DÖNEM
: 21 CİLT : 70 YASAMA YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 133 üncü Birleşim (Olağanüstü) 26 . 9 . 2001
Çarşamba İ
Ç İ N D E K İ L E R I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. –
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – Demokratik Sol Parti Genel Başkanı
İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize
Milletvekili Mesut Yılmaz ile 288 Milletvekilinin Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/803) (S. Sayısı : 737) I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ 25.9.2001
SALI TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak
beş oturum yaptı. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi,
Parlamentolararası Birlik ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter
Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grupları oluşturmak
üzere, siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen milletvekillerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer
İzgi’nin, KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Ertuğrul Hasipoğlu’nun vâki davetine
icabetle, beraberinde altı milletvekilinden oluşan parlamento heyeti olduğu
halde resmî ziyarette bulunmasına ve heyeti oluşturmak üzere siyasî parti
gruplarınca bildirilen üyelerin isimlerine; İlişkin Başkanlık tezkereleri Genel
Kurulun bilgisine sunuldu. Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan : Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/803) (S. Sayısı : 737)
görüşmelerine devam edilerek 9 uncu maddesi kabul edildi, 10 uncu maddesi
üzerinde bir süre görüşüldü. Alınan Karar gereğince, 26 Eylül 2001
Çarşamba günü saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime 22.34’te son verildi.
II. – GELEN KAĞITLAR No.
: 180 26.9.2001
ÇARŞAMBA Teklif 1. – Saadet Partisi Grup Başkanvekilleri
Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, Konya Milletvekili Veysel Candan
ile Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun; Çiftçilerimizin T.C. Ziraat
Bankasına ve Tarım Kredi Kooperatiflerine, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne,
Türkiye Ziraî Donatım, Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğüne Olan Borç
Faizlerinin Affedilerek Borçların Taksitlendirilmesine Dair Kanun Teklifi
(2/806) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.9.2001) Sözlü Soru
Önergeleri 1. – İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in,
İstanbul-Boğazköy Belediye Başkanı hakkındaki bazı iddialara ilişkin İçişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1577) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.9.2001) 2. – İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in,
Özelleştirme İdaresine ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) sözlü soru önergesi (6/1578) (Başkanlığa
geliş tarihi : 24.9.2001) 3. – İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in,
KDV'ye ilişkin Maliye Bakanından sözlü
soru önergesi (6/1579) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.9.2001) 4. – İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in,
İstanbul'daki maden ocağı işletmelerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1580) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.9.2001) 5. – İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in,
izin almadan çalışan yabancılara
ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1581) (Başkanlığa geliş
tarihi : 24.9.2001) 6. – Van Milletvekili Fetullah
Gültepe'nin, bazı bankaların sermaye artırımı süresi dolmadan TMSF'na
aktarıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1582)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.9.2001) 7. – Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri
Yıldırım'ın, Demirbank'ın satışına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/1583) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.9.2001) 8. – Antalya Milletvekili Kemal Çelik'in,
Ziraat ve Halkbank'a atanan
yöneticilere ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1584) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.9.2001) 9. – Batman Milletvekili Faris Özdemir'in,
Ziraat ve Halkbank'a dışarıdan atanan yöneticilerin ücretlerine ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1585) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.9.2001) 10. – Bursa Milletvekili Teoman Özalp'ın,
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankalara ilişkin Başbakandan sözlü
soru önergesi (6/1586) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.9.2001) 11. – Burdur Milletvekili Mustafa Örs'ün, Ziraat ve Halkbank'tan verilen kredilerle ilgili bazı iddialara
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1587) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.9.2001) 12. – İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın,
Sümerbank'ın OYAK'a satışına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1588)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.9.2001) 13. – Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya'nın, Bankexpress'in TEKFEN Holding'e satılma koşullarına ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/1589) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.9.2001) 14. – Zonguldak Milletvekili Ömer
Barutçu'nun, Ziraat ve Halkbank'tan emekliye ayrılan ve iş akdi feshedilen
personele ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1590) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.9.2001) 15. – Kayseri Milletvekili Sevgi Esen'in,
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna
devredilen bankaların mali iştiraklerine ilişkin Başbakandan sözlü soru
önergesi (6/1591) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.9.2001) 16. – Şanlıurfa Milletvekili Yahya
Akman'ın, Şanlıurfa - Bozova İlçesine bağlı bazı köy yollarına ve
Şanlıurfa-Gaziantep karayoluna ilişkin
Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1592) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.9.2001) 17. – Şanlıurfa Milletvekili Yahya
Akman'ın, Şanlıurfa -Halfeti İlçesine bağlı bazı köy yollarına ilişkin Devlet
Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru
önergesi (6/1593) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.9.2001) 18. – Şanlıurfa Milletvekili Yahya
Akman'ın, Şanlıurfa - Bozova İlçesine bağlı bazı köy yollarına ilişkin Devlet
Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1594) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.9.2001) 19. – Şanlıurfa Milletvekili Yahya
Akman'ın, Şanlıurfa - Bozova İlçesine bağlı bazı köylerin su sorununa ilişkin
Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1595) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.9.2001) Yazılı Soru
Önergeleri 1. – Ankara Milletvekili Şevket Bülent
Yahnici'nin, Albayrak ailesinin bazı fertlerinin eş ve çocuklarının nezarete
götürüldüğü iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4740) (Başkanlığa geliş tarihi :24.9.2001) 2. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, başörtülü bir kişinin ÖSS sınavının
iptal edildiği iddiasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4741) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.9.2001) 3. – Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan'ın, SSK Doğumevinde yaptırılan İSO 2002 Kalite Belgesi
incelemesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4742) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.9.2001) 4. – Afyon Milletvekili İsmet Attila'nın,
özelleştirme çalışmalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4743)
(Başkanlığa geliş tarihi :25.9.2001) 5. – Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin
Aydın'ın, Siirt İlinde okula gidemeyen çocuklara ve kapalı okullara ilişkin
Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4744) (Başkanlığa geliş tarihi
: 25.9.2001) Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri 1. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in,
Hatay'da meydana gelen sel felaketinden doğan zararlara ve alınacak önlemlere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4297) 2. – Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk'un,
Marmara depreminde Irak'ın gönderdiği yardıma ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/4324) 3. – Konya Milletvekili Veysel Candan'ın, toplanan deprem
yardımlarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4328) 4. – Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize-Ardeşen-Yeniyol Köyü Balıkçı Barınağına kaçak olarak yapılan inşaata ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4330) 5. – Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün,
Konya İlindeki yol projelerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4343) 6. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,
idarenin yanlış uygulamalarının toplumda psikolojik rahatsızlıklara yol açtığı
yolundaki haberlere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4345) 7. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in, Devlet Bakanı Kemal Derviş
hakkında ileri sürülen bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4355) 8. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, İstanbul-Eyüp Belediyesi tarafından
özel bir vakfa tahsis edildiği iddia edilen araziye ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4375) 9. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan'ın,
Hatay İlindeki sel felaketinin zararlarının ne zaman karşılanacağına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4407) BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati : 11.00 26 Eylül
2001 Çarşamba BAŞKAN :
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP
ÜYELER : Şadan ŞİMŞEK (Edirne), Mehmet AY (Gaziantep) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
133 üncü Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı vardır; gündeme
geçiyorum efendim. Gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz. Sayın milletvekilleri, Demokratik Sol
Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Milliyetçi Hareket
Partisi Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, Anavatan Partisi
Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz ile 288 Milletvekilinin Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun
Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporunun birinci görüşmelerine kaldığımız yerden
devam ediyoruz. III. –
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER 1. –
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit,
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli,
Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz ile 288
Milletvekilinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/803) (S.
Sayısı : 737) (1) BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde. 10 uncu madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştı. Şimdi, maddenin gizli oylamasına
başlayacağım; ancak, Doğru Yol Partisinin saat 11.00'de grubu var; onun için,
Doğru Yol Partisinin sayın milletvekilleri önce oylarını kullansınlar, sonra
diğerleri. Her iki tarafta da oy kullanabilirsiniz;
buyurun efendim. (DYP milletvekillerinden başlanarak
oyların toplanılmasına başlandı) BAŞKAN - Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Mesut Yılmaz'ın yerine, İçişleri Bakanı Sayın Rüştü Kâzım
Yücelen; Devlet Bakanı Sayın Fikret Ünlü'nün yerine, Devlet Bakanı Sayın Hasan
Gemici; Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Devlet Bahçeli'nin yerine,
Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp; Ulaştırma Bakanı Sayın
Oktay Vural'ın yerine de Devlet Bakanı Sayın Mustafa Yılmaz vekâleten oy
kullanacaklardır. (Oyların toplanılmasına devam edildi) BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın
milletvekili var mı? Yok. Oy verme işlemi tamamlanmıştır. Kupalar kaldırılsın. (Oyların ayırımına başlanıldı) BAŞKAN - 11 inci maddeyi okutuyorum: MADDE 11.- Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 31 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. "Kanun, millî güvenlik, kamu düzeni,
genel ahlâk ve sağlığın korunması sebepleri dışında, halkın bu araçlarla haber
almasını, düşünce ve kanaatlere ulaşmasını ve kamuoyunun serbestçe oluşmasını
engelleyici kayıtlar koyamaz." BAŞKAN - 11 inci madde üzerinde, Saadet
Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer; buyurun efendim.
(SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA MUSTAFA GEÇER (Hatay) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 737 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 11 inci
maddesi üzerinde, Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Bu mezkûr maddeyle, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 31 inci maddesinin ikinci fıkrası değiştirilmektedir. Anayasanın
31 inci maddesi, kamu tüzelkişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme
araçlarından faydalanmayı ve halkın bu araçlarla haber almasını, düşünce ve
kanaatlere ulaşmasını sınırlayan istisnaî durumları düzenlemektedir. Bu istisnaî
durumlar, kanun, millî güvenlik, kamu düzeni, genel ahlak ve sağlığın korunması
olarak düzenlenmiş, bunun dışındaki sebeplerle, halkın haber alması ve
haberleşme araçlarından faydalanması, kanaatlere ulaşması sınırlandırılamaz ve
bunun hilafına bir kayıt konulamaz denilmektedir. Bu maddenin teknik boyutuna inmeden önce,
bazı sorulara cevap verilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunlar: Anayasada bu
değişiklikler neden acilen yapıldı ve buna aciliyet duyuldu? Bu değişiklikler
daha önce yapılamaz mıydı? Yani, bu tatilden önce yapılsaydı. Tatil
kısıtlanarak, işte, 1 Ekimde başlayacak Meclis 17 Eylülde başlatılarak
yapılmasının hikmeti nedir? Bu Meclis, bir kurucu meclis gibi, bütün halde,
yeni bir sivil anayasa yapabilir mi? Böyle bir anayasa neden yapılmamaktadır?
Bazı maddelerin değiştirilmesi ve yamanmasıyla, Türkiye'nin, gerçekten,
evrensel hukuk normlarına ulaşması, Kopenhag kriterlerine, batılı kriterlere
ulaşması sağlanacak mıdır? Bununla birlikte, anayasa metinlerinin
değiştirilmesi veya farklı kelimelerle ifade edilmesi yeterli midir? Ülkemizde
başka değişikliklere de ihtiyaç var mıdır? Bunlara cevap aranması gerektiği
inancındayım. Bu anayasa değişikliğinin yapılması,
gerçekten Türk Milleti tarafından mı talep edilmiştir? Türkiye'nin bulunduğu
şartlar içerisinde buna bir aciliyet var mıydı veya daha önce var idiyse neden
yapılmadı? Bunun cevabı, elbette ki, 2001 Aralığında Avrupa müktesebatının
üstlenilmesine ilişkin, Türkiye'nin ulusal planında bulunan siyasî kriterlere
ilişkin, düşünce ve ifade özgürlüklerine ilişkin Anayasa maddelerinin
değiştirilmesi, Batı standartlarına uydurulması taahhüdünün yerine getirilmesi
şeklinde buna ihtiyaç duyulmuştur. Yani, burada, Türk toplumunun, Türk
Milletinin taleplerinden ziyade, Batılı ülkelere, Avrupa Birliği müktesebatının
iç hukuka taşınması noktasında verilmiş taahhütlerin, kasım ayında yapılacak
yeniden gözden geçirme çalışmalarına bir malzeme olarak sunulması şeklinde bu
yapılmıştır. Ben, burada düşünüyorum, gerçekten, 37
maddelik bir değişiklik, kısa vadede yapılacak bu değişiklik, Avrupa
müktesebatının öncelikle iç hukuka taşınması hususunda verdiğimiz taahhütlerle
yeterli olacak mıdır, Batılı ülkeler bunu beğenecek midir? Maalesef, bu soruyu
soruyorum; yani, Türk toplumunun beğenip beğenmemesi noktasında bir irade
izharı yoktur. Yani, Avrupa Birliğine katılabilmenin ve onların talep ettiği
bazı değişikliklerin yapılması hususunda bir ihtiyaç husule gelmiş ve
Anayasanın bu değişikliği bu sebeple yapılmaktadır. Bu Meclis, kurucu meclis gibi çalışarak
acaba yeni bir anayasa yapılamaz mı? Bu noktada yapılabilmesi için, aslında
kurucu meclis gibi çalışıp, yeni bir sivil anayasa yapılabilmesi için, sadece
maddî plandaki oluşumların yeterli olmadığı, hatta, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin tam ittifak içinde olsa bile, bazı zihniyet değişikliklerinin
Türkiye'de oluşmadan böyle bir yapılanmanın olmayacağı kanaatindeyim. Zira,
Prof. Dr. Ergun Özbudun, bir yazısında -benim de hocamdı- aslî kurucu Meclisi,
belli kıstaslarla, yani, daha önceki normlarla sınırlı olmayan, ülkenin hukukî,
siyasî yapılanmasını istediği şekilde, hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan
düzenleyen bir kurulu kurucu meclis olarak görmekte, diğer meclisleri talî
kurucu iktidarlar olarak vurgulamaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Toparlayın lütfen. MUSTAFA GEÇER (Devamla) - Talî kurucu
iktidarın içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi de vardır maalesef. Yani,
burada "talî kurucu iktidar, ancak, aslî kurucu iktidarın yapmış olduğu
anayasanın, bazı kısımlarını değiştirme yetkisini haizdir; yani, kurucu bir
meclis gibi, topyekûn bir sivil anayasa; yani, toplumun, devlet olgusunu
oluşturan, milletin inanç dünyasında, ruh dünyasında oluşmuş normları,
kuralları yazılı hale getirme yetkisini haiz değildir" diyor; böyle bir zihniyet
var. Bence, Türkiye'de bu zihniyet değiştirilmeden, Türk Milletinin
yegâne temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi tarafından, topyekûn bir anayasa
değişikliğinin yapılması, sivil bir anayasanın yapılması mümkün görünmemektedir. Temennimiz, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının, kökten, sivil bir anayasa olarak değiştirilmesi, o yetkiyi haiz
bir Türkiye Büyük Millet Meclisinin o yetkiyi kullanabilme noktasına gelmesi,
bunun zihniyet altyapısının da Türkiye'de oluşmasıdır. Temennimiz bu yönde olup, bu atılan
adımların da, geçmişteki kurallara göre bir ileri adım olduğu düşüncesiyle,
ülkemize hayırlı olmasını diliyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Geçer. Şimdi söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubunda. Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen;
buyurun hacı hanım. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA SEVGİ ESEN (Kayseri) -
Teşekkür ederim. Mecliste grubu olan partiler tarafından
destek gören ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilen, kamuoyunda
37 maddelik anayasa değişikliği paketi olarak bilinen, Anayasamızın 31 inci
maddesini kısmen değiştiren çerçeve 11 inci madde üzerinde Grubum adına söz
almış bulunmaktayım; bu vesileyle, anayasa değişikliğini görüşerek yeni yasama
ve çalışma yılına başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi sayın üyelerine, Doğru
Yol Partisi ve şahsım adına saygılarımı sunuyor, başarılar diliyorum. Değerli milletvekilleri, kamuoyuna reform
adı altında sunulan, gerek yaşanan ekonomik kriz ve gerekse ABD'de yapılan
terör eylemi sonucunda dünyada gelişen olayların gölgesinde kalan, bu nedenle,
komisyonlarda tartışılan; ancak, sivil toplumda yeterince tartışılamayan
Anayasamızın, sivil bir irade tarafından değiştirilmesi keyfiyeti biçimsel
olarak çok önemli olmasına rağmen, gerek gündeme geliş nedeni gerek zamanı ve
gerekse komisyon çalışmalarında vurgulanan, ima edilen AB'ye giriş sürecinin
önşartlarından biri olarak sunulması, daha önce Anayasada yapılan ve
birbirinden kopuk değişikliklerin yarattığı yamalı görünüş, bu defa yapılan
değişikliklerle, bir bütünü tamamlayan değişiklik olmaktan daha çok, parçalı
bir durum arz etmekten öteye geçememektedir. Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisi olarak, Anayasada yapılması planlanan değişiklikler, olağanüstü
toplanmak suretiyle gündeme getirilirken, Büyük Atatürk'ün deyimiyle, içinde
bulunduğumuz ahvali iyi değerlendirmek lazım. Milletin büyük bir bölümünün
içinde bulunduğu sıkıntıların iyi tespiti lazım. Ülkenin yarısından fazlasının
açlığa mahkûm edildiği, çok kısa sürede Türk Lirasının yüzde 127'lere varan
değer kaybettiği, borsanın son 87 ayın en düşük düzeyine düştüğü, yaşanan
ekonomik krizin millî ve örfî değerleri altüst ettiği, aile yaşamını bitirdiği,
babaların, anaların aç çocukların yüzüne bakamadığı günlerin yaşandığı,
ekonomik krizin, kişilerin ve toplumun mal ve can güvenliğini tehdit ettiği bir
ortamda, tüm bunları görüşmek yerine, hastaya ipek elbise giydirmek, onu, hiç,
ama hiç mutlu etmeyecektir ve etmemiştir de. Gerçek şudur ki, bugün halkımızın
gündeminde anayasa değişikliği yoktur. Bununla, anayasa değişikliğine, yeni bir
sivil anayasaya olumsuz baktığımız anlaşılmasın; tam tersine, sivil ve
milletiyle bütünleşen anayasa ve yaşanabilir demokrasi, Doğru Yol Parti olarak,
hedefimizdir. Değerli milletvekilleri, hiç şüphe yok ki,
demokrasi çok ayak üzerinde durabilen bir değerler bütünüdür. Odak noktasında
ise insan ve insan doğasına en uygun olan özgürlük vardır. Özgürlük ise, bir
toplumsal varlık olan insanın yücelebileceği, başka insanlarla farkını
yaratabileceği bir saygı çemberiyle sınırlıdır. İnsanı sınırlayabilen tek
sınır, işte, bu saygıdır; başkasına saygı, topluma saygı... Son günlerde tüm şiddetiyle, haklı olarak,
hissedilen saydam yönetim, saydam devlet talebi ve yolsuzlukların kapısını
kapatacak sistem değişikliği ve lokomotif olarak yargı reformu talebi, ne yazık
ki, bu pakette yerini bulamamıştır. Her nasılsa, bir yargı başkanı, Atatürk'ün
en büyük kuruluşu olan Türkiye Büyük Millet Meclisine hak etmediği ithamlarda
bulunmuşsa da, belki, bu yargı reformu, bunun için, bir kere daha gereklidir.
Milletin sofrasına oturmayan, elini sıkmayan insanların Türkiye Büyük Millet
Meclisine ve üyelerine laf atması, ithamda bulunması, her nasılsa, daha kolay
olmaktadır. (DYP, DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Türkiye'de yapılması gereken ve reform
adını hak edecek en önemli değişiklik, devlette yolsuzluğun yok edilmesidir. Bu
husus, başlı başına bir demokrasi olayıdır. Yetimin hakkının korunmasından
büyük demokratik tavır ve değişiklik olabilir mi?! Değerli milletvekilleri, işte, bu görüşler
ışığında, değişen 31 inci maddeye, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, bakış açımız
olumludur. Kitle iletişim araçlarından yararlanma
konusunda özel ya da kamu sektörü ayırımı yapılmasının, gelişen ve değişen
teknolojiler karşısında hiçbir anlamı yoktur. Kitle haberleşme araçlarından
yararlanma hakkının, sadece, suçsuzluk karinesi ile saygılı olma koşuluna
bağlanması, düşünceye saygının, başka bir boyutta, demokratik tavrın
tezahürüdür. Anayasamızın kazandığı bu vasıfların
milletimize hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Esen. Efendim, şimdi söz sırası, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Çiçek'te. Buyurun efendim. (AKP sıralarından
alkışlar) AKP GRUBU ADINA MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) -
Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; yıllardan beri tartışılan bir
konuyu, Anayasamızın tadilatı konusunu nihayet ele almış bulunuyoruz.
Yıllardır, âdeta konuşulması bile zımnen engellenen bu meselenin yasama
dönemimizde ele alınmış olması ve Anayasanın 37 maddesinde uzlaşma sağlanarak
Genel Kurula getirilmiş olması memnuniyet vericidir. Anayasa gibi önemli bir
konuda uzlaşmanın sağlanması gerçekten sevindiricidir; çünkü, kısır parti
çekişmelerinin, partiler arasındaki diyalogsuzluğun, dün de, bugün de
memleketimize hiçbir şey getirmediği açıktır. Muhalefet gözüyle iktidarın
yaptığı her şey yanlış, iktidar gözüyle muhalefet her zaman tenkitçidir, muhalefetin
söylediklerine itibar edilmez anlayışının terk edilerek gerçeğin bulunması,
doğruyu bulduktan sonra da, kim söylerse söylesin doğrunun yerine getirilmeye
çalışılması gerekirdi. İşte bu diyaloğun sağlanması güzeldir. Emeği geçen bütün
arkadaşlarımızı kutluyor; bundan sonra da Meclisimizin aynı ittifakları
sergileyerek hizmet üretmemizi diliyorum. Saygıdeğer milletvekilleri, şu an
tadilatını yapmaya çalıştığımız 1982 Anayasası, hepimizin bildiği gibi,
olağanüstü dönemlerin mahsulü bir anayasadır. Sizin de takdir buyuracağınız
gibi, olağanüstü şartlar, olağanüstü tedbirlerin alınmasını gerektirebilir.
Anayasa başta olmak üzere, kanunlar da, olağanüstü dönemlerdeki fevkalade
olayların engellenmesi maksadıyla farklı şekilde düzenlenebilir; ama, bu
dönemler geçici olmalıydı. Olağanüstü dönemleri olağan kabul etmeye
başlarsanız, olağanüstülük olağan hale gelmeye başlar, yasalar da olağanüstü
dönemlerin şartlarıyla, olağan zamanlarda da uygulanmaya başlanır. Maalesef,
yirmi küsur yıldır, biz, bu tezadı yaşıyoruz. Bazı illerimizde olağanüstü halin
uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresini, biz, kaç yıldır, kaç Başbakanın
imzasıyla uzatıyoruz, bilemiyorum. Buna bir son verilmelidir. Hangi haller
olağanüstü, hangi haller olağandır; bu konu, yeniden gözden geçirilmelidir. Anayasamızın tamamındaki olağanüstü
dönemlere ait maddeler Meclisimizce ele alınmalı ve yine örnek bir uzlaşmayla,
Anayasamız, milletimizin ihtiyacını karşılayan, mükemmel, özgürlükçü,
demokrasinin bütün unsurlarını bünyesinde bulunduran hale getirilmelidir. Anayasamızın 31 inci maddesi (çerçeve 11
inci madde) kamu tüzelkişilerinin elinde bulunan basındışı kitle haberleşme
araçlarından ülkedeki bütün insanların ve siyasî partilerin eşitçe yararlanma
haklarını düzenlemektedir. İşletmeleri devlet tekelinde bulunan televizyon,
radyo, resmî haber ajanslarının hizmetlerini tarafsız, adil ve bütün toplumun
yararlanacağı kadar yaygın hale getirmek, Anayasamızın emridir. Böyle olmasına
rağmen, ülkemizdeki uygulamaların Anayasanın emrine uygun olduğunu söylemek
mümkün değildir. Bu vasıtalar, çoğu zaman iktidarların lehine kullanılmış,
muhalefet hep gözardı edilmiştir. Saygıdeğer milletvekilleri, zamanımızda
medya, topyekûn savaşın en önemli silahlarındandır. Soğuk savaş dönemlerinde,
televizyonlar aracılığıyla, kültürel, ahlakî, ekonomik, dinî alanlarda âdeta
savaş verilmektedir; milletlerin iradeleri, bu vasıtalarla felce
uğratılmaktadır. Milletler, cephe gerisinde medya vasıtasıyla dejenere
edilmekte, sonra da mağlubiyete sürüklenmektedir. Görüyorsunuz, zamanımızda, artık, savaşlar
bile naklen yayınlanır olmuştur. Ülkemizde de, bu araçlar vasıtasıyla,
şahıslar, hükümetler, hatta devletin bütün kurumları üzerinde baskı
oluşturulmaktadır. Bunun örneklerini gördük, görüyoruz. Bu tesiri sınırsız yayın organlarının,
televizyon, radyo, haber ajansı gibi kurumların faaliyetlerinin düzenlenmesi
şarttır. Devletin elinde bulunan ve devletin resmî kurumlarınca yönetilen bu
kurumların, Türk Milletinin, dil, din, kültür ve medeniyetlerinin bütün dünyaya
yayılmasının faaliyetlerini organize etmesi ve sistemli tarzda sürdürmesi
gerekir. Saygıdeğer milletvekilleri, anayasa, adı
üzerinde, bütün yasaların anasıdır; bütün kanunlar ve kurallar, bu temel
prensiplere, anayasaya aykırı olamaz, bütün kanunların ruhu oradadır. Onun
için, anayasalar, milletlerin inanç temellerinin ve diğer temel değerlerin
ruhunu bünyesinde bulunduran, değişmez veya çok az değişen prensiplerdir.
