Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 71       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

5 inci Birleşim

10 . 10 . 2001 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa      

 I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

 

A) Tezkereler ve Önergeler

 

1. – Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı, zamanı ve süresi hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de bulunması ve hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için hükümete izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/892)

 

IV. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Ankara Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin'in, Başbakan Bülent Ecevit'in, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Öngörüşmeler

1. – Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun aldıkları kararlar ve kötü yönetim sonucu ülke ekonomisinde krize yol açtıkları iddiasıyla Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/16)

2. – Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile ilgili yolsuzlukların üzerine gitmediği iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit Hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir Gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/17)

3. – Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, uyguladıkları politikalarla ülke ekonomisini iflasın eşiğine getirdiği ve ABD'deki terör olayından sonra ortaya çıkan uluslararası kriz konusunda tutarlı politikalar ortaya koymadığı iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin  önergesi (11/18)

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1. – Amasya Milletvekili Gönül Saray Alphan'ın, Sağlık Meslek Liselerinde uygulanan Ödül ve Disiplin Yönetmeliğine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/4615)

2. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, sigara kaçakçılığına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler'in cevabı (7/4658)

3. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, ambulanslardaki sağlık hizmetlerinin yetersizliğine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/4695)

 


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Antalya Milletvekili Osman Müderrisoğlu, Fas'ın Başkenti Rabat'ta yapılan İslam Konferansı Örgütü Parlamentolararası Birliğin III. Konsey toplantısına TBMM'yi temsilen katılan heyetin çalışmalarına ve Konferansta alınan kararlara;

Ardahan Milletvekili Saffet Kaya, 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerinde gerçekleştirilen terör eylemlerinden sonra yeni bir konjonktüre sürüklenen dünyada Türkiye'nin durumuna ve Türk ekonomisinde yaşanan krizin çiftçiler üzerindeki olumsuz etkilerine;

Tunceli Milletvekili Bekir Gündoğan, çiftçilerin kredi faizlerinden kaynaklanan ödeme zorluklarına ve terör nedeniyle boşaltılan köylere geri dönüşü sağlamak amacıyla çıkarılan 27 Ocak 1998 tarihli genelgenin uygulanmasında karşılaşılan bazı sorunlara;

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Cumhurbaşkanlığı 2000 malî yılı kesin hesaplarına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu raporu (3/837) (S. Sayısı : 728);

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi ve NATO Parlamenter Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grupları oluşturmak üzere siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen üyelere ilişkin Başkanlık tezkeresi;

Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in (6/1531) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.

İstanbul Milletvekili Ediz Hun'un, Çevre Komisyonu Başkanlığından;

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin, Kayseri Milletvekili Sadık Yakut ve Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Anayasa,

Samsun Milletvekili Mehmet Çakar'ın, Plan ve Bütçe,

Komisyonları üyeliklerinden;

Çekildiklerine ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Niğde Milletvekili Mükerrem Levent ve 26 arkadaşının, Türkiye'deki kuraklık sorunu ile akarsularımız üzerindeki barajlar ve hidroelektrik santralları konusunda Meclis araştırması (10/209);

Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, Konya Milletvekili Veysel Candan ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun, tarım sektörünün sorunları (8/19),

İçel Milletvekili Ayfer Yılmaz ve 33 arkadaşının, uluslararası terör ve dışpolitika (8/20),

Kayseri Milletvekili Abdullah Gül ve 20 arkadaşının, ABD'deki terörist eylemler sonucu ortaya çıkan uluslararası gelişmelerle ilgili hükümetin oluşturacağı yeni politikalar (8/21),

Konularında genel görüşme;

Açılmasına ilişkin önergeleri okundu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, uyguladıkları politikalarla ülke ekonomisini iflasın eşiğine getirdiği ve ABD'deki terör olayından sonra ortaya çıkan uluslararası kriz konusunda tutarlı politikalar ortaya koymadığı iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/18) okundu; önergenin gündeme alınıp alınmayacağı konusundaki görüşme gününe ilişkin Danışma Kurulu önerisinin bu birleşimde Genel Kurulun oyuna sunulacağı açıklandı.

İsveç Parlementosu Genel Sekreterinin, Stockholm'de düzenlenecek olan Kadın ve Erkeğe Eşit Fırsatlar İçin Parlamenter Komiteler Konferansına Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen iki parlamenterden oluşan bir heyeti,

Uluslararası Demokrasi Enstitüsünün, Rodos'ta düzenlenecek olan Doğu Akdeniz Bölgesi Üçüncü Genç Parlamenterler Konferansına Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir parlamenter heyeti,

Davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkereleri;

3.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve Genel Kurulun aynı tarihli 3 üncü Birleşiminde okunmuş bulunan Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/16) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1 inci sırasında,

3.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve Genel Kurulun aynı tarihli birleşiminde okunmuş bulunan Başbakan Bülent Ecevit hakkındaki (11/17) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 2 nci sırasında,

5.10.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Başbakan Bülent Ecevit hakkındaki (11/18) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 3 üncü sırasında,

Yer almasına ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 10.10.2001 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ve üç gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına;

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komsiyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmındaki sıralamanın yeniden düzenlenmesine,

İlişkin Danışma Kurulu önerisi;

Kabul edildi.

Anayasa,

Adalet,

Millî Savunma,

İçişleri,

Dışişleri,

Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor,

Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm,

Çevre,

Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler,

Tarım, Orman ve Köyişleri,

Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji,

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme,

Dilekçe,

Kamu İktisadî Teşebbüsleri,

İnsan Haklarını İnceleme,

Komisyonlarında boş bulunan üyeliklere, gruplarınca aday gösterilen milletvekilleri seçildiler.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:

1 inci sırasında bulunan (6/683),

3 üncü      "     "                  (6/685),

6 ncı         "     "                  (6/690),

7 nci         "     "                  (6/692),

8 inci        "     "                  (6/693),

9 uncu      "     "                  (6/695),

10 uncu    "     "                  (6/697),

11 inci      "     "                  (6/698),

12 nci       "     "                  (6/699),

13 üncü    "     "                  (6/700),

14 üncü    "     "                  (6/701),

15 inci      "     "                  (6/702),

16 ncı       "     "                  (6/703),

17 nci       "     "                  (6/704),

19 uncu    "     "                  (6/710),

20 nci       "     "                  (6/711),

22 nci       "     "                  (6/714),

23 üncü    "     "                  (6/715),

24 üncü    "     "                  (6/716),

25 inci      "     "                  (6/717),

26 ncı       "     "                  (6/720),

27 nci       "     "                  (6/721),

28 inci      "     "                  (6/722),

30 uncu    "     "                  (6/725),

31 inci      "     "                  (6/726),

32 nci       "     "                  (6/730),

33 üncü    "     "                  (6/733),

34 üncü    "     "                  (6/734),

35 inci      "     "                  (6/737),

36 ncı       "     "                  (6/739),

37 nci       "     "                  (6/741),

38 inci      "     "                  (6/742),

39 uncu sırasında bulunan (6/743),

40 ıncı          " "                   (6/744),

41 inci          " "                   (6/745),

42 nci           " "                   (6/746),

43 üncü        " "                   (6/748),

44 üncü        " "                   (6/751),

46 ncı           " "                   (6/753),

47 nci           " "                   (6/754),

48 inci          " "                   (6/755),

49 uncu        " "                   (6/756),

50 nci           " "                   (6/757),

51 inci          " "                   (6/758),

52 nci           " "                   (6/759),

53 üncü        " "                   (6/760),

54 üncü        " "                   (6/761),

55 nci           " "                   (6/762),

56 ncı           " "                   (6/763),

57 nci           " "                   (6/764),

58 inci          " "                   (6/765),

59 uncu        " "                   (6/767),

60 ıncı          " "                   (6/768),

61 inci          " "                   (6/769),

62 nci           " "                   (6/770),

63 üncü        " "                   (6/771),

Esas numaralı sözlü soruların, üç birleşim içerisinde cevaplandırılmadıklarından, yazılı soruya çevrildikleri ve gündemden çıkarıldıkları açıklandı;

Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya, 14 üncü sırada bulunan (6/701) ve 16 ncı sırada bulanan (6/703),

Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman da, 23 üncü sırada bulunan (6/715),

Esas numaralı sözlü sorularının yazılı soruya çevrilmesi nedeniyle görüşlerini açıkladılar;

2 nci  sırasında  bulunan  (6/684),

4 üncü      "     "                  (6/686),

5 inci        "     "                  (6/687),

18 inci      "     "                  (6/706),

21 inci      "     "                  (6/713),

29 uncu    "     "                  (6/723),

45 inci      "     "                  (6/752),

Esas numaralı sözlü sorulara, İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen cevap verdi,

Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel de kendi sorularına verilen cevaplara karşı görüşlerini bildirdiler;

64 üncü sırasında bulunan (6/774),

65 inci " " (6/775),

Esas numaralı sözlü sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 1 inci sırasında bulunan, Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımızın daha etkin kullanımını sağlamak ve komşu ülkelerle olan su sorununa çözüm bulmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/13) üzerinde bir süre görüşüldü.

Alınan karar gereğince, Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu hakkında verilen gensoru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 10 Ekim 2001 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.55'te son verildi.

                               Mustafa Murat Sökmenoğlu

                                           Başkanvekili

Cahit Savaş Yazıcı                                              Sebahattin Karakelle

                   İstanbul                                                 Erzincan

Kâtip Üye                                              Kâtip Üye

 

 


No. : 8

II. – GELEN KÂĞITLAR

10 . 10 . 2001  ÇARŞAMBA

Tezkere

1. - Anayasanın 92 nci ve 117 nci Maddeleri Uyarınca, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yabancı Ülkelere Gönderilmesi, Yabancı Silahlı Kuvvetler Unsurlarının Türkiye'de Bulunması ve Bu Kuvvetlerin Kullanılması İçin Hükümete İzin Verilmesine İlişkin Başbakanlık Tezkeresi (3/892) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, kurul, üst kurul ve özerk kuruluşlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4848) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

2. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, ekonomik krize ve çalışanların sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4849) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

3. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, 1996-2002 yılları itibariyle İmam Hatip liselerine kayıt yaptıran öğrenci sayısına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4850) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

4. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, ABD'nin terörle mücadelede ülkemizden talebi olup olmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4851) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

5. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın,  terör olaylarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4852) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

6. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Eğitim Reformu projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4853) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

7. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Hukukî ve Kurumsal Düzenlemeler kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4854) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

8. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Kurumsal Düzenlemeler kapsamındaki çevre projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4855) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

9. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bölgesel Gelişme ve Fizikî Planlama kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4856) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

10. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Devlet İşletmeciliğinde Yapısal Değişim kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4857) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

11. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Özelleştirme kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4858) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

12.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Alt Yapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim kapsamındaki turizm projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4859) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

13.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Alt Yapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim kapsamındaki kırsal alt yapı projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4860) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

14.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Alt Yapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim kapsamındaki haberleşme projelerine  ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4861) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

15.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Alt Yapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim kapsamındaki ulaştırma projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4862) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

16.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Alt Yapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim kapsamındaki enerji projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4863) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

17.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Mahalli İdarelerin Güçlendirilmesi Reformu kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4864) (Başkanlığa geliş        tarihi : 9.10.2001)

18.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Kamu Hizmetlerinde Etkinliğin Artırılması kapsamındaki adalet ve güvenlik projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4865) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

19.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Kamu Hizmetlerinde Etkinliğin Artırılması ve Ücret Adaletinin Sağlanması kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4866) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

20.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Sosyal Güvenlik kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4867) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

21.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Yasal Düzenlemeler kapsamındaki vergi projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4868) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

22.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Finans Reformu, Mali Piyasalarda Etkinliğin Artırılması, Dünya ile Entegrasyon, Mülkiyetin Tabana Yayılması kapsamındaki projelere  ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4869) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

23.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Tüketicinin Korunması ile ilgili projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4870) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

24.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bilgi Sağlama ve Kullanma ile ilgili projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4871) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

25.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, İstihdam ve İşgücü Piyasasında Etkinliğin Artırılması kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4872) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

26.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Nüfus ve Aile Planlaması kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4873) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

27.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Sağlık Reformu kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4874) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

28.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Fikri ve Sınai Haklar ile ilgili projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4875) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

29.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Rekabet Hukuku ile ilgili projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4876) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

30.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Dışa Açılım ve Dünyaya Entegrasyon  kapsamındaki AB Uyum projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4877) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

31.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bilim ve Teknolojide Atılım kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4878) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

32.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Sanayileşme Yaklaşımı kapsamındaki imalat sanayii projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4879) (Başkanlığa geliş                tarihi : 9.10.2001)

33.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Sanayi Yaklaşımı kapsamındaki madencilik projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4880) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.10.2001)

34.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, tarımsal politikalarla ilgili Yapısal Değişim  kapsamındaki projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4881) (Başkanlığa geliş       tarihi : 9.10.2001)

Geri Alınan Yazılı Soru Önergesi

1.- İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı bir kitap basımına ilişkin Devlet Bakanına (Fikret Ünlü) yöneltmiş olduğu yazılı soru önergesini 9.10.2001 tarihinde geri almıştır (7/4657)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

10 Ekim 2001 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Muhterem milletvekilleri, yıllarca, acımasız terörün ıstırabını yaşayan Türkiye olarak, insan yaşamına kasteden, özgürlüklere ve demokrasiye saldıran terörün karşısında geri adım atmamak, cinayet işlemlerini cezasız bırakmamak için, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, tarihî bir karar almak durumundadır.

Tüm cumhuriyet hükümetlerinin, yıllardır NATO'ya anlatmaya çalıştığı terör karşısında, birlikte mücadele yapılmasındaki haklılığımızın bir neticesi olarak, Anayasanın 92 ve 117 nci maddeleri uyarınca, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de bulunması ve bu kuvvetlerin kullanılması için hükümete izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi vardır; okutup, işleme alacağım:

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler ve Önergeler

1. – Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı, zamanı ve süresi hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de bulunması ve hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için hükümete izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/892)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Dostumuz ve müttefikimiz Amerika Birleşik Devletlerine 11 Eylül günü yöneltilen ve büyük can ve mal kaybına neden olan terörist saldırısı, dünyanın en güçlü devletinin bile terörizm tehdidi altında bulunduğunu göstermiştir.

Yıllardır terörizmin acısını duyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu tehdidi azımsayan, hatta görmezden gelen ülkeleri terörizmin tehlikeleri konusunda öteden beri uyarmakta idi.

Amerika Birleşik Devletlerinin uğradığı ağır saldırı karşısında, şimdi, birçok ülke, terörizm afeti karşısında uluslararası dayanışmanın gerekliliğini kavramaya başlamıştır.

Bu bağlamda NATO Anlaşmasının 5 inci maddesine işlerlik kazandırılmıştır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince alınan 1368 ve 1373 sayılı Kararlar da dünyada terörizme karşı yaygın bir bilinçlenme sürecinin başladığını göstermiştir.

Terörizm karşısında Türkiye'yi her zaman desteklemiş olan Amerika Birleşik Devletlerinin, çağdışı terörist Taleban yönetimine karşı açtığı savaşta, Türkiye'yi yanında bulması doğaldır.

Amerika Birleşik Devletlerinin terörizme karşı başlattığı "Sürekli Özgürlük Harekâtı"nın başarıya ulaşması tüm insanlığın yararınadır.

Bu harekâtı İslama karşı bir eylem gibi göstermeye kalkışanlar, barış dini olan İslamın yüce değerleriyle çelişmektedirler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, başlatılan mücadelenin kısa sürede ve yaygınlaşmadan başarıya ulaşması için, kendi olanaklarının elverdiği ölçü ve biçimde her katkıyı yapmalıdır.

Bu nedenle ve bu bağlamda, hükümet, Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı, zamanı ve süresi Hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de bulunması ve Hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Hükümete izin verilmesinin gereğini arz ederim.

          Bülent Ecevit

                 Başbakan

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, Hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.

Konuşma süreleri, gruplar ve Hükümet için 20'şer dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır.

Görüşmelerin sonunda da, tezkereyi tekrar okutup oylarınıza sunacağım.

Tezkere hakkında açıklamada bulunmak isterse Hükümete söz vereceğim.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI SABAHATTİN ÇAKMAKOĞLU (Kayseri) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI SABAHATTİN ÇAKMAKOĞLU (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime kısa bir terör değerlendirmesiyle başlamak istiyorum.

Bilindiği gibi, dünyanın her yerinde terör örgütleri, şiddet kullanarak kitleleri korku yoluyla baskı altına almak suretiyle ve amaçları doğrultusunda siyasî neticeler elde etmek üzere terörizmi bir araç olarak kullanmaktadırlar.

Günümüzde, uluslararası boyut kazanan terör, demokratik ülkelerin ortak problemi haline gelmiştir; Amerika Birleşik Devletlerinde yaşanan son terör olayında da görüldüğü üzere, şiddet yoluyla ve etkili biçimde toplumları sindirerek bir büyük güç gösterisinde bulunmaya yönelmişlerdir. Böyle bir teröre uluslararası nitelik ve güç kazandıran en önemli husus, terör örgütlerinin, belli bir veya birkaç devlet desteğini de elde ederek, eylemlerini faaliyet gösterdikleri ülkelerin sınırları dışına taşıyabilmeleri ve diğer ülkelerdeki terör örgütleriyle, eğitim, barınma başta olmak üzere, her türlü işbirliğine gidebilmeleridir.

Türkiye'ye yönelik olarak yıllarca yıkıcı ve bölücü eylemlerini sürdürebilen önce ASALA, sonrasında başta PKK, DHKP-C ve Hizbullah gibi terör örgütleri de, üzülerek belirtelim ki, bazı Avrupa ülkelerinden aldığı destek sayesinde genişlemiş ve uluslararası bir boyut kazanabilmişlerdir. Bu ülkeler, terörün bir gün kendileri için de önemli risk taşıyabileceğini, ancak bu son olaydan sonra, yavaş yavaş anlamaya başlamışlardır.

Gerek coğrafî konumu gerekse dünyada laik ve demokratik yapısıyla tek Müslüman ülke olma özelliğiyle bugün daha fazla önplana çıkan Türkiye, terörizme karşı uluslararası bir mücadelenin gerekliliğini öteden beri savunmuştur; bu konuda uluslararası hukukun güçlenmesini ve bir uluslararası organizasyonun oluşturulmasını her platformda gündeme getirmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de, Amerika Birleşik Devletlerinin maruz kaldığı son terör saldırısı sonrası gelişmelere özetle temas etmek istiyorum.

Amerika Birleşik Devletlerini hedef alan son terör olayı, ülkemizin bu konudaki görüşlerinin uluslararası alanda da benimsenmesi sonucunu doğurmuş ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 12 Eylül 2001 tarihinde toplanmış ve 1368 sayılı kararı, üye ülkelerinin oybirliğiyle almıştır.

Bu kararla, uluslararası terörizmin bütün çeşitleriyle mücadele etmek için, Birleşmiş Milletler Yasasına uygun olarak gerekli her türlü tedbirin alınması kabul edilmiştir. Aynı gün, NATO, eğer, saldırı dışarıdan kaynaklanmış ise, Kuzey Atlantik Anlaşmasının 5 inci maddesinin yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 28 Eylül 2001 tarihinde tekrar toplanmış, terörün finans kaynaklarının güç kullanılarak yok edilmesine ve uluslararası işbirliğinin geliştirilmesine yönelik 1373 sayılı bir başka ayrıntılı kararı da almış bulunmaktadır. Bilindiği gibi, NATO Anlaşmasının 5 inci maddesi, ittifaka üye ülkelerden birine yapılan saldırının ittifakın tamamına yapılmış olacağını öngörmektedir ve silahlı kuvvet kullanımı dahil olmak üzere, bütün üye ülkelerin gerekli görülen eylemleri için, saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara savunma hakkını düzenleyen Birleşmiş Milletler Yasasının 51 inci maddesi kapsamında, gerekli yardım ve desteğin yapılmasını içermektedir. Bu hal, daha açık bir ifadeyle, bizim de taraf olduğumuz NATO Anlaşmasının 5 inci maddesi, silahlı kuvvetlerin kullanılması da dahil olmak üzere, gerekli görülen tedbirlerin tek başına ya da toplu olarak birlikte alınarak saldırıya uğrayan müttefik veya müttefiklere yardım edilmesi şartını koşmaktadır.

Bir başka gelişme şu olmuştur: 2 Ekim 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri yetkililerince, NATO'nun en yüksek organı olan Kuzey Atlantik Konseyine yapılan talep neticesinde, saldırının, Usame Bin Ladin tarafından yönetildiği ve Afganistan Taliban yönetimi tarafından korunan El-Kaide örgütünce yapıldığı ve saldırının dışarıdan geldiği konusunda Konsey üyeleri arasında görüş birliği sağlanmıştır; dolayısıyla, Türkiye de bu görüşe katılmıştır. Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri yetkililerinin talepleri üzerine, alınan NATO kararı gereğince, adı geçen ülkenin; yani, Amerika Birleşik Devletlerinin terörizme karşı yapacağı harekât kapsamında, bu ülke silahlı kuvvetlerine, 26 Eylül 2001 tarihinden itibaren Türk hava sahası açılmış, havaalanları, limanlar ve karayollarının kullanılması, yakıt ikmali, istihbarat desteği, lojistik destek, İncirlik Üssünde yakıt ikmali ve yer hizmeti verilmesi maksadıyla görevli personel bulundurulması gibi taahhütlerde bulunulmuştur.

Müteakiben, 4 Ekim 2001 tarihinde de, Amerika Birleşik Devletleri makamları, NATO'dan, istihbarat paylaşımı, terörizme karşı yürütülecek harekâta verdikleri desteğin sonucu olarak artan oranda tehditlere maruz kalan müttefiklere ve ülkelere yardım edilmesi, evsahibi ülkeler tarafından, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer NATO üyesi ülkelere ait tesislerin güvenliğinin artırılması, NATO'nun sorumluluk sahasında terörizme karşı mücadelede doğrudan destek için gerekli müttefik imkân ve kabiliyetlerinin yerine getirilmesi, Amerika Birleşik Devletlerine ait askerî uçakların tüm NATO hava sahasında uçabilmesi için kapsamlı uçuş müsaadesi sağlanması konusunda yetki verilmesi, yakıt ikmali dahil limanlara ve havaalanlarına ulaşma yetkisi verilmesi, NATO Akdeniz Daimî Deniz Kuvvetlerinin Doğu Akdenizde konuşlandırılması, NATO hava erken ihbar unsurlarından (AWACS) destek alınması için yetki verilmesi konusundaki talepleri de, Kuzey Atlantik Konseyi tarafından kabul edilmiştir. Dolayısıyla, Türkiye, ittifak üyesi olarak, bu karara da iştirak etmiştir ve bu konudaki yardımları da taahhüt etmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, Afganistan'a yönelik son askerî harekâtla ilgili bilgiler sunmak ve bu konudaki görüşlerimizi belirtmek istiyorum.

Geçtiğimiz pazar günü, 7 Ekim 2001 tarihinde, Türkiye saatiyle 18.45'te başlayan harekât, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ile NATO'nun biraz evvel belirttiğim kararları doğrultusunda icra edilmektedir. Bu harekât esnasında sadece Afganistan'daki teröristler değil, El-Kaide terör örgütüyle birlikte, masum Afgan Halkına yıllardır çile çektiren, bölge ve dünya barışı için de tehdit oluşturan Taliban rejimi de hedef alınmıştır. Halen, Pakistan, Kuveyt, Suudi Arabistan ile Orta Asya'daki halkı Müslüman olan hemen tüm ülkeler de bu harekâta destek vermektedirler.

Bu konuda özellikle belirtmek istediğim önemli bir husus şu olacaktır: Daima ifade ettiğimiz gibi, terörün, mazereti, dini, kültürü, siyaseti, milliyeti ve coğrafyası yoktur. Başlangıçta bazı yanlış anlamalara yol açabilecek açıklamalar olmuş ise de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından alınan kararlar doğrultusunda, bugün, artık, teröre karşı mücadelenin sadece terörist ve terör örgütleri mensupları ile bunlara yardım ve yataklık edenlerle sınırlı olduğu konusunda genel anlayış birliği sağlanmıştır. Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin, harekâtın, masum sivil halkın zarar görmesini önleyecek, sağduyulu bir çerçevede sürdürülmesi yönündeki kararlılığını açıklamış olması memnunlukla karşılanmaktadır ve Türkiye, sorumlu bir müttefik ve dost olarak Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin bu tutumunu desteklemektedir.

Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 51 inci maddesinde tanımlanan "savunma hakkının kullanılması" ve Kuzey Atlantik Antlaşmasının 5 inci maddesi bağlamında alınan karar, her müttefik ülkenin müşterek harekâta katılmasında sağlayacağı vasıtalar açısından, taraf ülkelerin katılımlarının, ellerindeki imkânlar ve kaynaklara bağlı olarak, o ülke tarafından serbestçe sağlanacağını öngörmektedir. Bugüne kadar da NATO tarafından, Türkiye'den, yabancı bir ülkeye gönderilmek üzere herhangi bir somut kuvvet talebinde bulunulmadığından, bu aşamada kuvvet gönderilmesi kararı alınması, hemen asker gönderileceği anlamında algılanmamalıdır. Daha açık bir ifadeyle, yurtdışına asker gönderilmesi hususunda alınacak bir karar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerekli hazırlığı yapabilmesi için onlara esneklik sağlayacaktır. Tekrar ediyoruz: Talep olduğunda bir kuvvetin gönderilip gönderilemeyeceğine, gönderilecekse, hangi çapta ve cinste bir kuvvetin, hangi bölgeye, ne maksatla gönderileceğine, Türkiye'nin çok yönlü yüksek menfaatları esas alınmak suretiyle, müteakiben yapılacak değerlendirmeler sonucunda karar verilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada bir konuya daha yer vermek istiyorum. Türkiye'nin, uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş yükümlülükleri vardır. Bunlar arasında, zorunlu hallerde ve terörle mücadele amacıyla sınırlı olmak şartıyla, müttefik silahlı kuvvetler mensuplarına sınırlarını açmak da dahil bulunmaktadır. İzin kararıyla ilgili talebimizde bu husus da yer almış bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç itibariyle, Anayasamızın 92 nci maddesi gereğince, Türkiye'nin taraf olduğu milletlerarası anlaşmaların gerektirdiği hallerde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmalarına izin verilmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı zorunlu olmamakla beraber, Hükümetimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı açıklık ilkemiz ve saygılı olma anlayışımız gereği, NATO'dan talep edilmesi halinde, dış politikamızın temel ihtiyaçları, ülkemizin çıkarları ve sorumluluklarımızla bağdaşır görünmesi halinde, bu tür taleplerin yerine getirilmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararının alınmasının uygun olacağı görüşü ile bu tezkere milletimizi temsil eden Yüce Meclis iradesinin ortaya konulması açısından sizlerin huzurlarınıza getirilmiş bulunmaktadır.

Şimdi, bu tezkereyi, tekrar okuyorum:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Dostumuz ve müttefikimiz Amerika Birleşik Devletlerine 11 Eylül günü yöneltilen ve büyük can ve mal kaybına neden olan terörist saldırısı, dünyanın en güçlü devletinin bile terörizm tehdidi altında bulunduğunu göstermiştir.

Yıllardır terörizm acısını duyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu tehdidi azımsayan, hatta görmezden gelen ülkeleri terörizmin tehlikeleri konusunda öteden beri uyarmakta idi.

Amerika Birleşik Devletlerinin uğradığı ağır saldırı karşında, şimdi, birçok ülke, terörizm afeti karşısında uluslararası dayanışmanın gerekliliğini kavramaya başlamıştır.

Bu bağlamda NATO Antlaşmasının 5 inci maddesine işlerlik kazandırılmıştır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince alınan 1363 ve 1373 sayılı kararlar da dünyada terörizme karşı yaygın bir bilinçlenme sürecinin başladığını göstermiştir.

Terörizm karşısında Türkiye'yi her zaman desteklemiş olan Amerika Birleşik Devletlerinin, çağdışı Taleban yönetimine karşı açtığı savaşta, Türkiye'yi yanında bulması doğaldır.

Amerika Birleşik Devletlerinin terörizme karşı başlattığı "Sürekli Özgürlük Harekâtı"nın başarıya ulaşması, tüm insanlığın yararınadır.

Bu harekâtı İslama karşı bir eylem gibi göstermeye kalkışanlar, barış dini olan İslamın yüce değerleriyle çelişmektedirler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, başlatılan mücadelenin kısa sürede ve yaygınlaşmadan başarıya ulaşması için, kendi olanaklarının elverdiği ölçü ve biçimde, her katkıyı yapmalıdır.

Bu nedenle ve bu bağlamda, Hükümet, Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı, zamanı ve süresi Hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de bulunması ve Hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için hükümete izin verilmesinin gereğini arz ederim.

          Bülent Ecevit

               Başbakan"

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu izin talebimizi destekleyeceğinizi ümit ediyor, bekliyor, hepinizi bu duygular, bu görüşler ışığında sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Efendim, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ahat Andican.

Buyurun Sayın Andican. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA A. AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son birkaç gündür, Afganistan merkezli; ama, içeriği itibariyle, 21 inci Yüzyılın başlangıcında oluşacak dünya dengelerini büyük ölçüde etkileyecek olan bir olayla karşı karşıyayız ve birbiriyle örtüşen, üst üste örtüştüğü için de bazı ayrıntılarının gözden kaçtığı bu konuyu, izin verirseniz, dört boyutlu olarak huzurlarınızda değerlendirmek istiyorum:

Bunlardan birinci boyut, terör boyutudur; ikinci boyut, Taliban yönetimi ve Afganistan sürecidir; üçüncü boyut, Taliban sonrası bölgede oluşacak olan dengelerdir; dördüncü boyut da, kuşkusuz, Türkiye ve Türkiye'nin bu gelişmelerle ilgili pozisyonudur.

21 inci Yüzyılın başında, daha ilk senesi içerisinde, küresel terör diyebileceğimiz bir olayla karşı karşıya kaldık ve aynen ekonominin küreselleşmesi gibi, bilginin küreselleşmesi gibi, terörün de, küreselleşme ortamını veya tabanını, zeminini kullanarak ciddî bir biçimde dünya genelinde küreselleştiğini görüyoruz.

Fakat, olayın bir başka boyutu var. Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin küresel terörde hedef olarak tanımladığı listeye baktığınızda, ne yazık ki, bu listenin içerisinde, neredeyse tamamına yakınının İslam ülkelerinde örgütlenmiş gruplar olduğunu görüyorsunuz.

Buradan hemen 1990'lara, yani, Doğu Blokunun dağıldığı döneme dönmek istiyorum. Çoğunuzun bildiği Olivier Roy isimli bir siyasal İslam uzmanı, "Siyasal İslamın İflası" adlı kitabının ilk cümlesine şöyle başlar: "Çağımızın sonuna yaklaştığımız bu dönemde, Batı kamuoyunda bir İslam tehdidi algısı ortaya çıkmıştır" der, sonra devam eder. On yıl geçtikten sonra bugün karşı karşıya kaldığımız durum da, bir anlamda, Afganistan'a yönelik hareketin gerçekleşmesini sağlayan Anglosakson veya Angloamerikan grubu da, bu olayda bir din çatışması olmadığını vurgulama noktasında çok ciddî bir hassasiyet göstermektedir.

Olayın tarihçesine çok kısa göz atmazsak, bugünkü olayı, sanki, El-Kaide örgütü birdenbire ortaya çıkmışçasına, sanki, hiç yoktan var olmuşçasına düşünürsek, meseleleri anlama imkânını bulamayacağımızı düşünüyorum. 20 nci Yüzyıl, geçen yüzyıl, İslam dünyası, siyasal İslamı, kendi bölgelerinde emperyalist emellerle o bölgelerde sömürgecilik politikaları uygulayan bazı Batılı güçlere karşı kurtuluş savaşının aracısı olarak kullanmıştır ve o dönemde, sözgelimi, 1926'da kurulan Müslüman Kardeşler örgütü gibi örgütler, siyasal bir ideoloji olarak İslamı gündeme getirmişlerdir ve bağımsızlıkta aracı olarak kullanmışlardır; ama, 1950'li yıllara gelindiğinde, siyasal İslamın bir ılımlı ve bir de radikal boyutlarının ortaya çıktığını görüyoruz.

Doğudaki siyasal İslamın ideologlarından Mevdudi, Batı'daki ideologlarından meşhur Seyyid Kutub, hak ile batıl arasındaki çatışmanın batıl boyutuna sadece sömürgeci güçleri değil, Batı ile işbirliği yaptığı sürece o ülkeleri yöneten milliyetçi, laik, seküler kuvvetleri de koymuştur...

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Ne alakası var!

A. AHAT ANDİCAN (Devamla) - İşte, çatışma bu noktada başlıyor ve 1979 yılına geldiğimizde bir başka boyut ortaya çıkıyor; Kutub'un talebesi Abdusselam Farac, cihada başka bir tanım getiriyor -çok radikal bir tanım- sadece saldırıya uğradığı zaman Müslüman toplulukların birbirleriyle yardımlaşması anlamında olan cihadı, farklı bir boyuta götürerek, siyasal İslama karşı olan her güce karşı yapılacak bir savaş boyutuna indirgiyor "Unutulan Farz Cihat" kitabında.

İşte El Kaide, işte Hamas, işte Yemen, Aden Müslüman birlikleri, işte Hizbullah -Türkiye bağlamında söylüyorum- ve benzeri örgütler... Bu farklılaşma sonrasında siyasî olarak ortaya çıkan gruplar ve bunlardan biri olan El Kaide, bugün Afganistan'da yerleşmiş olması nedeniyle, bugün Afganistan'ın da bu meselenin odağına gelip yerleşmesini sağlıyor.

Bu açıklamayı sadece bilgi aktarımı için yapmadım. Bu liste bu şekilde kaldıkça ve eğer Bush'un ifadesinde söylediği "terörizmle mücadele sonuna kadar, sonsuza kadar, gerektiği kadar devam edecektir" iddiası da doğruysa, sonuçta, bugün için El Kaide örgütü ve Talibanla sınırlı gibi görünen hareketin, İslam dünyasının başka bölgelerine taşması ve sonuçta, her ne kadar, yapanlar tarafından "bu, İslam-Hıristiyan çatışması değildir" deniliyor ise bile, uzun vadede, gerçekten bir İslam-Hıristiyan çatışması olarak algılanma riskini taşıyabileceği açısındandır. Bu açıklamam, bunu iyi değerlendirmemiz lazımgeldiğini düşündüğüm içindir.

Nitekim Irak, Yemen gibi ülkelere de girişim yapılabileceği şeklinde, Amerikan yönetimi bir tabloyu önümüze koyuyor ve baba Bush döneminde, 1991 harekâtını yapan ve "Şahinler Grubu" diye tanımlanan grup, bugün oğul Bush'un etrafında. Yarın Irak'ta da benzeri bir harekâtın olma ihtimali var. Irak eski muhaberat başkanının, gerek Muhammed Atta ile gerek Usame Bin Ladin'le Afganistan ve Çekoslovakya'da görüştüğü iddiasıyla, yarın Irak'a da yönelecek bir harekâtın ortaya çıkma ihtimali gündeme gelmiştir. Tabiî ki, bu durum, Türkiye'yi kendisinden 4 bin kilometre uzakta, belli boyutlarda ilgilendiren; ama, çok hayatî olarak görmediği bir bölgeden Irak'a taşınması durumunda çok ciddî sonuçlarla karşı karşıya bırakacaktır.

İkinci hedef Taliban. Taliban, Afganistan'ın etnik mozaik yapısından kaynaklanan bir örgüt. 1979'da, Sovyet işgali sonrasında, bölgede var olan etnik gruplar ki, bu gruplar -hatırlatmak açısından söylüyorum; kuzeyde Türkler; yani, Özbekler, Türkmenler ve Tacikler, ortada Hazaralar ve Peştunlar- hem Sovyetlere hem de komünist yönetime karşı ciddî bir mücadele vermişler ve 1987'lerde Sovyetler ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır; ama, kalan kukla Necibullah yönetimi mücadeleyi sürdürmüştür; 1992 yılına geldiğimizde, Necibullah Hükümetinin de devrilmesiyle Afganistan'da, bu kez, biraz önce söylediğim etnik grupların birbirleriyle uzlaştıkları bir geçici hükümet kurulmuştur. Peştun radikalizminin temsilcisi olan bazı grupların, kendilerine başbakanlık verilmiş olmasına rağmen (Hikmetyar örneğinde olduğu gibi) olayı kabul etmeyerek savaşa devam etmeleri ve Afganistan'ın kurulduğu günden beri hâkimiyette olan Peştunların hâkimiyette kalma talepleri -temsilcisi olmaları nedeniyle- nedeniyle maalesef, üç yıl dört yıl devam eden iç savaşta bir denge ortaya çıkmış ve bu denge, Afganistan'da kendisine yandaş bir yönetim olmasını arzulayan Pakistan'ın ve Afganistan'da, niteliği ne olursa olsun, tek bir gücün hâkim olmasını isteyen Batılı güçlerin, başta Amerika olmak üzere, işine gelmemiştir. Çünkü, Pakistan bir tarafta Peştun nasyonalizmine endekslenmiş bir Afganistan istemektedir o dönemde; başta Amerika olmak üzere, Batı gücü de, Ortaasya ve Hazar petrollerinin, İran dışında, doğu-batı koridoru, Türkiye'nin içerisinde bulunduğu bu koridorun dışında, Hint Okyanusuna indirilmesi ve Pasifik Havzasına taşınması, bir diğer deyişle, bu havzaların dış dünyaya taşınmasında enerji güvenliğinin sağlanması, çeşitliliğin sağlanması ve tabiî ki, etkinliğin sağlanması bakımından o dönemde Talibanla görüşmüşler, hatta bazı Amerikalı firmalar, Taliban yetkililerini Amerika'ya davet ederek, Kaliforniya'da merkezlerinde ağırlamışlardı.

İşte, Talibanın ortaya çıkma gerekçesi bu; tek bir güç hâkim olsun. Pakistan, Talibana ciddî bir destek vermiş, neredeyse onu yaratmış, eğitmiş, lojistik destek sağlamış, maddî destek sağlamış, asker vermiş; Taliban kıyafetinde Pakistanlı askerler Afganistan'da Kuzey İttifakına karşı savaşmışlar. Sonuçta, 1998'e gelindiğinde Talibanda bir farklılık ortaya çıkmış, Arap ülkelerinin desteğiyle, Talibanın, artık, Pakistan'a ihtiyacı kalmamış, kontrolden çıkmış ve 4 özellik Talibanla özdeşleşmiş:

1 - Taliban, artık, bölgede saf İslamı uygulamak iddiasıyla  köktendinci bir uygulama gündeme getirmiştir.

2 - Taliban, bölgede, dünyada terörle ilişkili olan grupların şemsiyeliği görevine soyunmuştur.

3 - Taliban, bölgede, sadece Afganistan içinde sınırlı olmanın ötesinde, Özbekistan'da, Keşmir'de bazı hareketlere, mücadelelere, oralara mücahit gönderme bağlamında oradaki yönetimleri tehdit eder hale gelmiştir. Ayrıca, Pakistan'ın kuzey bölgelerinde, medreselerde ve bölgedeki Peştu grupları içerisinde çok ciddî bir cihat felsefesini uygulayarak, Pakistan'ın iç stabilitesini dahi tehdit eder hale gelmiştir.

4 - Taliban, bunların ötesinde, tabiî, içsavaşı finanse edebilmek amacıyla, hepinizin bildiği, Laos-Kamboçya-Tayland üçgenini, o altın üçgeni dahi arka planda bırakacak bir uyuşturucu ticaret merkezi haline gelmiştir.

11 Eylül, hadiseyi başka bir boyuta sürükleyerek, işte, bugün burada tartışmakta olduğumuz konunun gündeme gelmesini sağlamıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu noktada, bu özellikleriyle Taliban, ikinci hedef halindedir. Burada, bu bölgeye yönelik uygulamada, bölgedeki ülkelerin durumuna da çok kısa değinmek durumundayım; çok ayrıntılı giremeyeceğim; çünkü, vaktim hayli azaldı.

Pakistan bu konuda ciddî bir rahatsızlık içerisinde; ama, Pakistan, bu noktada, ABD ile olan ilişkilerinde kendisine uygulanan ambargoyu kaldırtmıştır, yardım almaktadır; kendi idaresini, hükümetini güçlendirecek şekilde, bu grupla beraber olmaktadır.

İran ise, başlangıçta, karşı olduğu Talibana yönelik Amerikan hareketini destekler bir eğilim göstermişse de, daha sonra, Hıristiyan güçlerle birlikte Müslüman dünyasına yönelik bir harekette taraf olmamış olma noktasında pozisyonunu almış ve bugün, Amerika'ya karşı çıkmaktadır.

Özbekistan'ın durumunu biliyorsunuz; hadiseye yardımcı olmaktadır.

Burada önemli bir faktör olan Rusya, başlangıçta, olaya sıcak bakmamış; fakat, Özbekistan ile Kazakistan'ın, kendi etki alanına girmeksizin ve ondan etkilenmeksizin doğrudan Amerika'yla temas kurmasından dolayı, hızla pozisyon almış ve bu pozisyonunun karşılığında da, Dünya Ticaret Örgütü üyeliğinden tutun -yani bazı ekonomik ödünler- AKKA Antlaşmasının genişletilmesiyle ilgili sıkıntılarına ve Çeçenistan'daki mücadelenin bir terör mücadelesi olarak kabul edilmesi noktasında kadar, avantajları elde edecek biçimde bu harekâta destek vermektedir ve bu olay, Kafkaslar'da da uzantılarını göstermeye hemen başlamıştır; daha, dün, Gürcistan'da -hatırlayacaksınız belki- kimliği belli olmayan 2 uçak, Acara bölgesinde bir bombalama işlemi yapmıştır ve bugün, orada, sıkıyönetim ilan edilmiştir; Rusya, Gürcistan'ı; Gürcistan, Rusya'yı suçlamaktadır. Yarın bir gün, Çeçenistan, zaten ateş içerisinde... Dolayısıyla, bu olayın uzantılarını bu bölgede de görmeye devam edeceğiz.

Doğu Türkistan'da da, Çin, ayrılıkçı Uygur hareketini tanımlayarak, benzer bir psikoloji içerisinde hadiseyi kontrol altına almak, legalleştirmek arayışı içerisindedir.

Değerli arkadaşlarım, burada, tabiî, müdahaleyle ilgili teknik ayrıntılara çok girecek değilim; vaktim de yok; ama, müdahale sonrasına değinmemiz gerekiyor; çünkü, müdahale sonrası oluşacak dünya, Türkiye'yi, bölgeyi çok yakından ilgilendirmekte. Başarılı olamaması durumunda Amerika harekâtının -zannetmiyorum, hiç düşünmek istemiyorum ama- Talibanın, bölgede, korkunç, dizginlenemez bir güç haline geleceğini, Pakistan yönetiminin radikal dinci bir yapıya kavuşacağını, kayacağını, Türk cumhuriyetlerinin pozisyonunun içe kapanık ve savunmacı bir şeyle daha otoriter yönetimler haline dönüşeceklerini söylemeye gerek yok; ama, başaralı olduğu noktasından hareket ettiğimizde, yeni bir hükümet kurulacak kuşkusuz. Dileğimiz, bu bölgede kurulacak hükümetin, bütün etnik grupları, oradaki varlıkları boyutunda temsil edecek nitelikte olması ve radikal köktendinci bir anlayış dışında kurulmuş olmasıdır; başına Zahir Şah mı gelir, başka birisi mi gelir, bunun çok da önemi yoktur; ama, kurulacak olan hükümet, tek bir milliyetin etki alanına girerse, Afganistan'da içsavaş bitmez.

Değerli arkadaşlarım, yine, geniş tabanlı bir hükümetin kurulduğu varsayımından baktığımızda, bölgede oluşacak olaylara bir bakalım.

1 - Bölge dengeleri, bölgenin tanımı değişecektir; çünkü, artık, Ortadoğu, Ortaasya ve Kafkasya tek bir bölge olarak algılanmak zorundadır. Bölge ülkeleri, İsrail'inden tutun Türkiye'ye kadar bütün bölge ülkeleri, güvenlik ve ekonomik alanlarını buna göre tanımlamak zorunda kalacaklardır. Demokratik niteliğe uygun, çok geniş tabanlı ve Batı değerlerine daha yatkın bir hükümetin kurulduğu noktasından yola çıkarak konuşuyorum.

2 - Ortaasya petrolleri ve doğalgazı için, bölge, Hint Okyanusuna açılacak ve burada, Amerikan şirketleri ve Batılı şirketler bu işlemi hızla gerçekleştireceklerdir. Böylece, enerjiye yeni bir yol bulunacaktır; bu, Türkiye'yi bir boyutuyla ilgilendirir, ayrıntısına girmeme gerek yok sanıyorum; ama, daha da önemli bir şey olur, bölgede yeni bir ekonomik alan ortaya çıkar. ABD eksenli olmak üzere, Pakistan ve diğer ülkelerin katıldığı yeni bir ekonomik alan ortaya çıkar ve bu ekonomik alan, aynı zamanda, bu bölgede, Rusya, Çin, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan ve Özbekistan'ın katılımıyla oluşturulmak istenilen Şanghay altılısı ekonomik alanının da büyük ölçüde rakibi haline gelir ve bunun belki sonlanmasına yol açar. Ve bir başka şey olur; bölgede yeni bir güvenlik anlayışı, güvenlik alanı ortaya çıkar. Bu güvenlik alanında, artık, Rusya da, Çin de, Amerika Birleşik Devletleri de, yeniden tanımlamak durumundadırlar.

Belki dikkatlerden kaçtı; ama, bir şey var: Bakın, Japonya, 1945'ten bu yana, ilk defa uluslararası bir harekâta, tarihinde ilk defa, tam donanımlı bir destroyerle katılma isteğini gündeme getiriyor ve bu istekle beraber Japon Başbakanı Koizumi diyor ki "güvenlik anlayışımız, konseptimiz değişmiştir; artık, aynen Atlantik'te olduğu gibi bir güvenlik örgütüne ihtiyaç vardır. Amerika, Güney Kore, Japonya, Singapur gibi ülkelerin içinde olacağı bir doğu NATO'su kurulmalıdır." Amerika Birleşik Devletlerinin bu bölgede etkin bir hale gelmesi durumunda, ikinci adım olarak da bunu beklemek durumundayız.

Analitik olarak daha çok nokta var; ama, vakit daralıyor. Burada, bir şeyi hatırlatmak istiyorum; meşhur Henry Kissenger'in "Diplomasi" diye bir kitabı var -okuyan arkadaşlarımız vardır- orada bir şey söyler Kissenger: "Doğu Bloku dağıldı, Amerika Birleşik Devletleri tek ülke, tek güç haline geldi ve tek kutuplu bir dünya ortaya çıktı askerî açıdan vesaire; ama, bu özelliğini uzun süre devam ettiremeyecektir. Hindistan ve Çin gibi güçler dünya devletleri haline gelmektedirler; Avrasya'da bu özelliğini devam ettirebilmesinin tek yolu, bu bölgede ittifaklar oluşturmasıdır. Bu özelliğini ancak iki 10 yıl sürdürebilir" der. Bugün gelişen olaylar, Kissenger'ın bu kehanetini büyük ölçüde doğruluyor.

Türkiye açısından da olayı değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum, çok çerçeve olarak değerlendireceğim izin verirseniz. Yine, önce terör boyutuna baktığımızda, Türkiye "terör mücadelesi" adı altında yapılan bu çalışmadan veya bu uygulamadan yararlanacaktır. Yirmi yıldır Batı kamuoyuna açıklayamadığı, daha doğrusu anlamak istemedikleri terör olayının uluslararası niteliğini ve bir gün dönüp kendilerine de bu şekilde zarar verebileceğini bu olay gösterdiği için, artık, Türkiye, uluslararası terör mücadelesinde ön alma imkânına sahip olmuştur.

