
ilgili mevzuat ve kaynak ülkelerin kanunlarıyla bağlantıları açısından bir kez
daha gözden geçirilmiştir. Bakanlar Kurulunca kabul edilen tasarılar 30 Aralık 1999 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Adalet Komisyonu, 6 Nisan 2000 tarihinde başladığı ve önce bir alt
komisyonla yürüttüğü çalışmalarını 14 Haziran 2001 tarihinde tamamlayarak, Türk
Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun Tasarısına son şeklini vermiştir. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yerini almak
üzere, karşılaştırmalı hukukta meydana gelen gelişmeler de göz önünde
tutularak, günümüzün değişen sosyal ve ekonomik koşullarına uygun olarak
hazırlanmış bulunulan Türk Medenî Kanununun temel özellikleri şöyle
sıralanabilir: Her şeyden önce, bugünkü görüşmelerde üzerinde ağırlıklı olarak durulan
ayrıntılı bir gerekçe, bu tasarının baş tarafında yer almaktadır. 300 sayfalık
bu tasarıda, önce, genel gerekçe, Türk Medenî Kanunu Tasarısının neden
yenilenmek durumunda olduğunu açıklamaktadır. Maddelerle ilgili gerekçelerde
de, 1 030 maddeyle ilgili ayrıntılı açıklamalar yapılmıştır. Genel gerekçede, 1926 yılında zamanın Adalet Bakanı rahmetli Mahmut Esat
Bozkurt tarafından hazırlanmış olan "esbabı mucibe layihası" yani
gerekçe, bugünün diliyle sadeleştirilerek ve özetlenerek alınmıştır. Bu özetin verilmiş olması çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Bazı
arkadaşlarımız, tasarı gerekçesinin özetlenmiş olmasını, bazı arkadaşlarımız
ise, böyle bir tasarıya bu gerekçenin konulmuş olmasını eleştirmişlerdir.
Aslında, 1926 yılında Türk hukuk devriminin simgesi olarak kabul edilen Türk
Medenî Kanununun gerekçesi, aynı zamanda, hukuk devriminin gerekçesidir. Bu
gerekçe, teokratik hukuk düzenine dayalı, yani din temellerine dayalı bir hukuk
sisteminden, laik temellere dayalı bir hukuk sistemine geçişin gerekçesidir. Bu
gerekçenin özü, din kurallarının değişmez olduğu, oysa, çağın ihtiyaçlarına
göre her zaman yeni kurallara gereksinme duyulacağı, o nedenle, yeni hukuk
kurallarının yapılması gerektiğidir. Kısacası, din kurulları değişmez, ama,
zamanla hukuk kuralları değişir. Hatta, bugün bazı arkadaşlarımızın bir hukuk
abidesi olarak nitelendirdikleri ve şüphesiz Türk hukuk tarihinde özel bir yeri
olan Mecellede dahi, zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişeceği açıkça
belirtilmiştir. İşte bu gerekçede, din kurallarının değişmezliği karşısında ilerlemek
isteyen toplumların, insan aklının ortaya koyduğu ve her zaman, şimdi yaptığımız
gibi, ihtiyaçlara göre, gereksinmelere göre değiştirebileceği kurallardan oluşan
bir hukuk sistemine geçmenin zorunluluğu ifade edilmiştir. Bu gerekçede
kullanılan bazı ifadelerin, İslam Dinine veya genel olarak dinlere, inançlara
bir saygısızlık olarak gösterilmesi doğru değildir. Burada, sadece, din
kurallarının değişmez özelliği ve o nedenle de, dinin, insanların vicdanlarında
yer alması gereken bir yüce değer olduğu belirtilmiştir; ama, toplumlar
değişiyor, düşünceler değişiyor, görüşler değişiyor, yeni ihtiyaçlar ortaya
çıkıyor, bunları karşılayacak yeni kurallara ihtiyaç vardır; bu belirtilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunun, çok şanlı devirlerden sonra nasıl
bağımsızlığımızı yitirebileceğimiz bir noktaya sürüklendiği herkesçe
bilinmektedir. Bu çöküşte, yüzyıllarca süren yanlış inançların, hurafelerin,
batıl düşüncelerin yerini ve rolünü hiç kimse inkâr edemez. İşte, bu gerekçede
sözü edilen batıl inançlar, yanlış inançlar bunlardır. Hiç kimse, bu
nitelendirmeleri İslam Diniyle özdeşleştirmemelidir. Dinin yeri yücedir ve
insanların vicdanındadır. O bakımdan, bu gerekçenin, sanki inançlara ve dinî
duygulara saygısızlık olarak gösterilmesi yerinde değildir; bu gerekçe, bir
tarihî belgedir. Türk hukuk devriminin niçin ve hangi koşullar altında
yapıldığını ve bugün de bize izlememiz gereken çizgiyi nasıl gösterdiğini
belirtmek için, özet olarak, gerekçe, yeni Türk Medenî Kanunu Tasarısının
gerekçesinde de yer almıştır. Burada, 1926'da yazılan gerekçenin özü tam olarak verilmiştir. Özden
herhangi bir vazgeçme söz konusu değildir; ama, bugünkü kuşakların rahatlıkla
anlayabileceği bir dille ve amacı ifadede yeterli olan ölçüde bu gerekçe
tasarıda yer almış bulunmaktadır. Tabiî, bu, sadece, Türk hukuk devriminin
1926'daki başlangıcını göstermek bakımından, çıkış noktasını göstermek
bakımından konulmuş olan bir gerekçedir; yoksa, biz, hâlâ, 1926'da değiliz;
bugün, biz, hukuk devrimini daha ileri bir çizgiye getirmek zorundayız. İşte,
bugün getirilen tasarı da bunu yapmaktadır. Bu tasarı, 1926'da, henüz, o zamanki ihtiyaçlara göre, o zamanki
anlayışlara göre gerekli görülmeyen veya başka ülkelerde de zaten uygulaması
olmayan birtakım yeni ilkeleri hayata geçirmektedir. Bunların başında,
kadın-erkek eşitliği gelmektedir; bu, her alanda gerçekleştirilmiştir. Şimdi, bu tasarının dili üzerinde de, söz alan arkadaşlarımız özellikle
durmuşlardır; hatta, bazı arkadaşlarımız, bu tasarıyla, kuşaklar arasında bir
kopukluk ortaya çıkacağını ifade etmişlerdir, bugünkü kuşakların dahi bu
tasarıyı anlamakta güçlük çekeceğini söylemişlerdir. Ben, size şunu tavsiye
etmek isterim: Bu akşam, Türk Medenî Kanununun yürürlükte olan metni ile Yüce