Ülkede yaşayan bütün insanların müştereken kabul ettiği, onayladığı temel
ilkelerdir, prensiplerdir. Farklı kültürlerdeki insanlar, anayasaların
teminatıyla, problemsiz, birlikte yaşarlar, hür ve hiçbir haksızlığa uğramadan,
ülkenin nimetlerinden eşitçe istifade ederler, nimetlerini de, külfetlerini de
eşitçe paylaşarak yaşarlar. Temel ilke budur. Bunun için, anayasalar, normal
zamanlarda, normal şartlar altında hazırlanmalıdır. Bizde, bu, böyle olmamıştır; maalesef,
Anayasamız bu ihtiyacı karşılayamamaktadır. Özgürlüklerin kısıtlandığını
görüyoruz; azınlıklara tanınan hakların çoğunluklara tanınmadığını yaşayarak
görüyoruz. Avrupa Birliğine girmeye karar veriyoruz; onların ilk itirazı,
Anayasanızı demokratik şartlara uydurun, öyle gelin diyorlar. Biz, kendimizi
düşünüp, milletimizin ihtiyaçlarını karşılayacak bir anayasa hazırlayacağımıza,
her şeyde olduğu gibi, bunda da, dış zorlamalarla anayasa tadilatı yapmaya
mecbur kalıyoruz, hem de, süratle toplanıp tadilat yapıyoruz. Bu, yanlıştır;
millî onurumuzla, gururumuzla bağdaşmaz; bu, içişlerimize müdahaledir. Gerçi,
kurum başkanlarımızın, genel müdürlerimizin bile IMF tarafından atanmaya
kalkıldığı günleri yaşadık, bu bize normal gelmeye başladı; ama, bu, millî
egemenliğimize müdahaledir, bunu bilmeliyiz. Onun için, Anayasamızın diğer
maddelerinin tadilatıyla ilgili çalışmaları yapmalı ve 21 inci Yüzyılda milletimizin
ihtiyaçlarını karşılayacak mükemmel bir anayasaya kavuşmalıyız. Ülkemizde bu hizmeti yürütecek
anayasacılarımız, hukukçularımız vardır. Bu insanlarımızın bilgi ve becerileri
mutfağa taşınmalı, konular uzmanlarca oralarda tartışılmalı, bütün ilgili kurum
ve kuruluşlarımızın katkısıyla pişirilmeli, konsensüs sağlanmalı, itiraz
edilmeyecek kadar mükemmel hale getirilmelidir. Sözlerimi şu şekilde tamamlamak istiyorum:
Bu konuda üniversitelerimizin hizmete hazır olduğuna inanıyoruz. İnşallah, üniversitelerimiz
bu işlerle meşgul oluyorlardır. Üniversitelerimizdeki bilimsel ve teknolojik
araştırmalar ve projelerle beslenmeyen Parlamentoların başarılı olmaları mümkün
değildir. Sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere, ülkemizin amme hizmetinde
bütün kuruluşlar, vakıflar, dernekler, cemiyet ve benzeri kuruluşları bu konuda
elbirliği etmeye davet ediyoruz. Anayasanın diğer maddeleriyle ilgili
çalışmaların süratle başlamasını tavsiye ediyor, bu vesileyle, anayasa
değişikliğimizin ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AKP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Çiçek'in konuşması veciz bir
konuşmaydı, kesmedim efendim. Efendim, 11 inci madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Oylamaya geçmeden önce, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun
Teklifinin 10 uncu maddesinin gizli oylamasının neticesini bildiriyorum : Katılan Üye : 421 Kabul : 391 Ret : 25 Çekimser : 2 Boş : 3 Böylece, 10 uncu madde kabul görmüştür;
yani,Anayasanın öngördüğü beşte 3 çoğunluğu bu madde de sağlamıştır. Şimdi, 11 inci maddenin oylamasına
başlıyoruz. (Oyların toplanılmasına başlandı) Hadi Dilekçi... BAŞKAN - Sayın Başbakan Bülent Ecevit'in
yerine, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan oy
kullanacaktır. (Oyların toplanılmasına devam edildi) Mehmet Sadri Yıldırım... BAŞKAN - Devlet Bakanı Sayın Şükrü Sina
Gürel'in yerine, Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu oy kullanacaklardır. Bu oylamayla beraber, Dışişleri Bakanı
Sayın İsmail Cem'in yerine, bundan sonra, Orman Bakanı Sayın Nami Çağan oy
kullanacaklardır. Arz ederim. (Oyların toplanılmasına devam edildi) Kâmran İnan... BAŞKAN - Devlet Bakanı Sayın Tunca Toskay'ın
yerine, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp oy kullanacaklardır. (Oyların toplanılmasına devam edildi) BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın
milletvekili var mı? Yok. Vekâleti olup da oy kullanması gereken
sayın bakan var mı? Yok. Oylama işlemi bitmiştir, kupalar
kaldırılsın. (Oyların ayırımına başlanıldı) 12 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 12 - Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 33 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Madde 33.- Herkes, önceden izin
almaksızın dernek kurma ve bunlara üye
olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir. Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve
dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Dernek kurma hürriyeti ancak, millî
güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk
ile başkalarının hürriyetlerinin korunması sebepleriyle ve kanunla
sınırlanabilir. Dernek kurma hürriyetinin kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir. Dernekler, kanunun öngördüğü hallerde
hâkim kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten alıkonulabilir. Ancak, millî
güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut
yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir merci,
derneği faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim kararını kırksekiz saat
içinde açıklar; aksi halde, bu idarî karar kendiliğinden yürürlükten kalkar. Birinci fıkra hükmü, Silahlı Kuvvetler ve
kolluk kuvvetleri mensuplarına ve görevlerinin gerektirdiği ölçüde Devlet
memurlarına kanunla sınırlamalar getirilmesine engel değildir. Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili
olarak da uygulanır. BAŞKAN - Efendim, 12 nci madde üzerinde,
Adalet ve Kalkınma Partisi adına, Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün;
buyurun. (AKP sıralarından alkışlar) AKP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 12 nci maddesi üzerinde
Adalet ve Kalkınma Partisi adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. BAŞKAN - Sayın Özgün, bir dakika
efendim... Komisyon?.. Buyurun efendim. Lütfen...
Kaideyi bozmayalım. Buyurun Sayın Özgün. İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) - Saygıdeğer
milletvekilleri, çerçeve 12 nci maddeyle, Anayasanın 33 üncü maddesindeki
dernek kurma hürriyeti yeniden düzenlenmekte, dernek kuruluşlarını
kolaylaştırıcı hükümler getirilmektedir. Ayrıca Komisyondaki görüşmelerde
mevcut Anayasanın 33 üncü maddesinin altıncı fıkrası teklife ilave edilmiştir.
Bu fıkra, derneklerin hâkim kararıyla kapatılması veya faaliyetten
alıkonulmasıyla ilgili bir husustur. Madde, esas itibariyle olumlu olup, dernek
ve vakıflar için bazı kolaylıklar getirmektedir. En önemli değişiklik de
birinci fıkrada yapılmış bulunmaktadır. Mevcut metnin birinci fıkrası
"Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir" hükmü
teklif metniyle "Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara
üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir" şeklinde
değiştirilmiştir. Maddede geçen "herkes" kavramı, her hukukî varlığı,
tüzelkişileri de kapsamaktadır. Tüzelkişiler dernek kurabilir ya da derneğe üye
olabilir. Bu, derneklerin üst kuruluşu anlamına gelir; bazı derneklerin bir
araya gelip birlik kurabilmesine imkân tanımaktadır. Bu önemli bir
değişikliktir, önemli bir gelişmedir. Diğer bir husus, mevcut metindeki, dernek
kurabilmek için kanunun gösterdiği bilgi ve belgelerin kanunda belirtilen
yetkili mercie verilmesi yeterlidir. "Bu bilgi ve belgelerin kanuna
aykırılığının tespiti halinde yetkili merci, derneğin faaliyetinin durdurulması
veya kapatılması için mahkemeye başvurur" hükmü yeni metne alınmamıştır.
Bu da dernek kurmayı kolaylaştırıcı bir durum ortaya çıkarmıştır. Bir diğer husus da -sözümün başında ifade
ettiğim gibi- mevcut metindeki derneklerin hâkim kararıyla kapatılması veya
faaliyetten alıkonulmasıyla ilgili fıkranın yeni metne komisyonca konulmuş
olmasıdır. Komisyonun bu fıkrayı yeni metne dahil etmesi de olumlu olmuştur. Tabiî ki, dernek ve vakıflarla ilgili
yapılan bu değişiklikler olumlu olmakla birlikte yeterli değildir. Biliyoruz
ki, geçtiğimiz yıllarda, burada, bu Mecliste dernek ve vakıflarla ilgili çok
olumsuz kararlar alındı, kanunlar çıkarıldı. Dernek ve vakıfların elini kolunu
bağlayan, dernek ve vakıfların faaliyetlerini kısıtlayan kanunlar burada
görüşülerek çıkarıldı. Dernek ve vakıflar birtakım bürokratik engellerle
karşılaştığı gibi, bazı dernek ve vakıflara önyargıyla da yaklaşıldı ve birçok dernek
ve vakıf vergi yükü altına sokulmak suretiyle elleri kolları bağlanmaya
çalışıldı. Oysa, dernek ve vakıflar dünyanın çeşitli ülkelerinde desteklenen ve
desteklenmek suretiyle âdeta üçüncü sektör haline gelmiş kuruluşlardır.
Toplumun gelişmesinde, demokrasinin güçlenmesinde önemli yerleri olan bu sivil
toplum kuruluşlarımızın giderek daha da güçlendirilmesi, desteklenmesi gerekir
kanaatindeyiz. Toplumsal talepleri dile getiren, bu
konuda kamuoyu oluşmasında büyük rolleri olan sivil toplum kuruluşlarının
Avrupa normlarına uygun hale getirilmesi yönündeki bu çabaları, partimiz
olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak olumlu karşıladığımızı ifade
ediyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AKP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi söz sırası, Saadet
Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Lütfi Yalman'da. Buyurun efendim. (SP sıralarından
alkışlar) SP GRUBU ADINA LÜTFİ YALMAN (Konya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Saadet Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Anayasalar, hepimizin bildiği gibi,
kanunların kaynağı olan kurallar topluluğudur. Dolayısıyla, aslında
anayasaların sık sık değiştirilmemesi gerekir; ama, insanoğlu tarafından
hazırlanan anayasalarda beşerî vüsatler geleceği tam kuşatamadığından dolayı,
ister istemez birtakım değişimler oluyor. Öncelikle, Anayasamızda ve değişiklik
paketindeki bir iki konuya işaret etmek istiyorum değerli arkadaşlar.
Anayasamızda birtakım çelişkilerin olduğunu hepimiz ifade ediyoruz; ama, asıl
önemli olan, Anayasamızın içerisinde bulunan ve hatta şu anda değiştirdiğimiz
metinlerde de geçen, netleşmemiş ifadeler, soyut ifadeler ve tanımlanmamış
ifadelerin bulunmasıdır. Kanunlar hazırlanırken, netleşmemiş ifadeler, soyut
kavramlar ve tanımlanmamış ifadeler sıkıntılar yaratıyor. Aslında, bunların
düzeltilmesi gerekirdi. İnşallah önümüzdeki değişikliklerde bunları da
bekliyoruz. Çünkü, anayasaların dili net olmalı, ifadesi net olmalı, kullanılan
kavramlar da -hele dayanak teşkil eden kavramlar da- mutlak manada tanımlanmış
olmalı. Halbuki, bir kanunun ya da anayasanın
hükümleri, birbirine göre akort edilmiş, bir enstrümanın telleri gibi olmalı,
birbirlerini tamamlamalıdır. Yeni anayasa değişikliğinde, bir tarafta bireysel
özgürlüklerde, gerçekten temel hak ve özgürlüklerde rahatlıklar getirilirken,
diğer taraftan da, yeni ifadelerle, yeni birtakım yasaklar getiriliyor. Değerli arkadaşlar, dünya bir taraftan
küreselleşirken, bir taraftan da, daha demokratik, daha da sivil bir toplumsal
yapıya doğru gidiyor. Türkiye'de, tahmin ediyorum, çekilen sıkıntının temelinde
de bu var. Kanunlarda, anayasalarda değişiklik yapmak, sivilleşmek, demokratik
birtakım yenilikler getirmek, elbette ki, önemlidir; ama, asıl demokratik
yapılaşmanın, asıl sivilleşmenin kafalarda olması gerektiğini hepimizin bilmesi
gerekir. Acaba, demokratikleşme konusunda kafa yapısında değişiklik var mı;
sivilleşme konusunda kafa yapısında değişiklikler var mı bizim ona bir bakmamız
lazım. Bunun en tipik örneğini, biz, Türkiye'de, bu madde üzerinde görüyoruz.
Bakınız, elimizde birtakım yönetmelikler var, birtakım kararlar var, tüzükler
var ve uygulamalar var. Bununla ilgili, bir örnek teşkil etmesi açısından, bir
şeyler anlatmak istiyorum. Değerli arkadaşlar, şimdi, Türkiye'de
dernekler ve vakıflar mahkeme kararlarıyla kurulur, Anayasamız gereği, mahkeme
kararlarıyla da kapatılması gerekir; ama, öyle uygulamalar yapılıyor ki, hiçbir
mahkeme kararı olmadan, keyfî bir kararla vakıfların kapatıldığını, vakıfların
şubelerinin kapatıldığını ya da temsilciliklerinin kapatıldığını görüyoruz.
Gerekçe ne diye sorduğumuz zaman, tespit edilmiş, tescil edilmiş herhangi bir
bilgi ve belge de elde yok. Bunun olmadığını en üst düzeydeki makam sahibi
arkadaşlarımızın da ifade ettiğine şahit olduk. Bakınız, son zamanlarda özellikle, Sayın
Bakanım vakıflardan sorumlu Devlet Bakanı olarak göreve yeni geldiği için
kendisini tenzih ediyorum; ama, bir önceki dönemde zaman zaman yapılan
uygulamalarda öyle yanlışlıklar, öyle haksızlıklar, hatta, zulüm kelimesiyle
ifade edebileceğimiz büyük yanlışlıklar yapılmıştır ki, bunlardan bir tanesini
size misal vereceğim: Bakınız, Millî Gençlik Vakfı, Türkiye'nin
en büyük vakıflarından bir tanesidir, Hak-Yol Vakfı Türkiye'nin en büyük
vakıflarından bir diğeridir. Benzeri vakıflar, dernekler örnek olarak
verilebilir burada. Şube açmak için, temsilcilik açmak için Vakıflar Genel
Müdürlüğüne müracaat ediliyor; Vakıflar Genel Müdürlüğü diyor ki: "Zaten,
bu sizin tüzüğünüzün gereği. Onun için, temsilcilik açmak, büro açmak, okuma
salonu açmak için izin almanıza gerek yok." Elde bu yazı var. Arkasından,
valiliklere müracaat ediliyor; valiliklerin de verdiği buna benzer cevaplar
var. Bir bakıyoruz, bir müddet sonra, Vakıflar Genel Müdürlüğünün de teklifi,
İçişleri Bakanlığının işbirliğiyle birlikte, Millî Gençlik Vakfının
Türkiye'deki bütün şubeleri ve temsilcilikleri kapatıldı. Gerekçe ne biliyor
musunuz arkadaşlar; izinsiz şube, temsilcilik veya büro açmak. Halbuki, kendi
ifadeleri var burada. İHSAN ÇABUK (Ordu) - Başka bir sebep
vardır onda. LÜTFİ YALMAN (Devamla) - Hayır. Mahkemeye müracaat ediyor -dikkat edin
değerli arkadaşlar- Danıştay yürütmeyi durdurma kararı veriyor; çünkü, elde
hiçbir belge, hiçbir bilgi yok. "Böyle bir kararla şube kapatılamaz,
mahkeme kararıyla kapatılması gerekir" diyen Danıştay kararı da burada;
ama, Danıştayın yürütmeyi durdurma kararı verdiği gün, yeniden, Vakıflar Genel
Müdürlüğü temelli kapatmayla ilgili karar veriyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) LÜTFİ YALMAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
bazı arkadaşlarımızla, Sayın Ali Şevki Erek ve spordan sorumlu Sayın Devlet
Bakanımızla Varşova'daki "Dünya İzci Parlamenterler Toplantısı"na
gittik. Bu toplantıda 55 ülkenin temsilcileri vardı. Orada gördüğümüz manzara,
şahit olduğumuz husus şu: Artık, sivil toplum örgütlerini muhatap alıyorlar,
toplumsal faaliyetlerini sivil toplum örgütleriyle yürütüyorlar; ama, biz,
herhangi bir gerekçe, herhangi bir dayanak olmadan sivil toplum örgütlerinin
önünü kesmeye çalışıyoruz. Kaldı ki, sivil toplum örgütlerinin elinde Anayasa
gibi bir destek var. Anayasa diyor ki "mahkeme kararıyla
kapatabilirsin." Hiçbir mahkeme kararı olmadan şu anda Millî Gençlik
Vakfının şubeleri kapatılmış durumda. Sayın Bakanımın el atacağı kanaatindeyim. Değerli arkadaşlar, bir başka şeyi daha
ifade edeyim. Biliyorsunuz, vakıflar, sosyal faaliyetleri yürütüyor, değişik
faaliyetler yapıyor, burs veriyor. Bakınız -başka sebep vardır dedi değerli
milletvekilim- değerli arkadaşlar, Millî Gençlik Vakfı şubelerinin kapatılma
gerekçelerinden bir tanesi ne, biliyor musunuz; öğrencilere burs vermesi. Böyle
şey olur mu?! Vakıfların aslî gayesi, görevleri bu zaten; fakir fukara
öğrenciyi okutmak, yetiştirmektir. Dolayısıyla, buna daha sağlıklı bakılması
gerektiği, Anayasa çerçevesinde bakılması gerektiği kanaatindeyim. Şimdi, Millî Gençlik Vakfının yurtları da
kapatılıyor "siz hiçbir faaliyet yürütemezsiniz" deniliyor, izin
verilmiyor. Niye?.. Bir gerekçe yok. Yurtların kapatılmasıyla ilgili... BAŞKAN - Sayın Yalman... LÜTFİ YALMAN (Devamla) - Sayın Başkanım,
hemen bitiriyorum. Değerli arkadaşlar, Türkiye'de binlerce
öğrenci yurtlara kayıtlarını yaptırmış, bu öğrencilerle ilgili levazımat ve
erzak alınmış; şimdi deniliyor ki, şu yurtları kapatın. Gerekçe ne? Gerekçe,
Yurt Yönetmeliğinin 51 inci maddesi, (a) ve (c), Atatürk ilkelerine aykırı
faaliyet. Bir adet belge varsa, buyursun, koysunlar ortaya. Mahkeme reddediyor,
bir başka gerekçeyle bir daha kapatılıyor. Şu değişiklik, güzel bir değişiklik
değerli arkadaşlarım. Anayasaya uygun hareket edilse herhangi bir problemin
olmayacağı kanaatindeyim ve yanlışlığın düzeltileceği kanaatindeyim. Bu değişimin hayırlar getirmesini temenni
ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP ve AKP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi, söz sırası Doğru
Yol Partisinde. Doğru Yol Partisi adına, Ankara
Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük; buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 737 sıra
sayılı Anayasanın Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 12
nci maddesi üzerinde Doğru Yol Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz almış
bulunuyorum. Yüce Heyetinizi, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, 1982 Anayasasının
32 nci maddesi çerçevesinde, dernek kurma hürriyetiyle ilgili yeni bir
düzenleme yapılmaktadır bu maddeyle. 12 nci madde, esasen, demokrasi
standardını yükseltmeye, temel hak ve hürriyetlerle ilgili birkısım düzenlemeleri,
geliştirmeleri gündeme getirmeye yöneliktir. Demokrasi, bir kurumlar ve
kurallar sistemidir; demokrasi, temel hak ve hürriyetlerin teminatıdır;
demokrasi, insana saygının bir ifadesidir, özgürlüklerin özüdür. Anayasa,
demokrasinin teminatıdır; bir toplumsal sözleşmedir, devletin milletine
taahhüdüdür. Bu anlamda, anayasalar, her zaman, millete karşı görevini ve
sorumluluğunu yerine getirmekte ve yasaların buna uygun olması istikametinde de
birkısım şartları gündeme getirmektedir. Değerli milletvekilleri, her anayasa,
gündeme geldiğinde, günün şartları içerisinde birkısım düzenlemeleri
öngörmektedir. 1982 Anayasasını o günün şartları içerisinde, o günün vuku bulan
olaylarını dikkate aldığımızda, geçmişten ders alarak, gelecekte alınması
gereken tedbirlerle ilgili birkısım düzenlemeleri, temel hak ve hürriyetlerle
ilgili garantileri gündeme getirilmiş, düzenlenmiş ve maddeye konulmuştur;
ancak, unutmamak gereken bir husus vardır: Toplumsal değişim, dünyadaki gelişme
ve değişmeyle birlikte, tabiî ki milletin ihtiyaçları ve zaruretleri, anayasada
da birkısım değişiklikleri, mutlak surette, zarurî olarak gündeme
getirmektedir. Değerli milletvekilleri, milletin yüzde
98'inin katıldığı ve yüzde 92'nin de kabul oyu verdiği 1982 Anayasasının
tamamını, her şeyini bir tarafa atarak, efendim, bu iyi değildir dersek, o
zaman kolaycılık olur. Ben, o kolaycılığa katılmıyorum; ama, şunun altını
çizerek belirtmek istiyorum: 1982 Anayasasının, o günün şartlarında ve
geçtiğimiz şu yirmi yıllık dönem içerisinde, Türkiye'yi bölmek ve parçalamak
isteyen birkısım şerirlere ve eşkıyaya karşı, gerçekten, garanti teşkil edecek,
birkısım olayları çözecek hizmetleri yaptığını da unutmamak gerekir. 1982
Anayasasını bu anlamda değerlendirmekle beraber, 1982 Anayasasında yapılacak olan
değişiklikte de, günün şartları itibariyle milleti daha da fazla temel hak ve
hürriyetlerle bezendirecek ve onu özellikle kuvvetlendirecek, geliştirecek
birkısım yeniliklere ihtiyaç olduğu da muhakkaktır. Anayasalar, ufukları ve
geleceği görebilecek şekilde düzenlenmelidir. İşte bu anlamda, Anayasamızda
getirilen bu değişikliği olumlu bulduğumuzu belirtmek istiyor ve şunu da
bilhassa altını çizerek belirtmek istiyorum: Değerli arkadaşlar, gerçekten, zamanlama
fevkalade önemlidir. Üç ay önceki anayasa değişikliğinin gündeme getirilmesiyle
ilgili şartlar ile bugünün şartları farklıdır. Bugün, temel hak ve
hürriyetlerle ilgili olarak getirilen tarifler ve onunla ilgili birkısım
düzenlemeler, görülecektir ki, en kısa zamanda yeniden değişikliğe maruz kalacaktır;
çünkü, 11 Eylülde, gerçekten, insanlık için vahim bir olay olarak
değerlendirilen Washington ve New York'taki olaylar, yeni oluşumları, yeni
kuruluşları, yeni tarifleri, yeni kavramları ve yeni birkısım düzenlemeleri
mutlaka gündeme getirecektir. O sebeple de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bununla ilgili birkısım düzenlemelere
ihtiyaç olacaktır. Bu anlamda, şunu belirtmek istiyorum
değerli arkadaşlar: Bu dernek kurma hürriyeti, özellikle, demokrasimiz için,
gelişen ve değişen demokratik standartlara uymak için, temel hak ve
hürriyetlerin geliştirilmesi için önemlidir; çünkü, demokrasilerdeki katılımcı
demokrasi anlayışı her geçen gün daha fazla ağır basmaktadır. Katılımcı
demokrasilerde sivil toplum örgütlerinin fevkalade önemli rolü ve ehemmiyeti
vardır. Sürekli değişim, gelişim gösteren ve demokrasiyle yönetilen çağdaş
toplumlar, özellikle, NGO'ların diye ifade ettiğimiz sivil toplum örgütleri,
iktidara ortak değil, iktidarı yönlendiren ve toplumun değer yargılarını
gündeme getiren, toplumun ihtiyaçlarını gündeme getiren... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - ...ve yine
toplumun beklentilerini idare edenlere tam zamanında intikal ettirerek, onunla
ilgili birkısım düzenlemeleri yapması bakımından da önemli görevler
üstlenecektir, yerine getirecektir. 1924 Anayasasında dernek kurma hürriyeti
vardı, 1982 Anayasasında da vardı, 1960 Anayasasında da vardı. Eğer, tarihimizi
incelerseniz, gerçekten, sivil toplum örgütleri bakımından, Selçuklu'dan
itibaren, Osmanlı'dan itibaren Türk toplumu, özellikle sivil toplum örgütlerine
fevkalade önem vermiştir. Ahi Evran'dan alın ve özellikle, meşrutiyet zamanında
1908 yılında çıkarılan Anayasaya bakın, bunu orada da bulacaksınız. Ama, eğer,
günün şartları itibariyle değerlendirmeye kalkarsak, bunu disipline etmek
gerektiği muhakkaktır; çünkü, geçmişte birkısım derneklerin birkısım terör
olaylarına karıştığını veya siyasî faaliyetlere karışmak suretiyle, özellikle,
toplumda ikilik yarattığını, meslek kuruluşları içerisinde ikilik yarattığını
görüyoruz. İşte, bunun içindir ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, Avrupalı
ülkeler de bile, çağdaş ülkeler de bile, çağdaş demokratik yönetimle idare
edilen ülkeler de bile, mutlaka birkısım kayıtlar getirilir. Bunlar, kanunla
getirilen kayıtlardır. Bunun adı nedir; millî güvenlik, kamu düzeni, kamu
sağlığı ve kamu ahlakıyla ilgili ve suç işlemeyi engellemek maksadıyla
özellikle kanunla sınırlandırmalar getirilebilir. Nitekim, derneklerle ilgili
getirilen bu hükümde de bu vardır. Dernek zarurîdir, dernek kurmayla ilgili
serbestliği getirmek gerekir, doğru; ama, birkısım yasal sınırlamaların
getirilmesi de, aynı zamanda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11 inci
maddesinin gereğidir; çünkü, çağdaş dünya da bunun sıkıntılarını çekmiştir. Türkiye'de 77 000 dernek vardır değerli
arkadaşlar, 77 000 dernek. Düşünün, bir dernek toplanıyor, eğer fikirler
bakımından birbirleriyle uzlaşamıyorlarsa hemen ayrılıyorlar; 10 kişi bir araya
geliyor dernek kuruyor. BAŞKAN - Sayın Bedük... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) -
Tamamlıyorum Sayın Başkanım, son cümlemi söylüyorum. Bu itibarla, Anayasanın bu maddesinin
yürürlüğe girmesinden sonra getirilecek olan düzenlemelerin, yasal düzenlemelerin,
bunun dikkate alınması suretiyle disipline edilmesi gerekir; ama, özellikle
vatandaşların dernek kurma hürriyetinin de mutlaka desteklenmesi ve onunla
ilgili düzenlemelerde daha rahat hareket edilmesi gerektiğini belirtiyor, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ben de teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, İçel Milletvekili Sayın Cahit Tekelioğlu'nda. Buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar) MHP GRUBU ADINA CAHİT TEKELİOĞLU (İçel) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamızın 33 üncü maddesi dernek
kurma hürriyetini düzenlemeye ayrılmıştır. Zaten, bu anayasa düzenlemesinde de
genellikle, özgürlüklerin düzenlenmesi üzerinde çalışmaktayız. Bu maksatla, bu
konuşmamda, derneklerle beraber Milliyetçi Hareket Partisinin özgürlüklere
bakış açısını da arz etmek istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
insanlık tarihi bize göstermektedir ki, gelişmenin temel dinamiği düşüncedir.