Ve daha başka bir şey olmuştur; laik, demokratik, Müslüman Türkiye modelinin, İslam dünyası için ne kadar geçerli, ne kadar tutarlı bir model olduğu bir kere daha ortaya çıkmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız lütfen.

A. AHAT ANDİCAN (Devamla) - Sayın Başkan, 3-4 dakika izin verirseniz memnun olurum.

BAŞKAN - Efendim, 3-4 dakika veremem. Biraz toparlarsanız memnun olurum; çünkü, her grup 3-4 dakika alırsa, bundan sonra da 3 tane gensoru var efendim...

A. AHAT ANDİCAN (Devamla) - Dezavantajları var. Bunların üzerinde durmadan, hemen, harekâtla ilgili satırbaşlarına değinelim. Burada temel sorunumuz, NATO üyesi olan tek Müslüman ülke olmamız nedeniyle, bölgede yürütülecek bir müdahalenin, İslam ülkeleri tarafından farklı algılanarak, Türkiye'nin, gelecekte İslam ülkeleriyle olan ilişkilerinde sıkıntıların doğması riskidir. Hükümetin, bu noktada, bunun avantajlarını -yani, NATO üyesi olarak bu konudaki sorumlulukları ve onun avantajlarını- dezavantajlarla teraziye koyup, en doğru kararı vereceğine inanıyorum; ama, burada bir şeyi yapmak durumunda: Taliban sonrası kurulacak hükümette, oradaki Türklerin var olması noktasında ciddî bir çaba göstermek zorunda. Mezarışerif merkezli bu bölgeye insanî yardımı ve teknik yardımı, Türkiye, oraya müdahale gücü olarak gitmese bile, yardımı başlatmak zorunda ve bu noktada, orada oluşacak yeni hükümet içerisinde Türklerin temsil edilmelerini sağlamak zorunda.

Tabiî, olayın Irak'a taşması durumunda Türkiye'nin sorunları çok daha farklı boyutlara taşınacaktır. Burada da önemli olan, Irak'ın bugünkü konumunun korunup korunmayacağı sorunudur. Eğer bugünkü konumu korunacak, toprak bütünlüğü korunacak ise Türkiye, bugüne kadar uyguladığı Irak'ın toprak bütünlüğünün devam ettirilmesi, oradaki Türkmenlerin haklarının korunması ve oradaki teröre karşı mücadele etme noktasında, terörün kurutulması, üç temel sac ayağına oturan politikasını devam ettirecektir; ama, eğer bölgede, yani, Batılı güçlerin bu bölgeye yönelik müdahalesi sonrasında sınır değişiklikleri olacak ve bu bölgede hiç istemediğimiz yeni bazı devletlerin, şu anda embriyo halinde olan bazı bölgelerin ortaya çıkması söz konusu olacaksa, o zaman, Türkiye'nin, bu değerlendirmeye, bu stratejiye uygun bir yaklaşımla, bu değişikliklerden azami derecede Türkiye'nin çıkarlarına uygun bir sonuç çıkmasını sağlayacak bir çalışmaya girmesi gerekir diyorum ve hükümet tarafından getirilen talebin, avantajları ve dezavantajlarının, hükümetimiz tarafından en uygun bir biçimde, Türkiye'nin millî çıkarlarına uygun bir biçimde değerlendireceğini ümit ediyor, Grup olarak buna destek vereceğimizi bildiriyorum.

Saygılarımla. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Andican.

Efendim, şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisinde.

Kayseri Milletvekili Sayın Abdullah Gül; buyurun efendim. (AKP sıralarından alkışlar)

AKP GRUBU ADINA ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce, AK Parti Grubu adına hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 11 Eylül 2001 tarihinde, New York ve Washington'da, tahayyülü bile imkânsız olan terör olayında 7 000 masum insanın hayatını kaybettiğini hepimiz biliyoruz. Bu olayı, hepimiz, o gün televizyonlarımızda canlı bir şekilde seyrettik ve dünyanın nasıl ufak bir köy haline geldiğini bir kez daha idrak etmiş olduk.

Tabiî ki, geçen bu süre içerisinde, bu olay unutulamaz. Amerika Birleşik Devletleri ve Amerikan halkının acısını yok farz etmek, böyle bir şey olmamış gibi davranmak mümkün değildir. Dolayısıyla, bir kez daha, böyle bir terörü lanetliyoruz. Kim tarafından yapılırsa yapılsın, hangi amaçla olursa olsun, terörün, hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini, hiçbir şekilde makul görülemeyeceğini bir kez daha burada teyit etmek istiyorum.

Ayrıca, terörü kınamanın, terörü lanetlemenin de yetersiz olduğunu, terörle ortak bir mücadele zemininin bulunması gerektiğini, terör ve teröristlere karşı işbirliği  yapılmasının gerekliliğine de inanıyoruz; çünkü, terör, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, nerede ortaya çıkacağı, kimi vuracağı hiçbir zaman bilinmemektedir.

Değerli arkadaşlar, binlerce insanın ölümüne sebep olan 11 Eylülden sonra, Amerika Birleşik Devletleri, süratle, Birleşmiş Milletlerin 51 inci maddesini ve NATO'nun 5 inci maddesini devreye sokmuş ve bu doğrultuda kararlar çıkarmıştır. Bunları Türkiye de desteklemiştir; ama, burada, not etmemiz gereken bir şey vardır ki, Türkiye de uzun süredir terörle mücadele etmiştir, çok farklı terörle mücadele etmiştir Türkiye; uluslararası boyutu olan terörle mücadele etmiştir, kendi içinden çıkan terörle mücadele etmiştir ve bu mücadele süresi içerisinde de 35 000'e yakın insanını kaybetmiştir, 100 milyar dolara yakın bir ekonomik kaynağını kaybetmiştir, bu süre içerisinde binlerce eve ateş düşmüştür.

Bütün bunlar olurken, Türkiye, NATO'nun 5 inci maddesinin devreye girmesi gerekliliğini defalarca izah etmiştir, müttefiklerine anlatmıştır; ama, ne yazık ki, bunlardan bir cevap bulamamıştır. Hatta, çok da ileri gidilmiştir, bırakın Türkiye'nin terörle mücadelesini anlayışla karşılamak, desteklemek, yeri gelmiştir, Türkiye'nin terör ve teröristlerle mücadelesine karşı açık ve gizli ambargolar bile konulmuştur; parası ödenen helikopterler verilmemiştir, parası ödenen gemiler verilmemiştir, parası ödenen çeşitli silahlar verilmemiştir.

Aslında, sadece Türkiye karşı karşıya kalmamıştır, dünyanın başka coğrafyalarında da terör olayları ortaya çıkmıştır. Bu olaylar karşısında da uluslararası camia harekete tam geçememiştir. Sabra ve Şatilla kamplarındaki 5 000 kişiye yakın katliamı yapanların kimler olduğunu dünya kamuoyu çok iyi bildiği halde, gerekli olan müdahale yapılmamıştır. Bosna'da bile, 250 000 kişi katledildikten sonra Uluslararası Topluluk harekete geçmiştir ve asker gönderilmiştir.

Bütün bunları en iyi şekilde bilen Türkiye, muhakkak ki, terörle mücadelede samimî bir işbirliğini ortaya koyması gerekir. AK Parti olarak biz buna inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, Birleşmiş Milletlerden ve NATO'dan bu kararlar çıktıktan sonra, Afganistan'a karşı büyük bir askerî operasyon içerisine girilmiş ve geçen bu süre içerisinde, çevre ülkelere ve çevreye büyük askerî yığınaklar yapılmış; 7 Ekim Pazar akşamı da, beklenen saldırı başlamıştır.

Bu gelişmeler Türkiye'yi yakından ilgilendirmekte ve ülkemizin güvenliği ve gelecekteki çıkarları açısından çok önem arz etmektedir. Güvenlik konseptlerinin çöktüğü, terörün yeni bir anlam kazandığı ve yeni terör tarifinin yapılmasının gerekliliğiyle karşı karşıyayız. Bu nedenle, biz, AK Parti olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir genel görüşmenin, gizli bir oturum içerisinde yapılmasını ilk gün istedik. Bundaki ısrarımız şuydu: Hükümetin oluşturacağı politikaya, Türkiye Büyük Millet Meclisinin katkısını sağlamaktı. Çünkü, bir tarafta müttefik ülkeler, diğer tarafta Türkiye'nin tarihî gerçeklerle bağlı olduğu bir coğrafya... Böyle bir coğrafya içerisinde ve böyle bir çıkmaz içerisinde, samimî duygular ve görüşler, hükümete güç vermek için bir gizli oturumda ele alınabilirdi; ama, görüyoruz ki, sayın hükümet buna sıcak bakmıyor.

Pazar ve pazartesi günlerinden beri, olayın boyutunun tamamen başka bir mecraya kaymaya başladığını görüyoruz. Son üç gün içerisinde, başta, Afganistan'ın Kâbil, Kandahar, Celalabat, Mezarışerif, Herat gibi birçok yerleşim bölgelerinin çok yoğun bir şekilde bombardımana tabi tutulduğunu bütün dünya görüyor; hatta, gazetelerde, sınırlı bir nükleer saldırıdan bile bahsediliyor. Biraz önce konuşan değerli arkadaşımın "böyle olacağını hiç zannetmiyorum, hiç ihtimal vermiyorum" dediği bir gelişme söz konusu olabilirse, böyle bir gücün de devreye gireceğinden bahsediliyor. Dolayısıyla, Türkiye, çok ciddî bir gelişmeyle karşı karşıya.

Aslında, bütün dünyada ve hepimizde, Afganistan'da teröristlere dönük nokta operasyonlardan hareket edileceği, nokta operasyonlar yapılacağı beklentisi vardı; ama, koskoca bir ülkenin bu kadar geniş bir alana yayılan bombardımana tabi tutulması, sonunun nereye varacağı belli olmayan bir tehlikeyi de ortaya koymaya başlamıştır. Şimdiden, sivil insanların hayatını kaybetmeye başladığı haberleri gelmeye başlamıştır. Birleşmiş Milletlerde görevli olan insanların bile hayatını kaybettiği, ilk haberler içerisindedir.

Zaten, fakru zaruret içerisinde kıvranan ve yirmiiki yıldır savaşan, daha doğrusu, savaştırılan bu dost Afgan halkını da hatırlamanın zamanının geldiği kanaatindeyiz ve çok dikkati çekici bir husus vardır ki, kaderin çok garip bir cilvesidir, bugün bombalanan ve yıkılmak istenen, gerçekten de baskıcı ve otoriter olan Afgan rejimi, bugün kendilerini bombalayanlar sayesinde Afganistan'a hâkim olmuştur. O zamanlar, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, benim de içerisinde bulunduğum Refahyol hükümeti işbaşındaydı ve bunun yanlış olduğunu, dar ve katı anlayıştaki Taliban hareketinin Afganistan'a sıkıntı getireceğini, Müslümanlığın da bütün dünyada imajını bozacağını ısrarla söylemiş, yeni bir diktatörlüğün Afganistan'a hâkim olmaması gerektiğini savunmuştu ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin politikası buydu.

Bundan dolayıdır ki, Taliban rejimini ve hükümetini, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tanımamıştır ve hâlâ Burhaneddin Rabbani'nin başkanlığındaki hükümet temsilcisi, Türkiye'deki Afgan Sefaretinde ülkesini temsil etmektedir.

Ne yazık ki, başta Amerika Birleşik Devletleri, Pakistan, Suudi Arabistan desteğiyle ve binlerce Afgan mücahidinin canına mal olan iç çatışmalardan sonra, Usame Bin Ladin destekli Taliban, Afganistan'a yerleşmiştir. İşte, isyan edilecek nokta aslında budur; çünkü, dün de akan Müslüman kanıydı, bugün de akan, yarın da akacak ne yazık ki, fakir, fukara, zavallı, kimsesiz Afgan halkıdır.

Halbuki, Afganistan, Birinci Dünya Harbinden sonra bağımsız olan birkaç İslam ülkesinden birisiydi. İstiklal Harbinde sembolik de olsa bize yardım etmiş bir ülkeydi ve hatta hatta, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Ankara'da açılan ilk sefaret Afganistan'a aitti.

Bu ülke, bugün perişan halde. Öyle ki, Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre 400 000'e yakın Afgan çocuğunun, mayınlar sayesinde bacaklarını kaybettiği söylenmektedir. Büyük bir dram yaşanmaktadır ve dünya, daha düne kadar bu dramın farkında değildi.

Uzun süreceği söylenilen bu savaşta, bizim kaygımız, ileride, Taliban'ın unutulup, Afganistan'ın zihinlerde kalacağıdır. Bugün, Taliban'la, Bin Ladin'le mücadele ediyoruz denilebilir; ama, bu uzun sürerse, zihinlerde Afganistan kalacaktır; Afgan halkına karşı, Afganistan'a karşı bir savaşın yürütüldüğü zihinlerde kalacaktır.

Türkiye'nin, böyle bir olayın içerisinde sıcak savaşa girmesi, Türkiye'yi, Asya'ya yabancı düşürecektir; Türkiye, Asya'ya yabancılaşacaktır. Önemli olan, rejimlerle işbirliği değil, önemli olan, o coğrafyanın halkıyla işbirliğidir, o coğrafyanın halkının gönlünü ve desteğini kazanmaktır. Maalesef, Türkiye, bu hatayı, Ortadoğu'da yaptığı için, Ortadoğu'ya yabancılaşmıştır. Her ne kadar, son  senelerde, bu yanlış politikanın farkına varılıp, bir değişik strateji izlenmeye başlanmış ise de, Türkiye, ne yazık ki, Ortadoğu'ya yabancılaşmıştır. Aynı tehlike, Asya için de geçerlidir.

Başka bir kaygımız da, bu yoğun bombardımanlar karşısında, Müslüman coğrafyanın farkına varmadan, Taliban ve Bin Ladin sempatizanı olma tehlikesidir. Bu, çok önemli bir gelişmedir. İster istemez, aynı coğrafyaya, aynı kültüre, aynı tarihe ve aynı dine bağlı insanlar, farkına varmadan, teröristlere, diktatör rejimlere sempati duymaya başlarlar. Bu, Müslümanlığın da, Müslümanların da çıkarına olan bir gelişme değildir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, aslında, başından beri, bu olayda çok aktif hareket edebilirdi; çünkü, Türkiye, gerçekten bir köprü burada; bir taraftan, NATO'nun içerisinde -ve müttefik ülkeler- diğer taraftan, sadece din, Müslümanlık olarak değil, etnik olarak da ilişkisi olduğu bir bölge. Burada, aktif bir politika takip edebilirdi. Üstelik, elinde bir araç da vardı bunun için; şimdiye kadar -hayret ediyorum- hiç dile alınmayan, Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı (ECO)... Şimdi, bakarsanız, bu bölgedeki bütün ülkelerin üyesi olduğu tek teşkilât budur; Afganistan'ın da, Özbekistan'ın da, Tacikistan'ın da, Pakistan'ın da, İran'ın da, Türkiye'nin de... Ve Türkiye'nin öncülüğünde, Özbekistan da, Tacikistan da, Afganistan da ECO'ya üye olmuştur. Eğer hiçbir işlevi olmayacaksa, niçin bu teşkilâtlar durur?! Elimizde bir araçtı bu, bu bir imkândı; birden, bir atağa geçilebilirdi, yoğun bir diplomasi başlatılabilirdi. Türkiye'nin sadece tecrübeleri değil, Türkiye'nin o bölgeyle olan ilişkileri devreye sokulabilirdi ve bu, gerçekten, barışa da çok katkısı olan bir hareket olurdu. Böyle bir aktif diplomasi içerisinde olunmuş olsaydı, o zaman, Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı değil, Amerika Birleşik Devletlerinin Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanını arardı.

Savaşın nereye varacağı belli değil dedik. Hepimiz kaygıyla takip ediyoruz ki, yarın, bu, Irak'ı da, Sudan'ı da, Yemen'i de ve hatta hatta İran'ı da içine alır mı... Çünkü, inanamayacağımız senaryoları gazetelerden okuyoruz; bunların bir kısmı magazinvari olsa da, bir kısmı gerçek olabilir. Bu, tabiî, çok daha tehlikeli bir gelişmedir.

Ekonomik açıdan ise, Türkiye, ne yazık ki, çok kötü şartlarda yakalanmıştır; ekonomik bağımsızlığını âdeta kaybetmiş bir ülke olarak yakalanmıştır. Belki de, Türkiye'nin, bazı şeylere "hayır, öyle değil şöyle olsun" diyememesinin altında bu da yatabilir. Şimdi, düşünün, Irak'ta bir cephenin açılmasının Türkiye'ye yükleyeceği ekonomik zararı... Türkiye'nin, Körfez Savaşından bu yana 45 milyar dolara yakın zararı vardır, bunu da kimseye dinletememiştir. Bütün heyetler, gittikleri toplantılarda, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, müttefiklerine, hiç kimseye anlatamamıştır. Türkiye'ye karşı çok sembolik yardımlarla geçiştirilmiştir. Türkiye, bu sayede, âdeta, çıkmaz bir sokağa dönmüştür. Doğu ve güneydoğuda, Suriye'yle, Irak'la, İran'la, Ermenistan'la bütün sınırları kapalı bir ülkenin düşünün nasıl bir çıkmaz sokağa girdiğini. Çıkmaz sokakta dükkân açmazsınız, çıkmaz sokakta işyeri açmazsınız. Bütün bu ekonomik yükler bundan gelmiştir. Şimdi, sonunun nereye varacağı belli olmayan böyle bir gelişme Türkiye'yi çok yakından tehdit edecektir.

Değerli arkadaşlar, başka bir nokta da, nedense, hepimizin gözünden kaçmaktadır. Âdeta, Çeçenistan tamamen unutulmuştur. Şimdi, herkes, kendi teröristinin başını ezsin zihniyeti içerisinde, kimin terörist, kimin terörist olmadığı ayrılmadan, herkes, fırsattan istifade, peşine düşmüştür. Unutmayın ki, Çeçenistan'da sadece gerillalarla savaşılmadı; 250 000 tane gerilla yoktu Çeçenistan'da veyahut da, Rusya'nın tabiriyle terörist yoktu. Çeçenistan'da 250 000 kişi ölmüştür, Grozni'de 40 000 kişi ölmüştür; sivildir bunlar. Terörden de öteyedir, toplu katliamdır âdeta. Şimdi, büyük bir pragmatizm içerisinde bunları, dünya, yok göremez. Eğer, bunları yok görürseniz, o zaman, o gün aldanırsınız.

Başka bir gelişme, yine, şudur ki; bu sayede, dün yapılan hatalar, Taliban'a karşı dün yapılan hatalar bugün de yapılmaktadır. Bölgenin otoriter, diktatör rejimlerinde "aman, bugün bana yardım et, ben seni burada sağlamlaştırayım" zihniyeti de vardır. Bunlarla barış gelmez dünyaya. Barışın gelebilmesi için, gerçekten, her insanın hakkının eşit olduğunu bilmemiz gerekir. Hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın, hangi dinden olursa olsun, hangi ırktan olursa olsun, herkesin insan hakları standartlarının aynı olduğunu kabul etmeniz gerekir; bunu yapmazsanız, üç sene önce desteklediğiniz rejimi, bugün yıkmak için uluslararası destek ortaya çıkarmaya çalışırsınız.

Değerli arkadaşlar, şimdi, karşımızda bir Başbakanlık tezkeresi vardır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi için, hükümet, Yüce Meclisten izin istemektedir.

Şimdi, pazartesi gününü hatırlayın. Pazartesi günü akşamı sayın hükümet, takdir edilecek bir davranış içerisinde, parti başkanlarını Başbakanlığa davet etmiş ve olup bitenler hakkında bilgi vermek istemiştir ve burada da, parti başkanları, zihinlerindeki çeşitli soruları yöneltmişlerdir; ama, şu bir gerçektir ki, çok fazla bir bilginin olmadığı, aslında, kamuoyunda söylenilenlerden öteye, gazetelerin yazıp çizdiğinden de öteye, hükümetin elinde çok fazla bir bilginin olmadığı da ortaya çıkmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız...

ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Başkanım, toparlayacağım...

Arkadaşlarımızın naklettiğine göre, o gün, hükümetin asker göndermeyle ilgili bir izin talebi de olmamıştır; hatta, böyle bir şeyin şu anda düşünülmediği dolaylı bir şekilde de ifade edilmiştir. Hemen arkasından, Bakanlar Kurulunda, Bakanlar Kurulu kararı çıkarılmak için imza toplanılmaya başlanmıştır. Dün, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip gelmediği de tartışmalı olan tezkere, nihayet, bugün gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, eğer şuna inansak ki, yarın, Ortaasya'nın dizaynında Türkiye aktif bir rol alacak, Türkiye çok dinamik bir rol alacak, Türkiye orada yeni çizilmesi muhtemel olan haritalarda aktif olacak, bunu anlayışla karşılayabilirdik; ama, bırakın uluslararası krizi, Türkiye, üç senedir kendi krizini yönetemeyen bir hükümetle karşı karşıyadır. Kendi krizini yönetemeyen, kendi krizini kontrol edemeyen bir hükümetin uluslararası krizi yönetebilmesi veyahut da takip edebilmesini biz mümkün görmüyoruz.

Yine, tezkerede ortaya konulan şu ki: "Kapsamı, sınırı, zamanı ve süresi hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan sürekli özgürlük operasyonu çerçevesinde Silahlı Kuvvetlerin yabancı ülkeye gönderilmesi..." Kapsamı, sınırı ve zamanı, süresi belirsiz. Böyle bir yetkiyi almak, aslında, hükümet için de tehlikelidir; çünkü, bu işin nereye gideceğini hükümet de bilmiyor; samimî olarak bilmiyor. Böyle, samimî olarak nereye gittiği bilinmeyen bir hareket karşısında, böyle bir yetkinin peşinen alınmasını mahzurlu buluyoruz. Ayrıca, Anayasanın da buna tam yetki vermediği kanaati bizde hâkim; çünkü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin temel fonksiyonlarından biri, âdeta, bir çarşaf liste gibi bir çarşaf yetkiye devredilmektedir. Kapsamı iyice bilinmiş olsaydı, sınırları çok iyice bilinmiş olsaydı, Bosna'da, Kosova'da olduğu gibi, polis gücü mü yapacak, nerede duracak, ne kadar olacak, nereye yerleştirilecek, bütün bunlar hakkında bir bilgi olsaydı, belki farklı düşünülebilirdi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, süreyi biraz daha uzatayım. Lütfen... İkinci süreyi de bitirdiniz.

ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.

Değerli arkadaşlar, biz, tabiî ki halkı yönlendireceğiz, halka liderlik yapacağız; ama, başka bir görevimiz de, halkın düşüncelerini de yansıtmamız gerekir. Bu konuda yapılan kamuoyu anketlerine baktığınızda, iki bağımsız kuruluştan biri olan KONDA'nın anketinde, Türk Halkının yüzde 71'i böyle bir olayı şu anda tasvip etmiyor. İkincisi de, yine bağımsız bir kuruluş olan ANAR'ın anketinde de Türk Halkının yüzde 86'sı böyle bir olayı yanlış buluyor. Bizler de bu sorumluluğu taşıyoruz ve bu kadar geniş, kapsamı belli olmayan, sınırı belli olmayan, süresi belli olmayan bir yurtdışına Türk Silahlı Kuvvetlerinin gönderilmesini uygun bulmuyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AKP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Suat Çağlayan'da.

Diğer gruplardan şu ana kadar söz isteyen olmadı efendim; sayın gruplardan, konuşma talep eden tezkere almadım.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA B. SUAT ÇAĞLAYAN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

11 Eylül günü büyük bir acı yaşadı dünya. Terör, Amerika Birleşik Devletlerini vurdu. Başta, Amerika ve Avrupa olmak üzere, tüm dünya ülkelerinin, o ülkelerde yaşayan insanların, âdeta, kanı çekildi bizde olduğu gibi. Vurulan ülke Amerika Birleşik Devletleriydi. Avrupalıların aksine, terörden neler çektiğimizi bilen, bize destek veren, küçük oynamalar dışında hak veren, dost bir ülke Amerika Birleşik Devletleri. Türkiye, terör döneminde Amerika Birleşik Devletlerinden gördüğü anlayışı, ne yazık ki, ne Avrupa ülkelerinden ne de NATO müttefiki olan ülkelerden gördü. Bu acılı gününde, doğal olarak, Amerika Birleşik Devletlerinin yanındayız.

Şimdi, terör odaklarına ve terör destekçilerine yönelik uzun ve acılı bir savaşım başlamış bulunmaktadır. Bir yanda, kendi canına kıyacak derecede koşullanmış insan kılığındaki robotlar; diğer yanda, insanlığı bu robotların dehşetinden korumaya çalışan uygar bir dünya. Bir yanda, hiçbir harcama yapmadan, beyin yıkayarak katil robotlar yetiştiren örgütler; diğer yanda, bu terörü önlemek için en pahalı teknolojilere harcanan milyarlarca dolar!

Sağduyu sahibi tüm ülkeler, dünya tarihinde ilk kez, terörizme karşı bir araya geliyor. Dünya, bugünün acısı kadar, yarının korkusunu da duyuyor içinde. Artık, terörizme karşı yeni bir savunma ve güvenlik kavramından söz edilmekte. Şimdiye kadar geliştirilen savaş stratejileri, hep, bilinen ya da önceden kestirilebilen düşmana yönelik olarak hazırlandı, bu amaçla ordular beslendi. Elbette ki, ülkeler, savunmaları için ordular besleyecek ve savaş senaryoları hazırlayacaktır; ama, bundan böyle, en büyük tehdit, ortak düşman olan terörizmden gelecektir. Elbette ki, dünya dengesinde önemli görevler yapan büyük askerî paktlar var olmaya devam edecektir; ancak, terörizm karşısında, terörizm tehdidi karşısında, hem yeni organizasyonlar gerekecek hem de, eski, büyük paktlara yeni işlevler kazandırılacaktır.

Bugünden sonra, devletler, bireylere inen bir antiterör modelini yaşama geçirmek zorunda kalacaklardır ve toplumda herkesin, terör konusunda bir asker kadar bilgili, bir istihbaratçı kadar uyanık olması gerekecektir. Teröre karşı başlayan bu savaşta başarı için, öncelikle sabır, sonra kararlılık ve çok önemli olarak da kaynak gerekmektedir ve yine, başarı için, ulusal düzeyde dayanışma ve işbirliğine gereksinim vardır.

Sayın milletvekilleri, kıt olanaklarla, onbeş yıl, bölücü teröre karşı başarılı bir savaşım veren bir ülkeyiz. Bu savaşımda çok deneyim kazandık; kazandık da, 30 000 can ve 100 milyar dolar yitirdik. Bugünkü iç ve dışborç yükümüzün altında, işte bu 100 milyar dolar yatmaktadır.

Terörle savaşımda kazandığımız deneyimi, bugün, ülkemize yönelik terörü destekleyenlerle paylaşacak kadar olgun bir milletiz. Gelinen noktada, bazı gerçeklerin, Avrupalı dostlarımız tarafından anlaşılmış olmasını diliyoruz. En azından, terörizmin sınıflandırılmayacağını ve terörizmin hiçbir gerekçesinin olamayacağını Batılı dostlarımızın kavramış olmalarını diliyoruz. Eğer gerçekten anlamışlarsa, yarıya indirilen bayrakların, tutmuş göründükleri yasların bir anlam taşıdığı anlaşılacaktır.

Sayın milletvekilleri, hükümetimiz, serinkanlılıkla; fakat, kararlılıkla, hem uluslararası anlaşmaların ve hem de büyük ulus olmanın kendine yüklediği sorumlulukla hareket etmektedir ve geçmişte yaşanan aceleciliği göstermeden, ulusal çıkarlarımızı dengeli bir politikayla koruma yolunu seçmiş bulunmaktadır. Yıllardır, çağdışı bir yönetimin baskısı altında yaşayan yoksul Afgan Halkının ve o iri gözlü Afgan çocuklarının zarar görmemesi için Başbakanımız büyük çaba göstermekte ve uyarılarda bulunmaktadır. Aynı duyarlılığın Amerika Birleşik Devletleri tarafından da paylaşıldığı bilinmektedir. Başlatılan harekâtın sınırlı kalmayacağı, terörizmi ve teröristleri destekleyen, barındıran ve besleyen tüm odaklara karşı yaygınlaştırılacağı anlaşılmaktadır.

Bu noktada, kaygı duyduğumuz bir konuyu dile getirmek istiyorum. Bazı odaklar, Amerika Birleşik Devletlerinin terörizm konusundaki duyarlılığını fırsat bilip, onu kışkırtarak, amaçlarını gerçekleştirme çabası göstermektedirler; bu konu çok önemlidir. Özellikle, Irak'ın durumu değerlendirilirken, bu olasılık mutlaka göz önünde tutulmalıdır. İnandırıcı kanıtlar olmaksızın, terörizme destek veriyor kışkırtmasıyla Amerika Birleşik Devletlerinin Irak üzerinde zaten var olan tepkisini artırmaya çalışmak, ülkemiz açısından son derece olumsuz koşullar yaratabilecektir. Dostumuz Amerika Birleşik Devletlerinin, Irak'la geçmişte yaşanan olayları yarım kalmış hesap olarak değerlendirmeyeceğinin, terörist eylemlerle ilintisi olduğunu gösteren kesin kanıtlar olmaksızın, farklı amaçlarla yapılan provokasyonları, eğer varsa, yarım kalmış hesaba gerekçe olarak kullanmayacağının inancı içindeyiz. Ayrıca, böylesine bir müdahalenin, Irak konusunda çok duyarlı olan birçok doğu ve batı ülkesini rahatsız ederek, terör konusunda yakalanmış olan global konsensüse zarar vereceği inancındayız.

Sayın milletvekilleri, bölge ve dünya barışı açısından bazı büyük olumsuzlukların olumlu sonuçlarının olabileceği bilinmektedir. Bu bağlamda, bu büyük terör olayından sonra yaşanacak değişim dönemi -ki, o değişim döneminin zaten yaşanması bekleniyor büyük ölçüde- sonrası, uluslararası ilişkilerin yeniden yapılanmasına ve bazı düşmanlıkların azalmasına, yumuşamasına yol açabilecek bir dönem geleceğine inanıyoruz. Bu yeni dönemde, Irak'ın, terörizm karşısında kesin tavır alması, Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerini yumuşatabilecek ve eğer varsa, yarım kalmış hesapların kapatılmasını kolaylaştırabilecektir.

Altını çizmek istediğim bir başka konu da şudur: Batı ülkelerin dile getirmeye başladığı yeni savunma modelleri konusunda çok dikkatli olmak zorundayız. NATO gibi, varolan güçlü güvenlik organizasyonlarına yeni işlevler vermek ve yeni açılımlar kazandırmak çok doğaldır; ancak, ne gerekçeyle olursa olsun, hiçbir yenilik, ülkemizin etkinliğini azaltmamalıdır. Gerek bulunduğu coğrafyanın verdiği stratejik avantajlar nedeniyle gerekse terörizm potansiyeli taşıyan bir bölgenin tam ortasında bulunması nedeniyle, terörizm konusundaki yeniden yapılanmada, ülkemizin kilit rolü görmezlikten gelinmemelidir.

Sayın milletvekilleri, terörizmden çekmiş bir ülke olarak, teröristi ve terörü ortadan kaldıracak her hareketin içinde olmamız çok doğaldır. Bugüne dek, uluslararası anlaşmalardan doğan sorumluluklarımızı nasıl yerine getirmişsek, bugünden sonra da, ülkemizin çıkarlarını gözardı etmeksizin, aynı davranış içinde olacağız.

Demokratik Sol Parti Grubu olarak, hükümetimizin arkasındayız. 11 Eylül sonrasında ülke çıkarlarıyla uluslararası sorumluluklarımızı çok iyi dengeleyen, sorumluluğunu çok iyi bilen hükümetimize, istediği yetkinin verilmesini istiyoruz ve sizlere saygılarımızı sunuyoruz. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Şandır; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Muhterem Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına, saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri, 7 Ekimde, terörizme karşı "Sürekli Özgürlük Operasyonu" adıyla Afganistan'da savaşı başlatmıştır. NATO Anlaşmasının 5 inci maddesi gereği, Türkiye, operasyona katkıda bulunmaya davet edilmiştir ve katkı yapılması bir genel kabul olarak ifade edilmektedir.

Hükümetimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinden ve toplumumuzdan, halkımızdan, Türk Milletinden destek ve yetki istemektedir. Bugünkü müzakere konumuz budur; ancak, terör ve operasyonla ilgili görüşlerimi ifade etmeden önce, bir hususu dikkatlerinize sunmak istiyorum:

Değerli milletvekilleri, yaklaşık bir aydan bu yana, Türk toplumu -televizyonlar, gazeteler ve tüm konuşmacılar tarafından- terörle, operasyonla ve savaşla ilgili yoğun bir propaganda altında tutulmaktadır. Ben, bunun, doğru ve faydalı olmadığına inanıyorum. Çok derin, detay bir inceleme yapmadım; ama, gördüğüm kadarıyla Batı televizyonları ve Amerika Birleşik Devletlerinin kendi televizyonları toplumlarını bu hadiseyle bu kadar meşgul etmemektedirler. Görüyoruz ki, televizyonlarımızın birçoğu, toplumu, 15 dakikalık haber bültenleriyle, yorumlarla, görüntülerle, senaryolarla yoğun bir şekilde bu meseleye konsantre etmeye çalışıyorlar. Bence, toplum psikolojisi açısından böyle bir yaklaşım doğru değil. Bunu, tüm Türk toplumunun, özellikle medyamızın hassasiyetlerine arz etmek istiyorum.

Müzakere konumuzun sebepleri ve muhtemel sonuçları üzerinde şu ana kadar burada çok güzel konuşmalar oldu. Demin ifade ettiğim gibi, televizyonlarımızda da birçok strateji uzmanı, çok detayda, çok varsayımlı, çok ihtimalli birtakım yorumlar yapmaktadırlar. Ben, konuşmamda, daha çok, terör konusunda ve hükümetimizin istediği bu destek ve yetki konusunda Grubumuzun temennilerini ve tavsiyelerini ifade etmek istiyorum. Hassasiyetlerimizi ve kanaatlerimizi, hem Türk toplumuna hem sayın hükümetimizin dikkatine hem de uluslararası camianın dikkatlerine sunmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 11 Eylülde Amerika Birleşik Devletlerinde meydana gelen, binlerce masum insanın ölümüne neden olan terörist saldırılar, terörü, bir anda, dünyanın bir numaralı gündemi haline getirmiştir. Bizim yıllardır muhatap olduğumuz, acı çektiğimiz, şikâyet ettiğimiz, ancak, yeterince taraftar bulamadığımız terör olgusu bu defa korkunç yüzünü Amerika Birleşik Devletlerinde göstermiştir. Bu saldırı da göstermiştir ki, terörist saldırıların ulaşacağı bir üst sınır yoktur, bir sınırlama yoktur ve hiç kimse, hiçbir devlet teröre karşı korunmuş değildir. Saldırıda 80 ülkeden 6 000 insan ha-yatını kaybetmiştir. Bir defa daha Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlarına başsağlığı diliyorum.

Terör, insanlığın birlikte oluşturduğu evrensel değerleri yok etmeyi hedef almıştır; sonuçları itibariyle üçüncü dünya savaşı özelliği taşıyan ve dünya barışını tehdit eden temel bir faktör haline gelmiştir. Terör, bir yandan, ülkelerin kurulu düzenlerine, öte yandan, uluslararası düzene itiraz edenlerin ortak silahı haline gelmiştir. Birbiriyle hiç ilgisi olmasa da, tüm terörist faaliyetler, sonuçta, insanlığın oluşturduğu medeniyeti ve medeniyetin değerlerini insafsızca hedeflemektedir. Bu bakımdan, biz ifade ediyoruz ki, amacı ne olursa olsun,  kaynağı ne olursa olsun, boyutu ne olursa olsun, metodu ne olursa olsun, kimliği ve ülkesi ne olursa olsun, terör, tüm insanlığın ortak tavır alması gereken bir olgu olarak dünya gündemine gelip oturmuştur. Geldiğimiz noktada uluslararası camia birçok politika ve kabullerini gözden geçirmeli, yanlışlarını görmeli, yeni politika ve anlayışları benimsemelidir. Bu bağlamda, terör, yeniden tanımlanmalıdır; terörle mücadelede yeniden bir sistem kurulmalıdır. Terör, hiçbir sebeple hoş görülmemeli, hiçbir değerin mücadelesinde terörün kullanılmasına müsaade edilmemelidir. Terör, iç politikada ve uluslararası politikada bir araç olarak kullanılmamalıdır. Terör, siyaseten desteklenmemelidir; insanların bireysel olarak özgürlük ve hak taleplerinde, toplumların özerklik ve egemenlik taleplerinde bir araç olarak kullanılmamalı, kullanılmasına destek verilmemelidir. Terör, barış, huzur, refah ve gelişmenin, medeniyetin, demokrasinin düşmanıdır, hasta ruhların eseridir. Terörde insan mutluluğu yoktur, insanın değeri terörde yoktur. Dolayısıyla, terörü destekleyenlerin unutmaması gereken temel husus budur. Gün olur, bir gün terörü destekleyenler terörün sıcak ateşini alınlarında hissederler. Terörü hep birlikte lanetleyelim, terörü küresel boyutta lanetleyelim. Terörün tanımlanmasında, lanetlenmesinde, mücadelesinde Türkiye öncü bir rol üstlenmelidir; çünkü, terörle savaş Türkiye'nin savaşıdır, terörden en çok zarar gören ülkelerin başında Türkiye gelmektedir.

Türkiye, terörle mücadele içinde boğuşarak, geçen yüzyılı kaybetmiştir. Sanayileşmemizin, modernleşmemizin, çağdaş demokratik bir yapıya kavuşmamızın önünü terörle kesmişlerdir. Sağ-sol kavgasıyla 1970-1980 arasını kaybettik, bölücü terörle 1980-2000 arasını kaybettik, binlerce insanımızın canına mal oldu, milyarlarca dolarlık kaynaklarımızı tükettik, toplumsal bütünlüğümüzü parçaladılar; ekonomik, siyasî istikrarsızlıklar yaşadık; krizden krize, seçimden seçime sürüklendik.

Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar gibi terör üreten bu coğrafyanın ortasında, ülke ve millet bütünlüğümüzü koruyabilmek, sürekli koruyabilmek, terörle mücadelede Türkiye'nin küresel bir misyon yüklenmesi mecburiyetini önümüze getirmektedir. Terörle yapılan her savaşı Türkiye desteklemelidir. Dünyaya terörü Türkiye anlatmalıdır. Türkiye, terörle mücadelede ortaya konulan küresel iradenin dışında kalmamalıdır, kalamaz da. Türkiye, terörün kontrolünde olan ülkelere, terörü destekleyen ülkelere, terörist ülkelere karşı, medenî ülkelerin cephesinde yerini almalıdır.

Türkiye, Afganistan operasyonunun, Hıristiyan Batı ile Müslüman Doğu çatışması olarak anlaşılmasına engel olmalıdır.

Türkiye, teröre karşı medenî ülkeler cephesinde, ikna ettiği İslam ülkeleriyle, bölge ülkeleriyle birlikte yer almalıdır.

Türkiye, Müslüman sivil halkın zarar görmemesi için, uluslararası camiadan talepte bulunmalıdır, şart ortaya koymalıdır.

Türkiye, savaş sonrasında, terörle mücadele sonrasında, geleceğin tanziminde misyon üstlenmelidir; bunu talep etmelidir.

Türkiye, savaş sonrasının savaş öncesinde konuşulmasını istemelidir.

Türkiye, siyasî coğrafyanın kendisine yüklediği misyona sahip çıkmalıdır. Terör üreten şartların coğrafyası ile Batı arasında, Türkiye, bir geçiş noktasındadır. Taşıdığı riskleri Batı'ya anlatmalıdır. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliğinin stratejik ortağı olan Türkiye'nin Batı'ya karşı sorumlulukları vardır; ancak, coğrafyasının kendisine dikte ettirdiği riskleri de Batı'ya doğru anlatmalıdır, ifade etmelidir. Türkiye'nin kalkınmışlığı, güçlülüğü, istikrarı, iç bütünlüğü, Türkiye kadar Batı'yı da ilgilendirmektedir; bu sebeple, bunu, Batı'ya hatırlatmalıdır.

Türkiye, Batı'nın önüne şu tercihleri birlikte koymalıdır: Terörle boğuşan bir Türkiye mi Batı için daha iyidir?.. Terörist ihraç eden bir Türkiye mi Batı için daha iyidir?.. Teröre geçit, köprü olan bir Türkiye mi, yoksa, Batı için teröre set çeken, terör üreten ülkeleri, şartları, terör karşısında ikna edip medenî dünyaya kazandıran bir Türkiye mi Batı için gereklidir?.. Bunu, Batı'ya anlatmalıyız, bu tercihleri Batı'nın önüne koymalıyız. Türkiye'nin kalkınmasına ve istikrarına, Batı'dan bu anlamda destek istemeliyiz.

Terörle savaşta Türkiye'nin önemi ve deneyimi öne çıkarılmalı, terörle mücadelede uluslararası bir sistem geliştirilecekse, Türkiye, mutlaka, bunun içinde yer almalıdır. Avrupa güvenlik ve savunma sisteminin içerisinde, Türkiye, merkezde ve karar verici konumda görev üstlenmelidir, bunu talep etmelidir.

Batı, en azından güvenlik noktasında Türkiye'den vazgeçemez. Bunun idrakinde olarak, sorumluluk ve fonksiyon üstlenmeliyiz. Türkiye, bölgenin temsilcisi olarak Batı ile Batı'nın temsilcisi olarak da bölge ülkeleriyle konuşmalı, bölgesel işbirliğini sağlamalıdır. Türkiye'nin, Avrupa Birliği açısından bu konudaki önemi öne çıkarılmalı, günümüzde güvenliğin en önemli konu olduğu, Avrupa güvenliğinin Türkiyesiz olamayacağı, bu vesileyle, ortaklarımıza, dostlarımıza, müttefiklerimize anlatılmalıdır.

Türkiye, terörle mücadeleye Batı yanında katılmalıdır. Bunun alternatifi yoktur. Bunun için ne yapması gerekiyorsa onu yapmalıdır; ancak, şu hususlara da dikkat etmelidir diye düşünüyoruz:

Son terörist saldırı göstermiştir ki, Batı'nın refah ve huzuru ile Türkiye'yi de içine alan kendi siyasî coğrafyası arasında, riskler ve tehditler bakımından hayatî bir ilişki bulunmaktadır. Bu coğrafyada güvenilecek en önemli aktör, dost, faktör Türkiye'dir. Türkiye'nin istikrarı ve kalkınmışlığı tüm Batı için önemlidir; bu, hatırlatılmalıdır.

Amerika Birleşik Devletlerinin bölgeye yönelişlerindeki sertlik, Türkiye'yi olumsuz yönde etkilememeli, Türkiye'yi bölgesinde sıkıntıya sokmamalıdır.

Türkiye, yeni oluşacak Batı güvenlik sistemleri içerisinde, mutlaka, karar ve merkezde yerini almalıdır; bu, talep edilmelidir.

Avrupa Birliği, son olayı doğru yorumlayarak, İslama dönük bakış açısını gözden geçirmeli, sağduyulu bir yaklaşımla, farklı din ve uygarlıkların getireceği yumuşamayı sağlamalıdır. Bu noktada, Türkiye'nin çok önemli bir fonksiyon ifa edeceğini Batı'ya hatırlatmalıyız. Bu sebeple, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girişi çabuklaştırılmalıdır; bu, Batı'dan talep edilmelidir. Türkiye, yıllardır söylediği; fakat, Batılı dostları tarafından anlaşılmayan veya anlaşılmak istenmeyen terör konusundaki haklılığının tescilini, elde ettiği bu konum dolayısıyla yeniden hatırlatmalıdır.

Tüm bu hususlar dikkate alınarak, Amerika Birleşik Devletleri ve NATO etrafında oluşan terörle küresel boyuttaki mücadele mutabakatına Türkiye katılmalıdır, mutlaka katılmalıdır. Amerika Birleşik Devletleri Başkanının operasyon başlangıcında ortaya koyduğu hedeflere bağlı kalınmasını istemeliyiz. Usame Bin Ladin, El-Kaide Örgütü ve Taliban yönetiminin terörün sebebi olarak ortaya konulup, bunların bertaraf edilmesi hedefinin dışında, Sayın Bush'un çok yönlü, çok kapsamlı ve sürekli bir savaştan bahsetmesinin Türkiye'ye getireceği risklerin, belirsizliklerin dikkatinde olmalıyız, hesabını mutlaka yapmalıyız. Bölge ülkelerinin itirazları dikkate alınmalıdır. Biz, bu coğrafyada yaşıyoruz. Tarihimizin ve bu coğrafyanın müktesebinin bize yüklediği misyonun idrakinde, bu coğrafyanın insanlarıyla, ülkeleriyle işbirliği halinde, terörle mücadelede Batı ittifakının yanında yer almalıyız.

Türkiye, büyük devlettir değerli milletvekilleri. Türkiye, büyük devlet olmanın gereğini, her defasında olduğu gibi, bu defa da yerine getirmelidir. Türkiye, misyonu gereği, uluslararası sorumlulukları doğrultusunda gereğini yapmalıdır. Müttefiklerimizin, Türkiye'nin terörle mücadelesinde gösterdikleri yanlışlığı Türkiye göstermemelidir.

Tüm bu sebeplerle, hükümetimizin Meclisimizden talep ettiği desteği ve yetkiyi, hükümetimize vermek durumundayız. Çok önemli bir olayla karşı karşıyayız; bu olay karşısında, Türkiye, kenarda duramaz.

Arz ettiğim gibi, tarihinin ve coğrafyasının kendisine yüklediği misyon doğrultusunda ve tarihte yaşadığı acı tecrübeler, acı hatıralar ışığında, terörle mücadelede, Türkiye, dostlarının, uluslararası sorumluluklarının kendisinden beklediği tavrı göstermek mecburiyetindedir. Bunun, bugün ne olacağını, yarınki gelişmeler doğrultusunda hangi şekli alacağını bugünden bilebilmek mümkün değildir.

Hükümetimiz, ülkemizin gerçeklerini de dikkate alarak, ülkenin menfaatlarını ve çıkarlarını mutlak gözeterek, belirsizliklerin ülkeye risk yüklemesini mutlaka önleyerek, Meclisimizden destek ve yetki istemektedir. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, hükümetimizin bu talebine "evet" diyeceğiz.

Bu duygularımla, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Adı Mehmet Şandır, açıklaması da MHP için bir şandır!

BAŞKAN - Sesiniz buraya kadar geldi efendim; ben, Mehmet Şandır Beye iletirim.

Efendim, şimdi, söz sırası Saadet Partisinde.

Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç, buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün, burada, tarihî bir gün yaşıyoruz. Son on yılın, belki de, en önemli kararlarından birini vermek üzereyiz. Vakit, artık, ne 1990'lardır, konuştuğumuz, ne klasik anlamda bir saldırı veya işgal olayıdır ne de bilinen ölçülerde yürütülen ve eldeki müesseselerle çözülebilecek bir olaydır. Şu anda, biz, yepyeni bir olayla karşı karşıyayız. Yeni ve etken çözümler üretmek durumundayız.

Yeni milenyumun ilk yılında, dünya, inanılmaz zor bir terör olayıyla karşı karşıya kaldı. Bu dev boyuttaki terör olayı,11 Eylülde New York, Washington ve Pennsylvania'yı vurdu. Bu olayı, tüm kalbimizle, tüm gücümüzle lanetliyoruz, telin ediyoruz; bu terörün kurbanları ve onların aileleri için gözyaşı döküyoruz, ağlıyoruz.

