DÖNEM
: 21 CİLT : 71 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 5 inci Birleşim 10 . 10 . 2001 Çarşamba İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler ve Önergeler 1. – Anayasanın 92 nci ve 117 nci
maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı, zamanı ve süresi hükümetçe
belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan Sürekli Özgürlük Harekâtı ve
devamının icrası kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere
gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de bulunması ve
hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin
kullanılması için hükümete izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/892) IV. –
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – Ankara Milletvekili Oya Akgönenç
Muğisuddin'in, Başbakan Bülent Ecevit'in, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu
görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması V. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) Öngörüşmeler 1. – Saadet Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Çorum Milletvekili Yasin
Hatiboğlu'nun aldıkları kararlar ve kötü yönetim sonucu ülke ekonomisinde krize
yol açtıkları iddiasıyla Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasanın 99 uncu ve
İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi
(11/16) 2. – Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza
Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile
ilgili yolsuzlukların üzerine gitmediği iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit
Hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir Gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/17) 3. – Saadet Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili
Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, uyguladıkları politikalarla ülke ekonomisini iflasın
eşiğine getirdiği ve ABD'deki terör olayından sonra ortaya çıkan uluslararası
kriz konusunda tutarlı politikalar ortaya koymadığı iddiasıyla Başbakan Bülent
Ecevit hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/18) VI. –
SORULAR VE CEVAPLAR A) YazIlI Sorular ve CevaplarI 1. – Amasya Milletvekili Gönül Saray
Alphan'ın, Sağlık Meslek Liselerinde uygulanan Ödül ve Disiplin Yönetmeliğine
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/4615) 2. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, sigara kaçakçılığına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet
Keçeciler'in cevabı (7/4658) 3. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan
Bedük'ün, ambulanslardaki sağlık hizmetlerinin yetersizliğine ilişkin sorusu ve
Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/4695) I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
iki oturum yaptı. Antalya Milletvekili Osman Müderrisoğlu,
Fas'ın Başkenti Rabat'ta yapılan İslam Konferansı Örgütü Parlamentolararası
Birliğin III. Konsey toplantısına TBMM'yi temsilen katılan heyetin
çalışmalarına ve Konferansta alınan kararlara; Ardahan Milletvekili Saffet Kaya, 11 Eylül
2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerinde gerçekleştirilen terör
eylemlerinden sonra yeni bir konjonktüre sürüklenen dünyada Türkiye'nin
durumuna ve Türk ekonomisinde yaşanan krizin çiftçiler üzerindeki olumsuz
etkilerine; Tunceli Milletvekili Bekir Gündoğan,
çiftçilerin kredi faizlerinden kaynaklanan ödeme zorluklarına ve terör
nedeniyle boşaltılan köylere geri dönüşü sağlamak amacıyla çıkarılan 27 Ocak
1998 tarihli genelgenin uygulanmasında karşılaşılan bazı sorunlara; İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar. Cumhurbaşkanlığı 2000 malî yılı kesin
hesaplarına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu
raporu (3/837) (S. Sayısı : 728); Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi ve NATO
Parlamenter Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grupları
oluşturmak üzere siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen üyelere
ilişkin Başkanlık tezkeresi; Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in (6/1531)
esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü
sorunun geri verildiği bildirildi. İstanbul Milletvekili Ediz Hun'un, Çevre
Komisyonu Başkanlığından; İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin,
Kayseri Milletvekili Sadık Yakut ve Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın,
Anayasa, Samsun Milletvekili Mehmet Çakar'ın, Plan
ve Bütçe, Komisyonları üyeliklerinden; Çekildiklerine ilişkin önergeleri Genel
Kurulun bilgisine sunuldu. Niğde Milletvekili Mükerrem Levent ve 26
arkadaşının, Türkiye'deki kuraklık sorunu ile akarsularımız üzerindeki barajlar
ve hidroelektrik santralları konusunda Meclis araştırması (10/209); Saadet Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, Konya
Milletvekili Veysel Candan ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun, tarım
sektörünün sorunları (8/19), İçel Milletvekili Ayfer Yılmaz ve 33
arkadaşının, uluslararası terör ve dışpolitika (8/20), Kayseri Milletvekili Abdullah Gül ve 20
arkadaşının, ABD'deki terörist eylemler sonucu ortaya çıkan uluslararası
gelişmelerle ilgili hükümetin oluşturacağı yeni politikalar (8/21), Konularında genel görüşme; Açılmasına ilişkin önergeleri okundu;
önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin sırası geldiğinde
yapılacağı açıklandı. Saadet Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili
Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, uyguladıkları politikalarla ülke ekonomisini iflasın
eşiğine getirdiği ve ABD'deki terör olayından sonra ortaya çıkan uluslararası
kriz konusunda tutarlı politikalar ortaya koymadığı iddiasıyla Başbakan Bülent
Ecevit hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/18) okundu; önergenin
gündeme alınıp alınmayacağı konusundaki görüşme gününe ilişkin Danışma Kurulu
önerisinin bu birleşimde Genel Kurulun oyuna sunulacağı açıklandı. İsveç Parlementosu Genel Sekreterinin,
Stockholm'de düzenlenecek olan Kadın ve Erkeğe Eşit Fırsatlar İçin Parlamenter
Komiteler Konferansına Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen iki
parlamenterden oluşan bir heyeti, Uluslararası Demokrasi Enstitüsünün,
Rodos'ta düzenlenecek olan Doğu Akdeniz Bölgesi Üçüncü Genç Parlamenterler
Konferansına Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir parlamenter heyeti, Davetine icabet edilmesine ilişkin
Başkanlık tezkereleri; 3.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan ve Genel Kurulun aynı tarihli 3 üncü Birleşiminde okunmuş bulunan
Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/16) esas numaralı gensoru önergesinin,
gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1 inci sırasında, 3.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan ve Genel Kurulun aynı tarihli birleşiminde okunmuş bulunan Başbakan
Bülent Ecevit hakkındaki (11/17) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin
"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 2 nci sırasında, 5.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Başbakan Bülent Ecevit hakkındaki (11/18)
esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmının 3 üncü sırasında, Yer almasına ve Anayasanın 99 uncu maddesi
gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun
10.10.2001 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ve üç gensoru önergesinin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına; Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komsiyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmındaki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine, İlişkin Danışma Kurulu önerisi; Kabul edildi. Anayasa, Adalet, Millî Savunma, İçişleri, Dışişleri, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm, Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Tarım, Orman ve Köyişleri, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını
İnceleme, Dilekçe, Kamu İktisadî Teşebbüsleri, İnsan Haklarını İnceleme, Komisyonlarında boş bulunan üyeliklere,
gruplarınca aday gösterilen milletvekilleri seçildiler. Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının: 1 inci sırasında bulunan
(6/683), 3 üncü " " (6/685), 6 ncı " " (6/690), 7 nci " " (6/692), 8 inci " " (6/693), 9 uncu " " (6/695), 10 uncu " " (6/697), 11 inci " " (6/698), 12 nci " " (6/699), 13 üncü " " (6/700), 14 üncü " " (6/701), 15 inci " " (6/702), 16 ncı " " (6/703), 17 nci " " (6/704), 19 uncu " " (6/710), 20 nci " " (6/711), 22 nci " " (6/714), 23 üncü " " (6/715), 24 üncü " " (6/716), 25 inci " " (6/717), 26 ncı " " (6/720), 27 nci " " (6/721), 28 inci " " (6/722), 30 uncu " " (6/725), 31 inci " " (6/726), 32 nci " " (6/730), 33 üncü " " (6/733), 34 üncü " " (6/734), 35 inci " " (6/737), 36 ncı " " (6/739), 37 nci " " (6/741), 38 inci " " (6/742), 39 uncu sırasında bulunan
(6/743), 40 ıncı " " (6/744), 41 inci " " (6/745), 42 nci " " (6/746), 43 üncü " " (6/748), 44 üncü " " (6/751), 46 ncı " " (6/753), 47 nci " " (6/754), 48 inci " " (6/755), 49 uncu " " (6/756), 50 nci " " (6/757), 51 inci " " (6/758), 52 nci " " (6/759), 53 üncü " " (6/760), 54 üncü " " (6/761), 55 nci " " (6/762), 56 ncı " " (6/763), 57 nci " " (6/764), 58 inci " " (6/765), 59 uncu " " (6/767), 60 ıncı " " (6/768), 61 inci " " (6/769), 62 nci " " (6/770), 63 üncü " " (6/771), Esas numaralı sözlü soruların, üç birleşim
içerisinde cevaplandırılmadıklarından, yazılı soruya çevrildikleri ve gündemden
çıkarıldıkları açıklandı; Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya, 14 üncü
sırada bulunan (6/701) ve 16 ncı sırada bulanan (6/703), Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman da, 23
üncü sırada bulunan (6/715), Esas numaralı sözlü sorularının yazılı
soruya çevrilmesi nedeniyle görüşlerini açıkladılar; 2 nci sırasında
bulunan (6/684), 4 üncü " " (6/686), 5 inci " " (6/687), 18 inci " " (6/706), 21 inci " " (6/713), 29 uncu " " (6/723), 45 inci " " (6/752), Esas numaralı sözlü sorulara, İçişleri
Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen cevap verdi, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve
İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel de kendi sorularına verilen cevaplara karşı
görüşlerini bildirdiler; 64 üncü sırasında bulunan (6/774), 65 inci " " (6/775), Esas numaralı sözlü sorular, ilgili
bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi. Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 1 inci sırasında
bulunan, Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, yeraltı ve yerüstü
su kaynaklarımızın daha etkin kullanımını sağlamak ve komşu ülkelerle olan su
sorununa çözüm bulmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/13) üzerinde bir süre görüşüldü. Alınan karar gereğince, Başbakan Bülent
Ecevit ve Bakanlar Kurulu hakkında verilen gensoru önergeleri ile diğer denetim
konularını sırasıyla görüşmek için, 10 Ekim 2001 Çarşamba günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 18.55'te son verildi. Mustafa Murat Sökmenoğlu Başkanvekili Cahit Savaş Yazıcı Sebahattin Karakelle İstanbul Erzincan Kâtip Üye Kâtip Üye No. : 8 II. – GELEN KÂĞITLAR 10 . 10 . 2001
ÇARŞAMBA Tezkere 1. - Anayasanın 92 nci ve
117 nci Maddeleri Uyarınca, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yabancı Ülkelere
Gönderilmesi, Yabancı Silahlı Kuvvetler Unsurlarının Türkiye'de Bulunması ve Bu
Kuvvetlerin Kullanılması İçin Hükümete İzin Verilmesine İlişkin Başbakanlık
Tezkeresi (3/892) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. - İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, kurul, üst kurul ve özerk kuruluşlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4848) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 2. - İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, ekonomik krize ve çalışanların sorunlarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4849) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 3. - Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, 1996-2002 yılları itibariyle İmam Hatip liselerine kayıt
yaptıran öğrenci sayısına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4850) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 4. - Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, ABD'nin terörle mücadelede ülkemizden talebi
olup olmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4851) (Başkanlığa
geliş tarihi : 9.10.2001) 5. - Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, terör
olaylarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4852) (Başkanlığa geliş
tarihi : 9.10.2001) 6. - Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Eğitim Reformu projelerine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/4853) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 7. - Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Hukukî ve Kurumsal Düzenlemeler kapsamındaki projelere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4854) (Başkanlığa geliş tarihi :
9.10.2001) 8. - Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Kurumsal Düzenlemeler kapsamındaki çevre projelerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4855) (Başkanlığa geliş tarihi :
9.10.2001) 9. - Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bölgesel Gelişme ve Fizikî Planlama kapsamındaki
projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4856) (Başkanlığa geliş
tarihi : 9.10.2001) 10. - Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Devlet İşletmeciliğinde Yapısal Değişim kapsamındaki
projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4857) (Başkanlığa geliş
tarihi : 9.10.2001) 11. - Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Özelleştirme kapsamındaki projelere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4858) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 12.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Alt Yapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim kapsamındaki
turizm projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4859)
(Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 13.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Alt Yapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim kapsamındaki
kırsal alt yapı projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4860)
(Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 14.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Alt Yapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim kapsamındaki
haberleşme projelerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4861) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 15.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Alt Yapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim kapsamındaki
ulaştırma projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4862) (Başkanlığa
geliş tarihi : 9.10.2001) 16.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Alt Yapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim kapsamındaki
enerji projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4863)
(Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 17.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Mahalli İdarelerin Güçlendirilmesi Reformu
kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4864)
(Başkanlığa geliş tarihi :
9.10.2001) 18.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Kamu Hizmetlerinde Etkinliğin Artırılması kapsamındaki
adalet ve güvenlik projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/4865) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 19.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Kamu Hizmetlerinde Etkinliğin Artırılması ve Ücret
Adaletinin Sağlanması kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/4866) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 20.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Sosyal Güvenlik kapsamındaki projelere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4867) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 21.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Yasal Düzenlemeler kapsamındaki vergi projelerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4868) (Başkanlığa geliş tarihi :
9.10.2001) 22.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Finans Reformu, Mali Piyasalarda Etkinliğin
Artırılması, Dünya ile Entegrasyon, Mülkiyetin Tabana Yayılması kapsamındaki
projelere ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/4869) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 23.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Tüketicinin Korunması ile ilgili projelere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4870) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 24.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bilgi Sağlama ve Kullanma ile ilgili projelere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4871) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 25.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, İstihdam ve İşgücü Piyasasında Etkinliğin Artırılması
kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4872)
(Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 26.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Nüfus ve Aile Planlaması kapsamındaki projelere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4873) (Başkanlığa geliş tarihi :
9.10.2001) 27.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Sağlık Reformu kapsamındaki projelere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4874) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 28.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Fikri ve Sınai Haklar ile ilgili projelere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4875) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 29.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Rekabet Hukuku ile ilgili projelere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4876) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 30.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Dışa Açılım ve Dünyaya Entegrasyon kapsamındaki AB Uyum projelerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4877) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) 31.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bilim ve Teknolojide Atılım kapsamındaki projelere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4878) (Başkanlığa geliş tarihi :
9.10.2001) 32.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Sanayileşme Yaklaşımı kapsamındaki imalat sanayii
projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4879) (Başkanlığa
geliş tarihi : 9.10.2001) 33.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Sanayi Yaklaşımı kapsamındaki madencilik projelerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4880) (Başkanlığa geliş tarihi :
9.10.2001) 34.- Bursa Milletvekili
Ertuğrul Yalçınbayır'ın, tarımsal politikalarla ilgili Yapısal Değişim kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4881) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001) Geri Alınan Yazılı Soru Önergesi 1.- İstanbul Milletvekili
Bülent Akarcalı bir kitap basımına ilişkin Devlet Bakanına (Fikret Ünlü)
yöneltmiş olduğu yazılı soru önergesini 9.10.2001 tarihinde geri almıştır
(7/4657) BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 15.00 10 Ekim
2001 Çarşamba BAŞKAN:
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP
ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul) BAŞKAN- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5
inci Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz. Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. Muhterem milletvekilleri, yıllarca,
acımasız terörün ıstırabını yaşayan Türkiye olarak, insan yaşamına kasteden,
özgürlüklere ve demokrasiye saldıran terörün karşısında geri adım atmamak,
cinayet işlemlerini cezasız bırakmamak için, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz,
tarihî bir karar almak durumundadır. Tüm cumhuriyet hükümetlerinin, yıllardır
NATO'ya anlatmaya çalıştığı terör karşısında, birlikte mücadele yapılmasındaki
haklılığımızın bir neticesi olarak, Anayasanın 92 ve 117 nci maddeleri
uyarınca, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı
silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de bulunması ve bu kuvvetlerin
kullanılması için hükümete izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
vardır; okutup, işleme alacağım: III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler ve Önergeler 1. –
Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı,
zamanı ve süresi hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan
Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler
unsurlarının Türkiye'de bulunması ve hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek
esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için hükümete izin verilmesine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/892) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Dostumuz ve müttefikimiz Amerika Birleşik
Devletlerine 11 Eylül günü yöneltilen ve büyük can ve mal kaybına neden olan
terörist saldırısı, dünyanın en güçlü devletinin bile terörizm tehdidi altında
bulunduğunu göstermiştir. Yıllardır terörizmin acısını duyan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, bu tehdidi azımsayan, hatta görmezden gelen ülkeleri
terörizmin tehlikeleri konusunda öteden beri uyarmakta idi. Amerika Birleşik Devletlerinin uğradığı
ağır saldırı karşısında, şimdi, birçok ülke, terörizm afeti karşısında
uluslararası dayanışmanın gerekliliğini kavramaya başlamıştır. Bu bağlamda NATO Anlaşmasının 5 inci
maddesine işlerlik kazandırılmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince
alınan 1368 ve 1373 sayılı Kararlar da dünyada terörizme karşı yaygın bir
bilinçlenme sürecinin başladığını göstermiştir. Terörizm karşısında Türkiye'yi her zaman
desteklemiş olan Amerika Birleşik Devletlerinin, çağdışı terörist Taleban
yönetimine karşı açtığı savaşta, Türkiye'yi yanında bulması doğaldır. Amerika Birleşik Devletlerinin terörizme
karşı başlattığı "Sürekli Özgürlük Harekâtı"nın başarıya ulaşması tüm
insanlığın yararınadır. Bu harekâtı İslama karşı bir eylem gibi
göstermeye kalkışanlar, barış dini olan İslamın yüce değerleriyle
çelişmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, başlatılan
mücadelenin kısa sürede ve yaygınlaşmadan başarıya ulaşması için, kendi
olanaklarının elverdiği ölçü ve biçimde her katkıyı yapmalıdır. Bu nedenle ve bu bağlamda, hükümet,
Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı,
zamanı ve süresi Hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan
Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler
unsurlarının Türkiye'de bulunması ve Hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek
esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Hükümete izin
verilmesinin gereğini arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme
açacağım. Gruplara, Hükümete ve şahsı adına iki
üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri, gruplar ve Hükümet için
20'şer dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır. Görüşmelerin sonunda da, tezkereyi tekrar
okutup oylarınıza sunacağım. Tezkere hakkında açıklamada bulunmak
isterse Hükümete söz vereceğim. MİLLÎ SAVUNMA BAKANI SABAHATTİN ÇAKMAKOĞLU
(Kayseri) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan. (MHP, DSP ve
ANAP sıralarından alkışlar) MİLLÎ SAVUNMA BAKANI SABAHATTİN ÇAKMAKOĞLU
(Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime kısa bir
terör değerlendirmesiyle başlamak istiyorum. Bilindiği gibi, dünyanın her yerinde terör
örgütleri, şiddet kullanarak kitleleri korku yoluyla baskı altına almak
suretiyle ve amaçları doğrultusunda siyasî neticeler elde etmek üzere terörizmi
bir araç olarak kullanmaktadırlar. Günümüzde, uluslararası boyut kazanan
terör, demokratik ülkelerin ortak problemi haline gelmiştir; Amerika Birleşik
Devletlerinde yaşanan son terör olayında da görüldüğü üzere, şiddet yoluyla ve
etkili biçimde toplumları sindirerek bir büyük güç gösterisinde bulunmaya
yönelmişlerdir. Böyle bir teröre uluslararası nitelik ve güç kazandıran en
önemli husus, terör örgütlerinin, belli bir veya birkaç devlet desteğini de
elde ederek, eylemlerini faaliyet gösterdikleri ülkelerin sınırları dışına
taşıyabilmeleri ve diğer ülkelerdeki terör örgütleriyle, eğitim, barınma başta
olmak üzere, her türlü işbirliğine gidebilmeleridir. Türkiye'ye yönelik olarak yıllarca yıkıcı
ve bölücü eylemlerini sürdürebilen önce ASALA, sonrasında başta PKK, DHKP-C ve
Hizbullah gibi terör örgütleri de, üzülerek belirtelim ki, bazı Avrupa
ülkelerinden aldığı destek sayesinde genişlemiş ve uluslararası bir boyut
kazanabilmişlerdir. Bu ülkeler, terörün bir gün kendileri için de önemli risk
taşıyabileceğini, ancak bu son olaydan sonra, yavaş yavaş anlamaya
başlamışlardır. Gerek coğrafî konumu gerekse dünyada laik
ve demokratik yapısıyla tek Müslüman ülke olma özelliğiyle bugün daha fazla
önplana çıkan Türkiye, terörizme karşı uluslararası bir mücadelenin
gerekliliğini öteden beri savunmuştur; bu konuda uluslararası hukukun
güçlenmesini ve bir uluslararası organizasyonun oluşturulmasını her platformda
gündeme getirmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şimdi de, Amerika Birleşik Devletlerinin maruz kaldığı son terör saldırısı
sonrası gelişmelere özetle temas etmek istiyorum. Amerika Birleşik Devletlerini hedef alan
son terör olayı, ülkemizin bu konudaki görüşlerinin uluslararası alanda da
benimsenmesi sonucunu doğurmuş ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 12 Eylül
2001 tarihinde toplanmış ve 1368 sayılı kararı, üye ülkelerinin oybirliğiyle
almıştır. Bu kararla, uluslararası terörizmin bütün
çeşitleriyle mücadele etmek için, Birleşmiş Milletler Yasasına uygun olarak
gerekli her türlü tedbirin alınması kabul edilmiştir. Aynı gün, NATO, eğer,
saldırı dışarıdan kaynaklanmış ise, Kuzey Atlantik Anlaşmasının 5 inci
maddesinin yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi, 28 Eylül 2001 tarihinde tekrar toplanmış, terörün finans kaynaklarının
güç kullanılarak yok edilmesine ve uluslararası işbirliğinin geliştirilmesine
yönelik 1373 sayılı bir başka ayrıntılı kararı da almış bulunmaktadır.
Bilindiği gibi, NATO Anlaşmasının 5 inci maddesi, ittifaka üye ülkelerden
birine yapılan saldırının ittifakın tamamına yapılmış olacağını öngörmektedir
ve silahlı kuvvet kullanımı dahil olmak üzere, bütün üye ülkelerin gerekli
görülen eylemleri için, saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara savunma hakkını
düzenleyen Birleşmiş Milletler Yasasının 51 inci maddesi kapsamında, gerekli
yardım ve desteğin yapılmasını içermektedir. Bu hal, daha açık bir ifadeyle,
bizim de taraf olduğumuz NATO Anlaşmasının 5 inci maddesi, silahlı kuvvetlerin
kullanılması da dahil olmak üzere, gerekli görülen tedbirlerin tek başına ya da
toplu olarak birlikte alınarak saldırıya uğrayan müttefik veya müttefiklere
yardım edilmesi şartını koşmaktadır. Bir başka gelişme şu olmuştur: 2 Ekim 2001
tarihinde Amerika Birleşik Devletleri yetkililerince, NATO'nun en yüksek organı
olan Kuzey Atlantik Konseyine yapılan talep neticesinde, saldırının, Usame Bin
Ladin tarafından yönetildiği ve Afganistan Taliban yönetimi tarafından korunan
El-Kaide örgütünce yapıldığı ve saldırının dışarıdan geldiği konusunda Konsey
üyeleri arasında görüş birliği sağlanmıştır; dolayısıyla, Türkiye de bu görüşe
katılmıştır. Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri yetkililerinin talepleri
üzerine, alınan NATO kararı gereğince, adı geçen ülkenin; yani, Amerika
Birleşik Devletlerinin terörizme karşı yapacağı harekât kapsamında, bu ülke
silahlı kuvvetlerine, 26 Eylül 2001 tarihinden itibaren Türk hava sahası
açılmış, havaalanları, limanlar ve karayollarının kullanılması, yakıt ikmali,
istihbarat desteği, lojistik destek, İncirlik Üssünde yakıt ikmali ve yer
hizmeti verilmesi maksadıyla görevli personel bulundurulması gibi taahhütlerde
bulunulmuştur. Müteakiben, 4 Ekim 2001 tarihinde de,
Amerika Birleşik Devletleri makamları, NATO'dan, istihbarat paylaşımı,
terörizme karşı yürütülecek harekâta verdikleri desteğin sonucu olarak artan
oranda tehditlere maruz kalan müttefiklere ve ülkelere yardım edilmesi,
evsahibi ülkeler tarafından, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer NATO üyesi
ülkelere ait tesislerin güvenliğinin artırılması, NATO'nun sorumluluk sahasında
terörizme karşı mücadelede doğrudan destek için gerekli müttefik imkân ve
kabiliyetlerinin yerine getirilmesi, Amerika Birleşik Devletlerine ait askerî
uçakların tüm NATO hava sahasında uçabilmesi için kapsamlı uçuş müsaadesi
sağlanması konusunda yetki verilmesi, yakıt ikmali dahil limanlara ve
havaalanlarına ulaşma yetkisi verilmesi, NATO Akdeniz Daimî Deniz Kuvvetlerinin
Doğu Akdenizde konuşlandırılması, NATO hava erken ihbar unsurlarından (AWACS)
destek alınması için yetki verilmesi konusundaki talepleri de, Kuzey Atlantik
Konseyi tarafından kabul edilmiştir. Dolayısıyla, Türkiye, ittifak üyesi
olarak, bu karara da iştirak etmiştir ve bu konudaki yardımları da taahhüt
etmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şimdi, Afganistan'a yönelik son askerî harekâtla ilgili bilgiler sunmak ve bu
konudaki görüşlerimizi belirtmek istiyorum. Geçtiğimiz pazar günü, 7 Ekim 2001
tarihinde, Türkiye saatiyle 18.45'te başlayan harekât, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi ile NATO'nun biraz evvel belirttiğim kararları doğrultusunda
icra edilmektedir. Bu harekât esnasında sadece Afganistan'daki teröristler
değil, El-Kaide terör örgütüyle birlikte, masum Afgan Halkına yıllardır çile
çektiren, bölge ve dünya barışı için de tehdit oluşturan Taliban rejimi de
hedef alınmıştır. Halen, Pakistan, Kuveyt, Suudi Arabistan ile Orta Asya'daki
halkı Müslüman olan hemen tüm ülkeler de bu harekâta destek vermektedirler. Bu konuda özellikle belirtmek istediğim
önemli bir husus şu olacaktır: Daima ifade ettiğimiz gibi, terörün, mazereti,
dini, kültürü, siyaseti, milliyeti ve coğrafyası yoktur. Başlangıçta bazı
yanlış anlamalara yol açabilecek açıklamalar olmuş ise de, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi tarafından alınan kararlar doğrultusunda, bugün, artık, teröre
karşı mücadelenin sadece terörist ve terör örgütleri mensupları ile bunlara
yardım ve yataklık edenlerle sınırlı olduğu konusunda genel anlayış birliği
sağlanmıştır. Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin, harekâtın,
masum sivil halkın zarar görmesini önleyecek, sağduyulu bir çerçevede
sürdürülmesi yönündeki kararlılığını açıklamış olması memnunlukla
karşılanmaktadır ve Türkiye, sorumlu bir müttefik ve dost olarak Amerika
Birleşik Devletleri yönetiminin bu tutumunu desteklemektedir. Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 51 inci
maddesinde tanımlanan "savunma hakkının kullanılması" ve Kuzey
Atlantik Antlaşmasının 5 inci maddesi bağlamında alınan karar, her müttefik
ülkenin müşterek harekâta katılmasında sağlayacağı vasıtalar açısından, taraf
ülkelerin katılımlarının, ellerindeki imkânlar ve kaynaklara bağlı olarak, o
ülke tarafından serbestçe sağlanacağını öngörmektedir. Bugüne kadar da NATO
tarafından, Türkiye'den, yabancı bir ülkeye gönderilmek üzere herhangi bir
somut kuvvet talebinde bulunulmadığından, bu aşamada kuvvet gönderilmesi kararı
alınması, hemen asker gönderileceği anlamında algılanmamalıdır. Daha açık bir
ifadeyle, yurtdışına asker gönderilmesi hususunda alınacak bir karar, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin gerekli hazırlığı yapabilmesi için onlara esneklik
sağlayacaktır. Tekrar ediyoruz: Talep olduğunda bir kuvvetin gönderilip
gönderilemeyeceğine, gönderilecekse, hangi çapta ve cinste bir kuvvetin, hangi
bölgeye, ne maksatla gönderileceğine, Türkiye'nin çok yönlü yüksek menfaatları
esas alınmak suretiyle, müteakiben yapılacak değerlendirmeler sonucunda karar
verilecektir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
burada bir konuya daha yer vermek istiyorum. Türkiye'nin, uluslararası
antlaşmalarla belirlenmiş yükümlülükleri vardır. Bunlar arasında, zorunlu
hallerde ve terörle mücadele amacıyla sınırlı olmak şartıyla, müttefik silahlı
kuvvetler mensuplarına sınırlarını açmak da dahil bulunmaktadır. İzin kararıyla
ilgili talebimizde bu husus da yer almış bulunmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sonuç itibariyle, Anayasamızın 92 nci maddesi gereğince, Türkiye'nin taraf
olduğu milletlerarası anlaşmaların gerektirdiği hallerde, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi veya yabancı silahlı kuvvetlerin
Türkiye'de bulunmalarına izin verilmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisi
kararı zorunlu olmamakla beraber, Hükümetimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisine
karşı açıklık ilkemiz ve saygılı olma anlayışımız gereği, NATO'dan talep
edilmesi halinde, dış politikamızın temel ihtiyaçları, ülkemizin çıkarları ve
sorumluluklarımızla bağdaşır görünmesi halinde, bu tür taleplerin yerine
getirilmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararının alınmasının uygun
olacağı görüşü ile bu tezkere milletimizi temsil eden Yüce Meclis iradesinin
ortaya konulması açısından sizlerin huzurlarınıza getirilmiş bulunmaktadır. Şimdi, bu tezkereyi, tekrar okuyorum: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Dostumuz ve müttefikimiz Amerika Birleşik
Devletlerine 11 Eylül günü yöneltilen ve büyük can ve mal kaybına neden olan
terörist saldırısı, dünyanın en güçlü devletinin bile terörizm tehdidi altında
bulunduğunu göstermiştir. Yıllardır terörizm acısını duyan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti bu tehdidi azımsayan, hatta görmezden gelen ülkeleri
terörizmin tehlikeleri konusunda öteden beri uyarmakta idi. Amerika Birleşik Devletlerinin uğradığı
ağır saldırı karşında, şimdi, birçok ülke, terörizm afeti karşısında
uluslararası dayanışmanın gerekliliğini kavramaya başlamıştır. Bu bağlamda NATO Antlaşmasının 5 inci
maddesine işlerlik kazandırılmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince
alınan 1363 ve 1373 sayılı kararlar da dünyada terörizme karşı yaygın bir
bilinçlenme sürecinin başladığını göstermiştir. Terörizm karşısında Türkiye'yi her zaman
desteklemiş olan Amerika Birleşik Devletlerinin, çağdışı Taleban yönetimine
karşı açtığı savaşta, Türkiye'yi yanında bulması doğaldır. Amerika Birleşik Devletlerinin terörizme
karşı başlattığı "Sürekli Özgürlük Harekâtı"nın başarıya ulaşması,
tüm insanlığın yararınadır. Bu harekâtı İslama karşı bir eylem gibi
göstermeye kalkışanlar, barış dini olan İslamın yüce değerleriyle
çelişmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, başlatılan
mücadelenin kısa sürede ve yaygınlaşmadan başarıya ulaşması için, kendi
olanaklarının elverdiği ölçü ve biçimde, her katkıyı yapmalıdır. Bu nedenle ve bu bağlamda, Hükümet,
Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı,
zamanı ve süresi Hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan
Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler
unsurlarının Türkiye'de bulunması ve Hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek
esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için hükümete izin
verilmesinin gereğini arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan" Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
izin talebimizi destekleyeceğinizi ümit ediyor, bekliyor, hepinizi bu duygular,
bu görüşler ışığında sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP, ANAP ve DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Bakan. Efendim, Anavatan Partisi Grubu adına,
İstanbul Milletvekili Sayın Ahat Andican. Buyurun Sayın Andican. (ANAP sıralarından
alkışlar) ANAP GRUBU ADINA A. AHAT ANDİCAN
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son birkaç gündür,
Afganistan merkezli; ama, içeriği itibariyle, 21 inci Yüzyılın başlangıcında
oluşacak dünya dengelerini büyük ölçüde etkileyecek olan bir olayla karşı
karşıyayız ve birbiriyle örtüşen, üst üste örtüştüğü için de bazı
ayrıntılarının gözden kaçtığı bu konuyu, izin verirseniz, dört boyutlu olarak
huzurlarınızda değerlendirmek istiyorum: Bunlardan birinci boyut, terör boyutudur;
ikinci boyut, Taliban yönetimi ve Afganistan sürecidir; üçüncü boyut, Taliban
sonrası bölgede oluşacak olan dengelerdir; dördüncü boyut da, kuşkusuz, Türkiye
ve Türkiye'nin bu gelişmelerle ilgili pozisyonudur. 21 inci Yüzyılın başında, daha ilk senesi
içerisinde, küresel terör diyebileceğimiz bir olayla karşı karşıya kaldık ve
aynen ekonominin küreselleşmesi gibi, bilginin küreselleşmesi gibi, terörün de,
küreselleşme ortamını veya tabanını, zeminini kullanarak ciddî bir biçimde
dünya genelinde küreselleştiğini görüyoruz. Fakat, olayın bir başka boyutu var.
Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin küresel terörde hedef olarak
tanımladığı listeye baktığınızda, ne yazık ki, bu listenin içerisinde,
neredeyse tamamına yakınının İslam ülkelerinde örgütlenmiş gruplar olduğunu
görüyorsunuz. Buradan hemen 1990'lara, yani, Doğu
Blokunun dağıldığı döneme dönmek istiyorum. Çoğunuzun bildiği Olivier Roy
isimli bir siyasal İslam uzmanı, "Siyasal İslamın İflası" adlı
kitabının ilk cümlesine şöyle başlar: "Çağımızın sonuna yaklaştığımız bu
dönemde, Batı kamuoyunda bir İslam tehdidi algısı ortaya çıkmıştır" der,
sonra devam eder. On yıl geçtikten sonra bugün karşı karşıya kaldığımız durum
da, bir anlamda, Afganistan'a yönelik hareketin gerçekleşmesini sağlayan Anglosakson
veya Angloamerikan grubu da, bu olayda bir din çatışması olmadığını vurgulama
noktasında çok ciddî bir hassasiyet göstermektedir. Olayın tarihçesine çok kısa göz atmazsak,
bugünkü olayı, sanki, El-Kaide örgütü birdenbire ortaya çıkmışçasına, sanki,
hiç yoktan var olmuşçasına düşünürsek, meseleleri anlama imkânını
bulamayacağımızı düşünüyorum. 20 nci Yüzyıl, geçen yüzyıl, İslam dünyası,
siyasal İslamı, kendi bölgelerinde emperyalist emellerle o bölgelerde
sömürgecilik politikaları uygulayan bazı Batılı güçlere karşı kurtuluş
savaşının aracısı olarak kullanmıştır ve o dönemde, sözgelimi, 1926'da kurulan
Müslüman Kardeşler örgütü gibi örgütler, siyasal bir ideoloji olarak İslamı
gündeme getirmişlerdir ve bağımsızlıkta aracı olarak kullanmışlardır; ama,
1950'li yıllara gelindiğinde, siyasal İslamın bir ılımlı ve bir de radikal
boyutlarının ortaya çıktığını görüyoruz. Doğudaki siyasal İslamın ideologlarından
Mevdudi, Batı'daki ideologlarından meşhur Seyyid Kutub, hak ile batıl
arasındaki çatışmanın batıl boyutuna sadece sömürgeci güçleri değil, Batı ile
işbirliği yaptığı sürece o ülkeleri yöneten milliyetçi, laik, seküler
kuvvetleri de koymuştur... NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Ne alakası
var! A. AHAT ANDİCAN (Devamla) - İşte, çatışma
bu noktada başlıyor ve 1979 yılına geldiğimizde bir başka boyut ortaya çıkıyor;
Kutub'un talebesi Abdusselam Farac, cihada başka bir tanım getiriyor -çok
radikal bir tanım- sadece saldırıya uğradığı zaman Müslüman toplulukların
birbirleriyle yardımlaşması anlamında olan cihadı, farklı bir boyuta götürerek,
siyasal İslama karşı olan her güce karşı yapılacak bir savaş boyutuna
indirgiyor "Unutulan Farz Cihat" kitabında. İşte El Kaide, işte Hamas, işte Yemen,
Aden Müslüman birlikleri, işte Hizbullah -Türkiye bağlamında söylüyorum- ve
benzeri örgütler... Bu farklılaşma sonrasında siyasî olarak ortaya çıkan gruplar
ve bunlardan biri olan El Kaide, bugün Afganistan'da yerleşmiş olması
nedeniyle, bugün Afganistan'ın da bu meselenin odağına gelip yerleşmesini
sağlıyor. Bu açıklamayı sadece bilgi aktarımı için
yapmadım. Bu liste bu şekilde kaldıkça ve eğer Bush'un ifadesinde söylediği
"terörizmle mücadele sonuna kadar, sonsuza kadar, gerektiği kadar devam
edecektir" iddiası da doğruysa, sonuçta, bugün için El Kaide örgütü ve
Talibanla sınırlı gibi görünen hareketin, İslam dünyasının başka bölgelerine
taşması ve sonuçta, her ne kadar, yapanlar tarafından "bu,
İslam-Hıristiyan çatışması değildir" deniliyor ise bile, uzun vadede,
gerçekten bir İslam-Hıristiyan çatışması olarak algılanma riskini
taşıyabileceği açısındandır. Bu açıklamam, bunu iyi değerlendirmemiz
lazımgeldiğini düşündüğüm içindir. Nitekim Irak, Yemen gibi ülkelere de
girişim yapılabileceği şeklinde, Amerikan yönetimi bir tabloyu önümüze koyuyor
ve baba Bush döneminde, 1991 harekâtını yapan ve "Şahinler Grubu"
diye tanımlanan grup, bugün oğul Bush'un etrafında. Yarın Irak'ta da benzeri
bir harekâtın olma ihtimali var. Irak eski muhaberat başkanının, gerek Muhammed
Atta ile gerek Usame Bin Ladin'le Afganistan ve Çekoslovakya'da görüştüğü
iddiasıyla, yarın Irak'a da yönelecek bir harekâtın ortaya çıkma ihtimali
gündeme gelmiştir. Tabiî ki, bu durum, Türkiye'yi kendisinden 4 bin kilometre
uzakta, belli boyutlarda ilgilendiren; ama, çok hayatî olarak görmediği bir
bölgeden Irak'a taşınması durumunda çok ciddî sonuçlarla karşı karşıya bırakacaktır. İkinci hedef Taliban. Taliban,
Afganistan'ın etnik mozaik yapısından kaynaklanan bir örgüt. 1979'da, Sovyet
işgali sonrasında, bölgede var olan etnik gruplar ki, bu gruplar -hatırlatmak
açısından söylüyorum; kuzeyde Türkler; yani, Özbekler, Türkmenler ve Tacikler,
ortada Hazaralar ve Peştunlar- hem Sovyetlere hem de komünist yönetime karşı
ciddî bir mücadele vermişler ve 1987'lerde Sovyetler ülkeyi terk etmek zorunda
kalmıştır; ama, kalan kukla Necibullah yönetimi mücadeleyi sürdürmüştür; 1992
yılına geldiğimizde, Necibullah Hükümetinin de devrilmesiyle Afganistan'da, bu
kez, biraz önce söylediğim etnik grupların birbirleriyle uzlaştıkları bir
geçici hükümet kurulmuştur. Peştun radikalizminin temsilcisi olan bazı
grupların, kendilerine başbakanlık verilmiş olmasına rağmen (Hikmetyar
örneğinde olduğu gibi) olayı kabul etmeyerek savaşa devam etmeleri ve
Afganistan'ın kurulduğu günden beri hâkimiyette olan Peştunların hâkimiyette
kalma talepleri -temsilcisi olmaları nedeniyle- nedeniyle maalesef, üç yıl dört
yıl devam eden iç savaşta bir denge ortaya çıkmış ve bu denge, Afganistan'da
kendisine yandaş bir yönetim olmasını arzulayan Pakistan'ın ve Afganistan'da,
niteliği ne olursa olsun, tek bir gücün hâkim olmasını isteyen Batılı güçlerin,
başta Amerika olmak üzere, işine gelmemiştir. Çünkü, Pakistan bir tarafta
Peştun nasyonalizmine endekslenmiş bir Afganistan istemektedir o dönemde; başta
Amerika olmak üzere, Batı gücü de, Ortaasya ve Hazar petrollerinin, İran
dışında, doğu-batı koridoru, Türkiye'nin içerisinde bulunduğu bu koridorun
dışında, Hint Okyanusuna indirilmesi ve Pasifik Havzasına taşınması, bir diğer
deyişle, bu havzaların dış dünyaya taşınmasında enerji güvenliğinin sağlanması,
çeşitliliğin sağlanması ve tabiî ki, etkinliğin sağlanması bakımından o dönemde
Talibanla görüşmüşler, hatta bazı Amerikalı firmalar, Taliban yetkililerini
Amerika'ya davet ederek, Kaliforniya'da merkezlerinde ağırlamışlardı. İşte, Talibanın ortaya çıkma gerekçesi bu;
tek bir güç hâkim olsun. Pakistan, Talibana ciddî bir destek vermiş, neredeyse
onu yaratmış, eğitmiş, lojistik destek sağlamış, maddî destek sağlamış, asker
vermiş; Taliban kıyafetinde Pakistanlı askerler Afganistan'da Kuzey İttifakına
karşı savaşmışlar. Sonuçta, 1998'e gelindiğinde Talibanda bir farklılık ortaya
çıkmış, Arap ülkelerinin desteğiyle, Talibanın, artık, Pakistan'a ihtiyacı
kalmamış, kontrolden çıkmış ve 4 özellik Talibanla özdeşleşmiş: 1 - Taliban, artık, bölgede saf İslamı
uygulamak iddiasıyla köktendinci bir
uygulama gündeme getirmiştir. 2 - Taliban, bölgede, dünyada terörle
ilişkili olan grupların şemsiyeliği görevine soyunmuştur. 3 - Taliban, bölgede, sadece Afganistan
içinde sınırlı olmanın ötesinde, Özbekistan'da, Keşmir'de bazı hareketlere,
mücadelelere, oralara mücahit gönderme bağlamında oradaki yönetimleri tehdit
eder hale gelmiştir. Ayrıca, Pakistan'ın kuzey bölgelerinde, medreselerde ve
bölgedeki Peştu grupları içerisinde çok ciddî bir cihat felsefesini
uygulayarak, Pakistan'ın iç stabilitesini dahi tehdit eder hale gelmiştir. 4 - Taliban, bunların ötesinde, tabiî,
içsavaşı finanse edebilmek amacıyla, hepinizin bildiği, Laos-Kamboçya-Tayland
üçgenini, o altın üçgeni dahi arka planda bırakacak bir uyuşturucu ticaret
merkezi haline gelmiştir. 11 Eylül, hadiseyi başka bir boyuta
sürükleyerek, işte, bugün burada tartışmakta olduğumuz konunun gündeme
gelmesini sağlamıştır. Değerli arkadaşlarım, bu noktada, bu
özellikleriyle Taliban, ikinci hedef halindedir. Burada, bu bölgeye yönelik
uygulamada, bölgedeki ülkelerin durumuna da çok kısa değinmek durumundayım; çok
ayrıntılı giremeyeceğim; çünkü, vaktim hayli azaldı. Pakistan bu konuda ciddî bir rahatsızlık
içerisinde; ama, Pakistan, bu noktada, ABD ile olan ilişkilerinde kendisine
uygulanan ambargoyu kaldırtmıştır, yardım almaktadır; kendi idaresini,
hükümetini güçlendirecek şekilde, bu grupla beraber olmaktadır. İran ise, başlangıçta, karşı olduğu
Talibana yönelik Amerikan hareketini destekler bir eğilim göstermişse de, daha
sonra, Hıristiyan güçlerle birlikte Müslüman dünyasına yönelik bir harekette
taraf olmamış olma noktasında pozisyonunu almış ve bugün, Amerika'ya karşı
çıkmaktadır. Özbekistan'ın durumunu biliyorsunuz;
hadiseye yardımcı olmaktadır. Burada önemli bir faktör olan Rusya,
başlangıçta, olaya sıcak bakmamış; fakat, Özbekistan ile Kazakistan'ın, kendi
etki alanına girmeksizin ve ondan etkilenmeksizin doğrudan Amerika'yla temas
kurmasından dolayı, hızla pozisyon almış ve bu pozisyonunun karşılığında da,
Dünya Ticaret Örgütü üyeliğinden tutun -yani bazı ekonomik ödünler- AKKA
Antlaşmasının genişletilmesiyle ilgili sıkıntılarına ve Çeçenistan'daki
mücadelenin bir terör mücadelesi olarak kabul edilmesi noktasında kadar,
avantajları elde edecek biçimde bu harekâta destek vermektedir ve bu olay,
Kafkaslar'da da uzantılarını göstermeye hemen başlamıştır; daha, dün,
Gürcistan'da -hatırlayacaksınız belki- kimliği belli olmayan 2 uçak, Acara
bölgesinde bir bombalama işlemi yapmıştır ve bugün, orada, sıkıyönetim ilan
edilmiştir; Rusya, Gürcistan'ı; Gürcistan, Rusya'yı suçlamaktadır. Yarın bir gün,
Çeçenistan, zaten ateş içerisinde... Dolayısıyla, bu olayın uzantılarını bu
bölgede de görmeye devam edeceğiz. Doğu Türkistan'da da, Çin, ayrılıkçı Uygur
hareketini tanımlayarak, benzer bir psikoloji içerisinde hadiseyi kontrol
altına almak, legalleştirmek arayışı içerisindedir. Değerli arkadaşlarım, burada, tabiî,
müdahaleyle ilgili teknik ayrıntılara çok girecek değilim; vaktim de yok; ama,
müdahale sonrasına değinmemiz gerekiyor; çünkü, müdahale sonrası oluşacak
dünya, Türkiye'yi, bölgeyi çok yakından ilgilendirmekte. Başarılı olamaması
durumunda Amerika harekâtının -zannetmiyorum, hiç düşünmek istemiyorum ama-
Talibanın, bölgede, korkunç, dizginlenemez bir güç haline geleceğini, Pakistan
yönetiminin radikal dinci bir yapıya kavuşacağını, kayacağını, Türk
cumhuriyetlerinin pozisyonunun içe kapanık ve savunmacı bir şeyle daha otoriter
yönetimler haline dönüşeceklerini söylemeye gerek yok; ama, başaralı olduğu
noktasından hareket ettiğimizde, yeni bir hükümet kurulacak kuşkusuz. Dileğimiz,
bu bölgede kurulacak hükümetin, bütün etnik grupları, oradaki varlıkları
boyutunda temsil edecek nitelikte olması ve radikal köktendinci bir anlayış
dışında kurulmuş olmasıdır; başına Zahir Şah mı gelir, başka birisi mi gelir, bunun
çok da önemi yoktur; ama, kurulacak olan hükümet, tek bir milliyetin etki
alanına girerse, Afganistan'da içsavaş bitmez. Değerli arkadaşlarım, yine, geniş tabanlı
bir hükümetin kurulduğu varsayımından baktığımızda, bölgede oluşacak olaylara
bir bakalım. 1 - Bölge dengeleri, bölgenin tanımı
değişecektir; çünkü, artık, Ortadoğu, Ortaasya ve Kafkasya tek bir bölge olarak
algılanmak zorundadır. Bölge ülkeleri, İsrail'inden tutun Türkiye'ye kadar
bütün bölge ülkeleri, güvenlik ve ekonomik alanlarını buna göre tanımlamak
zorunda kalacaklardır. Demokratik niteliğe uygun, çok geniş tabanlı ve Batı
değerlerine daha yatkın bir hükümetin kurulduğu noktasından yola çıkarak
konuşuyorum. 2 - Ortaasya petrolleri ve doğalgazı için,
bölge, Hint Okyanusuna açılacak ve burada, Amerikan şirketleri ve Batılı
şirketler bu işlemi hızla gerçekleştireceklerdir. Böylece, enerjiye yeni bir
yol bulunacaktır; bu, Türkiye'yi bir boyutuyla ilgilendirir, ayrıntısına
girmeme gerek yok sanıyorum; ama, daha da önemli bir şey olur, bölgede yeni bir
ekonomik alan ortaya çıkar. ABD eksenli olmak üzere, Pakistan ve diğer
ülkelerin katıldığı yeni bir ekonomik alan ortaya çıkar ve bu ekonomik alan,
aynı zamanda, bu bölgede, Rusya, Çin, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan ve
Özbekistan'ın katılımıyla oluşturulmak istenilen Şanghay altılısı ekonomik
alanının da büyük ölçüde rakibi haline gelir ve bunun belki sonlanmasına yol
açar. Ve bir başka şey olur; bölgede yeni bir güvenlik anlayışı, güvenlik alanı
ortaya çıkar. Bu güvenlik alanında, artık, Rusya da, Çin de, Amerika Birleşik
Devletleri de, yeniden tanımlamak durumundadırlar. Belki dikkatlerden kaçtı; ama, bir şey
var: Bakın, Japonya, 1945'ten bu yana, ilk defa uluslararası bir harekâta,
tarihinde ilk defa, tam donanımlı bir destroyerle katılma isteğini gündeme
getiriyor ve bu istekle beraber Japon Başbakanı Koizumi diyor ki "güvenlik
anlayışımız, konseptimiz değişmiştir; artık, aynen Atlantik'te olduğu gibi bir
güvenlik örgütüne ihtiyaç vardır. Amerika, Güney Kore, Japonya, Singapur gibi
ülkelerin içinde olacağı bir doğu NATO'su kurulmalıdır." Amerika Birleşik
Devletlerinin bu bölgede etkin bir hale gelmesi durumunda, ikinci adım olarak
da bunu beklemek durumundayız. Analitik olarak daha çok nokta var; ama,
vakit daralıyor. Burada, bir şeyi hatırlatmak istiyorum; meşhur Henry
Kissenger'in "Diplomasi" diye bir kitabı var -okuyan arkadaşlarımız
vardır- orada bir şey söyler Kissenger: "Doğu Bloku dağıldı, Amerika
Birleşik Devletleri tek ülke, tek güç haline geldi ve tek kutuplu bir dünya
ortaya çıktı askerî açıdan vesaire; ama, bu özelliğini uzun süre devam
ettiremeyecektir. Hindistan ve Çin gibi güçler dünya devletleri haline gelmektedirler;
Avrasya'da bu özelliğini devam ettirebilmesinin tek yolu, bu bölgede ittifaklar
oluşturmasıdır. Bu özelliğini ancak iki 10 yıl sürdürebilir" der. Bugün
gelişen olaylar, Kissenger'ın bu kehanetini büyük ölçüde doğruluyor. Türkiye açısından da olayı
değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum, çok çerçeve olarak değerlendireceğim
izin verirseniz. Yine, önce terör boyutuna baktığımızda, Türkiye "terör
mücadelesi" adı altında yapılan bu çalışmadan veya bu uygulamadan
yararlanacaktır. Yirmi yıldır Batı kamuoyuna açıklayamadığı, daha doğrusu
anlamak istemedikleri terör olayının uluslararası niteliğini ve bir gün dönüp
kendilerine de bu şekilde zarar verebileceğini bu olay gösterdiği için, artık, Türkiye,
uluslararası terör mücadelesinde ön alma imkânına sahip olmuştur. Ve daha başka bir şey olmuştur; laik,
demokratik, Müslüman Türkiye modelinin, İslam dünyası için ne kadar geçerli, ne
kadar tutarlı bir model olduğu bir kere daha ortaya çıkmıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız lütfen. A. AHAT ANDİCAN (Devamla) - Sayın Başkan,
3-4 dakika izin verirseniz memnun olurum. BAŞKAN - Efendim, 3-4 dakika veremem.
