Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 71

 

1 inci Birleşim

1 . 10 . 2001 Pazartesi

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1. – TBMM Başkanı Ömer İzgi’nin, çalışmaların huzur ve güven içinde geçmesi, milletin çekilen ekonomik sıkıntılardan kurtarılması, Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu laik ve demokratik cumhuriyetimizin güvenli geleceğinin sağlanması çabalarında başarılı olunması ve ülkemize ve milletimize hayırlı olması dilekleriyle, 21 inci Dönem Dördüncü Yasama Yılını açış konuşması

IV. – SÖYLEVLER

1. – Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, 21 inci Dönem Dördüncü Yasama Yılını açış konuşması

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

28.9.2001 CUMA

TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak üç oturum yaptı.

Genel Kurulun 2.10.2001 Salı, 3.10.2001 Çarşamba, 4.10.2001 Perşembe ve 5.10.2001 Cuma günleri 11.00-21.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine; 2.10.2001 Salı günü  sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek bu birleşimde de kanun tasarı ve tekiflerinin görüşülmesine, 3.10.2001 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan :

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/803) (S. Sayısı : 737) birinci görüşmesi tamamlandı; ikinci görüşmesine en az 48 saat geçtikten sonra başlanabileceği açıklandı.

Anayasa ve İçtüzük gereği 1 Ekim 2001 Pazartesi günü yeni yasama yılının açılışı için saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 20.08’de son verildi.

 

                        Mustafa Murat Sökmenoğlu

                                    Başkanvekili

Mehmet Ay                                          Şadan Şimşek

        Gaziantep                                                      Edirne

Kâtip Üye                                               Kâtip Üye


                                                                                 No. : 1

II. – GELEN KÂĞITLAR

1.10.2001 PAZARTESİ

Raporlar

1. – 1990 Tarihli Petrol Kirliliğine Karşı Hazırlıklı Olma, Müdahale ve İşbirliği ile İlgili Uluslararası Sözleşme ve Eklerine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/871) (S. Sayısı : 727) (Dağıtma tarihi : 1.10.2001) (GÜNDEME)

2. –  Cumhurbaşkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna İlişkin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Tezkeresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (3/837) (S. Sayısı : 728) (Dağıtma tarihi : 1.10.2001) (GÜNDEME)

3. –  Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/290) (S. Sayısı : 735) (Dağıtma tarihi : 1.10.2001) (GÜNDEME)

4. –  Türkiye Cumhuriyeti ve Portekiz Cumhuriyeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşma ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/872) (S. Sayısı : 736) (Dağıtma tarihi : 1.10.2001) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergeleri

1. –  İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, YÖK Araştırma  Komisyonu Raporuna ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/4753) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.9.2001)

2. –  İstanbul Milletvekili Erol Al'ın, bazı Alman vakıflarının Türkiye aleyhine faaliyette bulundukları iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4754) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.9.2001)

3. –  İstanbul Milletvekili Erol Al'ın, bazı Alman ve Türk vakıflarının Türkiye aleyhine faaliyette bulundukları iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4755) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.9.2001)

4. –  İstanbul Milletvekili Erol Al'ın, bazı Alman vakıflarının Türkiye aleyhine faaliyette bulundukları iddiasına ilişkin Devlet Bakanından (Nejat Arseven) yazılı soru önergesi (7/4756) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.9.2001)

5. –  Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Adana ve Osmaniye illerinde mısır bodur hastalığından zarar gören çiftçilere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4757) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.9.2001)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

1 Ekim 2001 Pazartesi

BAŞKAN : Ömer İZGİ

KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 inci Dönem Dördüncü Yasama Yılının 1 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; gündeme geçiyoruz.

Sayın milletvekilleri, Anayasa ve İçtüzük uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin 21 inci Dönem Dördüncü Yasama Yılı çalışmalarına bugünden itibaren başlıyoruz.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1. – TBMM Başkanı Ömer İzgi’nin, çalışmaların huzur ve güven içinde geçmesi, milletin, çekilen ekonomik sıkıntılardan kurtarılması, Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu laik ve demokratik cumhuriyetimizin güvenli geleceğinin sağlanması çabalarında başarılı olunması ve ülkemize ve milletimize hayırlı olması dilekleriyle, 21 inci Dönem Dördüncü Yasama Yılını açış konuşması

BAŞKAN - Değerli milletvekillerine, önümüzdeki yasama yılında, huzur ve güven içinde, yüce milletimizin çekilen ekonomik sıkıntılardan kurtarılması, daha fazla mutluluğa erişmesi ve Ulu Önder Atatürk'ün kurduğu laik ve demokratik cumhuriyetimizin güvenli geleceğinin sağlanması çabalarında başarı dileklerimi sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk demokrasisinin kalbi olan Yüce Meclisimiz, dönemin geride kalanında, ülkemizin ve ulusumuzun yararları doğrultusunda, sorunlara, sorunların temelinde yatan bozukluklara çözümler bulma çabalarında olmuş, reform niteliğinde yasal düzenlemeleri gerçekleştirmiştir.

Ayrıca, Meclisimiz, çağdaş, demokratik ölçütlere ve evrensel normlara uygun, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü önplana çıkaran, Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde ekonomik ve siyasî kriterlerin karşılanmasının önkoşulu olan Anayasa Değişiklik Teklifinin birinci görüşmesini büyük bir uyum, uzlaşı ve barış ortamında bitirmiş bulunmaktadır.

Gelecek günlerimizde ise, Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Ulusal Program, siyasî nitelikleri kadar, ekonomik, sosyal ve kurumsal içeriğiyle çok yoğun yasama faaliyetleri içinde olunacağı hepimizce bilinmektedir.

Yeni yasama yılının, ülkemize, milletimize ve Parlamentomuzun sayın üyelerine hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

Gündemimize göre, Sayın Cumhurbaşkanımız, yeni yasama yılının açılış konuşmasını yapacaklardır.

Sayın Cumhurbaşkanımız, açılış konuşmasını yapmak üzere, şu anda Genel Kurul Salonunu teşrif etmektedirler. Kendilerine, Meclisimiz adına "hoş geldiniz" diyorum. (Ayakta alkışlar)

(İstiklal Marşı)

Buyurun Sayın Cumhurbaşkanım.

IV. – SÖYLEVLER

1. – Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, 21 inci Dönem Dördüncü Yasama Yılını açış konuşması

CUMHURBAŞKANI AHMET NECDET SEZER - Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Başkanı, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisimizin 21 inci Dönem Dördüncü Yasama Yılına başlarken, hepinizi en içten dileklerimle ve saygılarımla selamlıyorum. Bugün sizlere yeniden hitap etmenin büyük onur ve mutluluğunu yaşıyorum.

Bir yıl önce, yine bu özel günde yaptığım konuşmada, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu iç ve dış sorunların geniş bir dökümünü yapmış; bu sorunların üstesinden gelmemizin gerekliliği üzerinde durarak, çağdaşlaşma tasarımızın sürdürülmesi için atmamız gereken adımları ele almıştım.

Bu yılki konuşmamda, ülkemizin ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde bulunan kimi önemli ve ivedi sorunları geleceğe yönelik bir bakış açısı içinde değerlendirmek istiyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeni yasama yılı başlarken, dünyamız çok önemli bir gelişmeye sahne olmuştur. Amerika Birleşik Devletlerinde meydana gelen ve çok sayıda masum insanın ölümüne yol açan insanlıkdışı terörist saldırıları, en güçlü biçimde kınamaktayız. Bu zor günlerinde dostumuz ve müttefikimiz Amerikan halkının yanında yer aldığımızı, bir kez daha vurgulamak isterim. Terörden çok çekmiş bir ülke olarak Türkiye, Amerikan halkının acısını yürekten paylaşmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Büyük Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetimizin sağlam temellerine ve sarsılmaz ilkelerine dayanarak hep ileri gitmiş olan Türkiye, bir dönüm noktasına gelmiştir. Son bir yılda yaşadığımız sorunlar, vardığımız bu dönüm noktasında zaman yitirmeden kimi köklü kararlar almak zorunda olduğumuzu göstermiştir.

Türkiye, dünyanın en sorunlu bölgelerinin kesiştiği noktada yer almaktadır. Bu durum, dışpolitikamızın oluşturulup yürütülmesinde olduğu gibi, ekonomik ve toplumsal politikalarımızın uygulanmasında da çeşitli güçlükler yaratmakta, hükümetlerimizin üzerinde ek yükler oluşturmaktadır. Ancak, demokrasisini en gelişmiş düzeye çıkarma yönünde gerekli ulusal kararlılığa ve güce sahip olan ülkemizin, içerisinde bulunduğu sorunları kısa sürede çözüme kavuşturabilecek yetkinlikte olduğuna kuşku yoktur.

Sorunlarımıza çözüm ararken geçmişe değil geleceğe bakmamız ve şu soruyu kendi kendimize sormamız gerekmektedir: Nasıl bir Türkiye istiyoruz?

Bu soruya vereceğimiz yanıt, yaklaşımımızı, yönelimimizi oluşturacaktır. Ben, bu soruya, tüm Türk Ulusunun ortak bir yanıt vereceğinden eminim: Yoksulluk, eğitimsizlik, yolsuzluk gibi temel sorunlarını çözmüş, bireylerinin hak ve özgürlüklerini en geniş biçimde güvence altına almış, çağdaş uluslar topluluğunun saygın üyesi durumuna gelmiş, gelişime açık, aydınlık bir Türkiye.

Ülkemizin bu doğrultuda bir dönüşüm gerçekleştirmesinde, Anayasamızda yapılmakta olan değişiklikler, kuşkusuz, önemli bir yere sahiptir. Anayasamızın değiştirilmesine yönelik olarak Yüce Meclisimizce sürdürülen çalışmanın, tüm siyasal partilerimizin yapıcı katkılarıyla ilerlemekte olması mutluluk vericidir.

Türkiye Cumhuriyetinin özünde, barışçı bir dışpolitika, laiklik, hukukun üstünlüğü, özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı demokrasi ile insan hak ve özgürlüklerine saygı ilkeleri bulunmaktadır.

Yüce Atatürk'ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, çok kısa bir sürede toplumsal yaşamın her alanında gerçekleştirdiği devrimlerle, Türk Ulusunu, ortak coğrafyayı ve tarihi paylaştığı Avrupa ailesiyle, ilk kez, aynı değerler sisteminde buluşturmuştur.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, hukuk ve toplum düzenini Batı normlarına göre düzenleyen Türkiye, başta basın özgürlüğü ve örgütlenme hakkı olmak üzere, açık ve katılımcı bir toplum düzenini kurma yolunda çok önemli adımlar atmıştır. Türkiye'nin demokratik gelişimi ve hukuk düzeni dinamik bir evrim sürecine girmiştir. Avrupa Birliği üyeliği, bu sürecin halkalarından biridir. Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliği üyesi ülkelerle, ortak evrensel değerleri esas alan, barışçı ve aydınlık bir geleceği paylaşma ve bu konuda katkılarda bulunma kararlılığındadır.

Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği, cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini ve Atatürk'ün geleceğe bakışını doğrulayan bir aşama olarak değerlendirilmektedir. Avrupa Birliğinin tam üyelik sürecinde atmamız gereken adımlardan biri olarak "Türkiye Ulusal Programı" kabul edilmiştir.

Türkiye Ulusal Programı "Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesi" alt başlığını taşımakta ise de, aynı zamanda, çağdaş değerlere uyumu vazgeçilmez bir yaşam biçimi ve sürekli bir erek olarak benimseyen Türk Ulusunun çağdaşlaşma tasarısını sürdürme kararlılığının somut bir göstergesidir.

Önümüzdeki yeni çağdaşlaşma sürecinde, siyasal, yönetsel ve yargısal reformların yapılması gereklidir. Bunun için, devlet organları arasında görev ve yetkileri dengeleyen, hukuk devleti ilkesini üstün kılan, özgürlükçü, güvenceli anayasa ve yasa kurallarının geliştirilmesi zorunludur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, son iki hafta içinde, siyasal partilerin yapıcı katkılarıyla, tarihsel bir görevi yerine getirmiştir. Anayasamızda yapılması öngörülen değişikliklerin yoğun bir çalışma sonucunda kabul edilmiş olmasını, Anayasamızın daha özgürlükçü, katılımcı ve güvenceli bir belge durumuna getirilmesi yönünde önemli bir adım olarak değerlendirmek gerekir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Başkanını ve değerli milletvekillerimizi, bu güç görevi, sorumluluk duygusu içinde, başarıyla yerine getirdikleri için kutluyorum. Bu anayasa değişikliği, Yüce Meclisimizin tarihinde, her zaman takdirle anımsanacaktır.