Terör, hiçbir şekilde ve hiçbir yerde ve kimin tarafından yapılırsa yapılsın, kabul olunamaz. Artık, terör, tüm insanlık için en büyük tehlikelerden birisi olarak listenin başına yerleşmiş durumdadır. Terörün sınırı, rengi, dinî yoktur; asla ve asla müsamaha edilemez; çünkü, bugün bana, yarın sanadır; bunu, hepimizin hatırlaması, bilmesi gerekir.

Evet, bizler, Türkler, her zaman ahde vefa göstermişizdir, doğru olanı yapmışızdır, mazlumun yanında yer almışızdır. İşte, bugün, yine, bu yüce makamda, böylesine büyük bir soruya cevap vereceğiz, böyle bir soruya ve doğruya doğru adım atacağız. İşte, bu noktada hemen ifade etmeliyim ki, böyle bir toplantı için, zaten geç kalınmış bulunmaktadır. Dünyayı sarsan bu müthiş olay 11 Eylülde olmuştur, bugün, 10 Ekimdir; 28-29 gündür neredeydik arkadaşlar?! (SP sıralarından alkışlar)

Milletin, 65 milyon kişinin temsilcisi olan bizler, bu Yüce Millet Meclisi, gelişmeler hakkındaki bilgileri, neden, niçin medyadan öğrenmek zorunda kaldık; neden, burada, özel bir toplantı yaparak, hükümetten dinlemedik? Burada bir fikirbirliği oluşturulmalıydı, bir konsensüs, bir fikir alışverişi; ondan sonra, belki, yine bugün toplanabilirdik; ama, bir hazırlık gerekirdi; bunu, niçin yapmadık?..

Bugün, burada, bir tezkere müzakeresi yapılıyor; hükümet, Meclisten yetki istiyor. Bu Meclisi toplamak şimdi mi akıllarına geldi?! Neden, olaylar, bir tek defa dahi olsa, usulüne göre yapılmaz?! Şimdi, Meclis olarak hepimize çok önemli görevler düşmektedir; bunları, hiçbir parti gözetmeden, hiçbir fark gözetmeden, halkımız için, milletimiz için, vatanımız için yapmalıyız. İşte, buradaki kararı, bu büyük ulusu düşünerek vermeliyiz ve onun için en doğrusu neyse o kararı vermeliyiz; çünkü, bugün, bütün millet, ekranları ba-şında bizleri seyrediyor ve vereceğimiz karar, sadece bizleri değil, gelecek nesilleri de etkileyecektir.

O halde, şu sualleri soruyorum:

Tam olarak Türkiye'den ne istenilmiştir; bunu, biliyor muyuz; herhangi biriniz, kesin olarak bana söyleyebilir mi?

Bu, bir NATO harekâtı mıdır; yoksa, Amerika-İngiltere müşterek harekâtı mıdır; bunu biliyor muyuz, bir netlik kazanmış mıdır? Çünkü, şartlar farklı olacaktır.

Şu ana kadar, hükümetimizin ABD'ye yollamış olduğu mektupta vaat edilen şeyler nelerdir? Bunu, gazetelerden okuduk; fakat, benim hatırladığım kadarıyla, gazetelerde çıkan bu bilgide bir asker gönderme vaadi yoktur; o halde, bu vaat nereden çıkmıştır?

Peki, NATO harekâtı haline gelince bu olay -hâlâ, şu anda bir NATO harekâtı değildir, onun üstünü vurguluyorum- o zaman, diğer hangi ülkeler asker yollayacaktır? Sadece biz mi, sadece Amerika mı, yoksa, Amerika'ya gelene kadar başkaları da var mı; varsa, kimlerdir?

Şimdi, tekrarlıyorum: Hepimiz teröre karşıyız, ona karşı savaşa katılacağız, desteğimiz olacak; fakat, iyice hesaplanmadan verilen sözler tehlikelidir.

O halde, müsaadenizle, ben, size, çok kısa bir şekilde, Kuzey İttifakından bahsetmek istiyorum. Bugün, herkes, bir Dostum'dan bahsediyor, bir Kuzey İttifakına mutlaka destek vermemizden bahsediyor.

Arkadaşlar, Dostum, yıllardır, Ankara'da, İstanbul'da yaşamış bir arkadaştır. Yani, bugün, oraya gidip, Taliban'a karşı, mücahitlere karşı veya Afganistan'ın zor şartları altında çarpışacak herhangi bir gücün başına geçecek ne tecrübesi ne deneyimi ne de pratiği olan bir insandır; ama, bir sembol olarak buradan oraya yollanmıştır.

Dostum'un kim olduğu iyice araştırılmalıdır; çünkü, bugünlerde yayınlanan Human Rights Watch'ta, Dostum aleyhinde ve onun geçmişi hakkında neler yazıldığını okumanızı rica ederim. Binlerce, milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuş eski bir komünist liderdir. Pek eskilerden bahsetmeyelim... Fakat, neye güvenerek, hangi kriterle ölçerek böyle bir insanın arkasında desteğimizi veriyoruz?..

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Nereden biliyorsun?!

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - Bakın, şimdi, olayda bir tehlike daha var, bir tehlike daha var; onu bilip, o şekilde düşünüp karar vereceksiniz...

AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) - Hiçbir bilgiyle konuşmuyorsun!.. Söylediklerin tamamen iftira!.. Tamamen iftira!.. (SP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim...

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - Bugün, Kuzey İttifakına...

AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) - Söylediklerinin hepsi iftira...

BAŞKAN - Bir dakika efendim... İstirham ederim...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Nereden biliyorsun?!.

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - Efendim, araştırma yaptım, öyle geldim huzurunuza, saygıdeğer huzurunuza...

BAŞKAN - Bırakın efendim hatibi... Herkes istediği gibi konuştu efendim... Bırakın, dinleyelim.

Nereden biliyor?.. Öğrenmiş...

Buyurun Hanımefendi.

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - Sağ olun efendim.

Efendim, üstelik de görevimdir; bu işin, profesörüyüm.

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım efendim; siz, Genel Kurula hitap edin.

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - Efendim, İttifakı destekleyenler kimlerdir; odur mühim olan. Bizi ilgilendiren odur sayın arkadaşım. Bu İttifakı destekleyen en büyük güç, İran'dır.

Arkadaşlar, tekrar ediyorum; bu ittifakı meydana getiren grupları desteleyen en büyük güç, İran'dır, Rusya'dır ve Hindistan'dır. Şimdi, bu üçgene bakarak Türkiye'nin çıkarını düşünün.

Biz, Bakü-Ceyhan Yumurtalık şeklinde, yıllarca, burada, neredeyse kavgalar ettik. Eğer, bu iştirak, bu ittifak başarılı olursa, biz, bu hayali unutmak zorundayız. Hangi çıkardan bahsediyoruz arkadaşlar; bizim çıkarmızdan mı, bizim millî çıkarlarımızdan mı, yoksa, bilmeden, heyecanına ka-pılıp, Dostum Türk asıllıdır gibi bir düşünceye kapılarak verdiğimiz karara mı? Orada Özbekler var, Tacikler var, Türkmenler var... Olabilir; fakat, bunlar, bugün, Afganistan'ın ancak yüzde 10'unu kontrol edebilecek durumdadırlar. Şu anda yüzde 90'ı elinde tutan grubu nasıl idare edecekler, hangi grupları idare edecekler?

İşte, Türkiye, bizim gibi büyük geçmişi olan bir devlet, bunları bilmek zorundadır. Buradaki bütün milletvekilleri, sadece bir anlık olaya değil, önümüzdeki yirmibeş yıla, elli yıla bakarak, çocuklarımız için, gelecek nesiller için karar vermek zorundayız.

Bir başka sual: Taliban'dan sonra ne olacak? Taliban mutlaka silinecek, belki de silinmesi gerekir; o, konumuz değil; fakat, ondan sonra bir krallık mı gelecek? Bugün bir krallık mı istiyoruz; yani, bu mücadeleyi, tekrar ortaçağa dönüş için mi yapıyoruz? Peki, o değilse, kim gelecek?

O zaman, bu şartlar altında bir tek şey kalıyor; Pakistan'ın öne sürmüş olduğu, geniş katılımlı bir ortaklaşa hükümet modeli. Hiç bunu konuştuk mu, hiç bunu tartıştık mı; hayır, belki ilk defa bu konu açılıyor.

Arkadaşlar, o halde, bir başka suali buna bağlamak lazım. Biz, bu savaşı yaparken, halkın hissiyatına da önem vermeliyiz; çünkü, milleti temsil ediyoruz. Halkımız bugün diyor ki: Tamam, teröre karşı savaşacağım; fakat, aradaki masum halk ne olacak? O Afgan halkı ki... Bakın, birkaç şey söyleyeyim; burada birçok değerli arkadaşım aynı şeyi tekrarladı; biz bütün güçlüklerle İstiklal Savaşını verirken, o Afgan halkı, Pakistan halkı, bizim yanımızda durabilmiştir. Karınca kararınca, ne varsa, ellerindeki bileziği satıp, onun parasını bize yollamışlardır. Biz, şimdi hangi tarafta yer alıyoruz?.. Atatürk'ün kurduğu devletten örnek alan bir Afganistan vardı, biz, oraya hocalar yolladık, tıp doktorları yolladık, üniversiteler kurdurduk ve şimdi, ona karşı, o, bize, sevgiyle, saygıyla, hayranlıkla bağlı olan halkı ezmeye giden bir gücün karşısında veya yanında mı olacağız? Nerede olacağız? İşte, biz, bu sualleri sormak durumundayız. Bizim vazifemiz bu; bunları tartışacağız.

Peki, biz, Saadet Partisi olarak, halkın yanında, içerisinde, dediklerini dinleyen ve onları burada sizlere aksettirmek isteyen bir grubuz. Eminim bugün sizler de gördünüz; ama, bir kere daha tekrarlamakta yarar vardır diye söylüyorum, Konda'nın yaptığı bir kamuoyu araştırması sonucunda, Türkiye'de çıkan sonuçlar, halktan, sokaktaki adamdan gelen sonuçlar şöyle: Türkiye'nin savaşa karışmasına toplumun yüzde 71'i karşı, yüzde 81'i diyor ki "terör savaşla bitirilmez."

Peki, arkadaşlar, biz, kimin adına karar veriyoruz? Biz, burada, ne yapıyoruz? Biz, halkı mı temsil ediyoruz? Eğer, onu temsil ediyorsak, şu bilgilerin bize bir ışık tutması gerekmez mi; elbette, gerekir; yoksa, bizim buradaki fonksiyonumuz ne olabilir?..

Bir başka noktaya gidiyorum. Dedim ki, yeni bir çağdayız, yeni kavramlarla hareket etmek zorundayız. Bundan böyle, mademki terörizm listenin başına yerleşti, bileceğimiz konu şu: Terörizm nedir? Yeniden bunun ayarlanması, tanımlanması gerekir.

Peki, terörizme yardım nedir, kimler yapar? Bunlar da yapılmalı. Peki, bunları yaparken, hiç aklınıza geldi mi, özgürlük savaşçıları ile terörizm arasındaki bağ ne kadardır? Yarın karşınıza biri gelir de "şu grup teröristtir" derse ve bir de dönüp bakarsınız ki, o grup özgürlük savaşçısıdır; o zaman, vicdanınız hangisi yönünde yer alacaktır?

Arkadaşlar, bugün, Rusya, son derece akıllı bir politika gütmektedir. Bakın, Rusya, Amerika'nın şu andaki öfkesinden ve üzüntüsünden faydalanarak diyor ki: "Çeçenistan'dakiler teröristtir."

Arkadaşlar, burada gece gündüz Çeçenistan'la ilgili yaptığımız tartışmaları düşünün. Bundan 15 ay önce, bu hükümet, Türk Hükümeti, özel bir uçak kiralayarak, bizleri, yani, Avrupa Konseyine üye olan arkadaşları Avrupa Konseyine oylama için gönderdi. Konu neydi biliyor musunuz arkadaşlar; Rusların yaptığı aşırı terör ve ezmeye ve insan hakları ihlaline karşı Rusya'nın oylama hakkı kaldırılacaktı, Konseyden atılacaktı ve buradan giden 9 milletvekili o farkı yarattı. Bizim ağırlığımızla Rusya birbuçuk yıl o Konseyde yer alamadı. Şimdi Rusya, Amerika'yla işbirliği yaparak, dönüp "bütün bu Çeçenler teröristtir" dediği zaman ne yapacağız arkadaşlar? Bunu hiç düşündük mü, bunu hiç konuştuk mu, bunu hiç kale aldık mı? Bütün bunlar çok önemlidir. (SP ve AKP sıralarından alkışlar)

Arkadaşlar, Keşmir'de 52 yıldır bir mücadele veriliyor; 52 yıldır, oradaki mücahitler kurtuluş için mücadele ediyorlar. Oradaki kurtuluş mücadelesinin ve o problemin arkasında yatan, İngiliz emperyalizmi ve Hindistan'dan çekilirken İngilizlerin yaratmış olduğu bir kompleks durumdur. Yani, 52 yıldır ölen mücahitler, o İngiliz politikasının ceremesini ödüyorlar. İşte ben onun için diyorum; bugünkü kararlarımız keşke sadece bugüne ait olsa, bundan 25 yıl sonra, 50 yıl sonra, yine, yeni nesiller bunun ceremesini çekmese.

Ya Filistin'deki olaylar?.. Oradakiler terörist mi, özgürlükçü mü, haklarını arayan mazlum halk mı? Hangi kategoriye koyuyorsunuz? Ya Kıbrıs'ta olanlar?.. Bunların hepsini nasıl, ama nasıl değerlendirmemiz icap ediyor?..

Şimdi dikkatle şu şekilde bakalım. Türkiye 20 yıldır terörle mücadele ediyor. Bu rakamları size tekrarlamama lüzum yok; milyarlarca dolar kaybettik, 30 000 insan kaybettik; fakat, ondan öncesi de var arkadaşlar; keşke, sadece bundan ibaret olsa. 1960'lardan itibaren, Kıbrıs'ta Yunanlıların ve Rumların yürüttüğü EOKA terörüne kim bir şey diyebilir veyahut da kim onları sorguluyor?! Ondan sonra gelen ASALA Ermeni terörünü kim sorguluyor?! Ondan sonraki, tabiî, PKK terörünü...

Peki, o zaman, oradaki, dünyadaki hassasiyet ne olmuştu?! O zaman, Birleşmiş Milletlerin 51 inci maddesi niçin işletilmeye konulmamıştı?! Neden, birçok müttefikimizin parlamentosunda bu gruplara yer verilmişti, destek verilmişti, toplantı yapmalarına izin verilmişti?! O zaman, bizim durumumuz neydi; yoksa, onlar bizim müttefikimiz değil miydi, yoksa, bu, terör değil miydi de şimdi birdenbire oldu?! (SP ve AKP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, geçmişi hatırlatmak, kimsenin yüzüne vurmak değildir maksat; ama, gerçekçi olmamız lazım; gerçeği bilmek için de, hakikatleri doğru konuşmamız lazım. Güçlü vurulunca mı hak aranmaya başlandı?! Güçlü vurulunca mı herkes sıraya girdi arkadaşlar?! (SP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Tekrarlıyorum, bütün bu buruk acılara rağmen, tecrübelere rağmen, tekrar söylüyorum, teröre karşıyız, telin ediyoruz, onunla mücadele edeceğiz ve işte, burada, hangi tip mücadele yapacağız, hangi desteği vereceğiz; onun kararını vereceğiz.

Şimdi, çok kısa bir hatırlatma yapmak lazım. Kısa bir süre önce bize ne denildi: "Asker istemi yok." Bunu hepimiz duyduk, hepimiz okuduk ve Sayın Başbakanımızın sözleriydi gazetelerde çıkan... Arkasından, Büyük Millet Meclisinin açılışında Genelkurmay Başkanımız dediler ki: "Kara harekâtı akıllıca bir olay değildir, katiyen yapılmamalıdır." Haklıdır; çünkü, ben, size, derhal tarihten bir örnek vereyim; 2 defa İngilizler, 1 defa Ruslar, çok büyük kara harekâtı yapmışlardır ve mahvolmuşlardır Afganistan'da. Dolayısıyla, söylenilen şeyler doğrudur.

O halde, bir başka sual: Kanıtlar nedir ve buna, biz, ikna olunduk mu? Sayın Başbakanımız, bunu gördü mü, ikna olundu mu? İşte, mesele orada.

Burada bir küçük parantez açmak istiyorum: Bütün dünya başkanlarına Sayın Bush, telefonla haber verirken, Türkiye'ye kim haber verdi arkadaşlar; bunu bilmek istiyorum; daha doğrusu, biliyorum da, üzüntümü ifade etmek istiyorum. (SP ve AKP sıralarından alkışlar)

"Kanıtlar gösterildi" denildi; ama, nasıl ifade edildi biliyor musunuz: "Amerika için inandırıcıysa, bizim için de inandırıcıdır." Arkadaşlar, bizim aklımıza ne olmuş, Yüce Meclise ne olmuş, niçin biz de ikna olunmuyoruz bu konuda?! (SP ve AKP sıralarından alkışlar) Her ülkenin kendi imkânları vardır, kendi politik stratejisi vardır, kendi çıkarları doğrultusunda karar verme yetkisi vardır; işte, biz, kendi doğrultumuzda, kendi çıkarlarımız için, milletimiz için, vatanımız için doğru olan kararları vereceğiz, başkalarının bize empoze ettiği kararları değil.

Halk, "asker yollamayalım" diyor; işte, siz de duydunuz. Bu arada hatırlatmakta fayda vardır; Avrupa Birliğine dahil ülkeler ilk onbeş gün içinde büyük bir çoğunlukla dediler ki: "Stratejik yardım yapacağız, lojistik yardım yapacağız; asker vermeyeceğiz." Şu anda birçok ülke, yine, ortada konuşuyor; ama, hâlâ asker veren yok. Fakat, bu arada ne oluyor biliyor musunuz: İngiltere ve Amerika, çeşitli uçak gemilerini ve uçakları kullanıyor, onlardan boşalan yerlere lojistik kuvvet gönderiliyor. Kim gönderiyor; İtalya. Kim gönderiyor; Fransa ve birkaç Avrupa ülkesi. Bize ne oluyor veya onlara bu lojistik destek verme hakkı veriliyor, bize verilmiyor mu veya -şu hatırlatmayı yapmadan geçemeyeceğim- biz, İncirlik'se İncirlik'i açtık, o noktaya tekrar geleceğim; fakat, bakın, yine, gazetelerde -eminim, siz de okumuşsunuzdur- deniliyor ki: "Gece boyunca İncirlik Üssünde pist ışıkları hiç sönmedi. Yalnız, Türk personel ise, operasyonun başlamasıyla birlikte izinli sayıldı." İşte arkadaşlar, bunu da düşünmenizi istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - Sağ olun Başkanım.

Peki, bu arada, Türkiye'den net olarak ne istendi? İncirlik'se, zaten açtık; istihbarat paylaşmasıysa, zaten yaptık; fazla tahlil yapmadan da Kuzey İttifakına destek verdik; ama, şimdi düşünmeliyiz: Yeni bir talep var mı, talep nedir, yoksa bizler durumdan vazife mi çıkarıyoruz?

Şimdi geleceğe dönelim. Bizim vazifemiz geleceğe yöneliktir. Yarına hazırlanmamız... Coğrafyada nasıl değişiklikler olacak? Afganistan bölünecek mi? Biz bunu destekleyecek miyiz? Eğer bu bölünmeyi orada desteklersek, kendimize bazı sualler sormamız gerekmez mi? Bunu yapabilir miyiz, yapmalı mıyız? Peki, bu olay olduktan sonra Hindistan Pakistan'a ne yapacaktır? Keşmir ne olacaktır? "Savaş uzun sürecek" deniliyor; ne kadardır? Ben diyorum ki, savaşın süresi belli de olsa, miktarı belli de olsa, biz asker gönderilmesine karşıyız arkadaşlar (SP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Savaş dağılacak; yarın Irak'a, sonra Yemen'e, sonra Afrika'ya... Oralara da mı gideceğiz, oralarda da mı savaşacağız ve niçin?! İşte bunu düşünmek zorundayız.

"Terörü destekleyenler de cezalandırılacak" denildi, hatırlıyor musunuz? O halde -çok hızlı okuyorum- Güney Kıbrıs'ta karapara aklayan ve Sırpları destekleyen paravan şirketler ve Güney Kıbrıs da cezalandırılacak mı? PKK kamplarına yer veren Güney Kıbrıs ve Yunanistan da cezalandırılacak mı? (SP sıralarından alkışlar) İsrail'de Filistinlilere karşı yürütülen terör... Onlar da cezalandırılacak mı? 1947'den beri Birleşmiş Milletlerin 69, Güvenlik Konseyinin 29 kararını hiçe sayan gruplara da terör muamelesi yapılacak mı? (SP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Çeçenistan'daki durum ne olacak? Rusya, bundan sonra, orada yaptıklarından dolayı, o zavallı Çeçenleri tanklar arkasında sürüklemekten dolayı onlara kimse sual soracak mı? Bosna-Hersek'te bir günde Srebrenica Kentinde 6 000 Boşnak erkeğini öldürenlerden de hesap sorulacak mı arkadaşlar? (SP sıralarından alkışlar)

Dünya medyasına sıkı bir ambargo konulmuş, oradaki felaketleri görmüyoruz; yalnız, ben, bugün, ayağı kopmuş küçük bir kızı gördüm, elimde olmadan ağladım. Evet, terör lanettir; ama, hepsi lanettir. Şu anda ABD'de ölen masum insanlar için de ağlıyoruz, Filistin'de ölen küçük Muhammet için de ağlıyoruz, Bosna'da ölen binlerce Viladalar için de ağlıyoruz, Çeçenistan'daki özgürlükçüler için de ağlıyoruz; fakat, bu arada, bu mücadelemizi yürütürken, halkımız için doğru olanın ne olduğunu tespit ederek karar vermek istiyoruz.

Sonuç olarak, sizi saygıyla selamlamadan, Saadet Partisi olarak tezkereye katılmadığımızı bildirir, hürmetler sunarım efendim. (SP ve AKP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akgönenç.

Şimdi söz sırası Doğru Yol Partisi Grubunda.

Buyurun Sayın Çiller. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) - Değerli milletvekilleri ve bugün bizleri izleyen aziz vatandaşlarımız; hepinizi sevgiyle ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öyle gözüküyor ki, yeni bir bin yılın yeni bir mücadelesi, yeni bir savaşı, kimisine göre bir dünya savaşı, kimisine göre bir koalisyon, kimisine göre uzun soluklu bir mücadele gündemde. Böyle bir ortamda, biz, hemen, bunu iyi bildiğimizi hatırlıyoruz. Biz bu mücadeleyi yaptık. Bu terör mücadelesini yıllarca, bir savaş, bir mücadele, bir koalisyon şeklinde tanımlamadan dünyaya da elimizi uzatarak bakın, bu bir terördür, bunun yanında olmayın, bunları beslemeyin diyerek ve NATO'nun 5 inci maddesini çalıştırın, bunun gereğini ortaya hep birlikte koyalım diyerek yaşadık. Dolayısıyla, biz bunu tanıyoruz, bu mücadeleyi tanıyoruz; ancak, bu mücadelenin başladığı ilk günlerden itibaren bir şeye işaret ettik: Bütün dünya, bu olayı, radikal İslamın terörü olarak yorumladı. Bırakın İslamı, radikal İslamın dahi terörü olmaz, ırkı olmaz ve bunun böyle algılanması yanlıştır; ancak, bunu ifade edebilecek bir ülke vardı, tarihî sorumlulukla karşı karşıya olan o ülke Türkiye idi; çünkü, Türkiye, yüzde 99'u Müslüman, NATO'da üye, Avrupa Birliğine adımını atmış ve Avrupa Birliğine adımını atmakla kalmamış, gümrük birliğine girmiş, o mekanizmanın parçası olmuş ve hem laik hem de ülkesinin yüzde 99'u Müslüman bir ülke.

Çıkıp, bir ülke eğer NATO'da terörü anlatacaksa, eğer bir ülke vardıysa, terörü Avrupa Birliğine anlatacaksa; bir ülke vardıysa eğer, evet, biz Müslümanız, başımız dik; ama teröre karşıyız, yıllarca bunun mücadelesini yaptık diyecek bir ülke vardıysa ve bütün dünyaya, bunu kendi geçmişiyle anlatacak bir geçmişe, tarihe sahip bir ülke vardıysa o bizdik; ama, bütün dünya, üzülerek söylüyorum ki, NATO'da Putin'i gördü; Avrupa Birliğinde, Putin'i, terör mücadelesini anlatırken, onun haklılığını anlatırken gördü. Eğer buralarda Türkiye yoktuysa, eğer bu boşluğu Rusya doldurduysa, daha da önemlisi, eğer bu mücadeleye omuz veren Kazakistan, omuz veren Özbekistan, Rusya'nın inisiyatifiyle bu koalisyonun içinde yer aldıysa, bunun adına kararlı ve bir büyük devlete yakışan bir dışpolitika demek mümkün değildir. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Kimileri, dünyayı, bir medeniyetler çatışmasına itmeye çalışıyor; bunun içinde teröristlerin ta kendileri var; kimileri de, bir büyük haksızlıkla, halen, dünyanın sokaklarında, kamu vicdanı ve kamu aklı olarak terör ile radikal İslamı bağdaştırıyor; bu, tehlikeli bir gelişme.

Ve, yine, eğer bir ülke vardıysa evrensel hukuk içinde ve suçun bireyselliğini öne çıkararak, toplumların suçlu olmayacağını ifade edebilecek ve o çerçevede, Afganistan'daki masum insanların da içinde ve yanında olarak, onlara, bütün dünya nezdinde kucak açacak ve müttefiklerini de bu doğrultuda uyaracak "bu masum insanlar eğer yara alırsa, koalisyon yara alır" diyebilecek bir ülke vardıysa, o, Türkiye'ydi.

İşaret ettik; defalarca işaret ettik ve dedik ki: Bakın, yapılacak şeyler var; çok şey var. Gelin, Türkiye, inisiyatif alsın. Sürüklenen değil, böyle, mahcup, biraz özürlü, ne dediği de tam belli olmayan bir dışpolitika değil, inisiyatif alan, öne geçen, bir büyük devlet gibi ve tarihî sorumluluğunu müdrik bir çizgi çizsin. Dedik ki: En azından, Türkiye, ilk başta, şu önlemlerle ve şu destekle çıkabilir... 1920'lerden beri, Atatürk'ün talimatıyla, en üst düzeydeki generallerin bu doğrultudaki eğitim seferberliğiyle Afgan Ordusunu, Türkiye eğitmiş; 1960'lara kadar devam etmiş; 1960 ile 1990 arasında, Rusya ve komünist etkisini görüyoruz; ama, sonra, tekrar, bu gelenek devam etmiş ve Özbek olan General Dostum ve çevresini Türkiye iyi bilir. Oradaki eğitim, 1990 başlarında, yine, o gelenek çerçevesinde devam etmiş.

Dedik ki, gelin, bakın, o, Kuzey İttifakının on unsuru vardır, birbirleriyle çekişme içindedirler; gelin, bunun içinde ve bunu, bir koordine eden konuma ve bir eğitim veren bir konuma Türkiye gelsin, bunu evvelce yapmıştır ve dedik ki, bunlarla, müttefikler arasında bir köprü oluştursun, koordinasyonu gündeme getirsin, inisiyatif alsın.

Dışpolitika, denge meselesidir, bir yerde inisiyatif alacaksınız, destek vereceksiniz ve açık olacaksınız, net olacaksınız; terörün karşısında mısınız, değil misiniz; karşınızdaki düşman terör mü, değil mi; ikna oldunuz mu, olmadınız mı; hakikaten bu böyle mi, değil mi? Değil dünya kamuoyunu, kendi kamuoyunu dahi sürükleyemeyen bir dışpolitika.

Evet, gördük ki, bir özürlü ve mahcup çizgi, on gün, acaba mektup yazalım mı, yazmayalım mıyı tartıştı (DYP sıralarından alkışlar) ve o çizgi, üzülerek görüyoruz ki, yetmedi, burada, bir ay boyunca, acaba Sayın Başbakan, 20 dakika olsun, şu Meclisi, şu milleti aydınlatacak bir konuşmayı veya bir metni okumayı ne zaman yapacak; ha okudu ha okuyacak! (DYP sıralarından alkışlar) O yetmedi, bir tezkere, ha geldi ha gelecek ve böyle bir çizgide, bütün dünya gördü ki, bütün devletler, Fransa'dan, Almanya'dan, Rusya'dan, herkes, masum insanların öldürülmesini kınarken ve en üst düzeyde Amerika'da temsil edilirken, Türkiye, ithal ettiği, atanmış bir bakanını para istemek üzere Amerika'ya yolladı (DYP sıralarından alkışlar) ve onu da alamadı ve nihayet, bugün, bütün bu çizgide, aman asker mi, sakın ha; savaş mı, aman ha, bana hiçbir şey söylemeyin, aman aman!" diyenler, daha dün "biz, Türkiye'yi maceraya atmayız" derken bunu ima edenler, bugün geldiler, hem de sınırsız yetkiyi bu Meclisten istemektedirler.

Değerli arkadaşlarım, dışpolitika dengeler meselesidir, strateji meselesidir. Türkiye'nin jeopolitik konumu, bu ortamda yetmez, jeostratejik bir yaklaşım Türkiye'nin dışpolitikasının altyapısını örmek mecburiyetinde. Peki, mademki orada olacağız veya bu nedenle en azından bir altyapı isteniyor, o zaman strateji nedir? Taliban gitti diyelim, bu rejim gitti, bunu neyle ikame edeceksiniz; bunu biliyor musunuz? Orada Özbekler var, orada Türkmenler var, Tacikler var; bunların sayısı öyle az falan değil, 7-8 milyonla, bu azınlıklar, daha doğrusu bu etnik gruplar temsil ediliyor. Bunlar ne türlü kucaklanacak; bunlar olacak mı, olmayacak mı? Ve daha da önemlisi, orada bir yeni dünya düzeni kurgulanıyor; o kurgunun içinde nerede? Görülüyor ki, bütün o çevredeki doğal yeraltı kaynakları, Afganistan üzerinden, Pakistan üzerinden denize iniyor; bunun en azından Bakü-Ceyhan için bir etkisi var; bunun karşısındaki strateji nedir, ne yapıldı, ne yapılmak isteniyor?

Bununla da yetmiyor, Irak diyoruz, aman Irak'a, aman Ortadoğu'ya gelinmesin; doğrudur. Peki, Irak ve o civarda, Türkiye'nin sınırlarında PKK terörüne ilişkin ne yapıldı; bunun tanıtılmasına, bir terör olarak tanıtılmasına ilişkin ne yapıldı? Bu örgütler, halen Avrupa'da. 5 inci madde çerçevesinde terörün tanımı gerek. Bu terörün tanımında, coğrafyalararası bir ayırım yapmadan, terörü gerçekten tanımlayan, PKK'yı da bunun içine alan, bütün terörleri bunun içine alan bir strateji nerede, hangi sonuç alındı, bunun için ne yapıldı? Bütün bunlar belirli değil ve daha da önemlisi, yarın istemediğiniz bir ortamda ve kontrol edemediğiniz bir ortamda Ortadoğu'ya gelirse bu iş, Filistin, bir anda bir lokal mesele olmaktan, bütün Müslüman ülkelerin ve İslam dünyasının meselesi olmasına doğru giderken hangi stratejiyi düşünüyorsunuz? Ne yapacaksınız? Orada, İsrail ile Filistin arasındaki arabuluculukta daha etkin bir rol oynamayı düşünüyor musunuz? Yoksa, düşünmüyor musunuz? Neden öyle veya neden böyle?.. Ve Irak'taki toprak bütünlüğü için hangi strateji güdülüyor, hangi altyapı yapıldı? Bunların hiçbirisine ilişkin, hiçbir bilgiyi, hiçbir oturumda alamadık. O kadar endişe ettik ki, dedik ki, acaba bildiğiniz bir şeyler var da saklanıyor mu, bir gizlilik mi var; bir gizli oturum mu gerekli? Dediler ki: "Hayır, biz ne biliyorsak zaten söylüyoruz." Peki, nedir o size verilen belgeler, o belgelerde hakikaten ikna oldunuz mu? Terör mü bu? Bir bağlantı var mı Bin Ladin'le? "Eh, biz bilmeyiz, onlar bilir." (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bunun ötesinde, görüyoruz ki, Kuzey Kıbrıs ve özellikle, bugün, Kıbrıs'ın meselesinin gündemde olduğu bir ortamda, Güney Kıbrıs Rum kesimi, terörün finansal networkünü ve finansal desteğini sağlayabilmiş bir coğrafyadır. Bugün, Almanya'da, İngiltere'de, Amerika'da bütün bunlara el konuyor "unları barındıranlar teröristin kendisi kadar suçludur" deniyor. Hangi stratejiyle bunu anlattınız? Kime anlattınız? Ne dediniz?

Ve bütün bunların ötesinde, Avrupa Birliği için, işte, topyekûn kendi demokrasi standardımızı yükseltmek için Anayasayı değiştirdik. Peki, bu Anayasa değişikliğinden sonra, Avrupa Birliğine aday adayı olan, gümrük birliğine de tek bir ülke olarak, yükümlenmiş bir ülke olarak, yegâne, milletinin ve vatandaşlarının yüzde 99'unun Müslüman olduğu bir ülke olarak, böyle bir ortamda, Türkiye'nin yine bir müzakere sürecinden dışlanmasının ne anlama geleceğini, kim, nereye, ne anlattı, ne söyledi? Evet, bütün bunlarda hiçbir şey bilmiyoruz.

Onlardan daha önemlisi ve bütün bunlardan daha fazla milletimizi doğrudan ilgilendiren, asıl, gerçekten verilen savaştır. Bugün ekonomi sıkıntıda...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayenizde!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Dün, üzülerek gördük ki, bir vatandaş, o barikatları aşmaya çalışarak, Başbakanlığın önüne geliyor ve kendini yakmaya çalışıyor, kurtarılıyor. Daha bugün, Meclisin damında, şu anda bir başka vatandaş isyan ediyor. (MHP sıralarından "indirildi" sesleri)

BAŞKAN - Dinleyin efendim, dinleyin.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Siz, sadece Başbakanlığa giden bütün bu yolları kapatarak, bunu önlemek durumunda olabiliyor musunuz? Gerçek sosyal patlama, gerçek savaş da bu. (DYP sıralarından alkışlar) Buraya, Türkiye, bu savaş nedeniyle gelmedi; bunun için ne yapacaksınız? Yüzde 11 -13 küçülen bir Türkiye, 1945'ten beri en hızlı küçülen bir Türkiye, ne yapılacak bunun için? Üretim düşüyor, istihdam azalmış, ihracat düşüyor, dolar 500 000-600 000 liradan, çıkmış 1 600 000 liraya, 1 700 000'e merdiven dayıyor; dünyanın birçok tarafında düşüyor, Türkiye'de yükseliyor; ne yapacaksınız bu ortamda? Bir de, bu ortamda, bu yeni gelen konjonktür Türkiye'yi tekrar etkileyecek. Bunların stratejileri neler, hazırlıkları neler?

Ne yapıyorsunuz; para istiyorsunuz. Şimdi söyleyeyim: Türkiye'nin gelecek yılki ihtiyacı 26 milyar dolardır. Bakın, ne dediysek doğru çıktı; 26 milyar dolardır. Bu savaş ortamında Hazine Bakanını yollayıp, 5,5 milyar dolarlık erteleme istiyorsunuz, 7-8 milyar doları alsanız dahi, Türkiye bugünkü gününü arayacaktır; çünkü 16 milyar dolardır Türkiye'nin kamu açığı. 7-8 milyarı alınsa dahi...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sen bunları derken, vergi vermiyorsun...

BAŞKAN - Dinleyin efendim, dinleyin, dinleyin...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, Türkiye'nin dünyadaki görüntüsü nedir, size söyleyeyim. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, hatip Genel Kurula konuşuyor, niye kesiyorsunuz?.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Türkiye'nin dünyadaki görüntüsü, maalesef, şudur: IMF'ye Türkiye gitti, elini açtı, alamadı. Şimdi, bir inisiyatif alan Türkiye değil, sürüklenen, köşeye sıkışmış, işte bunları alabilmek için, dün hayır dediğine bugün evet deme mecburiyetinde bırakılmış bir Türkiye. Bir büyük Türkiye bunu hak etmemiştir değerli milletvekilleri, hiçbir biçimde hak etmemiştir. (DYP sıralarından alkışlar)

Bugün açın dünyadaki basını, açın bugünkü Türkiye'nin basınının satır aralarını... Türkiye, bu hale düşürülecek bir ülke değildi.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Neden paralarını Amerika'ya transfer ettin?!

BAŞKAN - Lütfen efendim...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi demeyin ki, bu mesele... Hiç kimse demesin ki, bu mesele savaştan dolayı oldu, terör mücadelesine gireceğiz onun etkileri var. Bunların hepsi daha önce olmuştur. Kaldı ki, işte bizim dönemimizde de terör mücadelesini finanse ettik, hem de en zorlu zamanında finanse ettik. O dönemde, bir yandan terör mücadelesi, bir yandan istikrar programı, bir yılda yüzde 8'e çıktı ve dünyaya el açarak 1 dolar dahi istemedik, 1 dolar dahi istemedik. (DYP sıralarından alkışlar) Gelinen Türkiye bu çizgiyi arıyor... (DSP sıralarından gürültüler) Türkiye bu çizgiyi arıyor...

BAŞKAN - Lütfen efendim...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi gelinen noktada açıktır ki, bir güven bunalımı var. Bu güven bunalımı, bu hükümete duyulan bir güven bunalımıdır. Bu güven bunalımı, yönetimde, ekonomide ve son günlerde özellikle dışpolitikada bırakılan bu açıklık, kararsızlık, âdeta özürlü, mahcup, bilmeyen tavır, bir büyük Türkiye'ye yakışan bir tavır değildir. Böyle bir hükümetin, böyle bir  çizgiden sonra, buraya gelerek, "ben sınırsız yetki istiyorum" deme hakkı da yoktur. Bu, olsa olsa, Afganistan'la sınırlı olmalıydı, bu yetki Afganistan'la sınırlı olmalıydı. Dahası var; bu yetkide, tezkerede istenen ve atıfta bulunulan 117 nci madde başkomutanlık maddesidir. Şimdi, millet endişe içinde; kim yapacak bu başkomutanlığı?! (DYP  sıralarından alkışlar) Kim, hangi hükümet, nerede, hangi çizgide, hangi siyasetle olacak?! Burada, sadece 92 nci maddeye atıf yeterliydi.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar büyük eksiklikler, bütün bunlar, yanlışlar, eksiklikler ve bilgisizlikler; ancak, bir başka gerçek daha var; Türkiye, bir büyük devlettir ve bütün dünyanın gözü bugün bu Meclistedir. Dış politikada Türkiye'yi temsilde, bir büyük devlet, büyük Türkiye, böyle bir ortamda, muhalefetiyle, iktidarıyla, bölünmeden, omuz omuza ve dik durur. Bütün Türkiye, günlerdir, böyle bir duruşun özlemini çekiyor, bu duruşun dış politikadaki yansımasını bekliyor. Bunların hiçbirini bulmamış olabilir; bütün bunların eksikliği, işaret ettiklerimiz ve bütün yanlışlar da vahimdir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

Efendim, size 10 dakika daha süre veriyorum.

Sayın Çiller şahsı adına da konuşuyor.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

Ancak, biz, her şeye rağmen, Doğru Yol Partisi olarak, bu, büyük devlet ve büyük Türkiye duruşunun gereği olarak -bu hükümet bunu hak etmese de- Meclise gönderilen tezkerenin yanında olacağız ve onu destekleyeceğiz. (DYP sıralarından alkışlar) Bu hükümet bunu hak etmemiş olabilir ama, büyük Türkiye, bütün dünyanın gözünün üstünde olduğu bir ortamda bunu hak etmektedir.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, gruplar adına konuşmalar bitmiştir.

Şahsı adına...

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Zaten maksat hâsıl oldu Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, müsaade edin de biz idare edelim şurasını; kime ne kadar süre verdiğimizi biliyoruz. Eğer, Sayın Çiller uzatsaydı, şahsı adına istemiş olduğu söz hakkını verecektim. Şimdi, diğer arkadaşların hakkını mı yiyeyim yani?!

Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali İrtemçelik; buyurun efendim. (DYP, AKP ve SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Benden önce söz alan değerli konuşmacılar da -hiç değilse bir kısmı- işaret ettiler. Hükümetimizin, 11 Eylülden bu yana fevkalade kafası karışık bir performans sergilediği, bütün göstergelerin çok açıklıkla ortaya koyduğu bir gerçektir.

Sayın Ecevit Hükümeti, genel takatsizliği içerisinde, Amerika Birleşik Devletlerinin maruz kaldığı terör saldırısı ve bunun devreye sokacağı dinamikleri "bin türlü derdimiz varken, başımıza bir de bu çıktı" bezgin tavrıyla karşılamış; meselenin önem ve cesametini, neleri tetikleyebileceğini kavrayamamış ve daha ilk günden başlayarak...

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Düzgün konuş, düzgün!

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Okumaya takatiniz yok; hükümeti takatsizlikle suçluyorsunuz. (DYP, AKP ve SP sıralarından gürültüler)

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Bugün tarihî bir gün de, o yüzden, özellikle okumaya dikkat ediyorum.

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

Efendim, niye müdahale ediyorsunuz?!

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Yardımcı oluyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

Hatip, Genel Kurula hitap ediyor. Lütfen...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Devamlı müdahale ediyorlar Sayın Başkan.

BAŞKAN - Lütfen efendim...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Müdahale ediyorlar; söyleyecek lafları yok herhalde!

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Siz izin verdiğiniz zaman başlayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurunuz Sayın İrtemçelik.

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla)- İzninizle, baştan alıyorum.

Sayın Ecevit hükümeti, genel takatsizliği içerisinde (DYP, AKP ve SP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)  Amerika Birleşik Devletlerinin maruz kaldığı terör saldırısı ve bunun devreye sokacağı dinamikleri "bin türlü derdimiz varken, başımıza bir de bu çıktı" bezgin tavrıyla karşılamış, meselenin önem ve cesametini, neleri tetikleyebileceğini kavrayamamış ve daha ilk günden başlayarak, koskoca Türkiye'yi, rüzgârın önündeki kuru yaprak konumuna sokmuştur.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - O senin kendi görüşün.

(DYP, AKP ve SP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, böyle müzakere etme imkânımız kalmaz.

Sayın İrtemçelik, zatıâlileriniz...

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - DSP'li değerli arkadaşlarıma sormak istiyorum. Bunca konuşmacı arasında neden ben sizi rahatsız ediyorum bu kadar?

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) - Çünkü, siz provokasyon yapıyorsunuz.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Hüsnükuruntundan bahsediyorsun.

BAŞKAN - Sayın İrtemçelik, lütfen, siz, Genel Kurula hitap edin efendim.

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Özür dilerim Sayın Başkan.

Herkes, hem başsağlığı dilemek hem de olaya ilişkin bulgular hakkında bilgi alıp, Bush yönetiminin atmayı tasarladığı adımları öğrenmek, bunları ulusal çıkarları doğrultusunda etkileyebilmek amacıyla Washington'a giderken, örneğin, Sayın Dışişleri Bakanımız, ancak tebessümle karşılanabilecek bir tercihle, önce, çatışmaların zaten askıya alınmış olduğu Ortadoğu'ya gitmeyi daha uygun addetmiştir.

Küresel ölçekte bir paradigma değişikliğine yol açacak, uluslararası ilişkiler sistematiğinin kurgusunu değiştirebilecek; konumu, bünyesel özellikleri ve uluslararası irtibatları nedeniyle Türkiyemizi bütün diğer ülkelerden daha fazla etkilemeye aday bir sürece girildiği her işaretten açıkça belli olduğu halde, Sayın Başbakanın, hâlâ, halkımıza hitap edip "ne oldu, olanlar ne anlama geliyor, doğması olası sonuçlar nelerdir; girilen süreçte hükümetimizin Türkiye için almayı öngördüğü tedbirler nelerdir, düşündüğü rol ve konum nedir" gibi sorulara açıklık getirmemiş olması, hâlâ getirmemiş olması, hükümetin, ulusun güvenliğini, ulusun kaderini ilgilendiren duyarlı bir konuda, milletimizi ısrarla karanlıkta bırakmakta beis görmediği izleniminin doğup derinleşmiş olması, kabul edilemez bir durumdur.

Hükümetimizin ipin ucunu iyice kaçırdığının elim bir örneği, bugünkü basınımızın sayfalarından sırıtmaktadır.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Neyi kaçırmadı ki!..

BAŞKAN - İstirham ederim... Lütfen efendim...

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Bilindiği üzere, Usame Bin Ladin, hasta ruhlu canilere özgü, ilkel bir gururla eserini sahiplenmişken, Sayın Kutan'ın talihsiz kanıt talebine Sayın Dışişleri Bakanımızın yanıtı "gelinen nokta, kanıtları sorgulama dönemini aştı"; Sayın Başbakanımızın yanıtı -eğer basınımıza itibar edeceksek; yoksa, özür diliyorum- ise "bize ulaşan çok net bir kanıt yok" olmuştur.

Bunun yanı sıra, ucu açık bir yetki talebini içeren hükümet tezkeresi dün akşam Yüce Meclise intikal ettirilmişken, bugün, bazı sayın hükümet üyeleri, yurtdışına asker göndermemizin bu aşamada söz konusu olmadığını, olmayacağını ifade etmişlerdir. Sayın milletvekilleri, bir kere, bu aşama nedir; ne kadardır? İkincisi, yabancı ülkelere asker göndermemiz bu aşamada gerçekten söz konusu değilse, hele Meclis de tatilde değil, yani, her an toplanabilir durumdayken, mütereddit bir telaşla önümüze getirilen bu tezkereyi anlamlandırmanın iyiden iyiye güçleşeceği takdir buyurulacaktır.

Değerli arkadaşlarım, ulusun güvenliği ve esenliği açısından, hükümetimizin bu tehlikeli derbederliği kabul olunamaz, sineye çekilemez.

Hükümetimizin, maalesef, artık, kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelen -bunları çok büyük üzüntüyle söylüyorum; ben, bu hükümetin bir üyesiydim...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - O yüzden böyle konuşuyorsun...

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - ... maalesef, artık, kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelen zihnî savrukluğu, aczi ve dirayetsizliğiyle, her kritik konuda olduğu gibi, bu büyük hadisede de, meseleyi, bütün boyutlarıyla ve isabetle kavrayıp, gerçek ölçüleri ve muhtemel sonuçlarıyla ortaya koyamamış, halkımızı, ne nedir noktasında zamanlıca aydınlatmamış -hâlâ aydınlatmamış- ve bu suretle, kamuoyumuzun zihnini karıştırmış olması da, bence, gündemimizdeki konunun, üzerinde durulması gereken bir başka yönüdür.

Yok yere yol açabileceği istenmeyecek sonuçları hatırda tutarak, bunun, derhal vazgeçilmesi elzem bir hata olduğuna burada bilhassa işaret etmek isterim. Terörden, gelişmelerin kültürlerarası bir çatışmaya yol açabileceğinden, özellikle Müslüman toplumlarda oluşabilecek iç istikrarsızlıklardan söz edilirken; olayların, çevremizdeki coğrafyalardan başlayarak önemli hareketliliklere yol açmasının pek muhtemel olduğu değerlendirilirken, Türkiye'nin, böylesine edilgen ve baştankara bir tutum içinde olması, ulusal çıkarlarımıza da, İslamın karalanmasına izin vermemekten başlayarak, ahlakî ve uluslararası yükümlülüklerimize de aykırıdır.