Özgür düşünme imkânı bulamayan insanlar ve onların topluluğu olan milletler,
kişilik ve medeniyet geliştiremezler; özgün medeniyetler geliştirmek bir yana,
katıldıkları medeniyetlerin gelişmesine katkıda bile bulunamazlar; özgür
düşünceyi güvence altına alarak gelişen insan topluluklarının gerisinde ve
onların insaflarına kalırlar. Türk milliyetçilerinin fikir
sistematiğinin temel değeri, millettir. Bütün çabamız, milletin var olması ve
mutlu olması içindir. Milletin temelinde ise, insan vardır. O halde, Milliyetçi
Hareket Partililerin, insanı ve insanın özgür düşüncesini, özgür düşüncenin
gelişmesi için gereken temel hakları ve özgürlükleri davranışlarının çıkış
noktası yapmalarından tabiî ne olabilir? İşte, böyle bir noktadan hareketle,
Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu üyelerinin insan hakları ve özgürlükler
konusundaki hassasiyetleri anlaşılmış olur. Bu hassasiyet, olmazsa olmaz
boyuttadır. Nasıl olmasın ki?!. Bütün düşünce ve davranışlarımızın temel sebebi
olan Türk Milletinin gelişmesi, Türk Milletinin temeli olan insanın gelişmesine
bağlı; o da, özgür düşünceye bağlı. İşte bu sonuçlar, düşünceyi vazgeçilmez bir
değere dönüştürmüş ve bu vazgeçilmez değeri koruma altına alma gereği
doğmuştur. Bu ihtiyaç, anayasaları doğurmuştur; özgür düşünceyi ve onun gelişme
şartları olan temel hakları sağlayan anayasaları... Yukarıda anlattığım düşüncelerden dolayı,
Türk Milleti için daha özgürlükçü bir anayasaya ihtiyaç doğdu ve bugüne geldik.
Ancak, insanlık ve düşünce tarihi bize bir şeyi de öğretmiştir; özgürlüklerin
de sınırları vardır, başlangıçları olduğu gibi, sınırları da vardır. İşte,
tarihî tartışma konusu budur: Özgürlüklerin sınırı nereye kadar gitmelidir? Günümüzde, bu sınırı, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 10 uncu maddesinde buluyoruz. 10 uncu maddede şöyle diyor:
"Kullanılması ödev ve sorumluluklar içeren bu özgürlükler, demokratik bir
toplumda, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü, kamu güvenliği, kamu düzeninin
korunması, suçun önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın ve başkalarının ün ve
haklarının korunması, gizliliği olan bilgilerin açıklanmasının önlenmesi ya da
yargı organının otorite ve tarafsızlığının sağlanması için gerekli olan ve
ancak yasayla öngörülen kural, koşul, kısıtlama ve yaptırımlara
bağlanabilir." Bazı konuşmacı arkadaşlarım, geçtiğimiz
maddelerde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ortaya koyduğu bu kavramların
içinin neyle doldurulacağının çok belli olamayacağını söylediler; ama, bu da
belli; bunun içi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarıyla
doldurulmuştur. Birkaç örnek arz etmek istiyorum. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği kararlarda sınırlar şöyle belirtilmiş: Bir
kararda "şiddet içeren, vatandaşlar arasında düşmanlık, kin ve nefrete
teşvik eden" diyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) CAHİT TEKELİOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan,
müsaade eder misiniz?.. Bir başka kararda "bir kişiye, bir
devlet görevlisine ya da halkın bir bölümüne karşı şiddet kullanımına çağrı,
teşvik niteliğinde bulunan" diyor. Başka bir kararda "silahlı
mücadeleye, silahlı başkaldırıya teşvik niteliğinde bulunan" diyor. Bir
başka kararda "demokratik kuralları açıkça reddeden ve ayrıca, ırkçı
söylemler içeren ve ırk düşmanlığına dayalı ifadeleri yasaklamıştır"
diyor. Böylece, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin getirdiği kriterleri,
kuralları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nasıl doldurulacağını da bize
göstermiştir. Bu arada, bizim, mevcut Türkiye
Cumhuriyeti Anayasamızda da bu sınırlar belirtilmiştir. Bunlar da şöyle
çizilmiş: Türk millî menfaatlarının, Türk varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği
esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği ilke
ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceğini
belirtiyor. Korunsun mu, korunabilir mi? Tabiî ki, korunamayacak. Bunun için de
Anayasamız gerekli ölçüleri, sınırları koyacaktır. Gerek Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde bulunan özgürlüklerin
ve sınırların insanımızı ve milletimizi koruyup, geliştireceğine inanıyoruz.
Aksi halde, Türk Milleti adına görev yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi her
şeyi düzeltebilecek güce sahip olacaktır. Saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Söz sırası, Demokratik Sol
Partide. İzmir Milletvekili Sayın Rahmi Sezgin.
(DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA RAHMİ SEZGİN (İzmir) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasamızın "Dernek kurma
hürriyeti" başlıklı 33 üncü maddesinde, 737 sıra sayılı yasa teklifinin
çerçeve 12 nci maddesiyle yapılması düşünülen değişiklik hakkında, DSP Grubu adına
görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Yüce Heyete en içten saygılarımı
sunarım. Çağdaş demokrasilerin temelinde,
örgütlenmiş, iş ve görüş birliği yapmış sivil toplum kuruluşları bulunur.
Bunlar arasında, özellikle, hayır kurumları, dernekler, sendikalar, odalar,
kooperatifler gibi kuruluşlar, üyelerinin ortak amaçlarını, hak ve çıkarlarını
gözeterek oluşmuşlardır. Gelişmiş çağdaş toplumlarda, kişilerin, birden fazla
toplumsal örgütlere üye oldukları, katılımcı, çoğulcu demokrasiyi zenginleştirdikleri
bir gerçektir. Bizler de, demokratik rejimimizin sağlam güvencelere
dayanmasının temel koşulu olarak, sivil toplum kuruluşlarının sağlıklı bir
şekilde yapılaşarak çoğalmasını istiyoruz. Ülkemizde çeşitli amaçlı ve pek çok
sayıda vakıf ve dernek gibi sivil toplum kuruluşları bulunmaktadır; ancak, bu
kuruluşların üye sayısını Batılı demokratik ülkelerle kıyasladığımızda, hiç de
örgütlü bir toplum olmadığımızı görebiliriz. Anayasamızın derneklerle ilgili 33 üncü
maddesi, yeni düzenlemeyle, daha özet, daha genel bir hüküm haline
getirilmiştir. Teklifin birinci fıkrasıyla, herkesin,
önceden izin almaksızın derneklere üye olma ya da üyelikten çıkma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Bu fıkradaki "herkes" kavramı, her hukukî
varlığı, tüzelkişileri de kapsamaktadır. Tüzelkişiler de dernek kurabilir ya da
bir derneğe üye olabilirler. Teklifin üçüncü fıkrasıyla, dernek kurma
hürriyetinin sınırlanabileceği haller sayılmıştır; "Dernek kurma
hürriyeti, ancak millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel
sağlık ve genel ahlakın korunması sebepleriyle kanunla sınırlanabilir"
hükmüne bağlanmıştır. Gerçekten, örgütlenmenin, sivil toplum
kuruluşlarının güç ve sayısının artmasını istemek ne kadar gerekli, demokratik
bir talep ise, dernek ve bunun gibi, örgütlenmenin toplum ve birey yararına
olması, faaliyetlerinin yasal sınırlar içerisinde kalması da o kadar
gereklidir. Özgürlükler ve haklar, sorumluluğu, yükümlülüğü taşıdığı oranda bir
anlam ifade eder. Dünyanın her yerinde, özgürlükler ve haklar sınırsız
değildir. Dernek veya vakıf kurma ve yaşatmanın da sınırlarının olmasından
doğal bir şey olamaz. Demokratik toplum düzeni, kurumlar ve kurallar düzenidir.
Anayasamızın 33 üncü maddesinde dernekler
ve vakıflarla ilgili olarak yapılan değişikliği yerinde buluyor, Yüce Heyete
saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. 12 nci madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır. Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 11 inci
maddesinin gizli oylamasının sonucunu arz ediyorum: Oylamaya 461 sayın üye katılmış olup, 442
kabul, 14 ret, 2 çekimser, 3 boş oy kullanılmıştır. Böylece, 11 inci maddede de
Anayasanın öngördüğü beşte 3 çoğunluk elde edilmiş olmaktadır. 12 nci maddenin oylamasını yapacağız. 12 nci maddenin oylamasından sonra 13 üncü
maddeyi belki müzakereye açarım; ama, daha sonra bir öğle tatili vereceğim;
çünkü, çalışan arkadaşlarımızı da
düşünmek mecburiyetindeyiz. Dün öyle bir düşüncesizlik yaptım, personel çok
perişan oldu. Efendim, önce Adana, sonra İstanbul... (Oyların toplanılmasına başlandı) BAŞKAN - Devlet Bakanı Sayın Tunca
Toskay'ın yerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Yaşar Okuyan oy
kullanmıştır; ayrıca, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in yerine
Devlet Bakanı Sayın Faruk Bal oy kullanacaklar. (Oyların toplanılmasına devam edildi) BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın
milletvekili var mı? Yok. Oy kullanma işlemi bitmiştir; kupalar kaldırılsın. (Oyların ayırımına başlanıldı) BAŞKAN - 13 üncü maddeyi okutuyorum : MADDE 13 .- Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 34 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Madde 34.- Herkes, önceden izin almadan,
silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı
ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç
işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak
ve özgürlüklerinin korunması amacıyla
ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir. BAŞKAN - 13 üncü madde üzerinde, Adalet ve
Kalkınma Partisi adına Bolu Milletvekili Sayın İsmail Alptekin; buyurun
efendim. AKP GRUBU ADINA İSMAİL ALPTEKİN (Bolu) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi üzerinde Adalet ve Kalkınma
Partisinin görüş ve düşüncelerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Muhterem arkadaşlar, çerçeve 13 üncü
maddeyle değiştirilmek istenilen 1982 Anayasasının 34 üncü maddesinin başlığı
"toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı"dır. Mevcut ve halen
yürürlükte olan madde, bir hayli uzun, detaylı ve hürriyetleri çok ciddî
kısıtlayıcı bir maddedir; yıllardır tartışılan antidemokratik bir madde olarak
daima hafızalarda kalacaktır. Bilindiği gibi, bu maddeyle ilgili olarak
çıkarılmış olan yasa, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasıdır. Bu
yasa, hatırlanacağı üzere, 6 Ekim 1983 tarihinde çıkarılmıştır. Yine bu yasa,
Anayasamızın geçici 15 inci maddesi kapsamı içinde bulunduğundan, bugüne kadar
iptali yolunda herhangi bir müracaatta bulunulma imkânı olmamıştır. Bu nedenle,
antidemokratiktir, geçmişte hürriyetleri kısıtlayıcıdır; ülkemizi, hükümetimizi
ve devletimizi, içte ve dışta daima sıkıntılı hale getirmiş tablolarla
hatırlanmaktadır. İşte, bu gerçeği gören ve Avrupa Birliğine
tam üyelik çalışması içerisinde olan hükümetimiz, devletimiz ve Yüce
Meclisimiz, siyasî ve ekonomik kriterleri ve ihtiyaçları karşılamayan ve yeni
düzenlemelere engel olan, bu Anayasanın önemli 37 nci maddesinde, uzlaşarak,
değişiklik iradesini izhar etmiştir. Bu, demokrasimiz için önemli bir aşamadır,
bir başlangıçtır. Diliyoruz ki, yakın gelecekte, yine uzlaşarak, beklenen ve
özlenen sivil anayasa yapılır, ülkemizin önü açılır. Anayasanın 34 üncü maddesindeki
antidemokratik hükümler çıkarılmış ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun
hale getirilmiştir. Komisyondan da -sevinerek ifade edelim ki- oybirliğiyle
çıkmıştır. Değerli milletvekilleri, görüşmekte
olduğumuz Anayasanın 34 üncü maddesinin, yine, Anayasamızın 13 üncü maddesiyle
de bağlantısı vardır. "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" başlığını
taşıyan 13 üncü madde de değiştirilmek suretiyle, bu iki madde arasındaki
birlik ve bütünlük de sağlanmıştır. Şimdi, ortak kabulümüz olan bu maddenin
tatbikatının nasıl olacağı konusuna değinmek istiyorum. Geçmişte, toplantı ve
gösteri yürüyüşleri sırasında hükümetlerin takındığı yanlı tavır ve güvenlik
güçlerimizin takındığı yine yanlı ve arzu edilmeyen tavırlar, coplar, kavgalar,
sert ve kırıcı tutumlar daima hafızalardadır, televizyon ekranlarındadır,
basındadır. Bu hal, ülkemizi ve devletimizi içte ve dışta zor durumlara sokmuş,
savunulmaz bazı sıkıntılı suallere muhatap hale getirmiştir. Yasaları Türkiye Büyük Millet Meclisi
yapmaktadır, iyi niyetle yapmaktadır, ülkemiz ve bütünleşen dünya için,
ihtiyaçları karşılamak için yapmaktadır; ama, yine, yapılan bu yasalar,
insanlar tarafından, makamlar ve merciler tarafından da uygulanmaktadır.
Yasaların lafzına ve ruhuna uygun hareket etmek, yine insanların kendi
iradesiyle ilgilidir. Biz, bu yasanın, tatbik mercileri
tarafından, hedeflere uygun, lafzına ve ruhuna uygun ve milletimizin arzusuna
uygun bir şekilde tatbik edileceği ümit ve dileğiyle hayırlı olmasını diliyor;
saygılar sunuyoruz. (AKP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun
Teklifinin 12 nci maddesinin yapılan gizli oylamasının neticesini bildiriyorum:
Kullanılan oy : 462 Kabul : 447 Ret : 9 Çekimser : 1 Boş : 4 Geçersiz : 1 Böylece, Anayasanın öngördüğü beşte 3
çoğunluk elde edilmiş ve 12 nci madde kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, saat 14.30'a kadar
birleşime ara veriyorum. Kapanma
Saati : 13.31 İKİNCİ
OTURUM Açılma
Saati : 14.30 BAŞKAN :
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP
ÜYELER : Şadan ŞİMŞEK (Edirne), Mehmet AY (Gaziantep) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 133 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız yerden devam
edeceğiz efendim. III. –
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1. –
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit,
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli,
Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz ile 288
Milletvekilinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/803) (S.
Sayısı : 737) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerini aldı. 13 üncü madde üzerindeki görüşmelere devam
ediyoruz. Saadet Partisi Grubu adına, Hatay
Milletvekili Sayın Metin Kalkan; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA SÜLEYMAN METİN KALKAN
(Hatay) - Değerli milletvekilleri, önce, bu yeni yasama yılımızın, gerçekten,
biraz yenilik gibi, yeni bir anayasa hazırlama hareketi hayırlı olsun diyerek
sözlerime başlıyorum. İnşallah, gerçekten, milletin beklediği,
bundan sonra da gerçek anlamda değişiklikler yapmak nasip olsun bu Meclise ve
maalesef, üzüntüyle, her tarafta, toplumun her kesiminde Meclise karşı oluşan
tereddüde ve güven eksikliğine karşı, kendisini rahatlatacak yeni değişiklikler
yapılarak, Meclisin layık olduğu gerçek itibarı kazanmasına vesile olacak
çalışmalar yaparız umudundayım. Değerli arkadaşlar, her ne kadar, bir
değişiklik gibi görünse de, aslında, bazı maddeler, hiçbir şey değiştirmeden,
hiçbir şeyi rahatlatmadan, bilakis, daraltmaktadır; ama, buna rağmen, bir
değişiklik olsun adına, biz, Saadet Partisi Grubu olarak, bu maddelere
desteğimizi veriyoruz ve vereceğiz; çünkü, değiştirmeye alışırsak çok daha
güzel değişiklikler yaparız umudundayız. Arkadaşlar, bundan evvelki madde, şu anda
yürürlükte olan madde, şu anda getireceğimiz, üzerinde çalıştığımız maddeden
daha ileri, daha geniş ve rahat yürüyüş ve toplantı, gösteri yapma imkânları
sunmaktadır; çünkü "toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, ancak millî
güvenlik ve kamu düzeni sebebiyle kanunla sınırlandırılabilir" sınırlama
maddesiyle çevrilmişken, bu yeni getirilecek değişiklikte ise, toplantı ve
gösteri yürüyüşü hakkı, ancak millî güvenlik, kamu düzeni ve suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması amacıyla kanunla sınırlandırılabilir diye, çok daha
ileri suç işlenme ihtimaline istinaden, her türlü gösteri ve yürüyüşü
engelleyebilecek bir sınırlama getirilmektedir. Şimdi, toplantı ve gösteri, bir toplumun
demokratiklik ölçüsü, göstergesi, toplumun rahatlaması ve onu yönetenlerin de
buna göre tedbir almasını sağlayarak gerçekten özgür bir yapıyı oluşturacak bir
sistemken, burada, maalesef, bizim gibi, gerçekten, Meclisin milletin
egemenliğinin hükümferma olduğu çok tartışılan bir yerde, perde arkasından
herhangi bir bürokratın veya yöneticinin, kendisine göre veya birilerinin
çıkarına ters geliyorsa veya istemediği bir sesi duymamak için, suç işleme
ihtimali var diyerek bu gösteri ve yürüyüş yapma hakkının alabildiğine
durdurulacağı bir ortam hâsıl etmekteyiz. Ama, bu nasıl bir değişiklik, bu
nasıl bir rahatlama, bu nasıl bir değişim?! Bunu, artık, her şeye rağmen
çalışmalarını takdirle izlediğimiz bu Uzlaşma Komisyonuna havale ediyorum. Evet, biz, bu değişiklik maddelerini de
değiştirmeyi umut ediyoruz. Bu maddelerin de değişmesi lazım. Bizler,
değişmeyi, ille eski giydiğimiz elbiseye en yakın daha eski bir elbise olarak
anlamamalıyız. Tamamen rahatlatıcı bir elbise dikemeyecek miyiz; çünkü,
gerçekten, anayasa, bir toplumun elbisesidir. Toplum gelişmek, toplum çok daha
rahat hareket etmek istiyor; siz, ona dar elbiselerden bir başka dar elbiseyi
giydirerek rahatlatamazsınız. Öyleyse, biz, bütün bu değişikliklerde, bir
toplumu daha rahat, daha üretken, daha dinamik, daha özgürlükçü, daha kimlikli
kılabilmek için, onun önderleri, onun temsilcileri olarak, gerçekten, rahat bir
anayasa yapmaya, illa bize tavsiye edilen, illa bize dayatılan, ille bize
sadece tercümesi düşen değişiklikler yapmamaya yönelmeliyiz. Bizim üstümüzde
hiçbir irade olmamalı. Buna rağmen, gerçekten, bu değişiklikleri
hayırlı ve güzel bir gidişe sebep sayıyoruz ve onun için, Grubumuz, bu değişiklikleri,
ne kadar yeterli görmese de, destekleyeceğini beyan ediyor; hepinize saygılar
sunuyorum. (SP ve AKP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Efendim, şimdi söz sırası Doğru Yol
Partisinde. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Antalya
Milletvekili Sayın Kemal Çelik, buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA KEMAL ÇELİK (Antalya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin çerçeve 13 üncü maddesi
üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, dünya hızlı bir
değişim süreci yaşamaktadır. Bilgi ve teknoloji, her şeyi değiştirmekte, sınır
tanımaz özelliğiyle en ücra ülkelere ve hatta evlere kadar nüfuz
edebilmektedir. Sivil toplum ve temel hak ve özgürlüklerle ilgili evrensel
değerler ortaya çıkmaktadır. Tüm ülkeler, bu kapsamda, ekonomik, siyasî ve
idarî yapılarını değiştirmektedir. Dünyadaki değişimi yakalayan ülkelerle
yakalayamayanlar arasındaki uçurum ise gitgide açılmaktadır. Değişime ayak uydurmanın yollarından
birisi de, elbette, çağdaş ve demokratik bir anayasa yapmaktır; ancak, anayasa,
tek yol ve tek çare değildir. Anayasa her şeyin çözümü değildir. Hükümetimiz bu maddelerin değişikliğini,
kamuoyuna, Avrupa Birliğine üyelik şartı olarak gösteriyor. Sanki bu
değişiklikle, Avrupa Birliğiyle olan sorunlarımızın çözüleceği gibi bir hava
yaratılmak istenmektedir. Bu, gerçekçi değildir; çünkü, Türkiye'nin Avrupa
Birliğine üyeliği, bir anayasa meselesiyle asla sınırlı değildir. Öbür
taraftan, Türkiye'nin demokratikleşme ve çağdaşlaşma ihtiyacı da, Avrupa
Birliği sınırı içinde bir ihtiyaç olmamalıdır. O zaman, kendi kendimizi
kandırmaya ne gerek var? Toplumu niçin ve gereksiz beklentiler içine sokuyoruz? Demokratikleşmenin, çağdaşlaşmanın ve
değişimin mantığını doğru koymak zorundayız. Eski alışkanlıklarımızdan
kurtulmak zorundayız. 1961 Anayasasını özgürlükler açısından lüks bir anayasa
olarak ifade ettiğimiz gibi, 1982 Anayasasını da, sivil olmayan, bir tepki
anayasası olarak ifade ettik; ama, bundan başka bir değerlendirme yapmadık ve
şimdi de, tepki anayasasına, yine, tepkici bir anlayışla yaklaşıyoruz. Bu da,
son derece sakıncalıdır. Biz, Doğru Yol Partisi Grubu olarak,
tahkim ve devlet güvenlik mahkemeleriyle ilgili anayasa değişikliği sırasında,
kapsamlı bir anayasa değişikliğinin ihtiyacını belirtmiş ve bu Meclisin,
kapsamlı bir anayasa değişikliği yapması gerektiğini söylemiştik. O zaman
bunlar dikkate alınmadı; ama, her nedense, şimdi, Avrupa Birliği gerekçesiyle
karşımıza çıkıyor. Değerli milletvekilleri, bu yasa niçin
çıkıyor diye hükümete soruyoruz, cevap "IMF böyle istiyor" oluyor ve
kanun çıkıyor; bu Anayasa niçin değişiyor diye soruyorsunuz: "Avrupa
Birliği böyle istiyor..." Bunun getirisi götürüsü nedir; kamuoyuna
mantıklı hiçbir açıklama yapılmamaktadır. Bizim kendi gerçeklerimiz yok mu?
