Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 73

 

11 inci Birleşim

24 . 10 . 2001 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1. - Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın'ın, kalkınmada öncelikli bölgelerde yarım kalmış yatırımların teşvik edilmesi için çıkarılan 4325 sayılı Kanundan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki son duruma ilişkin gündemdışı konuşması

2. - İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak'ın, milletvekilliğinin düşmesi nedeniyle Genel Kurula veda etmek üzere gündemdışı konuşması

3. - Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım'ın, Türkiye'de tarımın durumu ve çiftçinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 19 arkadaşının, tütün üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/213)

2. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak ve 20 arkadaşının, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde iş yapan ve ikamet eden vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/214)

IV. - ÖNERİLER

A) DanIşma Kurulu Önerİlerİ

1. - Radyo  ve  Televizyon  Üst  Kurulunda  boşalan  üyelikler  için 3984 sayılı Kanun gereğince yapılacak seçimin 30.10.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ve bu birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

2. - 24.10.2001 ve 31.10.2001 Çarşamba günleri sözlü soruların görüşülmemesine, 24.10.2001 Çarşamba günkü birleşimde Türk Medenî Kanun Tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;  Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu  (2/94, 2/232,  2/286, 2/307, 2/310,  2/311,  2/325,  2/442, 2/449) (S. Sayısı: 527)

2. - Kamu  Kurum  ve  Kuruluşlarının  Yurtdışı  Teşkilâtı  Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)

3. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve  Kanun Hükmünde Kararnamelerde  Değişiklik Yapılması  Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı: 666)

4. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı: 675)

5. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal  İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı: 676)

6. - Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve  Kanun Hükmünde  Kararnamelerde Değişiklik Yapılması  Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı: 685)

7. - Türk Medeni Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723)

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, personele ödenen ücretlere ve sosyal imkanlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4301)

2. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M'nde verilen sağlık hizmetlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4302)

3. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M. idarî teşkilâtındaki yönetim kademelerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4303)

4. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M. idarî teşkilâtında ve Vakfında sakat, eski hükümlü ve şehit yakını olarak çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4304)

5. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, Meclis bünyesindeki kâğıt tüketimine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4305)

6. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın emeklilik hakkını elde eden ve emekli olduğu halde halen görev yapan personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4307)

7. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, personelin görev dağılımına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4310)

8. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, personel unvanlarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4311)

9. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M.'nde görev yapan personelin hizmet sınıflarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4312)

10. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, personel atamalarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4313)

11. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, başka kamu kurum ve kuruluşlarında geçici görevle çalışan T.B.M.M. personeline ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4316)

12. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M.'nde geçici görevli olarak çalıştırılan personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4317)

13. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, T.B.M.M.'ndeki temizlik, yemek, kuaför, ayakkabı boyama, park-bahçe bakımı hizmetlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4319)

14. - Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, AB'ne üyelik sürecinde yapılan hazırlıklara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/4321)

15. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Türkiye-İsrail yakınlaşması ile ilgili iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4609)

16. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Zeolit madeni rezervleri ve kullanımına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/4651)

17. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İsrail Başbakanının Türkiye ziyaretine ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4662)

18. - İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı'nın, Uzanlar Şirketince yapılan bazı projelere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı (7/4667)

19. - Konya Milletvekili Hüseyin Arı'nın, Konya-Ahırlı-Akkise Kasabasında meydana gelen olaya ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/4675)

20. - Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan'ın, SSK Doğumevinde yaptırılan ISO 2000 Kalite Belgesi incelemesine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/4742)

21. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, basında çıkan bir habere ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4763)

22. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Bayındır Holdinge Vakıfbank'tan kredi verildiği iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı (7/4771)

23. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, bazı Alman kuruluşlarının Türk vakıf ve dernekleri aleyhine faaliyette bulundukları iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Nejat Arseven'in cevabı (7/4779)

24. - Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, Erzurum Halk Bankası Bölge Müdürlüğünün Trabzon'a nakledilmesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in cevabı (7/4781)

25. - Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, İçel İlinde dokuz hekimin, İller İdaresi Genel Müdürlüğünün yazısı ile görev yerlerinin değiştirilmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/4784)

 


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açıldı.

TBMM Başkanvekili Kamer Genç, Başkanvekili seçilmesi nedeniyle bir teşekkür konuşması yaptı.

Ankara Milletvekili H. Uluç Gürkan, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın ölüm yıldönümü nedeniyle, Türkiye'nin terörizme karşı mücadelede yaşamsal ve belirleyici rolüne,

Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre, Hakkâri'nin sorunları ile alınması gereken önlemlere ,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar;

Bursa Milletvekili Orhan Şen'in, veteriner sağlık teknisyenlerinin sorunları ile alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp cevap verdi.

Görüşmeleri izlemek üzere Genel Kurulu ziyaret eden Hollanda Sosyal Demokrat İşçi Partisi Milletvekili Nebahat Albayrak'a, Başkanlıkça "hoş geldiniz" denildi.

Niğde Milletvekili Mükerrem Levent ve 25 arkadaşının, madencilik sektörünün içinde bulunduğu durum ile bor ve altın madenleri konusunda,

Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek ve 57 arkadaşının, iki medya kuruluşunun karşılıklı olarak yaptığı suçlamaları ve iddiaları araştırmak amacıyla,

Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/211, 10/212) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Uluslararası Demokrasi Enstitüsü Başkanının vaki davetine icabetle, Rodos'ta düzenlenecek olan Doğu Akdeniz Bölgesi III. Genç Parlamenterler Konferansına katılacak Parlamento heyetinde yer alacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Almanya Federal Cumhuriyeti Parlamentosu üyesi ve Tüketici Haklarını Koruma Gıda ve Tarım Komisyonu Başkanı Peter Harry Carstensen'in resmî davetine TBMM'yi temsilen Eskişehir Milletvekili ve Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanı Mahmut Erdir'in icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak'ın, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/299), İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği;

Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/682) ile,

İzmir Milletvekili Güler Aslan'ın, İzmir İlinde Uzundere Adı ile Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/553),

İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği,

Açıklandı.

Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysi Candan, Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, uyguladıkları yanlış politikalarla ülke ekonomisini iflasın eşiğine getirdiği ve Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca TBMM'nin verdiği yetkiyi, halkın desteğini kaybetmesi nedeniyle kullanamayacağı iddialarıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/19) gündeme alınmasının, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği açıklandı.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:

  1 inci sırasında bulunan (6/820),

  2 nci sırasında bulunan (6/821),

  3 üncü sırasında bulunan (6/823),

  7 nci sırasında bulunan (6/829),

  8 inci sırasında bulunan (6/830),

  9 uncu sırasında bulunan (6/831),

10 uncu sırasında bulunan (6/832),

11 inci sırasında bulunan (6/834),

13 üncü sırasında bulunan (6/837),

14 üncü sırasında bulunan (6/843),

Esas numaralı sözlü sorular üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından yazılı soruya çevrildi;

4 üncü sırasında bulunan (6/824) esas numaralı sözlü soruya, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk,

  6 ncı sırasında bulunan  (6/828),

12 nci sırasında bulunan (6/835),

18 inci sırasında bulunan (6/848),

Esas numaralı sözlü sorulara, Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu,

5 inci sırasında bulunan (6/827) esas numaralı sözlü soruya, Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler,

16 ncı sırasında bulunan  (6/846),

38 inci sırasında bulunan (6/874),

45 inci sırasında bulunan (6/885),

Esas numaralı sözlü sorulara İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen,

17 nci sırasında bulunan (6/847) esas numaralı sözlü soruya, Devlet Bakanı Recep Önal,

Cevap verdi; 5, 16, 17 ve 38 inci sıralardaki soruların sahipleri de cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar;

15 inci sırasında bulunan (6/845) esas numaralı sözlü soru, ilgili bakan Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

24 Ekim 2001 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.58'de son verildi.

Kamer Genç

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Şadan Şimşek

Burhan Orhan

 

Edirne

Bursa

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

No. : 17

II. - GELEN KÂĞITLAR

24 . 10 . 2001 Çarşamba

Yazılı Soru Önergeleri

1. - Bursa Milletvekili Kenan Sönmez'in, İran'ın dış ticaretinde  Doğu Karadeniz  limanları yerine Basra Limanına ağırlık vermesine  ilişkin  Ulaştırma  Bakanından  yazılı soru önergesi (7/4975) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001)

2. - Kayseri  Milletvekili Sadık Yakut'un, Türk Merchant Bank'ın faaliyetlerine ve kamu bankalarının yöneticilerine  ilişkin  Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4976) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001)

3. - Sivas  Milletvekili Abdüllatif Şener'in,  yarım kalmış yatırımlara ilişkin  Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4977) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001)

4. - Karabük  Milletvekili  Mustafa Eren'in,  Karabük Turizm İl Müdürlüğünün personel sorununa ve bazı turizm projelerine ilişkin  Turizm Bakanından  yazılı soru önergesi (7/4978) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001)

5. - Karabük  Milletvekili Mustafa Eren'in, KARDEMİR'e   ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4979) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001)

6. - Karabük  Milletvekili  Mustafa Eren'in, safran bitkisi üretimine ilişkin  Tarım ve Köyişleri Bakanından  yazılı soru önergesi (7/4980) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001)

7. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, Karabük İlinde PTT Başmüdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4981) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001)

8. - Bursa Milletvekili Kenan Sönmez'in, Uludağ Milli Parkına ilişkin Orman Bakanından  yazılı soru önergesi (7/4982) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.10.2001)

9. - Aydın Milletvekili Sema Tutar Pişkinsüt'ün, yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında düzenlenen fezlekeye ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/4983) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.10.2001)

Meclis Araştırması  Önergeleri

1. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 19 arkadaşının,  tütün üreticilerinin sorunlarının araştırılarak  alınması gereken önlemlerin  belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci  maddeleri uyarınca bir  Meclis araştırması  açılmasına ilişkin  önergesi (10/213) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001)

2. - Kırıkkale Milletvekili  Kemal Albayrak  ve 20 arkadaşının, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde iş yapan ve ikamet eden vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi  amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci  maddeleri uyarınca bir  Meclis araştırması  açılmasına ilişkin  önergesi (10/214) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.10.2001)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

24 Ekim 2001 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 11 inci Birleşimini açıyorum.

Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır, çalışmalara başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekili arkadaşımıza gündemdışı söz verdim.

Birinci gündemdışı söz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde yarım kalmış yatırımların teşvik edilmesine ilişkin çıkarılan kanunun yasalaşmasından bu yana, bölgedeki son duruma ilişkin gündemdışı söz isteyen, Siirt Milletvekili Sayın Ahmet Nurettin Aydın'a verilmiştir.

Buyurun Sayın Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1. - Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın'ın, kalkınmada öncelikli bölgelerde yarım kalmış yatırımların teşvik edilmesi için çıkarılan 4325 sayılı Kanundan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki son duruma ilişkin gündemdışı konuşması

AHMET NURETTİN AYDIN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kalkınmada öncelikli bölgeler için çıkarılan 4325 sayılı Kanundan sonra, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizdeki son duruma ilişkin düşüncelerimi ifade etmek üzere karşınızdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum ve Sayın Başkanımıza da, bana söz verdiği için teşekkür ediyorum; deneyimli olduğu yeni görevinde de başarılar temenni ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, 55, 56 ve 57 nci hükümetlerin ülkemizi, doğusuyla, batısıyla, sürüklediği noktayı hepimiz biliyoruz. Ben, ülkenin içinde bulunduğu sıkıntıları yine sizlere ifade etmek üzere karşınıza çıkmış değilim; huzurunuzda bu sıkıntıları ifade etmek üzere söz almadım; esas gayem şu: Ülke topyekûn bir sefalete sürüklenmektedir. Onlarca yıldır adı olmayan bir ekonomik savaşın içerisinde, açlıkla karşı karşıya olan ve âdeta açlık boyutunun Afrika ülkelerini aştığı bir dönemde, doğu ve güneydoğu insanının dikkate alınmasını, ihmal edilmemesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bir bütçe dönemine girdik. Bu bütçe döneminde temennimiz, bir sayın bakanın veya Sayın Derviş'in bir bürokratının, imtiyazlı bir bürokratının, bizim Doğu ve Güneydoğuyla ilgili yatırımlara - bizim bu feryadı figanımızı dikkate alarak- belki üç beş kuruş daha ayırabilmesidir; bu düşünceyle buradayız.

Bendeniz, şu ana kadar bacasında duman tüten bir tek fabrikanın mevcut olmadığı, bu krizden sonra işsizliğin yüzde 80'lere ulaştığı, fert başına düşen hâsılanın 1 000 doların altına düştüğü ve yoksulluğun had safhaya vardığı, okuma yazma oranının yüzde 50'nin altında olduğu bir ilin milletvekiliyim, Siirt Milletvekiliyim.

Değerli milletvekilleri, son on onbeş yıldır bölgemizde en az 3 700 yerleşim biriminde 3 milyona yakın insan yer değiştirdi, kendi iradesi dışında yerinden, yurdundan edildi ve bu insanlar değişik yörelere göç etti. Bunlardan, sadece, bölgede kalmaya direnen insanlar da, yegâne geçim kaynakları olan hayvancılıkta, maalesef, hâlâ yaylalarına gidemiyor, hâlâ hayvanlarını meralara gönderemiyorlar.

İkinci dönem milletvekilliği yaptığım bu çatının altında, sadece ben değil, doğu ve güneydoğulu milletvekili arkadaşların, zaman zaman bu kürsüden bölge sorunlarını, bölgenin sıkıntılarını dile getirdiklerine şahit oluyoruz; fakat, maalesef, şu ana kadar bu feryadı figanlara bir kulak verilmedi, dikkate alınmadı. Hepinizin malumu olduğu üzere, kalkınmada öncelikli bölgeler için 15 Nisan 2000 tarihinde 4325 sayılı bir Yasa çıkarıldı. Bu Yasayla, bölgede, kalkınmaya yönelik, yatırımları teşvik edici birtakım muafiyetler getirilmişti; ama, ne var ki, o günden bugüne zaten yasa uygulamaya konmadı ve bildiğiniz gibi, bu yasa 15 Nisanda çıkmasına rağmen, 31 Aralık 2001 tarihine ertelendi. O zamanki hükümet, bu yasanın yürürlüğe girmesine mani oldu, bir düzenlemeyle erteledi. Ben iyi hatırlıyorum, yasayı çıkardığımız tarihin hemen akabinde, bir gazetenin köşe yazarı, bir ekonomi yazarı Sayın Şükrü Kızılot aynen şunu söylüyor: "Bu kanun maliyenin geliri için katrilyonluk bir dinamittir."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydın, size 1 dakika veriyorum; buyurun efendim.

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) - Hükümetin memnuniyetsizliğini burada görüyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, yani, ben, bir Siirt Milletvekili olarak bu teşvik kanununun bir an evvel hayata geçirilmesini istiyorum.

Bildiğiniz gibi 57 nci hükümet döneminde batırılan sadece bir bankanın bu millete, bu milletin alınteri, göznuru olan tam 990 trilyona mal oldu. 2001 yılı içerisinde Siirtimizin yatırım pastasından alabildiği sadece 2,5 trilyondur. Sadece bir bankanın devlete maliyeti 990 trilyonken, 300 000 nüfuslu bir Siirt, 2001 yılının sadece 2-2,5 trilyonundan istifade ediyor.

Saygıdeğer milletvekilleri, devletin temel hizmetlerinden olan sağlık hizmetlerine bakacak olursak, Siirt halkı, Pervarisiyle, Baykanıyla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, lütfen, son sözünüzü söyler misiniz... Rica ediyorum... Son sözünüzü...

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) - Şiddetle ödenek bekleyen yatırımlar var. Ümit ve temenni ediyoruz ki, bunlar dikkate alınarak, mevcut bütçede bunlara bir pay ayrılsın.

Son sözümü burada ifade etmek istiyorum: Ben, daha dün Siirt'ten geldim. Ayağımın tozuyla karşınızdayım, huzurunuzdayım. Siirt halkının ve Siirt bölge halkının bu Meclisten, bu hükümetten bir tek ricası ve bir tek talebi var. Bu talep de nedir: Bu talep -sadece ve sadece, ellerinde bir tek enerji kalmış, bir tek enerji kaynağı güneştir- Allah için, gölge etmesinler, başka bir şey istemiyoruz; bölgeye yapacakları en büyük hizmet, bu hükümetin bir an evvel işi bırakıp gitmesidir diyorlar.

Bu kanaat ve duygularla, hepinizi tekrar selamlıyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aydın.

Gündemdışı konuşmaya cevap verecek herhalde sayın bakan yok. Sayın Adalet Bakanımız da yeni geldi, hükümet sırasında yalnız kendisini görüyoruz.

Herhalde, hükümet, doğu ve güneydoğuya da pek iyi bakmıyor; yani, dün, Hakkâri'nin sorunlarına cevap veren olmadı, doğu ve güneydoğuya da cevap vermediler. (DSP sıralarından gürültüler)

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Yorum yapmayın Başkan!

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Yapmayın Sayın Başkan!..

BAŞKAN - Şimdi, değerli arkadaşlar, yani... (DSP sıralarından gürültüler)

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Böyle değerlendirme hakkın yok!

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Böyle konuşamazsın!

BAŞKAN - Neyse... Bu kadar sinirlenmenize gerek yok. Tabiî ki hükümet gelsin, burada milletvekillerinin yaptığı gündemdışı konuşmalara cevap versin; ben onu diyorum. (DSP sıralarından gürültüler)

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Böyle değerlendiremezsin!

BAŞKAN - Neyse... Değerli milletvekilleri, tartışmayalım şimdi.

Efendim, ikinci gündemdışı söz, Genel Kurulda veda konuşması yapmak isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Ilıcak'a verilmiştir.

Buyurun Sayın Ilıcak. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

2. - İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak'ın, milletvekilliğinin düşmesi nedeniyle Genel Kurula veda etmek üzere gündemdışı konuşması

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Anayasa Mahkemesinin 22 Haziran 2001 tarihli kararı sonucunda, laik cumhuriyete karşı geldiğim iddiasıyla milletvekilliğim düşürüldü. Bu yüzden bir veda konuşması yapmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

1950'lerden itibaren, politika içinden gelen bir ailenin mensubuyum; bu yüzden, siyasî kıyametleri çok yakından yaşadım. Babam rahmetli Muammer Çavuşoğlu, Demokrat Partinin milletvekiliydi, bakandı, 27 Mayısta siyasî yasaklı oldu. Dayım Turhan Kapanlı, rahmetli, Adalet Partisinin milletvekiliydi, bakandı, o da, 12 Eylülde siyasî yasaklı oldu.

"İrtica" kelimesiyle adımın birlikte anılmasını yadırgamamak mümkün değil. Mazim de, kişiliğim de, hakkımda ortaya atılan laik cumhuriyet düşmanı suçlamasını haklı çıkarmaz; bu yüzden, ben de, ailem gibi bir siyasî kazazedeyim dersem, herhalde, haklı sayılırım. Kaderimden şikâyet ediyorum sakın zannetmeyin; çünkü, milletime, haysiyet ve şerefimle hizmet ettiğime inanıyorum ve bu Meclis çatısı altından başım dik olarak ayrılıyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

Merve Kavakçı, seçilmiş ve Yüksek Seçim Kurulu tarafından kendisine mazbatası verilmiş bir milletvekiliydi; kendisiyle birlikte Genel Kurul Salonuna girdim, başka milletvekilleri de benimle birlikte bu salona girdi. Yani, ben, Kavakçı'ya dönüp, senin başın kapalı, sen vebalısın, cüzamlısın, benim yanımda görünme mi diyecektim; böyle bir davranışı katiyen kendime yakıştırmam. Kaldı ki, başörtüsü özgürlüğünü, laikliğin tabiî bir neticesi gibi görüyorum. Bırakınız Meclisten ihraç edilmeyi, boynuma ilmik dahi geçirilse, son nefesimde, yine, inandığım doğruları söylemeye devam edeceğim. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, özgürlüklerin genişletilmesini talep etmek, hiçbir zaman laikliğe aykırı değildir; ama, başörtüsü takma hakkını sadece yaşlı anamız veya köydeki bacımız için istemeyelim. Başörtülü kadın, özgürce siyaset de yapabilmeli, başörtülü genç kızlarımız üniversitelerde hiçbir baskıya maruz kalmadan okuyabilmeli; çünkü, demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet kavramlarının bir sentezidir, farklı dünya görüşlerinin, hayat tarzlarının, farklı amaç ve ideallerin kabulü anlayışına dayanır. Kendi tercihinin yegâne meşru tercih olduğuna inanan, topluma, iyi-kötü, ilerici-gerici anlayışını dayatmaya çalışan hoşgörüsüz insanların elinde demokrasi gemisi karaya oturmaya mahkûmdur; laikliği de bu bağlamda incelemeliyiz. Dinin kamu hayatında her türlü tezahürünü tahdit etmeye yönelik totaliter laiklik anlayışına elbette karşıyız. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) Laiklik, devletin temel nizamının dinî esaslara bir bütün olarak dayandırılmaması anlamına gelir, evet; ama, madalyonun bir başka yüzü daha var; laiklik, dinin ve dindarların özgürleşmesidir, din ve vicdan hürriyetidir. Laik devlet, toplumda var olan görüş farklılıklarının, değişik hayat tarzlarının barışçı bir biçimde sürmesini sağlar. Laiklik, barış şemsiyesidir.

Evet, Merve Kavakçı, görülüş itibariyle ötekini temsil ediyordu; Parlamento çatısı altında görev yapması, eğer müsamaha gösterilseydi, hâlâ diri olan birçok sorunun barış içinde halledilmesini kolaylaştıracaktı. Toplumdaki çoğulculuğun -buna, farklı hayat tarzları da, farklı kıyafetler de dahil- siyasete yansımasına izin verilmeliydi; verilmedi. Hukuku, yürürlüğe konulmuş yasalardan ibaret görmeyelim; çünkü, yasalar, despot bir iktidarı güçlendirmek için de çıkarılmış olabilir. Bir dünya nizamına inanıyorsak, her insanın doğuştan sahip olduğu hakların varlığına da inanmalıyız. Doğal hukuk, kişilere, devlet karşısında, siyasî iktidarın keyfîliği karşısında korunmuş bir özel özgürlük alanı sağlıyor. Bu doğal haklar, hayat hakkıdır, düşünce ve inanç özgürlüğüdür, mülkiyet hakkıdır, adil yargılanmadır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz, 1,5 dakikada tamamlayacağım.

BAŞKAN - Tabiî.. 2 dakika daha eksüre veriyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Estağfurullah...

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) - Ağır bir töhmet altında kaldığım ve hiçbir savunmam alınmadan, laik cumhuriyete karşı olduğum iddiasına maruz bırakıldığım için, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine adil yargılanma ilkesi ihlal edildiği için başvuracağım. Keşke, Meclisimiz, böyle bir haksızlığı telafi edebilse. Yasaksız bir Türkiye'ye adım atmak, aslında o kadar zor değil hepimiz için.

Değerli arkadaşlarım, parlamenterlik hayatımda güç odakları karşısında boyun eğmemeye gayret ettim; ateşten bir gömlek giydiğimi bilerek böyle davrandım. Bir bedel ödeme ihtimali hiçbir zaman gözümü korkutmadı; çünkü, düşündüm ki, ben yanmasam, sen yanmasan nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. Sen de kimsin diye aklınızdan geçirebilirsiniz. Ben, denizde bir katreyim, çölde bir kum parçası bile değil; ama, gagasında su damlası taşıyan güvercin, büyük ateşi söndüremese bile, iyi niyetli bir gayreti temsil eder. Kâbe'ye doğru yönelen kaplumbağanın hedefe ulaşması mümkün değildir; ama, hiç değilse istikameti doğrudur. Ben de, hep inandığım doğruları savundum.

Yassıada mahkemesinde Samet Ağaoğlu, 1950 ile 1954 arasında çıkarılan kanunların hesabını kendisinden soran Hâkim Başol'a "o kanunları bizimle birlikte imzalayan Fethi Çelikbaş niçin aramızda değil" diye sorduğunda, o tarihî cevabı almıştı: "Ne yapalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor." "Siyasî bir kararı hukukî bir temele oturtmak istiyoruz; yani, kılıf arıyoruz" diye konuşan Anayasa Mahkemesi üyesi, Başol'dan sonra, tam kırk yıl sonra fazla bir şey değişmediğini, maalesef, ortaya koydu.

Değerli arkadaşlar, hiç arzu etmemiş olmama rağmen, aranızdan bazı kişileri rencide etmiş, kırmış, öfkelendirmiş olabilirim...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, devam edin efendim; yani, konuşmanızı normal bitirin Sayın Ilıcak.

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) - Bu yüzden, hepinizle helalleşmek istiyorum. Hakkınızı helal edin. Ben de, hakkımı, hem size hem de Anayasa Mahkemesi üyelerine helal ediyorum; ama, maalesef, Anayasa Mahkemesi üyelerine "adaletinizle bin yaşayın" diyemeyeceğim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, DYP, ANAP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ilıcak.

Sayın milletvekilleri, önemli olan, tabiî, halkın oyuyla gelen milletvekillerinin, yine, halkın oyuyla gitmesidir; ama, bir hukuk devletinde birtakım durumlar da olabilir. (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

Sayın Ilıcak'ın milletvekilliğinin düşürülmesine en fazla üzülenlerden birisi de benim. Gerçekten, çok ciddî ve güzel mücadeleler yaptık. İnanıyoruz ki, zaman, haklı olanları başarıya götürür. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

Efendim, üçüncü gündemdışı söz, Türkiye'de çiftçinin ve tarımın durumu konusunda gündemdışı söz almak isteyen Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım'a verilmiştir.

Buyurun Sayın Yıldırım. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

3. - Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım'ın, Türkiye'de tarımın durumu ve çiftçinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde şu anda tarımın durumu ve çiftçinin sorunları hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum. Bana bu imkânı veren Sayın Başkana, Yüce Meclisin değerli üyelerine, aziz milletime, yüzü gülmeyen, eli nasırlı, kendi kaderiyle baş başa bırakılan çiftçi kardeşlerime saygılarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, bir tarım ülkesidir; nüfusun yarısı tarımla uğraşmaktadır. Tarım, dünyanın her yerinde korunduğu gibi, gelişmiş ülkelerde, Avrupa ve Amerika'da daha fazla korunmaktadır. Ülkemizde ise, son üç yıldır, bırakınız desteklemeyi, çiftçi, alınteri, elemeği olan hakkını alamadığı gibi, tasfiye edilmek istenmektedir. Başka bir deyimle, ülkemiz, tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri iken, son üç yılda tarımı ve çiftçiyi bitirme noktasına getiren hükümetin bu yaptığı, ülkeye ve çiftçiye ihanet değil de nedir?!

Sayın hükümet, ülkemizde tarımı nereye götürüyorsunuz; ne yapmak istiyorsunuz; yoksa, tarımı tasfiye mi ediyorsunuz; sebebi nedir; bunu millete izah etmelisiniz.

MUSTAFA MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Tarım tasfiye olmaz.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Öyleyse, gelin, birlikte, çiftçinin şu andaki durumuna ve sorunlarına bir bakalım. Çiftçi, şu anda, Ziraat Bankasına ve Tarım Krediye olan borçlarını ödeyemez, gübre ve tohum alamaz, ekim yapamaz durumdadır. Yaptığınız taksitlendirmeyle, çiftçi borcunu ödeyemez; çünkü, siz, çiftçiyle alay ediyorsunuz. Çiftçinin borcunu ödemesini ve ekim yapmasını istemiyorsunuz. Eğer, sayın hükümet, çiftçiye samimî ise, çiftçi borçlarının taksitlendirilmesini yeniden ele alarak, faizleri durdurmalı, harman ve pancar olmak üzere, altı ayda bir taksit konulmalı ve gecikmiş faizleri kaldırarak, üç yıl taksitlendirilir ise, çiftçi borcunu o zaman öder. Yoksa, Türkiye genelinde olduğu gibi, Eskişehir İli Alpu İlçesi Bozan Beldesindeki çiftçiler gibi, gece jandarma tarafından, borçlarından dolayı cezaevine götürülür.

Ülkemizde, bu yıl, genelde kuraklık vardır. Daha on gün evvel Eskişehir İlinin Sivrihisar İlçesinden 26 muhtar, Günyüzü İlçesinden de muhtarlar geldi. Kuraklık nedeniyle müracaat ettiklerini ve devletten tohum yardımı alamazlar ise, ekim yapamayacaklarını söylemişlerdir. Bu hususta, hükümetin, kurak olan bölgelere yardım yapması gereklidir. Eğer, yapmazsa, çiftçi tohum bulup ekemez.

Taban gübresinin şu anda -DAP- bir kilogramı 330 000 lira olmuştur. Yapılan zam bir yılda yüzde 300'dür. Bu fiyatla hangi çiftçi gübre alarak ekebilir?! Zaten tohum bulan çiftçimizin yüzde 80'i gübresiz ekmektedir. Litresi 927 000 lira olan mazotu nasıl alacaktır?! Ayrıca, sebzecilik de gerekli gübre ve sulama yapılamadığından zor durumdadır. Bu yıl Eskişehir İli Mihalgazi ve Sarıcakaya İlçelerinde de domates üretimi, rekoltesi düşmüş ve çiftçi mağdur durumdadır.

Değerli milletvekilleri, peki "buğday taban fiyatları 164 000 lira olsun" diyerek Sayın Derviş'le kavga ettiğini söyleyen ve çiftçiye karşı siyasî şov yapan Sayın Tarım Bakanımız, çiftçinin buğdayını neden 130 000 Türk lirasından fazlaya satamadığını biliyor mu? Eğer, biliyorsa, sebebini izah etmelidir; çünkü, şu anda buğday fiyatları 190 000 ve 200 000 liradır...

MUSTAFA MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Sayın Tarım Bakanı burada yok, kendisine söyle. O sualin muhatabı Derviş'tir.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Ya un fiyatları neden yüzde yüzlere varan artış gösterdi? Ekmek fiyatları neden yükseldi? Sayın hükümetin bu hususlarda tedbirleri var mıdır? Bunu millete açıklaması gerekir. Eğer tedbir alınmazsa, vatandaş, ekmeği alamaz hale gelecektir.

Hayvancılıkta ise durum daha da kötüdür. Yüzde 25 gerileme vardır. Halen, süt fiyatları üç sene evvelki gibidir. Buna rağmen, yemin torbası 10 milyon olmuştur.

Değerli milletvekilleri, pancar çiftçisinin durumu da aynıdır. Avrupa Birliği ülkelerinde pancar çiftçisi, pancar teslim ettiğinde parasını peşin alır. Bizde ise, bırakınız peşin almayı, çiftçi, pancarı söktü, teslim etti, şeker oldu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Yıldırım, size 1 dakika daha süre veriyorum efendim.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla)- 2 dakika lütfen Başkanım.

Hükümet, şekere yüzde 25 zam yaptı. Halen, teslim olunan pancarın fiyatı belli değil. Pancar tabanfiyatının belirlenmesinde, girdilerin artışı da dikkate alınarak, en az 70 000 Türk Lirası olması gerekir.

Sayın hükümet, en kısa zamanda, acilen, tarımın ve çiftçinin sorunlarına çare bulamazsanız, çiftçiyi meydanlara dökeceksiniz. Ülkeyi karanlığa götüreceksiniz, milleti daha da yoksullaştıracaksınız ve insanları bir dilim ekmeğe muhtaç edeceksiniz. Ülkeyi sosyal patlamaya götüreceksiniz; ama, altında siz de ezileceksiniz.

Değerli milletvekilleri, size, uyanın artık diyorum; uyanın artık ey hükümet, uyanın artık iktidar milletvekilleri!.. Sizin, millete ve ülkeye verebilecek bir şeyiniz kalmadı. Siz bu işi beceremediniz, yapamadınız. Ülkenin ekonomisini IMF'ye teslim ettiniz; ama, milletin hâkimiyetini teslim edemezsiniz. Sizden milletin bir tek isteği vardır; o da, hükümetin gitmesi ve erken seçimdir.

Sayın Başbakanım, size, ülkenin içinde bulunduğu gerçekleri, doğruları söylemiyorlar. Ülke perişan. İnsanlar pazar yerlerinden atıkları topluyor. Millet size güvenmiyor. Uyguladığınız tarım ve ekonomi politikaları yanlış. Sizin programınız, milleti ve çiftçiyi kurtarma programı değil, hükümeti kurtarma programıdır; ama, kendinizi de kurtaramayacaksınız.

Gelin, yol yakınken, ülkeye daha fazla zarar vermeden, ülkeyi erken seçime götürün. Ülkeye yapacağınız en büyük iyilik budur diyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

Gündemdışı konuşmaya cevap verecek Sayın Bakan?.. Yok herhalde.

Böylece, gündemdışı konuşmalar bitmiştir.

Meclis araştırması önergeleri vardır; okutuyorum:

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 19 arkadaşının, tütün üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/213)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde son yıllarda yaşanan ekonomik krizler vatandaşı hayatından bezdirmiştir. Kriz şüphesiz her kesimi vurmuş, ancak, özellikle çiftçilerimizi perişan etmiştir. Yanlış tarım politikaları ve son olarak çıkarılan ve Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen 4685 sayılı Yasayla da, tütün üreticilerinin sorunları karmaşık bir hal almıştır. Üreticilerin sorunlarının araştırılarak ivedilikle alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğümüzün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

  1.- Mahmut Göksu

(Adıyaman)

  2.- Sabahattin Yıldız

(Muş)

  3.- Kemal Albayrak

(Kırıkkale)

  4.- Maliki Ejder Arvas

(Van)

  5.- Mahfuz Güler

(Bingöl)

  6.- Musa Uzunkaya

(Samsun)

  7.- Hüseyin Çelik

(Van)

  8.- Şükrü Ünal

(Osmaniye)

  9.- Ali Sezal

(Kahramanmaraş)

10.- Tevhit Karakaya

(Erzincan)

11.- Özkan Öksüz

(Konya)

12.- Ahmet Nurettin Aydın

(Siirt)

13.- Mehmet Elkatmış

(Nevşehir)

14.- Nurettin Aktaş

(Gaziantep)

15.- İlyas Arslan

(Yozgat)

16.- Dengir Mir Mehmet Fırat

(Adıyaman)

17.- Zeki Ergezen

(Bitlis)

18.-Mehmet Altan Karapaşaoğlu

(Bursa)

19.- Sait Açba

(Afyon)

20.- Osman Aslan

(Diyarbakır)

 

Gerekçe:

57 nci hükümet tarafından hazırlanan ve 20 Haziran 2001 tarihinde TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek, Cumhurbaşkanının onayına sunulan, kısa adı Tütün Kanunu olan 4685 sayılı Yasa 6 Temmuz 2001 günü veto edildi.

Cumhurbaşkanı, gerekçelerinde, yasada üreticileri koruyan hükümlerin olmadığını ifade ederek "Açık artırma yöntemiyle tütün satışının güçlüğü ve artırmada alıcısı çıkmayan tütünlerin nasıl değerlendirileceğinin belirsizliği nedeniyle, tütün üretiminin sona erebileceği, üretimin planlanmasının devletin görevleri arasında olduğu, bu yasayla yerli tütün sanayiinin durabileceği, sektörde kartelleşmeye yol açacağı, Tekel Sigara Fabrikaları ile işletmelerinin değerinin düşeceği ve yok pahasına satılması sonucunu doğuracağı" kanaatini ifade etmektedirler.

Şekerpancarında olduğu gibi, tütünde de yapılan bu düzenleme, önhazırlık yapılmadan, geçiş dönemi planlanmadan, alelacele, hazırlanan bir tasarıdır. Pratikte uygulanmayacak, memlekete ve milletimize zarar getirecektir.

Türkiye'de 2000 yılı itibariyle, 200 000 - 220 000 ton tütün üretilmektedir. Ülkemizde sigara tüketimi 168 000 tondur. Bu tüketimin miktarı 8,4 milyar paket sigara etmektedir.

Ortalama sigara fiyatı 1 milyon liradan kabul edildiğinde, ülkemizde toplam sigara pazarının değer olarak 8,4 katrilyon lira olduğu görülmektedir. Bu değerin yaklaşık 6 katrilyon lirası vergidir.

Bu kesintilerden 6 katrilyonluk vergiyle beraber Savunma Sanayii Fonu, Eğitime Yardım Fonu, Sağlık Hizmetleri Fonu, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonlarına önemli kaynaklar aktarılırken, 300 trilyon liralık tütün üretimiyle uğraşılıp, bu kaynakların tümü yok edilmektedir.

Bu geniş pazarda Tekel devreden çıkınca, tüketici daha pahalıya sigara tüketmek zorunda kalacaktır.

Türkiye'de 600 000 tütün ekicisi bulunmaktadır. Yani, 5 milyon kişinin geçimini ve istihdamını sağlayan tütün üretiminden, onlara bir alternatif göstermeden vazgeçmek demek, büyükşehirlere, varoşlara göç olması ve işsizliğin artması demektir. Bu da sosyal felaket olacaktır. Örneğin, Adıyaman ekonomisinin büyük bir kısmı tarıma dayalı, tarımda da en büyük gelir kaynağı tütündür. Son yıllarda tütüne uygulanan kota nedeniyle tütünden elde ettiğini kazanamayan yoksul ve topraksız yaklaşık 300 000 Adıyamanlı, mağdur edilmiştir.

Avrupa, kırsaldaki nüfusun azalmaması için tütün üreticilerine elde ettiği gelirin yüzde 80'inden fazlasını prim olarak vermektedir. Bu düşünceyle, Avrupalılar, insanları tarım alanında kalmaya teşvik etmektedirler. Ancak, bizdeyse, kırsal kesimde yaşayan ve toplumun en alt gelir seviyesini oluşturan nüfus, çıkarılan yasalarla, âdeta göçe zorlanmaktadır.

Yanlış tarım politikaları nedeniyle açlık ve sefaletle yüz yüze gelen çiftçilerimiz, 4685 sayılı Yasayla da ekonomik ve sosyal anlamda tam bir yıkım yaşayacak; ayrıca da, ülkemizi yabancı tekellerin pazarı haline getirecektir. Tütün üreticilerinin sorunları, bu yasayla daha da karmaşık bir hal almıştır. Bir an önce, Türkiye Büyük Millet Meclisince bir araştırma komisyonu kurularak, milyonlarca insanımızın geçim kaynağı olan tütün üretiminin ve tekel işçilerinin durumu ve geleceği hususunda araştırma yapıp hayata geçirilmesi elzemdir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Diğer araştırma önergesini okutuyorum:

2. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak ve 20 arkadaşının, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde iş yapan ve ikamet eden vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/214)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde iş yapan veya bazı sebeplerle ikamet eden müteşebbislerimizin desteklenmesi gerekmektedir. Bu vatandaşlarımızın faaliyet gösterdikleri ülkelerde kendileri ve aile fertlerinin karşılaştıkları eğitim, sağlık, ekonomik ve hukukî problemlerinin karşılıklı mevzuatlar çerçevesinde çözülmesi gerekmektedir.

Bu nedenle, özellikle Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığa kavuşmasından sonra ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin kardeş ülkelerin bağımsızlığını tanıyan ülke olması sebebiyle karşılıklı ilişkiler çerçevesinde bu problemlerin çözümü için bazı düzenlemelere ihtiyaç vardır.

Kanunun önemine binaen Anayasanın 98 inci ve Meclis İçtüzüğünün 104 üncü maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ederim.

  1.- Kemal Albayrak

 

 (Kırıkkale)

  2.- Bülent Arınç

 

(Manisa)

  3.- Mehmet Ali Şahin

(İstanbul)

 

  4.- Mahfuz Güler

 

(Bingöl)

  5.- Şükrü Ünal

 

(Osmaniye)

  6.- Hüseyin Kansu

 

(İstanbul)

  7.- Sabahattin Yıldız

(Muş)

 

  8.- Maliki Ejder Arvas

(Van)

 

  9.- Mahmut Göksu

 

(Adıyaman)

10.- Hüseyin Çelik

 

(Van)

11.- Ali Sezal

 

(Kahramanmaraş)

12.- Salih Kapusuz

 

(Kayseri)

13.- İrfan Gündüz

 

(İstanbul)

14.- Tevhit Karakaya

(Erzincan)

 

15.- Faruk Çelik

 

(Bursa)

16.- Abdullah Veli Seyda

(Şırnak)

 

17.- Akif Gülle

 

(Amasya)

18.- Osman Aslan

 

(Diyarbakır)

19.- Mehmet Vecdi Gönül

(Kocaeli)

 

20.- İsmail Özgün

 

(Balıkesir)

21.- Mehmet Necati Çetinkaya

(Manisa)

 

 

Gerekçe:

Devletimiz, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde faaliyet gösteren işçi ve işadamlarımızın çalışma hayatından kaynaklanan kardeş ülkeler arasındaki bazı problemleri karşılıklı dostluk ve menfaat ilişkileri içerisinde düzenlemeli ve bunu da belirli kurallara bağlamalıdır.