Türkiye, henüz girilen ve uluslararası ilişkiler düzeninde kalıcı etkiler oluşturacağı aşikâr sürecin seyircileri arasında değil, şekillendiricileri arasında olmak durumundadır. Türkiyemiz, tarihin ve çıkarlarının kendisine kuvvetle telkin ettiği bu önemli işlevi taşıyacak birikim, güç ve özelliklere sahiptir; ancak, hemen eklemek gerekir ki, bu, berrak bir ulusal bilinçle, azamî dikkatle ve ileri görüşlülükle planlayıp oynamamız gereken, kartlarımızı elimizden hiç çıkarmadan, göğsümüzden uzak tutmadan oynamamız gereken, ulusal bütünlüğümüzü her adımımızda daha da bileyerek oynamamız gereken bir roldür.

Terörizme karşı küresel ölçekte uluslararası seferberlik anlayışıyla girilen ve eğer dünyayı kendimize cehennem etmek istemiyorsak, o kanaldan taşmamasına herkesin azamî özen göstermekle yükümlü olduğu yeni dönemde Türkiyemizin yeri, hiçbir ülkenin cebi değil, ancak doğrunun yanıdır, uluslararası barış, güvenlik ve istikrarın yanıdır, uygar değerlerin yanıdır, bu anlayışla verilmesi zorunluluğu doğan uluslararası mücadelenin ön saflarıdır.

ZEKİ EKER (Muş) - Başkan, süre bitti.

BAŞKAN - Efendim, inkıtaı unuttunuz; süreyi vereceğim.

Sayın İrtemçelik, siz devam edin.

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizin, gelişmeleri partisel prizmalarının kıskacından uzak durarak değerlendirmemiz gereken bugünlerde ve bu çerçeve dahilinde ve bir ilk adım olarak, hem bugün için hem de gerek Afganistan'da gerek bölgesel ölçekte gerek küresel ölçekte geleceğin şekillenmesine katkıda bulunmak düşüncesiyle Afganistan'a askerî varlık göndermemiz, hükümetimize bu sınır ve kapsamda yetki verilmesi, kanaatimce, son derece isabetli olacaktır. Buna karşılık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, hele, maalesef, artık, ne yaptığını bilmez durumdaki bu hükümete, onca belirsizlikle yüklü bir dönemde, belirsiz coğrafyalara asker gönderme yetkisini peşinen devretmesini, boş satırlarının hangi koşullarda nasıl doldurulacağını bugünden kestiremeyeceğimiz bir açık kart vermesini, hem diplomatik açıdan fahiş bir taktik hata hem de izleyebilecek sonuçları itibariyle fevkalade sakıncalı bir tedbirsizlik olarak görürüm. (DYP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Bana 1 dakika izin verir misiniz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, buyurun, siz devam edin.

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Önümüzdeki talep reddedilmeli; hükümet, talebini, uygun sınır ve kapsamda ve bu arada -Sayın Çiller de temas etti- yersiz yorumlara yol açmamak mülahazasıyla, esasen emsal tezkerelerde yer aldığını hatırlamadığım 117 nci maddeye atıf metin dışında bırakılarak yinelemelidir. Hükümet talebinde ısrarlı olacaksa, talebim, Sayın Başkan, eğer mümkünse, tezkere üzerindeki oylamanın ad okunmak suretiyle yapılmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; belirsizliklerle yüklü çok kritik günlerden geçiyoruz. Ulusun seçilmiş temsilcileri olarak hepimiz ve her birimiz, tek tek, önce, olanları isabetle teşhis ve tespit etmek, sonra da kanaatlerimizin cesaretiyle hareket etmekle yükümlüyüz.

Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (DYP, AKP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İrtemçelik.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, buyurun; bir arzunuz mu var efendim?

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, usulle ilgili bir hususu arz etmek istiyorum izninizle, bir cümleyle; bir daha tekerrür etmemesi açısından.

İçtüzüğümüzün 60 ıncı maddesi, söz alma usulünü belirlemiştir. Bugünkü müzakere ettiğimiz tezkereyle ilgili olarak iki sayın üyemiz kişisel söz talebinde bulunmuşlar. Halbuki, tezkereden milletvekillerimiz haberdar değildi.

BAŞKAN - Oldu.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Hayır efendim.

BAŞKAN - Efendim, arz edeceğim. Siz buyurun.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, tezkereden, milletvekillerimiz, burada okunmak suretiyle haberdar oldular. Burada okunmadan önce söz verilmesi usule aykırıdır. Hep, Başkanlığımız, zaman zaman, şu yola müracaat eder: "Efendim, geçmişte uygulaması vardır." Geçmişteki hataları tekrar etme mecburiyetimiz yoktur; bundan sonra tekrar edilmemesi, teamüle esas teşkil etmemesi için arz ettim.

Bilgilerinize sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Efendim, ancak, dün gece Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal etti, basıldı ve gruplara hemen tebliğ edildi Sayın Başkanım. Gruplara tebliğ edildikten sonra, bütün milletvekillerinin haberi oldu ve aynı usulle, daha evvel yapıldığı gibi...

NEZİR AYDIN (Sakarya) - Ne alakası var?!

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Başkana saygılı olun biraz.

...söz talebini Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı verdi efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, bakınız, siz de çok iyi biliyorsunuz ki, bu söz talebi hakkı, milletvekillerinin hakkıdır, grubun değil. Grubun hakkı ayrı. Gruba tezkerenin gelmiş olması, milletvekillerine ulaşmış olması anlamını ifade etmez. Bundan sonra tekrar edilmesin diye bir maruzatta bulundum.

BAŞKAN - Ben, tabiî, grup da duyurdu diye addetmiştim.

Efendim, bu arada, hükümete söz vermeden evvel, üç sayın milletvekili daha söz istemişti.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Zabıtlara geçireyim. İstirham ederim.

Afyon Milletvekili Sayın Gaffar Yakın, Aydın Milletvekili Sayın Sema Pişkinsüt, İçel Milletvekili Sayın Ali Güngör.

Şimdi, hükümet söz istemiş.

Buyurun Sayın Başbakan. (DSP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarla selamlarım.

Bugün yapılan görüşmelerle ilgili olarak, bunların sonuçlarıyla ilgili olarak kısaca vaktinizi alacağım, uzun tutmayacağım.

Şunu hatırlatmak isterim: Bazı muhalefet sözcüleri, 11 Eylülden sonraki gelişmeler karşısında, hükümetimizin kararsız davrandığını ileri sürdüler.

Değerli arkadaşlarım, 11 Eylül olayı, tarihin en büyük facialarından biridir ve bu faciaya hedef olan devlet de, dünyanın en güçlü devleti olan Amerika Birleşik Devletleridir. Amerika Birleşik Devletleri, bu olaya hazırlıksız yakalanmıştır. Hazırlıklı olması da mümkün değildi; çünkü, akla hayale sığmayacak bir saldırı karşısında kalmışlardı. İki dünya harbine de Amerika Birleşik Devletleri öncülük ettiği halde, kendi topraklarına tek bir yabancı asker bile gelmemişti. Ona rağmen, 11 Eylül günü, Amerika Birleşik  Devletlerinin en büyük iki kentinde bu olay oluyor, bu terör eylemi oluyor ve 2-3 dakika içinde koca binalar yıkılıyor, 2-3 dakika içinde 6 000'in üstünde insan öldürülüyor. Amerika Birleşik Devletlerinin böyle bir şeye hazırlıklı olması mümkün değildi. Elbette, bunun üzerine nasıl bir strateji izleyeceği, terörizme karşı nasıl mücadele edilmesini düşüneceği konusunda bir hazırlık aşamasından geçmesi zorunluydu, kaçınılmazdı.

Şimdi, Amerika, bir büyük terör saldırısına uğramış, can kayıpları vermiş. O, henüz ne yapacağını açıklamadan, bizim, onun yerine ortaya çıkıp, birtakım kararlar açıklamamız nasıl izah edilebilirdi, bunu anlamak çok güç. (DSP sıralarından alkışlar) Mademki terörizme karşı bir öncülük üstlenmiş bulunuyor, evvela Amerika Birleşik Devletlerinin nasıl bir tavır alacağını gözlemlememiz gerekirdi; fakat, biz, bu konuda, yine de en kararlı davranan devletlerden, ülkelerden biri olduk; çünkü, o trajik olayın, facianın hemen arkasından, terörizme karşı vereceği mücadelede Amerika Birleşik Devletlerinin yanında yer alacağımızı, hiçbir tereddüte mahal bırakmayacak açıklıkla belirttik. (DSP sıralarından alkışlar) Bu, bizim, her şeyden önce, Amerika Birleşik Devletlerine vefa borcumuzdu; çünkü, başka birçok Batılı müttefikimiz terörizm karşısında bizi yalnız bırakırken, Amerika Birleşik Devletleri bize destek olmuştu. Elbette, onun yanında yer almamız doğaldı; fakat, bu yalnız bir vefa, bir borç değildi; bu, aynı zamanda, Türkiye'yi terörizm belasından kurtarmak için büyük bir fırsatın değerlendirilmesiydi. Dünyanın en güçlü devleti terörizme karşı savaş açıyor ve onbeş yirmi yıl terörizmden büyük acılar çekmiş olan Türkiye de, elbette, bu mücadelede Amerika Birleşik Devletlerinin yanında yer alacaktı.

Peki, Amerika Birleşik Devletleri bizden ne istedi; şu ana kadar hiçbir şey istemedi. Daha doğrusu...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Niye toplandık Sayın Başbakan?!.

BAŞKAN - Lütfen sayın milletvekili... 

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Efendim, şimdiye kadar, Amerika Birleşik Devletleri, havaalanlarımızın ulaşım için kullanılması dışında, bunun gibi bazı istekler dışında, herhangi bir istek aşamasına gelmedi; çünkü, süratle karar verilebilecek bir noktada değiliz, bir konuyla ilgili değiliz; fakat, Amerika Birleşik Devletleriyle günü gününe ilişkilerimiz sürüyor. Bugün de, bir generalimizin başkanlığında üç subaydan oluşan bir heyet, irtibat görevi için, Amerika'nın teklifi, isteği üzerine, Amerika Birleşik Devletlerine gitmiş bulunuyor.

Bu arada, Amerika Birleşik Devletleri henüz kararlarını açıklamadan önce, biz, kendi önerilerimizi kamuoyuna açıklamaya, Amerika Birleşik Devletlerine iletmeye başladık. Örneğin, kuzey ittifakını oluşturan güçlere askerî eğitim verebileceğimizi söyledik. Bunun dışında, birtakım malzeme ihtiyaçlarını karşılayabileceğimizi, araç gereç ihtiyaçlarını karşılayabileceğimizi belirttik ve bu mücadeleyi, Afganistan topraklarında bir çağdışı rejime karşı verilen, bir terör örgütüne kucak açan bir yönetime karşı verilen mücadeleyi sonuna kadar götürmesi gerektiğini kararlılıkla ve açıklıkla belirttik. (DSP sıralarından alkışlar) O halde, bizden daha ne isteniyor muhalefet tarafından?!

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başbakan, Türkiye...

BAŞKAN - Lütfen Sayın Bekâroğlu... Lütfen..

Sayın Başbakan, buyurun.

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Amerika Birleşik Devletleri -tabiî, herkesi değil- bazı dost ve müttefiklerini, irtibat için, Amerika Birleşik Devletlerine davet etti. Elbette, o irtibat subaylarının da, generallerinin de katılacağı toplantılarda yeni değerlendirmeler yapılacak; kimler Amerika Birleşik Devletlerine bu mücadelede yardımcı olabilir, nasıl yardımcı olabilir, hangi devletler ne yapabilir, bunlar kararlaştırılacak; ama, bunlar, bir günde karar verilecek hususlar değildi. Biz kimsenin gerisinde kalmış değiliz; herkesten daha önce kararlılığımızı da ifade ettik ve önerilerimizi de dile getirmeye başladık.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, şunları da belirtmek isterim: Özellikle, Saadet Partisinin sözcüsü Sayın Oya Akgönenç'in konuşmasının birçok yerini hayretle karşıladığımı belirtmek isterim. Yıllardan beri Türkiye'ye dostluğunu göstermiş olan ve Türkiye'yle yakından ilişki kuran General Dostum'a buradan hakaret edilmiş olmasını içime sindiremediğimi, bunun üzüntüsünü, sıkıntısını belirtmek isterim. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Akgönenç bununla da kalmadı, Afgan Halkının çağdışı bir rejimden kurtulabilmesi için önde gelen bir umut durumundaki Kuzey İttifakını da yerle bir etti, onlara da hakaretlerde bulundu. Bunu da büyük üzüntüyle karşıladım.

Bu durumda, Vasiyet Partisinin... (Gülüşmeler) Özür dilerim... Saadet Partisinin... O kadar çok parti isimleri çıkıyor ki, hepsini akılda tutmak mümkün değil. (Gülüşmeler)

Sayın Saadet Partisinin konuşması gösterdi ki, aslında, bu parti, Saadet Partisi, bu Taliban rejimine karşı açık bir vaziyet almayı içine sindiremiyor; bu, açıkça belli oldu. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar; Saadet Partisi sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)

BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen efendim...

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Nereden çıkarıyorsunuz?!.

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şunu da belirtmek isterim: Amarikan Büyükelçisi Sayın Pearson dün yaptığı bir konuşmada, bazı konulara, basında özellikle tartışma konusu olan, merak konusu olan konulara da açıklık getirdi; dedi ki: "Türkiye'den askerî birlikler için herhangi bir resmî istekte bulunmuş değiliz."

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Gazeteler yazdı.

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - "Yürümekte olan harekâttan da memnunuz. Bu harekâtı yürütmek için yeterli birliklerimiz vardır; bu birlikler, görevlerini başarıyla yapıyorlar." Amerikan Büyükelçisi, Washington'dan Ankara'ya gelip bunları söylüyor, bu bilgileri veriyor; fakat, hâlâ, Türkiye'de bazı kimseler, ille, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'den asker istesin havasındalar; âdeta, bunu, ısrarla telkin ediyorlar.

Değerli milletvekilleri, bu konuda bu kadar aceleci olmanın gereği yok. Bizim askerî katkımıza ihtiyaç olmadan; ama, yine, başka yollardan geniş katkılarımızla, bir an önce, Afganistan'daki olayların, harekâtın başarıyla sonuçlandırılmasını temenni ederim.

Yine, bu vesileyle ve daha önce basında çıkan haberler arasında, yazılar arasında, Sayın Büyükelçi, Irakla ilgili olarak şunu söyledi: "Türk makamlarıyla Irak konusunda herhangi bir görüşme yapmış değiliz." Yani, gerçek de budur. Şimdiye kadar, bu 11 Eylülden beri, Amerika Birleşik Devletleriyle hergün temas halindeyiz, ilişki halindeyiz. Amerika Birleşik Devletleri, şu ana kadar Irak konusunu gündeme getirmedi.

T. RIZA GÜNERİ (Konya) - Bir saat kala arar.

BAŞKAN - Lütfen... Lütfen...

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Ama, ısrarla, Türkiye'de bazı çevreler, bu konuyu iyi niyetle veya başka niyetlerle gündeme getirmeye çalışıyorlar. Oysa, Türkiye'nin, bunu gündeme getirmekte yararı olmadığı kanısındayım.

Bazı sayın üyeler, sözcüler "bir gizli oturum yapılmalıydı" diyorlar. Türkiye, saydamlık içinde bir ülkedir. (SP ve AKP sıralarından "Oo" sesleri) Amerika Birleşik Devletleri saydamlık içinde bir ülkedir. Amerika Birleşik Devletleri, Kongresinde bir gizli oturuma ihtiyaç duymamışken, bizim, Türkiye Büyük Millet Meclisinde neden böyle bir ihtiyaç duyacaktık; bunu da bilemiyorum, anlayamıyorum. (SP ve AKP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Lütfen efendim, lütfen... Lafın nereye gittiğini görmeniz lazım.

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın...

BAŞKAN - Sayın Başbakan, bir dakika...

Türkiye Cumhuriyet Başbakanı, başka hiç kimseden izin almaz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar; SP sıralarından "biz de öyle zannediyorduk" sesleri)

Buyurun Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi, bu toplantıdan sonra, bu konudaki oylamalar bittikten sonra, gündemde, yine bugün, gensoru önergeleri var. Ben, Sayın Tansu Çiller'i dinlerken, şu düşünceye kapıldım; acaba, Sayın Tansu Çiller şimdiden gensoru görüşmelerini başlattı mı diye düşündüm. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Neyse ki, Sayın Çiller, konuşmasının en sonunda, şu toplantının gerçek gündemini hatırladı ve bir iki cümleyle de olsa, o konuya da değindi. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gülüşmeler, alkışlar)

Teşekkür ederim, kararınızın hayırlı olmasını dilerim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başbakan.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika efendim... İstirham edeceğim... Bir dakika...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Oya Hanımın söz talebi var.

BAŞKAN - Müsaade eder misiniz Sayın Hatiboğlu.

Son üyeye söz vereyim, sonra sataşma nedeniyle söz vereyim.

Söz sırası, Afyon Milletvekili Sayın Gaffar Yakın'da.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

GAFFAR YAKIN (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım. Şahsım adına, Türkiye'nin, belki de son dönemlerin en kritik bir döneminden geçtiği, yol ayırımında olduğu ve Türkiye'nin geleceğini belirleyecek böyle bir gündemle toplanmış bir Mecliste, konuyla ilgili şahsî görüşlerimi belirtmek istiyorum.

Bugün, Birinci Dünya Savaşı öncesi, İkinci Dünya Savaşı öncesi veya bir Kore Savaşının öncesi nasıl kritik bir dönemse ve geleceğine etki ettiyse, bugün, bu Meclisteki toplantımız da, Türkiye'nin geleceğini çok büyük çapta belirleyecektir. Hatırlarsınız, geçen yıl, Amerikan Başkanı Clinton, bu Parlamentoda görüşürken "21 inci Yüzyılın belirlenmesinde bu Parlamentonun alacağı kararlar, 21 inci Yüzyılın hem bölgeyi hem de dünyayı şekillendirmesine etki edecek" demişti. Evet, bugün, böyle bir kararın arifesindeyiz.

Bazı doğruları alt alta sıralamak istiyorum. 11 Eylül tarihi, Amerikan tarihi açısından, Amerika Birleşik Devletleri tarihi açısından, Osmanlı için İnebahtı neyse, bu saldırı da Amerika Birleşik Devletleri için İnebahtı'dır; şok olmuşlardır, hazırlıksız yakalanmışlardır. Terör kötüdür, terörü kınıyoruz. Kimse teröre arka çıkmıyor; hele hele, Türk Milleti... Batılıların zaman zaman yaptığı gibi, kendi düşmanlarına veya hasımlarına karşı terör uygularken iyi, kendilerine karşı terör uygulandığında kötü tarzında iki yüzlü bir politikayı da, Türkiye Cumhuriyeti olarak yapmıyoruz.

Evet, terörün hiçbir dini, menşei olamaz; Hıristiyanı veya Müslümanı veya bir başka şeyi olamaz. Bu tespitler de doğrudur. Bizim terör, sizin terör de yoktur; her yerde terör terördür. Bu anlayışlar, inşallah, bundan sonraki dünyada geçerli olur. Yani, Taliban olunca NATO'yu harekete geçirip, ama, PKK terörü olunca Avrupa insan haklarını Türkiye'nin önüne dikenler, şimdi utanmalıdırlar. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bir şeyin, her şeyden önce biz farkına varmalıyız. O da, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Milletinin, bugünkü dünya düzeninde çok güçlü bir devlet ve millet olduğudur. Bu yüzyılın belirleyici faktörü, biz farkında olsak da olmasak da, bu Parlamento ve bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır. Onun için, hiçbir kimseden korkmadan ve çekinmeden, gerçekleri, herkesin suratına, yeri geldiğinde haykırmak, bizim de görevimizdir. Onun için, her platformda, Batılı muhataplarımıza, yaptıkları ikiyüzlülükleri ve PKK terörünü nasıl desteklediklerini ve yirmi yıldır, nasıl, bu terörle 40 000 insanımızı şehit verdiğimizi, 100 milyarlarca dolarımızın nasıl heba olduğunu, yüzlerine vurmak zorundayız.

Amerika Birleşik Devletleri, evet, bu saldırıya hazırlıksız yakalanmıştır ve kendi kamuoyu önündeki ve dünya milletleri önündeki imajı açısından, cevap vermek zorundaydı. Bu da bir gerçek; ama, bunu yaparken, Amerika Birleşik Devletleri, iki şeye dikkat ediyor: Bir; minimum oranında -Amerika'nın, Vietnam sonrası tüm stratejisi bu- kendi evladının burnunun kanamasını istemiyor, bunu minimum oranda tutmaya çalışıyor. Bir de; bu olayda, Afganistan olayında, konunun, medeniyetlerarası bir çatışma haline dönüşmemesi, İslam-Hıristiyan kavgası haline dönüşmemesi için, elinden gelen titizliği gösteriyor ve bu noktada da, bu titizliğini gösterebilmesi açısından da, bu mücadelede, Türkiye ve Pakistan'a büyük bir rol düşmektedir.

Afganistan, başkaları için değil; ama, Türkiye Cumhuriyeti için, çok önemli bir devlet ve bölgedir. Bizim, tarihî geçmişimiz vardır, kültürel birlikteliğimiz vardır ve cumhuriyet Türkiyesinin, ilk, dışarıdaki yardım elini uzattığı, Atatürk'ün bizzat desteklediği devlet, Afganistan'dır. Afganistan, Ortaasya'nın da kilidi durumundadır. Türkiye olarak -altını çizerek söylüyorum- tarihimiz, kültürümüz, coğrafyamız gereği, Afganistan'la, Balkanlarla, Kafkasya'yla, Ortaasya'yla ve Ortadoğu'yla ilgilenmek zorundayız. Eğer, bu ilgiyi esirgeyecek olursak ve ilgilenmezsek, Türkiye Cumhuriyeti adında bir devlet de, burada, bugünkü sınırlarında kalmaz.

Bu bölgede -diğer bir gerçek- Taliban ve Bin Ladin, tarihî açıdan, Hasan Sabbah ve Haricî bir ekol karışımı bir hareket olarak çıkmaktadır. Yani, hiçbir kimse, Taliban'ın ve Bin Ladin'in yaptıklarını ve onları, İslamın örneği olaraktan ve İslam olaraktan, kimsenin önüne koyamaz, hiçbir kimsede de bu hak yoktur; yani, Taliban, sadece kendisini temsil eder, Bin Ladin, sadece kendisini temsil eder, İslamı falan da yaptıkları hiç bağlamaz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar).

Ortaasya'da demokratik, laik hukuk devletlerinin yeşermesi, başta o bölgede yaşayan insanlar için hava ve su gibi ihtiyaçtır ve umudumuz odur ki, Afganistan, bunun başlangıcı olsun.

Diğer dikkat edilmesi gereken bir husus: Afganistan'la Türkiye Cumhuriyetinin politikası ne bizim açımızdan ne de Amerika Birleşik Devletleri açısından Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik şartlarla ve IMF'yle görüşmelerimizde karıştırılmamalıdır. Türk Milleti, şerefine ve haysiyetine sonuna kadar düşkün bir millettir. Biz, bu cumhuriyeti kurarken Sıvas'ta, Amerikan Kolejinde, Amerikan Büyükelçiliğinden, Atatürk, almış olduğu benzinin ve lastiklerin parasını dahi ödemek isteyen bir devletin devlet anlayışıyla geliyoruz. Hiçbir kimse şunu iyi bilsin ki; Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik koşullardan dolayı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Milletinin menfaatlarının aykırı bir dışpolitikayı dikte ettirebilmeye, kabul ettirebilmeye kimsenin gücü yetmez. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Biz, Sayın Derviş'in Amerika görüşmeleri sırasında kendisine bu noktada en ufak bir ima yapıldıysa, o imayı yapanları ve o tarzda düşünenleri iade ederiz ve deriz ki "gelin, Türk Milletini siz tanımıyorsunuz, Türk Milletini yakında çok iyi tanıyacaksınız."

Değerli milletvekilleri, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleriyle ittifak ve dosttur; ama, dost acı söyler, Türkiye, Amerika Birleşik Devletlerine eşit şartlarda ve doğruları söylemek zorundadır. Amerika Birleşik Devletleri, bugün dünya devletidir, biz de Osmanlı olarak bir zamanlar dünya devletiydik. Dünya devleti olmanın birinci görevi, her yerde insan haklarından ve adaletten yana, taraf olmak demektir; ikili politikalar uygulamamak demektir. Biz, Osmanlı olarak düşmanlarımıza şunu söyletebildik: "Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığını tercih ederiz." Onun için, Amerika Birleşik Devletleri de, Çeçenistan'da, Filistin'de ve Ortadoğu'daki uyguladığı politikalarını mutlaka ve mutlaka gözden geçirmek zorundadır. İstediğiniz kadar terörle mücadele edin, ama, sizin dünya politikasındaki o dengesiz ve tek taraflı olan politikalarınızdan dolayı ve insanların hayatının -Afganistan'da ve Filistin'de olduğu gibi- değer ifade etmediği ülkelerden, siz, yığınla terörist çıkarırsınız. Tıpkı, bizim, Doğu Anadolu'da, ekonomik politikalarla, PKK terörüyle olan mücadelemizin ekonomik, sosyal politikalarla desteklenmesi gibi, bu da zarurettir. Ayrıca, bugün, biz, Amerika Birleşik Devletlerini destekliyoruz; ama, kendi kamuoyumuza ve tarihsel birlikte olduğumuz İslam kamuoyuna karşı kendimizi haklı gösterebilecek birtakım girişimleri Amerika Birleşik Devletleri de yapmak zorundadır; bunu da açık açık istemeliyiz.

Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu'da, Kafkaslarda, Çeçenistan'da, dışpolitikalarını gözden geçirmek zorundadır; çünkü, biz, halk olarak endişeliyiz. Bugün, halkımızın yüzde 80'i askerimizin Afganistan'a gitmemesini psikolojik olarak destek vermemektedir; çünkü, bu insanlarımız biliyor ki, Almanların dolduruşuyla girdiğimiz Birinci Dünya Harbinde, biz, 20 tane Türkiye kaybettik. Biz, Kore'de, NATO'ya girme pahasına binlerce insanımızı şehit verdik. Biz, Körfez Savaşı sırasında, sonunda 40 milyar dolarlara gelen zararımızı kimse ödemedi. PKK terörüyle biz uğraştık, kimse de yanımızda bize destek vermedi. Onun için, gidilecekse eğer, askerimiz boşa gitmesin. İslam âleminde zor durumda kalmayalım. Bu nedenle, İsrail'in tanınmasında veya Cezayir olaylarında yaşadığımız olayları, tekrar, Afganistan olaylarında yaşamamak zorundayız; bunun için riskimizi azaltmak zorundayız. Bu operasyonun dünya barışına da faydalı olabilmesi için, Hıristiyan-İslam tartışması tarzında gösterilmemesi için, Türkiye'nin, Pakistan'ın, Mısır'ın ve diğer bazı İslam ülkelerinin daha aktif görevde görev almak zorundadırlar. Bin Ladin ve Taliban olayı, bizim kendi mahallemizin ve bizim dünyadan çıkmış yaramaz çocuklardır. Başkaları cezalandıracağına, evvela, bizim devletlerimiz bu cezalandırmayı yapmak zorundadırlar. Dünya barışına bu tarzında katkıda bulunabiliriz.

Türkiye tarihinin, kültürünün, coğrafyasının gerektirdiği tarzında davranmak zorundayız. Bunun için, Afganistan'ın yeniden yapılandırılmasında çok önemli bir rol almak zorundayız. Türkiye, bu politikada, eşit oyuncu olaraktan belirleyici olmalıdır. Amerika Birleşik Devletleri, sadece Türkiye ile değil, diğer İslam ülkelerini de, bu noktada harekete geçirmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yakın, buyurun, konuşmanızı toparlarsanız memnun olacağım.

GAFFAR YAKIN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bu dönemde uygulanacak -Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından şöyle söyleyeyim- en akıllı politikalar, rahmetli İnönü'nün İkinci Dünya Savaşında uyguladığı politikalarının benzerlerini uygulamak zorundayız. Bunu -altını çizerek  söylüyorum- elimizin hemen açılması, hemen bir tarafların tarafı olmak, bizim, devletlerarası ilişkilerde sadece çıkarlar geçerlidir, bizim çıkarlarımıza hemen koşaraktan gitmek yakışmaz. Onun için, bu dönemde, rahmetli İnönü'nün yanında yetişmiş ve Türkiye'ye, Türkiye Cumhuriyetinin 75 yıllık tarihinde Kıbrıs Savaşını kazandırmış bir insanın Başbakan olarak bu hükümetin başında bulunmuş olmasını, Türkiye açısından büyük bir şans olarak değerlendiriyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, siyaset ve dışpolitika, beyinle yapılır, tecrübeyle yapılır, birikimle yapılır ve bilgiyle yapılır. Biz, devlet adamlarımızdan, bu akşam oynanacak Fenerbahçe maçında çıkıp da top oynamalarını beklemiyoruz. Türkiye'nin menfaatlarını, eğer hatırlayacak olursak, İttihat ve Terakkiciler, o hayallere kapılaraktan Enver Paşalar, Ortaasya bozkırlarında Türk ordusunu perişan ettiler. Dışpolitika, bilgiyle, deneyimle yapılır. Bu açıdan da, bu hükümetin Başbakanını, Dışişleri Bakanı olarak uzun yıllar Türkiye'ye hizmet eden ve gerçekten Türkiye'de siyaseti çok iyi okuyan Sayın Yılmaz'ı ve milliyetçiliğinden kimsenin şüphe etmeyeceği, Türk Devleti için her türlü fedakârlığa giden Sayın Bahçeli'nin hükümetin başında bulunmasını, Türkiye açısından, bu dönemde bir kazanç olarak görüyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yakın, teşekkür ediyorum...

GAFFAR YAKIN (Devamla) - Sayın milletvekilleri, son olarak, biz bilsek de bilmesek de, istesek de istemesek de, tarih ve kader, Türkiye'yi kendi misyonuna doğru götürmektedir. Türkiye, bu coğrafyada, demokratik, laik ve İslam ülkesinin bir örneğini, sadece kendisi için değil, bölgesi için gerçekleştirmek ve sadece kendisi için değil, tüm İslam âlemi için örnek olmak zorundadır. Türkiye'nin, Afganistan'a, sadece kendi çıkarları için, başkaları için değil...

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederiz...

GAFFAR YAKIN (Devamla) - ... Türk Milletinin ve Devletinin çıkarları için asker göndermesini ve olaya sadece terör açısından değil, Türk Devletinin uzun vadeli çıkarları açısından bakılmasını önerir, saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Akgönenç, buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

Çok kısa lütfen...

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Akgönenç, yeni bir sataşmaya lütfen mahal bırakmadan...

Teşekkür ederim efendim.

Buyurun.

IV. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Ankara Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin'in, Başbakan Bülent Ecevit'in, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) - Efendim, kısaca şunu belirtmek istiyorum -konuşmalarımın, tabiî, tümü kayıtlardadır. Bazı yanlış anlaşılmalar olduğu belli olmuştur- ben, Taliban hakkında konuşmadım; tam aksine, Taliban'ın sonunun geldiğini ifade ettim; sadece, iki ateş arasında kalan biçare, masum Afgan Halkından bahsettim ve onlara acıdığımı söyledim. Eğer Türkiye bir duruş alıyorsa, doğru güçlerin arkasında durmalıdır prensibine inandığımızı belirttim.

Bir de, Kuzey İttifakının...

Kimseye hakaret etmedim; yalnız, şu anda desteklenen insanların geçmişinin de incelenmesinde bizim yararımız olduğunu belirttikten sonra dedim ki, Kuzey İttifakından en çok faydalanacak kimdir -ve tekrarlıyorum- İran'dır, Rusya'dır, Hindistan'dır; desteği bunlar sağlamaktadır.

Karar sizlerindir, Yüce Divanındır. Bizim, sadece, haklının ve mazlumun yanında olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Saygılarımla efendim. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akgönenç.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler ve Önergeler (Devam)

1. – Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı, zamanı ve süresi hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de bulunması ve hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için hükümete izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/892) (Devam)

BAŞKAN - Efendim, görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Başbakanlık tezkeresini yeniden okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Dostumuz ve müttefikimiz Amerika Birleşik Devletlerine 11 Eylül günü yöneltilen ve büyük can ve mal kaybına neden olan terörist saldırısı, dünyanın en güçlü devletinin bile terörizm tehdidi altında bulunduğunu göstermiştir.

Yıllardır terörizmin acısını duyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu tehdidi azımsayan, hatta görmezden gelen ülkeleri terörizmin tehlikeleri konusunda öteden beri uyarmakta idi.

Amerika Birleşik Devletlerinin uğradığı ağır saldırı karşısında, şimdi, birçok ülke, terörizm afeti karşısında uluslararası dayanışmanın gerekliliğini kavramaya başlamıştır.

Bu bağlamda NATO Anlaşmasının 5 inci maddesine işlerlik kazandırılmıştır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince alınan 1368 ve 1373 sayılı kararlar da dünyada terörizme karşı yaygın bir bilinçlenme sürecinin başladığını göstermiştir.

Terörizm karşısında Türkiye'yi her zaman desteklemiş olan Amerika Birleşik Devletlerinin, çağdışı terörist Taleban yönetimine karşı açtığı savaşta, Türkiye'yi yanında bulması doğaldır.

Amerika Birleşik Devletlerinin terörizme karşı başlattığı Sürekli Özgürlük Harekâtının başarıya ulaşması tüm insanlığın yararınadır.

Bu harekâtı İslama karşı bir eylem gibi göstermeye kalkışanlar, barış dini olan İslamın yüce değerleriyle çelişmektedirler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, başlatılan mücadelenin kısa sürede ve yaygınlaşmadan başarıya ulaşması için, kendi olanaklarının elverdiği ölçü ve biçimde her katkıyı yapmalıdır.

Bu nedenle ve bu bağlamda, hükümet, Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca, gereği, kapsamı, sınırı, zamanı ve süresi hükümetçe belirlenmek üzere, terörizme karşı başlatılan Sürekli Özgürlük Harekâtı ve devamının icrası kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi, yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de bulunması ve hükümetçe verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için hükümete izin verilmesinin gereğini arz ederim.

   Bülent Ecevit

         Başbakan

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oylamaya geçmeden önce, açık oylama talebi vardır; okuyorum:

"Sayın Başkanlığa

Görüşülmekte olan hükümet tezkeresinin oylamasının açık oylama yöntemiyle yapılmasını; 'ad okunmak suretiyle' usulünün öncelikle kullanılmasını arz ve talep ederiz."

İmzası olan milletvekillerinin burada olup olmadıklarına bakacağım efendim:

Sayın Yasin Hatiboğlu?.. Burada.

Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu?.. Burada.

Sayın Hüsamettin Korkutata?..

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN - Peki efendim, tekabbül ediyorsunuz.

Sayın Rıza Ulucak?.. Burada.

Sayın Alaattin Sever Aydın?.. Burada.

Sayın Ali Oğuz?.. Burada.

Sayın Nezir Aydın?.. Burada.

Sayın Yaşar Canbay?.. Burada.

Sayın Ahmet Sünnetçioğlu?.. Burada.

Sayın Fethullah Erbaş?.. Burada.

Sayın Süleyman Arif Emre?.. Burada.

Sayın Hüseyin Karagöz?.. Burada.

Sayın Mehmet Batuk?.. Burada.

Sayın Latif Öztek?.. Burada.

Sayın Musa Demirci?.. Burada.

Sayın Ahmet Karavar?.. Burada.

Sayın Fehim Adak?.. Burada.

Sayın M. Niyazi Yanmaz?.. Burada.

Sayın Lütfi Doğan?.. Burada.

Sayın Lütfi Yalman?.. Burada.

Sayın Temel Karamollaoğlu?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, açık oylama yapacağım; ancak, yöntemini Genel Kurulun oyuna sunacağım efendim.

Açık oylamanın, adı okunan sayın milletvekilinin ayağa kalkarak "kabul", "ret" veya "çekimser" şeklinde oyunu belirtmesi suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Bu yöntem kabul edilmemiştir efendim.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Sayın milletvekilleri, oylamadan sonra, gündemimizde 3 adet gensoru önergesinin görüşmeleri vardır; malumaten arz ediyorum efendim.

Oylamayı başlatıyorum efendim.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine ve yabancı silahlı kuvvetler unsurlarının Türkiye'de bulunmasına izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresinin açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Katılan Üye : 422

Kabul : 319

Ret : 100

Çekimser :     2

Mükerrer : ....1

Hayırlı olsun efendim.

Sayın milletvekilleri, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 18.25

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 18.38

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 5 inci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 1 inci sırasında yer alan, Saadet Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun, aldıkları kararlar ve kötü yönetim sonucu ülke ekonomisinde krize yol açtıkları iddiasıyla Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında (11/16) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunun görüşmelerine başlıyoruz.

V .– GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Öngörüşmeler

1. – Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun aldıkları kararlar ve kötü yönetim sonucu ülke ekonomisinde krize yol açtıkları iddiasıyla Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/16)

BAŞKAN - Hükümet yerini aldı.

Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu üyeleri adına Başbakan veya bir Bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika; gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır.

İlk söz, önerge sahibi olarak Sayın Veysel Candan'da.

Buyurun efendim.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Grup adına olan konuşma süremizle birleştireceğiz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, siz buyurun evvela, teşrif edin. (SP sıralarından alkışlar) 10 dakikanızı kullanın, ondan sonra Allahkerim.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Ona göre başlayacağım.

BAŞKAN - Efendim, usulüne uyarım ben, siz ne yapacaksınız; müsaade buyurun bana.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Saadet Partisi tarafından verilen (11/16) esas numaralı gensoru hakkında, Saadet Partisinin görüşlerini açıklamak üzere, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, hatırlanacağı üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki görevi vardır; bunlardan biri yasa yapmak, bir diğeri de yürütmeyi denetlemektir.

Aslında, bu hükümet, sağlıklı yasa yapamadığı gibi, zaman zaman da denetimden kaçmaktadır. Parlamento gündemine baktığımız zaman, 150 civarında araştırma önergesinin beklemiş olması, bu dediğimizin teyididir.

Aslında, hükümet, yasa yapmakta da başarısızdır. Mesela, bu Parlamentoda, Vergi Kanunu, değişikliklerle üç defa hazırlanmıştır. Yine, yerel yönetimler yasa taslağı da, 14 defa değişikliğe uğradığı halde, halen Parlamentoya gelememiştir.

Aslında, araştırma, soruşturma, genel görüşme ve gensoru önergeleri, hükümeti oluşturan partiler tarafından blok halinde reddedilmektedir.

Aslında, denetimden kaçmak, Türkiye'de yolsuzlukları da artırmaktadır. Bu döneme baktığımız zaman, yolsuzluklar açısından, fevkalade, çok sayıda olayın cereyan ettiğini görmekteyiz.

Acaba, böyle bir hükümet düşünebiliyor muyuz diye bir soru sorsak: Başbakanı Cumhurbaşkanıyla kavga ediyor; Sayın Başbakan, olayları çoğu zaman en son duyuyor veya savcılara müdahale ediyor "denetim olmaz" diyor. Yolsuzluk iddiası ve gensoruyla düşürülmüş bir başbakan yardımcısı görevine devam ediyor. Bir başka başbakan yardımcısı, attığı imzanın farkında değil; IMF'yle yapılan stand-by anlaşmasında, kendisi, üst yazıya imza attığını, devam metnini okumadığını ifade ediyor. Yine, öyle bir hükümet düşünün ki, üç bakanı hakkında savcılıkta suç duyurusu beklemektedir. Bakanlık bürokratları zimmet ve irtikâp suçundan halen tutukludur. Yine, bir hükümet düşünün ki, bütçe yapmakta; ancak, yaptığı bütçeden hemen birkaç ay sonra, yaptığı bütçenin yüzde 75'i oranında, 30 katrilyonluk bir ekbütçe yapma ihtiyacı duymaktadır. İşte, Türkiye'nin talihsizliği buradadır; maalesef, böyle bir hükümetle karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlar, konuşmamda belgeler ve raporlar üzerinde duracağım. Devlet İstatistik Enstitüsü, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Türkiye Ziraî Donatım Kurumu, DPT, Hazine, Sayıştay, Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı verileri üzerinden hükümetin ekonomideki durumunu ortaya koymaya çalışacağız. Ayrıca, çalışanların temsilcisi sendikaların yaptığı istatistiklerle ortaya koyacağız.

Aslında, Türkiye'de ekonomik kriz değil, ekonomik kaosun boyutunu ortaya koymaya çalışacağız. Hükümetin yanlışlarını hükümetin kendi milletvekilleri ve bakanlarının ağzından ifade etmeye çalışacağız.

Sonuç bölümünde de çözüm önerilerimizi ortaya koyacağız.

Amacımız bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek; ama, bu hükümetin ekonomik politikalarıyla Türkiye'nin bir yere gidemeyeceğini bir kere daha ifade etmeye çalışacağız.

Türkiye geneline baktığımız zaman genel manzara şu: Halk fakirleşiyor; işçi, memur, emekli zorda, esnaf perişan; milyonlarca insan işsiz ve her gün yenileri ilave edilmekte; açlık sınırında milyonlarca insan bulunmakta; fabrikalar kapanmakta, esnaf kepenk indirmekte, intiharlar ve boşanmalar... Hükümet, sadece, Başbakanın ağzından "ekonomik daralma endişe verici, bunu aşmalıyız" diyor. Tabiî; ama, bunu kim, nasıl yapacak, belli değil.

Aslında, Sayın Kemal Derviş'le birlikte ulusal bir programdan bahsedildi. Daha sonra "güçlü ekonomiye geçiş" programı denildi ve yine, hükümet üyelerinden bir bakanın ve Sayın Derviş'in de ifadesiyle, bu program fiyasko oldu. Bu programın hedeflerinin revize edilme ihtiyacı olduğunu da, biraz sonra belgelerden ifade etmeye çalışacağım.

Şimdi, öyle bir anlaşma yapıldı ki, IMF'yle stand-by anlaşması, daha önce sadece Hazineden sorumlu Devlet Bakanının imzası yettiği halde, hükümete güvensizlikten dolayı üç ortak imzaladı.

Bu ekonomik program içerisinde, maalesef, reel ekonomi yok. Borcu borçla ödeyen ekonomi programından başka hiçbir şey değil ve maalesef, bugün, yatırım olmadığı için üretim ve istihdam da yoktur. Dolayısıyla, ihracat da hemen hemen durma noktasına gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, sosyal patlama sınırına geldiğimizi ifade ettim. Özellikle Başbakanlıkta başladı. Hatırlarsanız, önce, bir vatandaş Başbakanlığa geldi, bir yazarkasa olayı cereyan etti. Daha sonra, birisi kendini zincirle bağladı. Daha sonra, birisi Başbakanlığa tankerle geldi. Dün birisi kendini yakmaya çalıştı ve bugün de, birisi, Meclisteki binalara çıktı.

Hükümet ne yaptı; trafikte yolları kapattı. İptidaî bir usul. Şunu burada açık ifadeyim: Ankara'nın tüm yollarını kapatsanız, Türkiye'nin trafiğini de değiştirmiş olsanız, bu mantıkla, konulara böyle yaklaşmakla, bu sosyal patlamayı önleyemeyeceğinizi burada bir kere daha ifade etmek istiyorum.

Tabiî, bu uygulamalara baktığımız zaman, Sayın Cumhurbaşkanı Millî Güvenlik Kurulunda tartışıyor. Merak ettiniz mi, içeriğine baktığımız zaman, Sayın Sezer aynen şunları söylüyor: "Hükümet, yolsuzluğa karşı duyarsız." Sayın Cumhurbaşkanı bunu söylüyor, örnek olarak da Halk Bankasını veriyor. Sayın Cumhurbaşkanının Devlet Denetleme Kurulu kanalıyla savcılığa yaptığı müracaatta takipteki alacaklar 43 trilyon gösterildiği halde, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, bu rakamın 697 trilyon olduğunu, mürekkep faizleriyle beraber Halk Bankasının takipteki; yani, batık alacaklarının 1 katrilyon olduğunu ifade ediyor ve böylece, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir tartışma meydana geliyor.

Yine, bu olayların ikincisine baktığımız zaman, Romanya'da bir özel şirkete ait bir banka var ve bu bankaya, Vakıfbank'tan, 45 milyon dolar kredi veriliyor. Buraya kadar her şey normal; ama, bu para şirket hisseleri karşılığı verildiği için, şirketin hisselerini inceleyen murakıp raporlarında, bu 45 milyon doların fazladan verildiği ve fazla ödeme yapıldığı, hisselerin bu değerde olmadığı ortaya çıkıyor. Devlet Denetleme Kurulu doğrudan savcılığa suç duyurusunda bulunuyor, bürokratlarla ilgili dava açmak istiyor ve Başbakanın izni beklenmektedir.

Değerli arkadaşlar, böylece, devlet bankalarının içinin boşaltıldığı ve soyulduğu bir dönemden geçiyoruz.

Şimdi, tabiî, biz, bu ekonomiyle ilgili gensoruyu verirken, istedik ki, ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik krizi tespit edelim, hükümetin ihmalini ortaya koyalım ve bunlara karşı alınacak tedbirleri ve çözüm önerilerimizi ortaya koyalım.

Şimdi, hükümet ne yapabilir? Hükümet der ki: "Bu gensoru siyasî amaçlı verilmiştir, hükümeti yıkmaya yöneliktir" Bir diğeri ise, burada benim söylediklerime ve gündeme getirdiğim konulara hiç dokunmaz, buraya çıkan hükümet sözcüsü başka şeyler anlatır, ülkenin çok iyi olduğundan, verilen kredilerden, teşviklerden bahsedebilir ve daha sonra hükümet, şimdi olmasa bile, oylama sırasında gelir ve bizim bu gensorumuza ret oyu verebilir ve böylece bu gensoru düşer. Peki; ama, Türkiye'nin içerisinde bulunduğu ekonomik şartlar?.. Düzelmez.

Daha önce bu hükümetin yaptığı gibi, bütün gensorulara blok olarak ret oyu verdiğiniz zaman, bu yolsuzlukların, usulsüzlüklerin -istemediğiniz halde- örtülmesine, maalesef, alet olmuş olabilirsiniz. Onun için, ben burada, biraz sonra, ifade etmeye çalışacağım konuların hepsini, raporlar, hazırlayanlar ve sayfa numaraları olarak da takdim edeceğim. O açıdan bu gensoru siyasî amaçlı değildir ve konuya böyle yaklaşmak fevkalade zararlıdır ve tehlikelidir, milletvekillerimizi de mesuliyet altında tutar.

Değerli arkadaşlar, gensoru da esas aldığımız noktaları ortaya koymaya çalışacağım. Birinci konu kamu borçlanması. Bir kere hükümetin plansız ve programsız yüksek faizle borçlandığını görmekteyiz, yani borçlanmada hükümet takvimini kaybetmiştir. Bir hafta içerisinde 2 katrilyon, 3 katrilyon gibi ödemeler arka arkaya gelmektedir. Bu tür bir borçlanma modeli dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

İkinci olarak, tabiî, bu kötü ve plansız borçlanma neyi getirmiştir; iç borçları 114 milyar dolara, dış borçları 112 milyar dolara...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Şimdi, size Saadet Partisi Grubu adına artı 20 dakika söz veriyorum; buyurun efendim.