Maalesef, bize lazım olanın tespitini, kendimiz yapamaz bir görüntü veriyoruz.
Anayasayı yaparken illâ bir başka dayatmaya ve iradeye ihtiyaç duymamamız
gerekiyor. Niçin hedef, strateji ve programımızı kapsayan yapısal reform
programını ortaya koyduktan sonra, bu kapsamda, bu çerçevede, bu yapısal reform
kapsamında bir anayasa değişikliğine gitmiyoruz; bu, daha doğru olmaz mı? Yani,
yasalarımız, anayasa değişikliğini zorladığı zaman bir anayasa değişikliğine
gitmemiz daha doğru olmaz mı? Değerli milletvekilleri, 34 üncü madde,
modern dünyadaki temel, evrensel değerlerden birisi olan temel hak ve
özgürlüklerden, toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgilidir; bu, son derece
demokratik bir haktır. Bu anayasa değişikliğiyle -yeni düzenlemeyle- madde, bir
hayli kısaltılmıştır; doğrusu da budur; çünkü, anayasalar, asla yasalara
benzememelidir. Yalnız, anayasa dili diye bir kavram var; bu maddede, bu
kapsamda bazı hatalar görüyorum. Örneğin: Maddede "Herkes, önceden izin
almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına
sahiptir" denilmektedir. Zaten, silahlı ve saldırılı bir toplantıya
toplantı denilemez; bu, bir terör eylemidir. Burada bundan bahsetmenin bir
anlamı olduğunu zannetmiyorum ve anayasa dili açısından da son derece
yakışıksız buluyorum. Silahlı ve saldırılı bir toplantıya ne izin verilir ne de
böyle bir toplantı bizim anladığımız bir demokratik toplantı olur; ama,
nedense, Anayasamıza bu tür bir şey koymuşuz. Bir diğer husus da şudur: Özellikle
yasalarla sınırlanması gereken şeyler, maalesef, burada da önplana çıkıyor.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Tamamlayın efendim. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Bu maddenin
birinci paragrafında "toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî
güvenlik ve kamu düzeni sebebiyle kanunla sınırlanabilir" denilmektedir.
Üçüncü paragrafta ise "toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir"
denilmektedir. Aslında ikinci paragrafla bu üçüncü paragraf kaldırılmış oluyor;
ama, nedense biz, bir hakkı kullanacaksın; ama, şöyle kullanacaksın, şu
şartlarda kullanacaksın, şu şekil, şart ve usullerle hareket edeceksin diyoruz;
ben bunu da, Anayasanın ruhuna aykırı olarak görüyorum; bu tür düzenlemelerin
yasalarla olması gerekiyor. Her şeye rağmen, bu madde, özgürlükçü, demokratik,
katılımcı ve sivil toplum anlayışı bakımından son derece önemli bir maddedir;
kısaltılması açısından da önemli bir değişikliktir. Anayasa değişikliğinin ülkemize ve
milletimize hayırlı, uğurlu olması dileğiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şimdi söz sırası, Milliyetçi
Hareket Partisi adına, Bayburt Milletvekili Sayın Şaban Kardeş'te; buyurun.
(MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ŞABAN KARDEŞ (Bayburt) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasamızda yapılacak olan düzenlemelerle
ilgili teklifin çerçeve 13, Anayasamızın 34 üncü maddesi üzerinde, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. 1982 Anayasasından sonra, toplumun büyük
bir kesiminde -siyasîler de dahil olmak üzere- Anayasamızda bazı
değişikliklerin yapılması noktasında büyük bir istek ve beklenti olmasına
rağmen, ondokuz yıllık süreç içerisinde, ancak, 23 madde üzerinde değişiklik
yapılabilmiştir. Önümüze gelen ve 37 maddeden oluşan bu
geniş kapsamlı anayasa değişikliği, toplumumuzun beklentilerinin bir kısmına
cevap niteliği taşıması açısından büyük bir önemi haizdir. İkinci paketle
birlikte, bu ihtiyaç, daha büyük bir ölçüde giderilmiş olacaktır. 21 inci Dönem Meclisimizin uzlaşı anlayışı
içerisinde, Mecliste grubu bulunun bütün siyasî partilerimizin katkılarıyla, bu
değişikliklerin gerçekleşeceği umudunu taşıyorum. Anayasa değişikliklerinin, Avrupa İnsan
Hakları normlarıyla, elbette, bağdaşması gerekir; fakat, kanaatimce, Avrupa
İnsan Hakları normlarının daha ötesinde önem arz eden nokta, kendi yasal
düzenlemelerimizin, mutlaka, kendi vatandaşlarımızın, kendi milletimizin
ihtiyaçlarına binaen yapılmasıdır. Ülkemizin, milletimizin birlik ve
beraberliğini tesis edecek, kamu düzenini ve millî güvenliğimizi sağlayacak
şekilde yapılacak düzenlemeler, ulusal politikaların izlenmesinde kanun koyucu
olmalıdır. 1924 Anayasası, ulusal egemenliğimizin
gereği cumhuriyetin ilanından sonra, artık, yeni bir anayasayı zorunlu hale
getirmiştir. 1924 Anayasasının temel prensipleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin millet adına millî egemenliği kullanması ve hiçbir zaman
devredilemeyeceği şeklinde vücut bulmuştur. 1924 Anayasası, millî egemenliğe
dayalı ilk anayasadır. Millet egemenliği ilkesinin çağdaş yorumu, Türkiye'yi
modern bir demokrasiye yönelten yolu açmıştır. Devam eden 1961, 1982
Anayasaları da, millet egemenliği ilkesini devam ettirmiş, demokrasinin önünü
açmış, insan haklarına saygıyı önplana çıkarmıştır. Anayasamızın, malumlarınız olduğu üzere,
34 üncü maddesi, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hak ve hürriyetlerini
düzenlemektedir. Mevcut Anayasamızda, 34 üncü maddeyle ilgili düzenleme oldukça
uzun ve geniş kapsamlı bir şekilde yapılmıştır. Mevcut tasarının içerisinde, 37
maddede yapılan değişiklikte olduğu gibi, 34 üncü maddede de, sadeleştirme
yoluna gidilmiştir. Anayasalar, kısa ve öz olmalıdır. 34 üncü maddede, toplantı
ve gösteri yürüyüşlerinin, önceden izin almaksızın yapılabilmesine izin
verilmektedir. Hiçbir demokrasi ve özgürlük, sonsuz bir şekilde kullanılamaz;
elbette, belli çerçevelerinin çizilmesi gerekmektedir. İkinci fıkrayla,
toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin ne zaman kısıtlanabileceği belirlenmiştir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, ancak millî güvenlik ve kamu düzeni
sebebiyle sınırlandırılabilir. Hiç kimsenin veya kuruluşun, özgürlüklerini
kullanma adı altında, başkalarının haklarını gasp etme ve özgürlüklerini
kısıtlama gibi bir hakkı olamaz. Bir gösteri yürüyüşü veya toplantı, mutlaka
fayda sağlayacak ölçüler çerçevesinde düzenlenmeli, toplumun ihtiyacı olan
konularda bilgilendirmeyi hedef almalıdır; toplumu tahrik ederek içbarışın
bozulması, toplum arasında kavgaya, anarşik ortamlara sürüklenmesine elbette
müsaade edilmemelidir. Demokratik toplumlar, düşünce ve tavırlarını sivil
toplum kuruluşları vasıtasıyla ortaya koyabilirler; ancak, demokratik ortam
içerisinde sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri destek bulabilmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun efendim. ŞABAN KARDEŞ (Devamla) - Maddenin son
fıkrasında "toplantı ve gösteri düzenleme hakkının kullanılmasında
uygulanacak şekil ve usuller kanunla gösterilir" ifadesi yer almaktadır.
Anayasalar, idarî ve siyasî sistemlerin çatısını oluşturmaktadır. Birçok maddede
olduğu gibi, burada da şekil ve şartların kanunla düzenleneceği ifade
edilmiştir. Anayasalar, yasalar, bireysel hak ve
özgürlükler ile millî değerler ve toplum menfaatları arasındaki hassas
dengeleri kurabilmelidir ve bu dengeleri kurarken de, demokratik zeminde
kuralları yerli yerine oturtmak zorunluluğu vardır. Anayasamızda yapacağımız bu
değişikliklerin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bekasını, daha güçlü bir
demokrasiye geçiş noktasında, demokratik sosyal hukuk devletinin ve sivil
toplum kuruluşlarının güçlendirilmesini, ayrıca, uluslararası düzeyde bireysel
hak ve özgürlükler ile sendikal hakların geliştirilmesini sağlaması açısından
hayırlara vesile olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok. 13 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: (Oyların toplanılmasına başlandı) BAŞKAN - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Sayın Yaşar Okuyan'ın yerine Devlet Bakanı Sayın Edip Safder Gaydalı; Tarım ve
Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp'in yerine Devlet Bakanı Sayın Faruk
Bal; Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral'ın yerine Devlet Bakanı Sayın Nejat
Arseven; Başbakan Yardımcısı Sayın Mesut Yılmaz'ın yerine İçişleri Bakanı Sayın
Rüştü Kâzım Yücelen oy kullanacaklardır. (Oyların toplanılmasına devam edildi) BAŞKAN- Ulaştırma Bakanı Oktay Vural
yerine Devlet Bakanı Sayın Ramazan Mirzaoğlu oy kullanacak. (Oyların toplanılmasına devam edildi) BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın
milletvekili var mı? Yok. Oy verme işlemi tamamlanmıştır. Kupalar kaldırılsın. (Oyların ayırımına başlanıldı) BAŞKAN - 14 üncü maddenin görüşmelerine
başlıyoruz. 14 üncü maddeyi okutuyorum : MADDE 14.- Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 36 ncı maddesinin birinci fıkrasına "savunma"
ibaresinden sonra gelmek üzere "ile adil yargılanma" ibaresi
eklenmiştir. BAŞKAN - 14 üncü madde üzerinde, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Nevşehir Milletvekili Sayın Mehmet Elkatmış;
buyurun. (AKP sıralarından alkışlar) AKP GRUBU ADINA MEHMET ELKATMIŞ (Nevşehir)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 737 sıra sayılı
anayasa değişiklik teklifinin 14 üncü maddesiyle değiştirilen Anayasanın 36 ncı
maddesi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, şahsım
ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, insanlar için çok
önemli bazı kavramlar ve değerler vardır; bunlardan biri de, hak, hukuk ve
adalettir. Zaten, devletlerin ortaya çıkması da hak ve hukuku, kısacası adaleti
tesis etmek içindir. Hak ve hukukun korunamadığı, adaletin olmadığı bir yerde
devletin varlığından bahsetmek de mümkün değildir. Onun içindir ki "adalet
mülkün temelidir" denilmiştir. İnsanlar, bir haksızlığa uğradıkları veya
temel hak ve hürriyetleri çiğnendiği zaman adalet isterler. Yoksa, insanlar,
kendi haklarını kendileri almaya kalktıklarında; yani, ihkakı hak durumunda
kaos ve anarşi doğar, güçlüler her zaman zayıfları ezer. İşte, bu sebepledir
ki, insanlık tarihinde, gerek dinler ve gerekse çeşitli uluslararası
kuruluşlar, hakka, hukuka ve adalete çok önem vermişler ve önplanda
tutmuşlardır. 1948 tarihli İnsan Hakları Bildirisinde,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, Avrupa Birliğinde, Paris Şartında, Kopenhag
Kriterlerinde insanların bu temel hakları güvence altına alınmıştır. Her ne kadar, biz, bu anayasa
değişikliğini Avrupa Birliğine girmek için, başka bir deyişle Kopenhag
Kriterlerine uymak için yapıyor gibi gözüksek de, aslında, biz, bunu, kendi
insanımıza hakkını vermek için yapıyoruz, insanımıza değer verdiğimiz için
yapıyoruz, bu, bizim görevimiz olduğu için yapıyoruz, Türkiye için yapıyoruz. Değerli milletvekilleri, bu insanî
görevimizi, maalesef, zamanında yerine getirmediğimiz ve ülkemizde, maalesef,
adil, tarafsız ve bağımsız bir yargılama yapılamadığı, insanlar düşünce ve
fikirlerinden dolayı tutuklandığı, maddî ve manevî işkencelere maruz kaldığı
için, devamlı surette ülkemiz suçlanıyordu. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde, aleyhinde en fazla dava açılan ülke Türkiye olmuştur. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Türkiye aleyhine bugüne kadar 3 880 başvuru yapılmış
-ki, bunun 2 250 tanesi Rumların başvurusudur- bunlardan 49 tanesi karara
bağlanmış, 6 tanesi için dostane çözüme gidilmiştir. Karara bağlanan 49
dosyadan 45 tanesi Türkiye aleyhine sonuçlanmıştır. Bundan dolayı da, ülkemiz,
milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalmış ve ödeyecektir. Nitekim, bugünkü gazetelere baktığımızda,
Türkiye aleyhine 13 davanın daha karara bağlandığı -tabiî ki, aleyhimize karara
bağlanmış- 5 davada da dostane çözüm yoluna gidildiği ve böylece de, yine
milyonlarca dolar tazminata mahkûm olduğumuz görülmektedir. Bunun da ötesinde,
ülkemiz, uluslararası camiada siyaseten de zor durumda kalmış ve kalacaktır. İşte, bunların önlenmesi ve ülkemizin dünyada
hak ettiği yeri alabilmesi için, Anayasa ve yasalardaki değişiklikleri acilen
yapmamız gerekir; yoksa, başkalarını suçlayarak bir yere varamayız. Değerli milletvekilleri, Anayasanın bu 36
ncı maddesini değiştirmekle de mesele halledilmiş olmuyor; çünkü, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesi, her konuda hak aramayı, davanın bağımsız,
tarafsız bir mahkeme tarafından, makul bir süre içerisinde, adil ve açık olarak
görülmesini amirdir. Yine, Anayasanın sadece 37 maddesini
değiştirmek de yetmez, diğer bazı değişikliklerin de yapılması ve buna paralel
olarak uyum yasalarının da acilen çıkarılması gerekir. Kaldı ki, bu konularda
Avrupa Birliğine taahhütlerimiz de bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri, yine, her şeyin
Anayasa ve yasaların değiştirilmesi, gerekli yasaların çıkarılmasıyla
çözümlenemeyeceğini bilmemiz gerekir. Önemli olan, Anayasayı ve yasaları doğru
olarak uygulamaktır. Ülkemizde, maalesef, mahkemelerin bağımsız
ve tarafsız olmadığı, davaların makul bir süre içerisinde çözümlenemediği bir
vakıadır. Zaten, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılan davaların büyük bir
bölümü, mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmaması, davaların uzun süre devam
etmesi nedeniyledir. Onun içindir ki, adaletin tecellisi için, gerekli
altyapının ve değişikliklerin de acilen yapılması gerekir. Bu cümleden olarak, Anayasanın 125 inci
maddesinin ikinci fıkrasının değiştirilerek, Cumhurbaşkanı ve Yüksek Askerî
Şura kararlarının da yargı denetimine açılması, Anayasanın 138 inci maddesinin
değiştirilerek, mahkemelerin bağımsızlığının ve yargı kararlarının aynen
uygulanmasının sağlanması; Anayasanın 159 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının
değiştirilerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarının da yargı
denetimine açılmasının sağlanması, ülkemizde çok yaygın olan yargısız infazlara
son verilmesi, adlî polis teşkilatının kurulması, adalet teşkilatına gereken
önemin verilmesi ve bütçeden daha fazla pay ayrılması, hâkim, savcı ve diğer
adlî ve yardımcı personelin, kâtip, mübaşir, icra müdürleri, cezaevi personelinin
özlük haklarının yeniden düzenlenerek, maddî yönden de gerekli iyileştirmenin
yapılması gerekmektedir. Bunları yaptığımız zaman dünyada da saygın yerimizi
alırız ve gerçekten de demokratikleşmiş oluruz. Bu nedenle, bu anayasa değişikliğinin
milletimize ve ülkemize hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. (AKP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. 14 üncü madde üzerinde, şimdi, söz Saadet
Partisinin. Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer,
buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA MUSTAFA GEÇER (Hatay) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan teklifin 14 üncü maddesi
üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce
Heyetinizi Grubumuz ve kendi adıma selamlıyor, saygılar sunuyorum. Görüşülmekte olan yasa teklifinin 14 üncü
maddesinde, mevcut Anayasamızın 36 ncı maddesinin birinci fıkrasına
"savunma" ibaresinden sonra gelmek üzere "ile adil
yargılanma" ibaresi eklenmiştir. Daha önceki maddede bu yoktu, adil yargılanma
ibaresi burada eklenmiş durumda ve bu adil yargılanma hakkı, İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesinde artı İnsan Hakları Sözleşmesinde ve çokuluslu insan
haklarını içeren birtakım senetlerde de mevcut; böylece kendi iç hukukumuza
taşınmış oluyor. Bu, tabiî ki, lafzî olarak, kelime olarak yazılı metinlere
taşınması, Türkiye'de adil yargılanmanın sağlanmasını ortaya çıkaracak mıdır?
Türkiye'de gerçekten adil yargılanma var mıdır? Yani, bugün Türkiye'de davalı
ve davacı tarafların çoğuna sorduğumuzda, adil bir kararın alınıp alınmadığını
ve yargılanmayı sorduğumuzda, maalesef, yüzde 80'e varan oranlarla, adil bir
yargılamanın olmadığını; hatta, insanlarımız arasında, ihtilafların
çözülmesinde yargıya gitmektense kendi aralarında bir tahkim yoluyla bunun
halledilmesi noktasında görüş olduğunu; yargıya gidilirken, yargıdan adil bir
karar bekleme yerine, işte, mahkeme kapılarında, adliye koridorlarında sürüm
sürüm süründürülmekten bahsedildiğini duyuyoruz hep. Yani, yargının verdiği
kararın adaleti tecellisinden öte, orada sürünmeyi dahi bir cezalandırma olarak
vatandaşımız bugün kuvvetli bir kanaatle söylemektedir. Peki, adil yargılanmanın önündeki
faktörler nelerdir?.. Aslında, bunların öncelikle kaldırılması da lazım.
Elbette ki, yazılı metinlere adil yargılanma hakkının konulması, en azından,
ileriye dönük düzenlemelerin yapılması hususu açısından önemli bir yaklaşımdır
ve bir ileri adımdır diye düşünüyorum. Ancak, adil yargılanmanın olabilmesi
için, pozitif hukukun birtakım ideolojik mülahazalardan uzak uygulanması ve bunlarda
keyfîliğin ortadan kaldırılması lazım. Hukuk normları arasında hiyerarşinin
altüst edilmemesi... Yani, Türkiye'de görülen birtakım davaların neticelerinde,
adil yargılanmada çok zulme varan birtakım kararların alındığını da görüyoruz;
çünkü, burada hukuk normları arasındaki hiyerarşinin altüst edildiği;
anayasayla verilen bir hakkın, en alt norm olan bir yönetmelikle alındığını;
yani, bir idarî tasarrufla ortadan kaldırıldığını görüyoruz maalesef. Onun
için, insanlarımıza dayatılan ideolojik bir yaşam projesinden öte,
düşüncelerimizin, duygularımızın, siyasî inançlarımızın veya başka inançlara
duyduğumuz antipatilerin, adil yaklaşımdan bizi alıkoymaması gerekmektedir. Burada önemli hususlardan biri, pozitif
hukukun ideolojik olarak uygulanması, keyfî uygulanması ve diğer bir husus,
bence, yargıda birlik ve bütünlüğün olmaması. Yani, yargıda birlik Türkiye'de
sağlanamamıştır maalesef. Burada adil yargılanmanın önemli hususlarından biri
de budur. Yargıda bütünlük de lazımdır. Türkiye'de, maalesef, görülen bir işin,
bir dosyanın, bir bütünlük içerisinde görüşülememesi de büyük bir sorundur.
Fransız yargıtayı, bir dosyanın bütünlük içerisinde görüşülmemesi nedeniyle,
yani, bir dosyayı ele almış bir hâkimin belli bir süreye geldikten sonra o
dosyayı verip başka bir hâkimin işi alması nedeniyle, yargılamada bütünlük
olmadığı için yerel bir mahkemenin kararını bozmuştur; çünkü, genel kurallar
olan hukuk normlarının somut olaylara uygulanmasında, yargılamadaki personelin
-özellikle hâkimlerin- çok önemli kanaatleri vardır ve o kanaatlere göre karar
vereceklerdir. Görülmekte olan bir davada on hâkim, yirmi hâkim değişiyorsa,
orada yargılama bütünlüğü yok demektir. Diğer taraftan, uzman yardımcı personelin
azlığı, adlî mekânların, araç gereçlerin yetersizliği, yargı elemanlarının
-hâkim, savcı ve diğer personelin- ekonomik durumlarının zayıf oluşu veya
onlara ekonomik imkânların sağlanmayışı ve bir de, geç gelen adalet dediğimiz,
"geç gelen adalet, adalet değildir" noktasındaki yaklaşım ve
doğruluk, Türkiye'de, maalesef, adaletin hemen gelmesini engelleyen, adil
yargılanma hakkının önündeki en büyük engeldir. Bunların giderilmesi gerekir.
İnşallah, bundan sonraki atılımlarda ve gelişmelerde bunlar giderilir diye
düşünüyorum. Anayasamıza getirilen bu adil yargılanma
hakkının, uluslararası evrensel normlarla eşdeğer olması açısından,
Anayasamızın bu ilgili maddesinin ileri bir adım olduğunu düşünüyor ve diğer
meselelerin de, yani, adil yargılanmayı önleyen faktörlerin de kısa zamanda
kaldırılmasıyla, belki, Türkiye'de adil bir yargılanmanın olacağını... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine,
Türkiye'den giden ikibine yakın davanın da, genellikle çoğunluğunun adil
yargılamadan uzak yapılmış bir yargılama nedeniyle Türkiye'nin aleyhine
sonuçlanması da, ülkemiz yargı sistemi açısından gerçekten üzüntü verici bir
şeydir. Bunların kaldırılması dileğimizdir. Gerçekten, geç gelen adalet derken, aklıma
bir şey geldi: Bizim akrabalarımızdan biridir; 44 yıl bir davası sürmüştür. Bu,
bir gerçektir. Neticesinde öldü, dava, halen, Dörtyol mahkemelerinde sürüyor ve
maalesef, dava, vârislerine intikal etmiştir. Geç adalet de, adalet değildir. Her ne kadar, adil yargılanma haklarımız
varsa da -koyulacaksa da- adaletin erken getirilmesi ve yargının, yargı
mercilerinin, seri bir şekilde, araç gereçlerinin sağlanması da önemli bir
faktördür. Bu duygularla, ben, adil yargılanma
ilkesinin ve hakkının Anayasamıza getirilmesinin hayırlı bir başlangıç olduğuna
inanıyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (SP ve AKP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisi
Grubunda. Denizli Milletvekili Sayın Mehmet
Gözlükaya... (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz teklifin 14 üncü
maddesiyle ilgili olarak, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz aldım; hepinize en
derin saygılarımı sunuyorum. Bu teklif, bildiğiniz üzere, bütün parti
temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşen ve adına Uzlaşma Komisyonu denen bir
komisyon tarafından hazırlanmıştır. Mevcut Anayasamızın 36 ncı maddesinde,
teklifin 14 üncü maddesiyle yapılan bu değişiklik sadece "davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir" ibaresindeki
"savunma" kelimesinden sonra gelmek üzere "ile adil yargılanma"
şeklinde bir ibare eklenmiştir. Bu yapılan düzenleme doğrudur. Doğru Yol
Partisi olarak bu düzenlemeye katıldığımızı ifade ediyorum. Değerli arkadaşlarım, bu hak, yargılamanın
en önemli unsurlarındandır. Davacı ve davalı, iddiasını ve savunmasını hiçbir
baskı altında kalmadan, belirli usulî tahditler ve şartlar dışında, istediği
gibi yapabilmelidir. Bu, yargılamanın temel unsurlarındandır. Yargılamanın
hazırlık safhasından başlayarak, hüküm verilinceye kadar, insanlar objektif
yargılanmalıdırlar. Ülkemizde özellikle son yıllarda cezaî kovuşturmalarda
sanık olarak haklarında tahkikat yapılan insanlar, medya ve ilgililer
tarafından, âdeta, linç edilmişlerdir. Yakın zamanda yaşadığımız olaylar,
siyasetçilerle uzaktan yakından bir bulaşığı var ise, bunlar, siyasete mal
edilmiş ve siyasetçiler rezil edilmiştir; hâlâ, yakın zamanımızda da
edilmektedir. Ayrıca, birçok işadamımız da -ki bunların
birçoğu tahliye edilmiştir- gene medyaya malzeme edilmiştir, kamuoyuna malzeme
edilmiştir. Bu bakımdan, bu arkadaşlar, bu sanıklar hakkında -henüz hüküm
verilip verilmeyeceği belli değil- onlarca, yüzlerce yıl mahkûmiyet kararları
gazetelerde boy boy gösterilmiştir. Bu, yargıya müdahaledir, yanlıştır;
Türkiye'nin bundan vazgeçmesi lazımdır. Değerli arkadaşlarım, bu düzenlemeyle,
inşallah bundan sonra yapılacak usulî düzenlemelerin de ilavesiyle bu gibi
haksızlıklar ortadan kaldırılmalıdır. Üzülerek bir şeyi daha ilave etmek
istiyorum: Geçen cumartesi günkü gazetelerin manşetlerinde şu vardı: Yargıda
büyük rüşvet... Birtakım rüşvetlerin, bu son hükümet döneminde meydana geldiği
sayılıyor, bu arada da "Yargıda büyük rüşvet" ibaresi var. Buna, bir
hukukçu olarak çok üzüldüğümü ifade etmek istiyorum. Gerçi, biraz
abartılmıştır; ama, ne de olsa, Türk adliyesine vaki bir lekedir. Türkiye'de
adliyemizin, yargının maddî ve yasal birtakım sıkıntıları vardır; ama,
kararlarına rüşvetlerin tesir edeceğine inanmak istemiyorum. Bugüne kadar, Türk
yargısı "adalet mülkün temelidir, yargı tarafsızdır" objektif ilkeleriyle
çalışma durumundadır; ama, maalesef, son yıllarda, yargı hakkında doğru veya
yanlış birtakım iddialar ortaya atılmıştır. Şunu herkesin bilmesi lazım ki,
adalet leke götürmez. Değerli arkadaşlarım, bir konuya daha
özellikle temas etmek istiyorum: Gene son yıllarda, hele birkaç yıl içerisinde,
yargıya, siyasetçilerin müdahalelerini gördük. Yargılama, biliyorsunuz,
hazırlık tahkikatıyla son tahkikata kadar giden bir yargılamadır. Maalesef,
üzülerek ifade ediyorum, ilk tahkikatlarda bazı savcılara, hatta ifade alan hâkimlere
de olup olmadığı tartışılabilir, siyasî müdahaleler olmuştur. Savcıların
bazıları, bazı tahkikatlardan el çektirilmişlerdir. Maalesef, Adalet Bakanımız
da buna vesile olmuştur. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, şunu herkesin bilmesi
lazım: Kimin zülfiyârine dokunuyorsa, gerçek Türkiye'de ortaya çıkmalıdır.