Bağımsızlığına kavuşmuş bu ülkelerde yatırım mevzuatı ile ilgili gelişmeler görülse de ülkeler arasında çıkarılması gereken yasalara ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu nedenle, bu ülkelerdeki müteşebbislerimizin sıkıntılarının giderilmesi için karşılıklı olarak bazı çalışmaların yapılması gerekir. Gümrük, vize, ulaşım, vergilendirme, güvenlik, sağlık ve benzeri alanlardaki çalışmaların hukukî zemine oturtulması kaçınılmaz olmuştur. Bunlar karşılıklı olarak ortaya konduğundan ekonomik ve ticaret alanındaki gelişmelerde artış olur.

Bu ülkelerdeki ekonomik ve ticarî faaliyetler gözardı edilmemelidir. Buralara yönelik dışticaret politikası geliştirilmeli, dış ticaretimize bağlı yatırım stratejisinin, dış ekonomik ilişkilerimizin temelini teşkil etmelidir. Avrupa ile olan ilişkilerimizin buralarda da uygulanması gerekir.

Buralarda bulunan işadamlarımıza gerekli kolaylıklar sağlanmalıdır. Aksi takdirde, buralardaki yatırım payından gerekli imkânı almamız zor olacaktır.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Danışma Kurulunun önerileri vardır; okutup önce işleme alacağım, sonra oylarınıza sunacağım:

IV. - ÖNERİLER

A) DanIşma Kurulu Önerİlerİ

1. - Radyo  ve  Televizyon  Üst  Kurulunda  boşalan  üyelikler  için 3984 sayılı Kanun gereğince yapılacak seçimin 30.10.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ve bu birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

 

DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ

No : 85              Tarihi: 24.10.2001

Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boşalan üyelikler için 3984 sayılı Kanun gereğince yapılacak seçimin 30.10.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasının ve bu birleşimde sözlü soruların görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun bulunmuştur.

 

 

Ömer İzgi

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

Başkanı

 

Aydın Tümen

Mehmet Şandır

 

DSP Grubu Başkanvekili

MHP Grubu Başkanvekili

 

Nevzat Ercan

Nihat Gökbulut

 

DYP Grubu Başkanvekili

ANAP Grubu Başkanvekili

 

Mehmet Ali Şahin

Yasin Hatiboğlu

 

AK Parti Grubu Başkanvekili

Saadet P. Grubu Başkanvekili

 

BAŞKAN - Öneri üzerinde söz isteyen?.. Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diğer Danışma Kurulu önerisini okutuyorum:

2. - 24.10.2001 ve 31.10.2001 Çarşamba günleri sözlü soruların görüşülmemesine, 24.10.2001 Çarşamba günkü birleşimde Türk Medenî Kanun Tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ

No : 86              Tarihi: 24.10.2001

24.10.2001 ve 31.10.2001 çarşamba günleri sözlü soruların görüşülmemesinin, 24.10.2001 Çarşamba günkü birleşimde Türk Medeni Kanun Tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

 

 

Ömer İzgi

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

Başkanı

 

Aydın Tümen

Mehmet Şandır

 

DSP Grubu Başkanvekili

MHP Grubu Başkanvekili

 

Nevzat Ercan

Nihat Gökbulut

 

DYP Grubu Başkanvekili

ANAP Grubu Başkanvekili

 

Mehmet Ali Şahin

Yasin Hatiboğlu

 

AK Parti Grubu Başkanvekili

Saadet P. Grubu Başkanvekili

 

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü sorular bugün görüşülmeyecek.

Şimdi, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE  KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;  Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı: 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa gelmediği için teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşülmesine başlayacağız.

2. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının görüşmelerine başlayacağız.

3. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları  (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı: 666)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının görüşülmesine başlayacağız.

4. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı: 675)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının görüşmelerine başlayacağız.

5. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal  İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı: 676)

BAŞKAN - Komisyon ?..Yok.

Ertelenmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının  görüşmelerine  başlayacağız.

6. - Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı: 685)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

7. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (1)

BAŞKAN - Komisyon ?.. Burada.

Hükümet ?.. Burada.

Komisyon ve Hükümet yerlerini almışlardır.

Komisyon raporu 723 sıra sayılıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 18.10.2001 tarihli ve 9 uncu Birleşiminde alınan karar gereğince, İçtüzüğümüzün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilen bu kanun tasarısının tümü üzerinde bugün yapılacak görüşmelerde: gruplar, komisyon ve hükümet adına yapılacak konuşmaların 40'ar dakika -bu süre 1'den fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmaların da 10'ar dakika olması kabul edilmiştir. Bu karar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin iç kapağında da yer almaktadır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen arkadaşları okuyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili İsmail Köse, Denizli Milletvekili Salih Erbeyin; ANAP Grubu adına, İzmir Milletvekili Işılay Saygın ve Denizli Milletvekili Beyhan Aslan; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Hatay Milletvekili Ali Günay konuşacaktır.

Şahısları adına, İzmir Milletvekili Işılay Saygın, Bursa Milletvekili Ali Arabacı, Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu söz istemişlerdir.

Sonradan grupları adına konuşma talebi gelince, kendilerine söz verilecektir.

Hükümet ve Komisyon, bir takdim konuşması mı yapmak istersiniz, yoksa, sonradan mı konuşacaksınız? Yani, hükümete bir defa söz vereceğiz de...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sonunda cevap verme olanağını da kullanmak üzere...

                         

(1) 723 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

BAŞKAN - Peki efendim.

Ben, tabiî, bu kanun tasarısının müzakeresine başlarken, cumhuriyetimizi kuran o yiğit cumhuriyetçilerin, bu Medenî Kanunun 1926 yılında kabulü sonrasında, bu kanunun Türkiye'de uygulanmasını sağlayan Mahmut Esat Bozkurt'u, rahmetle, şükranla anıyorum. Gerçekten, Türk Medenî Kanununun Türkiye'de yerleşmesinde, o zaman Adalet Bakanımız olan bu zatın büyük emeği geçmiştir. Bunu da belirtmek istiyorum.

Gruplar adına ilk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Ali Şahin'de.

Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 40 dakika; eşit mi paylaşacaksınız?

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Eşit paylaşacağız.

BAŞKAN - Neyse, siz, 40 dakikayı pek geçmezsiniz herhalde. Onun için...

Buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısı üzerinde, Ak Parti Grubunun görüşlerini arz etmek için huzurunuzdayım. Bu vesileyle, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Medenî Kanun çalışmalarının, Medenî Kanun üzerinde yeniden yapılan çalışmalar sonucu oluşan bu tasarının, Genel Kurulumuzda başarılı bir görüşme sonunda kanunlaşmasını dileyerek sözlerime başlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türk Medenî Kanunu, temel yasalarımızın başında gelmektedir; hatta, ana kanunlarımızdan biri olarak da değerlendirebiliriz. Bu ülkede yaşayan her vatandaşı, hepimizi, doğumdan ölüme kadar, hatta, doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar ilgilendiren temel bir yasadır. 1 030 maddelik bu tasarının geneli üzerindeki görüşlerimizi arz ederken, birtakım sorular sorarak ve bu sorulara cevap vererek meramımı anlatmamın daha doğru olduğunu düşündüm. Önce, Medenî Kanunun ülkemiz ve insanımız açısından önemi nedir, sorusuna cevap vermeye çalışacağım. İkinci olarak, tatbik edildiği 75 yıllık süre içerisinde bu kanun ihtiyacı karşılamış mıdır, kaç kez değişmiştir, sorusuna cevap vereceğim. Diğer yandan, görüşmekte olduğumuz 1030 maddelik bu tasarı hangi gerekçelerle hazırlanmıştır, ne gibi yenilikler getirmektedir sorusuna; ayrıca, hiç şüphesiz ki, bunları söyledikten sonra, parti grubu olarak, bu tasarıda katılmadığımız değişiklikler var mıdır, sorusuna da cevap vermeye gayret edeceğim. Konuşmamın sonunda da, değerli arkadaşlarım -biraz önce de ifade ettim- tüm toplumu ve bireyleri yakından ilgilendiren böylesine temel yasanın yeniden kanunlaşması çalışmaları, toplumda, insanımızda gerekli heyecanı ve coşkuyu uyandırmakta mıdır; eğer uyandıramıyorsa bunun nedeni nedir, sorusuna da cevap vermeye çalışacağım.

Saygıdeğer arkadaşlarım, bilindiği gibi, Türk Medenî Kanunu, eski isimle Türk Kanunu Medenîsi, millî Kurtuluş Savaşı sonunda kurulan cumhuriyet kanunlarındandır, İsviçre Medenî Kanunundan iktibas edilmiştir. Esbabı mucibe layihasında, bu Medenî Kanunun hangi gerekçelerle ve niçin hazırlandığı, niçin İsviçre'den alındığı geniş şekilde ifade edilmektedir. Esbabı mucibe layihası, özet olarak bu tasarıda da yer almıştır. Esbabı mucibe layihasıyla ilgili itiraz ettiğimiz bazı hususları, benden sonra grubumuz adına konuşacak Aksaray Milletvekili ve Adalet Komisyonu üyesi değerli arkadaşım Sayın Toprak dile getirecekleri için, esbabı mucibe layihasıyla ilgili, şu anda, bir değerlendirmede bulunmak istemiyorum.

Türk Medenî Kanunu, yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 yılından sonra, hiç şüphesiz ki, kısmî birtakım uyum zorlukları yaşatmışsa da, temel bir ihtiyacı karşılamış ve günümüze kadar tatbik edilerek gelmiştir. Şu anda hâlâ yürürlükte bulunan Medenî Kanunumuz, dört kitaptan oluşmaktadır. Hukukçu arkadaşlarımız bunu yakinen bilirler. Başlangıç bölümünden sonra, birinci kitap kişiler hukuku, ikincisi aile hukuku, miras hukuku ve eşya hukukudur. Bu sistematik bu tasarıda da aynen muhafaza edilmiştir.

Biraz önce bir soru sormuştum, 1030 maddeden oluşan bu tasarı niçin hazırlanmıştır? Tasarının gerekçesinde, bu soru, çok kısa cümlelerle cevaplandırılmaktadır. Gerekçede "sosyal varlıklardan olan kanunlar da zamanla yaşlanmakta ve günün ihtiyaçlarına gereği gibi cevap vermekte zorlanmaktadırlar. Temel kanunların da belirli bir süre geçtikten sonra baştan aşağıya yeniden gözden geçirilmesi ve yaşanan çağın ve gelişen teknolojinin ihtiyaçlarına cevap verebilir hale getirilmesi kaçınılmazdır" denmek suretiyle, böyle bir tasarının niçin hazırlanmaya ihtiyaç duyulduğu, bu bir iki cümleyle de ifade edilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Medenî Kanunun yürürlüğe girdiği 1926 tarihinden sonra, inceledim, araştırdım, Medenî Kanunumuzda 9 kez değişiklik yapılmış. İlk değişikliğin 15 Haziran 1938 yılında yapıldığını görüyoruz ve bir tek madde de değişiklik yapılmış, evlenme yaşıyla ilgili bir değişiklik yapılmış. Biraz sonra, aile hukukuyla ilgili değerlendirmemi yaparken, buraya yeniden döneceğim. Son değişiklikse, 22 Mayıs 1997 tarihinde, kadının evlendikten sonra kocasının soyadı önünde önceki soyadını kullanmasına imkân tanıyan bir değişiklik yapılmış; ama, en kapsamlı değişikliğin 1990 yılında yapıldığını görüyoruz, 31 maddelik bir değişiklik yapılmış. İşte, şimdi, baştan sona Medenî Kanun yeniden düzenleniyor.

Saygıdeğer arkadaşlarım, görüşmekte olduğumuz tasarının hazırlanması yıllar almış. Bu konuda, bilim adamlarımızdan, tatbikatçılardan oluşan, Adalet Bakanlığının inisiyatifinde, onun da talimatıyla, Medenî Kanun Komisyonu kurulmuş. İşte, önümüzdeki tasarı, bu komisyonun hazırlayarak Adalet Bakanlığına teslim ettiği, Adalet Bakanlığının da bir hükümet tasarısı olarak Meclisimize göndermiş olduğu bir tasarıdır.

Bu tasarıyı hazırlayan komisyon, bu çalışmalar esnasında şu iki hususu hiç gözden ırak tutmamış; tespitlerimizden çıkardığımız sonucu ifade ediyorum: Bir defa, Türk Medeni Kanununun genel yapısı ve sistematiğinin bozulmamasına özen gösterilmiş. İkinci olarak, bazı küçük değişiklikler dışında, mevcut yapı ve sistematik aynen korunmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarıda en dikkat çeken yeniliklerden biri, Medenî Kanunun dilinin sadeleştirilmesidir. Gerçekten, aradan 75 yıl geçmiş olmasına rağmen, 75 yıl önce yürürlüğe girmiş olan Medenî Kanunun dili fevkalade ağırdır. Bugün, bazı maddelerini, kelimelerini, ibarelerini anlayabilmek için lügate bakma ihtiyacını hissediyorsunuz. Bakın, şu elimdeki, Türk Medenî Kanununudur. Şu kitapçığın dörtte 1'i lügatçeden oluşmaktadır. Yani, şunu alan bir kişinin, bu Medenî Kanunu anlayabilmesi için, mutlaka, dörtte 1'ini oluşturan lügate bakma ihtiyacı doğmaktadır. O bakımdan, dilinin sadeleştirilmiş olması isabetli olmuştur. Medenî Kanunun dilinin sadeleştirilmesi yerinde olmuştur; ama, gerekçesinde deniliyor ki: "Bu sadeleştirme yapılırken Anayasa dili kullanılmıştır." Ancak, dikkatli gözlerden hiçbir zaman kaçmıyor ki, ne Anayasada var olan ne de bugün günlük hayatta kullandığımız kelimelerin bu tasarıda yer aldığını görüyoruz; ne Anayasada var böyle bir kelime ne de günlük hayatta kullanabiliyoruz. Mesela "tahsis" yerine bir kelime kullanılıyor: "Özgüleme." Ben bunu hiç duymamıştım, ilk defa duyuyorum; bilmiyorum sizler duydunuz mu. Bunun gibi, Anayasa dili olmayan, günlük hayatta da kullanılmayan birtakım kelimelerin "sadeleştirme" adı altında, Medenî Kanuna girmiş olduğunu görüyoruz, bunu açıkça eleştiriyoruz; ama, hemen şunu da söyleyeyim ki, buna rağmen, sadeleştirmede tam amacına da ulaşılmamış. Mesela, ben tespit ettim, kavram, deyim, terim, sözcük olarak 128 tane kavramın, deyimin ve sözcüğün bugünkü lisana çevrilmesi lazım. Şimdi -önsözünde de var, daha doğrusu gerekçesinde de var- sadece 66 tane kavram, deyim ve terim, bugün kullanılan kelimelerle yer değiştirmiş olmasına rağmen, mesela, 27 tane sözcüğün karşılığı bulunamamış. Feragat, temlik, tevdi, tasarruf, intifa, muacceliyet, gaip, takyit gibi kelimelerin karşılıklarının bulunamadığı gerekçede yazılıyor; bazı kavram ve terimlerin de karşılığının bulunamadığı ifade ediliyor. Mesela, velayet, vasi, kayyım, nafaka, irat, şerh, ihraz, mecra, rehin gibi kelimeleri de, bu tasarı, Medenî Kanunun bünyesinde muhafaza etmeye devam ediyor. Devam gerekçesi de, bunların Türkçe karşılıklarını bulamadık oluyor. Demek ki, sadeleştirme de tam olarak yapılamamış. Belki, yarı yarıya yapılmış olan bir sadeleştirmedir. Hatta, bazı noktalarda da, bugün kullanılmayan kelimelerin, eski ibarelerin ve sözcüklerin yerini aldığını biraz önce ifade etmiştim.

Değerli arkadaşlarım, peki, bu tasarı ne gibi yenilikler getirmektedir? Şimdi, bu soruya cevap vermeye çalışıyorum. Önce, bu Medenî Kanunu değiştiren yasa tasarısında getirilen yeniliklerin aşağı yukarı tamamına yakını, kadın-erkek eşitliğini sağlamak düşüncesiyle getirilmiş olan yeniliklerdir. Bilindiği gibi, Türkiye, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesine dair birtakım uluslararası anlaşmaların altına imza koymuştur; bu bakımdan, yasalarında bu doğrultuda değişiklik yapma mükellefiyeti altına girmiştir. Hatırlayacaksınız, bundan birkaç hafta önce, Anayasada da değişiklik yaptık. Orada da, kadın-erkek eşitliğini sağlayıcı bir cümleyi, ilgili maddesine koyduk. O bakımdan, Anayasanın o maddesi de yürürlüğe girdiğine göre, aslında, buna benzer düzenlemeleri yasalarımızda yapmakla da karşı karşıya kaldık.

Peki, neler yapılmış? Bu soruya cevap vermeye çalışacağım.

Medenî Kanunumuzun başlangıç bölümünde, vesayet altındaki küçüğün ergin kılınmasında, mevcut yasada, şu anda yürürlükte bulunan yasada, vasinin dinlenmesi gerekirken, artık vasi dinlenmeyecek "vesayet ve denetim makamlarının izni yeterli olacaktır" diye bir düzenleme var.

Şimdi, kadın-erkek eşitliğine aykırı bulunan bir cümle, bir fıkra, Medenî Kanundan, bu tasarıyla çıkıyor. O nedir? Mevcut haliyle, Medenî Kanunumuzda "kocanın ikametgâhı karının ikametgâhı addolunur" deniliyor; yani, Medenî Kanuna göre, evli kadının ikametgâhı neresidir, kocasının ikametgâhıdır. Şimdi, bu çıkınca ne oluyor; artık, kadının ikametgâhı, kocanın ikametgâhı olmayacak; yani, kadın, ayrı bir ikamet edinme imkânına da sahip olacak demektir. Bunun üzerinde yorum yapılabilir, değerlendirme yapılabilir. Acaba, bu, aile birliğini olumsuz etkiler mi diye düşünenler de olacaktır. Eğer, böyle düşünenler varsa, ben, onlara "haksız düşünüyorsunuz" diyemem.

Diğer yandan, gaiplik kararının verilmesinde, yetkili mahkeme olarak, mevcut kanunda, pederinin mukayyet olduğu mahal geçer; yani, gaip olan kişinin babasının kayıtlı olduğu mahal. Bu, kadın-erkek eşitliğine aykırı sayıldığı için şöyle deniliyor: "Anasının veya babasının kayıtlı olduğu yer." Anasının kayıtlı olduğu mahal de yetkilidir anlamına gelen, yine, kadın-erkek eşitliğini sağlayıcı mahiyette bir düzenleme yapılmaktadır.

Ayrıca, 1988 yılında, Medenî Kanunun 29 uncu maddesinde, cinsiyet değiştirmekle ilgili bir değişiklik yapılmış. Onun hikâyesini arkadaşlarımız bilirler. Şimdi, bu düzenleme müstakil bir madde haline getiriliyor; Medenî Kanunun 40 ıncı maddesinde, bu durum, birtakım ağır koşullara bağlanıyor. Bu konuda da Medenî Kanunda bir düzenleme olduğunu hemen ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, dernekler ve vakıflarla ilgili de, Medenî Kanunun ilgili bölümünde değişiklikler yapılmaktadır. Hemen şunu belirtmek durumundayım ki, özellikle vakıflarla ilgili bölümünde yapılan değişiklik, kolektif özgürlüklerin genişletilmesi amaçlı değil, biraz daha daraltılması amaçlı değişiklik olarak mütalaa ediyorum.

Birtakım mal varlıklarını, toplumun, insanların istifadesine tahsis eden hayır sahiplerinin, vakıf yoluyla yapan insanların, bu arzularını gerçekleştirmelerinin önüne set çekmemeliyiz, vakıf kurmayı zorlaştırmamalıyız, vakıfların mevcut olan denetiminin üzerine yeni denetim mekanizmaları getirmemeliyiz. Eğer böyle yaparsak, hayır sahiplerinin vakıf yoluyla topluma hizmet sunmalarına da mani oluruz.

Kaldı ki -bir şeyi daha söylemek istiyorum- Dernekler Kanunuyla ilgili, daha doğrusu, derneklerle ilgili Medenî Kanunda hükümler var. Bunlar, bu tasarıda aynen muhafaza ediliyor. Vakıflarla da ilgili ziyadesiyle, yeni maddelerle de muhafaza ediliyor.

Bilindiği gibi, müstakil, Dernekler Kanunu var, vakıflarla ilgili yasa da var. Biz diyoruz ki, ilgili yasaları, özel yasaları varken, bunları bu Medenî Kanunda tekrar etmenin bir anlamı yoktur; olmasaydı da bir eksiklik teşkil etmezdi diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, en önemli değişiklikler -biraz önce de ifade ettim- aile hukuku bölümünde yapılan değişikliklerdir.

Evlenme yaşı: Bu değişiklikle, evlenme yaşında da eşitlik getiriliyor. Erkek ile kadının evlenme yaşları farklıdır şu andaki Medeni Kanunumuzda; ama, artık, 17 yaşını doldurma zorunluluğu getiriliyor, hem kadın için hem erkek için. Bu, normal evlenme yaşı; 16 yaşını doldurma da, olağanüstü evlenme yaşı.

Biraz önce, size, 1938 yılında, Medenî Kanunda yapılan bir değişiklikten bahsetmiştim. Bu değişiklik, şimdi, Medenî Kanundaki evlenme yaşını gösterir. Bunu hatırlayacaktır arkadaşlarımız; "erkek 17, kadın 15 yaşını ikmal etmedikçe evlenemez" deniliyor. İlk Medenî Kanun 1926'da çıktığında evlenme yaşı neymiş diye merak ettim; kütüphaneden, ilgili kanunun 88 inci maddesini aldım. Orada deniliyor ki: "Erkek 18 ve kadın 17 yaşını ikmal etmedikçe evlenemez." Medenî Kanun yürürlüğe girdiğinde, evlenme yaşı daha yüksekmiş; 18 yaşını bitirmeyen erkek evlenemiyor, 17 yaşını bitirmeyen kadın evlenemiyordu; ama, 1938 yılında bu, erkek için 17, kadın için 15'e indirilmiş. Şimdi ne yapıyoruz; ikisini eşitleyerek, 17'yi bitirme şartı getiriyoruz.

Demek ki, Türkiye'de, erkek ve kadının evlenme yaşıyla ilgili sık sık değişiklikler yapılmış. Şimdi, bunun, 17 yaşını bitirme koşuluna bağlanması, acaba ülke gerçeklerine uygun mu -özellikle ülkemizin bazı bölgeleri için- ileride birtakım problemler çıkar mı, resmî olmayan evlenmeler artar mı diye de endişe ettiğimizi belirtmek istiyorum.

21 dakika mı kaldı Sayın Başkanım?

BAŞKAN - Evet.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ramazan Toprak kardeşimiz de konuşacaklar...

BAŞKAN - Ben, sürenizin bitmesine 1 dakika kala sizi ikaz edeceğim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - O zaman ben yavaş yavaş toparlamaya çalışayım; çünkü, kendisi bu konuyla ilgili konsantre oldu, çok önemli şeyler söyleyeceğini tahmin ediyorum.

Saygıdeğer arkadaşlarım, özellikle aile hukukuyla ilgili çok önemli değişiklikler yapıldığını ifade ettim; ama, zamanım da çok daraldı.

BAŞKAN - 1 dakikanız var efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Hemen toparlamaya çalışayım.

Mesela, mevcut kanunda, evlenme başvurusu, evlenecek erkeğin ikametgâhının bulunduğu evlendirme dairesine yapılırken, şimdi, burada da kadın erkek eşitliği getiriliyor; istenirse, evlenecek olan kadının ikametgâhının bulunduğu evlendirme dairesine de gidilip, evlenme başvurusu yapılabilecek.

Bunları sıralamak mümkün. Bölümler üstünde zaten konuşmalar yapılacak. Arkadaşlarımız, aile hukukuyla ilgili bölümde de çıkacaklar, bunları çok detaylı şekilde anlatacaklar, izah edecekler.

Ben, konuşmama başlarken bir soru tevcih etmiştim; demiştim ki: Medenî Kanunumuzda, özellikle hanım vatandaşlarımızı ilgilendiren çok önemli değişiklikler yapılıyor olmasına rağmen, acaba, toplumda bu bir heyecana, bir coşkuya sebep oluyor mu diye düşündüm; ama, ben, böyle bir heyecanı, bir coşkuyu toplumda göremiyorum.

GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya) - Dinleyici locasına bakın...

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Gördüm orayı...

Bu konuya, sadece birtakım kadın derneklerimiz duyarlılık gösteriyor, açıkça ifade edeyim. Bu Medenî Kanun Adalet Komisyonunda görüşülürken ben de o komisyonun bir üyesiydim. Kadın derneklerimizin yöneticileri bize geldiler, özellikle mal rejimiyle ilgili düşüncelerini ifade ettiler ve özellikle, mal rejiminin yürürlüğe giriş tarihiyle ilgili kaygılarını ifade ettiler. Açıkça ifade etmek istiyorum ki, şu anda, yasal mal rejimi olarak kabul edilmiş olan "edinilmiş mallara katılım" rejiminin yürürlük tarihi, kadın derneklerimizi hiç memnun etmemiştir. Geçmiş haklarının ellerinden alındığı şeklinde bir kaygıyı taşımaktadırlar. Nitekim, ilgili tasarıda benim muhalefet şerhim de vardır, orada düşüncelerimi de ifade ettim. Bakın, sadece kadın derneklerimizin duyarlı olduğunu; ama, toplumun bu konuya ilgisiz kaldığını ifade etmiştim. Niye?..

BAŞKAN - Sayın Şahin, süreyi 1 dakika da geçirdiniz efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Hani, bir türkü vardır: "Bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime..." Vatandaşlarımız ekonomik ve sosyal problemler karşısında o kadar sıkıntıdalar ki, "Medenî Kanun değişmiş neyime, kan damlar yüreğime" noktasındadırlar.

O bakımdan, bu hükümetin böyle bir tasarıyı getirmesi, hiç şüphesiz ki, hakkıdır ve görevidir; ama, asıl görevi "Medenî Kanun değişmiş neyime, kan damlar yüreğime" vecizesini söyletmeyecek olan bir ortamı hazırlamaktır.

Efendim, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şahin.

Adalet ve Kalkınma Partisi adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

18 dakikanız var Sayın Toprak.

AK PARTİ GRUBU ADINA RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bir yüzyıldır beklediğimiz bir tasarıyı çıkarıyoruz. Keşke, gelecek yüzyıla, bir sonraki yüzyıl ve sonrasına hitap edecek bir tasarıyı konsensüsle çıkarmış olabilseydik mutlu olacaktık; ancak, yine de, getirdiği yenilikler açısından geneliyle olumlu karşıladığımızı ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Medeni Kanun 1926 yılında yürürlüğe girdi; 75 yıl geçti. Canlı organizmaların, zaman içinde, doğup, büyüme ve gelişme evrelerini takiben yaşlanması ve ömrünü tamamlaması, nasıl, temel bir kanunsa, toplumu yönlendiren yasalar ve kurallar da zamanın değişimine ve gelişimine paralel olarak zorunlu revizyonlara muhtaçtır. Üstelik, bu kanun, insanın doğumu öncesinden ölümü sonrasına dek çok uzun bir süreci tüm ayrıntılarıyla düzenleyen Medenî Kanun söz konusu olduğunda konunun hassasiyeti daha da önplana çıkmaktadır.

Türk Kanunu Medenîsi, 75 yıldır Türk toplumunun ihtiyaçlarını belli ölçülerde karşılamış; doğrularıyla, noksanlarıyla bir boşluğu doldurmuştur. 75 yıl süresince gelişen ve değişen dünyaya paralel olarak Türk toplumunun da ihtiyaçları değişmiş, mevcut düzenlemeler bu değişime ayak uyduramayınca, bu temel kanun üzerinde, toplumumuzun ihtiyaçlarını karşılayacak değişiklikleri yapma zorunluluğu doğmuştur.

Yeni yasalar yapılırken evrensel değerler ile millî değerler birlikte göz önünde bulundurulmalı; geçmişin doğrularına yeni ve daha üst doğrular eklenmeli; toplumun bugünü ile gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik düzenlemeler ortaya konmalıdır. Yasa koyucu, bu ihtiyacı karşılarken, diğer tabirle geleceğe bakarken, geçmişi hor görmek veya aşağılamak gibi bir hakka sahip değildir.

57 nci hükümet döneminde komisyonumuz gündemine getirilen bu tasarının, Türk toplumunun ihtiyaçlarını karşılayacak pek çok düzenlemeler içerdiği bir gerçektir. Bu gerçeği kabul etmekle birlikte, yanlış olduğunu düşündüğümüz birtakım konuları dile getirmek de görevimizin aslî bir parçası.

Tasarı üzerindeki eleştirilerimiz iki ana nokta üzerindedir; birisi genel gerekçeye, diğeri ise dile ilişkin eleştirilerimiz olacaktır. Genel gerekçeye ilişkin eleştirilerimiz şunlardır:

Değerli milletvekilleri, öncelikle, tasarı üzerinden iki kısa paragraf okumak istiyorum: "Gelenek ve göreneklere kesin olarak bağlı kalmak davası, insanlığın en ilkel durumundan bir adım dahi ileri götüremeyecek kadar tehlikeli bir kuramdır. Hiç bir uygar ulus böyle bir inanç çevresinde kalmamış ve yaşamın gereklerine uygun hareketle zaman zaman kendini bağlayan gelenek ve görenekleri yıkmakta duraklamamıştır. (Gerçekler karşısında babalardan ve atalardan gelen inançlara her ne olursa olsun bağlı kalmak akıl ve zekâ gereklerinden değildir)"

Bir diğer cümle: "Türk Medenî Kanunu Tasarısı yürürlüğe konulduğu gün ulusumuz onüç yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski uygarlığın kapılarını kapayarak yaşam ve verimlilik getiren çağdaş uygarlığın içine girmiş bulunacaktır."

Değerli milletvekilleri, tasarının, yukarıda aldığım ibareler dikkatle irdelendiğinde, âdeta, Türk toplumunu geçmiş yüzyıllardan 21 inci Yüzyıla taşıyan tarihî, millî, dinî, kültürel değerlerini açıkça aşağılayıcı cümleleri olduğu görülmektedir. Türk toplumunu kendisi yapan bu değerleri ile bu değerlerin birlikte yoğrulmuş şekli olan gelenek ve göreneklerimizi, insanlığı en ilkel durumundan bir adım dahi ileri götüremeyecek kadar tehlikeli bir kuram olarak niteleme hakkı hiç kimsede olamaz. Oysa, bu gelenek ve göreneklerimizle, tarihimizin derinliklerinden 21 inci Yüzyıla taşındığımızı unutmamak, tarihî ve millî bir görevdir.

Keza, Türk toplumunun yüzde 99'unun benimsediği İslam Dinini, tasarının gerekçesinden yukarıya aldığım ve biraz önce okuduğum gibi, onüç yüzyılın hastalıklı inançları ve kargaşa olarak nitelemek hiç kimsenin hakkı da değildir, haddi de değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Buna rağmen bu yanlış yapılmıştır.

Değerli milletvekilleri, ortaçağ zihniyetinden arınmalıyız. Geleceğe bakmak için geçmişe sövmek gerekmez. Hatalarıyla sevaplarıyla bu geçmiş bizim geçmişimizdir; doğrularını alır, yanlışlarını terk ederiz. Geçmişe sövmek, akıllı insanın işi değildir; cahil, kavgacı insanların işidir. Geçmişten ders almak, olgun insan işi; geçmişe sövmek, cahil ve kaba insan işidir.

Yine, genel gerekçeden aynen şu ibareyi okuyorum: "Adalet Bakanlığı en yeni ve en gelişmiş olan İsviçre Medenî Kanununu ulusumuzun şimdiye kadar bağlı kalan geniş zekâ ve yeteneğini doyuracak ve ona gerçek bir yarış yeri ve alan olabilecek bir uygarlık yapıtı olarak görmektedir. Bu Kanunda ulusumuzun duygularına ters düşecek hiç bir nokta düşünmemektedir."

Evet, 1926 yılında Medenî Kanunun genel gerekçesine bu cümleler aynen konulmuştu. 1926'nın şartlarını bir hatırlayalım. O dönemlerde dünyada mandacılık zihniyeti hâkimdi. Amerikan mandasını mı kabul edelim, İngiliz himayesini mi kabul edelim tartışmalarının olduğu bir dönem. Bu tartışmaların esintisinin devam ettiği bir dönem. Belki o dönem için, bir İsviçreli karşısında böyle ezim ezim ezilmek, büzülmek, o dönemin şartlarındaki insanlar için mazur görülebilir; ancak, o dönemin bu gibi yanlışlarını gelecek yüzyıla taşımak, aynı yanlışı tekrar etmekle kalmaz, bu, kişileri olsa olsa milenyum mandacısı yapar. Uygar ülkelerin verilerinden yararlanmak gerekir; ancak, bu, onların yanında ezilmeyi, aşağılık kompleksine kapılmayı gerektirmez. Bu, başka bir sorundur. Onu, ayrıca konuşmak gerekir.

Tasarının diline ilişkin eleştirileri ifade etmek istiyoruz birkaç cümleyle de.

1926 yılında, Türk toplumunun günlük yaşamında kullandığı dilde, geçmiş dönemin etkisiyle, ağırlıklı olarak Arapça ve Farsça Dillerinin etkisinde kaldığı bir gerçek; ancak, aradan geçen 75 yıllık sürede, gerek konuşma dilinde ve gerekse yazım dilinde değişiklikler olması ve mevzuatın bu deşikliklere paralel olarak değiştirilmesi zorunludur.

Dil, toplumun değerlerini, kazanımlarını, geçmişten alıp geleceğe taşıyan en temel unsurdur. Dildeki değişim ihtiyacını karşılarken, yaşayan toplumda fertlerin mevzuatı kolayca anlayabilmeleri ile dilin geçmişle gelecek arasındaki köprü görevini dengeleme zorunluluğu vardır. Şayet bu zorunluluğa gereken özen gösterilmezse, diğer bir tabirle, geçmişi geleceğe aktaran dilde, günlük yaşamda fazlaca veya hiç kullanılmayan, hangi kurallara göre, kriterlere göre türetildiği bilinemeyen kelimelerle, medenî kanun gibi, bir insanın anne karnından mezara kadar tüm yaşamını düzenleyen temel kanun düzenlemesi yapılacak olursa, bu, geçmişle gelecek arasındaki köprüleri atmak anlamına gelecektir. Dilin yenileşmesi gibi meşru bir söylem ardına saklanılarak, Türk dilinin tahrif edilmesi, yapısının bozulması, dede ile torun arasında dil anlaşmazlığı sağlayacak düzenlemeler yapılması kabul edilir şey değildir; bu husus, tasarının genel gerekçesinde ifade edilmiş; ancak, yine genel gerekçede pek çok itiraflar yapılmıştır; hangi kelimeleri, Türkçe karşılıklarını bulamadıkları için tasarıya koymak mecburiyetinde kaldıkları ifade edilmiştir.

Toplumun dilini belli merkezlerden veya belli ideolojiler doğrultusunda şekillendirmek hiçbir kamu görevlisinin hakkı ve yetkisinde değildir. Dildeki değişim, toplum çoğunluğunun kabulleri, genel kabulleri göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Toplumun çoğunluğuna rağmen değişim olmamalıdır. Bu anlayış, toplum çoğunluğunu hiçe sayan bir anlayıştır.

Değerli milletvekilleri, çok örnek vermek mümkün: Tasarının 6 ncı maddesinde "iddia" kelimesinin yerine "olgu" kelimesi konuldu. Olgu kelimesiyle ilgili, avukat, hâkim, savcı, yüksek yargı organı mensupları, yüksek yargı organı başkanları dahil kime sorduysam yüzüme baktı "şaka mı bu" dedi. Sayın Bakan tasarının 6 ncı maddesinde "iddia" kelimesi yerine "olgu" kelimesini koyduğu zaman, biz de aynı şeyi sormuştuk; bu şaka mı diye. Bu şakayı Genel Kurula getirdiler ve yasalaştırmak üzereler.

Sayın Bakan, 70 milyon Türk insanının belki yüzyıllık geleceğiyle şaka yapılmaz. Bu kadar gülünç bir madde metni olamaz. Yine, 25 inci maddede bir kavram var -bir hukukî terim güya- "hukuka aykırı saldırı" kavramı. Sayın Bakan, mefhumu muhalifinden, hukuka uygun saldırı da var demek ki. Siz, kanun dilini bilmiyorsunuz demektir. Bu kanun dili meşru müdafaa zaruret halidir şeklinde, hukuka uygunluk nedenleri şeklinde bunu ifade edebilirsiniz; ama, "hukuka aykırı saldırı" kavramını hangi hukukçuya sorduysam aynı şekilde "şaka mı ediyorsun" dedi. Sayın Bakanın bu tür şakaları dosya içinde mevcut.

Değerli milletvekilleri, dilin bu kadar, sadeleştirme adı altında yozlaştırılmasını kabul etmek mümkün değil. Bu zihniyet, aynı zihniyet -biraz işin esprisine kaçayım- "hostes" kelimesi yerine "gök götürü konuksal avrat" kavramını getirmişti; evet, yine "lokanta" yerine "sosyal otlangaç" kelimesini türetmişti. Uydurmak için, yozlaşmaya gerek yok; değişmek için, başkalaşmaya gerek yok.

Sayın Bakan, 70 milyonluk Türk Milletinin, Türk toplumunun anlayacağı şekilde sadeleştirmeye evet; ama, yozlaşmaya hayır. Tasarı içinde yozlaşmaya bir yığın örnek vermek mümkün; ancak, bunların kavgasını yapma niyetinde değiliz. Bunun gibi, daha pek çok komik kelime var; ancak, ben, bunları atlayarak, yine, bir başka hususa geçmek istiyorum.

Bir de, tasarıda kamuoyuna en çok mal olmuş olan, nişanlanma, evlenme, boşanma ve mal rejimleriyle ilgili üçüncü bölüm üzerinde yine ben konuşacağım; fazla ayrıntıya girmemek üzere, sadece mal rejimiyle ilgili birkaç cümle etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, uzun yıllardır Medenî Kanun Tasarısını hazırlayan 35 kişilik bir komisyon var. Bu komisyonun iki değerli komisyon başkanı da buradadır. 35 kişiden oluşan bu komisyon, baro mensupları, sivil toplum örgütleri, yüksek yargı organları, hâkim ve savcılar, Adalet Bakanlığı, her kurumun temsilcilerinden oluşan 35 kişilik komisyonun uzun yıllardır emeği olan bir mal rejimi benimsendi; paylaşmalı mal ayrılığı rejimi; ancak, ne hikmetse, bu tasarı, Adalet Bakanlığına ve hemen Meclise geldikten sonra başkalaşıverdi, edinilmiş mallara katılma rejimi şekline dönüştürülüverdi; yani, tasarıya girdiği, önümüze geldiği üzere.

Değerli milletvekilleri, demek ki, 35 kişilik komisyon, Türk toplumunun ihtiyaçlarını çok iyi bilen 35 kişiden oluşan komisyon, burada "siz ne yaparsanız yapın, bizim dediğimiz olur" anlayışının, militan demokrat anlayışının eseridir. Keşke, Sayın Bakan, bu 35 kişilik komisyona "sizi, biz boşuna topladık; biz, bunu kabul edeceğiz" diyerek, baştan tavrını koysaydı; 35 kişinin uzun yıllar süren emeğini heba etmeselerdi. Bu konuda, maalesef, Sayın Bakan, yetkin insanların değil, ne söylediğini bilmeyen bir avuç insanın etkisinde kalmıştır. Hatta, bu konu, bu yanlış, komisyonda düzeltilmiştir; ancak, İçtüzük hükümleri katledilerek, tekrar başa dönülmüştür. O katlin ne anlama geldiğini "Üçüncü Bölüm"de ifade edeceğim. Tekrar başa dönülmüştür, ciddî pazarlıklar yapılmıştır ve Sayın Bakan -tabirimi mazur görsün- inadından vazgeçmemiş ve maalesef, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, Türk toplumunun yapısına uygun olan bu rejim yok edilmiştir.

Sayın Bakanım, geçen yıl, Plan ve Bütçe Komisyonunda "ben, bu Adalet Bakanlığı bütçesiyle, otuz yılda bile yargı reformunu gerçekleştiremem" demişti; doğrudur. Kendisinin de itiraf ettiği gibi, çok ağır işleyen bu yargı sistemimiz karşısında, çok hızlı, pratik, hemen sonuç alınabilecek ve hakkaniyete daha uygun bir çözüm öneren paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, ne olduğunu anlayamadığımız, bir türlü anlam veremediğimiz nedenlerle bir kenara itilmiş; yerine, belki yirmi yıl, belki otuz yıl sürecek, sarraf terazisinde tartarak malları milim milim ayırmak suretiyle eşlere -güya- mal paylaştıracak rejimi, edinilmiş mallara katılma rejimini kabul etmiştir. Evet, belki, birebir, motamo ortadan bölecek; ama, bunu ayırana kadar, maalesef, ayrılan eş, mağdur olan eş, bırak bu dünyayı, belki öbür dünyada da mağdur olmaya devam edecek; çünkü, daha yargı devam ediyor olacak; çünkü, daha, henüz, o miras paylaşımı davası devam etmekte olacak; kendisine de yetmeyecek, çocukları da belki göremeyecek.