SP GRUBU ADINA VEYSEL CANDAN (Konya)- Toplam 226 milyar dolar borçtan bahsediliyor değerli arkadaşlar. Dünya ekonomi çevrelerinin söylediği şudur: Türkiye, artık bu saatten itibaren içborçlarını çeviremez, borçlanamaz hale gelmiştir ve gelmektedir ve 12 nci ay itibariyle de, devletin, memurlarının maaşını ödeyemez hale gelme ihtimali fevkalade büyüktür.

Değerli arkadaşlar, hükümet, içborcu, yüzde 90 ve yüzde 100'le borçlanmaktadır. Yani, paranın aylık maliyeti Türkiye'de yüzde 8'dir, aylık enflasyonu da bunun altına çekemezsin. Dünyanın hiçbir yerinde paranın değeri altında bir enflasyon hesaplamak mümkün değildir; çünkü, bu rakamlarla kredi kullanan sanayici, ürettiği mamul maddeye bunları ilave eder.

Değerli arkadaşlar, yine, içborç konsolide edildi. Sayın Bakan buradalar. Bir ara basına intikal etti. Basında çıkan haber doğruysa "moratoryum, yani, devletlere borçları bile ödememeyi, uzatmayı düşünüyorduk" dedi. Tabiî, bu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin büyük bir itibar kaybıdır ve değerli arkadaşlar, bugün 10 milyar dolar civarında içborç ertelendi. Bakın, o gün dolar değeri 780 000 lira iken, 1 milyon 200 bin taban baz alındı, yüzde 7,5 rakamla borçlanıldı, üç veya beş yıl ertelendi. Ayrıca, bugün borçlarda geldiğimiz nokta itibariyle, toplanan vergi faize yetmemektedir değerli arkadaşlar.

Şimdi, ben, bu borçlanma konusunda hükümete şu soruyu yöneltmek istiyorum: Borçları nereye kadar, hangi şartlarda böyle devam ettirmek istiyorsunuz? Veya bu borçların, biraz önce burada görüşülen dışarı asker gönderme veya dışarıdan asker alma tezkeresiyle yakından bir ilgisi var mı? Bize göre, vardır.  Biraz önce, güya, asker gönderme izni çıktı Meclisten. Halbuki, askerlerimiz çoktan Amerika'ya ulaşmış, fırkateynlerimiz de, çoktan NATO deniz kuvvetlerine katılmıştı. Bu da ayrı bir konudur.

Dolayısıyla, gensoru önergemizin 1 inci maddesinde, borçlanma -Sayın Bakan burada- nereye, ne zamana kadar?.. Bu şartlar Türkiye'nin yönünü nereye götürecek? Sorumun birincisi budur.

Değerli arkadaşlar, hükümet böyle gelişigüzel borçlandıktan sonra ilk yapacağı iş, vergi ve zamlar...

Türkiye Cumhuriyeti 57 nci Hükümeti, bir kere, petrol ürünlerinde olan gelişmeleri tamamen silah olarak kullanmış ve akaryakıt istikrar fonuyla her zaman oynayarak, dünyada petrol fiyatları düştüğü halde, bizde petrol fiyatları zamlanmıştır. Yani, bu hükümet iki şey yapmıştır; bir, yeni vergiler koymuştur, iki zam yapmıştır.

Şimdi, bakıyoruz oranlara: KDV oranları yüzde 15-17'ye çıkmış, yüzde 23-25'e çıkmış, Ek Gelir ve Kurumlar Vergisi yüzde 5 artırılmış, ek emlak, ek taşıt, ek özel işlem vergi yükü, Avrupa Birliği ortalamasını geçmiştir.

Şimdi, 2002 bütçesinde, hükümet ile IMF arasında anlaşmazlık var; 7 katrilyonluk açıktan bahsediliyor; neye vergi konulacağı noktasında bir anlaşmazlık var. Ayrıca, Parlamentoya getirileceği ve çıkarılacağı söylenilen mahalli idareler yasa tasarısı içinde, 5 katrilyon vergi. 2002 bütçesine ek vergi olarak, toplam 12 katrilyon vergi geleceği ifade edilmektedir.

Değerli arkadaşlar, aslında, ülke kötü yönetilmektedir; ekonomisiyle kötü yönetilmektedir, idaresiyle kötü yönetilmektedir. Bakın, bir kere, IMF'yle yapılan anlaşma fevkalade yanlıştır. Neden yanlıştır; bu program içerisinde reel sektör, üretim sektörü yoktur; kamu harcamaları, hâlâ, israf seviyesinde devam etmektedir; biraz sonra örnekleriyle vereceğim, yolsuzluğa göz yumulmaktadır, yanlış uygulamalar devam etmektedir. Hükümet, ekonomide tutarsız açıklamalar yapmaktadır; önce sabit kur, yok dalgalı kur... Yani, tutarsızlıklar, hükümetin bir özelliği haline gelmiştir.

Gensorunun bu bölümünde hükümete sorumuz şudur: İsrafı ne zaman durduracaksınız, yanlış uygulamalara ne zaman son vereceksiniz?

Aslında, Türkiye'de IMF'yle yapılan anlaşma neticesinde, 18 inci anlaşma neticesinde "yeniden yapılanma" adı altında tütün alanları kısıtlandı, şekerpancarı kısıtlandı, Telekom özelleştirildi, Merkez Bankası yeniden yapılaştırıldı ve bu kanunların gerekçesine baktığımız zaman, Türkiye'de alternatif ürünlerden bahsediliyor.

Şimdi, ben, burada, hükümete soruyorum: Tütün yerine alternatif ürününüz nedir, pancar yerine alternatif ürününüz nedir; bunların buradan ifade edilmesi gerekmektedir.

Değerli arkadaşlar, aynı program içerisinde, çalışanların ücretleri devamlı dondurulmuştur.

Şimdi, önemli konulardan bir tanesi de... Kamu   harcamalarına baktığımız zaman, son on yılda, özellikle, son dört yılda bu hükümetin yanlışlarına baktığımız zaman, bizim girişte belirttiğimiz yüksek faizle yanlış borçlanma... Demek ki, bizim ifade etmeye çalıştığımız konuyu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği raporuna alıyor ve yanlış borçlanmanın faturası on yılda 23 milyar dolar diyor. Yine, dış temsilciliklerde 160 temsilci,  7500 personelimiz var ve fazla ödemeler on yılda 700 milyon dolar. 235 000 lojman, 2 340 dinlenme tesisinde on yılda 640 milyon dolar. 125 000 taşıtta yakıt 65 trilyon, on yılda toplam fazla ödeme 960 000 dolar. Şimdi, soru şu: Bu tasarruf genelgeleri yayımlandı mı, acaba sonuçları alındı mı; bize ulaşan bilgilerde genelgelerin hiçbirine uyulmadığı, hiçbir aracın devlete teslim edilmediği... Yani, hükümet, iktidar; ama, muktedir değil.

Konuşmamın bir yerinde ifade ettim, yine, gensoruda da söylüyoruz, burada, yolsuzluklara göz yumma. Değerli arkadaşlar, bir Bayındırlık Bakanlığı olayı yaşadık, Vurgun Operasyonu... Elimde kabinenin listesi var, Başbakan dahil 36 bakanımız var, acaba, bu uygulamalarda yolsuzluğa bulaşmayan bakan var mı diye baktım; değerli arkadaşlar, devlet bakanları, özelleştirme, Halk Bankası, Etibank, Egebank; Enerji Bakanlığında Mavi Akım, Beyaz Enerji, Eti Holding; İçişlerinde Matador Operasyonu; Bayındırlıkta vurgun operasyonu; Sağlık Bakanlığında hastane ihaleleri; Tarım Bakanlığında Hasat Operasyonu; Çalışma Bakanlığında Bağ-Kur operasyonu. Operasyon, operasyon, operasyon...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sizin döneminizdekileri çıkarıyoruz Sayın Candan...

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Onları da, çıkınca, siz, burada konuşursunuz.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Siz sayıyorsunuz.

BAŞKAN - Hatibe müdahale etmeyiniz.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - İtiraz etmeniz neticeyi değiştirse... Burası mahkeme salonu değil ki...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Mahkemeye intikal edenleri konuşuyorsunuz.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın lütfen...

Sayın Bıçakçıoğlu, lütfen...

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Evvela dinleyeceksin bak!..

Bayındırlık Bakanlığında deprem bölgesi, geçici-kalıcı konut, Karayolları ve İller Bankası ihaleleri...

Arkadaşıma cevap olarak söyleyeyim: Adam diyor ki: "Rüşvet aldım, 100 000 dolar, 200 000 dolar." Tutuklu, yargıda. Onu söylemeye çalışıyoruz.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Kim diyor, kim diyor?.,.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Enerji Bakanlığına bakıyoruz: Nükleer Santral, yap işlet devret, TEAŞ, TEDAŞ, dağıtım ve mavi akım ihaleleri...

Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakan, burada biraz önce gayet kibar konuştular; kendilerine bir sitemimi ileteyim: Bir bakan veya herhangi bir bürokrat hakkında soruşturma açılıyor; savcılık suç duyurusunda bulunuyor, Sayın Başbakan çalışmalardan dolayı teşekkür ediyor. O, burada, biraz önce, bir parti lideri için "unutuyor" dedi. Ben de öyle zannediyorum ki Sayın Başbakan da bakanlıkları karıştırıyor; kime, nerede teşekkür edeceğini tam anlamıyla bilemiyor.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bakın, buraya kadar anlattıklarımı aslında Dünya Bankası raporu... Bizim hükümetin çok iyi çalıştığı, ortak gibi çalıştıkları Dünya Bankasından bahsediyorum. 26 ülke, 4 000 şirkette bir araştırma yapmışlar değerli arkadaşlar. Bakın, burada Parlamentoyu ilzam eden bir açıklama var; deniliyor ki: "Rüşvet çarkında Meclis var." Hiç kimsenin bu Meclisin itibarıyla oynamaya hakkı yoktur. Birkaç kişi yanlış yapıyorsa bütün bir Meclisi... Bakın değerli arkadaşlar, böyle bir rapora geçmişiz.

Aynı raporun bir bölümünde deniliyor ki:

"1- Kanun koyucunun oyları etkilenmeye çalışılıyor.

2- Hükümetin hazırladığı kararnameler çıkarılıyor.

3- Yargı kararları etkileniyor."

Yine, bakın değerli arkadaşlar, hükümetle ilgili güvenirlik raporu, TESEV bir rapor hazırlıyor, orada deniliyor ki: "Hükümet sondan üç sırayı alıyor."

Burada sorum şudur: Bu hal, hükümeti rahatsız etmiyor mu? Yani, Türkiye'de, halk tarafından, bu hükümete güvenilmemesi bu hükümeti hiç rahatsız etmiyor mu, doğrusu sormak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi, çok cazip ve enteresan bir rapordan bahsedeceğim: Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bir rapor yayımlıyor. Bakınız, rapor aynen şu:

 " 1- Özelleştirmede harcanan para gelirin altındadır.

  2- İhaleler askıya alınmıştır.

  3- Eski özelleştirmelerden taksitler alınamamaktadır.

  4- Özelleştirme kapsamındaki kuruluşların aylık gideri 100 trilyondur, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının, 2001 yılı sonuna kadar, 866 trilyona ihtiyacı vardır; paramız yoktur. Yeni özelleştirme kanununa ihtiyaç vardır."

İşte, bu hükümetin, aslında, cazip görülebilen fotoğrafı budur. Sayın Bakan ikide bir çıkıp bu açıklamalarıyla kendine bağlı birimle ters düşmektedir değerli arkadaşlar.

Şimdi, yine bu hükümetin yaptığı fevkalade hata, yanlışlardan bir tanesi, usulsüz banka kurma izni verildi.

Sayın Bakan bizi burada dikkatle takip ediyor zannediyorum. Şimdi verdiğimiz rakamlar aldığımız kurumla ilgilidir. Çok enteresandır ki, Maliye Bakanıyla DPT, DPT ile Hazine bazen çoğu zaman birbirinin zıttı rakamlar vermektedir. Onun için, buraya gelip "efendim, bu rakamlar 1 milyar aşağı idi, 1 milyar yukarı idi..." Böyle bir itiraz kabul değil; ben sorularımı net ve açık soruyorum, hiç tartışmaya gerek yok.

Bakın değerli arkadaşlar, murakıp raporları ne diyor:

"1- Türkiye Cumhuriyeti Devletinde 57 nci hükümet, sermayesi yeterli olmayan kuruluşlara banka kurma izni vermiştir." Sıkıntı buradan başladı.

"2- Banka murakıp denetim raporları hasır altı edilmiştir.

 3- 14 banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna alınmış, zarar 14 katrilyondur." Bunun içinde Etibank, Egebank veriliyor. "Halen, bu, mevduat Fonuna alınan bankalarla ilgili ciddî bir işlem yapılmamıştır, zarar artarak devam etmektedir."

Şimdi, bu konuyla ilgili soruyu net ortaya koyuyorum: Neden hâlâ hükümet, bu bankalarla ilgili işlemi tamamlayıp devleti zarardan korumamıştır?

Değerli arkadaşlar, şimdi sorunumuz nedir; güvensizlik. Bakın, bu hükümet neden güvensiz hale geldi:

1- Sayın Bakan açıklama yaptı "devalüasyon yok" dedi, devalüasyon yüzde 100 oldu, sabaha doğru herkes fakirleşti.

2- "Konsolidasyon yapmayacağız" dedi, iç borçta 10 milyar dolar konsolide edildi. "Yeni vergi yok" dedi, habire vergi arka arkaya geldi ve "programdan katiyetle vazgeçilmeyecek" dendi, buraya gelip kürsüde programın faziletleri, özellikleri, iyilikleri anlatıldı, anlatıldı!.. O sabit kur ne kadar güzel, özel bir şeymiş; ama, tekrar buraya geldiler "bundan vazgeçtik; yanılmışız" dediler.

Değerli arkadaşlar, aslında, krizler göz göre göre geldi. Bakınız, şimdi, size, çok enteresan, belki de kayıtlara geçecek çok önemli bir şeyi ifade ediyorum. O kriz günü akşamı kamu bankaları kredi verdiler, verdikleri kredileri... Bakın, Halk Bankası, Ziraat Bankası; aynı banka, aynı bankadan 5 trilyon kredi alındı, o 5 trilyon kredi, aynı bankanın öbür bankasına gecelik yüzde 7 500'le yatırıldı ve banka, kendi parasıyla kendi içinde soyuldu ve bu hükümet buna seyirci kaldı. Çıkın gelin, burada, böyle olmadı diye buna cevap verin. Eğer böyle olmadıysa, bize bilgi verenlere de biz soralım, bakalım neden oldu.

Değerli arkadaşlar, şimdi, çok önemli bir konu söyleyeceğim. Merkez Bankası, zaman zaman likit parada piyasaya müdahale ediyor. Değerli arkadaşlar, o kriz gecesi, Ziraat Bankası Genel Müdürü Merkez Bankasını arıyor "2 katrilyon paraya ihtiyacımız var" diyor. Merkez Bankası "özel bankalardan alın, biz para veremeyiz" diyor ve Ziraat Bankası, o gün, devlet bankasıdır, itibarı sarsılmasın, memurlar maaşını alsın, toplumda bir sıkışma olmasın diye, 2 katrilyon parayı, 3 gün vadeli özel bir bankadan alıyor. 3 gün için 2 katrilyona 1,8 katrilyon faiz ödeniyor ve bu parayı ödeyenler burada hesap vermek mecburiyetindedir. Peki, hesap verince ne olacak; olacak şudur: Bu vergiler bu kadar çıkmayacaktı; ama, siz, krizi de yönetemediğiniz için bu devlet böylece zarar etti.

Değerli arkadaşlar, şimdi, aslında, bu hükümet, herkese talkın veriyor, kendisi salkım yutuyor. Efendim, işte, dolarla çalışmayın vesaire. Ben baktım şimdi, hükümetin, âdeta, bir dolar aşkı var, dolar aşkı!.. Bedelli askerlik dolarla, özelleştirme dolarla, KİT ürünleri dolarla satılıyor, yurtdışı çıkışları dolarla, devlet ihaleleri de dolarla! Hatta, siz, hocalara da yazı gönderdiniz, TL'nin fazileti hakkında camide bir konu anlatın filan diye. Aslında, bana göre eksik yaptınız. Orada, devleti soyanların isimlerini de verseydiniz, hutbede bunlar da okunsaydı çok iyi olurdu herhalde. (SP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, DPT bir rapor hazırladı ve açıklıyor. Başbakanlığa bağlı DPT raporunda "ekonomi çöktü, reel sektör battı -ben söylemiyorum, DPT söylüyor- 2001 sanayi üretimi yüzde 11,8 geriledi. Türkiye fabrika mezarlığına döndü -anlaşılsın diye özet söylüyorum- 2 764 fabrika kapandı, 4 734 fabrika kapanmak üzere, 102 194 kişi hemen bu fabrikalardan çıkarıldı" deniliyor.

Değerli arkadaşlar, bir ağacı budadığınız zaman, dallarını budarsınız, fazla bölgelerini de alırsınız, o ağaç, gelecek sene meyve verir; ama, siz, reel sektörü budamadınız, kökünden kazıyıp öldürdünüz; yani, bizi, Avrupa'ya muhtaç hale getiriyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, bu uygulama bizi nereye götürdü; geçen yıl ihracat 25 milyar dolar, ithalat 55 milyar dolar, açık 30 milyar dolar ve siz, bunu, tekrar borçlanacaksınız.

Sayın Kemal Derviş diyebilir ki, sizin bu anlattıklarınız doğru olsa bile, ben, altı aydır buradayım. Peki, ben, kendisine şunu soracağım: Siz, geldiğiniz zaman, bize, dolar şurada kalacak, piyasalar şöyle olacak dediniz. Önce, geldiğinizde -şimdi, göreve geldiğinizden bu tarafa altı ay oldu- dolar 700 000 liraydı, 1 600 000 lira oldu. "Param olsa TL'ye yatırırım" dediniz. Peki, o zaman, size uyan insanlar, hep batırdı, gitti... Buna hakkınız var mı?!

Değerli arkadaşlar, şimdi, bakınız, buradaki sorum şu; şuna inanıyor musunuz: Türkiye'de, üretim olmadan, ihracat olmadan, döviz rezervimizi artırma imkânımız var mı; doğrusu, bunu, öğrenmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, efendim, biz, artık, dünyayla entegre oluyoruz. Tarımda da her isteyen istediğini ekmesin; ekerse, faturasını ödesin... Bakın, buğday, 2000'de 21 000 000 ton, 2001'de 15 000 000 ton; 6 000 000 ton açığımız var. Bu yıl, 3 000 000 ton ekmeklik buğday ithal edeceğiz; tohum kalitesiz olduğu için verim iyece düşmüş. Çiftçinin borcu 2,5 katrilyon. Şimdi, çiftçi, ekim yapamaz halde. Sayın Bakan diyor ki: "Buraya çıkıp popülist politikalar üretmeyin. O dönem geçti artık." Peki, ben de size bir şey söyleyeyim: Gelecek yıl ithal edeceğiniz buğdayın parasını nereden bulacaksınız; IMF'den, değil mi?! Peki, ona ödeyeceğiniz faizi millete ödeyin. Niye daha akıllı iş yapmıyorsunuz?! O hesabı bir kere daha yapın.

Değerli arkadaşlar, bakınız, Merkez Bankası raporunda aynen şunu söylüyor: "2000 yılında çalışanların reel geliri yüzde 11,5 geriledi."

Değerli arkadaşlar, halbuki, hükümet hep şunu söylüyordu: "Ben, çalışanları enflasyona ezdirmeyeceğim." Şimdi, tabiî ki, aslında, bu rakamlara baktığımız zaman, ekonomide olumsuz tablo, bizi... Zambiya, Uganda ve biraz önce harp ilan ettiğimiz, garip, kimsesiz, silahı olmayan insanlara asker gönderiyoruz ya, onların ekonomisi bile bizden iyi. Sayın Bakan da benzer şeyi söyledi, aynen, bakanın ifadesini söylüyorum; gelir, burada, o sözü ben söylemedim der, biz de tamam deriz.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Sayın Bakanın dikkatini çekerek, üç dört konu üzerinde durmak istiyorum. Türkiye'nin önündeki en büyük tehlike şudur:

1- Yüksek faizle borçlanma politikasından vazgeçilmelidir.

2- Kamu harcamalarında israf durdurulmalıdır.

3- Yap-işlet-devret modeliyle... Bakın değerli arkadaşlar, gözden kaçıyor, biz, bir sürü projeler yaptık ve oradan, çok yüksek fiyatla enerji almayı taahhüt ettik, su almayı taahhüt ettik. Bu enerjinin ve suyun fiyatları fevkalade yüksek, dünya piyasalarından yüksek. Bu projeler yapıldı ve bunların ekonomiye maliyeti çok fazla olacaktır.

Yine, kesinleşmemiş görev zararları var ve Hazine garantili dışborç tutarı bilinmiyor. Sayın Bakan, burada, gelsin bir rakam versin, bir de Maliye Bakanı gelsin; rakamlar birbirini tutmuyor. Bir hükümet düşünün, alacağından haberi yok, borcundan haberi yok; bu, olsa olsa, müflis tüccar işidir.

Değerli arkadaşlar, peki, biz bunları söyledik, bu raporları okuduk da, acaba...

BAŞKAN - Toparlar mısınız efendim.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Efendim, bir iki dakika müsaade ederseniz tamamlıyorum.

BAŞKAN - Artık, 30 dakikadan sonra da süre uzatmayayım.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Efendim, sadece 2 dakika istiyorum.

BAŞKAN - Takdir sizin, 30 dakika konuştuktan sonra...

Buyurun.

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, ben, burada çok önemli bir konudan bahsetmek istiyorum. "Siz, muhalefet olarak bunları söylemekle mükellefsiniz..." Peki, bakın -hükümetten hükümete eleştiri- Sayın Karakoyunlu ne diyor: "Güçlü ekonomiye geçiş programından eser kalmadı. Hazine, Maliye ve Dış Ticaret Müsteşarlığının ortaya koyduğu reel değerlerle hedefler arasındaki farklar dağlar kadar oldu. Program, Derviş'in ağzından çoktan düştü." Karakoyunlu, hükümet söylüyor. Peki, Sayın Derviş ne söylüyor: "Hedeflerde revizyon kaçınılmaz." Peki, siz, üç ay sonrasını göremiyorsanız, neden bakanlık yapıyorsunuz?! Dört ay sonrasını göremiyorsanız, getirip buraya program... O programı burada iki saat siz anlatmadınız mı; niye üç ay sonra geliyorsunuz... Bakın şimdi ne diyor; 11 Eylül Amerika'daki olay... İyi de Amerika'da olay oldu, orada dolar yükseliyor.

Efendim, şimdi, konuşmamın başında ifade ettim, Muhterem Heyetinize saygılar sunmadan önce bir şeyin altını çizmek istiyorum. Bakın, DSP Grubundan Rıdvan Budak diyor ki: "Başbakan Kızılay'da yürüyemez. Hiç olmazsa daha benim yürüme imkânım var." Gelin, bu hükümetin kendine saygısı varsa, bir defa iyilik yapsın, istifa etsin. Bu Parlamentodan daha çok hükümet çıkar; endişe etmeyin.

Saygılarımla. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - İkinci söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sıvas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener'de.

Buyurun efendim. (AKP sıralarından alkışlar)

AKP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi AK Parti adına saygıyla selamlıyorum.

Gensoru görüşmelerimizin konusu, ekonomi; yani, sorun, hükümet ekonomi yönetiminde başarılı mı başarısız mı veya ekonomi iyi mi kötü mü? Bu soruyu sorduğumuzda, ben, iktidar kanadına mensup milletvekillerimiz dahil, tüm milletvekillerimizin izan sahibi, insaf sahibi olduğuna inanıyorum ve bu Mecliste, bu Heyette ekonominin iyi olduğunu söyleyebilecek tek bir milletvekilinin bulunduğuna inanmıyorum. Herkes kendi kendine sorduğu zaman, ekonominin çok kötü olduğunu söyleyecektir; yani, hükümetin başarısız olduğunu söyleyecektir; çünkü, ekonominin iyiliği veya kötülüğü, iktidarların uygulamış olduğu politikalarla ortaya çıkar. Eğer, bir siyasî iktidar, yanlış bir iktisadî politika ortaya koymuşsa, yanlış uygulamalar yapmışsa, ekonomi kötüdür ve bugünkü bu kötü gidişin sebebi de mevcut 57 nci Ecevit Hükümetidir ve bu hükümet, başarısız bir hükümettir. Aslına bakarsanız, bu hükümet, cumhuriyet tarihi boyunca gelmiş geçmiş tüm hükümetler içerisinde en başarısız olanıdır. Bu mevcut hükümet, Türk ekonomisini tahrip etmiştir, halkı perişan etmiştir, ezmiştir ve vatandaşı bitirmiştir. Her şeyden önce, Türkiye'nin geleceğini karartmıştır. Sadece Türkiye'nin bugününü değil, Türkiye'nin geleceğini de karartan bir iktidarla, bir hükümetle karşı karşıyayız. Tüm bunların ötesinde, bu mevcut hükümet, ülkemizin millî hassasiyetlerini ve onurunu kırmıştır; dışpolitikadaki bağımsız millî karakterimizi, ekonomiyle birlikte ipotek altına sokmuş bir hükümettir ve iktidardır.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, halkımız, yokluğa, yoksulluğa, hatta sayısız yolsuzluklara sabretmektedir. Siz değerli milletvekilleri ise, hükümetten ne geldiyse "doğrudur, yanlıştır" demeden, hükümetin göndermiş olduğu bütün tasarıları, gece sabahlara kadar mesai harcamak suretiyle, burada, kabul ettiniz; ama, şunu bilmenizi isterim ki, gerek vatandaşlarımıza gerekse siz değerli milletvekillerimize böylesine bir Çin işkencesi çektiren bir hükümet yeryüzüne gelmiş değildir. Bunu tekrar tekrar kendi kendinize sorduğunuz zaman, söylenen sözlerin hak sözler, doğru sözler olduğunu göreceksiniz.

Bu tablo karşısında, daha ne zamana kadar bekleyeceğinizi merak ediyorum; daha ne kadar sabredeceksiniz, sabrınızı daha ne kadar zorlayacaksınız bunu merak ediyorum. Bu hükümetin bitme vaktinin gelmediğine eğer değerli milletvekillerimiz inanıyorlarsa, bilsinler ki, bu hükümetle birlikte kendileri de biterler. (AKP sıralarından alkışlar)

Bakın, toplumun bütün kesimlerinden feryat yükseliyor. İşte, Türkiye'deki çok sayıdaki ziraat odasının, birlikte, altına imzalarını atarak yayımlamış olduğu bildiri "Bütün Türk Halkına Duyurudur" diyor. Bu duyuru, aynı zamanda siz değerli iktidar milletvekillerine de yapılan bir duyurudur, bu hükümete destek olan siz değerli milletvekillerine de bir bildiridir.

Ziraat odaları, çiftçi adına feryat ediyor, Türk Halkı, büyük bir açlık tehlikesiyle karşı karşıyadır diyor. Tıpkı, Kurtuluş Savaşına giren 1920'li yılların Türkiyesi gibi; ama istilacı devletler değil, mevcut hükümet çiftçiye savaş açmış, bütün üretim araçlarımızı elimizden almıştır diyor, çiftçi temsilcileri söylüyor bunu. Ayçiçeği tükendi, buğday tükendi, hayvan tükendi, toprak tükendi ve biz tükendik diyor. Değerli milletvekilleri, bu, çiftçimizin feryadıdır. İcra yoluyla sattığınız traktörlerimizi geri verin diyor. Alabileceğimiz fiyattan gübre verin, tohum verin, ilaç verin, bu toprağı ekelim diyorlar; ama, maalesef, iktidarın izlemiş olduğu yanlış iktisat politikaları yüzünden, bugün, Türk köylüsü, çiftçi ve üretici mahvolmuştur, perişan olmuştur.

İşte tarımsal üretimle ilgili rakamlar, bunlar da durumu doğruluyor. 2001 yılında tarımsal üretim yüzde 7 azalmıştır. 2001 yılında 113 ürün izlenmiş ve bunun 55'inde üretim azalmıştır, en önemli üretim alanı olan buğday üretimi de yüzde 10 düşmüştür ve 107 000 çiftçi Ziraat Bankasına olan borçları sebebiyle icralık duruma düşmüşlerdir, son piyasa faizleriyle yapılan taksitlendirme de sorunu çözecek durumda değildir. Çiftçiye zulmetmek bu hükümetin temel vasfı ve temel karakteri haline gelmiştir. Eğer, bir siyasî iktidar kendi vatandaşına zulmediyorsa, haksızlık yapıyorsa, perişan ediyorsa kendi vatandaşını, ayakta durma şansı yoktur ve bu hükümete destek veren milletvekillerinin de varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir. (AKP sıralarından alkışlar) İktidarla birlikte, şu mevcut hükümetle birlikte yok oluyorsunuz, yok oluşa doğru gidiyorsunuz, hepinizin şimdiden dikkat etmesi gerekir.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet tarihi boyunca, ilk kez bu iktidar döneminde, 2000 yılında, tarımsal ürün ithalatı ihracatı aşmıştır. Bu, cumhuriyet tarihinde ilktir, sizin iftiharla anacağınız rekorlardan biridir, eğer, bunlar iftihar edilecek şeylerse! (AKP sıralarından alkışlar)

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Bu bankaları batıranlar utansın!..

BAŞKAN - Sayın Levent...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Esnafın durumu da aynıdır, çekler, senetler ödenemez duruma gelmiştir, alışveriş durmuş, işyerleri kapanmaktadır ve esnaf, artık çek kullanamaz hale gelmiştir, esnaf kefalet kooperatiflerinden yüzde 90'lık faizle kredi alamaz duruma düşmüştür. Vergiler, Bağ-Kur, SSK primleri altında, esnaf kanağlamaktadır, her şey durmuş vaziyettedir; işsiz perişandır, iş bulabilme umudu yoktur. Memur, işçi, emekli, topyekûn 65 milyon insanı mahveden, yok eden ve ezen bir iktidarla karşı karşıyayız.

Bunlar benim söylediğim sözler değildir, bunlar bana ait sözler değil, siz değerli iktidar partilerinin milletvekilleri de kendi kendinize, aranızda aynı şeyleri söylüyorsunuz, "bu hükümete daha ne kadar sabredeceğiz" diyorsunuz; ama, sabretmekle mesele çözülmez, sorun çözülmez; ama, bu tabloyu gören, bu durumu tespit eden, düşünen bir siyasî iktidar, toplumsal sorumluluk duygusu içerisindeyse, bırakır, çeker gider; gensorulara da ihtiyaç olmaz. (AKP sıralarından alkışlar)

Bakın, bu hükümetin neyi başarılı neyi başarısız: Üç yıldır işbaşındasınız, iktidardasınız ve bu iktidar, yani, Sayın Ecevit, Sayın Bahçeli, Sayın Yılmaz, birlikte, üç yıl önce 57 nci Ecevit Hükümetini kurdular ve bir temel öncelik belirlediler, dediler ki; biz, enflasyonu düşüreceğiz; bunun dışında da hiçbir öncelik koymadılar ortaya. Enflasyonu düşüreceğiz diye temel bir hedef koydular ve bu temel hedefi gerçekleştireceğiz diye, bu ülkede fakir fukarayı aç sefil bıraktı mevcut iktidar, yoksulluğu derinleştirdi, işsizliği artırdı, çiftçiyi tüketti, esnaf ve sanatkârı yok etti, memurları, işçileri, emeklileri de ezdi bitirdi. Niçin; enflasyonu ben düşüreceğim dedi.

Peki, bunca zulümden sonra, bunca ıstıraptan sonra, bugün Türkiye'de enflasyon düştü mü; hayır, aksine, patladı. Eylül sonu itibariyle, yıllık enflasyon, TEFE'de yüzde 75'tir değerli arkadaşlarım. Yıl sonu itibariyle de yıllık enflasyonun yüzde 80 çıkacağı herkes tarafından ifade edilmektedir.

Üç yıl önce yüzde 60'ta aldığı enflasyon rakamını, eğer, enflasyonu aşağı çekme hedefiyle ortaya çıkan bir iktidar, üç yıl sonra yüzde 80'e çıkarıyorsa, temel hedefini tutturamıyorsa, bir gün daha o koltukta kalamaz; çekip gitmesi lazım. (AKP ve DYP sıralarından alkışlar) Biz bu işi bilmiyoruz, biz bu işi beceremiyoruz, milletten de özür diliyoruz, demesi lazım; ama, bunu söyleyebilmesi için, bir siyasî iktidarın vatandaşına karşı sorumlu olduğu duygusu içinde olması lazım. Açıkça söylüyorum, bu iktidarın vatandaşına karşı sorumluluk duygusu, maalesef, herkesin tartışacağı bir noktadadır.

İşsizlik, Türkiye'nin en önemli sıkıntısı, derdi haline gelmiştir ve bu hükümet, önünü göremeyen bir hükümettir; yılbaşında dedi ki, Türkiye'de 2001 yılı için yüzde 4,5 büyüme hedefliyoruz. Bu bizim temel hedefimizdir. Büyüme önemli; büyüme dediğiniz zaman zenginleşmeyi anlarsınız; ekonomi küçüldü dediğiniz zaman herkesin yoksullaştığını anlarsınız. Bu iktidar, bütçesini hazırlarken, 2001 yılında yüzde 4,5'lik bir büyüme hedefi ortaya koydu. Aradan bir ay geçmedi, dedi ki, "yanlış hesap yapmışız, ekonomi yüzde 3 küçülecek. Arkasından üç ay geçti, dedi ki, ekonominin yüzde 3 küçüleceği konusunda da yanılmışız, ekonomi yüzde 5 küçülecek ve şimdi yapılan hesaplar, yıl sonu itibariyle, ekonominin yüzde 8 civarında küçüleceğini göstermektedir.

Önce, yüzde 4,5'lik büyüme hedefi koyan, arkasından yüzde 3, daha sonra yüzde 5, daha sonra yüzde 6,5  küçüleceğiz diyen bir iktidar, yıl sonuna yüzde 8 küçülmeyle çıkıyorsa, bir adım önünü göremiyor demektir. Bir adım önünü göremeyen bir iktidarın da bir hükümetin de ayakta kalmaması gerekir. Eğer, bunu sizler ayakta tutuyorsanız, sizler destek veriyorsanız; evet, bütün sorumluluk, mesuliyet sizlerdedir.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Doğru, doğru...

ALDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Ben, sadece, doğru olanı, herkesin objektif olarak kabul edeceği gerçekleri anlatmaya çalışıyorum.

Evet, daha önünü görmeyen bir hükümetle karşı karşıya isek, bu gensoru önergesini kabul edelim ve bu hükümeti  gönderelim dediğimiz zaman meseleyi çözmüş olmayız arkadaşlar. Hükümetin gitmesi yetmez. Aslında, Bakanlar Kurulu üyelerine, hiçbir hedeflerini tutturamadıkları için meydan dayağı çekmek lazım! (AKP sıralarından gülüşmeler ve alkışlar; DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Ayıp, ayıp; size yakışmıyor!

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Yeryüzünde böyle bir iktidar yok.

İHSAN ÇABUK (Ordu) - Sen bakanlık yaptın, yakışıyor mu sana?!

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Yakışıyor mu size Sayın Şener?!

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Cumhuriyet tarihi boyunca, önünü göremeyen bir iktidar, bugün söylediği ertesi gün yanlış çıkan bir iktidar....

İHSAN ÇABUK (Ordu) - Sen meydan dayağı yedin mi hiç?!

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla)- Bu iktidar, ayakta kalma şansına sahip değildir; ayakta kalma hakkına sahip değildir. Toplumsal sorumluluk duygusu da taşımıyor ve ille ben burada duracağım, bu koltukta oturacağım diyorsa, hakkının ne olduğunu, siz benden daha iyi bilirsiniz.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, "meydan dayağı" sözüyle ilgili uyarıda bulunur musunuz?

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Evet, ekonominin küçülmesi demek değerli arkadaşlarım.

BAŞKAN - Sayın Şener, bir dakika efendim.

Sayın Şener, bir yanlış anlaşılma olmuş.

Sayın Şener "meydan dayağı" derken, seçimden bahsetti efendim. (AKP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)  Efendim, ondan bahsetti.

Buyurun Sayın Şener.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, söylediğim her cümleyi arif olanlar anlar.

Değerli milletvekilleri, ekonominin küçülmesi demek, ülke olarak yoksullaşmak demektir, ülke olarak fakirleşmek demektir. Gerçekten de, on yıl önce kişi başına düşen millî gelir 3 000 dolar iken, şimdi, on yıl sonra, mevcut iktidarın, hükümetin elinde, kişi başına düşen millî gelir 2 300 dolara düşmüştür ve dört sene önceki 3 250 doların altına inmiş vaziyettedir. Üç yıl sonunda, mevcut iktidar ekonomiyi küçültmüştür ve halkı yoksullaştırmıştır.

Ekonominin küçülmesi demek, işsizliğin de artması demektir. Nitekim, Devlet İstatistik Enstitüsünün verdiği rakamlar ortadadır. Bu yılın ilk altı ayında, sadece altı ayında 400 000 kişi işini kaybetmiştir, ücretli olarak çalışanlardan 400 000 kişi işini kaybetmiştir. Kayıtdışı işçileri ve işyerlerini kapatan esnafı da hesaba kattığınızda -bunların da 600 000 kişi olduğu tahmin edilmektedir- 1 000 000 insan yılın ilk altı ayında işini kaybetmiştir. İşini kaybeden bu 1 000 000 insanın yakınlarını, ailesini de hesaba dahil ettiğinizde, milyonlarca insan, bugün, Türkiye'de, altı ay önce işi olduğu halde, işsizlik sıkıntısı içerisindedir, geçim sıkıntısı içerisindedir, çocuğunun okul masraflarının derdi içerisindedir, mutfağında kazanın nasıl kaynayacağıyla ilgili derdin içerisindedir, sıkıntının içerisindedir.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - Ne kazanı... Kazan yok ki!..

BAŞKAN - Lütfen efendim...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bir siyasî iktidarın, bunca yanlışı yapıp da, vatandaşımıza böylesine bir işkenceyi çektirmeye hakkı yoktur değerli arkadaşlarım.

Bakın, yine, verilen rakamlara göre halkımızın yüzde 89'u giyim harcamalarını azaltmıştır, halkımızın yüzde 77'si gıda harcamalarını azaltmıştır. Eğer, vatandaş, normal hayatına devam ederken, bir iktidar geliyor, bir hükümet geliyor ve uyguladığı politikalarla her şeyi mahvediyor da vatandaş, giyim harcamalarında yüzde 89 azaltma yapıyorsa, gıda harcamalarında yüzde 77 azaltma yapıyorsa, demektir ki, bu hükümet başarısızdır ve bir an önce gitmelidir.

Değerli milletvekilleri, feryadını duymadığınız tek bir kesimin olduğunu zannetmiyorum. İşsizliğin, yoksulluğun acısını çeken vatandaşlarımızın hali hepinizin yüreğini parçalıyordur. Meclise gelenler, vatandaş arasında dolaşırken duyduğunuz sitemler bunun açık kanıtıdır ve ifadesidir. Sivil kitle örgütleri, bu odaların, sivil kitle örgütlerinin başkanları, her gün, telefonlarla, fakslarla, mektuplarla, heyetler halinde gelerek yaptıkları ziyaretlerle kendi kesimlerinin rahatsızlıklarını ve sıkıntılarını dile getiriyorlar. Aynı sıkıntılar bana da geliyor, aynı sorunlar sizlere de intikal ettiriliyor; ama, bu tablo karşısında, hâlâ, Türkiye'de işlerin normal gittiğini söyleyebilmek mümkün değildir.

Peki, bütün bu olup biten felaketin sorumlusu kimdir dediğimizde, ben değil, siz de kendi kendinize sorduğunuzda "bütün bu kötü ekonomik tablonun sorumlusu, mesulü, mevcut iktidardır, hükümettir, Bakanlar Kuruludur" diyeceksiniz.

Bir hükümet, eğer, bilgi sahibi değilse, beceriksizse, bilgisizse, ekonominin altı üstüne gelir. Bakın, üç senedir iki program hazırlandı. İlk programın adı, hepinizin hatırladığı gibi "İstikrar Programı"ydı. Adını "İstikrar Programı" koydular, Türkiye'de, iki ayda, iki büyük kriz yaşandı; Türkiye, büyük bir istikrarsızlığın içerisine sokuldu ve atıldı. Yani, adıyla müsemma olmayan bir programı kim yapar, hangi iktidar yapar derseniz, işte, Sayın Ecevit, Sayın Bahçeli ve Sayın Yılmaz'ın birlikte oluşturdukları 57 nci Ecevit Hükümeti yapar bunu; nitekim yapmaktadır ve de Türkiye'yi, iki ayda iki büyük krize sokan tek hükümet, sizin hükümetinizdir.

Sonra ikinci program, Sayın Derviş geldikten sonra hazırlanan program; adını "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" koydular. İsmini ne koyarlarsa, tersini yapacaklarından emin olasınız. (AKP sıralarından alkışlar) "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" koydular adını; ama, Türk ekonomisini tasfiye ettiler, tasfiye! Bunun başka anlamı yok. Çiftçiyi, esnafı, işadamını, yatırımcıyı, memuru, işçiyi, işsizi ve emekliyi, hepsini tasfiye ettiler. Onun için, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı değil bu, tasfiye programıdır.

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bakın, ilk programda temel bir hedef belirlediler ve " döviz çıpasına dayanıyor bu programın temeli, dövizi belli bir noktada tutacağız" dediler, döviz fırladı. Ne söylüyorlarsa, tersi!.. İkincisinde de dediler ki "güçlü ekonomiye geçiyoruz, faizleri düşüreceğiz" faizler fırladı, yüzde 90'lar seviyesinde gidiyor. Yani, söylediği hiçbir söz gerçekleşmiyorsa; ağzından çıkan her söz, sonunda tersiyle ortaya çıkıyorsa bir iktidarın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

PERİHAN YILMAZ (İstanbul) - Sizin paralarınız da yastıklarınızın altında... Çıkarın da harcayın şunları artık.

BAŞKAN - Sayın Yılmaz... Lütfen efendim...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Yani "vatandaş suçludur" demek istiyorsunuz...

PERİHAN YILMAZ (İstanbul) - Size... Size...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Hükümetiniz 19 banka batırırsa, fona devretmek zorunda kalırsa yanlış politikalarıyla, vatandaş götürüp de bankaya parasını yatırmazsa, bunun sorumlusu siz misiniz, yoksa vatandaş mıdır?! (AKP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, özetlemek istiyorum: Reel ekonomi diye bir derdi yok bu iktidarın. Bu iktidar, mevcut hükümet, açıkça söylüyorum, üç kâğıtla oynuyor; bu üç kâğıtla ekonomiyi kurtaracaklarını zannediyorlar, yanılıyorlar: Birinci kâğıt, borsa, hisse senetleri; ikinci kâğıt, döviz, dolar ve mark; üçüncü kâğıt, faiz, yani tahvil ve bonolardır.

Değerli arkadaşlarım, üçkâğıt ekonomisine çevirmiştir bu iktidar Türkiye'yi ve Türkiye ekonomisini!.. (AKP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Üçkâğıtçılıkla ülke kalkınmaz. Üçkâğıtçılıkla ekonomi düzlüğe çıkmaz. Otursunlar, düşünsünler, taşınsınlar ve bu yanlış gidişe "dur" desinler diyemiyorum; çünkü, bunu kendileri söyleyemezler. Yerlerini terk etsinler, bu işi bilenler gelsin ve otursun.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AKP, DYP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Şener, teşekkür ederim.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Şu bankaların hesaplarını ne zaman vereceksiniz? Grubunuza liste gönderiyorum. (AKP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, yerinizden konuşmayın lütfen; ortamı germeyelim.

Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisinde.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Ufuk Söylemez; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Gönderdiğim listeyi bir incelesinler... (Gürültüler)

BAŞKAN - Şimdi, hep beraber konuşarak bu müzakereyi götüremeyiz efendim. Siz susacaksınız, hatip konuşacak.

Buyurun.

DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; ekonomideki kötü gidiş, kriz ve kötü yönetim nedeniyle verilen gensoru önergesi hakkında Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; konuşmamın başında, Sayın Başkanı ve Yüce Heyeti şahsım ve Grubum adına en derin saygılarımla selamlıyorum efendim.

Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği ve yaşadığı gibi, Türkiye, bugün, savaş yıllarından bu yana, cumhuriyet tarihindeki en kötü ekonomik daralmayı yaşamaktadır. Bu, aynı zamanda, millet olarak da en kötü ekonomik fakirleşmeyi getirmektedir. Tüm kredibilitesini yitiren hükümet ve ekonomi yönetimi, büyük bir basiretsizlikle, Türkiye'yi, maalesef, ekonomide bir çıkmaz sokağa sokmuş bulunmaktadır. Millî gelir, gayri safî millî hâsıla, bu yıl, ilk yarısı itibariyle eksi 8,5 oranında küçülmüş olup, bu, İkinci Dünya Savaşının sona erdiği yıl olan 1945 yılından beri Türkiye'nin yaşadığı en kötü ekonomik daralmaya işaret etmektedir maalesef. Kişi başına düşen millî gelir de, bu yıl itibariyle, ilk kez, son dört beş yıla kıyas ettiğimiz zaman, 3 000 doların altına, 2 200 dolarlara kadar inecektir. Bunun anlamı, Türkiye "alt orta gelirli" olarak tabir edilen Dünya Bankasında, dargelirli fakir Afrika ülkelerinin seviyesine düşmüş olacaktır; yani, Türkiye, ekonomide, maalesef lig de küme düşmüş olacaktır bu yıl sonu itibariyle.

Anasol-M Hükümeti tarafından, bu hükümet tarafından, üst üste başarısızlıklar ve fiyaskolarla çöken hatalı ekonomik program ve uygulamalar, Türk ekonomisinin moral gücünü, rekabet gücünü, teşebbüs gücünü kaybetmesine neden olmuştur. Gerek 2000 yılı başında büyük iddialarla ortaya konulan tablita programı ve gerekse Sayın Derviş tarafından bu yılın nisan ayında açıklanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, maalesef, tam bir basiretsizlik örneği olarak, neyi hedefliyorsa tersi çıkan birer başarısızlık abidesi olarak Türk ekonomisini tahrip etmiştir ve Türkiye'nin gördüğü en kapsamlı, en derin ve en uzun süren ekonomik buhranı daha da derinleştirmiştir.

Her iki program için de, işin başında, kamuoyunu ve hükümeti uyaran, bu programların Türkiye'nin bünyesine uymayacağını, gerçekçi olmadığını, revize edilmesi gerektiğini öne süren Doğru Yol Partisi sözcülerinin, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Çiller'in, bugün, ne söylediyse doğru çıkmış olması, bizlerin bu ikazlarını dikkate almayan hükümet ve ekonomi yönetimi için, gerçekten büyük bir talihsizlik ve tarihî bir yanılgı olmuştur diye düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, istikrar programları, hükümetler tarafından, ekonomik programlar, ekonomi yönetimleri tarafından, o ülkenin ekonomide daha iyiye gitmesi, ekonomik göstergelerini iyileştirmesi, büyümesi, işsizliği azaltması ve yatırımları artırması amacıyla yapılan programlardır. Bir istikrar programında temel amaç, en kısa sürede bu iyileşmenin ve sonuçlarının alınmasıdır. Elbette ekonomik krizler yaşanabilir, elbette ekonomik istikrar tedbirleri alınabilir; ama, bunların altı ay, en geç bir yıl içinde olumlu göstergelerinin, ilk sinyallerinin kamuoyunda ve ekonomide görülmesi gereklidir. Bugün böyle mi; maalesef, değil. Türkiye, 1999 sonunda yürürlüğe konulan, enflasyonla mücadele adına konulan tablita programından beri bir krizden öbür krize sürükleniyor; bir yanlıştan öbür yanlışa sürükleniyor. Öyle ki, ekonomi yönetimleri ardı ardına istifa ediyor ve maalesef, Parlamento, bana göre hiç de şık olmayan bir hareketle by-pass edilerek, 350 kişilik bir iktidar çoğunluğuna Parlamentoda sahip olan hükümet, dışarıdan ekonomi bakanı getirmek zorunda kalıyor. Bu da, bizim, hiçbir zaman kabul etmediğimiz, demokratik bulmadığımız, Parlamento adına da içimize sindiremediğiz olağanüstü bir davranış diye düşünüyoruz.