Meclisin görüşmekte olduğu tasarıyı, çocuğunuza veya yakınlarınıza, gençlere
okutturunuz ve onların hangi metni ne ölçüde anladığını bizzat kendiniz
görünüz. Bu tasarıda yaşayan dil kullanılmıştır. Bu tasarının Anayasa diliyle
yazıldığı gerekçede ifade edilmiştir. Bazı arkadaşlarımız, Anayasada olmayan
sözcüklerin de kullanıldığını söylemişlerdir; doğrudur, Anayasa 177 madde ve 16
geçici maddeden oluşan bir metindir; oysa, Türk Medenî Kanunu Tasarısı 1 030
maddeden oluşuyor. Elbette, bir anayasa metninde geçen bütün sözcükler medenî
kanunda bulunamaz veya bir medenî kanunda yer alan bütün terimler anayasada yer
almaz. Burada söylenmek istenen, Anayasa dilinin ölçü olarak alındığıdır. O
ölçü, yaşayan dildir, o ölçü, halkımızın anlayacağı, herkesin anlayacağı ve
gerek yargı kararlarında gerek bilimsel eserlerde kullanılan dildir. Şüphesiz, her alanda olduğu gibi, hukukta da, kendine özgü terimler
vardır; bu terimlerin özel anlamları vardır. Bu, Türk Medenî Kanunu Tasarısı
bakımından da geçerlidir; ama, şunu ifade etmek isterim ki, bu tasarıda, bugün,
yargı kararlarında rastlamayacağınız veya bilimsel eserlerde bulamayacağınız
hiçbir terim kullanılmamıştır. Bu tasarı, bütünüyle, Türk hukuk dilinin bugün
ulaştığı noktadaki terminolojiyi ve
ifadeleri yansıtmaktadır. Tasarı, bu
düşünceyle kaleme alınmıştır. Bu arada, bazı arkadaşlarımız, çeşitli örnekler vermek suretiyle ve
biraz da abartmalı olarak, bazı sözcüklerin, tasarıda, isabetli karşılıklarla
ifade edilmediklerini öne sürmüşlerdir. Bunlar arasında, örneğin
"özgüleme" sözcüğü üzerinde durulmuştur. Bu sözcük, tahsis anlamında
kullanılmıştır. Özellikle, vakıflarda, vakıf amacı için yeterli malların
özgülenmesinden söz edilmiştir. Bu, hem yargı kararlarında, hem bilimsel
eserlerde kullanılan bir sözcüktür. Bu arada, bir arkadaşımız, Türk Medenî Kanununun 6 ncı maddesindeki
"iddia" sözcüğü yerine, yeni tasarıda "olgu" sözcüğünün
kullanıldığını ve kime sorduysa, herkesin hayret ettiğini söylemiştir. Aslında,
6 ncı maddede kullanılan sözcük, tam olarak "iddia" da değil;
"müddea" sözcüğü; yani, iddia edilen şey anlamında bir sözcük
kullanılmaktadır. Burada şunu belirtmekte yarar var: Türk Medenî Kanunu Tasarısı yeniden
hazırlanırken, hiçbir aşağılık duygusuna kapılmaksızın, kaynak İsviçre Kanunu
dikkate alınmış, çağdaş diğer kanunlar göz önünde bulundurulmuştur. Bu arada, 1926'da Türk Medenî Kanunu alınırken yapılan çeviri yanlışları
üzerinde de durulmuştur. Türk Medenî Kanununun 6 ncı maddesini, kaynak İsviçre
Medenî Kanununun 8 inci maddesiyle karşılaştırdığınız zaman, çevirinin eksik
olduğunu görürsünüz. İsviçre Medenî Kanununun 8 inci maddesini daha tam olarak
karşılayan metin, şimdi, tasarıdaki 6 ncı maddedir. Orada, bir kimsenin,
hakkını dayandırmak için iddia ettiği olguların varlığını ispatlaması gerektiği
hükme bağlanmaktadır. "Olgu" bilindiği gibi, Türkçe'de
"vakıa" karşılığı olarak kullanılmaktadır ve İsviçre Medenî Kanununda
yer alan sözcük de, gerek Fransızca metninde, gerek Almanca metninde
"olgu" sözcüğünün tam karşılığı olan sözcüktür. Gerçekten,
Fransızca'da "les faits" ve Almanca'da "tatsache"
sözcükleri bu kavram için kullanılmıştır. Öte yandan, bir arkadaşımız, Türk Medenî Kanunu Tasarısının 25 inci
maddesinde, hukuka aykırı saldırıdan söz edilmesini yadırgamıştır. Bu, yeni
değil; çünkü, Türk Medenî Kanununa 1988 yılında 3444 sayılı Kanunla eklenen
24/A maddesinde "hukuka aykırı tecavüz" kavramı zaten kullanılmış
bulunmaktadır. Şimdi, yenilik "tecavüz" yerine "saldırı"
sözcüğünün kullanılmasından ibarettir. Dil konusunda, bir arkadaşımız da "hüsnüniyet" sözcüğü yerine
"dürüst davranma" sözcüğünün kullanılmasını eleştirmiştir. Aslında,
bugün, Türk Medenî Kanununun 2 nci maddesinde "Genel hükümler" kenar
başlığı yer almaktadır. Metinde ise "hüsnüniyet kaideleri"nden söz
edilmektedir. Yeni tasarıda, bunun yerine, İsviçre Medenî Kanununun Almanca
metnine uygun olarak, dürüst davranıştan söz edilmiştir. Bu "Treu und
Glauben" kavramının karşılığıdır. 3 üncü maddede ise "iyiniyet"
sözcüğü aynen korunmuştur. Yürürlükteki Medenî Kanunun 3 maddesinin kenar
başlığı "Hüsnüniyet" tir, tasarının 3 üncü maddesinin kenar başlığı
da "İyiniyet" tir. Hukukumuzda, şimdiye kadar, her ikisi için
"hüsnüniyet" sözcüğünün ya da "iyiniyet" sözcüğünün
kullanılması nedeniyle, bunları birbirinden ayırmak için "objektif
iyiniyet" ve "sübjektif iyiniyet" ayırımı yapılırdı. İşte, buna
yer bırakmamak için, kavramları daha belirgin olarak ifade etmek üzere, gerek
yargı kararlarında gerek bilimsel eserlerde "objektif iyiniyet
kuralları" yerine, zaten "dürüstlük kuralları" kavramı
kullanılmaktadır. "Sübjektif iyiniyet" yerine de sadece
"iyiniyet" sözcüğünün kullanılması yeterli olacaktır. Bu arada, aynı arkadaşımız, kan akrabalığı, ile kan hısımlığı ile kayın
hısımlık arasındaki terminoloji farkını eleştirirken, bizim dilimizde hiç
olmayan bir sözcük de üreterek, yapılan çalışmayı belki yersiz göstermek
amacıyla "kayınbaldız" ifadesini kullanmıştır. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Bakan "baldız" lafını hiç
duymadınız mı siz?! ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Duydum; ama