BAŞKAN - Sayın Toprak, 1 dakikanız var efendim.

RAMAZAN TOPRAK (Devamla) - Oysa, bizim önerdiğimiz, daha doğrusu, 35 kişilik komisyonun Türk toplumunun ihtiyaçlarını tek tek gözlemleyerek, yargımızı göz önünde bulundurarak hangisi uygundur diye tespit ettiği mal rejimi benimsenmiş olsaydı, Türk toplumunda çoğunlukla mağdur olan bayan eş kısmı, belki birkaç yıl içerisinde, hemen sonucuna, malına kavuşmuş olacaktı; fakat, bu da gözardı edilmiştir. Biz, bunu anlayamadık. Eleştirilerimiz, iki yılı aşkın bir süre devam etti; ancak, sayın hükümetin sayısal çoğunluğu karşısında, maalesef, bu eleştirilerimiz sonuca ulaşamadı.

Her şeye rağmen, Medenî Kanun Tasarısı birtakım kazanımlar getirmektedir. Bu kazanımların Türk toplumuna hayırlı olması dilek ve temennisiyle hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Toprak.

Süreye riayet ettiğiniz için de ayrıca teşekkür ederim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse; buyurun efendim. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Köse, süreyi eşit mi bölüyorsunuz efendim?

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Eşit paylaşıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki, buyurun efendim.

Süreniz 40 dakika.

MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, konuşmama başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kabul edildiği günden bu yana, üzerinde kapsamlı bir değişiklik yapılamayan, 1951 yılından başlayarak, Adalet Komisyonunda on yıl üzerinde çalışılmasına rağmen bir sonuç alınamayan Medenî Kanun Tasarısının elli yıllık değişiklik macerası, nihayet yasalaşarak sona erecektir. Bu sonucun sağlanmasında büyük emeği geçen Sayın Adalet Bakanı ve çalışma arkadaşlarına Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına tebriklerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, Medenî Kanunumuz, İsviçre Medenî Kanunu iktibas edilerek 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türk Medenî Kanunu hazırlanırken İsviçre Medenî Kanunu olduğu gibi alınmamış, o yılların Türk toplum yapısı da göz önünde bulundurularak bünyemize uygun değişiklikler yapılmaya çalışılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hukuk ilişkilerini dil, din, ırk, düşünce ve cinsiyet ayırımı gözetmeden eşitlik içinde düzenleyen Medenî Kanun, Türkiye'de hukuk birliğini sağlayan temel kanundur.

Hepimiz, içinde yaşadığımız toplumun birer ferdiyiz ve toplumsal hayatın gereği olarak toplumsal kurallara uymak zorundayız. Bu kuralları tanzim edip birer hukuk kuralı haline getiren en temel kanun, Medenî Kanundur. Bu nedenle, Yüce Meclisin böylesine önemli bir kanun üzerinde cumhuriyet tarihinin en kapsamlı değişikliğini yapma yolunda gösterdiği hassasiyeti Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak takdirle karşılamaktayız. Tasarının hazırlanma sürecinde eleştirileriyle katkıda bulunan hukuk çevrelerine, bilim adamlarımıza, barolarımıza, kadın teşekküllerimize ve Adalet Bakanlığına Grubum adına şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca, tasarı üzerinde yoğun mesai harcayan Adalet Komisyonunun bütün üyeleri ile milletimizin duyarlılıklarını bir uzlaşma kültürü çerçevesinde tasarıya yansıtan Milliyetçi Hareket Partisinin Adalet Komisyonu üyelerine de teşekkürlerimi sunuyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin içerisinde bulunduğu sosyal ve ekonomik sorunların ağırlığına ve aciliyetine rağmen, temel hukuk mevzuatımızın elden geçirilmesi çabası büyük önem ve değer taşımaktadır. Yüce Meclisin temel yasalardaki üstün gayreti takdirle karşılanması gereken bir durumdur. Türkiye'nin, yeni yüzyıla, yenilenmiş, eksikliklerini tamamlamış bir hukuk altyapısıyla girmesi şarttır ve bunu da Yüce Meclisimiz yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Anayasamızda yapılan değişikliklerde olduğu gibi, toplumsal hayatımızı düzenleyecek önemde bir yasa olan Medenî Kanun değişikliğinde de, mümkün olduğunca geniş bir uzlaşma sağlanmasından yanayız. Kanunların uygulanabilir kabiliyette olması, en az, yasalaşması kadar önemlidir; uygulanabilirliğin temel şartı da, yasaların, toplumsal uzlaşmayla Meclisten onay almasıdır. Bu nedenle, Medenî Kanun görüşülürken, muhalefet partilerimizin, konuya, bir hükümet tasarısının görüşülmesi açısından değil, bir toplumsal ihtiyacın karşılanması çerçevesinden bakmaları da memnuniyet vericidir. Bu anlayış içinde, muhalefetten gelen olumlu, yapıcı ve uzlaşmacı öneri ve tekliflerin hükümet ve komisyonca değerlendirilmesi de faydalı olmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu -daha önce de ifade ettiğim gibi- İsviçre'den iktibas edilerek 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İngiltere, Fransa, Almanya gibi, gelişmiş diğer Avrupa ülkelerinin medenî kanunlarının değil de, İsviçre Medenî Kanununun iktibası bazı gerekçelere dayandırılmıştır. O dönemin Adalet Bakanı merhum Mahmut Esat Bozkurt temel gerekçeyi açıklarken "çeşitli tarih ve geleneklere mensup, Alman, İtalyan ve Fransız ırklarını içinde barındıran İsviçre Devletinde bu kanunun uygulanabilme esnekliğine sahip oluşu, bu kanunun, Türkiye gibi tek milletten oluşan bir devlette tatbik yeteneğinin mükemmel olacağı kanaatindeyim" ifadesinde bulunmuştur.

Genç cumhuriyet, Medenî Kanuna, 1876 yılında yürürlüğe konulan mecelleden geçmiştir. Denilebilir ki, mecelle, Türk hukuk sisteminin ilk, fakat kısmî modernleşme çabasıdır. 1926 yılında köklü bir hukuk devrimi niteliğindeki Medenî Kanunun yürürlüğe girmesiyle, Türk hukukunun modernleşme süreci ivme kazanmıştır. Yetmişbeş yıldan bu yana Türk hukuk sistemine kaynaklık eden Medenî Kanunun yerini alacak olan görüşülmekteki tasarıyla, hukukumuzun  çağdaşlaşma ve millîleşmesi yolunda önemli bir adım daha atılmıştır. Sosyal hayatın sürekli değişmesine paralel olarak hukukî sistemlerin de yeniliklere ayak uydurması, toplumun hukuk ihtiyaçlarının tam olarak karşılanması bakımından gereklidir. Oturduğumuz evlerden kullandığımız arabalara kadar, hayat şartları ve insanlararası ilişkiler, değer yargılarına kadar insana dair her şey, sürekli değişim ve gelişim içindedir. Gelişmelerle birlikte ortaya çıkan her yenilik, bu konuda gerekli yasal düzenlemelerin de yapılmasını gerektirmektedir. Özellikle medenî kanun, ceza kanunu, ticaret kanunu ve usul kanunlarının, mümkün olan sıklıkla, parlamentolarca ele alınıp, güncelleştirilmesinde de zaruret vardır.

Pozitif hukukun en geniş çapta uygulama şansı bulduğu Avrupa ülkelerinde, bu alanda çalışmalar yapılmaktadır. Alman Medenî Kanunu, son yıllarda köklü değişiklikler geçirmiştir. Medenî Kanunumuza kaynaklık eden İsviçre Medenî Kanununda da, son yıllarda kayda değer değişiklikler yapılmış, bazı kurumlar geliştirilmiş, yeni sosyal ihtiyaçlara göre düzenlemelere gidilmiştir. Kabulünden bu yana, Medenî Kanunumuzda da- ilki 1938 yılında olmak üzere- bazı düzenlemelere gidilmiştir; ancak, yasanın bütününü günün ihtiyaçlarına göre tanzim edici köklü bir çalışma bugüne kadar yapılamamıştır. Medenî Kanunumuzun kaynağını oluşturan İsviçre Medenî Kanunu bile köklü değişiklikler geçirirken, bizde bugüne kadar esaslı bir değişiklik yapılmaması, önemli bir eksikliktir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk toplumu, Medenî Kanunun kabulünden bu yana geçen 75 yıl içerisinde sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda önemli gelişmeler kaydetmiştir. Birçok sosyal ve teknolojik değişimler meydana gelmiş, yeni hukukî ihtiyaçlar ortaya çıkmıştır. Medenî Kanun, bugünkü Türk toplum yapısına kâfi gelmemektedir. Bir başka ifadeyle, Türk Medenî Kanunu, Türk hukukuna önemli ve öncü katkılarda bulunarak misyonunu tamamlamıştır. Bahsettiğimiz ihtiyaç ve gelişmelerin yanı sıra, Türk toplumunun 75 yılda sağladığı hukukî birikim de, yeni bir medenî yasayı gerekli kılan başka bir etkendir.

Bugün, Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere, birçok devlet ve vakıf üniversitelerimizin, çok üstün, bilimsel düzeyde eğitim veren hukuk fakülteleri vardır. Bu fakültelerin anabilim dallarında, dünya çapında bilimsel yeteneğe sahip akademik kadrolarımız görev yapmaktadır.

Ayrıca, yetmişbeş yıllık bir Medenî Kanun uygulaması içerisinde pişmiş, uygulama pratiği kazanmış hâkimlerimiz, dünya ölçeğinde hukukî içtihatlar meydana getiren yüksek mahkemelerimiz mevcuttur. Türk Parlamentosu da, yasa koyucu olarak, tecrübe kazanmış, kanun ve anayasa değişiklikleri bakımından, artık, iktibas olmayan telif yasalar vücuda getirecek birikime sahip olmuştur.

Yine, Türk avukatları ve onların meslek teşekkülleri olan barolarımız da, hukuk bilgisi ve birikimi bakımından çok ileri bir düzeyi yakalamışlardır. Böylesine ciddî, bilimsel, hukuksal ve siyasal altyapıya sahip bir toplumun, yetmişbeş yılda çok az değişiklik görmüş bir Medenî Yasayla yetinmesi mümkün değildir. Bütün bu olumlu faktörlerin ve haklı gerekçelerin bir araya gelmesiyle olgunlaşan Medenî Kanun Tasarısının, nihayet, Genel Kurulda görüşülme aşamasına gelmiş olması sevindiricidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Adalet Komisyonunun Milliyetçi Hareket Partili üyeleri, Medenî Kanun Tasarısının komisyon görüşmeleri aşamasında, bahsettiğim birikimlerden en iyi şekilde yararlanmışlardır. Üyelerimiz, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü, İzmir Dokuz Eylül Üniversitemizin Medenî Hukuk Kürsüsü ve bütün bu bilim kurumlarımızın, raporlarından gerekli değerlendirmeleri ve incelemeleri yaptıkları gibi, bunların ortaya koymuş oldukları düşünceleri özellikle incelemişler ve bu üniversitelerden gelen fikirleri birbirlerine nakletmek suretiyle komisyondaki çalışmalarda çok önemli katkılar sağlamışlardır.

Ayrıca, uygulayıcılarla temasa geçmişler, Ankara Adliyesindeki hâkimler, Yargıtay yargıçlarından fikir ve bilgi derlemişlerdir. Bunun yanı sıra, komisyona ve kişisel olarak kendilerine gelen muhtelif çalışma ve teklifleri tarayarak, bilimle uygulama arasında sentez yaparak, elde ettikleri sonuçları çalışmalarına yansıtmışlardır. Komisyon üyelerimiz, bu birikimlerine Yargıtay içtihatlarını da ekleyerek, komisyondaki çalışmalara bu önemli birikimlerini her aşamada aktarmışlardır. Komisyon çalışmaları esnasında, Adalet Bakanlığı verilerinin yanı sıra, Avrupa ülkelerindeki uygulamalar ve değişiklikler ile uygulama sonuçları da göz önünde bulundurulmuştur.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Kanun hakkındaki genel yaklaşımımız ve komisyon çalışmaları esnasında Milliyetçi Hareket Partisine mensup komisyon üyelerimizin çalışma yöntemleri hakkında bilgi sundum. Bu kanun üzerinde yapılan değişiklikler yeterli midir, tasarı günün ihtiyaçlarına ve milletimizin beklentilerine tam anlamıyla cevap verebilmekte midir sorusu akla gelebilir. Hemen ifade edeyim ki, Adalet Bakanlığı tarafından hazırlandıktan sonra, Bakanlar Kurulunda imza altına alınıp, bir hükümet tasarısı olarak Yüce Meclise sevk edilen metinde, elbette noksanlıklar vardır. Eğer, böyle bir tasarı, Milliyetçi Hareket Partisinin tek başına iktidarında hazırlanmış olsaydı, şüphesiz Partimizin görüş ve eğilimlerini daha ağırlıklı olarak taşıyacaktı; ancak, bu haliyle de tasarı güzel bir başlangıçtır. Zaman içinde yapılacak düzenlemelerle Türk Medenî Kanunu daha mükemmel hale gelecektir.

Bugüne kadarki süreçte, Milliyetçi Hareket Partisi, tasarının demokratik muhtevasını zedelemeden, millî değerlerimiz ve toplumsal hassasiyetlerimizi gözetmeyi amaçlamıştır. Bu konuda, tasarı Komisyonda görüşülürken, Milliyetçi Hareket Partili üyelerin hassasiyet göstererek değişikliğine katkıda bulundukları maddelerden bazılarını, özet olarak sizlere sunmak isterim: Cinsiyet değişiklikleriyle ilgili hükümler, eşlerden her birinin meslek ve iş seçimindeki izin alınma müessesesi, mal rejimi, sosyal güvenlik ve sosyal yardım kurumlarınca eşlere yapılan yardımlar konusu, eşlerden herhangi birisinin boşanmadan önce evlilik birliği aleyhine muvazaalı dava açması konusu ve buna benzer çok önemli hususlar, bizim, Milliyetçi Hareket Partimiz Grubuna mensup olan üye arkadaşlarımızın katkılarıyla ve komisyonumuzun da olumlu yaklaşımlarıyla tasarı içerisine girmiştir.

Yüce Meclise sunulan Medenî Kanun Tasarısı, Genel Hükümler, Kişiler Hukuku, Aile Hukuku, Miras Hukuku, Eşya Hukuku ve Diğer Hükümler başlığını taşıyan 6 bölümden oluşmaktadır. Hazırlandığı günün ihtiyaçlarına göre hazırlanmış modern bir Medenî Kanunu kabul eden Türk toplumu, artık, daha yerli ve daha kendinin olan bir Medenî Kanuna kavuşmaktadır. Yeni tasarıda millî ihtiyaçlar ile çağdaş gelişmelerin sentezi söz konusudur. Bu bakımdan, yeni tasarı, eksiklikleri, noksanlıkları da olsa, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen en geniş kapsamlı, iktibas olmayan yasa özelliğini taşıyacaktır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Yasa Tasarısı, kanun tekniği, yazılım, dil ve yeni düzenlemeler bakımından da birçok yenilikler getirmektedir. Anayasa, karşılaştırmalı hukuk, doktrin ve içtihatlar doğrultusunda yasanın başlangıç bölümünü oluşturan maddeler yeniden düzenlenmiştir.

Kişiler hukuku bölümünde de önemli düzenleme ve yenileştirmelere gidilmiştir; ancak, tasarıda en köklü değişiklikler aile hukuku alanında yapılmıştır. Evlenme, boşanma, evliliğin genel hükümleri, evlilik birliğinin temsili ve bu hakkın kaldırılması, eşlerin meslek ve iş seçimi, eşlerin hukukî işlemleri, birliğin korunması, yasal mal rejimi, akdi mal rejimleri, hısımlık, tanıma ve babalık hükmü, evlat edinme, velayet, vesayet gibi çok temel toplumsal konularda önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir.

Miras hukuku ve eşya hukuku gibi önemli konulardaki değişiklikler de toplumun beklentileri doğrultusundadır. Özellikle aile hukuku alanındaki değişiklikler görüşülürken, Komisyonlardaki müzakerelere sivil toplum örgütleri, hukuk çevreleri ve basının ayrı ve yoğun bir ilgi göstermesi çok önemli katkılar sağlamıştır. Tabiî olarak bu alan, toplumsal yapıyı doğrudan ilgilendiren, sadece, toplumun bugününü değil geleceğini de tanzim eden temel hükümleri ihtiva etmektedir.

Aile yapısı, Türk Milletini ayakta tutan, millî değerleri nesillere aktaran çok önemli bir yapıdır. Türk Milletini bugün, bütün olumsuz, ağır şartlara rağmen, diri tutan güç, ailedir. Gelecekte onu dünya lideri yapacak güç de yine, sağlam aile yapısı olacaktır. Yeni düzenlemelerin, yanlış yorumlar neticesi, aile yapısına zarar verebileceği endişesi, birçok milletvekilini bu konuya duyarlı hale getirmiştir. Bu duyarlılık sayesinde, marjinal grupların siyasî mekanizmayı etkilemesinin önüne geçilmiş, yapılan düzenlemelerde Türk toplumunun eğilimleri belirleyici olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi, bu konulardaki duyarlılığını komisyon üyeleri ve kamuoyuyla paylaşmış, bunun dışında, Türk hukukunun çağdaşlaşmasına yönelik konularda da çekinceleri olmamıştır.

Aile ve miras hukuku çerçevesinde Türk kadınına yeni hakların verilmesi, Milliyetçi Hareket Partisinin son derece önemsediği ve gerçekleşmesinden mutluluk duyduğu bir konudur. Türk kadını, tarihimizde önemli roller üstlenmiş, hanlar, hakanlar, sultanlarla birlikte devlet yönetmiş, cenklere, savaşlara katılmış, Kurtuluş Savaşında cepheye mermi taşımıştır. Milliyetçi hareket, Türk kadınının, tarihte olduğu gibi, bugünün çağdaş hayatında da gerekli öneme sahip olmasından yanadır. Türk kadını, eşit hak ve özgürlüklere sahip olma mücadelesinde, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Milliyetçi hareketi arkasında bulacaktır. Bugünkü Türk toplumunda erkekle omuz omuza, hemen bütün mesleklerde başarılı ve söz sahibi olan Türk kadınının fiilen sahip olduğu birçok hakkın yasayla da tesciline hiçbir itiraz makul sayılamaz. Milliyetçi Hareket Partisinin aile reisliği, mal rejimi, edinilmiş mallara katılım rejimi, miras hukuku ve soyisim konularındaki temel yaklaşımı bu doğrultudadır. Milletvekillerimizin duyarlılıkları bu tür temel hakların verilip verilmemesi noktasında olmamıştır. Çalışma alanı ve yasa konusu, aile ve Türk gençliğinin geleceği olunca, milletvekillerimizin çalışmalarını bir kuyumcu titizliğiyle yapmasından daha tabiî bir şey de olamazdı.

Tasarı, şu haliyle, hem çağdaş bir topluma uygun düzenlemeler içermekte hem de Türk Milletinin toplumsal ve ahlakî yapısına ters unsurlar taşımamaktadır. Yüce Meclis, komisyonlarda, millî bir yaklaşımla çağdaş normların sentezini güzel bir şekilde gerçekleştirmiştir. Genel Kurul aşamasında da, bu konuda, tasarının bütünlük mantığına aykırı olmayan bir yaklaşım sergileneceğine inanıyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyetini kuran Büyük Atatürk'ün, inkılaplardan, gözbebeği diyerek övdüğü Medenî Kanunu günün ihtiyaçlarına göre değiştirmek, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine nasip olmuştur; bu, Yüce Meclisin haklı olarak gurur duyacağı bir keyfiyettir.

21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, anayasa değişikliği, medenî kanun değişikliği, toplumsal ve ekonomik dönüşümü sağlayan yüzlerce temel yasa değişikliğiyle demokrasi tarihimize geçecek, gelecek nesillerce, çalışkan, dürüst ve reformcu bir Meclis olarak anılacaktır.

Bir sosyal ve ekonomik darboğaz içerisinde bulunduğumuz ve hatta devam eden bir savaşın müttefiki olduğumuz şu günlerde, bu zorluklara rağmen, Yüce Meclisin yasama konusundaki titizliğini takdirle karşılamak gerekmektedir.

BAŞKAN - Sayın Köse, 1 dakikanız var.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Bu zor günlerde konjonktürel ve popülist değerlendirmeler yerine, parlamenter sisteme saygıyı esas alan bakış açılarına ihtiyaç vardır. Sistemin kalbi olan Yüce Meclis, Türk Milletine lazımdır ve onun çare kapısı olmaya devam edecektir. Bütün beşerî sistemlerde görülebilecek ve düzeltilmesi mümkün hataları bahane ederek, Yüce Meclisi millet önünde yıpratmaya yönelik çabalar bir sonuç vermeyecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin iş ve eylemleri değerlendirilirken, saygı ve zarafetin elden bırakılmaması, rejimin geleceği bakımından zorunludur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; komisyon görüşmeleri aşamasında katkılarımızla zenginleştirdiğimiz bu tasarının yasalaşmasının, hukuk dünyamıza ve milletimize yararlı sonuçlar getireceğine inanıyor, hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum.

Bu itibarla, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, tasarıyı yürekten desteklediğimizi ve görüşmelerde olumlu oy kullanacağımızı huzurunuzda ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Köse.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Denizli Milletvekili Salih Erbeyin; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika civarında.

MHP GRUBU ADINA SALİH ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının geneli üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Görüşmeye başlamış bulunduğumuz Türk Medenî Kanunu Tasarısı, devletimiz ve milletimiz için gerçekten çok önemlidir. yetmişbeş yıldır yürürlükte olan Medenî Kanunun, 21 inci Dönem Meclisince temel kanun olarak kabul edilip görüşülmesi de 21 inci Dönem Parlamentosunun ve bu Parlamentoda temsil edilen tüm partilerin, gerçekten, partilerüstü bir anlayışla çalıştığının temel bir göstergesidir.

Şu gerçek kabul edilmelidir ki, bir devletin medenî kanunu, o devletin ve milletin medenî dünyaya açılan bir penceresidir. Bir devlet içinde yürürlükte olan pek çok kanun vardır; ancak, bu kanunlar bazı konularla sınırlı kanunlardır, sadece bazı kişi ve kurumları ilgilendirir; medenî kanun ise, bir ülkede yaşayan herkesi direkt ilgilendirir. Medenî kanun, bir ceninin ana rahmine düşmesinden itibaren, insanoğlunun hayatının her devresine şamil olarak uygulanır; yani, insanın doğum öncesinden, ölüm sonrasına da uygulanan bir temel kanundur. Diğer kanunlarda bir hüküm bulunmadığı, bir boşluk bulunduğu takdirde dahi, boşluklar, medenî kanunun ruh ve lafzıyla doldurulur. 21 inci Dönem Parlamentosunun da, belki de, Türk Milletine yapacağı en temel hizmet, bu kanun tasarısını yasalaştırmak olacaktır.

Bu sebeple, bu temel kanunun hazırlanmasında ve komisyondan geçmesi aşamasında bizlere yardımcı olan tüm üniversite öğretim üyelerine, sivil kuruluşlara, barolara, yüksek yargı mensuplarına, mahkemelerdeki hâkim ve savcılara ve bütün milletvekili arkadaşlara teşekkür ve şükranlarımı sunuyorum.

Bu yasa tasarısı toplumun tüm kesimlerince enine boyuna tartışılmış, toplum ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir yasa metni ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu tartışmalar yapılırken, elbette, belli bir dünya görüşünün yasa metninde şekillenmemesini, farklı görüşteki toplum kesimlerini kucaklayabilmesi açısından da olumlu bir durum olarak görmekteyiz; çünkü, tek partinin iktidarında çıkacak bir medenî kanun, belki, belli dogmalarla yasalaşabilirdi. Üç değişik dünya görüşü olan 57 nci cumhuriyet hükümeti ortaklarının ve Parlamentodaki üç muhalefet partisinin de uzlaşma ve anlaşmasıyla kanunlaşacak olan bu yasa tasarısıyla 21 inci Yüzyılda daha güçlü bir Türkiye Cumhuriyetinin temellerinin yeniden atılmış olması, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizlerin fazlasıyla gelecekten ümitli olmamızı sağlamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu çalışmalar sırasında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve Adalet Komisyonu üyeleri olarak, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Kürsüsü hocalarıyla ayrı ayrı görüşülmüş, kendilerinden gelen raporlar diğer fakültelere nakledilerek üç hukuk fakültesinin hocalarının bakış açıları birleştirilmeye çalışılmıştır. Adlî yargıdaki ve yüksek yargıdaki hâkimlerle de, fakültelerin raporları enine boyuna değerlendirilmiştir. Uygulamadan gelen bir kişi olarak, kendi görüşlerinden istifade edilmiş; Komisyon ve şahıslar olarak bizlere ve siz değerli milletvekili arkadaşlara gelen eleştiri ve önerileri, teorik hukukçu görüşleri ile uygulayıcı hâkim görüşleri ve Yargıtay içtihatları arasında bir sentez yoluna gidilmiştir.

Yürürlükte olan Medenî Kanunun aksayan pek çok yönleri mevcuttur. Değiştirmekte bulunduğumuz kanunda -şahıslar hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku ve genel hükümlerde- aksayan pek çok madde, bilim gerçeğinde, dünya gerçeğinde ve ülke gerçeğinde yeniden kaleme alınmış, geçmişten geleceğe sağlam bir köprü kurulmaya çalışılmıştır.

Elbette, bu yasa tasarısının da eksik ve eleştirilebilecek yönleri mevcuttur. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, bu yasanın ruhunun ve lafzının oluşmasında, bilim, dünya ve ülke gerçeklerinin Medenî Kanuna yansıması gayretinde bulunduk. Bunu yaparken hiçbir dogmaya bağlı kalmadan, ütopya da yapmadan, Yüce Türk Milletini ve Devletini çağdaş dünya devletleri arasında en mümtaz konuma getirme gayretinde bulunduk. Yüce Türk Milletinin geleneğinde yer alan güçlü aile yapısını koruma ve güçlendirme azminde olduk. Her ülkenin medenî kanununun, çağdaş dünya normları yanında, kendi tarihî, ailevî, kültürel gerçekleriyle de örtüşmek durumunda olduğunu gözden kaçırmadık. Bu ayrıntılar, çağdaş dünyadan uzaklaşmak değil, çağdaş dünya değerlerine katkıda bulunmaktır felsefesinden hareket ettik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çünkü, biz, biliyor ve kabul ediyoruz ki, Türk Milletinin en kutsal varlığı güçlü bir aile yapısıdır. Bu aile yapısının da güçlendirilerek korunması ve geliştirilmesi, en başta biz milletvekillerinin temel görevleridir. Aile bireylerini, salt erkek, salt kadın, salt çocuk olarak ele almayıp, aile bireylerinin tümünü, toplumun ve devletin temel çimentosu olarak kabul ettik. Bir atasözünde de ifade edildiği gibi, tek kanatlı bir kuş uçmaz, kanatlarının veya gövdesinin sağlıklı olmadığı bir kuş da dengeli bir hayat süremez ve yarına güvenle bakamaz görüşünü düstur edindik.

Türk Kanunu Medenîsinin yetmişbeş yıllık uygulama süresi içerisinde çeşitli maddelerinde yapılan değişikliklerden ayrı olarak, kapsamlı bir değişiklik konusu yapılması çalışmaları yaklaşık elli yıldan beri sürdürülmektedir. Gerçekten, kanunun, özellikle, boşanma, gayri sahih nesep, miras hükümleri ile iştirak halindeki mülkiyete ait hükümlerini gözden geçirmek ve diğer bazı değişiklikler yapmak üzere, elli yıldan beri, hukuk fakülteleri, yüksek yargı organları mensupları ve uzman milletvekillerinin katılımıyla, 1951 yılından itibaren değişik zamanlarda komisyonlar kurulmuş; fakat, Parlamento seçimlerinin erken yapılması ya da koalisyon hükümetlerinin anlaşamaması sebebiyle yasalaşamamıştır. Adalet Bakanlığınca bu hususa ilişkin olarak 1974 ve 1976 yıllarında oluşturulan komisyonlar ise, bu konudaki çalışmalarını dahi sonuçlandıramamıştır. Millî Güvenlik Konseyi döneminde kurulan Türk Kanunu Medenîsi ile İlgili Çalışmalar Yapmak Üzere Komisyon Kurulması Hakkında Kanun uyarınca kurulan komisyon da, bir rapor hazırlayarak kamuoyuna sunmuştur.

Son olarak, Türk Kanunu Medenîsinin tamamını gözden geçirmek ve günümüz koşullarına uygun hale getirmek amacıyla, 1994 yılında, Adalet Bakanlığında, üniversiteler, yüksek yargı organları, meslek kuruluşları, hukukla ilgili sivil toplum örgütleri ve bakanlık temsilcilerinin katılımıyla yeni bir komisyon oluşturulmuştur. Bu komisyon, çalışmalarını, başarıyla, 1998 yılında tamamlamıştır.

Yeni Türk Medenî Kanunu Tasarısı hazırlanırken, Adalet Bakanlığının daha önce oluşturduğu komisyonlar tarafından hazırlanarak Bakanlıkça 1971 ve 1984 yıllarında yayımlanmış bulunan iki ön tasarı metninden de faydalanılmış, ayrıca, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler, Türk ve İsviçre doktrini ile yargı içtihatlarında ileri sürülen görüşler ve anılan ülkelerdeki gelişmeler de göz önünde bulundurulmuştur. Böylece, yürürlükteki kanundan farklı pek çok yeni hükümler içeren, özellikle kadın-erkek eşitliğine her alanda yer veren yeni bir tasarı hazırlanmıştır.

Bu tasarı, 20 nci Yasama Döneminde de, maalesef, yasalaşamamıştır. Aradan geçen zaman içinde, tasarı hakkında, kamuoyunda çeşitli öneri ve eleştiriler yapılmıştır. Bu öneri ve eleştirileri dikkate alarak, Türk Medenî Kanunu Tasarısını gözden geçirmek, ayrıca, Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısını hazırlamak amacıyla Adalet Bakanlığında yeniden bir heyet oluşturulmuştur. Komisyon sıralarında oturan değerli hocamız Prof. Dr. Turgut Akıntürk'ün başkanlığındaki bu komisyon, her iki tasarıdaki görüşleri de değerlendirerek, çalışmalarını Ekim 1999'da tamamlamıştır. Bu çalışmalar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca, 14.1.2000 tarihinde Adalet Komisyonuna havale edilmiştir. Komisyon, 6.4.2000 tarihinde tasarı taslağını alt komisyona havale etmiş, alt komisyon çalışmalarını bitirerek Adalet Komisyonuna 6.12.2000 tarihinde raporunu sunmuştur. Bu rapor üzerine Adalet Komisyonu 6.12.2000 tarihinden 14.6.2001 tarihine kadar toplam 21 toplantı ve 175 saatlik bir çalışmayla kanun tasarısını görüşerek kabul etmiştir.

Bu çalışmalar yapılırken, Adalet Bakanlığı, Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü verilerinden ve Avrupa ülkelerindeki yürürlükteki kanunlar ve bunların uygulama sonuçlarından titizlikle faydalanılmıştır.

1 030 maddelik tasarı metninde 139 madde yeniden yazılmıştır. Tasarı metninde gerçekleştirilen değişikliklerin bazıları ana başlıklarıyla şunlardır:

Hepimiz uygulamada cinsiyet değişikliğine ilişkin yargı ve kanun maddeleri arasındaki çelişkiyi bilmekteyiz. Tasarıda, cinsiyet değişikliğine ilişkin olarak, 18 yaşını doldurmuş bulunması, evli olmaması, cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunlu olması, üreme yeteneğinden sürekli yoksun bulunması ve bu hususların resmî sağlık kurulu raporlarına bağlanması.

Eşlerden her biri meslek veya iş seçiminde diğerinin iznini almak zorunda değildir; ancak, meslek ve iş seçiminde ve bunların yürütülmesinde evlilik birliğinin huzur ve yararı gözönünde bulundurulmak şartıyla.

Mal rejimi sözleşmesinin noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılması; ancak, tarafların evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini seçtiklerinin yazılı olarak bildirilmesi.

Mal rejimi sözleşmesinin taraflarca veya gerektiğinde yasal temsilcilerince imzalanması.

Eşlerin kişisel malları ile edinilmiş mallarının, mal rejimi sona ermesi anındaki durumlarına göre ayrılması. Yani, eşlerden birine sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurumlarınca yapılmış olan toptan ödemeler veya işgücü kaybı dolayısıyla ödenmiş olan tazminat, toptan ödeme veya tazminat yerine, ilgili sosyal güvenlik veya sosyal yardım kuruluşunca uygulanan usule göre, ömürboyu irat bağlanmış olsaydı, mal rejiminin sona erdiği tarihte, bundan sonraki döneme ait iradın peşin sermayeye çevrilmiş değeri ne olacak idiyse, tasfiyede o miktarda kişisel mal olarak hesaba katılması.

Aşağıda sayılan malların da, edinilmiş mallara değer olarak eklenmesi.

Eşlerden birinin, mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde, diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız ve kötü niyetli kazandırmalar.

Bir eşin, mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltma kastıyla yaptığı devirler.

Bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda, mahkeme kararının, davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilmesi.

Mal rejiminin tasfiyesinde malların sürüm değerlerinin esas alınması.

Her eş veya mirasçıların, diğer eşe ait artıkdeğerin yarısı üzerinde hak sahibi olması.

Alacakların takas edilmesi.

Zina veya cana kast nedeniyle boşanma halinde, hâkimin, kusurlu eşin artıkdeğerdeki pay oranının hakkâniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilmesi.

Aksine anlaşma yok ise, tasfiyenin sona ermesinden başlayarak, katılma alacağına ve değer artışına faiz yürütülmesi. Durum ve şartlar gerektiriyorsa, ayrıca, borçludan teminat istenebilmesi.

Eşlerden birinin ölümü halinde, tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadığı konut varsa, sağ kalan eşin, bunların üzerinde, kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkını isteyebilmesi. Bu madde çok önemlidir; şunun için önemlidir: Uygulamamızda, kanayan bir yara olarak, eşlerden birisinin vefatında, hayırsız çıkan çocuklar, geride kalan, özellikle anneyi mağdur edebilmekte idiler. Bu yasa metniyle, geride kalan annelerin, kadınların, çocukları tarafından mağdur edilmesi kanunla önlenmiş olmaktadır.

Haklı sebeplerin varlığı halinde, sağ kalan eşin veya miras bırakanın, diğer yasal mirasçılardan birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınmasına karar verilebilmesi; yani, sağ kalan eşin, ölen eşiyle yıllardır aynı çatıyı paylaştığı evde ve işyerinde hayatını devam ettirebilmesi.

Miras bırakanın bir meslek veya sanat icra ettiği ve altsoydan birinin aynı meslek ve sanatı icra etmesi için gerekli olan bölümlerde sağ kalan eş, bu hakları kullanamaz. Taşınmaz mallara ilişkin miras hükümleri saklıdır; yani, gayrimenkullerin bölünmesi önlenilmiştir.

Taşınmaz rehnin, miktarı Türk parasıyla gösterilen belli bir alacak için kurulabilmesi.

Alacağın miktarının belli olmaması halinde, alacaklının bütün isteklerini karşılayacak taşınmazın güvence altına alacağı üst sınırın taraflarca belirlenmesi.

Yabancı para üzerinden taşınmaz rehnin, vadesi 2 yıl ve daha fazla olan dış kaynaklı krediler için kurulabilmesi. Bu halde, her derecenin ifade ettiği miktar, rehin konusu alacağın tespit edildiği para üzerinden gösterilir; ancak, aynı derecede birden fazla para türü kullanılarak rehin hakkı kurulamaz. Yabancı para üzerinden kurulan rehne ait bir derecenin boşalması halinde, yerine, tescil edileceği tarihteki karşılığı Türk parası veya yabancı para üzerinden kurulabilir. Bu maddeyle de, Anayasamızda yapılan tahkimle ilgili değişikliğe Medenî Kanunda uyum sağlanmıştır.

Yabancı veya Türk parası karşılıklarının hesap günündeki Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının döviz kurunun esas alınması.

Rehin haklarının hangi yabancı para üzerinden kurulabileceğinin Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmesi.

Sözlerime son verirken, bu yasanın hazırlanmasında, Komisyonda görüşülmesinde katkıda bulunan herkese teşekkür ediyor, bu yasa tasarısını kanunlaştıracak olan siz 21 inci Dönem Parlamentosunu oluşturan değerli milletvekili arkadaşlarıma saygılar sunuyorum.

Yasa tasarısının, hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum. (MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbeyin.

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi adına birinci konuşmacı olarak İzmir Milletvekili Sayın Işılay Saygın'ın.

Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Saygın, siz de 20'şer dakika mı paylaştınız?

IŞILAY SAYGIN (İzmir) - Evet.

BAŞKAN - Peki.

Buyurun efendim.

ANAP GRUBU ADINA IŞILAY  SAYGIN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısının tümü üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisimizin siz saygıdeğer üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği gibi, ülkemizde çağdaş, uygar bir yaşam biçiminin yerleştirilmesi amacıyla, cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda yapılan devrimlerin temeli, hukuk devrimine dayanır. 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilerek, 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Medenî Kanunumuz, hukuk devriminin en temel yasasıdır; 7'den 70'e herkesi ilgilendirmektedir.

Kişilerin özel yaşam ilişkilerini, doğumundan başlayarak, ölümüne ve ölümünden sonrasına kadar düzenleyen Medenî Kanun 1926 yılında kabul edildiği zaman, aile hukuku bölümünde köklü bir reformu yaşama geçirmiştir; ancak, yaşamın hızla gelişen ve değişen koşulları karşısında, bu kurallar yetersiz kalmıştır. Bu nedenle, Medenî Kanunun devrimci ve eşitlikçi özüne dokunulmaksızın, çağın sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerine uygun değişikliklerin yapılması, yenilenmesi zorunlu olmuştur.

Medenî Kanunda değişikliklerin bir an evvel yapılması için, kadın kuruluşları, her platformda konuyu gündeme getirmişler, 1993 yılında, İstanbul Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezince, hukukçu kadınlarla birlikte hazırladıkları medenî kanun taslağını imzaya açmışlar ve 100 000 imza toplayarak, kampanya başlatmışlardır. Toplanan imzalar ve taslak "eşit hak, eşit katılım ve ailede demokrasi, toplumda demokrasi" söylemiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına -Sayın Başkanımız Cindoruk iken- sunulmuştur. Bu vesileyle, tüm kadın dernekleri, Medenî Kanunun değişmesini, günün şartlarına uyarlanmasını talep edegelmişlerdir.

Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan komisyonlar, 1971 ve daha sonra 1984 yıllarında çalışmışlar; ancak, çalışmalar, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulamamıştır.

Adalet Bakanlarımızdan Sayın Seyfi Oktay zamanında, 1994 yılında bilim adamları ve uygulayıcılardan oluşan 36 kişilik bir medeni kanun komisyonu kurulmuş, çalışmalara başlamıştır.

Daha sonra, Adalet Bakanlığına, 55 inci hükümet döneminde, Sayın Oltan Sungurlu atanmış, çalışmaları çabuklaştırmış, Devlet Bakanlığım zamanında Adalet Bakanlığıyla birlikte çalışılarak Medenî Kanunun günün şartlarına uygun hale gelmesi sağlanmıştır.

Bu dönemde, 36 kişilik komisyona başkanlık yapan Medenî Hukuk Profesörü Sayın Turgut Akıntürk tarafından, Medenî Kanunun kabulünün yıldönümünde, 17 Şubat 1998'de, Adalet Bakanı Sayın Oltan Sungurlu ve Devlet Bakanı olarak benim de bulunduğum bir toplantıda, yapılan çalışmalar, Medeni Kanun, sivil toplum kuruluşları, üniversite, kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcilerine anlatılmıştır. Daha sonra da çeşitli platformlarda tartışılan kanun taslağı, son şeklini alarak hükümete sunulmuştur.

30 Aralık 1999 tarihinde, hükümet, tasarıyı inceleyerek Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk etmiştir. Yasa tasarısı, erken seçim kararı alındığı için Mecliste görüşülememiş ve kadük olmuştur.

Tasarının bu hale gelmesinde emeği geçenlerin hepsine candan teşekkür ediyorum.

Seçimden sonra 57 nci hükümet kurulmuş, Adalet Bakanlığına Sayın Hikmet Sami Türk atanmış; o da, daha önce, 55 inci hükümet döneminde hazırlanan yasa tasarısını yeniden hükümete sunmuş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sevkini sağlamıştır.