Her şeye rağmen, gelinen noktada, bugün, Türkiye "Güçlü Ekonomiye Geçiş" adı altında Sayın Derviş tarafından altı ay önce ilan edilen programın bütün sonuçlarının, neyi hedeflediyse tersi çıkmasının şaşkınlığını, paniğini ve üzüntüsünü yaşamaktadır. Bakınız, eksi 3 büyüme hedefleyen Güçlü Ekonomiye Geçiş Programında, Sayın Derviş, geçen hafta IMF'de "eksi 8 olacak" demek zorunda kalmıştır; ama, Türkiye, âdeta bir kobay ülke gibi, yaz boz tahtası gibi, bu yanlış programlarla, Türkiye gerçeklerinden kopuk uygulamalarla bir ekonomik çıkmaz sokağın içine, maalesef, sürüklenmiştir.

Değerli milletvekilleri, enflasyonun bu aylarda aylık yüzde 2 olacağı söylenmiştir. Eylül ayında TEFE enflasyonu 5,9'a çıkmıştır, 6'lara vurmuştur. Sene sonu itibariyle, toptan eşya fiyatlarında yüzde 80'den aşağı olmayan bir enflasyonla karşı karşıyayız. Türkiye, istikrar programı uygulamadığı yıllarda, enflasyonla mücadeleyi hedeflemediği yıllarda dahi böylesine bir krize ve böylesine yüksek bir enflasyona muhatap olmamıştı. Uygulanan istikrar programının ülkeyi iyiye götürmesi değil, daha kötüye götürdüğü bir olay, sadece, maalesef, Türkiye'de gerçekleşmiştir.

Bugün 1 milyon 700 bin lirayı bulan bir dolar kuruyla karşı karşıyayız. Piyasalar tedirgin; kimse doların yarın ne olacağını tahmin edemiyor, doların fiyatı öngörülemiyor; sanayici, ithalatçı hiçbir planlama yapamıyor; bankacılar açık pozisyon alamıyor ve risk takibinde zorluk çekiyorlar. Devalüasyon, fiilen yüzde 135'i bulmuştur. Sabit kur yanlışından, başka bir yanlış olan dalgalı kur yanlışına geçilmiştir. Gerçekçi reel kur uygulayan Doğru Yol Partisi iktidarlarının bu konudaki yapıcı eleştiri ve ikazları da, maalesef, ekonomi yönetimi tarafından dikkate alınmamıştır. Bugün, 1 milyon 700 bin sınırını zorlayan dolar, Türkiye'deki bütün dengeleri tehdit etmektedir. Ne dendiyse tersi çıkan bu programda, artık, çıkıp, ekonomi yönetiminin, Sayın Bakanın, hükümetin, kamuoyu önünde bir özeleştiri yapması ve kamuoyundan bir özür dilemesi gerekmektedir. (DYP sıralarından alkışlar)

Borçlanmada yüzde 60'lar dolayında olacağı söylenen faizlerin bugün ne olduğuna baktığımız zaman değerli milletvekilleri, dokuz aylık Hazine borçlanmalarının ortalaması yüzde 104'tür. Yüzde 104'le borçlanan bir Hazinenin, reel sektöre, özel sektöre kaynak bırakması mümkün değildir. Dışlama etkisiyle, özel sektör, yüzde 104'le borçlanan bir Hazineyle rekabet edememektedir.

Değerli milletvekilleri, 1997 Haziran ayında, hükümeti, Anasol-D hükümetine devrettiğimiz zaman, Türkiye'nin içborç toplamı 4 katrilyon liraydı. Aradan dört yıl geçmiştir. Bugün içborç stoku 101 katrilyon liradır. Bunun, matematikle, vicdanla, ekonomi bilimiyle izahı mümkün değildir.

Türk Lirasının itibar ve değer kaybı devam ederken, Hazine ve Merkez Bankasının yanlış politikaları, para ikamesini hızlandırıcı; yani, dolarizasyonu hızlandırıcı politikaları da, Türkiye'yi, en büyük açık pozisyon taşıyan, kur riski taşıyan ülke durumuna getirmiştir. Bu dolarizasyon öyle bir noktaya gelmiştir ki, on gün önce yapılan Hazine borçlanmasında, Hazine, 2 milyar dolar dövizle borçlanmış; ama, Türk Lirasıyla borçlanmaya gittiği zaman ertesi gün, 200 milyon dolar bile borçlanamamıştır; yani, Türk Lirasına güven ve itibar kalmamış, dolarizasyon bizzat Hazine ve Merkez Bankası yönetimleri tarafından teşvik edilmeye başlanmıştır.

En büyük açık pozisyon ve kur riskini, bugün, maalesef, Hazine taşıyor. Merkez Bankasının net döviz pozisyonu eksi 9,7 milyar dolara düşmüştür. Bu, Türkiye Cumhuriyet tarihinde olmamıştır, alarm vermektedir. Toplam parasal büyüklüklerin yüzde 55'i bugün dolardadır, yabancı paradadır.

Değerli arkadaşlarım, Türk Lirası ve döviz, vadeli vadesiz ve repo hesaplarının toplamına, biz "parasal büyüklük" diyoruz bankacılık dilinde. Parasal büyüklüğün yüzde 55'nin dolar cinsinden olması, Türkiye'de ilk kez olan bir hadisedir. İnsanlar parasını Türk Lirasına yatırmıyorlar. Daha vahim olanı, bankacılık sistemine para yatıran mevduat müşterileri, tasarruf sahipleri tasarruflarını ortalama azamî iki ayla bankalarda tutuyorlar. Bu rakam, en düşük vadedir Türkiye'de gördüğümüz; yani, vatandaşlar, paralarını, bankalara, bankacılık sistemine altı ay vadeyle, bir yıl vadeyle yatırmıyorlar, yatıramıyorlar; çünkü, altı ay sonrasına, bir yıl sonrasına güvenemiyorlar; ne programa güveniyorlar ne de hükümetin geleceğine güveniyorlar. Güvensizlik, vadeleri bu noktaya kısmıştır.

Türk Lirasında durum böyle de, dövizde nasıl diye bakalım: Döviz tevdiat hesaplarında da ortalama vade, bankacılık sisteminde, bugün, 81 güne inmiştir, 81 gündür. Türkiye'de kimse, ne dövizini ne Türk Lirasını, bankacılık sisteminde, üç ay vadeli dahi yatırmamaktadır. Bu, tam bir kredibilite kaybıdır; güven ve itimadın kaybolduğu, ekonomik programa ve uygulayanlara güvenin olmadığı ülkelerde görülen tipik bir panik halidir.

Değerli milletvekilleri, vadeler kısalıyor, Hazine, üç ay vadeyle bile, yüzde 95 faizle borçlanmanın yollarını arıyor ve bugün, Türkiye'de enflasyon-devalüasyon sarmalı yeniden başlamış, birbirini besleyen bir hale gelmiş. Ülke cari işlemler fazlası veriyor uygulanan politika nedeniyle; ama, bu, rezervlere yansımıyor; çünkü, güveni tesis edemiyoruz. Güven kaybı olduğu zaman, bunu hiçbir şey yerine getiremez.

Elimizde, uluslararası bankaların -yatırım bankalarının, kalkınma bankalarının- son bu hafta yaptığı değerlendirmeler var Türkiye'ye ilişkin. J.P. Morgan diyor ki "enflasyon ortalama yüzde 37'ye bile inse, Türkiye'nin en az 13-15 milyar dolar arası bir dışkaynağa ya da taze kaynağa ihtiyacı var." Meryll Linch yabancı yatırımcılarına diyor ki "Türk tahvillerini artık, underweight edin -yani, daha fazla almayın- burada risk istemiyoruz." Bu manzara, tam bir ayar manzarasıdır ve ekonomideki kötü gidişin simgesidir.

Güven ve itimadın kaybolduğu bir ülkede, borsa da çöker, borsaya yatırım yapan binlerce insan da mağdur olur.

Bakınız, elimde tablo var. New York Borsası, 11 Eylül saldırısından sonra, 28 Eylüle kadar, eylül sonuna kadar, yüzde 10-12 civarında değer kaybetmiş. Bizim İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, neredeyse her gün bu yüzde 10'u kaybetti. Borsaya inanıp, sermaye piyasalarına güvenip, hükümet programlarına inanıp hisse senedi alan binlerce insan, paralarının pul olduğunu, ellerindeki kâğıtların değersiz birer kâğıda dönüştüğünü görmenin ve tasarruflarını, servetlerini yitirmenin derin üzüntüsü içindedir, şaşkınlığı içindedir.

Değerli arkadaşlar, 1997 yılında toplam iç ve dış borçlar, özel ve kamu, 84 milyar dolardı. Bugün, IMF'den alınacak -başka şeyler de gelecekse bilmem ama- 112 milyar dolardır. Türkiye, dört senede, 30 milyar dolara yakın bir kaynağı dışarıdan, IMF'den almış; ama, bunun ne kadarıyla yol yapmış, fabrika yapmış, istihdam yaratmış belli değildir. Bu paralar nereye harcanmıştır belli değildir. Özelleştirme fiilen durmuştur. Türkiye'ye güvensizlik, maalesef, sadece içeride değil, dışarıda da vardır.

Yabancı sermaye Türkiye'ye gelmiyor değerli arkadaşlarım. 2000 yılında, dünyada dolaşan yabancı sermaye 1,3 trilyon dolardır; bunun binde 1'i bile Türkiye'ye gelmemiştir. Türkiye'ye gelen yabancı sermaye, maalesef, 1 milyar doların altında kalmıştır ve Türkiye, yabancı sermaye tercihleri konusunda 136 ülke arasında 121 inci sıradadır; yani, yabancı sermaye sahibi, tercih edeceği ülkeler arasında, Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütünün 2000 yılı raporunda 121 inci sıraya düşmüştür.

Böyle vahim bir tablonun karşısında Türkiye, reel sektörünün üretim gücünü, rekabet gücünü, teşebbüs gücünü kaybetmiştir. Reel sektöre kaynak yoktur; kan dolaşımını hızlandıracak bir hadise yoktur; piyasalar âdeta donmuştur; itimat kaybolmuştur; çek senet sirkülasyonu durmuştur; bankacılık sistemi kredi veremez haldedir. 22 tane banka batma veya batırılma noktasına gelerek ya fona devredilmiş ya birleştirilmiş ya da kapatılmıştır. Bu bankaların içinde, sahip ve yöneticilerinin kötü yönetimi ve usulsüzlükleri nedeniyle bu noktaya gelen olduğu gibi, bir büyük bölümü de ekonomik programın ve bunun uygulamalarının yarattığı tahribatın, krizlerin sonucunda bu noktaya gelmiştir; aralarında elli altmış yıllık köklü bankalar da vardır; Demirbank gibi, Esbank gibi, eski Tütünbank gibi; her biri, Türkiye'nin bankacılık tarihiyle özdeş bankalar da tasfiye olmuştur.

Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye'de, sadece esnaf ve küçük işletmeler üzgün değil, sıkıntılı değil; en büyük işletmeler Koç ve Sabancı Grupları da bugün sıkıntı içinde. TÜSİAD Başkanının geçen hafta yaptığı açıklamayı ve yakınmaları hepimiz dinledik. Sendika başkanları, odalar, esnaf odaları, çiftçi kuruluşları -Türkiye'de esnafların yürüyor, çiftçiler yürüyor, polislerin yürüyor- hükümeti "artık yeter; artık, güven ve itimat kalmadı; artık, taze bir başlangıç yapalım" diye demokratik yolardan değişime ikna etmeye çalışıyorlar.

Bakınız, Koç Grubu, Tofaş'ta, ekim ve kasım aylarında birer hafta süreyle üretimi durdurma kararı aldı; Sabancı Grubu, Toyotasa'da Japonlarla olan ortaklığını bitirmek zorunda kaldı. Otomotiv sektörü, Türkiye'nin istihdam yaratan, ihracat yaratan otomotiv sektörü, bugün, bozguna uğramış vaziyettedir. Otomobil ve otomotiv toplam üretimi, geçen yıla göre yüzde 37 düşmüştür. Türkiye, 1997, 1998 yıllarında 45 000-50 000 traktör üretirken, bugün 12 000-13 000 traktör üretip, satamaz hale gelmiştir. Çiftçiler, traktörlerinin taksitini ödeyemiyorlar, borçlarından dolayı icra ve iflas tehdidi altında, sıkıntı içindeler.

Değerli milletvekilleri, küçük ve orta boy işletmelerin adı unutulmuştur. Az önce, değerli Gaziantep milletvekilimize gelen ve beni son derece etkileyen bir faksı, izninizle sizlerle paylaşmak istiyorum. İsteyene bir fotokopisini verebilirim, adını vermek istemiyorum.

Bu faks, 50 kişi çalıştıran Gaziantepli bir küçük işletme sahibinin, telefon, elektrik ve benzeri ödemeleri yapamadığını, ihracatının tıkandığını, bankalardan kredi alamadığını, bankaların üzerine geldiğini ve forkliftini sattığını, son bir benzin parasıyla işyerine gidip gelmekte olduğunu söylediği ve yardım istediği bir talebidir. Bu, şikâyet değildir, yardım isteğidir.

Sayın Gaziantep Milletvekilimiz Konukoğlu, bana "bir şey yapabilir miyiz" diye geldiğinde, bende de, İzmir'den, Trabzon'dan, Adana'dan gelen, buna benzer yakınma ve taleplerin yüzlerce olduğunu söyledim. Türkiye, gerçekten bir sıkıntı yaşıyor; gerçekten bir tsunami dalgası gibi gelen ağır bir kriz, maalesef, yaşatılıyor.

Değerli milletvekilleri, bugün, kamu bankalarıyla ilgili ciddî sıkıntılar vardır. Ziraat ve Halk Bankası, Türkiye'de tarıma, esnafa ve küçük işletmeye hizmet etmiş, köklü müesseselerdir. Buralarda yeniden yapılanma yapmaya kalkarken -özellikle Sayın Bakanı buradan uyarıyorum- bu bankaların, binlerce yetişmiş, emektar, tahsil görmüş, vefakâr personeli vardır; bunlar, sözleşme yapmaya zorlanıyorlar; bunlar, tayin tehdidiyle korkutuluyorlar ve âdeta, bu bankalarda terör estirilerek, dışarıdan, ayrıcalıklı, inanılmaz maaşlarla az sayıda insan transfer edilerek, bu banka personeline neredeyse ikinci sınıf muamele yapılıyor. Buna kimsenin hakkı yok Sayın Derviş; buraya, lütfen, müdahale edin, Bankacılık Kurulu ve bu Üstkurulun, bu banka personeline bu hareketi yapmasına lütfen, izin vermeyin; bunun sorumluluğu direkt sizin üzerinizdedir. (DYP sıralarından alkışlar)

Bu bankalar, o kadar, halktan kopmuş yöneticiler tarafından yönetiliyor ki, bugün, Ziraat Bankası bir genelge yayımladı. Ziraat Bankasının yayımladığı genelge taksitlendirmeye yönelikti. Genelge elimde. Bu taksitlendirme, 36 ay vadeyle, fakat, cari faizle çiftçilerin taksitlendirilmesini isteyen bir genelgedir. Hem de, ticarî firmalarla, sermaye şirketleriyle aynı bir taksitlendirme metodunu öngörmektedir. Bugün, çiftçi, çiftinin çubuğunun haciz tehdidi altında, ürününün bedelini alamayan, traktörü icralık olmuş bir durumdayken, anaparasını ödemekte zorlanırken, yüzde 95 faizle 36 aya yayılan bir taksiti nasıl ödeyebilir?! Türk tarımını bilmeyen, Türk çiftçisinin gerçeklerini bilmeyen, bankacılığı sadece manipülasyon ve spekülasyon yapmak zannedenlerin çıkardığı genelge böyle olur. Tarımı tasfiye ediyorsunuz, tarıma büyük zarar veriyorsunuz. Tarım Bakanını göreve davet ediyoruz. Sayın Tarım Bakanının söyledikleriyle, Ziraat Bankasının yayımladığı genelge arasında dağlar kadar fark var. Bu genelge, Türk tarımımın da çiftçisinin de sorununu asla çözmez. Sayın Bakanın bu konuda açıklama yapmasını istiyoruz. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, şimdi, bu hükümete, başarılı ve uyumlu denilmektedir. Az önce saydığım rakamlar, cumhuriyet tarihinin en büyük işsizliği, çöken bankacılık sistemi, 101 katrilyona fırlayan iç borçlar, gelmeyen yabancı sermaye, tutmayan hedeflerle, hükümette başarı kırıntısı var mı; yok. Peki, uyum var mı diye baktığımız zaman, uyumu da maalesef, göremiyoruz.

Bakınız, burada, bir liste var benim önümde. Hükümetin 8 tane değerli bakanı, istifa etmiş, yolsuzluk iddialarıyla istifaya zorlanmış, azledilmiştir. Sayın Hikmet Uluğbay'la başlayan süreç, hepinizin bildiği isimlerle, Yüksel Yalovalardan, Enis Öksüzlerden, Sadettin Tantanlardan uzanan bir geniş yelpazede, yaklaşık ikibuçuk üç ayda, bir bakanı istifa eden bir hükümet... Bu hükümete, Sayın Başbakan ve Başbakan Yardımcıları, kameralar önünde bile olsa, başarılı ve uyumlu demeyin. Türk kamuoyu bu kadar gerçeklerden uzak değil.

Bu kadar ekonomik tahribatın yarattığı esas sosyal sıkıntı da, toplumda bir sosyal cinnet yaratmaktadır. Türkiye için için kanıyor, Türkiye kan kaybediyor. Başbakanlık sokağına barikatlar koyan, Başbakanlık sokağını, vatandaşın protestolarına, yakınmalarına kapayan zihniyet, televizyonlarda, gazetelerde, her gün içimizi burkan, o intihar sahnelerini, cinnet geçiren insanları, yakınlarını öldürenleri, iflas edenleri, kaçanları, o içler acısı sahneleri görmüyorlar mı?! Türk toplumunu bu hale getirmeye, böyle bir sosyal cinnet ve paranoya yaşatmaya hiçbir hükümetin hakkı yoktur.

Parlamenter demokrasi, alternatiflerin olduğu tek rejimdir değerli arkadaşlarım. Alternatifsizlik, sadece krallık ve diktatörlüklere özgüdür. Türk Parlamentosu, bu hükümetten çok daha başarılı, çok daha etkin hükümet modellerini çıkaracak ve çıkarmaya muktedir bir Parlamentodur.

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Türkiye, demokrasinin ve ekonominin önünü açmak istiyorsa, bu tükenmiş, yıpranmış iktidardan bir an önce kurtulmak, demokrasi için de bir taze başlangıcın önünü açmak zorundadır.

Gelin, seçim yasalarını, Siyasî Partiler Yasasını değiştirerek, Türkiye'nin özlediği moral gücünü, teşebbüs gücünü, rekabet gücünü geri getirecek, Türkiye'de ekonomik büyümeyi yeniden sağlayacak, Türkiye'yi yeniden ayağa kaldıracak taze bir başlangıcın önünü hep beraber açalım. Bu gensoru, bunun için, hepimiz için fırsattır.

Bu gensoru, demokrasinin ve ekonominin önünü açmak için, tüm milletvekillerine sunulmuş bir fırsattır. Türkiye, artık, krizi, kader olarak yaşamamalıdır. Türkiye, artık, patinaj yapmamalıdır. Türkiye, artık, kan kaybetmemelidir ve Türkiye, bu çıkmaz sokaktan mutlaka çıkarılmalıdır.

Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu gensorunun kabulü yönünde oy kullanacağımızı bildirir, beni nezaket ve sabırla dinlediğiniz için, şahsım ve Partim adına bir kez daha saygılarımı sunarım. (DYP ve AKP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Ayrıca teşekkür ediyorum size; sürenize sadık kaldığınız için.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Ben teşekkür ederim.

BAŞKAN - Şimdi, söz sırası, Hükümette.

Efendim, bu gensorunun oylamasından sonra, ara vereceğiz. Daha sonra, iki gensoruyu gündeme alacağız.

Personelimiz yemek yiyecek. Bunu, her sefer söylüyoruz. Milletvekilleri yemek yemez; ama, personel önemli burada.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, uygun görürseniz, bundan sonraki gensoruyu da görüşelim, sonra, ihtiyaç duyarsanız, ara verelim.

BAŞKAN - Efendim, biz, memurlarımızı düşünmek mecburiyetindeyiz. Öyle karar verdik.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Uygun görürseniz dedim...

Uzun çalışmak, memurları düşünmemek anlamına gelmez; çünkü, hepimizin hayatında uzun çalışma vardır.

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, biz, öyle karar aldık, daha evvel emir buyursaydınız belki düşünürdük.

Teşekkür ediyorum efendim.

Buyurun Sayın Bakanım. (DSP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Saadet Partisi Grubu Başkanvekilleri tarafından Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında verilen gensoru önergesinin öngörüşmesi nedeniyle hükümet adına söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, gerçekten, Türkiye, zor günler yaşıyor, en azından şubat ayından beri çok zor günler yaşıyor ekonomide ve tabiî ki, son olaylar, 11 Eylüldeki olaylar Türkiye'nin işini de kolaylaştırmayacak. İleriye bakmamız, ileriye dönük çözüm üretmemiz gerekiyor. Sanıyorum, bu duruma nasıl geldik, bu konuda çok tartışma var; kısaca, sizlerle, hükümet ve kendi adıma görüşlerimi paylaşmak istiyorum.

Bu sorunlar, beş ayda, altı ayda, on ayda veya iki yılda oluşmuş sorunlar değil, çok daha ağır, çok daha yapısal sorunlar ve bu duruma ülkenin nasıl geldiğini birlikte tartışmak ve en iyi çözümleri de birlikte bulmamız gerekiyor.

1980'li yıllarda, özellikle 1980'li yılların 1987, 1988 yıllarına kadar, aslında, Türkiye, son derece başarılı bir kalkınma süreci içindeydi. 1981 ile 1987 arasında, dünya ülkeleri arasında en hızlı sanayi ihracat artışını gerçekleştiren ülke Türkiye olmuştu. Bu durumdan bugüne nasıl geldik? 1980'li yıllarda, kur, Türkiye'yi, yarışabilir bir maliyet yapısına kavuşturmuştu, ihracata dönük, çok fazla doğal kaynağı olmayan, petrolü olmayan, büyük miktarda doğal kaynak ihraç edemeyen bir ülke olarak, Türkiye, ihracata dayalı bir kalkınma modeline muhtaçtır. Türkiye'nin sürekli ve hızlı büyümesi, sağlıklı bir ihracat ve döviz kazanma sürecine bağlıdır. 1980'li yıllarda, 1986, 1987 yılına kadar Türkiye bunu gerçekleştirdi ve doğrusu, çok kararlı bir ekonomi programı ve ekonomi politikası vardı o yıllarda Türkiye'de.

1980'li yılların sonunda bizi bugüne getiren süreç başladı. Nasıl başladı; siyasî rekabet kızıştı ve maalesef, siyasî rekabet süreci içinde, ekonomide olmayan bir kaynağı vatandaşa dağıtma çabaları süregeldi. Kamu açıkları arttı ve kamu açıklarının artmasıyla birlikte, bu açıkların finansmanı yeni yöntemle gelişti. 1980'li yıllarda Türkiye'de finans piyasaları gelişmemişti, bono, tahvil piyasaları henüz başlangıç safhasındaydı, gelişti. Esasen, finans sektörünün gelişmesi olumlu, yararlı bir şey; fakat, Türkiye'de, maalesef, olumsuz bir yan etkisi oldu. Hükümetler, 1988'den bu yana, açıklarını, giderek, tahvil satarak, içeride borçlanarak sürdürme olanağını buldular.

1990 yılındaki içborç, aşağı yukarı sıfıra yakındı. Türkiye'nin dışborcu vardı; fakat, içborcu yoktu. 1990 yılında borç-millî gelir oranı yüzde 30'un altındaydı, yüzde 28'e yakındı ve dolayısıyla, bir süre, içeride borçlanarak kamu açıklarını finanse etmek, çok büyük enflasyona yol açmadan finanse etmek mümkün oldu. Bu süreç, 1990'lı yıllarda kullanıldı.

Bu sürecin başka bir boyutu da, yüksek reel faiz politikası oldu. Enflasyon yüksekti, yüzde 60 ile yüzde 100 arasında dalgalanıyordu 1990'lı yıllarda. Bu enflasyonun yarattığı belirsizlik ortamı içinde, gayet doğal olarak da, yatırımcı, Hazineden, yüksek reel faiz istedi; Hazine de bu yüksek reel faizi verdi. Bu yüksek reel faizle birlikte dışarıdan da bir miktar para sıcak para geldi; öyle, üretime dönük, istihdam yaratan çok fazla dış yatırım gelmedi; fakat, yüksek faize bol miktarda sıcak para geldi. Böylece, kamu, içeride ve dışarıda pahalı borçlanarak, yüksek faizle borçlanarak açıklarını sürdürdü. 1990 yılında millî gelire oran olarak yüzde 28 olan borç oranı, 1998'in sonunda yüzde 60'a dayandı. Yüzde 60, Türkiye'nin millî geliri ve finansal sistemin büyüklüğü açısından, artık, tehlike gösteren bir oran olmuştu. Bu sürecin, artık, 1998'den sonra devam etme olanağı ortadan kalkmıştı. 1999'da çok zor durumda kaldık; kamu açıkları daha da açıldı ve bu çerçevede 2000 yılı istikrar programına girildi.

Aslında, 1990'lı yılların sürecini, önümüzdeki yıllarda devam ettirmek mümkün değil; içborç miktarı sınırına geldi, bunu artırmak mümkün değil; dışborç da sınırına geldi, yani, borcumuzu artırmamız, artık, mümkün değil.

Bir aile için, bir şirket için ne doğruysa, aslında, bir devlet için, bir ülke için de doğrudur. Olmayan bir kaynağı dağıtmaya, kullanmaya devam ederseniz, bunu, ancak, borçlanarak yaparsınız; fakat, bu borç da belli bir düzeye eriştiği anda, artık, bu süreç biter, başka bir çare bulma gereği doğar.

Bugünkü sorunlar bu şekilde oluştu ve özellikle 1988-1999 yılları arasında oluştu. Rakamlar açık; Türkiye'deki borç millî gelir oranının gelişmesine ve reel faiz rakamlarına bakabilirsiniz. Maalesef, 1990'lı yılların reel faiz ortalaması, Türkiye'nin ödediği reel faiz ortalaması yüzde 25'in üstünde olmuştur.

Birçoğunuz -eminim- sanayide, ticarette de faaliyette bulundunuz, on yıl süreyle yüzde 25 reel faiz ödeyip, bir şirketin ayakta kalması mümkün değil, bir devletin de ayakta kalması mümkün değil. Bu nedenle, 2000 yılında yeni bir program oluşturulmuş ve bu sorunları çözmek, bu bataktan çıkma çabası daha ciddî bir biçimde... Tabiî, hiç şüphesiz, yer yer başka çabalar da olmuştur; 1994 yılında da olmuştur, 1997 yılında da olmuştur; ama, 2000 yılında, daha topyekûn bir şekilde bir çaba oluşturulmuştur.

Bu programın temel hedefi, belirsizlik ve makroekonomik istikrarın kaynağı olan enflasyonu yenmek olmuştu. Gerçekten de, enflasyonu yenmeden istikrar sağlamamız mümkün değil.

Değerli milletvekilleri, durum gerçekten zor ve bizden önce konuşan arkadaşların birçok haklı noktası olmuştur. Bu şekilde devam etmemiz gerçekten mümkün değil. Bugün, Türkiye, hâlâ, yüzde 70-80 gibi enflasyon oranlarıyla uğraşıyor, gelişmiş dünya yüzde 1-2 gibi enflasyon oranlarıyla yaşıyor. Gelişmekte olan ülkelerde bile, Türkiye kadar yüksek bir enflasyon oranını bulmak pek mümkün değil. Bu enflasyonla devam etmemiz, bu belirsizlikle hızlı kalkınmamız, faizleri düşürmemiz, yaratıcı gücümüzü harekete geçirmemiz gerçekten mümkün değil. Enflasyonu mutlaka düşürmek, istikrarı mutlaka sağlamak ve faizleri mutlaka indirmek mecburiyetindeyiz.

Şimdi, 2000 yılı programında, enflasyonu yenmek için, maliye politikası ve para politikasının yanında, bir de kur çıpası kullanıldı. Birçok ülke bunda başarılı olmuştur; örneğin, Polonya; örneğin, zamanında Brezilya.

Kur çıpasını kullanmanın yararı, beklentileri daha hızlı kırabilmek. Yıllarca yüksek enflasyona alışmış bir ülkede, insanlar, enflasyona endekslenmiş durumda, enflasyona alışmış, enflasyonun düşeceğine kolay kolay inanmıyor. Dolayısıyla, kur çıpasını kullanmak, aslında, enflasyonu indirmek için, daha hızlı indirmek için yararlı bir araç; fakat, bunun başarılı olması için 2 tane çok önemli yan koşulu var. Bir tanesi, sağlıklı bir bankacılık sektörü. Çok önemli; çünkü, kur politikasında çıpaya gittiğiniz zaman, Merkez Bankasından likidite verme imkânını elinden alıyorsunuz ve bankacılık sektöründeki bir bunalım anında araçsız kalıyorsunuz, güçsüz kalıyorsunuz. Dolayısıyla, kur çıpası uygulayan programlarda, bu programların başlangıcında finans sektörünün çok güçlü, bankacılık sisteminin güçlü olması gerekiyor. İkinci önemli koşul da, yapısal reformlarla ve güçlü bir maliye politikasıyla bu kur çıpasını desteklemek.

Sanıyorum, geriye baktığımız zaman 2000 programında; yani, bu çabaya girmek bence doğru olmuştur 2000 yılında. Gerçekten, enflasyonu yenmek, istikrara kavuşmak gerekiyordu ve başka ülkeler de kur çıpasını kullanarak bunda başarılı olmuşlardı. Yalnız, belki, Türkiye'de, Türkiye'ye fikir veren, Türkiye'ye danışmanlık yapan ve finans veren kuruluşlarda da bazı şeyler iyi hesaplanamadı. Bir tanesi, 1996'da Türkiye sanayi ürünlerinde tam olarak gümrük birliğine girdi; yani, Avrupa'ya karşı herhangi bir gümrük duvarını ortadan kaldırmış olduk. Bu durumda Türk üretimini, Türk üreticisini korumak için, aslında, kurun, dövizin biraz değerlenmesi gerekiyordu. Normal şartlarda fazla bir dalgalanma olmazsa ve bilançolarda başka bir döviz; yani, döviz kuruna endekslenmiş bir durum olmadığı zaman, aslında, pahalı döviz, hem ithalata karşı yerli üretimi koruyan bir araçtır hem de ihracatı destekleyen bir araçtır.

Kanımca, 1996 yılında gümrük duvarlarını sıfırladığımız zaman, aslında, belli bir devalüasyona ihtiyacımız vardı, iç üretim ve içerideki sanayii korumamız açısından. Bunu yapamadık o anda. Ondan sonra Asya krizi oldu ve bizimle yarışan birçok ülke para değerlerini son derece büyük rakamlarla düşürdüler ve üçüncü piyasalarda bize karşı çok daha rekabet gücü kazandılar. Ondan sonra da Rusya krizi oldu; Rusya da bizim için çok önemli bir ekonomik ülke, ticaretimiz açısından çok önemli bir ülke. Rusya, parasını yüzde 100'e yakın ölçüde devalüe etti ve Rusya'da da rekabet gücünü kaybetmiş oldu; yani, Avrupa Birliği, Asya krizi artı Rusya krizi, esasen, 2000 yılından önce de, Türkiye'nin dünya piyasalarındaki yarışma gücünü bir ölçüde kırdı. Bunu da üretimdeki rakamlarda izleyebiliriz. 1998-1999 yılında, üretimde, kapasite kullanımında, ihracatta yavaşlama ve birtakım sıkıntılar zaten başlamıştı. Bu ortamda, 2000 yılı programına aşırı değerlenmiş bir Türk Lirasıyla girmek, üretim, ihracat ve Türkiye'nin rekabet gücü açısından sakıncalı bir iş oldu.

Ayrıca, 2000 yılında enflasyon düştü, hakikaten güzel bir şekilde düştü, epeyce düştü, yüksek enflasyon beklentileri de büyük ölçüde kırıldı; ama, istediğimiz kadar, Türkiye'nin istediği kadar ve programda öngörüldüğü kadar düşmedi. Dolayısıyla, 2000 yılında döviz ile Türk parası arasındaki rekabet ayarı daha da bozuldu ve sanıyorum reel sektör için 2000 yılı zaten zor bir yıl olmuştu, 1997, 1998 yıllarından sonra, 1999 yılından sonra daha da zor bir yıl olmuştu, Türk parası aşırı derecede değerlenmişti. Bunun da bir sonucu, çok direkt sonucu, cari işlemlerin geçen yıl -hatırlarsınız- 10 milyar dolar açık vermesi. Bence, çok iyi niyetle ve gerçekten gereken bir çabayı göstererek; yani, istikrarı sağlamak üzere girişilen programın bu şekilde bazı zayıf boyutları olmuştu.

Bir de, bizim elimizde olmayan; yani, Türkiye'nin elinde olmayan nedenleri olmuştu; 2000 yılında enerji fiyatları çok artmıştı ve ayrıca dolar-Euro paritesi de bizim aleyhimize gelişmişti. Çünkü, Türkiye ihracatını büyük ölçüde Euro piyasalarına yapmaktadır, ithalatını ise, daha ziyade, dolarla yapmaktadır. Doların bu kadar değerlenmesi kur çıpamızı daha da zararlı bir hale getirmişti.

Olan oldu, ilk önce kasım krizini yaşadı Türkiye, ondan sonra da şubat krizini yaşadı ve şubat krizi, esasen, krizin de ötesinde, büyük bir ekonomik deprem olmuştur kuşkusuz. Bilançolarını belli bir kur seyrine göre ayarlamış olan reel sektör ve finans sektörü, tabiî ki, büyük bir darbe yemiş oldu şubat ayında.

Bir de, 90'lı yıllarda alıştığımız ve kullandığımız sıcak para sürecinin bir yerde de zararını gördük, cezasını çektik birçok ülkede olduğu gibi. Küreselleşen dünyada, sıcak para, büyük bir sorun teşkil etmekte. Asya krizinde de, Latin Amerika'da da, Rusya'da da, aniden, giriş yapan sıcak para, birden bire çıkış yapıyor ve bu ülkeleri son derece zor durumda bırakıyor; Türkiye'de de aynı olayı yaşadık. 90'lı yıllarda yüksek reel faize gelen ve yüksek reel faizden yararlanmak isteyen sıcak para, şubat kriziyle ve bu şubatın yarattığı güven kriziyle birlikte aniden Türkiye'den çekildi ve kriz, tabiî, çok daha ağırlaştı. Dikkat ederseniz, geçen yıl büyük bir giriş yapan kısa vadeli sermaye hareketleri, şubattan sonra büyük bir çıkış yaptılar Türkiye'den.

Bu şartlar altında, Türkiye, programı, yeni programı oluşturmaya çalıştı mart, nisan aylarında ve bu zorluktan da bir şekilde ders çıkararak, aslında, sorunlarının temeline inmeye çalıştı. Sorunların temelinde, kamu açıkları, sürdürülemeyen bir kamu borçlanma politikası, yüksek reel faiz politikası ve Türk üreticisine yeterli ölçüde yarışma gücünü vermeyen bir kur politikası yaşıyordu. Program, bütün bu sorunlara dönük çalışmalarla oluşturuldu; 15 Nisanda açıklandı, 15 Mayısta da dış finansmanı sağlandı ve beş aydır uygulanıyor. Beş ay, tabiî, çok uzun bir süre değil; ama, Türkiye'nin bu sıkıntılı durumunda, özellikle, insanlarımız ve yoksul insanlarımız açısından uzun bir süre tabiî.

Sizin desteğinizle, Meclisin olağanüstü çabasıyla, aslında, nisan, mayıs ve haziran aylarında eski düzenin; yani, bu borç mekanizmasını, yüksek kamu açıklarını veya kamu dengesini bozan kamu bankalarının düzenini, siz, oylarınızla, nisan, mayıs ve haziran aylarında kökten değiştirdiniz. Aslında, ilkbaharda ve yazın başında yapılan bu reformlar, düzen açısından, ekonomik yapı açısından çok önemli adımlardır; ancak, bunun getirisini alabilmek için, öbür taraftan, makroekonomik istikrarı da getirmek için, bu yeni, daha açık, daha şeffaf düzenin bir süre istikrar içinde işleyebilmesi lazım.

Martın 21'inde, şubat krizinden sonra ilk büyük ihalede faizler yüzde 193 olmuştu; ondan sonra, yavaş yavaş faizler indi. Mayısta, mayıs sonunda dış finansman paketinin de açıklanmasıyla, faiz oranı yüzde 70'e inmiş oldu. Mayıs sonunda, haziran başında, aslında, hafif bir rahatlamanın ilk işaretlerini görmek mümkün oldu; fakat haziranın ikinci yarısı ve temmuz başında, maalesef, birtakım tartışmalar ve sorunlar neticesinde ve dışarıdaki güvenin de tam olarak sağlanmaması yüzünden, özellikle temmuz başında bir gerileme oldu ekonomik programın uygulamasında ve maalesef, faiz oranları yeniden yüzde 100'e çıktı; temmuzun ilk iki haftasında ciddî bir bunalım yaşandı ve bu bunalım bir şekilde aşılabildi.

Temmuzun ikinci yarısında ve ağustos ayında, yeniden, yavaş yavaş, iyileşmenin işaretlerini görebildik; faizler yavaş yavaş aşağıya inmeye başladı ve en önemlisi, döviz piyasasında, Merkez Bankası müdahalesi olmaksızın, belli bir istikrar sağlanabildi. Merkez Bankası, şubat sonundan ağustos başına kadar döviz piyasalarına ciddî bir şekilde müdahale etti ve geçiş sürecinin bir şekilde daha yumuşak olmasını sağlamaya çalıştı. Ağustostan itibaren, Merkez Bankası müdahalesi olmadan döviz kuru yavaş yavaş aşağı inmeye başladı; 1 500 000 liranın üzerine çıkmıştı, eylül başında 1 370 000'e kadar inebildi.

Bütün bu süreçte daha hızlı hareket edilebilir miydi; mümkündür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ - Belki, eşgüdüm açısından bazı önlemler biraz gecikti, yeterli eşgüdüm sağlanamadı; fakat, tekrarlıyorum, tüm bunlara rağmen, çok ağır bir bunalımı da hesaba katarsak, mayıs, haziran, temmuz, ağustos ayları, aslında, programın, büyük ölçüde, düzeni değiştirmeye yönelik çok ciddî adımların atıldığı aylardır. Kamu bankalarındaki düzen değişikliği, aslında, Türk ekonomisinde bir devrimdir. Acısı olan bir devrimdir; çünkü, kamu bankası, geçmişte kolay bir araç olarak kullanılıyordu. Kamunun direkt veremediği, bütçeyle veremediğini kamu bankasıyla topluma verilebiliyordu ve tabiî, toplum bir şekilde de bundan rahatlıyordu; fakat, borç yükseliyordu. Biliyorsunuz, kamu bankalarının birikmiş görev zararı 20 katrilyon liraya yaklaşmıştı. Bu, üstünden katiyen kalkılamayacak bir borç yükünü oluşturuyordu.

Eylül başında, bu faizlerin hafif düşmesiyle ve kurun da belli bir istikrara kavuşmasıyla, sonbaharda, yavaş yavaş, ekonominin de büyümeye geçeceğini tahmin ediyorduk. Elektrik üretiminde temmuz ve ağustos ayında artış olmuştu ve elektrik üretimi ve tüketimi reel ekonomi açısından çok önemli bir göstergedir. Özel imalat kapasite kullanımı rakamlarında da, çok yavaş da olsa, bir iyileşmeyi görmek mümkündür verilerde. Bu durumda, istediğimiz kadar hızlı olmasa bile, ekonomik büyümeye, yeniden, gelecek yıl da geçebileceğimize dair işaretleri görürken biraz rahatlamıştık.

BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlar mısınız efendim...

DEVLET BAKANI KEMAL DERVİŞ - Fakat, tam o anda 11 Eylül oldu, Amerika'daki terör olayı oldu ve bütün dünyayı sarstı, bizi de sarstı. 11 Eylülde, içpiyasada, faizler, bir günde 15 puan arttı. Dışyatırım, özellikle özelleştirmeye gelecek dış yatırım açısından, tabiî, ciddî bir sorunla karşı karşıyayız. Turizm gelirlerinde ciddî bir sorunla karşı karşıyayız. Bu sorunlara çözüm aramamız lazım değerli arkadaşlarım.

Sanıyorum, Türk insanı, ülkemiz, bizden çözüm bekliyor. Bence, eleştirmek kolay, eleştirmek gerekiyor, demokrasinin de bir gereği; ama, eleştirirken, çözümü ortaya koymak ve bugün yapılanın dışında, somut, pratik, uygulanabilir bir çözüm varsa, sanıyorum, hepimizin bu konuda ilgisi açık olacaktır. Herhangi bir yeni çözüme, yeni yaklaşıma açığız ve hep birlikte bu çözümleri aramamız gerekiyor; fakat, gerçekten, 11 Eylül olayından sonra, dünya, ekonomide, zaten bir yavaşlama dönemine girmişti, daha da yavaşlama dönemine girmiştir ve zor günlerle karşı karşıyayız.

Bütün bunlara rağmen, temel olarak, Türkiye, güçlü bir toplum. Siz, benim gibi, bunu çok iyi biliyorsunuz. Türkiye'de, özel sektör, ciddî bir birikim elde etmiş, ciddî bir girişimci ruhu vardır ve sanıyorum, önündeki engelleri kaldırabilirsek, özel sektöre dayalı bir kalkınma modeli, ihracata, turizme dayalı bir kalkınma modeli Türkiye'de son derece başarılı olabilecektir.

İnsanımız, son derece dayanıklı, son derece esnek ve gerçekçidir. Bu insangücünü harekete geçirmemiz, eleştirirken, birbirimizi eleştirirken hoşgörü içerisinde davranmamız ve bu zor günleri toplumsal bir dayanışma ve ulusal dayanışma içerisinde aşmamız lazım. Sorunlar, gerçekten önemli, hiçbir şekilde küçümsenmeye gelmez; ama, bu sorunların çözümü vardır.

Sizin oylarınızla gerçekleştirilen, hükümetin teklifi üzerine gerçekleştirdiğimiz yapısal reformlar, aslında, uzun vadede, daha güçlü, refaha doğru yürüyen bir Türkiye'nin temelini atmıştır. Biraz sabırlı olarak birlikte çalışmamız, bu reformları hayata geçirmek ve enflasyon, yüksek faiz, makroekonomik istikrarsızlığa karşı birlikte savaşmamız gerekiyor, bu konuda taviz vermememiz gerekiyor ve eski popülist tedbirlere, kolay çözümlere, boş vaatlere inanmamamız gerekiyor.

Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim.

ALİ OĞUZ (İstanbul) - Tabiî, tabiî, otuz sene sonra düzelecek Sayın Bakan.

BAŞKAN - Efendim, soruyorsunuz, Sayın Bakan da izah ediyor. Lütfen... Onlar sizi dinledi, siz de onları dinleyeceksiniz.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Bakan, milletin sabrı kalmadı.

BAŞKAN - Ne diyecekti yani?

Sayın milletvekilleri, Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında (11/16) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunuyorum: Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Sayın milletvekilleri, gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir.

İkinci gensoru önergesini saat 21.00'de gündeme alacağız.

Saat 21.00'e kadar birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 20.23


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 21.00

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 5 inci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, 2 nci sırada yer alan, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla ilgili yolsuzlukların üzerine gitmediği iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkındaki (11/17) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

2.– Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile ilgili yolsuzlukların üzerine gitmediği iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit Hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı Maddeleri uyarınca bir Gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/17)

BAŞKAN - Hükümet yerini aldı.

Önerge, daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu üyeleri adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika; gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır.

Önerge sahibi olarak...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Mehmet Sağlam, hem önerge sahibi olarak hem de Grubumuz adına konuşacak efendim.

BAŞKAN - Olmaz, çünkü, Sayın Sağlam grup adına konuşmalarda ikinci sırada.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Evvela önerge sahibi olarak konuşmayacak mı Sayın Başkanım?

BAŞKAN - Evet, ama, ondan sonrasını diyorum yani.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Grup adına da konuşarak, birleştirerek devam edecek.

BAŞKAN - Sayın Mehmet Ali Şahin grup adına konuşmalarda ilk sırada yer alıyor, takdim tehir yaparsanız, olur.

Buyurun Sayın Sağlam. (DYP sıralarından alkışlar)

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anamuhalefet Doğru Yol Partisi Meclis Grubunun, Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla ilgili yolsuzlukların üzerine gitmediği gerekçesiyle Başbakan Sayın Bülent Ecevit hakkında, Anayasa ve İçtüzük hükümlerine göre bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi üzerinde söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, DSP-MHP ve ANAP Koalisyon Hükümeti, bu ülkeyi, bir istikrar programı adına, yalnız yoksulluğa değil, vurguna, soyguna ve yolsuzluğa da mecbur ve mahkûm etmiştir. Bu iktidar, kapalı bürokrasi, kirli sermaye, banka soygunu ve usulsüz ihaleler eksenindeki yolsuzluklar karşısında acz içerisindedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki vurgun operasyonuyla ortaya çıkan yolsuzluklar "iyi ki yapanlar Marksisttiler" gibi safsatalarla hafife alınma boyutundan, Başbakanımızın deyimiyle "Sayın Bakanın onurlu istifası" boyutuna kadar gelmiştir. Öteki bazı bakanların da, sanki, anayasal ve yasal olarak sorumlu kendileri değilmiş gibi "benim bakanlığımda da yolsuzluklar var" diye beyanat vermelerini, acaba, başka onurlu istifalar için şimdiden sıraya mı giriyorlar diye yorumlamamız mı lazım diye düşünüyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakanın yolsuzlukları hafife alması, âdeta, savuşturma yaklaşımı içerisinde, bakanlıklarda ortaya çıkan yolsuzlukları bakanların mensup oldukları partilerin iç meselesi gibi gösterme gayretleri, hükümet sorumluluğuyla bağdaşmamaktadır. İç ve dış meselelerde pasif, âdeta, uyum içinde, derin bir uykuda olan hükümet, kerameti kendinden menkul bir siyasal istikrar ve ülkeyi gittikçe batıran bir ekonomik istikrar programı adına, vurgunları, soygunları, yolsuzlukları küllendirme stratejisi takip etmektedir.

Bu hükümetin birçok bakanı, yolsuzluklardan dolayı görevden çekilmişlerdir. Yolsuzluk dosyaları dolayısıyla intihara teşebbüs edenler, bankalar soygunu yüzünden görevi değiştirilenler, yolsuzlukların üstüne gittiği için görevden alınanlar, enerji ihalelerinde usulsüzlüklerle görevden istifa zorunda kalanlar ve nihayet, deprem felaketi vurgunuyla Bayındırlıktaki son istifa.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Depremle ilgili değildi.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Peki, bütün bunlardan, Başbakan ve Bakanlar Kurulu, Anayasaya göre, birlikte sorumlu değil midir?