Anayasalar, devletlerin hukuksal yapısını en üst düzeyde belirlemektedir. Bu nedenle, devletlerin geçirdikleri evrimi de yansıtmak zorundadır. Anayasalar, bu yönüyle, yaşayan belgelerdir. Parlamentomuzun, Anayasamızda değişiklikler yaparak attığı tarihsel adımı, ileride de, gereksinimlere karşılık verecek biçimde sürdüreceğine inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; saydam bir devlet yönetimine kavuşabilmek için yasama dokunulmazlığı ile Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında soruşturmayı düzenleyen kuralların yeniden ele alınması da yararlı olacaktır.

Yasama dokunulmazlığının amacı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin Parlamentodaki yasama görevlerini hiçbir kuşku ya da ceza tehdidi altında kalmadan yerine getirmelerinin sağlanmasıdır. Buna göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, bunları dışarıda yinelemekten ve açıklamaktan sorumlu olmamaları gerekli ve yeterlidir. Bununla birlikte, yasama sorumsuzluğu dışındaki etkinlikleri nedeniyle haklarında suçlama bulunan milletvekillerinin yargılanabilmeleri için, Türkiye Büyük Millet Meclisince dokunulmazlıklarının kaldırılmasına gerek olmamalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından dokunulmazlığın kaldırılması yönünde bir kararın alınmaması durumunda, milletvekillerinin yargılanamaması ceza adaletinde eşitlik ilkesiyle çelişmekte ve Yüce Meclisin saygınlığını zedeleyecek örnek olayların yaratılmasına yol açmaktadır.

Anayasamızın yanısıra, temel yasalarda da günün koşullarına uygun değişikliklerin yapılması gereklidir. Siyasî Partiler ve Seçim Yasaları bunların başında gelmektedir.

Demokratik siyasal yaşamımızın vazgeçilmez ögeleri olan siyasal partiler, çoğulcu siyasal yapının, siyasal kültürün oluşturulup geliştirilmesinde ve halkın siyasete katılımının sağlanmasında başlıca rolü üstlenmişlerdir. Dolayısıyla, partilerin sağlıklı biçimde işleyebilmeleri için parti içi demokrasinin sağlanması ve partilerin parasal kaynaklarının saydamlaştırılması önem taşımaktadır.

Çağdaş demokrasilerin özünü oluşturan uzlaşma kültürünün geliştirilip yerleştirilmesi de önemli görülmektedir. Bu nedenle, özeleştirimizi iyi yapmalı, sivil toplumla Parlamento arasındaki iletişimi sağlam temeller üzerinde yeniden işletecek bir yapı oluşturmalıyız.

Son olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapısına ilişkin bir düşüncemi de aktarmayı görev kabul etmekteyim. Bildiğiniz gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin sayısı, 1982 Anayasasında 400 olarak öngörülmüştü. Daha sonra, 1987 yılında bu sayı 450'ye, 1995 yılında da 550'ye yükseltilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi üye sayısının, 1982 Anayasasının ilk biçiminde olduğu gibi, 400'e indirilerek çalışmalarına etkinlik kazandırılabileceğini düşünüyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi üye sayısında yapılacak bir azaltma, kamuoyunun beklentilerine de uygun düşmektedir. Değişikliğin, ilk seçimden sonraki seçimde oluşacak Meclis için geçerli kılınması, kimi sorunların önlenmesi yönünden gerekli görülebilir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, artık, insan hakları alanında köklü adımlar atmak, bu konudaki olumsuz uygulamalara son vererek insan hakları ihlallerini ortadan kaldırmak zorundadır. Türkiye'nin, bu konuda yöneltilen eleştirilere gerekçe oluşturacak uygulamalara meydan vermemesi gereklidir. İnsan haklarının korunup güvence altına alınması için yasal ve yönetsel düzenlemeler yeterli olmamaktadır. İlgili tüm yetkililerin bu konuda eğitilmeleri, hata, ihmal, kötü niyet gibi etkenlerin ortadan kaldırılması da aynı ölçüde gereklidir.

Günümüzde uluslararası bir boyut kazanan insan hakları, içhukuk konusu olduğu kadar, dışpolitikayı da ilgilendirmektedir. Tüm çoğulcu demokratik toplumların paylaştığı bir değer olan insan haklarının ülkemizde eksiksiz uygulanabilmesi için, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyinin bu alanda kabul ettiği sözleşmelerde yer verilen kuralları gerekli ve yeterli ölçüde ulusal hukukumuza aktarmak zorunda olduğumuzu da anımsatmak isterim.

Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında, düşünce özgürlüğü, özellikle düşünceyi açıklama özgürlüğü önemli bir yer tutar. Düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün kullanılmasının olağan yollarından biri de basındır.

Basın özgürlüğü, çağdaş anayasalarda, basının, düşünce ve düşüncenin açıklanmasında oynadığı önemli rol göz önünde tutularak, temel hak ve özgürlüklerin özel bir türü olarak düzenlenmiştir.

1982 Anayasasının 26 ncı maddesinde, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün, haber alma ve verme özgürlüğünü de kapsadığı, 28 inci maddesinde de, basının özgür olduğu, devletin basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak önlemler alacağı belirtilmiştir.

Basın özgürlüğü, düşünceyi açıklama özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan bir özgürlüktür. Düşünce özgürlüğü, düşüncelerin özgürce açıklanmasının yanında, bunları yayma ve öğrenme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle, basın özgürlüğünün, okuyucuların, izleyicilerin ya da dinleyicilerin haber alma ve görüşlerini öğrenme özgürlüğü yönünden de değerlendirilmesi gerekir. Haber alma ve verme hakkı ya da haberlere ulaşma özgürlüğü, okuyucu, izleyici ya da dinleyicinin bireysel hakkı olarak düşünülemez. Bunlar, kolektif hak ve özgürlüklerdir.

Demokratik toplumlarda basının işlevi, kamu yararını ilgilendiren olay ve konularda açıklamalar yapmak, haber ve bilgi vermek, eleştiri ve değer yargıları sunarak kamuoyu oluşturmak, toplumu aydınlatmaktır. Basının bu önemli işlevi nedeniyle, basın özgürlüğünün kamu güçlerine karşı olduğu kadar, özel güçlere karşı da korunması gerekmektedir.

Bu bağlamda, bir kez daha yinelemek gerekir ki, basın-yayın tekelinin oluşmasına karşı gerçek sınırlamalar koymak, bu kesimin çoğulcu özelliğini koruyucu önlemler almak, devlete düşen bir ödevdir. Bağımsız ve yansız yayıncılığın sürdürülebilmesi için alınacak önlemler de bu ödev kapsamına girmektedir. Öte yandan, bu sosyal görevini yerine getirebilmesi için basın özgürlüğüyle donatılan basın-yayın organlarının da sorumluluk bilinciyle hareket etmesi zorunludur.

Yaşanılan son olaylar göstermiştir ki, Anayasa ve yasalarda temel hak olarak düzenlenen basın özgürlüğü ile kişilik hakkının birbiriyle çatışması her zaman olanaklıdır. Bu konuda dengeyi sağlamak, devletin olduğu  kadar basın-yayın organlarının da görevidir. Demokratik toplumlarda hem basın özgürlüğü hem de kişilik hakkı, temel hak ve özgürlük olarak anayasalarda düzenlenip korunmuş olmakla birlikte, kişilik hakkının basın özgürlüğünün sınırlarından birini oluşturduğunda duraksamaya yer yoktur. Basın, demokratik toplumun vazgeçilmez koşulu, zorunlu öğesi; kişi ise, kurucu öğesi, varlık nedenidir.

Basın, kamu yararını ilgilendiren konu ve olaylarda kamuoyu oluşturma, bu konuda toplumu aydınlatma işlevini yerine getirirken, toplumu ilgilendiren, kamu yararıyla ilgili olayları açıklamak, olaylar hakkında haber vermek, değerlendirme ve eleştiriler yapmakla yükümlüdür. Ancak, söz konusu olaylar, çoğu kez belirli kişilerle ilgili olabilmektedir. Bu gibi durumlarda, basın, olayı açıklarken ya da değerlendirme ve eleştirme hakkını kullanırken, kişilik haklarına, özel yaşama, meslekî ve ticarî saygınlığa özen göstermeli, kişinin maddî ve manevî zarara uğramasına neden olmamalıdır.

Sonuç olarak, basın özgürlüğünün ardında, bireyi ve dolayısıyla bireysel hak ve özgürlükleri temel alan, demokrasinin tüm kurum ve kurallarına yürekten inanan bir sorumlunun bulunduğu gözardı edilmemelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kalkınma ve toplumsal gönenci yükseltmenin temel yolu, kendi dinamikleri içinde işleyen güçlü bir ekonomiden geçmektedir.

Toplumun tüm kesimlerinde, Türk ekonomisinin geleceğine ilişkin bir karamsarlık havası gözlenmektedir.

Ülkemiz ekonomisinde bugün bir geçiş süreci yaşandığı, geleceğe yönelik kimi belirsizliklerin güven ortamının oluşturulmasını engellediği ve bu durumun da ekonomik verilerin dengeye oturtulmasını güçleştirdiği tartışma götürmez bir gerçektir.

Bu nedenle, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durum ve bununla bağlantılı olarak gelir dağılımındaki adaletsizlik, enflasyonun yüksekliği, geçim sıkıntısı, yoksulluk, işsizlik gibi sorunlar ülke gündemindeki öncelikli yerlerini korumaktadır.

Temel ereğimiz, ülkenin kalkınma ve gelişmesine koşut olarak, Türk insanının, çağdaş dünyanın evrensel değerlerinin yaşama yön verdiği bir toplumsal düzende, geleceğe güvenle bakmasını sağlayacak atılımları yapmak olmalıdır.

Dünyamızın genel bir ekonomik durgunluk içine girmekte olduğu yönünde güçlü belirtiler ortaya çıkmıştır. Soğuk savaş sonrası dönemde hız kazanan küreselleşme sürecinin ulusların omuzlarına yüklediği sorunların yanı sıra, dünya çapında bir ekonomik bunalımın etkilerine göğüs germek, planlarımızı buna göre yapmak zorundayız.

Uluslararası düzeyde talep ve dışsatım daralırken, işsizlik artmakta, yoksullaşma ciddî boyutlara ulaşmakta, zenginle yoksul arasındaki uçurum büyümektedir. Ülkeler arasında ve birçok ülkenin kendi içinde ekonomik eşitsizliklerin derinleşmesi, küçük bir kesimin ulusal gelirin büyük bölümünü elde etmesi, ekonomik ve toplumsal sorunların çözümünü güçleştirmektedir.

Öte yandan, uluslararası parasal sistemin yeterliliğinin giderek daha fazla sorgulanır olması, küresel ekonomik düzenin inandırıcılığını sarsmakta, küreselleşme karşıtı akımlar güçlenmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri, Japonya ve Avrupa Birliği ülkeleri gibi gelişmiş ekonomilerde görülmeye başlayan ve domino etkisi yapan ekonomik durgunluk, kuşkusuz, ülkemiz için de olumsuz koşullar yaratmaktadır. 11 Eylülde Amerika Birleşik Devletlerinde meydana gelen terörist saldırılar da bu olumsuz koşulları artırmıştır.

Türkiye, son bir yıldır, güç bir dönemden geçmektedir. Ekonomik etkinliklerimizde ve gayri sâfi millî hâsılamızda görülen daralma kaygı vericidir. Bu daralma eğiliminin, hükümetimizin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin desteğinde almakta olduğu önlemlerle tersine döndürüleceğine inanmaktayız. Henüz düzlüğe çıkmış değiliz; ancak, bugüne dek ulus olarak gösterdiğimiz özveri ve dayanışma, ekonomimizin yakın bir gelecekte daha sağlam temeller üzerinde güçlü bir yapıya kavuşacağına olan umudumuzu artırmaktadır.