Eğer, Türkiye'de bunu ortaya çıkaramıyorsanız, yargının bağımsızlığının,
milletin güvencesinin ve yargılanma hakkının dahi, ne kadar Anayasada güvence
altına alırsanız alın, kıymeti harbiyesi olmaz. Bu bakımdan, hiç kimse, hiçbir
şekilde yargıya müdahale etmemelidir. "Bana dokunuyor ise ben müdahale
ediyorum..." Böyle şey olmaz ve hükümetin, devletin en yetkili
organlarının başında olanların buna müdahalesi çok yanlıştır. Sevgili arkadaşlarım, sözlerimin sonunda
şunu söylemek istiyorum: Hukukun tek efendisi vardır o da hukuktur. Saygılarımı sunuyorum. (DYP ve SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Gruplar adına başka söz isteyen?... Yok. Madde üzerinde önerge bulunmamaktadır. Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 13 üncü
maddesinin gizli oylamasını arz ediyorum : Oylamaya 466 sayın üye katılmış, 447
kabul, 15 ret, 3 çekimser, 1 boş oy kullanılmıştır. Böylece 13 üncü madde de kabul edilmiş ve
13 üncü madde, Anayasanın öngördüğü beşte 3 çoğunluğu elde etmiş oluyor
efendim. 14 üncü maddenin oylamasına geçiyoruz. (Oyların toplanılmasına başlandı) BAŞKAN - Başbakan Sayın Bülent Ecevit'in
yerine, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Devlet Bahçeli; Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan'ın yerine, Devlet Bakanı
Sayın Mustafa Yılmaz; Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Mesut
Yılmaz'ın yerine, İçişleri Bakanı Sayın Rüştü Kâzım Yücelen oy
kullanacaklardır. (Oyların toplanılmasına devam edildi) BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın
milletvekili var mı? Yok. Oy verme işlemi bitmiştir; oy kutuları
kaldırılsın. (Oyların ayırımına başlanıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 15 inci
maddenin görüşülmesine başlıyoruz. 15 inci maddeyi okutuyorum: MADDE 15.- Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 38 inci maddesine aşağıdaki fıkra
yedinci fıkra olarak eklenmiş, mevcut
beşinci ve altıncı fıkralarından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar
eklenmiştir. "Savaş, yakın savaş ve terör suçları
halleri dışında ölüm cezası verilemez." "Kanuna aykırı olarak elde edilmiş
bulgular, delil olarak kabul edilemez." "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden
doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden
alıkonulamaz." BAŞKAN - 15 inci madde üzerinde, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat
Bey; buyurun efendim. (AKP sıralarından alkışlar) AKP GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT
(Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; yeni yasama
yılının hayırlara vesile olması dileğiyle, hepinizi kutluyorum, başarılar
diliyorum. Yeni yasama yılında, olağanüstü bir
toplantıyla da olsa, Anayasamızda temel bazı değişikliklerin yapılmasının da
müspet bir adım olduğunu görüyor ve bu yönde de hepinizi kutluyorum. Üstünde konuştuğum 15 inci maddenin son
iki fıkrası, hakikaten, Anayasamız için ve kendi hukukumuz için, Türk hukuku
için temel iki prensibi getirmiştir ve tasvip ediliyor; ancak, kanun teklifinin
1 inci maddesi, yani, idam cezasının sınırlandırılmasıyla ilgili olan hüküm,
maalesef, daha sonra Anayasa Komisyonunda değiştirilerek çerçeve
genişletilmiştir. Bence, bu, yanlış bir adımdır; çünkü, her şeyin ötesinde, idam
cezasının, artık, çağdışı olduğunu kabullenmek durumundayız. Dünyanın her
yerinde, ileri ülkeler dediğimiz tüm ülkelerde, tüm hukuk sistemlerinde, artık,
ölüm cezası çağdışı olarak kabul edilmektedir. Cezanın çağdışılığı olur mu;
tabiî ki, var. Geriye dönüp baktığımız zaman, çok gerilerde değil, belki, çok
yakın dönemlerde dahi insanların yakılarak öldürülmesinin, derilerinin
yüzülmesinin, kemiklerinin kırılmasının da bir ceza olduğunu unutmayalım; ama,
artık, bunların ceza olarak kabul edilebilmesini mantığımız nasıl kabul
etmiyorsa, bir süre sonra, bugünkü şartlarda da, idam cezasının, artık, çağdışı
bir ceza olduğunu kabullenmek durumundayız. Kaldı ki, terör suçlarının da kapsam
içerisine alınmasına bir anlam veremiyorum; çünkü, ideolojik suçlarda, ideolojinin
hâkim olduğu suçlarda, ölüm, suçlu üstünde bir korku yaratmaz. Çok yakında
gördük. Birileri, bir inanç için -sapık bir inanç da olabilir- uçağa atlayıp,
binlerce kişiyi kendisiyle beraber öldürebiliyor veya Taksim'de, üstüne bomba
bağlayarak kendisiyle birlikte birilerini öldürebiliyor veya halen
hapishanelerimizde görüldüğü gibi, yüzlerce insan ölüme yatabiliyor. Demek ki,
ölüm, bir ceza değil bazıları için. O zaman, kimin için; adi suçlular için;
ama, biz bunu kaldırıyoruz ve doğru; ancak, bunun aksini yapmayı, ben, bir
yerde, aklıma, mantığıma sığdıramıyorum. Şu sual aklıma geliyor -çünkü, terör
suçlularının büyük bir kısmı halen Türkiye dışarısında ve Türkiye'ye de iade
edilmiyor, sebebi, Türkiye'de idam cezasının olmasından dolayı- acaba, birileri, Avrupa'da bir yerlere
sığınmış olan bu terör suçlularının Türkiye'ye iadesini istemiyor mu? Acaba,
bunlar, buraya gelirse, bazı itiraflarda mı bulunacaklar? Bundan dolayı mı,
acaba, terör suçlularının kapsam dışına konulması, benim için, kafamda bir sual
işareti yaratıyor. Kaldı ki, Avrupa Birliği kriterleri ilan
edildi; bunlardan birisi de idam cezasının kaldırılmasıydı. Kriter demek,
temelde değiştirilemeyen, uyum zorunluluğunda olduğunuz bazı ana maddelerdir ve
bunun karşılığında, ulusal programımızla, biz de, bu kriterlere uyma
taahhüdünde bulunuyoruz. Bu taahhütlerden birisi de, idam cezasının
kaldırılmasıdır. Belki istisnaî durumlardaki bir savaş halinde, belki askerî
suçlarda düşünülebilir; ama, bunun haricinde, idam cezasını, artık, bugün, savunabilmek
mümkün değil. Bir yerde, bu olaya çok uygun bir anekdot
aklıma geliyor: Üç arkadaş bir ülkede gezerlerken bir suça iştirak ediyorlar ve
yargı önüne çıkıyorlar. Hâkim alternatifli bir ceza sunuyor, diyor ki bu üç
kişiye: "Ya 1 kilo tuz yiyeceksiniz, ya 80 tane sopa yiyeceksiniz veya 80
altın ödeyeceksiniz; seçmek size ait." Bunlardan birisi kalkıyor 80
altınını sayıyor, cezasını bitiriyor, çıkıyor, gidiyor. Diğeri oturuyor, inatla
1 kilo tuzu yiyor; o da cezasını bitiriyor; ama, çok aklıevvel olan üçüncüsü
diyor ki: "Ben tuzu yiyeceğim." Tuzu önüne koyuyorlar; ıkınıyor
sıkınıyor, 800 gramını yiyor; ama, daha ileri gidemiyor, diyor ki: "Ben
vazgeçtim; 80 tane sopa yiyeceğim." Adamı falakaya yatırıyorlar; 60'a
kadar sayıyorlar; 60'a gelince dayanamıyor, diyor ki:"Tamam, ben pes
ettim; vazgeçiyorum." Kalkıyor, 80 altınını veriyor. Şimdi, acaba, Türkiye, bu üçüncüsü mü?
Yani, bir yerde, 1 kilo tuzu yemek çabası içerisindeyiz; ama, bir yerde
bırakıyoruz, geliyoruz, 80 değnek yemek istiyoruz, 60 ıncı değnekte bırakıyoruz
ve en sonunda da paramızı ödüyoruz. Niye bu?! Ben inanıyorum ki, bundan evvel
yapılmış olan tüm yasa değişikliklerinde, bir süre sonra, bu madde de karşımıza
çıkacaktır, terör suçları da bundan çıkacaktır; belki, sadece askerî suçlarda bırakılacaktır.
Gelin, rasyonaliteyi kabul edelim, aklı kabul edelim, sonunda varacağımız
noktaya şu anda varalım. Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AKP
ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, söz sırası, Saadet
Partisinde. Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan,
buyursunlar efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Anayasamızda değişiklik yapan kanun
teklifinin 15 inci maddesinde söz almış bulunuyorum. 737 sıra sayılı bu
teklifle Anayasamızın 37 maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Teklifi hazırlayan Uyum Komisyonu
üyelerine ve Muhterem Başkanına, Anayasa Komisyonu üyeleri ve Muhterem
Başkanına, bu yaptıkları çalışma vesilesiyle teşekkürlerimi ve tebriklerimi arz
etmek isterim. Hakikaten, geniş bir anayasa tadilatıdır.
Bu, şunu gösteriyor: Hep, darbelerin yaptığı anayasalardan sonra, Türkiye Büyük
Millet Meclisi iradesini ortaya koyuyor ve darbe anayasalarının millete uymayan
kısımlarını düzeltiyor. Bu, müspet bir gelişmedir. Bunda, Türkiye Büyük Millet
Meclisi bütün üyelerinin iştiraki vardır, desteği vardır; nitekim, oylamalar da
bunu göstermektedir. Tabiî, temennim, önümüzdeki dönemde, Anayasanın
milletimize ve günümüze uymayan diğer bazı maddelerinin de süratle
değiştirilmesi, tadil edilmesi, Anayasa etrafında ihtilal dönemlerinin, darbe
dönemlerinin baskıcı, zorla tasvibi yerine bir millî mutabakatın oluşmasıdır.
Bunu, milletimizin fertleri, sivil toplum kurumları ve hatta yüksek yargı
organları da dile getirmektedirler. Bu bakımdan, bu çalışmaların aksatılmadan
devam etmesi gerekir. Milletin değerlerinin Anayasaya taşınması, milletin
benimsediği ve destek vereceği, uyum sağlayacağı bir Anayasanın ortaya
konulması, milletimizin gelişmesi, bekası ve saadeti için de zarurîdir. Tabiî, Anayasaları sıfırdan, toptan yapmak
da var; ama, aksayan noktaları düzeltmek de var. Belki, değerleri oturmamış,
kurumları oturmamış bizim gibi bir ülkede ihtiyaç noktalarında düzeltme
yaparak, alıştıra alıştıra kalıcı bir Anayasaya ulaşmak daha makul de olabilir;
ama, Anayasadaki bütün kurumları tekrar elden geçirmek lazım. Burada, bu vesileyle şunu da söylemek
istiyorum: Tabiî, bu madde, 15 inci madde, Anayasanın 38 inci maddesini
değiştirmektedir; 38 inci maddesine getirilen değişiklikler de ölüm cezalarıyla
ilgili bir düzenlemedir, delil
toplamaya ait esaslar getirilmektedir; bir de, sözleşmelerden doğan ahitlerini,
vecibelerini yerine getirmeyenlerin hapsedilemeyeceğine dair bir hüküm getirilmektedir.
Bu son fıkrayla ilgili bazı mülahazalarım var.
Önergemiz de olacak Grup olarak; üzerinde tartışılıp, tekrar
düşünülmesinde fayda var. Ancak, yine, bu Anayasa değişikliğiyle
ilgili birkaç hususu arz etmek istiyorum muhterem üyeler. Tabiî, Anayasada
birtakım metinleri ortaya koyuyorsunuz; ama, mühim olan, Anayasayı uygulayan
kurumlardır, kişilerdir; yani, o kurumlarda, uygulama noktasında, tatbikat
noktasındaki kurumlarda ve o kurumları temsil eden şahıslarda, kurumları
yöneten şahıslarda, Anayasanın hedefleri, Anayasanın getirmek istediği anlayış
benimsenmez ise, sadece, madde metinlerinden, kuru ifadelerden, Anayasa
tatbikatının millete saadet getirmesi mümkün değildir. Onun için, Anayasayı
millet iradesi olarak ortaya koyan, Meclis tarafından ortaya konulan anayasa
değişikliğinin ilgili kurumlarda da, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün
kurumlarında da, millet fertleri için olduğu gibi, anlaşılması, benimsenmesi ve
inanılarak tatbik edilmesi çok mühimdir. Bunu da sağlayacak olan, siyasî
iradedir. O siyasî irade demek, milletten iradeyi almış olan Türkiye Büyük
Millet Meclisidir; milletin güvenini almış olan da, cumhuriyet hükümetleridir.
Cumhuriyet hükümetlerinin, devletin bütün kurumlarını Anayasa istikametinde
güçlü bir şekilde yönetmesi, yönlendirmesi ve denetlemesi esastır. Zannederim,
bundan sonraki değişikliklerde de, devletin bütün kurumlarının güvenoyu almış
hükümetlerle ve Türkiye Büyük Millet Meclisiyle uyumlu çalışacağı noktaya
getirilmesi, anayasa değişikliklerinde temel felsefe olacaktır diyorum. Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Efendim, şimdi söz sırası, Doğru Yol
Partisi Grubunda. Erzurum Milletvekili Sayın Ayvaz Gökdemir;
buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Çerçeve 15 inci madde, meri Anayasamızın
suç ve cezalara ilişkin esasları belirleyen 38 inci maddesinde üç fıkrayla
değişiklik yapmaktadır. Bunlardan birisi, savaş, yakın savaş ve terör suçları
halleri dışında ölüm cezası verilemez eklemesidir. Mevcut Anayasamızda -ilgili
maddede- suç ve cezalara ilişkin esasları belirleyen maddede, bugüne kadar,
idam cezası verilir veya verilemez diye bir hüküm, bir norm mevcut değildi;
yani, şu anki meri hukukumuza göre
Türkiye'de idam cezası, tamamen ceza kanunuyla ilgili, ilişkili bir meseledir.
Bir meclis ekseriyeti, bir iktidar arzu eder, lüzum görürse, Ceza Kanununda
değişiklik yaparak idam cezasını kaldırabilir veya ihtiyaç duyarsa, anayasa
değişikliği gibi zor bir sürece başvurmaksızın idam cezasını, tekrar,
koyabilir. Bu rahatlık varken, Anayasaya böyle güçleştirici bir normun
eklenmesini biz doğru bulmuyoruz. Bunu getiren arkadaşlarımız, bunu tasvip eden
arkadaşlarımız, Türk hukukunda değişiklik ihtiyacından değil, Avrupa Birliği
meselesinden dolayı bunu getirmektedirler. Gerçekten de, Avrupa Birliğine dahil
ülkelerde ölüm cezası yok. Biz de gireceğiz, hazırlık halindeyiz deniliyor;
buna bizim cevabımız: Avrupa Birliğine girmek için bütün hazırlıklar tamam olduktan sonra, eğer, tek engel bu
ölüm cezası kalıyor ise, o zamana kadar Avrupalılar da hukuklarında bir
değişiklik yapmamışlarsa, mesele yeniden düşünülebilir; işte, o zaman, kaldırır
ve gireriz. Ben, şahsen ve Grubumun ekseriyeti, ölüm
cezasının kaldırılmasına karşıyız. Ölüm cezası bir müeyyide olarak Türkiye'de
ceza yasalarımızda muhafaza edilmelidir. Bu kanaatimiz, insan öldürülmesinden
hoşlandığımız için değil, hoşlanmadığımız içindir; siyasî bir tavır değildir;
yakın dış ve iç gelişmelerle ilgili değildir; doğrudan doğruya fert haklarıyla
ilgilidir. Günümüzde, fert hakları, yüceltilen haklardır. Siyasî olmayan, savaşla ilgili olmayan
-terörü de siyasî suç sayarsak, bir nevi zemininde siyaset olan suç sayarsak-
sıradan suçlar, adi suçlar, suçlular dediğimiz kategoriye baktığımız zaman,
bugün, Ceza Kanunumuzda idamla cezalandırılan suçların niteliğine baktığımız
zaman "idam cezası verilemez" demenin, toplumumuzda büyük bir
tepkiye, huzursuzluğa sebep olacağı kanaatindeyiz. Ceza, adil olmalıdır. Ceza, herkesi tatmin
etmelidir; bilhassa, mağdurları tatmin etmelidir. Ceza, tarafları ve bilhassa
mağdurları tatmin etmediği takdirde, insanlarda kin duygusu uyanır, intikam
duygusu uyanır; insanlar kısasa kalkışabilir; insanlar "ihkakı hak"
diyebilir, yani "ben hakkımı kendim alırım, cezamı kendim veririm"
diyebilir. Bu da, devlet olma niteliğiyle bağdaşmaz; toplumda adalet duygusu
ağır şekilde zedelenir. Türkiye, bir suçlular cennetidir; bir
cezalılar cennetidir. Bir suçlu, hâkim önüne gittiği zaman "kellemi
kurtarırsam yeter, gerisi kolay" diyor ve gerçekten de, kellesini
kurtaran, bir suretle dışarıya çıkmanın da yolunu buluyor; bunu, hepiniz
biliyorsunuz. Uzun bir müddetten beri idam cezaları uygulanmamakla beraber, şu
anda, caydırıcı tek müeyyidemiz, idam cezasıdır. Birtakım insanlar, bundan
korkuyor. Şimdi, bu ağır insan kusurlarını burada
sıralamaya lüzum yok. Komisyonda bir tek misal verdim. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) - O misal şu:
Küçük çocuklara karşı işlenen suçlar... Bu suçları yakınımızda düşünelim -Allah
korusun- nefsimizde düşünelim. Böyle bir suç halinde, böyle bir mağduriyet
halinde, insanın yüreğini ne soğutur, insanda adalet duygusunu hangi müeyyide
muhafaza eder, hangisi etmez?! İşte, biz, bu sebeple, Türkiye'de, şu
konjonktürde, idam cezalarının kaldırılmasını, Anayasaya "ölüm cezası
verilemez" gibi bir hükmün konulmasını yerinde bulmuyoruz (DYP
sıralarından alkışlar) ve bu sebeple, bu maddeye oyumuz kırmızı olacaktır
ekseriyetle. Bizim gibi düşünen arkadaşları da, aynı şekilde oy kullanmaya
davet ediyoruz. Bu, bu paketi zedelemek, sakatlamak değildir; çünkü, bu fıkra,
bu madde, 38 inci madde, millî bir icapla gelmemektedir. Bizi zorlayan dış icabın
da daha vadesi çok uzundur. Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi, söz sırası,
Anavatan Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan'da. Buyurun efendim. (ANAP sıralarından
alkışlar) ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına, Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. Çerçeve 15 inci maddeyle değiştirilen 38
inci madde, görüştüğümüz maddeler içerisinde, şimdiye kadar yapılan
değişikliklerin, hem önem açısından en önemli olanı hem de kapsam açısından en
kapsamlı olanıdır. Burada, eski metinle yeni metni karşılaştırdığımız zaman;
ilave edilenler: "Savaş, yakın savaş ve terör suçları halleri dışında ölüm
cezası verilemez." Diğer fıkra: "Kanuna aykırı olarak elde edilmiş
bulgular, delil olarak kabul edilemez." Ek olarak da: "Hiç kimse,
yalnızca sözleşmelerden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı
özgürlüğünden alıkonulamaz." Değişiklikler bunlar. Şimdi, burada, önce -savaşı bütün
arkadaşlarımız, hepimiz anlıyoruz- yakın savaş nedir? Yakın savaş konusunda
kafalarda tereddütler vardır. Yakın savaşta, savaşta olduğu gibi iki devlet
var. İki devletin, savaş öncesi birbirini tehdit unsurlarında, mesela,
sınırlara kuvvet yığılması zamanında meydana gelen olaylardır; yani, savaş
öncesi tehdit döneminde meydana gelen olaylardır. Bu nedenle, terörle alakası
yoktur. Yakın savaşın, içimizle, ülke içiyle alakası yoktur. Ülke içindeki olay
terördür. Terörün geldiği nokta, bugün, dünyada bellidir ve dünyanın terör
konusundaki hassasiyeti dikkate alındığı zaman, bu düzenleme, savaş, yakın
şavaş ve terör suçlarına ölüm cezası verilmesi konusu gayet isabetli bir
düzenlemedir. Yalnız, buradaki, terör suçlarındaki ölüm
cezası bize neye mal oluyor; terör suçlarında ölüm cezası var diye, suçluların
iadesi konusunda, suçluları vermiyorlar. Yani, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti
yazıyor, Adalet Bakanlığı, Başbakanlık yazıyor; "sizde ölüm cezası var;
ölüm cezası olduğu için, terör suçlularını vermiyorum" diyorlar. Şimdi, bizim, Anavatan Partisi Grubu
olarak, hükümete bir teklifimiz var ki; Grup olarak değerlendirdik. Şu anda,
hükümetimiz... Avrupa İnsan Hakları çerçevesinde, Konsey çerçevesinde, mademki
bütün ülkeler teröre bu kadar hassas noktaya geldi, o zaman, terör suçluları
otomatik olarak iade edilmelidir. Bu noktayı, mutlaka, hükümetimiz, dünya hukuk
platformuna getirmelidir. Hem terörle mücadele edeceğiz hem de terör
suçlularını iade etmeyeceğiz! Böyle bir anlayış olamaz. Eğer, dünya, terör
suçluları hakkında ciddiyse, terör suçlularını iade etmelidir. Bir taraftan
terörden yakınacaksınız, bir taraftan da, Belçika'da -ki, demokrasinin kalbi
olan ülkede- terör suçlusunu eli kolu serbest gezdireceksiniz! Bu, çifte
standarttır. Dolayısıyla, burada, mutlaka, hükümetimizin bu konuda girişimde
bulunması lazım, bu konuda atak yapması lazım, atılım yapması lazım. Terör
suçluları otomatik olarak iade edilmelidir. Ben, esas olarak bu konuyu arz
etmek üzere söz aldım. Bir diğer konu, kanuna aykırı olarak elde
edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceğidir. Bu, çok ciddî ve hukukî
bir düzenlemedir, çağdaş, standart bir düzenlemedir; ki, bundan sonra, şantajla
delil elde etme, özel hayatın gizliliği ve temel hak ve özgürlükler noktasında
müdahaleler, bu maddeden dolayı azalacaktır; ama, bu konuda mutlaka uyum
yasaları çıkarmamız lazım. Bir diğer nokta, hiç kimsenin, yalnız
sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünün
kısıtlanamayacağıdır. Biz, Adalet Komisyonunda, geçen dönemlerde, çek yasasını
görüştük. Sadece Beyoğlu Asliye Ceza Mahkemesinde 11 000 çek davası olduğunu
düşünürsek ve Türkiye'deki adliyelerin esas ceza davalarının hemen hemen dörtte
1'ine yakınının çek davası olduğunu düşünürsek, ayrıca, mal beyanında
bulunmamaktan dolayı insanları içeri tıktığımızı düşünürsek; çiftçinin,
Bağ-Kurlunun, SSK'lının, mal beyanında bulunmamasından dolayı, biz, burada,
işte, bütün esnaf içeride, bütün çiftçi cezaevinde diye popülist yaklaşımları
önlemenin tek yolu budur. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Popülist olur mu
canım! BEYHAN ASLAN (Devamla) - Burada,
sözleşmelerden doğan bir yükümlülükten dolayı ceza verilmemelidir. Ben, ceza
verilmesin diyorum; ama, bir hafta ceza aldı diye, bu yasa varsa burada, kimse
böyle yaklaşamaz. Şimdi, bize düşen bu cezayı kaldırmak. Mademki yasada var,
yasada olanın burada politikası yapılmaz. Eğer yasada yoksa, o zaman bu
düşünülür. Öyleyse, biz, şu anda, derhal, bu anayasa değişikliğine ait uyum
yasasını süratle getirir kanunlaştırırsak, o zaman çiftçinin de, Bağ-Kurlunun,
da SSK'lının da borcundan dolayı cezaevine girmesini önlemiş oluruz. Çekten
dolayı da, yine, cezaevine girmesini önlemiş oluruz. Ziraat Bankasından dolayı
da, yine, mal beyanından mütevellit cezayı önlemiş oluruz. Mevzuatta varsa kim
şikâyet edebilir!.. Yani, muhalefette başka iktidarda başka konuşamayacağınıza
göre, bu olayın çözümü budur. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BEYHAN ASLAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, ben tekrar ediyorum; elbette ki, bu anayasa değişiklikleriyle
ilgili uyum yasalarını ciddiyetle tartışacağız, görüşeceğiz; ama, ben tekrar
ediyorum, en önemli hadise, terör suçlarındaki iadeyi sağlayacak düzenlemenin
mutlaka yapılması noktasında hükümetimizin harekete geçmesidir. Bu konuda, hükümetimizin,
dünyanın geldiği terörü de dikkate alarak, bu hassasiyeti dikkate alarak, bu
ortamı dikkate alarak bu konuda harekete geçmesini diliyorum ve Yüce Meclise
saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslan. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın Uzunırmak. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Sayın Başkan,
sayın sözcünün dile getirdiği konuda, bizim, iadesini istediğimiz, taraf olan
ülkenin kişiyi tanımlamasına bağlı olan bir konu. Taraf olan ülke, o suçluyu
terör suçlusu mu kabul ediyor, siyasî suçlu mu kabul ediyor? Türkiye'den
ayrılan birçok kişiyi, onlar, siyasî suçlu olarak kabul ediyorlar. Terör
suçlusu kabul etseler, zaten, konu hallolur; ama, oradaki hükümetler, oradaki
ülke adliyeleri, onları terör suçlusu değil, siyasî suçlu kabul ediyor. Onun
için, hükümete yanıltıcı bir bilgi vermeyelim ve yanlış bir taarruzda
bulunmayalım. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim; mesele
anlaşılmıştır. SALİH ÇELEN (Antalya) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Çelen, buyurun; siz ne
istiyorsunuz?.. SALİH ÇELEN (Antalya) - Efendim, ben,
Anavatan Partisinin sayın sözcüsünün dediğini anlayamadım. Eğer, idam cezası... BAŞKAN - Efendim, çok özür dilerim,
zabıtları alır okursunuz, böyle bir söz tarzımız yok. Rica ederim efendim... TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, bir
milletvekili söz istiyor, neden vermiyorsunuz?! BAŞKAN - Efendim, sataşma olursa söz
verebilirim. Yani, istirham ederim... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın
Başkan... BAŞKAN - Buyurun efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın
Başkan, bir tavsiye: Yasal olarak, siyasî suç kavramı ile terör suçu farklıdır.