Biraz toparlarsanız memnun olurum; çünkü, her grup 3-4 dakika alırsa, bundan
sonra da 3 tane gensoru var efendim... A. AHAT ANDİCAN (Devamla) - Dezavantajları
var. Bunların üzerinde durmadan, hemen, harekâtla ilgili satırbaşlarına
değinelim. Burada temel sorunumuz, NATO üyesi olan tek Müslüman ülke olmamız
nedeniyle, bölgede yürütülecek bir müdahalenin, İslam ülkeleri tarafından
farklı algılanarak, Türkiye'nin, gelecekte İslam ülkeleriyle olan ilişkilerinde
sıkıntıların doğması riskidir. Hükümetin, bu noktada, bunun avantajlarını
-yani, NATO üyesi olarak bu konudaki sorumlulukları ve onun avantajlarını-
dezavantajlarla teraziye koyup, en doğru kararı vereceğine inanıyorum; ama,
burada bir şeyi yapmak durumunda: Taliban sonrası kurulacak hükümette, oradaki
Türklerin var olması noktasında ciddî bir çaba göstermek zorunda. Mezarışerif
merkezli bu bölgeye insanî yardımı ve teknik yardımı, Türkiye, oraya müdahale
gücü olarak gitmese bile, yardımı başlatmak zorunda ve bu noktada, orada
oluşacak yeni hükümet içerisinde Türklerin temsil edilmelerini sağlamak
zorunda. Tabiî, olayın Irak'a taşması durumunda
Türkiye'nin sorunları çok daha farklı boyutlara taşınacaktır. Burada da önemli
olan, Irak'ın bugünkü konumunun korunup korunmayacağı sorunudur. Eğer bugünkü
konumu korunacak, toprak bütünlüğü korunacak ise Türkiye, bugüne kadar
uyguladığı Irak'ın toprak bütünlüğünün devam ettirilmesi, oradaki Türkmenlerin
haklarının korunması ve oradaki teröre karşı mücadele etme noktasında, terörün
kurutulması, üç temel sac ayağına oturan politikasını devam ettirecektir; ama,
eğer bölgede, yani, Batılı güçlerin bu bölgeye yönelik müdahalesi sonrasında
sınır değişiklikleri olacak ve bu bölgede hiç istemediğimiz yeni bazı
devletlerin, şu anda embriyo halinde olan bazı bölgelerin ortaya çıkması söz
konusu olacaksa, o zaman, Türkiye'nin, bu değerlendirmeye, bu stratejiye uygun
bir yaklaşımla, bu değişikliklerden azami derecede Türkiye'nin çıkarlarına
uygun bir sonuç çıkmasını sağlayacak bir çalışmaya girmesi gerekir diyorum ve hükümet
tarafından getirilen talebin, avantajları ve dezavantajlarının, hükümetimiz
tarafından en uygun bir biçimde, Türkiye'nin millî çıkarlarına uygun bir
biçimde değerlendireceğini ümit ediyor, Grup olarak buna destek vereceğimizi
bildiriyorum. Saygılarımla. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Andican. Efendim, şimdi, söz sırası, Adalet ve
Kalkınma Partisinde. Kayseri Milletvekili Sayın Abdullah Gül;
buyurun efendim. (AKP sıralarından alkışlar) AKP GRUBU ADINA ABDULLAH GÜL (Kayseri) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce, AK
Parti Grubu adına hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, 11 Eylül 2001
tarihinde, New York ve Washington'da, tahayyülü bile imkânsız olan terör
olayında 7 000 masum insanın hayatını kaybettiğini hepimiz biliyoruz. Bu olayı,
hepimiz, o gün televizyonlarımızda canlı bir şekilde seyrettik ve dünyanın
nasıl ufak bir köy haline geldiğini bir kez daha idrak etmiş olduk. Tabiî ki, geçen bu süre içerisinde, bu
olay unutulamaz. Amerika Birleşik Devletleri ve Amerikan halkının acısını yok
farz etmek, böyle bir şey olmamış gibi davranmak mümkün değildir. Dolayısıyla,
bir kez daha, böyle bir terörü lanetliyoruz. Kim tarafından yapılırsa yapılsın,
hangi amaçla olursa olsun, terörün, hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini, hiçbir
şekilde makul görülemeyeceğini bir kez daha burada teyit etmek istiyorum. Ayrıca, terörü kınamanın, terörü
lanetlemenin de yetersiz olduğunu, terörle ortak bir mücadele zemininin
bulunması gerektiğini, terör ve teröristlere karşı işbirliği yapılmasının gerekliliğine de inanıyoruz;
çünkü, terör, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, nerede ortaya çıkacağı, kimi
vuracağı hiçbir zaman bilinmemektedir. Değerli arkadaşlar, binlerce insanın
ölümüne sebep olan 11 Eylülden sonra, Amerika Birleşik Devletleri, süratle,
Birleşmiş Milletlerin 51 inci maddesini ve NATO'nun 5 inci maddesini devreye
sokmuş ve bu doğrultuda kararlar çıkarmıştır. Bunları Türkiye de
desteklemiştir; ama, burada, not etmemiz gereken bir şey vardır ki, Türkiye de
uzun süredir terörle mücadele etmiştir, çok farklı terörle mücadele etmiştir
Türkiye; uluslararası boyutu olan terörle mücadele etmiştir, kendi içinden
çıkan terörle mücadele etmiştir ve bu mücadele süresi içerisinde de 35 000'e
yakın insanını kaybetmiştir, 100 milyar dolara yakın bir ekonomik kaynağını
kaybetmiştir, bu süre içerisinde binlerce eve ateş düşmüştür. Bütün bunlar olurken, Türkiye, NATO'nun 5
inci maddesinin devreye girmesi gerekliliğini defalarca izah etmiştir,
müttefiklerine anlatmıştır; ama, ne yazık ki, bunlardan bir cevap bulamamıştır.
Hatta, çok da ileri gidilmiştir, bırakın Türkiye'nin terörle mücadelesini
anlayışla karşılamak, desteklemek, yeri gelmiştir, Türkiye'nin terör ve
teröristlerle mücadelesine karşı açık ve gizli ambargolar bile konulmuştur;
parası ödenen helikopterler verilmemiştir, parası ödenen gemiler verilmemiştir,
parası ödenen çeşitli silahlar verilmemiştir. Aslında, sadece Türkiye karşı karşıya
kalmamıştır, dünyanın başka coğrafyalarında da terör olayları ortaya çıkmıştır.
Bu olaylar karşısında da uluslararası camia harekete tam geçememiştir. Sabra ve
Şatilla kamplarındaki 5 000 kişiye yakın katliamı yapanların kimler olduğunu
dünya kamuoyu çok iyi bildiği halde, gerekli olan müdahale yapılmamıştır.
Bosna'da bile, 250 000 kişi katledildikten sonra Uluslararası Topluluk harekete
geçmiştir ve asker gönderilmiştir. Bütün bunları en iyi şekilde bilen
Türkiye, muhakkak ki, terörle mücadelede samimî bir işbirliğini ortaya koyması
gerekir. AK Parti olarak biz buna inanıyoruz. Değerli arkadaşlar, Birleşmiş Milletlerden
ve NATO'dan bu kararlar çıktıktan sonra, Afganistan'a karşı büyük bir askerî
operasyon içerisine girilmiş ve geçen bu süre içerisinde, çevre ülkelere ve
çevreye büyük askerî yığınaklar yapılmış; 7 Ekim Pazar akşamı da, beklenen
saldırı başlamıştır. Bu gelişmeler Türkiye'yi yakından
ilgilendirmekte ve ülkemizin güvenliği ve gelecekteki çıkarları açısından çok
önem arz etmektedir. Güvenlik konseptlerinin çöktüğü, terörün yeni bir anlam
kazandığı ve yeni terör tarifinin yapılmasının gerekliliğiyle karşı karşıyayız.
Bu nedenle, biz, AK Parti olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir genel
görüşmenin, gizli bir oturum içerisinde yapılmasını ilk gün istedik. Bundaki
ısrarımız şuydu: Hükümetin oluşturacağı politikaya, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin katkısını sağlamaktı. Çünkü, bir tarafta müttefik ülkeler, diğer
tarafta Türkiye'nin tarihî gerçeklerle bağlı olduğu bir coğrafya... Böyle bir
coğrafya içerisinde ve böyle bir çıkmaz içerisinde, samimî duygular ve
görüşler, hükümete güç vermek için bir gizli oturumda ele alınabilirdi; ama,
görüyoruz ki, sayın hükümet buna sıcak bakmıyor. Pazar ve pazartesi günlerinden beri,
olayın boyutunun tamamen başka bir mecraya kaymaya başladığını görüyoruz. Son
üç gün içerisinde, başta, Afganistan'ın Kâbil, Kandahar, Celalabat,
Mezarışerif, Herat gibi birçok yerleşim bölgelerinin çok yoğun bir şekilde
bombardımana tabi tutulduğunu bütün dünya görüyor; hatta, gazetelerde, sınırlı
bir nükleer saldırıdan bile bahsediliyor. Biraz önce konuşan değerli
arkadaşımın "böyle olacağını hiç zannetmiyorum, hiç ihtimal vermiyorum"
dediği bir gelişme söz konusu olabilirse, böyle bir gücün de devreye
gireceğinden bahsediliyor. Dolayısıyla, Türkiye, çok ciddî bir gelişmeyle karşı
karşıya. Aslında, bütün dünyada ve hepimizde,
Afganistan'da teröristlere dönük nokta operasyonlardan hareket edileceği, nokta
operasyonlar yapılacağı beklentisi vardı; ama, koskoca bir ülkenin bu kadar
geniş bir alana yayılan bombardımana tabi tutulması, sonunun nereye varacağı
belli olmayan bir tehlikeyi de ortaya koymaya başlamıştır. Şimdiden, sivil
insanların hayatını kaybetmeye başladığı haberleri gelmeye başlamıştır.
Birleşmiş Milletlerde görevli olan insanların bile hayatını kaybettiği, ilk
haberler içerisindedir. Zaten, fakru zaruret içerisinde kıvranan
ve yirmiiki yıldır savaşan, daha doğrusu, savaştırılan bu dost Afgan halkını da
hatırlamanın zamanının geldiği kanaatindeyiz ve çok dikkati çekici bir husus
vardır ki, kaderin çok garip bir cilvesidir, bugün bombalanan ve yıkılmak
istenen, gerçekten de baskıcı ve otoriter olan Afgan rejimi, bugün kendilerini
bombalayanlar sayesinde Afganistan'a hâkim olmuştur. O zamanlar, Türkiye
Cumhuriyeti hükümeti, benim de içerisinde bulunduğum Refahyol hükümeti
işbaşındaydı ve bunun yanlış olduğunu, dar ve katı anlayıştaki Taliban
hareketinin Afganistan'a sıkıntı getireceğini, Müslümanlığın da bütün dünyada
imajını bozacağını ısrarla söylemiş, yeni bir diktatörlüğün Afganistan'a hâkim
olmaması gerektiğini savunmuştu ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin politikası
buydu. Bundan dolayıdır ki, Taliban rejimini ve
hükümetini, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tanımamıştır ve hâlâ Burhaneddin
Rabbani'nin başkanlığındaki hükümet temsilcisi, Türkiye'deki Afgan Sefaretinde
ülkesini temsil etmektedir. Ne yazık ki, başta Amerika Birleşik
Devletleri, Pakistan, Suudi Arabistan desteğiyle ve binlerce Afgan mücahidinin
canına mal olan iç çatışmalardan sonra, Usame Bin Ladin destekli Taliban,
Afganistan'a yerleşmiştir. İşte, isyan edilecek nokta aslında budur; çünkü, dün
de akan Müslüman kanıydı, bugün de akan, yarın da akacak ne yazık ki, fakir,
fukara, zavallı, kimsesiz Afgan halkıdır. Halbuki, Afganistan, Birinci Dünya
Harbinden sonra bağımsız olan birkaç İslam ülkesinden birisiydi. İstiklal
Harbinde sembolik de olsa bize yardım etmiş bir ülkeydi ve hatta hatta, Türkiye
Cumhuriyeti kurulduktan sonra Ankara'da açılan ilk sefaret Afganistan'a aitti. Bu ülke, bugün perişan halde. Öyle ki,
Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre 400 000'e yakın Afgan çocuğunun,
mayınlar sayesinde bacaklarını kaybettiği söylenmektedir. Büyük bir dram
yaşanmaktadır ve dünya, daha düne kadar bu dramın farkında değildi. Uzun süreceği söylenilen bu savaşta, bizim
kaygımız, ileride, Taliban'ın unutulup, Afganistan'ın zihinlerde kalacağıdır.
Bugün, Taliban'la, Bin Ladin'le mücadele ediyoruz denilebilir; ama, bu uzun
sürerse, zihinlerde Afganistan kalacaktır; Afgan halkına karşı, Afganistan'a
karşı bir savaşın yürütüldüğü zihinlerde kalacaktır. Türkiye'nin, böyle bir olayın içerisinde
sıcak savaşa girmesi, Türkiye'yi, Asya'ya yabancı düşürecektir; Türkiye,
Asya'ya yabancılaşacaktır. Önemli olan, rejimlerle işbirliği değil, önemli
olan, o coğrafyanın halkıyla işbirliğidir, o coğrafyanın halkının gönlünü ve
desteğini kazanmaktır. Maalesef, Türkiye, bu hatayı, Ortadoğu'da yaptığı için,
Ortadoğu'ya yabancılaşmıştır. Her ne kadar, son senelerde, bu yanlış politikanın farkına varılıp, bir değişik
strateji izlenmeye başlanmış ise de, Türkiye, ne yazık ki, Ortadoğu'ya
yabancılaşmıştır. Aynı tehlike, Asya için de geçerlidir. Başka bir kaygımız da, bu yoğun
bombardımanlar karşısında, Müslüman coğrafyanın farkına varmadan, Taliban ve
Bin Ladin sempatizanı olma tehlikesidir. Bu, çok önemli bir gelişmedir. İster
istemez, aynı coğrafyaya, aynı kültüre, aynı tarihe ve aynı dine bağlı
insanlar, farkına varmadan, teröristlere, diktatör rejimlere sempati duymaya
başlarlar. Bu, Müslümanlığın da, Müslümanların da çıkarına olan bir gelişme değildir.
Değerli arkadaşlar, Türkiye, aslında,
başından beri, bu olayda çok aktif hareket edebilirdi; çünkü, Türkiye,
gerçekten bir köprü burada; bir taraftan, NATO'nun içerisinde -ve müttefik
ülkeler- diğer taraftan, sadece din, Müslümanlık olarak değil, etnik olarak da
ilişkisi olduğu bir bölge. Burada, aktif bir politika takip edebilirdi.
Üstelik, elinde bir araç da vardı bunun için; şimdiye kadar -hayret ediyorum-
hiç dile alınmayan, Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı (ECO)... Şimdi, bakarsanız, bu
bölgedeki bütün ülkelerin üyesi olduğu tek teşkilât budur; Afganistan'ın da,
Özbekistan'ın da, Tacikistan'ın da, Pakistan'ın da, İran'ın da, Türkiye'nin
de... Ve Türkiye'nin öncülüğünde, Özbekistan da, Tacikistan da, Afganistan da
ECO'ya üye olmuştur. Eğer hiçbir işlevi olmayacaksa, niçin bu teşkilâtlar
durur?! Elimizde bir araçtı bu, bu bir imkândı; birden, bir atağa
geçilebilirdi, yoğun bir diplomasi başlatılabilirdi. Türkiye'nin sadece tecrübeleri
değil, Türkiye'nin o bölgeyle olan ilişkileri devreye sokulabilirdi ve bu,
gerçekten, barışa da çok katkısı olan bir hareket olurdu. Böyle bir aktif
diplomasi içerisinde olunmuş olsaydı, o zaman, Amerika Birleşik Devletleri Başkan
Yardımcısı değil, Amerika Birleşik Devletlerinin Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanını
arardı. Savaşın nereye varacağı belli değil dedik.
Hepimiz kaygıyla takip ediyoruz ki, yarın, bu, Irak'ı da, Sudan'ı da, Yemen'i
de ve hatta hatta İran'ı da içine alır mı... Çünkü, inanamayacağımız
senaryoları gazetelerden okuyoruz; bunların bir kısmı magazinvari olsa da, bir
kısmı gerçek olabilir. Bu, tabiî, çok daha tehlikeli bir gelişmedir. Ekonomik açıdan ise, Türkiye, ne yazık ki,
çok kötü şartlarda yakalanmıştır; ekonomik bağımsızlığını âdeta kaybetmiş bir
ülke olarak yakalanmıştır. Belki de, Türkiye'nin, bazı şeylere "hayır,
öyle değil şöyle olsun" diyememesinin altında bu da yatabilir. Şimdi,
düşünün, Irak'ta bir cephenin açılmasının Türkiye'ye yükleyeceği ekonomik
zararı... Türkiye'nin, Körfez Savaşından bu yana 45 milyar dolara yakın zararı
vardır, bunu da kimseye dinletememiştir. Bütün heyetler, gittikleri
toplantılarda, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, müttefiklerine,
hiç kimseye anlatamamıştır. Türkiye'ye karşı çok sembolik yardımlarla
geçiştirilmiştir. Türkiye, bu sayede, âdeta, çıkmaz bir sokağa dönmüştür. Doğu
ve güneydoğuda, Suriye'yle, Irak'la, İran'la, Ermenistan'la bütün sınırları
kapalı bir ülkenin düşünün nasıl bir çıkmaz sokağa girdiğini. Çıkmaz sokakta
dükkân açmazsınız, çıkmaz sokakta işyeri açmazsınız. Bütün bu ekonomik yükler
bundan gelmiştir. Şimdi, sonunun nereye varacağı belli olmayan böyle bir
gelişme Türkiye'yi çok yakından tehdit edecektir. Değerli arkadaşlar, başka bir nokta da,
nedense, hepimizin gözünden kaçmaktadır. Âdeta, Çeçenistan tamamen
unutulmuştur. Şimdi, herkes, kendi teröristinin başını ezsin zihniyeti
içerisinde, kimin terörist, kimin terörist olmadığı ayrılmadan, herkes,
fırsattan istifade, peşine düşmüştür. Unutmayın ki, Çeçenistan'da sadece
gerillalarla savaşılmadı; 250 000 tane gerilla yoktu Çeçenistan'da veyahut da,
Rusya'nın tabiriyle terörist yoktu. Çeçenistan'da 250 000 kişi ölmüştür,
Grozni'de 40 000 kişi ölmüştür; sivildir bunlar. Terörden de öteyedir, toplu
katliamdır âdeta. Şimdi, büyük bir pragmatizm içerisinde bunları, dünya, yok
göremez. Eğer, bunları yok görürseniz, o zaman, o gün aldanırsınız. Başka bir gelişme, yine, şudur ki; bu
sayede, dün yapılan hatalar, Taliban'a karşı dün yapılan hatalar bugün de
yapılmaktadır. Bölgenin otoriter, diktatör rejimlerinde "aman, bugün bana
yardım et, ben seni burada sağlamlaştırayım" zihniyeti de vardır. Bunlarla
barış gelmez dünyaya. Barışın gelebilmesi için, gerçekten, her insanın hakkının
eşit olduğunu bilmemiz gerekir. Hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın, hangi dinden
olursa olsun, hangi ırktan olursa olsun, herkesin insan hakları standartlarının
aynı olduğunu kabul etmeniz gerekir; bunu yapmazsanız, üç sene önce
desteklediğiniz rejimi, bugün yıkmak için uluslararası destek ortaya çıkarmaya
çalışırsınız. Değerli arkadaşlar, şimdi, karşımızda bir
Başbakanlık tezkeresi vardır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere
gönderilmesi için, hükümet, Yüce Meclisten izin istemektedir. Şimdi, pazartesi gününü hatırlayın.
Pazartesi günü akşamı sayın hükümet, takdir edilecek bir davranış içerisinde,
parti başkanlarını Başbakanlığa davet etmiş ve olup bitenler hakkında bilgi
vermek istemiştir ve burada da, parti başkanları, zihinlerindeki çeşitli
soruları yöneltmişlerdir; ama, şu bir gerçektir ki, çok fazla bir bilginin
olmadığı, aslında, kamuoyunda söylenilenlerden öteye, gazetelerin yazıp
çizdiğinden de öteye, hükümetin elinde çok fazla bir bilginin olmadığı da
ortaya çıkmıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız... ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Başkanım,
toparlayacağım... Arkadaşlarımızın naklettiğine göre, o gün,
hükümetin asker göndermeyle ilgili bir izin talebi de olmamıştır; hatta, böyle
bir şeyin şu anda düşünülmediği dolaylı bir şekilde de ifade edilmiştir. Hemen
arkasından, Bakanlar Kurulunda, Bakanlar Kurulu kararı çıkarılmak için imza
toplanılmaya başlanmıştır. Dün, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip gelmediği
de tartışmalı olan tezkere, nihayet, bugün gelmiştir. Değerli arkadaşlar, eğer şuna inansak ki,
yarın, Ortaasya'nın dizaynında Türkiye aktif bir rol alacak, Türkiye çok
dinamik bir rol alacak, Türkiye orada yeni çizilmesi muhtemel olan haritalarda
aktif olacak, bunu anlayışla karşılayabilirdik; ama, bırakın uluslararası
krizi, Türkiye, üç senedir kendi krizini yönetemeyen bir hükümetle karşı
karşıyadır. Kendi krizini yönetemeyen, kendi krizini kontrol edemeyen bir
hükümetin uluslararası krizi yönetebilmesi veyahut da takip edebilmesini biz
mümkün görmüyoruz. Yine, tezkerede ortaya konulan şu ki:
"Kapsamı, sınırı, zamanı ve süresi hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme
karşı başlatılan sürekli özgürlük operasyonu çerçevesinde Silahlı Kuvvetlerin
yabancı ülkeye gönderilmesi..." Kapsamı, sınırı ve zamanı, süresi
belirsiz. Böyle bir yetkiyi almak, aslında, hükümet için de tehlikelidir;
çünkü, bu işin nereye gideceğini hükümet de bilmiyor; samimî olarak bilmiyor.
Böyle, samimî olarak nereye gittiği bilinmeyen bir hareket karşısında, böyle
bir yetkinin peşinen alınmasını mahzurlu buluyoruz. Ayrıca, Anayasanın da buna
tam yetki vermediği kanaati bizde hâkim; çünkü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
temel fonksiyonlarından biri, âdeta, bir çarşaf liste gibi bir çarşaf yetkiye
devredilmektedir. Kapsamı iyice bilinmiş olsaydı, sınırları çok iyice bilinmiş
olsaydı, Bosna'da, Kosova'da olduğu gibi, polis gücü mü yapacak, nerede
duracak, ne kadar olacak, nereye yerleştirilecek, bütün bunlar hakkında bir
bilgi olsaydı, belki farklı düşünülebilirdi... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, süreyi biraz daha
uzatayım. Lütfen... İkinci süreyi de bitirdiniz. ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Başkan,
bitiriyorum. Değerli arkadaşlar, biz, tabiî ki halkı
yönlendireceğiz, halka liderlik yapacağız; ama, başka bir görevimiz de, halkın
düşüncelerini de yansıtmamız gerekir. Bu konuda yapılan kamuoyu anketlerine
baktığınızda, iki bağımsız kuruluştan biri olan KONDA'nın anketinde, Türk
Halkının yüzde 71'i böyle bir olayı şu anda tasvip etmiyor. İkincisi de, yine
bağımsız bir kuruluş olan ANAR'ın anketinde de Türk Halkının yüzde 86'sı böyle
bir olayı yanlış buluyor. Bizler de bu sorumluluğu taşıyoruz ve bu kadar geniş,
kapsamı belli olmayan, sınırı belli olmayan, süresi belli olmayan bir
yurtdışına Türk Silahlı Kuvvetlerinin gönderilmesini uygun bulmuyoruz. Hepinize saygılar sunuyorum. (AKP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol
Parti Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Suat Çağlayan'da. Diğer gruplardan şu ana kadar söz isteyen
olmadı efendim; sayın gruplardan, konuşma talep eden tezkere almadım. Buyurun efendim. (DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA B. SUAT ÇAĞLAYAN (İzmir) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına söz
aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 11 Eylül günü büyük bir acı yaşadı dünya.
Terör, Amerika Birleşik Devletlerini vurdu. Başta, Amerika ve Avrupa olmak
üzere, tüm dünya ülkelerinin, o ülkelerde yaşayan insanların, âdeta, kanı
çekildi bizde olduğu gibi. Vurulan ülke Amerika Birleşik Devletleriydi.
Avrupalıların aksine, terörden neler çektiğimizi bilen, bize destek veren,
küçük oynamalar dışında hak veren, dost bir ülke Amerika Birleşik Devletleri.
Türkiye, terör döneminde Amerika Birleşik Devletlerinden gördüğü anlayışı, ne
yazık ki, ne Avrupa ülkelerinden ne de NATO müttefiki olan ülkelerden gördü. Bu
acılı gününde, doğal olarak, Amerika Birleşik Devletlerinin yanındayız. Şimdi, terör odaklarına ve terör
destekçilerine yönelik uzun ve acılı bir savaşım başlamış bulunmaktadır. Bir
yanda, kendi canına kıyacak derecede koşullanmış insan kılığındaki robotlar;
diğer yanda, insanlığı bu robotların dehşetinden korumaya çalışan uygar bir
dünya. Bir yanda, hiçbir harcama yapmadan, beyin yıkayarak katil robotlar
yetiştiren örgütler; diğer yanda, bu terörü önlemek için en pahalı
teknolojilere harcanan milyarlarca dolar! Sağduyu sahibi tüm ülkeler, dünya
tarihinde ilk kez, terörizme karşı bir araya geliyor. Dünya, bugünün acısı
kadar, yarının korkusunu da duyuyor içinde. Artık, terörizme karşı yeni bir
savunma ve güvenlik kavramından söz edilmekte. Şimdiye kadar geliştirilen savaş
stratejileri, hep, bilinen ya da önceden kestirilebilen düşmana yönelik olarak
hazırlandı, bu amaçla ordular beslendi. Elbette ki, ülkeler, savunmaları için
ordular besleyecek ve savaş senaryoları hazırlayacaktır; ama, bundan böyle, en
büyük tehdit, ortak düşman olan terörizmden gelecektir. Elbette ki, dünya
dengesinde önemli görevler yapan büyük askerî paktlar var olmaya devam
edecektir; ancak, terörizm karşısında, terörizm tehdidi karşısında, hem yeni
organizasyonlar gerekecek hem de, eski, büyük paktlara yeni işlevler
kazandırılacaktır. Bugünden sonra, devletler, bireylere inen
bir antiterör modelini yaşama geçirmek zorunda kalacaklardır ve toplumda
herkesin, terör konusunda bir asker kadar bilgili, bir istihbaratçı kadar
uyanık olması gerekecektir. Teröre karşı başlayan bu savaşta başarı için,
öncelikle sabır, sonra kararlılık ve çok önemli olarak da kaynak gerekmektedir
ve yine, başarı için, ulusal düzeyde dayanışma ve işbirliğine gereksinim
vardır. Sayın milletvekilleri, kıt olanaklarla,
onbeş yıl, bölücü teröre karşı başarılı bir savaşım veren bir ülkeyiz. Bu
savaşımda çok deneyim kazandık; kazandık da, 30 000 can ve 100 milyar dolar
yitirdik. Bugünkü iç ve dışborç yükümüzün altında, işte bu 100 milyar dolar
yatmaktadır. Terörle savaşımda kazandığımız deneyimi,
bugün, ülkemize yönelik terörü destekleyenlerle paylaşacak kadar olgun bir
milletiz. Gelinen noktada, bazı gerçeklerin, Avrupalı dostlarımız tarafından
anlaşılmış olmasını diliyoruz. En azından, terörizmin sınıflandırılmayacağını
ve terörizmin hiçbir gerekçesinin olamayacağını Batılı dostlarımızın kavramış
olmalarını diliyoruz. Eğer gerçekten anlamışlarsa, yarıya indirilen
bayrakların, tutmuş göründükleri yasların bir anlam taşıdığı anlaşılacaktır. Sayın milletvekilleri, hükümetimiz,
serinkanlılıkla; fakat, kararlılıkla, hem uluslararası anlaşmaların ve hem de
büyük ulus olmanın kendine yüklediği sorumlulukla hareket etmektedir ve
geçmişte yaşanan aceleciliği göstermeden, ulusal çıkarlarımızı dengeli bir
politikayla koruma yolunu seçmiş bulunmaktadır. Yıllardır, çağdışı bir
yönetimin baskısı altında yaşayan yoksul Afgan Halkının ve o iri gözlü Afgan
çocuklarının zarar görmemesi için Başbakanımız büyük çaba göstermekte ve
uyarılarda bulunmaktadır. Aynı duyarlılığın Amerika Birleşik Devletleri tarafından
da paylaşıldığı bilinmektedir. Başlatılan harekâtın sınırlı kalmayacağı,
terörizmi ve teröristleri destekleyen, barındıran ve besleyen tüm odaklara
karşı yaygınlaştırılacağı anlaşılmaktadır. Bu noktada, kaygı duyduğumuz bir konuyu
dile getirmek istiyorum. Bazı odaklar, Amerika Birleşik Devletlerinin terörizm
konusundaki duyarlılığını fırsat bilip, onu kışkırtarak, amaçlarını
gerçekleştirme çabası göstermektedirler; bu konu çok önemlidir. Özellikle,
Irak'ın durumu değerlendirilirken, bu olasılık mutlaka göz önünde tutulmalıdır.
İnandırıcı kanıtlar olmaksızın, terörizme destek veriyor kışkırtmasıyla Amerika
Birleşik Devletlerinin Irak üzerinde zaten var olan tepkisini artırmaya
çalışmak, ülkemiz açısından son derece olumsuz koşullar yaratabilecektir.
Dostumuz Amerika Birleşik Devletlerinin, Irak'la geçmişte yaşanan olayları
yarım kalmış hesap olarak değerlendirmeyeceğinin, terörist eylemlerle ilintisi
olduğunu gösteren kesin kanıtlar olmaksızın, farklı amaçlarla yapılan
provokasyonları, eğer varsa, yarım kalmış hesaba gerekçe olarak
kullanmayacağının inancı içindeyiz. Ayrıca, böylesine bir müdahalenin, Irak
konusunda çok duyarlı olan birçok doğu ve batı ülkesini rahatsız ederek, terör
konusunda yakalanmış olan global konsensüse zarar vereceği inancındayız. Sayın milletvekilleri, bölge ve dünya
barışı açısından bazı büyük olumsuzlukların olumlu sonuçlarının olabileceği
bilinmektedir. Bu bağlamda, bu büyük terör olayından sonra yaşanacak değişim
dönemi -ki, o değişim döneminin zaten yaşanması bekleniyor büyük ölçüde-
sonrası, uluslararası ilişkilerin yeniden yapılanmasına ve bazı düşmanlıkların
azalmasına, yumuşamasına yol açabilecek bir dönem geleceğine inanıyoruz. Bu
yeni dönemde, Irak'ın, terörizm karşısında kesin tavır alması, Amerika Birleşik
Devletleriyle ilişkilerini yumuşatabilecek ve eğer varsa, yarım kalmış
hesapların kapatılmasını kolaylaştırabilecektir. Altını çizmek istediğim bir başka konu da
şudur: Batı ülkelerin dile getirmeye başladığı yeni savunma modelleri konusunda
çok dikkatli olmak zorundayız. NATO gibi, varolan güçlü güvenlik
organizasyonlarına yeni işlevler vermek ve yeni açılımlar kazandırmak çok
doğaldır; ancak, ne gerekçeyle olursa olsun, hiçbir yenilik, ülkemizin
etkinliğini azaltmamalıdır. Gerek bulunduğu coğrafyanın verdiği stratejik
avantajlar nedeniyle gerekse terörizm potansiyeli taşıyan bir bölgenin tam
ortasında bulunması nedeniyle, terörizm konusundaki yeniden yapılanmada,
ülkemizin kilit rolü görmezlikten gelinmemelidir. Sayın milletvekilleri, terörizmden çekmiş
bir ülke olarak, teröristi ve terörü ortadan kaldıracak her hareketin içinde
olmamız çok doğaldır. Bugüne dek, uluslararası anlaşmalardan doğan
sorumluluklarımızı nasıl yerine getirmişsek, bugünden sonra da, ülkemizin
çıkarlarını gözardı etmeksizin, aynı davranış içinde olacağız. Demokratik Sol Parti Grubu olarak,
hükümetimizin arkasındayız. 11 Eylül sonrasında ülke çıkarlarıyla uluslararası
sorumluluklarımızı çok iyi dengeleyen, sorumluluğunu çok iyi bilen
hükümetimize, istediği yetkinin verilmesini istiyoruz ve sizlere saygılarımızı
sunuyoruz. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına,
Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Şandır; buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar) MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Muhterem Heyetinizi, şahsım ve Grubum
adına, saygılarımla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği
gibi, Amerika Birleşik Devletleri, 7 Ekimde, terörizme karşı "Sürekli Özgürlük
Operasyonu" adıyla Afganistan'da savaşı başlatmıştır. NATO Anlaşmasının 5
inci maddesi gereği, Türkiye, operasyona katkıda bulunmaya davet edilmiştir ve
katkı yapılması bir genel kabul olarak ifade edilmektedir. Hükümetimiz, Türkiye Büyük Millet
Meclisinden ve toplumumuzdan, halkımızdan, Türk Milletinden destek ve yetki
istemektedir. Bugünkü müzakere konumuz budur; ancak, terör ve operasyonla
ilgili görüşlerimi ifade etmeden önce, bir hususu dikkatlerinize sunmak
istiyorum: Değerli milletvekilleri, yaklaşık bir
aydan bu yana, Türk toplumu -televizyonlar, gazeteler ve tüm konuşmacılar
tarafından- terörle, operasyonla ve savaşla ilgili yoğun bir propaganda altında
tutulmaktadır. Ben, bunun, doğru ve faydalı olmadığına inanıyorum. Çok derin,
detay bir inceleme yapmadım; ama, gördüğüm kadarıyla Batı televizyonları ve
Amerika Birleşik Devletlerinin kendi televizyonları toplumlarını bu hadiseyle
bu kadar meşgul etmemektedirler. Görüyoruz ki, televizyonlarımızın birçoğu,
toplumu, 15 dakikalık haber bültenleriyle, yorumlarla, görüntülerle,
senaryolarla yoğun bir şekilde bu meseleye konsantre etmeye çalışıyorlar.
Bence, toplum psikolojisi açısından böyle bir yaklaşım doğru değil. Bunu, tüm
Türk toplumunun, özellikle medyamızın hassasiyetlerine arz etmek istiyorum. Müzakere konumuzun sebepleri ve muhtemel
sonuçları üzerinde şu ana kadar burada çok güzel konuşmalar oldu. Demin ifade
ettiğim gibi, televizyonlarımızda da birçok strateji uzmanı, çok detayda, çok
varsayımlı, çok ihtimalli birtakım yorumlar yapmaktadırlar. Ben, konuşmamda,
daha çok, terör konusunda ve hükümetimizin istediği bu destek ve yetki
konusunda Grubumuzun temennilerini ve tavsiyelerini ifade etmek istiyorum.
Hassasiyetlerimizi ve kanaatlerimizi, hem Türk toplumuna hem sayın
hükümetimizin dikkatine hem de uluslararası camianın dikkatlerine sunmak
istiyorum. Değerli milletvekilleri, 11 Eylülde
Amerika Birleşik Devletlerinde meydana gelen, binlerce masum insanın ölümüne
neden olan terörist saldırılar, terörü, bir anda, dünyanın bir numaralı gündemi
haline getirmiştir. Bizim yıllardır muhatap olduğumuz, acı çektiğimiz, şikâyet
ettiğimiz, ancak, yeterince taraftar bulamadığımız terör olgusu bu defa korkunç
yüzünü Amerika Birleşik Devletlerinde göstermiştir. Bu saldırı da göstermiştir
ki, terörist saldırıların ulaşacağı bir üst sınır yoktur, bir sınırlama yoktur
ve hiç kimse, hiçbir devlet teröre karşı korunmuş değildir. Saldırıda 80
ülkeden 6 000 insan ha-yatını kaybetmiştir. Bir defa daha Amerika Birleşik
Devletleri vatandaşlarına başsağlığı diliyorum. Terör, insanlığın birlikte oluşturduğu
evrensel değerleri yok etmeyi hedef almıştır; sonuçları itibariyle üçüncü dünya
savaşı özelliği taşıyan ve dünya barışını tehdit eden temel bir faktör haline
gelmiştir. Terör, bir yandan, ülkelerin kurulu düzenlerine, öte yandan,
uluslararası düzene itiraz edenlerin ortak silahı haline gelmiştir. Birbiriyle
hiç ilgisi olmasa da, tüm terörist faaliyetler, sonuçta, insanlığın oluşturduğu
medeniyeti ve medeniyetin değerlerini insafsızca hedeflemektedir. Bu bakımdan,
biz ifade ediyoruz ki, amacı ne olursa olsun,
kaynağı ne olursa olsun, boyutu ne olursa olsun, metodu ne olursa olsun,
kimliği ve ülkesi ne olursa olsun, terör, tüm insanlığın ortak tavır alması
gereken bir olgu olarak dünya gündemine gelip oturmuştur. Geldiğimiz noktada
uluslararası camia birçok politika ve kabullerini gözden geçirmeli,
yanlışlarını görmeli, yeni politika ve anlayışları benimsemelidir. Bu bağlamda,
terör, yeniden tanımlanmalıdır; terörle mücadelede yeniden bir sistem
kurulmalıdır. Terör, hiçbir sebeple hoş görülmemeli, hiçbir değerin
mücadelesinde terörün kullanılmasına müsaade edilmemelidir. Terör, iç
politikada ve uluslararası politikada bir araç olarak kullanılmamalıdır. Terör,
siyaseten desteklenmemelidir; insanların bireysel olarak özgürlük ve hak
taleplerinde, toplumların özerklik ve egemenlik taleplerinde bir araç olarak
kullanılmamalı, kullanılmasına destek verilmemelidir. Terör, barış, huzur,
refah ve gelişmenin, medeniyetin, demokrasinin düşmanıdır, hasta ruhların
eseridir. Terörde insan mutluluğu yoktur, insanın değeri terörde yoktur.
Dolayısıyla, terörü destekleyenlerin unutmaması gereken temel husus budur. Gün
olur, bir gün terörü destekleyenler terörün sıcak ateşini alınlarında
hissederler. Terörü hep birlikte lanetleyelim, terörü küresel boyutta
lanetleyelim. Terörün tanımlanmasında, lanetlenmesinde, mücadelesinde Türkiye
öncü bir rol üstlenmelidir; çünkü, terörle savaş Türkiye'nin savaşıdır,
terörden en çok zarar gören ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Türkiye, terörle mücadele içinde
boğuşarak, geçen yüzyılı kaybetmiştir. Sanayileşmemizin, modernleşmemizin,
çağdaş demokratik bir yapıya kavuşmamızın önünü terörle kesmişlerdir. Sağ-sol
kavgasıyla 1970-1980 arasını kaybettik, bölücü terörle 1980-2000 arasını
kaybettik, binlerce insanımızın canına mal oldu, milyarlarca dolarlık
kaynaklarımızı tükettik, toplumsal bütünlüğümüzü parçaladılar; ekonomik, siyasî
istikrarsızlıklar yaşadık; krizden krize, seçimden seçime sürüklendik. Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar gibi terör
üreten bu coğrafyanın ortasında, ülke ve millet bütünlüğümüzü koruyabilmek,
sürekli koruyabilmek, terörle mücadelede Türkiye'nin küresel bir misyon
yüklenmesi mecburiyetini önümüze getirmektedir. Terörle yapılan her savaşı
Türkiye desteklemelidir. Dünyaya terörü Türkiye anlatmalıdır. Türkiye, terörle
mücadelede ortaya konulan küresel iradenin dışında kalmamalıdır, kalamaz da.
Türkiye, terörün kontrolünde olan ülkelere, terörü destekleyen ülkelere,
terörist ülkelere karşı, medenî ülkelerin cephesinde yerini almalıdır. Türkiye, Afganistan operasyonunun,
Hıristiyan Batı ile Müslüman Doğu çatışması olarak anlaşılmasına engel
olmalıdır. Türkiye, teröre karşı medenî ülkeler
cephesinde, ikna ettiği İslam ülkeleriyle, bölge ülkeleriyle birlikte yer
almalıdır. Türkiye, Müslüman sivil halkın zarar
görmemesi için, uluslararası camiadan talepte bulunmalıdır, şart ortaya
koymalıdır. Türkiye, savaş sonrasında, terörle
mücadele sonrasında, geleceğin tanziminde misyon üstlenmelidir; bunu talep
etmelidir. Türkiye, savaş sonrasının savaş öncesinde
konuşulmasını istemelidir. Türkiye, siyasî coğrafyanın kendisine
yüklediği misyona sahip çıkmalıdır. Terör üreten şartların coğrafyası ile Batı
arasında, Türkiye, bir geçiş noktasındadır. Taşıdığı riskleri Batı'ya
anlatmalıdır. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliğinin stratejik ortağı
olan Türkiye'nin Batı'ya karşı sorumlulukları vardır; ancak, coğrafyasının
kendisine dikte ettirdiği riskleri de Batı'ya doğru anlatmalıdır, ifade
etmelidir. Türkiye'nin kalkınmışlığı, güçlülüğü, istikrarı, iç bütünlüğü,
Türkiye kadar Batı'yı da ilgilendirmektedir; bu sebeple, bunu, Batı'ya
hatırlatmalıdır. Türkiye, Batı'nın önüne şu tercihleri
birlikte koymalıdır: Terörle boğuşan bir Türkiye mi Batı için daha iyidir?..
Terörist ihraç eden bir Türkiye mi Batı için daha iyidir?.. Teröre geçit, köprü
olan bir Türkiye mi, yoksa, Batı için teröre set çeken, terör üreten ülkeleri,
şartları, terör karşısında ikna edip medenî dünyaya kazandıran bir Türkiye mi
Batı için gereklidir?.. Bunu, Batı'ya anlatmalıyız, bu tercihleri Batı'nın
önüne koymalıyız. Türkiye'nin kalkınmasına ve istikrarına, Batı'dan bu anlamda
destek istemeliyiz. Terörle savaşta Türkiye'nin önemi ve
deneyimi öne çıkarılmalı, terörle mücadelede uluslararası bir sistem
geliştirilecekse, Türkiye, mutlaka, bunun içinde yer almalıdır. Avrupa güvenlik
ve savunma sisteminin içerisinde, Türkiye, merkezde ve karar verici konumda
görev üstlenmelidir, bunu talep etmelidir. Batı, en azından güvenlik noktasında
Türkiye'den vazgeçemez. Bunun idrakinde olarak, sorumluluk ve fonksiyon
üstlenmeliyiz. Türkiye, bölgenin temsilcisi olarak Batı ile Batı'nın temsilcisi
olarak da bölge ülkeleriyle konuşmalı, bölgesel işbirliğini sağlamalıdır.
Türkiye'nin, Avrupa Birliği açısından bu konudaki önemi öne çıkarılmalı,
günümüzde güvenliğin en önemli konu olduğu, Avrupa güvenliğinin Türkiyesiz
olamayacağı, bu vesileyle, ortaklarımıza, dostlarımıza, müttefiklerimize
anlatılmalıdır. Türkiye, terörle mücadeleye Batı yanında
katılmalıdır. Bunun alternatifi yoktur. Bunun için ne yapması gerekiyorsa onu
yapmalıdır; ancak, şu hususlara da dikkat etmelidir diye düşünüyoruz: Son terörist saldırı göstermiştir ki,
Batı'nın refah ve huzuru ile Türkiye'yi de içine alan kendi siyasî coğrafyası
arasında, riskler ve tehditler bakımından hayatî bir ilişki bulunmaktadır. Bu
coğrafyada güvenilecek en önemli aktör, dost, faktör Türkiye'dir. Türkiye'nin
istikrarı ve kalkınmışlığı tüm Batı için önemlidir; bu, hatırlatılmalıdır. Amerika Birleşik Devletlerinin bölgeye
yönelişlerindeki sertlik, Türkiye'yi olumsuz yönde etkilememeli, Türkiye'yi
bölgesinde sıkıntıya sokmamalıdır. Türkiye, yeni oluşacak Batı güvenlik
sistemleri içerisinde, mutlaka, karar ve merkezde yerini almalıdır; bu, talep
edilmelidir. Avrupa Birliği, son olayı doğru
yorumlayarak, İslama dönük bakış açısını gözden geçirmeli, sağduyulu bir
yaklaşımla, farklı din ve uygarlıkların getireceği yumuşamayı sağlamalıdır. Bu
noktada, Türkiye'nin çok önemli bir fonksiyon ifa edeceğini Batı'ya
hatırlatmalıyız. Bu sebeple, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girişi
çabuklaştırılmalıdır; bu, Batı'dan talep edilmelidir. Türkiye, yıllardır
söylediği; fakat, Batılı dostları tarafından anlaşılmayan veya anlaşılmak istenmeyen
terör konusundaki haklılığının tescilini, elde ettiği bu konum dolayısıyla
yeniden hatırlatmalıdır. Tüm bu hususlar dikkate alınarak, Amerika
Birleşik Devletleri ve NATO etrafında oluşan terörle küresel boyuttaki mücadele
mutabakatına Türkiye katılmalıdır, mutlaka katılmalıdır. Amerika Birleşik
Devletleri Başkanının operasyon başlangıcında ortaya koyduğu hedeflere bağlı
kalınmasını istemeliyiz. Usame Bin Ladin, El-Kaide Örgütü ve Taliban
yönetiminin terörün sebebi olarak ortaya konulup, bunların bertaraf edilmesi
hedefinin dışında, Sayın Bush'un çok yönlü, çok kapsamlı ve sürekli bir
savaştan bahsetmesinin Türkiye'ye getireceği risklerin, belirsizliklerin
dikkatinde olmalıyız, hesabını mutlaka yapmalıyız. Bölge ülkelerinin itirazları
dikkate alınmalıdır. Biz, bu coğrafyada yaşıyoruz. Tarihimizin ve bu
coğrafyanın müktesebinin bize yüklediği misyonun idrakinde, bu coğrafyanın
insanlarıyla, ülkeleriyle işbirliği halinde, terörle mücadelede Batı
ittifakının yanında yer almalıyız. Türkiye, büyük devlettir değerli
milletvekilleri. Türkiye, büyük devlet olmanın gereğini, her defasında olduğu
gibi, bu defa da yerine getirmelidir. Türkiye, misyonu gereği, uluslararası
sorumlulukları doğrultusunda gereğini yapmalıdır. Müttefiklerimizin,
Türkiye'nin terörle mücadelesinde gösterdikleri yanlışlığı Türkiye
göstermemelidir. Tüm bu sebeplerle, hükümetimizin
Meclisimizden talep ettiği desteği ve yetkiyi, hükümetimize vermek
durumundayız. Çok önemli bir olayla karşı karşıyayız; bu olay karşısında,
Türkiye, kenarda duramaz. Arz ettiğim gibi, tarihinin ve
coğrafyasının kendisine yüklediği misyon doğrultusunda ve tarihte yaşadığı acı
tecrübeler, acı hatıralar ışığında, terörle mücadelede, Türkiye, dostlarının,
uluslararası sorumluluklarının kendisinden beklediği tavrı göstermek
mecburiyetindedir. Bunun, bugün ne olacağını, yarınki gelişmeler doğrultusunda
hangi şekli alacağını bugünden bilebilmek mümkün değildir. Hükümetimiz, ülkemizin gerçeklerini de
dikkate alarak, ülkenin menfaatlarını ve çıkarlarını mutlak gözeterek,
belirsizliklerin ülkeye risk yüklemesini mutlaka önleyerek, Meclisimizden
destek ve yetki istemektedir. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak,
hükümetimizin bu talebine "evet" diyeceğiz. Bu duygularımla, Muhterem Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Adı Mehmet
Şandır, açıklaması da MHP için bir şandır! BAŞKAN - Sesiniz buraya kadar geldi
efendim; ben, Mehmet Şandır Beye iletirim. Efendim, şimdi, söz sırası Saadet
Partisinde. Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç,
buyurun. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün, burada,
tarihî bir gün yaşıyoruz. Son on yılın, belki de, en önemli kararlarından
birini vermek üzereyiz. Vakit, artık, ne 1990'lardır, konuştuğumuz, ne klasik
anlamda bir saldırı veya işgal olayıdır ne de bilinen ölçülerde yürütülen ve
eldeki müesseselerle çözülebilecek bir olaydır. Şu anda, biz, yepyeni bir
olayla karşı karşıyayız. Yeni ve etken çözümler üretmek durumundayız. Yeni milenyumun ilk yılında, dünya,
inanılmaz zor bir terör olayıyla karşı karşıya kaldı. Bu dev boyuttaki terör
olayı,11 Eylülde New York, Washington ve Pennsylvania'yı vurdu. Bu olayı, tüm
kalbimizle, tüm gücümüzle lanetliyoruz, telin ediyoruz; bu terörün kurbanları
ve onların aileleri için gözyaşı döküyoruz, ağlıyoruz. Terör, hiçbir şekilde ve hiçbir yerde ve
kimin tarafından yapılırsa yapılsın, kabul olunamaz. Artık, terör, tüm insanlık
için en büyük tehlikelerden birisi olarak listenin başına yerleşmiş durumdadır.