"kayınbaldız" sözcüğünü Yüce Meclis ilk defa sizden duymuştur. BAŞKAN - Müdahale etmeyelim lütfen. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -Efendim, bence öyle olur. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Şimdi, böyle bir şey yok,
tasarıda böyle bir şey yok. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Ne diyeceksiniz, o zaman? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bazı dillerde, örneğin
İngilizce'de, father-in-law, mother-in-law,son-in-law, brother-in-law, bir dizi
olarak... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Bakan, gelin, elin dilini bırakın, bizim
dilimizi kullanın. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bunlar
"kayınpeder", "kayınvalide", "kayınbirader"
sözcüklerinin karşılıkları. Kız kardeş için de var; sister-in-law; ama,
Türkçe'de bu yok. Türkçe'de baldız sözcüğü var ve tasarı da böyle bir sözcük
üretmemiştir. Bunu siz ilk defa Yüce Meclisin önünde telaffuz ettiniz. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, bunu üretin demedim Sayın Bakan. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Enişte de var. BAŞKAN - Efendim, müdahale etmeyin. Tamam... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Siz, bir varsayımla, böyle
bir sözcük kullanılsaydı... Böyle bir sözcük kullanılmadı... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Neticesi ne çıkar dedim efendim, beni yanlış
anladınız. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Hayır, bu tasarıda yer
almayan bir sonucu, siz, burada, Türkçe'de olmayan bir sözcük üreterek meydana
getirmeye çalışıyorsunuz. Bu doğru değil. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sıhriyetin karşıtı olur. BAŞKAN - Arkadaşlar, müdahale etmeyelim, rica ediyorum. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Şimdi, bir yandan da,
tasarıda bazı eski terimlerin de kullanıldığı eleştiri konusu olmuştur. Bu da
tasarıyı hazırlayanların, ne kadar dikkatli ve bazılarının iddia ettiği gibi
ideolojik amaçlardan uzak hareket ettiklerini gösterir; çünkü, bu tasarı
hazırlanırken, yaşayan dil kullanılmıştır. Yargı kararlarında, bilimsel
eserlerde yerleşmiş sözcükler ve terimler kullanılmıştır, yerleşmemiş olanlar
için zoraki karşılık üretilmemiştir, böyle bir yola gidilmemiştir. Bu tasarıda
kullanılan her sözcük, bugün, Türk hukuk terminolojisinde kullanılan
sözcüklerdir. Söz alan arkadaşlarımızın hemen hepsi hukukçudur. Eğer,
gelişmeleri biraz yakından izlerlerse, kullanılan dilin, kullanılan
terminolojinin bugün Türk hukuk dilinin ulaştığı durumu tam olarak yansıttığını
kendileri de göreceklerdir. Bu arada, bir arkadaşımız, kanunun 1 inci maddesinde, yürürlükte olan
metinde, lâfzıyla ve ruhuyla temas edilen bütün meselelerde uygulamadan söz
edildiğini; oysa, yeni tasarıda, kanunun sözüyle ve özüyle değinilen bütün
konularda uygulama alanı bulacağını bir eleştiri konusu olarak dile getirdi.
Hepiniz takdir edersiniz ki, burada kullanılan "ruh" sözcüğü mecazî
anlamda kullanılmıştır. Yoksa, insan ruhuyla, buradaki kanunun ruhu aynı şey
değildir. Örneğin, Montesquieu'nun "Kanunların Ruhu" kitabını herkes
okumuştur. Fransızca metinde kullanılan sözcük de "l'esprit"tir;
yani, mecazî anlamda ruhtur. Buna karşılık, İsviçre Borçlar Kanununun Almanca
metninde "söz veya yorum" ifadesi kullanılmıştır; "Wortlaut oder
Auslegung" kavramı kullanılmıştır. Dolayısıyla, buradaki "sözüyle ve
özüyle" ifadesi, herhangi bir sınırlama getirmemiştir. Burada bir arkadaşımız, "mahfuz hisse" yerine "saklı
pay" teriminin kullanılmasını eleştirmiştir. Şimdi, mahfuz hisse, miras
bırakanın, üzerinde tasarruf edemeyeceği, yani, yasal mirasçılar için saklı
tutulan payı göstermektedir. "Mahfuz" sözcüğü, bugün, birçok yasada
da "saklı" sözcüğüyle karşılanmaktadır. Örneğin, eskiden, bir yasanın
bir hükmündeki "şu hükümler mahfuzdur" şeklindeki ifadeler, bugün
"şu hükümler saklıdır" biçiminde karşılanmaktadır. O nedenle,
kullanılan terminoloji, yerleşmiş hukuk diline uygundur. Bu arada, tasarının temel özelliklerine kısaca değinmekte yarar
görüyorum. Bu tasarı, her şeyden önce, Anayasamıza ve Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası
belgelere uygun olarak hazırlanmıştır. Tasarı, 3 Ekim 2001 tarih ve 4709 sayılı Kanunla değiştirilen Anayasa
hükümleriyle de uyum içerisindedir. Örneğin, tasarının dernekler ve vakıflarla
ilgili hükümleri, 4709 sayılı Kanunla değişik Anayasanın 33 üncü maddesiyle
tamamıyla uyum içerisindedir. Bunun gibi, ailede kadın-erkek eşitliğini
belirten maddeler, 4709 sayılı Kanunla Anayasanın 41 inci maddesine eklenen ve
eşler arasında eşitlik ilkesini belirten hükme tamamıyla uygun olarak
hazırlanmıştır. Bu tasarıyla, sivil toplum örgütleri olarak tüzelkişiler, dernekler ve
vakıflar güçlendirilmiştir. Örneğin, tasfiyede, bu amaçla sınırlı olarak
tüzelkişiliğin devamı hükme bağlanmıştır. Derneklerin ve vakıfların
uluslararası ilişkilere girmeleri, bu tasarıda düzenlenmiştir. Eşitlik ilkesi, görüşmekte olduğumuz tasarının temeli niteliğindedir. Bu
eşitlik, her şeyden önce, kadın-erkek arasında ve ailede eşler arasındadır. Bu
eşitlik, evlenme yaşından başlamakta ve bütün evlilik süresince olan ilişkilerde
devam etmektedir. O nedenledir ki, tasarıda, yürürlükteki Medenî Kanunda
kullanılan ve karı-kocanın yükümlülüklerini, haklarını ayrı ayrı gösteren
hükümler yerine eşlerin haklarından ve yükümlülüklerinden söz edilmiştir.