Ekonomimizin yabancı paralara endeksli olmaktan kurtarılarak, ulusal para birimimizin, saygınlığına ve gücüne kavuşturulması amacıyla hükümetimiz ve sivil toplum örgütlerince başlatılan girişimlere halkımızın verdiği destek sevindiricidir.

Ekonomik sorunlarımıza çözüm ararken gündelik kaygılarla hareket etmekten kaçınılmalıdır. Ekonomimize, planlı bir yaklaşımla ve uzun erimli bir stratejiyle yeni bir yön vermemiz zorunlu duruma gelmiştir. Büyümemizi belirli bir stratejiyle gerçekleştirmeli, ekonomimizi, bu hükümetler üstü stratejik yaklaşımla yönlendirmeliyiz.

Uluslararası ekonomik sistemle bütünleşme yönündeki çabalarımızı sürdürürken yerli üretim yapımızın korunup güçlendirilmesine ve yerli üreticilerimizin uluslararası rekabet gücünün artırılmasına öncelik vermeliyiz. Bu yaklaşımın, küreselleşmenin yarattığı sorunların üstesinden gelebilmenin de en akılcı yolu olduğunu düşünüyorum. Türk ekonomisinin geleneksel temel direkleri olan tarım ile kamu kesiminin ekonomideki rolünü ve etkinliğini yeni bir gözle değerlendirmemizin de gerekli olduğuna inanıyorum.

Tarım, kendi nüfusumuzu beslemek için olduğu kadar, tarıma dayalı geleneksel dışsatımı desteklemek için de çok önemlidir. Kamu kesiminin yetmişsekiz yıldır ülke ekonomisinin gelişmesinde oynadığı rolü gözardı edemeyiz. Aynı biçimde, doğal kaynaklarımızın daha etkin yöntemlerle işletilip değerlendirilmesi de, üzerinde durmamız gereken konulardan biridir.

Son yıllarda açıkça tartışılmaya başlanan ve yönetimin saydamlaşmasını engelleyen ihale sistemimizin de bir an önce Avrupa Birliği ölçütlerine uygun bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Devlet ihalesi olarak adlandırdığımız kamu ihalelerinde, Avrupa Birliği ülkelerinde geçerli olan yöntemleri mevzuatımıza kazandıracak düzenleme hızla gerçekleştirilmelidir. Yöntemler, ihalenin yapılma sürecini tüm olası öneri sahiplerinin rekabetine açacak biçimde tasarlanmalıdır. Yasal düzenlemede, istekliler arasında rekabete olanak tanıyacak biçimde ayırımcılığın önlenmesi, saydamlık ve nesnellik ilkeleri üstün tutulmalıdır.

Ekonomimizin dışa açılmasında ve uluslararası ticaret sistemiyle bütünleşmesinde büyük bir işlev üstlenmiş olan bir başka ekonomik etkinlik alanı, denizciliğimizdir. Önemli bir deniz ülkesi olarak, denizcilik kesiminin korunup geliştirilmesi için de daha çok çaba göstermeliyiz.

Avrupa Birliğiyle bütünleşme süreci içinde, deniz ticaret filomuzun Avrupa Birliği ülkelerinin deniz ticaret filoları karşısındaki rekabet gücünün artırılması kaçınılmaz duruma gelmiştir. Son ekonomik bunalım nedeniyle ekonomik sıkıntıları artan deniz ticaret filomuzun daha fazla küçülmesinin önlenerek genişlemesine destek olunması ve yabancı bayraklı gemilere olan gereksinimin olabildiğince azaltılması amacımız olmalıdır.

Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunun önümüzdeki yıl tek para birimine geçmesiyle Avrupa'da bir "Euro Bloku" oluşmuş olacaktır. Bu durum, ekonomimizin Avrupa ekonomileriyle tam anlamıyla bütünleşmesini sağlayacak adımların zaman geçirmeksizin atılmasını gerektirmektedir.

Günümüzde yabancı sermaye yatırımları, bir ekonominin büyümesi, çeşitlenmesi ve rekabet gücüne kavuşması yönünden belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu rol, ekonomik önceliklerimiz bağlamında yönetsel engellerin kaldırılmasını sağlayacak ve yabancı sermaye yatırımlarının girişini özendirecek önlemlerin uygulamaya konulmasını gerekli kılmaktadır. Hükümetimizin bu yönde atmaya başladığı umut verici adımların, içinde bulunduğumuz ekonomik koşulların düzeltilmesine katkıda bulunmasını diliyoruz.

Ülkemizin bugün önemli bir dönemeçten geçmekte olduğunu bir kez daha belirtmek isterim. İçinde bulunduğumuz güç koşullar, birlik ve dayanışmamızı artırarak korumamızı daha da zorunlu kılmaktadır.

Yaşanan ekonomik sıkıntıların aşılmasında toplumun tüm kesimlerine ve tüm yurttaşlarımıza görev düşmektedir. Çeşitli ortamlarda daha önce de vurguladığım gibi, özel çıkarların bir yana bırakılarak, ülkenin geleceğinin ve toplumsal çıkarların önplanda tutulması, çıkar amaçlı söylentilerle davranılmaması her zamankinden daha çok önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin sayın üyeleri; yolsuzluğun ekonomimize ve toplumumuza maliyeti yüksektir. Yolsuzluk, siyasal sisteme duyulan güvensizliği körüklemekte, ekonominin işleyişini ve ülkeye yabancı sermaye girişini engellemektedir.

Yolsuzluklarla savaşım ve yönetimde saydamlığın sağlanması konusunda toplumumuzun Türkiye Büyük Millet Meclisinden beklentisi yüksektir. Ulus iradesinin oluştuğu Yüce Meclisimizin bu konuda öncülüğü üstlenerek, gereken yasal düzenlemeleri ivedilikle gerçekleştirmesi, halkımızın temiz toplum beklentisine yanıt verecek ve Türkiye'nin kimi uluslararası çevrelerdeki olumsuz görüntüsünün giderilmesine katkıda bulunacaktır.

Yolsuzlukların üzerine gidebilmek için yönetimde saydamlık ve etkili bir denetim gereklidir. Yolsuzlukların kalıcı biçimde ortadan kaldırılabilmesi ve temiz toplumun yaratılması, kuşkusuz, yalnız devletin sorumluluğunda değildir. Yolsuzlukların kökünün kazınması ve yönetimde saydamlığın sağlanabilmesi için özel kesime ve yurttaşlarımıza da görev düşmektedir. Bilinçli ve istekli yurttaşlar, temiz toplumun koruyucuları olacaklardır.

Ekonominin sağlıklı temeller üzerinde işlemesini sağlayacak bir yapılanmadan söz ederken, bir konuya değinmekte yarar görmekteyim. Anayasamızın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir sosyal hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. 5 inci maddesinde ise, bireyin ve toplumun gönenç, huzur ve mutluluğunu sağlamak; bireyin temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak biçimde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak; insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli koşulları hazırlamaya çalışmak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.

5 inci maddenin gerekçesinde de, devletin, aynı zamanda ulusun huzurunu sağlamakla, bireylerini mutlu kılmakla, bireyin yaşam savaşımını kolaylaştırmakla yükümlü olduğu vurgulanmış, bireyin "insan onuruna" uygun bir ortam içinde yaşamasını gerçekleştirmenin sosyal devletin görevi olduğu belirtilmiştir.

Sosyal devlet, bireyi ekonomik yaşama yenik düşürmeyen, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlettir.

Bireylerin sosyal hakları ve asgarî yaşam düzeyleriyle ilgilenerek  onların gönenç, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlamak, sosyal devletin temel amaç ve görevlerindendir.

Sosyal devlet, bireyin gönencini ve huzurunu sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda güvenceye alan devlettir. Bu bağlamda, işsizliği önleyici ve ulusal gelirin adaletli biçimde dağıtımını sağlayıcı önlemler almak da sosyal devletin görevleri arasındadır.

Devlet, sosyal niteliği nedeniyle, birey ile toplum arasında denge kurmak, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenlemek, özel girişimcinin güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlarken, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma yaşamının kararlılık içinde gelişmesi yönünde ekonomik, malî ve sosyal önlemleri alarak çalışanları korumak zorundadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen mart ayından bu yana Ulusal Programımızın yaşama geçirilmesi ve Avrupa Birliği ölçütlerine uyum sağlanması yönünde birçok alanda önemli aşamalar kaydettik. Siyasal, ekonomik ve yönetsel alanlarda kapsamlı bir dönüşümü öngören Ulusal Programın zamanında ve kararlılıkla uygulanması, Türkiye'nin Avrupa'yla bütünleşmesini ve uluslararası konumunu güçlendirmesini sağlayacaktır. Bu tarihsel fırsatı iyi değerlendirmemiz gerektiğine inanıyorum.

Önümüzdeki aylarda, Avrupa Birliği, Türkiye'nin ilerleme raporunu değerlendirecektir. Bu değerlendirme öncesinde üzerimize düşenleri yerine getirerek aday ülkeler grubundan kopmamamız büyük önem taşımaktadır.

Genişleme süreci içinde Avrupa Birliğine katılacak ülkelerin, Aralık 2002'de Kopenhag'da yapılacak Avrupa Birliği zirvesinde belirlenmesi ve yeni üyelerin 2004 ya da 2005 yılında Avrupa Birliğindeki yerlerini almaları beklenmektedir. Bizim de, üyelik görüşmelerini 2003 yılı içinde ya da yeni üyeler Avrupa Birliğine katılmadan önce başlatmamızda büyük yarar vardır.

Dolayısıyla bu aşamada ereğimiz, üyelik görüşmelerinin başlatılmasının kolaylaştırılabilmesi için, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında kural uyumunu sağlayacak tarama sürecinin 2002 yılında başlatılması olmalıdır. Avrupa Birliği Komisyonunun ülkemizle ilgili raporunun, dengeli ve üyelik yönelimimize ivme kazandıracak bir yaklaşımla hazırlanması gerektiğini düşünüyor ve Avrupalı dostlarımızın bu konuda yapıcı ve destekleyici bir tutum içinde olmalarını bekliyoruz.

Avrupa Birliği, Avrupa'da barış ve istikrarı çok yönlü bir güvenlik anlayışıyla sağlamayı başarmış, çatışma ve bölünmenin Avrupa'nın yazgısı olmadığını göstermiştir. Avrupa Birliğine üye olan ülkeler, ulusal kimlik ve birliklerini korumuş, aralarındaki anlaşmazlıkları uzlaşma yoluyla çözmüş, gönençlerini artırmış, farklılıklarını bağdaştırıp ortak bir çıkar birliğine dönüştürmüşlerdir. Hoşgörü, dayanışma ve uzlaşma kültürü, Avrupa halklarını birleştirmiş ve Avrupa'yı çağdaş uygarlığın doruğuna taşımıştır.

Avrupa Birliği üyeliği, cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine ve dayandığı değerler sistemine uygundur. Ayrıca, Türkiye ile Avrupa Birliğinin istikrar ve güvenliği ile stratejik, siyasal, ekonomik, ticarî ve toplumsal çıkarları birbirini tamamlar niteliktedir.

Türkiye, yaklaşık iki yıldır resmen aday olmasına karşın, Avrupa Birliğiyle görüşmelerine henüz başlamamış tek aday ülkedir. Katılım görüşmelerine başlayabilmek için öncelikle siyasî ölçütleri yerine getirmek gerekmektedir. Avrupa Birliği, tarihsel gelişimi içinde demokrasi ve insan haklarının yaygınlaştırılmasına ilişkin belirgin bir tutum geliştirmiştir. Türkiye ise, Avrupa Konseyi üyesi olarak, demokratikleşme ve insan hakları normlarını benimsemiş olup, bu alandaki kimi eksikliklerini gidermeye çalışmaktadır.