Ayrıca, Anayasanın 112 nci maddesinde, her bakanın, emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumlu olduğunu yazmıyor mu?

Devri iktidarlarındaki bütün yolsuzluklardan, Bayındırlık Bakanlığındaki vurgunlardan da Bakanlar Kurulu birlikte sorumlu değil midir?

Bu hükümete Anayasa maddelerini öğretmek için, anayasal sorumluluklarını hatırlatmak için, illa da kafalarına Anayasa kitabı mı fırlatmak gerekiyor?! (DYP sıralarından alkışlar)

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Tansu Hanımın çok hoşuna gitti...

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasa konusunda değil, başka bir konuda da sorunları bu hükümete anlatmak mümkün olmuyor. Vatandaş ne yapmalı ki, bu hükümete sesini duyurabilsin?..

Esnafın içine düşürüldüğü sıkıntılarını anlaması için, ille de Başbakanın önüne yazarkasa mı fırlatması lazım?! (DYP sıralarından alkışlar)

İşten atılan işçilerin, işsiz insanların dertlerini anlatmaları için, ille de Başbakanlık önünde "Ben işsizim, çoluk çocuğum perişan" diye bağırmaları mı gerekli?!

Çiftçilerin dertlerini anlatmaları için, illa da sokağa mı dökülmeleri lazım?! İlle de "Başbakanım, açım" diye bağırmaları mı lazım?

Memurlar, emekliler ille de tabanları şişinceye kadar şehirlerarası yürüyüş mü yapmaları lazım?

İnsanların ille de kendilerini Başbakanlık önünde benzin döküp yakmaları mı lazım?!

Hadi diyelim ki, tekparti döneminden beri geleneğimizdir diye halkın ıstırabını Sayın Başbakan duymuyor, işitmiyor; Yardımcıları da mı milletin feryadına kulak tıkadılar ki, Başbakanlığın üzerinde bulunduğu caddeyi millete kapıyorlar.

Hiç şüpheniz olmasın, devlet kapısını millete kapayan bu iktidarı, seçimle milletin sillesi kendisine getirecektir! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Başbakan ve bu hükümet, devletin denetim organlarını, teftiş birimlerini, ya büyük yolsuzlukların üzerine göndermemekte ya da bu birimler örtülü koruma tavrı içerisinde çalışamamaktadır. Sumenaltı edilen raporlar vardır.

Sayın Cumhurbaşkanının Devlet Denetleme Kurulunu harekete geçirmesinden de, Sayın Başbakan rahatsızdır. "Denetimin denetimi olmaz" retoriği ile, bu rahatsızlık ve telaşını açıkça ifade etmektedir.

Sayın Başbakan ve Yardımcıları, devletin güvenlik güçlerinin yolsuzlukların üzerine gitmesinden rahatsız olmalılar ki, bunların üstüne üstüne giden bir İçişleri Bakanını görevden aldılar. Yolsuzluklara, görevleri gereği soruşturma açan cumhuriyet savcılarını tedirgin eden beyanatlar verdiler. Devletin jandarmasının yolsuzlukların üstüne gitmesinden rahatsız oldular. Onları teşvik edeceklerine, caydırıcı beyanatlar verdiler; ama, ilgili bakanlar istifa zorunda kaldı.

Sayın milletvekilleri, bu beyanat sahiplerinin, bu sonuç karşısında, devletin savcısına, jandarmasına, güvenlik güçlerine özür borçları vardır. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vurgunların siyaset ayağına basıldığında, âdeta Başbakanın ve Yardımcılarının da nasırına basılmaktadır, feryat figan beyanatlarla görevliler tedirgin edilmektedir. İşte, uyumdan bahsedip uyuyan bu hükümetin tek uyum noktası da buradadır. Başbakan ve Yardımcıları, yolsuzlukların soruşturulmasının önünü kesmekte; ama, devlette saydamlık ve ihale reformundan bahsedildiğinde ayak sürümektedirler ve perdenin arkasına ulaşılmaması için göğüslerini siper etmekte çok büyük bir uyum içindedirler, ganimet yarışına seyirci kalmakta uyum içindedirler. Ancak, koalisyon liderlerinin devletle araları yoktur, milletle araları yoktur. Bakınız, Sayın Cumhurbaşkanıyla uyum içinde değildirler, Anayasa Mahkemesiyle uyum içinde değildirler, Yargıtayla, cumhuriyetin savcılarıyla uyum içinde değildirler, Silahlı Kuvvetlerle, jandarmayla uyum içinde değildirler; ekonomi çevreleriyle, iş çevreleriyle uyumları yoktur, çiftçiyle uyumları yoktur; esnafla, işçiyle, memurla uyumları yoktur, sivil toplum örgütleriyle uyumları yoktur; kısacası, devletle olduğu kadar, milletle de araları yoktur. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, bu koalisyon hükümeti döneminde yolsuzluklar, vurgunlar kurumsallaşmaktadır. Soyguncularla bunlara göz yumanlar bir cephe birliği oluşturmuştur. Bugün bir numaralı iç tehdit olan bu cephe çökertilmelidir. (DYP sıralarından alkışlar)

Vurgun ve soygunlarda ülkeyi Avrupa birinciliğine ve dünya dördüncülüğüne bu iktidar taşımıştır. Bu iktidar döneminde yüce milletimizin ödediği vergilerin üçte 1'inden fazlası yolsuzluklara, vurgunlara gitmektedir. Bunu uluslararası kuruluşlar açıklıyor. Bu görüntü bu koalisyona yakışabilir; ancak, ne Türkiye'ye yakışıyor ne de Türk Milleti bunu hak ediyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yolsuzluklar dolayısıyla istifa eden bir bakanın davranışını onur sayan bir Başbakan, bu onuru bizzat kendisi de yaşamalıdır. (DYP sıralarından alkışlar) Bu iktidarın, milletin ve sistemin taşıyamayacağı bir yük haline geldiğini, bu hükümette görev yapmış eski bakanlar dahil, kamuoyunda beyan etmeyen, yazıp çizmeyen kalmadı; sağır sultan da duydu zannederim; ama, bu hükümeti, onun da uykudan uyandırabileceğini zannetmiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İhale dosyalarını evine götüren başbakandan bahsetsen!

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Eğer, yüreğin yetiyorsa, onlardan sen bahset.

BAŞKAN - Sayın Sağlam... Sayın Sağlam...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İhale dosyalarını evine götüren başbakandan bahset...

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Aklın ve yüreğin yetiyorsa...

BAŞKAN - Sayın Sağlam, bir dakika efendim.

Efendim, karşılıklı konuşmayın.

Sayın Mehmet Ali Şahin, gruplar adına ilk konuşma size ait; Sayın Sağlam'a sıranızı verir misiniz efendim, takdim tehir yapacağız?

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Peki efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Sağlam, şimdi, Grup adına devam ediyorsunuz; buyurun.

DYP GRUBU ADINA MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Estağfurullah...

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Şahin, teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir yandan, Avrupa Birliği üyeliği sürecinde alınması gereken tedbirlerle, diğer yandan da son terör eylemleriyle ortaya çıkan yeni uluslararası ortamda aktör mü seyirci mi olacağımızı belirleyecek kararlarla aktif bir dışpolitikaya olduğu kadar, bir türlü içinden çıkamadığımız bezginlik yaratan ekonomik krizden kurtulmak ve millete nefes aldırmak için, tutarlı ve kararlı bir içpolitikaya da mecburuz ve mahkûmuz.

Ancak, bugün, Türkiye, dışarıda, iki yıldır resmen aday olmasına rağmen, Avrupa Birliğiyle müzakereye başlamamış tek ülkedir. Rusya Devlet Başkanı Putin, önemli bir tarihî kavşak noktasında, Batı dünyasıyla, tayin edici bir jeopolitik üstünlük sağlamaya yönelik adımlar atmaktadır. Bu adımların, Türkiye'yi, önümüzdeki yıllarda, jeopolitik açıdan marjinalize etmesi tehlikesi söz konusudur.

Amerikan Savunma Bakanı "Irak'ı zor günler bekliyor" demektedir. Irak'ın toprak bütünlüğünün Türkiye için ne kadar önemli olduğunu anlamak için haritaya bakmak yeterlidir.

Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyeliği süreci, dikkat çekici boyutlara taşınmak isteniyor. Kıbrıs Rum Kesimi Meclis Başkanı, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinde konuşturuluyor. Sanki, bu kesim terörist kamplarını barındırmamış, sanki, teröristlerin karaparalarını aklamamış ve sanki, yakalanan teröristbaşının cebinden bunların pasaportu çıkmamış gibi.

Değerli milletvekilleri, son günlerde, özellikle, dışpolitikada bir soğukkanlılık politikasından bahsediliyor. Türkiye soğukkanlı davranmalıymış! Şimdi, daha önce, hemen olaylardan sonra Washington'a giden İngiliz Başbakanı, daha sonra devreye giren Fransa Cumhurbaşkanı, arkasından Japonya, Kanada, Almanya gibi ülkelerin hükümetleri demek ki, soğukkanlı davranmıyormuş!..

Değerli milletvekilleri, Türkiye, çok kritik günler yaşamaktadır ve neresinden bakarsanız bakınız, dışta çok ciddî kararların alınmasına ihtiyaç olduğu ve çok ciddî bir siyasî iradenin, kararlı bir siyasî iradenin, mutlaka, Türkiye'de var olması gerektiği bir dönemden geçiyoruz. İçte ise -Sayın Cumhurbaşkanının deyimiyle, aynen alıyorum- "ekonomik etkinliklerimizde ve gayri safî millî hâsılamızda görülen daralma kaygı vericidir." Devletin Cumhurbaşkanı söylüyor... Açıkça, Türk ekonomisi küçülmektedir; söylenen budur; yerinde bile sayamamaktadır. Türkiye, fakirleşmektedir. Kişi başına düşen gelir azalmaktadır. Türkiye'nin iç ve dışborçları büyüyor. Tarım kesimi çöküyor, esnaf batıyor, işçi, memur, emekli açlık ya da yoksulluk sınırında. Ülke sanayii, yatırım yapamıyor, önünü göremiyor. Hükümete önceleri destek veren çeşitli toplum kesimi temsilcileri ve sektör temsilcileri, desteğini çekmiş durumda. Dışta ve içte manzara-i umumiye şudur: Kesin, açık ve yalın olarak, Sayın Ecevit, Sayın Bahçeli ve Sayın Yılmaz dışında, istisnasız herkes, bu hükümete güvenmiyor ve "ondan nasıl kurtuluruz" diye konuşuyor, tartışıyor, çare arıyor; ama, mahşerin bu üç atlısının kulakları şikâyete, feryada, figana tamamen kapalı.

Partilerine mensup milletvekilleri, eski bakanlar beyanatlar veriyorlar, partilerinden ayrılıyorlar "böyle gitmez, böyle gidemez, zaman kaybetmeyelim" diyorlar; muhteremlerden ne bir ses, ne bir nefes!.. (DYP sıralarından alkışlar)

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sizden geliyor işte.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın milletvekilleri, ANAR'ın ekim ayı başındaki son kamuoyu araştırmalarına göre "Türkiye'de rüşvet alma ve verme yaygındır" diyenlerin oranı yüzde 93. Halkın yüzde 93'ü Türkiye'de rüşvet alma ve vermenin yaygın olduğunu söylüyor.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Siz yaptınız, siz!

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Biz miyiz, görelim şimdi.

Son iki yılda (2000, 2001) doğrudan kamu kurumlarında yapılan yolsuzluklarla, vurgunlarla ilgili 38 yolsuzluk dosyası var, 38 operasyon yapılmış.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sizin döneminizde?..

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Şimdi, bakınız; sadece İçişleri Bakanlığı döneminde Sayın Tantan'ın talimatlarıyla başlatılan Paraşüt, Hayal, Balina, Serhat, Kartal, Matador ve Kasırga Operasyonlarının 2 katrilyon liralık malî portesini görür görmez Tantan'ı görevden aldınız! Onu da mı biz aldık?! (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, mevcut rüşvet, yağma, kayırma, soygun düzeninin anatomisini şöyle özetlemek mümkündür: İhale yasa tasarısı bir türlü Meclise getirilmemektedir; acaba neden?..

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Geliyor, geliyor, merak etme.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Hoş gelir.

Mahallî idareler yasa tasarısı bir türlü Meclise getirilmiyor; acaba neden?.. YÖK Soruşturma Komisyonu raporu bir türlü Meclise gelmiyor; acaba neden?.. Özelleştirme istenilen düzeyde yapılamıyor. Bugüne kadar kimler engelledi özelleştirmeyi acaba? Hâlâ engellenmeye devam mı ediliyor? Acaba neden?..

Eti Holding Anonim Şirketi, bor madeninin tonunu kendi kurumlarına 42 dolara satıyor, yurt dışına ise 141 dolara ve kendi memleketinde, burada, 230 dolara satılıyor ve yüzde 84'ünü de ham bor olarak satıyor. Acaba neden, kimler vurgun vuruyor?

100 000'den fazla kamu işçisinin bankamatik olduğu söyleniyor.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bildiğin bir şey varsa söyle!

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Yani, Bursa Merinos, Et-Balık, bunların örnekleri veriliyor. 100 000 kişi...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Bildiğin bir şey varsa söyle de bizde bilelim.

 MEHMET SAĞLAM (Devamla) - 2 340 adet sözde eğitim ve sosyal tesisimiz var, 600 000 turizm yatak kapasitemiz var. 229 000 devlet lojmanına geçen yıl 40 trilyon para harcamışsınız. Satalım dedik, getirmiyorsunuz.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Evden çık, seni engelleyen yok ki!..

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Yarım kalmış 5 500 yatırım projesine 200 milyar yatırılmış.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bildiğiniz bir şey varsa söyleyin.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşuyorsunuz.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1999, 2000 ve 2001 yılları... Bunlar herhalde devri iktidarınız... Tekrar edeyim; 1999, 2000 ve 2001 yıllarında kamuoyuna yansıyan yolsuzluk ve vurgun haber başlıkları şöyle.

1999 yılı: "Halkbankta batık kredi kavgası, Toplu Konut eski başkanına suçlama, Ziraat Bankasının 7 yöneticisine şok gözaltı, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığında büyük vurgun, Tekelde akaryakıt vurgunu, akıllı biletle 41 trilyon hortumladılar, İstanbul'un fotoğrafı 5 trilyona çekildi, Kızılayda yağma ve vurgunlar, Hayyam'ın kıyı bankası hayalî çıktı, köşkte yolsuzluk, Türk Hava Kurumunda  vurgun, Dolmabahçe diye bir enkaz, Sosyal Sigortaları böyle öpüyorlar, Özkan, Yenal Ansen'i yargıya havale etti, sağlıkta rekor zimmet davası."

2000 yılı: "İlk suç duyurusu Uluğbay'dan, Sümerbankta ilk tutuklama, Etibank kredilerinde aslan payı kime, sözleşme yapıp Egebankı soymuşlar, kasırga Bayraktar'ı da vurdu, Kızılayda 500 milyarlık suçüstü."

2001 yılı: "Enerjide kasırga, beyaz enerji operasyonu, müsteşar yardımcısı gözaltında, ANAP lideri öfke saçtı, beyaz enerjide 9 gözaltı, görevden al raporu tam bir yıl beklemiş, 8 yabancı yatırımcı kaçtı, Mavi Akıma inceleme, TEAŞ'ın ilk ihbarı, iki yıl önce Savcı Şalk'a yasak, Ersümer topun ağzında, DSP'de ilk aykırı ses Arabacı'dan, yolsuzluğa kol kanat, Bayındırlıkta vurgun, onurlu istifa."

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işte, Türkiye'yi, yolsuzluklarda, Avrupa'da birinci ve dünyada dördüncü yapan vurgunlar, soygunlar...

Diğer yandan da, milleti yoksulluğa sürükleyen, üretimi durduran, iç ve dış borçları artıran, devleti küçülteceğim diye özel sektörü küçülten, devlet yetkilerini özel sektöre devredeceğim diye özerk kuruluşlar yaratıp onlara devreden, dış ve iç yatırımcıları kırk kapı dolaştırıp dışarıya kaçıran, sözde siyasî istikrar teranesi ve ekonomik istikrar programının arkasına sığınmış bir Bremen Mızıkacıları uyumu içinde pasif ve güvenini yitirmiş bir hükümet...

Sayın milletvekilleri, Devlet Denetleme Kurulu, Vakıfbank, Halkbank ve Ziraat Bankasıyla ilgili Ankara Cumhuriyet Savcılığına 27 adet suç duyurusunda bulundu; daha yeni. Bunların bir kısmı, maalesef, çıkarılan 4616 sayılı Af Kanununun kapsamına girdiği için, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun kararına sadece 9 tanesi kalmış; üçte 2'si affedilmiş.

Dünya Bankası Başkanı kasım ayında diyor ki: "Kasım 2000 kriziniz kamu bankalarından, şubat krizi de özel bankalardan hortumlamalardan kaynaklanıyor."

Bu paralar ne oldu Sayın Başbakan? Bütün söyledikleri yanlış çıksa da, bunu, ithal bakanınıza da soruyoruz: Bu paralara ne oldu? Bunlar, ya bu milletin hazinesinden karşılanıyor ya da milleti borçlandırarak aldığınız dış kaynaklardan karşılanıyor. Finans kesimine verdiğinizin yarısını, üretenlere, ihracat yapanlara, istihdam yaratanlara verebilme bilginiz, yüreğiniz ve erdeminiz olsaydı, en azından, piyasalar kıpırdardı, azıcık nefes alırdı bu millet. Bunu yapmadınız, yapamadınız ve bakın, milleti ne hale düşürdünüz.

Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, Türkiye'de 32 milyon insan yeterli beslenemiyor; yani, nüfusun yüzde 55'i temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Yoksullar, nüfusumuzun dörtte 1'ine yaklaşmış. Nüfusumuzun yüzde 40'ının günlük geliri 1,5 doların altında. Dünya Bankası "4 doların altında olanlar yoksulluk sınırındadır" diyor. En fazla risk altında da kimler var biliyor musunuz; 0-14 yaş arası çocuklar. Bunlar, beslenemiyor. Şimdi, milleti düşürdüğünüz durum budur.

Sayın milletvekilleri, bugün, Türkiye, kur artışlarıyla tetiklenen bir enflasyon-devalüasyon sarmalındadır. Kamu borçlanma maliyeti artacak, büyüyen faiz yükü borçlanma vadelerini kısaltacaktır. İç borçlar, bugün 101 katrilyon... Haziran 1997'de ise, sadece 4 katrilyondu. Sayın Derviş, burada, "1990'dan sonra" teranesi okudu. Tekrar söyleyeyim, bilginize...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - 90'dan sonra kim vardı?!

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Bilginize, tekrar söyleyeyim: İç borçlar, bugün, 101 katrilyondur. Haziran 1997'de, 54 üncü hükümeti terk ettiğimizde, sadece 4 katrilyondu. Dört senede 25 misli artırmışsınız; sizi kutlarım! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Batırdınız bankaları...

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Dış borçlar, bugün, 111,9 milyar dolardır. Bunun, mantıkla, hesapla, matematikle, hatta, vicdanla açıklanması mümkün değildir. Bunun bir tek açıklaması vardır; beceriksizlik, kötü yönetim, milletin itimadını ve güvenini yitirmiş olmak.

Ekonomiden sorumlu Bakan, güçlü ekonomiye geçiş programını nisan ayında açıklarken "Türkiye'nin, bu yıl, küçülmesi eksi 3 olur. Dolar, 1 100 000-1 200 000 lirayı geçmez" dedi. Şimdi, daha birkaç gün evvel, dolar 1 600 000 lirayı buldu ve Türkiye'nin küçülmesinin de yüzde eksi 8'i bulacağını Sayın Bakanın kendisi itiraf etti. "Enflasyon, eylülde, yüzde 2'ye düşer" dedi. Enflasyon yüzde 6'dır. Yani, ne dediyse tam tersi olmuş, milletçe çekilen onca sıkıntı, yoksulluk, işsizlik boşa gitmiştir. Türkiye'ye, rekabet gücünü, teşebbüs gücünü, daha da kötüsü moral gücünü kaybettirmişlerdir.

Sayın milletvekilleri, bu hükümet, programını bir süre destekleyen çevrelerin bile artık itimadını ve güvenini yitirmiş ve itibarını kaybetmiş görülüyor.

Bu hükümette görev almış bir eski bakan aynen şöyle diyor: "Sayın Ecevit ve koalisyon ortaklarının göreve devama direnmeleri, 57 nci hükümete, Türkiye'nin kendi kendine yönelttiği, ne zaman ateş alıp, ne denli tahribat yapacağı belirsiz bir tehdit hüviyeti kazandırmaktadır. Bu duruma kayıtsız kalmak, ulus açısından kabul edilemez bir risktir." Kendi bakanınız, bu hükümette görev almış bir bakan diyor ki "bu iktidar toplum için tehdittir, tehdit oluşturuyor." Biz söylemiyoruz. (DYP sıralarından alkışlar)

HASAN GÜLAY (Manisa) - Kopya mı çekiyorsunuz, yeni bir şey yok mu?!

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Başkan, bende çok şey var; zekatını versem bendekinin, sana yeter, zekatını... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Sayın milletvekilleri, iktidarını yitirmiş, krizin sorumlusu; ama, ondan nasıl çıkılacağına dair bir bilgisi, bir çıkış yolu olmayan, mevta olmuş; ama, defnedilmeyen bir hükümet boşluğu yaşıyoruz. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) ama, Sayın Başbakanımız "alternatifimiz yok" diyor. Sayın Başbakanımız "alternatifimiz yok" diyor; ama, ATO (Ankara Ticaret Odası) Başkanlığına yeniden seçilen Sinan Aygün de "hükümet üyelerinin hiçbirisini şirketimde çalıştırmam. Ülkeyi batıranları şirketin kapısından bile içeri almam" diyor. Söyleyen, Ankara Ticaret Odası Başkanı. (DYP sıralarından alkışlar)

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Ayıp bir şey; yanlış yapıyorsunuz!

BAŞKAN - Kendi kendine inançsızlık o...

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yağmanın...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Kendinize saygınız açısından doğru değil.

BAŞKAN - Efendim, o söylese bile...

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Yerinden laf atarak saygıdan bahsetme sayın grup başkanvekili; sen örnek olacaksın arkadaşlarına. Lütfen, yüreğin varsa, kafanda bir şey varsa, kalk burada konuş; lütfen...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Hatırlatma yapıyorum; yanlış yapıyorsunuz, milletvekilleri için söylenen o laflar doğru değil.

BAŞKAN - Sayın Sağlam, müzakereyi böyle götürmek mümkün değil!

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Lütfen, lütfen...

BAŞKAN - Biraz da sadede gelsek...

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın milletvekilleri... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

Sayın Başkan, bunlar mı konuşacak!

BAŞKAN - Sayın Sağlam, biraz sadede gelsek efendim...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Müdahaleyi engelleyin!

BAŞKAN - Sayın Güven, niye itiraz ediyorsunuz?!

TURHAN GÜVEN (İçel) - O zaman müdahaleyi engelleyin.

BAŞKAN - Ben, erken müdahale ediyorum; ama, 15 dakikadır 66'yı tatbik ettim mi?! Önergenin mahiyeti...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Biliyorsan, et!

BAŞKAN - Önergenin mahiyeti nedir; Bayındırlık ve İskân Bakanlığı...

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Ve soygun ve vurgunlar...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Hayır efendim, Başbakan hakkında gensoru vermişiz.

BAŞKAN - Efendim, Sinan Aygün değil.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Tabiî, Sinan Aygün değil efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim buyurun.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin şu andaki hali o ki, hükümet var, iktidar yok; dalgalı kur politikasıdır, ama kur politikası yok. Bakın, ekonomi Nobel'i almış Robert Mundell diyor ki: "Kuru dalgalanmaya bırakmak bir politika değil, politikasızlıktır." Sayıştay denetçisi Ali İhsan Saner bir kitap yazmış, kitabın adı "Devletin Rantı Deniz." Neleri soymuşlar burada yazıyor; gruplar halinde yazıyor neler soyulmuş.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Belli, belli!..

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Sayın milletvekilleri, TÜSİAD, o çok güvendiğiniz, sizi bugüne kadar destekleyen TÜSİAD (Sanayici ve İşadamları Derneği) diyor ki: "Bu hükümet artık gitsin." Bunlar söylüyorlar; sizi destekleyenlerden birisi bu. Bazıları, hâlâ alternatifsizlik retoriğiyle meşgulseler de, kendi yarattığı krizden dolayı ömrü uzatılan bir hükümet yeryüzünde görülmemiştir. Bu hükümet iktidarını yitireli çok zaman oldu; bakın, ekonomiyle ilgili bakan dayanamayıp kendini vurduğunda bu iktidar bitmişti. (DSP sıralarından "Ayıp ayıp!.." sesleri, gürültüler)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Yakışmıyor!..

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Başbakan, Çankaya'dan çıkıp "Sayın Cumhurbaşkanı kararnameleri imzalamaya mecburdur" dediği zaman, bu hükümet bitmişti; 35 000 hırsıza, katile, sırf Rahşan Hanımefendi istedi diye, af çıktığında bu hükümet bitmişti. (DYP sıralarından alkışlar; DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler)

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sen nasıl YÖK Başkanı oldun, sen olsan olsan  "yok başkanı" olursun; çünkü, sözlerinde mantık da yok, terbiye de yok.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - İlk fabrika kapandığında, ilk işçi sokağa atıldığında, ilk esnaf yazarkasa attığında, ilk memur şehirlerarası yürüdüğünde bu hükümet bitmişti. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, IMF'ye verilen taahhütler içinde, Dünya Bankası da yolsuzlukla savaş için eylem planı istiyor. Bakın, Dünya Bankası, Türkiye'deki yolsuzlukla savaş için eylem planınızı göreyim diyor; etkin, verimli, şeffaflık içinde hesap verme sorumluluğu olan bir hükümet istiyorum diyor; bunun bana programını verin diyor hükümetimize. Düştüğümüz zilleti tasavvur edebiliyor musunuz?! Yani, bir uluslararası kuruluş, Türkiye hükümetinden yolsuzlukla nasıl mücadele edeceksen, bir an önce programını ver diyor.

YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Kimmiş o?

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Dünya Bankası efendim; belki bilmiyorsanız öğrenin.

Sayın milletvekilleri, seçimlerde adayların mal bildiriminde bulunmasından tutun, ne yapacağımızı da, bize, âdeta öneriyor.

Şimdi, yukarıda arz ve izah etmeye çalıştığım gibi, bugün, Sayın Başbakan ve koalisyon ortakları, daha fazla gecikmeden, ülkenin selameti adına, bir gensoruya veya bir başkasının istemesine de gerek olmadan, sadece, rica ediyorum, kırmızı plakadan insinler, korumalarını bir tarafa bıraksınlar, milletin içine çıksınlar. Eğer, millet diyorsa ki, sizden memnunuz, devam edin, buyurup devam etsinler; ama, inanınız ki, milletin içine çıkacak durumunuz yoktur. Bugün, biz, eğer bu gensoruyla milletvekili arkadaşlarımıza, lütfen bu görevi yerine getirin, bu milleti bu sıkıntıdan kurtarın diyorsak, bize dua etmeniz lazım. Başka yapılacak bir şey yok. Sadece şunu söylüyorum: Milletin yakasından düşün. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Hocam, ihale dosyalarını evine götüren başbakanı açıklamadın!.. Soyduğunuz bankaların listesi burada...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Hayalle meşgul olma lütfen.

BAŞKAN - Söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisinde.

Adalet ve Kalkınma Partisi adına İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin; buyurun efendim. (AKP sıralarından alkışlar)

AKP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla ilgili yolsuzlukların üzerine gitmediği iddiasıyla Başbakan Sayın Bülent Ecevit hakkında verilmiş bulunan gensoru önergesi üzerinde, AK Parti Grubunun görüşlerini arz etmek için huzurunuzdayım.

Önce, şunu belirtmek istiyorum ki, gensoru, gerçekten önemli bir denetim mekanizmasıdır. Bu mekanizmanın, gensorunun, amacına ulaşabilmesi için, mutlaka, ondan beklenen faydaya eşdeğer önem verilmelidir. Üç tane gensoru önergesinin üst üste görüşülüyor olması, bana göre bu denetim yolunu hafife almaktır. Bu konuda özellikle iktidar partilerinin gensoru önergelerinin görüşülmesiyle ilgili daha toleranslı davranmalarını, muhalefet partileri olarak beklemek herhalde hakkımızdır.

Önce konuyu ortaya koymak ve sonra izin verirseniz değerlendirmek istiyorum. Ben verilmiş olan gensoru önergesinin sınırları içerisinde partimizin görüşlerini arz etmeye çalışacağım.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığında ne olmuş da, Sayın Başbakan, bu bakanlıktaki hangi olumsuzluklara göz yummuş da hakkında bu gensoru önergesi verilmiş:

Değerli arkadaşlarım, hatırlayacaksınız, 22 Ağustos 2001 tarihinde Ankara'da yeni bir operasyon başladı, bu operasyonun adına "Vurgun Operasyonu" dendi. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Sayın Cengiz Köksal'ın talimatıyla Ankara'da Rüzgârlı Sokakta faaliyet göstermekte olan bir inşaat firmasının sahibi, birtakım çalışanları ve ayrıca buraya gidip geldikleri tespit edilmiş olan Bayındırlık ve İskân Bakanlığının iki elemanı o gün gözaltına alındı. Sonra, bu sanıkların ifadelerinden ve yeni elde edilen kanıtlardan hareketle, soruşturma genişletildi, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının Müsteşar Yardımcısı Sayın Aban, Yapı İşleri Genel Müdür Vekili Sayın Gönülal, genel müdür yardımcıları, Yeterlilik ve İhale Komisyonu Üyeleri, toplam 14 bürokrat kısa sürede gözaltına alındı. İzleyen günlerde gözaltına alınan bürokrat sayısı 28'e yükseldi, başta Müsteşar Yardımcısı Sayın Aban olmak üzere, dokuz bürokrat ve şirket sahibi ile çalışanları tutuklandılar. Ayrıca, bu arada altmışa yakın müteahhidin de ifadesi alındı, bugünkü gazetelerden öğrendiğimiz kadarıyla da, çok daha fazla sayıda müteahhidin ifadesinin alınması işlemleri de devam ediyor.

Değerli arkadaşlarım, peki, hangi iddiayla, ne için bu Vurgun Operasyonu başlıyor? Öğrendiğimiz kadarıyla, Bakanlık üst düzey yöneticileri, ihale almak isteyen müteahhitleri Pırlanta İnşaata yönlendiriyor, ihaleler bu firmada pazarlanıyor ve komisyon adı altında rüşvetler alındığı iddia ediliyor ve hatta, yine basının yazdığı kadarıyla, Müsteşar Yardımcısı Sedat Aban'ın 5,5 trilyon liralık bir serveti olduğu da iddia ediliyor.

Ben hukukçu bir arkadaşınızım, bütün bunlar şu anda iddia safhasındadır. Hiç kimseyi, hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı olmadan suçlu ilan edemezsiniz; ama, ben, önergedeki iddialar çerçevesi içerisinde, olayı Muhterem Heyetinizin önüne koymak istiyorum.

Tutuklanan sanıklar ve ifadelerine başvurulan müteahhitler, basına intikal ettiği kadarıyla, bu çarkı doğrular mahiyette ifade vermişler. Mesela, Sedat Aban'ın, "bazı ihaleler Bakan Koray Aydın'ın emriyle hatır gönül çerçevesinde verildi" dediği iddia ediliyor. İhale Yeterlik Komisyonu Başkanı Mehmet İnce'nin "bizler memuruz, ne söylenirse onu yaparız, Bakanlıktaki hiyerarşik yapı içinde talimatlar bize ulaşıyordu" diye ifade verdiği iddia ediliyor. Ayrıca, vurgunu anlatan müteahhitlerin "Bakandan habersiz iş yapılmaz" dedikleri ileri sürülüyor.

Değerli arkadaşlarım, diğer yandan, eski bakan Sayın Koray Aydın'ın, bakanlığa gelir gelmez, İller Bankası İhale Yönetmeliğinde, Başbakanlığın karşı çıkmasına rağmen bir değişiklik yaptığı ve bu değişiklikten sonra 508 ihalenin tamamına yakınının davet usulüyle verildiği, işi alan müteahhitlere yeniden ihaleye çıkılmadan ek sözleşmelerle trilyonlarca kaynak aktarıldığı, ayrıca, yüzde 50'leri bulan kırımların, davet usulü yapılan bu ihalelerde yüzde 20'lerde kaldığı, bu yolla haksız kazançlar elde edildiği iddia ediliyor.

Ayrıca, yine, Sayın Bakanın, babasıyla ortak olduğu Yolalan Limited Şirketi, Halil İbrahim Aydın İnşaat Malzemeleri Limited Şirketinin deprem bölgesine malzeme sattığı ve bu yolla trilyonluk cirolar yaptığı da iddialar arasında.

Önce, Sayın Bakan, "Allah'tan hepsi Marksist, ülkücü olsalardı vay halimize" diye bir tepki gösterdi hafiften; ama, daha sonra, operasyon tabiî çorap söküğü gibi kendisine kadar dayanınca, 6 Eylül günü, hem bakanlıktan hem de milletvekilliğinden istifa etmek zorunda kaldı. Sayın Bakanın istifası ve sonrasıyla ilgili düşüncelerimi, konuşmamın sonunda sizlere ifade etmeye çalışacağım.

Değerli arkadaşlarım, gensoru önergesine konu olan olay ve iddialar kısaca bunlardan ibaret.

Şimdi, bu gensoru önergesi, hiç şüphesiz ki, eski Bakan Sayın Koray Aydın hakkında verilmedi, verilemezdi; çünkü, Bakanlıktan istifa etti. Başbakan Sayın Bülent Ecevit hakkında verilmiş bir gensoru önergesini görüşüyoruz.

Şimdi, şu soruya cevap bulmak durumundayız: Sayın Başbakan bu yolsuzluklardan sorumlu tutulabilir mi? Bu yolsuzluklarla Sayın Başbakan arasında bir illiyet bağı kurulabilir mi? Sayın Başbakan bu yolsuzlukların olmaması için gerekli özeni göstermiş midir?

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Zaten somutlaşmış bir şey yok ki...

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bu noktada şu da söylenebilir: "Bu işler gizli yapılır, Sayın Başbakanın bunları bilmesi mümkün değildir." Ama, değerli arkadaşlarım, eğer böyle düşünenler varsa hepsi de yanılır. Niye; çünkü, Sayın Başbakan da, Sayın Başbakan Yardımcıları da, hükümet yetkilileri de ve burada bulunan milletvekili arkadaşlarımızın tamamı da bütün bu iddiaları altı ay önce zaten öğrenmişlerdi. Çünkü, burada Sayın Koray Aydın hakkında daha önce bir gensoru önergesi verilmiş, bütün bu iddialar burada konuşulmuş, şu kürsüden ifade edilmişti; işte tutanaklar... İzin verirseniz, burada, bu konuyla ilgili yapılmış konuşmalardan -Sayın Veysel Candan'ın konuşmasından- bir bölüm okumak istiyorum:

"Değerli arkadaşlar, şimdi size bir bilgi arz edeceğim. Bu bilgide, bugün, Bayındırlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olan zatla ilgili olarak, Ankara Valiliğine bir yazı yazılmış; aynen deniliyor ki: Teftiş Kurulu ve Bakan onayı var. Bu, yukarıda adı verilen şahıs, birtakım usulsüzlüklere ve yolsuzluklara neden olduğu anlaşıldığından, adı geçene, bundan böyle malî işlerle ilgili hiçbir görev verilmemesi gerekmektedir. Kadir Yıldırım, Personel Dairesi Başkanı. "

Sayın Candan, devam ediyor: "Bu, Ankara Valiliğinin yazdığı yazıdır. Peki, Sayın Bakan ne yaptı; Sayın Bakan, aldı bu kişiyi, müsteşar yardımcısı yaptı."

Ayrıca, konuşma içerisinde, demin, benim "iddiadır" diye ifade ettiğim birtakım olumsuzluklar da Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla ilgili bu konuşmalarda detaylarıyla dile getirilmiş.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Ama yanlış yönlendirme yapıyorsunuz şu anda Sayın Şahin.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Sayın Bıçakçıoğlu, nasıl konuşacağıma, neyi nasıl ifade edeceğime, izin verin de, ben karar vereyim.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Bu konuşmaya konu olan müsteşar yardımcısı, şu anda cezaevinde bulunan müsteşar yardımcısı değil.

BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu, müdahil olmayın lütfen.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Eğer, yanlış bir söylersem; eğer, yanlış bir değerlendirmede bulunursam, gelirsiniz, Başkandan söz istersiniz, burada ifade edersiniz.

BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu, lütfen...

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bunlar, altı ay önce burada konuşuldu. Sayın Bakan ne dedi; o da burada var.

Sayın Koray Aydın, buraya çıktı, şunları söyledi: "Bu gensoru, alelacele, sıra savmak için hazırlanmış bir gensorudur. Bir tane doğru bile yok. Söylenenlerin hiçbiri bir esasa dayanmıyor. Ben, bu gensoruya kocaman bir çarpı işareti koyuyorum." Zabıtlardan okuyorum, kendi beyanıdır. Ayrıca, konuşmasını, Hücürat Suresinin 12 nci ayetinden bölüm okuyarak tamamlıyor. Burada, zabıtlarda var.

Şimdi, tabiî, altı ay önceki gensoruya, Sayın Bakan bir çarpı işareti koydu; ama, o çarpı işaretini daha sonra Sayın Bakanın üzerinde gördük.

Değerli arkadaşlarım, bu yolsuzluklardan, vurgunlardan, sayın eski bakan kadar, hatta ondan daha fazla, Sayın Başbakan sorumludur; niye; altı ay önce burada bu iddialar dile getirilmiş, bunlar söylenmiş. Sayın Başbakanın ve hükümet yetkililerinin ve özellikle, Sayın Bahçeli'nin bu iddiaları ciddîye alıp, bunların üzerine gitmesi gerekirdi; ama, böyle bir şey yapıldığını görmüyoruz.

Ayrıca, Sayın Başbakan, Anayasanın 112 nci maddesi gereği, bakanlarının görevlerini Anayasa ve yasaya uygun şekilde yapıp yapmadıklarından da sorumludur; hatta, bakanlarının yerine getirmeleri gereken hususları gözetmelerinden ve düzeltici önlemleri almalarından da sorumlu olduğu, Anayasanın 112 nci maddesinde açıkça beyan ediliyor; ama, bu süre içerisinde Sayın Başbakan ve Başbakan Yardımcısı arkadaşları hiçbir şey yapmamışlardır.

Haklarını da yemeyelim, bir şey yaptılar; gensoru önergesi burada görüşülürken, parmaklarını lütfedip kaldırarak, gensoru önergesinin reddi için oy kullandılar. Bir şey yapmadılar dersek, haklarını yemiş oluruz.

Bakan istifa edince, Sayın Başbakanın beyanı, yaklaşımı da çok ilginçti. Sayın Başbakan şöyle dedi: "Sayın Bakan çok onurlu bir davranışta bulunmuşlardır."

Tüm kamuoyu, içerisinde yaşadığı bu sıkıntıların karşısında, böyle bir onurlu davranışı Sayın Başbakandan bekliyor. (AKP sıralarından alkışlar) Sayın Başbakanın böyle bir onurlu davranışta bulunması karşısında, kamuoyunun iç çekerek "oh" diyeceğini tahmin ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bu hükümet büyük iddialarla kuruldu. Bakın, şu, 57 nci Cumhuriyet Hükümetinin Programıdır. Bu Programı dün akşam yeniden gözden geçirdim. Bu hükümetin programında, iki önemli noktada iddia var:

1- Bu hükümet, 57 nci cumhuriyet hükümeti, yolsuzluklarla mücadele edecek.

2- Ülkenin büyümesini gerçekleştirecek, enflasyonu düşürecek ve refahı tabana yayacak.

Şimdi, aradan yirmisekiz ay geçmiş. Ne görüyoruz; yolsuzluklarla mücadele iddiasıyla kurulan bu hükümetin, yolsuzluklara bulaşan bakanlarının bir bir istifa ettiklerini görüyoruz. Önce, Beyaz Enerji Operasyonuyla bu hükümeti elektrik çarptı, şimdi de Koray Aydın'ın istifasıyla bu hükümet vurgun yedi. (AKP sıralarından alkışlar) Elektrik çarpmış, vurgun yemiş bir hükümetle karşı karşıyayız ve bu hükümet, şu anda mefluç haldedir; kendine hayrı yoktur; hiçbir problemi de çözememiştir; görünen o ki, çözmesi de mümkün değildir.

Üzülerek belirtmek zorundayım, benden önce konuşan arkadaşlarımız da ifade ettiler, Davos'ta yayımlanan bir rapora göre, yolsuzluk liginde maalesef dünya dördüncüsüyüz. Bunun, ülke insanına yansıyan olumsuz yönü nedir? Bu raporda şöyle bir not var: "Türk insanı yolsuzluklar nedeniyle yüzde 36 oranında fazladan vergi ödemek zorunda kaldı; 2000 yılında beklenen 26,5 katrilyon liralık vergi gelirinin yaklaşık 9,5 katrilyon liralık bölümü fazladan ödenen ve yolsuzluğa akan vergi miktarını oluşturuyor." Demek ki, ülkemiz insanı, yolsuzluklar sebebiyle, her yıl yüzde 36 daha fazla vergi ödüyor; 2000 yılı verilerine göre bu, 9,5 katrilyon liradır.

Değerli arkadaşlarım, bu hükümet, ülkenin büyümesini gerçekleştirmeyi de hedef olarak önüne koymuştu; ama -bugün yapılan konuşmalarda bazı arkadaşlarımız da dile getirdiler- İkinci Dünya Savaşı yıllarından sonra en hızlı küçülmeyi bu hükümet döneminde görüyoruz. Âdeta, halkımız, isyan halindedir. Bir halk ozanı hükümete sesleniyor bir şiirinde, diyor ki:

"Devri iktidarınızda meşru oldu rüşvetle vurgun,

Vatandaş perişan, et ona dargın,

Huzur kalmadı, adalet yorgun,

Sayenizde halk canından bezmek üzeredir.

Sabah zamma gebe akşam yalana,

Şeref satış için düştü alana,

İtibar edilir oldu çalana,

Sayenizde düşman halimize gülmek üzeredir.

 

Ücret erbabın kaderi kara,

Her sene bütçede açılır yara,

Huzura hasrettir fakir fukara,

Sayenizde zeytin, peynir devri de bitmek üzeredir." (AKP sıralarından alkışlar)

Şimdi, halkımız, artık derdini dizelere döküyor Sayın Hatiboğlu gibi.

Değerli arkadaşlar, bu hükümet, ne yolsuzlukla mücadelede ne Türkiye ekonomisini düzeltmede hiçbir sözünü yerine getirmemiştir; âdeta, bu hükümet, yolsuzluklarla özdeş hale gelmiştir.

Bu hükümet, yolsuzluklarla mücadelede üzerine düşeni yapmadığı gibi, üstelik, yargı organlarının da önünü kesmek için, bana göre sinsice birtakım yasa değişiklikleri yapmıştır. Bunlardan bir tanesini, huzurunuzda sizlere ifade etmek istiyorum: 27 Haziran 2001, Meclis tatile girmeden önceki günler... O sırada, mensubu bulunduğum siyasî parti kapatılmıştı, arkadaşlarımızla birlikte bağımsız hale gelmiştik, grubumuz yoktu, bir hafta süreyle oturumlara katılmamıştık; o sırada Meclisten geçen bir yasadan bahsediyorum size. Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunda değişiklik yapıldı. Ben, o sırada, Adalet Komisyonu üyesiydim. Arkadaşımız söyledi; yarın, Cumhurbaşkanından geri dönen bu kanun, Adalet Komisyonunda yeniden görüşülecek. Bakın, burada ne yapıldı... Zabıtlar buradadır; orada da Sayın İçişleri Bakanına ifade etmiştim. Burada, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinde bir değişiklik yapıldı. Burada bir ibare var: "Cumhuriyet başsavcıları, bir kamu görevlisi memurla ilgili ihbar aldıklarında bir hazırlık yaparlar, delilleri toplarlar ve soruşturma izni verecek makama göndererek soruşturma izni isterler" cümlesindeki "soruşturma izni isterler" ibaresini çıkarıyorlar "gönderirler" kalıyor. Bu, şu demektir: Cumhuriyet başsavcıları, devlet memurlarıyla ilgili, kamu görevlileriyle ilgili, bundan sonra soruşturma açamayacak, ona biz karar veririz... Sayın İçişleri Bakanına Adalet Komisyonunda da ifade ettim -zabıtlar buradadır, vaktim olmadığı için daha fazla, derinlemesine giremiyorum- ama, ne oldu; buradan çıktı. Sayın Cumhurbaşkanımıza müteşekkiriz; gerçekten, bir hukuk adamı olduğunu her seferinde gösteriyor ve bu yasayı geri gönderdi. Yarın, Adalet Komisyonunda görüşülecek; bakacağız, bu hükümet, yolsuzluklarla mücadelede ne kadar samimî, ne kadar değil... Eğer bunu aynen gönderirlerse, sınıfta kalmışlardır, bunu ilan edeceğiz. (AKP sıralarından alkışlar)

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Kaçıncı kez!..

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Gözlerimiz üzerlerindedir.

Değerli arkadaşlarım, cumhuriyet tarihinde, ben, hiç rastlandığı kanaatinde değilim. İlk defa bu hükümet döneminde, bir cumhurbaşkanı dönemin başbakanını savcılığa veriyor. Sezer, Ecevit'i savcılığa verdi. (DSP sıralarından "Hayır" sesleri)

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Efendim, şimdi, Devlet Denetleme Kurulu, birtakım bankalarla ilgili araştırma yapıyor, soruşturma yapıyor, birtakım yolsuzluk bulgularına rastlıyor. İşlem yapılması için bunu Başbakanlığa gönderiyor; ama, Sayın Başbakan bu konuda bir işlem yapmıyor. İş de Cumhurbaşkanına düşüyor; o yapmıyor diye kendisi gönderiyor. Böyle bir şey olabilir mi?!

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Bir gün sonra Cumhurbaşkanı o haberin yalan olduğunu açıkladı.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) -  Hayır efendim öyledir... Öyledir efendim... Burada belgeler; buradadır.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Cumhurbaşkanı açıklama yaptı.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Eğer, bunun doğru olmadığı iddiasındaysanız, çıkar, burada cevabını verirsiniz.

Değerli arkadaşlarım, bu hükümet hakkında şu ana kadar 18 gensoru önergesi verildi, 3 soruşturma önergesi verildi; ama, çoğunluklarına dayanarak, bunlar, tabiî, bir bir reddediliyor; ama, bu iddiaların önemli bir bölümünün gerçek olduğu, işte, bütün bu operasyonlar sonucunda bir bir ortaya çıkıyor. O halde, yolsuzluklarla mücadele etmek, bugün, Türkiye'nin öncelikli sorunu haline gelmiştir, bir ülke sorunu haline gelmiştir; bana göre, rejim sorunu haline gelmiştir. Niye; çünkü, böyle bir durum siyasetçiye güveni sarsıyor, Parlamentoya güveni sarsıyor, siyaset kurumuna güveni sarsıyor ve belki de rejime olan güveni sarsıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız lütfen...