Terörün sınırı, rengi, dinî yoktur; asla ve asla müsamaha edilemez; çünkü,
bugün bana, yarın sanadır; bunu, hepimizin hatırlaması, bilmesi gerekir. Evet, bizler, Türkler, her zaman ahde vefa
göstermişizdir, doğru olanı yapmışızdır, mazlumun yanında yer almışızdır. İşte,
bugün, yine, bu yüce makamda, böylesine büyük bir soruya cevap vereceğiz, böyle
bir soruya ve doğruya doğru adım atacağız. İşte, bu noktada hemen ifade
etmeliyim ki, böyle bir toplantı için, zaten geç kalınmış bulunmaktadır.
Dünyayı sarsan bu müthiş olay 11 Eylülde olmuştur, bugün, 10 Ekimdir; 28-29
gündür neredeydik arkadaşlar?! (SP sıralarından alkışlar) Milletin, 65 milyon kişinin temsilcisi
olan bizler, bu Yüce Millet Meclisi, gelişmeler hakkındaki bilgileri, neden,
niçin medyadan öğrenmek zorunda kaldık; neden, burada, özel bir toplantı
yaparak, hükümetten dinlemedik? Burada bir fikirbirliği oluşturulmalıydı, bir
konsensüs, bir fikir alışverişi; ondan sonra, belki, yine bugün
toplanabilirdik; ama, bir hazırlık gerekirdi; bunu, niçin yapmadık?.. Bugün, burada, bir tezkere müzakeresi
yapılıyor; hükümet, Meclisten yetki istiyor. Bu Meclisi toplamak şimdi mi
akıllarına geldi?! Neden, olaylar, bir tek defa dahi olsa, usulüne göre
yapılmaz?! Şimdi, Meclis olarak hepimize çok önemli görevler düşmektedir;
bunları, hiçbir parti gözetmeden, hiçbir fark gözetmeden, halkımız için,
milletimiz için, vatanımız için yapmalıyız. İşte, buradaki kararı, bu büyük
ulusu düşünerek vermeliyiz ve onun için en doğrusu neyse o kararı vermeliyiz;
çünkü, bugün, bütün millet, ekranları ba-şında bizleri seyrediyor ve
vereceğimiz karar, sadece bizleri değil, gelecek nesilleri de etkileyecektir. O halde, şu sualleri soruyorum: Tam olarak Türkiye'den ne istenilmiştir;
bunu, biliyor muyuz; herhangi biriniz, kesin olarak bana söyleyebilir mi? Bu, bir NATO harekâtı mıdır; yoksa,
Amerika-İngiltere müşterek harekâtı mıdır; bunu biliyor muyuz, bir netlik
kazanmış mıdır? Çünkü, şartlar farklı olacaktır. Şu ana kadar, hükümetimizin ABD'ye
yollamış olduğu mektupta vaat edilen şeyler nelerdir? Bunu, gazetelerden
okuduk; fakat, benim hatırladığım kadarıyla, gazetelerde çıkan bu bilgide bir
asker gönderme vaadi yoktur; o halde, bu vaat nereden çıkmıştır? Peki, NATO harekâtı haline gelince bu olay
-hâlâ, şu anda bir NATO harekâtı değildir, onun üstünü vurguluyorum- o zaman,
diğer hangi ülkeler asker yollayacaktır? Sadece biz mi, sadece Amerika mı,
yoksa, Amerika'ya gelene kadar başkaları da var mı; varsa, kimlerdir? Şimdi, tekrarlıyorum: Hepimiz teröre
karşıyız, ona karşı savaşa katılacağız, desteğimiz olacak; fakat, iyice
hesaplanmadan verilen sözler tehlikelidir. O halde, müsaadenizle, ben, size, çok kısa
bir şekilde, Kuzey İttifakından bahsetmek istiyorum. Bugün, herkes, bir
Dostum'dan bahsediyor, bir Kuzey İttifakına mutlaka destek vermemizden
bahsediyor. Arkadaşlar, Dostum, yıllardır, Ankara'da,
İstanbul'da yaşamış bir arkadaştır. Yani, bugün, oraya gidip, Taliban'a karşı,
mücahitlere karşı veya Afganistan'ın zor şartları altında çarpışacak herhangi
bir gücün başına geçecek ne tecrübesi ne deneyimi ne de pratiği olan bir
insandır; ama, bir sembol olarak buradan oraya yollanmıştır. Dostum'un kim olduğu iyice
araştırılmalıdır; çünkü, bugünlerde yayınlanan Human Rights Watch'ta, Dostum
aleyhinde ve onun geçmişi hakkında neler yazıldığını okumanızı rica ederim.
Binlerce, milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuş eski bir komünist liderdir.
Pek eskilerden bahsetmeyelim... Fakat, neye güvenerek, hangi kriterle ölçerek
böyle bir insanın arkasında desteğimizi veriyoruz?.. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) -
Nereden biliyorsun?! OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - Bakın,
şimdi, olayda bir tehlike daha var, bir tehlike daha var; onu bilip, o şekilde
düşünüp karar vereceksiniz... AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) - Hiçbir bilgiyle
konuşmuyorsun!.. Söylediklerin tamamen iftira!.. Tamamen iftira!.. (SP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim... OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - Bugün,
Kuzey İttifakına... AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) - Söylediklerinin
hepsi iftira... BAŞKAN - Bir dakika efendim... İstirham
ederim... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) -
Nereden biliyorsun?!. OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) -
Efendim, araştırma yaptım, öyle geldim huzurunuza, saygıdeğer huzurunuza... BAŞKAN - Bırakın efendim hatibi... Herkes
istediği gibi konuştu efendim... Bırakın, dinleyelim. Nereden biliyor?.. Öğrenmiş... Buyurun Hanımefendi. OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - Sağ
olun efendim. Efendim, üstelik de görevimdir; bu işin,
profesörüyüm. BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım efendim;
siz, Genel Kurula hitap edin. OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) -
Efendim, İttifakı destekleyenler kimlerdir; odur mühim olan. Bizi ilgilendiren
odur sayın arkadaşım. Bu İttifakı destekleyen en büyük güç, İran'dır. Arkadaşlar, tekrar ediyorum; bu ittifakı
meydana getiren grupları desteleyen en büyük güç, İran'dır, Rusya'dır ve
Hindistan'dır. Şimdi, bu üçgene bakarak Türkiye'nin çıkarını düşünün. Biz, Bakü-Ceyhan Yumurtalık şeklinde,
yıllarca, burada, neredeyse kavgalar ettik. Eğer, bu iştirak, bu ittifak
başarılı olursa, biz, bu hayali unutmak zorundayız. Hangi çıkardan bahsediyoruz
arkadaşlar; bizim çıkarmızdan mı, bizim millî çıkarlarımızdan mı, yoksa,
bilmeden, heyecanına ka-pılıp, Dostum Türk asıllıdır gibi bir düşünceye
kapılarak verdiğimiz karara mı? Orada Özbekler var, Tacikler var, Türkmenler
var... Olabilir; fakat, bunlar, bugün, Afganistan'ın ancak yüzde 10'unu kontrol
edebilecek durumdadırlar. Şu anda yüzde 90'ı elinde tutan grubu nasıl idare
edecekler, hangi grupları idare edecekler? İşte, Türkiye, bizim gibi büyük geçmişi
olan bir devlet, bunları bilmek zorundadır. Buradaki bütün milletvekilleri,
sadece bir anlık olaya değil, önümüzdeki yirmibeş yıla, elli yıla bakarak,
çocuklarımız için, gelecek nesiller için karar vermek zorundayız. Bir başka sual: Taliban'dan sonra ne
olacak? Taliban mutlaka silinecek, belki de silinmesi gerekir; o, konumuz
değil; fakat, ondan sonra bir krallık mı gelecek? Bugün bir krallık mı
istiyoruz; yani, bu mücadeleyi, tekrar ortaçağa dönüş için mi yapıyoruz? Peki,
o değilse, kim gelecek? O zaman, bu şartlar altında bir tek şey
kalıyor; Pakistan'ın öne sürmüş olduğu, geniş katılımlı bir ortaklaşa hükümet
modeli. Hiç bunu konuştuk mu, hiç bunu tartıştık mı; hayır, belki ilk defa bu
konu açılıyor. Arkadaşlar, o halde, bir başka suali buna
bağlamak lazım. Biz, bu savaşı yaparken, halkın hissiyatına da önem vermeliyiz;
çünkü, milleti temsil ediyoruz. Halkımız bugün diyor ki: Tamam, teröre karşı
savaşacağım; fakat, aradaki masum halk ne olacak? O Afgan halkı ki... Bakın,
birkaç şey söyleyeyim; burada birçok değerli arkadaşım aynı şeyi tekrarladı;
biz bütün güçlüklerle İstiklal Savaşını verirken, o Afgan halkı, Pakistan
halkı, bizim yanımızda durabilmiştir. Karınca kararınca, ne varsa, ellerindeki
bileziği satıp, onun parasını bize yollamışlardır. Biz, şimdi hangi tarafta yer
alıyoruz?.. Atatürk'ün kurduğu devletten örnek alan bir Afganistan vardı, biz,
oraya hocalar yolladık, tıp doktorları yolladık, üniversiteler kurdurduk ve
şimdi, ona karşı, o, bize, sevgiyle, saygıyla, hayranlıkla bağlı olan halkı
ezmeye giden bir gücün karşısında veya yanında mı olacağız? Nerede olacağız?
İşte, biz, bu sualleri sormak durumundayız. Bizim vazifemiz bu; bunları
tartışacağız. Peki, biz, Saadet Partisi olarak, halkın
yanında, içerisinde, dediklerini dinleyen ve onları burada sizlere aksettirmek
isteyen bir grubuz. Eminim bugün sizler de gördünüz; ama, bir kere daha
tekrarlamakta yarar vardır diye söylüyorum, Konda'nın yaptığı bir kamuoyu
araştırması sonucunda, Türkiye'de çıkan sonuçlar, halktan, sokaktaki adamdan
gelen sonuçlar şöyle: Türkiye'nin savaşa karışmasına toplumun yüzde 71'i karşı,
yüzde 81'i diyor ki "terör savaşla bitirilmez." Peki, arkadaşlar, biz, kimin adına karar
veriyoruz? Biz, burada, ne yapıyoruz? Biz, halkı mı temsil ediyoruz? Eğer, onu
temsil ediyorsak, şu bilgilerin bize bir ışık tutması gerekmez mi; elbette,
gerekir; yoksa, bizim buradaki fonksiyonumuz ne olabilir?.. Bir başka noktaya gidiyorum. Dedim ki,
yeni bir çağdayız, yeni kavramlarla hareket etmek zorundayız. Bundan böyle,
mademki terörizm listenin başına yerleşti, bileceğimiz konu şu: Terörizm nedir?
Yeniden bunun ayarlanması, tanımlanması gerekir. Peki, terörizme yardım nedir, kimler
yapar? Bunlar da yapılmalı. Peki, bunları yaparken, hiç aklınıza geldi mi,
özgürlük savaşçıları ile terörizm arasındaki bağ ne kadardır? Yarın karşınıza
biri gelir de "şu grup teröristtir" derse ve bir de dönüp bakarsınız
ki, o grup özgürlük savaşçısıdır; o zaman, vicdanınız hangisi yönünde yer
alacaktır? Arkadaşlar, bugün, Rusya, son derece
akıllı bir politika gütmektedir. Bakın, Rusya, Amerika'nın şu andaki öfkesinden
ve üzüntüsünden faydalanarak diyor ki: "Çeçenistan'dakiler
teröristtir." Arkadaşlar, burada gece gündüz Çeçenistan'la
ilgili yaptığımız tartışmaları düşünün. Bundan 15 ay önce, bu hükümet, Türk
Hükümeti, özel bir uçak kiralayarak, bizleri, yani, Avrupa Konseyine üye olan
arkadaşları Avrupa Konseyine oylama için gönderdi. Konu neydi biliyor musunuz
arkadaşlar; Rusların yaptığı aşırı terör ve ezmeye ve insan hakları ihlaline
karşı Rusya'nın oylama hakkı kaldırılacaktı, Konseyden atılacaktı ve buradan
giden 9 milletvekili o farkı yarattı. Bizim ağırlığımızla Rusya birbuçuk yıl o
Konseyde yer alamadı. Şimdi Rusya, Amerika'yla işbirliği yaparak, dönüp
"bütün bu Çeçenler teröristtir" dediği zaman ne yapacağız arkadaşlar?
Bunu hiç düşündük mü, bunu hiç konuştuk mu, bunu hiç kale aldık mı? Bütün
bunlar çok önemlidir. (SP ve AKP sıralarından alkışlar) Arkadaşlar, Keşmir'de 52 yıldır bir
mücadele veriliyor; 52 yıldır, oradaki mücahitler kurtuluş için mücadele
ediyorlar. Oradaki kurtuluş mücadelesinin ve o problemin arkasında yatan,
İngiliz emperyalizmi ve Hindistan'dan çekilirken İngilizlerin yaratmış olduğu
bir kompleks durumdur. Yani, 52 yıldır ölen mücahitler, o İngiliz politikasının
ceremesini ödüyorlar. İşte ben onun için diyorum; bugünkü kararlarımız keşke
sadece bugüne ait olsa, bundan 25 yıl sonra, 50 yıl sonra, yine, yeni nesiller
bunun ceremesini çekmese. Ya Filistin'deki olaylar?.. Oradakiler
terörist mi, özgürlükçü mü, haklarını arayan mazlum halk mı? Hangi kategoriye
koyuyorsunuz? Ya Kıbrıs'ta olanlar?.. Bunların hepsini nasıl, ama nasıl
değerlendirmemiz icap ediyor?.. Şimdi dikkatle şu şekilde bakalım. Türkiye
20 yıldır terörle mücadele ediyor. Bu rakamları size tekrarlamama lüzum yok;
milyarlarca dolar kaybettik, 30 000 insan kaybettik; fakat, ondan öncesi de var
arkadaşlar; keşke, sadece bundan ibaret olsa. 1960'lardan itibaren, Kıbrıs'ta
Yunanlıların ve Rumların yürüttüğü EOKA terörüne kim bir şey diyebilir veyahut
da kim onları sorguluyor?! Ondan sonra gelen ASALA Ermeni terörünü kim
sorguluyor?! Ondan sonraki, tabiî, PKK terörünü... Peki, o zaman, oradaki, dünyadaki
hassasiyet ne olmuştu?! O zaman, Birleşmiş Milletlerin 51 inci maddesi niçin
işletilmeye konulmamıştı?! Neden, birçok müttefikimizin parlamentosunda bu
gruplara yer verilmişti, destek verilmişti, toplantı yapmalarına izin
verilmişti?! O zaman, bizim durumumuz neydi; yoksa, onlar bizim müttefikimiz
değil miydi, yoksa, bu, terör değil miydi de şimdi birdenbire oldu?! (SP ve AKP
sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, geçmişi hatırlatmak,
kimsenin yüzüne vurmak değildir maksat; ama, gerçekçi olmamız lazım; gerçeği
bilmek için de, hakikatleri doğru konuşmamız lazım. Güçlü vurulunca mı hak
aranmaya başlandı?! Güçlü vurulunca mı herkes sıraya girdi arkadaşlar?! (SP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Tekrarlıyorum, bütün bu buruk acılara
rağmen, tecrübelere rağmen, tekrar söylüyorum, teröre karşıyız, telin ediyoruz,
onunla mücadele edeceğiz ve işte, burada, hangi tip mücadele yapacağız, hangi
desteği vereceğiz; onun kararını vereceğiz. Şimdi, çok kısa bir hatırlatma yapmak
lazım. Kısa bir süre önce bize ne denildi: "Asker istemi yok." Bunu
hepimiz duyduk, hepimiz okuduk ve Sayın Başbakanımızın sözleriydi gazetelerde
çıkan... Arkasından, Büyük Millet Meclisinin açılışında Genelkurmay Başkanımız
dediler ki: "Kara harekâtı akıllıca bir olay değildir, katiyen
yapılmamalıdır." Haklıdır; çünkü, ben, size, derhal tarihten bir örnek
vereyim; 2 defa İngilizler, 1 defa Ruslar, çok büyük kara harekâtı yapmışlardır
ve mahvolmuşlardır Afganistan'da. Dolayısıyla, söylenilen şeyler doğrudur. O halde, bir başka sual: Kanıtlar nedir ve
buna, biz, ikna olunduk mu? Sayın Başbakanımız, bunu gördü mü, ikna olundu mu?
İşte, mesele orada. Burada bir küçük parantez açmak istiyorum:
Bütün dünya başkanlarına Sayın Bush, telefonla haber verirken, Türkiye'ye kim
haber verdi arkadaşlar; bunu bilmek istiyorum; daha doğrusu, biliyorum da,
üzüntümü ifade etmek istiyorum. (SP ve AKP sıralarından alkışlar) "Kanıtlar gösterildi" denildi;
ama, nasıl ifade edildi biliyor musunuz: "Amerika için inandırıcıysa,
bizim için de inandırıcıdır." Arkadaşlar, bizim aklımıza ne olmuş, Yüce Meclise
ne olmuş, niçin biz de ikna olunmuyoruz bu konuda?! (SP ve AKP sıralarından
alkışlar) Her ülkenin kendi imkânları vardır, kendi politik stratejisi vardır,
kendi çıkarları doğrultusunda karar verme yetkisi vardır; işte, biz, kendi
doğrultumuzda, kendi çıkarlarımız için, milletimiz için, vatanımız için doğru
olan kararları vereceğiz, başkalarının bize empoze ettiği kararları değil. Halk, "asker yollamayalım"
diyor; işte, siz de duydunuz. Bu arada hatırlatmakta fayda vardır; Avrupa
Birliğine dahil ülkeler ilk onbeş gün içinde büyük bir çoğunlukla dediler ki:
"Stratejik yardım yapacağız, lojistik yardım yapacağız; asker
vermeyeceğiz." Şu anda birçok ülke, yine, ortada konuşuyor; ama, hâlâ
asker veren yok. Fakat, bu arada ne oluyor biliyor musunuz: İngiltere ve
Amerika, çeşitli uçak gemilerini ve uçakları kullanıyor, onlardan boşalan
yerlere lojistik kuvvet gönderiliyor. Kim gönderiyor; İtalya. Kim gönderiyor;
Fransa ve birkaç Avrupa ülkesi. Bize ne oluyor veya onlara bu lojistik destek
verme hakkı veriliyor, bize verilmiyor mu veya -şu hatırlatmayı yapmadan
geçemeyeceğim- biz, İncirlik'se İncirlik'i açtık, o noktaya tekrar geleceğim;
fakat, bakın, yine, gazetelerde -eminim, siz de okumuşsunuzdur- deniliyor ki:
"Gece boyunca İncirlik Üssünde pist ışıkları hiç sönmedi. Yalnız, Türk
personel ise, operasyonun başlamasıyla birlikte izinli sayıldı." İşte
arkadaşlar, bunu da düşünmenizi istiyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun efendim. OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - Sağ olun
Başkanım. Peki, bu arada, Türkiye'den net olarak ne
istendi? İncirlik'se, zaten açtık; istihbarat paylaşmasıysa, zaten yaptık;
fazla tahlil yapmadan da Kuzey İttifakına destek verdik; ama, şimdi
düşünmeliyiz: Yeni bir talep var mı, talep nedir, yoksa bizler durumdan vazife
mi çıkarıyoruz? Şimdi geleceğe dönelim. Bizim vazifemiz
geleceğe yöneliktir. Yarına hazırlanmamız... Coğrafyada nasıl değişiklikler
olacak? Afganistan bölünecek mi? Biz bunu destekleyecek miyiz? Eğer bu
bölünmeyi orada desteklersek, kendimize bazı sualler sormamız gerekmez mi? Bunu
yapabilir miyiz, yapmalı mıyız? Peki, bu olay olduktan sonra Hindistan
Pakistan'a ne yapacaktır? Keşmir ne olacaktır? "Savaş uzun sürecek"
deniliyor; ne kadardır? Ben diyorum ki, savaşın süresi belli de olsa, miktarı
belli de olsa, biz asker gönderilmesine karşıyız arkadaşlar (SP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Savaş dağılacak; yarın Irak'a, sonra
Yemen'e, sonra Afrika'ya... Oralara da mı gideceğiz, oralarda da mı savaşacağız
ve niçin?! İşte bunu düşünmek zorundayız. "Terörü destekleyenler de
cezalandırılacak" denildi, hatırlıyor musunuz? O halde -çok hızlı
okuyorum- Güney Kıbrıs'ta karapara aklayan ve Sırpları destekleyen paravan
şirketler ve Güney Kıbrıs da cezalandırılacak mı? PKK kamplarına yer veren
Güney Kıbrıs ve Yunanistan da cezalandırılacak mı? (SP sıralarından alkışlar)
İsrail'de Filistinlilere karşı yürütülen terör... Onlar da cezalandırılacak mı?
1947'den beri Birleşmiş Milletlerin 69, Güvenlik Konseyinin 29 kararını hiçe
sayan gruplara da terör muamelesi yapılacak mı? (SP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Çeçenistan'daki durum ne olacak? Rusya,
bundan sonra, orada yaptıklarından dolayı, o zavallı Çeçenleri tanklar
arkasında sürüklemekten dolayı onlara kimse sual soracak mı? Bosna-Hersek'te
bir günde Srebrenica Kentinde 6 000 Boşnak erkeğini öldürenlerden de hesap
sorulacak mı arkadaşlar? (SP sıralarından alkışlar) Dünya medyasına sıkı bir ambargo konulmuş,
oradaki felaketleri görmüyoruz; yalnız, ben, bugün, ayağı kopmuş küçük bir kızı
gördüm, elimde olmadan ağladım. Evet, terör lanettir; ama, hepsi lanettir. Şu
anda ABD'de ölen masum insanlar için de ağlıyoruz, Filistin'de ölen küçük
Muhammet için de ağlıyoruz, Bosna'da ölen binlerce Viladalar için de ağlıyoruz,
Çeçenistan'daki özgürlükçüler için de ağlıyoruz; fakat, bu arada, bu
mücadelemizi yürütürken, halkımız için doğru olanın ne olduğunu tespit ederek
karar vermek istiyoruz. Sonuç olarak, sizi saygıyla selamlamadan,
Saadet Partisi olarak tezkereye katılmadığımızı bildirir, hürmetler sunarım
efendim. (SP ve AKP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akgönenç. Şimdi söz sırası Doğru Yol Partisi
Grubunda. Buyurun Sayın Çiller. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) -
Değerli milletvekilleri ve bugün bizleri izleyen aziz vatandaşlarımız; hepinizi
sevgiyle ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. Öyle gözüküyor ki, yeni bir bin yılın yeni
bir mücadelesi, yeni bir savaşı, kimisine göre bir dünya savaşı, kimisine göre
bir koalisyon, kimisine göre uzun soluklu bir mücadele gündemde. Böyle bir
ortamda, biz, hemen, bunu iyi bildiğimizi hatırlıyoruz. Biz bu mücadeleyi
yaptık. Bu terör mücadelesini yıllarca, bir savaş, bir mücadele, bir koalisyon
şeklinde tanımlamadan dünyaya da elimizi uzatarak bakın, bu bir terördür, bunun
yanında olmayın, bunları beslemeyin diyerek ve NATO'nun 5 inci maddesini
çalıştırın, bunun gereğini ortaya hep birlikte koyalım diyerek yaşadık.
Dolayısıyla, biz bunu tanıyoruz, bu mücadeleyi tanıyoruz; ancak, bu mücadelenin
başladığı ilk günlerden itibaren bir şeye işaret ettik: Bütün dünya, bu olayı,
radikal İslamın terörü olarak yorumladı. Bırakın İslamı, radikal İslamın dahi
terörü olmaz, ırkı olmaz ve bunun böyle algılanması yanlıştır; ancak, bunu
ifade edebilecek bir ülke vardı, tarihî sorumlulukla karşı karşıya olan o ülke
Türkiye idi; çünkü, Türkiye, yüzde 99'u Müslüman, NATO'da üye, Avrupa Birliğine
adımını atmış ve Avrupa Birliğine adımını atmakla kalmamış, gümrük birliğine
girmiş, o mekanizmanın parçası olmuş ve hem laik hem de ülkesinin yüzde 99'u
Müslüman bir ülke. Çıkıp, bir ülke eğer NATO'da terörü
anlatacaksa, eğer bir ülke vardıysa, terörü Avrupa Birliğine anlatacaksa; bir
ülke vardıysa eğer, evet, biz Müslümanız, başımız dik; ama teröre karşıyız,
yıllarca bunun mücadelesini yaptık diyecek bir ülke vardıysa ve bütün dünyaya,
bunu kendi geçmişiyle anlatacak bir geçmişe, tarihe sahip bir ülke vardıysa o
bizdik; ama, bütün dünya, üzülerek söylüyorum ki, NATO'da Putin'i gördü; Avrupa
Birliğinde, Putin'i, terör mücadelesini anlatırken, onun haklılığını anlatırken
gördü. Eğer buralarda Türkiye yoktuysa, eğer bu boşluğu Rusya doldurduysa, daha
da önemlisi, eğer bu mücadeleye omuz veren Kazakistan, omuz veren Özbekistan,
Rusya'nın inisiyatifiyle bu koalisyonun içinde yer aldıysa, bunun adına kararlı
ve bir büyük devlete yakışan bir dışpolitika demek mümkün değildir. (DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Kimileri, dünyayı, bir medeniyetler
çatışmasına itmeye çalışıyor; bunun içinde teröristlerin ta kendileri var; kimileri
de, bir büyük haksızlıkla, halen, dünyanın sokaklarında, kamu vicdanı ve kamu
aklı olarak terör ile radikal İslamı bağdaştırıyor; bu, tehlikeli bir gelişme. Ve, yine, eğer bir ülke vardıysa evrensel
hukuk içinde ve suçun bireyselliğini öne çıkararak, toplumların suçlu
olmayacağını ifade edebilecek ve o çerçevede, Afganistan'daki masum insanların
da içinde ve yanında olarak, onlara, bütün dünya nezdinde kucak açacak ve
müttefiklerini de bu doğrultuda uyaracak "bu masum insanlar eğer yara
alırsa, koalisyon yara alır" diyebilecek bir ülke vardıysa, o,
Türkiye'ydi. İşaret ettik; defalarca işaret ettik ve
dedik ki: Bakın, yapılacak şeyler var; çok şey var. Gelin, Türkiye, inisiyatif
alsın. Sürüklenen değil, böyle, mahcup, biraz özürlü, ne dediği de tam belli
olmayan bir dışpolitika değil, inisiyatif alan, öne geçen, bir büyük devlet
gibi ve tarihî sorumluluğunu müdrik bir çizgi çizsin. Dedik ki: En azından,
Türkiye, ilk başta, şu önlemlerle ve şu destekle çıkabilir... 1920'lerden beri,
Atatürk'ün talimatıyla, en üst düzeydeki generallerin bu doğrultudaki eğitim
seferberliğiyle Afgan Ordusunu, Türkiye eğitmiş; 1960'lara kadar devam etmiş;
1960 ile 1990 arasında, Rusya ve komünist etkisini görüyoruz; ama, sonra,
tekrar, bu gelenek devam etmiş ve Özbek olan General Dostum ve çevresini
Türkiye iyi bilir. Oradaki eğitim, 1990 başlarında, yine, o gelenek
çerçevesinde devam etmiş. Dedik ki, gelin, bakın, o, Kuzey
İttifakının on unsuru vardır, birbirleriyle çekişme içindedirler; gelin, bunun
içinde ve bunu, bir koordine eden konuma ve bir eğitim veren bir konuma Türkiye
gelsin, bunu evvelce yapmıştır ve dedik ki, bunlarla, müttefikler arasında bir
köprü oluştursun, koordinasyonu gündeme getirsin, inisiyatif alsın. Dışpolitika, denge meselesidir, bir yerde
inisiyatif alacaksınız, destek vereceksiniz ve açık olacaksınız, net
olacaksınız; terörün karşısında mısınız, değil misiniz; karşınızdaki düşman
terör mü, değil mi; ikna oldunuz mu, olmadınız mı; hakikaten bu böyle mi, değil
mi? Değil dünya kamuoyunu, kendi kamuoyunu dahi sürükleyemeyen bir dışpolitika.
Evet, gördük ki, bir özürlü ve mahcup
çizgi, on gün, acaba mektup yazalım mı, yazmayalım mıyı tartıştı (DYP
sıralarından alkışlar) ve o çizgi, üzülerek görüyoruz ki, yetmedi, burada, bir
ay boyunca, acaba Sayın Başbakan, 20 dakika olsun, şu Meclisi, şu milleti
aydınlatacak bir konuşmayı veya bir metni okumayı ne zaman yapacak; ha okudu ha
okuyacak! (DYP sıralarından alkışlar) O yetmedi, bir tezkere, ha geldi ha
gelecek ve böyle bir çizgide, bütün dünya gördü ki, bütün devletler,
Fransa'dan, Almanya'dan, Rusya'dan, herkes, masum insanların öldürülmesini
kınarken ve en üst düzeyde Amerika'da temsil edilirken, Türkiye, ithal ettiği,
atanmış bir bakanını para istemek üzere Amerika'ya yolladı (DYP sıralarından
alkışlar) ve onu da alamadı ve nihayet, bugün, bütün bu çizgide, aman asker mi,
sakın ha; savaş mı, aman ha, bana hiçbir şey söylemeyin, aman aman!"
diyenler, daha dün "biz, Türkiye'yi maceraya atmayız" derken bunu ima
edenler, bugün geldiler, hem de sınırsız yetkiyi bu Meclisten istemektedirler. Değerli arkadaşlarım, dışpolitika dengeler
meselesidir, strateji meselesidir. Türkiye'nin jeopolitik konumu, bu ortamda
yetmez, jeostratejik bir yaklaşım Türkiye'nin dışpolitikasının altyapısını
örmek mecburiyetinde. Peki, mademki orada olacağız veya bu nedenle en azından
bir altyapı isteniyor, o zaman strateji nedir? Taliban gitti diyelim, bu rejim
gitti, bunu neyle ikame edeceksiniz; bunu biliyor musunuz? Orada Özbekler var,
orada Türkmenler var, Tacikler var; bunların sayısı öyle az falan değil, 7-8
milyonla, bu azınlıklar, daha doğrusu bu etnik gruplar temsil ediliyor. Bunlar
ne türlü kucaklanacak; bunlar olacak mı, olmayacak mı? Ve daha da önemlisi,
orada bir yeni dünya düzeni kurgulanıyor; o kurgunun içinde nerede? Görülüyor
ki, bütün o çevredeki doğal yeraltı kaynakları, Afganistan üzerinden, Pakistan
üzerinden denize iniyor; bunun en azından Bakü-Ceyhan için bir etkisi var;
bunun karşısındaki strateji nedir, ne yapıldı, ne yapılmak isteniyor? Bununla da yetmiyor, Irak diyoruz, aman
Irak'a, aman Ortadoğu'ya gelinmesin; doğrudur. Peki, Irak ve o civarda,
Türkiye'nin sınırlarında PKK terörüne ilişkin ne yapıldı; bunun tanıtılmasına,
bir terör olarak tanıtılmasına ilişkin ne yapıldı? Bu örgütler, halen
Avrupa'da. 5 inci madde çerçevesinde terörün tanımı gerek. Bu terörün
tanımında, coğrafyalararası bir ayırım yapmadan, terörü gerçekten tanımlayan,
PKK'yı da bunun içine alan, bütün terörleri bunun içine alan bir strateji
nerede, hangi sonuç alındı, bunun için ne yapıldı? Bütün bunlar belirli değil
ve daha da önemlisi, yarın istemediğiniz bir ortamda ve kontrol edemediğiniz
bir ortamda Ortadoğu'ya gelirse bu iş, Filistin, bir anda bir lokal mesele olmaktan,
bütün Müslüman ülkelerin ve İslam dünyasının meselesi olmasına doğru giderken
hangi stratejiyi düşünüyorsunuz? Ne yapacaksınız? Orada, İsrail ile Filistin
arasındaki arabuluculukta daha etkin bir rol oynamayı düşünüyor musunuz? Yoksa,
düşünmüyor musunuz? Neden öyle veya neden böyle?.. Ve Irak'taki toprak
bütünlüğü için hangi strateji güdülüyor, hangi altyapı yapıldı? Bunların
hiçbirisine ilişkin, hiçbir bilgiyi, hiçbir oturumda alamadık. O kadar endişe
ettik ki, dedik ki, acaba bildiğiniz bir şeyler var da saklanıyor mu, bir
gizlilik mi var; bir gizli oturum mu gerekli? Dediler ki: "Hayır, biz ne
biliyorsak zaten söylüyoruz." Peki, nedir o size verilen belgeler, o
belgelerde hakikaten ikna oldunuz mu? Terör mü bu? Bir bağlantı var mı Bin
Ladin'le? "Eh, biz bilmeyiz, onlar bilir." (DYP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlarım, bunun ötesinde,
görüyoruz ki, Kuzey Kıbrıs ve özellikle, bugün, Kıbrıs'ın meselesinin gündemde
olduğu bir ortamda, Güney Kıbrıs Rum kesimi, terörün finansal networkünü ve
finansal desteğini sağlayabilmiş bir coğrafyadır. Bugün, Almanya'da,
İngiltere'de, Amerika'da bütün bunlara el konuyor "unları barındıranlar
teröristin kendisi kadar suçludur" deniyor. Hangi stratejiyle bunu
anlattınız? Kime anlattınız? Ne dediniz? Ve bütün bunların ötesinde, Avrupa Birliği
için, işte, topyekûn kendi demokrasi standardımızı yükseltmek için Anayasayı
değiştirdik. Peki, bu Anayasa değişikliğinden sonra, Avrupa Birliğine aday
adayı olan, gümrük birliğine de tek bir ülke olarak, yükümlenmiş bir ülke
olarak, yegâne, milletinin ve vatandaşlarının yüzde 99'unun Müslüman olduğu bir
ülke olarak, böyle bir ortamda, Türkiye'nin yine bir müzakere sürecinden
dışlanmasının ne anlama geleceğini, kim, nereye, ne anlattı, ne söyledi? Evet,
bütün bunlarda hiçbir şey bilmiyoruz. Onlardan daha önemlisi ve bütün bunlardan
daha fazla milletimizi doğrudan ilgilendiren, asıl, gerçekten verilen savaştır.
Bugün ekonomi sıkıntıda... MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayenizde!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Dün, üzülerek
gördük ki, bir vatandaş, o barikatları aşmaya çalışarak, Başbakanlığın önüne
geliyor ve kendini yakmaya çalışıyor, kurtarılıyor. Daha bugün, Meclisin
damında, şu anda bir başka vatandaş isyan ediyor. (MHP sıralarından
"indirildi" sesleri) BAŞKAN - Dinleyin efendim, dinleyin. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Siz, sadece
Başbakanlığa giden bütün bu yolları kapatarak, bunu önlemek durumunda
olabiliyor musunuz? Gerçek sosyal patlama, gerçek savaş da bu. (DYP
sıralarından alkışlar) Buraya, Türkiye, bu savaş nedeniyle gelmedi; bunun için
ne yapacaksınız? Yüzde 11 -13 küçülen bir Türkiye, 1945'ten beri en hızlı
küçülen bir Türkiye, ne yapılacak bunun için? Üretim düşüyor, istihdam azalmış,
ihracat düşüyor, dolar 500 000-600 000 liradan, çıkmış 1 600 000 liraya, 1 700
000'e merdiven dayıyor; dünyanın birçok tarafında düşüyor, Türkiye'de yükseliyor;
ne yapacaksınız bu ortamda? Bir de, bu ortamda, bu yeni gelen konjonktür
Türkiye'yi tekrar etkileyecek. Bunların stratejileri neler, hazırlıkları neler?
Ne yapıyorsunuz; para istiyorsunuz. Şimdi
söyleyeyim: Türkiye'nin gelecek yılki ihtiyacı 26 milyar dolardır. Bakın, ne
dediysek doğru çıktı; 26 milyar dolardır. Bu savaş ortamında Hazine Bakanını
yollayıp, 5,5 milyar dolarlık erteleme istiyorsunuz, 7-8 milyar doları alsanız
dahi, Türkiye bugünkü gününü arayacaktır; çünkü 16 milyar dolardır Türkiye'nin kamu
açığı. 7-8 milyarı alınsa dahi... MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sen bunları
derken, vergi vermiyorsun... BAŞKAN - Dinleyin efendim, dinleyin,
dinleyin... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi,
Türkiye'nin dünyadaki görüntüsü nedir, size söyleyeyim. (DSP sıralarından
gürültüler) BAŞKAN - Efendim, hatip Genel Kurula
konuşuyor, niye kesiyorsunuz?. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Türkiye'nin
dünyadaki görüntüsü, maalesef, şudur: IMF'ye Türkiye gitti, elini açtı,
alamadı. Şimdi, bir inisiyatif alan Türkiye değil, sürüklenen, köşeye sıkışmış,
işte bunları alabilmek için, dün hayır dediğine bugün evet deme mecburiyetinde
bırakılmış bir Türkiye. Bir büyük Türkiye bunu hak etmemiştir değerli
milletvekilleri, hiçbir biçimde hak etmemiştir. (DYP sıralarından alkışlar) Bugün açın dünyadaki basını, açın bugünkü
Türkiye'nin basınının satır aralarını... Türkiye, bu hale düşürülecek bir ülke
değildi. MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Neden
paralarını Amerika'ya transfer ettin?! BAŞKAN - Lütfen efendim... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi demeyin ki,
bu mesele... Hiç kimse demesin ki, bu mesele savaştan dolayı oldu, terör
mücadelesine gireceğiz onun etkileri var. Bunların hepsi daha önce olmuştur.
Kaldı ki, işte bizim dönemimizde de terör mücadelesini finanse ettik, hem de en
zorlu zamanında finanse ettik. O dönemde, bir yandan terör mücadelesi, bir
yandan istikrar programı, bir yılda yüzde 8'e çıktı ve dünyaya el açarak 1
dolar dahi istemedik, 1 dolar dahi istemedik. (DYP sıralarından alkışlar)
Gelinen Türkiye bu çizgiyi arıyor... (DSP sıralarından gürültüler) Türkiye bu
çizgiyi arıyor... BAŞKAN - Lütfen efendim... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi gelinen
noktada açıktır ki, bir güven bunalımı var. Bu güven bunalımı, bu hükümete
duyulan bir güven bunalımıdır. Bu güven bunalımı, yönetimde, ekonomide ve son
günlerde özellikle dışpolitikada bırakılan bu açıklık, kararsızlık, âdeta
özürlü, mahcup, bilmeyen tavır, bir büyük Türkiye'ye yakışan bir tavır
değildir. Böyle bir hükümetin, böyle bir
çizgiden sonra, buraya gelerek, "ben sınırsız yetki istiyorum"
deme hakkı da yoktur. Bu, olsa olsa, Afganistan'la sınırlı olmalıydı, bu yetki
Afganistan'la sınırlı olmalıydı. Dahası var; bu yetkide, tezkerede istenen ve
atıfta bulunulan 117 nci madde başkomutanlık maddesidir. Şimdi, millet endişe
içinde; kim yapacak bu başkomutanlığı?! (DYP
sıralarından alkışlar) Kim, hangi hükümet, nerede, hangi çizgide, hangi
siyasetle olacak?! Burada, sadece 92 nci maddeye atıf yeterliydi. Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar büyük
eksiklikler, bütün bunlar, yanlışlar, eksiklikler ve bilgisizlikler; ancak, bir
başka gerçek daha var; Türkiye, bir büyük devlettir ve bütün dünyanın gözü
bugün bu Meclistedir. Dış politikada Türkiye'yi temsilde, bir büyük devlet,
büyük Türkiye, böyle bir ortamda, muhalefetiyle, iktidarıyla, bölünmeden, omuz
omuza ve dik durur. Bütün Türkiye, günlerdir, böyle bir duruşun özlemini
çekiyor, bu duruşun dış politikadaki yansımasını bekliyor. Bunların hiçbirini
bulmamış olabilir; bütün bunların eksikliği, işaret ettiklerimiz ve bütün
yanlışlar da vahimdir... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Bir dakika efendim... Efendim, size 10 dakika daha süre
veriyorum. Sayın Çiller şahsı adına da konuşuyor. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bitiriyorum
efendim. Ancak, biz, her şeye rağmen, Doğru Yol
Partisi olarak, bu, büyük devlet ve büyük Türkiye duruşunun gereği olarak -bu
hükümet bunu hak etmese de- Meclise gönderilen tezkerenin yanında olacağız ve
onu destekleyeceğiz. (DYP sıralarından alkışlar) Bu hükümet bunu hak etmemiş
olabilir ama, büyük Türkiye, bütün dünyanın gözünün üstünde olduğu bir ortamda
bunu hak etmektedir. Hepinize saygılarımı sunuyorum. (DYP
sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN - Efendim, gruplar adına konuşmalar
bitmiştir. Şahsı adına... ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Zaten maksat hâsıl
oldu Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, müsaade edin de biz
idare edelim şurasını; kime ne kadar süre verdiğimizi biliyoruz. Eğer, Sayın
Çiller uzatsaydı, şahsı adına istemiş olduğu söz hakkını verecektim. Şimdi,
diğer arkadaşların hakkını mı yiyeyim yani?! Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın
Mehmet Ali İrtemçelik; buyurun efendim. (DYP, AKP ve SP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Benden önce söz alan değerli konuşmacılar
da -hiç değilse bir kısmı- işaret ettiler. Hükümetimizin, 11 Eylülden bu yana
fevkalade kafası karışık bir performans sergilediği, bütün göstergelerin çok
açıklıkla ortaya koyduğu bir gerçektir. Sayın Ecevit Hükümeti, genel takatsizliği
içerisinde, Amerika Birleşik Devletlerinin maruz kaldığı terör saldırısı ve
bunun devreye sokacağı dinamikleri "bin türlü derdimiz varken, başımıza
bir de bu çıktı" bezgin tavrıyla karşılamış; meselenin önem ve cesametini,
neleri tetikleyebileceğini kavrayamamış ve daha ilk günden başlayarak... HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Düzgün konuş,
düzgün! MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Okumaya
takatiniz yok; hükümeti takatsizlikle suçluyorsunuz. (DYP, AKP ve SP
sıralarından gürültüler) MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Bugün
tarihî bir gün de, o yüzden, özellikle okumaya dikkat ediyorum. BAŞKAN - Bir dakika efendim... Efendim, niye müdahale ediyorsunuz?! MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Yardımcı
oluyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Bir dakika efendim... Hatip, Genel Kurula hitap ediyor.
Lütfen... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Devamlı
müdahale ediyorlar Sayın Başkan. BAŞKAN - Lütfen efendim... H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Müdahale
ediyorlar; söyleyecek lafları yok herhalde! MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Siz izin
verdiğiniz zaman başlayacağım Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurunuz Sayın İrtemçelik. MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla)-
İzninizle, baştan alıyorum. Sayın Ecevit hükümeti, genel takatsizliği
içerisinde (DYP, AKP ve SP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Amerika Birleşik
Devletlerinin maruz kaldığı terör saldırısı ve bunun devreye sokacağı dinamikleri
"bin türlü derdimiz varken, başımıza bir de bu çıktı" bezgin tavrıyla
karşılamış, meselenin önem ve cesametini, neleri tetikleyebileceğini
kavrayamamış ve daha ilk günden başlayarak, koskoca Türkiye'yi, rüzgârın
önündeki kuru yaprak konumuna sokmuştur. MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - O senin kendi
görüşün. (DYP, AKP ve SP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim, böyle müzakere etme
imkânımız kalmaz. Sayın İrtemçelik, zatıâlileriniz... MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - DSP'li
değerli arkadaşlarıma sormak istiyorum. Bunca konuşmacı arasında neden ben sizi
rahatsız ediyorum bu kadar? ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) - Çünkü, siz
provokasyon yapıyorsunuz. MAHMUT ERDİR (Eskişehir) -
Hüsnükuruntundan bahsediyorsun. BAŞKAN - Sayın İrtemçelik, lütfen, siz,
Genel Kurula hitap edin efendim. MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Özür
dilerim Sayın Başkan. Herkes, hem başsağlığı dilemek hem de
olaya ilişkin bulgular hakkında bilgi alıp, Bush yönetiminin atmayı tasarladığı
adımları öğrenmek, bunları ulusal çıkarları doğrultusunda etkileyebilmek
amacıyla Washington'a giderken, örneğin, Sayın Dışişleri Bakanımız, ancak
tebessümle karşılanabilecek bir tercihle, önce, çatışmaların zaten askıya
alınmış olduğu Ortadoğu'ya gitmeyi daha uygun addetmiştir. Küresel ölçekte bir paradigma
değişikliğine yol açacak, uluslararası ilişkiler sistematiğinin kurgusunu
değiştirebilecek; konumu, bünyesel özellikleri ve uluslararası irtibatları
nedeniyle Türkiyemizi bütün diğer ülkelerden daha fazla etkilemeye aday bir
sürece girildiği her işaretten açıkça belli olduğu halde, Sayın Başbakanın,
hâlâ, halkımıza hitap edip "ne oldu, olanlar ne anlama geliyor, doğması
olası sonuçlar nelerdir; girilen süreçte hükümetimizin Türkiye için almayı
öngördüğü tedbirler nelerdir, düşündüğü rol ve konum nedir" gibi sorulara
açıklık getirmemiş olması, hâlâ getirmemiş olması, hükümetin, ulusun
güvenliğini, ulusun kaderini ilgilendiren duyarlı bir konuda, milletimizi
ısrarla karanlıkta bırakmakta beis görmediği izleniminin doğup derinleşmiş
olması, kabul edilemez bir durumdur. Hükümetimizin ipin ucunu iyice
kaçırdığının elim bir örneği, bugünkü basınımızın sayfalarından sırıtmaktadır. MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Neyi kaçırmadı
ki!.. BAŞKAN - İstirham ederim... Lütfen
efendim... MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) -
Bilindiği üzere, Usame Bin Ladin, hasta ruhlu canilere özgü, ilkel bir gururla
eserini sahiplenmişken, Sayın Kutan'ın talihsiz kanıt talebine Sayın Dışişleri
Bakanımızın yanıtı "gelinen nokta, kanıtları sorgulama dönemini
aştı"; Sayın Başbakanımızın yanıtı -eğer basınımıza itibar edeceksek;
yoksa, özür diliyorum- ise "bize ulaşan çok net bir kanıt yok"
olmuştur. Bunun yanı sıra, ucu açık bir yetki
talebini içeren hükümet tezkeresi dün akşam Yüce Meclise intikal ettirilmişken,
bugün, bazı sayın hükümet üyeleri, yurtdışına asker göndermemizin bu aşamada
söz konusu olmadığını, olmayacağını ifade etmişlerdir. Sayın milletvekilleri,
bir kere, bu aşama nedir; ne kadardır? İkincisi, yabancı ülkelere asker
göndermemiz bu aşamada gerçekten söz konusu değilse, hele Meclis de tatilde
değil, yani, her an toplanabilir durumdayken, mütereddit bir telaşla önümüze
getirilen bu tezkereyi anlamlandırmanın iyiden iyiye güçleşeceği takdir
buyurulacaktır. Değerli arkadaşlarım, ulusun güvenliği ve
esenliği açısından, hükümetimizin bu tehlikeli derbederliği kabul olunamaz,
sineye çekilemez. Hükümetimizin, maalesef, artık, kimliğinin
ayrılmaz bir parçası haline gelen -bunları çok büyük üzüntüyle söylüyorum; ben,
bu hükümetin bir üyesiydim... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - O yüzden
böyle konuşuyorsun... MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - ...
maalesef, artık, kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelen zihnî savrukluğu,
aczi ve dirayetsizliğiyle, her kritik konuda olduğu gibi, bu büyük hadisede de,
meseleyi, bütün boyutlarıyla ve isabetle kavrayıp, gerçek ölçüleri ve muhtemel
sonuçlarıyla ortaya koyamamış, halkımızı, ne nedir noktasında zamanlıca
aydınlatmamış -hâlâ aydınlatmamış- ve bu suretle, kamuoyumuzun zihnini
karıştırmış olması da, bence, gündemimizdeki konunun, üzerinde durulması
gereken bir başka yönüdür. Yok yere yol açabileceği istenmeyecek
sonuçları hatırda tutarak, bunun, derhal vazgeçilmesi elzem bir hata olduğuna
burada bilhassa işaret etmek isterim. Terörden, gelişmelerin kültürlerarası bir
çatışmaya yol açabileceğinden, özellikle Müslüman toplumlarda oluşabilecek iç
istikrarsızlıklardan söz edilirken; olayların, çevremizdeki coğrafyalardan
başlayarak önemli hareketliliklere yol açmasının pek muhtemel olduğu
değerlendirilirken, Türkiye'nin, böylesine edilgen ve baştankara bir tutum
içinde olması, ulusal çıkarlarımıza da, İslamın karalanmasına izin vermemekten
başlayarak, ahlakî ve uluslararası yükümlülüklerimize de aykırıdır. Türkiye, henüz girilen ve uluslararası
ilişkiler düzeninde kalıcı etkiler oluşturacağı aşikâr sürecin seyircileri
arasında değil, şekillendiricileri arasında olmak durumundadır. Türkiyemiz,
tarihin ve çıkarlarının kendisine kuvvetle telkin ettiği bu önemli işlevi
taşıyacak birikim, güç ve özelliklere sahiptir; ancak, hemen eklemek gerekir
ki, bu, berrak bir ulusal bilinçle, azamî dikkatle ve ileri görüşlülükle
planlayıp oynamamız gereken, kartlarımızı elimizden hiç çıkarmadan, göğsümüzden
uzak tutmadan oynamamız gereken, ulusal bütünlüğümüzü her adımımızda daha da
bileyerek oynamamız gereken bir roldür. Terörizme karşı küresel ölçekte
uluslararası seferberlik anlayışıyla girilen ve eğer dünyayı kendimize cehennem
etmek istemiyorsak, o kanaldan taşmamasına herkesin azamî özen göstermekle
yükümlü olduğu yeni dönemde Türkiyemizin yeri, hiçbir ülkenin cebi değil, ancak
doğrunun yanıdır, uluslararası barış, güvenlik ve istikrarın yanıdır, uygar
değerlerin yanıdır, bu anlayışla verilmesi zorunluluğu doğan uluslararası
mücadelenin ön saflarıdır. ZEKİ EKER (Muş) - Başkan, süre bitti. BAŞKAN - Efendim, inkıtaı unuttunuz;
süreyi vereceğim. Sayın İrtemçelik, siz devam edin. MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizin, gelişmeleri partisel prizmalarının
kıskacından uzak durarak değerlendirmemiz gereken bugünlerde ve bu çerçeve
dahilinde ve bir ilk adım olarak, hem bugün için hem de gerek Afganistan'da
gerek bölgesel ölçekte gerek küresel ölçekte geleceğin şekillenmesine katkıda
bulunmak düşüncesiyle Afganistan'a askerî varlık göndermemiz, hükümetimize bu
sınır ve kapsamda yetki verilmesi, kanaatimce, son derece isabetli olacaktır.