Hükümetimiz tarafından yürürlüğe konulan Ulusal Program, köklü bir dönüşüm gereksinmesinin esaslarını ortaya koymaktadır. Program, ülkemizin karşı karşıya bulunduğu risk ve tehditleri de göz önünde bulundurarak, Avrupa Birliği normlarına uyumu sağlayacak bir yaklaşım öngörmektedir. Bu tasarının gerçekleştirilmesinde, hükümete olduğu kadar, Meclisimize ve halkımıza da büyük görevler düşmektedir. Konuşmamın bundan önceki bölümünde değindiğim anayasa değişiklikleri ve siyasî ölçütlerle bağlantılı uyum yasalarının Meclisimizden hızla geçirilmesi büyük önem taşımaktadır. Yüce Meclisimizi, bu yönde atmakta olduğu adımlardan dolayı kutluyorum.

Türkiye'deki dönüşümün niteliğinin, hızının ve süresinin Avrupa Birliği ülkelerindeki standart ve genişleme takvimiyle uyumlu olması, hem dönüşümlerimizi köklü kılacak hem de sürecimizi hızlandıracaktır. Avrupa Birliğiyle bütünleşmemizin belirsiz bir tarihe ertelenmesi ise, dışpolitikadan gümrük birliğine kadar bir dizi alanda çıkarlarımızı etkileyebilecektir. Avrupa Birliği üyeliğine güçlü destek vermekte olan halkımız, çağdaş norm ve standartlara ulaşma çabalarında Avrupa Birliğinin destek ve dayanışmasından yoksun kalacaktır. Türkiye'nin Birliğin dışında kalması, Birliğin evrimi ve politikaları üzerinde söz hakkı olmaması anlamına gelecektir. Böylece, Türkiye ve Avrupa'nın çıkarları zaman içinde farklılaşabilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti, benimsediği değerlerle kesin seçimini çağdaş uygarlık doğrultusunda yapmıştır. Şimdi, bu seçimin doğal gereklerini bir an önce yaşama geçirmeliyiz. Bunun için öncelikle, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarında, gerek yasalarımızı gerek uygulamalarımızı özel koşullara ve sınırlamalara bağlamadan, taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uyarlamamız gerekmektedir. Türkiye'nin bu alanda yapacağı atılımlar, ülke bütünlüğümüzü pekiştirecek, yurttaşlık bilincimizin gelişmesine ivme kazandıracak ve Türk insanını uygar toplumlarla aynı hak ve ödev platformunda buluşturacaktır. Bu atılımları gerçekleştirmek için gerekli birikimimiz, temelimiz vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu alanda başlatmış olduğu olumlu çalışmaların, Türk siyasal yaşamına yeni bir saygınlık ve güç kazandıracağına inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce, ekonomik ve siyasal dönüşümümüzü nasıl bir bakış açısıyla gerçekleştirmemiz gerektiği üzerinde durdum. Ulusal çıkarlarımızın korunup geliştirilmesinde temel bir işlev gören dışpolitikamızın da, aynı biçimde, ileriye dönük bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Dışpolitikamız, bir bölümü geçen yüzyılın başlarına uzanan, bir bölümü de coğrafyamızın koşullarından kaynaklanan çeşitli sorunlara çözüm bulma yönünde büyük çaba göstermektedir. Soğuk savaşın son ermesi, ne yazık ki, Türkiye'nin çevresindeki istikrarsız ortamı olumsuz etkilemiştir. Sovyetler Birliğinin ve eski Yugoslavya'nın parçalanmasıyla ortaya çıkan sorunlar, barış ve istikrarı bugün de etkilemektedir.

Balkanlar ve Kafkasların yanı sıra, Ortadoğu'da yaşanan çatışmalar ve belirsizlikler, Türkiye'nin ne denli çetin bir coğrafyada bulunduğunu göstermektedir.

Bu bölgesel sorunlara ek olarak, uluslararası terörizmin etkinliklerinin yoğunlaşması, kitlesel yok etme silahlarının yaygınlaşması, yasadışı kitle göç hareketleri, uyuşturucu madde ve insan kaçakçılığı, örgütlü suçlar gibi günümüz dünyasına özgü tehditler, dışpolitikamızın gündeminde yeni öğeler olarak ortaya çıkmaktadır.

Türkiye, bu çatışma ve tehditler karşısında, Büyük Atatürk'ün belirlemiş olduğu çizgide, uluslararası hukuk, hak ve adaletten yana, ilkeli, uzlaştırıcı politikalar izlemekte, barış, istikrar ve işbirliğinin güçlendirilmesine katkıda bulunmaktadır.

Yüzyılımız, barış, uzlaşma ve işbirliği çağıdır. Bu değerlerin savunucusu olan Türkiye, dışpolitikasıyla, bölgesinde önemli bir istikrar öğesi olmayı sürdürecektir.

Avrupa'nın geleceği Türkiye'yi yakından ilgilendirmektedir. Avrupa Birliğinin genişleme ve yeniden yapılanma çalışmalarıyla tarihsel bir dönüşüm içine girdiği bir dönemde, ülkemizin bu sürecin dışında kalmaması gerekir.

Türkiye, Avrupa Birliğinin kendi savunma yeteneğini geliştirmesine yönelik çabalarını ve Avrupa güvenlik ve savunma politikasını ilke olarak desteklemektedir. Bu bağlamda, NATO ile Avrupa Birliği arasında daha yakın bir işbirliği yapılmasını ve Avrupa Birliğine aday bir ülke ve NATO'nun Avrupalı müttefiki olarak, Avrupa'daki yeni savunma yapısına katkıda bulunmayı istemekteyiz. Duyarlı bir bölgede yer alan Türkiye'nin güvenlikle ilgili kaygılarının ve çıkarlarının, Avrupa Birliği üyesi ülkelerce dikkate alınmasını bekliyoruz. Avrupalı ortaklarımız bilmelidir ki, Türkiye'nin katkısı, Avrupa güvenlik ve savunma politikasının başarısı yönünden de belirleyici olacaktır.

Avrupa'nın güvenliğinde, Amerika Birleşik Devletleriyle Atlantikötesi bağlantının ve NATO'nun temel rolünün korunmasının, güvenliğin bölünmezliği ilkesinden ödün verilmemesinin, bizim için temel öneme sahip olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim.

Amerika Birleşik Devletlerinde yaşanan son üzücü gelişmeler ve terörizme karşı savaşım bağlamında girişilecek uluslararası işbirliğinde NATO Anlaşmasının 5 inci maddesine işlerlik kazandırılması kararı, bu örgütün güvenlik ve savunma alanındaki kilit rolüne dikkat çeken bir nitelik vermektedir.

Uzun yıllar aynı değerleri paylaştığımız, barış ve istikrar için birlikte hareket ettiğimiz bu ülkeyle dayanışmamızı NATO içinde de ortaya koyduk. Müttefikimiz Amerika Birleşik Devletlerinin uluslararası terörizme karşı haklı savaşımını destekliyoruz.

Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerimizi, yıllar içinde oluşturma başarısını gösterdiğimiz stratejik ortaklık çerçevesinde, karşılıklı çıkar ve anlayış birliği içinde daha da ileri götürmek istiyoruz. Türk-Amerikan işbirliğinin, bölgemizde barış, istikrar ve gönencin geliştirilmesine önemli katkılarda bulunduğuna inanıyoruz.

Bugün bölgemizde karşı karşıya bulunduğumuz bellibaşlı istikrarsızlık öğelerinin, soğuk savaş döneminin sona ermesiyle ortaya çıkan yeni ortamın birer ürünü olduğu ne denli doğruysa, aynı yeni ortamın, bölgemiz için yeni olanaklar yarattığı da bir gerçektir. Bir zamanlar ayrı kamplarda yer aldığımız Rusya Federasyonuyla bugün ikili ilişkilerimizde vardığımız "genişletilmiş işbirliği" hatta, belirli alanlarda "ortaklık" gibi deyimlerle tanımlanan aşama, bu gelişmenin en sevindirici örneğidir.

Türkiye, tüm komşularıyla dostluk ve işbirliği ilişkileri geliştirmek ve bölgesinde çatışma yerine, ortak çıkarlara dayalı işbirliğini egemen kılmak istemektedir. Türkiye'nin çevresinde "dostluk ve işbirliği kuşağı" oluşturmaya yönelik olarak, komşularımızla ilişkilerimizde atmakta olduğumuz somut adımlar sevindiricidir.

Türk-Yunan ilişkilerinde geçen yıl kazanılan ivmenin korunmasını diliyoruz. Aynı coğrafyayı paylaşan iki ulusun özlemlerine yanıt veren bu yakınlaşmanın, yapıcı anlayış içerisinde, kapsamlı bir işbirliğine dönüştürülmesini ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki tüm sorunların karşılıklı görüşmeler yoluyla çözülmesini olanaklı kılacağını düşünüyoruz.

Kıbrıs konusu, elli yıldır, dışpolitikamızın temel gündem maddelerinin başında yer almaktadır. Türkiye, Kıbrıs'ta, Adanın gerçeklerini ve iki eşit devletin varlığını göz önünde bulunduracak kalıcı bir çözüm yönünde atılan adımları ve bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet görevini desteklemektedir. Genel Sekreterin, taraflar arasında, kalıcı bir barışa ulaşılmasını amaçlayacak görüşme sürecinin başlamasını sağlayacak bir zemin yaratması gereğine inanmakta ve bu yönde atacağı adımları desteklemekteyiz.

Öte yandan, Avrupalı dostlarımıza her fırsatta vurguladığımız gibi, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin, tek yanlı olarak, Avrupa Birliğine tam üye olması, Kıbrıs sorununun çözümünü zora sokacak ve Doğu Akdenizde dengeleri bozacaktır. Bu gerçeğin, Avrupa Birliği tarafından giderek daha iyi anlaşılmasını dilemekteyiz.

Komşularımızla ilişkilerimiz bağlamında, İran ile ilişkilerimiz üzerinde de durmak istiyorum. Türk ve İran halkları yüzlerce yıldır barış içerisinde yan yana yaşamış, dünya uygarlığının ilerlemesine katkıda bulunmuş iki büyük toplumdur. Ortak kültürel öğeleri paylaşan bu iki halk, birbirine iyi duygular beslemektedir. Bu temele dayanan Türkiye-İran ilişkilerinin, karşılıklı saygı, içişlerine karışmama ve ortak çıkar ilkeleri üzerinde daha da gelişebileceğine inanıyoruz. Geniş olanaklara sahip İran'ın, bölgesel ve uluslararası işbirliği tasarılarında daha etkin rol oynamasını diliyoruz.

Hazar Denizinin hukuksal durumu üzerindeki görüş ayrılıklarının, kıyıdaş devletler arasında sürdürülen görüşmelerle giderilebileceğine inanmaktayız. Zengin enerji kaynaklarına sahip bulunan Hazar Havzasında, uluslararası şirketlerin de katılımıyla, bölgedeki tüm halkların gönencine katkıda bulunacak biçimde işbirliği yapılmasının en uygun yol olacağına kuşkumuz yoktur.

Dışpolitikamızın öncelikli konularından biri, Kafkasya'da barış ve istikrarın tam olarak kurulması ve bölgesel işbirliğine olanak verecek koşulların yaratılmasıdır. Kafkasya'da belirsizlik ve istikrarsızlık ortamının sürmesine neden olan uyuşmazlıkların, en kısa zamanda barışçı yollardan çözüme kavuşturularak, bölgenin uluslararası ekonomik sistemle bütünleşmesi, Türkiye için büyük önem taşımaktadır. Bu amaca yönelik katkılarımızı sürdürmekteyiz.

2000 yılı başında ortaya attığımız Kafkasya İstikrar Paktı Tasarısının, bölgenin istikrar içerisinde kalkınmasını ve dışa açılmasını sağlayacak uygun bir çerçeve oluşturduğunu düşünüyoruz.

Bu bağlamda, Yukarı Karabağ uyuşmazlığına uluslararası hukuk kuralları ve Azerbaycan'ın egemenlik ve toprak bütünlüğü temelinde çözüm bulunması için, Minsk sürecinde, Azerbaycan ve Ermenistan Cumhurbaşkanları arasında gerçekleştirilen doğrudan görüşmelerle elde edilmiş olan kazanımlardan yararlanılması gerektiğine inanıyoruz.

Dost ve kardeş Azerbaycan'ın, siyasal ve ekonomik reformları gerçekleştirme ve uluslararası toplumla bütünleşme yönünde adımlar atmasını takdirle karşılamaktayız. Son olarak Avrupa Konseyine kabul edilmesi, Azerbaycan'ın, reform politikalarındaki kararlılığını doğrulamıştır.