Eğer, siz, bir terör suçunu siyasî suç kavramının içerisine koyarsanız, o
zaman, Batı ve çağdaş dünya, siyasî suç teriminden hareket etmek suretiyle,
İngilizceden hareket etmek suretiyle, terör suçunu fikir suçu olarak karşınıza
getirir ve böylece sizi itham ederler. Onun için, siyasî suç ile terör suçu
farklıdır, farklı olarak düşünülmesi lazımdır; özellikle de farklı olarak
kaleme alınması gerekir. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Verkaya'da. Buyurun Sayın Verkaya. (MHP sıralarından
alkışlar) MHP GRUBU ADINA MUSTAFA VERKAYA (İstanbul)
- Değerli milletvekilleri, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Bilindiği gibi, terör, ülkelerin, siyasî,
sosyal ve ekonomik yapısını tahrip eden, insan hayatına ve onuruna yönelmiş
vahşi eylemler bütünüdür. Takdim şekli ne olursa olsun, terörün mahiyeti, onun
gerekçelerinde değil, tahrip ettiği, insan hayatına yönelttiği yıkıcı etkilerde
ortaya çıkar ve öyle de anlaşılır. İnsanın varlığını ve yaşama hakkını vahşice
ortadan kaldırma eylemi olan terörü gerçekleştirenler, hangi maskeyi takarlarsa
taksınlar, aşağılık eylemlerin sorumlusu olmaktan kurtulamazlar. Bundan
dolayıdır ki, terör, bir insanlık ayıbı olduğu gibi, tüm insanlığa yöneltilmiş
en vahşi ve en acımasız eylem biçimidir. Eğer bir toplumda, hatta uluslararası
camiada, terörün, insan hayatına yönelen, insanı yok etmeyi amaçlayan aşağılık
eylem biçimi olduğu konusunda bir bilinç yoksa, hatta teröristi, siyasî
mücadele yürüten birisi, bir kahraman gibi görme eğilimi varsa, bu durum,
hastalıklı, marazi tiplerin teröre yönelmelerini sağlar. Bu da, bir nevi terörü
teşvik ederek ödüllendirmek anlamını taşır. Bunun için, terörizme karşı tüm insanlığın
ortak bir anlayış ve tavır geliştirmesi, günümüz şartlarında daha da önemli
hale gelmiştir. Bilindiği gibi, teröre en ağır bedeli ödeyen
ülkelerin başında Türkiyemiz gelmektedir. Türkiye olarak, yirmibeş yıldan beri
yaşadığımız ve çok acı çektiğimiz olaylardan elde ettiğimiz tecrübeleri dünya
ile paylaşmak istememiz, insanlığa karşı ciddî ve olumlu bir katkıdır da. Bugün, Amerika Birleşik Devletlerinde
yaşanan büyük insanlık dramından da elde edeceğimiz neticeler ve dersler
vardır. İnsanlık, bu olaydan elde ettiği tecrübe ve değerlendirmelerini, daha
güzel bir dünya için kullanabilmeyi başarabilirse, acılar hafifletilebilir,
unutulmasa da teselli bulunabilir. Yaşanan büyük terör olaylarının
muhasebesinden ve değerlendirmesinden şu hususları tespit etmeli ve mutabakata
varmalıyız: 1. Terör, bir siyasî faaliyeti değil,
meşruiyeti olmayan, ahlakî değerler taşımayan bir yöntemi ifade eder. Terörist
ise, insanlık düşmanı canilerin kolektif ismidir. 2. Terörü uluslararası siyasetin bir aracı
olarak görmek, vahşeti küreselleştirmek anlamını taşır. Terör, dünya çapında
bir tehdit olduğu için, teröre karşı uluslararası müeyyidesi olan siyasî,
hukukî ve pratik eylem zeminini oluşturmaya ihtiyaç vardır. Bu çerçevede,
terörizmle ilgili kavram ve yöntemler netleştirilmeli, uluslararası işbirliği
ağı güçlendirilmelidir. Bunun için, Birleşmiş Milletler Teşkilatı öncülüğünde,
uluslararası terörizmle mücadele konferansı mutlaka toplanmalıdır. 3. Terörü destekleyen ülkelere karşı
uluslararası toplum yaptırımlar uygulamalı, terör suçlularını insanlık suçlusu
ilan edip, bireysel suçların dışında bütün insanlığa karşı işlediği için, bu
eylemden dolayı da ayrıca yargılanmalıdır. Ölüm cezası, ülkelerin ceza sistemlerinden
bütün suçlar için çıkarılsa bile, terör suçluları için mutlaka yer almalıdır.
Bu gerçeklerin ışığında terör suçlularına ölüm cezası getirilmesini doğru
bulduğumuzu burada belirtmek istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bazılarının iddia ettiği gibi, terörün kaynağı dinler, medeniyetler veyahut da
İslam Dini değildir. Terörizmin bizatihi kendisi, ibadeti eylem olan, marazi
ruh yapısında ilahları bulunan sapıklık tarikatıdır. Bu nedenle, hiç kimsenin
dinler ya da medeniyetler çatışmasına çanak tutarak, bütün insanlığın ortak
yaşama alanı olan yeryüzünü yaşanılmaz hale getirmeye, cehenneme çevirmeye de
hakkı yoktur. İnsanlığın ortak hafızasını sürekli canlı tutmak ve terör mücadelesinde
hız kesmemek için, 11 Eylülün, "dünya terörle mücadele ve terör
mağdurlarını anma günü" olarak kabul edilmesini doğru bulduğumuzu da
belirtiyorum. Ayrıca, idam cezasının çağdışı olduğu
konusundaki ileri sürülen gerekçelere de asla katılmıyoruz; çünkü, burada bu
maddeye konulmuş olan terör suçları için kabul edilen idam cezası, hepinizin
bildiği gibi, Altıncı Protokolden esinlenerek konulmuştur. Savaş hali, yakın
savaş hali ve terör suçları işleyenlere karşı idam cezasının konulması Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin tabiî bir sonucudur; çağdışı değil, tam manasıyla
dünyanın kabul ettiği, evrensel manada çağdaş bir ceza biçimidir. Hepinize teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) -
Zabıtlara geçmesi bakımından, yerimden bir şey söyleyebilir miyim. BAŞKAN - Buyurun efendim. SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) - Sayın
Başkan, değerli milletvekillerimiz; 15 inci maddedeki, daha önce Anayasamızda
bulunan genel idam telaffuzu, savaş, yakın savaş ve terör kelimeleriyle
sınırlandırılmıştır. Dünya hukuk literatüründe, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinde "yakın savaş" deyimi yoktur. Terör meselesi ise, nerede
başlıyor, nerede bitiyor; o da muğlaktır, açıklanmış değildir. Yani, terörün
siyasal amaçlı, eylem amaçlı olduğu, 15 inci maddede net anlaşılmış değildir. BAŞKAN - Peki efendim. SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) - Şunu
demek istiyorum: Elbette ki Avrupa'nın hiçbir ülkesinde şu anda idam kararı
olmamakla birlikte, Sayın Komisyondan ve hükümetten... BAŞKAN - Efendim, mesele anlaşılmıştır.
Siz bu suali Sayın Komisyon Başkanına sordunuz biraz evvel, Sayın Komisyon
Başkanı izah etti... Ona da söz vereceğim. SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) -
"Yakın savaş" deyiminin tam açıklanmasını... Yüce Meclisin bütün
milletvekillerinin merak ettiği bir konudur. Böyle bir terim dünya hukuk
sisteminde yoktur. BAŞKAN - Tamam efendim, mesele anlaşıldı;
teşekkür ediyorum... Sayın Başkan açıklayacak. Sayın Komisyon Başkanı, buyurun efendim. SALİH ÇELEN (Antalya) - Sayın Başkan,
Amerika Birleşik Devletleri Bin Ladin'i yakaladığında ne yapacak; buna da cevap
verir misiniz lütfen... ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI TURHAN TAYAN
(Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan çerçeve 15
inci madde üzerinde söz alan arkadaşlarımız bazı tereddütlerini ortaya
koydular. Sayın Dengir Fırat "savaş, yakın
savaş ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemez" fıkrasının
Uzlaşma Komisyonu raporunda, metninde yer almadığını ifade ettiler. Sanıyorum,
ben yanlış anlamadıysam böyle söylediler. Oysa, bu fıkra, Uzlaşma
Komisyonumuzun ilk toplantılarından itibaren öngörülmüş ve bu, Anayasamızın 38
inci maddesine derç edilmiştir. Zaten, gerek daha önce dağıtılan, siyasî partilerimizin
sayın genel başkanlarına arz edilen metinlerde mevcuttur, gerekse teklifin
metninde, bu, açıkça ifade edilmektedir. Yani, bu fıkra, Anayasa Komisyonunda
daha sonra konulmuş bir fıkra değildir. İkincisi, bir arkadaşımız yakın savaşla
ilgili tereddütünü burada ifade etmiştir. Şimdi, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine bağlı Altıncı Protokolün 2 nci maddesini buradan okuyorum: "Madde 2: Bir devlet, mevzuatında,
savaş veya yakın savaş tehlikesi zamanında işlenmiş olan fiiller için ölüm
cezası öngörebilir. Bu ceza, ancak, bu mevzuatın belirttiği hallerde ve
bunların hükümlerine uygun olarak uygulanabilir." Yani, biz, savaş veya yakın savaş durumunu
bizatihi Uzlaşma Komisyonu veya Anayasa Komisyonunda öngörerek bu metne dahil
etmiş değiliz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Altıncı Protokolünde yer alan
bir uygulamayı Anayasamıza dahil etmişizdir. Şimdi, yakın savaş nedir; bu konuda
arkadaşlarımızın bir tereddütü var. Yakın savaş, savaş tehlikesidir. Savaş
şartları... Savaş nedir; bunun uluslararası hukukta bir tarifi vardır. Savaş
olabilmesi için tarafların olması lazımdır, tarafların belli olması lazımdır.
Tarafların olması, tarafların belli olması halinde bir savaştan bahsedilebilir,
şartları vardır. Yakın savaş da, bu savaş tehlikesinin mevcudiyeti halleridir.
Yani, biz, yeni bir durum ihdas etmiyoruz, yeni bir müessese tarif etmiyoruz. Şimdi, gelelim, buradaki bahsi geçen terör
suçları hallerine. Nedir bu? Değerli arkadaşlarım, Uzlaşma Komisyonu
müzakerelerinde arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde bizim anlayışımız
şöyle ifade edilmiştir. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesi
şu şekildedir: "Terör tanımı Madde 1- Terör; baskı, cebir ve şiddet,
korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen
Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzenini
değiştirmek, Devletin, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk
Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini
zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok
etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak
amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü
eylemlerdir. Bu Kanunda yazılı olan örgüt, iki veya
daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş sayılır. Örgüt terimi, Türk Ceza Kanunu ile ceza
hükümlerini içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet,
çete veya silahlı çeteyi de kapsar." Dolayısıyla, burada tereddüte mahal
herhangi bir husus söz konusu değildir. Kaldı ki, şu anda çok güncel olan,
Amerika Birleşik Devletlerinde vaki olan bir terör saldırısıyla ilgili, şu
anda, Avrupa Birliği organlarında ve uluslararası alanda, terörün tarifi konusunda
yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Resmî veya gayrî resmî yapılan açıklamalar da
göstermektedir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin terör anlayışı, terörle
mücadele anlayışı konusunda ve teröre verilecek ceza konusunda Türkiye'deki
mevcut eğilimin, artık, uluslararası zeminde de teyit gördüğü, kabul gördüğü
istikametindedir. Bunu da, böylece arz etmek istiyorum. İkinci konu; Sayın Cevat Ayhan'ın, yine,
bu değişiklik teklifinde yer alan "hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan
bir yükümlülüğü yerine getirememesinden -getirmemesinden değil- dolayı
özgürlüğünden alıkonulamaz" hükmü, güncel olarak, son zamanlarda,
bankaların içinin boşaltıldığı bir dönemde böyle bir hükmün niçin
öngörüldüğünü, bunun yanlış olacağını, devleti zarara uğratacağını ifade etmektedir. Değerli arkadaşlarım, şunu açıklıkla ifade
edeyim: Yine, bu fıkra, bizden evvelki Uzlaşma Komisyonunda, yani, 2000
yılının, sanıyorum, üçüncü veya dördüncü aylarında komisyon tarafından
öngörülmüş, yararlı görülmüş ve taslağa dahil edilmiş bir hükümdür. Yani, bu
hüküm, bizden evvelki Uzlaşma Komisyonlarında görüşülürken, Türkiye'de,
böylesine, birtakım banka içinin boşaltılması olaylarıyla ilgili yaygın bir
durum söz konusu değildi; daha sonra ortaya çıkmış ve güncelleşmiş bir olaydır.
Dolayısıyla, bu olaylarla ilgili olarak buraya dahil edilmiş bir fıkra
değildir. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
Dördüncü Protokolünün 1 inci maddesini sizlere arz edeceğim. Onu da,
arkadaşlarımın bilmesinde özellikle yarar görüyorum. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
Dördüncü Protokolünün 1 inci maddesine göre "hiç kimse, yalnızca
sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden
yoksun bırakılamaz." Açıklamasını okuyorum; resmî belgelerden
okuyorum: "Bu hüküm, borçlar hukuku ilişkisinden kaynaklanan -tekrar ifade
ediyorum; borçlar hukuku ilişkisinden kaynaklanan- borçlarını rızasıyla
ödeyemeyen bir borçlunun bu yüzden hapis cezasıyla cezalandırılmasını
yasaklamıştır. Borcun ödenmemesi, ya borçlunun malvarlığı bulunmadığı için çaresizlikten
veya buna rağmen kötü niyetten olabilir. Birinci halde, yani, kendi ihmal veya
kusuru olmaksızın borcunu ödemekte acze düşen kişi, bu yüzden hapis cezasına
çarptırılamaz; ancak, borçlunun hileyle veya kasten borcunu ifa etmekten
kaçınması halinde, protokolün bu hükmünden yararlanması mümkün değildir." Değerli arkadaşlarım, bankaların içinin
boşaltılması olayı, tamamen dolandırıcılıktan veya emniyeti suiistimalden veya
Bankalar Yasası hükümlerine aykırılıktan veya Çıkar Amaçlı Organize Suçlarla Mücadele
Yasasına aykırı hareketten oluşmuş birtakım suç veya iddialardır; dolayısıyla,
bizim konumuzla, bizim düzenlememizle yakından veya uzaktan alakası yoktur.
Sanıyorum, arkadaşlarımın bazı tereddütlerinin giderilmesine yardımcı olmaya
çalıştım. Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür
ediyor, saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Efendim, şimdi, söz sırası, Demokratik Sol
Parti Grubunda. İstanbul Milletvekili Sayın Necdet
Saruhan; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA NECDET SARUHAN (İstanbul)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım
adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, huzurlarınızda
sözlerime başlamadan önce, iki mutluluğumu, izin verirseniz, arz etmeye
çalışacağım. Bunlardan bir tanesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî
şahsiyetini bilinçli veya bilinçsiz olarak yıpratmaya çalışan bazı çevrelerin
veya kişilerin bütün gayretlerine rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
parlamenter arkadaşlarım, mükemmel bir uzlaşma örneğini vererek, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının yaklaşık üçte 1'lik bölümünü değiştirme gayreti
içindedirler. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Bu nedenle, Anayasa
değişiklik teklifini veren, başta, sayın
siyasî parti başkanlarımız olmak üzere, tüm parlamenter arkadaşlarıma
tekrar teşekkür ediyorum. Arkadaşlarım, yine, izin verirseniz,
ikinci bir mutluluğum da, Demokratik Sol Partinin, yaklaşık onaltı yıl önce,
yapılmış programında ve tüm seçim bildirgelerinde, hukuk reformu, adalet
reformu ve anayasa değişiklikleri var. Bu arada, bir parantez açayım, bir de,
ölüm cezalarıyla ilgili, ölüm cezalarının kaldırılması yönünde bir öngörüsü
var. Şimdi, mutlulukla görüyorum ki, Parlamentomuzun hep birlikte verdiği bir
kararla, aklın yolu bir, bir noktada birleşerek, bu reformları da adım adım
yapıyoruz. Değerli arkadaşlarım, görüşmekte olduğumuz
teklifin değişiklik metninde, biraz önce diğer konuşmacı arkadaşlarım söyledi,
son iki fıkranın bir tanesinde "kanuna aykırı olarak elde edilmiş
bulgular, delil olarak kabul edilemez" deniliyor; burada hiçbir ihtilaf
yok, mükemmel bir hukuk kaidesi. Nedir bu; işte, telefon dinlemeleriyle,
kişinin konut dokunulmazlığını ihlal ederek, fotomontajlarla veya ses
kasetleriyle mahkûm edilmesini bir noktada önlemiş olacağız. Yine, biraz önce, Sayın Başkanım da arz
ettiler, son fıkrada "hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir
yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz"
deniliyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Dördüncü Protokolü. Değerli
arkadaşlarım, burada Başkanım da vurguladı, ben de vurguluyorum, en önemli
husus, kasıt unsurudur. Kendi ihtiyarında olmaması halinde yerine
getirememişse, ona cezaî yükümlülük getirmiyoruz ve onun özgürlüğünü
kısıtlamıyoruz. Eğer, kasıtlı olarak sözleşmeden doğan borcunu veya bir edimini
yerine getirmemiş, yükümlülüğünü yapmamış olan kişi, elbette
cezalandırılabilecektir. Bu madde de özellikle sözleşmelerin büyük bir bölümü
özel hukuku ilgilendirdiği için, son derece yerinde bir madde olarak
Anayasamıza girmiştir. Değerli arkadaşlarım, bu yapacağımız
değişiklikteki ana fıkralardan bir tanesi de, savaş, yakın savaş ve terör
suçları halleri dışında ölüm cezalarının kaldırılması, diğer bir deyişle, ölüm
cezası verilememesidir. Sayın milletvekilleri, 1764 yılından beri,
düşünürler, ölüm cezası üzerinde çalışmalar yapmışlar. Beccaria'nın yazmış
olduğu "Suçlar ve Cezalar" yapıtından bu yana, düşünürlerin çoğu,
ölüm cezasına, insanın hayatına son verdiği, tekrar geriye dönüşü olmadığı için
karşı çıkmışlardır. Yine, hukukta da bir küreselleşmeye
gitmekte olduğumuz için, milletlerarası hukuk normları ile hukukumuzu
birleştirmek, bütünleştirmek zorunda olduğumuz için ve yine, milletlerarası
sözleşmelerde, özellikle Birleşmiş Milletlerin yapmış olduğu çalışmalarda,
hatta hatta, bir Avrupa Birliği sözleşmesinde, Avrupa İnsan Haklarında olduğu
gibi, Afrika İnsan Hakları Sözleşmesinde dahi, giderek, idam cezasının, ölüm
cezasının kaldırılmasına gidiliyor. Değerli arkadaşlarım, zaten, dünyada
özellikle Batı Avrupa ülkeleri ile Orta Amerika ve Güney Amerika ülkeleri idam
cezalarını kaldırmışlar. Bazı ülkeler, bazı kısıtlamalarla buna devam ediyorlar
-ki, biz, o gruba gireceğiz, inşallah bu değişikliğimiz geçerse- diğer bir grup
da, idam cezasını mevzuatında tutuyor; ama, uygulamıyor; örneğin, Türkiye gibi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. NECDET SARUHAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmek üzere, karara
bağlanmak üzere bekleyen 59 kesinleşmiş ölüm cezası kararı var, buradaki mahkûm
sayısı 116. Biz, 1984 yılından bu yana hiçbir idam cezasını karara bağlamadık
ve infaz etmedik. Dolayısıyla, zaten, Türkiye, zımnen de olsa, idam cezasından
vazgeçmekte olduğunu ortaya koymuş durumda bir ülkedir. Arkadaşlarım, ölüm cezalarındaki amaç,
bedel ödetmedir. Ancak, uygulamalara bakıyoruz, ölüm cezasını infaz
ediyorsunuz... Devlet, kısasa kısas, dişe diş, kana kan güdüsüyle hareket
edemez, düşüncesiyle hareket edemez. Devlet, birey için vardır, bireyi yok
edemez. Yine, verilen yargı kararlarının büyük bir
bölümünde hatalar yapılmıştır. Ben, idam kararı verdikten sonra, kalemini
kırdıktan sonra psikolojik sıkıntılara giren bir sürü yargıç arkadaşımı
tanıyorum. Değerli arkadaşlarım, Galileo'yi,
"dünya dönüyor" dedi diye idam etmişler, asmışlar; ama, tekrar geriye
getirme şansımız yok. Biz, bundan uzun bir müddet önce, bir başbakanımızı, iki
bakanımızı, maalesef, ölüm cezasına çarptırdık, sonra, onların itibarlarını
iade ettik, İstanbul'da onlara bir anıt mezar yaptık; ama, üzülerek söyleyeyim,
onları geri getiremedik. Yine, arkadaşlarım, idam cezalarının
sosyolojik ve psikolojik boyutları var. Kan gütme saikiyle işlenen suçlarda,
siz, kişiyi 10 defa da idam etseniz, toplumun baskılarıyla o suçu işlemek
zorunda kalacaktır. Yine, modern cezada, rehabilitasyon
müessesesi var. Amaç, suçluyu, idam mahkûmu olsa dahi, topluma
kazandırabilmektir. Arkadaşlarım, ben avukatım, İstanbul
Barosuna bağlıyım. Barolar Birliğinin ölüm cezaları hakkındaki görüşü,
kaldırılmasından yana, DSP programı bundan yana. Yine, son zamanlarda,
özellikle eğitim düzeyi yüksek, ileri ülkelerde idam cezalarının kaldırılması
yönünde bir sürü çalışma var. Yine, istatistikî bilgilere göre -ki, Türkiye'de
bu nadiren yapılmış- on yıl kadar önce yapılan Hürriyet-KAMAR araştırmasında
idam cezasının kalkmasını isteyenler yüzde 60 civarında. Arkadaşlarım, bütün bunların yanı sıra bir
konu üzerinde daha durmak istiyorum. Ölüm cezaları kaldırılacak; ama, nasıl;
savaş hali, yakın savaş hali ve terör dışında. Ki, terör konusunda,
Amerika'daki son olaylar, Türkiye'nin haklılığını ortaya koydu ve büyük bir
şanstır, terör, herhalde, bugünden sonra, uluslararası bir düzeyde yeniden
tarif edilecek, nitelendirilecektir. Arkadaşlarım, ölüm cezaları kalkacak;
ancak, onun yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası konulacak. Bizim Ceza
Yasamız bunu amir. Bu nedir: Ölüm cezası kaldırılan, ertelenen kişi, müebbet
hapsi çekeceği sürenin ilk on veya onbeş yılını 2-3 metrekarelik bir hücrede
yaşayacak, geri kalanını da, yine, çok zor koşullar altında geçirecek. BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız. NECDET SARUHAN (Devamla) - Derhal
Başkanım. İnsanı asarsınız, birkaç dakikalık, birkaç
saniyelik bir korkudur, bir ürküdür; ama, hayatı boyunca bu şekilde tutarsanız,
hem onu kahraman yapmamış olursunuz hem ömür boyu ona kefaret ödetirsiniz. BAŞKAN - Teşekkür ederiz... NECDET SARUHAN (Devamla) - Bitiriyorum
Başkanım. Değerli arkadaşlarım, size taş atana siz
ekmek atın diyoruz. Ben, suç işlenmeyen bir dünya, suç
işlenmeyen bir Türkiye, suç işlemeyen insanlar özlemiyle hepinize saygılar
sunuyorum. Teşekkür ederim. (DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Efendim, 15 inci madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Üç adet önerge vardır; okutup, işleme
koyacağım: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan anayasa değişikliğine
ilişkin 737 sıra sayılı yasa teklifinin 15 inci maddesinin ikinci fıkrasının teklif
metninden çıkarılmasını saygılarımla arz ederim. Kamer
Genç Tunceli Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına 737 sıra sayılı anayasa tadilat teklifi 15
inci maddesi ile T.C. Anayasası 38 inci maddesinde değişiklik getiren teklifin
son fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ederiz.