Buna karşılık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, hele, maalesef, artık, ne
yaptığını bilmez durumdaki bu hükümete, onca belirsizlikle yüklü bir dönemde,
belirsiz coğrafyalara asker gönderme yetkisini peşinen devretmesini, boş
satırlarının hangi koşullarda nasıl doldurulacağını bugünden kestiremeyeceğimiz
bir açık kart vermesini, hem diplomatik açıdan fahiş bir taktik hata hem de
izleyebilecek sonuçları itibariyle fevkalade sakıncalı bir tedbirsizlik olarak
görürüm. (DYP sıralarından alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Bana 1
dakika izin verir misiniz Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, buyurun, siz devam edin. MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) -
Önümüzdeki talep reddedilmeli; hükümet, talebini, uygun sınır ve kapsamda ve bu
arada -Sayın Çiller de temas etti- yersiz yorumlara yol açmamak mülahazasıyla,
esasen emsal tezkerelerde yer aldığını hatırlamadığım 117 nci maddeye atıf
metin dışında bırakılarak yinelemelidir. Hükümet talebinde ısrarlı olacaksa,
talebim, Sayın Başkan, eğer mümkünse, tezkere üzerindeki oylamanın ad okunmak
suretiyle yapılmasıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
belirsizliklerle yüklü çok kritik günlerden geçiyoruz. Ulusun seçilmiş
temsilcileri olarak hepimiz ve her birimiz, tek tek, önce, olanları isabetle
teşhis ve tespit etmek, sonra da kanaatlerimizin cesaretiyle hareket etmekle
yükümlüyüz. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (DYP,
AKP ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İrtemçelik. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, buyurun; bir
arzunuz mu var efendim? YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım,
usulle ilgili bir hususu arz etmek istiyorum izninizle, bir cümleyle; bir daha
tekerrür etmemesi açısından. İçtüzüğümüzün 60 ıncı maddesi, söz alma
usulünü belirlemiştir. Bugünkü müzakere ettiğimiz tezkereyle ilgili olarak iki
sayın üyemiz kişisel söz talebinde bulunmuşlar. Halbuki, tezkereden
milletvekillerimiz haberdar değildi. BAŞKAN - Oldu. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Hayır efendim. BAŞKAN - Efendim, arz edeceğim. Siz
buyurun. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim,
tezkereden, milletvekillerimiz, burada okunmak suretiyle haberdar oldular.
Burada okunmadan önce söz verilmesi usule aykırıdır. Hep, Başkanlığımız, zaman
zaman, şu yola müracaat eder: "Efendim, geçmişte uygulaması vardır."
Geçmişteki hataları tekrar etme mecburiyetimiz yoktur; bundan sonra tekrar
edilmemesi, teamüle esas teşkil etmemesi için arz ettim. Bilgilerinize sunuyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Efendim, ancak, dün gece Türkiye Büyük
Millet Meclisine intikal etti, basıldı ve gruplara hemen tebliğ edildi Sayın
Başkanım. Gruplara tebliğ edildikten sonra, bütün milletvekillerinin haberi
oldu ve aynı usulle, daha evvel yapıldığı gibi... NEZİR AYDIN (Sakarya) - Ne alakası var?! BAŞKAN - Bir dakika efendim... Başkana
saygılı olun biraz. ...söz talebini Kanunlar ve Kararlar
Dairesi Başkanlığı verdi efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım,
bakınız, siz de çok iyi biliyorsunuz ki, bu söz talebi hakkı,
milletvekillerinin hakkıdır, grubun değil. Grubun hakkı ayrı. Gruba tezkerenin
gelmiş olması, milletvekillerine ulaşmış olması anlamını ifade etmez. Bundan
sonra tekrar edilmesin diye bir maruzatta bulundum. BAŞKAN - Ben, tabiî, grup da duyurdu diye
addetmiştim. Efendim, bu arada, hükümete söz vermeden evvel,
üç sayın milletvekili daha söz istemişti. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Bir dakika efendim... Zabıtlara
geçireyim. İstirham ederim. Afyon Milletvekili Sayın Gaffar Yakın,
Aydın Milletvekili Sayın Sema Pişkinsüt, İçel Milletvekili Sayın Ali Güngör. Şimdi, hükümet söz istemiş. Buyurun Sayın Başbakan. (DSP sıralarından
ayakta alkışlar) BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarla selamlarım. Bugün yapılan görüşmelerle ilgili olarak,
bunların sonuçlarıyla ilgili olarak kısaca vaktinizi alacağım, uzun
tutmayacağım. Şunu hatırlatmak isterim: Bazı muhalefet
sözcüleri, 11 Eylülden sonraki gelişmeler karşısında, hükümetimizin kararsız
davrandığını ileri sürdüler. Değerli arkadaşlarım, 11 Eylül olayı,
tarihin en büyük facialarından biridir ve bu faciaya hedef olan devlet de,
dünyanın en güçlü devleti olan Amerika Birleşik Devletleridir. Amerika Birleşik
Devletleri, bu olaya hazırlıksız yakalanmıştır. Hazırlıklı olması da mümkün değildi;
çünkü, akla hayale sığmayacak bir saldırı karşısında kalmışlardı. İki dünya
harbine de Amerika Birleşik Devletleri öncülük ettiği halde, kendi topraklarına
tek bir yabancı asker bile gelmemişti. Ona rağmen, 11 Eylül günü, Amerika
Birleşik Devletlerinin en büyük iki
kentinde bu olay oluyor, bu terör eylemi oluyor ve 2-3 dakika içinde koca
binalar yıkılıyor, 2-3 dakika içinde 6 000'in üstünde insan öldürülüyor.
Amerika Birleşik Devletlerinin böyle bir şeye hazırlıklı olması mümkün değildi.
Elbette, bunun üzerine nasıl bir strateji izleyeceği, terörizme karşı nasıl
mücadele edilmesini düşüneceği konusunda bir hazırlık aşamasından geçmesi
zorunluydu, kaçınılmazdı. Şimdi, Amerika, bir büyük terör
saldırısına uğramış, can kayıpları vermiş. O, henüz ne yapacağını açıklamadan,
bizim, onun yerine ortaya çıkıp, birtakım kararlar açıklamamız nasıl izah
edilebilirdi, bunu anlamak çok güç. (DSP sıralarından alkışlar) Mademki
terörizme karşı bir öncülük üstlenmiş bulunuyor, evvela Amerika Birleşik
Devletlerinin nasıl bir tavır alacağını gözlemlememiz gerekirdi; fakat, biz, bu
konuda, yine de en kararlı davranan devletlerden, ülkelerden biri olduk; çünkü,
o trajik olayın, facianın hemen arkasından, terörizme karşı vereceği mücadelede
Amerika Birleşik Devletlerinin yanında yer alacağımızı, hiçbir tereddüte mahal
bırakmayacak açıklıkla belirttik. (DSP sıralarından alkışlar) Bu, bizim, her
şeyden önce, Amerika Birleşik Devletlerine vefa borcumuzdu; çünkü, başka birçok
Batılı müttefikimiz terörizm karşısında bizi yalnız bırakırken, Amerika
Birleşik Devletleri bize destek olmuştu. Elbette, onun yanında yer almamız
doğaldı; fakat, bu yalnız bir vefa, bir borç değildi; bu, aynı zamanda,
Türkiye'yi terörizm belasından kurtarmak için büyük bir fırsatın
değerlendirilmesiydi. Dünyanın en güçlü devleti terörizme karşı savaş açıyor ve
onbeş yirmi yıl terörizmden büyük acılar çekmiş olan Türkiye de, elbette, bu
mücadelede Amerika Birleşik Devletlerinin yanında yer alacaktı. Peki, Amerika Birleşik Devletleri bizden
ne istedi; şu ana kadar hiçbir şey istemedi. Daha doğrusu... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Niye toplandık
Sayın Başbakan?!. BAŞKAN - Lütfen sayın milletvekili... BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) -
Efendim, şimdiye kadar, Amerika Birleşik Devletleri, havaalanlarımızın ulaşım
için kullanılması dışında, bunun gibi bazı istekler dışında, herhangi bir istek
aşamasına gelmedi; çünkü, süratle karar verilebilecek bir noktada değiliz, bir
konuyla ilgili değiliz; fakat, Amerika Birleşik Devletleriyle günü gününe
ilişkilerimiz sürüyor. Bugün de, bir generalimizin başkanlığında üç subaydan
oluşan bir heyet, irtibat görevi için, Amerika'nın teklifi, isteği üzerine,
Amerika Birleşik Devletlerine gitmiş bulunuyor. Bu arada, Amerika Birleşik Devletleri
henüz kararlarını açıklamadan önce, biz, kendi önerilerimizi kamuoyuna
açıklamaya, Amerika Birleşik Devletlerine iletmeye başladık. Örneğin, kuzey
ittifakını oluşturan güçlere askerî eğitim verebileceğimizi söyledik. Bunun
dışında, birtakım malzeme ihtiyaçlarını karşılayabileceğimizi, araç gereç
ihtiyaçlarını karşılayabileceğimizi belirttik ve bu mücadeleyi, Afganistan
topraklarında bir çağdışı rejime karşı verilen, bir terör örgütüne kucak açan
bir yönetime karşı verilen mücadeleyi sonuna kadar götürmesi gerektiğini
kararlılıkla ve açıklıkla belirttik. (DSP sıralarından alkışlar) O halde,
bizden daha ne isteniyor muhalefet tarafından?! MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başbakan,
Türkiye... BAŞKAN - Lütfen Sayın Bekâroğlu...
Lütfen.. Sayın Başbakan, buyurun. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Amerika
Birleşik Devletleri -tabiî, herkesi değil- bazı dost ve müttefiklerini, irtibat
için, Amerika Birleşik Devletlerine davet etti. Elbette, o irtibat subaylarının
da, generallerinin de katılacağı toplantılarda yeni değerlendirmeler yapılacak;
kimler Amerika Birleşik Devletlerine bu mücadelede yardımcı olabilir, nasıl
yardımcı olabilir, hangi devletler ne yapabilir, bunlar kararlaştırılacak; ama,
bunlar, bir günde karar verilecek hususlar değildi. Biz kimsenin gerisinde
kalmış değiliz; herkesten daha önce kararlılığımızı da ifade ettik ve
önerilerimizi de dile getirmeye başladık. Değerli milletvekili arkadaşlarım, şunları
da belirtmek isterim: Özellikle, Saadet Partisinin sözcüsü Sayın Oya
Akgönenç'in konuşmasının birçok yerini hayretle karşıladığımı belirtmek
isterim. Yıllardan beri Türkiye'ye dostluğunu göstermiş olan ve Türkiye'yle
yakından ilişki kuran General Dostum'a buradan hakaret edilmiş olmasını içime
sindiremediğimi, bunun üzüntüsünü, sıkıntısını belirtmek isterim. (DSP, MHP,
ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) Sayın Akgönenç bununla da kalmadı, Afgan
Halkının çağdışı bir rejimden kurtulabilmesi için önde gelen bir umut
durumundaki Kuzey İttifakını da yerle bir etti, onlara da hakaretlerde bulundu.
Bunu da büyük üzüntüyle karşıladım. Bu durumda, Vasiyet Partisinin...
(Gülüşmeler) Özür dilerim... Saadet Partisinin... O kadar çok parti isimleri
çıkıyor ki, hepsini akılda tutmak mümkün değil. (Gülüşmeler) Sayın Saadet Partisinin konuşması gösterdi
ki, aslında, bu parti, Saadet Partisi, bu Taliban rejimine karşı açık bir
vaziyet almayı içine sindiremiyor; bu, açıkça belli oldu. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar; Saadet Partisi sıralarından sıra kapaklarına vurmalar) BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen
efendim... MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Nereden
çıkarıyorsunuz?!. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, şunu da belirtmek isterim: Amarikan Büyükelçisi Sayın Pearson dün
yaptığı bir konuşmada, bazı konulara, basında özellikle tartışma konusu olan,
merak konusu olan konulara da açıklık getirdi; dedi ki: "Türkiye'den
askerî birlikler için herhangi bir resmî istekte bulunmuş değiliz." MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Gazeteler yazdı. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) -
"Yürümekte olan harekâttan da memnunuz. Bu harekâtı yürütmek için yeterli
birliklerimiz vardır; bu birlikler, görevlerini başarıyla yapıyorlar."
Amerikan Büyükelçisi, Washington'dan Ankara'ya gelip bunları söylüyor, bu
bilgileri veriyor; fakat, hâlâ, Türkiye'de bazı kimseler, ille, Amerika
Birleşik Devletleri, Türkiye'den asker istesin havasındalar; âdeta, bunu,
ısrarla telkin ediyorlar. Değerli milletvekilleri, bu konuda bu
kadar aceleci olmanın gereği yok. Bizim askerî katkımıza ihtiyaç olmadan; ama,
yine, başka yollardan geniş katkılarımızla, bir an önce, Afganistan'daki
olayların, harekâtın başarıyla sonuçlandırılmasını temenni ederim. Yine, bu vesileyle ve daha önce basında
çıkan haberler arasında, yazılar arasında, Sayın Büyükelçi, Irakla ilgili
olarak şunu söyledi: "Türk makamlarıyla Irak konusunda herhangi bir
görüşme yapmış değiliz." Yani, gerçek de budur. Şimdiye kadar, bu 11
Eylülden beri, Amerika Birleşik Devletleriyle hergün temas halindeyiz, ilişki
halindeyiz. Amerika Birleşik Devletleri, şu ana kadar Irak konusunu gündeme
getirmedi. T. RIZA GÜNERİ (Konya) - Bir saat kala
arar. BAŞKAN - Lütfen... Lütfen... BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Ama,
ısrarla, Türkiye'de bazı çevreler, bu konuyu iyi niyetle veya başka niyetlerle
gündeme getirmeye çalışıyorlar. Oysa, Türkiye'nin, bunu gündeme getirmekte
yararı olmadığı kanısındayım. Bazı sayın üyeler, sözcüler "bir
gizli oturum yapılmalıydı" diyorlar. Türkiye, saydamlık içinde bir
ülkedir. (SP ve AKP sıralarından "Oo" sesleri) Amerika Birleşik
Devletleri saydamlık içinde bir ülkedir. Amerika Birleşik Devletleri,
Kongresinde bir gizli oturuma ihtiyaç duymamışken, bizim, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde neden böyle bir ihtiyaç duyacaktık; bunu da bilemiyorum,
anlayamıyorum. (SP ve AKP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Lütfen efendim, lütfen... Lafın
nereye gittiğini görmeniz lazım. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın... BAŞKAN - Sayın Başbakan, bir dakika... Türkiye Cumhuriyet Başbakanı, başka hiç
kimseden izin almaz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar; SP sıralarından
"biz de öyle zannediyorduk" sesleri) Buyurun Sayın Başbakan. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi, bu toplantıdan sonra, bu
konudaki oylamalar bittikten sonra, gündemde, yine bugün, gensoru önergeleri
var. Ben, Sayın Tansu Çiller'i dinlerken, şu düşünceye kapıldım; acaba, Sayın
Tansu Çiller şimdiden gensoru görüşmelerini başlattı mı diye düşündüm. (DSP,
MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Neyse ki, Sayın Çiller, konuşmasının en
sonunda, şu toplantının gerçek gündemini hatırladı ve bir iki cümleyle de olsa,
o konuya da değindi. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gülüşmeler, alkışlar) Teşekkür ederim, kararınızın hayırlı
olmasını dilerim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başbakan. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Bir dakika efendim... İstirham
edeceğim... Bir dakika... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan,
Oya Hanımın söz talebi var. BAŞKAN - Müsaade eder misiniz Sayın
Hatiboğlu. Son üyeye söz vereyim, sonra sataşma
nedeniyle söz vereyim. Söz sırası, Afyon Milletvekili Sayın
Gaffar Yakın'da. Buyurun efendim. (DSP sıralarından
alkışlar) Süreniz 10 dakika. GAFFAR YAKIN (Afyon) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım. Şahsım adına,
Türkiye'nin, belki de son dönemlerin en kritik bir döneminden geçtiği, yol
ayırımında olduğu ve Türkiye'nin geleceğini belirleyecek böyle bir gündemle
toplanmış bir Mecliste, konuyla ilgili şahsî görüşlerimi belirtmek istiyorum. Bugün, Birinci Dünya Savaşı öncesi, İkinci
Dünya Savaşı öncesi veya bir Kore Savaşının öncesi nasıl kritik bir dönemse ve
geleceğine etki ettiyse, bugün, bu Meclisteki toplantımız da, Türkiye'nin
geleceğini çok büyük çapta belirleyecektir. Hatırlarsınız, geçen yıl, Amerikan
Başkanı Clinton, bu Parlamentoda görüşürken "21 inci Yüzyılın
belirlenmesinde bu Parlamentonun alacağı kararlar, 21 inci Yüzyılın hem bölgeyi
hem de dünyayı şekillendirmesine etki edecek" demişti. Evet, bugün, böyle
bir kararın arifesindeyiz. Bazı doğruları alt alta sıralamak
istiyorum. 11 Eylül tarihi, Amerikan tarihi açısından, Amerika Birleşik
Devletleri tarihi açısından, Osmanlı için İnebahtı neyse, bu saldırı da Amerika
Birleşik Devletleri için İnebahtı'dır; şok olmuşlardır, hazırlıksız
yakalanmışlardır. Terör kötüdür, terörü kınıyoruz. Kimse teröre arka çıkmıyor;
hele hele, Türk Milleti... Batılıların zaman zaman yaptığı gibi, kendi
düşmanlarına veya hasımlarına karşı terör uygularken iyi, kendilerine karşı
terör uygulandığında kötü tarzında iki yüzlü bir politikayı da, Türkiye
Cumhuriyeti olarak yapmıyoruz. Evet, terörün hiçbir dini, menşei olamaz;
Hıristiyanı veya Müslümanı veya bir başka şeyi olamaz. Bu tespitler de
doğrudur. Bizim terör, sizin terör de yoktur; her yerde terör terördür. Bu
anlayışlar, inşallah, bundan sonraki dünyada geçerli olur. Yani, Taliban olunca
NATO'yu harekete geçirip, ama, PKK terörü olunca Avrupa insan haklarını
Türkiye'nin önüne dikenler, şimdi utanmalıdırlar. (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlar, bir şeyin, her şeyden
önce biz farkına varmalıyız. O da, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve
Milletinin, bugünkü dünya düzeninde çok güçlü bir devlet ve millet olduğudur.
Bu yüzyılın belirleyici faktörü, biz farkında olsak da olmasak da, bu
Parlamento ve bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır. Onun için, hiçbir
kimseden korkmadan ve çekinmeden, gerçekleri, herkesin suratına, yeri
geldiğinde haykırmak, bizim de görevimizdir. Onun için, her platformda, Batılı
muhataplarımıza, yaptıkları ikiyüzlülükleri ve PKK terörünü nasıl
desteklediklerini ve yirmi yıldır, nasıl, bu terörle 40 000 insanımızı şehit
verdiğimizi, 100 milyarlarca dolarımızın nasıl heba olduğunu, yüzlerine vurmak
zorundayız. Amerika Birleşik Devletleri, evet, bu
saldırıya hazırlıksız yakalanmıştır ve kendi kamuoyu önündeki ve dünya
milletleri önündeki imajı açısından, cevap vermek zorundaydı. Bu da bir gerçek;
ama, bunu yaparken, Amerika Birleşik Devletleri, iki şeye dikkat ediyor: Bir;
minimum oranında -Amerika'nın, Vietnam sonrası tüm stratejisi bu- kendi
evladının burnunun kanamasını istemiyor, bunu minimum oranda tutmaya çalışıyor.
Bir de; bu olayda, Afganistan olayında, konunun, medeniyetlerarası bir çatışma
haline dönüşmemesi, İslam-Hıristiyan kavgası haline dönüşmemesi için, elinden
gelen titizliği gösteriyor ve bu noktada da, bu titizliğini gösterebilmesi
açısından da, bu mücadelede, Türkiye ve Pakistan'a büyük bir rol düşmektedir. Afganistan, başkaları için değil; ama,
Türkiye Cumhuriyeti için, çok önemli bir devlet ve bölgedir. Bizim, tarihî
geçmişimiz vardır, kültürel birlikteliğimiz vardır ve cumhuriyet Türkiyesinin,
ilk, dışarıdaki yardım elini uzattığı, Atatürk'ün bizzat desteklediği devlet,
Afganistan'dır. Afganistan, Ortaasya'nın da kilidi durumundadır. Türkiye olarak
-altını çizerek söylüyorum- tarihimiz, kültürümüz, coğrafyamız gereği,
Afganistan'la, Balkanlarla, Kafkasya'yla, Ortaasya'yla ve Ortadoğu'yla
ilgilenmek zorundayız. Eğer, bu ilgiyi esirgeyecek olursak ve ilgilenmezsek,
Türkiye Cumhuriyeti adında bir devlet de, burada, bugünkü sınırlarında kalmaz. Bu bölgede -diğer bir gerçek- Taliban ve
Bin Ladin, tarihî açıdan, Hasan Sabbah ve Haricî bir ekol karışımı bir hareket
olarak çıkmaktadır. Yani, hiçbir kimse, Taliban'ın ve Bin Ladin'in yaptıklarını
ve onları, İslamın örneği olaraktan ve İslam olaraktan, kimsenin önüne koyamaz,
hiçbir kimsede de bu hak yoktur; yani, Taliban, sadece kendisini temsil eder,
Bin Ladin, sadece kendisini temsil eder, İslamı falan da yaptıkları hiç
bağlamaz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar). Ortaasya'da demokratik, laik hukuk
devletlerinin yeşermesi, başta o bölgede yaşayan insanlar için hava ve su gibi
ihtiyaçtır ve umudumuz odur ki, Afganistan, bunun başlangıcı olsun. Diğer dikkat edilmesi gereken bir husus:
Afganistan'la Türkiye Cumhuriyetinin politikası ne bizim açımızdan ne de
Amerika Birleşik Devletleri açısından Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik
şartlarla ve IMF'yle görüşmelerimizde karıştırılmamalıdır. Türk Milleti,
şerefine ve haysiyetine sonuna kadar düşkün bir millettir. Biz, bu cumhuriyeti
kurarken Sıvas'ta, Amerikan Kolejinde, Amerikan Büyükelçiliğinden, Atatürk,
almış olduğu benzinin ve lastiklerin parasını dahi ödemek isteyen bir devletin
devlet anlayışıyla geliyoruz. Hiçbir kimse şunu iyi bilsin ki; Türkiye'nin
içinde bulunduğu ekonomik koşullardan dolayı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve
Milletinin menfaatlarının aykırı bir dışpolitikayı dikte ettirebilmeye, kabul
ettirebilmeye kimsenin gücü yetmez. (DSP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Biz, Sayın Derviş'in Amerika görüşmeleri sırasında kendisine
bu noktada en ufak bir ima yapıldıysa, o imayı yapanları ve o tarzda
düşünenleri iade ederiz ve deriz ki "gelin, Türk Milletini siz
tanımıyorsunuz, Türk Milletini yakında çok iyi tanıyacaksınız." Değerli milletvekilleri, Türkiye, Amerika
Birleşik Devletleriyle ittifak ve dosttur; ama, dost acı söyler, Türkiye,
Amerika Birleşik Devletlerine eşit şartlarda ve doğruları söylemek zorundadır.
Amerika Birleşik Devletleri, bugün dünya devletidir, biz de Osmanlı olarak bir
zamanlar dünya devletiydik. Dünya devleti olmanın birinci görevi, her yerde
insan haklarından ve adaletten yana, taraf olmak demektir; ikili politikalar
uygulamamak demektir. Biz, Osmanlı olarak düşmanlarımıza şunu söyletebildik:
"Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığını tercih ederiz." Onun
için, Amerika Birleşik Devletleri de, Çeçenistan'da, Filistin'de ve
Ortadoğu'daki uyguladığı politikalarını mutlaka ve mutlaka gözden geçirmek
zorundadır. İstediğiniz kadar terörle mücadele edin, ama, sizin dünya
politikasındaki o dengesiz ve tek taraflı olan politikalarınızdan dolayı ve
insanların hayatının -Afganistan'da ve Filistin'de olduğu gibi- değer ifade
etmediği ülkelerden, siz, yığınla terörist çıkarırsınız. Tıpkı, bizim, Doğu
Anadolu'da, ekonomik politikalarla, PKK terörüyle olan mücadelemizin ekonomik,
sosyal politikalarla desteklenmesi gibi, bu da zarurettir. Ayrıca, bugün, biz,
Amerika Birleşik Devletlerini destekliyoruz; ama, kendi kamuoyumuza ve tarihsel
birlikte olduğumuz İslam kamuoyuna karşı kendimizi haklı gösterebilecek
birtakım girişimleri Amerika Birleşik Devletleri de yapmak zorundadır; bunu da
açık açık istemeliyiz. Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu'da,
Kafkaslarda, Çeçenistan'da, dışpolitikalarını gözden geçirmek zorundadır;
çünkü, biz, halk olarak endişeliyiz. Bugün, halkımızın yüzde 80'i askerimizin
Afganistan'a gitmemesini psikolojik olarak destek vermemektedir; çünkü, bu
insanlarımız biliyor ki, Almanların dolduruşuyla girdiğimiz Birinci Dünya
Harbinde, biz, 20 tane Türkiye kaybettik. Biz, Kore'de, NATO'ya girme pahasına
binlerce insanımızı şehit verdik. Biz, Körfez Savaşı sırasında, sonunda 40
milyar dolarlara gelen zararımızı kimse ödemedi. PKK terörüyle biz uğraştık,
kimse de yanımızda bize destek vermedi. Onun için, gidilecekse eğer, askerimiz
boşa gitmesin. İslam âleminde zor durumda kalmayalım. Bu nedenle, İsrail'in
tanınmasında veya Cezayir olaylarında yaşadığımız olayları, tekrar, Afganistan
olaylarında yaşamamak zorundayız; bunun için riskimizi azaltmak zorundayız. Bu
operasyonun dünya barışına da faydalı olabilmesi için, Hıristiyan-İslam
tartışması tarzında gösterilmemesi için, Türkiye'nin, Pakistan'ın, Mısır'ın ve
diğer bazı İslam ülkelerinin daha aktif görevde görev almak zorundadırlar. Bin
Ladin ve Taliban olayı, bizim kendi mahallemizin ve bizim dünyadan çıkmış
yaramaz çocuklardır. Başkaları cezalandıracağına, evvela, bizim devletlerimiz
bu cezalandırmayı yapmak zorundadırlar. Dünya barışına bu tarzında katkıda
bulunabiliriz. Türkiye tarihinin, kültürünün,
coğrafyasının gerektirdiği tarzında davranmak zorundayız. Bunun için,
Afganistan'ın yeniden yapılandırılmasında çok önemli bir rol almak zorundayız.
Türkiye, bu politikada, eşit oyuncu olaraktan belirleyici olmalıdır. Amerika
Birleşik Devletleri, sadece Türkiye ile değil, diğer İslam ülkelerini de, bu
noktada harekete geçirmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Yakın, buyurun, konuşmanızı
toparlarsanız memnun olacağım. GAFFAR YAKIN (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, bu dönemde uygulanacak -Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından
şöyle söyleyeyim- en akıllı politikalar, rahmetli İnönü'nün İkinci Dünya
Savaşında uyguladığı politikalarının benzerlerini uygulamak zorundayız. Bunu
-altını çizerek söylüyorum- elimizin
hemen açılması, hemen bir tarafların tarafı olmak, bizim, devletlerarası
ilişkilerde sadece çıkarlar geçerlidir, bizim çıkarlarımıza hemen koşaraktan
gitmek yakışmaz. Onun için, bu dönemde, rahmetli İnönü'nün yanında yetişmiş ve
Türkiye'ye, Türkiye Cumhuriyetinin 75 yıllık tarihinde Kıbrıs Savaşını
kazandırmış bir insanın Başbakan olarak bu hükümetin başında bulunmuş olmasını,
Türkiye açısından büyük bir şans olarak değerlendiriyorum. (DSP sıralarından
alkışlar) Değerli milletvekilleri, siyaset ve dışpolitika,
beyinle yapılır, tecrübeyle yapılır, birikimle yapılır ve bilgiyle yapılır.
Biz, devlet adamlarımızdan, bu akşam oynanacak Fenerbahçe maçında çıkıp da top
oynamalarını beklemiyoruz. Türkiye'nin menfaatlarını, eğer hatırlayacak
olursak, İttihat ve Terakkiciler, o hayallere kapılaraktan Enver Paşalar,
Ortaasya bozkırlarında Türk ordusunu perişan ettiler. Dışpolitika, bilgiyle,
deneyimle yapılır. Bu açıdan da, bu hükümetin Başbakanını, Dışişleri Bakanı
olarak uzun yıllar Türkiye'ye hizmet eden ve gerçekten Türkiye'de siyaseti çok
iyi okuyan Sayın Yılmaz'ı ve milliyetçiliğinden kimsenin şüphe etmeyeceği, Türk
Devleti için her türlü fedakârlığa giden Sayın Bahçeli'nin hükümetin başında
bulunmasını, Türkiye açısından, bu dönemde bir kazanç olarak görüyorum. (DSP,
MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Yakın, teşekkür ediyorum... GAFFAR YAKIN (Devamla) - Sayın
milletvekilleri, son olarak, biz bilsek de bilmesek de, istesek de istemesek
de, tarih ve kader, Türkiye'yi kendi misyonuna doğru götürmektedir. Türkiye, bu
coğrafyada, demokratik, laik ve İslam ülkesinin bir örneğini, sadece kendisi
için değil, bölgesi için gerçekleştirmek ve sadece kendisi için değil, tüm
İslam âlemi için örnek olmak zorundadır. Türkiye'nin, Afganistan'a, sadece
kendi çıkarları için, başkaları için değil... BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederiz... GAFFAR YAKIN (Devamla) - ... Türk
Milletinin ve Devletinin çıkarları için asker göndermesini ve olaya sadece
terör açısından değil, Türk Devletinin uzun vadeli çıkarları açısından
bakılmasını önerir, saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Akgönenç, buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) Çok kısa lütfen... OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Akgönenç, yeni bir
sataşmaya lütfen mahal bırakmadan... Teşekkür ederim efendim. Buyurun. IV. –
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – Ankara
Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin'in, Başbakan Bülent Ecevit'in,
konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine
atfetmesi nedeniyle konuşması OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) -
Efendim, kısaca şunu belirtmek istiyorum -konuşmalarımın, tabiî, tümü
kayıtlardadır. Bazı yanlış anlaşılmalar olduğu belli olmuştur- ben, Taliban
hakkında konuşmadım; tam aksine, Taliban'ın sonunun geldiğini ifade ettim;
sadece, iki ateş arasında kalan biçare, masum Afgan Halkından bahsettim ve
onlara acıdığımı söyledim. Eğer Türkiye bir duruş alıyorsa, doğru güçlerin
arkasında durmalıdır prensibine inandığımızı belirttim. Bir de, Kuzey İttifakının... Kimseye hakaret etmedim; yalnız, şu anda
desteklenen insanların geçmişinin de incelenmesinde bizim yararımız olduğunu
belirttikten sonra dedim ki, Kuzey İttifakından en çok faydalanacak kimdir -ve
tekrarlıyorum- İran'dır, Rusya'dır, Hindistan'dır; desteği bunlar
sağlamaktadır. Karar sizlerindir, Yüce Divanındır. Bizim,
sadece, haklının ve mazlumun yanında olduğumuzu belirtmek istiyorum. Saygılarımla efendim. (SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akgönenç. III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam) A) Tezkereler ve Önergeler (Devam) 1. –
Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı,
zamanı ve süresi hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan
Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler
unsurlarının Türkiye'de bulunması ve hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek
esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için hükümete izin verilmesine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/892) (Devam) BAŞKAN - Efendim, görüşmeler
tamamlanmıştır. Şimdi, Başbakanlık tezkeresini yeniden
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Dostumuz ve müttefikimiz Amerika Birleşik
Devletlerine 11 Eylül günü yöneltilen ve büyük can ve mal kaybına neden olan
terörist saldırısı, dünyanın en güçlü devletinin bile terörizm tehdidi altında
bulunduğunu göstermiştir. Yıllardır terörizmin acısını duyan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, bu tehdidi azımsayan, hatta görmezden gelen ülkeleri
terörizmin tehlikeleri konusunda öteden beri uyarmakta idi. Amerika Birleşik Devletlerinin uğradığı
ağır saldırı karşısında, şimdi, birçok ülke, terörizm afeti karşısında
uluslararası dayanışmanın gerekliliğini kavramaya başlamıştır. Bu bağlamda NATO Anlaşmasının 5 inci
maddesine işlerlik kazandırılmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince
alınan 1368 ve 1373 sayılı kararlar da dünyada terörizme karşı yaygın bir
bilinçlenme sürecinin başladığını göstermiştir. Terörizm karşısında Türkiye'yi her zaman
desteklemiş olan Amerika Birleşik Devletlerinin, çağdışı terörist Taleban
yönetimine karşı açtığı savaşta, Türkiye'yi yanında bulması doğaldır. Amerika Birleşik Devletlerinin terörizme
karşı başlattığı Sürekli Özgürlük Harekâtının başarıya ulaşması tüm insanlığın
yararınadır. Bu harekâtı İslama karşı bir eylem gibi
göstermeye kalkışanlar, barış dini olan İslamın yüce değerleriyle
çelişmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, başlatılan
mücadelenin kısa sürede ve yaygınlaşmadan başarıya ulaşması için, kendi
olanaklarının elverdiği ölçü ve biçimde her katkıyı yapmalıdır. Bu nedenle ve bu bağlamda, hükümet,
Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı,
zamanı ve süresi hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan
Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler
unsurlarının Türkiye'de bulunması ve hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek
esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için hükümete izin
verilmesinin gereğini arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oylamaya
geçmeden önce, açık oylama talebi vardır; okuyorum: "Sayın Başkanlığa Görüşülmekte olan hükümet tezkeresinin
oylamasının açık oylama yöntemiyle yapılmasını; 'ad okunmak suretiyle' usulünün
öncelikle kullanılmasını arz ve talep ederiz." İmzası olan milletvekillerinin burada olup
olmadıklarına bakacağım efendim: Sayın Yasin Hatiboğlu?.. Burada. Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu?.. Burada. Sayın Hüsamettin Korkutata?.. MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Tekabbül
ediyorum. BAŞKAN - Peki efendim, tekabbül
ediyorsunuz. Sayın Rıza Ulucak?.. Burada. Sayın Alaattin Sever Aydın?.. Burada. Sayın Ali Oğuz?.. Burada. Sayın Nezir Aydın?.. Burada. Sayın Yaşar Canbay?.. Burada. Sayın Ahmet Sünnetçioğlu?.. Burada. Sayın Fethullah Erbaş?.. Burada. Sayın Süleyman Arif Emre?.. Burada. Sayın Hüseyin Karagöz?.. Burada. Sayın Mehmet Batuk?.. Burada. Sayın Latif Öztek?.. Burada. Sayın Musa Demirci?.. Burada. Sayın Ahmet Karavar?.. Burada. Sayın Fehim Adak?.. Burada. Sayın M. Niyazi Yanmaz?.. Burada. Sayın Lütfi Doğan?.. Burada. Sayın Lütfi Yalman?.. Burada. Sayın Temel Karamollaoğlu?.. Burada. Sayın milletvekilleri, açık oylama
yapacağım; ancak, yöntemini Genel Kurulun oyuna sunacağım efendim. Açık oylamanın, adı okunan sayın
milletvekilinin ayağa kalkarak "kabul", "ret" veya
"çekimser" şeklinde oyunu belirtmesi suretiyle yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Bu yöntem kabul edilmemiştir
efendim. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir efendim. Sayın milletvekilleri, oylamadan sonra,
gündemimizde 3 adet gensoru önergesinin görüşmeleri vardır; malumaten arz
ediyorum efendim. Oylamayı başlatıyorum efendim. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Anayasanın
92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı
ülkelere gönderilmesine ve yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de
bulunmasına izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresinin açıkoylama sonucunu
açıklıyorum: Katılan Üye : 422 Kabul :
319 Ret :
100 Çekimser : 2 Mükerrer : ....1 Hayırlı olsun efendim. Sayın milletvekilleri, birleşime 10 dakika
ara veriyorum. Kapanma
Saati : 18.25 İKİNCİ
OTURUM Açılma
Saati : 18.38 BAŞKAN :
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP
ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 5 inci
Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz. Bu kısmın 1 inci sırasında yer alan,
Saadet Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel
Candan ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun, aldıkları kararlar ve kötü
yönetim sonucu ülke ekonomisinde krize yol açtıkları iddiasıyla Bakanlar Kurulu
üyeleri hakkında (11/16) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususunun görüşmelerine başlıyoruz. V .–
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI A) Öngörüşmeler 1. – Saadet
Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve
Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun aldıkları kararlar ve kötü yönetim
sonucu ülke ekonomisinde krize yol açtıkları iddiasıyla Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/16) BAŞKAN - Hükümet yerini aldı. Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve
okunduğu için tekrar okutmuyorum. Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu
maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti
grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu üyeleri adına Başbakan
veya bir Bakana söz verilecektir. Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10
dakika; gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır. İlk söz, önerge sahibi olarak Sayın Veysel
Candan'da. Buyurun efendim. VEYSEL CANDAN (Konya) - Grup adına olan
konuşma süremizle birleştireceğiz Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, siz buyurun evvela,
teşrif edin. (SP sıralarından alkışlar) 10 dakikanızı kullanın, ondan sonra
Allahkerim. VEYSEL CANDAN (Konya) - Ona göre
başlayacağım. BAŞKAN - Efendim, usulüne uyarım ben, siz
ne yapacaksınız; müsaade buyurun bana. VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Saadet Partisi tarafından verilen (11/16) esas numaralı
gensoru hakkında, Saadet Partisinin görüşlerini açıklamak üzere, Muhterem
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, hatırlanacağı üzere,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki görevi vardır; bunlardan biri yasa yapmak,
bir diğeri de yürütmeyi denetlemektir. Aslında, bu hükümet, sağlıklı yasa
yapamadığı gibi, zaman zaman da denetimden kaçmaktadır. Parlamento gündemine
baktığımız zaman, 150 civarında araştırma önergesinin beklemiş olması, bu
dediğimizin teyididir. Aslında, hükümet, yasa yapmakta da
başarısızdır. Mesela, bu Parlamentoda, Vergi Kanunu, değişikliklerle üç defa
hazırlanmıştır. Yine, yerel yönetimler yasa taslağı da, 14 defa değişikliğe
uğradığı halde, halen Parlamentoya gelememiştir. Aslında, araştırma, soruşturma, genel
görüşme ve gensoru önergeleri, hükümeti oluşturan partiler tarafından blok
halinde reddedilmektedir. Aslında, denetimden kaçmak, Türkiye'de
yolsuzlukları da artırmaktadır. Bu döneme baktığımız zaman, yolsuzluklar
açısından, fevkalade, çok sayıda olayın cereyan ettiğini görmekteyiz. Acaba, böyle bir hükümet düşünebiliyor
muyuz diye bir soru sorsak: Başbakanı Cumhurbaşkanıyla kavga ediyor; Sayın
Başbakan, olayları çoğu zaman en son duyuyor veya savcılara müdahale ediyor
"denetim olmaz" diyor. Yolsuzluk iddiası ve gensoruyla düşürülmüş bir
başbakan yardımcısı görevine devam ediyor. Bir başka başbakan yardımcısı,
attığı imzanın farkında değil; IMF'yle yapılan stand-by anlaşmasında, kendisi,
üst yazıya imza attığını, devam metnini okumadığını ifade ediyor. Yine, öyle
bir hükümet düşünün ki, üç bakanı hakkında savcılıkta suç duyurusu
beklemektedir. Bakanlık bürokratları zimmet ve irtikâp suçundan halen
tutukludur. Yine, bir hükümet düşünün ki, bütçe yapmakta; ancak, yaptığı bütçeden
hemen birkaç ay sonra, yaptığı bütçenin yüzde 75'i oranında, 30 katrilyonluk
bir ekbütçe yapma ihtiyacı duymaktadır. İşte, Türkiye'nin talihsizliği
buradadır; maalesef, böyle bir hükümetle karşı karşıyayız. Değerli arkadaşlar, konuşmamda belgeler ve
raporlar üzerinde duracağım. Devlet İstatistik Enstitüsü, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı, Türkiye Ziraî Donatım Kurumu, DPT, Hazine, Sayıştay, Merkez Bankası
ve Maliye Bakanlığı verileri üzerinden hükümetin ekonomideki durumunu ortaya
koymaya çalışacağız. Ayrıca, çalışanların temsilcisi sendikaların yaptığı
istatistiklerle ortaya koyacağız. Aslında, Türkiye'de ekonomik kriz değil,
ekonomik kaosun boyutunu ortaya koymaya çalışacağız. Hükümetin yanlışlarını
hükümetin kendi milletvekilleri ve bakanlarının ağzından ifade etmeye
çalışacağız. Sonuç bölümünde de çözüm önerilerimizi
ortaya koyacağız. Amacımız bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek;
ama, bu hükümetin ekonomik politikalarıyla Türkiye'nin bir yere gidemeyeceğini
bir kere daha ifade etmeye çalışacağız. Türkiye geneline baktığımız zaman genel
manzara şu: Halk fakirleşiyor; işçi, memur, emekli zorda, esnaf perişan;
milyonlarca insan işsiz ve her gün yenileri ilave edilmekte; açlık sınırında
milyonlarca insan bulunmakta; fabrikalar kapanmakta, esnaf kepenk indirmekte,
intiharlar ve boşanmalar... Hükümet, sadece, Başbakanın ağzından "ekonomik
daralma endişe verici, bunu aşmalıyız" diyor. Tabiî; ama, bunu kim, nasıl
yapacak, belli değil. Aslında, Sayın Kemal Derviş'le birlikte
ulusal bir programdan bahsedildi. Daha sonra "güçlü ekonomiye geçiş"
programı denildi ve yine, hükümet üyelerinden bir bakanın ve Sayın Derviş'in de
ifadesiyle, bu program fiyasko oldu. Bu programın hedeflerinin revize edilme
ihtiyacı olduğunu da, biraz sonra belgelerden ifade etmeye çalışacağım. Şimdi, öyle bir anlaşma yapıldı ki,
IMF'yle stand-by anlaşması, daha önce sadece Hazineden sorumlu Devlet Bakanının
imzası yettiği halde, hükümete güvensizlikten dolayı üç ortak imzaladı. Bu ekonomik program içerisinde, maalesef,
reel ekonomi yok. Borcu borçla ödeyen ekonomi programından başka hiçbir şey
değil ve maalesef, bugün, yatırım olmadığı için üretim ve istihdam da yoktur.
Dolayısıyla, ihracat da hemen hemen durma noktasına gelmiştir. Değerli arkadaşlar, sosyal patlama
sınırına geldiğimizi ifade ettim. Özellikle Başbakanlıkta başladı.
Hatırlarsanız, önce, bir vatandaş Başbakanlığa geldi, bir yazarkasa olayı
cereyan etti. Daha sonra, birisi kendini zincirle bağladı. Daha sonra, birisi
Başbakanlığa tankerle geldi. Dün birisi kendini yakmaya çalıştı ve bugün de,
birisi, Meclisteki binalara çıktı. Hükümet ne yaptı; trafikte yolları
kapattı. İptidaî bir usul. Şunu burada açık ifadeyim: Ankara'nın tüm yollarını
kapatsanız, Türkiye'nin trafiğini de değiştirmiş olsanız, bu mantıkla, konulara
böyle yaklaşmakla, bu sosyal patlamayı önleyemeyeceğinizi burada bir kere daha
ifade etmek istiyorum. Tabiî, bu uygulamalara baktığımız zaman,
Sayın Cumhurbaşkanı Millî Güvenlik Kurulunda tartışıyor. Merak ettiniz mi,
içeriğine baktığımız zaman, Sayın Sezer aynen şunları söylüyor: "Hükümet,
yolsuzluğa karşı duyarsız." Sayın Cumhurbaşkanı bunu söylüyor, örnek
olarak da Halk Bankasını veriyor. Sayın Cumhurbaşkanının Devlet Denetleme
Kurulu kanalıyla savcılığa yaptığı müracaatta takipteki alacaklar 43 trilyon
gösterildiği halde, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, bu rakamın 697 trilyon
olduğunu, mürekkep faizleriyle beraber Halk Bankasının takipteki; yani, batık
alacaklarının 1 katrilyon olduğunu ifade ediyor ve böylece, Cumhurbaşkanı ile
Başbakan arasında bir tartışma meydana geliyor. Yine, bu olayların ikincisine baktığımız
zaman, Romanya'da bir özel şirkete ait bir banka var ve bu bankaya,
Vakıfbank'tan, 45 milyon dolar kredi veriliyor. Buraya kadar her şey normal;
ama, bu para şirket hisseleri karşılığı verildiği için, şirketin hisselerini
inceleyen murakıp raporlarında, bu 45 milyon doların fazladan verildiği ve
fazla ödeme yapıldığı, hisselerin bu değerde olmadığı ortaya çıkıyor. Devlet
Denetleme Kurulu doğrudan savcılığa suç duyurusunda bulunuyor, bürokratlarla
ilgili dava açmak istiyor ve Başbakanın izni beklenmektedir. Değerli arkadaşlar, böylece, devlet
bankalarının içinin boşaltıldığı ve soyulduğu bir dönemden geçiyoruz. Şimdi, tabiî, biz, bu ekonomiyle ilgili
gensoruyu verirken, istedik ki, ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik krizi
tespit edelim, hükümetin ihmalini ortaya koyalım ve bunlara karşı alınacak
tedbirleri ve çözüm önerilerimizi ortaya koyalım. Şimdi, hükümet ne yapabilir? Hükümet der
ki: "Bu gensoru siyasî amaçlı verilmiştir, hükümeti yıkmaya
yöneliktir" Bir diğeri ise, burada benim söylediklerime ve gündeme
getirdiğim konulara hiç dokunmaz, buraya çıkan hükümet sözcüsü başka şeyler
anlatır, ülkenin çok iyi olduğundan, verilen kredilerden, teşviklerden
bahsedebilir ve daha sonra hükümet, şimdi olmasa bile, oylama sırasında gelir
ve bizim bu gensorumuza ret oyu verebilir ve böylece bu gensoru düşer. Peki;
ama, Türkiye'nin içerisinde bulunduğu ekonomik şartlar?.. Düzelmez. Daha önce bu hükümetin yaptığı gibi, bütün
gensorulara blok olarak ret oyu verdiğiniz zaman, bu yolsuzlukların,
usulsüzlüklerin -istemediğiniz halde- örtülmesine, maalesef, alet olmuş
olabilirsiniz. Onun için, ben burada, biraz sonra, ifade etmeye çalışacağım
konuların hepsini, raporlar, hazırlayanlar ve sayfa numaraları olarak da takdim
edeceğim. O açıdan bu gensoru siyasî amaçlı değildir ve konuya böyle yaklaşmak
fevkalade zararlıdır ve tehlikelidir, milletvekillerimizi de mesuliyet altında
tutar. Değerli arkadaşlar, gensoru da esas
aldığımız noktaları ortaya koymaya çalışacağım. Birinci konu kamu borçlanması.