Komşumuz Gürcistan'ın bağımsızlığının, egemenliğinin ve siyasal bütünlüğünün korunarak, istikrarlı bir kalkınma süreci içerisine girmesini istiyoruz. Dostumuz Gürcistan'ı, bu yöndeki çabalarında desteklemeyi sürdüreceğiz.

Türkiye, Ermenistan Cumhuriyetinin de, komşularıyla arasındaki sorunları iyi niyetli ve yapıcı bir yaklaşımla çözüme kavuşturma yönünde adımlar atmasını beklemektedir. Düşmanlıkların sürdürülmesi, bölgede, barış ve işbirliğinin geliştirilmesine engeldir. Bu nedenle, komşumuz Ermenistan'ın yöneticilerinin, uluslararası sorumluluklarının bilinci içerisinde ve sağduyuyla davranarak, Kafkaslarda gerginliğin azaltılmasına ve işbirliği koşullarının oluşturulmasına yardımcı olmaları gerektiğini düşünüyoruz.

Irak'ın siyasal birliğinin ve toprak bütünlüğünün korunmasına verdiğimiz önemi burada vurgulamak isterim. Türkiye, Körfez Savaşının ardından Kuzey Irak'ta ortaya çıkan iktidar boşluğunun olumsuz sonuçlarıyla karşı karşıya kalmış, terörizmin üssü durumuna gelen bu bölgedeki olayları büyük özverilerle denetim altına alabilmiştir. Öte yandan, Türkiye'nin, Körfez Savaşı nedeniyle uğradığı parasal zarar, bugün, yaklaşık 50 milyar dolara ulaşmıştır. Dolayısıyla, Türkiye'nin, Irak'taki durumu en iyi değerlendirebilecek konumdaki ülkelerden biri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Irak'ın geleceğinin, dışarıdan dayatmalarla değil, yalnızca Irak halkı tarafından belirlenebileceğini ve ayrıca, Irak'taki sivil halkın çektiği sıkıntıların giderilmesinin zamanının geldiğini düşünüyoruz.

Güney komşumuz Suriye'yle ilişkilerimizi, karşılıklı yarar temelinde, her alanda geliştirmek istiyoruz. Suriye'yle, 1998 yılında Adana Anlaşmasını imzalayarak terörle savaşım ve güvenlik alanında başlattığımız işbirliğinin genişletilerek tüm bölgenin yararına olacak kapsamlı bir ilişkiye dönüştürülmesinde büyük yarar görmekteyiz. Amerika Birleşik Devletlerinde meydana gelen son terörist saldırılar, uluslararası terörizme karşı güç ve yeteneklerimizi birleştirmenin ne denli önemli olduğunu göstermiştir.

Suriye'de Cumhurbaşkanı Beşar Esad önderliğinde atılmakta olan adımların da bölgemizde işbirliği ve istikrar ortamının gelişmesine katkıda bulunacağına kuşkumuz yoktur.

Ortadoğu'da çatışmaların ve gerginliğin sürmekte olmasından üzüntü ve kaygı duyuyoruz. İsrail-Filistin uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması amacıyla sürdürülen görüşmeler sürecinin bir yıl önce kesilerek yerini gerginliğe bırakması tüm bölgeyi olumsuz yönde etkilemiştir. Türkiye, bölgedeki bu belirsizlik ortamına son verilmesinin tek yolunun görüşmelere yeniden başlanması olduğunu düşünmektedir.

Türkiye'nin Batı Avrupa'ya açılan kapısı olan Balkanlardaki gelişmeleri yakından izlemekte ve bu duyarlı bölgede barış ve istikrarın korunup güçlendirilmesine ilişkin uluslararası çabalara etkin katkılarda bulunmaktayız.

Makedonya'da anayasal reform sürecinin Çerçeve Anlaşmasına uygun biçimde başlatılmış olmasını sevinçle karşıladık. Tarihsel ve kültürel bağlarımız bulunan Balkanlarda uluslararası sınırların dokunulmazlığına saygı gösterilmesinin, ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüklerinin korunmasının, bu bölgenin istikrar içinde geliştirilmesinin önkoşulunu oluşturduğunu düşünüyoruz. Öte yandan, yüzyıllardır Balkanlarda yaşayan soydaşlarımızın güvenlik ve gönençlerinin korunup geliştirilmesinin sağlanmasının temel önceliğimiz olduğunu her fırsatta vurgulamaktayız.

Günümüz koşullarında, dışpolitika önceliklerimiz, yalnızca komşularımızla ilişkilerin geliştirilmesi ve bölgesel düzeyde barış ve istikrarın sağlanmasına katkıyla sınırlı kalmamaktadır. Küreselleşen dünyamızda, Türk dış politikasına daha da geniş ufuklar açılmıştır. Türkiye, uluslararası düzeyde ortaya çıkan yeni olanakları gereğince değerlendirerek, daha önce çoğu kez olanaksızlıklar nedeniyle ihmal edilmiş alanları da, artık, geliştirmesi gereken ilişkiler gündemine almış bulunmaktadır. Bu anlayışla, bir süredir, Afrika, Latin Amerika ve Asya-Pasifik ülkeleriyle ilişkilerimizin çeşitlendirilip geliştirilmesi amacıyla atılan ciddî adımlar, bu ülkelerle ikili ilişkilerimizin geleceği için umut vermektedir. Bu çerçevede, özellikle Çin Halk Cumhuriyetiyle ilişkilerimizin daha sağlam temellere oturtulması yönünde katettiğimiz yol sevindiricidir.

Uluslararası ortamda son dönemde yaşanan hızlı dönüşümlere koşut olarak tehdit kavramı ve algılamaları da hızla değişikliğe uğramıştır. Aslında, tehdit kavramının değişmesi günümüze özgü bir olay değildir. Ancak, soğuk savaş sonrasında ortaya çıkan değişikliklerin hızı ve boyutları, İkinci Dünya Savaşını izleyen kırk-kırkbeş yıl boyunca durağan olan tehdit değerlendirmelerinin de gözden geçirilmesini zorunlu duruma getirmiştir.

Günümüzde, küresel ve bölgesel savaş tehlikesinde belirgin bir azalma olmasına karşın, ülkemiz, bölgedeki siyasal-askerî belirsizliklerin etkisiyle çok yönlü iç ve dış güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya bulunmayı sürdürmektedir. Ulusal güvenliğimiz, her dönemde önem ve öncelik taşıyan bir konu olmuştur.

Ulusal güvenlik siyasetinin belirlenmesi ve ulusal güvenlik konularında karar alınması için gerekli hukuksal düzenlemelerin çerçevesi, her ülkede olduğu gibi, ülkemizde de Anayasa ve yasalarla belirlenmiş durumdadır. Bununla birlikte, demokratik, açık ve saydam bir toplum olan Türkiye'de, diğer alanlarda olduğu gibi, ulusal güvenlik konusunda da, kamuoyundaki düşünce ve eğilimlerden yararlanılması doğal bulunmaktadır. Türkiye'nin engin deneyimleri, ülkemizde ulusal güvenlik kavramının ve uygulamalarının, günlük kaygıların dışında, siyasetüstü kalmasının yaşamsal bir gereklilik olduğunu göstermektedir.

Günümüzde ulusal güvenliğimizi tehdit eden öğelere, az önce işaret ettiğim ve boyutları giderek genişleyen örgütlü suçlar, yasadışı göç ve insan kaçakçılığı gibi sorunlar eklenmiştir. Siyasal, ekonomik ve toplumsal istikrarsızlıkların etkilediği geniş bir coğrafyanın kavşak noktasında bulunması nedeniyle, Türkiye, bu sorunlara, başka ülkelere göre daha açık durumdadır. Bununla birlikte, uluslararası toplumla eşgüdüm içinde bu sorunların üzerine daha kararlı biçimde gitmeli ve gereken önlemleri en etkili biçimde uygulamalıyız.

11 Eylül günü Amerika Birleşik Devletlerinin en büyük kentlerinde düzenlenen korkunç terörist saldırılar tüm dünyada büyük üzüntü ve tepkiyle karşılanmıştır. Saldırılarda binlerce kişinin yaşamını yitirmesinin acısını yüreklerimizde duyduk.

Bu üzücü eylemlerden tüm ulusların gerekli dersleri çıkarması, ileride böylesi acıların yaşanmaması için önemlidir. Terörizmin sonuçlarını kendi deneyimleriyle en iyi bilen ülkelerden biri olarak Türkiye, terörizme karşı uluslararası işbirliğinin ve dayanışmanın zorunlu olduğunu her fırsatta dile getirmiştir.

Türkiye, ülkelerin ulusal olanak ve yetenekleriyle tek başlarına üstesinden gelemeyecekleri bu sorun karşısında, güç ve kararlılıklarını uluslararası düzeyde birleştirmeleri, NATO ve Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, uluslararası kuruluşların teröre karşı ortak tutum alması ve düzenekler geliştirmesi gereğini savunagelmiştir. Türkiye, bu konudaki ısrarlı tutumunu sürdürecektir.

Amerika Birleşik Devletlerindeki üzücü olaylardan sonra, uluslararası toplumun terörizme karşı kararlılık içinde daha etkili yöntemler kullanarak savaşım vereceğine inanmaktayız. Bu savaşım verilirken, iyi ile kötüyü ayırt edebilme, belli simgelerin yön verdiği bir "uygarlıklar çatışması" bakış açısından hareket etmeme sağduyusunun gösterileceğinden kuşku duymuyorum.

Geçtiğimiz hafta içinde, kimi ülkelerin devlet başkanlarıyla yaptığım temaslar, bu doğrultuda bir anlayış birliğinin ve terörizmle savaşım konusunda uluslararası işbirliğinin en etkin biçimde işletilmesi yönünde güçlü bir siyasal irade ve kararlılığın varlığını ortaya koymaktadır.

Terörle savaşım yönteminin, etkili ve kalıcı olabilmesi için ivedi olarak uluslararası bir toplantının düzenlenmesinde yarar görülmektedir. Terörle savaşım konusunda geniş bir bilgi birikimi ve deneyimi olan Türkiye, uluslararası toplumun bu savaşımında birikimlerini seferber etmeye her zaman hazır olacaktır.

Öte yandan, ülkemizde 1984'ten bu yana büyük toplumsal ve ekonomik zararlara yol açan teröre karşı savaşımımız, iç ve dış politikamızdaki öncelikli konumunu sürdürmektedir. Terörizme karşı son yıllarda sağlanan başarının da etkisiyle, ülkemizin her köşesinde yasalar ve düzen egemen duruma gelmiş; terörün şiddeti denetim altına alınmıştır.

Terörle savaşım sürdürülürken, cumhuriyetimizin tekilci devlet yapısı ile temel niteliklerinin ve ulusal bütünlüğümüzün korunması ana hedefimiz olmuştur.

Terör örgütünün eylem sayısında ve bu eylemlerin yol açtığı insan kayıplarında son yıllarda görülen azalma eğilimine karşın, terörün başka boyutlarda sürdürülebileceği gözönünde tutulduğunda, uyanık bulunmanın ve teröre yurtdışından sağlanan desteğin kesilmesinin gerekliliği ortadadır. Bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin terör eylemlerine almakta olduğu askeri önlemlerin ve bölgede uygulanan yasal düzenlemelerin bir süre daha sürdürülmesi, düzenli aralıklarla Yüce Meclisin onayına sunulmaktadır.

Terörle savaşımda, Türk Silahlı Kuvvetleri ve diğer güvenlik güçlerince gösterilen özverili ve kahramanca çabaları, ulusumuzun bu konuda gösterdiği birlik ve kararlılığı, tüm yönetim birimlerimizin üstün çalışmalarını takdirle karşılıyorum. Aziz şehitlerimizi rahmetle anıyor, kahraman gazilerimize şükran duygularımı iletiyorum. Yüce Meclisimize de, terörle savaşımda her zaman sağladığı destek ve katkılardan dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.