Gerçekten, bu tasarıya göre, eşler, eşit haklara, eşit yükümlülüklere ve eşit
sorumluluklara sahiptirler. Ailenin birliği ve mutluluğu bu eşitlik içinde
gerçekleştirilecektir. Bu eşitliğin maddî temeli olarak edinilmiş mallara katılma rejimi kabul
edilmiştir. Bazı arkadaşlarımız, bu rejimin İsviçre'de uygulanmasında
güçlüklerle karşılaşıldığını, bu rejimin tasfiyesinin anonim şirketlerin
tasfiyesini andıracak ölçüde zor olduğunu ifade etmişlerdir. Hemen şunu ifade
edeyim ki, İkinci Dünya Savaşı ertesinde çeşitli ülkelerde medenî kanunlarında
yapılan değişikliklerle kabul edilen mal rejimlerinde eşlerin evlilikten sonra
edindikleri mallarda ortaklıklarını veya bu edinimlere karşılıklı olarak
katılmalarını düzenleyen sistemler geliştirilmiştir. Örneğin, Almanya, 1957'den
itibaren kazanç ortaklığı sistemini uygulamaktadır; İsviçre, 1988'den itibaren,
edinilmiş mallara katılma rejimini uygulamaktadır. Ben, bu iddialar üzerine 23 üncü Avrupa Adalet Bakanları Konferansında
İsviçre Adalet Bakanı Bayan Ruth Metzler Arnold'a İsviçre'de bu sistemin
uygulanmasında herhangi bir zorlukla karşılaşıp karşılaşmadıklarını sordum;
kendisi bana bir rapor gönderdi, bu raporda ifade edildiği gibi, İsviçre'de
sistemin uygulanmasında önemli herhangi bir sorunla karşılaşılmış değildir.
İsviçre'de, 1984 yılında, aralarında edinilmiş mal rejimiyle ilgili
değişikliklerin de bulunduğu çeşitli değişiklikler, Medenî Kanunda yapılmıştır.
Onlarda daha sonra değişiklik önergeleri, değişiklik teklifleri veya tasarıları
geldiği halde, mal rejimiyle ilgili herhangi bir değişiklik teklifi
yapılmamıştır. Bu, sistemin uygulandığını ve uygulamada bir sorunla
karşılaşılmadığını göstermektedir. Yine, bana gönderilen ve daha önce, Adalet Komisyonunun bütün üyelerine
dağıtmış olduğumuz raporda, mahkemeler önüne de önemli bir uyuşmazlığın
gelmediği vurgulanmıştır. Dolayısıyla, bu sistemin uygulanmasında, kaynak
İsviçre'de herhangi bir sorunla karşılaşılmamıştır. Bugün, artık, mal ayrılığı rejiminin, kadın ve erkeğin eşit haklarla,
eşit yükümlülüklerle, eşit sorumluluklarla yer aldığı evliliklerde sürdürülmesi
mümkün değildir. Bu rejimin, özellikle kadınlar aleyhine işleyen haksız yönleri,
herkesçe bilinmektedir. Bir evliliğe bütün ömrünü veren, evin sadece işlerini
değil, sadece yemeğini, çamaşırını değil, sadece çocuk bakımını değil, aynı
zamanda, köylerde tarladaki işini de yapan ve ... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakan, süreniz doldu, 2 dakika eksüre veriyorum. Geriye
kalanını da sorularda cevaplandırırsınız efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - ... şehirlerde, aynı zamanda,
belki, bir görevde çalışan kadının, hâlâ bu evlilikte, karşılıklı destekle
yaratılan değerlerden pay almaması, hiçbir şekilde haklı görülemez. O
nedenledir ki, hükümetimiz, bu tasarıda, edinilmiş mallara katılma rejimini
benimsemiştir. Tasarının diğer özellikleri arasında, işletmelerin bütünlüğünün, verimli
işletilmesinin sağlanmasını amaçlayan hükümlere yer vermiştir. Özellikle
evlilik birliğinde, mal rejimlerinin, hiçbir şekilde işletmelerin bölünmesine,
parçalanmasına yol açmayacak düzenlemeler getirilmiştir. Bu tasarıyla, mülkiyet ve miras hakkını koruyucu, miras bırakanın
tasarruf özgürlüğünü genişletici hükümler getirilmiştir. Tasarıyla, kredi
sistemine bir zenginlik getirecek olan yeni araçlar getirilmiştir. Örneğin,
kredilerin güvencesini güçlendirmek için taşınır rehni düzenlemiştir. Yabancı
para üzerinden ipotek, yabancı para üzerinden taşınmaz rehni yeni baştan ele
alınmıştır. Bütün bu çalışmalarda ülke koşulları dikkate alınarak 75 yıllık bir
uygulamada ortaya çıkan sorunlara bu dönemdeki yargı kararları, bilimsel
görüşler ve çağdaş hukuktaki düzenlemeler ışığında çözümler getirilmiştir. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım, süreniz bitti efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Tasarı, medenî hukukta 75
yıllık gelişmeleri... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakanım, isterseniz bölümlerde de konuşacaksınız,
sorulara da cevap vereceksiniz... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Müsaade eder misiniz Sayın
Başkan... BAŞKAN - 2 dakika verdim Sayın Bakan. (ANAP sıralarından "Meclisi
selamlasın" sesleri) Peki. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, 4 dakikayı iki
defa kullanan arkadaşımız oldu, onlara müsamaha gösterdiniz. BAŞKAN - Onlar birbirine hediyede bulundular da onun için. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Ben, bu kanunun ileride
yorumlanması bakımından önem taşıyan bazı açıklamalar yapıyorum. O nedenle,
izin verirseniz, en azından, bu tasarıların hazırlanmasına katkıda bulunan
değerli bilim adamlarımıza, değerli yüksek yargı mensuplarımıza, Adalet
Bakanlığının emektar bürokratlarına huzurunuzda teşekkür ediyorum. Bu tasarıyı
Yüce Meclise sevk eden 57 nci Hükümetin Başbakanına ve Bakanlar Kuruluna teşekkür ediyorum. Bu tasarıyı, büyük bir titizlikle madde madde görüşen Adalet
Komisyonunun Başkan ve üyelerine teşekkür ediyorum ve bu tasarıyı, burada, her
yönüyle değerlendiren, eleştiren ve özelliklerini belirten, dolayısıyla,
Türkiye'ye böyle büyük bir hukuk eseri kazandırma sürecine katkıda bulunan
bütün grup sözcülerine, bütün milletvekili arkadaşlarımıza içtenlikle teşekkür
ediyorum. Bu tasarı yasalaştığı takdirde, Türkiye, 21 inci Yüzyıl koşullarına
uygun yeni bir Türk Medeni Kanununa kavuşmuş olacaktır. Bu eser hepimizin
olacaktır. Bu anlayışla, hepinizi saygıyla selamlıyorum ve hepinize teşekkür
ediyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Sayın Işılay Saygın, tasarı üzerinde son konuşmayı, zatıâliniz mi