Bir kere hükümetin plansız ve programsız yüksek faizle borçlandığını
görmekteyiz, yani borçlanmada hükümet takvimini kaybetmiştir. Bir hafta
içerisinde 2 katrilyon, 3 katrilyon gibi ödemeler arka arkaya gelmektedir. Bu
tür bir borçlanma modeli dünyanın hiçbir yerinde yoktur. İkinci olarak, tabiî, bu kötü ve plansız
borçlanma neyi getirmiştir; iç borçları 114 milyar dolara, dış borçları 112
milyar dolara... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Şimdi, size Saadet Partisi Grubu
adına artı 20 dakika söz veriyorum; buyurun efendim. SP GRUBU ADINA VEYSEL CANDAN (Konya)-
Toplam 226 milyar dolar borçtan bahsediliyor değerli arkadaşlar. Dünya ekonomi
çevrelerinin söylediği şudur: Türkiye, artık bu saatten itibaren içborçlarını
çeviremez, borçlanamaz hale gelmiştir ve gelmektedir ve 12 nci ay itibariyle
de, devletin, memurlarının maaşını ödeyemez hale gelme ihtimali fevkalade
büyüktür. Değerli arkadaşlar, hükümet, içborcu,
yüzde 90 ve yüzde 100'le borçlanmaktadır. Yani, paranın aylık maliyeti
Türkiye'de yüzde 8'dir, aylık enflasyonu da bunun altına çekemezsin. Dünyanın
hiçbir yerinde paranın değeri altında bir enflasyon hesaplamak mümkün değildir;
çünkü, bu rakamlarla kredi kullanan sanayici, ürettiği mamul maddeye bunları
ilave eder. Değerli arkadaşlar, yine, içborç konsolide
edildi. Sayın Bakan buradalar. Bir ara basına intikal etti. Basında çıkan haber
doğruysa "moratoryum, yani, devletlere borçları bile ödememeyi, uzatmayı
düşünüyorduk" dedi. Tabiî, bu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin büyük bir
itibar kaybıdır ve değerli arkadaşlar, bugün 10 milyar dolar civarında içborç
ertelendi. Bakın, o gün dolar değeri 780 000 lira iken, 1 milyon 200 bin taban
baz alındı, yüzde 7,5 rakamla borçlanıldı, üç veya beş yıl ertelendi. Ayrıca,
bugün borçlarda geldiğimiz nokta itibariyle, toplanan vergi faize yetmemektedir
değerli arkadaşlar. Şimdi, ben, bu borçlanma konusunda
hükümete şu soruyu yöneltmek istiyorum: Borçları nereye kadar, hangi şartlarda
böyle devam ettirmek istiyorsunuz? Veya bu borçların, biraz önce burada
görüşülen dışarı asker gönderme veya dışarıdan asker alma tezkeresiyle yakından
bir ilgisi var mı? Bize göre, vardır.
Biraz önce, güya, asker gönderme izni çıktı Meclisten. Halbuki,
askerlerimiz çoktan Amerika'ya ulaşmış, fırkateynlerimiz de, çoktan NATO deniz
kuvvetlerine katılmıştı. Bu da ayrı bir konudur. Dolayısıyla, gensoru önergemizin 1 inci
maddesinde, borçlanma -Sayın Bakan burada- nereye, ne zamana kadar?.. Bu
şartlar Türkiye'nin yönünü nereye götürecek? Sorumun birincisi budur. Değerli arkadaşlar, hükümet böyle
gelişigüzel borçlandıktan sonra ilk yapacağı iş, vergi ve zamlar... Türkiye Cumhuriyeti 57 nci Hükümeti, bir
kere, petrol ürünlerinde olan gelişmeleri tamamen silah olarak kullanmış ve
akaryakıt istikrar fonuyla her zaman oynayarak, dünyada petrol fiyatları
düştüğü halde, bizde petrol fiyatları zamlanmıştır. Yani, bu hükümet iki şey
yapmıştır; bir, yeni vergiler koymuştur, iki zam yapmıştır. Şimdi, bakıyoruz oranlara: KDV oranları
yüzde 15-17'ye çıkmış, yüzde 23-25'e çıkmış, Ek Gelir ve Kurumlar Vergisi yüzde
5 artırılmış, ek emlak, ek taşıt, ek özel işlem vergi yükü, Avrupa Birliği
ortalamasını geçmiştir. Şimdi, 2002 bütçesinde, hükümet ile IMF
arasında anlaşmazlık var; 7 katrilyonluk açıktan bahsediliyor; neye vergi
konulacağı noktasında bir anlaşmazlık var. Ayrıca, Parlamentoya getirileceği ve
çıkarılacağı söylenilen mahalli idareler yasa tasarısı içinde, 5 katrilyon
vergi. 2002 bütçesine ek vergi olarak, toplam 12 katrilyon vergi geleceği ifade
edilmektedir. Değerli arkadaşlar, aslında, ülke kötü
yönetilmektedir; ekonomisiyle kötü yönetilmektedir, idaresiyle kötü
yönetilmektedir. Bakın, bir kere, IMF'yle yapılan anlaşma fevkalade yanlıştır.
Neden yanlıştır; bu program içerisinde reel sektör, üretim sektörü yoktur; kamu
harcamaları, hâlâ, israf seviyesinde devam etmektedir; biraz sonra örnekleriyle
vereceğim, yolsuzluğa göz yumulmaktadır, yanlış uygulamalar devam etmektedir.
Hükümet, ekonomide tutarsız açıklamalar yapmaktadır; önce sabit kur, yok
dalgalı kur... Yani, tutarsızlıklar, hükümetin bir özelliği haline gelmiştir. Gensorunun bu bölümünde hükümete sorumuz
şudur: İsrafı ne zaman durduracaksınız, yanlış uygulamalara ne zaman son
vereceksiniz? Aslında, Türkiye'de IMF'yle yapılan
anlaşma neticesinde, 18 inci anlaşma neticesinde "yeniden yapılanma"
adı altında tütün alanları kısıtlandı, şekerpancarı kısıtlandı, Telekom
özelleştirildi, Merkez Bankası yeniden yapılaştırıldı ve bu kanunların
gerekçesine baktığımız zaman, Türkiye'de alternatif ürünlerden bahsediliyor. Şimdi, ben, burada, hükümete soruyorum:
Tütün yerine alternatif ürününüz nedir, pancar yerine alternatif ürününüz
nedir; bunların buradan ifade edilmesi gerekmektedir. Değerli arkadaşlar, aynı program
içerisinde, çalışanların ücretleri devamlı dondurulmuştur. Şimdi, önemli konulardan bir tanesi de...
Kamu harcamalarına baktığımız zaman,
son on yılda, özellikle, son dört yılda bu hükümetin yanlışlarına baktığımız
zaman, bizim girişte belirttiğimiz yüksek faizle yanlış borçlanma... Demek ki,
bizim ifade etmeye çalıştığımız konuyu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
raporuna alıyor ve yanlış borçlanmanın faturası on yılda 23 milyar dolar diyor.
Yine, dış temsilciliklerde 160 temsilci,
7500 personelimiz var ve fazla ödemeler on yılda 700 milyon dolar. 235
000 lojman, 2 340 dinlenme tesisinde on yılda 640 milyon dolar. 125 000 taşıtta
yakıt 65 trilyon, on yılda toplam fazla ödeme 960 000 dolar. Şimdi, soru şu: Bu
tasarruf genelgeleri yayımlandı mı, acaba sonuçları alındı mı; bize ulaşan
bilgilerde genelgelerin hiçbirine uyulmadığı, hiçbir aracın devlete teslim
edilmediği... Yani, hükümet, iktidar; ama, muktedir değil. Konuşmamın bir yerinde ifade ettim, yine,
gensoruda da söylüyoruz, burada, yolsuzluklara göz yumma. Değerli arkadaşlar,
bir Bayındırlık Bakanlığı olayı yaşadık, Vurgun Operasyonu... Elimde kabinenin
listesi var, Başbakan dahil 36 bakanımız var, acaba, bu uygulamalarda
yolsuzluğa bulaşmayan bakan var mı diye baktım; değerli arkadaşlar, devlet
bakanları, özelleştirme, Halk Bankası, Etibank, Egebank; Enerji Bakanlığında
Mavi Akım, Beyaz Enerji, Eti Holding; İçişlerinde Matador Operasyonu;
Bayındırlıkta vurgun operasyonu; Sağlık Bakanlığında hastane ihaleleri; Tarım
Bakanlığında Hasat Operasyonu; Çalışma Bakanlığında Bağ-Kur operasyonu.
Operasyon, operasyon, operasyon... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sizin
döneminizdekileri çıkarıyoruz Sayın Candan... VEYSEL CANDAN (Devamla) - Onları da,
çıkınca, siz, burada konuşursunuz. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Siz
sayıyorsunuz. BAŞKAN - Hatibe müdahale etmeyiniz. VEYSEL CANDAN (Devamla) - İtiraz etmeniz
neticeyi değiştirse... Burası mahkeme salonu değil ki... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Mahkemeye
intikal edenleri konuşuyorsunuz. BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın
lütfen... Sayın Bıçakçıoğlu, lütfen... VEYSEL CANDAN (Devamla) - Evvela
dinleyeceksin bak!.. Bayındırlık Bakanlığında deprem bölgesi,
geçici-kalıcı konut, Karayolları ve İller Bankası ihaleleri... Arkadaşıma cevap olarak söyleyeyim: Adam
diyor ki: "Rüşvet aldım, 100 000 dolar, 200 000 dolar." Tutuklu,
yargıda. Onu söylemeye çalışıyoruz. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Kim diyor,
kim diyor?.,. VEYSEL CANDAN (Devamla) - Enerji
Bakanlığına bakıyoruz: Nükleer Santral, yap işlet devret, TEAŞ, TEDAŞ, dağıtım
ve mavi akım ihaleleri... Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakan, burada
biraz önce gayet kibar konuştular; kendilerine bir sitemimi ileteyim: Bir bakan
veya herhangi bir bürokrat hakkında soruşturma açılıyor; savcılık suç
duyurusunda bulunuyor, Sayın Başbakan çalışmalardan dolayı teşekkür ediyor. O,
burada, biraz önce, bir parti lideri için "unutuyor" dedi. Ben de
öyle zannediyorum ki Sayın Başbakan da bakanlıkları karıştırıyor; kime, nerede
teşekkür edeceğini tam anlamıyla bilemiyor. Değerli arkadaşlar, şimdi, bakın, buraya
kadar anlattıklarımı aslında Dünya Bankası raporu... Bizim hükümetin çok iyi
çalıştığı, ortak gibi çalıştıkları Dünya Bankasından bahsediyorum. 26 ülke, 4
000 şirkette bir araştırma yapmışlar değerli arkadaşlar. Bakın, burada
Parlamentoyu ilzam eden bir açıklama var; deniliyor ki: "Rüşvet çarkında
Meclis var." Hiç kimsenin bu Meclisin itibarıyla oynamaya hakkı yoktur.
Birkaç kişi yanlış yapıyorsa bütün bir Meclisi... Bakın değerli arkadaşlar,
böyle bir rapora geçmişiz. Aynı raporun bir bölümünde deniliyor ki: "1- Kanun koyucunun oyları
etkilenmeye çalışılıyor. 2- Hükümetin hazırladığı kararnameler
çıkarılıyor. 3- Yargı kararları etkileniyor." Yine, bakın değerli arkadaşlar, hükümetle
ilgili güvenirlik raporu, TESEV bir rapor hazırlıyor, orada deniliyor ki:
"Hükümet sondan üç sırayı alıyor." Burada sorum şudur: Bu hal, hükümeti
rahatsız etmiyor mu? Yani, Türkiye'de, halk tarafından, bu hükümete
güvenilmemesi bu hükümeti hiç rahatsız etmiyor mu, doğrusu sormak istiyorum. Değerli arkadaşlar, şimdi, çok cazip ve
enteresan bir rapordan bahsedeceğim: Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bir rapor
yayımlıyor. Bakınız, rapor aynen şu: " 1- Özelleştirmede harcanan para gelirin altındadır.
2- İhaleler askıya alınmıştır.
3- Eski özelleştirmelerden taksitler alınamamaktadır.
4- Özelleştirme kapsamındaki kuruluşların aylık gideri 100 trilyondur,
Özelleştirme İdaresi Başkanlığının, 2001 yılı sonuna kadar, 866 trilyona
ihtiyacı vardır; paramız yoktur. Yeni özelleştirme kanununa ihtiyaç
vardır." İşte, bu hükümetin, aslında, cazip
görülebilen fotoğrafı budur. Sayın Bakan ikide bir çıkıp bu açıklamalarıyla
kendine bağlı birimle ters düşmektedir değerli arkadaşlar. Şimdi, yine bu hükümetin yaptığı fevkalade
hata, yanlışlardan bir tanesi, usulsüz banka kurma izni verildi. Sayın Bakan bizi burada dikkatle takip
ediyor zannediyorum. Şimdi verdiğimiz rakamlar aldığımız kurumla ilgilidir. Çok
enteresandır ki, Maliye Bakanıyla DPT, DPT ile Hazine bazen çoğu zaman
birbirinin zıttı rakamlar vermektedir. Onun için, buraya gelip "efendim,
bu rakamlar 1 milyar aşağı idi, 1 milyar yukarı idi..." Böyle bir itiraz
kabul değil; ben sorularımı net ve açık soruyorum, hiç tartışmaya gerek yok. Bakın değerli arkadaşlar, murakıp
raporları ne diyor: "1- Türkiye Cumhuriyeti Devletinde 57
nci hükümet, sermayesi yeterli olmayan kuruluşlara banka kurma izni
vermiştir." Sıkıntı buradan başladı. "2- Banka murakıp denetim raporları
hasır altı edilmiştir. 3-
14 banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna alınmış, zarar 14 katrilyondur."
Bunun içinde Etibank, Egebank veriliyor. "Halen, bu, mevduat Fonuna alınan
bankalarla ilgili ciddî bir işlem yapılmamıştır, zarar artarak devam
etmektedir." Şimdi, bu konuyla ilgili soruyu net ortaya
koyuyorum: Neden hâlâ hükümet, bu bankalarla ilgili işlemi tamamlayıp devleti
zarardan korumamıştır? Değerli arkadaşlar, şimdi sorunumuz nedir;
güvensizlik. Bakın, bu hükümet neden güvensiz hale geldi: 1- Sayın Bakan açıklama yaptı
"devalüasyon yok" dedi, devalüasyon yüzde 100 oldu, sabaha doğru
herkes fakirleşti. 2- "Konsolidasyon yapmayacağız"
dedi, iç borçta 10 milyar dolar konsolide edildi. "Yeni vergi yok"
dedi, habire vergi arka arkaya geldi ve "programdan katiyetle
vazgeçilmeyecek" dendi, buraya gelip kürsüde programın faziletleri, özellikleri,
iyilikleri anlatıldı, anlatıldı!.. O sabit kur ne kadar güzel, özel bir şeymiş;
ama, tekrar buraya geldiler "bundan vazgeçtik; yanılmışız" dediler. Değerli arkadaşlar, aslında, krizler göz
göre göre geldi. Bakınız, şimdi, size, çok enteresan, belki de kayıtlara
geçecek çok önemli bir şeyi ifade ediyorum. O kriz günü akşamı kamu bankaları
kredi verdiler, verdikleri kredileri... Bakın, Halk Bankası, Ziraat Bankası;
aynı banka, aynı bankadan 5 trilyon kredi alındı, o 5 trilyon kredi, aynı
bankanın öbür bankasına gecelik yüzde 7 500'le yatırıldı ve banka, kendi
parasıyla kendi içinde soyuldu ve bu hükümet buna seyirci kaldı. Çıkın gelin,
burada, böyle olmadı diye buna cevap verin. Eğer böyle olmadıysa, bize bilgi
verenlere de biz soralım, bakalım neden oldu. Değerli arkadaşlar, şimdi, çok önemli bir
konu söyleyeceğim. Merkez Bankası, zaman zaman likit parada piyasaya müdahale
ediyor. Değerli arkadaşlar, o kriz gecesi, Ziraat Bankası Genel Müdürü Merkez
Bankasını arıyor "2 katrilyon paraya ihtiyacımız var" diyor. Merkez
Bankası "özel bankalardan alın, biz para veremeyiz" diyor ve Ziraat
Bankası, o gün, devlet bankasıdır, itibarı sarsılmasın, memurlar maaşını alsın,
toplumda bir sıkışma olmasın diye, 2 katrilyon parayı, 3 gün vadeli özel bir
bankadan alıyor. 3 gün için 2 katrilyona 1,8 katrilyon faiz ödeniyor ve bu
parayı ödeyenler burada hesap vermek mecburiyetindedir. Peki, hesap verince ne
olacak; olacak şudur: Bu vergiler bu kadar çıkmayacaktı; ama, siz, krizi de
yönetemediğiniz için bu devlet böylece zarar etti. Değerli arkadaşlar, şimdi, aslında, bu
hükümet, herkese talkın veriyor, kendisi salkım yutuyor. Efendim, işte, dolarla
çalışmayın vesaire. Ben baktım şimdi, hükümetin, âdeta, bir dolar aşkı var,
dolar aşkı!.. Bedelli askerlik dolarla, özelleştirme dolarla, KİT ürünleri
dolarla satılıyor, yurtdışı çıkışları dolarla, devlet ihaleleri de dolarla!
Hatta, siz, hocalara da yazı gönderdiniz, TL'nin fazileti hakkında camide bir
konu anlatın filan diye. Aslında, bana göre eksik yaptınız. Orada, devleti
soyanların isimlerini de verseydiniz, hutbede bunlar da okunsaydı çok iyi
olurdu herhalde. (SP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, DPT bir rapor
hazırladı ve açıklıyor. Başbakanlığa bağlı DPT raporunda "ekonomi çöktü,
reel sektör battı -ben söylemiyorum, DPT söylüyor- 2001 sanayi üretimi yüzde
11,8 geriledi. Türkiye fabrika mezarlığına döndü -anlaşılsın diye özet
söylüyorum- 2 764 fabrika kapandı, 4 734 fabrika kapanmak üzere, 102 194 kişi
hemen bu fabrikalardan çıkarıldı" deniliyor. Değerli arkadaşlar, bir ağacı budadığınız
zaman, dallarını budarsınız, fazla bölgelerini de alırsınız, o ağaç, gelecek
sene meyve verir; ama, siz, reel sektörü budamadınız, kökünden kazıyıp
öldürdünüz; yani, bizi, Avrupa'ya muhtaç hale getiriyorsunuz. Değerli arkadaşlar, bu uygulama bizi
nereye götürdü; geçen yıl ihracat 25 milyar dolar, ithalat 55 milyar dolar,
açık 30 milyar dolar ve siz, bunu, tekrar borçlanacaksınız. Sayın Kemal Derviş diyebilir ki, sizin bu
anlattıklarınız doğru olsa bile, ben, altı aydır buradayım. Peki, ben,
kendisine şunu soracağım: Siz, geldiğiniz zaman, bize, dolar şurada kalacak,
piyasalar şöyle olacak dediniz. Önce, geldiğinizde -şimdi, göreve geldiğinizden
bu tarafa altı ay oldu- dolar 700 000 liraydı, 1 600 000 lira oldu. "Param
olsa TL'ye yatırırım" dediniz. Peki, o zaman, size uyan insanlar, hep
batırdı, gitti... Buna hakkınız var mı?! Değerli arkadaşlar, şimdi, bakınız,
buradaki sorum şu; şuna inanıyor musunuz: Türkiye'de, üretim olmadan, ihracat
olmadan, döviz rezervimizi artırma imkânımız var mı; doğrusu, bunu, öğrenmek
istiyorum. Değerli arkadaşlar, efendim, biz, artık,
dünyayla entegre oluyoruz. Tarımda da her isteyen istediğini ekmesin; ekerse,
faturasını ödesin... Bakın, buğday, 2000'de 21 000 000 ton, 2001'de 15 000 000 ton;
6 000 000 ton açığımız var. Bu yıl, 3 000 000 ton ekmeklik buğday ithal
edeceğiz; tohum kalitesiz olduğu için verim iyece düşmüş. Çiftçinin borcu 2,5
katrilyon. Şimdi, çiftçi, ekim yapamaz halde. Sayın Bakan diyor ki:
"Buraya çıkıp popülist politikalar üretmeyin. O dönem geçti artık."
Peki, ben de size bir şey söyleyeyim: Gelecek yıl ithal edeceğiniz buğdayın
parasını nereden bulacaksınız; IMF'den, değil mi?! Peki, ona ödeyeceğiniz faizi
millete ödeyin. Niye daha akıllı iş yapmıyorsunuz?! O hesabı bir kere daha yapın.
Değerli arkadaşlar, bakınız, Merkez
Bankası raporunda aynen şunu söylüyor: "2000 yılında çalışanların reel
geliri yüzde 11,5 geriledi." Değerli arkadaşlar, halbuki, hükümet hep
şunu söylüyordu: "Ben, çalışanları enflasyona ezdirmeyeceğim." Şimdi,
tabiî ki, aslında, bu rakamlara baktığımız zaman, ekonomide olumsuz tablo,
bizi... Zambiya, Uganda ve biraz önce harp ilan ettiğimiz, garip, kimsesiz,
silahı olmayan insanlara asker gönderiyoruz ya, onların ekonomisi bile bizden
iyi. Sayın Bakan da benzer şeyi söyledi, aynen, bakanın ifadesini söylüyorum;
gelir, burada, o sözü ben söylemedim der, biz de tamam deriz. Değerli arkadaşlar, şimdi, Sayın Bakanın
dikkatini çekerek, üç dört konu üzerinde durmak istiyorum. Türkiye'nin önündeki
en büyük tehlike şudur: 1- Yüksek faizle borçlanma politikasından
vazgeçilmelidir. 2- Kamu harcamalarında israf
durdurulmalıdır. 3- Yap-işlet-devret modeliyle... Bakın
değerli arkadaşlar, gözden kaçıyor, biz, bir sürü projeler yaptık ve oradan,
çok yüksek fiyatla enerji almayı taahhüt ettik, su almayı taahhüt ettik. Bu
enerjinin ve suyun fiyatları fevkalade yüksek, dünya piyasalarından yüksek. Bu
projeler yapıldı ve bunların ekonomiye maliyeti çok fazla olacaktır. Yine, kesinleşmemiş görev zararları var ve
Hazine garantili dışborç tutarı bilinmiyor. Sayın Bakan, burada, gelsin bir
rakam versin, bir de Maliye Bakanı gelsin; rakamlar birbirini tutmuyor. Bir
hükümet düşünün, alacağından haberi yok, borcundan haberi yok; bu, olsa olsa,
müflis tüccar işidir. Değerli arkadaşlar, peki, biz bunları
söyledik, bu raporları okuduk da, acaba... BAŞKAN - Toparlar mısınız efendim. VEYSEL CANDAN (Devamla) - Efendim, bir iki
dakika müsaade ederseniz tamamlıyorum. BAŞKAN - Artık, 30 dakikadan sonra da süre
uzatmayayım. VEYSEL CANDAN (Devamla) - Efendim, sadece
2 dakika istiyorum. BAŞKAN - Takdir sizin, 30 dakika
konuştuktan sonra... Buyurun. VEYSEL CANDAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, şimdi, ben, burada çok önemli bir konudan bahsetmek istiyorum.
"Siz, muhalefet olarak bunları söylemekle mükellefsiniz..." Peki,
bakın -hükümetten hükümete eleştiri- Sayın Karakoyunlu ne diyor: "Güçlü
ekonomiye geçiş programından eser kalmadı. Hazine, Maliye ve Dış Ticaret
Müsteşarlığının ortaya koyduğu reel değerlerle hedefler arasındaki farklar
dağlar kadar oldu. Program, Derviş'in ağzından çoktan düştü." Karakoyunlu,
hükümet söylüyor. Peki, Sayın Derviş ne söylüyor: "Hedeflerde revizyon
kaçınılmaz." Peki, siz, üç ay sonrasını göremiyorsanız, neden bakanlık
yapıyorsunuz?! Dört ay sonrasını göremiyorsanız, getirip buraya program... O
programı burada iki saat siz anlatmadınız mı; niye üç ay sonra geliyorsunuz...
Bakın şimdi ne diyor; 11 Eylül Amerika'daki olay... İyi de Amerika'da olay
oldu, orada dolar yükseliyor. Efendim, şimdi, konuşmamın başında ifade
ettim, Muhterem Heyetinize saygılar sunmadan önce bir şeyin altını çizmek
istiyorum. Bakın, DSP Grubundan Rıdvan Budak diyor ki: "Başbakan
Kızılay'da yürüyemez. Hiç olmazsa daha benim yürüme imkânım var." Gelin,
bu hükümetin kendine saygısı varsa, bir defa iyilik yapsın, istifa etsin. Bu
Parlamentodan daha çok hükümet çıkar; endişe etmeyin. Saygılarımla. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - İkinci söz, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Sıvas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener'de. Buyurun efendim. (AKP sıralarından
alkışlar) AKP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi AK Parti adına saygıyla
selamlıyorum. Gensoru görüşmelerimizin konusu, ekonomi;
yani, sorun, hükümet ekonomi yönetiminde başarılı mı başarısız mı veya ekonomi
iyi mi kötü mü? Bu soruyu sorduğumuzda, ben, iktidar kanadına mensup
milletvekillerimiz dahil, tüm milletvekillerimizin izan sahibi, insaf sahibi
olduğuna inanıyorum ve bu Mecliste, bu Heyette ekonominin iyi olduğunu
söyleyebilecek tek bir milletvekilinin bulunduğuna inanmıyorum. Herkes kendi
kendine sorduğu zaman, ekonominin çok kötü olduğunu söyleyecektir; yani,
hükümetin başarısız olduğunu söyleyecektir; çünkü, ekonominin iyiliği veya
kötülüğü, iktidarların uygulamış olduğu politikalarla ortaya çıkar. Eğer, bir
siyasî iktidar, yanlış bir iktisadî politika ortaya koymuşsa, yanlış uygulamalar
yapmışsa, ekonomi kötüdür ve bugünkü bu kötü gidişin sebebi de mevcut 57 nci
Ecevit Hükümetidir ve bu hükümet, başarısız bir hükümettir. Aslına bakarsanız,
bu hükümet, cumhuriyet tarihi boyunca gelmiş geçmiş tüm hükümetler içerisinde
en başarısız olanıdır. Bu mevcut hükümet, Türk ekonomisini tahrip etmiştir,
halkı perişan etmiştir, ezmiştir ve vatandaşı bitirmiştir. Her şeyden önce,
Türkiye'nin geleceğini karartmıştır. Sadece Türkiye'nin bugününü değil,
Türkiye'nin geleceğini de karartan bir iktidarla, bir hükümetle karşı
karşıyayız. Tüm bunların ötesinde, bu mevcut hükümet, ülkemizin millî
hassasiyetlerini ve onurunu kırmıştır; dışpolitikadaki bağımsız millî
karakterimizi, ekonomiyle birlikte ipotek altına sokmuş bir hükümettir ve
iktidardır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, halkımız,
yokluğa, yoksulluğa, hatta sayısız yolsuzluklara sabretmektedir. Siz değerli
milletvekilleri ise, hükümetten ne geldiyse "doğrudur, yanlıştır"
demeden, hükümetin göndermiş olduğu bütün tasarıları, gece sabahlara kadar
mesai harcamak suretiyle, burada, kabul ettiniz; ama, şunu bilmenizi isterim
ki, gerek vatandaşlarımıza gerekse siz değerli milletvekillerimize böylesine
bir Çin işkencesi çektiren bir hükümet yeryüzüne gelmiş değildir. Bunu tekrar
tekrar kendi kendinize sorduğunuz zaman, söylenen sözlerin hak sözler, doğru
sözler olduğunu göreceksiniz. Bu tablo karşısında, daha ne zamana kadar
bekleyeceğinizi merak ediyorum; daha ne kadar sabredeceksiniz, sabrınızı daha
ne kadar zorlayacaksınız bunu merak ediyorum. Bu hükümetin bitme vaktinin
gelmediğine eğer değerli milletvekillerimiz inanıyorlarsa, bilsinler ki, bu
hükümetle birlikte kendileri de biterler. (AKP sıralarından alkışlar) Bakın, toplumun bütün kesimlerinden feryat
yükseliyor. İşte, Türkiye'deki çok sayıdaki ziraat odasının, birlikte, altına
imzalarını atarak yayımlamış olduğu bildiri "Bütün Türk Halkına
Duyurudur" diyor. Bu duyuru, aynı zamanda siz değerli iktidar
milletvekillerine de yapılan bir duyurudur, bu hükümete destek olan siz değerli
milletvekillerine de bir bildiridir. Ziraat odaları, çiftçi adına feryat
ediyor, Türk Halkı, büyük bir açlık tehlikesiyle karşı karşıyadır diyor. Tıpkı,
Kurtuluş Savaşına giren 1920'li yılların Türkiyesi gibi; ama istilacı devletler
değil, mevcut hükümet çiftçiye savaş açmış, bütün üretim araçlarımızı elimizden
almıştır diyor, çiftçi temsilcileri söylüyor bunu. Ayçiçeği tükendi, buğday
tükendi, hayvan tükendi, toprak tükendi ve biz tükendik diyor. Değerli
milletvekilleri, bu, çiftçimizin feryadıdır. İcra yoluyla sattığınız
traktörlerimizi geri verin diyor. Alabileceğimiz fiyattan gübre verin, tohum
verin, ilaç verin, bu toprağı ekelim diyorlar; ama, maalesef, iktidarın izlemiş
olduğu yanlış iktisat politikaları yüzünden, bugün, Türk köylüsü, çiftçi ve
üretici mahvolmuştur, perişan olmuştur. İşte tarımsal üretimle ilgili rakamlar,
bunlar da durumu doğruluyor. 2001 yılında tarımsal üretim yüzde 7 azalmıştır.
2001 yılında 113 ürün izlenmiş ve bunun 55'inde üretim azalmıştır, en önemli
üretim alanı olan buğday üretimi de yüzde 10 düşmüştür ve 107 000 çiftçi Ziraat
Bankasına olan borçları sebebiyle icralık duruma düşmüşlerdir, son piyasa
faizleriyle yapılan taksitlendirme de sorunu çözecek durumda değildir. Çiftçiye
zulmetmek bu hükümetin temel vasfı ve temel karakteri haline gelmiştir. Eğer,
bir siyasî iktidar kendi vatandaşına zulmediyorsa, haksızlık yapıyorsa, perişan
ediyorsa kendi vatandaşını, ayakta durma şansı yoktur ve bu hükümete destek
veren milletvekillerinin de varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir. (AKP
sıralarından alkışlar) İktidarla birlikte, şu mevcut hükümetle birlikte yok
oluyorsunuz, yok oluşa doğru gidiyorsunuz, hepinizin şimdiden dikkat etmesi
gerekir. Değerli milletvekilleri, cumhuriyet tarihi
boyunca, ilk kez bu iktidar döneminde, 2000 yılında, tarımsal ürün ithalatı
ihracatı aşmıştır. Bu, cumhuriyet tarihinde ilktir, sizin iftiharla anacağınız
rekorlardan biridir, eğer, bunlar iftihar edilecek şeylerse! (AKP sıralarından
alkışlar) MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Bu bankaları
batıranlar utansın!.. BAŞKAN - Sayın Levent... ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Esnafın
durumu da aynıdır, çekler, senetler ödenemez duruma gelmiştir, alışveriş
durmuş, işyerleri kapanmaktadır ve esnaf, artık çek kullanamaz hale gelmiştir,
esnaf kefalet kooperatiflerinden yüzde 90'lık faizle kredi alamaz duruma
düşmüştür. Vergiler, Bağ-Kur, SSK primleri altında, esnaf kanağlamaktadır, her
şey durmuş vaziyettedir; işsiz perişandır, iş bulabilme umudu yoktur. Memur,
işçi, emekli, topyekûn 65 milyon insanı mahveden, yok eden ve ezen bir
iktidarla karşı karşıyayız. Bunlar benim söylediğim sözler değildir,
bunlar bana ait sözler değil, siz değerli iktidar partilerinin milletvekilleri
de kendi kendinize, aranızda aynı şeyleri söylüyorsunuz, "bu hükümete daha
ne kadar sabredeceğiz" diyorsunuz; ama, sabretmekle mesele çözülmez, sorun
çözülmez; ama, bu tabloyu gören, bu durumu tespit eden, düşünen bir siyasî
iktidar, toplumsal sorumluluk duygusu içerisindeyse, bırakır, çeker gider;
gensorulara da ihtiyaç olmaz. (AKP sıralarından alkışlar) Bakın, bu hükümetin neyi başarılı neyi
başarısız: Üç yıldır işbaşındasınız, iktidardasınız ve bu iktidar, yani, Sayın
Ecevit, Sayın Bahçeli, Sayın Yılmaz, birlikte, üç yıl önce 57 nci Ecevit
Hükümetini kurdular ve bir temel öncelik belirlediler, dediler ki; biz,
enflasyonu düşüreceğiz; bunun dışında da hiçbir öncelik koymadılar ortaya.
Enflasyonu düşüreceğiz diye temel bir hedef koydular ve bu temel hedefi
gerçekleştireceğiz diye, bu ülkede fakir fukarayı aç sefil bıraktı mevcut
iktidar, yoksulluğu derinleştirdi, işsizliği artırdı, çiftçiyi tüketti, esnaf
ve sanatkârı yok etti, memurları, işçileri, emeklileri de ezdi bitirdi. Niçin;
enflasyonu ben düşüreceğim dedi. Peki, bunca zulümden sonra, bunca
ıstıraptan sonra, bugün Türkiye'de enflasyon düştü mü; hayır, aksine, patladı.
Eylül sonu itibariyle, yıllık enflasyon, TEFE'de yüzde 75'tir değerli
arkadaşlarım. Yıl sonu itibariyle de yıllık enflasyonun yüzde 80 çıkacağı
herkes tarafından ifade edilmektedir. Üç yıl önce yüzde 60'ta aldığı enflasyon
rakamını, eğer, enflasyonu aşağı çekme hedefiyle ortaya çıkan bir iktidar, üç
yıl sonra yüzde 80'e çıkarıyorsa, temel hedefini tutturamıyorsa, bir gün daha o
koltukta kalamaz; çekip gitmesi lazım. (AKP ve DYP sıralarından alkışlar) Biz
bu işi bilmiyoruz, biz bu işi beceremiyoruz, milletten de özür diliyoruz,
demesi lazım; ama, bunu söyleyebilmesi için, bir siyasî iktidarın vatandaşına
karşı sorumlu olduğu duygusu içinde olması lazım. Açıkça söylüyorum, bu
iktidarın vatandaşına karşı sorumluluk duygusu, maalesef, herkesin tartışacağı
bir noktadadır. İşsizlik, Türkiye'nin en önemli sıkıntısı,
derdi haline gelmiştir ve bu hükümet, önünü göremeyen bir hükümettir;
yılbaşında dedi ki, Türkiye'de 2001 yılı için yüzde 4,5 büyüme hedefliyoruz. Bu
bizim temel hedefimizdir. Büyüme önemli; büyüme dediğiniz zaman zenginleşmeyi
anlarsınız; ekonomi küçüldü dediğiniz zaman herkesin yoksullaştığını
anlarsınız. Bu iktidar, bütçesini hazırlarken, 2001 yılında yüzde 4,5'lik bir
büyüme hedefi ortaya koydu. Aradan bir ay geçmedi, dedi ki, "yanlış hesap
yapmışız, ekonomi yüzde 3 küçülecek. Arkasından üç ay geçti, dedi ki,
ekonominin yüzde 3 küçüleceği konusunda da yanılmışız, ekonomi yüzde 5
küçülecek ve şimdi yapılan hesaplar, yıl sonu itibariyle, ekonominin yüzde 8 civarında
küçüleceğini göstermektedir. Önce, yüzde 4,5'lik büyüme hedefi koyan,
arkasından yüzde 3, daha sonra yüzde 5, daha sonra yüzde 6,5 küçüleceğiz diyen bir iktidar, yıl sonuna
yüzde 8 küçülmeyle çıkıyorsa, bir adım önünü göremiyor demektir. Bir adım önünü
göremeyen bir iktidarın da bir hükümetin de ayakta kalmaması gerekir. Eğer,
bunu sizler ayakta tutuyorsanız, sizler destek veriyorsanız; evet, bütün
sorumluluk, mesuliyet sizlerdedir. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Doğru, doğru... ALDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Ben, sadece,
doğru olanı, herkesin objektif olarak kabul edeceği gerçekleri anlatmaya
çalışıyorum. Evet, daha önünü görmeyen bir hükümetle
karşı karşıya isek, bu gensoru önergesini kabul edelim ve bu hükümeti gönderelim dediğimiz zaman meseleyi çözmüş
olmayız arkadaşlar. Hükümetin gitmesi yetmez. Aslında, Bakanlar Kurulu
üyelerine, hiçbir hedeflerini tutturamadıkları için meydan dayağı çekmek lazım!
(AKP sıralarından gülüşmeler ve alkışlar; DSP ve MHP sıralarından gürültüler) MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Ayıp,
ayıp; size yakışmıyor! ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Yeryüzünde
böyle bir iktidar yok. İHSAN ÇABUK (Ordu) - Sen bakanlık yaptın,
yakışıyor mu sana?! MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Yakışıyor
mu size Sayın Şener?! ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Cumhuriyet
tarihi boyunca, önünü göremeyen bir iktidar, bugün söylediği ertesi gün yanlış
çıkan bir iktidar.... İHSAN ÇABUK (Ordu) - Sen meydan dayağı
yedin mi hiç?! ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla)- Bu iktidar,
ayakta kalma şansına sahip değildir; ayakta kalma hakkına sahip değildir.
Toplumsal sorumluluk duygusu da taşımıyor ve ille ben burada duracağım, bu
koltukta oturacağım diyorsa, hakkının ne olduğunu, siz benden daha iyi
bilirsiniz. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın
Başkan, "meydan dayağı" sözüyle ilgili uyarıda bulunur musunuz? BAŞKAN - Bir dakika efendim... ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Evet,
ekonominin küçülmesi demek değerli arkadaşlarım. BAŞKAN - Sayın Şener, bir dakika efendim. Sayın Şener, bir yanlış anlaşılma olmuş. Sayın Şener "meydan dayağı"
derken, seçimden bahsetti efendim. (AKP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Efendim, ondan bahsetti. Buyurun Sayın Şener. ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, söylediğim her cümleyi arif olanlar anlar. Değerli milletvekilleri, ekonominin
küçülmesi demek, ülke olarak yoksullaşmak demektir, ülke olarak fakirleşmek
demektir. Gerçekten de, on yıl önce kişi başına düşen millî gelir 3 000 dolar
iken, şimdi, on yıl sonra, mevcut iktidarın, hükümetin elinde, kişi başına
düşen millî gelir 2 300 dolara düşmüştür ve dört sene önceki 3 250 doların
altına inmiş vaziyettedir. Üç yıl sonunda, mevcut iktidar ekonomiyi
küçültmüştür ve halkı yoksullaştırmıştır. Ekonominin küçülmesi demek, işsizliğin de
artması demektir. Nitekim, Devlet İstatistik Enstitüsünün verdiği rakamlar
ortadadır. Bu yılın ilk altı ayında, sadece altı ayında 400 000 kişi işini
kaybetmiştir, ücretli olarak çalışanlardan 400 000 kişi işini kaybetmiştir.
Kayıtdışı işçileri ve işyerlerini kapatan esnafı da hesaba kattığınızda
-bunların da 600 000 kişi olduğu tahmin edilmektedir- 1 000 000 insan yılın ilk
altı ayında işini kaybetmiştir. İşini kaybeden bu 1 000 000 insanın yakınlarını,
ailesini de hesaba dahil ettiğinizde, milyonlarca insan, bugün, Türkiye'de,
altı ay önce işi olduğu halde, işsizlik sıkıntısı içerisindedir, geçim
sıkıntısı içerisindedir, çocuğunun okul masraflarının derdi içerisindedir,
mutfağında kazanın nasıl kaynayacağıyla ilgili derdin içerisindedir, sıkıntının
içerisindedir. MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - Ne kazanı...
Kazan yok ki!.. BAŞKAN - Lütfen efendim... ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bir siyasî
iktidarın, bunca yanlışı yapıp da, vatandaşımıza böylesine bir işkenceyi
çektirmeye hakkı yoktur değerli arkadaşlarım. Bakın, yine, verilen rakamlara göre
halkımızın yüzde 89'u giyim harcamalarını azaltmıştır, halkımızın yüzde 77'si
gıda harcamalarını azaltmıştır. Eğer, vatandaş, normal hayatına devam ederken,
bir iktidar geliyor, bir hükümet geliyor ve uyguladığı politikalarla her şeyi
mahvediyor da vatandaş, giyim harcamalarında yüzde 89 azaltma yapıyorsa, gıda
harcamalarında yüzde 77 azaltma yapıyorsa, demektir ki, bu hükümet başarısızdır
ve bir an önce gitmelidir. Değerli milletvekilleri, feryadını
duymadığınız tek bir kesimin olduğunu zannetmiyorum. İşsizliğin, yoksulluğun
acısını çeken vatandaşlarımızın hali hepinizin yüreğini parçalıyordur. Meclise
gelenler, vatandaş arasında dolaşırken duyduğunuz sitemler bunun açık kanıtıdır
ve ifadesidir. Sivil kitle örgütleri, bu odaların, sivil kitle örgütlerinin
başkanları, her gün, telefonlarla, fakslarla, mektuplarla, heyetler halinde
gelerek yaptıkları ziyaretlerle kendi kesimlerinin rahatsızlıklarını ve
sıkıntılarını dile getiriyorlar. Aynı sıkıntılar bana da geliyor, aynı sorunlar
sizlere de intikal ettiriliyor; ama, bu tablo karşısında, hâlâ, Türkiye'de
işlerin normal gittiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Peki, bütün bu olup biten felaketin
sorumlusu kimdir dediğimizde, ben değil, siz de kendi kendinize sorduğunuzda
"bütün bu kötü ekonomik tablonun sorumlusu, mesulü, mevcut iktidardır,
hükümettir, Bakanlar Kuruludur" diyeceksiniz. Bir hükümet, eğer, bilgi sahibi değilse,
beceriksizse, bilgisizse, ekonominin altı üstüne gelir. Bakın, üç senedir iki
program hazırlandı. İlk programın adı, hepinizin hatırladığı gibi
"İstikrar Programı"ydı. Adını "İstikrar Programı" koydular,
Türkiye'de, iki ayda, iki büyük kriz yaşandı; Türkiye, büyük bir
istikrarsızlığın içerisine sokuldu ve atıldı. Yani, adıyla müsemma olmayan bir
programı kim yapar, hangi iktidar yapar derseniz, işte, Sayın Ecevit, Sayın
Bahçeli ve Sayın Yılmaz'ın birlikte oluşturdukları 57 nci Ecevit Hükümeti yapar
bunu; nitekim yapmaktadır ve de Türkiye'yi, iki ayda iki büyük krize sokan tek
hükümet, sizin hükümetinizdir. Sonra ikinci program, Sayın Derviş
geldikten sonra hazırlanan program; adını "Güçlü Ekonomiye Geçiş
Programı" koydular. İsmini ne koyarlarsa, tersini yapacaklarından emin
olasınız. (AKP sıralarından alkışlar) "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"
koydular adını; ama, Türk ekonomisini tasfiye ettiler, tasfiye! Bunun başka
anlamı yok. Çiftçiyi, esnafı, işadamını, yatırımcıyı, memuru, işçiyi, işsizi ve
emekliyi, hepsini tasfiye ettiler. Onun için, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
değil bu, tasfiye programıdır. BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız. ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bakın, ilk
programda temel bir hedef belirlediler ve " döviz çıpasına dayanıyor bu
programın temeli, dövizi belli bir noktada tutacağız" dediler, döviz
fırladı. Ne söylüyorlarsa, tersi!.. İkincisinde de dediler ki "güçlü
ekonomiye geçiyoruz, faizleri düşüreceğiz" faizler fırladı, yüzde 90'lar
seviyesinde gidiyor. Yani, söylediği hiçbir söz gerçekleşmiyorsa; ağzından
çıkan her söz, sonunda tersiyle ortaya çıkıyorsa bir iktidarın... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) PERİHAN YILMAZ (İstanbul) - Sizin
paralarınız da yastıklarınızın altında... Çıkarın da harcayın şunları artık. BAŞKAN - Sayın Yılmaz... Lütfen efendim... ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Yani
"vatandaş suçludur" demek istiyorsunuz... PERİHAN YILMAZ (İstanbul) - Size...
Size... ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Hükümetiniz
19 banka batırırsa, fona devretmek zorunda kalırsa yanlış politikalarıyla,
vatandaş götürüp de bankaya parasını yatırmazsa, bunun sorumlusu siz misiniz,
yoksa vatandaş mıdır?! (AKP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler) Değerli arkadaşlarım, özetlemek istiyorum:
Reel ekonomi diye bir derdi yok bu iktidarın. Bu iktidar, mevcut hükümet,
açıkça söylüyorum, üç kâğıtla oynuyor; bu üç kâğıtla ekonomiyi kurtaracaklarını
zannediyorlar, yanılıyorlar: Birinci kâğıt, borsa, hisse senetleri; ikinci
kâğıt, döviz, dolar ve mark; üçüncü kâğıt, faiz, yani tahvil ve bonolardır. Değerli arkadaşlarım, üçkâğıt ekonomisine
çevirmiştir bu iktidar Türkiye'yi ve Türkiye ekonomisini!.. (AKP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Üçkâğıtçılıkla ülke kalkınmaz.
Üçkâğıtçılıkla ekonomi düzlüğe çıkmaz. Otursunlar, düşünsünler, taşınsınlar ve
bu yanlış gidişe "dur" desinler diyemiyorum; çünkü, bunu kendileri
söyleyemezler. Yerlerini terk etsinler, bu işi bilenler gelsin ve otursun. Hepinize saygılar sunuyorum. (AKP, DYP ve
SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Şener, teşekkür ederim. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Şu bankaların
hesaplarını ne zaman vereceksiniz? Grubunuza liste gönderiyorum. (AKP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim, yerinizden konuşmayın
lütfen; ortamı germeyelim. Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisinde. Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir
Milletvekili Sayın Ufuk Söylemez; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Gönderdiğim
listeyi bir incelesinler... (Gürültüler) BAŞKAN - Şimdi, hep beraber konuşarak bu
müzakereyi götüremeyiz efendim. Siz susacaksınız, hatip konuşacak. Buyurun. DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) -
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; ekonomideki kötü gidiş, kriz ve
kötü yönetim nedeniyle verilen gensoru önergesi hakkında Doğru Yol Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; konuşmamın başında, Sayın Başkanı ve Yüce
Heyeti şahsım ve Grubum adına en derin saygılarımla selamlıyorum efendim. Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği
ve yaşadığı gibi, Türkiye, bugün, savaş yıllarından bu yana, cumhuriyet
tarihindeki en kötü ekonomik daralmayı yaşamaktadır. Bu, aynı zamanda, millet
olarak da en kötü ekonomik fakirleşmeyi getirmektedir. Tüm kredibilitesini
yitiren hükümet ve ekonomi yönetimi, büyük bir basiretsizlikle, Türkiye'yi,
maalesef, ekonomide bir çıkmaz sokağa sokmuş bulunmaktadır. Millî gelir, gayri
safî millî hâsıla, bu yıl, ilk yarısı itibariyle eksi 8,5 oranında küçülmüş
olup, bu, İkinci Dünya Savaşının sona erdiği yıl olan 1945 yılından beri
Türkiye'nin yaşadığı en kötü ekonomik daralmaya işaret etmektedir maalesef. Kişi
başına düşen millî gelir de, bu yıl itibariyle, ilk kez, son dört beş yıla
kıyas ettiğimiz zaman, 3 000 doların altına, 2 200 dolarlara kadar inecektir.