BAŞKAN - Efendim, bu son önergeyi hem
okutup hem de işleme koyacağım; en aykırı önerge bu. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunda görüşülmekte olan "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun Teklifi" maddeleri içerisinde
yer alan 15 inci maddenin aşağıdaki şekilde değiştirilmesi hususunu saygıyla
arz ederim. Cihan
Paçacı Ankara Madde 15. - Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 38 inci maddesinin yedinci fı alar eklenmiştir. "Savaş, yakın savaş ve terör suçları
halleri dışında ölüm cezası verilemez." "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden
doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden
alıkonulamaz." "Kanuna aykırı olarak elde edilmiş
bulgular, delil olarak kabul edilemez." BAŞKAN - Önergeye Komisyon katılıyor mu? ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI TURHAN TAYAN
(Bursa) - Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN - Buyurun Sayın Paçacı. MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; "örgütlü suç" deyimi gizli bir
hiyerarşik yapıya sahip profesyonel örgütlerce planlanan suçları kapsar. Üçüncü
kişilere veya kendi üyelerine karşı şiddet, tehdit, şantaj gibi pek çok yöntem
kullanılarak işlenen bu tür suçlar, terörden fuhuşa, organ mafyasından kumara
kadar çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Temel unsur ve amacı, suç işleme
yoluyla kazanç sağlamak olan bu suçla mücadelede, çare olarak dünya, örgütlerin
kazanımlarını elinden alarak, onları güçsüz bırakmayı seçmiştir. Bunun temini
ise, organize suçların kapsamının genişliği ve çeşitliliği düşünüldüğünde,
klasik ceza hukuku yaptırımlarından çok, daha keskin, suç örgütünün gücünü
kıracak, ağır ekonomik yaptırımlarla mümkün olabilmektedir. Suç örgütlerinin finans kaynakları ve
suçtan elde ettikleri kazançlar üzerinde etkili bir yaptırım uygulanmadığı
takdirde, sadece faillerin yakalanıp, cezaevine konması, suç
organizasyonlarının varlığına son vermek için yeterli olamamaktadır; çünkü, suç
organizasyonları, ellerinde ekonomik imkânlar bulunduğu sürece, yakalanan
faillerin yerine yenilerini kolayca istihdam edebilmektedir. Organize suçla mücadele konusuna büyük
önem vermek gereğini duyan çağdaş ülkeler, ceza niteliğindeki müsaderenin
klasik uygulanma koşulları ve bu yaptırım, organize suçluluğun ekonomik yönüne
etkili biçimde darbe vurulmasına imkân tanımadığı için, bu yaptırımla ilgili
olarak daha ağır, daha farklı düzenlemelere gitmişlerdir. Örneğin, Alman,
İtalyan ve İsviçre ceza kanunlarında yapılan düzenlemelerle, müsadere
yaptırımının, her tür suç örgütünün finans kaynaklarıyla, suçtan elde ettikleri
kazançlar üzerinde etkin bir biçimde uygulanabilmesi imkânı yaratılmıştır.
Böylece, müsadere yaptırımının organize suçluluğa karşı etkili bir araç olması
sağlanmaya çalışılmıştır. Çağdaş dünya, organize suçla mücadelede bu
kadar titiz ve ayrıntılı çalışmalar yaparken, 1980'li yılların ilk yarısında
"uyuşturucu kaçakçılığı artı silah kaçakçılığı eşittir terör"
denklemini Birleşmiş Milletlerde kabul ettirmeyi başardığımız halde,
Anayasamızın 38 inci madde hükmü, yani "genel müsadere yapılamaz"
hükmü, âdeta, mafya ve organize suç örgütlerinin teminatı durumundadır. Suçun adı ve niteliği tüm dünyada
"organize suç" olarak kabul görmüş, bu örgütlerin çıkar amacıyla
kuruldukları da açıkça ortada iken, bizde, "Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle
Mücadele Yasası" adı altında hukuk yapımız dahiline alınmıştır. Bu yasayla
ve daha önceleri öngörülemediği için de, bugün tüm bir ulusu rencide eden,
halkın gözünde, neredeyse tüm siyasîleri ve sistemi âdeta potansiyel hırsız,
dolandırıcı konumuna düşüren "hortumlama" diye özetlediğimiz
olaylarda, sadece hamal, çaycı, sekreter gibi, alt kadrodan yukarıya çok
zorlukla çıkılabilmekte ve genel müsadere cezası dar anlamda mütalaa edildiği
için, suçun cezası caydırıcılıktan uzak kalmaktadır. Dünya, uyuşturucu ve silah kaçakçılığından
elde edilen milyarlarca dolar karaparayla ülkelerin yönetimlerini ve insanlığı
tehdit eden organize suç örgütlerinin mal varlığına el koyarken, Anayasa
Mahkememiz, 3 Haziran 1988 tarihli kararıyla, Türk Ceza Kanununun genel
müsadere konusundaki son maddesini Anayasa hükmünden dolayı iptal etmiştir. Anayasamızın 38 inci maddesindeki
"genel müsadere cezası verilemez" kavramı yerinde kaldıkça,
Türkiye'de yargıçlar, haklı olarak, yasalarımızda var olan hükümleri dahi
uygulayamamaktadırlar. Bugün, ülkede "soyguncuların elinden,
çaldıkları paralar alınamıyor" diye tüm yurttaşlarımız yakınmaktadır. 11
Eylül 2001 günü Dünya Ticaret Merkezine dalış yapan uçaklarla ve ülkemizde ise,
onbinlerce cana mal olan terörle en etkili mücadele, örgütlerin ekonomik
kaynaklarının kurutulmasıyla mümkündür. Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri
Başkanı Bush, terör örgütlerinin ve terörü destekleyen sermayelerin tüm mal
varlıklarının dondurulduğunu açıklamıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun. MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Devamla) - Yine,
İngiltere Başbakanı Blair, terörle yapılacak mücadele için İngiliz yasalarının
tekrar gözden geçirileceğini belirtmiştir. Toplumumuzu terörden, yolsuzluktan,
mafyadan korumak ve bu konuda etkili mücadele yapılmasını temin etmek için bu
değişikliğin yapılmasının gerekli olduğu kanaatiyle, Yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. Müteakip önergeyi okutuyorum : Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına 737 sıra sayılı Anayasa tadilat teklifi 15
inci maddesi ile TC Anayasası 38 inci maddesinde değişiklik getiren teklifin
son fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ederiz. Cevat
Ayhan (Sakarya) ve
arkadaşları BAŞKAN - Komisyon?.. ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI TURHAN TAYAN
(Bursa) - Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN - Sayın Ayhan; buyurun. (SP
sıralarından alkışlar) CEVAT AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan,
muhterem milletvekilleri, 15 inci maddeyle ilgili bir önergemiz var. Bu önerge,
son fıkranın metinden çıkarılmasıyla ilgili. Bu fıkrada "hiç kimse
yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı
özgürlüğünden alıkonulamaz" denilmektedir. Muhterem Komisyon Başkanı da burada bilgi
verdiler. Ben de konuşmamda, önergemiz olduğunu ve bunun desteklenmesini arz
etmiştim. Muhterem arkadaşlar, tabiî, anayasa
değişikliklerinde, bir taraftan insan haklarında, bir taraftan ticarî, iktisadî
işlemlerde, diğer meselelerde Avrupa normlarını yakalamaya çalışıyoruz hedef
olarak, doğrudur; ama, Türkiye'nin şartlarını da dikkate almak gerekir. Biraz
önce arkadaşlarımız idamla ilgili hususu söylediler. Bir taraftan idam mahkûmu
var, bir taraftan da katledilen aileler, insanlar var. Bunu dengelemek gerekir;
yani, sadece bir tarafa bakarak merhamet kanatmasıyla bir değişiklik
yaparsanız, toplumun başka bir kesimini de rencide edersiniz, mağdur edersiniz
ve onların güvenini sarsarsınız. Arkadaşlar konuştukları için o konuyu
geçiyorum. Benim önergemle ilgili olarak asıl
üzerinde duracağım mesele şudur: Bir parti sözcüsü arkadaşımız dedi ki:
"Bu maddeyi getirmemiz lazım. Bağ-Kur mensubu olan çiftçiler hapsediliyorlar."
Doğrudur. Hapishanelerde üç gün hapis sırasına giriyorlar. Ee bunu kaldırmak
kolay. Hükümetsiniz, Bağ-Kurla ilgi teklifi hemen getirin, burada hapsi
kaldıralım. Biz çiftçiyi de hapsedelim, herkesi hapsedelim demiyoruz. Bizim söylediğimiz bir şey var değerli
arkadaşlar. Türkiye'de, Avrupa standartlarında altyapıyı oturtamadığınız
sahalarda, Avrupa standartlarında kanun uygulamaya kalkarsanız, toplumda suçu
teşvik edersiniz. Kanunların bir görevi de suçu önlemektir, suçtan
caydırmaktır. Rahmetli Mümtaz Turan Hoca vardı İstanbul
Üniversitesinde, onun değerli bir eseri vardı "Kültür Değişmeleri"
diye. O eserde, kendisi, birtakım Afrika ülkelerinde, İngiliz kanunlarının
uygulanması neticesinde suçun arttığını, o kanunların himayesinde, o geri
kalmış toplumlarda suçun şebeke haline geldiğini anlatır. Yani, benim
söylediğim şimdi bankalarla ilgili; 1994 krizi oldu, o zaman bu Mecliste
kürsüde, ilgili bakan arkadaşımız "bazen nomenklatürlerini
(standartlarını) uygulayacağız, bankaların öz kaynak, kredi ve diğer rayşo
(ratio) dedikleri oranlarını denetim altına alacağız, bundan sonra
olmayacak" dedi; ama, 1999, 2000, 2001 yılında yirmiye yakın banka battı,
25-30 katrilyon lira sigorta fonu vasıtasıyla Hazineden, milletin kesesinden
çıktı, bankalara, batan bankaların borçlarına, mevduatlara, onların kredi
borçlarına, hepsine teşmil ediliyor. Bugün içborç 102 katrilyon liraya yükseldi
ağustos ayı sonu itibariyle. Siz bu yapıda, sözleşmelerden doğan hapis cezasını
kaldırırsanız.. "Efendim, bankalar, hiledir onu takip ederiz, alınır"
dedi Sayın Başkan; doğrudur, ona itiraz etmiyorum; ama, sözleşmelerden doğan
taahhütlerini yerine getirmeyen insan var. Ben mal satmışım öbürü mal almış,
siz mal satmışsınız öbürü almış. Almış malı sizden, götürmüş başka yerde satmış,
çekini, senedini ödemiyor "malım da yok" diyor. Ne yapacaksınız?
Yani, piyasaya da o zaman döneceksiniz diyeceksiniz ki çek veren bankalara
"verdiğin çekin arkasındasın." Mevzuatı getirirsiniz değiştirirsiniz,
çek muamelelerinden belli bir prim bir fonda toplanır, eğer, buna rağmen,
bankaların sorumluluğuna rağmen ödemeyen varsa o fondan o ödenir. Ben dürüst
tüccarı korumazsam, dürüst esnafı korumazsam piyasayı nasıl çalıştıracaksınız,
rekabeti nasıl sağlayacaksınız? Benim söylediğim budur. Aksi takdirde çek-senet
mafyası gelişecek, ikinci kanun dışı hatlar açılacak, bu facia ortaya çıkacak.
Bizim söylediğimiz budur değerli arkadaşlar. Yani, 30 000 dolar millî geliri
olan Avrupa şartlarıyla 2 000 dolar mertebesinde millî geliri olan Türkiye'de
her şeyi aynı yapamazsınız. Sosyal ve iktisadî şartları dikkate almaya mecburuz
değerli arkadaşlar. Tabiî, banka sorumluluğu, çek, senet
meselesi, bunları bir düzene bağlamamız lazım. Sözü uzatmak istemiyorum. 1992'de CMUK çıkmıştı; burada Balıkesir
eski milletvekili değerli hukukçu arkadaşımız Melih Pabuççuoğlu vardı, Genel
Kurulda o kanunun sözcüsüydü; tabiî, kanun çıktı, uygulamaya girdi. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) CEVAT AYHAN (Devamla) - Bilahara Melih
Beyle görüşmemizde "ben ne büyük hata etmişim" dedi ve bana şu vakayı
anlattı. Kendisi zannediyorum Edremit'te... İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) - Burhaniye'de. CEVAT AYHAN (Devamla) - Evet,
Burhaniye'de; doğru. Teşekkür ederim. Orada bir seçmeni, Burhaniyeli bir esnaf
Melih Beye diyor ki: "Melih Bey, sen akıllı bir avukatsın diye seçtik seni
ve yolladık; bu kanunu nasıl çıkardın?! Benim dükkânım soyuldu; ben, uğraştım,
polise yardım ettim, hırsızı yakalattım, karakola teslim ettim. Onbeş yirmi gün
sonra, baktım, aynı hırsız benim dükkânımın vitrinini seyrediyor tekrar hangi
malları çalacağını... Hukukçu arkadaşlar bunu çok iyi bilirler. Ben, bu şikâyetleri, milletvekili olarak
ziyaret ettiğim emniyet kuruluşlarından, karakollardan, hâkimlerden ve
savcılardan da aldım. Yani, şartları iyi düşünmek lazım. Önergemizin kabulü istikametinde oyunuzu
bekliyoruz. Hürmetlerimi arz eder, teşekkür ederim.
(SP ve AKP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Komisyonun kabul etmediği önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Anayasa değişikliğine
ilişkin 737 sıra sayılı yasa teklifinin 15 inci maddesinin ikinci fıkrasının
teklif metninden çıkarılmasını saygılarımla arz ederim. Kamer
Genç Tunceli BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu? ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI TURHAN TAYAN
(Bursa) - Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN - Sayın Genç?.. Yok. Gerekçeyi okutuyorum : Gerekçe: Günümüzde özellikle ülkemiz için
çok büyük tehlikelere varacak biçimde rüşvet ve çalmalar olmaktadır. Bu
konularla ilgili elde edilen bulguların kullanılmasının engellenmesi amacıyla
getirildiğini tahmin ettiğim bu hükmün ortadan kaldırılmasının ülke yararına
olacağını düşünmekteyim. BAŞKAN - Komisyonun katılmadığı önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir. Böylece, 15 inci madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 14 üncü maddesinin gizli
oylamasının sonucunu açıklıyorum: Kullanılan oy : 457 Kabul : 437 Ret : 14 Çekimser : 3 Boş : 3 Böylece, Anayasanın öngördüğü beşte 3
çoğunluk sağlanmıştır, bu madde de kabul edilmiştir. ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI TURHAN TAYAN
(Bursa) - Sayın Başkan, söz istiyorum. BAŞKAN - Buyurun. ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI TURHAN TAYAN
(Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz çerçeve
15 inci maddede, yani, mevcut Anayasamızın 38 inci maddesinde öngördüğümüz
ilave fıkra "savaş, yakın savaş ve terör suçları halleri dışında ölüm
cezası verilemez" fıkrasıyla ilgili, arkadaşlarımızın, konunun daha açık
bir şekilde ifadesi hususundaki beklentileri, eleştirileri ve talepleri doğrultusunda,
kürsüden yaptığım açıklamada, Türkiye Büyük Millet Meclisi Kültür, Sanat ve
Yayın Kurulu Yayınlarından metni okudum. Orada "bir devlet mevzuatında
savaş veya yakın savaş tehlikesi zamanında..." diye devam etmektedir. Daha
sonra, bu Altıncı Protokolün orijinalini bulduk. Orijinali burada. Bu
orijinali, Sayın Kâmran İnan ve Sayın İrtemçelik'in... Tecrübeli iki bakanımız
ve büyükelçimizdir... Burada, savaş, yakın savaş tehdidi... Ben,
yine, kendileriyle yaptığım istişare üzerine, Genel Kurula "tehlike, yakın
savaş tehlikesi" olarak arz ettim; fakat, orijinal metin üzerindeki
tercümeyi, doğrudan, tekrar bu değerli arkadaşlarıma incelettik ve ifadenin
"savaş, yakın savaş tehdidi ve terör suçları" diye devam etmesinin
doğru olacağını... Eğer, Genel Kurul izin verirse,
arkadaşlarımızın bir itirazı olmazsa, ben, bir redaksiyon olarak, buraya
"yakın savaş tehdidi" kelimesinin
konulmasını, Komisyon Başkanı olarak arz ve talep ediyorum. Eğer, arkadaşlarımız, Genel Kurulumuz,
bunu uygun görmezse yakın savaştan ne anlaşılacağı hususundaki komisyon olarak
görüşümüz "yakın savaş tehdidi" anlamında zapta geçmiştir. Takdir Yüce Heyetin. AHMET İYİMAYA (Amasya)- Sayın Başkan... YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Sayın Başkan,
izin verirseniz bir hususu arz edeyim. BAŞKAN - Efendim, affedersiniz; malumunuz,
böyle bir değişikliğe önergeyle iştirak etmek gerekir. 5 grup önerge
verirseniz, dün yaptığımız gibi yapabiliriz; ancak, bu redaksiyon hatası diye
geçmez. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan,
Sayın Komisyon Başkanımız... BAŞKAN - Efendim, mikrofonu açarsanız,
konuşmalarınız televizyondan da duyulacak, zabıtlara da geçecek. Mikrofonunuzu
açar mısınız lütfen... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, Sayın Komisyon Başkanımız
da redaksiyondan söz ettiler. Bu, redaksiyonla olmaz; şahsî kanaatim. BAŞKAN - Evet, benim de itirazım var. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Ancak,
komisyonumuzun daima şu hakkı ve yetkisi vardır: O maddeyi, önergeyle birlikte
Komisyona çekerler, Komisyon üyelerini de toplamak suretiyle müzakere ederler
ve ondan sonra yeni bir madde olarak getirirler. Biz bir anayasa yapıyoruz
efendim, işi ciddî tutmak mecburiyetindeyiz. BAŞKAN - Efendim, bendeniz de öyle itiraz
ettim zaten, redaksiyon olmaz dedim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, işte, o
zaman bendeniz arkasını tamamlamış olayım. BAŞKAN - Tabiî efendim. Başkanım,
tecrübemiz tecrübenizden geliyor zaten. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Estağfurullah
efendim. BAŞKAN - Rica ederim efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Komisyon
Başkanımız maddeyi çeksinler, üyeleri de toplasınlar, aralarında istişare edip
bir metin getirsinler efendim; bir itirazımız olmaz. Teşekkür ediyorum. ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI TURHAN TAYAN
(Bursa) - Sayın Başkan, Komisyon olarak maksat hasıl olmuştur, zabıtlara
geçmiştir. Tereddüt halinde zabıtlara bakılacaktır. Yakın savaş konusunun
tedvin edildiği uluslararası metin, orijinal olarak bütün dünyanın malumudur. O
bakımdan, ayrıca bir şeye gerek görmüyoruz. Zabıtlardaki mütalaa doğrultusunda
maddenin oylanmasını arz ediyorum. TURHAN GÜVEN (İçel) - Olmaz. Sayın Başkan, biz burada anayasa
yapıyoruz. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım,
bir tereddüt izhar edilmiştir. Bu tereddüt izhar edildikten sonra, o tereddüdün
giderilmesi lazımdır; giderilmesinin yolu İçtüzükte bellidir. Komisyonun, bu
maddeyi çekmesi lazım. BAŞKAN - Efendim, Komisyon geri çekmezse,
bizim... TURHAN GÜVEN (İçel) - Veya bütün grupların
önergesiyle birlikte bir önerge... BAŞKAN - Sayın Başkan, affedersiniz... ...ille çekin diye bir yaptırım yapmaya
hükmümüz var mı; böyle bir şeyimiz yok, takdir kendilerinin. TURHAN GÜVEN (İçel) - Efendim, diğer
kanunları 5 dakikada... Ama, anayasa yapıyorsunuz efendim! Dünyada "yakın
savaş" diye bir tabir olmadığını ifade ediyor bu işi bilinler; yakın savaş
yok, çok yakın savaş tehdidi olur diyorlar. Bu işi bilen, lisan bilen
arkadaşlarımız bunu diyor; yakın savaş yok, çok yakın savaş tehdidi diyorlar.
Bunu düzeltelim. BAŞKAN - 10 dakika ara veriyorum efendim. Kapanma
Saati : 17.35 ÜÇÜNCÜ
OTURUM Açılma
Saati: 18.05 BAŞKAN:
Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP
ÜYELER: Şadan ŞİMŞEK (Edirne), Mehmet AY (Gaziantep) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 133 üncü
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız yerden devam
edeceğiz efendim. III. –
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1. –
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit,
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli,
Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz ile 288
Milletvekilinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/803) (S.