Türkiye, bir yandan terörle savaşımda sağlanan başarıyı ve durum üstünlüğünü kesin sonuç alınana kadar aralıksız ve kararlı bir biçimde sürdürürken, diğer yandan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde terörün yarattığı ekonomik ve toplumsal sorunların giderilmesini, bu bölgelerimizle diğer bölgelerimiz arasındaki gelişmişlik farklılıklarının ortadan kaldırılarak her alanda bütünleşmenin sağlanmasını, terörü besleyen iç ve dış kaynakların kurutulmasını, eğitim ve iş olanaklarının geliştirilmesini ve bölgede istikrarlı bir ekonomik yapının oluşturulmasını amaçlayan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Eylem Planını 2000 yılı başından itibaren uygulamaya koymuştur.

Bu planda, kamu yönetimi, ekonomi, sağlık ve eğitim alanlarında kısa dönemde sonuç  verecek bir dizi önlem belirlenmiştir. Bu önlemlerin, yeterli kaynak sağlanmak suretiyle kararlılıkla uygulanmasını, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizin sorunlarının hızla çözümü yönünden yaşamsal önemde görmekteyim.

Öte  yandan, gericilik ve bağnazlık, demokratik ve laik anayasal düzenimiz karşısında öncelikli bir tehdit olma niteliğini sürdürmektedir. Türk toplumunun cumhuriyet döneminde elde ettiği tüm çağdaş kazanımları yok etmeyi amaçlayan hareket, dini de kötüye kullanmaktadır. Bu yönüyle, bir yandan anayasal düzene ve demokratik gelişime, öte yandan hoşgörü dini olan İslamiyete büyük zarar verebilecek durumdadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin belirleyici özelliği, Anayasamızda cumhuriyetin vazgeçilmez niteliklerinden biri olarak gösterilen laikliğin, ülkemizde gerçek anlamda yerleştirilmiş ve benimsenmiş olmasıdır. Laiklik, demokrasinin de, inanç ve ibadet özgürlüğünün de temeli ve güvencesidir. Laiklik ilkesinin gereği olarak, kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı, siyasî veya kişisel çıkar ya da nüfuz sağlama amacıyla, her ne biçimde olursa olsun, dinin, din duygularının ya da dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilemeyeceği ve kötüye kullanılamayacağı, Anayasamızın temel kuralları arasında yer almıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; soğuk savaş sonrası döneme egemen olan siyasal ve askerî ortam, Silahlı Kuvvetlerimizin, yeni güvenlik sorunlarına ve bunalımlara etkin biçimde karşılık vermesini ve var olan belirsizliklere karşı hazır bulunmasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, 21 inci Yüzyıla, tarihindeki en güçlü konumuna erişmiş olarak giren Silahlı Kuvvetlerimizin orta ve uzun dönemdeki başlıca ereği, modern ve yüksek teknoloji ürünü silah sistemleriyle donatılmış, sayısal fazlalık yerine yüksek vurucu güce sahip, hazırlık durumu yüksek, çok iyi eğitilmiş, her koşulda harekât yapabilen, caydırıcı ve güçlü bir kuvvet yapısını oluşturmaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeniden yapılanma çalışmaları, siyasal, askerî ortamın yanı sıra, ülkemizin güvenliğine yönelik iç ve dış tehditler ile Anayasa ve yasalarımızın belirlediği görevler dikkate alınarak yürütülmektedir.

Giderek bir savunma boyuta da kazanmakta olan Avrupa'daki bütünleşme hareketinin, NATO Avrupasının en güçlü ordusuna sahip, ittifak ilkelerine uygun olarak genel bütçesinin yaklaşık yüzde 10'unu savunmaya ayıran, istikrar ve güvenliğin, Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ve Ortaasya'ya yayılmasında önemli bir potansiyele sahip olan Türkiye'nin katılımı olmadan tam olarak gerçekleştirilebileceğini düşünmek olanaksızdır. Türkiye'nin, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına katılma konusundaki kararlı ve ısrarlı tutumu bu gerekçelere dayanmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, bölge barış ve istikrarına katkıda bulunmak amacıyla, barışı destekleme harekâtlarına etkin biçimde katılmakta, NATO'nun Barış İçin Ortaklık Programında önemli rol oynamaktadır.

Türkiye, Balkanlar'da Güneydoğu Avrupa Çokuluslu Barış Gücünün ve Karadeniz'de Deniz İşbirliği Görev Grubunun kurulmasına öncülük etmiştir. Bunun yanında, dost ülkelerle ikili askerî ilişkilerin geliştirilmesi çerçevesinde kırk ülkeyle askerî eğitim ve işbirliği anlaşması imzalanmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin, barış ve savaş dönemlerinde, halkımızın desteğinde hizmet verecek sivil-asker işbirliği yeteneği sürekli geliştirilmektedir. Son yıllarda, ülkemizi derinden yaralayan depremlerde Türk Silahlı Kuvvetlerinin izlenen başarılı uygulamalarını daha da güçlendirilmek üzere oluşturulan Doğal Afetler Arama ve Kurtarma Taburu bunun somut bir örneğidir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, gücünü, ulusuyla dayanışmasından almaktadır. Silahlı kuvvetlerimizin değişim, yaratıcılık, araştırma-geliştirme konularındaki büyük katkılarını takdirle belirtmek isterim.

Ülkemizin ve ulusumuzun güvenliğinin önem ve önceliği dikkate alınarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 21 inci Yüzyılda jeostratejik ortamın gereksinimlerine yanıt verecek etkili ortak bir harekât yeteneğine ulaşacak biçimde yeniden yapılandırılmasında ve modernize edilmesinde Yüce Meclisimizin her zamanki ilgi ve duyarlılığı göstereceğinden kuşkum yoktur.

Savunma sanayii alanındaki stratejimizin temelini, ülke güvenliğinin ve Silahlı Kuvvetlerimizin gereksinimlerinin güvenli ve istikrarlı bir biçimde karşılanması amacıyla, yüksek teknolojiye sahip silah ve araçların yurtiçinde üretilmesi oluşturmaktadır. Savunma sanayiimiz, yerli kesim yanında, yabancı kesime de açık, uluslararası rekabet olanağına ve dışsatım potansiyeline sahip, yeni teknoloji üretebilen dinamik bir yapıda olmalı, diğer ülke ve kuruluşlarla dengeli bir işbirliğini olanaklı kılacak, değişen siyasal koşullarda en az etkilenecek ve sivil amaçlarla da üretim yapabilecek nitelikler taşımalı ve savunma giderleri, ulusal ekonomiye artı değer kazandıracak biçimde yönlendirilmelidir.

Silahlı Kuvvetlerimizin, silah ve araçları konusundaki gereksinimleri ile bütçe olanaklarımızı denge içinde sürdürmek durumundayız. Türkiye'nin içinde bulunduğu güç ekonomik koşullarda, Silahlı Kuvvetlerimizin modernizasyon programlarının gerçekleştirilmesinde, bu denge içinde hareket ederek, savunma etkinliğini azaltmadan, önceliklerde yeni bir düzenlemeye gitmiş olması takdirle karşılanmaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyet, aklın ve bilimin üstünlüğüne dayalı bir yaşam sistemidir. Aklın ve bilimin egemen olabilmesi için, düşünen, düşüncesini özgürce açıklayabilen, kararlarını sorumlulukla verebilen yetkin bireyler yetiştirilmesi ve bu bireylerin toplumun çoğunluğunu oluşturması gerekir. Ancak, böyle yetkin bireyler, hem kendi yaptıklarını hem de toplumda yapılanları ölçebilir, sorgulayabilir, değerlendirebilir ve kararlarını da aklın süzgecinden geçirerek verebilir. Yetkin bireyler yetiştirebilmenin yolu, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğünden geçmektedir.

Çağdaş ve evrensel ilkeleri benimsemiş bir toplum olarak, gelişmiş ve ileri ülkeler arasında yer almamızın önkoşulu, eğitimin kalitesini yükseltmek ve yaygınlaştırmaktır.

Demokrasi, toplumdaki her bireyin, ülkesiyle ilgili her konuda söz sahibi olmasını gerektirir. Alınacak kararlarda söz sahibi olabilmek, doğru bilgiye ulaşmaya, bilgiyi yönlendirebilmeye ve her bireyin bir bakış açısı olmasına bağlıdır. Bu çerçevede, demokrasinin anlaşılabilmesi ve toplumun her kesimine yaygınlaştırılabilmesi için de temel koşul eğitimdir.

Dünyadaki ilerlemenin gerisinde kalmamak, rekabet ortamında ön sıralarda yer alabilmek için, öncelikle eğitim sistemimizi çağın gereklerine uydurmak zorundayız.

Eğitimin ailede başladığı düşünüldüğünde, eğitim sistemimizdeki herhangi bir aksaklığın gelecek kuşaklara da yansıyacağını gözönünde bulundurmalı ve hangi yaşta olursa olsun, her yurttaşımızın kaliteli eğitim alması için çaba göstermeliyiz.

Öğrencilerimizin yaratıcılıklarını ortaya çıkaracak ve ilgi alanlarını geliştirecek, dogmalardan ve ezbercilikten uzak bir eğitim sistemi, bilim, teknoloji, kültür ve sanat yaşamına katkıda bulunabilecek kuşakların yetiştirilmesini sağlayacaktır.

Çağımızın koşullarına uyum ve aydın düşünceli insanlar yetiştirebilmek için başlatılan 8 yıllık zorunlu eğitimde bugün ulaşılan nokta sevindiricidir.

Köyden kente her çocuğumuzun çağdaş eğitim almasını amaçlayan ve yurttaşlarımızdan da büyük ilgi ve destek gören bu uygulamadan sonra, artık ereğimiz, 11 yıllık zorunlu eğitim olmalıdır. Türk Ulusu, en büyük güvencemiz olan çocuklarımızın sürekli ve kaliteli eğitim alabilmesi için devletimizin yanında yer alacak ve olanakları ölçüsünde bu seferberliğe de katkıda bulunacaktır.

Büyük kentlerimizde yaşayan çocuklarımızın eğitim görecekleri okullar konusunda daha çok seçenekleri varken, Anadolu'daki çocuklarımızın okuyabilmek için çeşitli zorluklarla karşılaştıkları da yadsınamaz gerçeğimizdir. Eğitim eşitliğinin sağlanabilmesi ve eğitim kalitesinin yurdun her köşesinde aynı düzeye çıkarılabilmesi için ilk adım, öğretmenlik mesleğine hak ettiği saygınlığı kazandırmak ve öğretmenlerimizin eğitimine gereken özeni göstermek olmalıdır.

Çalışma koşulları ve uygulanan ücret politikaları nedeniyle, gençlerimiz, öğretmenlik mesleğini en son sıralarda yeğlemekte ve gönüllü olarak yapılması gereken bu meslek, değerinden yitirmektedir.

Eğitim hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve kalitesinin yükseltilebilmesi için, ilk olarak, öğretmenlik eğitiminin istenilen düzeye çıkarılması gereklidir.

Eğitim ve öğretim olanağından yoksun bırakılmış yurttaşlarımızın eğitim düzeyleri ve yaşam kalitelerinin yükseltilmesi amacıyla, ülke genelinde Ulusal Eğitime Destek Kampanyası başlatılmıştır.

Hiç okula gitmemiş, okuma-yazma öğrenememiş ya da çeşitli nedenlerle öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalmış çok sayıda yurttaşımıza yeni fırsatlar sunmak, en azından okuma-yazma öğretmek ve daha ileri aşamalarda, meslek kazandırmak amacıyla başlatılan kampanyaya gösterilen ilgi ve destek mutluluk vericidir.

Ülkemizde eğitimin yaygınlaştırılması ve kalitesinin yükseltilmesi amacıyla yürütülen tüm kampanyaları desteklemeli ve bu konudaki ulusal duyarlılığımızın artırılmasına katkıda bulunmalıyız.

Bu bağlamda, üniversitelerimizin durumuna da ayrıca değinmek istiyorum. Yükseköğretim kurumlarımızda eğitimin niteliğinin yükseltilmesi, ivedilik taşıyan bir sorun durumuna gelmiştir; çünkü, Türkiye'nin çağdaş uygarlık savaşımında başarısı, üniversitelerinin başarısına bağlıdır.