Tasarı, Adalet Komisyonunda ve alt komisyonda görüşülmüş, tartışılmış, bazı değişiklikler ve düzenlemeler yapılarak son şeklini almıştır.

Bugün, Medenî Kanun Tasarısının geneli üzerinde görüşüyoruz. Medenî Kanuna sahip çıkıp kanunun bir an evvel gündeme gelmesini sağlayan Adalet Komisyonumuzun Değerli Başkanına ve Sayın Bakanımıza teşekkür ediyorum.

Toplam 1 030 maddeden oluşan Medenî Kanun Tasarısı, yürürlükteki 937 maddelik Medenî Kanunun sistematiğine bağlı kalınarak, başlangıç bölümüyle, Kişiler Hukuku, Aile Hukuku, Miras Hukuku ve Eşya Hukuku başlığını taşıyan dört kitap olarak düzenlenmiştir.

İsviçre Medenî Kanunundan çeviri yoluyla alınan Medeni Kanunun dili eskimiş olduğundan, tasarı hazırlanırken, genellikle, Anayasada kullanılan dil esas alınarak günümüz Türkçesine uygun biçimde sadeleştirilmiştir.

Tasarının, kişiler hukuku, miras hukuku ve eşya hukuku bölümlerinde de günümüzde ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak üzere önemli değişiklikler yapılmıştır; ancak, devlet bakanlığım sırasında, özellikle yasalarda, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için, gönüllü kadın kuruluşları ve bu konuda uzman kadın hukukçularla işbirliği içinde yaptığım çalışmaları da göz önüne alarak, tasarıya ilişkin görüşlerimizi, aile hukukuyla sınırlandırarak açıklamak istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aile hukukunda eşler arası ilişkileri düzenleyen birçok hüküm, günümüzde kadın-erkek eşitsizliğini ve sonuçta kadınların mağduriyetine yol açmaktaydı. Bu maddeler "eşlerin eşit haklara sahip olması" ilkesine, uluslararası sözleşmelere ve Anayasaya aykırıdır ve bu bakımdan değiştirilmesi zorunlu hale gelmiştir.

Anayasamızın 10 uncu maddesinde yer alan "herkes kanun önünde eşittir" kuralı, cinsiyete dayalı ayırımcılık yapılmamasını da öngörmektedir. Ayrıca, geçtiğimiz günlerde, Anayasa değişikliği paketinde kabul edilerek yürürlüğe giren Anayasamızın 41 inci maddesindeki "Aile, Türk toplumunun temelidir" cümlesine eklenen "ve eşler arasında eşitliğe dayanır" hükmü gereğince, aile içinde kadın-erkek eşitsizliğini içeren maddeler Anayasaya aykırılık oluşturmaktadır.

Uluslararası hukuk açısından ise, başta, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve ek ihtiyari protokol olmak üzere, taraf olduğumuz diğer uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan taahhütlerimiz, yasalarda var olan kadın-erkek eşitsizliğinin kaldırılmasını zorunlu kılmaktadır. Öte yandan, Avrupa Birliğine uyum sürecinde, ulusal programda kısa vadede yapmayı taahhüt ettiklerimiz arasında Medenî Kanun değişikliği de yer almaktadır. Bütün bu ulusal ve uluslararası hukukî nedenler yanında, aile içinde eşlerin eşit haklara sahip olmaları, toplumsal açıdan da gerekli hale gelmiştir. Bilindiği gibi, kamuoyu, Medenî Kanun değişikliğini sabırsızlıkla beklemektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün görüşmeye başladığımız Medenî Kanun Tasarısının, evliliğin genel hükümlerinde "koca, evlilik birliğinin reisidir" hükmü ve buna bağlı olarak, kocaya üstün haklar tanıyan kurallar kaldırılmış ve yerine "eşlerin eşit haklara sahip olmaları" ilkesi benimsenmiştir. Örneğin, 186 ncı maddede "Eşler, oturacakları konutu birlikte seçerler, birliği beraberce yönetirler. Eşler, birliğin giderlerine, güçleri oranında emek ve mal varlığıyla katılırlar" denilmekte ve ilk defa ev içi emeğinin bir maddî değer olduğu kabul edilmektedir.

"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda birlikte karar alır ve uygularlar" kuralında da velayette eşitlik getirilerek "son sözün babada olduğu" hükmünün kaldırıldığını görüyoruz.

Medeni Kanun Tasarısında, evliliğin genel hükümleri ve mal rejimleri, haklarda ve sorumluluklarda eşitlik, temsilde ve paylaşımda eşitlik temeline dayandırılmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu konuya, bakanlığım sırasında ve sonraki çalışmalarımda, gönüllü kadın kuruluşları, üniversitelerimizin değerli hukukçularıyla işbirliği içerisinde ne kadar önem ve destek verdiğimi tekrarlamaya gerek yok.

Hatırlayacağınız gibi, sizlerin desteğiyle 1997 yılında Medeni Kanunun, kadının soyadına ilişkin 153 üncü maddesinde bir değişiklikle ilgili hazırlamış olduğum kanun teklifi kanunlaşmıştı değerli oylarınızla. Kanunla, kadının, kendi soyadını, eşinin soyadının önünde kullanma imkânı ile kadının kimliğinin korunması sağlanmıştı.

14 Mayıs 1997 tarihinde yapılan değişiklik, tasarıda aynen yer almaktadır. Aile hukuku alanında küçük; ama, umut ettiğimiz ve bugün gerçekleştirmeye çalıştığımız aile hukuku, reformun başlangıcı olarak büyük önem taşıyan bir değişikliktir.

Bu arada, gözden kaçırılmaması gereken bir husus da, eşitlik ilkesi çerçevesinde, kadınlara karşı ayırımcılığın kaldırılmasına imkân sağlanırken, aynı zamanda, kadınlara tanınan ayrıcalığa da son verilmekte ve eşit sorumluluk yüklenmektedir. Örneğin, yürürlükteki kanunda, erkeğin, kadından yoksulluk nafakası talep edebilmesi için, kadının hali refahta olması aranırken, tasarıda, eşlerden, daha ağır kusuru olmayan her birinin diğerinden, herhangi başka bir koşul aranmaksızın nafaka talep edebileceği kabul edilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medeni Kanun değişikliği sırasında en çok gündeme gelen ve üzerinde en çok tartışılan, yasal mal rejimi konusu olmuştur. Yürürlükteki kanunda, yasal mal rejimi olan mal ayrılığı rejimi, özellikle, boşanma durumunda, kadınların son derece mağdur olmalarına yol açmaktadır. Kadınlar, yıllarca, evde veya işte çalışmış olsalar bile, emekleriyle kazandıkları parayla, alınan ve gelenekler nedeniyle kocanın üzerine kaydettirilen mallardan hiçbir pay alamamakta, hak iddia edememekteydiler. Aslında, kanunda, evlilik süresince edinilen malların eşler arasında paylaşımına imkân sağlayan sözleşmeyle seçilecek akdi mal rejimlerine, mal ortaklığı ve mal birliği rejimlerinde de yer verilmiştir; ama, Medeni Kanunun yürürlüğe girdiğinden günümüze geçen 75 yıl içinde böyle bir seçime rastlanmamıştır. Bu  nedenle, yasal mal rejimi çok önemlidir. Tasarı, ilk defa, 55 inci hükümet döneminde 17 Şubat 1999 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulduğunda, yasal mal rejimi olarak paylaşmalı mal ayrılığı rejimine yer verilmiştir.

Edinilmiş mallara katılma, mal ayrılığı ve mal ortaklığını, noterde yapacakları sözleşmeyle, evlenmeden önce veya sonra veya evlenme sırasında yazılı beyanlarıyla seçmedikleri takdirde, eşlerin, yasal mal rejimine tabi olacakları kabul edilmişti. Tasarının gerekçesinde, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin neden düzenlendiğine ilişkin yapılan ayrıntılı açıklamada, edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanma ve tasfiyesindeki zorluklar açık bir şekilde ifade edilmekte ve anlatılmaktadır; bu, çok önemli bir durumdur.

Tasarı hazırlanırken, yürürlükteki yasal mal rejimi olan mal ayrılığının değiştirilmesi komisyonda oybirliğiyle benimsenmiştir. İsviçre Medeni Kanununda kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminin benimsenmesinin getireceği yararlar yanında, tasfiyesinin âdeta bir anonim şirketin tasfiyesinden karmaşık ve güç olması, aynı zamanda çok uzun sürede tamamlanabilmesi gibi sakıncaları göz  önünde bulundurulduğunda, bu rejiminin pek yararlı olamayacağı sonucuna varılmıştır.

Kaldı ki, İsviçreli hukukçuların büyük bir çoğunluğu, bu rejimin karmaşık bir rejim olduğunu ve bu sebeple çok eleştiri aldığını ifade etmektedirler.

Diğer taraftan, İsviçre'de uzun süre geçerli olan mal birliği rejimi, 1988'de kabul ettikleri yeni rejimle büyük ölçüde benzerlik gösterdiğinden, yeni rejime geçiş pek de zor olmamıştır. Oysa, ülkemizde, 76 yıldır mal ayrılığı rejimi geçerli olduğundan, bu rejimde, bir anda, hiç alışık olunmayan çok yeni bir rejime geçmek, İsviçre'deki gibi kolay olmayacaktır. Bu nedenle, komisyon, eşlerin, edinilmiş mallara katılma, mal ayrılığı ve mal ortaklığı rejimlerinden birini sözleşmeyle seçebileceklerini, böyle bir seçim yapmadıkları takdirde, paylaşmalı mal ayrılığının, yasal mal rejimi olarak uygulanacağını kabul etmiştir.

İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve İzmir 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültelerinin değerli öğretim üyeleri, tasarıya ilişkin hazırladıkları raporlarda, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin, yasal mal rejimi olarak kabul edilmesinin doğru olduğunu, edinilmiş mallara katılma rejiminden çok farklı olmadığını, birçok yönüyle benzerlik taşıdığını, evlilik süresinde edinilen malların eşit paylaşımı esasına dayandığını, tasfiyesi kolay ve çabuk yapılabildiği için, kadınların daha çok yararına bir sistem olduğunu belirtmişlerdir. Bu mal rejiminde, esas itibariyle, aynı tasfiye benimsenmiş olduğundan, edinilmiş mallara katılmanın, tasfiye sürecinden yaşanan uzun yıllar süren hesaplama zorluklarının bertaraf edilmiş olduğu önemle vurgulanmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bazı çevrelerde, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde, evlilik süresinde edinilen malların eşit paylaşılamayacağı endişesi görülmektedir. Bu rejim yakından incelendiğinde, bu endişelerin yerinde olmadığı görülecektir. Kaldı ki, tasarının, Adalet Komisyonunda görüşülmesi sırasında, 250 nci maddesinin birinci fıkrasında "paylaşıma esas olan malların sayıldığı hükme eklenen son cümle ile paylaştırmada işletmelerin ekonomik bütünlüğü gözetilir" denilmek suretiyle, ticarî işletmelerin de paylaştırma kapsamında olduğu açıkça ifade edilmektedir. Söz konusu maddenin ikinci fıkrasındaysa, paylaşım dışı mallar sayılmıştır. Mal rejimlerinin seçiminde ve oylanmasında, hukukî tercih yerine siyasî tercihin önplana çıktığı, çalışmaları yakinen takip edenler tarafından ifade edilmektedir.

Bütün bu açıklamalara ve bilimsel raporlara rağmen, koalisyon hükümeti, uzlaşma yoluyla, edinilmiş mallara katılma rejiminin yasal mal rejimi olmasını benimsemiştir. Ancak, ne yazık ki, bu defa, Yürürlük Kanunu Tasarısının mal rejimlerine ilişkin maddesinde, yine uzlaşarak yapılan değişiklikle, yasal mal rejiminin, mevcut evliliklere, kanunun yürürlüğe girmesinden sonra uygulanmaya başlayacağı benimsenmiştir. Oysa, Yürürlük Kanunu Tasarısının söz konusu 10 uncu madde gerekçesinde, yasal mal rejimi olan mal ayrılığının, ülkemizde eşler arasında büyük haksızlıklara yol açtığı vurgulanarak, bu mağduriyetin kaldırılması amacıyla, tasarının yasalaşmasıyla, eşit paylaşıma dayalı yasal mal rejiminin, geçmişe etkili olarak, eşlerin evlenme tarihinden itibaren uygulanacağı kabul edilmişti. Yasal mal rejiminin, mevcut evliliklere, evliliğin başlangıç tarihinden itibaren uygulanmaması sonucunu doğuran bu düzenleme, milyonlarca evli kadının geçmiş emeklerine yapılmış büyük bir haksızlıktır. Kanun, aslında, bu haksızlığın giderilmesi için çıkarılmak istenmektedir. Bu bakımdan, mevcut evlilikler için kanunun fazla bir anlamı kalmamıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yürürlükteki Medenî Kanunda, aile içi ilişkiler konusunda karar alma yetkisi kocaya tanınmıştı; tasarıda, eşlerin eşit haklara sahip olmaları ilkesinden hareketle, eşlerin birlikte karar almaları öngörülmüştür. Eşlerin karar alma konusunda anlaşamamaları halinde hâkime başvurmaları ve konunun hâkim tarafından karara bağlanması kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra, tasarıda, birçok durumda hâkimin resen işlem yapabileceğine yer verilmiştir. Bu bakımdan, Medenî Kanun Tasarısı yasalaştığında, aile hukukuna ilişkin sorunların çözümüyle görevli aile mahkemelerinin ihtisas mahkemeleri olarak kurulması, kanunun amacına uygun olarak uygulanmasında önemli rol oynayacaktır. Aile Mahkemelerinin Kuruluşu, Görevleri ve İşleyişine Dair Kanun Teklifini, geçen yıl, Türkiye Büyük Millet Meclisine vermiş olduğumu, bir an evvel yasalaşmasının yararlı olacağına inandığımı belirtmek istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 21 inci Yüzyıl koşullarına uygun yeni bir medenî kanuna sahip olmamızı sağlamak üzere, tasarının yasalaşmasına, Anavatan Partisi olarak destek vereceğimizi bildirir; bu vesileyle, bu yasanın toplumumuza hayırlı olması dileğiyle, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Saygın.

Anavatan Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihî günlerinden birini yaşıyor. Elli yıldır tartışılan, Türk Medenî Kanununda değişiklik tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine başlıyoruz. Bu onuru birlikte paylaştığım milletvekili arkadaşlarımı, şahsım ve Anavatan Partisi Grubu adına kutluyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bütün toplumlarda, medenî kanun, kişilerin doğumundan ölümüne kadar, gerçek kişilerin, kişilerle, bir ölçüde devletle, bir ölçüde eşyayla olan münasebetlerini düzenleyen, bireyi ve toplumsal yaşamı yakından ilgilendiren temel kanundur. Medenî kanun, kulluktan yurttaşlığa geçişin belgesidir. Hukuk tarihi açısından baktığınızda, medenî kanunlar, 1 500 yıl öncesine uzanan, Roma hukukuna dayanan, tarihin en eski kanunlarıdır.

Değerli milletvekilleri, Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra başlayan devrim hareketlerine hukuk alanında da ihtiyaç görülmüş, eski kanun ve kurallar gözden geçirilerek, yeniden yapılanma sürecinde, ancak 300 maddesi yürürlükte olan ve ihtiyaca cevap veremeyen Mecellenin yerine, çağı kucaklayan, insanımızın ihtiyacına cevap veren medenî kanun arayışına girilmiştir. Yeni medenî kanunun yapılabilmesi için komisyonlar kurulmuşsa da, sonuç alınamamış, kurulan komisyonlardan da sonuç çıkmayınca, çağdaşlarına göre yeni ve modern bir kanun oluşu, ferdiyetçi ve liberal hükümler yanında, sosyal içerikli vasfı, metin olarak sade ve açık yazılışı, kadın-erkek eşitliğine dayalı çağdaş, demokrat ve laik karakterli olması gibi sebeplerle, 1912 tarihli İsviçre Medenî Kanunu iktibas yöntemiyle hukukumuza kazandırılmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2 nci Dönem milletvekillerince 17 Şubat 1926 tarihinde, gerekçesiyle birlikte, oybirliğiyle, büyük bir coşkuyla kabul edilmiştir. 4 Nisan 1926 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanmış ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu kanunun hukukumuza kazandırılmasında büyük emekleri olan Mustafa Kemal Atatürk, devrin Adalet Bakanı Esat Mahmut Bozkurt ve 2 nci Dönem saygıdeğer milletvekillerini rahmetle anıyorum.

Yürürlükteki 1926 tarihli Medenî Kanun, cumhuriyet devriminin bir programı olup, çağdaş Türk toplumu yaratma sürecinde atılmış önemli bir adımdır. Medenî Kanun, hukuk alanında laikliğe dayalı ilk temel kanunumuzdur. 75 yıldır Türk hukuk sisteminin temel taşı olarak toplumun ihtiyaçlarını karşılamış, bireyin hizmetinde olmuştur. Zaman zaman yasama tarafından değişikliğe uğramışsa da ve yargı, özellikle Anayasa Mahkemesi kararlarıyla boşluklar doldurulmaya çalışılmışsa da, 75 yıl önce reform olan bu yasa, yaşamın değişen ve gelişen koşullarına, teknolojik gelişmelere ayak uyduramayışı gereği, çağdaş hukuk sistemlerinin gerisinde kalmıştır, ihtiyaçlara cevap veremediği gerçeğiyle elli yıldır tartışılmaktadır.

Gerçekten, hukuk kuralları, yaşamın gelişen ve değişen koşullarına uygun olarak değiştirilmezlerse toplumun gerisinde kalırlar. Toplumun ihtiyaçlarına cevap veremezlerse, hukukun hedefi olan adil çözümü üretemezler. Yasalar, toplumsal değişim ve gelişmelere paralel yürümek zorundadırlar. Hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygının en üstün değer olduğu, hukuk ve adalet duygularının hassaslaştığı günümüzde, aile hayatının, uluslararası sözleşmelerde konu edildiği çağdayız. İnsanca yaşamanın yeni kurumları ve kuralları ortaya çıkmıştır. Değişim kaçınılmazdır. Medeni Kanun, sosyal olguların gerisinde kalamaz.

Değerli milletvekilleri, Medeni Kanunun değiştirilmesi konusu, son sekiz yılı yoğun tartışmalar olmak üzere, elli yıldır gündemde. Elli yıldır ileri sürülen görüşler, yapılan tartışmalar, kurulan, dağılan komisyonlar, koalisyon protokolleri, hükümet programları derken, 20 nci Yasama Döneminde 55 inci hükümetin Sayın Başbakanı Yılmaz tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan tasarı, erken seçimle kadük olmuştur. Başbakan Sayın Ecevit'in, tasarıyı 21 inci Dönemde yenilemesiyle tasarı tartışmaya açılmıştır.

Tasarı, kamuoyunda yapılan eleştiriler, öneriler dikkate alınarak, dil ve içerik açısından yeniden gözden geçirilmiştir. Tasarı, aynı mahiyetteki kanun teklifleriyle birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda kurulan altkomisyonun süzgecinden geçtikten sonra, Adalet Komisyonu, altı ayı aşkın bir sürede yaptığı 21 toplantı sonucu, bazı değişikliklerle tasarıyı kabul etmiş, Genel Kurul da, öncelikle görüşülmesine karar vermiştir.

Genel Kurulda bugün görüşmelerine başladığımız metin, elli yıldır yapılan çalışmaların, birikimlerin ürünüdür. Katkısı olan herkese, özellikle Adalet Bakanlarımıza ve Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan Medeni Kanun Tasarısı Komisyon başkan ve üyelerine, saygıdeğer hocalarımıza, Yargıtayımızın değerli üyelerine, Adalet Bakanlığı bürokratlarına, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Adalet Komisyonunun Değerli Başkanına ve üyelerine, Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına teşekkürü borç biliyorum. Yaptığınız çalışma ve katkılarla, 1926 tarihinde gerçekleştirilen hukuk devrimini 21 inci Yüzyıl koşullarında, daha çağdaş, daha ileri bir çizgiye taşıdınız.

Günümüzde, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının ulaştığı düzeyden ışık alarak konuyu irdelediniz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda tasarıyı görüşüyoruz. 1 030 maddeden ibaret olan Medenî Kanunla, yürütme ve uygulamaya ilişkin olarak 25 maddelik tasarının da, önemine binaen, bir an önce yasalaşmasının gerçekleşmesi gerekiyor. Bu açıdan, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan 6 siyasî partinin katkılarıyla, Danışma Kurulunda oybirliğiyle alınan kararla, yasa tasarıları, İçtüzüğümüzün 91 inci maddesi gereği, temel yasa olarak görüşülecektir. Bütün gruplara teşekkür ederken, özellikle muhalefetin gösterdiği anlayış ve uzlaşmacı tutum takdirle anılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının gerekçesi, özü itibariyle 1926 tarihli Medenî Kanunun gerekçesinin tekrarıdır. Devrin Adalet Bakanı Sayın Esat Mahmut Bozkurt tarafından kaleme alınan gerekçe, bugün dahi hayatiyetini korumaktadır. Medenî Kanunun Türk toplumuna kazandırılmasındaki amaç, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmaktır; aynı hedef bugün de geçerlidir. Bazı çevreler, 1926 tarihli Medenî Kanunun gerekçesinin aynen alınmadığını, Medenî Kanunun laiklik karakterinin saklanmaya çalışıldığını iddia etmişlerdir. Gerekçeyi tenkit eden bir başka görüş de -ki bu görüşlerini Adalet Komisyonunda muhalefet şerhleriyle ifade etmişlerdir- gerekçede, Türk toplumunun tarihin derinliklerinden bugüne, 21 inci Yüzyıla süzülüp gelen tarihî, millî, dinî ve kültürel değerleri açıkça aşağılayıcı cümlelerden oluştuğu şeklindedir. Biz, her iki zıt görüşe de katılmıyoruz. Görüştüğümüz tasarının gerekçesi dikkatle okunup değerlendirilirse, Medenî Kanunun içeriği incelenirse, Esat Mahmut Bozkurt'un hayatı ve eserleri dikkatle incelenirse, Medenî Kanunun laiklik yapısının korunduğu açıkça anlaşılır.

Gerekçede aşağılandığı iddia edilen tarihî, millî, dinî ve kültürel değerlerimiz değildir. Tarihimize sığınmak, millî, dinî, kültürel değerlerimize sadakat, her Türk vatandaşının görevidir.

Esat Mahmut'ça konu edilen, yüce dinimizin de karşı olduğu, gerçek din olmadığı halde onun yerine geçen hurafelerdir. Örf ve âdetler, akıl ve ilim ölçülerine uymuyorlarsa, İslama da uymaz; kendiliklerinden tarihin çöplüğüne atılırlar. Kastedilenin, tarih, din, kültür değil, batıl inançlar ve hurafeler olduğu açıktır. Esat Mahmut Bozkurt Beyin hayatını bütünüyle değerlendirirsek, gerekçede yapılan itirazları haklı bulmuyoruz. Gerekçenin, sadeleştirilerek, anlaşılır bir ifadeyle bugüne taşınması isabetli olmuştur. Gerekçe, Türk toplumuna aydınlık ve çağdaş bakışı yansıtan bir belge niteliğindedir.

Değerli milletvekilleri, aradan geçen uzun zaman diliminde, Medenî Kanunun dili eskimiştir. Tasarıda kullanılan kelime, deyim ve terimlerin, yeni kuşaklar tarafından kolayca anlaşılır olmasına özen gösterilmiştir. Ölçü olarak Anayasa dili esas alınmıştır. Türkçe karşılığı bulunamayan kavram ve terimler korunmuştur. Terim birliği korunmaya çalışılmıştır. İdeal bir dil olmasa da, dil açısından, ciddî oranda iyileştirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Kanun başlangıç hükümleri, Medenî Kanun, Borçlar Kanunu, hatta, hukukun tümünde önemli görülen genel nitelikli kurallardır. Bu kurallar, Türk medenî hukukun uygulanmasına, hukukun kaynaklarına, yorumlanmasına, yargıcın hukuk boşluğunu doldurma yetkisine, iyiniyet, doğruluk ve güven ilkesine, yargıcın takdir yetkisine, ispat yönüne ilişkindir. Bu kuralların özümsenmesi, adaletin en iyi şekilde tecellisinin güvencesidir.

Kişiler hukuku... Kişi, hukukî bir terim olarak, medenî haklardan yararlanan varlıktır. Kişilik, ne zaman başlar, ne zaman son bulur, hak ve sorumlulukları nelerdir, sınırı nedir; tüzelkişilerin, özellikle dernekler ve vakıfların kuruluşu,  işleyişi,  sona erişi, fiil ehliyetleri nelerdir; bunları düzenler.

İkinci kitap, aile hukukudur. İnsan, doğar doğmaz "aile" adı verilen bir topluluğa dahil olur. Aile, toplumun temel taşıdır. Aileye verilen önem -ki, anayasalarda "Ailenin Korunması" başlığıyla yer almıştır- Anayasanın 41 inci maddesinde "Aile, Türk toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar" denilmektedir.

Aile hukukumuz üç ayrı kısımdan oluşur: Evlilik, hısımlık, vesayet. Bu bölümde, aile nedir, kimlerden oluşur, aile fertlerinin karşılıklı hak ve yükümlülüklerinin kuralları nelerdir, onları buluruz.

Medenî Kanunun üçüncü kitabı miras hukukudur. Kitapta, miras hukukunun başlıca kuralları yer alır. Ölüm, kişiliği sona erdirir. Ölümden sonra, ölenin mal varlığının durumu, kimlere, nasıl intikal edecektir, ne biçimde intikal edecektir; bir başka ifadeyle, mirasın açılmasını, mirasın hükümlerini, mirasın paylaştırılmasının kurallarını düzenler.

Eşya hukuku, bir başka deyişle, aynî haklar, Medenî Kanunumuzun son kitabıdır, dördüncü kitaptır. Mülkiyetten gayri aynî hakları; yani, ipoteği, rehni inceler, zilyetlik ve tapu siciline ilişkin kuralları değerlendirir.

Borçlar hukuku da, aslında, medenî hukukun bir dalı olarak telakki edilir; ancak, bizim hukukumuzda borçlar hukuku, Medenî Kanunun bir parçası değil, ayrı olarak değerlendirilmiş, ayrı bir kanun olarak görülmüştür. Diğer ülkelerin büyük bölümünde, borçlar hukuku, medenî kanunun bir parçası olarak mütalaa edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, Türk medenî hukukunun kendisine özgü nitelikleri mevcuttur. Türk medenî hukuku, eşitlik ilkesini benimser. Kadın- erkek, zengin-fakir, yaşı ne olursa olsun, herkese uygulanır. Tüzelkişiler de aynı hak ve fiil ehliyetine sahiptir.

Türk medeni hukuku millîdir. Kural olarak, Türk vatandaşlarına uygulanır. Bazı şartların oluşumu dışında, yabancılara uygulanmaz.

Türk medenî hukuku yazılıdır, büyük kısmı yazılı kurallardan oluşur. Örf ve âdet hukukuna oldukça az yer verilmiştir.

Türk medenî hukuku, inkılapçı özelliğiyle yeni bir yaşam ve yeni bir hukuk yaratma, yeni bir toplum oluşturma, uygar dünyayla bütünleşme özelliği itibariyle inkılapçı bir karaktere sahiptir. Türk medenî hukuku, ferdiyetçi ve özgürlükçüdür; toplum içerisinde bireyi koruyan hükümlere yer verir; fertlere, girişim özgürlüğünü sağlar; sözleşme serbestiyetine, irade muhtariyetine yer vermiştir. Türk medenî hukuku, sosyal eğilimli bir hukuk dalıdır; kişisel çıkarlar ve yararlar ile toplumun çıkar ve yararları arasında adil bir denge kurmayı amaçlar. Türk medenî hukuku, demokratik ilkeleri benimser; belirli bir zümreye mensubiyetin ayrıcalığı yoktur; gerçek ve tüzelkişiler, hak ve fiil ehliyeti açısından genel ve eşittirler. Türk medenî hukuku laiktir. Dinin, hak ehliyetine etkisi yoktur; ayrı dinden olmak, hak ehliyetini zedelemez. Medenî hukuk, özel hukuk alanında, Türk hukukunda laiklik uygulamasına ilk geçiştir.

Değerli milletvekilleri, Medenî Kanunumuzun en çok tenkit edilen çağdaş düzenlemelerin gerisinde kaldığı iddiası, en çok değişiklik talepleri aile hukuku alanındadır. Demokrasinin temel koşulu, eşitliğin yaşama yansıtılmasının gereği, kadın-erkek eşitliğinin savunucuları, medenî haklardan yararlanmada, borçlara ehil olmada ve hakları kullanmada, bir başka ifadeyle, haklarda eşitlik, sorumlulukta eşitlik, temsilde eşitlik, paylaşımda eşitlik talep ettiler. Kadın-erkek eşitliği, bir lütuf değil, çağdaş uygarlığın, yeni değişikliğiyle Anayasamızın ve imzaladığımız uluslararası sözleşmelerin gereğidir. Kadın-erkek eşitliğini, yasalar ve toplum önünde sağlamak, çağdaş uygarlığın, 21 inci Yüzyıldaki çizgisidir. Bu çizgide, kadın-erkek, ailenin tek sorumlusu değil, ortak sorumlusudur.

Medenî Kanunumuzun değişim sürecinde toplumu hareketlendiren, yasa koyucuya şevk veren, göreve davet eden kadın kuruluşları, barolarımızın kadın komisyonları, üniversitelerimiz, siyasî partilerin kadın komisyonları, Anayasa Mahkemesi kararları, Medenî Kanunun değişiminde toplumun dinamik gücü olmuşlardır. Yürüyüşler, mitingler, seminerler, sempozyumlar, basın toplantıları, imza kampanyalarıyla, hep bir ağızdan "medenî ülkede medenî kanun", "ailede demokrasi, toplumda demokrasi", "eşit hak, eşit katılım", "erkek Meclis, duy sesimizi" diyerek haykıran kadınlarımız büyük iş başarmışlardır. Kendilerini kutluyorum; ancak, kadın-erkek eşitliği sorunu, yalnız kadınlarımızı değil, erkeklerimizi de ilgilendiren sorundur. Kadınlarımız müsterih olsun ki, erkeklerin yüreği de kadınlarımız için çarpar.

Değerli milletvekilleri, 21 inci dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeniden yapılanmaya ilişkin çok sayıda tasarı ya da teklifi yasalaştıran, anayasal tarihinde ilk defa, sivil inisiyatifle Anayasanın 34 maddesini değiştiren Meclistir. Elli yıldır tartışılan Medenî Kanuna ilişkin değişiklikleri de başarıya gerçekleştireceğiz. Meclisin -her türlü özverisine rağmen- vekilleri ile milletinin arasını açmaya çalışan, demokrasiyi özümsememiş felaket tellallarına yeni bir ders vermiş olacağız.

Türk Medenî Kanunu Tasarısının kabulü, hukuk sistemimizde, uygarlık yolculuğunda çok önemli bir kilometre taşı olacaktır. Haklarda, borçlarda, paylaşımda, temsilde eşitlik ilkesine dayanan bu yasa, Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde elimizi güçlendirmiştir.

Kadın-erkek eşitliğinde, teoriyi pratiğe, söylemi eyleme dönüştürecek olan güç, toplumun eğitim düzeyi ve yargının gücüdür, güçlü yargıdır. Bu konuda ciddî adımlar atılması temennimizdir.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz ve inşallah yasalaştıracağımız tasarının bireye mutluluk, topluma huzur getirmesini diliyorum. Gelecek nesiller, 21 inci Dönem milletvekillerini, bu çalışmaları nedeniyle sevgi ve saygıyla anacaklardır.

Medenî Kanun çalışmalarımızda tüm gruplara başarılar diliyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerini, Anavatan Partisi ve şahsım adına kutluyorum, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslan.

Söz sırası Demokratik Sol Parti Grubunda.

Hatay Milletvekili Sayın Ali Günay; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Günay, konuşma süreniz 40 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA ALİ GÜNAY (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken Demokratik Sol Parti Grubu adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

Görüşmeye başladığımız 723 sıra sayılı ve yürürlük maddeleri hariç   1 027 maddeden oluşan Türk Medenî Kanunu Tasarısını, madde madde oylamaya konulmaksızın bir bütün halinde görüşüyoruz. Şu an yürürlükte olan 743 nolu Türk Kanunu Medenîsi de Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir bütün halinde görüşülerek 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmişti. Millet ve ülke yararı söz konusu olduğunda, geçmişte olduğu gibi, bugün de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, iktidarı ve muhalefetiyle birlik içinde hareket etmesinin güzelliğini yaşamaktayız. Madde madde görüşülmesi ve oylanması halinde yasalaşması için çok uzun bir zamanı gerektirecek olan bu tasarının bir bütün halinde görüşülmesiyle birkaç gün içinde kanunlaşması mümkün olabilecektir.

Ülkemizde yürürlükteki Medenî Kanunun yapılması yetmişbeş yıl öncesine dayanır. Bilindiği gibi, Medenî Kanun öncesinde, bizde, medenî hukuk kuralları, dinî esaslara dayanıyordu. O günden bugüne kadar geçen zaman içinde yürürlükteki hukuk kuralları değişmiş ve bugünlere gelinmiştir.

Toplum içinde yaşayan insanların güven ihtiyacı, toplum hayatının bir düzene bağlı olmasını gerekli kılmıştır. Başkalarının saldırısından, keyfî davranışlarından zarar görmeme ve haksızlığa uğramama isteği, hukuk dediğimiz toplum düzeninin sağlanmasına yarayan kuralların oluşmasını gerekli kılmıştır.

Hukuk kuralları, Roma Hukukundan beri devam eden, klasik bir ayırımla, kamu hukuku ve özel hukuk kuralları olmak üzere ikiye ayrılır. Görüşme konumuzu ilgilendiren hukuk kuralı, özel hukuk kurallarıdır. Özel hukuk kurallarının amacı, kişilerin özel menfaatlarını korumak olup, eşit şartlara ve yetkilere sahip olan ve biri diğerinden üstün sayılmayan kişiler arasındaki ilişkileri düzenler.

Özel hukukun en önemli kolu, medenî hukuktur; çünkü, bu hukuk kolu, doğum öncesinden ölüme kadar olan zaman içinde, şahsın sosyal, iktisadî ve hukukî çeşitli ilişkilerini düzenler. Uyguladığımız medenî hukuk kurallarında nereden nereye geldiğimizi bilmek bakımından, bu hususlara değinmeyi gerekli ve faydalı görüyorum.

Osmanlı İmparatorluğunun özel hukuku İslam dininin esaslarına dayanıyordu ve İslam hukukunun dört kaynağı vardı. Bunların başında, bildiğiniz gibi, Kur'an gelir; fakat, Kur'an'da özel hukuka dair olan hükümler, sadece evlenme ve mirasla ilgilidir.

İkinci kaynak, Peygamberin kural haline getirilen sözlerinden ve davranışlarından ibaret olan sünnettir.

Üçüncü kaynak, icmadır. İslam bilginlerinin, yeni meselelere ait çözüm tarzlarını, Kur'an'ın ve sünnetin esaslarını göz önünde tutarak tayinde birleşmeleri olan icma, Peygamberin vefatından sonra hukuk kaynağı olmuştur.

İslam hukukunun dördüncü kaynağı kıyastır. Bazen, bir mesele hakkında diğer üç kaynaktan hiçbir hüküm bulunmaması halinde, bir hukukçu veya yargıç, bu kaynaklardaki benzer meselelere ilişkin kurallara bakarak bunlara uygun düşen çözüm tarzını bulur ki, buna kıyas denilmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu, bu dinî nitelikteki hukuku yüzyıllar boyunca uyguladı.

Osmanlı İmparatorluğunda, Tanzimattan sonra hukuk müesseselerinin kanun koyma yoluyla düzenlenmesine girişildi. Batı devletleri mevzuatı örnek alınarak kanunlar yapılmaya veya yerli kaynaklara dayanılarak orijinal kanunlar hazırlanmaya başlandı. Medenî hukuk alanının yazılı düzene bağlanmasıyla ilgili olarak, Fransız Medenî Kanununun iktibası fikri ortaya atılmışsa da, Ahmet Cevdet Paşanın çabası sonucunda, fıkıh esaslarına dayalı yerli bir kanun yapılması fikri kabul edilerek, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye hazırlanmıştır.

Mecelle, İmparatorluğun eksik kalmış bir medenî kanunu sayılabilir. Eski medenî kanunumuz olan Mecelle, bildiğiniz gibi, 1 851 maddeyi ihtiva etmekteydi. Dinî temellere dayanan ve orijinal bir nitelik taşıyan bu kanunda, genel olarak, fıkıh ilminin mal, borç ve dava ilişkileri bölümü üzerinde durulmuştu. Şahıslar hukuku, aile hukuku ile miras hukukunun tümü ve eşya hukukunun bazı önemli konuları Mecellenin dışında bırakılmıştı. Bu kanun, modern ihtiyaçları karşılamaktan uzaktı ve Medenî Kanunun kabulüne kadar Türk toplumu modern bir kanundan yoksun kalmıştı.

Cumhuriyetin ilanından sonra, özellikle, kadın-erkek eşitliğini sağlamayı, aile düzenini medenî esaslara göre düzenlemeyi, eski miras usullerini terk etmeyi, modern hukuk müesseselerini getirmeyi hedefleyen hukuk devrimini gerçekleştirme işine girişildi. Yapılan çalışmalar sonucunda memleketimizin özelliklerine uygun bir medenî kanun hazırlanması hususunda kurulmuş olan kanun hazırlama komisyonlarının çalışmaları başarı vaat etmeyince, Batı devletlerinden birinin medeni kanununun Türk Medenî Kanunu olarak alınması görüşü benimsenmiş ve İsviçre Medenî Kanununun bazı değişikliklerle bir bütün halinde iktibası kararlaştırılmıştır.

O devirlerde, İsviçre Medenî Kanununun dünya medenî kanunları içinde en yenisi, anlaşılması en kolay, en pratiği olması, bu kanunda kadın erkek eşitliğine dayanan aile hukukunun güzel tanzim edilmiş olması, bunun yanı sıra da, İsviçre'de okuyan hukukçuların Türkiye'de idare başına geçmiş olması, Türkiye'de Fransızca bilenlerin çok olması nedeniyle tercümenin daha kolay ve çabuk yapılmasına imkân bulunması, İsviçre Medenî Kanununun Türk Medenî Kanununa örnek olarak seçilmesine sebep olmuştur.

Oluşturulan bir komisyon tarafından, İsviçre Medenî Kanununun Fransızca metni Türkçeye çevrilmek suretiyle Türk Medenî Kanunu Tasarısı hazırlanmış ve bu tasarı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, şimdi olduğu gibi, madde madde oylamaya konulmaksızın, bir bütün halinde görüşülerek, 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yürürlük ve yürütme maddeleri dahil 937 maddeden ibaret olan 743 nolu Türk Kanunu Medenîsi, bir başlangıç ile şahıslar hukuku, aile hukuku, miras hukuku ve eşya ukuku olmak üzere, dört kitaba ayrılmıştır.

Şahıslar hukukunun konusunu, şahısların çeşitleri, şahsiyetin başlangıcı, şahısların ehliyetleri, hısımlık, ikametgâh, ad, şahsiyetin korunması ve sona ermesi teşkil etmektedir; yani, Şahıslar hukukunun konusunu, şahıslar teşkil etmektedir.

Aile hukukunun konusunu ise, nişanlanma, evliliğin meydana gelmesinden sona ermesine kadar eşler arasındaki çeşitli ilişkiler, nesep ve vesayet teşkil etmektedir.

Miras hukukunda ise, şahsiyetin sonra ermesinden sonra mal varlığının kimlere, ne suretle geçeceği düzenlenmektedir.

Eşya hukukunda ise, şahısların eşya üzerinde sahip oldukları haklar bakımından olan ilişkiler incelenmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medenî Kanun ana hatları itibariyle ulusal yapımıza uygun bulunmakla beraber, geçen zaman içinde toplum hayatının durmadan değişen ve artan ihtiyaçları yeni hukuk kurallarının doğumuna yol açtığından, Medenî Kanunda bir düzeltmeye veya değişikliğe ihtiyaç duyulduğu genel olarak kabul edilmektedir. Medenî Kanunda birçok çeviri yanlışı bulunduğu gibi, maddelerin metninde kullanılmış olan dil, kanunun kabul edildiği zaman için mükemmel kabul edilebilirse de, bugün için, artık, mükemmel olmaktan uzak kalmıştır. Hiçbir kanun koyucu da, toplum hayatının ortaya çıkarabileceği bütün ilişkileri düzenleyen kuralları düşünüp bulmak yeteneğine sahip olamaz. Bu nedenle, çeviri yanlışlarından ve dil aksaklıklarından başka, Medenî Kanunda ihtiyacı karşılamayan veya ihtiyaca uymayan bazı hükümlere de rastlamak mümkündür. Bu hususların giderilmesinde fayda görülmüş ve yeni bir Türk Medenî Kanunu Tasarısı hazırlanmıştır. 1027 esas madde ile yürürlüğe ait 3 maddeden ibaret olan bu tasarı, yürürlükteki kanunda olduğu gibi bir başlangıç ile kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku ve eşya hukuku başlığını taşıyan dört kitaptan oluşmaktadır.