Bunun anlamı, Türkiye "alt orta gelirli" olarak tabir edilen Dünya
Bankasında, dargelirli fakir Afrika ülkelerinin seviyesine düşmüş olacaktır;
yani, Türkiye, ekonomide, maalesef lig de küme düşmüş olacaktır bu yıl sonu
itibariyle. Anasol-M Hükümeti tarafından, bu hükümet
tarafından, üst üste başarısızlıklar ve fiyaskolarla çöken hatalı ekonomik
program ve uygulamalar, Türk ekonomisinin moral gücünü, rekabet gücünü,
teşebbüs gücünü kaybetmesine neden olmuştur. Gerek 2000 yılı başında büyük
iddialarla ortaya konulan tablita programı ve gerekse Sayın Derviş tarafından
bu yılın nisan ayında açıklanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, maalesef, tam
bir basiretsizlik örneği olarak, neyi hedefliyorsa tersi çıkan birer
başarısızlık abidesi olarak Türk ekonomisini tahrip etmiştir ve Türkiye'nin
gördüğü en kapsamlı, en derin ve en uzun süren ekonomik buhranı daha da
derinleştirmiştir. Her iki program için de, işin başında,
kamuoyunu ve hükümeti uyaran, bu programların Türkiye'nin bünyesine
uymayacağını, gerçekçi olmadığını, revize edilmesi gerektiğini öne süren Doğru
Yol Partisi sözcülerinin, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Çiller'in,
bugün, ne söylediyse doğru çıkmış olması, bizlerin bu ikazlarını dikkate
almayan hükümet ve ekonomi yönetimi için, gerçekten büyük bir talihsizlik ve
tarihî bir yanılgı olmuştur diye düşünüyoruz. Değerli milletvekilleri, istikrar
programları, hükümetler tarafından, ekonomik programlar, ekonomi yönetimleri
tarafından, o ülkenin ekonomide daha iyiye gitmesi, ekonomik göstergelerini
iyileştirmesi, büyümesi, işsizliği azaltması ve yatırımları artırması amacıyla
yapılan programlardır. Bir istikrar programında temel amaç, en kısa sürede bu
iyileşmenin ve sonuçlarının alınmasıdır. Elbette ekonomik krizler yaşanabilir,
elbette ekonomik istikrar tedbirleri alınabilir; ama, bunların altı ay, en geç
bir yıl içinde olumlu göstergelerinin, ilk sinyallerinin kamuoyunda ve
ekonomide görülmesi gereklidir. Bugün böyle mi; maalesef, değil. Türkiye, 1999
sonunda yürürlüğe konulan, enflasyonla mücadele adına konulan tablita
programından beri bir krizden öbür krize sürükleniyor; bir yanlıştan öbür
yanlışa sürükleniyor. Öyle ki, ekonomi yönetimleri ardı ardına istifa ediyor ve
maalesef, Parlamento, bana göre hiç de şık olmayan bir hareketle by-pass
edilerek, 350 kişilik bir iktidar çoğunluğuna Parlamentoda sahip olan hükümet,
dışarıdan ekonomi bakanı getirmek zorunda kalıyor. Bu da, bizim, hiçbir zaman
kabul etmediğimiz, demokratik bulmadığımız, Parlamento adına da içimize
sindiremediğiz olağanüstü bir davranış diye düşünüyoruz. Her şeye rağmen, gelinen noktada, bugün,
Türkiye "Güçlü Ekonomiye Geçiş" adı altında Sayın Derviş tarafından
altı ay önce ilan edilen programın bütün sonuçlarının, neyi hedeflediyse tersi
çıkmasının şaşkınlığını, paniğini ve üzüntüsünü yaşamaktadır. Bakınız, eksi 3
büyüme hedefleyen Güçlü Ekonomiye Geçiş Programında, Sayın Derviş, geçen hafta
IMF'de "eksi 8 olacak" demek zorunda kalmıştır; ama, Türkiye, âdeta
bir kobay ülke gibi, yaz boz tahtası gibi, bu yanlış programlarla, Türkiye
gerçeklerinden kopuk uygulamalarla bir ekonomik çıkmaz sokağın içine, maalesef,
sürüklenmiştir. Değerli milletvekilleri, enflasyonun bu
aylarda aylık yüzde 2 olacağı söylenmiştir. Eylül ayında TEFE enflasyonu 5,9'a
çıkmıştır, 6'lara vurmuştur. Sene sonu itibariyle, toptan eşya fiyatlarında
yüzde 80'den aşağı olmayan bir enflasyonla karşı karşıyayız. Türkiye, istikrar
programı uygulamadığı yıllarda, enflasyonla mücadeleyi hedeflemediği yıllarda
dahi böylesine bir krize ve böylesine yüksek bir enflasyona muhatap olmamıştı.
Uygulanan istikrar programının ülkeyi iyiye götürmesi değil, daha kötüye
götürdüğü bir olay, sadece, maalesef, Türkiye'de gerçekleşmiştir. Bugün 1 milyon 700 bin lirayı bulan bir
dolar kuruyla karşı karşıyayız. Piyasalar tedirgin; kimse doların yarın ne
olacağını tahmin edemiyor, doların fiyatı öngörülemiyor; sanayici, ithalatçı
hiçbir planlama yapamıyor; bankacılar açık pozisyon alamıyor ve risk takibinde
zorluk çekiyorlar. Devalüasyon, fiilen yüzde 135'i bulmuştur. Sabit kur
yanlışından, başka bir yanlış olan dalgalı kur yanlışına geçilmiştir. Gerçekçi
reel kur uygulayan Doğru Yol Partisi iktidarlarının bu konudaki yapıcı eleştiri
ve ikazları da, maalesef, ekonomi yönetimi tarafından dikkate alınmamıştır.
Bugün, 1 milyon 700 bin sınırını zorlayan dolar, Türkiye'deki bütün dengeleri
tehdit etmektedir. Ne dendiyse tersi çıkan bu programda, artık, çıkıp, ekonomi
yönetiminin, Sayın Bakanın, hükümetin, kamuoyu önünde bir özeleştiri yapması ve
kamuoyundan bir özür dilemesi gerekmektedir. (DYP sıralarından alkışlar) Borçlanmada yüzde 60'lar dolayında olacağı
söylenen faizlerin bugün ne olduğuna baktığımız zaman değerli milletvekilleri,
dokuz aylık Hazine borçlanmalarının ortalaması yüzde 104'tür. Yüzde 104'le
borçlanan bir Hazinenin, reel sektöre, özel sektöre kaynak bırakması mümkün
değildir. Dışlama etkisiyle, özel sektör, yüzde 104'le borçlanan bir Hazineyle
rekabet edememektedir. Değerli milletvekilleri, 1997 Haziran
ayında, hükümeti, Anasol-D hükümetine devrettiğimiz zaman, Türkiye'nin içborç
toplamı 4 katrilyon liraydı. Aradan dört yıl geçmiştir. Bugün içborç stoku 101
katrilyon liradır. Bunun, matematikle, vicdanla, ekonomi bilimiyle izahı mümkün
değildir. Türk Lirasının itibar ve değer kaybı devam
ederken, Hazine ve Merkez Bankasının yanlış politikaları, para ikamesini
hızlandırıcı; yani, dolarizasyonu hızlandırıcı politikaları da, Türkiye'yi, en
büyük açık pozisyon taşıyan, kur riski taşıyan ülke durumuna getirmiştir. Bu
dolarizasyon öyle bir noktaya gelmiştir ki, on gün önce yapılan Hazine
borçlanmasında, Hazine, 2 milyar dolar dövizle borçlanmış; ama, Türk Lirasıyla
borçlanmaya gittiği zaman ertesi gün, 200 milyon dolar bile borçlanamamıştır;
yani, Türk Lirasına güven ve itibar kalmamış, dolarizasyon bizzat Hazine ve
Merkez Bankası yönetimleri tarafından teşvik edilmeye başlanmıştır. En büyük açık pozisyon ve kur riskini,
bugün, maalesef, Hazine taşıyor. Merkez Bankasının net döviz pozisyonu eksi 9,7
milyar dolara düşmüştür. Bu, Türkiye Cumhuriyet tarihinde olmamıştır, alarm
vermektedir. Toplam parasal büyüklüklerin yüzde 55'i bugün dolardadır, yabancı
paradadır. Değerli arkadaşlarım, Türk Lirası ve
döviz, vadeli vadesiz ve repo hesaplarının toplamına, biz "parasal
büyüklük" diyoruz bankacılık dilinde. Parasal büyüklüğün yüzde 55'nin
dolar cinsinden olması, Türkiye'de ilk kez olan bir hadisedir. İnsanlar
parasını Türk Lirasına yatırmıyorlar. Daha vahim olanı, bankacılık sistemine
para yatıran mevduat müşterileri, tasarruf sahipleri tasarruflarını ortalama
azamî iki ayla bankalarda tutuyorlar. Bu rakam, en düşük vadedir Türkiye'de gördüğümüz;
yani, vatandaşlar, paralarını, bankalara, bankacılık sistemine altı ay vadeyle,
bir yıl vadeyle yatırmıyorlar, yatıramıyorlar; çünkü, altı ay sonrasına, bir
yıl sonrasına güvenemiyorlar; ne programa güveniyorlar ne de hükümetin
geleceğine güveniyorlar. Güvensizlik, vadeleri bu noktaya kısmıştır. Türk Lirasında durum böyle de, dövizde
nasıl diye bakalım: Döviz tevdiat hesaplarında da ortalama vade, bankacılık
sisteminde, bugün, 81 güne inmiştir, 81 gündür. Türkiye'de kimse, ne dövizini
ne Türk Lirasını, bankacılık sisteminde, üç ay vadeli dahi yatırmamaktadır. Bu,
tam bir kredibilite kaybıdır; güven ve itimadın kaybolduğu, ekonomik programa
ve uygulayanlara güvenin olmadığı ülkelerde görülen tipik bir panik halidir. Değerli milletvekilleri, vadeler
kısalıyor, Hazine, üç ay vadeyle bile, yüzde 95 faizle borçlanmanın yollarını
arıyor ve bugün, Türkiye'de enflasyon-devalüasyon sarmalı yeniden başlamış,
birbirini besleyen bir hale gelmiş. Ülke cari işlemler fazlası veriyor
uygulanan politika nedeniyle; ama, bu, rezervlere yansımıyor; çünkü, güveni
tesis edemiyoruz. Güven kaybı olduğu zaman, bunu hiçbir şey yerine getiremez. Elimizde, uluslararası bankaların -yatırım
bankalarının, kalkınma bankalarının- son bu hafta yaptığı değerlendirmeler var
Türkiye'ye ilişkin. J.P. Morgan diyor ki "enflasyon ortalama yüzde 37'ye
bile inse, Türkiye'nin en az 13-15 milyar dolar arası bir dışkaynağa ya da taze
kaynağa ihtiyacı var." Meryll Linch yabancı yatırımcılarına diyor ki
"Türk tahvillerini artık, underweight edin -yani, daha fazla almayın-
burada risk istemiyoruz." Bu manzara, tam bir ayar manzarasıdır ve
ekonomideki kötü gidişin simgesidir. Güven ve itimadın kaybolduğu bir ülkede,
borsa da çöker, borsaya yatırım yapan binlerce insan da mağdur olur. Bakınız, elimde tablo var. New York
Borsası, 11 Eylül saldırısından sonra, 28 Eylüle kadar, eylül sonuna kadar,
yüzde 10-12 civarında değer kaybetmiş. Bizim İstanbul Menkul Kıymetler Borsası,
neredeyse her gün bu yüzde 10'u kaybetti. Borsaya inanıp, sermaye piyasalarına
güvenip, hükümet programlarına inanıp hisse senedi alan binlerce insan,
paralarının pul olduğunu, ellerindeki kâğıtların değersiz birer kâğıda
dönüştüğünü görmenin ve tasarruflarını, servetlerini yitirmenin derin üzüntüsü
içindedir, şaşkınlığı içindedir. Değerli arkadaşlar, 1997 yılında toplam iç
ve dış borçlar, özel ve kamu, 84 milyar dolardı. Bugün, IMF'den alınacak -başka
şeyler de gelecekse bilmem ama- 112 milyar dolardır. Türkiye, dört senede, 30
milyar dolara yakın bir kaynağı dışarıdan, IMF'den almış; ama, bunun ne
kadarıyla yol yapmış, fabrika yapmış, istihdam yaratmış belli değildir. Bu
paralar nereye harcanmıştır belli değildir. Özelleştirme fiilen durmuştur.
Türkiye'ye güvensizlik, maalesef, sadece içeride değil, dışarıda da vardır. Yabancı sermaye Türkiye'ye gelmiyor
değerli arkadaşlarım. 2000 yılında, dünyada dolaşan yabancı sermaye 1,3 trilyon
dolardır; bunun binde 1'i bile Türkiye'ye gelmemiştir. Türkiye'ye gelen yabancı
sermaye, maalesef, 1 milyar doların altında kalmıştır ve Türkiye, yabancı
sermaye tercihleri konusunda 136 ülke arasında 121 inci sıradadır; yani,
yabancı sermaye sahibi, tercih edeceği ülkeler arasında, Birleşmiş Milletler
Kalkınma Örgütünün 2000 yılı raporunda 121 inci sıraya düşmüştür. Böyle vahim bir tablonun karşısında
Türkiye, reel sektörünün üretim gücünü, rekabet gücünü, teşebbüs gücünü
kaybetmiştir. Reel sektöre kaynak yoktur; kan dolaşımını hızlandıracak bir
hadise yoktur; piyasalar âdeta donmuştur; itimat kaybolmuştur; çek senet
sirkülasyonu durmuştur; bankacılık sistemi kredi veremez haldedir. 22 tane
banka batma veya batırılma noktasına gelerek ya fona devredilmiş ya
birleştirilmiş ya da kapatılmıştır. Bu bankaların içinde, sahip ve yöneticilerinin
kötü yönetimi ve usulsüzlükleri nedeniyle bu noktaya gelen olduğu gibi, bir
büyük bölümü de ekonomik programın ve bunun uygulamalarının yarattığı
tahribatın, krizlerin sonucunda bu noktaya gelmiştir; aralarında elli altmış
yıllık köklü bankalar da vardır; Demirbank gibi, Esbank gibi, eski Tütünbank
gibi; her biri, Türkiye'nin bankacılık tarihiyle özdeş bankalar da tasfiye
olmuştur. Değerli milletvekilleri, bugün,
Türkiye'de, sadece esnaf ve küçük işletmeler üzgün değil, sıkıntılı değil; en
büyük işletmeler Koç ve Sabancı Grupları da bugün sıkıntı içinde. TÜSİAD
Başkanının geçen hafta yaptığı açıklamayı ve yakınmaları hepimiz dinledik.
Sendika başkanları, odalar, esnaf odaları, çiftçi kuruluşları -Türkiye'de
esnafların yürüyor, çiftçiler yürüyor, polislerin yürüyor- hükümeti "artık
yeter; artık, güven ve itimat kalmadı; artık, taze bir başlangıç yapalım"
diye demokratik yolardan değişime ikna etmeye çalışıyorlar. Bakınız, Koç Grubu, Tofaş'ta, ekim ve
kasım aylarında birer hafta süreyle üretimi durdurma kararı aldı; Sabancı
Grubu, Toyotasa'da Japonlarla olan ortaklığını bitirmek zorunda kaldı. Otomotiv
sektörü, Türkiye'nin istihdam yaratan, ihracat yaratan otomotiv sektörü, bugün,
bozguna uğramış vaziyettedir. Otomobil ve otomotiv toplam üretimi, geçen yıla
göre yüzde 37 düşmüştür. Türkiye, 1997, 1998 yıllarında 45 000-50 000 traktör
üretirken, bugün 12 000-13 000 traktör üretip, satamaz hale gelmiştir.
Çiftçiler, traktörlerinin taksitini ödeyemiyorlar, borçlarından dolayı icra ve
iflas tehdidi altında, sıkıntı içindeler. Değerli milletvekilleri, küçük ve orta boy
işletmelerin adı unutulmuştur. Az önce, değerli Gaziantep milletvekilimize
gelen ve beni son derece etkileyen bir faksı, izninizle sizlerle paylaşmak
istiyorum. İsteyene bir fotokopisini verebilirim, adını vermek istemiyorum. Bu faks, 50 kişi çalıştıran Gaziantepli
bir küçük işletme sahibinin, telefon, elektrik ve benzeri ödemeleri
yapamadığını, ihracatının tıkandığını, bankalardan kredi alamadığını,
bankaların üzerine geldiğini ve forkliftini sattığını, son bir benzin parasıyla
işyerine gidip gelmekte olduğunu söylediği ve yardım istediği bir talebidir.
Bu, şikâyet değildir, yardım isteğidir. Sayın Gaziantep Milletvekilimiz Konukoğlu,
bana "bir şey yapabilir miyiz" diye geldiğinde, bende de, İzmir'den,
Trabzon'dan, Adana'dan gelen, buna benzer yakınma ve taleplerin yüzlerce
olduğunu söyledim. Türkiye, gerçekten bir sıkıntı yaşıyor; gerçekten bir
tsunami dalgası gibi gelen ağır bir kriz, maalesef, yaşatılıyor. Değerli milletvekilleri, bugün, kamu
bankalarıyla ilgili ciddî sıkıntılar vardır. Ziraat ve Halk Bankası, Türkiye'de
tarıma, esnafa ve küçük işletmeye hizmet etmiş, köklü müesseselerdir. Buralarda
yeniden yapılanma yapmaya kalkarken -özellikle Sayın Bakanı buradan uyarıyorum-
bu bankaların, binlerce yetişmiş, emektar, tahsil görmüş, vefakâr personeli
vardır; bunlar, sözleşme yapmaya zorlanıyorlar; bunlar, tayin tehdidiyle
korkutuluyorlar ve âdeta, bu bankalarda terör estirilerek, dışarıdan,
ayrıcalıklı, inanılmaz maaşlarla az sayıda insan transfer edilerek, bu banka
personeline neredeyse ikinci sınıf muamele yapılıyor. Buna kimsenin hakkı yok
Sayın Derviş; buraya, lütfen, müdahale edin, Bankacılık Kurulu ve bu
Üstkurulun, bu banka personeline bu hareketi yapmasına lütfen, izin vermeyin;
bunun sorumluluğu direkt sizin üzerinizdedir. (DYP sıralarından alkışlar) Bu bankalar, o kadar, halktan kopmuş
yöneticiler tarafından yönetiliyor ki, bugün, Ziraat Bankası bir genelge
yayımladı. Ziraat Bankasının yayımladığı genelge taksitlendirmeye yönelikti.
Genelge elimde. Bu taksitlendirme, 36 ay vadeyle, fakat, cari faizle
çiftçilerin taksitlendirilmesini isteyen bir genelgedir. Hem de, ticarî
firmalarla, sermaye şirketleriyle aynı bir taksitlendirme metodunu
öngörmektedir. Bugün, çiftçi, çiftinin çubuğunun haciz tehdidi altında,
ürününün bedelini alamayan, traktörü icralık olmuş bir durumdayken, anaparasını
ödemekte zorlanırken, yüzde 95 faizle 36 aya yayılan bir taksiti nasıl
ödeyebilir?! Türk tarımını bilmeyen, Türk çiftçisinin gerçeklerini bilmeyen, bankacılığı
sadece manipülasyon ve spekülasyon yapmak zannedenlerin çıkardığı genelge böyle
olur. Tarımı tasfiye ediyorsunuz, tarıma büyük zarar veriyorsunuz. Tarım
Bakanını göreve davet ediyoruz. Sayın Tarım Bakanının söyledikleriyle, Ziraat
Bankasının yayımladığı genelge arasında dağlar kadar fark var. Bu genelge, Türk
tarımımın da çiftçisinin de sorununu asla çözmez. Sayın Bakanın bu konuda
açıklama yapmasını istiyoruz. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, şimdi, bu
hükümete, başarılı ve uyumlu denilmektedir. Az önce saydığım rakamlar,
cumhuriyet tarihinin en büyük işsizliği, çöken bankacılık sistemi, 101
katrilyona fırlayan iç borçlar, gelmeyen yabancı sermaye, tutmayan hedeflerle,
hükümette başarı kırıntısı var mı; yok. Peki, uyum var mı diye baktığımız
zaman, uyumu da maalesef, göremiyoruz. Bakınız, burada, bir liste var benim
önümde. Hükümetin 8 tane değerli bakanı, istifa etmiş, yolsuzluk iddialarıyla
istifaya zorlanmış, azledilmiştir. Sayın Hikmet Uluğbay'la başlayan süreç,
hepinizin bildiği isimlerle, Yüksel Yalovalardan, Enis Öksüzlerden, Sadettin
Tantanlardan uzanan bir geniş yelpazede, yaklaşık ikibuçuk üç ayda, bir bakanı
istifa eden bir hükümet... Bu hükümete, Sayın Başbakan ve Başbakan
Yardımcıları, kameralar önünde bile olsa, başarılı ve uyumlu demeyin. Türk
kamuoyu bu kadar gerçeklerden uzak değil. Bu kadar ekonomik tahribatın yarattığı
esas sosyal sıkıntı da, toplumda bir sosyal cinnet yaratmaktadır. Türkiye için
için kanıyor, Türkiye kan kaybediyor. Başbakanlık sokağına barikatlar koyan,
Başbakanlık sokağını, vatandaşın protestolarına, yakınmalarına kapayan
zihniyet, televizyonlarda, gazetelerde, her gün içimizi burkan, o intihar
sahnelerini, cinnet geçiren insanları, yakınlarını öldürenleri, iflas edenleri,
kaçanları, o içler acısı sahneleri görmüyorlar mı?! Türk toplumunu bu hale
getirmeye, böyle bir sosyal cinnet ve paranoya yaşatmaya hiçbir hükümetin hakkı
yoktur. Parlamenter demokrasi, alternatiflerin
olduğu tek rejimdir değerli arkadaşlarım. Alternatifsizlik, sadece krallık ve
diktatörlüklere özgüdür. Türk Parlamentosu, bu hükümetten çok daha başarılı,
çok daha etkin hükümet modellerini çıkaracak ve çıkarmaya muktedir bir
Parlamentodur. BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız. H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Türkiye,
demokrasinin ve ekonominin önünü açmak istiyorsa, bu tükenmiş, yıpranmış
iktidardan bir an önce kurtulmak, demokrasi için de bir taze başlangıcın önünü
açmak zorundadır. Gelin, seçim yasalarını, Siyasî Partiler
Yasasını değiştirerek, Türkiye'nin özlediği moral gücünü, teşebbüs gücünü,
rekabet gücünü geri getirecek, Türkiye'de ekonomik büyümeyi yeniden sağlayacak,
Türkiye'yi yeniden ayağa kaldıracak taze bir başlangıcın önünü hep beraber
açalım. Bu gensoru, bunun için, hepimiz için fırsattır. Bu gensoru, demokrasinin ve ekonominin
önünü açmak için, tüm milletvekillerine sunulmuş bir fırsattır. Türkiye, artık,
krizi, kader olarak yaşamamalıdır. Türkiye, artık, patinaj yapmamalıdır.
Türkiye, artık, kan kaybetmemelidir ve Türkiye, bu çıkmaz sokaktan mutlaka
çıkarılmalıdır. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu
gensorunun kabulü yönünde oy kullanacağımızı bildirir, beni nezaket ve sabırla
dinlediğiniz için, şahsım ve Partim adına bir kez daha saygılarımı sunarım.
(DYP ve AKP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Ayrıca teşekkür ediyorum size; sürenize
sadık kaldığınız için. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Ben teşekkür
ederim. BAŞKAN - Şimdi, söz sırası, Hükümette. Efendim, bu gensorunun oylamasından sonra,
ara vereceğiz. Daha sonra, iki gensoruyu gündeme alacağız. Personelimiz yemek yiyecek. Bunu, her
sefer söylüyoruz. Milletvekilleri yemek yemez; ama, personel önemli burada. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan,
uygun görürseniz, bundan sonraki gensoruyu da görüşelim, sonra, ihtiyaç
duyarsanız, ara verelim. BAŞKAN - Efendim, biz, memurlarımızı
düşünmek mecburiyetindeyiz. Öyle karar verdik. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Uygun görürseniz
dedim... Uzun çalışmak, memurları düşünmemek
anlamına gelmez; çünkü, hepimizin hayatında uzun çalışma vardır. BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, biz, öyle karar
aldık, daha evvel emir buyursaydınız belki düşünürdük. Teşekkür ediyorum efendim. Buyurun Sayın Bakanım. (DSP sıralarından
alkışlar) DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Saadet Partisi Grubu Başkanvekilleri tarafından
Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında verilen gensoru önergesinin öngörüşmesi
nedeniyle hükümet adına söz almış bulunuyorum. Değerli arkadaşlar, gerçekten, Türkiye,
zor günler yaşıyor, en azından şubat ayından beri çok zor günler yaşıyor
ekonomide ve tabiî ki, son olaylar, 11 Eylüldeki olaylar Türkiye'nin işini de
kolaylaştırmayacak. İleriye bakmamız, ileriye dönük çözüm üretmemiz gerekiyor.
Sanıyorum, bu duruma nasıl geldik, bu konuda çok tartışma var; kısaca,
sizlerle, hükümet ve kendi adıma görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Bu sorunlar, beş ayda, altı ayda, on ayda
veya iki yılda oluşmuş sorunlar değil, çok daha ağır, çok daha yapısal sorunlar
ve bu duruma ülkenin nasıl geldiğini birlikte tartışmak ve en iyi çözümleri de
birlikte bulmamız gerekiyor. 1980'li yıllarda, özellikle 1980'li
yılların 1987, 1988 yıllarına kadar, aslında, Türkiye, son derece başarılı bir
kalkınma süreci içindeydi. 1981 ile 1987 arasında, dünya ülkeleri arasında en
hızlı sanayi ihracat artışını gerçekleştiren ülke Türkiye olmuştu. Bu durumdan
bugüne nasıl geldik? 1980'li yıllarda, kur, Türkiye'yi, yarışabilir bir maliyet
yapısına kavuşturmuştu, ihracata dönük, çok fazla doğal kaynağı olmayan,
petrolü olmayan, büyük miktarda doğal kaynak ihraç edemeyen bir ülke olarak,
Türkiye, ihracata dayalı bir kalkınma modeline muhtaçtır. Türkiye'nin sürekli
ve hızlı büyümesi, sağlıklı bir ihracat ve döviz kazanma sürecine bağlıdır.
1980'li yıllarda, 1986, 1987 yılına kadar Türkiye bunu gerçekleştirdi ve
doğrusu, çok kararlı bir ekonomi programı ve ekonomi politikası vardı o
yıllarda Türkiye'de. 1980'li yılların sonunda bizi bugüne
getiren süreç başladı. Nasıl başladı; siyasî rekabet kızıştı ve maalesef,
siyasî rekabet süreci içinde, ekonomide olmayan bir kaynağı vatandaşa dağıtma
çabaları süregeldi. Kamu açıkları arttı ve kamu açıklarının artmasıyla
birlikte, bu açıkların finansmanı yeni yöntemle gelişti. 1980'li yıllarda
Türkiye'de finans piyasaları gelişmemişti, bono, tahvil piyasaları henüz
başlangıç safhasındaydı, gelişti. Esasen, finans sektörünün gelişmesi olumlu,
yararlı bir şey; fakat, Türkiye'de, maalesef, olumsuz bir yan etkisi oldu.
Hükümetler, 1988'den bu yana, açıklarını, giderek, tahvil satarak, içeride
borçlanarak sürdürme olanağını buldular. 1990 yılındaki içborç, aşağı yukarı sıfıra
yakındı. Türkiye'nin dışborcu vardı; fakat, içborcu yoktu. 1990 yılında
borç-millî gelir oranı yüzde 30'un altındaydı, yüzde 28'e yakındı ve
dolayısıyla, bir süre, içeride borçlanarak kamu açıklarını finanse etmek, çok
büyük enflasyona yol açmadan finanse etmek mümkün oldu. Bu süreç, 1990'lı
yıllarda kullanıldı. Bu sürecin başka bir boyutu da, yüksek
reel faiz politikası oldu. Enflasyon yüksekti, yüzde 60 ile yüzde 100 arasında
dalgalanıyordu 1990'lı yıllarda. Bu enflasyonun yarattığı belirsizlik ortamı
içinde, gayet doğal olarak da, yatırımcı, Hazineden, yüksek reel faiz istedi;
Hazine de bu yüksek reel faizi verdi. Bu yüksek reel faizle birlikte dışarıdan
da bir miktar para sıcak para geldi; öyle, üretime dönük, istihdam yaratan çok
fazla dış yatırım gelmedi; fakat, yüksek faize bol miktarda sıcak para geldi.
Böylece, kamu, içeride ve dışarıda pahalı borçlanarak, yüksek faizle
borçlanarak açıklarını sürdürdü. 1990 yılında millî gelire oran olarak yüzde 28
olan borç oranı, 1998'in sonunda yüzde 60'a dayandı. Yüzde 60, Türkiye'nin
millî geliri ve finansal sistemin büyüklüğü açısından, artık, tehlike gösteren
bir oran olmuştu. Bu sürecin, artık, 1998'den sonra devam etme olanağı ortadan
kalkmıştı. 1999'da çok zor durumda kaldık; kamu açıkları daha da açıldı ve bu
çerçevede 2000 yılı istikrar programına girildi. Aslında, 1990'lı yılların sürecini,
önümüzdeki yıllarda devam ettirmek mümkün değil; içborç miktarı sınırına geldi,
bunu artırmak mümkün değil; dışborç da sınırına geldi, yani, borcumuzu
artırmamız, artık, mümkün değil. Bir aile için, bir şirket için ne
doğruysa, aslında, bir devlet için, bir ülke için de doğrudur. Olmayan bir
kaynağı dağıtmaya, kullanmaya devam ederseniz, bunu, ancak, borçlanarak
yaparsınız; fakat, bu borç da belli bir düzeye eriştiği anda, artık, bu süreç
biter, başka bir çare bulma gereği doğar. Bugünkü sorunlar bu şekilde oluştu ve
özellikle 1988-1999 yılları arasında oluştu. Rakamlar açık; Türkiye'deki borç
millî gelir oranının gelişmesine ve reel faiz rakamlarına bakabilirsiniz.
Maalesef, 1990'lı yılların reel faiz ortalaması, Türkiye'nin ödediği reel faiz
ortalaması yüzde 25'in üstünde olmuştur. Birçoğunuz -eminim- sanayide, ticarette de
faaliyette bulundunuz, on yıl süreyle yüzde 25 reel faiz ödeyip, bir şirketin
ayakta kalması mümkün değil, bir devletin de ayakta kalması mümkün değil. Bu
nedenle, 2000 yılında yeni bir program oluşturulmuş ve bu sorunları çözmek, bu
bataktan çıkma çabası daha ciddî bir biçimde... Tabiî, hiç şüphesiz, yer yer
başka çabalar da olmuştur; 1994 yılında da olmuştur, 1997 yılında da olmuştur;
ama, 2000 yılında, daha topyekûn bir şekilde bir çaba oluşturulmuştur. Bu programın temel hedefi, belirsizlik ve
makroekonomik istikrarın kaynağı olan enflasyonu yenmek olmuştu. Gerçekten de,
enflasyonu yenmeden istikrar sağlamamız mümkün değil. Değerli milletvekilleri, durum gerçekten
zor ve bizden önce konuşan arkadaşların birçok haklı noktası olmuştur. Bu
şekilde devam etmemiz gerçekten mümkün değil. Bugün, Türkiye, hâlâ, yüzde 70-80
gibi enflasyon oranlarıyla uğraşıyor, gelişmiş dünya yüzde 1-2 gibi enflasyon
oranlarıyla yaşıyor. Gelişmekte olan ülkelerde bile, Türkiye kadar yüksek bir
enflasyon oranını bulmak pek mümkün değil. Bu enflasyonla devam etmemiz, bu
belirsizlikle hızlı kalkınmamız, faizleri düşürmemiz, yaratıcı gücümüzü
harekete geçirmemiz gerçekten mümkün değil. Enflasyonu mutlaka düşürmek,
istikrarı mutlaka sağlamak ve faizleri mutlaka indirmek mecburiyetindeyiz. Şimdi, 2000 yılı programında, enflasyonu
yenmek için, maliye politikası ve para politikasının yanında, bir de kur çıpası
kullanıldı. Birçok ülke bunda başarılı olmuştur; örneğin, Polonya; örneğin,
zamanında Brezilya. Kur çıpasını kullanmanın yararı,
beklentileri daha hızlı kırabilmek. Yıllarca yüksek enflasyona alışmış bir
ülkede, insanlar, enflasyona endekslenmiş durumda, enflasyona alışmış,
enflasyonun düşeceğine kolay kolay inanmıyor. Dolayısıyla, kur çıpasını
kullanmak, aslında, enflasyonu indirmek için, daha hızlı indirmek için yararlı
bir araç; fakat, bunun başarılı olması için 2 tane çok önemli yan koşulu var.
Bir tanesi, sağlıklı bir bankacılık sektörü. Çok önemli; çünkü, kur
politikasında çıpaya gittiğiniz zaman, Merkez Bankasından likidite verme
imkânını elinden alıyorsunuz ve bankacılık sektöründeki bir bunalım anında
araçsız kalıyorsunuz, güçsüz kalıyorsunuz. Dolayısıyla, kur çıpası uygulayan
programlarda, bu programların başlangıcında finans sektörünün çok güçlü,
bankacılık sisteminin güçlü olması gerekiyor. İkinci önemli koşul da, yapısal
reformlarla ve güçlü bir maliye politikasıyla bu kur çıpasını desteklemek. Sanıyorum, geriye baktığımız zaman 2000
programında; yani, bu çabaya girmek bence doğru olmuştur 2000 yılında.
Gerçekten, enflasyonu yenmek, istikrara kavuşmak gerekiyordu ve başka ülkeler
de kur çıpasını kullanarak bunda başarılı olmuşlardı. Yalnız, belki,
Türkiye'de, Türkiye'ye fikir veren, Türkiye'ye danışmanlık yapan ve finans
veren kuruluşlarda da bazı şeyler iyi hesaplanamadı. Bir tanesi, 1996'da
Türkiye sanayi ürünlerinde tam olarak gümrük birliğine girdi; yani, Avrupa'ya
karşı herhangi bir gümrük duvarını ortadan kaldırmış olduk. Bu durumda Türk
üretimini, Türk üreticisini korumak için, aslında, kurun, dövizin biraz
değerlenmesi gerekiyordu. Normal şartlarda fazla bir dalgalanma olmazsa ve
bilançolarda başka bir döviz; yani, döviz kuruna endekslenmiş bir durum
olmadığı zaman, aslında, pahalı döviz, hem ithalata karşı yerli üretimi koruyan
bir araçtır hem de ihracatı destekleyen bir araçtır. Kanımca, 1996 yılında gümrük duvarlarını
sıfırladığımız zaman, aslında, belli bir devalüasyona ihtiyacımız vardı, iç
üretim ve içerideki sanayii korumamız açısından. Bunu yapamadık o anda. Ondan
sonra Asya krizi oldu ve bizimle yarışan birçok ülke para değerlerini son
derece büyük rakamlarla düşürdüler ve üçüncü piyasalarda bize karşı çok daha
rekabet gücü kazandılar. Ondan sonra da Rusya krizi oldu; Rusya da bizim için
çok önemli bir ekonomik ülke, ticaretimiz açısından çok önemli bir ülke. Rusya,
parasını yüzde 100'e yakın ölçüde devalüe etti ve Rusya'da da rekabet gücünü
kaybetmiş oldu; yani, Avrupa Birliği, Asya krizi artı Rusya krizi, esasen, 2000
yılından önce de, Türkiye'nin dünya piyasalarındaki yarışma gücünü bir ölçüde
kırdı. Bunu da üretimdeki rakamlarda izleyebiliriz. 1998-1999 yılında,
üretimde, kapasite kullanımında, ihracatta yavaşlama ve birtakım sıkıntılar
zaten başlamıştı. Bu ortamda, 2000 yılı programına aşırı değerlenmiş bir Türk
Lirasıyla girmek, üretim, ihracat ve Türkiye'nin rekabet gücü açısından
sakıncalı bir iş oldu. Ayrıca, 2000 yılında enflasyon düştü,
hakikaten güzel bir şekilde düştü, epeyce düştü, yüksek enflasyon beklentileri
de büyük ölçüde kırıldı; ama, istediğimiz kadar, Türkiye'nin istediği kadar ve
programda öngörüldüğü kadar düşmedi. Dolayısıyla, 2000 yılında döviz ile Türk
parası arasındaki rekabet ayarı daha da bozuldu ve sanıyorum reel sektör için
2000 yılı zaten zor bir yıl olmuştu, 1997, 1998 yıllarından sonra, 1999
yılından sonra daha da zor bir yıl olmuştu, Türk parası aşırı derecede
değerlenmişti. Bunun da bir sonucu, çok direkt sonucu, cari işlemlerin geçen
yıl -hatırlarsınız- 10 milyar dolar açık vermesi. Bence, çok iyi niyetle ve
gerçekten gereken bir çabayı göstererek; yani, istikrarı sağlamak üzere
girişilen programın bu şekilde bazı zayıf boyutları olmuştu. Bir de, bizim elimizde olmayan; yani,
Türkiye'nin elinde olmayan nedenleri olmuştu; 2000 yılında enerji fiyatları çok
artmıştı ve ayrıca dolar-Euro paritesi de bizim aleyhimize gelişmişti. Çünkü,
Türkiye ihracatını büyük ölçüde Euro piyasalarına yapmaktadır, ithalatını ise,
daha ziyade, dolarla yapmaktadır. Doların bu kadar değerlenmesi kur çıpamızı
daha da zararlı bir hale getirmişti. Olan oldu, ilk önce kasım krizini yaşadı
Türkiye, ondan sonra da şubat krizini yaşadı ve şubat krizi, esasen, krizin de
ötesinde, büyük bir ekonomik deprem olmuştur kuşkusuz. Bilançolarını belli bir
kur seyrine göre ayarlamış olan reel sektör ve finans sektörü, tabiî ki, büyük
bir darbe yemiş oldu şubat ayında. Bir de, 90'lı yıllarda alıştığımız ve
kullandığımız sıcak para sürecinin bir yerde de zararını gördük, cezasını
çektik birçok ülkede olduğu gibi. Küreselleşen dünyada, sıcak para, büyük bir
sorun teşkil etmekte. Asya krizinde de, Latin Amerika'da da, Rusya'da da,
aniden, giriş yapan sıcak para, birden bire çıkış yapıyor ve bu ülkeleri son
derece zor durumda bırakıyor; Türkiye'de de aynı olayı yaşadık. 90'lı yıllarda
yüksek reel faize gelen ve yüksek reel faizden yararlanmak isteyen sıcak para,
şubat kriziyle ve bu şubatın yarattığı güven kriziyle birlikte aniden
Türkiye'den çekildi ve kriz, tabiî, çok daha ağırlaştı. Dikkat ederseniz, geçen
yıl büyük bir giriş yapan kısa vadeli sermaye hareketleri, şubattan sonra büyük
bir çıkış yaptılar Türkiye'den. Bu şartlar altında, Türkiye, programı,
yeni programı oluşturmaya çalıştı mart, nisan aylarında ve bu zorluktan da bir
şekilde ders çıkararak, aslında, sorunlarının temeline inmeye çalıştı.
Sorunların temelinde, kamu açıkları, sürdürülemeyen bir kamu borçlanma
politikası, yüksek reel faiz politikası ve Türk üreticisine yeterli ölçüde
yarışma gücünü vermeyen bir kur politikası yaşıyordu. Program, bütün bu sorunlara
dönük çalışmalarla oluşturuldu; 15 Nisanda açıklandı, 15 Mayısta da dış
finansmanı sağlandı ve beş aydır uygulanıyor. Beş ay, tabiî, çok uzun bir süre
değil; ama, Türkiye'nin bu sıkıntılı durumunda, özellikle, insanlarımız ve
yoksul insanlarımız açısından uzun bir süre tabiî. Sizin desteğinizle, Meclisin olağanüstü
çabasıyla, aslında, nisan, mayıs ve haziran aylarında eski düzenin; yani, bu
borç mekanizmasını, yüksek kamu açıklarını veya kamu dengesini bozan kamu
bankalarının düzenini, siz, oylarınızla, nisan, mayıs ve haziran aylarında
kökten değiştirdiniz. Aslında, ilkbaharda ve yazın başında yapılan bu
reformlar, düzen açısından, ekonomik yapı açısından çok önemli adımlardır;
ancak, bunun getirisini alabilmek için, öbür taraftan, makroekonomik istikrarı
da getirmek için, bu yeni, daha açık, daha şeffaf düzenin bir süre istikrar
içinde işleyebilmesi lazım. Martın 21'inde, şubat krizinden sonra ilk
büyük ihalede faizler yüzde 193 olmuştu; ondan sonra, yavaş yavaş faizler indi.
Mayısta, mayıs sonunda dış finansman paketinin de açıklanmasıyla, faiz oranı
yüzde 70'e inmiş oldu. Mayıs sonunda, haziran başında, aslında, hafif bir
rahatlamanın ilk işaretlerini görmek mümkün oldu; fakat haziranın ikinci yarısı
ve temmuz başında, maalesef, birtakım tartışmalar ve sorunlar neticesinde ve
dışarıdaki güvenin de tam olarak sağlanmaması yüzünden, özellikle temmuz
başında bir gerileme oldu ekonomik programın uygulamasında ve maalesef, faiz
oranları yeniden yüzde 100'e çıktı; temmuzun ilk iki haftasında ciddî bir bunalım
yaşandı ve bu bunalım bir şekilde aşılabildi. Temmuzun ikinci yarısında ve ağustos
ayında, yeniden, yavaş yavaş, iyileşmenin işaretlerini görebildik; faizler
yavaş yavaş aşağıya inmeye başladı ve en önemlisi, döviz piyasasında, Merkez
Bankası müdahalesi olmaksızın, belli bir istikrar sağlanabildi. Merkez Bankası,
şubat sonundan ağustos başına kadar döviz piyasalarına ciddî bir şekilde
müdahale etti ve geçiş sürecinin bir şekilde daha yumuşak olmasını sağlamaya
çalıştı. Ağustostan itibaren, Merkez Bankası müdahalesi olmadan döviz kuru
yavaş yavaş aşağı inmeye başladı; 1 500 000 liranın üzerine çıkmıştı, eylül
başında 1 370 000'e kadar inebildi. Bütün bu süreçte daha hızlı hareket
edilebilir miydi; mümkündür. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ - Belki,
eşgüdüm açısından bazı önlemler biraz gecikti, yeterli eşgüdüm sağlanamadı;
fakat, tekrarlıyorum, tüm bunlara rağmen, çok ağır bir bunalımı da hesaba
katarsak, mayıs, haziran, temmuz, ağustos ayları, aslında, programın, büyük
ölçüde, düzeni değiştirmeye yönelik çok ciddî adımların atıldığı aylardır. Kamu
bankalarındaki düzen değişikliği, aslında, Türk ekonomisinde bir devrimdir.
Acısı olan bir devrimdir; çünkü, kamu bankası, geçmişte kolay bir araç olarak
kullanılıyordu. Kamunun direkt veremediği, bütçeyle veremediğini kamu
bankasıyla topluma verilebiliyordu ve tabiî, toplum bir şekilde de bundan
rahatlıyordu; fakat, borç yükseliyordu. Biliyorsunuz, kamu bankalarının
birikmiş görev zararı 20 katrilyon liraya yaklaşmıştı. Bu, üstünden katiyen
kalkılamayacak bir borç yükünü oluşturuyordu. Eylül başında, bu faizlerin hafif
düşmesiyle ve kurun da belli bir istikrara kavuşmasıyla, sonbaharda, yavaş
yavaş, ekonominin de büyümeye geçeceğini tahmin ediyorduk. Elektrik üretiminde
temmuz ve ağustos ayında artış olmuştu ve elektrik üretimi ve tüketimi reel
ekonomi açısından çok önemli bir göstergedir. Özel imalat kapasite kullanımı
rakamlarında da, çok yavaş da olsa, bir iyileşmeyi görmek mümkündür verilerde.
Bu durumda, istediğimiz kadar hızlı olmasa bile, ekonomik büyümeye, yeniden,
gelecek yıl da geçebileceğimize dair işaretleri görürken biraz rahatlamıştık. BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlar mısınız
efendim... DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ - Fakat, tam o
anda 11 Eylül oldu, Amerika'daki terör olayı oldu ve bütün dünyayı sarstı, bizi
de sarstı. 11 Eylülde, içpiyasada, faizler, bir günde 15 puan arttı.
Dışyatırım, özellikle özelleştirmeye gelecek dış yatırım açısından, tabiî,
ciddî bir sorunla karşı karşıyayız. Turizm gelirlerinde ciddî bir sorunla karşı
karşıyayız. Bu sorunlara çözüm aramamız lazım değerli arkadaşlarım. Sanıyorum, Türk insanı, ülkemiz, bizden
çözüm bekliyor. Bence, eleştirmek kolay, eleştirmek gerekiyor, demokrasinin de
bir gereği; ama, eleştirirken, çözümü ortaya koymak ve bugün yapılanın dışında,
somut, pratik, uygulanabilir bir çözüm varsa, sanıyorum, hepimizin bu konuda
ilgisi açık olacaktır. Herhangi bir yeni çözüme, yeni yaklaşıma açığız ve hep
birlikte bu çözümleri aramamız gerekiyor; fakat, gerçekten, 11 Eylül olayından
sonra, dünya, ekonomide, zaten bir yavaşlama dönemine girmişti, daha da
yavaşlama dönemine girmiştir ve zor günlerle karşı karşıyayız. Bütün bunlara rağmen, temel olarak,
Türkiye, güçlü bir toplum. Siz, benim gibi, bunu çok iyi biliyorsunuz.
Türkiye'de, özel sektör, ciddî bir birikim elde etmiş, ciddî bir girişimci ruhu
vardır ve sanıyorum, önündeki engelleri kaldırabilirsek, özel sektöre dayalı
bir kalkınma modeli, ihracata, turizme dayalı bir kalkınma modeli Türkiye'de
son derece başarılı olabilecektir. İnsanımız, son derece dayanıklı, son
derece esnek ve gerçekçidir. Bu insangücünü harekete geçirmemiz, eleştirirken,
birbirimizi eleştirirken hoşgörü içerisinde davranmamız ve bu zor günleri
toplumsal bir dayanışma ve ulusal dayanışma içerisinde aşmamız lazım. Sorunlar,
gerçekten önemli, hiçbir şekilde küçümsenmeye gelmez; ama, bu sorunların çözümü
vardır. Sizin oylarınızla gerçekleştirilen,
hükümetin teklifi üzerine gerçekleştirdiğimiz yapısal reformlar, aslında, uzun
vadede, daha güçlü, refaha doğru yürüyen bir Türkiye'nin temelini atmıştır.
Biraz sabırlı olarak birlikte çalışmamız, bu reformları hayata geçirmek ve
enflasyon, yüksek faiz, makroekonomik istikrarsızlığa karşı birlikte savaşmamız
gerekiyor, bu konuda taviz vermememiz gerekiyor ve eski popülist tedbirlere,
kolay çözümlere, boş vaatlere inanmamamız gerekiyor. Teşekkür ederim. (DSP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim. ALİ OĞUZ (İstanbul) - Tabiî, tabiî, otuz
sene sonra düzelecek Sayın Bakan. BAŞKAN - Efendim, soruyorsunuz, Sayın
Bakan da izah ediyor. Lütfen... Onlar sizi dinledi, siz de onları
dinleyeceksiniz. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın
Bakan, milletin sabrı kalmadı. BAŞKAN - Ne diyecekti yani? Sayın milletvekilleri, Bakanlar Kurulu
üyeleri hakkında (11/16) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususunu oylarınıza sunuyorum: Gensoru önergesinin gündeme
alınmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Sayın milletvekilleri, gensoru
önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. İkinci gensoru önergesini saat 21.00'de
gündeme alacağız. Saat 21.00'e kadar birleşime ara
veriyorum. Kapanma
Saati : 20.23 ÜÇÜNCÜ
OTURUM Açılma
Saati : 21.00 BAŞKAN :
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP
ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 5 inci
Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız yerden devam
ediyoruz. Sayın milletvekilleri, 2 nci sırada yer
alan, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili
Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan
Güven'in, Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla ilgili yolsuzlukların üzerine
gitmediği iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkındaki (11/17) esas numaralı
gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere
başlıyoruz. V. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam) A)
ÖNGÖRÜŞMELER (Devam) 2.– Doğru
Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan,
Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in,
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile ilgili yolsuzlukların üzerine gitmediği
iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit Hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106
ncı Maddeleri uyarınca bir Gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/17) BAŞKAN - Hükümet yerini aldı. Önerge, daha önce bastırılıp dağıtıldığı
ve okunduğu için tekrar okutmuyorum. Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu
maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti
grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu üyeleri adına Başbakan
veya bir bakana söz verilecektir. Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10
dakika; gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır. Önerge sahibi olarak... TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Mehmet Sağlam,
hem önerge sahibi olarak hem de Grubumuz adına konuşacak efendim. BAŞKAN - Olmaz, çünkü, Sayın Sağlam grup
adına konuşmalarda ikinci sırada. TURHAN GÜVEN (İçel) - Evvela önerge sahibi
olarak konuşmayacak mı Sayın Başkanım? BAŞKAN - Evet, ama, ondan sonrasını
diyorum yani. TURHAN GÜVEN (İçel) - Grup adına da
konuşarak, birleştirerek devam edecek. BAŞKAN - Sayın Mehmet Ali Şahin grup adına
konuşmalarda ilk sırada yer alıyor, takdim tehir yaparsanız, olur. Buyurun Sayın Sağlam. (DYP sıralarından
alkışlar) MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Anamuhalefet Doğru Yol Partisi Meclis Grubunun,
Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla ilgili yolsuzlukların üzerine gitmediği
gerekçesiyle Başbakan Sayın Bülent Ecevit hakkında, Anayasa ve İçtüzük
hükümlerine göre bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi üzerinde söz almış
bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına Genel Kurulu saygıyla selamlarım. Sayın milletvekilleri, DSP-MHP ve ANAP
Koalisyon Hükümeti, bu ülkeyi, bir istikrar programı adına, yalnız yoksulluğa
değil, vurguna, soyguna ve yolsuzluğa da mecbur ve mahkûm etmiştir. Bu iktidar,
kapalı bürokrasi, kirli sermaye, banka soygunu ve usulsüz ihaleler eksenindeki
yolsuzluklar karşısında acz içerisindedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki vurgun operasyonuyla ortaya çıkan
yolsuzluklar "iyi ki yapanlar Marksisttiler" gibi safsatalarla hafife
alınma boyutundan, Başbakanımızın deyimiyle "Sayın Bakanın onurlu
istifası" boyutuna kadar gelmiştir. Öteki bazı bakanların da, sanki,
anayasal ve yasal olarak sorumlu kendileri değilmiş gibi "benim
bakanlığımda da yolsuzluklar var" diye beyanat vermelerini, acaba, başka
onurlu istifalar için şimdiden sıraya mı giriyorlar diye yorumlamamız mı lazım
diye düşünüyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakanın
yolsuzlukları hafife alması, âdeta, savuşturma yaklaşımı içerisinde,
bakanlıklarda ortaya çıkan yolsuzlukları bakanların mensup oldukları partilerin
iç meselesi gibi gösterme gayretleri, hükümet sorumluluğuyla bağdaşmamaktadır.