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Halk, bu kurumlara ve rejime olan güvenini önemli ölçüde sorgulama ihtiyacını hissediyor. O halde, biraz önce Sayın Sağlam'ın da ifade ettiği gibi, bu hükümet, rejim için, demokratik cumhuriyet için de bir tehdit, bir tehlike haline gelmiştir. O bakımdan, değerli arkadaşlarım, bu hükümet, bize göre, meşruiyetini yitirmiş bir hükümet halindedir. Biz, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak, bu gensoru önergesinin gündeme alınması istikametinde oy kullanacağız. Ancak, Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanı istifa etti. İstifa ettiği için kendisi de Genel Kurula gelmiyor; ama, Sayın Meclis Başkanı istifayı bir ayı aşkın süredir tutuyor. İçtüzük, bu konuda, istifa dilekçesinin işleme alınmasını amirdir. Niye işleme almıyor Sayın...

BAŞKAN - Nereden biliyorsunuz işleme almadığımızı?..

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Efendim, gelir önümüze, görürüz!..

BAŞKAN - Başkanlık Divanı toplandı; gereken prosedür, kanunî, hukukî prosedür oldu efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - "Olacak" diyorsunuz; biz de olmasını istiyoruz tabiî...

BAŞKAN - "Olacak" demedim efendim. Başkanlık Divanı toplandı, gereken yapıldı.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Tabiî, muhalefet partisi olarak... Bir istifaysa, gelir.

Ama, şöyle tamamlıyorum: Sayın Başkanım, tamam, Başkanlık Divanı, Meclis Başkanı, görevini yapmışsa müteşekkir oluruz. Ben yapmadığını biliyorum, söyledim, siz de düzelttiniz; ama, bununla iş bitmez.

BAŞKAN - Teşekkür ederim düzelttiğiniz için.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bununla iş bitmez. İstifa etti, ne olacak; Anayasanın 100 üncü maddesine göre, Bakan hakkında cumhuriyet savcıları hiçbir şey yapamayacaklar. Eğer, bu hükümet, yolsuzluklarla mücadelede samimîyse, bir soruşturma önergesi verilsin -bizim sayımız yetmiyor; verebiliriz; belki diğer siyasî partilerden de destek alabiliriz- bir soruşturma komisyonu kurulsun; gerekirse Sayın Bakan Yüce Divana gitsin, kendisi istesin, beraat etsin, aklansın isteriz. Biz, hiçbir arkadaşımızın Yüce Divanda yolsuzluklar sebebiyle mahkûm olmasından haz ve şeref duyacak insanlar değiliz; ama, bu yolu da, bu hükümet ve hükümet partilerinin mutlaka işletmesi lazım. Temiz toplum, temiz siyaset için buna ihtiyaç vardır. Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (AKP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Şahin, teşekkür ederim efendim.

Efendim, şimdi söz sırası, Saadet Partisinde.

Saadet Partisi Grubu adına, Bayburt Milletvekili Sayın Suat Pamukçu; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkan, zabıtlara doğru geçmesi açısından bir hususu düzeltmek istiyorum...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Başkanlık Divanı ne zaman toplandı, benim haberim yok Sayın Başkan!

BAŞKAN - Sayın Erdir, zabıtlara geçmesini istiyorsanız mikrofonu açın lütfen.

Sayın Mahmut Erdir, müsaade eder misiniz efendim, Sayın Pamukçu'yu bekletmeyelim. Bir milletvekilini bekletmek olmaz...

SP GRUBU ADINA SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Olsun, ben beklerim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır efendim, sizi kürsüye davet ettim...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Efendim, biraz evvelki konuşmada...

BAŞKAN - Sayın Erdir, Sayın Pamukçu'dan sonra size o imkânı vereceğim; daha isabetli olur.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Peki efendim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Pamukçu.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Saadet Partisi Grubu adına, Doğru Yol Partisi Grubunca verilmiş olan gensoru üzerinde görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınıza geldim; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün Yüce Meclisimiz tarihî birleşimlerinden birini yapıyor; ancak, bu birleşimde iki olaydan dolayı üzüntü duyduğumu hemen konuşmamın başında ifade etmek istiyorum. Bugün Meclisimiz bir karar aldı ve Afganistan'a asker gönderme, hatta daha da şümullü bir şekilde yurtdışına asker gönderme konusunda bir karar aldı.

Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışan, mazlum ve mağdur insanların yanında olmaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının olağanüstü toplantıyı açarken yapmış olduğu konuşmada da ifade ettiği gibi, bu Meclis, Amerika'da 11 Eylülde vuku bulan terörist olayda hayatlarını kaybeden mağdur ve mazlum Amerikalıların da yanında olmuştur. Bu ifadeden dolayı da Sayın Meclis Başkanını tekrar tebrik ediyoruz. Bugün de yine bu Yüce Meclis, mağdur ve mazlum Afgan halkının yanında olma yönünde bir karar almalıydı; çünkü, bu Meclisin kuruluşu, zalimlere karşı mazlumların yanında bir kurtuluş savaşı vermek içindir. Bu Meclise yakışan da bu olması gerekirdi; birinci üzüntüm budur.

İkinci üzüntüm ise, biraz önce yine bu Meclis tarafından alınan bir kararla reddedilen daha önce görüştüğümüz gensoru önergesidir. Gerçekten de, Grubumuza mensup değerli arkadaşlarımız tarafından verilen ve ekonominin dibe vurduğu gerekçesiyle hükümet hakkında gensoru açılmasını isteyen önerge, üzülerek ifade edeyim ki, reddedildi. Reddi için ortaya konulan bir tek gerekçe vardır; o da "alternatifimiz yok" masalıdır. Alternatifimiz yok demekle, aslında, bu hükümet, gensoruda ifade edilen gerekçeleri zımnen kabul etmektedir. Hükümet zımnen şunu ifade ediyor; diyor ki: "Evet, ekonominin dibe vurduğunu ve bunun müsebbibi olduğunu kabul ediyoruz. Türkiye'nin bundan daha kötü idare edilemeyeceğini de kabul ediyoruz; ama, ne yapalım ki, bu hükümetin alternatifi yoktur." Bunu kim söylüyor; Sayın Başbakan söylüyor; Sayın Yılmaz söylüyor, kavlen söylüyor; Sayın Bahçeli de, her zaman olduğu gibi, susarak söylüyor.

Şimdi görüştüğümüz ve bundan sonra görüşeceğimiz gensorular hakkında da, öyle zannediyorum ki, bu Meclis reddedecek, ret kararı verecek. Aslında bu olay yadırganacak bir şey de değil; çünkü, özellikle muhalefet partileri verdikleri gensorularla, bir nevi, bu hükümete ateş ediyor; ama, ortada, gerçek anlamda bir hükümet yok, ateş ettiğimiz yer gölge bir hükümet. Dolayısıyla, gölgenin vurulması ve düşürülmesi söz konusu olamaz.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Siz de kurusıkı atıyorsunuz.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Bu bakımdan, reddedilmiş saymıyorum; çünkü, ortada gerçek bir hükümet yok. Ancak, bütün bunlara rağmen, biz muhalefet partisiyiz ve ülkenin kurtuluş reçetesine sahip tek partiyiz. Bu tarihî toplantıda, aziz milletimize olan borcumuzu ödemek ve bütün gerçekleri bütün çıplaklığıyla ortaya koymak zorundayız.

Yolsuzluklar üzerine inşa edilmiş bir gensoruyu görüşüyoruz. Önce, gensoruyu veren Doğru Yol Partisi grup başkanvekillerine ve grup üyelerine teşekkür ediyorum. Bu hükümetin niçin düşürülmesi gerektiğini, kısa ve öz bir şekilde, önergede ifade etmişler. Hemen, baştan, bu önergede ifade edilen hususlara katıldığımızı ve gensorunun gündeme alınması için kabul oyu vereceğimizi ifade edeyim.

Niçin katıldığımıza gelince: Gensoru açılması istenmesine neden olan Bayındırlık Bakanlığındaki vurgun operasyonunu ele alalım. İhalelerdeki suiniyet ya da işin kılıfı, daha plan-proje safhasında ortaya çıkmıştı. Deprem nedeniyle yapılan ve yapılacak olan ihalelerde ve kamu harcamalarında tamamen suiistimal olacağı, daha işin başından belliydi. Deprem bölgesinde yatırımların Sayıştay denetiminden çıkarılması, yolsuzluğun, vurgunun kılıfı değil miydi? Onbeş yirmi gün sürecek denetimi "işlerin gecikmesine sebep olacak" diye kararnameyle bertaraf eden hükümet, daha işin başında, vurgunların sorumlusu olduğunu kabul etmemiş miydi?! İşinde bu kadar aceleci davrananların, 1999-2000 kışında depremzedeleri soğuğa, çamura nasıl mahkûm ettiğini gayet iyi hatırlıyoruz. O dönemde, Fazilet Partisinin anamuhalefet partisi olarak yoğun itirazlarına, eleştirilerine ve bazı meslek kuruluşlarının ikazlarınla rağmen, yaraların çabuk sarılabilmesi için bürokratik engellerin kaldırılması gibi masumane bir gerekçeyle çıkarılan kanun hükmündeki kararnameyle harcamaların denetimden kaçırılmasına, yazık ki, bazı çevreler, özellikle birkısım medya, o gün seyirci kalmış ve olayın üzerine gidememişti.

Geçtiğimiz mart ayında, Fazilet Partisi tarafından verilen gensoru görüşmelerinde değerli arkadaşlarımızın özellikle üzerinde durdukları kalıcı konutlara ilişkin yanlış tür seçimi, yanlış yer seçimi ve yanlış teknoloji seçimi iddiaları, daha işin başında da dile getirilmiş ve ne yazık ki, bu "vurdumduymaz" sözünü söyletecek kadar olup bitenden habersiz hükümet ve onun başı, bu ikazların hiçbirisini dikkate almamıştı. Almadı da ne oldu dersiniz. Şimdi her şey ortadadır. Bu milletin binbir fedakârlıkla katkıda bulunduğu depremzede yardımları heba edilmiştir; üç beş vurguncuya peşkeş çekilmiştir. Şimdi, Meclisimiz, millet adına, garipler adına, canı yanan, perişan olan halkımız adına bu hükümetten hesap soruyor. Sahi, gerek yurt içinden ve gerekse yurt dışından toplanan yardımları, hangi gerekçeyle, depremzedelere doğrudan iletmek yerine, önce resmî banka hesaplarına teslim etme mecburiyeti getirdiniz?! Bu hususta o derece sert önlemler aldınız ki, vatandaşlar yardım yapmakla neredeyse suçlu duruma düşmüşlerdi; soruşturmalar açmıştınız.

Buradan, Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılarına sesleniyorum: Deprem için toplanan yardımların kimlere ve nasıl dağıtıldığını da soruşturmanız lazım; millet adına bu soruşturmayı yapmanız lazım. Bu paraların ne kadarının batık bankalar hesabına aktarıldığını sormamız lazım.

Yüce Meclis, bu gensorunun gündeme alınmasına karar vermelidir ve bazı hususların da açığa kavuşmasına yardımcı olmalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin en önemli görevlerinden birisi de denetimdir. Hükümetin Meclis içinden çıkmış olması, Yüce Heyetinize karşı sorumluluğunu ortadan kaldırmamalıdır. Siyasete olan saygının güçlenmesi için, bu gensoruyu, mutlaka gündeme almak zorundayız.

Bakınız, Grubumuz üyesi değerli arkadaşlarımızın Bayındırlık Bakanından sordukları bazı sorulara, bugüne kadar henüz cevap alınmamıştır. Bunlardan bir kaçını sıralamak istiyorum. Şimdi soruyorum: Niçin bu dönemde 2886 sayılı Yasanın bir hükmü istismar edilerek, davet usulü ihaleler ağırlık kazanmıştır? Niçin bu hükümet döneminde yapılan ihalelerde tenzilatlar, yüzde 40 yüzde 50'lerden yüzde 10 yüzde 15'lere inmiştir? İller Bankasından bölge müdürlüklerine, müteahhitlere ödenmek üzere gönderilen paraların ödenme usulü ortaya konmuşken, bazı müteahhitlere konulmuş olan bu usul dışında ödeme yapılmış mıdır? Bu soruları huzurlarınızda soruyorum ve size, bu hususla ilgili bir belge gösteriyorum.

Bakınız, Bayındırlık Bakanlığına bağlı İller Bankası Genel Müdürlüğünden bölge müdürlüğüne çekilen faks misal olarak bir tanesini söyleyeyim- mesajında "711 milyar 691 milyon lira, bölge müdürlüğünüze bugün havale edilmiştir" denildikten sonra, bu paranın ne şekilde müteahhitlere ödeneceği hususunda da, 10 milyar liraya kadar olanların tamamı, 10 milyar ile 33 milyar arasında olanların yüzde 50'si, diğerlerinin de yüzde şu kadarı diye bir usul getirilmiş; fakat, ne hikmetse, faks mesajının sonuna, ayrıca "100 milyar, 28 milyar 616 milyon ve 61 milyar 350 milyon lira da ödenecektir" diye bir not düşülmüş. Bu notun ne anlama geldiğini, bu hükümetin yetkilileri açıklamalıdır.

Yolsuzluklarla ilgili daha birçok konu var. Yolsuzluklar, sadece Bakanlık genel merkezinde değil, il müdürlüklerinde de yapılmıştır.

Şimdi, huzurlarınızda bir şeyi sormak istiyorum; Erzincan Depreminden sonra, Erzincan'da yapılan su ve kanalizasyon işi için 10 milyon dolar harcanmışken, aynı büyüklükteki iş için Adapazarı'nda 85 milyon dolar nasıl ödenebilmiştir?!

Bakanlığın marifetleri bununla da bitmiyor; hükümeti de suç ortağı yapacak bir başka uygulaması daha var. O da, meşhur afet kararnameleri. Bu kararnamelerle, Sayın Bakan, hem Anayasaya hem de 4123 sayılı ve 2380 sayılı Yasalara aykırı olarak, birkısım belediyelerin paylarını haksız olarak kısıp, siyasî mülahazalarla, daha çok belli bir partiye mensup belediyelere aktarmak suretiyle, Bakanlar Kurulunu da aldatmıştır. Kararnamelerde, afete maruz kaldığı halde bazı belediyeler kapsam dışı bırakılmış; bazı belediyeler de, aynı bölgede olmasına rağmen, değişik katsayılarla mağdur edilmiştir.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Vurgun Operasyonuna yeniden dönecek olursak, ortaya dökülen pislikler, mide bulandırmaktan da öte, millet adına, bu hükümet ve bu Bakan adına, gerçekten, keşke toprak olsaydım dedirtecek cinsten pislikler; Bakanlık bürokratlarının, üst düzey bürokratlarının 1 trilyonluk mal varlığının ortaya çıkarılmasından tutun da, bir diğer sayın bakanın "en büyük vurgun ve yolsuzluk benim bakanlığımda" itirafına kadar bir yığın pislik. Efendim, bürokratlar yargıya teslim oldu; yargı süreci başladı, devam ediyor; Sayın Bakan da istifa etti; daha ne istiyorsunuz diye sorabilirsiniz.

Sayın milletvekilleri, yargı da istifa da işin sonu değil başıdır. Bu ülkede, siyasî sorumluluk denilen bir şey yok mudur?! Önce ya siyaset ya ticaret diyen, sonra da seçilememiş partizanlarını bürokraside kilit yerlere yerleştirip soygunculuk yaptıranların; eğer ki, arkasında siyasî bir amaç görür veya hissedersem, yapanları affetmem deyip, sonra U dönüşü yapanların siyasî sorumluluğu yok mudur?!

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Vallahi, U dönüşü yapan sizsiniz!

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Allahaşkına, söyleyiniz; siz, hiç, şirket kurup müteahhitlere malzeme satan bayındırlık bakanı duydunuz mu?!

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - O da yalan.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Siz, hiç, 7 trilyon ciro yapan bir şirket için, bakanımızın -ticarî işletmeleri olmasına rağmen- aktif bir ticarî eylem içinde olduğuna dair bir işaret yok diyen bir bakan duydunuz mu?!

Vurgun ve soygunların tek adresi, elbette, sadece Bayındırlık Bakanlığı değildir. Ne yazık ki ve ne hazin bir manzara ki, ülkemizin kaynakları ve toplanan vergiler, milletimizin refah ve mutluluğu için değil, devlet ve millet malıyla palazlanmış bir avuç rantiyeye ve soyguncuya gitmektedir. Bu düzen, tam bir soygun düzenidir. Bu ülkede, neredeyse bir saadet zinciri kurulmuş; arsızlık, hırsızlık, yolsuzluk, vurgun, soygun, nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan vakai adiyeden sayılır olmuştur. Özelleştirmeler, ihaleler, devleti ve milleti soymanın aracı haline gelmiştir. Sayısını unuttuğumuz operasyonların başka ne anlamı var?!

İşte, 11 milyar dolarlık ya da başka bir ifadeyle, 20 milyar dolarlık Kasırga Operasyonu adı verilen banka soygunları, 500 trilyonluk Matador Operasyonu, 100 trilyonluk hayalî ihracatla ilgili Balina Operasyonu, 500 trilyon liralık et kaçakçılığı ve karapara aklamayla ilgili Buffalo Operasyonu, 500 trilyon liralık hayalî ihracat ve ithalatla ilgili Paraşüt Operasyonu, 100 trilyonluk hayalî ihracat ve gümrük kaçakçılığı operasyonu, 5 trilyonluk içmesuyu ihalesiyle ilgili Serhat Operasyonu, 11 trilyonluk Kartal Operasyonu, 10 trilyonluk şeker ithali ve ihracıyla ilgili Sis Operasyonu...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İyi ya, biz çıkardık onları ortaya.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - ...100 trilyon liralık motorin kaçakçılığıyla ilgili Fırtına Operasyonu, Beyaz Enerji Operasyonu, devlet tiyatrolarındaki Kirli Perde Operasyonu ve son olarak, Vurgun Operasyonu.

Bu hükümetin adı, yolsuzluk hükümeti midir, operasyon hükümeti midir, aziz milletimiz karar versin, siz değil. Sayın Bayındırlık Bakanı, bu hükümetin düşen veya düşürülen 10 uncu bakanıdır. Hükümetin ilk düşen bakanı Sayın Hikmet Uluğbay'dır; ağır gerilim sonucu intihara kalkıştı ve bakanlıktan ayrıldı. Yerine getirilen, yine DSP'den Sayın Recep Önal, ekonomik krizden sonra bakanlığını korudu; ama, ekonomi yönetiminden oldu; fiilen düşmüş bir bakan olarak koltuğunda oturmaktadır. ANAP'lı Sayın Yüksel Yalova, Tütün Kanunu konusunda ağır eleştiriler sonunda istifa etti. ANAP'tan Sayın Mehmet Ali İrtemçelik, MHP'li Ulaştırma Bakanı Sayın Enis Öksüz, ANAP'lı Sayın Erkan Mumcu, ANAP'lı Sayın Sadettin Tantan ve ANAP'lı Sayın Cumhur Ersümer... Hepsi de, bildiğimiz, kamuoyunun bildiği nedenlerden dolayı düşmüş veya düşürülmüş bakanlardır. Bu kadar düşük bakanı olan hükümet için "dimdik ayaktadır" diyenlere ithaf olunur.

 Bunları niçin söyledim: Anayasanın 112 nci maddesi gayet açık; müsaadenizle okumak istiyorum. Bakınız, 112 nci madde ne diyor: "Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur.

Her bakan, Başbakana karşı sorumlu olup ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur.

Başbakan, bakanların görevlerinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri almakla yükümlüdür."

Değerli milletvekilleri, şimdi, önümüzde bir gensoru var. Bu gensoru Sayın Başbakan hakkında verilmiştir ve yerinde verilmiştir. Biraz önceki ifadelerimizde, değerli bakanlarımızın marifetlerini sırayla saydım. Şimdi, hiç kimse, çıkıp da Anayasanın bu açık hükmü karşısında diyemez ki "bakanlar sorumluluklarını yerine getirdi, istifa etti; yorgan gitti, mesele bitti." Hayır; sorumluluk, doğrudan olmasa da, dolaylı yoldan ve Anayasanın bu hükmü gereğince Sayın Başbakanındır. Dolayısıyla, Sayın Başbakan sorumluluğunun gereğini yerine getirmeli ve derhal istifa etmelidir. İstifa etmediği takdirde -biraz önce de ifade ettiğim gibi- bu gensoruya verilecek blok 350 oyla, evet, bu hükümet kurtarılacaktır. Yine, bizim atışlarımız karavanaya gidecektir; çünkü, ortada -tekrar ifade ediyorum- gerçek bir hükümet yok, sadece gölge bir hükümet vardır.

Bu ülkenin bu gölge hükümetten kurtulup gerçek bir hükümete kavuşacağı günler de uzak değildir. O günlerde buluşmak dileğiyle, bu gensoruya olumlu oy vereceğimizi tekrar ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Erdir, buyurun efendim.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkanım, biraz evvel konuşan AKP sözcüsü Sayın Şahin'in konuşmasındaki bir hususun zabıtlara doğru geçmesi açısından söz aldım.

Olay şu: Devlet Denetleme Kurulu Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kuruluş ve bu, direkt, dilediği mercie raporunu intikal ettirir gereği için; ama, Başbakanlığa göndermez. Başbakanlığa gönderilen raporlar, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun hazırlayıp Başbakanlığa arz ettiği, Başbakanlığın da Yüce Meclise gönderdiği raporlardır. Bunu, tavzihen düzeltmek isterim; bir yanlış anlama var.

Ayrıca, Sayın Başbakanın mahkemeye verildiği hususunda, Cumhurbaşkanlığı Basın Sözcüsü, bu haberlerin asılsız olduğunu, böyle bir olayın olmadığını açıkladılar.

Durumun düzeltilmesi için söz aldım; teşekkür ederim.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu, bir maruzatınız mı var?

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Bir düzeltme de ben yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Çok kısa lütfen...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Mehmet Ali Şahin Bey, yaptığı konuşmada, tutuklanan bir müsteşar yardımcısından bahsetmiş ve "bunun tutuklanacağı altı ay öncesinden belliydi" diyerek, altı ay önce verilen bir gensoru önergesinde ismi geçen müsteşar yardımcısıyla ilişki kurmuştur. Her iki kişi de farklı kişilerdir; tutuklananla altı ay önce ismi geçen müsteşar yardımcısı, farklı farklı kişilerdir.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi açısından açıklama ihtiyacı duydum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Güven, yanlış anlaşılmaya mahal vermesin diye, Sayın Erdir'e ve Sayın Bıçakçıoğlu'na söz verdim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, her partinin değerli grup başkanvekilleri var. Müsaade edin de, o arkadaşlarımız açıklasınlar.

BAŞKAN - Sayın Güven, grupları adına konuşmuyorlar. Grupları adına konuşsalar, 20 dakika dinleyeceksiniz. Çareniz yok yani...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Efendim, usulde var mı? Ben onu söylüyorum. Varsa...

BAŞKAN - İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre yerinden söz verdim efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - İdare ettim diyorsan, o başka; ona bir şey demiyorum.

BAŞKAN - Hayatımda hiç kimseyi idare etmedim ki, onları idare edeyim.

Düzeltme yaptılar.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, o zaman, hep beraberce bunun adını koyalım.

BAŞKAN - Peki efendim... Siz de haklısınız.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Hükümet adına, Sayın Bakan, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekillerinden Sakarya Milletvekili Sayın Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Sayın Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven'in, Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki yolsuzlukların üzerine gitmediği iddiasıyla Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş oldukları (11/17) esas sayılı gensoru önergesinde ileri sürülen iddiaları hükümet adına cevaplandırmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gensoru önergesinde yer verilen iddialara dikkatlerinizi çekmek istiyorum. İleri sürülen iddiaların büyük çoğunluğu ölçüsüz, hesapsız ve sübjektif varsayımlara dayanmaktadır. Önerge, iddialarla ilgili konuların görüşülüp müzakere edilmesi ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasından çok, Sayın Başbakanın şahsında hükümeti yıpratma, karalama ve -tabiri caizse- alaşağı etme mantığıyla hazırlanmıştır. Bu peşin hükümlü mantığı, önergede sıralanan bütün maddeler ayrı ayrı ortaya koymaktadır.

Önergedeki en temel iddia, Sayın Başbakanın ve dolayısıyla 57 nci cumhuriyet hükümetinin yolsuzlukların üzerine gitmediği şeklindedir. İleri sürülen iddiaların ne derece dayanaksız, mantıksız ve tutarsız olduğunu 57 nci hükümetin yolsuzlukla mücadelesinden örnekler vererek bilgilerinize sunmak istiyorum.

57 nci hükümet döneminde, yolsuzluk ve usulsüzlüklere karşı büyük bir mücadeleye girişilmiş, bu amaçla bir dizi yasal ve idarî düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Emniyet, jandarma ve savcılar tarafından ortaya çıkarıldığı belirtilen yolsuzlukların ardında 57 nci cumhuriyet hükümetinin sağlam, güçlü ve kararlı iradesi bulunmaktadır. Yolsuzluklarla mücadele yolunda emniyet birimlerine ve cumhuriyet savcılarına azamî yetki, destek ve katkıyı sağlayan hükümet, yine, 57 nci cumhuriyet hükümeti olmuştur.

57 nci hükümet döneminde çıkarılan 4389 sayılı Bankalar Kanunuyla, bankaların güvenli kurumlar olarak çalışmasını sağlayıcı ve hızlı müdahaleyi mümkün kılan düzenlemeler getirilmiştir. Bankalar hususunda objektif, bağımsız, tarafsız ve hızlı karar verme yetkisine sahip Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kurulmuş ve geçmişte Bakanlar Kurulu kararıyla bankaların faaliyetlerini durdurma kararı verilebilirken, artık günümüzde bu kararların kurul tarafından alınması sağlanmıştır. Anılan kurul tarafından, yıllardan beri sermaye yetersizliği içerisinde olan ve zarar eden birçok bankanın faaliyetleri durdurulmuş ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamına alınmıştır.

Yolsuzluklarla mücadelenin en önemli ayaklarından biri olan bankacılık sektörü, 57 nci hükümet döneminde kontrol altına alınarak, belirli bir düzene sokulmuş; bakkal dükkânı açar gibi banka açma dönemi, artık, tarihe karışmıştır. (MHP sıralarından alkışlar)

Yine, 57 nci hükümet döneminde bir tek banka dahi kurulmadığını dikkatlerinize sunmak istiyorum. Ülkemizde yaşanan Kasım 2000 ve Şubat 2001 ekonomik krizlerinin çıkış noktasının bankacılık ve finans sektörü olduğu dikkate alınırsa, bu alanda yapılan ve yapılacak düzenlemelerin ne derece hayatî önem taşıdığı kendiliğinden anlaşılacaktır.

Bu noktada, özellikle anamuhalefet partisi sözcüsünün gazete kupürlerine dayalı olarak beyanlarına dikkatinizi çekmek istiyorum. Değerli eski YÖK Başkanımızın ifadelerinde, hep, gazete kupürleri vardı. Müsaade ederseniz, Milliyet Gazetesinde Meral Tamer Hanımefendinin bir tablo halinde verdiği "Batan Bankalar Son Sahiplerine Devredilirken, Kim, Hangi Görevdeydi" tablosunu huzurlarınıza getirmek istiyorum.

Sahibi, Süzer; Kentbank, 1992; Müsteşar, Tevfik Altınok; Bakan, Sayın Çiller; Başbakan, Sayın Demirel.

Ceylanlar; Bankkapital, 1995; Müsteşar, Sayın Ayfer Yılmaz; Bakan, Sayın Aykon Doğan; Başbakan, Sayın Çiller.

EGS; Yatırımbank, 1995; aynı şekilde aynı yetkililer ve Başbakan, Sayın Çiller.

Garipoğlu; Sümerbank, 1995; Müsteşar, Sayın Ayfer Yılmaz; Bakan, Aykon Doğan; Başbakan, yine Sayın Çiller.

Cavit Çağlar; İnterbank, 1996; Hazine Müsteşarı, Saygılıoğlu; Bakan, Sayın Aykon Doğan; Başbakan, Sayın Çiller.

Bunu, Bakanın Sayın Ufuk Söylemez ve Başbakanın Sayın Erbakan olduğu dönemleri ilave ederek çoğaltabiliriz. (MHP sıralarından alkışlar) Bunların hepsi... Bu, batan bankaların son sahiplerine devredilirken kimlerin görevde olduğunu gösteren belgedir. Eğer, gazete kupürleri itimat edilir beyanlar veya yazılar ise, bunu da sayın sözcünün dikkatine arz etmek istiyorum.

Hükümetimiz döneminde yolsuzluklar artmamış; aksine, yolsuzlukların üzerine kararlılık ve yasal düzenlemeler yapılmak suretiyle gidildiği yepyeni bir dönem başlamıştır. 57 nci hükümet döneminde yolsuzluk bataklıkları kurutulmaya başlandığı için, konu, kamuoyunda sıkça tartışılır olmuştur. Şu anda kamuoyunun gündeminde olan her türlü yolsuzluk iddiaları hakkında, denetim birimleri ve adlî mercilerce, en kısa sürede işlem yapılmaktadır. Bu sayede, soruşturmaya muhatap olan zanlıların bir kısmı adlî mercilerce ya gözetim altına alınmış ya da tutuklanmış bulunmaktadır. Yolsuzlukla mücadelede kalıcı önlemler alınması kapsamında bir komite oluşturulmuştur. Bu komite, sivil toplum örgütleri, uluslararası kuruluşlar ve kamu bürokrasisinin katkılarını da alarak, çalışmalarını titizlikle sürdürmektedir.

Kamu görevlerine girişteki torpil, rüşvet ve suiistimal iddialarının tamamen ortadan kaldırılması amacıyla merkezî sınav uygulamasına geçilmiş ve bu çerçevede devlet memurları sınavı, devlet işçi sınavı ve kurumlararası memur sınavı gibi sistemler geliştirilmiştir. Hükümetimizce çıkarılan düzenlemelerle, kamu görevlilerinin işe yerleştirilmeleri ve görevde yükselmeleri, ilk kez, objektif kriterlere göre gerçekleştirilmiş, herhangi bir şüpheye, şaibeye ve tartışmaya meydan verilmemiştir.

Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından düzenlenen ve adlî mercilere intikali istenen tüm raporlar, Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlık tarafından ilgili cumhuriyet başsavcılıklarına intikal ettirilmiştir. Yolsuzlukların tespiti ve adlî mercilerce işlem yapılmasını teminen, denetim elemanları yanında, savcılıkların talebi halinde güvenlik güçleri de görev yapmaktadır. Bu çalışmalar, denetim organları ile güvenlik güçlerinin koordineli bir şekilde yolsuzlukların üzerine gitmesi olarak değerlendirilmelidir. Bütün bu konulardaki düzenlemeler, yolsuzluklarla mücadeleden taviz vermeyen 57 nci cumhuriyet hükümetinin eseridir.

Bu noktada, geçmişe mukayeseli bir bakış amacıyla bakar ve bazı Başbakanların dönemlerinde, yıllar itibariyle ve dönem toplamı olarak, Teftiş Kurulu Başkanlığına verilen olurlar incelenirse, şu sonuçlarla karşılaşılır: Başbakan, Sayın Tansu Çiller; yıl, 1993; soruşturma miktarı, 84 adet. Yine Sayın Çiller'in dönemi; yıl, 1994; miktar, 96 adet. Yine, Sayın Çiller'in dönemi; yıl, 1995; miktar, 128 adet. Yine, Sayın Çiller'in dönemi; yıl, 1996, 17 adet...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sonucunu söyleyin Sayın Bakan.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - Müsaade edin... Müsaade edin...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Niye bunları söylüyorsunuz?!

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - Toplam 33 ayda 325 adet soruşturma gerçekleştirilmiştir.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sen, kendi Bakanlığına gel!..

BAŞKAN- Lütfen efendim...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Polemik yapıyor.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - Yine, 1999, 2000 ve 2001 dönemlerinde; toplam olarak, 33 ayda 615 adet soruşturma açılmıştır.

Bir konuda soruşturma açılabilmesi için, önce, işin vuku bulması gerekir.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ne olmuş?..

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - Yapılmamış işlerin soruşturması yapılmaz. Önce, yapılmış...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sonucu ne olmuş Sayın Bakan?

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - Sonucunu söyleyeceğim; sonucunu izleyin siz...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama, siz, kendi Bakanlığınıza bakın evvela.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - Biraz önce, Sayın Sağlam'ın ifadesinde, sağlık sektöründeki soygundan bahsedildi. Bu sektördeki soygun, şu anda Bakanlar Kurulu sıralarında oturan Sayın Sağlık Bakanımız tarafından, 1995 yılına ait her türlü soruşturmaya esas, suiistimale esas konular incelendikten sonra, 1995 yılındaki müsteşarlar ve genel müdürler haklarında suç duyurusunda bulunarak, zimmetleri de ortaya çıkarılarak adlî makamlara intikal ettirilmiştir. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Gönül, bu, sonuçtur.

Gensoruda öne sürülen en önemli ikinci iddia da, başında bulunduğum Bayındırlık ve İskân Bakanlığında, yürütülen Vurgun Operasyonuyla ortaya çıkarılan yolsuzlukların Sayın Başbakan tarafından üzerine gidilmediği ve savuşturulma gayreti içinde olunduğu şeklindedir. Gayet açıkça belirtmeliyim ki, bu iddia da, tamamen asılsız ve gerçek dışıdır; ayrıca, objektif hiçbir kritere de dayanmamaktadır.

Esasen, bu iddiaya karşı en iyi cevabı, siyaset kurumunun, siyasetçinin ve en önemlisi, büyük başarılara imza atmış bulunan Bayındırlık ve İskân Bakanlığının daha fazla yıpratılmasını, hırpalanmasını ve karalanmasını önlemek amacıyla, Türk siyaset tarihinde örnek bir tavır sergileyerek bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa eden Sayın Koray Aydın vermiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakan Yardımcımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli ve eski Bakanımız Sayın Koray Aydın'ın, vurgun operasyonu başladığında ortaya koydukları tavrı, 57 nci hükümetin Bayındırlık ve İskân Bakanı olarak bir kez daha tekrar etmek istiyorum: Kime uzanırsa uzansın, hangi dönemi kapsarsa kapsasın, Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki yolsuzluk iddialarının sonuna kadar araştırılmasına tam destek vermeye devam edeceğiz. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Kamuoyunda "vurgun operasyonu" olarak adlandırılan üzücü olayın gerçekleştiği Yapı İşleri Genel Müdürlüğümüz, çok fazla sayıda kamu inşaatlarının keşif, proje ve ihalelerini gerçekleştiren ana hizmet birimimizdir. Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, devlet yapı ve tesislerinin ihalesi öncesi iş ve işlemlerini tamamlayıp, ihalelerini yaptıktan sonra, 81 ilde kurulmuş bulunan bayındırlık ve iskân müdürlükleri vasıtasıyla kontrollük, yönetim ve denetim hizmetlerini gerçekleştirmekte, ihale konusu tesislerin inşaatını tamamlayarak, kuruluşuna teslim etmektedir.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olarak, konunun hassasiyet ve önemi de dikkate alınarak, soruşturma kapsamında istenen bilgi ve belgeler süratle ilgili mercilere intikal ettirilmekte, operasyona azamî destek ve katkı sağlanmaktadır. Ayrıca, Bakanlığımızca da, teftiş kurulu marifetiyle, idarî soruşturma ve inceleme başlatılmış olup, çalışmalar devam etmektedir.

2001 yılında, önceki yıldan devreden 28 soruşturmaya ilave olarak, 70 adet daha soruşturma başlatılmıştır. Toplam 98 soruşturmadan 62'si tamamlanmış, diğerleri ise devam etmektedir.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, gerek merkez teşkilâtı gerekse bağlı ve ilgili kuruluşlarıyla büyük bir şevk ve heyecanla çalışmalarını sürdürürken, mevzuata uygun hareket edilmediği durumlar tespit edildiğinde, hiçbir tereddüde mahal bırakmadan gerekli tedbirler alınmaktadır.

Bir taraftan hizmetlerin daha etkin ve verimli bir şekilde yerine getirilmesini sağlamak için gerekli yasal düzenlemeler üzerinde çalışmış, diğer taraftan gerekli denetim fonksiyonunu da yerine getirmiştir. Örneğin, 29.5.1999 - 4.9.2001 tarihleri arasında Teftiş Kurulu Başkanlığımıza, 433 adet inceleme soruşturma görevi, müteahhitler hakkında da 89 adet suç duyurusu görevi verilmiştir. Bakanlığımız müfettişlerince, merkez ve taşra teşkilatlarımızda sürdürülen incelemeler sonucunda, 94'ü merkezde, 684'ü de taşra teşkilatında olmak üzere, toplam 778 eleman hakkında soruşturma yapılmıştır; ayrıca, 55 eleman hakkında da yetkili cumhuriyet başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunulmuştur. Cumhuriyet başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunduktan sonra idarî takibat kendi birimlerimizde devam ettirilmektedir. Yine, Bakanlığımız müfettişlerince yürütülen incelemeler sonucunda, 94 müteahhidin ihalelere katılmaktan yasaklanmaları sağlanmıştır.

Bu arada, usulsüz uygulamalarla idarenin uğramış olduğu zararların büyük bir kısmı, devam eden inşaatlarda hakedişlerden kesilmek suretiyle geri alınmış, biten inşaatlarda ise gerekli yasal işlemler gerçekleştirilmiştir.

Vurgun operasyonuyla ilgili olarak, resmen ve hukuken ne yapılması gerekiyorsa harfiyen yerine getirilmiş, iddianame açıklanıncaya kadar soruşturmaya konu işlere ilişkin işlemler tarafımdan durdurulmuştur. Buna göre, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının da görüşü alınarak, vize edilen sözleşmelerin akdedilmemesi, tescil için Sayıştaya gönderilmemesi, Sayıştayca tescil edilen sözleşmelerin işleme konulmaması, yer teslimi yapılmış olup halen devam eden işlerin kurulacak heyetler marifetiyle mahallen tespitlerinin yapılarak durdurulması sağlanmıştır. Ayrıca, operasyon kapsamında tutuklanan birkısım personel görevlerinden uzaklaştırılmış, kamu hizmetinin aksamamasını teminen yerlerine yeni atamalar yapılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin imar ve inşasından, nakış nakış örülen 62 850 kilometrelik karayolu ağına, altyapıdan üstyapıya kadar hemen her yerde damgası bulunan Bayındırlık ve İskân Bakanlığının çalışanları, daha iddianame ortada yokken dahi, tamamen peşin hükümlerle genel olarak şaibeli addedilmekte, esasen tamamına yakını bilgili, çalışkan, dürüst ve fedakâr insanlardan oluşan bu kadroya büyük bir haksızlık yapılmaktadır. Özellikle asrın felaketi olarak nitelendirilen Marmara ve Düzce depremlerinin ardından, birkaç yılda kalkmaz denilen enkazları, mahkemelik olanlar hariç, beş ayda kaldıran, Akyazı-İzmit arasında 50 kilometrelik otoyolu 18 gün gibi rekor bir sürede yeniden asfaltlayan ve Erzincan depreminin yaklaşık 18 katı olan tam 376 685 konut ve işyeri hasarını, Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatlarını bölgeye taşıyarak, 19 günde tespit eden kadro, işte bu fedakâr kadrodur.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Mahkemede anlatırsınız.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - Sayın Pamukçu, toplanan yardımlar 166 trilyon, harcanan para, Dünya Bankası kredileri hariç, 2 katrilyon liradır. Dolayısıyla, bu konuda yapılan her türlü harcama Sayıştay denetiminden geçmekte, raporlar halinde yayımlanmaktadır. Dileyen, bu raporları temin edebilir diye düşünüyorum. Bu nedenle, felaket tellallığının anlamı olmadığını huzurlarınızda vurgulamak istiyorum. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Kararnameden haberiniz yok...

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - Bu kadro, Bayındırlık ve İskân Bakanlığında var olan dürüst insanların oluşturduğu bu kadro, yağmur çamur, gece gündüz, soğuk sıcak demeden, olağanüstü bir gayret göstererek, yaklaşan kış mevsimi öncesinde, depremzedelerin en önemli ihtiyacı olan geçici prefabrik konutları söz verdiği tarihte tamamlayarak, 30 kasım tarihini, devlet sözünün tutulduğu miladî bir tarih olarak zihinlere yerleştiren kadrodur. Bu kadro, Türkiye'nin 2000'li yıllardaki prestij projesi kalıcı konutları, ulaşımdan enerjiye, özgün Türk mimarî tarzından üniversitelerce yürütülen modern peyzajına, sağlam zeminlerinden her türlü sosyal donatılarına kadar her yönüyle örnek olacak tarzda, dağları tepeleri âdeta bir dantel gibi nakış nakış işleyerek, büyük bir azim, gayret ve fedakârlık sergileyerek depremzedelerin ve aziz milletimizin hizmetine sunan kadrodur. Bu kadro, çalışmalarıyla, fedakârlıklarıyla ve en önemlisi, ortaya koydukları eserlerle, Amerika'dan Japonya'ya, oradan Avrupa'ya kadar övgü ve takdirler alan, bazı çevreler ısrarla görmezden gelseler de, milletimizin gözünde ve gönlünde hak ettiği yeri çoktan almış bulunan kadrolardır. İşte bu kadroya ve daha başka bakanlık, kurum ve kuruluşlarda bulunan, dürüst, çalışkan ve fedakâr kadrolara elbirliğiyle sahip çıkmak, suçlu suçsuz ayırımını yüce yargının şaşmaz terazisine bırakmak, iktidar muhalefet bütün siyasilerin ortak düşüncesi olmalıdır.

Kurumları, kuruluşları ve makamları tahrip ederek, hırpalayarak ve hesapsızca yıpratarak yolsuzlukların önlenmesi mümkün değildir. Yolsuzluk ve usulsüzlüklerin önlenmesi, esasen bir sistem ve ahlak sorunudur. Bu gerçeklerden hareketle, Bakanlığımız, yolsuzluk ve usulsüzlüklerin önlenmesi yolunda önemli adımları birbiri ardına atmış bulunmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - Öncelikle, Türk ihale sistemini baştan aşağıya değiştirerek ihalelerde açıklığın, şeffaflığın ve çağdaşlığın başlangıcı, yolsuzluk ve usulsüzlüklerle mücadelenin önemli bir kilometre taşı, ülke kaynaklarını heba eden yatırımlar devrinin sonu olan ve başlıbaşına bir reform niteliği taşıyan yeni devlet ihale kanunu, hükümet tasarısı olarak, bu ay içinde, Yüce Meclise sunulacaktır. Temelleri 57 nci hükümetin göreve gelmesinin ardından atılan ve öncülüğü Bakanlığımız ile Maliye Bakanlığı tarafından yapılan yeni devlet ihale kanunu, 26 Haziran 2000 tarihinde Başbakanlıkta ve 21 Şubat 2001 tarihinde de Karayolları Genel Müdürlüğünde olmak üzere iki kez, ilgili Bakanların ortak basın toplantılarıyla kamuoyu bilgisine sunulmuştur.

Öte yandan, hükümetimizin yolsuzluklarla mücadelede ortaya koyduğu etkin ve kararlı mücadele, ihale sistemimizde yapılacak kalıcı ve köklü değişikliklere ayrı bir önem ve öncelik verilmesini gerekli kılmaktadır. Kanun tasarısı, ülkemizin gelişen ve değişen ihtiyaçları göz önünde tutularak, Avrupa Birliği ve Dünya Ticaret Örgütü mevzuatı ile Birleşmiş Milletler mal ve hiz-met alımları ve yapım işleri ihaleleri model kanunu esaslarına uyumlu, oldukça çağdaş, şeffaf bir anlayışla düzenlenmiştir.

Doğal afetlerde meydana gelen can ve mal kayıplarını en aza indirmek, plansız, kontrolsüz ve kalitesiz yapılaşmayı önleyerek etkin bir yapı denetimini sağlamak ve çağdaş norm ve standartlarda yapı üretimini gerçekleştirmek amacıyla hazırlanan Yapı Denetimi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen toparlayın.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığımızla ilgili olarak verilmiş bulunan gensoru önergesinin, yolsuzluklarla topyekûn mücadele etme temel felsefesinden uzak ve tamamen sübjektif değerlendirmelere dayalı olduğunu ifade ederken, hem hükümetimizin hem de Bayındırlık ve İskân Bakanlığının yolsuzluk ve usulsüzlüklerle mücadelesinin artarak devam edeceğini belirtiyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, Başbakan Bülent Ecevit hakkındaki (11/17) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, 3 üncü sırada yer alan, Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, uyguladıkları politikalarla ülke ekonomisini iflasın eşiğine getirdiği ve Amerika Birleşik Devletlerindeki terör olayından sonra ortaya çıkan uluslararası kriz konusunda tutarlı politikalar ortaya koymadığı iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkındaki (11/18) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınması hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

3 . – Saadet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, uyguladıkları politikalarla ülke ekonomisini iflasın eşiğine getirdiği ve ABD'deki terör olayından sonra ortaya çıkan uluslararası kriz konusunda tutarlı politikalar ortaya koymadığı iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin  önergesi. (11/18)

BAŞKAN - Hükümet yerini aldı.

Sayın milletvekilleri, önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı halde ve burada okunduğu halde, ben, bir kere daha okuyacağım. Sebebine gelince: 1 hükümet tezkeresi, 2 gensoru görüştük; konunun anlaşılması için önergeyi okuyorum efendim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

11 Eylül 2001 tarihinde ABD'de meydana gelen terör saldırılarından sonra dünya, kurulu dengeleri altüst edeceği belli olan bir istikrarsızlık ve savaş tehlikesiyle karşı karşıyadır. Uyguladığı politikalarla ülke ekonomisini iflasın eşiğine getiren 57 nci hükümet bu uluslararası kriz konusunda da tutarlı politikalar ortaya koyamamaktadır. Böyle bir ortamda Türkiye'nin olup bitenleri değerlendirebilmekten yoksun bir hükümet tarafından yönetilmesi kabul edilemez. Bu durum sadece Türkiye için değil dünya için de talihsizliktir.

Ekteki gerekçeyle 57 nci hükümetin Başbakanı Sayın Bülent Ecevit hakkında Anayasanın 99 ve İçtüzüğün 104 üncü maddesine göre gensoru açılmasını arz ve talep ederiz.

Ömer Vehbi Hatipoğlu     Veysel Candan

               Diyarbakır                     Konya

SP Grup Başkanvekili       SP Grup Başkanvekili

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, buyurun efendim; bir maruzatınız var herhalde.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, bu iktidarın dışpolitikada da nasıl perişan ve pejmürde olduğunu gösterebilmek için bu önergeyi vermiştik. Ancak, Muhterem Başkanlığınızın da malumu olduğu üzere, bugün, dört saate yakın dışpolitika konuştuk ve neticede, belirsiz hedeflere asker sevkine, derinliği tahmin edilemez acıları sineye çekmeye, Parlamento çoğunluğu, maalesef, karar verdi.

Ben, umuyor ve inanıyorum ki, Afganistan'daki o fakir fukara, o aç, perişan insanlar üzerine asker sevkine karar veren arkadaşlarımız vicdanen mustariptir.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Niye mustarip olsunlar; pejmürde insanları kurtarmak için...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Kendilerine yeni bir değerlendirme yapabilmek, bir vicdan muhasebesi daha yapabilmek imkânı vermek için ve ileride yeniden vermek üzere, önergemizi geri çekiyoruz. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, yani, Grup Başkanvekilleriniz Sayın Veysel Candan ve Sayın Hatipoğlu imzalarını geri alıyorlar.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Tabiî efendim.

BAŞKAN - İmzalarını geri aldıklarına göre, önergeyi işleme koymuyorum ve iade ediyorum efendim.

Bu arada, şahsım ve bütün milletvekilleri adına teşekkür ediyorum.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 11 Ekim 2001 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapatma Saati : 22.46

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.