yapacaksınız, Sayın Bıçakçıoğlu mu yapacak? ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Ben yapacağım efendim. BAŞKAN - Buyurun Sayın Orhan Bıçakçıoğlu. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi şahsım adına saygılarımla selamlıyorum. Yine böyle bir ekim günü, bundan yetmişbeş yıl önce yürürlüğe giren Türk
Kanunu Medenisi, sevabıyla günahıyla yerini yeni Türk Medeni Kanununa bırakmak
üzeredir. 1 030 maddelik böylesine temel bir tasarının yasalaşmasının onur ve
gururu 21 inci Dönem Parlamentosuna aittir. Bireylerin, doğumundan ölümüne kadar bütün hayatını ilgilendiren bir
temel kanundur bu. Bu aşamaya gelmesinde katkısı olan herkese şükranlarımı
sunuyorum. Asıl konuma geçmeden önce, bütün konuşmacıların üzerinde durduğu dil
konusunda bir şeyler söylemek istiyorum. Kanunun diliyle bu şekilde oynanmasını, güzel Türkçemize yapılmış bir
haksızlık olarak değerlendiriyorum. Unutulmamalıdır ki, dil, bir milleti millet
yapan en önemli unsurlardandır; Ziya Gökalp'in dediği gibi, Türkçeleşmiş
Türkçedir.; yani, hangi dilden, hangi kökten gelirse gelsin, zaman süreci
içerisinde Türkçenin fonetiğine uyumlu hale gelmiş ve Türk Milleti tarafından
anlaşılır hale gelmiş kelimelerin değiştirilmesi uygun değildir. Ulu Önder
Atatürk'ün söylediği gibi, Türkiye dışındaki soydaşlarımızla ne tarih ne de dil
köprülerimizi yıkmaya asla hakkımız yoktur. Bu sözü de burada hatırlatmak
isterim. (MHP sıralarından alkışlar) Bu tasarının kalbi, omurgası, yeni mal rejimidir. Bizi TV'lerinin başında dinleyenlerin veya Türk Halkının
büyük bir çoğunluğu, ne yaptığımızı pek anladıklarını zannetmiyorum. Adalet
Komisyonunda görev yaptığım iki yıl boyunca ve bu tasarının gündeme geldiği
zamanlarda üzülerek gördüm ki, kamuoyunun, kamuoyunu bilgilendirecek ve ne
yapıldığını doğru olarak halkımıza yansıtacak olan, başta medyamız ve sivil
toplum kuruluşu olarak ortaya çıkanların odaklandığı yegâne husus, kadın-erkek
ilişkileri olmuştur. Zaman zaman, komisyondaki görüşmeler, içeriğiyle değil, medyatikliğiyle kamuoyunun önüne
çıkarılmıştır. Ben burada, bu tasarının seyrüseferinde yaşadığı bir değişikliği gündeme
getirmeyi bir görev olarak kabul ediyorum. Benden önce 6 siyasî parti grubumuza
ait konuşmacıları dinledik. Hepsi de güzel konuştular; ama, içlerinden birinin konuşması dikkatimi
çekti. Anavatan Partisi Grubu adına konuşan Sayın Işılay Saygın Hanımefendi,
bakan olduğu dönemde, 17 Şubat 1998 tarihinde, kendisinin de içinde bulunduğu
bir komisyonla beraber, zamanın Adalet Bakanı Sayın Oltan Sungurlu'ya tasarıyı
teslim ettiklerini söyledi ve o tarihte, bu tasarıdaki yasal mal rejimi,
paylaşmalı mal ayrılığı olarak yer almıştı. Kim, tasarıya, paylaşmalı mal
ayrılığı rejimini koymuştur? Bu tasarıyı, kırka yakın bilim adamı -ki,
çoğunluğu hukukçu- Prof. Dr. Sayın Turgut Akıntürk hocamız ve Ahmet Kılıçoğlu
hocamızın başkanlığında yapmış oldukları toplantılarda ve Türk hukukçularının
neredeyse tamamının oybirliğiyle, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, Türk Milleti
için, Türk toplumu için uygun görülmüştü. Ne oldu da, iki yılda ne değişti de,
tasarıdaki bu mal rejimi, bir anda, edinilmiş mallara katılma rejimi olarak
değişti?! Şimdi, İstanbul, Ankara, İzmir Hukuk Fakültelerinin medenî hukuk
kürsülerinin birçoğunuza yolladığı fakslar vardır, Adalet Komisyonu üyeleri
olarak bizlere de bu fakslardan geldi ve bu hukuk fakültelerinin bu
kürsülerinde görev yapan hukukçularımızın birçoğu da özellikle bayandır. Her
birisi, Türk milleti için, bizim için, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin daha
uygun olacağı kanaatindedirler; ama, her nedense, gelin görün ki, sesleri,
kamuoyunda pek duyurulmadı ve bastırıldı. Sayın Adalet Bakanımız veya birtakım çevreler "dünyada böyle bir
mal rejimi yok, böyle bir uygulama yok görüşüyle" Türk hukukçularının
yazmış olduğu bu rejimi, bir anda, elinin tersiyle bir kenara itmiş ve
İsviçre'de 1988'den itibaren uygulanmakta olan, edinilmiş mallara katılma
rejimini benimsemişlerdir. Ne acıdır ki, sayın hocam Prof. Dr. Ahmet
Kılıçoğlu'nun başkanlığında oybirliğiyle kabul edilen paylaşmalı mal ayrılığı
rejimi, yine aynı hocamın başkanlığında, Adalet Bakanlığında yüksek müşavir
olarak görevlendirildikten sonra, edinilmiş mallara katılma rejimi olarak
değişmiştir. Şimdi, Sayın Adalet Bakanım, İsviçre Adalet Bakanı bayan bilmem kimle yaptığı
konuşmada, o rejimin çok iyi olduğunu söylüyor. Hiç kimse malım kötü demez;
ama, İsviçreli hukukçular, özellikle uygulamadaki aksaklıkları bizim
hukukçularımıza defalarca fakslamışlardır ve görüş alışverişinde bulundukları
zaman, uygulamadaki aksaklıkları dile getirmişlerdir. Bir de, bunu
uygulayıcılarından dinlememiz lazım. Kadın hakları savunuculuğuna soyunan birkaç kadın köşe yazarımız ve
dünya görüşleri bir olan 100 civarında kadın derneği, mal bulmuş Mağribi gibi
bu rejime dört elle sarılmışlardır; karşıgörüş beyan eden kim olursa olsun,
insafsızca saldırıya geçmişlerdir. Hukukçularımız, biz komisyon üyelerine
yolladıkları fakslarda, bu rejimin, kadını mağdur edeceğini söyleseler de,
seslerini pek çıkaramamışlardır. Sayın Bakanın komisyonda savurduğu istifa
tehditleri, neticede, arzu ettiği değişikliği sağlamıştır. (DYP, AKP ve SP
sıralarından alkışlar) Komisyondaki her partiden arkadaşın, bu rejimin sakıncalarını bildiği
halde, işlerine sinmeye sinmeye oy verdiği inancını taşıyorum. Kadınlarımızın
mevcut kanunla mağdur edildiği bir gerçektir; ama, şimdi, hem kadınlarımızın
hem erkeklerimizin hem çocuklarımızın mağdur olacağı bir rejimi getireceğiz.