İç ve dış meselelerde pasif, âdeta, uyum içinde, derin bir uykuda olan hükümet,
kerameti kendinden menkul bir siyasal istikrar ve ülkeyi gittikçe batıran bir
ekonomik istikrar programı adına, vurgunları, soygunları, yolsuzlukları
küllendirme stratejisi takip etmektedir. Bu hükümetin birçok bakanı,
yolsuzluklardan dolayı görevden çekilmişlerdir. Yolsuzluk dosyaları dolayısıyla
intihara teşebbüs edenler, bankalar soygunu yüzünden görevi değiştirilenler,
yolsuzlukların üstüne gittiği için görevden alınanlar, enerji ihalelerinde
usulsüzlüklerle görevden istifa zorunda kalanlar ve nihayet, deprem felaketi
vurgunuyla Bayındırlıktaki son istifa. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Depremle
ilgili değildi. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Peki, bütün
bunlardan, Başbakan ve Bakanlar Kurulu, Anayasaya göre, birlikte sorumlu değil
midir? Ayrıca, Anayasanın 112 nci maddesinde, her
bakanın, emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumlu olduğunu
yazmıyor mu? Devri iktidarlarındaki bütün
yolsuzluklardan, Bayındırlık Bakanlığındaki vurgunlardan da Bakanlar Kurulu
birlikte sorumlu değil midir? Bu hükümete Anayasa maddelerini öğretmek
için, anayasal sorumluluklarını hatırlatmak için, illa da kafalarına Anayasa
kitabı mı fırlatmak gerekiyor?! (DYP sıralarından alkışlar) CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Tansu Hanımın çok
hoşuna gitti... MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Anayasa konusunda değil, başka bir konuda da sorunları
bu hükümete anlatmak mümkün olmuyor. Vatandaş ne yapmalı ki, bu hükümete sesini
duyurabilsin?.. Esnafın içine düşürüldüğü sıkıntılarını
anlaması için, ille de Başbakanın önüne yazarkasa mı fırlatması lazım?! (DYP
sıralarından alkışlar) İşten atılan işçilerin, işsiz insanların
dertlerini anlatmaları için, ille de Başbakanlık önünde "Ben işsizim,
çoluk çocuğum perişan" diye bağırmaları mı gerekli?! Çiftçilerin dertlerini anlatmaları için,
illa da sokağa mı dökülmeleri lazım?! İlle de "Başbakanım, açım" diye
bağırmaları mı lazım? Memurlar, emekliler ille de tabanları
şişinceye kadar şehirlerarası yürüyüş mü yapmaları lazım? İnsanların ille de kendilerini Başbakanlık
önünde benzin döküp yakmaları mı lazım?! Hadi diyelim ki, tekparti döneminden beri
geleneğimizdir diye halkın ıstırabını Sayın Başbakan duymuyor, işitmiyor;
Yardımcıları da mı milletin feryadına kulak tıkadılar ki, Başbakanlığın
üzerinde bulunduğu caddeyi millete kapıyorlar. Hiç şüpheniz olmasın, devlet kapısını
millete kapayan bu iktidarı, seçimle milletin sillesi kendisine getirecektir!
(DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın
Başbakan ve bu hükümet, devletin denetim organlarını, teftiş birimlerini, ya
büyük yolsuzlukların üzerine göndermemekte ya da bu birimler örtülü koruma
tavrı içerisinde çalışamamaktadır. Sumenaltı edilen raporlar vardır. Sayın Cumhurbaşkanının Devlet Denetleme
Kurulunu harekete geçirmesinden de, Sayın Başbakan rahatsızdır. "Denetimin
denetimi olmaz" retoriği ile, bu rahatsızlık ve telaşını açıkça ifade
etmektedir. Sayın Başbakan ve Yardımcıları, devletin
güvenlik güçlerinin yolsuzlukların üzerine gitmesinden rahatsız olmalılar ki,
bunların üstüne üstüne giden bir İçişleri Bakanını görevden aldılar.
Yolsuzluklara, görevleri gereği soruşturma açan cumhuriyet savcılarını tedirgin
eden beyanatlar verdiler. Devletin jandarmasının yolsuzlukların üstüne
gitmesinden rahatsız oldular. Onları teşvik edeceklerine, caydırıcı beyanatlar
verdiler; ama, ilgili bakanlar istifa zorunda kaldı. Sayın milletvekilleri, bu beyanat
sahiplerinin, bu sonuç karşısında, devletin savcısına, jandarmasına, güvenlik
güçlerine özür borçları vardır. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
vurgunların siyaset ayağına basıldığında, âdeta Başbakanın ve Yardımcılarının
da nasırına basılmaktadır, feryat figan beyanatlarla görevliler tedirgin
edilmektedir. İşte, uyumdan bahsedip uyuyan bu hükümetin tek uyum noktası da
buradadır. Başbakan ve Yardımcıları, yolsuzlukların soruşturulmasının önünü
kesmekte; ama, devlette saydamlık ve ihale reformundan bahsedildiğinde ayak
sürümektedirler ve perdenin arkasına ulaşılmaması için göğüslerini siper
etmekte çok büyük bir uyum içindedirler, ganimet yarışına seyirci kalmakta uyum
içindedirler. Ancak, koalisyon liderlerinin devletle araları yoktur, milletle
araları yoktur. Bakınız, Sayın Cumhurbaşkanıyla uyum içinde değildirler,
Anayasa Mahkemesiyle uyum içinde değildirler, Yargıtayla, cumhuriyetin
savcılarıyla uyum içinde değildirler, Silahlı Kuvvetlerle, jandarmayla uyum
içinde değildirler; ekonomi çevreleriyle, iş çevreleriyle uyumları yoktur,
çiftçiyle uyumları yoktur; esnafla, işçiyle, memurla uyumları yoktur, sivil
toplum örgütleriyle uyumları yoktur; kısacası, devletle olduğu kadar, milletle
de araları yoktur. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, bu koalisyon
hükümeti döneminde yolsuzluklar, vurgunlar kurumsallaşmaktadır. Soyguncularla
bunlara göz yumanlar bir cephe birliği oluşturmuştur. Bugün bir numaralı iç
tehdit olan bu cephe çökertilmelidir. (DYP sıralarından alkışlar) Vurgun ve soygunlarda ülkeyi Avrupa
birinciliğine ve dünya dördüncülüğüne bu iktidar taşımıştır. Bu iktidar
döneminde yüce milletimizin ödediği vergilerin üçte 1'inden fazlası
yolsuzluklara, vurgunlara gitmektedir. Bunu uluslararası kuruluşlar açıklıyor.
Bu görüntü bu koalisyona yakışabilir; ancak, ne Türkiye'ye yakışıyor ne de Türk
Milleti bunu hak ediyor. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
yolsuzluklar dolayısıyla istifa eden bir bakanın davranışını onur sayan bir
Başbakan, bu onuru bizzat kendisi de yaşamalıdır. (DYP sıralarından alkışlar)
Bu iktidarın, milletin ve sistemin taşıyamayacağı bir yük haline geldiğini, bu
hükümette görev yapmış eski bakanlar dahil, kamuoyunda beyan etmeyen, yazıp
çizmeyen kalmadı; sağır sultan da duydu zannederim; ama, bu hükümeti, onun da
uykudan uyandırabileceğini zannetmiyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İhale
dosyalarını evine götüren başbakandan bahsetsen! MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Eğer, yüreğin
yetiyorsa, onlardan sen bahset. BAŞKAN - Sayın Sağlam... Sayın Sağlam... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İhale
dosyalarını evine götüren başbakandan bahset... MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Aklın ve yüreğin
yetiyorsa... BAŞKAN - Sayın Sağlam, bir dakika efendim. Efendim, karşılıklı konuşmayın. Sayın Mehmet Ali Şahin, gruplar adına ilk
konuşma size ait; Sayın Sağlam'a sıranızı verir misiniz efendim, takdim tehir
yapacağız? MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Peki
efendim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Sağlam, şimdi, Grup adına devam
ediyorsunuz; buyurun. DYP GRUBU ADINA MEHMET SAĞLAM
(Kahramanmaraş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Estağfurullah... MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Şahin,
teşekkür ederim. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir
yandan, Avrupa Birliği üyeliği sürecinde alınması gereken tedbirlerle, diğer
yandan da son terör eylemleriyle ortaya çıkan yeni uluslararası ortamda aktör
mü seyirci mi olacağımızı belirleyecek kararlarla aktif bir dışpolitikaya
olduğu kadar, bir türlü içinden çıkamadığımız bezginlik yaratan ekonomik
krizden kurtulmak ve millete nefes aldırmak için, tutarlı ve kararlı bir
içpolitikaya da mecburuz ve mahkûmuz. Ancak, bugün, Türkiye, dışarıda, iki
yıldır resmen aday olmasına rağmen, Avrupa Birliğiyle müzakereye başlamamış tek
ülkedir. Rusya Devlet Başkanı Putin, önemli bir tarihî kavşak noktasında, Batı
dünyasıyla, tayin edici bir jeopolitik üstünlük sağlamaya yönelik adımlar
atmaktadır. Bu adımların, Türkiye'yi, önümüzdeki yıllarda, jeopolitik açıdan
marjinalize etmesi tehlikesi söz konusudur. Amerikan Savunma Bakanı "Irak'ı zor
günler bekliyor" demektedir. Irak'ın toprak bütünlüğünün Türkiye için ne
kadar önemli olduğunu anlamak için haritaya bakmak yeterlidir. Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyeliği süreci,
dikkat çekici boyutlara taşınmak isteniyor. Kıbrıs Rum Kesimi Meclis Başkanı,
Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinde konuşturuluyor. Sanki, bu kesim
terörist kamplarını barındırmamış, sanki, teröristlerin karaparalarını
aklamamış ve sanki, yakalanan teröristbaşının cebinden bunların pasaportu
çıkmamış gibi. Değerli milletvekilleri, son günlerde,
özellikle, dışpolitikada bir soğukkanlılık politikasından bahsediliyor. Türkiye
soğukkanlı davranmalıymış! Şimdi, daha önce, hemen olaylardan sonra
Washington'a giden İngiliz Başbakanı, daha sonra devreye giren Fransa
Cumhurbaşkanı, arkasından Japonya, Kanada, Almanya gibi ülkelerin hükümetleri
demek ki, soğukkanlı davranmıyormuş!.. Değerli milletvekilleri, Türkiye, çok
kritik günler yaşamaktadır ve neresinden bakarsanız bakınız, dışta çok ciddî
kararların alınmasına ihtiyaç olduğu ve çok ciddî bir siyasî iradenin, kararlı
bir siyasî iradenin, mutlaka, Türkiye'de var olması gerektiği bir dönemden
geçiyoruz. İçte ise -Sayın Cumhurbaşkanının deyimiyle, aynen alıyorum-
"ekonomik etkinliklerimizde ve gayri safî millî hâsılamızda görülen
daralma kaygı vericidir." Devletin Cumhurbaşkanı söylüyor... Açıkça, Türk
ekonomisi küçülmektedir; söylenen budur; yerinde bile sayamamaktadır. Türkiye,
fakirleşmektedir. Kişi başına düşen gelir azalmaktadır. Türkiye'nin iç ve
dışborçları büyüyor. Tarım kesimi çöküyor, esnaf batıyor, işçi, memur, emekli
açlık ya da yoksulluk sınırında. Ülke sanayii, yatırım yapamıyor, önünü
göremiyor. Hükümete önceleri destek veren çeşitli toplum kesimi temsilcileri ve
sektör temsilcileri, desteğini çekmiş durumda. Dışta ve içte manzara-i umumiye
şudur: Kesin, açık ve yalın olarak, Sayın Ecevit, Sayın Bahçeli ve Sayın Yılmaz
dışında, istisnasız herkes, bu hükümete güvenmiyor ve "ondan nasıl
kurtuluruz" diye konuşuyor, tartışıyor, çare arıyor; ama, mahşerin bu üç
atlısının kulakları şikâyete, feryada, figana tamamen kapalı. Partilerine mensup milletvekilleri, eski
bakanlar beyanatlar veriyorlar, partilerinden ayrılıyorlar "böyle gitmez,
böyle gidemez, zaman kaybetmeyelim" diyorlar; muhteremlerden ne bir ses,
ne bir nefes!.. (DYP sıralarından alkışlar) CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sizden geliyor
işte. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın
milletvekilleri, ANAR'ın ekim ayı başındaki son kamuoyu araştırmalarına göre
"Türkiye'de rüşvet alma ve verme yaygındır" diyenlerin oranı yüzde
93. Halkın yüzde 93'ü Türkiye'de rüşvet alma ve vermenin yaygın olduğunu
söylüyor. HASAN GÜLAY (Manisa) - Siz yaptınız, siz! MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Biz miyiz,
görelim şimdi. Son iki yılda (2000, 2001) doğrudan kamu
kurumlarında yapılan yolsuzluklarla, vurgunlarla ilgili 38 yolsuzluk dosyası
var, 38 operasyon yapılmış. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sizin
döneminizde?.. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Şimdi, bakınız;
sadece İçişleri Bakanlığı döneminde Sayın Tantan'ın talimatlarıyla başlatılan
Paraşüt, Hayal, Balina, Serhat, Kartal, Matador ve Kasırga Operasyonlarının 2
katrilyon liralık malî portesini görür görmez Tantan'ı görevden aldınız! Onu da
mı biz aldık?! (DYP sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, mevcut rüşvet,
yağma, kayırma, soygun düzeninin anatomisini şöyle özetlemek mümkündür: İhale
yasa tasarısı bir türlü Meclise getirilmemektedir; acaba neden?.. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Geliyor,
geliyor, merak etme. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Hoş gelir. Mahallî idareler yasa tasarısı bir türlü
Meclise getirilmiyor; acaba neden?.. YÖK Soruşturma Komisyonu raporu bir türlü
Meclise gelmiyor; acaba neden?.. Özelleştirme istenilen düzeyde yapılamıyor.
Bugüne kadar kimler engelledi özelleştirmeyi acaba? Hâlâ engellenmeye devam mı
ediliyor? Acaba neden?.. Eti Holding Anonim Şirketi, bor madeninin
tonunu kendi kurumlarına 42 dolara satıyor, yurt dışına ise 141 dolara ve kendi
memleketinde, burada, 230 dolara satılıyor ve yüzde 84'ünü de ham bor olarak
satıyor. Acaba neden, kimler vurgun vuruyor? 100 000'den fazla kamu işçisinin
bankamatik olduğu söyleniyor. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bildiğin bir şey
varsa söyle! MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Yani, Bursa
Merinos, Et-Balık, bunların örnekleri veriliyor. 100 000 kişi... CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Bildiğin bir şey
varsa söyle de bizde bilelim. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - 2 340 adet sözde eğitim ve sosyal
tesisimiz var, 600 000 turizm yatak kapasitemiz var. 229 000 devlet lojmanına
geçen yıl 40 trilyon para harcamışsınız. Satalım dedik, getirmiyorsunuz. CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Evden çık, seni
engelleyen yok ki!.. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Yarım kalmış 5
500 yatırım projesine 200 milyar yatırılmış. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bildiğiniz bir şey
varsa söyleyin. BAŞKAN - Efendim, karşılıklı
konuşuyorsunuz. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 1999, 2000 ve 2001 yılları... Bunlar herhalde devri
iktidarınız... Tekrar edeyim; 1999, 2000 ve 2001 yıllarında kamuoyuna yansıyan
yolsuzluk ve vurgun haber başlıkları şöyle. 1999 yılı: "Halkbankta batık kredi
kavgası, Toplu Konut eski başkanına suçlama, Ziraat Bankasının 7 yöneticisine
şok gözaltı, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığında büyük vurgun, Tekelde
akaryakıt vurgunu, akıllı biletle 41 trilyon hortumladılar, İstanbul'un
fotoğrafı 5 trilyona çekildi, Kızılayda yağma ve vurgunlar, Hayyam'ın kıyı
bankası hayalî çıktı, köşkte yolsuzluk, Türk Hava Kurumunda vurgun, Dolmabahçe diye bir enkaz, Sosyal
Sigortaları böyle öpüyorlar, Özkan, Yenal Ansen'i yargıya havale etti, sağlıkta
rekor zimmet davası." 2000 yılı: "İlk suç duyurusu
Uluğbay'dan, Sümerbankta ilk tutuklama, Etibank kredilerinde aslan payı kime,
sözleşme yapıp Egebankı soymuşlar, kasırga Bayraktar'ı da vurdu, Kızılayda 500
milyarlık suçüstü." 2001 yılı: "Enerjide kasırga, beyaz
enerji operasyonu, müsteşar yardımcısı gözaltında, ANAP lideri öfke saçtı,
beyaz enerjide 9 gözaltı, görevden al raporu tam bir yıl beklemiş, 8 yabancı
yatırımcı kaçtı, Mavi Akıma inceleme, TEAŞ'ın ilk ihbarı, iki yıl önce Savcı
Şalk'a yasak, Ersümer topun ağzında, DSP'de ilk aykırı ses Arabacı'dan,
yolsuzluğa kol kanat, Bayındırlıkta vurgun, onurlu istifa." Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işte,
Türkiye'yi, yolsuzluklarda, Avrupa'da birinci ve dünyada dördüncü yapan
vurgunlar, soygunlar... Diğer yandan da, milleti yoksulluğa
sürükleyen, üretimi durduran, iç ve dış borçları artıran, devleti küçülteceğim
diye özel sektörü küçülten, devlet yetkilerini özel sektöre devredeceğim diye
özerk kuruluşlar yaratıp onlara devreden, dış ve iç yatırımcıları kırk kapı
dolaştırıp dışarıya kaçıran, sözde siyasî istikrar teranesi ve ekonomik
istikrar programının arkasına sığınmış bir Bremen Mızıkacıları uyumu içinde
pasif ve güvenini yitirmiş bir hükümet... Sayın milletvekilleri, Devlet Denetleme
Kurulu, Vakıfbank, Halkbank ve Ziraat Bankasıyla ilgili Ankara Cumhuriyet
Savcılığına 27 adet suç duyurusunda bulundu; daha yeni. Bunların bir kısmı,
maalesef, çıkarılan 4616 sayılı Af Kanununun kapsamına girdiği için, Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurulunun kararına sadece 9 tanesi kalmış; üçte 2'si
affedilmiş. Dünya Bankası Başkanı kasım ayında diyor
ki: "Kasım 2000 kriziniz kamu bankalarından, şubat krizi de özel
bankalardan hortumlamalardan kaynaklanıyor." Bu paralar ne oldu Sayın Başbakan? Bütün
söyledikleri yanlış çıksa da, bunu, ithal bakanınıza da soruyoruz: Bu paralara
ne oldu? Bunlar, ya bu milletin hazinesinden karşılanıyor ya da milleti
borçlandırarak aldığınız dış kaynaklardan karşılanıyor. Finans kesimine
verdiğinizin yarısını, üretenlere, ihracat yapanlara, istihdam yaratanlara
verebilme bilginiz, yüreğiniz ve erdeminiz olsaydı, en azından, piyasalar
kıpırdardı, azıcık nefes alırdı bu millet. Bunu yapmadınız, yapamadınız ve
bakın, milleti ne hale düşürdünüz. Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine
göre, Türkiye'de 32 milyon insan yeterli beslenemiyor; yani, nüfusun yüzde 55'i
temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Yoksullar, nüfusumuzun dörtte 1'ine
yaklaşmış. Nüfusumuzun yüzde 40'ının günlük geliri 1,5 doların altında. Dünya
Bankası "4 doların altında olanlar yoksulluk sınırındadır" diyor. En
fazla risk altında da kimler var biliyor musunuz; 0-14 yaş arası çocuklar.
Bunlar, beslenemiyor. Şimdi, milleti düşürdüğünüz durum budur. Sayın milletvekilleri, bugün, Türkiye, kur
artışlarıyla tetiklenen bir enflasyon-devalüasyon sarmalındadır. Kamu borçlanma
maliyeti artacak, büyüyen faiz yükü borçlanma vadelerini kısaltacaktır. İç
borçlar, bugün 101 katrilyon... Haziran 1997'de ise, sadece 4 katrilyondu.
Sayın Derviş, burada, "1990'dan sonra" teranesi okudu. Tekrar
söyleyeyim, bilginize... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - 90'dan sonra
kim vardı?! MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Bilginize,
tekrar söyleyeyim: İç borçlar, bugün, 101 katrilyondur. Haziran 1997'de, 54
üncü hükümeti terk ettiğimizde, sadece 4 katrilyondu. Dört senede 25 misli
artırmışsınız; sizi kutlarım! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Batırdınız
bankaları... MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Dış borçlar,
bugün, 111,9 milyar dolardır. Bunun, mantıkla, hesapla, matematikle, hatta,
vicdanla açıklanması mümkün değildir. Bunun bir tek açıklaması vardır;
beceriksizlik, kötü yönetim, milletin itimadını ve güvenini yitirmiş olmak. Ekonomiden sorumlu Bakan, güçlü ekonomiye
geçiş programını nisan ayında açıklarken "Türkiye'nin, bu yıl, küçülmesi
eksi 3 olur. Dolar, 1 100 000-1 200 000 lirayı geçmez" dedi. Şimdi, daha
birkaç gün evvel, dolar 1 600 000 lirayı buldu ve Türkiye'nin küçülmesinin de
yüzde eksi 8'i bulacağını Sayın Bakanın kendisi itiraf etti. "Enflasyon,
eylülde, yüzde 2'ye düşer" dedi. Enflasyon yüzde 6'dır. Yani, ne dediyse
tam tersi olmuş, milletçe çekilen onca sıkıntı, yoksulluk, işsizlik boşa
gitmiştir. Türkiye'ye, rekabet gücünü, teşebbüs gücünü, daha da kötüsü moral
gücünü kaybettirmişlerdir. Sayın milletvekilleri, bu hükümet,
programını bir süre destekleyen çevrelerin bile artık itimadını ve güvenini
yitirmiş ve itibarını kaybetmiş görülüyor. Bu hükümette görev almış bir eski bakan
aynen şöyle diyor: "Sayın Ecevit ve koalisyon ortaklarının göreve devama
direnmeleri, 57 nci hükümete, Türkiye'nin kendi kendine yönelttiği, ne zaman
ateş alıp, ne denli tahribat yapacağı belirsiz bir tehdit hüviyeti
kazandırmaktadır. Bu duruma kayıtsız kalmak, ulus açısından kabul edilemez bir
risktir." Kendi bakanınız, bu hükümette görev almış bir bakan diyor ki
"bu iktidar toplum için tehdittir, tehdit oluşturuyor." Biz söylemiyoruz.
(DYP sıralarından alkışlar) HASAN GÜLAY (Manisa) - Kopya mı
çekiyorsunuz, yeni bir şey yok mu?! MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Başkan,
bende çok şey var; zekatını versem bendekinin, sana yeter, zekatını... (DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sayın milletvekilleri, iktidarını
yitirmiş, krizin sorumlusu; ama, ondan nasıl çıkılacağına dair bir bilgisi, bir
çıkış yolu olmayan, mevta olmuş; ama, defnedilmeyen bir hükümet boşluğu
yaşıyoruz. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) ama, Sayın
Başbakanımız "alternatifimiz yok" diyor. Sayın Başbakanımız
"alternatifimiz yok" diyor; ama, ATO (Ankara Ticaret Odası)
Başkanlığına yeniden seçilen Sinan Aygün de "hükümet üyelerinin
hiçbirisini şirketimde çalıştırmam. Ülkeyi batıranları şirketin kapısından bile
içeri almam" diyor. Söyleyen, Ankara Ticaret Odası Başkanı. (DYP
sıralarından alkışlar) MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Ayıp bir
şey; yanlış yapıyorsunuz! BAŞKAN - Kendi kendine inançsızlık o... MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; yağmanın... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Kendinize
saygınız açısından doğru değil. BAŞKAN - Efendim, o söylese bile... MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Yerinden laf atarak
saygıdan bahsetme sayın grup başkanvekili; sen örnek olacaksın arkadaşlarına.
Lütfen, yüreğin varsa, kafanda bir şey varsa, kalk burada konuş; lütfen... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Hatırlatma
yapıyorum; yanlış yapıyorsunuz, milletvekilleri için söylenen o laflar doğru
değil. BAŞKAN - Sayın Sağlam, müzakereyi böyle
götürmek mümkün değil! MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Lütfen,
lütfen... BAŞKAN - Biraz da sadede gelsek... MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın
milletvekilleri... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Sayın Başkan, bunlar mı konuşacak! BAŞKAN - Sayın Sağlam, biraz sadede gelsek
efendim... TURHAN GÜVEN (İçel) - Müdahaleyi
engelleyin! BAŞKAN - Sayın Güven, niye itiraz
ediyorsunuz?! TURHAN GÜVEN (İçel) - O zaman müdahaleyi
engelleyin. BAŞKAN - Ben, erken müdahale ediyorum;
ama, 15 dakikadır 66'yı tatbik ettim mi?! Önergenin mahiyeti... TURHAN GÜVEN (İçel) - Biliyorsan, et! BAŞKAN - Önergenin mahiyeti nedir;
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı... MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Ve soygun ve
vurgunlar... TURHAN GÜVEN (İçel) - Hayır efendim,
Başbakan hakkında gensoru vermişiz. BAŞKAN - Efendim, Sinan Aygün değil. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Tabiî, Sinan
Aygün değil efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim buyurun. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın
milletvekilleri, Türkiye'nin şu andaki hali o ki, hükümet var, iktidar yok;
dalgalı kur politikasıdır, ama kur politikası yok. Bakın, ekonomi Nobel'i almış
Robert Mundell diyor ki: "Kuru dalgalanmaya bırakmak bir politika değil, politikasızlıktır."
Sayıştay denetçisi Ali İhsan Saner bir kitap yazmış, kitabın adı "Devletin
Rantı Deniz." Neleri soymuşlar burada yazıyor; gruplar halinde yazıyor
neler soyulmuş. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Belli,
belli!.. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın
milletvekilleri, TÜSİAD, o çok güvendiğiniz, sizi bugüne kadar destekleyen
TÜSİAD (Sanayici ve İşadamları Derneği) diyor ki: "Bu hükümet artık
gitsin." Bunlar söylüyorlar; sizi destekleyenlerden birisi bu. Bazıları,
hâlâ alternatifsizlik retoriğiyle meşgulseler de, kendi yarattığı krizden
dolayı ömrü uzatılan bir hükümet yeryüzünde görülmemiştir. Bu hükümet
iktidarını yitireli çok zaman oldu; bakın, ekonomiyle ilgili bakan dayanamayıp
kendini vurduğunda bu iktidar bitmişti. (DSP sıralarından "Ayıp
ayıp!.." sesleri, gürültüler) ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) -
Yakışmıyor!.. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Başbakan,
Çankaya'dan çıkıp "Sayın Cumhurbaşkanı kararnameleri imzalamaya
mecburdur" dediği zaman, bu hükümet bitmişti; 35 000 hırsıza, katile, sırf
Rahşan Hanımefendi istedi diye, af çıktığında bu hükümet bitmişti. (DYP
sıralarından alkışlar; DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler) MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sen nasıl
YÖK Başkanı oldun, sen olsan olsan
"yok başkanı" olursun; çünkü, sözlerinde mantık da yok,
terbiye de yok. MEHMET SAĞLAM (Devamla) - İlk fabrika
kapandığında, ilk işçi sokağa atıldığında, ilk esnaf yazarkasa attığında, ilk
memur şehirlerarası yürüdüğünde bu hükümet bitmişti. (DYP sıralarından
alkışlar) Sayın milletvekilleri, IMF'ye verilen
taahhütler içinde, Dünya Bankası da yolsuzlukla savaş için eylem planı istiyor.
Bakın, Dünya Bankası, Türkiye'deki yolsuzlukla savaş için eylem planınızı
göreyim diyor; etkin, verimli, şeffaflık içinde hesap verme sorumluluğu olan
bir hükümet istiyorum diyor; bunun bana programını verin diyor hükümetimize.
Düştüğümüz zilleti tasavvur edebiliyor musunuz?! Yani, bir uluslararası
kuruluş, Türkiye hükümetinden yolsuzlukla nasıl mücadele edeceksen, bir an önce
programını ver diyor. YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Kimmiş o? MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Dünya Bankası
efendim; belki bilmiyorsanız öğrenin. Sayın milletvekilleri, seçimlerde
adayların mal bildiriminde bulunmasından tutun, ne yapacağımızı da, bize, âdeta
öneriyor. Şimdi, yukarıda arz ve izah etmeye
çalıştığım gibi, bugün, Sayın Başbakan ve koalisyon ortakları, daha fazla
gecikmeden, ülkenin selameti adına, bir gensoruya veya bir başkasının
istemesine de gerek olmadan, sadece, rica ediyorum, kırmızı plakadan insinler,
korumalarını bir tarafa bıraksınlar, milletin içine çıksınlar. Eğer, millet
diyorsa ki, sizden memnunuz, devam edin, buyurup devam etsinler; ama, inanınız
ki, milletin içine çıkacak durumunuz yoktur. Bugün, biz, eğer bu gensoruyla
milletvekili arkadaşlarımıza, lütfen bu görevi yerine getirin, bu milleti bu
sıkıntıdan kurtarın diyorsak, bize dua etmeniz lazım. Başka yapılacak bir şey
yok. Sadece şunu söylüyorum: Milletin yakasından düşün. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Hocam, ihale
dosyalarını evine götüren başbakanı açıklamadın!.. Soyduğunuz bankaların
listesi burada... NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Hayalle meşgul
olma lütfen. BAŞKAN - Söz sırası, Adalet ve Kalkınma
Partisinde. Adalet ve Kalkınma Partisi adına İstanbul
Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin; buyurun efendim. (AKP sıralarından
alkışlar) AKP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Sayın Başkan, Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; hepinizi sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla ilgili
yolsuzlukların üzerine gitmediği iddiasıyla Başbakan Sayın Bülent Ecevit
hakkında verilmiş bulunan gensoru önergesi üzerinde, AK Parti Grubunun
görüşlerini arz etmek için huzurunuzdayım. Önce, şunu belirtmek istiyorum ki,
gensoru, gerçekten önemli bir denetim mekanizmasıdır. Bu mekanizmanın,
gensorunun, amacına ulaşabilmesi için, mutlaka, ondan beklenen faydaya eşdeğer
önem verilmelidir. Üç tane gensoru önergesinin üst üste görüşülüyor olması,
bana göre bu denetim yolunu hafife almaktır. Bu konuda özellikle iktidar
partilerinin gensoru önergelerinin görüşülmesiyle ilgili daha toleranslı
davranmalarını, muhalefet partileri olarak beklemek herhalde hakkımızdır. Önce konuyu ortaya koymak ve sonra izin
verirseniz değerlendirmek istiyorum. Ben verilmiş olan gensoru önergesinin
sınırları içerisinde partimizin görüşlerini arz etmeye çalışacağım. Bayındırlık ve İskân Bakanlığında ne olmuş
da, Sayın Başbakan, bu bakanlıktaki hangi olumsuzluklara göz yummuş da hakkında
bu gensoru önergesi verilmiş: Değerli arkadaşlarım, hatırlayacaksınız,
22 Ağustos 2001 tarihinde Ankara'da yeni bir operasyon başladı, bu operasyonun
adına "Vurgun Operasyonu" dendi. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
Savcısı Sayın Cengiz Köksal'ın talimatıyla Ankara'da Rüzgârlı Sokakta faaliyet
göstermekte olan bir inşaat firmasının sahibi, birtakım çalışanları ve ayrıca
buraya gidip geldikleri tespit edilmiş olan Bayındırlık ve İskân Bakanlığının
iki elemanı o gün gözaltına alındı. Sonra, bu sanıkların ifadelerinden ve yeni
elde edilen kanıtlardan hareketle, soruşturma genişletildi, Bayındırlık ve
İskân Bakanlığının Müsteşar Yardımcısı Sayın Aban, Yapı İşleri Genel Müdür
Vekili Sayın Gönülal, genel müdür yardımcıları, Yeterlilik ve İhale Komisyonu
Üyeleri, toplam 14 bürokrat kısa sürede gözaltına alındı. İzleyen günlerde
gözaltına alınan bürokrat sayısı 28'e yükseldi, başta Müsteşar Yardımcısı Sayın
Aban olmak üzere, dokuz bürokrat ve şirket sahibi ile çalışanları
tutuklandılar. Ayrıca, bu arada altmışa yakın müteahhidin de ifadesi alındı,
bugünkü gazetelerden öğrendiğimiz kadarıyla da, çok daha fazla sayıda
müteahhidin ifadesinin alınması işlemleri de devam ediyor. Değerli arkadaşlarım, peki, hangi
iddiayla, ne için bu Vurgun Operasyonu başlıyor? Öğrendiğimiz kadarıyla,
Bakanlık üst düzey yöneticileri, ihale almak isteyen müteahhitleri Pırlanta
İnşaata yönlendiriyor, ihaleler bu firmada pazarlanıyor ve komisyon adı altında
rüşvetler alındığı iddia ediliyor ve hatta, yine basının yazdığı kadarıyla,
Müsteşar Yardımcısı Sedat Aban'ın 5,5 trilyon liralık bir serveti olduğu da iddia
ediliyor. Ben hukukçu bir arkadaşınızım, bütün
bunlar şu anda iddia safhasındadır. Hiç kimseyi, hakkında kesinleşmiş mahkeme
kararı olmadan suçlu ilan edemezsiniz; ama, ben, önergedeki iddialar çerçevesi
içerisinde, olayı Muhterem Heyetinizin önüne koymak istiyorum. Tutuklanan sanıklar ve ifadelerine
başvurulan müteahhitler, basına intikal ettiği kadarıyla, bu çarkı doğrular
mahiyette ifade vermişler. Mesela, Sedat Aban'ın, "bazı ihaleler Bakan
Koray Aydın'ın emriyle hatır gönül çerçevesinde verildi" dediği iddia
ediliyor. İhale Yeterlik Komisyonu Başkanı Mehmet İnce'nin "bizler
memuruz, ne söylenirse onu yaparız, Bakanlıktaki hiyerarşik yapı içinde
talimatlar bize ulaşıyordu" diye ifade verdiği iddia ediliyor. Ayrıca,
vurgunu anlatan müteahhitlerin "Bakandan habersiz iş yapılmaz"
dedikleri ileri sürülüyor. Değerli arkadaşlarım, diğer yandan, eski
bakan Sayın Koray Aydın'ın, bakanlığa gelir gelmez, İller Bankası İhale
Yönetmeliğinde, Başbakanlığın karşı çıkmasına rağmen bir değişiklik yaptığı ve
bu değişiklikten sonra 508 ihalenin tamamına yakınının davet usulüyle
verildiği, işi alan müteahhitlere yeniden ihaleye çıkılmadan ek sözleşmelerle
trilyonlarca kaynak aktarıldığı, ayrıca, yüzde 50'leri bulan kırımların, davet
usulü yapılan bu ihalelerde yüzde 20'lerde kaldığı, bu yolla haksız kazançlar
elde edildiği iddia ediliyor. Ayrıca, yine, Sayın Bakanın, babasıyla
ortak olduğu Yolalan Limited Şirketi, Halil İbrahim Aydın İnşaat Malzemeleri
Limited Şirketinin deprem bölgesine malzeme sattığı ve bu yolla trilyonluk
cirolar yaptığı da iddialar arasında. Önce, Sayın Bakan, "Allah'tan hepsi
Marksist, ülkücü olsalardı vay halimize" diye bir tepki gösterdi hafiften;
ama, daha sonra, operasyon tabiî çorap söküğü gibi kendisine kadar dayanınca, 6
Eylül günü, hem bakanlıktan hem de milletvekilliğinden istifa etmek zorunda
kaldı. Sayın Bakanın istifası ve sonrasıyla ilgili düşüncelerimi, konuşmamın
sonunda sizlere ifade etmeye çalışacağım. Değerli arkadaşlarım, gensoru önergesine
konu olan olay ve iddialar kısaca bunlardan ibaret. Şimdi, bu gensoru önergesi, hiç şüphesiz
ki, eski Bakan Sayın Koray Aydın hakkında verilmedi, verilemezdi; çünkü,
Bakanlıktan istifa etti. Başbakan Sayın Bülent Ecevit hakkında verilmiş bir
gensoru önergesini görüşüyoruz. Şimdi, şu soruya cevap bulmak
durumundayız: Sayın Başbakan bu yolsuzluklardan sorumlu tutulabilir mi? Bu
yolsuzluklarla Sayın Başbakan arasında bir illiyet bağı kurulabilir mi? Sayın
Başbakan bu yolsuzlukların olmaması için gerekli özeni göstermiş midir? ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Zaten
somutlaşmış bir şey yok ki... MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bu noktada şu
da söylenebilir: "Bu işler gizli yapılır, Sayın Başbakanın bunları bilmesi
mümkün değildir." Ama, değerli arkadaşlarım, eğer böyle düşünenler varsa
hepsi de yanılır. Niye; çünkü, Sayın Başbakan da, Sayın Başbakan Yardımcıları
da, hükümet yetkilileri de ve burada bulunan milletvekili arkadaşlarımızın
tamamı da bütün bu iddiaları altı ay önce zaten öğrenmişlerdi. Çünkü, burada
Sayın Koray Aydın hakkında daha önce bir gensoru önergesi verilmiş, bütün bu
iddialar burada konuşulmuş, şu kürsüden ifade edilmişti; işte tutanaklar...
İzin verirseniz, burada, bu konuyla ilgili yapılmış konuşmalardan -Sayın Veysel
Candan'ın konuşmasından- bir bölüm okumak istiyorum: "Değerli arkadaşlar, şimdi size bir
bilgi arz edeceğim. Bu bilgide, bugün, Bayındırlık Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı olan zatla ilgili olarak, Ankara Valiliğine bir yazı yazılmış; aynen
deniliyor ki: Teftiş Kurulu ve Bakan onayı var. Bu, yukarıda adı verilen şahıs,
birtakım usulsüzlüklere ve yolsuzluklara neden olduğu anlaşıldığından, adı
geçene, bundan böyle malî işlerle ilgili hiçbir görev verilmemesi
gerekmektedir. Kadir Yıldırım, Personel Dairesi Başkanı. " Sayın Candan, devam ediyor: "Bu,
Ankara Valiliğinin yazdığı yazıdır. Peki, Sayın Bakan ne yaptı; Sayın Bakan,
aldı bu kişiyi, müsteşar yardımcısı yaptı." Ayrıca, konuşma içerisinde, demin, benim
"iddiadır" diye ifade ettiğim birtakım olumsuzluklar da Bayındırlık
ve İskân Bakanlığıyla ilgili bu konuşmalarda detaylarıyla dile getirilmiş. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Ama yanlış
yönlendirme yapıyorsunuz şu anda Sayın Şahin. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Sayın
Bıçakçıoğlu, nasıl konuşacağıma, neyi nasıl ifade edeceğime, izin verin de, ben
karar vereyim. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Bu konuşmaya
konu olan müsteşar yardımcısı, şu anda cezaevinde bulunan müsteşar yardımcısı
değil. BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu, müdahil
olmayın lütfen. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Eğer, yanlış
bir söylersem; eğer, yanlış bir değerlendirmede bulunursam, gelirsiniz,
Başkandan söz istersiniz, burada ifade edersiniz. BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu, lütfen... MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, bunlar, altı ay önce burada konuşuldu. Sayın Bakan ne dedi; o da
burada var. Sayın Koray Aydın, buraya çıktı, şunları
söyledi: "Bu gensoru, alelacele, sıra savmak için hazırlanmış bir
gensorudur. Bir tane doğru bile yok. Söylenenlerin hiçbiri bir esasa
dayanmıyor. Ben, bu gensoruya kocaman bir çarpı işareti koyuyorum." Zabıtlardan
okuyorum, kendi beyanıdır. Ayrıca, konuşmasını, Hücürat Suresinin 12 nci
ayetinden bölüm okuyarak tamamlıyor. Burada, zabıtlarda var. Şimdi, tabiî, altı ay önceki gensoruya,
Sayın Bakan bir çarpı işareti koydu; ama, o çarpı işaretini daha sonra Sayın
Bakanın üzerinde gördük. Değerli arkadaşlarım, bu yolsuzluklardan,
vurgunlardan, sayın eski bakan kadar, hatta ondan daha fazla, Sayın Başbakan
sorumludur; niye; altı ay önce burada bu iddialar dile getirilmiş, bunlar
söylenmiş. Sayın Başbakanın ve hükümet yetkililerinin ve özellikle, Sayın
Bahçeli'nin bu iddiaları ciddîye alıp, bunların üzerine gitmesi gerekirdi; ama,
böyle bir şey yapıldığını görmüyoruz. Ayrıca, Sayın Başbakan, Anayasanın 112 nci
maddesi gereği, bakanlarının görevlerini Anayasa ve yasaya uygun şekilde yapıp
yapmadıklarından da sorumludur; hatta, bakanlarının yerine getirmeleri gereken
hususları gözetmelerinden ve düzeltici önlemleri almalarından da sorumlu
olduğu, Anayasanın 112 nci maddesinde açıkça beyan ediliyor; ama, bu süre
içerisinde Sayın Başbakan ve Başbakan Yardımcısı arkadaşları hiçbir şey
yapmamışlardır. Haklarını da yemeyelim, bir şey yaptılar;
gensoru önergesi burada görüşülürken, parmaklarını lütfedip kaldırarak, gensoru
önergesinin reddi için oy kullandılar. Bir şey yapmadılar dersek, haklarını
yemiş oluruz. Bakan istifa edince, Sayın Başbakanın
beyanı, yaklaşımı da çok ilginçti. Sayın Başbakan şöyle dedi: "Sayın Bakan
çok onurlu bir davranışta bulunmuşlardır." Tüm kamuoyu, içerisinde yaşadığı bu
sıkıntıların karşısında, böyle bir onurlu davranışı Sayın Başbakandan bekliyor.
(AKP sıralarından alkışlar) Sayın Başbakanın böyle bir onurlu davranışta
bulunması karşısında, kamuoyunun iç çekerek "oh" diyeceğini tahmin
ediyorum. Değerli arkadaşlar, bu hükümet büyük
iddialarla kuruldu. Bakın, şu, 57 nci Cumhuriyet Hükümetinin Programıdır. Bu
Programı dün akşam yeniden gözden geçirdim. Bu hükümetin programında, iki
önemli noktada iddia var: 1- Bu hükümet, 57 nci cumhuriyet hükümeti,
yolsuzluklarla mücadele edecek. 2- Ülkenin büyümesini gerçekleştirecek,
enflasyonu düşürecek ve refahı tabana yayacak. Şimdi, aradan yirmisekiz ay geçmiş. Ne
görüyoruz; yolsuzluklarla mücadele iddiasıyla kurulan bu hükümetin,
yolsuzluklara bulaşan bakanlarının bir bir istifa ettiklerini görüyoruz. Önce,
Beyaz Enerji Operasyonuyla bu hükümeti elektrik çarptı, şimdi de Koray Aydın'ın
istifasıyla bu hükümet vurgun yedi. (AKP sıralarından alkışlar) Elektrik
çarpmış, vurgun yemiş bir hükümetle karşı karşıyayız ve bu hükümet, şu anda
mefluç haldedir; kendine hayrı yoktur; hiçbir problemi de çözememiştir; görünen
o ki, çözmesi de mümkün değildir. Üzülerek belirtmek zorundayım, benden önce
konuşan arkadaşlarımız da ifade ettiler, Davos'ta yayımlanan bir rapora göre,
yolsuzluk liginde maalesef dünya dördüncüsüyüz. Bunun, ülke insanına yansıyan
olumsuz yönü nedir? Bu raporda şöyle bir not var: "Türk insanı
yolsuzluklar nedeniyle yüzde 36 oranında fazladan vergi ödemek zorunda kaldı;
2000 yılında beklenen 26,5 katrilyon liralık vergi gelirinin yaklaşık 9,5
katrilyon liralık bölümü fazladan ödenen ve yolsuzluğa akan vergi miktarını
oluşturuyor." Demek ki, ülkemiz insanı, yolsuzluklar sebebiyle, her yıl
yüzde 36 daha fazla vergi ödüyor; 2000 yılı verilerine göre bu, 9,5 katrilyon
liradır. Değerli arkadaşlarım, bu hükümet, ülkenin
büyümesini gerçekleştirmeyi de hedef olarak önüne koymuştu; ama -bugün yapılan
konuşmalarda bazı arkadaşlarımız da dile getirdiler- İkinci Dünya Savaşı
yıllarından sonra en hızlı küçülmeyi bu hükümet döneminde görüyoruz. Âdeta,
halkımız, isyan halindedir. Bir halk ozanı hükümete sesleniyor bir şiirinde,
diyor ki: "Devri iktidarınızda meşru oldu
rüşvetle vurgun, Vatandaş perişan, et ona dargın, Huzur kalmadı, adalet yorgun, Sayenizde halk canından bezmek üzeredir. Sabah zamma gebe akşam yalana, Şeref satış için düştü alana, İtibar edilir oldu çalana, Sayenizde düşman halimize gülmek üzeredir. Ücret erbabın kaderi kara, Her sene bütçede açılır yara, Huzura hasrettir fakir fukara, Sayenizde zeytin, peynir devri de bitmek
üzeredir." (AKP sıralarından alkışlar) Şimdi, halkımız, artık derdini dizelere
döküyor Sayın Hatiboğlu gibi. Değerli arkadaşlar, bu hükümet, ne
yolsuzlukla mücadelede ne Türkiye ekonomisini düzeltmede hiçbir sözünü yerine
getirmemiştir; âdeta, bu hükümet, yolsuzluklarla özdeş hale gelmiştir. Bu hükümet, yolsuzluklarla mücadelede
üzerine düşeni yapmadığı gibi, üstelik, yargı organlarının da önünü kesmek
için, bana göre sinsice birtakım yasa değişiklikleri yapmıştır. Bunlardan bir
tanesini, huzurunuzda sizlere ifade etmek istiyorum: 27 Haziran 2001, Meclis
tatile girmeden önceki günler... O sırada, mensubu bulunduğum siyasî parti
kapatılmıştı, arkadaşlarımızla birlikte bağımsız hale gelmiştik, grubumuz
yoktu, bir hafta süreyle oturumlara katılmamıştık; o sırada Meclisten geçen bir
yasadan bahsediyorum size. Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması
Hakkında Kanunda değişiklik yapıldı. Ben, o sırada, Adalet Komisyonu üyesiydim.
Arkadaşımız söyledi; yarın, Cumhurbaşkanından geri dönen bu kanun, Adalet
Komisyonunda yeniden görüşülecek. Bakın, burada ne yapıldı... Zabıtlar
buradadır; orada da Sayın İçişleri Bakanına ifade etmiştim. Burada, 4483 sayılı
Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 4 üncü
maddesinde bir değişiklik yapıldı. Burada bir ibare var: "Cumhuriyet
başsavcıları, bir kamu görevlisi memurla ilgili ihbar aldıklarında bir hazırlık
yaparlar, delilleri toplarlar ve soruşturma izni verecek makama göndererek
soruşturma izni isterler" cümlesindeki "soruşturma izni
isterler" ibaresini çıkarıyorlar "gönderirler" kalıyor. Bu, şu
demektir: Cumhuriyet başsavcıları, devlet memurlarıyla ilgili, kamu
görevlileriyle ilgili, bundan sonra soruşturma açamayacak, ona biz karar
veririz... Sayın İçişleri Bakanına Adalet Komisyonunda da ifade ettim -zabıtlar
buradadır, vaktim olmadığı için daha fazla, derinlemesine giremiyorum- ama, ne
oldu; buradan çıktı. Sayın Cumhurbaşkanımıza müteşekkiriz; gerçekten, bir hukuk
adamı olduğunu her seferinde gösteriyor ve bu yasayı geri gönderdi. Yarın,
Adalet Komisyonunda görüşülecek; bakacağız, bu hükümet, yolsuzluklarla
mücadelede ne kadar samimî, ne kadar değil... Eğer bunu aynen gönderirlerse,
sınıfta kalmışlardır, bunu ilan edeceğiz. (AKP sıralarından alkışlar) MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Kaçıncı
kez!.. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Gözlerimiz
üzerlerindedir. Değerli arkadaşlarım, cumhuriyet
tarihinde, ben, hiç rastlandığı kanaatinde değilim. İlk defa bu hükümet
döneminde, bir cumhurbaşkanı dönemin başbakanını savcılığa veriyor. Sezer,
Ecevit'i savcılığa verdi. (DSP sıralarından "Hayır" sesleri) MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Efendim,
şimdi, Devlet Denetleme Kurulu, birtakım bankalarla ilgili araştırma yapıyor,
soruşturma yapıyor, birtakım yolsuzluk bulgularına rastlıyor. İşlem yapılması
için bunu Başbakanlığa gönderiyor; ama, Sayın Başbakan bu konuda bir işlem
yapmıyor. İş de Cumhurbaşkanına düşüyor; o yapmıyor diye kendisi gönderiyor.
Böyle bir şey olabilir mi?! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Bir gün
sonra Cumhurbaşkanı o haberin yalan olduğunu açıkladı. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Hayır efendim öyledir... Öyledir efendim...
Burada belgeler; buradadır. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Cumhurbaşkanı
açıklama yaptı. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Eğer, bunun
doğru olmadığı iddiasındaysanız, çıkar, burada cevabını verirsiniz. Değerli arkadaşlarım, bu hükümet hakkında
şu ana kadar 18 gensoru önergesi verildi, 3 soruşturma önergesi verildi; ama,
çoğunluklarına dayanarak, bunlar, tabiî, bir bir reddediliyor; ama, bu
iddiaların önemli bir bölümünün gerçek olduğu, işte, bütün bu operasyonlar
sonucunda bir bir ortaya çıkıyor. O halde, yolsuzluklarla mücadele etmek,
bugün, Türkiye'nin öncelikli sorunu haline gelmiştir, bir ülke sorunu haline
gelmiştir; bana göre, rejim sorunu haline gelmiştir. Niye; çünkü, böyle bir
durum siyasetçiye güveni sarsıyor, Parlamentoya güveni sarsıyor, siyaset
kurumuna güveni sarsıyor ve belki de rejime olan güveni sarsıyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız
lütfen... MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Halk, bu
kurumlara ve rejime olan güvenini önemli ölçüde sorgulama ihtiyacını
hissediyor. O halde, biraz önce Sayın Sağlam'ın da ifade ettiği gibi, bu
hükümet, rejim için, demokratik cumhuriyet için de bir tehdit, bir tehlike
haline gelmiştir. O bakımdan, değerli arkadaşlarım, bu hükümet, bize göre,
meşruiyetini yitirmiş bir hükümet halindedir. Biz, Adalet ve Kalkınma Partisi
olarak, bu gensoru önergesinin gündeme alınması istikametinde oy kullanacağız.