Tasarıda, genellikle, Anayasada kullanılan dil esas alınmış; birçok kavram, deyim ve terim, günümüzde yerleşmiş yeni karşılıklarıyla değiştirilmiş; yürürlükteki kanunda eskimiş olan ifadeler kolay anlaşılabilir bir ifadeye dönüştürülmüştür. Değiştirilen ifadelerin bir kısmında aşırıya kaçılmış diye de, tasarı, Adalet Komisyonunda görüşülürken, birkısım komisyon üyelerinin bu hususa yönelik tenkidi de söz konusu olmuştur.

Tasarıda Başlangıç bölümü, yürürlükteki kanunda olduğu gibi 7 maddeden ibaret kalmış, ifadelerin daha kolay anlaşılabilir bir ifadeye dönüştürülmesiyle yetinilmiştir.

Tasarıda, birinci kitap olan kişiler hukuku düzenlemesi 8 inci maddeden başlayıp 117 nci maddeye kadar devam etmiştir. Günümüzde ortaya çıkan birtakım yeni ihtiyaçlara cevap vermek amacıyla tasarıda bazı konularda önemli değişiklikler öngörülmüştür. Örneğin; kadın-erkek eşitliği zedelenir düşüncesiyle, yürürlükteki yasanın 21 inci maddesindeki "kocanın ikametgâhı karının ikametgâhı addolunur" hükmü tasarıya alınmamıştır.

Tasarıda, derneklerle ilgili hükümler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş, düzenleme bakımından dernekler ile vakıflar arasında bir denge sağlanmıştır.

Tasarıda, ikinci kitap olan aile hukuku düzenlemesi 118 inci maddeden başlayıp 494 üncü maddeye kadar devam etmiştir. Değişikliklerin önemli ve oldukça büyük bir kısmı aile hukuku alanında ve özellikle, kadın erkek eşitliğini zedelediği iddia edilen hükümlerde yapılmış ve eşitlik ilkesine ters düşen düzenlemelerin hepsi değiştirilmiştir.

Yürürlükteki Kanunun 88 inci maddesine göre normal evlenme yaşı erkek için 17, kadın için 15 yaşı bitirmesi; olağanüstü evlenme yaşı olarak da erkek için 15, kadın için 14 yaşı bitirmesi öngörülmüştür. Tasarının 124 üncü maddesiyle normal evlenme yaşı ve olağanüstü evlenme yaşı kadın-erkek farkı kaldırılarak düzenlenmiştir. Tasarıda normal evlenme yaşı, kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın 17 yaşın bitirilmesi, olağanüstü evlenme yaşı olarak da 16 yaşın bitirilmesi öngörülmüştür.

Evlenmeleri tıbbî açıdan sakınca doğurmayacak olan, bazı önemsiz akıl hastalarının evlenmelerine de imkân tanınmıştır.

Onur kırıcı davranış, boşanma nedenleri arasına eklenmiştir.

Eşlerin barışma ve bir araya gelme ihtimalinin daha uzun bir sürede gerçekleşebileceği düşünülerek, terk nedeniyle boşanmadaki 3 aylık süre, 6 aya çıkarılmıştır.

Yürürlükteki kanunun 141 inci maddesine göre, boşanan kadın bekârlık soyadını almakta ve evlenmeden önceki soyadını alamamaktadır. Oysaki, boşanan kadının bekârlık soyadı yerine, evlenmeden önceki soyadını kullanmasında yararı bulunabilir. Bir önceki evliliğinden çocuk sahibi olan ve dul iken evlenen ve daha sonra boşanan kadın, çocuklarıyla aynı soyadı kullanmak isteyebilir. Bu nedenle, tasarıda, kadının dulluk soyadına dönmesi kuralı kabul edilmiş ve dilerse, hâkimden, bekârlık soyadını taşımasına izin isteyebileceği istisnası öngörülmüştür.

Tasarının 177 nci maddesine yapılan düzenlemeyle, boşanmadan sonra açılacak yeni nafaka davaları ya da hükmedilmiş nafakanın artırılması veya azaltılması davalarında, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemeleri yetkili kılınmış ve bu sayede, ekonomik yönden güçsüz durumda olan nafaka alacaklılarının, nafaka yükümlüsünün bulunduğu yer mahkemesine gelerek dava açma zorunluluğu kaldırılmış ve mağduriyeti önlenmiştir.

Yine, yürürlükteki kanunun 152 nci maddesine göre, evlilik birliğinin reisi koca olup, konutun seçimi de ona ait iken; bu husus, kadın-erkek eşitliğine aykırı görülüp, tasarının 186 ncı maddesinde yapılan düzenlemeyle "eşlerin, oturacakları konutu birlikte seçeceği ve birliği birlikte yönetecekleri" hükmü getirilmiş ve "koca, birliğin reisidir" hükmü kaldırılmıştır.

Yürürlükteki kanunda mevcut olup da kadın-erkek eşitliğine aykırı olan ve karı-koca arasında cebrî icra yasağını ve kadın eşin koca lehine yapacağı bazı işlemlerin geçerliliğini hâkim onayına tabi tutan maddeler, gereksiz görülerek tasarıya alınmamıştır.

Evli kadının meslek ve sanat icrasını kocanın iznine bağlayan ve eşitlik ilkesine aykırı bulunduğu için Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olan, Medenî Kanunun 159 uncu maddesi yerine, tasarının 192 nci maddesiyle yeni düzenleme yapılmış ve sadece kadının değil, her iki eşin de meslek ve iş seçiminde diğer eşin iznini almak zorunda olmadığı hususu benimsenmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarı Adalet Komisyonunda görüşülürken, en fazla tartışılan ve kamuoyunca da en fazla ilgilenilen bölümü, eşler arasındaki mal rejimi bölümü olmuştur. Yürürlükteki kanuna göre, eşler arasındaki yasal mal rejimi, mal ayrılığı rejimidir. Tasarıda, ülkemizde geçerli olan mal ayrılığı rejiminin değiştirilmesi cihetine gidilmiş, bunun yerine, tasarıda, edinilmiş mallara katılma rejimi yasal mal rejimi olarak kabul edilmiştir. Bunun yanında, eşler, dilerlerse, akdî rejim olarak, mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı veya mal ortaklığı rejimlerinden birini seçebileceklerdir.

Tasarının 205 inci maddesine göre, mal rejimi sözleşmesi, noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılacaktır. Adalet Komisyonunda, tasarının gerek yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi ve gerekse mal rejimi sözleşmesi üzerinde uzun uzadıya tartışmalar yapılmış, Türk toplum yapısının temeli olan aile yapısının olumsuz şekilde etkileneceği endişesi yaşanmış ve mal rejimi sözleşmesinin noterde yapılması hususunun, fiiliyatta, bazı istisnalar dışında gerçekleşemeyeceği dile getirilmiştir.

Mal ayrılığı rejiminin uygulandığı ülkemizde, boşanma yüzdesi binde 5, yani yüzde 0,5 civarındadır. Değişik mal rejimlerinin uygulandığı ülkelerde ise, boşanma yüzdesi bizdekinin 10-15 katı kadardır. Komisyonda, kadın-erkek eşitliğine aykırı düşecek beyanda bulunan hiç kimse olmamış; ancak, bu endişeler nedeniyle, yasal mal rejimi olarak, edinilmiş mallara katılma yerine, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin yasal mal rejimi olması yönünde önerge verilmiş ve bu önerge Komisyonda kabul edilmiş, sonradan yapılan tekriri müzakere sonucunda, edinilmiş mallara katılma rejiminin yasal mal rejimi olması tekrar benimsenmiştir.

Mal rejimi sözleşmesine ilişkin eleştiriler de yapılmıştır, bu hususla ilgili olarak genelde söylenilenler şöyledir: Mal rejimi sözleşmesinin, gerek evlenmeden önce ve gerekse sonrasında noterde yapılması, uygulamada pek gerçekleşemeyecek bir durumdur.

Evlilik, karşılıklı güven, sevgi ve saygı temeline oturtulmalıdır. Evlenme öncesinde taraflardan birinin karşı tarafa "biz, evleneceğiz; ama, evlilik öncesi notere gidelim, mal rejimi sözleşmesi yapalım" dediğinde, taraflar arasında olması gereken güven duygusunun peşinen yara alacağı açıktır. Evlenmeden önce mal rejimi sözleşmesinin noterde yapılması hususunda teklif alan taraflardan biri, büyük bir ihtimalle evlenme isteğinden vazgeçecek, evlenme sonrası ise, böyle bir teklifin yapılması, büyük bir ihtimalle kavgalara ve boşanma davalarının açılmasına sebebiyet verecektir. Bu nedenlerle, tasarı, Adalet Komisyonunda görüşülürken verilen ve kabul edilen önergeyle, tarafların, evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini seçtiklerini yazılı olarak da bildirecekleri hususu düzenleme içine dahil edilmiştir. Bunlara rağmen, biz, Demokratik Sol Parti olarak, tasarıya, olduğu gibi, hükümetten geldiği şekliyle destek veriyoruz ve destekleyeceğiz.

Edinilmiş mallara katılma rejiminde iki türlü mal vardır; eşlerin kişisel malları ve edinilmiş mallar. Bunlar yeni bir uygulama olduğu için, neler olduğu yönü itibariyle bunlara değinmek -yine, bizi dinleyenler açısından yarar olacağı düşüncesiyle- bunların üstünde biraz durmak istiyorum.

Tasarının 219 uncu maddesinde yapılan düzenlemeyle, edinilmiş malların tanımı ve sıralaması yapılmıştır. Buna göre, her eşin, bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği mal varlığı değerleri edinilmiş maldır. Bu maddenin ikinci fıkrasına göre, bir eşin çalışmasının karşılığı olan edinimler, sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacıyla kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler, çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel mallarının gelirleri ve edinilmiş malların yerine geçen değerler, edinilmiş mal kabul edilmektedir.

Bir eşin kişisel malları gelirlerinin, örneğin, bir eşe miras yoluyla intikal eden bir taşınmazın kira gelirinin edinilmiş mal sayılması bir çelişki gibi görünmektedir. Bu husus, Adalet Komisyonunda dile getirilmişse de, düzenlemede bir değişiklik yapılmamış, tasarının 221 inci maddesine göre, eşlerin yapacakları mal rejimi sözleşmesiyle bunu düzeltebilecekleri belirtilmiştir. Oysaki, mal rejimi sözleşmesine gerek olmadan, kişisel malların gelirinin edinilmiş mallara dahil edilmemesi gerekeceği, daha gerçekçi ve doğru bir yaklaşım gibi görünmektedir.

Kişisel malların nelerden oluştuğu tasarının 220 nci maddesinde sayılmıştır. Buna göre, eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, eşlerin edinilmiş mallara katılma rejiminin başlangıcında sahip oldukları veya bu rejimin kurulmasından sonra miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği bütün malvarlığı değerleri, manevî tazminat alacakları, kişisel malların herhangi bir şekilde el ya da şekil değiştirmesi halinde yerine geçen değerler, kişisel mal sayılmaktadır.

Yasal mal rejimi olarak düzenlenen edinilmiş mallara katılma rejimi, yeni bir uygulama olacaktır; kadın eş veya erkek eş için öngörülen bir uygulama olmayıp, eşler için müşterek bir uygulamadır; iyi ve faydalı sonuçlar getirmesi ortak dileğimiz olacaktır.

Tasarıda, küçüklerin evlat edinilmesi konusunda yapılan düzenlemeyle, evlat edinme yaşı düşürülmüş, çocuğu olanın da evlat edinmesine olanak verilmiş; ancak, her evlat edinme olayında, evlat edinmenin küçüğün yararına bulunması ve evlat edinenin, diğer çocuklarının yararlarının hakkaniyete aykırı bir şekilde zedelenmemesi koşulu öngörülmüştür.

Yürürlükteki kanuna göre, bir kimsenin evlat edinmesi için en az 35 yaşında olması ve çocuğunun olmaması gerekmektedir. Tasarıda yapılan düzenlemeyle, evli olmayan kişi 30 yaşını doldurmuşsa, tek başına evlat edinebilmekte, eşler, ancak birlikte evlat edinebilmekte, eşlerin en az beş yıldan beri evli olmaları halinde 30 yaşını doldurmuş olmaları da aranmamaktadır.

Yürürlükteki kanunun 263 üncü maddesine göre, evlilik mevcutken, ana ve baba, velayeti birlikte, beraberce icra ederler; anlaşamazlarsa babanın reyi muteberdir. Yürürlükteki metnin ikinci cümlesindeki "anlaşamazlarsa, babanın reyi muteberdir" hükmü, kadın-erkek eşitliğine aykırı bulunarak, tasarının velayeti düzenleyen 336 ncı maddesine alınmamıştır.

Tasarıyla "akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilebileceği" hükmü getirilmiş, herhangi bir hekimin raporuyla karar verme imkânı ortadan kaldırılmıştır.

Tasarıda Üçüncü Kitap olan miras hukuku düzenlemesi, 495 inci maddeden başlayıp 682 nci maddeye kadar devam etmiştir.

Yürürlükteki Medenî Kanunun 441 inci maddesine göre çocuğu, anası, babası ve kardeşleri olmayan bir kimsenin ölmesi halinde, o kimsenin mirasçısı büyükana ve büyükbabası olur. Miras bırakandan önce büyükana ve büyükbaba vefat etmiş ve miras bırakanın sağ kalan eşi yoksa, amca, hala, dayı ve teyze mirasçı olurlar. Ancak, sağ kalan eş varsa, Medenî Kanunun 444 üncü maddesine göre, bütün miras sağ kalan eşe kalmakta ve amca, hala, dayı ve teyze mirasçı olamamaktadır. Bu ise, Türk toplumunun aile yapısı ve amca, hala, dayı ve teyze ile yeğenleri arasındaki aile bağlarına ters düşmektedir.

Tasarının 497 nci maddesiyle yapılan düzenlemeyle, sağ kalan eş varsa, büyükanalar ve büyükbabalardan birinin miras bırakandan önce ölmüş olması halinde, ona düşen payın kendi çocuğuna; yani, miras bırakanın amca, hala, dayı veya teyzesine geçmesi sağlanmıştır.

Tasarıda Dördüncü Kitap olan eşya hukuku düzenlemesi, 683 üncü maddeden başlayıp sona kadar devam etmiştir. Hükümlerin çoğu bu bölümde aynı kalmış, ancak, yürürlükteki kanunun eskimiş olan ifadeleri kolay anlaşılabilir bir ifadeye dönüştürülmüş ve bazı deyimler değiştirilmiştir. Örneğin; "müşterek mülkiyet" yerine "paylı mülkiyet" ve "iştirak halinde mülkiyet" yerine "elbirliği mülkiyeti" deyimi konulmuş ve maddelerde de daha açık ve anlaşılabilir bir düzenleme yapılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yürürlükteki Türk Kanunu Medenisinin tümüyle değiştirilmesi için 1951 yılından bu yana çeşitli komisyonlar kurulmuş ve komisyonlarca çeşitli ön tasarılar hazırlanmışsa da, şimdiye kadar hiçbiri kanunlaşamamıştır. Medenî Kanunun değiştirilmesi için en son kurulan komisyonun çalışmaları sonucu oluşturulan ön tasarı benimsenmiş ve tasarı olarak önümüze gelmiştir. Yasalaşma aşamasına gelen bu kanun tasarısının, ülkemize, milletimize hayırlı olması dileklerimle hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Günay.

Şimdi, söz sırası Saadet Partisinde.

Saadet Partisi Grubu adına, Sayın Yasin Hatiboğlu...

Sayın Hatiboğlu, siz de iki grup sözcüsü konuşacaksınız; eşit mi efendim süreniz?

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Evet.

BAŞKAN - Eşit; peki...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Şimdi eşitliği konuşuyoruz ya!..

BAŞKAN - Yani, bazen bir arkadaşımız fazla söz kullanabilir de. O, Medenî Kanuna göre eşitlik; bu, Meclisteki eşitlik.

Buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; Medenî Kanunun görüşülmesi vesilesiyle, Saadet Partisi Grubumuzun bu tasarının tümüyle ilgili ne düşündüğünü, neyi öngördüğünü ya da neyi beklediğini, bunun ne kadarını elde edebilip ne kadarını edemediğini, bir kanunun, 75 yaşına girmiş bir kanunun, 51 yıllık emekten sonra yeni bir tasarıya dönüştürülüşünün ne getirip ne götürdüğünü kısaca heyetinize arz etmek istiyorum; bu vesileyle huzurunuzdayım; Başkanlığı ve Yüce Heyeti saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Medenî Kanun yapıyoruz. Medenî Kanun, tüm ülkelerde benzer kanunlar, temel kanunlardır, bizde de öyle. Görüşme usulümüzü de bundan dolayı, temel yasaların görüşme usulünü düzenleyen 91 inci maddeye göre yaptık. Yani, temel kanun, toplum hayatının şu köşesini veya bu kenarını düzenlemenin çok ötesinde, çok şümullü biçimde, onları da içine alacak şekilde düzenleme yapan yasadır. Öyleyse, öyle bir düzenleme olmalı ki, herkes "oh, bu yasada benim de ihtiyacımın cevabı var; oh, bu yasada ben de şu gördüğüm eksiği kalkmış olarak gördüm" diyebilmeli; yani, kavrayıcı, kucaklayıcı, ümit verici; korkuları, endişeleri giderici olmalı. Uygun olan bu değil midir; elbette budur; yani, yasa yaparken, hangi toplumun düzenini sağlamaya çalışıyorsanız, o toplumu, o yasanın düzenlemesine ısındıramazsanız, bu düzenlemeyi o toplumun içine sindirmesine imkân vermez, öyle bir düzenleme yapmazsanız, yasa kadük kalmamış olur, yürürlüğe girer; ama, tatminde kadük kalır o yasa.

Değerli milletvekilleri, ben, belki bir mukayeseli hukuk yahut da hukukun mukayesesi perspektifinden bakmak istiyorum. Tenkit edeceğim, uygun bulmadığımı ifade edeceğim konularda, lütfen, değerli arkadaşlarım yanlış bir yoruma girmesinler ya da yanlış bir, isnat demeyeceğim; ama, yanlış değerlendirmeye lütfen girmeyiniz. Biz, burada, yetkileri, sorumlulukları, milletle olan ilgi ve ilişkileri itibariyle birbirimizden farklı olmayan insanlarız. Elbette hepimizin sözünde, millete yarar getirmesini arzu ettiğimiz hücreler vardır.

Şimdi, diyordum ki - bir yasanın ömrü de ona bağlı, uygulanabilirlik kolaylığı da ona bağlı- toplum bir yasaya ne kadar sahip çıkarsa, yasa o kadar güzel, o kadar şümullü, o kadar uzun ömürlü olur. Peki, sadece bir yasanın maddelerinin albenili olması yeter mi dersiniz; onun takdim biçimi de çok önemlidir.

Şimdi, merak ediyorum ve üzülerek, merak ettiğimi ifade ediyorum. Biz, bir Medeni Yasa yapıyoruz. Bu Medeni Yasayı 1926 yılında yaptık. Neyi kaldırarak; Mecelleyi kaldırarak. Olur; devrim vardır; devrimin otoriteleri böyle bir düzenlemeyi uygun görmüşler, yapmışlar; buna kimsenin bir diyeceği yoktur,  olmaz da. 75 yıllık hayatımızda,  zaten,  böyle bir düzenleme kullanılagelmiş.

Peki, şimdi, 75 yıl önce yaptığımız bir düzenlemenin gerekçesini, 75 yıl sonra bugün, ısıtıp, gündeme getirmeye, hele hele yürürlüğe koyacağımız kanuna gerekçe yapmaya ne ihtiyaç duyuldu, ne gerek vardı; yani, şu sözler mutlaka söylenmeli miydi?.. "Çağdaş uygarlığın Türk toplumuyla bağdaşmayan noktaları görülüyorsa bu, Türk Ulusunun kabiliyetindeki eksiklikten değil, onu gereksiz bir biçimde sarıp sarmalayan, ortaçağ örgütü ve dinsel bazı düzenlemeler ve kurumlardandır."

Değerli milletvekilleri, bu, halen yürürlükteki Medenî Kanunun gerekçesinde olabilir. 1926 yılında o... Biz, şimdi 2001 yılındayız. 75 yıl geçmiş, 75 yıl!.. Biz, 1926'lardan bugüne gelmeliydik; ama, görüyoruz ki, gelmemişiz, hâlâ 1926'dayız. Bunu millete reva göremeyiz ve buna, oylarımızla "evet, çok doğrudur; geri kalışımızın sebebi bu cümlelerde yatıyor" diyemeyiz! (SP sıralarından alkışlar) Şimdi benden oy isteyeceksiniz... Nasıl oy vereceğim buna ben!

Evet, doğrudur; zaten, toplumsal sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Çünkü, sadece, bu toplumda, zannediyoruz ki, ben varım. Hayır, bu toplumda ben de varım, sen de varsın. Bu toplumda sen varsan, ben dünden varım.

Değerli milletvekilleri, bu Medenî Kanun, yürürlükteki Medenî Kanun, bu ülkede 75 yıl uygulanageldi, Mecelle 50 yıl uygulandı. Ben, ikisi arasında bir mukayese falan yapacak değilim; o, ömrünü doldurmuş, kendisini tarihe tevdi etmiştir; ama, biz, tekrar tekrar, yok dinsel örgüt, yok bilmem geri kalmışlık, yok ortaçağ... Bunları, 2001 yılında hâlâ konuşamayız.

Değerli milletvekilleri, 75 sene Mecelle yok, dinsel kurallar yok, örfler, gelenekler, âdetler de yok, İsviçre'den muktebes, yahut iktibas edilmiş bir Medenî Kanun var. Buyurun, geldiğimiz nokta ortada... Nedir o geldiğimiz nokta, üzülerek ifade edeyim, sosyal intiharlar... Ülkenin sosyal yapısı intiharlarla çalkalanıyor, ülkenin siyasal yapısı yasaklarla dolu. Ülkenin fikrî yapısı; kalemler kırılmış, diller kesilmiş, hapishaneler dolmuş... İşte, buyurun, 75 yıl Mecelle mi engelledi bunları?! (SP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, ekonomik yapılar ortadadır.

Bir başka şeyi daha arz etmek istiyorum. Lütfen, millet adına acı duyduğumuz, ıstırap duyduğumuz için söylüyoruz; biz, bunu başka türlü de yapardık; yani, ille de bu gerekçeyi koymaya ihtiyaç mı vardı sanki?!

Bakınız, gerekçede, atıfta bulunularak deniyor ki: "Ulusumuz 13 yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski uygarlığın kapılarını kapayarak, yaşam ve verimlilik getiren çağdaş uygarlığın içine girmiş bulunacaktır." Öyle diyor. O günün şartları belki bunu dedirtmiş olabilir; benim derdim, bunu bugün niye tekrar ediyoruz; çünkü o zaman, bana soruyorlar, diyorlar ki: Siz, oy verdiğiniz tasarının gerekçesinde, 1926'daki şu düzenlemeyi kabul ederseniz, biz uygarlığa gireceğiz diyorsunuz. Nerede uygarlık diyecek.

Şimdi, soruyorlar bana, uygarlık, içinde bulunduğumuz uygarlık bu mu? Asgarî ücret 122 milyon lira, hastanelerde rehinler tutulu, üniversitelerde kıyım devam ediyor, ülkeden kaçış var beyler, kaçış! Bir gazete köşeyazarı ağlayarak, saçını başını yolarak diyor ki: "Dünyanın neresinde görülmüştür; benim gençlerim, insanlarım hicret ediyorlar, kaçıyorlar; Avusturya'ya gidiyorlar, Almanya'ya gidiyorlar, hicret ediyorlar." Evet, çalışmaya gidiyorduk, okumaya gidiyorduk, gezmeye gidiyorduk; bunlar olağan şeylerdir, doğal şeylerdir; ama hicret, ama kaçış, ülkeden kaçış?..

Değerli milletvekilleri, ülke, yasaklar ülkesi haline geldi. Her doğan çocuğumuz 5 milyar Türk Lirası borçla doğuyor. Fert başına düşen hâsılamız 2 200 dolar. Peki, fert başına düşen borcumuz?.. 3 200 dolar. Her doğan çocuk 5 milyar Türk Lirası borçla doğuyor. Yani, uygarlık diyoruz da, demek ki, uygarlığı yakalayabilmiş değiliz hâlâ.

Bir espriyle isterseniz işi renklendireyim: Anasından doğan her yavru bir fizah eder, bağırır. Herkes çeşitli yorumlar, şuna bağırdı, buna ağladı... Hayır; bu 5 milyarlık borca ağlıyor! Bunu, ben ödeyeceğim diyor. (SP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bu tasarı, bence, toplumsal düzeni sağlamanın ötesinde, belki dili daha da yozlaştırma, dili daha da bücürleştirme denemesidir. Hâkime yargıç dedik, diyelim; mahkemeye yargılık dedik, diyelim; muhakemeye yargı dedik, diyelim... Peki, bunları değiştirir getirirsek, adalet, gerçek tecelli eden adalet mi olacak?! İşler tam süratini kazanıp, raflardaki dosyalar eritilmiş mi olacak?! Yani, nedir getirisi; onu anlamak mümkün değildir.

Bir başka şey daha söyleyeyim: Bakınız, bir dil değişimi yaparsınız; ama, dilcilerle konuşarak yaparsınız. Kaldırıp, yerine koyduğunuz şey, onu da karşılar, geleceğe de ışık tutar, yani, kısırlaştırmazsınız.

Bakınız, örnekler vereyim: Hüsnüniyet; dürüst davranış... Sayın Bakan, hüsnüniyet, dürüst davranış mıdır; soruyorum. Sayın Bakan, niyet, derunî bir haldir, derunî; davranış, fiilî bir haldir. Siz, nasıl, kalkar da, onbin yıllık hüsnüniyeti davranış diye uyduranlara rıza gösterirsiniz. Olmaz böyle şey! (SP sıralarından alkışlar)

Biz, hukuk yapıyoruz beyler, hukuk! Hukuk da, insanlar gibidir, bir ailenin fertleri gibidir yahut bir makinenin, tabiri caizse, bir motorun aksamı gibidir. Biri diğeriyle uyum içinde olmazsa, krank kırar, krank! (SP sıralarından alkışlar)

Peki, şimdi, siz, hüsnüniyeti, burada, böyle anlayacaksınız, Ceza Kanununda başka anlaşılıyor, Ticaret Kanununda başka anlaşılıyor... Beyler, yapmayın!..

Temyiz kudreti, ayırt etme gücüymüş! Beyler, ayırt etme başka şey, fark ve temyiz başka şeydir. Bununla ne yapmak istiyoruz? Yahu, biz hukukçuyuz, yapmayın! Bir mühendis arkadaşımız yapmaz bunu. Hani, yapsa da, olabilir; konusu değil, meselesi değil, tatbikatını görmemiştir, pratiğinde bulunmamıştır.

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Hukukçular yapar, mühendisler yapmaz...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Efendim, ben, laf olsun diye... Geri aldım efendim, geri aldım; mühendis lafını da geri aldım; bir de sizi üzmeyelim şimdi.

Altsoy... Eyvallah ey!.. Yani, altsoy, üstsoy, yansoy, civarsoy!.. Bırakın, yandı bu milletin canı soygundan, soymadan; bırakın bunu! (SP sıralarından alkışlar) Ne oldu bizim usul ve füruumuza?.. Yani, bu, ne getiriyor, ne kazandırıyor?!. Bu, Türkçeleştirme midir Allahınızı severseniz?!

Bakın, Türkî cumhuriyetlerle ilişkilerimiz var, temaslarımız var.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Türk cumhuriyetleri...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Türk cumhuriyetleriyle; tamam canım, peki güzel kardeşim, öyle olsun yahu, biz uyaroğluyuz, öyle olsun, Türk cumhuriyetleri efendim. Şimdi, Türk cumhuriyetleriyle ilgilerimiz, ilişkilerimiz var, dil birliğimiz var, gönül birliğimiz var, birlikte kullandığımız yüzlerce kelime var. Şimdi, ne yapacak bunlar; diyeceğiz ki "ne olursun, Askar Akayev, gel de bize uy; çünkü, biz dünyanın en meşhur dilcisiyiz." Yapmayın!.. Bak, uluslararası ilişkiler dille fethedilir, dille tahrip edilir.

"Kalem olsun eli ol kâtib-i bed tahririn

Ki fesâd-ı rakam ile surumuzu şûr eyler

Kâh bir nokta kusuriyle nadiri nar,

Kâh bir harf sukutiyle gözü kör eyler." (SP sıralarından alkışlar)

Yapmayın!..

Değerli milletvekilleri, sıhrî hısımlık... Bunu beğenmedik, ne dedik; kayın hısımlığı. Beyler, bir kayınpeder var, anladık; kayınvalide var, anladık; kayınbirader var, anladık; baldıza ne diyeceğiz?!

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Kayınbaldız diyeceğiz.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Kayınbaldız mı?! Yapmayın, yapmayın!.. Kayınbaldız mı diyeceğiz; yapmayın!..

Değerli milletvekilleri, istifa "çıkma" diyor. Yapmayın!.. İstifa, çıkma değil beyler, istifa çıkma değil. Bu milletin bin yıllık diline tasallut edemezsiniz; onun savunucuları var. İstifa, çıkma değildir; istifa, bir görevden affını talep etmedir; yani, beni bağışlayın, ben bu işi yapamayacağım demektir. İstifa, çıkma değildir, nereden uydurduk bunu! Biraz uysa bari...

Tehdit, korkutma. Beyler, Ceza Kanunundaki tehdit korkutma ise eğer...  Köşeden bir çocuk, öbürüne şaka olsun diye -affedersiniz, ne olur, beni bağışlayınız, fiili tam gösterebilmek istiyorum- "peh" der, bu bir korkutmadır; ama, bu bir tehdit değildir. Siz, tehdidi, bu kadar nasıl küçümsersiniz, nasıl hafife, basite irca edersiniz! Sizin bu tarifinize göre, Ceza Kanunundaki tehdit unsurları nasıl teşekkül edecek, nasıl aranacak, nasıl bulunacak?..

Mahfuz hisse; saklı hisse... Bizim Mahfuz Bey kardeşim, Mahfuz Güler, şimdi, herhalde saklı güler gibi anlaşılacak; özür diliyorum. Yani, yapmayın, saklı pay başka, mahfuz hisse başka. Mahfuzda, hıfz; hıfzda, koruma vardır, himaye vardır, sahip çıkma vardır. Hıfz, Allah'ın sıfatlarından biridir; hafızdır, koruyucudur. Saklayıcı değildir Allah, koruyucudur... Yapmayın!.. Bilmiyorsanız kullanmayın Sayın Bakan; rica ediyorum... Bu, benim dilimdir.

Teberru; karşılıksız kazandırma... Şimdi, söyleyin lütfen, teberru, karşılıksız kazandırma mıdır; hayır; teberru, bağıştır, ianedir; yani, kazandırma başka şeydir. Kazanmada, sermaye vardır; kazanmada, servet vardır; kazanmada, emek vardır; kazanmada, ceht vardır, gayret vardır... Yapmayın!..

Gayrimenkul mükellefiyeti... Bu neymiş; taşınmaz yük. Hangi yük taşınıyor ki zaten?! Hangi yük taşınıyor ki?! Mükellefiyet, sorumluluk ifade eder; o, sorumlu olduğu hususları ihlal etmeme vecibesi yükler.

Neresinden tutayım ki?! 107 nci maddeyi açın, bakın lütfen...

Lütfü Bey, hakkına tecavüz var mı?

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - 2 dakika kaldı.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Peki; ne yapalım, bir başka zamana inşallah...

Şimdi, lütfen, 107 nci maddeye bir bakar mısınız. Birlikte okuyalım... Beyler, yanlış anlamayın, ne olursunuz, beni yanlış anlamayın; bu, bizim dilimiz; bu, bizim milletimizin dili; bu, etrafımızdaki kardeşlerimizin, soydaşlarımızın dili; bu, müşterek dilimiz; yani, biz, Pigme ormanlarında yaşayan bir kabile değiliz ki; yahut, biz, bir Zulu kabilesi değiliz ki!.. Diyelim ki, büyük reis böyle istedi, eh, biz de ona uyarız... Hayır; biz, bir milletiz; biz, dini olan, dili olan, geleneği olan, örfü olan, âdeti olan, geçmişi olan, tarihi olan bir milletiz... Yapmayın!.. Bir milleti en iyi ifade eden, kendisinin dilidir, kendisinin. Şimdi, bakın, beraber okuyalım: "Vakıf senedinde vakfın amacına özgülenen mal ve haklar..." Nedir bu özgülenen? "Özgüleme?.."

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Özgül ağırlık demek!..

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Değil efendim.

Şimdi, bu özgülemeyi duyunca -bizim Anadolu'da kullanılır, şarkta da kullanılır- "mürgüleme" aklıma geldi benim. Nedir o; uyanıklık ile uyku arası. Şimdi, bu "özgüleme" ne acaba? Vallahi bilmiyorum.

Peki, ben şimdi soruyorum; bakın, bir cümle kurmuşsunuz, bir cümle; diyor ki: "Vakıf senedinde vakfın amacına özgülenen mal ve haklar..." Kaç kelime; 8 kelimelik bir cümle kurmuşsunuz; bunun 6 tanesini değiştirememişsiniz -sizin cümleniz bu- niye vakfı değiştirmediniz; niye senedi değiştirmediniz; niye malı değiştirmediniz...

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, 1 dakikanızı aştınız efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - ... niye "ve" bağlacını değiştirmediniz; niye hakları değiştirmediniz? Peki, bunları değiştirmediniz, şu özgülemeyi nereden getirip, koydunuz, uydurdunuz? Tahsis beyler, tahsis... Tahsis... Kelime türetmenin yolu budur. Tahsis, muhassas, tahsisli, betahsis... Ee, "özgülenen" dersen, buyur, türet de göreyim. Neyi türeteceksin?!. Kısır, kısır... Kelime anadan kısır. Neyi türeteceksiniz?!

Evet, Sayın Başkan da "bitti" diyor, arkadaşımın da hakkıdır. Herhalde, biz, başka vesilelerle...

Sayın milletvekilleri, gerçekten, hukukta dil çok önemlidir. Buna sahip çıkmamız lazım. Bu, bize bir şey kazandırmıyor.

Merak ediyorum, benim çocuğumun dağarcığında kaç kelime var acaba; 50 mi, 60 mı, 150 mi? Ben, profesörlerimizi, ilim adamlarımızı, fikir adamlarımızı tenzih ediyorum, o kendini yetiştirenleri tenzih ediyorum. Şu, köşelerde pahalı pahalı köşe yazısı yazan yazarların, onların da özellerini tenzih ediyorum. Profesörlerimizi tenzih ettikten sonra, istisnaları bir kenara koyduktan sonra, profesörlerimizin, romancılarımızın, hikâyecilerimizin, şairlerimizin, o pahalı köşe yazarlarımızın dağarcığında kaç kelime var acaba?!

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Doçentleri saymadınız.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Doçentte 32, profesörde 46. Müstesnaları bir kenarda tabiî; onlar bilim adamı, onlara saygımız vardır.

Beyler, ben, vaktinizi aldım. Bilesiniz ki, iyi niyetle, yani, düzeltelim, acaba düzeltebilir miyiz diye arz ve ifadede bulundum.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Sizi çok seviyoruz.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Ben de sizi çok seviyorum, gerçekten çok seviyorum, herkesi çok seviyorum; çünkü, insan kendi hayatını sevgi üzerine bina etmezse, Allah'ın sıfatlarından paylaşamaz, ondan pay alamaz, ondan hisse alamaz, ondan nasipdar ve hissemend olamaz. Onun için, ben herkesi çok seviyorum; ama, inançlarımı, dilimi, dinimi, milletimi, onları daha çok seviyorum izin verirseniz...

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, hakkınıza da razı olun; arkadaşınızın 3 dakikasını yediniz.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Peki efendim. Ben, hakkımı da çok seviyorum ve dolayısıyla, başkasına saygılı olmayı da sevmek zorundayız.

Sayın Başkana da sevgi sunuyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (SP, MHP, ANAP, DYP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sağ olun... Sağ olun...

Efendim, Saadet Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Erzurum Milletvekili Sayın Lütfü Esengün.

Buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Efendim, benim oyumun rengi olumsuz olacak maalesef.

BAŞKAN - Mikrofondan zaman kaybedilmesin diye, arkadaş gelinceye kadar yerini terk etmedi Sayın Hatiboğlu; teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Esengün.

SP GRUBU ADINA LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Türk Medenî Kanunu Tasarısı üzerinde Saadet Partimizin görüşlerini açıklamaya devam ediyorum.

Sözümün başında, hemen, Sayın Hatiboğlu'na teşekkürlerimi arz ediyorum, 4 dakikalık hakkımı da helal ediyorum. Böyle bir konuşmaya, böyle bir hatibe, değil 4 dakika, konuşmanın tamamı da helal edilir; gerçekten helal olsun diyorum. (SP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bugün, Türk Medenî Kanununun yeni şeklini görüşüyoruz. Yetmişbeş yıl sonra, Türkiye'de yeniden bir Medenî Kanun bu Mecliste görüşülüyor; ancak, bugün huzurunuza gelen tasarı, yeni bir Medenî Kanun değil; toplumun gerçek ihtiyaçları, istekleri nazara alınmadan, yine, tepeden inme, millete rağmen yapılan bir düzenleme. 1926'da, nasıl, toplumun inançları, örf ve âdetleri ve ihtiyaçları nazara alınmadan, sırf batılılaşmak uğruna, bizimle kültürel, sosyal ve diğer yönlerden hiçbir benzerliği, hiçbir alakası olmayan İsviçre'nin Medenî Kanunu tercüme edilerek yürürlüğe konmuş ise, bugün yapılan da, şu anda yürürlükte bulunan Medenî Kanunun 937 maddesinin dilinin sözde arılaştırılması, 93 maddesinde de ve özellikle aile hukukunda da birtakım değişiklikler yapılmasından ibaret.

Özet olarak diyebiliriz ki, Medenî Kanun Tasarısı yeni bir kanun değildir, önemli bir yenilik getirmemektedir, aksine uygulamada yeni problemler, yeni kargaşalar meydana getirecek bir yapıdadır.

Değerli milletvekilleri, bugün, bütün milletvekillerinin odalarına, zannediyorum, böyle 101 imzalı, kadın derneklerinden, sivil kadın örgütlerinden, toplum örgütlerinden birer istek geldi, birer yazı geldi. Biz, bu talepleri, saygıyla karşılıyoruz; ama, şu 101 imzanın sahiplerine şunu hatırlatmak lazım ki, bir süre önce, Fazilet Partisi kapatılırken bu Meclisin en çalışkan milletvekillerinden, hanım milletvekillerinden Sayın Nazlı Ilıcak'a yasak getirilirken, hiçbirinden ses çıkmamıştı, hiçbirisi buna itiraz etmemişti, bu örgütlerin hiçbirisi bu yapılan hatayı protesto etmemişti. Bu çifte standart, bu ikili düşünüş devam ettiği sürece, biz, kadın haklarında da, diğer konularda da daha çok geri kalırız.

Değerli arkadaşlar, böyle önemli bir tasarıyı görüşürken, Türkiye'deki adalet sistemine, adalet mekanizmasına bir göz atmakta fayda var. Bugün, yılda 400 000 dosyanın Yargıtay'a geldiği, davaların geç bittiği, adaletin geç tecelli ettiği bir adalet mekanizmamız var. Geciken adalet, haklıyı, alacaklıyı mağdur etmekte, haksızı kazançlı çıkarmakta. Davalar zamanında sonuçlanmadığı için de ceza davalarında sanıklar zaman aşımından paçayı kurtarmakta.

İcra iflas daireleri büyük yük altında. 1999 yılında, icra dairelerinde 6 milyon civarında takip dosyası vardı, bu ekonomik krizle, Allahü âlem, bu 6 milyon dosya, 10 milyona ulaşmıştır. Bugün gazetelerde sayfa sayfa satış ilanları, icra ilanları yer almakta.