Üniversiteler, aklın ve bilimin egemen olduğu, bilginin üretilerek toplumun hizmetine sunulduğu, özgür düşüncenin yaratıcı düşünceye dönüştürüldüğü yükseköğretim kurumlarıdır. Üniversitelerin bu işlevlerini yerine getirmesi, ancak özgür düşünce ortamının varlığıyla olanaklıdır. Özgür düşünce ortamı, bilimsel araştırma ve çalışmaların rahatça yapılabildiği, düşüncelerin açıkça tartışılabildiği, çağdaş, demokratik üniversitenin varlığının temel koşuludur.

Üniversitelerimiz, demokrasi kültürünün, katılımcılığın ve çoksesliliğin egemen olduğu kurumlar durumuna getirilmelidir. Gençlerimiz için uluslararası düzeyde de yepyeni ufuklar açılmıştır. Bu nedenle, gençlerimizin yalnız Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde yaşamlarını başarıyla sürdürecek, rekabet edebilecek düzeyde yetiştirilmeleri ulusal çıkarlarımızın gereğidir.

Üniversitelerimizin, pek çok yönden dünyanın ileri ve saygın yükseköğretim kurumlarının gerisinde kalmış olduğu ve çözüm bekleyen birçok önemli sorunu bulunduğu bir gerçektir. Her şeyden önce, nitelikli öğretim eleman açığının giderilmesi, öğretim elemanlarına sağlanan olanakların iyileştirilmesi ve bu saygın mesleğin yeniden çekici duruma getirilmesi gerekmektedir. Yeni kuşakları yetiştirecek öğretim üyelerinin, cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı, çağdaş, gelişmeleri izleyen ve kendilerini sürekli geliştiren aydın kişiler olmalarına özen gösterilmelidir.

Öte yandan, eğitim kalitesinin yükseltilebilmesi için üniversitelerimizin donanım eksikliklerinin giderilmesi gerekmektedir. İyi planlanmadan kurulan, yeterli binası, donanımı, öğretim elemanı bulunmayan yükseköğretim kurumları, toplumumuza yarardan çok zarar vermektedir.

Üniversitelerin yalnızca bilim ve öğretim kurumları değil, gençlerimizin sosyal yaşamla tanışmalarını sağlayan, yaşama her yönden hazırlanmaları için en geniş olanakları sunan ortamlar olması gerektiği de unutulmamalıdır.

Üniversitelerimizin Batı'daki benzer kurumlar düzeyine yükseltilmesi, uluslararası ölçütlere uygunluğunun sağlanması, ülkemizin geleceğinin güvencesi olan nitelikli insangücünün yetiştirilebilmesi için zorunludur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin ekonomik gelişme sürecini tamamlaması, ekonomik bunalımdan kurtulması ve ulusal güvenliğini sağlayabilmesi, kendi teknolojisini üretebilmesine bağlıdır.

Düzenli ve düzeyli bir ekonomi için özgün teknolojiye dayanmak çok önemlidir. Bu nedenle, amacımız yerli teknoloji düzeyimizi yükseltmek, özgün teknoloji üretimini desteklemek olmalıdır. Türkiye'nin özgün teknoloji üretiminin artırılabilmesi, araştırma-geliştirme etkinliklerine önem verilmesi ve yerli mala yönelmeyi sağlayacak politikaların üretilmesi ve uygulanmasıyla başarılabilir.

Bugün, küreselleşmenin belirleyici öğelerinden biri olan bilgi, yaşama yön vererek gelişmeyi ve büyümeyi sağlamakta, sınır tanımayan ve tüm insanlık tarafından paylaşılan bir olgu olarak, her zamankinden çok önem taşımaktadır. Bilim ve teknolojiyi toplumsal hizmetlere dönüştürebilmiş ülkelerin küreselleşen dünyamızda oynadığı yön verici rol, tüm toplumları bu doğrultuda çalışmaya zorlayan öğe olmuştur.

Unutulmamalıdır ki, bilimin insanlığın hizmetine sunulması ve bundan herkesin eşit olarak yararlandırılması ülke kalkınmasının temel koşuludur. Ancak, araştıran, sorgulayan ve bilgi üretimine katkıda bulunan toplumlar bilgi çağının etkin ülkeleri arasında yer alabilirler.

Türkiye Cumhuriyetinin, bilim ve teknolojideki yeniliklerin izleyicisi olmanın ötesinde, yeniliklere katkıda bulunmak için bilimsel çalışmalara ve araştırmalara yeterli kaynağı ayırması, çağdaşlaşma çabalarımıza hız kazandıracaktır.

Bilim ve teknoloji alanlarında hızlı gelişmelerin yaşandığı günümüzde, yeniliğe açık, olayları bilimsel düşünce biçimiyle irdeleyen kişilere gereksinim vardır. Yaşadığımız sorunlara kalıcı çözümler üretilebilmesi, ancak, bilim insanlarımızın üstün çabalarıyla olanaklıdır. Bilgi üretimine yönelik yatırımların kesintiye uğraması ya da ayrılan ödeneğin kısıtlı olması, uzun erimde topluma büyük zararlar verecektir. Nitelikli insangücünün yetiştirilmesine önem verilmeli, bilim insanlarımıza gereksinim duydukları olanakları sunarak, bilimsel verimliliklerinin artırılması için çaba göstermeliyiz.

Genç kuşaklara kanıtlanabilir gerçek bilgilerin aktarılması ve bu tür bilgiye hak ettiği saygınlığın kazandırılması, toplumsal gelişimimizi çok yönlü etkileyecek, ulusal gönencimizin artırılmasına büyük katkı sağlayacaktır.

Dünyadaki gelişmelerin gerisinde kalmamak, bilim ve teknolojiyi üretebilir duruma gelmek, en önemlisi de, Türk Ulusuna bilginin, araştırmanın ve sorgulamanın, aydınlık bir geleceğe ulaşmanın tek yolu olduğunu göstermek zorundayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz için önem taşıyan enerji konusunu iç ve dış olmak üzere iki boyutta ele almak istiyorum.

Enerji konusu, önceki yıllarda sektörde yaşanan yönetsel ve malî sıkıntılara 2001 yılında eklenen yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma savlarının eklenmesiyle yine gündemdeki yerini korumuştur. İlgili bakanlık ile bağlı kurum ve kuruluşlardaki kimi yetkililere yönelik suçlamaların bir bölümü soruşturma, bir bölümü de yargılama aşamasındadır. Halen yargılama sürecinde bulunan dosyaların sonuçları, bağımsız yargı organlarına olan güvenimizi koruyarak ve yargılamaya karışma anlamına gelebilecek durumlardan kaçınarak beklenmelidir.

Geçen yılki konuşmamda da belirttiğim gibi, içinde bulunduğumuz dönem, tüm olumsuzluklarına karşın, enerji sistemimizin daha sağlam temellere oturtulabilmesi için önemli olanaklar sunmaktadır.

Anayasamızda daha önce gerçekleştirilen değişiklikler doğrultusunda enerji sistemimizi gelişmiş ülkelerdeki sistemlerle bütünleştirebilecek önemli yasal düzenlemeler yapılmıştır; ancak, bu düzenlemeler yeterli değildir.

Enerji piyasalarının işletilmesi için gerekli olan diğer yasa, tüzük ve yönetmeliklerin hazırlanması aşamasına hızla geçilmelidir. Bu aşamada Enerji Piyasası Kurulunun oluşturulması öncelik taşımaktadır. Kurulun, konuyla ilgili gerekli eğitim ve yeteneğe sahip, yeterli ölçüde deneyimli ve güvenilir kişilerden oluşturulacağından kuşku duyulmamaktadır.

2001 yılında ülkemizde elektrik tüketiminde ilk kez bir gerileme söz konusudur. Bu durumun büyük ölçüde ekonomik sıkıntıların bir sonucu olduğu bilinmektedir. İleriki yıllarda elektrik arz ve talep dengesinde herhangi bir sorun yaşanmaması için uzun dönemli stratejiler geliştirilmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda, 2002 yılı sonuna kadar devreye alınabilecek 29 elektrik üretim projesinin içerisinde bulunduğu belirsizlik en kısa zamanda giderilmelidir.

Söz konusu projeler yenilenebilir ve çevre dostu kaynaklı elektrik enerjisi üretimi yönünden de önemlidir. Çünkü, bunların 25'i bu tür kaynakların kullanılmasını öngören projelerdir.

Benzer biçimde, halen işletmede olan dağıtım tesisleri ile santralların özelleştirilmeleri de bir an önce gerçekleştirilmelidir. Tersi durumda, bunların iyileştirilmeleri için gereken önemli tutardaki kaynağın bulunması sorunu ortaya çıkacaktır.

2001 yılında, enerji sektörümüzün serbestleştirilmesi çabalarına koşut olarak, ek enerji kaynakları sağlamayı amaçlayan tasarılar ile Hazar Havzasının enerji alıcı piyasalara taşınmasına yönelik tasarılarda önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

Bu tasarıların başında yer alan Aktau-Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattının yapım aşamasına doğru ilerlediğini mutlulukla görmekteyiz. 2000 yılının ekim ayı içerisinde Ana Petrol Boru Hattı Katılımcıları ile Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasında Ev Sahibi Ülke Anlaşmalarının imzalanmasının ardından Katılımcılar ile BOTAŞ ve Hazine arasında Anahtar Teslimi ve Garanti anlaşmaları da imzalanmış, temel mühendislik çalışmaları tamamlanarak, ayrıntılı mühendislik çalışmalarına başlanmıştır.

Doğalgaz Piyasası Yasasına göre, mevcut doğalgaz alım-satım anlaşmalarının 2009 yılına kadar özel kesime devredilmesi gerektiğinden, doğalgaz sağlama tasarılarının vakit geçirilmeden tamamlanması gerekmektedir. Ayrıca, yine aynı yasayla getirilen depolama zorunluluğu için gerekli olan yeraltı doğalgaz depolama tesisleri de işletmeye alınmalıdır.

Mavi Akım boru hattının Türkiye'de yer alan 501 kilometrelik bölümünün yapımının tamamlanmış olması da sevindirici bir durumdur. Karadenizin yatağına boru döşeyecek olan gemiler çalışmalarına başlamıştır.

İran-Türkiye doğalgaz boru hattının bu yıl hizmete girmesi beklenmektedir. Doğalgaz Piyasası Yasası kapsamında ele alınan Türkmenistan ve Mısır doğalgaz projeleri de geciktirilmeden planlanmalıdır.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın Aliyev ile 12 Mart 2001'de imzaladığımız ve Azerbaycan'dan 15 yıl süreyle doğalgaz alımını öngören anlaşmanın bir an önce yaşama geçirilmesi her iki ülkenin de yararına olacaktır. Bu tasarının gerçekleştirilmesi yönünde önemli bir aşamayı oluşturan Geçiş Ülkesi Anlaşmasının imzalanmış olmasından da mutluluk duymaktayız.

Enerjiyle ilgili sözlerimi Türk boğazları konusundaki duyarlılığımızı yineleyerek bitirmek istiyorum. Yalnızca bizim değil, evrensel kültür ve doğanın en değerli varlıklarından biri olan İstanbul Kentini ve boğazlarımızı koruyarak gelecek kuşaklara devretme görevini ülkemiz üstlenmiş bulunmaktadır. Boğazların boru hattına dönüştürülerek tehlikeye atılmasına izin verilmeyeceğinden kuşkum yoktur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz erozyon, çölleşme, su ve deniz kirliliği gibi çeşitli çevre sorunlarıyla karşı karşıya bulunmakta, öte yandan, sanayileşmenin ve çarpık kentleşmenin yarattığı olumsuz sonuçlar giderilmeye çalışılmaktadır. Çevre sorunlarının çözümü konusunda resmî ve gönüllü kuruluşlarımızca ulusal düzeyde sürdürülen çabaların, daha yaşanabilir bir çevre yaratılmasına katkıda bulunacağına inanıyoruz.

Birleşmiş Milletler tarafından 1992 yılında düzenlenen Çevre Kalkınma Konferansından sonra Çevre Bakanlığı ile Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan Ulusal Eylem Planının tüm bakanlıklarımız ve kuruluşlarımız tarafından eksiksiz uygulanması önem taşımaktadır.