Ancak, Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanı istifa etti. İstifa ettiği için
kendisi de Genel Kurula gelmiyor; ama, Sayın Meclis Başkanı istifayı bir ayı
aşkın süredir tutuyor. İçtüzük, bu konuda, istifa dilekçesinin işleme alınmasını
amirdir. Niye işleme almıyor Sayın... BAŞKAN - Nereden biliyorsunuz işleme
almadığımızı?.. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Efendim,
gelir önümüze, görürüz!.. BAŞKAN - Başkanlık Divanı toplandı;
gereken prosedür, kanunî, hukukî prosedür oldu efendim. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) -
"Olacak" diyorsunuz; biz de olmasını istiyoruz tabiî... BAŞKAN - "Olacak" demedim
efendim. Başkanlık Divanı toplandı, gereken yapıldı. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Tabiî,
muhalefet partisi olarak... Bir istifaysa, gelir. Ama, şöyle tamamlıyorum: Sayın Başkanım,
tamam, Başkanlık Divanı, Meclis Başkanı, görevini yapmışsa müteşekkir oluruz.
Ben yapmadığını biliyorum, söyledim, siz de düzelttiniz; ama, bununla iş
bitmez. BAŞKAN - Teşekkür ederim düzelttiğiniz
için. MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bununla iş
bitmez. İstifa etti, ne olacak; Anayasanın 100 üncü maddesine göre, Bakan
hakkında cumhuriyet savcıları hiçbir şey yapamayacaklar. Eğer, bu hükümet,
yolsuzluklarla mücadelede samimîyse, bir soruşturma önergesi verilsin -bizim
sayımız yetmiyor; verebiliriz; belki diğer siyasî partilerden de destek
alabiliriz- bir soruşturma komisyonu kurulsun; gerekirse Sayın Bakan Yüce
Divana gitsin, kendisi istesin, beraat etsin, aklansın isteriz. Biz, hiçbir
arkadaşımızın Yüce Divanda yolsuzluklar sebebiyle mahkûm olmasından haz ve
şeref duyacak insanlar değiliz; ama, bu yolu da, bu hükümet ve hükümet
partilerinin mutlaka işletmesi lazım. Temiz toplum, temiz siyaset için buna
ihtiyaç vardır. Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (AKP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın Şahin, teşekkür ederim
efendim. Efendim, şimdi söz sırası, Saadet
Partisinde. Saadet Partisi Grubu adına, Bayburt
Milletvekili Sayın Suat Pamukçu; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun efendim. MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkan,
zabıtlara doğru geçmesi açısından bir hususu düzeltmek istiyorum... KAMER GENÇ (Tunceli) - Başkanlık Divanı ne
zaman toplandı, benim haberim yok Sayın Başkan! BAŞKAN - Sayın Erdir, zabıtlara geçmesini
istiyorsanız mikrofonu açın lütfen. Sayın Mahmut Erdir, müsaade eder misiniz
efendim, Sayın Pamukçu'yu bekletmeyelim. Bir milletvekilini bekletmek olmaz... SP GRUBU ADINA SUAT PAMUKÇU (Bayburt) -
Olsun, ben beklerim Sayın Başkan. BAŞKAN - Hayır efendim, sizi kürsüye davet
ettim... MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Efendim, biraz
evvelki konuşmada... BAŞKAN - Sayın Erdir, Sayın Pamukçu'dan
sonra size o imkânı vereceğim; daha isabetli olur. MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Peki efendim. BAŞKAN - Buyurun Sayın Pamukçu. SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Saadet Partisi Grubu adına, Doğru Yol Partisi Grubunca verilmiş olan gensoru
üzerinde görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınıza geldim; Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Bugün Yüce Meclisimiz tarihî
birleşimlerinden birini yapıyor; ancak, bu birleşimde iki olaydan dolayı üzüntü
duyduğumu hemen konuşmamın başında ifade etmek istiyorum. Bugün Meclisimiz bir
karar aldı ve Afganistan'a asker gönderme, hatta daha da şümullü bir şekilde
yurtdışına asker gönderme konusunda bir karar aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışan,
mazlum ve mağdur insanların yanında olmaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanının olağanüstü toplantıyı açarken yapmış olduğu konuşmada da ifade
ettiği gibi, bu Meclis, Amerika'da 11 Eylülde vuku bulan terörist olayda
hayatlarını kaybeden mağdur ve mazlum Amerikalıların da yanında olmuştur. Bu
ifadeden dolayı da Sayın Meclis Başkanını tekrar tebrik ediyoruz. Bugün de yine
bu Yüce Meclis, mağdur ve mazlum Afgan halkının yanında olma yönünde bir karar
almalıydı; çünkü, bu Meclisin kuruluşu, zalimlere karşı mazlumların yanında bir
kurtuluş savaşı vermek içindir. Bu Meclise yakışan da bu olması gerekirdi;
birinci üzüntüm budur. İkinci üzüntüm ise, biraz önce yine bu
Meclis tarafından alınan bir kararla reddedilen daha önce görüştüğümüz gensoru
önergesidir. Gerçekten de, Grubumuza mensup değerli arkadaşlarımız tarafından
verilen ve ekonominin dibe vurduğu gerekçesiyle hükümet hakkında gensoru
açılmasını isteyen önerge, üzülerek ifade edeyim ki, reddedildi. Reddi için
ortaya konulan bir tek gerekçe vardır; o da "alternatifimiz yok"
masalıdır. Alternatifimiz yok demekle, aslında, bu hükümet, gensoruda ifade
edilen gerekçeleri zımnen kabul etmektedir. Hükümet zımnen şunu ifade ediyor;
diyor ki: "Evet, ekonominin dibe vurduğunu ve bunun müsebbibi olduğunu
kabul ediyoruz. Türkiye'nin bundan daha kötü idare edilemeyeceğini de kabul ediyoruz;
ama, ne yapalım ki, bu hükümetin alternatifi yoktur." Bunu kim söylüyor;
Sayın Başbakan söylüyor; Sayın Yılmaz söylüyor, kavlen söylüyor; Sayın Bahçeli
de, her zaman olduğu gibi, susarak söylüyor. Şimdi görüştüğümüz ve bundan sonra
görüşeceğimiz gensorular hakkında da, öyle zannediyorum ki, bu Meclis
reddedecek, ret kararı verecek. Aslında bu olay yadırganacak bir şey de değil;
çünkü, özellikle muhalefet partileri verdikleri gensorularla, bir nevi, bu
hükümete ateş ediyor; ama, ortada, gerçek anlamda bir hükümet yok, ateş
ettiğimiz yer gölge bir hükümet. Dolayısıyla, gölgenin vurulması ve düşürülmesi
söz konusu olamaz. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Siz de
kurusıkı atıyorsunuz. SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Bu bakımdan,
reddedilmiş saymıyorum; çünkü, ortada gerçek bir hükümet yok. Ancak, bütün
bunlara rağmen, biz muhalefet partisiyiz ve ülkenin kurtuluş reçetesine sahip
tek partiyiz. Bu tarihî toplantıda, aziz milletimize olan borcumuzu ödemek ve
bütün gerçekleri bütün çıplaklığıyla ortaya koymak zorundayız. Yolsuzluklar üzerine inşa edilmiş bir
gensoruyu görüşüyoruz. Önce, gensoruyu veren Doğru Yol Partisi grup
başkanvekillerine ve grup üyelerine teşekkür ediyorum. Bu hükümetin niçin
düşürülmesi gerektiğini, kısa ve öz bir şekilde, önergede ifade etmişler.
Hemen, baştan, bu önergede ifade edilen hususlara katıldığımızı ve gensorunun
gündeme alınması için kabul oyu vereceğimizi ifade edeyim. Niçin katıldığımıza gelince: Gensoru
açılması istenmesine neden olan Bayındırlık Bakanlığındaki vurgun operasyonunu
ele alalım. İhalelerdeki suiniyet ya da işin kılıfı, daha plan-proje safhasında
ortaya çıkmıştı. Deprem nedeniyle yapılan ve yapılacak olan ihalelerde ve kamu
harcamalarında tamamen suiistimal olacağı, daha işin başından belliydi. Deprem
bölgesinde yatırımların Sayıştay denetiminden çıkarılması, yolsuzluğun,
vurgunun kılıfı değil miydi? Onbeş yirmi gün sürecek denetimi "işlerin
gecikmesine sebep olacak" diye kararnameyle bertaraf eden hükümet, daha
işin başında, vurgunların sorumlusu olduğunu kabul etmemiş miydi?! İşinde bu
kadar aceleci davrananların, 1999-2000 kışında depremzedeleri soğuğa, çamura
nasıl mahkûm ettiğini gayet iyi hatırlıyoruz. O dönemde, Fazilet Partisinin
anamuhalefet partisi olarak yoğun itirazlarına, eleştirilerine ve bazı meslek
kuruluşlarının ikazlarınla rağmen, yaraların çabuk sarılabilmesi için
bürokratik engellerin kaldırılması gibi masumane bir gerekçeyle çıkarılan kanun
hükmündeki kararnameyle harcamaların denetimden kaçırılmasına, yazık ki, bazı
çevreler, özellikle birkısım medya, o gün seyirci kalmış ve olayın üzerine
gidememişti. Geçtiğimiz mart ayında, Fazilet Partisi
tarafından verilen gensoru görüşmelerinde değerli arkadaşlarımızın özellikle
üzerinde durdukları kalıcı konutlara ilişkin yanlış tür seçimi, yanlış yer
seçimi ve yanlış teknoloji seçimi iddiaları, daha işin başında da dile
getirilmiş ve ne yazık ki, bu "vurdumduymaz" sözünü söyletecek kadar
olup bitenden habersiz hükümet ve onun başı, bu ikazların hiçbirisini dikkate
almamıştı. Almadı da ne oldu dersiniz. Şimdi her şey ortadadır. Bu milletin
binbir fedakârlıkla katkıda bulunduğu depremzede yardımları heba edilmiştir; üç
beş vurguncuya peşkeş çekilmiştir. Şimdi, Meclisimiz, millet adına, garipler
adına, canı yanan, perişan olan halkımız adına bu hükümetten hesap soruyor.
Sahi, gerek yurt içinden ve gerekse yurt dışından toplanan yardımları, hangi
gerekçeyle, depremzedelere doğrudan iletmek yerine, önce resmî banka
hesaplarına teslim etme mecburiyeti getirdiniz?! Bu hususta o derece sert
önlemler aldınız ki, vatandaşlar yardım yapmakla neredeyse suçlu duruma
düşmüşlerdi; soruşturmalar açmıştınız. Buradan, Devlet Güvenlik Mahkemesi
savcılarına sesleniyorum: Deprem için toplanan yardımların kimlere ve nasıl
dağıtıldığını da soruşturmanız lazım; millet adına bu soruşturmayı yapmanız
lazım. Bu paraların ne kadarının batık bankalar hesabına aktarıldığını sormamız
lazım. Yüce Meclis, bu gensorunun gündeme
alınmasına karar vermelidir ve bazı hususların da açığa kavuşmasına yardımcı
olmalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin en önemli görevlerinden birisi de
denetimdir. Hükümetin Meclis içinden çıkmış olması, Yüce Heyetinize karşı
sorumluluğunu ortadan kaldırmamalıdır. Siyasete olan saygının güçlenmesi için,
bu gensoruyu, mutlaka gündeme almak zorundayız. Bakınız, Grubumuz üyesi değerli
arkadaşlarımızın Bayındırlık Bakanından sordukları bazı sorulara, bugüne kadar henüz
cevap alınmamıştır. Bunlardan bir kaçını sıralamak istiyorum. Şimdi soruyorum:
Niçin bu dönemde 2886 sayılı Yasanın bir hükmü istismar edilerek, davet usulü
ihaleler ağırlık kazanmıştır? Niçin bu hükümet döneminde yapılan ihalelerde
tenzilatlar, yüzde 40 yüzde 50'lerden yüzde 10 yüzde 15'lere inmiştir? İller
Bankasından bölge müdürlüklerine, müteahhitlere ödenmek üzere gönderilen
paraların ödenme usulü ortaya konmuşken, bazı müteahhitlere konulmuş olan bu
usul dışında ödeme yapılmış mıdır? Bu soruları huzurlarınızda soruyorum ve
size, bu hususla ilgili bir belge gösteriyorum. Bakınız, Bayındırlık Bakanlığına bağlı
İller Bankası Genel Müdürlüğünden bölge müdürlüğüne çekilen faks misal olarak
bir tanesini söyleyeyim- mesajında "711 milyar 691 milyon lira, bölge
müdürlüğünüze bugün havale edilmiştir" denildikten sonra, bu paranın ne
şekilde müteahhitlere ödeneceği hususunda da, 10 milyar liraya kadar olanların
tamamı, 10 milyar ile 33 milyar arasında olanların yüzde 50'si, diğerlerinin de
yüzde şu kadarı diye bir usul getirilmiş; fakat, ne hikmetse, faks mesajının
sonuna, ayrıca "100 milyar, 28 milyar 616 milyon ve 61 milyar 350 milyon
lira da ödenecektir" diye bir not düşülmüş. Bu notun ne anlama geldiğini,
bu hükümetin yetkilileri açıklamalıdır. Yolsuzluklarla ilgili daha birçok konu
var. Yolsuzluklar, sadece Bakanlık genel merkezinde değil, il müdürlüklerinde
de yapılmıştır. Şimdi, huzurlarınızda bir şeyi sormak
istiyorum; Erzincan Depreminden sonra, Erzincan'da yapılan su ve kanalizasyon
işi için 10 milyon dolar harcanmışken, aynı büyüklükteki iş için Adapazarı'nda
85 milyon dolar nasıl ödenebilmiştir?! Bakanlığın marifetleri bununla da
bitmiyor; hükümeti de suç ortağı yapacak bir başka uygulaması daha var. O da,
meşhur afet kararnameleri. Bu kararnamelerle, Sayın Bakan, hem Anayasaya hem de
4123 sayılı ve 2380 sayılı Yasalara aykırı olarak, birkısım belediyelerin
paylarını haksız olarak kısıp, siyasî mülahazalarla, daha çok belli bir partiye
mensup belediyelere aktarmak suretiyle, Bakanlar Kurulunu da aldatmıştır.
Kararnamelerde, afete maruz kaldığı halde bazı belediyeler kapsam dışı
bırakılmış; bazı belediyeler de, aynı bölgede olmasına rağmen, değişik
katsayılarla mağdur edilmiştir. Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri;
Vurgun Operasyonuna yeniden dönecek olursak, ortaya dökülen pislikler, mide
bulandırmaktan da öte, millet adına, bu hükümet ve bu Bakan adına, gerçekten,
keşke toprak olsaydım dedirtecek cinsten pislikler; Bakanlık bürokratlarının,
üst düzey bürokratlarının 1 trilyonluk mal varlığının ortaya çıkarılmasından
tutun da, bir diğer sayın bakanın "en büyük vurgun ve yolsuzluk benim
bakanlığımda" itirafına kadar bir yığın pislik. Efendim, bürokratlar
yargıya teslim oldu; yargı süreci başladı, devam ediyor; Sayın Bakan da istifa
etti; daha ne istiyorsunuz diye sorabilirsiniz. Sayın milletvekilleri, yargı da istifa da
işin sonu değil başıdır. Bu ülkede, siyasî sorumluluk denilen bir şey yok
mudur?! Önce ya siyaset ya ticaret diyen, sonra da seçilememiş partizanlarını
bürokraside kilit yerlere yerleştirip soygunculuk yaptıranların; eğer ki,
arkasında siyasî bir amaç görür veya hissedersem, yapanları affetmem deyip,
sonra U dönüşü yapanların siyasî sorumluluğu yok mudur?! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Vallahi, U
dönüşü yapan sizsiniz! SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Allahaşkına,
söyleyiniz; siz, hiç, şirket kurup müteahhitlere malzeme satan bayındırlık
bakanı duydunuz mu?! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - O da yalan. SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Siz, hiç, 7
trilyon ciro yapan bir şirket için, bakanımızın -ticarî işletmeleri olmasına
rağmen- aktif bir ticarî eylem içinde olduğuna dair bir işaret yok diyen bir
bakan duydunuz mu?! Vurgun ve soygunların tek adresi, elbette,
sadece Bayındırlık Bakanlığı değildir. Ne yazık ki ve ne hazin bir manzara ki,
ülkemizin kaynakları ve toplanan vergiler, milletimizin refah ve mutluluğu için
değil, devlet ve millet malıyla palazlanmış bir avuç rantiyeye ve soyguncuya
gitmektedir. Bu düzen, tam bir soygun düzenidir. Bu ülkede, neredeyse bir
saadet zinciri kurulmuş; arsızlık, hırsızlık, yolsuzluk, vurgun, soygun, nerede
başlayıp nerede bittiği belli olmayan vakai adiyeden sayılır olmuştur.
Özelleştirmeler, ihaleler, devleti ve milleti soymanın aracı haline gelmiştir.
Sayısını unuttuğumuz operasyonların başka ne anlamı var?! İşte, 11 milyar dolarlık ya da başka bir
ifadeyle, 20 milyar dolarlık Kasırga Operasyonu adı verilen banka soygunları,
500 trilyonluk Matador Operasyonu, 100 trilyonluk hayalî ihracatla ilgili
Balina Operasyonu, 500 trilyon liralık et kaçakçılığı ve karapara aklamayla
ilgili Buffalo Operasyonu, 500 trilyon liralık hayalî ihracat ve ithalatla
ilgili Paraşüt Operasyonu, 100 trilyonluk hayalî ihracat ve gümrük kaçakçılığı
operasyonu, 5 trilyonluk içmesuyu ihalesiyle ilgili Serhat Operasyonu, 11
trilyonluk Kartal Operasyonu, 10 trilyonluk şeker ithali ve ihracıyla ilgili
Sis Operasyonu... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İyi ya, biz
çıkardık onları ortaya. SUAT PAMUKÇU (Devamla) - ...100 trilyon
liralık motorin kaçakçılığıyla ilgili Fırtına Operasyonu, Beyaz Enerji
Operasyonu, devlet tiyatrolarındaki Kirli Perde Operasyonu ve son olarak,
Vurgun Operasyonu. Bu hükümetin adı, yolsuzluk hükümeti
midir, operasyon hükümeti midir, aziz milletimiz karar versin, siz değil. Sayın
Bayındırlık Bakanı, bu hükümetin düşen veya düşürülen 10 uncu bakanıdır.
Hükümetin ilk düşen bakanı Sayın Hikmet Uluğbay'dır; ağır gerilim sonucu
intihara kalkıştı ve bakanlıktan ayrıldı. Yerine getirilen, yine DSP'den Sayın
Recep Önal, ekonomik krizden sonra bakanlığını korudu; ama, ekonomi
yönetiminden oldu; fiilen düşmüş bir bakan olarak koltuğunda oturmaktadır.
ANAP'lı Sayın Yüksel Yalova, Tütün Kanunu konusunda ağır eleştiriler sonunda
istifa etti. ANAP'tan Sayın Mehmet Ali İrtemçelik, MHP'li Ulaştırma Bakanı
Sayın Enis Öksüz, ANAP'lı Sayın Erkan Mumcu, ANAP'lı Sayın Sadettin Tantan ve
ANAP'lı Sayın Cumhur Ersümer... Hepsi de, bildiğimiz, kamuoyunun bildiği
nedenlerden dolayı düşmüş veya düşürülmüş bakanlardır. Bu kadar düşük bakanı
olan hükümet için "dimdik ayaktadır" diyenlere ithaf olunur. Bunları niçin söyledim: Anayasanın 112 nci maddesi gayet açık;
müsaadenizle okumak istiyorum. Bakınız, 112 nci madde ne diyor: "Başbakan,
Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve
hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu
siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur. Her bakan, Başbakana karşı sorumlu olup
ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve
işlemlerinden de sorumludur. Başbakan, bakanların görevlerinin Anayasa
ve kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri
almakla yükümlüdür." Değerli milletvekilleri, şimdi, önümüzde
bir gensoru var. Bu gensoru Sayın Başbakan hakkında verilmiştir ve yerinde
verilmiştir. Biraz önceki ifadelerimizde, değerli bakanlarımızın marifetlerini
sırayla saydım. Şimdi, hiç kimse, çıkıp da Anayasanın bu açık hükmü karşısında
diyemez ki "bakanlar sorumluluklarını yerine getirdi, istifa etti; yorgan
gitti, mesele bitti." Hayır; sorumluluk, doğrudan olmasa da, dolaylı
yoldan ve Anayasanın bu hükmü gereğince Sayın Başbakanındır. Dolayısıyla, Sayın
Başbakan sorumluluğunun gereğini yerine getirmeli ve derhal istifa etmelidir.
İstifa etmediği takdirde -biraz önce de ifade ettiğim gibi- bu gensoruya
verilecek blok 350 oyla, evet, bu hükümet kurtarılacaktır. Yine, bizim
atışlarımız karavanaya gidecektir; çünkü, ortada -tekrar ifade ediyorum- gerçek
bir hükümet yok, sadece gölge bir hükümet vardır. Bu ülkenin bu gölge hükümetten kurtulup
gerçek bir hükümete kavuşacağı günler de uzak değildir. O günlerde buluşmak
dileğiyle, bu gensoruya olumlu oy vereceğimizi tekrar ifade ediyor, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim. (SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Erdir, buyurun efendim. MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkanım,
biraz evvel konuşan AKP sözcüsü Sayın Şahin'in konuşmasındaki bir hususun
zabıtlara doğru geçmesi açısından söz aldım. Olay şu: Devlet Denetleme Kurulu
Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kuruluş ve bu, direkt, dilediği mercie raporunu
intikal ettirir gereği için; ama, Başbakanlığa göndermez. Başbakanlığa
gönderilen raporlar, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun hazırlayıp
Başbakanlığa arz ettiği, Başbakanlığın da Yüce Meclise gönderdiği raporlardır.
Bunu, tavzihen düzeltmek isterim; bir yanlış anlama var. Ayrıca, Sayın Başbakanın mahkemeye
verildiği hususunda, Cumhurbaşkanlığı Basın Sözcüsü, bu haberlerin asılsız
olduğunu, böyle bir olayın olmadığını açıkladılar. Durumun düzeltilmesi için söz aldım;
teşekkür ederim. BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın
Başkan... BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu, bir
maruzatınız mı var? ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Bir düzeltme
de ben yapmak istiyorum. BAŞKAN - Çok kısa lütfen... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım. Sayın Mehmet Ali Şahin Bey, yaptığı
konuşmada, tutuklanan bir müsteşar yardımcısından bahsetmiş ve "bunun
tutuklanacağı altı ay öncesinden belliydi" diyerek, altı ay önce verilen
bir gensoru önergesinde ismi geçen müsteşar yardımcısıyla ilişki kurmuştur. Her
iki kişi de farklı kişilerdir; tutuklananla altı ay önce ismi geçen müsteşar
yardımcısı, farklı farklı kişilerdir. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Kamuoyunun
doğru bilgilendirilmesi açısından açıklama ihtiyacı duydum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Güven, yanlış anlaşılmaya mahal
vermesin diye, Sayın Erdir'e ve Sayın Bıçakçıoğlu'na söz verdim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, her
partinin değerli grup başkanvekilleri var. Müsaade edin de, o arkadaşlarımız
açıklasınlar. BAŞKAN - Sayın Güven, grupları adına
konuşmuyorlar. Grupları adına konuşsalar, 20 dakika dinleyeceksiniz. Çareniz
yok yani... TURHAN GÜVEN (İçel) - Efendim, usulde var
mı? Ben onu söylüyorum. Varsa... BAŞKAN - İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre
yerinden söz verdim efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - İdare ettim
diyorsan, o başka; ona bir şey demiyorum. BAŞKAN - Hayatımda hiç kimseyi idare
etmedim ki, onları idare edeyim. Düzeltme yaptılar. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, o
zaman, hep beraberce bunun adını koyalım. BAŞKAN - Peki efendim... Siz de
haklısınız. Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok. Hükümet adına, Sayın Bakan, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Grup Başkanvekillerinden Sakarya Milletvekili Sayın Nevzat Ercan, Aydın
Milletvekili Sayın Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven'in,
Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki yolsuzlukların üzerine gitmediği iddiasıyla
Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına vermiş oldukları (11/17) esas sayılı gensoru önergesinde ileri
sürülen iddiaları hükümet adına cevaplandırmak üzere söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gensoru önergesinde yer verilen iddialara dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
İleri sürülen iddiaların büyük çoğunluğu ölçüsüz, hesapsız ve sübjektif
varsayımlara dayanmaktadır. Önerge, iddialarla ilgili konuların görüşülüp
müzakere edilmesi ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasından çok, Sayın Başbakanın
şahsında hükümeti yıpratma, karalama ve -tabiri caizse- alaşağı etme mantığıyla
hazırlanmıştır. Bu peşin hükümlü mantığı, önergede sıralanan bütün maddeler
ayrı ayrı ortaya koymaktadır. Önergedeki en temel iddia, Sayın
Başbakanın ve dolayısıyla 57 nci cumhuriyet hükümetinin yolsuzlukların üzerine
gitmediği şeklindedir. İleri sürülen iddiaların ne derece dayanaksız, mantıksız
ve tutarsız olduğunu 57 nci hükümetin yolsuzlukla mücadelesinden örnekler
vererek bilgilerinize sunmak istiyorum. 57 nci hükümet döneminde, yolsuzluk ve
usulsüzlüklere karşı büyük bir mücadeleye girişilmiş, bu amaçla bir dizi yasal
ve idarî düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Emniyet, jandarma ve savcılar
tarafından ortaya çıkarıldığı belirtilen yolsuzlukların ardında 57 nci
cumhuriyet hükümetinin sağlam, güçlü ve kararlı iradesi bulunmaktadır.
Yolsuzluklarla mücadele yolunda emniyet birimlerine ve cumhuriyet savcılarına
azamî yetki, destek ve katkıyı sağlayan hükümet, yine, 57 nci cumhuriyet
hükümeti olmuştur. 57 nci hükümet döneminde çıkarılan 4389
sayılı Bankalar Kanunuyla, bankaların güvenli kurumlar olarak çalışmasını
sağlayıcı ve hızlı müdahaleyi mümkün kılan düzenlemeler getirilmiştir. Bankalar
hususunda objektif, bağımsız, tarafsız ve hızlı karar verme yetkisine sahip
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kurulmuş ve geçmişte Bakanlar Kurulu
kararıyla bankaların faaliyetlerini durdurma kararı verilebilirken, artık
günümüzde bu kararların kurul tarafından alınması sağlanmıştır. Anılan kurul
tarafından, yıllardan beri sermaye yetersizliği içerisinde olan ve zarar eden
birçok bankanın faaliyetleri durdurulmuş ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
kapsamına alınmıştır. Yolsuzluklarla mücadelenin en önemli
ayaklarından biri olan bankacılık sektörü, 57 nci hükümet döneminde kontrol
altına alınarak, belirli bir düzene sokulmuş; bakkal dükkânı açar gibi banka
açma dönemi, artık, tarihe karışmıştır. (MHP sıralarından alkışlar) Yine, 57 nci hükümet döneminde bir tek
banka dahi kurulmadığını dikkatlerinize sunmak istiyorum. Ülkemizde yaşanan
Kasım 2000 ve Şubat 2001 ekonomik krizlerinin çıkış noktasının bankacılık ve
finans sektörü olduğu dikkate alınırsa, bu alanda yapılan ve yapılacak
düzenlemelerin ne derece hayatî önem taşıdığı kendiliğinden anlaşılacaktır. Bu noktada, özellikle anamuhalefet partisi
sözcüsünün gazete kupürlerine dayalı olarak beyanlarına dikkatinizi çekmek
istiyorum. Değerli eski YÖK Başkanımızın ifadelerinde, hep, gazete kupürleri
vardı. Müsaade ederseniz, Milliyet Gazetesinde Meral Tamer Hanımefendinin bir
tablo halinde verdiği "Batan Bankalar Son Sahiplerine Devredilirken, Kim,
Hangi Görevdeydi" tablosunu huzurlarınıza getirmek istiyorum. Sahibi, Süzer; Kentbank, 1992; Müsteşar,
Tevfik Altınok; Bakan, Sayın Çiller; Başbakan, Sayın Demirel. Ceylanlar; Bankkapital, 1995; Müsteşar,
Sayın Ayfer Yılmaz; Bakan, Sayın Aykon Doğan; Başbakan, Sayın Çiller. EGS; Yatırımbank, 1995; aynı şekilde aynı
yetkililer ve Başbakan, Sayın Çiller. Garipoğlu; Sümerbank, 1995; Müsteşar,
Sayın Ayfer Yılmaz; Bakan, Aykon Doğan; Başbakan, yine Sayın Çiller. Cavit Çağlar; İnterbank, 1996; Hazine
Müsteşarı, Saygılıoğlu; Bakan, Sayın Aykon Doğan; Başbakan, Sayın Çiller. Bunu, Bakanın Sayın Ufuk Söylemez ve
Başbakanın Sayın Erbakan olduğu dönemleri ilave ederek çoğaltabiliriz. (MHP
sıralarından alkışlar) Bunların hepsi... Bu, batan bankaların son sahiplerine
devredilirken kimlerin görevde olduğunu gösteren belgedir. Eğer, gazete
kupürleri itimat edilir beyanlar veya yazılar ise, bunu da sayın sözcünün
dikkatine arz etmek istiyorum. Hükümetimiz döneminde yolsuzluklar
artmamış; aksine, yolsuzlukların üzerine kararlılık ve yasal düzenlemeler
yapılmak suretiyle gidildiği yepyeni bir dönem başlamıştır. 57 nci hükümet
döneminde yolsuzluk bataklıkları kurutulmaya başlandığı için, konu, kamuoyunda
sıkça tartışılır olmuştur. Şu anda kamuoyunun gündeminde olan her türlü
yolsuzluk iddiaları hakkında, denetim birimleri ve adlî mercilerce, en kısa
sürede işlem yapılmaktadır. Bu sayede, soruşturmaya muhatap olan zanlıların bir
kısmı adlî mercilerce ya gözetim altına alınmış ya da tutuklanmış
bulunmaktadır. Yolsuzlukla mücadelede kalıcı önlemler alınması kapsamında bir
komite oluşturulmuştur. Bu komite, sivil toplum örgütleri, uluslararası
kuruluşlar ve kamu bürokrasisinin katkılarını da alarak, çalışmalarını
titizlikle sürdürmektedir. Kamu görevlerine girişteki torpil, rüşvet
ve suiistimal iddialarının tamamen ortadan kaldırılması amacıyla merkezî sınav
uygulamasına geçilmiş ve bu çerçevede devlet memurları sınavı, devlet işçi
sınavı ve kurumlararası memur sınavı gibi sistemler geliştirilmiştir.
Hükümetimizce çıkarılan düzenlemelerle, kamu görevlilerinin işe
yerleştirilmeleri ve görevde yükselmeleri, ilk kez, objektif kriterlere göre
gerçekleştirilmiş, herhangi bir şüpheye, şaibeye ve tartışmaya meydan
verilmemiştir. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu
tarafından düzenlenen ve adlî mercilere intikali istenen tüm raporlar,
Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlık tarafından ilgili cumhuriyet
başsavcılıklarına intikal ettirilmiştir. Yolsuzlukların tespiti ve adlî
mercilerce işlem yapılmasını teminen, denetim elemanları yanında, savcılıkların
talebi halinde güvenlik güçleri de görev yapmaktadır. Bu çalışmalar, denetim
organları ile güvenlik güçlerinin koordineli bir şekilde yolsuzlukların üzerine
gitmesi olarak değerlendirilmelidir. Bütün bu konulardaki düzenlemeler,
yolsuzluklarla mücadeleden taviz vermeyen 57 nci cumhuriyet hükümetinin
eseridir. Bu noktada, geçmişe mukayeseli bir bakış
amacıyla bakar ve bazı Başbakanların dönemlerinde, yıllar itibariyle ve dönem
toplamı olarak, Teftiş Kurulu Başkanlığına verilen olurlar incelenirse, şu
sonuçlarla karşılaşılır: Başbakan, Sayın Tansu Çiller; yıl, 1993; soruşturma
miktarı, 84 adet. Yine Sayın Çiller'in dönemi; yıl, 1994; miktar, 96 adet.
Yine, Sayın Çiller'in dönemi; yıl, 1995; miktar, 128 adet. Yine, Sayın
Çiller'in dönemi; yıl, 1996, 17 adet... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sonucunu söyleyin
Sayın Bakan. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Devamla) - Müsaade edin... Müsaade edin... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Niye bunları
söylüyorsunuz?! BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Devamla) - Toplam 33 ayda 325 adet soruşturma gerçekleştirilmiştir. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sen, kendi
Bakanlığına gel!.. BAŞKAN- Lütfen efendim... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Polemik yapıyor. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Devamla) - Yine, 1999, 2000 ve 2001 dönemlerinde; toplam olarak, 33 ayda
615 adet soruşturma açılmıştır. Bir konuda soruşturma açılabilmesi için,
önce, işin vuku bulması gerekir. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ne olmuş?.. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Devamla) - Yapılmamış işlerin soruşturması yapılmaz. Önce, yapılmış... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sonucu ne olmuş
Sayın Bakan? BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Devamla) - Sonucunu söyleyeceğim; sonucunu izleyin siz... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama, siz, kendi
Bakanlığınıza bakın evvela. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Devamla) - Biraz önce, Sayın Sağlam'ın ifadesinde, sağlık sektöründeki
soygundan bahsedildi. Bu sektördeki soygun, şu anda Bakanlar Kurulu sıralarında
oturan Sayın Sağlık Bakanımız tarafından, 1995 yılına ait her türlü
soruşturmaya esas, suiistimale esas konular incelendikten sonra, 1995 yılındaki
müsteşarlar ve genel müdürler haklarında suç duyurusunda bulunarak, zimmetleri
de ortaya çıkarılarak adlî makamlara intikal ettirilmiştir. (MHP sıralarından
alkışlar) Sayın Gönül, bu, sonuçtur. Gensoruda öne sürülen en önemli ikinci
iddia da, başında bulunduğum Bayındırlık ve İskân Bakanlığında, yürütülen
Vurgun Operasyonuyla ortaya çıkarılan yolsuzlukların Sayın Başbakan tarafından
üzerine gidilmediği ve savuşturulma gayreti içinde olunduğu şeklindedir. Gayet
açıkça belirtmeliyim ki, bu iddia da, tamamen asılsız ve gerçek dışıdır;
ayrıca, objektif hiçbir kritere de dayanmamaktadır. Esasen, bu iddiaya karşı en iyi cevabı,
siyaset kurumunun, siyasetçinin ve en önemlisi, büyük başarılara imza atmış
bulunan Bayındırlık ve İskân Bakanlığının daha fazla yıpratılmasını,
hırpalanmasını ve karalanmasını önlemek amacıyla, Türk siyaset tarihinde örnek
bir tavır sergileyerek bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa eden Sayın
Koray Aydın vermiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Başbakan Yardımcımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli ve eski Bakanımız Sayın Koray
Aydın'ın, vurgun operasyonu başladığında ortaya koydukları tavrı, 57 nci
hükümetin Bayındırlık ve İskân Bakanı olarak bir kez daha tekrar etmek
istiyorum: Kime uzanırsa uzansın, hangi dönemi kapsarsa kapsasın, Bayındırlık
ve İskân Bakanlığındaki yolsuzluk iddialarının sonuna kadar araştırılmasına tam
destek vermeye devam edeceğiz. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Kamuoyunda "vurgun operasyonu"
olarak adlandırılan üzücü olayın gerçekleştiği Yapı İşleri Genel Müdürlüğümüz,
çok fazla sayıda kamu inşaatlarının keşif, proje ve ihalelerini gerçekleştiren
ana hizmet birimimizdir. Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, devlet yapı ve
tesislerinin ihalesi öncesi iş ve işlemlerini tamamlayıp, ihalelerini yaptıktan
sonra, 81 ilde kurulmuş bulunan bayındırlık ve iskân müdürlükleri vasıtasıyla
kontrollük, yönetim ve denetim hizmetlerini gerçekleştirmekte, ihale konusu
tesislerin inşaatını tamamlayarak, kuruluşuna teslim etmektedir. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olarak,
konunun hassasiyet ve önemi de dikkate alınarak, soruşturma kapsamında istenen
bilgi ve belgeler süratle ilgili mercilere intikal ettirilmekte, operasyona
azamî destek ve katkı sağlanmaktadır. Ayrıca, Bakanlığımızca da, teftiş kurulu
marifetiyle, idarî soruşturma ve inceleme başlatılmış olup, çalışmalar devam
etmektedir. 2001 yılında, önceki yıldan devreden 28
soruşturmaya ilave olarak, 70 adet daha soruşturma başlatılmıştır. Toplam 98
soruşturmadan 62'si tamamlanmış, diğerleri ise devam etmektedir. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, gerek
merkez teşkilâtı gerekse bağlı ve ilgili kuruluşlarıyla büyük bir şevk ve
heyecanla çalışmalarını sürdürürken, mevzuata uygun hareket edilmediği durumlar
tespit edildiğinde, hiçbir tereddüde mahal bırakmadan gerekli tedbirler
alınmaktadır. Bir taraftan hizmetlerin daha etkin ve
verimli bir şekilde yerine getirilmesini sağlamak için gerekli yasal
düzenlemeler üzerinde çalışmış, diğer taraftan gerekli denetim fonksiyonunu da
yerine getirmiştir. Örneğin, 29.5.1999 - 4.9.2001 tarihleri arasında Teftiş
Kurulu Başkanlığımıza, 433 adet inceleme soruşturma görevi, müteahhitler hakkında
da 89 adet suç duyurusu görevi verilmiştir. Bakanlığımız müfettişlerince,
merkez ve taşra teşkilatlarımızda sürdürülen incelemeler sonucunda, 94'ü
merkezde, 684'ü de taşra teşkilatında olmak üzere, toplam 778 eleman hakkında
soruşturma yapılmıştır; ayrıca, 55 eleman hakkında da yetkili cumhuriyet
başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunulmuştur. Cumhuriyet başsavcılıklarına
suç duyurusunda bulunduktan sonra idarî takibat kendi birimlerimizde devam
ettirilmektedir. Yine, Bakanlığımız müfettişlerince yürütülen incelemeler
sonucunda, 94 müteahhidin ihalelere katılmaktan yasaklanmaları sağlanmıştır. Bu arada, usulsüz uygulamalarla idarenin
uğramış olduğu zararların büyük bir kısmı, devam eden inşaatlarda hakedişlerden
kesilmek suretiyle geri alınmış, biten inşaatlarda ise gerekli yasal işlemler
gerçekleştirilmiştir. Vurgun operasyonuyla ilgili olarak, resmen
ve hukuken ne yapılması gerekiyorsa harfiyen yerine getirilmiş, iddianame
açıklanıncaya kadar soruşturmaya konu işlere ilişkin işlemler tarafımdan
durdurulmuştur. Buna göre, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının da
görüşü alınarak, vize edilen sözleşmelerin akdedilmemesi, tescil için Sayıştaya
gönderilmemesi, Sayıştayca tescil edilen sözleşmelerin işleme konulmaması, yer
teslimi yapılmış olup halen devam eden işlerin kurulacak heyetler marifetiyle
mahallen tespitlerinin yapılarak durdurulması sağlanmıştır. Ayrıca, operasyon
kapsamında tutuklanan birkısım personel görevlerinden uzaklaştırılmış, kamu
hizmetinin aksamamasını teminen yerlerine yeni atamalar yapılmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizin imar ve inşasından, nakış nakış örülen 62 850 kilometrelik karayolu
ağına, altyapıdan üstyapıya kadar hemen her yerde damgası bulunan Bayındırlık
ve İskân Bakanlığının çalışanları, daha iddianame ortada yokken dahi, tamamen
peşin hükümlerle genel olarak şaibeli addedilmekte, esasen tamamına yakını
bilgili, çalışkan, dürüst ve fedakâr insanlardan oluşan bu kadroya büyük bir
haksızlık yapılmaktadır. Özellikle asrın felaketi olarak nitelendirilen Marmara
ve Düzce depremlerinin ardından, birkaç yılda kalkmaz denilen enkazları,
mahkemelik olanlar hariç, beş ayda kaldıran, Akyazı-İzmit arasında 50
kilometrelik otoyolu 18 gün gibi rekor bir sürede yeniden asfaltlayan ve
Erzincan depreminin yaklaşık 18 katı olan tam 376 685 konut ve işyeri hasarını,
Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatlarını bölgeye taşıyarak, 19 günde tespit
eden kadro, işte bu fedakâr kadrodur. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Mahkemede
anlatırsınız. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Devamla) - Sayın Pamukçu, toplanan yardımlar 166 trilyon, harcanan para,
Dünya Bankası kredileri hariç, 2 katrilyon liradır. Dolayısıyla, bu konuda
yapılan her türlü harcama Sayıştay denetiminden geçmekte, raporlar halinde
yayımlanmaktadır. Dileyen, bu raporları temin edebilir diye düşünüyorum. Bu
nedenle, felaket tellallığının anlamı olmadığını huzurlarınızda vurgulamak
istiyorum. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Kararnameden
haberiniz yok... BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Devamla) - Bu kadro, Bayındırlık ve İskân Bakanlığında var olan dürüst
insanların oluşturduğu bu kadro, yağmur çamur, gece gündüz, soğuk sıcak
demeden, olağanüstü bir gayret göstererek, yaklaşan kış mevsimi öncesinde,
depremzedelerin en önemli ihtiyacı olan geçici prefabrik konutları söz verdiği
tarihte tamamlayarak, 30 kasım tarihini, devlet sözünün tutulduğu miladî bir
tarih olarak zihinlere yerleştiren kadrodur. Bu kadro, Türkiye'nin 2000'li
yıllardaki prestij projesi kalıcı konutları, ulaşımdan enerjiye, özgün Türk
mimarî tarzından üniversitelerce yürütülen modern peyzajına, sağlam
zeminlerinden her türlü sosyal donatılarına kadar her yönüyle örnek olacak
tarzda, dağları tepeleri âdeta bir dantel gibi nakış nakış işleyerek, büyük bir
azim, gayret ve fedakârlık sergileyerek depremzedelerin ve aziz milletimizin
hizmetine sunan kadrodur. Bu kadro, çalışmalarıyla, fedakârlıklarıyla ve en
önemlisi, ortaya koydukları eserlerle, Amerika'dan Japonya'ya, oradan Avrupa'ya
kadar övgü ve takdirler alan, bazı çevreler ısrarla görmezden gelseler de,
milletimizin gözünde ve gönlünde hak ettiği yeri çoktan almış bulunan
kadrolardır. İşte bu kadroya ve daha başka bakanlık, kurum ve kuruluşlarda
bulunan, dürüst, çalışkan ve fedakâr kadrolara elbirliğiyle sahip çıkmak, suçlu
suçsuz ayırımını yüce yargının şaşmaz terazisine bırakmak, iktidar muhalefet
bütün siyasilerin ortak düşüncesi olmalıdır. Kurumları, kuruluşları ve makamları tahrip
ederek, hırpalayarak ve hesapsızca yıpratarak yolsuzlukların önlenmesi mümkün
değildir. Yolsuzluk ve usulsüzlüklerin önlenmesi, esasen bir sistem ve ahlak
sorunudur. Bu gerçeklerden hareketle, Bakanlığımız, yolsuzluk ve
usulsüzlüklerin önlenmesi yolunda önemli adımları birbiri ardına atmış
bulunmaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Devamla) - Öncelikle, Türk ihale sistemini baştan aşağıya değiştirerek
ihalelerde açıklığın, şeffaflığın ve çağdaşlığın başlangıcı, yolsuzluk ve
usulsüzlüklerle mücadelenin önemli bir kilometre taşı, ülke kaynaklarını heba
eden yatırımlar devrinin sonu olan ve başlıbaşına bir reform niteliği taşıyan
yeni devlet ihale kanunu, hükümet tasarısı olarak, bu ay içinde, Yüce Meclise
sunulacaktır. Temelleri 57 nci hükümetin göreve gelmesinin ardından atılan ve
öncülüğü Bakanlığımız ile Maliye Bakanlığı tarafından yapılan yeni devlet ihale
kanunu, 26 Haziran 2000 tarihinde Başbakanlıkta ve 21 Şubat 2001 tarihinde de
Karayolları Genel Müdürlüğünde olmak üzere iki kez, ilgili Bakanların ortak
basın toplantılarıyla kamuoyu bilgisine sunulmuştur. Öte yandan, hükümetimizin yolsuzluklarla
mücadelede ortaya koyduğu etkin ve kararlı mücadele, ihale sistemimizde
yapılacak kalıcı ve köklü değişikliklere ayrı bir önem ve öncelik verilmesini
gerekli kılmaktadır. Kanun tasarısı, ülkemizin gelişen ve değişen ihtiyaçları
göz önünde tutularak, Avrupa Birliği ve Dünya Ticaret Örgütü mevzuatı ile
Birleşmiş Milletler mal ve hiz-met alımları ve yapım işleri ihaleleri model
kanunu esaslarına uyumlu, oldukça çağdaş, şeffaf bir anlayışla düzenlenmiştir. Doğal afetlerde meydana gelen can ve mal
kayıplarını en aza indirmek, plansız, kontrolsüz ve kalitesiz yapılaşmayı
önleyerek etkin bir yapı denetimini sağlamak ve çağdaş norm ve standartlarda
yapı üretimini gerçekleştirmek amacıyla hazırlanan Yapı Denetimi Hakkında Kanun
yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen toparlayın. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR
AKCAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Bakanlığımızla ilgili olarak verilmiş bulunan gensoru önergesinin,
yolsuzluklarla topyekûn mücadele etme temel felsefesinden uzak ve tamamen
sübjektif değerlendirmelere dayalı olduğunu ifade ederken, hem hükümetimizin
hem de Bayındırlık ve İskân Bakanlığının yolsuzluk ve usulsüzlüklerle
mücadelesinin artarak devam edeceğini belirtiyor, Yüce Heyetinize saygılar
sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Sayın milletvekilleri, Başbakan Bülent
Ecevit hakkındaki (11/17) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmaması hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Gensoru önergesinin gündeme
alınmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Gensoru önergesinin gündeme
alınması kabul edilmemiştir. Sayın milletvekilleri, 3 üncü sırada yer
alan, Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel
Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, uyguladıkları
politikalarla ülke ekonomisini iflasın eşiğine getirdiği ve Amerika Birleşik
Devletlerindeki terör olayından sonra ortaya çıkan uluslararası kriz konusunda
tutarlı politikalar ortaya koymadığı iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit
hakkındaki (11/18) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınması
hususundaki görüşmelere başlıyoruz. 3 . –
Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel
Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, uyguladıkları
politikalarla ülke ekonomisini iflasın eşiğine getirdiği ve ABD'deki terör
olayından sonra ortaya çıkan uluslararası kriz konusunda tutarlı politikalar
ortaya koymadığı iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında Anayasanın 99 uncu
ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi. (11/18) BAŞKAN - Hükümet yerini aldı. Sayın milletvekilleri, önerge daha önce
bastırılıp dağıtıldığı halde ve burada okunduğu halde, ben, bir kere daha
okuyacağım. Sebebine gelince: 1 hükümet tezkeresi, 2 gensoru görüştük; konunun
anlaşılması için önergeyi okuyorum efendim: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 11 Eylül 2001 tarihinde ABD'de meydana
gelen terör saldırılarından sonra dünya, kurulu dengeleri altüst edeceği belli
olan bir istikrarsızlık ve savaş tehlikesiyle karşı karşıyadır. Uyguladığı
politikalarla ülke ekonomisini iflasın eşiğine getiren 57 nci hükümet bu
uluslararası kriz konusunda da tutarlı politikalar ortaya koyamamaktadır. Böyle
bir ortamda Türkiye'nin olup bitenleri değerlendirebilmekten yoksun bir hükümet
tarafından yönetilmesi kabul edilemez. Bu durum sadece Türkiye için değil dünya
için de talihsizliktir. Ekteki gerekçeyle 57 nci hükümetin
Başbakanı Sayın Bülent Ecevit hakkında Anayasanın 99 ve İçtüzüğün 104 üncü
maddesine göre gensoru açılmasını arz ve talep ederiz. Ömer Vehbi Hatipoğlu Veysel
Candan Diyarbakır Konya SP Grup Başkanvekili SP
Grup Başkanvekili YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, buyurun efendim;
bir maruzatınız var herhalde. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım,
bu iktidarın dışpolitikada da nasıl perişan ve pejmürde olduğunu gösterebilmek
için bu önergeyi vermiştik. Ancak, Muhterem Başkanlığınızın da malumu olduğu
üzere, bugün, dört saate yakın dışpolitika konuştuk ve neticede, belirsiz
hedeflere asker sevkine, derinliği tahmin edilemez acıları sineye çekmeye,
Parlamento çoğunluğu, maalesef, karar verdi. Ben, umuyor ve inanıyorum ki,
Afganistan'daki o fakir fukara, o aç, perişan insanlar üzerine asker sevkine
karar veren arkadaşlarımız vicdanen mustariptir. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Niye mustarip
olsunlar; pejmürde insanları kurtarmak için... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Kendilerine yeni
bir değerlendirme yapabilmek, bir vicdan muhasebesi daha yapabilmek imkânı
vermek için ve ileride yeniden vermek üzere, önergemizi geri çekiyoruz. (DSP,
MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, yani, Grup
Başkanvekilleriniz Sayın Veysel Candan ve Sayın Hatipoğlu imzalarını geri
alıyorlar. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Tabiî efendim. BAŞKAN - İmzalarını geri aldıklarına göre,
önergeyi işleme koymuyorum ve iade ediyorum efendim. Bu arada, şahsım ve bütün milletvekilleri
adına teşekkür ediyorum. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, kanun
tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 11 Ekim 2001 Perşembe günü saat
15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapatma
Saati : 22.46 |
|