Arkadaşlar, bu kitapta yer alan gerekçeleri okuyunuz, muhalefet şerhlerini
okuyunuz, hukukçularımızla görüşünüz; bunun vebali bizimdir çünkü. Türkiye'nin hukukçularına sesleniyorum, Türkiye'nin kadın hukukçularına
sesleniyorum; seslerinizi çıkarınız, görüşlerinizi kamuoyu önünde ortaya
koyunuz. Kimse, eşine mal bırakmamanın kavgasını vermiyor. Eşime bırakacağım
malın, çoluk çocuklarımın rahat yararlanabilmesinin kavgasını veriyorum.
İçinizde şirketlerin tasfiyesinin kaç yıl sürdüğünü bilmeyeniniz var mı?
Davalar açılacak; kadastro davaları gibi, kaç yıl süreceğinden haberiniz var
mı? İşin içine miras hukuku girecek, bundan haberiniz var mı? Veraset
ilamlarının, tapu tescil işlemlerinin ne kadar zaman alacağını tahmin
edebiliyor musunuz? Gelin, hep birlikte bu yanlışı düzeltelim. Annelerimize,
eşlerimize, çocuklarımıza, bürokrasinin ve hukukun savaşını miras olarak
bırakmayalım. Eşlerin, birlikte kazandıklarını huzur içinde kullanmalarını
sağlayalım. Gelecek nesillerin ömrü mahkeme koridorlarında, avukat
yazıhanelerinde, tasfiye kurullarının, bilirkişi heyetlerinin peşinde geçmesin.
Bunun, bürokratik olarak getireceği birtakım engelleri gözden kaçırmayınız. Konuşmamın sonunda, belki, sizleri ikna etmiş olamayabilirim; ama,
inanıyorum ki, bana, bu Meclis 1 saat konuşma fırsatı versin, belki oylarınızı
değiştiremem; ama, vicdanî kanaatlerinizi değiştireceğimden eminim. Hepinize saygılar sunarım. (MHP, DYP, AK Parti ve SP sıralarından
alkışlar) MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Oylarımız da değişti. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bıçakçıoğlu. Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki konuşmalar bitmiştir. Şimdi, soru işlemine başlıyoruz; soruları kısa ve öz soralım. Sayın Yıldırım, buyurun efendim. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın
Bakana aşağıdaki iki soruyu sormak istiyorum: 1- Tasarıda madde numaraları değiştirilmiştir. Bu uygulamada büyük
karmaşa meydana getirecektir. Bu, büyük bir yanlıştır; çünkü, topluma,
insanlara, hâkim ve savcılara, avukatlara maddî ve manevî zarar verecektir. Bu
zararı ve yanlışlığı düzeltmek için, eski madde numaralarını aynen korumayı
düşünüyor musunuz? 2- Medenî Kanunumuzda, toplum için çok önemli konular değişmiştir.
Hâkimlerin, savcıların ve avukatların karar vermede hata yapmamaları ve bir
hakkın haleldar olmaması için, ihtisas mahkemeleri kurmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ediyorum efendim. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yıldırım. Sayın Güven, buyurun efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkanım, 75 yıldır Türkiye Cumhuriyeti
hudutları içinde meri olan bir kanun yerine yeni bir medenî kanun hazırlığı
yapıyoruz. Büyük Atatürk'ün en büyük eserlerinden biridir, bir devrim kanunudur, doğrudur; ancak, bu 75 yıl içinde,
binlerce içtihat, yüzlerce tevhidi içtihat var ve yine bu konuda, Türkiye'de,
bilim adamlarının yazdığı yüzlerce kitap var. Bütün bunları bırakıp, yeni bir
düzene geçeceksek, acaba, bir süre, makul bir süre beklemek uygun mudur?
Yani, 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe
gireceği söyleniyor kanunun; ama, bunun yerine, bir yıl, belki daha fazla bir
sürenin, kanun uygulaması bakımından düşünülmesi Sayın Bakanca uygun görülmekte
midir? Neden... Geçen haftalar içinde anayasa değişikliği yaptık. Yüce Meclis,
Ceza Kanunundaki madde değişikliği yerine anayasa değişikliğini öngördü; yanlış
bir uygulamadır; yani, ölüm cezalarını bir ölçüde kaldırdı. Peki, yargının şu
andaki durumundan Sayın Bakanın haberi var mı acaba? Bir kaos yaşıyor yargı.
Hele, Anayasanın ekonomik suçlarla ilgili bölümleri de gündeme gelince,
binlerce dosya ortada kaldı. Eğer, bunların yerine hemen birtakım hukukî
uygulamalar getirmek söz konusuysa, neden bugüne kadar Adalet Bakanlığında bir
tasarı hazırlanıp da yüksek huzura getirilmedi? Benim endişem şudur: Yeni bir uygulama gelecekse, bir süre verilmeli,
belki, enine boyuna yeni bir tartışma imkânı sağlanabilmeli ve beş altı ay
sonra da, Yüce Meclise tekrar Medeni Kanun değişiklikleri gelmemelidir diyorum. Bu bakımdan, hem de Ceza Kanununun uygulamasındaki aksaklık, noksanlık
ve kaos olayının burada yaşanmamasını diliyorum. Bu bakımdan Sayın Bakan ne
düşünüyorlar? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güven. Sayın Seven, buyurun. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, benim sormak istediğim soruyu
sordular, onun için vazgeçiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seven. Sayın Esengün, buyurun. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakanın
cevaplandırması dileğiyle sorumu tevcih ediyorum. Şu küçük kitapçık "Türkiye'de Kadın 2001" Başbakanlık yayını,
içinde birtakım istatistikî bilgiler var. Buradaki bilgiler çerçevesinde,
Türkiye'de 1 332 044 çiftin, resmî nikâhı olmadan, 1998 yılı verilerine göre,
birlikte yaşadıkları; yani imam nikâhıyla veya dinî nikahla yaşadıkları
belirtiliyor. Bu yeni getirilen tasarıda, bu konuda, gördüğümüz kadarıyla,
hiçbir tedbir, hiçbir önlem yer almamış. İmam nikâhıyla, dinî nikâhla bir arada
yaşayan çiftlerin resmî nikâha bağlanması yönünde Bakanlığın ne gibi tedbirleri
vardır, neler düşünülüyor? Türkiye'de resmî nikâhla dinî nikâhın bir arada
yapılması konusunda Bakanlığın bir düşüncesi ve çalışması var mı? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Ünal, buyurun. NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Bakanıma aracılığınızla şu sorumu sormak
istiyorum: Türk Medenî Yasa Tasarısı, kişiler hukukuyla dernekler ve vakıfları
ilgilendiren, miras hukuku olan, aile hukuku olan ve eşya hukukunu kapsayan;
yani, Türk toplumunu, aileden topluluğa kadar şekillendiren geniş bir yasa
tasarısı. Sayın Bakanım, nedense, bu yasa tasarısı tartışılırken, hep boşanma
üzerine endekslendik ve toplum, bu yasa tasarısını sadece boşanmayla
hatırlıyor. Sizce, gençlere, öncelikle boşanmanın faziletini değil, sevginin ve
birlikteliğin faziletini öğretmemiz gerekmiyor mu? Saygılarımı sunuyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünal. Sayın Toprak, buyurun efendim. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma iki sorum var.