Öte yandan, fikir suçları; düşüncelerini açıkladıkları için suçlananlar, yargılananlar, cezalandırılanlar... Bu uygulama hâlâ devam ediyor. Fikret Başkaya mahkûm, Mehmet Kutlular ve Yeni Asya Gazetesinin 6 yazarı, sırf düşüncelerini açıkladıkları için, "deprem ilahî bir ikazdır" dedikleri için, 312 nci maddeye muhalefetten ikişer sene ceza aldılar ve şu anda Mehmet Kutlular -yılların gazetecisi, yılların fikir adamı- sırf düşüncesini açıkladığı için hapishanede yatıyor ve 312 nci maddede, Sayın Adalet Bakanı, 20 nci Dönemde gösterdiği hassasiyeti, bu dönemde, her ne hikmetse, gösteremiyor. O zaman Devlet Bakanı olarak Meclise sevk ettiği 312 nci maddeyle ilgili değişiklik, hatırlanacağı üzere, gündemin ön sıralarına kadar da gelmişti; ama, bir başsavcı ziyareti, birtakım baskılar, o 312 nci maddeyi, gündemin ön sıralarında olmasına rağmen ele almak, yasalaştırmak, değişikliğini gerçekleştirmek mümkün olmamıştı. Şimdi 57 nci hükümet ve Sayın Adalet Bakanı bu konuda hiçbir teşebbüs içerisinde değil.

Değerli arkadaşlar, 12 Eylül sonrası işkence, maalesef, Türkiye'de kurumsallaşmış durumdaydı. Şimdi de aynen devam ediyor, üzülerek söylüyorum ve öyle bir hale geldi ki, televizyonlarda, işkence görmüş sanık görüntüleri artık hiç çekinilmeden gösteriliyor. Gözaltından çıkan sanık, gördüğü kötü muameleden, işkenceden dolayı ayakta duramaz halde ve daha bunun gibi nice noksanımız var fikir hayatında, medenî hayatta. İşte bütün bunları aşarsak gerçek bir medenî toplum oluruz. Yoksa, böyle bir medenî kanun çıkarmakla bütün bu zorlukların üstesinden gelmek mümkün değil.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Medenî Kanunu görüşürken, insanlarımızın anayasal haklarını, medenî haklarını kullanamadıklarını, keyfî engellemelerin devam ettiğini, hukuk adına, üzülerek görüyoruz, ifade ediyoruz. Sırf başörtülü olduğu için okuma hakları elinden alınan, ikinci sınıf insan muamelesi gören çocuklarımızın, imam hatip lisesi mezunu oldukları için her türlü haksızlığa maruz bırakılan yavrularımızın içler acısı hali devam ederken, bizim, burada, Medenî Kanun Tasarısını, içerisinde "kişiler hukuku" diye bir bölümün olduğu Medenî Kanun Tasarısını görüşmemiz ne kadar yeridir, takdirlerinize, düşüncelerinize sunuyorum.

MELDA BAYER (Ankara) - En iyi zamanıdır, tam yeridir.

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bir de ekonomik hayatı var, ekonomik durumu var. Bakınız, bir süre sonra 2002 yılı bütçesini bu çatı altında görüşeceğiz. Aslında, görüşeceğimiz, bir bütçe değil, bir iflas belgesi, sadece bir faiz ödeme bütçesi; 2002 yılında, tüm vergi gelirleri faiz ödemelerine kâfi gelmedi. 2002 yılında ödenmesi gereken içborç, anapara ve faiz toplamı, 100 katrilyon lira; yani, bütçenin tamamı, sadece içborçların anapara ve faizine yetmiyor. Personel harcaması, memur maaşı, emekli aylıkları, yatırım, kalkınma, büyüme, hepsi laf, hepsi aldatmaca. Tek kelimeyle, bu hükümet, bu devleti iflas ettirdi.

2001 yılı enflasyonunun yüzde 65 olduğundan bahsediliyor. Ankara Ticaret Odasının daha geçenlerde yayımladığı enflasyon rakamları var: Mutfak enflasyonu yüzde 143 ve gerçek halkın enflasyonu -Ekim 2000'den Ekim 2001'e kadar- yüzde 112.

Bugün, halkımız perişandır, ümitsizdir. Bütün bu ekonomik felaket, en fazla aile kurumunu tahrip etmektedir; ekonomik sebeplerle, her gün sayısız yuva yıkılmaktadır; boşanmalar hızla artmaktadır. Yılda 35 000 çiftin boşandığı bir ülkede, Medenî Kanunu değiştirerek boşanmaları kolaylaştırmak yerine, aile birliğinin devamı için, özellikle, ekonomik tedbirlerin süratle alınması gerekir.

Şimdi, bu hükümet, bu sorunları çözeceğine, gerçek sosyal devleti tesis edeceğine, milletimizi, bu yeni medenî kanunla oyalıyor. Halkın yeni medenî kanun diye bir sorunu, bir ihtiyacı, bir beklentisi yok. Yeni medenî kanun milletin hangi sorununu çözecek, hangi derdine derman olacak?! Yeni medenî kanunla esnafın işi mi düzelecek, piyasalara güven mi gelecek, işsizlere iş mi bulunacak, yıkılan aile yuvalarına çare mi getirilecek, yoksa, daha üç gün evvel Meclis bahçesinde kendini asan simitçi geri mi gelecek?!

Değerli arkadaşlar, millet yeni medenî kanun istemiyor; adalet istiyor, dürüstlük istiyor, doğruluk istiyor, insanca yaşamak istiyor, aş istiyor, iş istiyor, barış, huzur istiyor, alınteriyle helal kazanç istiyor.

ÇETİN BİLGİR (Kars) - Millet demagoji istiyor!..

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, yeni medenî kanun yapılırken, 1926 yılının özel şartlarında kaleme alınmış ve bugün artık hiçbir önem taşımayan, aksine, milletimizin inançlarına saygısızlık ifade eden esbab-ı mucibe layihasının, yani, kanun gerekçesinin aynen benimsenmesi fevkalade yanlış olmuştur. O gerekçe, din karşıtlığının bir  belgesidir ve olduğu yerde kalmalıdır. Gerekçeden alınan şu pasajları benimsemek, kabullenmek asla mümkün değildir. Bakınız ne diyor gerekçe: "Çağdaş uygarlığın Türk toplumu ile bağdaşmayan noktaları görülüyorsa, bu, Türk Milletinin kabiliyet ve yeteneğindeki noksanlıktan değil, onu gereksiz yere sarıp sarmalamış olan Ortaçağ örgütü dinî düzenlemeler ve kurumlardandır."

Bir başka yerinde şu ibare var: "Türk Medenî Kanunu Tasarısı yürürlüğe konulduğu gün, milletimiz 13 üncü Asrın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski uygarlığın kapılarını kapayarak, hayat ve feyiz getiren çağdaş uygarlığın içine girmiş olacaktır." Bugün aynen gerekçeye alınması istenen bu sözler, aslımızı inkârdır, kurduğumuz büyük medeniyetleri, Anadolu'yu fetheden iradeyi, İstanbul'u fetheden imanı, üç kıtaya hâkim olan ve gittiği her yere barış, huzur ve saadet getiren bir büyük medeniyeti, bir büyük geçmişi inkârdır.

1926'nın şartlarında, sırf Batılı bir kanunu kabul ettirmek için ileri sürülen bu gerekçelerin bugün tekrar edilmesi, büyük bir talihsizliktir; aynı hataya yeniden düşülmüştür.

Yine, aynı gerekçede tenkit edilen, tenkitten de öte, iptidaî olarak nitelendirilen mecelle, bugün, aklıselim sahibi herkes tarafından bilinmekte ve kabul edilmektedir ki, bir hukuk abidesidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Yasa Tasarısı, mevcut Medenî Kanunun hemen hemen aynısıdır. "Dinî hükümlere müstenit" diye reddedilen mecelle yerine, İsviçre Medenî Kanunu kabul edilmiştir. İsviçre Medenî Kanunu, Roma Hukukuna müstenittir, bizim inancımızla, geçmişimizle, örf ve âdetimizle uzak-yakın hiçbir alakası yoktur. Dolayısıyla, yepyeni millî bir medenî kanun, çağdaş, ülke ihtiyaçlarına cevap veren, halkımızın inancı, örf ve âdetiyle, tarihiyle örtüşen bir medenî kanun yapmak yerine, işin kolaycılığına kaçılmış, yetmişbeş sene evvel tercüme edilerek yürürlüğe konulan İsviçre Medenî Kanunu, bugün, sözde dili arılaştırılarak yeniden Meclis huzuruna getirilmiştir.

"Dilin arılaştırılması" adı altında birçok uydurma kelime, bu tasarıyla Medenî Kanuna girmiştir. Anayasa dili kullanıldığına dair iddia, kesinlikle doğru değildir. Anayasada kullanılan birkısım kelimeler yerine, uydurma kelimeler seçilmiştir ve yine, tasarıda, birçok uydurma kelime, yerleşmiş, bilinen, kullanılan kelimeler yerine ikame edilmiş, birçok kelime ise Türkçe karşılığı bulunamadığı, daha doğrusu, uydurulamadığı için aynen bırakılmıştır ve bu haliyle Medenî Kanunun dili, daha da karmaşık bir hale getirilmiştir.

Değerli arkadaşlar, Medenî Kanunun meşhur başlangıçtaki 7 maddesi -ki, bütün hukukçuların ezberinde olan vecizeleşmiş bir metindir bu 7 madde- hiçbir şekilde değiştirilmemeliydi. Başlangıç maddeleri, "Türkçeleştirilmek" adı altında manasını yitirmiştir, eski güzellik kaybolmuştur. 1 inci maddede ne diyor Medenî Kanun: "Kanun, lafzıyla ve ruhuyla temas ettiği bütün meselelerde meridir." Şimdi bunun yerine ne konmuş: "Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır." Eskisinin güzelliği yanında yenisi ne kadar yavan. Ruh başka, öz başkadır. "Mesele" kelimesinin "mesele" tabirinin karşılığı hiçbir şekilde "konu" değildir. "Konu"nun asıl karşılığı "mevzu"dur; "mesele" ise çok daha geniş bir manayı ifade eder. Daha 1 inci maddesinde böyle bir yanlışla başlayan Medenî Kanunun dili baştan sona bu tür yanlışlıklarla doludur ve eski güzellik kaybolmuştur. Tabiî, burada, değerli şairimiz Yavuz Bülent Bakiler'in kulaklarını çınlatmadan geçemeyeceğiz. Keşke, bu kanunu yapanlar, bu dili düzenleyenler, en azından şu Samanyolu Televizyonundaki Yavuz Bülent Bakiler'in programlarını dinlemiş, izlemiş olsalardı da bu hataları yapmasalardı. (SP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, yeni tasarıda en önemli değişiklikler aile hukukunda yapılmıştır. Bir süre önce Anayasa değiştirilerek, ailenin eşler arasında eşitlik ilkesine dayanacağı kuralı getirildi. Tabiî, o Anayasa değişikliği daha önce yapılan bu Medenî Kanuna uygunluk teşkil etsin diye yapıldı. Şimdi yeni tasarıyla, 186 ve devamı maddelerinde, karı-koca eşitliği getiriliyor. Şimdiye kadar kocaya ait olan birçok görev ve sorumluluğa kadın ortak ediliyor. Bu düzenleme "kadın-erkek eşitliği" adı altında, kadına, hak etmediği birçok yükü yüklemekten, birçok yeni sorumluluklar getirmekten başka bir şey değildir.

BAŞKAN - Sayın Esengün, 1 dakikanız var efendim!..

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sayın Başkanım, sizden 4 dakika alacağım var.

BAŞKAN - Bizim cebimizden bağış yapmayın kimseye. Bağışı kendi cebinizden yaparsanız daha makbul olur.

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sayın Hatiboğlu'na 4 dakikamı bağışladım; ama, sizden alacağım mahfuzdur onu arz ediyorum.

BAŞKAN - Neyse; buyurun.

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Efendim, evlilik birliğinin reisinin koca olacağına dair hüküm kaldırılmakta. Her birliğin muhakkak bir başkanı olması lazım değerli arkadaşlar; başkanı olmayan yerde başıbozukluk hâkim olur. Dolayısıyla, bundan böyle, söz, karıda veya kocada değil, iki söz de bir mahkemede bitecektir. Bu düzenleme, aile kurumunu güçlendirmez; aksine, zayıflatır, birliği sarsar. Bunun en büyük zararını da, tabiî ki, çocuklar görür.

"Koca, birliğin reisidir: evin seçimi, karı ve çocukların iaşesi ona aittir", "Eve kadın bakar..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Küçük bir eksüre veriyorum; lütfen bitirin.

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - "Birliği koca temsil eder" gibi önemli hükümler kaldırılmış, yerine, eşlerin birlikte hareket edeceği hususu getirilmiş; ancak, birlikte hareket edememeleri halinde sözün mahkemede biteceği kuralı benimsenmiştir.

Değerli arkadaşlar, mal rejimine ait hükümler başlı başına içinden çıkılmaz sorunlar getirecektir. Kaldı ki, mal varlığı olmayan, çocuklarının yiyeceği ekmeği bulunmayan bir ailede, mal rejimi, ister öyle ister böyle olsun, ne fark eder. Evine ekmek götüremeyen, geçinecek ekmeği, iaşesi olmayan nice milyonlarca insanın, milyonlarca ailenin mal rejimini düzenlemek, değiştirmek hiçbir şey ifade etmeyecek. Yapılması lazım gelen, milyonlarca aileye, insan gibi geçinecekleri ekonomik şartları hazırlamaktır. Olmayan malın rejimi de olmaz.

Değerli arkadaşlar, çocukların velayetiyle ilgili eşlerin birlikte karar vereceği konusu, bu düzenleme, yine, sonuçta, her konuda olduğu gibi, işi mahkemeye götürecektir.

Evlenme manileri arasında süt bağıyla ilgili yasak konmamıştır. Süt bağıyla ilgili, sütkardeşler, sütanne ve çocuklar arasındaki engeller, bu Medenî Kanunda, bu tasarıda sayılmamaktadır. İnancımıza, örf ve âdetlerimize göre kesin bir evlenme engeli olan süt bağının, yasaya kural olarak alınmayışını izah etmek mümkün değildir. Bunun bir tek izahı vardır, bu kanun İsviçre Medenî Kanunudur, İsviçre toplumunun inancına, örf ve âdetine göre tanzim edilmiştir; dolayısıyla da, sütkardeşliğin evlenmeye mani hali, maalesef, yoktur.

Değerli arkadaşlar, sözümün sonunu, özellikle, Sayın MHP Sözcüsünün, bu yasa tasarısını yürekten destekleyeceklerine dair sözlerine olan üzüntümü, endişemi dile getirerek bağlıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen son cümlenizi söyler misiniz... Bağlayacaksınız zaten...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Bir dakika, bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun, bağlayın.

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Sayın MHP Sözcüsü, en azından, kendi Adalet Komisyonu üyesi milletvekili arkadaşımızın muhalefet şerhini okumalı idi. Gerçekten bu tasarıda bütün partili arkadaşlarımızın yazdığı fevkalade güzel, doğru, gerçekleri dile getiren muhalefet şerhleri var; o muhalefet şerhlerinde birçok gerçekler yatıyor ve bizim bu müzakereler müddetince de bu hataları, bu yanlışlıkları düzeltmek üzere vereceğimiz birçok önerge olacak; bu önergeler, inancımızı, örf ve âdetimizi, millî benliğimizi yansıtan, bu Medenî Kanuna yerleştirmeyi amaçlayan önergeler olacak ve bütün milletvekili arkadaşlarımızdan da haklı olarak bu önergelere destek olmalarını bekleyeceğiz.

Ben, bütün bu olumsuzlukların yapılacak müzakereler sırasında düzeltileceğine dair inancımı ifade etmek istiyorum.

Bir şeyi daha ilave edeyim...

BAŞKAN - Sayın Esengün, süreniz doldu, lütfen...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Peki efendim.

Teşekkür ediyorum, hayırlı olmasını diliyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum, sağ olun.

Efendim, çalışma süremiz bir hayli devam edecek; onun için, bir yemek molasını vermek durumundayız...

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) -  Vermeyin efendim, ne gereği var...

BAŞKAN - Ama, arkadaşlarımız öyle istiyor; yani, çalışan arkadaşlarımız da öyle istiyor; bir, yarım saat veya 45 dakika...

ALİ EVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkan, bir grubumuz kaldı, bir de hükümet kaldı; ara vermeyelim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Bitirelim efendim, karar aldık...

BAŞKAN - Peki, grupların hepsi devam etmek istiyorlarsa, edelim canım; ama, çalışan arkadaşlarımızın da durumu var...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Devam edelim efendim...

BAŞKAN - Peki efendim, o zaman Doğru Yol Partisi Grubuna da söz verelim.

Doğru Yol Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 40 dakikadır..

Eşit mi paylaşacaksınız Sayın Esen?

DYP GRUBU ADINA SEVGİ ESEN (Kayseri) - Eşit paylaşacağız efendim.

Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyeleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısının geneli üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Meclisin değerli üyelerini sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hukuk sisteminin temeli olan, insan hayatını doğumdan ölüme ve sonrasına kadar düzenleyen, insan olma onurunun gurura dönüşmesini, içeriğiyle taçlandıracak olan medenî hukukun ruhunu oluşturan ve onu, insan hayatıyla buluşturan, demokrasi ışığı Medenî Kanunumuzu uzun bir yolculuktan sonra, gündemine almış bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, öyle zaman dilimleri vardır ki, geleceğin kıvanç vesilesidir. Bir toplumun geleceğini değiştiren, onun insan olma, ulus olma yolunda, daima, elindeki kalkanı, sırtındaki gücü olan, insana insan olduğu için saygı duyan bu inançlar manzumesi, bu inançların sahifelere döküldüğü kurallar ve bu kurallarla yaratılan sistem, sistemin yaratıcısını, düşünürlerini tarih sayfalarında farklı bir yere, farklı bir sayfaya oturtmuştur. Bu kurallar, bu kanunlar, dünyanın gelişmişlik çizgisine gidilen yolda, her zaman, aranılan, örnek gösterilen ve milletlerin gülen yüzü, iftihar vesilesi olmuştur.

Yetmişbeş yıl önce, 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilen ve cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte toplumumuzun lokomotifi olan ve Türk toplumunu bugünkü çağdaş medeniyetler seviyesine taşıyan, dünya devletleri içinde "biz farklıyız" dedirten Medenî Kanunumuz, cumhuriyetimizin çileli yolculuğunda, tarih içindeki gülen yüzümüzdür.

Koca bir imparatorluğun parçalanmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve onun kurucusu, içinde bulunduğu her türlü ekonomik, sosyal manevî çöküntü ve birtakım engellemelere rağmen, çok kısa zamanda, toplum hayatına yön veren tüm düzenlemeleri ardı ardına yaparak, bugüne kadarki cumhuriyet hayatımızın en büyük reformlarını gerçekleştirmişlerdir. Her zaman olduğu gibi, bir kere daha, bu vesileyle, huzurlarınızda o engin düşünceyi, cumhuriyetimizin kurucularını, bu reformları gerçekleştirenleri, başta Aziz Atatürk olmak üzere, saygıyla, minnetle, şükranla anıyorum.

Değerli üyeler, gerçekten, Medenî Kanunumuz, cumhuriyetimizin simgesidir. Birçok Avrupa ülkesinde insan kimliği tartışılırken, Türk toplumunun 1926'da çağdaş medeniyetler seviyesine olan yolculuğu, bu yasayla başlamıştır. "Kaç kadınla evlenilsin?", "Kadına da boşanma hakkı olur mu?", "Aileyi temsilde kadının ne işi var?", "Mirastan kız ve erkek çocuklar eşit pay alacaklar mı?", "Kadının mesleği olur mu?", "Mülkiyet hakkından kadınlar da mı yararlanacak?" şeklindeki soruların, şimdi gülümseyerek izlediğiniz soruların cevabı, işte bu Medenî Kanunla verilmiştir. İşte, bu satır araları, cumhuriyetimizin, ülkemizin çağdaş dünyaya dönük yüzü olmuştur. Benim de aralarında bulunduğum ve onlardan gurur duyduğum, başta Genel Başkanım olmak üzere, kadınlarımızı Parlamentoya taşımış ve bu Yüce Kurumun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi yapmıştır. Şimdi, yeni bir sayfasını açmak sırası bizde değil midir; kız çocuklarının başarılarını alkışlayan siz babalarda değil midir; eşlerinin başarılarıyla gurur duyan siz parlamenterlerde değil midir; bizlere bırakılan bu büyük mirasın geleceğini kucaklayan çizgisinde bir halka olmak, bizlerin elinde değil midir.

Değerli milletvekilleri, şöyle düşünülmesi ve algılanması beni hep yaralamıştır: Medenî Kanun, kadınları daha çok ilgilendiren bir yasadır. Bu türlü konuşmalar, kadın hakları adına yapılır veya böyle algılanan yasalarda hep kadınlar konuşmalıdır, kadınlar savunmalıdır. Tabiî, bu uzar gider. Hayır değerli üyeler; bu konuşmalarımın mantığını, demokrasi ve demokrasiye bakış açısı oluşturmaktadır; çünkü, demokrasi, sadece bir söylem değildir, sadece 9 harfli bir kelime hiç değildir. Öncelikle, karşında gördüğün her şeyde kendi benliğini görme sanatıdır; tahammül etme, komplekslerden arınma sanatıdır; dünyadaki her insanın senin gibi haklarının olacağını kabul etme olgunluğu ve olgusudur. Bunu böyle bilip böyle kabul etmezsek, 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen, Türkiye'nin de 1949 yılında imzaladığı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini açıklamakta ve hazmetmekte ciddî olarak sorgulanırız. Söz buraya gelmişken, evrensellik adına, hepimizin daha önce de duyduğu, okuduğu bir söylemi, burada, tekrar etmek istiyorum: "Bir toplum, unsurlarından yalnız birinin modernleşmesiyle yetinirse, o toplumun yarıdan fazlası zaaf içinde kalır." Değerli milletvekilleri, bu sözde, kadın yok, erkek yok, sadece insan var ve unsur var. Büyük Atatürk, ta o günlerde, daha Birleşmiş Milletler karar almadan, 1923'lerde, işte bu çağdaş düşüncelerle reformlarını gerçekleştirmiştir.

Değerli milletvekilleri, buraya kadar söylediklerim bir tekrar olarak veya konu dışı veya tasarının özünden uzaklaşma gibi algılanabilir; ancak, tarihe kısa bir yolculuk yaparsak, bir çırpıda, meri Medenî Kanun yasalaşmadan önceki toplumumuzu ve bugünü karşılaştırma imkânı bulabiliriz. Bu karşılaştırmayı, çok net ve açık yüreklilikle yapmalıyız. Ancak o zaman, gündemimize gelen yeni Medenî Kanun Tasarısını ve bu kanunla getirilen yenilikleri güvenle kucaklayabilir ve toplumumuza mal edebiliriz.

Burada, bir şeyi daha net olarak ifade etmek istiyorum. Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Avrupa Birliği istiyor diye değil, toplumun ihtiyaçları göz önüne alınarak, çağdaş toplum ve demokrasi hedefli bir tasarı görüşülmektedir. Bu tavır, birçok Avrupa ülkesinin önündedir ve Türk tarihine yakışanıdır.

Kısa bir süre önce, Anayasa paketinde, kadın-erkek eşitliğini mümkün kılan yasanın maddesinin oylamasında 30 oy ret çıkmış ise de, hiç şüphem yok ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, görevine, şu duvarda yazılı olan "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" diye düşünenlerin ve halkın sesine kulak verebilenlerin sayesinde, cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda, çıktığı medeniyetler yolculuğunda reformlarını yapacak ve yoluna devam edecektir ve yine hiç şüphem yok ki, demokrasinin lezzeti, geleceğimizi belirleyen en önemli faktör olacaktır.

Değerli üyeler, Medeni Kanun Tasarısının bugüne gelmesi hiç de kolay olmamıştır. 1949'da ülkemiz tarafından imzalanan İnsan Hakları Bildirisi ve 1984 tarihinde imzaladığımız SEDAV çerçevesinde, 2001 yılına geldiğimiz halde, henüz yasalarımızdaki çalışmalar ve eksiklikler giderilememiştir. Bütün bunlardan daha önemlisi, geleneksel yapının meri yasal düzenlemelerin önünde ciddî engeller oluşturması ve bu anlamda, Medenî Kanunumuzun ülkemizin her karesinde aynı anlamda yaşanamamasıdır. Her vesileyle söylediğimiz gibi, bu noktada Doğru Yol Partisi olarak bakış açımız, demokrasi ve eşitliği sadece kâğıt üzerinde varsaymak değil, yurdun her karesinde eşit kılmaktır.

Değerli milletvekilleri, 10 bölüm halinde tartışacağımız 1 030 maddelik Medenî Kanun Tasarısının sunuş konuşmasını Grubum adına yaparken, elbette, tasarıya ilişkin düşüncelerimizi ve tenkitlerimizi, milletin ve sizlerin huzurunda açık yüreklilikle ifade edeceğiz.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Medenî Kanun Tasarısıyla yapılmak istenen, meri Medenî Kanunun özüne ve ruhuna sadık kalarak, gelişen dünya ölçeği içerisinde toplumumuzun ihtiyaçlarına cevap vermek olmalıdır.

Esasen, temel kanunların bir bütün olarak değiştirilmesi çok ciddî sosyal ihtiyaçların gereklerinden doğmuştur.

Bugünkü toplum yapısını en iyi ifade edebilecek olan istatistik rakamlarına bir bakalım; okuryazarlık oranımıza bakalım, eğitim seviyemize bakalım, siyasetteki unsurlardan birinin, yani kadın siyasetçinin eksikliği, ekonomik zayıflığı, hatta, ülkenin kalkınmışlık çizgisi... Tüm bunları neyle izah edebiliriz? Bunlar ciddî olaylar değil de nedir? Demek ki, artık, bu su bu değirmene az geliyor. Artık, hızla, değişim ve gelişim zamanıdır. Artık, Medenî Kanun ve bağlı yasalar değişmelidir.

İkinci bir husus, Medenî Kanun Tasarısında madde numaralarının değiştirilmiş olması. Biz bu değişimi, hukuk mantığı, geçmiş birikimimiz açısından doğru bulmuyoruz. Hukuk mesleğinden olanlar bilirler; hukuk sorunlarını madde numaralarıyla düşünürler, bütün hukuksal düşünceyi yalnız bir madde numarasını anmakla, kısaca ve kolayca dile getirirler. Bundan dolayıdır ki, İsviçre ve Alman Medenî Kanunlarında yapılan değişiklik ve eklerde, madde numaraları kısımlarına dokunulmamıştır. Aksi, tüm hukuksal düşünce kalıplarını ve tüm programları bir çırpıda kilogramlık eşya haline getirir. Şimdiye kadar da, Medenî Kanunda ve Borçlar Kanununda yapılması gereken değişiklikler ya özel kanunlarla düzenlenmiş ya madde ilavesi yapılmış ya da içeriği değiştirilmiştir. İşte, Kat Mülkiyeti Kanunu, Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun, Karayolları Trafik Kanunu, bunlara örnek olabilir. Hiçbir teknik ve sosyal gelişme, bu temel yapının bozulmasına gerekçe olamaz.

Ayrıca, 1926 yılında kabul edilen Medenî Kanunumuz gerekçesinin burada değiştirilerek gelmesi de, yine, gerekçe olamaz. Temel kanunların halkla bütünleşmesinin ve uyulmasının temel şartı, kanunların bütünlüğünü bozmamaktır; çünkü, bu kanunlar sanat eseridir. Türk Medenî Kanunu da bu eserlerden biridir. Şahsî görüşlerin kanuna geçmesi onu dondurur ve ona hayatî gücünü kaybettirir.

Değerli milletvekilleri, bu genel açıklamalardan sonra, Medenî Kanunumuzun sistemimize ne gibi olumlu değişimler getirdiğini ifade etmek istiyorum. Değişim ihtiyacının başında eşitlik ilkesi yer almıştır ve bu nedenle, kadın-erkek eşitliğine aykırı düşen hükümler tek tek ayıklanmıştır. Bu anlamda, yerleşim yeri, evlenme yaşı, evlenmek için yapılacak başvurular ve kadının soyadı konusu, boşanma davalarında tazminat davasındaki hususlar, yoksulluk nafakası, nafakanın artırılması ve boşanmadan sonra açılacak davalarda eşitlik ilkelerine uygun çok güzel ve çok ciddî düzenlemeler getirilmiştir. Eşlerin hak ve ödevleri eşitlenerek, aileye, elbirliği içerisinde özen gösterme yükümlülüğü getirilmiştir. Bu kıstasla "koca birliğin reisidir"  hükmü terk edilmiştir. Eşlere eşit söz hakkı tanınmıştır. Gerçekte, Türk aile yapısında ne kadının ne de erkeğin reislik diye bir iddiası yoktur. Ben, bunu böyle biliyorum. Bu, böyle olunca da evin seçimi ve evlilik birliğinin giderlerine katılma, evlilik birliğinin temsili ve sorumluluk, aynı paralelde, eşitlik ilkesi doğrultusunda düzenlenmiştir. Eşlerin meslek ve iş seçimini izne bağlayan hüküm tasarıda yer almayarak, ailenin huzuruna dikkat edilmesi esası  benimsenmiştir. Olumlu bir değişiklik velayette yaşanarak, eşlere eşit hak verilmiştir. Bunlar, aile hukukunun temelindeki değişikliklerdir.

Çok önemli olan diğer bir husus ise, kamuoyunda "Medenî Kanun" denince, sadece, bu yönüyle tartışmaya açılan, evlilikteki mal rejimleri meselesidir.

Tasarıda, yasal mal rejimi olan mal ayrılığı rejiminin yerine, edinilmiş mallara katılma rejimi benimsenmiştir. Başlangıç itibariyle, yeni bir rejim olması birçok tepkiyi de beraberinde gündeme getirmişse de, sağduyulu, demokratik ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde konuya bakıldığında, mal ayrılığı rejiminin yarattığı, yetmişaltı yıllık uygulamadaki ve sonuçtaki tüm olumsuzlukların cevabı bulunacaktır. Bu nasıl hakkaniyettir, bu nasıl anlayıştır; kadınlara her türlü sorumluluğu verelim, emeklerinden istifade edelim, buna karşın, ekonomik hiçbir değer vermeyelim, gönlümüzün istediği gün de yolları ayıralım?! Bunu, takdirlerinize arz ediyorum.

Değerli üyeler, bunları ben söylemiyorum; bunlar, mahkeme koridorlarının duvarlarında yazıyor. Bugün, uygulamakta olduğumuz mal ayrılığı rejiminin haksızlıkları, sadece ev kadınları açısından değil, bir meslek ve sanat sahibi kadınlar açısından da aynı sonuca ulaşmıştır. Aksi sabit olsaydı, Türkiye'deki gayrîmenkullerin sadece yüzde 8,7'sinin kadınlara ait olduğu gerçeğinin izahını yapmak mümkün olabilir miydi?

Türkiye, çağdaşlaşma noktasında bir yol ayrımına gelmiş, Avrupa Birliği sürecine girmiş, demokrasi lezzetini tatmıştır. O halde, cumhuriyetle beraber kazandığımız bu değerler geleceğimizin belirleyicisi olmalı ve artık, daha fazla demokratik uygulamalara yelken açılmalıdır. Bu bakımdan, evlilik birliği içerisinde edinilen, kıstası ve ölçüsü hak olan edinilmiş mallara katılım rejimi, Türk Milletinin tarihinden gelen ve kadına karşı duyarlılığının bir devamı olarak, yasal mal rejimi şeklinde bu tasarıda yerini almalı ve kanunlaşmalıdır.

Sizlerin de bildiği gibi, tasarıda bir diğer rejim de paylaşmalı mal ayrılığı rejimidir. Bu rejim, örneği ve uygulaması olmayan, pratikte, kanun tekniğinde birçok sorunları da beraberinde getirecek bir rejimdir; ancak, tasarıda, mal rejimleriyle ilgili olarak söylenecek en doğru tespit, mal rejimleriyle ilgili bölümün ne kadar özgürlükçü ve eşlerin talebiyle oluşacak, değiştirilebilecek bir sistem olduğudur.

Tabiî ki, Medenî Kanun Tasarısı, sadece aile hukukundan ibaret değildir. Tasarıyla Medenî Kanuna 93 madde ilave edilerek, yılların biriktirdiği sorunlar giderilmeye çalışılmıştır. Evlat edinme hususu kurumlaştırılmıştır. Dernek ve vakıflarla ilgili Anayasaya uygunluk açısından yeni düzenlemeler getirilerek, kamu menfaatı önplana çıkarılmıştır. Miras hukukuna ve eşya hukukuna getirilen düzenlemelerle, yine aile bütünlüğü ve hakkaniyet ilkeleri korunmaya çalışılmıştır.

Değerli milletvekilleri, Medenî Kanunumuzu yeniden düzenlerken, yeniliklerin hayata geçirilmesi en büyük temennimizdir. Bu bakımdan, yürürlüğü ve uygulama alanını düzenleyen 724 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi -yeni mal rejimiyle ilgili düzenlemesi- çok önem arz etmektedir. Mevcut evliliklere bir hak getirmeyen tasarıdaki bu eksikliğin giderilmesi, doğrudan kamu düzeninin sağlanması ve toplumda adaletsizliğe ve farklı uygulamaya yol açması bakımından tarafımızdan verilen önergenin destek bulması, 21 inci Dönem Parlamentosunun tarihî bir sınavı olacaktır.

Bu samimi açıklamalardan sonra, Grubumun, bu yasa tasarısı konusundaki tavrının altını net olarak çizmek istiyorum. Medenî Kanunla ilgili çalışmaların ta 1960'larda başladığı, 1971 ve 1984 yıllarında iki tasarı hazırlandığı malumlarınızdır. Bilahara, 1994 tarihinde, Doğru Yol Partisi tarafından, büyük bir kararlılıkla, komisyon kurularak yasa çalışmalarına başlanmış ise de, bu tasarının kanunlaşması, 2001 tarihine kısmet olmuştur. O nedenle, Doğru Yol Partisi tarafından, çıkarılacak bu yasaya özel bir önem verilmektedir.

Doğru Yol Partisi tarafından Medenî Kanuna verilen destek, her türlü siyasî düşüncenin üstündedir; asla muhalefet anlayışı yer almamıştır. Gerek alt komisyon, gerekse Adalet Komisyonundaki çalışmalarda, sadece ve sadece, kadının önündeki engellerin kaldırılması ile ekonomik güvenceye kavuşması ve demokrasi hedef alınmıştır. Benim de, bu çalışmaların arasında bulunmam dolayısıyla, konuşmanın başında söylediğim gibi, kendimi, zaman diliminin şanslı bir üyesi olarak görüyor ve Medenî Kanunumuzun, toplumumuza, evlatlarımıza, Türkiye cumhuriyetinin geleceğine hayırlı olmasını diliyorum.

Özlemleri ve umutları gerçeğe dönüştürme sorumluluğunun bizlerin omuzlarında olduğu bilinciyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin siz sayın üyelerini saygıyla selamlarken, bu konuda emeği geçenlere sonsuz saygılarımı ve teşekkürlerimi bildiriyorum.

Saygılarımla efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Esen.

Sayın milletvekilleri, yemek arası vermeyeceğim, devam edeceğiz.

Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Gözlükaya; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Tasarısı üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, Medenî Kanun, 17 Şubat 1926 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilmiştir. Medenî Kanun yürürlüğe girdiği gün, zamanın Adalet Bakanı merhum Mahmut Esat Bozkurt "milletimiz, onüç asrın kendisine çevrilen yanlış inançlarından ve karışıklıklarından kurtulmuş ve eski medeniyetin kapılarını kapatarak, hayat ve feyiz bahşeden medeniyetin içine girmiştir" diyerek, Medenî Kanunun kabulüyle hukuk alanında yeni bir devrin başladığını belirtmiştir.

Merhum Sayın Bakanın beyanında belirttikleri temenni ve görüşler doğrultusunda, 1926 yılından günümüze kadar, yani bugünlerde, umulan, istenilen, insanlarımıza feyiz ve hayat bahşeden bir medenî ülke haline geldik mi; o tartışılır. Bana göre, hedefte çok yolumuz vardır; ancak, şurası bir gerçektir ki, Medenî Kanun, gerçekten, bir reform olarak tarihimizde yerini almıştır. En azından, yeni medeniyetin kapıları aralanmıştır.

Medenî Kanunun kabulü, laik anlayışın hukukta görülmesinin ilk icraatlarından biri olmuştur.

1926 yılında, Medenî Kanun, Mecliste, o günün Meclis Başkanı Kâzım Paşa tarafından işarî oya sunulmuş, üyelerden gelen bir teklif üzerine de ittifakla kabul edilmiş ve kül halinde, yani, geneli üzerinde 2 milletvekili görüşmüş, ondan sonra da oylamaya geçilmiştir; maddeleri üzerinde görüşme olmamıştır. Bugün ise, biz, yine mümkün olduğu kadar çabuk -komisyonda uzun süre tartıştığımız için- 11 bölüm halinde tartışıyoruz.

Medenî Kanunumuzda, 1951'de, 1976'da, 1984'te, 1994'te, hatta 1996'da bazı değişiklikler yapmak ve yenilemekle ilgili birtakım çalışmalar yapılmış; ama, maalesef, bugüne kadar herhangi bir sonuç alınamamıştır.

Medenî Kanun, söylenenlerin aksine, bize göre, bünyemize en uygun olan İsviçre Medenî Kanunundan iktibas edilmiştir. Eski mevzuat ve uygulamalar gözardı edilmemiş, bazı ilave ve değişiklikler yapılmıştır. İsviçre'de, 1972'de evlat edinmeyle, 1976'da neseple, 1984'de evlenmenin temel hükümleriyle ve 1994'de de evlilik yaşı ve anne babanın bakım borcu konularında bazı değişiklikler yapılmıştır. Biz de, ancak bugün köklü değişiklikler yapabiliyoruz.

Bugün, biraz da, ihtiyacı körükleyen Avrupa Birliğine girmek, Batı'nın istediği sosyal, ekonomik ve siyasal istikrara en çok yaklaşıldığı dönemde, devletin politik hedefleri açısından, artık, kendisini dayatan bir ihtiyaç haline gelmiştir; yani, Avrupa Birliğinin ve Avrupa Birliği ülkelerine vaat ettiğimiz taahhütleri yerine getirme açısından bu değişiklik bir isabet olmuştur. Biraz da, Avrupa Birliğine girme gibi arzumuzun katkısı olmuştur. Ayrıca, Türk toplumunun da sosyal ve kültürel gelişimi bu değişiklikleri yapma zaruretini doğurmuştur.

Önümüzdeki tasarı, bilim adamlarımızın, Bakanlık yetkililerimizin, sivil toplum örgütlerimizin, baroların görüşleri de alınarak uzun yıllar süren bir çalışmanın sonucu meydana gelmiştir. Emeği geçen, katkısı olan herkese şükranlarımı sunuyorum. Adalet Komisyonunun Değerli Başkanı ve değerli üyelerinin katkı ve emeklerini de özellikle takdire şayan bulduğumu ifade etmek istiyorum. Ayrıca, komisyonla beraber çalışan değerli hocalarımız Prof. Dr. Sayın Turgut Akıntürk ve Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu Beylere de büyük katkılarından dolayı şükranlarımı arz ediyorum.

Bu yasayla, Türk toplumunun istediği değişiklikler tamamen yapılabilmiş midir; bize göre kâfi değildir, yapılamamıştır. İstenilen, tam olarak yapılmamış olabilir, eksikleri vardır; ancak, bugünün şartlarında, 1 030 maddelik yeni bir Medenî Kanun birçok yeniliklerle Yüce Meclisin önüne getirilmiştir. Bu, Yüce Meclisin bir başarısı olacaktır. Sayın Bakanın komisyon görüşmelerinde bazı maddelerde dayatmaları olmasına rağmen, komisyon uyum içinde çalışmış ve birçok maddesi oybirliğiyle kabul edilmiştir. Doğru Yol Partisi olarak itiraz ettiğimiz bazı maddeler olmuştur; ancak, genel olarak pozitif katkı ve müspet oylarımız olmuştur.

Tasarıda birçok yenilikler yapılmıştır. Bu yeniliklere kısmen temas etmek istiyorum. Tasarının önemli değişikliklerinden biri, Medenî Kanunun dili üzerindedir. Medenî Kanunun dili, genel olarak Türkçeleşmiştir; ancak, amaç çok aşılmıştır, yaşayan Türkçe'de yer almayan yapay kelimelere yer verilmiştir. Üstadımız Sayın Hatiboğlu gibi, bu dildeki değişikleri anlatmamız mümkün değil; ancak, ben, birkaç kelime üzerinde durarak sözlerimi devam ettirmek istiyorum.

Ayrıca, bu değişikliklerle, nesiller arasında uçurumlar doğma ihtimali doğmuştur. Yani, bugün hukuk fakültesine yeni girenler ile hukuku bugün icra edenler arasında bir uçurum, bir anlaşmazlık doğacaktır. Bu bakımdan, tatbikatçılar da büyük sıkıntılar yaşayabilir. Yenilik adı altında birçok kelime, bugüne kadar kullandığımız hukukî manalarını aşan, taşan veya hiç uymayan birtakım kelimeler olmuştur. İfade edildi. Mesela, temyiz kudreti, ayırt etme gücü; mahcur, ergin kılınma; tahsis, özgüleme; usul, üstsoy; füru, altsoy; civar hısımlığı, yansoy hısımlığı; sıhrî hısımlık, kayın hısımlığı gibi gerçekten, hukukçu olsun olmasın, Türk toplumunca kabul edilen birçok kelime değiştirilmiştir, değişik manalara gidebilecek olan birtakım kelimeler getirilmiştir. Bize göre, hukuk dili kısırlaştırılmıştır. Bu yeni getirilen kelimelerin toplumca anlaşılabilmesi için, en azından 20-30 yıl gibi bir sürenin geçmesi gerekmektedir ki, özellikle, tatbikatçılar bu konuda sıkıntılar yaşayacaktır.