Çevre sorunlarının aşılmasında devlete olduğu kadar bireylere de önemli sorumluluklar düşmektedir. Etkilerini hemen her gün yakından duyumsadığımız çevre sorunlarına toplumun tüm kesimlerinin ilgi göstermesi ve üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi, insanlık ve yurttaşlık görevidir.

Sürdürülebilir kalkınmanın amacı, ekonomi ile ekolojiyi bağdaştırarak, kaynakları hem yaşayan insanların hem gelecek kuşakların kullanımına sunmaktır. Bu yaklaşıma göre, bugün kendi gereksinmelerimizi karşılar, kalkınma tasarılarımızı uygularken, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama olanağını yok etmemeliyiz.

Ülkemizde çevre bilincinin güçlendirilmesine ve sürdürülebilir kalkınma anlayışının yerleştirilmesine öncelik vermeliyiz. Gelecek kuşaklara güzel, temiz ve yaşanabilir bir dünya bırakmak hepimizin ortak sorumluluğudur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaşamın her alanında gözetilmesi gereken iyi nitelikli, erdemli davranış biçimlerinde kendini gösteren etik kavramı, tüm toplumlarda her zaman tartışma konusu olmuştur. Ancak, etik değerler, insanlığın tarih boyunca edindiği deneyim ve birikimler sonucunda, çağdaşlığın ve iyi yönetimin önkoşulu arasında yer almıştır.

Çağdaş toplumlarda, toplumsal yaşama yön veren ilkeler arasında, etik değerlerin kendine özgü bir yeri bulunmaktadır.

Etik değerleri oluşturan kuralların değer ve anlamlarından ödün vermeksiniz yaşamın tüm alanlarında geçerli kılınması, bireyden başlayarak, toplumun tüm kurumlarında yaşatılması, temiz ve sağlıklı toplumu oluşturabilmenin tek koşuludur.

Etik değerlerin siyasal yaşamda da gözetilmesi ve politikacıların bu değerlere saygı göstermeleri, yolsuzlukla savaşımda etkili olacağı gibi, aynı zamanda ulusumuzun çağdaşlık kararlılığının da göstergesi olacaktır.

Farklı değer yargıları nedeniyle, etik kavramının çerçevesinin belirlenmesi güçtür. Etiğe uygun hareket edilmesinin sağlanmasında en büyük görev kamuoyuna düşmektedir. Kamuoyu, toplumsal yaşama yön veren en etkili güçtür. Kamuoyunun görüş ve düşüncelerini dikkate almayan rejimlerin varlığını sürdürmeleri olanaksızdır.

Saydam devlet kavramını tanımlayan, etik değerlerin kurallarını belirleyen ve kurallara aykırı davranışlara karşı yaptırımlar geliştiren "Siyasî Etik Yasası" bugün öncelikli bir gereksinim durumuna gelmiştir.

Böyle bir atılımı gerçekleştirme başarısını göstermemiz, demokratik uluslar topluluğu içindeki saygınlığımızı artıracağı gibi, ulusumuzun devlete ve kurumlarına olan güvenini de pekiştirecektir.

Türkiye'nin siyasî etik yönünden ileri bir düzeye taşınması toplumumuzun olduğu kadar siyasetçilerimizin de önemli bir sorumluluğudur.

Hükümetimizin bu konuda bir hazırlık içinde olması mutluluk vericidir. Yüce Meclisimizin de yasanın çıkarılması sürecinde sağduyulu bir yaklaşım sergileyeceği kuşkusuzdur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkelerin küreselleşme sorunlarına bulacakları çözümlerin bir bölümü, merkezî yönetimin yetkilerini yerel yönetimlere devretmesini ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Yerellik ilkesinin, başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere tüm gelişmiş toplumlarda, bir demokratik değer olarak, giderek önem kazandığını görüyoruz.

Kamu hizmetlerinin halka en yakın yönetsel birimler eliyle görülmesi, sorunların daha etkili ve hızlı çözümünü sağlayacaktır. Gerçekten, yerel yönetimlerin, toplumsal sorunların çözümüne ve kamu hizmetlerinin yerine getirilmesine merkezî yönetimle uyum içinde etkin olarak katılmaları sağlandığında, toplumun sağlıklı kararlar alması kolaylaşmakta, demokrasinin sorun çözme yeteneği de artmaktadır.

Yerel yönetimlerin, yurttaşlarımızın temel gereksinmelerine yanıt verecek pek çok alanda yetki ve sorumluluk sahibi olmaları gerektiği, ülkemizde de genel kabul gören bir düşüncedir. Bununla birlikte, yerel yönetimlerin, kendilerinden beklenen hizmetleri yerine getirebilmelerinin önkoşulu, yeterli parasal kaynaklara sahip olmalarıdır.

Bu anlayışla, yönetim yapımızı çağdaşlaştırmak ve devletin tüm kademelerinin daha iyi işlemesini sağlamak amacına yönelik kapsamlı düzenlemeler yapmamızın zamanı gelmiştir. Bu yeni düzenleme içinde merkezî yönetim, yol gösterici, denetleyici ve izleyici bir işlev üstlenmelidir.

Demokrasimizi, katılımcılığı temel alan düzenlemelerle geliştirmeli, yerel yönetimlerimizin, insan yaşamının temel gereksinimlerinin karşılanmasında söz sahibi olmasını sağlamalıyız.

Yerel yönetimleri güçlendirecek reformların gerçekleşmesiyle hem demokratik katılım genişletilecek hem yurttaşlarımızın yaşadıkları beldenin sorunlarıyla daha yakından ilgilenmeleri olanaklı kılınacaktır. Böylelikle, çeşitli alanlarda karşılaşılan sorunlar, hızlı ve akılcı bir biçimde çözülebilecektir.

Bu amaç doğrultusunda hazırlanan ve Yüce Meclisimizin gündeminde bulunan Yerel Yönetimler Yasa Tasarısının, kimi eksikliklerinin giderilerek, hızla yaşama geçirilmesiyle, yaşanan sorunların önemli bölümünün aşılabileceğine inanıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasama yılının açılışı dolayısıyla geçen yıl yaptığım konuşmada cumhuriyetimizin 100 üncü yıldönümüne kadar olan dönemde Türkiye'nin ana erekleriyle ilgili düşüncelerimi ortaya koymuştum. Bu büyük yıldönümüne uzanan yolda Türkiye'nin önünde sorunlar ve olanaklar vardır. 2001-2002 yasama yılında devlet organlarının çalışmalarını düzenli ve uyum içinde yürütmeleriyle ilgili olarak gerekli gördüğüm kimi önemli konulara kısaca değinmek istiyorum:

Türkiye'nin yakın dönemde en önemli sorunu, ülke ekonomisinin içinden geçtiği bunalımın ardından düzlüğe çıkarılmasıdır. Hükümetimizce bu konuda hazırlanan, siyasal ve toplumsal desteğe sahip bulunan ekonomik programın kararlılıkla uygulanması ve başarıya ulaşması yaşamsal önemdedir. Ekonomik sıkıntıların aşılmasında ulusal birlik ve dayanışmanın sürdürülmesinin ve ekonomide güven ortamının oluşturulmasının önemi açıktır. Ekonomi, savunma dahil, tüm ulusal güç öğelerinin temelidir. Türkiye'nin, geçmişte olduğu gibi, bu dönemdeki ekonomik sıkıntıları da ulusal çıkarlarından ödün vermeden aşacağına içtenlikle inanıyorum.

Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliğinin gerçekleştirilmesi, ülkemizin ana ereklerinin başında gelmektedir. Birliğe üye olabilmemiz, yoğun ve etkin bir çalışmayı gerektirmektedir. Bu, yalnızca tam üyelik yönünden değil, bölgesel bir güç olarak dünyanın ileri ulusları arasındaki yerini alabilmesi için de önemlidir. Ulusal Programda belirlenen kısa ve orta erimli amaçlara ulaşılması doğal olarak belirleyici bir anlam taşıyacaktır. Avrupa Birliğinin 2004 yılında toplanacak Hükümetlerarası Konferansından yeterli bir süre önce, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında tam üyelik görüşmelerine başlanmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.

Hem Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyelik süreciyle bağlantılı hem de bu süreçten bağımsız bir biçimde, anayasal nitelikler korunarak, hukuk devleti ilkeleri gözetilerek, insan haklarına saygı gösterilerek, uygar ve demokratik bir devlet olmanın gerekleri yerine getirilerek ülkemizin kendi siyasal, toplumsal ve ekonomik gereksinimlerine yanıt verecek köklü, kapsamlı ve hızlı anayasal, yasal ve yapısal değişimlerin ve iyileştirmelerin, bu arada başta evrensel ölçütlerin hukuk sistemimize kazandırılması olmak üzere çeşitli alanlardaki reformların gerçekleştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bunun hem demokratikleşme yönünde bir açılım sağlaması, hem de Avrupa Birliğinin yakında yayımlanacak ülkemizle ilgili İlerleme Raporuna olumlu yansıması olacaktır. Türkiye'nin, devlet yapısı ve kurumlarıyla, çağımızın gereklerine yanıt verecek bir dönüşümü zaman yitirmeden gerçekleştirmesi temel önceliğimizdir.

Günümüzde gelişmiş bir ülke olmanın koşulu, örgütlü suçlar, yolsuzluklar ve yoksullukla savaşımda ve yönetimde saydamlığın sağlanmasında elde edilecek başarıdır. Kamuoyunda bu konuda artan duyarlılığı dikkate alarak, örgütlü suçlarla, yolsuzluklarla ve yoksullukla savaşımda somut ilerleme ve başarılar sağlanması son derece önemlidir.

Cumhuriyetin her döneminde ulusal güvenliğin sağlanmasında ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasında cumhuriyet hükümetleri, Türkiye Büyük Millet Meclisine karış sorumluluklarını özveri içinde ve yeterlilikle yerine getirmişlerdir. Türkiye'nin etrafındaki belirsizliklerin ve risklerin tehdide dönüşme olasılığının göz önünde tutularak, yerini hiçbir şeyin alamayacağı güvenlik gereksinimlerimizin sürekli önplanda tutulması, Silahlı Kuvvetlerimizin iç ve dış tehditleri caydırma ve önleme yeteneklerinin artırılması, dışpolitikamızda öncelikle komşu ülkelerle ilişkilerimizin geliştirilerek, Türkiye'nin stratejik konumuna derinlik kazandırılması büyük önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; parlamentolar, demokrasinin temel organlarıdır. Kurtuluş Savaşından başlayarak, devrimlerin yapılmasına ve demokrasinin yerleşmesine öncülük eden Türkiye Büyük Millet Meclisinin, önümüzdeki bu güç dönemde de yetki alanına giren konulardaki duyarlılığını sürdüreceğine inanıyorum. Meclisimiz, yasama görevinin yanı sıra, yürütmeyi denetleme görevini de titizlikle yerine getirmelidir.

Demokrasiyi savunmalı, korumalı ve geliştirmeliyiz. Türk toplumu, artık, demokratik düzenin erdeminin ve yararlarının bilincine varmış durumdadır. Bize düşen, siyasal ve hukuksal yapılarımızı bu anlayışa uygun duruma getirmektir.

Demokratik yönetimin dayandığı değerleri, demokratik siyasal kültürü güçlendirmeliyiz. Demokrasinin de sürekli gelişen ve değişen bir kavram olduğunu unutmamalıyız. Bugün yirmi-otuz yıl önce geçerli olan demokrasi anlayışının çok ötesine geçilmesi bunu kanıtlamaktadır. Dolayısıyla, kuracağımız yapıların, gelişmenin önünü tıkayacak değil, gelişme ve değişmenin yolunu açacak nitelikte olması önem taşımaktadır.

Bu düşüncelerle, hepinizi yeniden saygıyla selamlıyor, yeni yasama yılının ulusumuza kutlu olmasını diliyorum. (Ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Meclisimizi onurlandırarak, yeni yasama yılının açılış konuşmasını yapan Sayın Cumhurbaşkanımıza teşekkür ederim.

Çalışmalarımızda Sayın Cumhurbaşkanımızın temennilerinin de azamî ölçüde değerlendirilecek olan hususlar olduğunu belirtmek istiyorum.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 2 Ekim 2001 Salı günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapıyorum.

 

Kapanma Saati : 16.45

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.