Birinci sorum: Biraz önce İsviçre Adalet Bakanının, kendilerine,
edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanmasında önemli bir zorlukla
karşılaşmadıklarını ifade ettiklerini söylediler. Bu doğru olabilir; ancak,
İsviçre, 4-5 milyon nüfuslu küçücük bir ülke. Yargı sistemi çok hızlı işliyor;
artı, İsviçre, mal birliği rejiminden, daha yakın olan, edinilmiş mallara
katılma rejimine geçti. Biz ise, daha uzak rejimler olan, mal ayrılığından,
edinilmiş mallara katılma rejimine geçiyoruz. Bu anlamda, bu yasa tasarısının,
bizim, İsviçre ile aramızda fazla bir benzerliğin olmadığı konusunu biraz daha
açabilirler mi? İkinci sorum: Sayın Bakanım, 1926 tarihindeki Adalet Bakanının
gerekçesini açıklamaya, düzeltmeye çalıştı. Bunun yerine -zatıâlileri
milenyumun Sayın Adalet Bakanıdır-
keşke, bu açıklamalarını, milenyum Adalet Bakanı olarak, tasarıya sokmuş olsaydı,
biz de o eleştirilerimizi yapmazdık. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Son olarak, Sayın Yılmazyıldız; buyurun efendim. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, aracılığınızla, aşağıdaki
sorumu sormak istiyorum. Son konuşmacı, Sayın Bakanın, eğer, belli değişiklikler olmazsa, istifa
edeceği tehdidini sık sık gündeme getirdiğini ifade etti. Bu hükümetin uygulamalarından pek çok çiftçimiz, esnafımız hapse
girmektedir. M. ZEKİ SEZER (Ankara) - Ne alakası var?! İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Bakan, tehdit yerine, istifa
ederek, Sayın Başbakana da örnek olarak, bu milleti rahatlatmayı düşünürler
mi?! Teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Konuyla ilgisi yok; Sayın Yılmazyıldız, soruyu sormamış oluyor.
AYDIN TÜMEN (Ankara) - Yağ yapıyor, yağ!.. (Gürültüler) BAŞKAN - Arkadaşlar, gürültü etmeyelim rica ediyorum. Buyurun Sayın Bakan. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, tasarıda madde
numaralarının neden mevcut yasadaki sırayı izleyemediği, gerekçede
açıklanmıştır. Aslında, konular, genelde, aynı sırayla düzenlenmiştir. Ancak,
tasarı, çeşitli yeni hükümler getirmektedir; bazı hükümler ise, yürürlükten
kaldırılmaktadır. Eğer, mevcut sıralama devam ettirilseydi, mevcut madde
numaraları devam ettirilseydi, tasarıda bazı yerlerde boşluklar ortaya çıkacak,
bazı yerlerdeyse A, B, C gibi, harflerle aynı madde numaralarını tekrarlarken,
belki alfabenin son harfine gelinecek; ama, o konudaki hükümler tamamlanmış
olmayacaktı. Bu bakımdan, zorunlu olarak, maddeler arasında herhangi bir boşluk
bırakmaksızın , yeni baştan numaralanmaları öngörülmüştür. Bundan dolayı, büyük
bir güçlük çıkacağını düşünmüyoruz. Bazı maddeler zaten eş numaralıdır. Hangi
maddelerin hangi maddelere karşılık olduğu, ayrıca bir listede de
gösterilmiştir. Düşününüz ki, 1926'da, bu kanun, tamamıyla yepyeni bir kanun olarak
çıkmıştır ve o zamanın koşullarında bu kanun başarıyla uygulanmıştır, bugüne
kadar da uygulanagelmiştir. Dolayısıyla, bundan dolayı herhangi bir zorluk
çıkmayacaktır. Her maddeyle ilgili doktrin ve içtihat birikimi de, çok kısa
zamanda, yeni madde numaralarıyla bağlantılı hale getirilebilir, uygulamada bu
çeşit eserlerin de kısa zamanda yayımlandığını göreceksiniz. Bu bakımdan, madde
numaralarının değişmesinden dolayı önemli bir güçlük çıkmayacağını
söyleyebilirim; ama, madde numaralarının yeni baştan teselsül ettirilmesi
tasarının bütünlüğünü sağlamıştır. Bu kanunun uygulanması bakımından, özellikle aile hukukunun yeni
hükümleri, ailenin yeni yapısı ve eşitlik temeline dayalı hükümler, bu arada,
yeni mal rejimlerinin, uygulamada uzman mahkemelerce, uzman hâkimlerce
uygulanmasını sağlamak üzere, en kısa zamanda aile mahkemelerinin kurulmasına
ilişkin bir tasarıyı Yüce Meclise sunmayı düşünüyoruz. Bu konudaki
çalışmalarımız başlamıştır. Sayın Turhan Güven'in sorusuna geçiyorum. 1926'da, yepyeni bir hukuk
düzeni getiren Türk Kanunu Medenîsi, yayımlandığı tarihten altı ay sonra
yürürlüğe girmiştir. O zaman, altı aylık süre yeterli olmuştur. Daha önce
yapılan görüşmelerde de belirtildiği gibi, hazırlanan tasarı, temelde,
yürürlükteki Medenî Kanunun, daha ileri bir çizgide geliştirilmiş bir şeklinden
başka bir şey değildir. Ona, bugünün anlayışına uygun yeni hükümler
eklenmiştir. Bu hükümlerin de kısa zamanda öğrenilmesini sağlamak üzere,
hâkimlerimizin, bu hükümleri de kolay uygulayabilecek bir duruma gelmelerini
sağlamak için, tasarı yasalaştıktan sonra, Adalet Bakanlığı olarak, çok yoğun
bir hizmetiçi program uygulamayı düşünüyoruz. Ölüm cezaları konusu, tamamlanmış bulunan Türk Ceza Kanunu Tasarısının
yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu konuda da, Türk Ceza
Kanunu Tasarısını hazırlamış olan komisyon toplantıya çağrılmıştır. Kısa
zamanda, o tasarıya da son şekli verilerek Bakanlar Kuruluna ve uygun görüldüğü
takdirde Yüce Meclise sunulacaktır. Sayın Esengün'ün sorusuna geliyorum. Tasarıda, bugün olduğu gibi, dinî
nikâhın ancak resmî nikâhtan sonra kıyılabileceği açıklığa kavuşturulmuştur.