Ayrıca, eksik gördüğümüz bir husus daha vardır. Madde numaraları değiştirildi. Halbuki, maddeler, ihtiyaç olan maddeler ve fıkralar ilave edilebilseydi, bu, kargaşaya, karışıklığa herhangi bir şekilde meydan vermeyebilirdi; ama, şimdi, uygulamada birtakım anlaşmazlıklar, kargaşalar olacaktır, uğraşlar verilecektir. Bize göre, bu da bir eksikliktir.

Yasada asıl önemli değişiklik, arkadaşlarımın da ifade ettikleri gibi, aile hukukunda olmaktadır. Ben, satırbaşlarıyla birkaç tanesine temas edeceğim. Artık, evin reisi meselesi halledilmiştir; erkek değildir -bana göre, aslında, şimdiye kadar da erkek değildir de- tamamen eşit hale gelmiştir; reislik müessesesi kaldırılmıştır. Reislik, her iki eş tarafından kullanılacaktır.

Kadın-erkek eşitliği ilke olarak kabul edilmiş; eşitlikte daha ileriye gidilerek, çilekeş, fedakâr, vefakâr, gözbebeğimiz kadınlarımızın hal ve gelecekleri, büyük ölçüde, maddî olarak teminat altına alınmıştır.

Evlilik yaşı değiştirilmiş; 18 yerine, 17'ye düşürülmüştür. Burada, benim bir tereddüdüm var: Evlenmede -mal rejiminde bir sözleşme yapacak- 17 yaşındaki bir insanın sözleşme yapması mümkün müdür, bilmiyorum; çünkü, sözleşme için 18 yaş, diğer bir mevzuatımızda kabul edilmiştir. Bu hususta Sayın Bakanın izahı olabilir.

Evlenme akdinde, bugün, tarafların herhangi bir yerleşim biriminde olması sağlanmıştır.

Ayrıca, boşanma sebebiyle durumu zedelenen kusursuz ve az kusurlu eş, maddî ve manevî tazminat talebinde bulunabilir ve hâkim, münasip şekilde bir tazminat kararına varabilir.

Yoksulluk nafakası, burada, tabiî, yeni bir değişiklik. Gerçi, uygulamada da bu başladı; ama, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşen, kusuru daha ağır olmamak kaydıyla, malî gücü nispetinde, diğer taraftan -erkek veya kadın ayırımı ortadan kaldırılmış- bir yoksulluk nafakası bağlanabilir hale gelmiştir.

Değerli arkadaşlarım, boşanmalarda cana kast, pek kötü davranış ve onur kırıcı davranış ilave edilmiştir; yani, cana kast, pek kötü muameleler yanında, bir de eşlerin onur kırıcı davranışlarda bulunmaları boşanma sebebi sayılmıştır.

Nafaka davalarında çok sıkıntı yaşanıyordu. Burada, nafaka alacaklısının yerleşme yerinde dava açılabilecek haldedir. Bu da, bize göre, bir yeniliktir. Yalnız, burada, boşanma davalarında da birtakım yenilikler yapılmış; teferruatına girmiyorum.

Değerli arkadaşlarım, enteresan hususlardan birisi şu: Boşanma davası devam ederken eşlerden birinin ölmesi halinde, sağ kalan eşin mirasçı olup olmaması, eşin kusurlu olup olmamasına bağlanmıştır; yani, kusurlu eş mirasçı olamayacaktır. Ölen eşin mirasçıları, boşanma davasını sadece kusurluluk açısından, kusurluluğun tespiti açısından devam ettirme imkânına kavuşmuşlardır. Bu, mevcut mevzuatımızda yoktu.

Ayrıca, eşler, iş seçme serbestisine sahip olmuşlardır. Zaten, herkes iş arıyor; nerede iş bulursa... Bu, fiilen çok önemli bir madde değil bana göre. İş arıyor; iş bulabilirse... Bulamadığı için, eşini de çalıştırmak istiyor. İzne tabi değil şu anda zaten.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, miras hukukuyla ilgili bir değişiklik yapılmış. İştirak halindeki mallarda izalei şüyu davası açabilmek için iştirakçilerin ittifakı gerekirken, burada, her mirasçı tarafından paylaşım davası açılabilir hale gelmiş.

Tabiî, önemli değişikliklerden birisi bu aile hukukunda, edinilmiş mallara katılma.... Daha doğrusu, dört ayrı mal rejimi tadat edilmiş; burada, yeni bir rejim getirilmiş. Bunlar, edinilmiş mallara katılma rejimi -bu yeni bir rejim- mal ayrılığı, paylaşmalı mal ve mal ortaklığı şeklinde. Taraflar, bu sistemlerden herhangi birini tercih etme hakkına sahiptirler. Doğrudan noter vasıtasıyla veya adi sözleşmeyi notere onaylatmak suretiyle veya evlenme sırasında tarafların biz şu rejimi seçtik gibi bir beyanıyla mümkün olabiliyor.

Değerli arkadaşlarım, komisyonda, Sayın Bakanla komisyonun ekseriyeti arasında, bu edinilmiş mallar ve paylaşmalı mal ortaklığıyla ilgili rejimlerde ihtilaf doğdu. Bu ihtilafın sonucunda, ilk oylamada, paylaşmalı mal ortaklığı rejimi kabul edildi; ama, sonradan, tekriri müzakereyle bu değişti. Şimdi, tabiî, bu, Sayın Bakanımızın takdirleriydi; ama, burada, bize göre, ihtilaf var; bilim adamları arasında ihtilaf var ve tatbikatta ikisinin de faydalı ve mahzurlu tarafları var. Ben, sadece, faydalı ve mahzurlu taraflarını kısmen izah etmeye çalışacağım; daha doğrusu, mahzurlarını izah etmeye çalışacağım.

Bu edinilmiş mallar, yasamızda, bugün, kanunî rejim olarak kabul edilmiştir; yani, taraflar, bir yıl içerisinde tercihlerini kullanmadıkları takdirde, edinilmiş malları tercih etme durumuna girmişlerdir. Bu sistemin bazı mahzurları var. Ölüm veya boşanma halinde, edinilmiş malların tasfiyesinde zorluklar var. Değer tespiti, bilirkişi incelemesi, mahkemeler falan derken yıllarca sürme ihtimali var tasfiyenin. Bu, kadın veya erkek, ikisini de, her iki tarafı da birtakım sıkıntılara maruz bırakabilecektir. Ülkemizde zaten mahkemeler uzun sürecektir. Yani, usulü hızlandıralım gibi bir gerekçenin arkasına sığınılmayabilir, usuller geç de düzeltilebilir. Bu bakımdan, her iki tarafın mağdur olma ihtimali vardır. Ayrıca, bir fabrikatörü düşünün, diş hekimini düşünün; zamanında, evlilikten önce edindiği ve mesleğini icra ettiği, para kazandığı birtakım demirbaşlarının veya emvalinin nemalarıyla evlilik kurulduysa, nemalarından sağlanacak, yapılacak yatırımlarda da bu yeni eşin ortaklığı söz konusudur ki, bu, bize biraz adaletsiz gibi geliyor.

Değerli arkadaşlarım, paylaşmalı mal ayrılığı sisteminde ise daha basitlik var; aynı mal tahsisi var. Edinilmiş mallardaki gibi değer tespitlerinin uzaması ihtimali olduğu gibi, burada sadece aynı mal tahsisi var; ancak, eşlerin aile için ortak olarak kullandıkları -ev, yazlık, araba gibi- ortak mallarda ikisi de aynı haklara sahip; yani, eşit olarak paylaşmalı pozisyonda. Bir de, ailenin ekonomik geleceğiyle ilgili konularda birtakım ortaklıklar var. Bu bakımdan, biz, her ne kadar bu mahzurlarına rağmen, Doğru Yol Partisi olarak, tasarıyı geldiği gibi, yani edinilmiş mallara katılma rejimini kabul ettiğimizi burada ifade etmek istiyorum. Bu mahzurlar, tabiî, komisyondaki ve bugünkü şahsî düşüncelerimdir; bunları Meclise aktarmayı doğru bulduğumu ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bana göre, burada, bu tasarıda bir eksiklik var; yetki ve görev düzenlemeleri var. Mesela, boşanmalarla, nafakayla ilgili birtakım yetkiler koymuşuz. Halbuki, bunlar, usul yasalarına konulması gereken hususlardır; bu konulmamış. Bana göre, burada yapılacak iş, bir an önce, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda hemen bir değişikliğe gitmektir.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarı, mevcut kanuna göre birçok yenilik getirmektedir. Tasarı, ailede demokrasiyi asıl almıştır; kadın-erkek eşitliği mümkün olduğunca sağlanılmaya çalışılmıştır. Temennimiz, kadınların, gelişmiş Batı ülkelerindeki ve asrın getirdiği tüm haklara kavuşmalarıdır. Elbette ki, asıl olan, evlilikte eşler arasındaki sevgi ve saygıdır; bu bağlar sağlamlaştırılarak bireylerin ve ailelerin ekonomik ve sosyal yönden güçlenmelerini sağlamaktır. Son yıllarda -üzülerek ifade ediyorum- avukatlarda görüşüyoruz, istatistiklere bakıyoruz, 30 yaşın altındaki evlilikler sona eriyor, boşanma davaları artmış; sebebi de, ekonominin tamamen bozuk olması ve genç eşlerin, maalesef, iş bulamamaları, ailelerini geçindiremez hale gelmiş olmalarıdır. Biz isteriz ki, bu yeni kurulan evlilikler bir ömür boyu sürsün; ama, maalesef, birkaç yıl içerisinde bu evlilikler sona ermekte, bana göre, toplumda yeni yaralar açılmakta ve toplumun dengesi, gelecek için bozulmaktadır. Bu sebeplerle, Medenî Kanundaki yeniliklerin hayata geçirilmesi açısından, ülkemizin ekonomik durumunun düzeltilmesi, bozuk gelir dağılımının azaltılması, krizle gelen bunalımdan Türkiye'nin bir an önce kurtulması gerektiğini ifade ediyoruz. Bunu da, başta bizleri yöneten hükümetin ve Meclisimizin yapması gerektiğini ifade ediyorum.

Bir de, benim, yürürlük maddesinde bir endişem var; o da şu: Bu yasa, 1 Ocak 2002 tarihinde, yani iki ay sonra yürürlüğe girecek; bana göre, mevcut davalar ve uygulamalar bakımından birtakım sıkıntılar yaşanabilir, bir intibak meselesi söz konusudur; onun için, bu yürürlüğe girme süresinin en azından bir yıl olması mahkemelere de bir nefes aldırabilir diye düşünüyorum.

Bu yasanın, Türk Milletine, Meclisimize hayırlar getirmesini Cenabı Haktan niyaz ediyorum ve hepinize en derin saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gözlükaya.

Sayın milletvekilleri, böylece, gruplar adına yapılan konuşmalar bitmiştir.

Sayın Bakan, konuşacaksınız...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - 2 kişisel konuşmacının arasında konuşacağım.

BAŞKAN - Peki.

O zaman, şahısları adına, Sayın Işılay Saygın?.. Yok.

Sayın Ali Arabacı, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, gerçi Sayın Bakan takdir ederler; ama, Sayın Arabacı konuşunca, Bakandan sonra bir milletvekiline söz hakkı düşer.

BAŞKAN - Hayır, biliyorum; daha konuşacaklar var... Sayın Bakan, Sayın Arabacı'dan sonra konuşacak.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Başka konuşmacı yoksa...

BAŞKAN - Var efendim, burada başka söz isteyenler de var; merak etmeyin... Herhalde, biz de İçtüzüğün uygulanmasını biliyoruz.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, siz İçtüzüğü bilirsiniz de, söz talebi yoksa ne yapacaksınız?!

BAŞKAN - Buyurun Sayın Arabacı.

ALİ ARABACI (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda 6.4.2000 tarihinde kurulan Medenî Kanun Alt Komisyon Başkanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak karşınızdayım.

Medenî Kanun Alt Komisyon üyeleri, Milliyetçi Hareket Partisi Kahramanmaraş Milletvekili Edip Özbaş, Anavatan Partisi Kırklareli Milletvekili Cemal Özbilen, Fazilet Partisi Adıyaman Milletvekili Dengir Fırat ve Doğru Yol Partisi Kayseri Milletvekili Sevgi Esen'den oluşuyordu. Komisyon, çalışmalarına 12.4.2000 tarihinde başlayıp 23.5.2000 tarihinde tamamladı. 41 günde 11 toplantı yapıldı ve her toplantı en az beş saat sürdü.

Uygulama yasasıyla birlikte, 1055 madde tek tek görüşülüp rapor haline getirildi. Her toplantıya, Adalet Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Yargıtay Başkanlığı, Türkiye Barolar Birliği, barolar, üniversiteler, ilgili kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, Prof. Turgut Akıntürk ve Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu katıldılar. Rapor, komisyondan, Edip Özbaş'ın, tasarının dili ve 2 maddesine muhalefeti dışında oybirliğiyle geçti. Bu komisyonda görev alan herkese, huzurunuzda şükranlarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, alt komisyonda oybirliğiyle kabul edilen konuların başında, tasarıda çok özet halinde yer verilen 1926 tarihli Türk Kanunu Medenîsi esbabı mucibe layihasının tamamının tasarıya aynen alınmasıydı. Gerekçemiz de şuydu: Medenî Kanun, Atatürk devrimlerinin temeliydi; dinsel hukuk düzeninden laik hukuk düzenine geçişin belgesiydi; bir hukuk ve uygarlık anıtıydı. Esbabı mucibe layihası da bu devrimin gerekçesiydi, öyküsüydü. 46 sayfadan oluşan tasarı gerekçesinde 2,5 sayfa yer tutan ve tırnak içerisinde sunulan özet gerekçede, esbabı mucibe layihasının çok önemli kısımları çıkarılıp atılmıştı. Atatürk devriminin temel ilkesi olan laik düşünceyi açıklayan paragrafların tamamının atlandığı hayretle görülmüştü. O döneme saygının bir gereği olarak, 1926 yılında, Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt'un mükemmel bir üslupla kaleme aldığı gerekçe, tasarı gerekçesinde de aynen yer almalıydı; raporumuzu da buna göre düzenledik.

Ne var ki, Adalet Komisyonunda, alt komisyonca benimsenen gerekçe, bazı komisyon üyelerinin şiddetli tepkilerine yol açtı. Atatürk'ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, 75 yıl sonra, o zaman seslerini çıkaramayanların torunlarınca yargılandı, din düşmanı, İslamiyete küfreden kişi olarak ilan edildi. Neydi bu arkadaşlarımızı rahatsız eden, Bakanlığımızı bile ürküten cümleler; bir kısmı şöyledir:

"Yasaları dine dayalı olan devletler, kısa bir süre sonra, ülkenin ve ulusun isteklerini karşılayamazlar; çünkü, dinler, değişmez kuralları kapsarlar. Yaşam yürür, gereksinimler hızla değişir. Din yasaları, her ne olursa olsun, ilerleyen yaşamın karşısında, biçimden, ölü sözcüklerden ileri bir değer, bir anlam taşımazlar. Değişmemek, dinler için bir zorunluluktur. Bu nedenle, dinlerin yalnız bir vicdan işi olarak kalması, çağdaş uygarlığın temellerinden ve eski uygarlıkla yeni uygarlığın en önemli ayırıcı niteliklerindendir. Köklerini dinden alan yasalar, uygulandıkları toplumları, gökten indikleri ilkel çağlara bağlarlar ve ilerlemeyi etkileyen engeller arasında bulunurlar.

Kuşku yoktur ki, yasaların amacı, herhangi bir gelenek ve görenek ya da yalnız vicdanla ilgili olması gereken din kuralları değil, siyasal, sosyal, ekonomik ve ulusal birliğin ne olursa olsun sağlanması ve yerine getirilmesidir. Çağdaş uygarlığa bağlı devletlerin ilk belirgin niteliği, din ile dünyayı ayrı görmektir. Bunun tersi, devletin benimsediği din ilkelerini kabul etmeyen kimselerin vicdanlarının baskı altında tutulması olur; çağdaş devlet görüşü, bunu kabul edemez. Din, vicdanlarda kaldıkça devlet gözünde saygıdeğer ve dokunulmazdır. Dinin kural olarak yasalara girmesi, tarihin akışı içinde, çoğunlukla taçlı devlet adamlarının, zorbaların, güçlülerin keyif ve isteklerini doyurma aracı olması sonucunu doğurmuştur.

Çağdaş devlet, dini dünyadan ayırmakla, insanlığı tarihin bu kanlı belasından kurtarmış, dine gerçek ve sonsuz bir taht olan vicdanı özgülemiştir. Özellikle çeşitli dinlere bağlı uyrukları olan devletlerde tek bir yasanın bütün toplumda uygulama olanağı kazanabilmesi için bunun dinle ilişkisini kesmesi, ulusal egemenlik için de bir zorunluluktur; çünkü, yasalar dine bağlı olursa, vicdan özgürlüğünü benimsemesi gereken devlette, çeşitli dinlere bağlı vatandaşlar için ayrı yasalar yapmak gerektir. Bu durum da, çağdaş devlet için temel ilke olan siyaset, toplumsal ve ulusal birliğe aykırıdır."

Görüldüğü gibi, ileri sürülen düşüncede, ne İslama küfür vardır ne de hakaret; sadece, laik hukuk düzeninin gerekçeleri, dayanakları anlatılmaktadır. Öyle olmasaydı, ikinci dönem Meclisinde din eğitimi almış pek çok milletvekilinin, müftünün, kadının, müderrisin, hacının, hocanın, dergâh üyesinin ve şeyhin itirazları olmaz mıydı? Özellikle, o dönem yasaya destek veren milletvekili din adamları Halil Hulki Aydın, Mustafa Fehmi Gerçeker ve Rasih Kaplan'ı (Rasih Hoca da deniliyor) nasıl unutabiliriz? Aslında, bu görüş, sadece Mahmut Esat Bozkurt'un görüşü de değildir; başta Atatürk olmak üzere, o dönem devrimcilerinin ortak görüşüdür.

Atatürk, daha 1923 yılında Bursa'da halka yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:

"Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da iyileştireceğiz. Yüz sene, beşyüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir."

Zaten, Mahmut Esat Bozkurt da Atatürk'ten yönlenmiş ve gücünü de Atatürk'ten alıyordu.

Atatürk'ü devrimleri nedeniyle eleştirme cesaretini gösteremeyenler, onun yardımcılarını suçlayarak sonuç almaya çalışıyorlar.

Oysa, Atatürk devrimleriyle yapılan iş, özellikle özel hukuk alanında, şeriattan ayrı, tamamen laik düzenlemeler getirmektir. İbadet kısmına dokunulmamıştır. Amaç, Türk insanını hurafelerden korumaktır. Atatürk'ün deyimiyle "tevessül ettiğimiz ıslahat, gösteriş yapmak yahut onlara kendimizi beğendirmek için tevessül olunmuş tedbir mahiyetinde değildir" ve İnönü'nün değişiyle de "ecnebi istilasına ve Osmanlı nizamına karşı çifte cepheli bir savaş sonucu kazanılmış başarıların ürünüdür."

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyetinde hukuk devrimiyle, İslam hukuk sisteminden kesin olarak kopma kararı alınmıştır. Bu yöndeki devrim, o günkü İslam dünyası için ilk olduğu gibi, bugün için de tektir. Gerçekten de, Türkiye'nin 1920'lerde gerçekleştirdiği bu köklü değişimi, başka hiçbir İslam ülkesi yaşamadı, yaşayamadı. Bunlarda, medenî hukuk dinsel niteliğini hep sürdürdü.

Kont Ostrorog'a göre "Türkiye Cumhuriyeti tarafından Avrupa hukukunun kabulü, Ortadoğu tarihinde, İslam Dininin kabulünden bu yana en önemli olaylardan biridir."

Bir başka Batılı yazar da "İslam devletlerinin en güçlüsü, bin yıl geçmişe varan töreleri altı aylık bir sürede yürürlükten kaldırıyor. Tarih, hiçbir ülkede, bu kadar köklü ve ani değişikliği örnek gösteremez. Bir ülkede ve bir toplum üzerinde yapılmış bundan daha cesur bir deneyim yoktur" diyor.

Sadece Türk hukuk devrimidir ki, laik, çağdaş ve modern bir hukuk düzenini geçirebilmeyi başarmıştır.

Bu nedenle, Kemalist hukuk devrimi, Batı dünyasının rönesansı, reformu, Fransız Devrimi ya da endüstri devrimi çapında önemli bir devrimdir. Böyle bir devrime, İslam dünyasının başka köşelerinde rastlayabilmek olanaksızdır. Türkiye, laikliği ve demokrasiyi birlikte götürmeye çalışan tek İslam ülkesidir ve önemli bir tarihsel deneyimin beşiği durumundadır.

Hal böyleyken, siyasal İslamcıların, din ve vicdan özgürlüğü adına, laik hukuk düzenini dejenere etmeye çalışmaları boşuna değildir. İstedikleri, dinin, sosyal ilişkiler ve kurumlar üzerindeki egemenlik ve etkinliğini tekrar kurmak ve bunu yaparken de, politikanın alanını daraltmaktır. Amaçları, cumhuriyetin meşruluk temellerini ortadan kaldırmak ve laiklik ilkesi çevresinde oluşmaya başlayan sosyal onayı engellemektir.

Türkiye'de din özgürlüğü vardır ve Anayasanın güvencesi altındadır. Amaç, bu tür bir özgürlüğü elde etmek değil, onu kullanarak siyaset alanını işgal etmektir. Politik kadrolar, din özgürlüğü ile laiklik ilkesini birbirine karıştırmaya devam ederlerse, çok geçmeden, politik zeminin altlarından kayıp gittiğini ve geriye siyasal varlıklarının devamını gerektirecek hiçbir desteğin kalmadığını göreceklerdir.

Mahmut Esat Bozkurt'un gerekçesi, bir yazarımızın dediği gibi, bir laiklik bildirgesidir. Laiklikten yoksun bir cumhuriyet ve yasaları, içi boş bir kılıftır ve bütün tarihsel anlamını yitirir. Müslüman dünyada demokrasi sadece Türkiye'de varlığını sürdürebiliyorsa...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Arabacı, lütfen tamamlar mısınız efendim.

ALİ ARABACI (Devamla) - Tamamlıyorum.

...70 yılı aşkın bir laik cumhuriyet deneyiminin bunda büyük payı vardır.

Değerli milletvekilleri, bütün bu tarihsel gerçekler  bir yana itilip, ciddî bir anlam ifade etmeyen tasarı gerekçesinde yer alan özetle yetinilmesi, alt komisyon önerisinin reddedilmesi, en azından, laiklik karşıtı güçlere verilmiş önemli bir ödündür. Dahası, 75 yıl önce bu yasa çalışmalarını büyük bir heyecanla izleyen Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal'e, Başbakan İsmet Paşaya, gerekçeyi hazırlayan Adalet Bakanı Mahmut Esat'a saygısızlıktır. Adalet Bakanı, tasarı gerekçesinde Mahmut Esat Bozkurt'un esbabı mucibe layihasını özetlerken, neden özellikle laiklikle ilgili sözleri çıkarıldığını açıklamalıdır.

Tasarının diğer bölümlerine giremiyorum. Tasarı, gerekçe dışında diğer hükümleriyle olumludur, çağdaştır. Atatürk "başlattığımız devrim ve yenileşme atılımı bir an bile durmayacaktır; bizden sonraki dönemde de bu böyle olacaktır" demişti. Bu anlamda, Medenî Kanun değişikliğini, Atatürk devrimlerinin bir devamı olarak algılamak istiyorum.

Tasarının ülkemize hayırlı olmasını dilerken, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arabacı.

Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk, buyurun. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 40 dakika Sayın Bakan.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihî bir gün yaşıyor; çünkü, 75 yıllık bir temel kanun, hepimizi günlük hayatımızda ilgilendiren bir temel kanun, bugün yenileniyor, yeni bir Türk Medenî Kanunu Tasarısı üzerinde görüşme yapılıyor; o bakımdan, Türkiye Büyük Meclisi, bugün tarihî bir oturum yapmaktadır.

Bu oturumda şimdiye kadar grupları adına söz alan değerli arkadaşlarıma, ayrıca şahsı adına söz alan değerli arkadaşıma, konuya çeşitli yönlerden yaptıkları katkıları için teşekkür etmek isterim.

Bu kanun, herkesin kanunu. Bu kanun, sadece belirli kişilere uygulanan bir kanun değil. Bu kanun, doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar her insanı ilgilendiren bir kanun. Bu kanun, cenin olarak başlayan bir hak ehliyetini, daha sonra nişanlı olarak, evli insan olarak, mal sahibi insan olarak, miras bırakan olarak, bütün hayatı boyunca izleyen hükümler getirmekte. O nedenle, bu kanun üzerinde, toplumun bütün kesimlerinde, olabildiğince geniş bir mutabakatın sağlanması bizim temel amacımızdır. Memnuniyetle görüyorum ki, partiler adına yapılan konuşmalarda bu destek büyük ölçüde ifade edilmiştir.

Bilindiği gibi, medenî kanunlar, bu özellikleriyle her ülkede hukuk birliğini sağlayan kanunlardır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, bizde de gelişme bu yönde olmuştur. İsviçre Medenî Kanununun iktibası yoluyla 17 Şubat 1926 günü kabul edilen, 4 Nisan 1926 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak, 6 ay sonra, 4 Ekim 1926 günü yürürlüğe giren Türk Kanunu Medenîsi de, milletimizi, tek bir hukuk sisteminde birleştirmiştir.

Bu kanun, Türk hukuk devriminin simgesidir. Ne var ki, geride kalan 75 yıl içerisinde Medenî Kanun, gerek dili gerek çeşitli hükümleri itibariyle eskimiştir. O nedenle, Medenî Kanunun, özüne dokunmaksızın, değişen koşullara göre, çağdaş bir anlayışla yenilenmesi zamanı gelmiştir. Aslında, bu süre içinde Medenî Kanunun çeşitli maddelerinde yapılan değişikliklerden ayrı olarak kapsamlı bir değişiklik yapılması çalışmaları elli yıldan beri sürdürülmektedir. Gerçekten, Medenî Kanunun çeşitli hükümlerini gözden geçirmek ve diğer bazı değişiklikleri yapmak amacıyla, İstanbul ve Ankara Üniversiteleri medenî hukuk profesörleri, yüksek yargı mensupları ve uzman milletvekillerinin katılımıyla, 1951 yılında, Adalet Bakanlığınca bir komisyon kurulmuştur. Çalışmalarına aralıklarla devam eden ve raportörlüğünü rahmetli Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun yaptığı komisyonca hazırlanan Türk Medenî Kanunu Öntasarısı ve gerekçesi 1971 yılında Adalet Bakanlığına sunulmuş ve bu ön tasarı Bakanlıkça yayımlanmıştır. Adalet Bakanlığınca 1974 ve 1976 yıllarında oluşturulan komisyonlar ise bu konudaki çalışmalarını sonuçlandıramamışlardır.

Millî Güvenlik Konseyi döneminde kabul edilen 1 Haziran 1961 tarihli ve 2467 sayılı Türk Kanunu Medenîsiyle İlgili Çalışmaları Yapmak Üzere Komisyon Kurulması Hakkındaki Kanun uyarınca, öğretim üyeleri, yüksek yargı mensupları, meslek kuruluşları ve Bakanlık mensuplarından oluşan yeni bir komisyon kurulmuştur. Rahmetli Prof. Dr. Kemal Oğuzman'ın başkanlık ettiği bu komisyon, çalışmalarını 1984 yılında tamamlamıştır. Komisyonun hazırladığı öntasarı da Adalet Bakanlığınca yayımlanmıştır; ancak, her iki öntasarı, yasalaşma şansını elde edememiştir.

Bu kez, kanunun tamamını gözden geçirmek ve günümüz koşullarına uygun hale getirmek amacıyla, üniversiteler, yargı organları, meslek kuruluşları ve hukukla ilgili sivil toplum örgütleri ile Bakanlık temsilcilerinin katılımıyla, 1994 yılında, Adalet Bakanlığınca Türk Medenî Kanunu Komisyonu oluşturulmuştur. Sırasıyla, Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu ve Prof. Dr. Turgut Akıntürk'ün başkanlık ettikleri bu komisyon, çalışmalarını 1998 yılında tamamlamıştır.

Tasarı hazırlanırken, Adalet Bakanlığının daha önce oluşturduğu komisyonlar tarafından hazırlanarak Bakanlıkça 1971 ve 1984 yıllarında yayımlanmış bulunan iki Öntasarı ile kaynak İsviçre Medenî Kanunu, kısmen Alman Medenî Kanunu, Fransız Medenî Kanunu ve İtalyan Medenî Kanunundan yararlanılmıştır. Ayrıca, Türk ve İsviçre doktrini ile yargı içtihatlarında ileri sürülen görüşler ve anılan ülkelerdeki gelişmeler de göz önünde bulundurulmuştur. Böylece, yürürlükteki kanundan farklı pek çok yeni hükümler içeren, özellikle kadın-erkek eşitliğine her alanda yer veren yeni bir tasarı hazırlanmıştır.

Bu komisyon tarafından hazırlanan Türk Medenî Kanunu Tasarısı 16 Eylül 1998 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş; ancak, 18 Nisan 1999 günü milletvekili genel seçimlerinin yenilenmesi nedeniyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 77 nci maddesine göre hükümsüz sayılmıştır. Seçimlerden sonra, aradan geçen zaman içinde tasarı hakkında yapılan öneri ve eleştiriler dikkate alınarak, Türk Medenî Kanunu Tasarısını yeniden gözden geçirmek ve Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısını hazırlamak üzere, 1999 yılında Adalet Bakanlığında yeni bir komisyon oluşturulmuştur. Prof. Dr. Turgut Akıntürk başkanlığındaki bu yeni komisyon, çalışmalarını aynı yıl içinde tamamlamıştır.

6 Ekim 1999 tarihinde Başbakanlığa sunulan iki tasarı Bakanlar Kurulunda değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmelerin ışığında, Adalet Bakanlığında, başlangıçtan beri her iki tasarıyla ilgili çalışmalara katılmış bulunan Bakanlık mensuplarından oluşan bir çalışma grubu kurularak, tasarılar, dil, ilgili mevzuat ve kaynak ülkelerin kanunlarıyla bağlantıları açısından bir kez daha gözden geçirilmiştir.

Bakanlar Kurulunca kabul edilen tasarılar 30 Aralık 1999 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu, 6 Nisan 2000 tarihinde başladığı ve önce bir alt komisyonla yürüttüğü çalışmalarını 14 Haziran 2001 tarihinde tamamlayarak, Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısına son şeklini vermiştir.

17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yerini almak üzere, karşılaştırmalı hukukta meydana gelen gelişmeler de göz önünde tutularak, günümüzün değişen sosyal ve ekonomik koşullarına uygun olarak hazırlanmış bulunulan Türk Medenî Kanununun temel özellikleri şöyle sıralanabilir:

Her şeyden önce, bugünkü görüşmelerde üzerinde ağırlıklı olarak durulan ayrıntılı bir gerekçe, bu tasarının baş tarafında yer almaktadır. 300 sayfalık bu tasarıda, önce, genel gerekçe, Türk Medenî Kanunu Tasarısının neden yenilenmek durumunda olduğunu açıklamaktadır. Maddelerle ilgili gerekçelerde de, 1 030 maddeyle ilgili ayrıntılı açıklamalar yapılmıştır.

Genel gerekçede, 1926 yılında zamanın Adalet Bakanı rahmetli Mahmut Esat Bozkurt tarafından hazırlanmış olan "esbabı mucibe layihası" yani gerekçe, bugünün diliyle sadeleştirilerek ve özetlenerek alınmıştır.

Bu özetin verilmiş olması çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Bazı arkadaşlarımız, tasarı gerekçesinin özetlenmiş olmasını, bazı arkadaşlarımız ise, böyle bir tasarıya bu gerekçenin konulmuş olmasını eleştirmişlerdir. Aslında, 1926 yılında Türk hukuk devriminin simgesi olarak kabul edilen Türk Medenî Kanununun gerekçesi, aynı zamanda, hukuk devriminin gerekçesidir. Bu gerekçe, teokratik hukuk düzenine dayalı, yani din temellerine dayalı bir hukuk sisteminden, laik temellere dayalı bir hukuk sistemine geçişin gerekçesidir. Bu gerekçenin özü, din kurallarının değişmez olduğu, oysa, çağın ihtiyaçlarına göre her zaman yeni kurallara gereksinme duyulacağı, o nedenle, yeni hukuk kurallarının yapılması gerektiğidir. Kısacası, din kurulları değişmez, ama, zamanla hukuk kuralları değişir. Hatta, bugün bazı arkadaşlarımızın bir hukuk abidesi olarak nitelendirdikleri ve şüphesiz Türk hukuk tarihinde özel bir yeri olan Mecellede dahi, zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişeceği açıkça belirtilmiştir.

İşte bu gerekçede, din kurallarının değişmezliği karşısında ilerlemek isteyen toplumların, insan aklının ortaya koyduğu ve her zaman, şimdi yaptığımız gibi, ihtiyaçlara göre, gereksinmelere göre değiştirebileceği kurallardan oluşan bir hukuk sistemine geçmenin zorunluluğu ifade edilmiştir. Bu gerekçede kullanılan bazı ifadelerin, İslam Dinine veya genel olarak dinlere, inançlara bir saygısızlık olarak gösterilmesi doğru değildir. Burada, sadece, din kurallarının değişmez özelliği ve o nedenle de, dinin, insanların vicdanlarında yer alması gereken bir yüce değer olduğu belirtilmiştir; ama, toplumlar değişiyor, düşünceler değişiyor, görüşler değişiyor, yeni ihtiyaçlar ortaya çıkıyor, bunları karşılayacak yeni kurallara ihtiyaç vardır; bu belirtilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunun, çok şanlı devirlerden sonra nasıl bağımsızlığımızı yitirebileceğimiz bir noktaya sürüklendiği herkesçe bilinmektedir. Bu çöküşte, yüzyıllarca süren yanlış inançların, hurafelerin, batıl düşüncelerin yerini ve rolünü hiç kimse inkâr edemez. İşte, bu gerekçede sözü edilen batıl inançlar, yanlış inançlar bunlardır. Hiç kimse, bu nitelendirmeleri İslam Diniyle özdeşleştirmemelidir. Dinin yeri yücedir ve insanların vicdanındadır. O bakımdan, bu gerekçenin, sanki inançlara ve dinî duygulara saygısızlık olarak gösterilmesi yerinde değildir; bu gerekçe, bir tarihî belgedir. Türk hukuk devriminin niçin ve hangi koşullar altında yapıldığını ve bugün de bize izlememiz gereken çizgiyi nasıl gösterdiğini belirtmek için, özet olarak, gerekçe, yeni Türk Medenî Kanunu Tasarısının gerekçesinde de yer almıştır.

Burada, 1926'da yazılan gerekçenin özü tam olarak verilmiştir. Özden herhangi bir vazgeçme söz konusu değildir; ama, bugünkü kuşakların rahatlıkla anlayabileceği bir dille ve amacı ifadede yeterli olan ölçüde bu gerekçe tasarıda yer almış bulunmaktadır. Tabiî, bu, sadece, Türk hukuk devriminin 1926'daki başlangıcını göstermek bakımından, çıkış noktasını göstermek bakımından konulmuş olan bir gerekçedir; yoksa, biz, hâlâ, 1926'da değiliz; bugün, biz, hukuk devrimini daha ileri bir çizgiye getirmek zorundayız. İşte, bugün getirilen tasarı da bunu yapmaktadır.

Bu tasarı, 1926'da, henüz, o zamanki ihtiyaçlara göre, o zamanki anlayışlara göre gerekli görülmeyen veya başka ülkelerde de zaten uygulaması olmayan birtakım yeni ilkeleri hayata geçirmektedir. Bunların başında, kadın-erkek eşitliği gelmektedir; bu, her alanda gerçekleştirilmiştir.

Şimdi, bu tasarının dili üzerinde de, söz alan arkadaşlarımız özellikle durmuşlardır; hatta, bazı arkadaşlarımız, bu tasarıyla, kuşaklar arasında bir kopukluk ortaya çıkacağını ifade etmişlerdir, bugünkü kuşakların dahi bu tasarıyı anlamakta güçlük çekeceğini söylemişlerdir. Ben, size şunu tavsiye etmek isterim: Bu akşam, Türk Medenî Kanununun yürürlükte olan metni ile Yüce Meclisin görüşmekte olduğu tasarıyı, çocuğunuza veya yakınlarınıza, gençlere okutturunuz ve onların hangi metni ne ölçüde anladığını bizzat kendiniz görünüz. Bu tasarıda yaşayan dil kullanılmıştır. Bu tasarının Anayasa diliyle yazıldığı gerekçede ifade edilmiştir. Bazı arkadaşlarımız, Anayasada olmayan sözcüklerin de kullanıldığını söylemişlerdir; doğrudur, Anayasa 177 madde ve 16 geçici maddeden oluşan bir metindir; oysa, Türk Medenî Kanunu Tasarısı 1 030 maddeden oluşuyor. Elbette, bir anayasa metninde geçen bütün sözcükler medenî kanunda bulunamaz veya bir medenî kanunda yer alan bütün terimler anayasada yer almaz. Burada söylenmek istenen, Anayasa dilinin ölçü olarak alındığıdır. O ölçü, yaşayan dildir, o ölçü, halkımızın anlayacağı, herkesin anlayacağı ve gerek yargı kararlarında gerek bilimsel eserlerde kullanılan dildir.

Şüphesiz, her alanda olduğu gibi, hukukta da, kendine özgü terimler vardır; bu terimlerin özel anlamları vardır. Bu, Türk Medenî Kanunu Tasarısı bakımından da geçerlidir; ama, şunu ifade etmek isterim ki, bu tasarıda, bugün, yargı kararlarında rastlamayacağınız veya bilimsel eserlerde bulamayacağınız hiçbir terim kullanılmamıştır. Bu tasarı, bütünüyle, Türk hukuk dilinin bugün ulaştığı noktadaki  terminolojiyi ve ifadeleri yansıtmaktadır.  Tasarı, bu düşünceyle  kaleme alınmıştır.

Bu arada, bazı arkadaşlarımız, çeşitli örnekler vermek suretiyle ve biraz da abartmalı olarak, bazı sözcüklerin, tasarıda, isabetli karşılıklarla ifade edilmediklerini öne sürmüşlerdir. Bunlar arasında, örneğin "özgüleme" sözcüğü üzerinde durulmuştur. Bu sözcük, tahsis anlamında kullanılmıştır. Özellikle, vakıflarda, vakıf amacı için yeterli malların özgülenmesinden söz edilmiştir. Bu, hem yargı kararlarında, hem bilimsel eserlerde kullanılan bir sözcüktür.

Bu arada, bir arkadaşımız, Türk Medenî Kanununun 6 ncı maddesindeki "iddia" sözcüğü yerine, yeni tasarıda "olgu" sözcüğünün kullanıldığını ve kime sorduysa, herkesin hayret ettiğini söylemiştir. Aslında, 6 ncı maddede kullanılan sözcük, tam olarak "iddia" da değil; "müddea" sözcüğü; yani, iddia edilen şey anlamında bir sözcük kullanılmaktadır.

Burada şunu belirtmekte yarar var: Türk Medenî Kanunu Tasarısı yeniden hazırlanırken, hiçbir aşağılık duygusuna kapılmaksızın, kaynak İsviçre Kanunu dikkate alınmış, çağdaş diğer kanunlar göz önünde bulundurulmuştur.

Bu arada, 1926'da Türk Medenî Kanunu alınırken yapılan çeviri yanlışları üzerinde de durulmuştur. Türk Medenî Kanununun 6 ncı maddesini, kaynak İsviçre Medenî Kanununun 8 inci maddesiyle karşılaştırdığınız zaman, çevirinin eksik olduğunu görürsünüz. İsviçre Medenî Kanununun 8 inci maddesini daha tam olarak karşılayan metin, şimdi, tasarıdaki 6 ncı maddedir. Orada, bir kimsenin, hakkını dayandırmak için iddia ettiği olguların varlığını ispatlaması gerektiği hükme bağlanmaktadır. "Olgu" bilindiği gibi, Türkçe'de "vakıa" karşılığı olarak kullanılmaktadır ve İsviçre Medenî Kanununda yer alan sözcük de, gerek Fransızca metninde, gerek Almanca metninde "olgu" sözcüğünün tam karşılığı olan sözcüktür. Gerçekten, Fransızca'da "les faits" ve Almanca'da "tatsache" sözcükleri bu kavram için kullanılmıştır.