Bu, zaten, bir devrim kanunudur; Anayasanın 174 üncü maddesi bunu açıkça
belirtmektedir ve nikâhın geçerliliğinin dinî nikâh kıyılmasına bağlı olmadığı
da, tasarıda açıkça belirtilmiştir. Sayın Nesrin Ünal'ın sorusuna geçiyorum. Tartışılan mal rejimi, sanki,
eşler ayrılacak ve aralarındaki mal bölünecek şeklinde yorumlandı; o nedenle,
bunun üzerinde bir odaklanma olduğu doğrudur; ama, tasarının amacı, sadece mal
rejimini düzenlemek değildir. Tasarının amacı, evliliği, eşit haklara sahip,
eşit yükümlülüklere, eşit sorumluluklara sahip iki insanın ve onların
çocuklarının mutlu birliği olarak düzenlemektir. Tasarı, bu konuda, gerekli
bütün hukukî tedbirleri getirmiştir; ama, bir evliliğin mutlu olarak
sürdürülmesi, sadece hukukî tedbirlerle gerçekleşmez; ama, hukukî açıdan, böyle
bir evliliğin maddî temellerinin de sağlam olması güvence altına alınmıştır. Bu
nedenle de, tartışma, daha çok bu nokta üzerinde yoğunlaşmıştır; ama, tasarı,
sadece bununla ilgili hükümler getirmemiştir. Bu tasarı, insan ilişkilerini,
doğum öncesinden, ölüm sonrasına kadar, her yönüyle düzenleyen bir tasarıdır. Sayın Toprak'ın sorusuna geliyorum. Sayın Toprak'ın, Türk Medenî Kanunu tasarısı gerekçesinde yer
verilmesini eleştirdiği 1926 tarihli gerekçede belirtildiği gibi, bu tasarının
uygulanmasında da herhangi bir zorluk yaşanmayacaktır. İsviçre, 5 milyon nüfusa
sahip; ama, üç ayrı etnik gruptan oluşan, üç ayrı dil konuşulan bir ülkedir, üç
ayrı resmî dili olan bir ülkedir; ama, orada, bu sistem başarıyla
uygulanmaktadır. BAŞKAN - Efendim, zaten, arkadaşımız yok Genel Kurul salonunda,
cevaplandırmayabilirsiniz. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Ben, genel olarak,
tutanaklara geçmesi için konuşuyorum. Ayrıca, mal birliğinden böyle bir sisteme geçilmiş olması, şüphesiz,
İsviçre için bir kolaylıktır; ama, biz, şimdi, mal ayrılığı sisteminden böyle
bir sisteme geçiyoruz. Aslında, getirilmekte olan sistem, mal ayrılığının
geliştirilmiş bir şeklidir; çünkü, bu sistemde de, eşlerin kişisel malları ayrı
kalacaktır. Eşlerin, edinilmiş mallar üzerinde de mülkiyet ve tasarruf hakları
vardır. Sadece, evliliğin herhangi bir sebeple sona ermesi durumunda, edinilmiş
malların safî değerleri itibariyle karşılaştırılmasında ortaya çıkacak olan
artıkdeğere karşılıklı olarak katılma söz konusudur. Dolayısıyla, bu sistemin
uygulanmasında herhangi bir güçlük yaşanmayacağını düşünüyoruz. Söylediğim gibi, ayrıca, en kısa zamanda, Türkiye'de aile mahkemelerini
kurmak istiyoruz ve hâkimlerimize de, bu kanun yürürlüğe girmeden önce yoğun
bir hizmetiçi programı sunmak istiyoruz. Bu çerçeve içinde, bu tasarının ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Sorular cevaplandırılmıştır. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Karar yetersayısının aranılmasını
istiyorum. BAŞKAN - Neyse... İsteyebilirsiniz. Evet, sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki müzakereler
bitmiştir. Bu arada, arkadaşımız karar yetersayısının aranılmasını istemiştir. Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Maddelere
geçilmesini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur. Yalnız, aldığımız karara göre, maddelere geçişine kadar ara vermemiz lazım.
Evet, ne kadar ara vereyim? ("5 dakika" sesleri) 5 dakikada
arkadaşlar gelir mi ki? Peki, birleşime 5 dakika ara veriyorum arkadaşlar. Kapanma Saati: 21.00 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 21.05 BAŞKAN: Başkanvekili Kamer GENÇ KÂTİP ÜYELER: Burhan ORHAN (Bursa), Şadan
ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 11 inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Yasa
Tasarısının tümü üzerindeki müzakereler bitmişti. Maddelerine geçilmesi
sırasında karar yetersayısının aranılması istenmişti. Yapılan sayımda karar
yetersayısı bulunamadığından, birleşime ara vermiştik. Şimdi, yeniden oya sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 7. - Türk Medeni Kanunu Tasarısı ile Türk
Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara
Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört
Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, merak etmeyin, biz de doğrusu neyse onu yapıyoruz, hiç
merak etmeyin değerli arkadaşlarım; çünkü, biz, bu kürsünün kutsallığına inanan
insanlarız. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Biz inanıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi, tasarının maddelerine geçilmesi
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.... Karar yetersayısı vardır;
tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar; SP sıralarından gürültüler) Arkadaşlar, inanmanızı istiyoruz, 143 kişi var. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan "kabul etmeyenler"
demediniz. BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, bakın, ben, size deminden beri
söylüyorum... Saydık arkadaşlarımızla... Ya bize güveneceksiniz... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Bize sormadınız! LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan "kabul etmeyenler" diye
sormadınız. BAŞKAN - Tamam, kabul etmeyenler... Özür dilerim efendim... MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - "Kabul etmeyenler" diye
sormadınız... BAŞKAN - Efendim "kabul edenler" dedim, saydım; "kabul
etmeyenler" demedim mi? MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Demediniz. BAŞKAN - Peki, kabul etmeyenler diye soruyorum. Kabul etmeyenler... Tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir. Değerli arkadaşlar, bakınız, siz duymadınız; aşağı yukarı 6 saattir
burada oturuyoruz, devamlı dinliyoruz. Biz de insanız yani, her şeye böyle
itiraz etmenin de bir anlamı yok; olabilir. Ben "kabul etmeyenler" dedim; herhalde siz duymadınız!.. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Hayır, demediniz. BAŞKAN - Neyse!.. Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek
için, 25 Ekim 2001 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum. Kapanma Saati: 21.09 |
|