Öte yandan, bir arkadaşımız, Türk Medenî Kanunu Tasarısının 25 inci maddesinde, hukuka aykırı saldırıdan söz edilmesini yadırgamıştır. Bu, yeni değil; çünkü, Türk Medenî Kanununa 1988 yılında 3444 sayılı Kanunla eklenen 24/A maddesinde "hukuka aykırı tecavüz" kavramı zaten kullanılmış bulunmaktadır. Şimdi, yenilik "tecavüz" yerine "saldırı" sözcüğünün kullanılmasından ibarettir.

Dil konusunda, bir arkadaşımız da "hüsnüniyet" sözcüğü yerine "dürüst davranma" sözcüğünün kullanılmasını eleştirmiştir. Aslında, bugün, Türk Medenî Kanununun 2 nci maddesinde "Genel hükümler" kenar başlığı yer almaktadır. Metinde ise "hüsnüniyet kaideleri"nden söz edilmektedir. Yeni tasarıda, bunun yerine, İsviçre Medenî Kanununun Almanca metnine uygun olarak, dürüst davranıştan söz edilmiştir. Bu "Treu und Glauben" kavramının karşılığıdır. 3 üncü maddede ise "iyiniyet" sözcüğü aynen korunmuştur. Yürürlükteki Medenî Kanunun 3 maddesinin kenar başlığı "Hüsnüniyet" tir, tasarının 3 üncü maddesinin kenar başlığı da "İyiniyet" tir. Hukukumuzda, şimdiye kadar, her ikisi için "hüsnüniyet" sözcüğünün ya da "iyiniyet" sözcüğünün kullanılması nedeniyle, bunları birbirinden ayırmak için "objektif iyiniyet" ve "sübjektif iyiniyet" ayırımı yapılırdı. İşte, buna yer bırakmamak için, kavramları daha belirgin olarak ifade etmek üzere, gerek yargı kararlarında gerek bilimsel eserlerde "objektif iyiniyet kuralları" yerine, zaten "dürüstlük kuralları" kavramı kullanılmaktadır. "Sübjektif iyiniyet" yerine de sadece "iyiniyet" sözcüğünün kullanılması yeterli olacaktır.

Bu arada, aynı arkadaşımız, kan akrabalığı, ile kan hısımlığı ile kayın hısımlık arasındaki terminoloji farkını eleştirirken, bizim dilimizde hiç olmayan bir sözcük de üreterek, yapılan çalışmayı belki yersiz göstermek amacıyla "kayınbaldız" ifadesini kullanmıştır.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Bakan "baldız" lafını hiç duymadınız mı siz?!

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Duydum; ama "kayınbaldız" sözcüğünü Yüce Meclis ilk defa sizden duymuştur.

BAŞKAN - Müdahale etmeyelim lütfen.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -Efendim, bence öyle olur.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Şimdi, böyle bir şey yok, tasarıda böyle bir şey yok.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Ne diyeceksiniz, o zaman?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bazı dillerde, örneğin İngilizce'de, father-in-law, mother-in-law,son-in-law, brother-in-law, bir dizi olarak...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Bakan, gelin, elin dilini bırakın, bizim dilimizi kullanın.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bunlar "kayınpeder", "kayınvalide", "kayınbirader" sözcüklerinin karşılıkları. Kız kardeş için de var; sister-in-law; ama, Türkçe'de bu yok. Türkçe'de baldız sözcüğü var ve tasarı da böyle bir sözcük üretmemiştir. Bunu siz ilk defa Yüce Meclisin önünde telaffuz ettiniz.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, bunu üretin demedim Sayın Bakan.

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Enişte de var.

BAŞKAN - Efendim, müdahale etmeyin. Tamam...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Siz, bir varsayımla, böyle bir sözcük kullanılsaydı... Böyle bir sözcük kullanılmadı...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Neticesi ne çıkar dedim efendim, beni yanlış anladınız.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Hayır, bu tasarıda yer almayan bir sonucu, siz, burada, Türkçe'de olmayan bir sözcük üreterek meydana getirmeye çalışıyorsunuz. Bu doğru değil.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sıhriyetin karşıtı olur.

BAŞKAN - Arkadaşlar, müdahale etmeyelim, rica ediyorum.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Şimdi, bir yandan da, tasarıda bazı eski terimlerin de kullanıldığı eleştiri konusu olmuştur. Bu da tasarıyı hazırlayanların, ne kadar dikkatli ve bazılarının iddia ettiği gibi ideolojik amaçlardan uzak hareket ettiklerini gösterir; çünkü, bu tasarı hazırlanırken, yaşayan dil kullanılmıştır. Yargı kararlarında, bilimsel eserlerde yerleşmiş sözcükler ve terimler kullanılmıştır, yerleşmemiş olanlar için zoraki karşılık üretilmemiştir, böyle bir yola gidilmemiştir. Bu tasarıda kullanılan her sözcük, bugün, Türk hukuk terminolojisinde kullanılan sözcüklerdir. Söz alan arkadaşlarımızın hemen hepsi hukukçudur. Eğer, gelişmeleri biraz yakından izlerlerse, kullanılan dilin, kullanılan terminolojinin bugün Türk hukuk dilinin ulaştığı durumu tam olarak yansıttığını kendileri de göreceklerdir.

Bu arada, bir arkadaşımız, kanunun 1 inci maddesinde, yürürlükte olan metinde, lâfzıyla ve ruhuyla temas edilen bütün meselelerde uygulamadan söz edildiğini; oysa, yeni tasarıda, kanunun sözüyle ve özüyle değinilen bütün konularda uygulama alanı bulacağını bir eleştiri konusu olarak dile getirdi. Hepiniz takdir edersiniz ki, burada kullanılan "ruh" sözcüğü mecazî anlamda kullanılmıştır. Yoksa, insan ruhuyla, buradaki kanunun ruhu aynı şey değildir. Örneğin, Montesquieu'nun "Kanunların Ruhu" kitabını herkes okumuştur. Fransızca metinde kullanılan sözcük de "l'esprit"tir; yani, mecazî anlamda ruhtur. Buna karşılık, İsviçre Borçlar Kanununun Almanca metninde "söz veya yorum" ifadesi kullanılmıştır; "Wortlaut oder Auslegung" kavramı kullanılmıştır. Dolayısıyla, buradaki "sözüyle ve özüyle" ifadesi, herhangi bir sınırlama getirmemiştir.

Burada bir arkadaşımız, "mahfuz hisse" yerine "saklı pay" teriminin kullanılmasını eleştirmiştir. Şimdi, mahfuz hisse, miras bırakanın, üzerinde tasarruf edemeyeceği, yani, yasal mirasçılar için saklı tutulan payı göstermektedir. "Mahfuz" sözcüğü, bugün, birçok yasada da "saklı" sözcüğüyle karşılanmaktadır. Örneğin, eskiden, bir yasanın bir hükmündeki "şu hükümler mahfuzdur" şeklindeki ifadeler, bugün "şu hükümler saklıdır" biçiminde karşılanmaktadır. O nedenle, kullanılan terminoloji, yerleşmiş hukuk diline uygundur.

Bu arada, tasarının temel özelliklerine kısaca değinmekte yarar görüyorum. Bu tasarı, her şeyden önce, Anayasamıza ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası belgelere uygun olarak hazırlanmıştır.

Tasarı, 3 Ekim 2001 tarih ve 4709 sayılı Kanunla değiştirilen Anayasa hükümleriyle de uyum içerisindedir. Örneğin, tasarının dernekler ve vakıflarla ilgili hükümleri, 4709 sayılı Kanunla değişik Anayasanın 33 üncü maddesiyle tamamıyla uyum içerisindedir. Bunun gibi, ailede kadın-erkek eşitliğini belirten maddeler, 4709 sayılı Kanunla Anayasanın 41 inci maddesine eklenen ve eşler arasında eşitlik ilkesini belirten hükme tamamıyla uygun olarak hazırlanmıştır.

Bu tasarıyla, sivil toplum örgütleri olarak tüzelkişiler, dernekler ve vakıflar güçlendirilmiştir. Örneğin, tasfiyede, bu amaçla sınırlı olarak tüzelkişiliğin devamı hükme bağlanmıştır. Derneklerin ve vakıfların uluslararası ilişkilere girmeleri, bu tasarıda düzenlenmiştir.

Eşitlik ilkesi, görüşmekte olduğumuz tasarının temeli niteliğindedir. Bu eşitlik, her şeyden önce, kadın-erkek arasında ve ailede eşler arasındadır. Bu eşitlik, evlenme yaşından başlamakta ve bütün evlilik süresince olan ilişkilerde devam etmektedir. O nedenledir ki, tasarıda, yürürlükteki Medenî Kanunda kullanılan ve karı-kocanın yükümlülüklerini, haklarını ayrı ayrı gösteren hükümler yerine eşlerin haklarından ve yükümlülüklerinden söz edilmiştir. Gerçekten, bu tasarıya göre, eşler, eşit haklara, eşit yükümlülüklere ve eşit sorumluluklara sahiptirler. Ailenin birliği ve mutluluğu bu eşitlik içinde gerçekleştirilecektir.

Bu eşitliğin maddî temeli olarak edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edilmiştir. Bazı arkadaşlarımız, bu rejimin İsviçre'de uygulanmasında güçlüklerle karşılaşıldığını, bu rejimin tasfiyesinin anonim şirketlerin tasfiyesini andıracak ölçüde zor olduğunu ifade etmişlerdir. Hemen şunu ifade edeyim ki, İkinci Dünya Savaşı ertesinde çeşitli ülkelerde medenî kanunlarında yapılan değişikliklerle kabul edilen mal rejimlerinde eşlerin evlilikten sonra edindikleri mallarda ortaklıklarını veya bu edinimlere karşılıklı olarak katılmalarını düzenleyen sistemler geliştirilmiştir. Örneğin, Almanya, 1957'den itibaren kazanç ortaklığı sistemini uygulamaktadır; İsviçre, 1988'den itibaren, edinilmiş mallara katılma rejimini uygulamaktadır.

Ben, bu iddialar üzerine 23 üncü Avrupa Adalet Bakanları Konferansında İsviçre Adalet Bakanı Bayan Ruth Metzler Arnold'a İsviçre'de bu sistemin uygulanmasında herhangi bir zorlukla karşılaşıp karşılaşmadıklarını sordum; kendisi bana bir rapor gönderdi, bu raporda ifade edildiği gibi, İsviçre'de sistemin uygulanmasında önemli herhangi bir sorunla karşılaşılmış değildir. İsviçre'de, 1984 yılında, aralarında edinilmiş mal rejimiyle ilgili değişikliklerin de bulunduğu çeşitli değişiklikler, Medenî Kanunda yapılmıştır. Onlarda daha sonra değişiklik önergeleri, değişiklik teklifleri veya tasarıları geldiği halde, mal rejimiyle ilgili herhangi bir değişiklik teklifi yapılmamıştır. Bu, sistemin uygulandığını ve uygulamada bir sorunla karşılaşılmadığını göstermektedir.

Yine, bana gönderilen ve daha önce, Adalet Komisyonunun bütün üyelerine dağıtmış olduğumuz raporda, mahkemeler önüne de önemli bir uyuşmazlığın gelmediği vurgulanmıştır. Dolayısıyla, bu sistemin uygulanmasında, kaynak İsviçre'de herhangi bir sorunla karşılaşılmamıştır.

Bugün, artık, mal ayrılığı rejiminin, kadın ve erkeğin eşit haklarla, eşit yükümlülüklerle, eşit sorumluluklarla yer aldığı evliliklerde sürdürülmesi mümkün değildir. Bu rejimin, özellikle kadınlar aleyhine işleyen haksız yönleri, herkesçe bilinmektedir. Bir evliliğe bütün ömrünü veren, evin sadece işlerini değil, sadece yemeğini, çamaşırını değil, sadece çocuk bakımını değil, aynı zamanda, köylerde tarladaki işini de yapan ve ...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, süreniz doldu, 2 dakika eksüre veriyorum. Geriye kalanını da sorularda cevaplandırırsınız efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - ... şehirlerde, aynı zamanda, belki, bir görevde çalışan kadının, hâlâ bu evlilikte, karşılıklı destekle yaratılan değerlerden pay almaması, hiçbir şekilde haklı görülemez. O nedenledir ki, hükümetimiz, bu tasarıda, edinilmiş mallara katılma rejimini benimsemiştir.

Tasarının diğer özellikleri arasında, işletmelerin bütünlüğünün, verimli işletilmesinin sağlanmasını amaçlayan hükümlere yer vermiştir. Özellikle evlilik birliğinde, mal rejimlerinin, hiçbir şekilde işletmelerin bölünmesine, parçalanmasına yol açmayacak düzenlemeler getirilmiştir.

Bu tasarıyla, mülkiyet ve miras hakkını koruyucu, miras bırakanın tasarruf özgürlüğünü genişletici hükümler getirilmiştir. Tasarıyla, kredi sistemine bir zenginlik getirecek olan yeni araçlar getirilmiştir. Örneğin, kredilerin güvencesini güçlendirmek için taşınır rehni düzenlemiştir. Yabancı para üzerinden ipotek, yabancı para üzerinden taşınmaz rehni yeni baştan ele alınmıştır. Bütün bu çalışmalarda ülke koşulları dikkate alınarak 75 yıllık bir uygulamada ortaya çıkan sorunlara bu dönemdeki yargı kararları, bilimsel görüşler ve çağdaş hukuktaki düzenlemeler ışığında çözümler getirilmiştir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım, süreniz bitti efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Tasarı, medenî hukukta 75 yıllık gelişmeleri...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, isterseniz bölümlerde de konuşacaksınız, sorulara da cevap vereceksiniz...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Müsaade eder misiniz Sayın Başkan...

BAŞKAN - 2 dakika verdim Sayın Bakan. (ANAP sıralarından "Meclisi selamlasın" sesleri)

Peki.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, 4 dakikayı iki defa kullanan arkadaşımız oldu, onlara müsamaha gösterdiniz.

BAŞKAN - Onlar birbirine hediyede bulundular da onun için.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Ben, bu kanunun ileride yorumlanması bakımından önem taşıyan bazı açıklamalar yapıyorum. O nedenle, izin verirseniz, en azından, bu tasarıların hazırlanmasına katkıda bulunan değerli bilim adamlarımıza, değerli yüksek yargı mensuplarımıza, Adalet Bakanlığının emektar bürokratlarına huzurunuzda teşekkür ediyorum. Bu tasarıyı Yüce Meclise sevk eden 57 nci Hükümetin

Başbakanına ve Bakanlar Kuruluna teşekkür ediyorum.

Bu tasarıyı, büyük bir titizlikle madde madde görüşen Adalet Komisyonunun Başkan ve üyelerine teşekkür ediyorum ve bu tasarıyı, burada, her yönüyle değerlendiren, eleştiren ve özelliklerini belirten, dolayısıyla, Türkiye'ye böyle büyük bir hukuk eseri kazandırma sürecine katkıda bulunan bütün grup sözcülerine, bütün milletvekili arkadaşlarımıza içtenlikle teşekkür ediyorum.

Bu tasarı yasalaştığı takdirde, Türkiye, 21 inci Yüzyıl koşullarına uygun yeni bir Türk Medeni Kanununa kavuşmuş olacaktır. Bu eser hepimizin olacaktır.

Bu anlayışla, hepinizi saygıyla selamlıyorum ve hepinize teşekkür ediyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın Işılay Saygın, tasarı üzerinde son konuşmayı, zatıâliniz mi yapacaksınız, Sayın Bıçakçıoğlu mu yapacak?

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Ben yapacağım efendim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Orhan Bıçakçıoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi şahsım adına saygılarımla selamlıyorum.

Yine böyle bir ekim günü, bundan yetmişbeş yıl önce yürürlüğe giren Türk Kanunu Medenisi, sevabıyla günahıyla yerini yeni Türk Medeni Kanununa bırakmak üzeredir. 1 030 maddelik böylesine temel bir tasarının yasalaşmasının onur ve gururu 21 inci Dönem Parlamentosuna aittir.

Bireylerin, doğumundan ölümüne kadar bütün hayatını ilgilendiren bir temel kanundur bu. Bu aşamaya gelmesinde katkısı olan herkese şükranlarımı sunuyorum.

Asıl konuma geçmeden önce, bütün konuşmacıların üzerinde durduğu dil konusunda bir şeyler söylemek istiyorum.

Kanunun diliyle bu şekilde oynanmasını, güzel Türkçemize yapılmış bir haksızlık olarak değerlendiriyorum. Unutulmamalıdır ki, dil, bir milleti millet yapan en önemli unsurlardandır; Ziya Gökalp'in dediği gibi, Türkçeleşmiş Türkçedir.; yani, hangi dilden, hangi kökten gelirse gelsin, zaman süreci içerisinde Türkçenin fonetiğine uyumlu hale gelmiş ve Türk Milleti tarafından anlaşılır hale gelmiş kelimelerin değiştirilmesi uygun değildir. Ulu Önder Atatürk'ün söylediği gibi, Türkiye dışındaki soydaşlarımızla ne tarih ne de dil köprülerimizi yıkmaya asla hakkımız yoktur. Bu sözü de burada hatırlatmak isterim. (MHP sıralarından alkışlar)

Bu tasarının kalbi, omurgası, yeni mal rejimidir. Bizi TV'lerinin  başında dinleyenlerin veya Türk Halkının büyük bir çoğunluğu, ne yaptığımızı pek anladıklarını zannetmiyorum. Adalet Komisyonunda görev yaptığım iki yıl boyunca ve bu tasarının gündeme geldiği zamanlarda üzülerek gördüm ki, kamuoyunun, kamuoyunu bilgilendirecek ve ne yapıldığını doğru olarak halkımıza yansıtacak olan, başta medyamız ve sivil toplum kuruluşu olarak ortaya çıkanların odaklandığı yegâne husus, kadın-erkek ilişkileri olmuştur. Zaman zaman, komisyondaki görüşmeler, içeriğiyle  değil, medyatikliğiyle kamuoyunun önüne çıkarılmıştır.

Ben burada, bu tasarının seyrüseferinde yaşadığı bir değişikliği gündeme getirmeyi bir görev olarak kabul ediyorum. Benden önce 6 siyasî parti grubumuza ait konuşmacıları dinledik. Hepsi de güzel konuştular;  ama, içlerinden birinin konuşması dikkatimi çekti. Anavatan Partisi Grubu adına konuşan Sayın Işılay Saygın Hanımefendi, bakan olduğu dönemde, 17 Şubat 1998 tarihinde, kendisinin de içinde bulunduğu bir komisyonla beraber, zamanın Adalet Bakanı Sayın Oltan Sungurlu'ya tasarıyı teslim ettiklerini söyledi ve o tarihte, bu tasarıdaki yasal mal rejimi, paylaşmalı mal ayrılığı olarak yer almıştı. Kim, tasarıya, paylaşmalı mal ayrılığı rejimini koymuştur? Bu tasarıyı, kırka yakın bilim adamı -ki, çoğunluğu hukukçu- Prof. Dr. Sayın Turgut Akıntürk hocamız ve Ahmet Kılıçoğlu hocamızın başkanlığında yapmış oldukları toplantılarda ve Türk hukukçularının neredeyse tamamının oybirliğiyle, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, Türk Milleti için, Türk toplumu için uygun görülmüştü. Ne oldu da, iki yılda ne değişti de, tasarıdaki bu mal rejimi, bir anda, edinilmiş mallara katılma rejimi olarak değişti?!

Şimdi, İstanbul, Ankara, İzmir Hukuk Fakültelerinin medenî hukuk kürsülerinin birçoğunuza yolladığı fakslar vardır, Adalet Komisyonu üyeleri olarak bizlere de bu fakslardan geldi ve bu hukuk fakültelerinin bu kürsülerinde görev yapan hukukçularımızın birçoğu da özellikle bayandır. Her birisi, Türk milleti için, bizim için, paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin daha uygun olacağı kanaatindedirler; ama, her nedense, gelin görün ki, sesleri, kamuoyunda pek duyurulmadı ve bastırıldı.

Sayın Adalet Bakanımız veya birtakım çevreler "dünyada böyle bir mal rejimi yok, böyle bir uygulama yok görüşüyle" Türk hukukçularının yazmış olduğu bu rejimi, bir anda, elinin tersiyle bir kenara itmiş ve İsviçre'de 1988'den itibaren uygulanmakta olan, edinilmiş mallara katılma rejimini benimsemişlerdir. Ne acıdır ki, sayın hocam Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu'nun başkanlığında oybirliğiyle kabul edilen paylaşmalı mal ayrılığı rejimi, yine aynı hocamın başkanlığında, Adalet Bakanlığında yüksek müşavir olarak görevlendirildikten sonra, edinilmiş mallara katılma rejimi olarak değişmiştir.

Şimdi, Sayın Adalet Bakanım, İsviçre Adalet Bakanı bayan bilmem kimle yaptığı konuşmada, o rejimin çok iyi olduğunu söylüyor. Hiç kimse malım kötü demez; ama, İsviçreli hukukçular, özellikle uygulamadaki aksaklıkları bizim hukukçularımıza defalarca fakslamışlardır ve görüş alışverişinde bulundukları zaman, uygulamadaki aksaklıkları dile getirmişlerdir. Bir de, bunu uygulayıcılarından dinlememiz lazım.

Kadın hakları savunuculuğuna soyunan birkaç kadın köşe yazarımız ve dünya görüşleri bir olan 100 civarında kadın derneği, mal bulmuş Mağribi gibi bu rejime dört elle sarılmışlardır; karşıgörüş beyan eden kim olursa olsun, insafsızca saldırıya geçmişlerdir. Hukukçularımız, biz komisyon üyelerine yolladıkları fakslarda, bu rejimin, kadını mağdur edeceğini söyleseler de, seslerini pek çıkaramamışlardır. Sayın Bakanın komisyonda savurduğu istifa tehditleri, neticede, arzu ettiği değişikliği sağlamıştır. (DYP, AKP ve SP sıralarından alkışlar)

Komisyondaki her partiden arkadaşın, bu rejimin sakıncalarını bildiği halde, işlerine sinmeye sinmeye oy verdiği inancını taşıyorum. Kadınlarımızın mevcut kanunla mağdur edildiği bir gerçektir; ama, şimdi, hem kadınlarımızın hem erkeklerimizin hem çocuklarımızın mağdur olacağı bir rejimi getireceğiz. Arkadaşlar, bu kitapta yer alan gerekçeleri okuyunuz, muhalefet şerhlerini okuyunuz, hukukçularımızla görüşünüz; bunun vebali bizimdir çünkü.

Türkiye'nin hukukçularına sesleniyorum, Türkiye'nin kadın hukukçularına sesleniyorum; seslerinizi çıkarınız, görüşlerinizi kamuoyu önünde ortaya koyunuz.

Kimse, eşine mal bırakmamanın kavgasını vermiyor. Eşime bırakacağım malın, çoluk çocuklarımın rahat yararlanabilmesinin kavgasını veriyorum. İçinizde şirketlerin tasfiyesinin kaç yıl sürdüğünü bilmeyeniniz var mı? Davalar açılacak; kadastro davaları gibi, kaç yıl süreceğinden haberiniz var mı? İşin içine miras hukuku girecek, bundan haberiniz var mı? Veraset ilamlarının, tapu tescil işlemlerinin ne kadar zaman alacağını tahmin edebiliyor musunuz? Gelin, hep birlikte bu yanlışı düzeltelim. Annelerimize, eşlerimize, çocuklarımıza, bürokrasinin ve hukukun savaşını miras olarak bırakmayalım. Eşlerin, birlikte kazandıklarını huzur içinde kullanmalarını sağlayalım. Gelecek nesillerin ömrü mahkeme koridorlarında, avukat yazıhanelerinde, tasfiye kurullarının, bilirkişi heyetlerinin peşinde geçmesin. Bunun, bürokratik olarak getireceği birtakım engelleri gözden kaçırmayınız.

Konuşmamın sonunda, belki, sizleri ikna etmiş olamayabilirim; ama, inanıyorum ki, bana, bu Meclis 1 saat konuşma fırsatı versin, belki oylarınızı değiştiremem; ama, vicdanî kanaatlerinizi değiştireceğimden eminim.

Hepinize saygılar sunarım. (MHP, DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Oylarımız da değişti.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bıçakçıoğlu.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki konuşmalar bitmiştir.

Şimdi, soru işlemine başlıyoruz; soruları kısa ve öz soralım.

Sayın Yıldırım, buyurun efendim.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakana aşağıdaki iki soruyu sormak istiyorum:

1- Tasarıda madde numaraları değiştirilmiştir. Bu uygulamada büyük karmaşa meydana getirecektir. Bu, büyük bir yanlıştır; çünkü, topluma, insanlara, hâkim ve savcılara, avukatlara maddî ve manevî zarar verecektir. Bu zararı ve yanlışlığı düzeltmek için, eski madde numaralarını aynen korumayı düşünüyor musunuz?

2- Medenî Kanunumuzda, toplum için çok önemli konular değişmiştir. Hâkimlerin, savcıların ve avukatların karar vermede hata yapmamaları ve bir hakkın haleldar olmaması için, ihtisas mahkemeleri kurmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.

Sayın Güven, buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkanım, 75 yıldır Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde meri olan bir kanun yerine yeni bir medenî kanun hazırlığı yapıyoruz. Büyük Atatürk'ün en büyük eserlerinden  biridir, bir devrim kanunudur, doğrudur; ancak, bu 75 yıl içinde, binlerce içtihat, yüzlerce tevhidi içtihat var ve yine bu konuda, Türkiye'de, bilim adamlarının yazdığı yüzlerce kitap var. Bütün bunları bırakıp, yeni bir düzene geçeceksek, acaba, bir süre, makul bir süre beklemek uygun mudur? Yani,  1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe gireceği söyleniyor kanunun; ama, bunun yerine, bir yıl, belki daha fazla bir sürenin, kanun uygulaması bakımından düşünülmesi Sayın Bakanca uygun görülmekte midir?

Neden... Geçen haftalar içinde anayasa değişikliği yaptık. Yüce Meclis, Ceza Kanunundaki madde değişikliği yerine anayasa değişikliğini öngördü; yanlış bir uygulamadır; yani, ölüm cezalarını bir ölçüde kaldırdı. Peki, yargının şu andaki durumundan Sayın Bakanın haberi var mı acaba? Bir kaos yaşıyor yargı. Hele, Anayasanın ekonomik suçlarla ilgili bölümleri de gündeme gelince, binlerce dosya ortada kaldı. Eğer, bunların yerine hemen birtakım hukukî uygulamalar getirmek söz konusuysa, neden bugüne kadar Adalet Bakanlığında bir tasarı hazırlanıp da yüksek huzura getirilmedi?

Benim endişem şudur: Yeni bir uygulama gelecekse, bir süre verilmeli, belki, enine boyuna yeni bir tartışma imkânı sağlanabilmeli ve beş altı ay sonra da, Yüce Meclise tekrar Medeni Kanun değişiklikleri gelmemelidir diyorum.

Bu bakımdan, hem de Ceza Kanununun uygulamasındaki aksaklık, noksanlık ve kaos olayının burada yaşanmamasını diliyorum. Bu bakımdan Sayın Bakan ne düşünüyorlar?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güven.

Sayın Seven, buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, benim sormak istediğim soruyu sordular, onun için vazgeçiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seven.

Sayın Esengün, buyurun.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakanın cevaplandırması dileğiyle sorumu tevcih ediyorum.

Şu küçük kitapçık "Türkiye'de Kadın 2001" Başbakanlık yayını, içinde birtakım istatistikî bilgiler var. Buradaki bilgiler çerçevesinde, Türkiye'de 1 332 044 çiftin, resmî nikâhı olmadan, 1998 yılı verilerine göre, birlikte yaşadıkları; yani imam nikâhıyla veya dinî nikahla yaşadıkları belirtiliyor. Bu yeni getirilen tasarıda, bu konuda, gördüğümüz kadarıyla, hiçbir tedbir, hiçbir önlem yer almamış. İmam nikâhıyla, dinî nikâhla bir arada yaşayan çiftlerin resmî nikâha bağlanması yönünde Bakanlığın ne gibi tedbirleri vardır, neler düşünülüyor? Türkiye'de resmî nikâhla dinî nikâhın bir arada yapılması konusunda Bakanlığın bir düşüncesi ve çalışması var mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Ünal, buyurun.

NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Bakanıma aracılığınızla şu sorumu sormak istiyorum: Türk Medenî Yasa Tasarısı, kişiler hukukuyla dernekler ve vakıfları ilgilendiren, miras hukuku olan, aile hukuku olan ve eşya hukukunu kapsayan; yani, Türk toplumunu, aileden topluluğa kadar şekillendiren geniş bir yasa tasarısı. Sayın Bakanım, nedense, bu yasa tasarısı tartışılırken, hep boşanma üzerine endekslendik ve toplum, bu yasa tasarısını sadece boşanmayla hatırlıyor. Sizce, gençlere, öncelikle boşanmanın faziletini değil, sevginin ve birlikteliğin faziletini öğretmemiz gerekmiyor mu?

Saygılarımı sunuyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünal.

Sayın Toprak, buyurun efendim.

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma iki sorum var.

Birinci sorum: Biraz önce İsviçre Adalet Bakanının, kendilerine, edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanmasında önemli bir zorlukla karşılaşmadıklarını ifade ettiklerini söylediler. Bu doğru olabilir; ancak, İsviçre, 4-5 milyon nüfuslu küçücük bir ülke. Yargı sistemi çok hızlı işliyor; artı, İsviçre, mal birliği rejiminden, daha yakın olan, edinilmiş mallara katılma rejimine geçti. Biz ise, daha uzak rejimler olan, mal ayrılığından, edinilmiş mallara katılma rejimine geçiyoruz. Bu anlamda, bu yasa tasarısının, bizim, İsviçre ile aramızda fazla bir benzerliğin olmadığı konusunu biraz daha açabilirler mi?

İkinci sorum: Sayın Bakanım, 1926 tarihindeki Adalet Bakanının gerekçesini açıklamaya, düzeltmeye çalıştı. Bunun yerine -zatıâlileri milenyumun  Sayın Adalet Bakanıdır- keşke, bu açıklamalarını, milenyum Adalet Bakanı olarak, tasarıya sokmuş olsaydı, biz de o eleştirilerimizi yapmazdık.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Son olarak, Sayın Yılmazyıldız; buyurun efendim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, aracılığınızla, aşağıdaki sorumu sormak istiyorum.

Son konuşmacı, Sayın Bakanın, eğer, belli değişiklikler olmazsa, istifa edeceği tehdidini sık sık gündeme getirdiğini ifade etti.

Bu hükümetin uygulamalarından pek çok çiftçimiz, esnafımız hapse girmektedir.

M. ZEKİ SEZER (Ankara) - Ne alakası var?!

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Bakan, tehdit yerine, istifa ederek, Sayın Başbakana da örnek olarak, bu milleti rahatlatmayı düşünürler mi?!

Teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Konuyla ilgisi yok; Sayın Yılmazyıldız, soruyu sormamış oluyor.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Yağ yapıyor, yağ!.. (Gürültüler)

BAŞKAN - Arkadaşlar, gürültü etmeyelim rica ediyorum.

Buyurun Sayın Bakan.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, tasarıda madde numaralarının neden mevcut yasadaki sırayı izleyemediği, gerekçede açıklanmıştır. Aslında, konular, genelde, aynı sırayla düzenlenmiştir. Ancak, tasarı, çeşitli yeni hükümler getirmektedir; bazı hükümler ise, yürürlükten kaldırılmaktadır. Eğer, mevcut sıralama devam ettirilseydi, mevcut madde numaraları devam ettirilseydi, tasarıda bazı yerlerde boşluklar ortaya çıkacak, bazı yerlerdeyse A, B, C gibi, harflerle aynı madde numaralarını tekrarlarken, belki alfabenin son harfine gelinecek; ama, o konudaki hükümler tamamlanmış olmayacaktı. Bu bakımdan, zorunlu olarak, maddeler arasında herhangi bir boşluk bırakmaksızın , yeni baştan numaralanmaları öngörülmüştür. Bundan dolayı, büyük bir güçlük çıkacağını düşünmüyoruz. Bazı maddeler zaten eş numaralıdır. Hangi maddelerin hangi maddelere karşılık olduğu, ayrıca bir listede de gösterilmiştir.

Düşününüz ki, 1926'da, bu kanun, tamamıyla yepyeni bir kanun olarak çıkmıştır ve o zamanın koşullarında bu kanun başarıyla uygulanmıştır, bugüne kadar da uygulanagelmiştir. Dolayısıyla, bundan dolayı herhangi bir zorluk çıkmayacaktır. Her maddeyle ilgili doktrin ve içtihat birikimi de, çok kısa zamanda, yeni madde numaralarıyla bağlantılı hale getirilebilir, uygulamada bu çeşit eserlerin de kısa zamanda yayımlandığını göreceksiniz. Bu bakımdan, madde numaralarının değişmesinden dolayı önemli bir güçlük çıkmayacağını söyleyebilirim; ama, madde numaralarının yeni baştan teselsül ettirilmesi tasarının bütünlüğünü sağlamıştır.

Bu kanunun uygulanması bakımından, özellikle aile hukukunun yeni hükümleri, ailenin yeni yapısı ve eşitlik temeline dayalı hükümler, bu arada, yeni mal rejimlerinin, uygulamada uzman mahkemelerce, uzman hâkimlerce uygulanmasını sağlamak üzere, en kısa zamanda aile mahkemelerinin kurulmasına ilişkin bir tasarıyı Yüce Meclise sunmayı düşünüyoruz. Bu konudaki çalışmalarımız başlamıştır.

Sayın Turhan Güven'in sorusuna geçiyorum. 1926'da, yepyeni bir hukuk düzeni getiren Türk Kanunu Medenîsi, yayımlandığı tarihten altı ay sonra yürürlüğe girmiştir. O zaman, altı aylık süre yeterli olmuştur. Daha önce yapılan görüşmelerde de belirtildiği gibi, hazırlanan tasarı, temelde, yürürlükteki Medenî Kanunun, daha ileri bir çizgide geliştirilmiş bir şeklinden başka bir şey değildir. Ona, bugünün anlayışına uygun yeni hükümler eklenmiştir. Bu hükümlerin de kısa zamanda öğrenilmesini sağlamak üzere, hâkimlerimizin, bu hükümleri de kolay uygulayabilecek bir duruma gelmelerini sağlamak için, tasarı yasalaştıktan sonra, Adalet Bakanlığı olarak, çok yoğun bir hizmetiçi program uygulamayı düşünüyoruz.

Ölüm cezaları konusu, tamamlanmış bulunan Türk Ceza Kanunu Tasarısının yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu konuda da, Türk Ceza Kanunu Tasarısını hazırlamış olan komisyon toplantıya çağrılmıştır. Kısa zamanda, o tasarıya da son şekli verilerek Bakanlar Kuruluna ve uygun görüldüğü takdirde Yüce Meclise sunulacaktır.

Sayın Esengün'ün sorusuna geliyorum. Tasarıda, bugün olduğu gibi, dinî nikâhın ancak resmî nikâhtan sonra kıyılabileceği açıklığa kavuşturulmuştur. Bu, zaten, bir devrim kanunudur; Anayasanın 174 üncü maddesi bunu açıkça belirtmektedir ve nikâhın geçerliliğinin dinî nikâh kıyılmasına bağlı olmadığı da, tasarıda açıkça belirtilmiştir.

Sayın Nesrin Ünal'ın sorusuna geçiyorum. Tartışılan mal rejimi, sanki, eşler ayrılacak ve aralarındaki mal bölünecek şeklinde yorumlandı; o nedenle, bunun üzerinde bir odaklanma olduğu doğrudur; ama, tasarının amacı, sadece mal rejimini düzenlemek değildir. Tasarının amacı, evliliği, eşit haklara sahip, eşit yükümlülüklere, eşit sorumluluklara sahip iki insanın ve onların çocuklarının mutlu birliği olarak düzenlemektir. Tasarı, bu konuda, gerekli bütün hukukî tedbirleri getirmiştir; ama, bir evliliğin mutlu olarak sürdürülmesi, sadece hukukî tedbirlerle gerçekleşmez; ama, hukukî açıdan, böyle bir evliliğin maddî temellerinin de sağlam olması güvence altına alınmıştır. Bu nedenle de, tartışma, daha çok bu nokta üzerinde yoğunlaşmıştır; ama, tasarı, sadece bununla ilgili hükümler getirmemiştir. Bu tasarı, insan ilişkilerini, doğum öncesinden, ölüm sonrasına kadar, her yönüyle düzenleyen bir tasarıdır.

Sayın Toprak'ın sorusuna geliyorum.

Sayın Toprak'ın, Türk Medenî Kanunu tasarısı gerekçesinde yer verilmesini eleştirdiği 1926 tarihli gerekçede belirtildiği gibi, bu tasarının uygulanmasında da herhangi bir zorluk yaşanmayacaktır. İsviçre, 5 milyon nüfusa sahip; ama, üç ayrı etnik gruptan oluşan, üç ayrı dil konuşulan bir ülkedir, üç ayrı resmî dili olan bir ülkedir; ama, orada, bu sistem başarıyla uygulanmaktadır.

BAŞKAN - Efendim, zaten, arkadaşımız yok Genel Kurul salonunda, cevaplandırmayabilirsiniz.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Ben, genel olarak, tutanaklara geçmesi için konuşuyorum.

Ayrıca, mal birliğinden böyle bir sisteme geçilmiş olması, şüphesiz, İsviçre için bir kolaylıktır; ama, biz, şimdi, mal ayrılığı sisteminden böyle bir sisteme geçiyoruz. Aslında, getirilmekte olan sistem, mal ayrılığının geliştirilmiş bir şeklidir; çünkü, bu sistemde de, eşlerin kişisel malları ayrı kalacaktır. Eşlerin, edinilmiş mallar üzerinde de mülkiyet ve tasarruf hakları vardır. Sadece, evliliğin herhangi bir sebeple sona ermesi durumunda, edinilmiş malların safî değerleri itibariyle karşılaştırılmasında ortaya çıkacak olan artıkdeğere karşılıklı olarak katılma söz konusudur. Dolayısıyla, bu sistemin uygulanmasında herhangi bir güçlük yaşanmayacağını düşünüyoruz.

Söylediğim gibi, ayrıca, en kısa zamanda, Türkiye'de aile mahkemelerini kurmak istiyoruz ve hâkimlerimize de, bu kanun yürürlüğe girmeden önce yoğun bir hizmetiçi programı sunmak istiyoruz.

Bu çerçeve içinde, bu tasarının ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sorular cevaplandırılmıştır.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Neyse... İsteyebilirsiniz.

Evet, sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki müzakereler bitmiştir. Bu arada, arkadaşımız karar yetersayısının aranılmasını istemiştir.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Maddelere geçilmesini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.

Yalnız, aldığımız karara göre, maddelere geçişine kadar ara vermemiz lazım. Evet, ne kadar ara vereyim? ("5 dakika" sesleri) 5 dakikada arkadaşlar gelir mi ki?

Peki, birleşime 5 dakika ara veriyorum arkadaşlar.

Kapanma Saati: 21.00

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.05

BAŞKAN: Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER: Burhan ORHAN (Bursa), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 11 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Yasa Tasarısının tümü üzerindeki müzakereler bitmişti. Maddelerine geçilmesi sırasında karar yetersayısının aranılması istenmişti. Yapılan sayımda karar yetersayısı bulunamadığından, birleşime ara vermiştik.

Şimdi, yeniden oya sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

 

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

7. - Türk Medeni Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, merak etmeyin, biz de doğrusu neyse onu yapıyoruz, hiç merak etmeyin değerli arkadaşlarım; çünkü, biz, bu kürsünün kutsallığına inanan insanlarız.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Biz inanıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi, tasarının maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.... Karar yetersayısı vardır; tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar; SP sıralarından gürültüler)

Arkadaşlar, inanmanızı istiyoruz, 143 kişi var.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan "kabul etmeyenler" demediniz.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, bakın, ben, size deminden beri söylüyorum... Saydık arkadaşlarımızla... Ya bize güveneceksiniz...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Bize sormadınız!

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan "kabul etmeyenler" diye sormadınız.

BAŞKAN - Tamam, kabul etmeyenler... Özür dilerim efendim...

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - "Kabul etmeyenler" diye sormadınız...

BAŞKAN - Efendim "kabul edenler" dedim, saydım; "kabul etmeyenler" demedim mi?

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Demediniz.

BAŞKAN - Peki, kabul etmeyenler diye soruyorum.

Kabul etmeyenler... Tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Değerli arkadaşlar, bakınız, siz duymadınız; aşağı yukarı 6 saattir burada oturuyoruz, devamlı dinliyoruz. Biz de insanız yani, her şeye böyle itiraz etmenin de bir anlamı yok; olabilir. Ben  "kabul etmeyenler" dedim; herhalde siz duymadınız!..

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Hayır, demediniz.

BAŞKAN - Neyse!..

Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 25 Ekim 2001 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 21.09

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.