Sayısı: 737) (Devam) BAŞKAN - Komisyon yerini aldı. 15 inci madde üzerindeki görüşmelere devam
ediyoruz. 15 inci maddeyle ilgili olarak Komisyonun
bir önergesi vardır; okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşmekte olduğumuz 737 sayılı kanun
teklifinin çerçeve 15 inci maddesiyle değiştirilmesi öngörülen Anayasanın 38
inci maddesine eklenmesi istenen yedinci fıkrada geçen "savaş"
ibaresinden sonra gelmek üzere "çok" ; "yakın savaş"
ibaresinden sonra gelmek üzere "tehdidi" ibaresinin eklenmesini arz
ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Komisyonun
vermiş olduğu önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. Şimdi, kabul edilen bu
önergenin gizli oylamasına başlıyoruz. (Oyların toplanılmasına
başlandı) Mustafa Zorlu... BAŞKAN - Efendim,
İçişleri Bakanı Sayın Rüştü Kâzım Yücelen'in adına, Devlet Bakanı Sayın Yılmaz
Karakoyunlu oy kullanacaklardır. (Oyların toplanılmasına
devam edildi) BAŞKAN - Oyunu kullanmayan
sayın milletvekili var mı? Yok. Oy kullanma işlemi
bitmiştir. Kupalar kaldırılsın. (Oyların ayırımı yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 15 inci maddesi üzerinde verilen
önergenin gizli oylamasının neticesini arz ediyorum: Kullanılan oy sayısı : 468 Kabul : 390 Ret : 63 Çekimser : 8 Boş : 6 Geçersiz : 1 Böylece, önerge,
Anayasanın öngördüğü beşte 3 çoğunluğu sağlamıştır. Şimdi, kabul edilen bu
önerge istikametindeki değişik şekliyle15 inci maddenin oylamasına geçiyoruz. (Oylar toplanıldı) BAŞKAN - Oyunu
kullanmayan sayın milletvekili var mı? Yok. Oy verme işlemi
bitmiştir. Kupalar kaldırılsın. (Oyların ayırımı yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun Teklifinin 15 inci maddesinin gizli oylama sonucunu arz ediyorum: 452 sayın üye katılmış;
368 kabul, 65 ret, 8 çekimser, 10 boş, 1 geçersiz oy kullanılmıştır. Böylece,
15 inci madde, Anayasanın öngördüğü beşte 3 çoğunlukla kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
20.30'a kadar birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 19.17 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati : 20.30 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Şadan ŞİMŞEK (Edirne), Mehmet AY (Gaziantep) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 133 üncü Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum. Anayasa görüşmelerine
kaldığımız yerden devam ediyoruz efendim. III. –
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1. –
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit,
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli,
Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz ile 288 Milletvekilinin
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/803) (S. Sayısı: 737) (Devam) BAŞKAN - Komisyon yerinde. 16 ncı maddeyi okutuyorum
: MADDE 16.- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 40 ıncı maddesine ikinci fıkra olarak aşağıdaki fıkra
eklenmiştir. "Devlet,
işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını
ve sürelerini belirtmek zorundadır." BAŞKAN - Madde üzerinde,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Amasya Milletvekili Sayın Akif Gülle;
buyurun. (AKP sıralarından alkışlar) AKP GRUBU ADINA AKİF
GÜLLE (Amasya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; görüşülmekte olan
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun Teklifinin 16 ncı maddesiyle ilgili AK Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi en içten duygularla selamlarım. Görüşmekte olduğumuz bu
madde, Anayasamızın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlığını
taşımaktadır. Değerli milletvekilleri,
temel hak ve hürriyetlerin korunması kapsamında, ülkemizde, idarenin iş ve
eylemleri nedeniyle her yıl binlerce dava açılmaktadır. Sadece 2000 yılının
ortaları itibariyle 4 000 civarında dava açılmış; bunların yarıdan fazlası
idare aleyhine sonuçlanmış, diğer davalar da devam etmektedir. Hak ihlalleriyle ilgili
olan söz konusu davaların birçoğu özellikle tazminatı da gerektirmekte ve
idare, haksız iş ve işlemleri sebebiyle trilyonları bulan gecikme faizi ve
tazminat ödemelerine de mahkûm olmaktadır. Ülkemizde yargılama
sürecinin oldukça uzun ve bıktırıcı olması, doğal olarak, adaletin geç tecelli
etmesine yol açmakta; bu husus da, iş ve işlemleriyle hak ve hukuk ihlali yapan
ilgililer açısından değil, aksine, hak arayan mağdurlar açısından problem
olmakta ve insanları, ümitsizliğe ve maalesef, yasadışı birtakım uygulamalara
da zorlamaktadır. İçhukuk yolları açısından tıkanan ve adalet tesis edemeyen
uygulamalar sonucunda, sorunlar, uluslararası alana taşınmakta ve özellikle,
taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde aleyhimize,
mahkûmiyetle sonuçlanan çok sayıda dava açılmasına sebebiyet vermektedir. Bu
davalar sebebiylede, her yıl, trilyonları bulan ödemeler yapılmaktadır. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde aleyhimize sonuçlanan davalarla ilgili olarak ödenen tazminatların
maddî külfeti kuşkusuz önemlidir. Ancak, maddî külfetten daha önemli olan
nokta, bu davaların, ülkemize, uluslararası camiada ve özellikle Avrupa Birliği
ülkelerinde itibar kaybettirmesidir; çünkü, hukuk ihlallerinin sıkça
yaşandığına, haksızlıkların yapıldığına inanılan ve bu nedenle dava edilen bir
ülkenin, hür ve demokratik dünya nezdinde olumlu bir imaj oluşturması elbette
mümkün değildir. Bu imaj, maalesef, ciddî şekilde de zedelenmektedir. Sayın milletvekilleri, bu
konuyla ilgili çok daha önem vermemiz ve asıl göz önünde bulundurmamız gereken
husus, kendi vatandaşlarımıza reva gördüğümüz uygulama sebebiyle,
insanlarımızda oluşan adalet duygusunun, güven duygusunun zedelenmesidir. Her
türlü mülahazaların dışında tutulması gereken nokta, vatandaşlarımızın idareyle
olan ilişkilerinde demokratik devlet standartlarını yakalamak da aynı ölçüde
önemlidir. Bu çerçevede, görüşülen
değişiklik teklifinin 16 ncı maddesiyle, mevcut maddenin ikinci fıkrasına
"devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere
başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır" ibaresi ilave
edilmektedir. Sayın milletvekilleri, bu
değişiklikle, idarenin kimi iş ve işlemlerinden zarar gören ve bu nedenle
idareyle çok sık olarak karşı karşıya gelen vatandaşlara, idarî makamlar
karşısında haklarını arama konusunda kolaylık sağlamaya yönelik yeni bir imkân
oluşmaktadır; çünkü, bilindiği üzere, yasal mevzuatımız, maalesef, karmaşık ve
dağınık. Bu husus, Anayasamızda ifade edilen hak ve hürriyetlerin korunması ve
bunun en önemli enstrümanı olan hak aramayı güçleştirici ve engelleyici bir
fonksiyon icra etmektedir. Dolayısıyla, değişiklikle öngörülen, kanun yolu,
merci ve sürelerin belirtilmesi, hak ve hürriyetlerin korunması açısından bir
mecburiyet haline gelmektedir; çünkü, vatandaşların hak aramayla ilgili
bilgilenme ve bilgi edinme hakkının önemi yanında, devletin bireylerle ilgili
işlemlerinde, bilgilendirme konusunda kendini mecbur hissetmesi de
gerekmektedir. Bu husus da, saydam bir yönetim anlayışı ile demokratik bir
devlet yapısının gereğidir. Bilgi eksikliği nedeniyle, ya süresinde dava
açamamaktan ya da bir usul hatası yaptığından başvurusu geçersiz sayılma
sonuçlarında doğan hukukî ihlaller de bu vesileyle ortadan kalkabilecektir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) AKİF GÜLLE (Devamla) -
Sayın milletvekilleri, bu yasa teklifini, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü
sağlama çabasının bir parçası olarak, ülkemizi evrensel hukukî normlara uygun
bir yola doğru götürmesi ümidiyle desteklediğimizi belirtir; bilvesile,
saygılar sunarım. (AKP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi
söz sırası Saadet Partisinde. Ankara Milletvekili Sayın
Rıza Ulucak; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA RIZA
ULUCAK (Ankara) - Sayın Başkan, 737 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 16 ncı
maddesi üzerinde Saadet Partimiz Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Meclisin Sayın Başkanını ve siz değerli üyelerini saygıyla
selamlıyorum. Teklifin bu maddesiyle
Anayasamızın 40 ıncı maddesine ikinci fıkra olarak getirilen hükümde
"devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere
başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır" denilmektedir. "Temel Hak ve
Hürriyetlerin Korunması" başlığı altındaki bu maddenin birinci fıkrasında,
Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip olduğu
belirlenmiştir. Bu defa huzurunuza gelen
teklifin 16 ncı maddesiyle devlete bir görev verilmektedir. Bu görev anayasal
hakkın kullanılmasıyla ilgili bir hususta, devletin yaptığı işlemler hakkında
hak ve hürriyetin ihlal edildiği kanaatinde olan vatandaşa, bu karar aleyhine
gidilebilecek kanun yollarını, görevli mercii ve müracaat süresini
göstermektedir. Mevzuatta dağınıklıkla da olsa, bu çeşit hakların
kullanılmasını teminen müracaat mercileri ve süreleri belirlenmiş ise de,
dağınıklık yanında sade vatandaşın da kolayca ve tereddütsüz şekilde hakkını
kullanabilmesini temin edecek bu görevlendirme, adil bir devlete uygun bir
davranış olacaktır. Şu hususa da işaret etmek
gerekir ki, adil bir devlette bireylerin hiçbir hakkının ihlal edilmemesi esas
olmalıdır. Bu esas ise, insanımızın ilgili olduğu her hususta işlem yapacak
görevlilerin her halükârda ve kâmil manada ehliyetli olmalarına bağlıdır.
Olması gereken bu duruma rağmen, idarenin, kişilerin hak ve hürriyetlerini
ihlal etmesine, maalesef, çok sık rastlanmaktadır. Komisyon çalışmalarında
da bilvesile dile getirildiği üzere, gerek ülkemizdeki yargı mercilerine
gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine açılan -binlerle ifade edilen-
davalarda verilen kararların çok büyük bir oranda idare aleyhine sonuçlanması,
görevlilerin ehliyet derecesinin ne seviyede olduğunu göstermesi bakımından
ürkütücüdür. Konuşma süresinin kısıtlı olması sebebiyle ve zaten AK Partili
arkadaşlarımızın da, bu ve 14 üncü maddede belirttikleri üzere, binlerle ifade
edilen bu rakamlar çok ürkütücüdür ve onun için, bu rakamları tekrardan
kaçınıyorum. Devletin bu aksaklıkları
gidermesi, hiç olmazsa asgarîye indirilmesi yolunda gereken tedbirleri alması
yanında, zamanlamada olsun, yetkili mercii tespit bakımından olsun, ilgili
vatandaşa hakkının kullanılmasında fayda sağlayacak bir hükmün 40 ıncı maddede
yer almasının uygun bulunduğunu ifade ediyor, kabulü yolunda oy kullanacağımızı
ifadeyle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederim
Sayın Ulucak. Şimdi söz sırası Doğru
Yol Partisi Grubunda efendim. Antalya Milletvekili
Sayın Salih Çelen; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA SALİH
ÇELEN (Antalya)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Anayasamızın 40 ıncı
maddesini değiştiren teklifin 16 ncı maddesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu
adına söz aldım; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
bu maddeden önce 15 inci madde oylandı ve 368 oy aldığı görüldü. Ben Anayasa Komisyonunda,
idama karşı olmadığım için o maddeye de karşı çıkmıştım; ama, maalesef, o madde
geçti. Türk Milletine hayırlı olsun. Demek ki, Mecliste benim gibi düşünenler
azınlıktaymış. Aslında, demin o maddeyle
ilgili olarak bir soru sormak istemiştim bu kanun teklifini getirenlere,
olmadı. Amerika Birleşik Devletleri Bin Ladin'i yakalasa acaba ne yapar? Asar
mı, bakar mı, idam mı eder yoksa Bahama Adalarında mı bakar?! Neyse, gelelim konumuza.
Teklifin 16 ncı maddesi, Anayasamızın 40 ıncı maddesini değiştiriyor. Yapılan
düzenleme son derece yerinde ve iyi bir düzenlemedir. Getirilen hükümler
şunlardır: Bu yapılan değişiklikle, idare, işlem yaptığı kişileri, yapmış
olduğu işlemle ilgili olarak bilgilendirecektir. Neyi bilgilendirecek; bir,
kanun yollarını gösterecek; itiraz, şikâyet, temyiz vesaire. İki, merciini
gösterecek; adliye mahkemesi, hukuk mahkemesi, ceza mahkemesi, devlet güvenlik
mahkemesi ya da rektörlük, valilik vesaire. Üç; süresini gösterecek. Bu, bütün
çağdaş demokrasilerde, demokratik anayasalarda olan bir düzenlemedir ve mutlaka
olması gereklidir. Gerçekten de, eskiden, bu konuyla ilgili olarak vatandaşlara
maalesef bilgi verilmiyordu. Mesela, Saroz'da bir gecekondu yapan kişiye ya da
gecekondu nitelikli bir baraka yapan kişiye, ilgili belediye yıkım kararı
alıyor, yıkım kararı yanında, bir de, 2 milyar lira, 3 milyar lira para cezası
veriyordu. Vatandaş, idarî işlem diye idare mahkemesine dava açıyordu 60 günlük
süre içerisinde. İdare mahkemesi, yanlış yere geldin, sulh ceza mahkemesine
gidip itiraz edecektin diyor. Sulh ceza mahkemesine gidiyor, orada da, süreyi
kaçırdın, kusura bakma, parayı ödeyeceksin diyorlardı. Şimdi ne oluyor; vatandaş
hakkında alınan bir idarî işlemin ortasına, sonuna ya da başına bilgilendirme
pusulası ekleniyor. Diyelim ki, belediye olsun. Belediye, eğer yıkım kararı ve
para cezası kararı alıyorsa, diyecek ki: Bir, yıkım kararıyla ilgili olarak,
sen gideceksin, idare mahkemesine 60 günlük süre içerisinde dava açacaksın.
İki, para cezasıyla ilgili olarak ise, sulh ceza mahkemesine itiraz edeceksin.
Bu, son derece yararlı, gerekli bir düzenlemedir. Eğer, bu bilgilendirme
yapılırsa vatandaş yanlış yere gitmez, doğru yerde davasını açar ve netice
itibariyle, birtakım haklar zayi olmazdı. Ne diyecektir; Gazipaşa
Asliye Ceza Mahkemesine, Gazipaşa Sulh Ceza Mahkemesine, Gazi Üniversitesi
Rektörlüğüne ya da ilgili dekanlığa 10 günlük süre içerisinde, 7 günlük süre
içerisinde üst mercie itirazını yap diyecektir. Bununla vatandaşın hakkı
korunacaktır. Nedir bu düzenlemenin
amacı; temel hak ve hürriyetlerin korunması için bir önlemdir, önlem hükmüdür;
olması gereklidir; ancak, bunun yapılabilmesi için, idarenin bildirdiği işlemi,
doğru, eksiksiz ve tam bir şekilde bildirmesi gerekir. Yanlış bildirme halinde,
yanlış bilgilendirme halinde, yanlış bilgilendirenlerin cezalandırılması ve
hangi yaptırımların uygulanacağının, mutlaka, bu Anayasa değişikliğine paralel
olarak düzenlenecek kanunlarda belirtilmesi gerekir. Eğer bu yapılmazsa,
vatandaş yine yanlış bilgilendirilir. Bu da, yanlış, eksik ve zararlı sonuç
doğurur. Buradan anlaşılıyor ki,
kanunî boşluk olmaması için, bizim, derhal, çok kısa bir süre içerisinde, hemen
anayasa değişikliğine paralel bir kanunî düzenleme yapmamız gerekiyor; gerek bu
maddeyle ilgili gerekse sair konularla ilgili olarak gerekli yasal
değişikliklerin, düzenlemelerin, derhal yapılması gerekmektedir. Değerli milletvekilleri,
son olarak şunu söylemek mümkündür: Biz, Doğru Yol Partisi olarak, ikinci
demokrasi paketinde de zaten buna benzer hükümleri düzenlemiştik, bunları
yapacağımızı söylemiştik; 1982 Anayasasının bugüne kadar değiştirilmemiş
olmasının bir eksiklik olduğunu söylemiştik. İlk defa, bu kadar geniş çaplı bir
şekilde Anayasayı değiştirme konusu gündeme geldi. Bugünkü Türkiye Büyük Millet
Meclisi yapısında ise hiçbir parti, tek başına, Anayasayı değiştirebilecek
çoğunluğa sahip değildir. Gündemdeki anayasa değişikliği paketiyle, öncelikle,
Anayasamız sivil bir çehreye bürünmekte ve daha özgürlükçü amaçlara,
değişikliklere gidilmektedir. Bütün vatandaşlarımız bilmelidir ki, bu
değişiklik, salt bir partinin düşünceleri ya da siyasî partilerin hiçbirinin
tek başına görüşleri değildir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Tamamlayın
efendim. SALİH ÇELEN (Devamla) -
Tamamlıyorum efendim. Sözün özü, Doğru Yol
Partisi olarak, biz, bu maddeye komisyonda da destek verdik, burada da destek
vereceğiz. Muhalefet olarak, sorumlu muhalefetin gereği olarak, pozitif
muhalefetin gereği olarak, bu değişikliklerin Türk Milletine hayırlı, uğurlu
olmasını diliyor, Yüce Heyete saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. 16 ncı madde üzerinde
gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok. 16 ncı madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Oylamaya geçiyoruz
efendim. İstanbul bu taraftan,
Adana bu taraftan başlıyor... Adana'dan başlıyoruz. (Oyların toplanılmasına
başlandı) BAŞKAN - Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Sayın Mesut Yılmaz'ın yerine Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral
oy kullanacaklardır. (Oyların toplanılmasına
devam edildi) BAŞKAN - Oyunu
kullanmayan sayın üye var mı? Yok. Oylama işlemi bitmiştir;
oy kutuları kaldırılsın. (Oyların ayırımına
başlanıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 17 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 17.- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 41 inci maddesinin birinci fıkrasına "ve eşler
arasında eşitliğe dayanır." ibaresi eklenmiştir. BAŞKAN - 17 nci madde
üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Kayseri Milletvekili Sayın
Sadık Yakut; buyurun. (AKP sıralarından alkışlar) AKP GRUBU ADINA SADIK
YAKUT (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamızın, ailenin
korunmasını düzenleyen 41 inci maddesini değiştiren kanun teklifinin çerçeve 17
nci maddesi üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Anayasanın 41 inci
maddesinin birinci fıkrasına "ve eşler arasında eşitliğe dayanır"
ibaresinin eklenmesinin, sonuçları itibariyle, değişiklik teklifinin en önemli
maddelerinden bir tanesi olduğu inancındayız. Cumhuriyetimizin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk, ülkemizin az gelişmişlikten kurtulma ve çağdaşlaşma
süresi içerisinde, ilerleme adımlarının iki cins tarafından, birlikte,
arkadaşça atılması, ilerleme ve yenilik alanında aşamalara birlikte ulaşılması
yönünü önemle vurgulamış, Türk kadınına
yeni ve çağdaş bir kimlik kazandırmayı, kadınların bir birey olarak öne
çıkmalarını, bastırılmış, sınırlanmış ve gizlenmiş yeteneklerini açabilecekleri
koşulları meydana getirme yolunda çok önemli adımlar atmayı başarmıştır. Cumhuriyetimizin ilk
yıllarında, başta Medeni Kanun olmak üzere, seçme ve seçilme hakkının verilmesi
gibi birçok konuda çağdaş ve modern adımlar atılmış ise de, nüfusumuzun
yarısından fazlasını oluşturan ve toplumsal yaşamın her alanına katılan
kadınlarımızın hak ettikleri yeri ve rolü tam anlamıyla alabildiklerini
söylemekten çok uzağız. Demokrasinin tüm kurum ve
kurallarıyla birlikte uygulanması ve hiçbir ayırım gözetilmeden, tüm
vatandaşlara eşit muamele yapılması, demokratik devletlerin olmazsa olmazıdır. 20 nci Yüzyıl, hak ve
özgürlüklerin ortaya çıktığı ve erkek egemen dünyada kâğıt üzerinde eşitliğin
kabul edildiği bir yüzyıldır. 21 inci Yüzyıl ise, kadınların ve kadın hak ve
özgürlüklerinin uygulanabilirliği kavgasının verileceği ve gerçekleştirileceği
bir yüzyıl olacaktır. Gambetta'nın dediği gibi, gerçek demokrasi eşitliği kabul
etmek değil, eşit kılmaktır. O halde, kadınlarımızın gerçek anlamda tam
eşitliğe kavuşabilmeleri için önerilen bu anayasa değişikliği, kadın hakları ve
özgürlükleri tarihinde Türk kadını ve kadın siyasetçisi açısından yeni bir
milat, yeni bir başlangıç olacaktır. Kadınların ağırlığı ve
etkinliği oranında, ülkelerin demokratikliğinin ölçümlendiği, kadınların
etkinliğiyle demokrasinin gelişmişliği arasında birebir paralellik kurulduğu noktasından
hareketle, yasa koyucu irade, eşitlikçi demokrasi, eşit hak, eşit sorumluluk,
eşit yurttaş kriterlerinden yola çıkmak ve gerçekleştirmek üzere bu değişikliği
yapmak zorundadır; çağdaşlık bunu gerektirmektedir, demokratiklik bunu
gerektirmektedir. Türk kadını ve kadın
siyasetçisinin, toplumsal yaşamın tüm alanlarında, karar alma mekanizmalarında
ve güç paylaşımında olduğu gibi, siyasal kurumlarımıza katılım ve etkinliği
sınırlı değil, eşit olmalıdır. Bu nedenlerle kadınlarımız açısından siyasete katılım,
hem siyasette kadın-erkek eşitliğinin bir gereği hem de eşitsizlikleri ortadan
kaldırmanın çağdaş ve demokratik bir yoludur. Bu bağlamda, sadece
Anayasada değişiklik ve buna paralel olarak alt yasalarda değişiklik yapmak
yetmez; daha çok sayıda kadınımızın siyasal güç odak noktalarına gelmesiyle,
mevcut siyasî yapı, kadınımızın içerisinde bulunduğu olumsuz ve eşitliğine
aykırı koşullarını gerçekten iyileştirme yönünde harekete geçecek ve
kadınlarımız, toplumsal yaşamın her alanında hak ettikleri yere gelecek; 21
inci Yüzyıla yüzde 5'in altında bir kadın parlamenter oranı ve simgesel anlamda
olsa da kadın bakansız girme ayıbını ortadan kaldıracaktır. Bu oran, yerel
yönetimlerdeyse binde 7'dir. Kadın-erkek eşitliğinin
sağlanmasının birçok yolu bulunmaktadır. Bunların başında cinslerarası
eşitliğin bir anayasa normu olarak düzenlenmesidir. Demokratik devletlerdeki
uygulamaya baktığımızda, Almanya'da 1949 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle
"kadın-erkek eşit hakka sahiptir" düzenlemesinin yanı sıra, bizdeki
değişiklikten farklı olarak, yasalardaki eşitlik ilkesine aykırı hükümlerin
31.3.1953 tarihine kadar yürürlükte kalacağını, bu arada, yasal eşitliği yaşama
geçirmek üzere, yasama çalışmalarının yapılması gerektiğini bu tarihten sonra
eşitsizlik içeren tüm hükümlerin yürürlükten kalkmış sayılacağını ifade eden
bir düzenlemeyi de beraberinde getirmiş ve anayasadaki değişikliğin gereğinin
yerine getirilmesini bir süreye tabi tutarak, süre sonunda mutlak eşitliğin
yolunu açmıştır. Aynı zamanda, İsviçre
Anayasasının 4 üncü maddesine eklenen bir fıkrayla da doğrudan uygulama olanağı
olan eşitlikçi bir düzenleme yapılmıştır. Buna göre; bütün İsviçreliler kanun
önünde eşittir. Kadın-erkek eşit haklara sahiptir. Kanun, öncelikle, kadınların
aile içinde, öğrenimde ve işte eşit duruma getirilmesi için gerekli önlemleri
alır. Çağdaş, gelişmiş ve
demokratik iki ülke anayasasındaki kadın-erkek eşitliği düzenlemeleri yanında
bizdeki değişikliğin eksikliği veya yetersizliği tartışılabilir. Almanya'da
olduğu gibi, yasa koyucuya mevcut eşitsizliklerin giderilmesi için bağlayıcı
bir sürenin tayin edilmemesi veya İsviçre'de olduğu gibi, anayasal eşitliği
fiilî eşitliğe dönüştürecek şekilde kadınlara yönelik destekleyici tedbirlerin
alınmasının yer almaması önemli bir eksiklik gibi düşünülebilir. Buna rağmen
gelinen nokta da küçümsenecek bir nokta değildir. Yasalarımızda ve
uluslararası sözleşmeler ve özellikle 1985 yılında bazı çekincelerle kabul
ettiğimiz ve ilerleyen zaman içerisinde birkısım çekincelerimizi geri
çektiğimiz, Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Uluslararası
Sözleşmesinin ışığı altında, kadın-erkek eşitliğini anayasal kural haline
getiren bu değişikliği AK Parti olarak destekliyor; kabulü yönünde oy
kullanacağımızı ifade ediyorum. Anayasa değişikliğini
takiben, kadınlarımızı gerçek anlamda eşit kılmaya yönelik destekleyici, teşvik
edici, olumlu ayrıcalık içeren her türlü yasal öneriye destek vermenin yanı
sıra, yasalarımızda mevcut eşitsizlik içeren hükümlerin ayıklanmasında da, AK
Parti olarak, tüm gücümüzle kadınlarımızın yanında olacağımızı peşinen taahhüt
ediyoruz. İngiltere eski Başbakanı
Thatcher'ın "siyasette bir şeyin söylenmesini istiyorsanız erkeklere,
yapılmasını istiyorsanız kadınlara bırakınız" sözünden hareketle, biz
erkekler söyleyeceğimizi söyledik, şimdi yapma sırası kadınlarımızda. Saygılarımızla. (AKP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Onu Atatürk de
söylemiş. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, İçel Milletvekili Sayın Ayfer Yılmaz; buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA AYFER
YILMAZ (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
Anayasamızın Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin çerçeve
17 nci maddesine ilişkin Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek
üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
çerçeve 17 nci maddeyle, Anayasamızın "Sosyal ve Ekonomik Haklar ve
Ödevler" bölümünün "Ailenin korunması" başlıklı 41 inci
maddesinin birinci fıkrasında yer alan "Aile, Türk toplumunun
temelidir" ibaresine "ve eşler arasında eşitliğe dayanır"
ibaresi eklenmektedir. Elbette ki, bu, olumlu ve
çok önemli bir gelişmedir; ancak, cinsler arası eşitliğe ilişkin olarak
Anayasamızda yapılması gereken tek düzenlemenin de bu olduğunu söylemek çok
zordur. Cinslerarası eşitliğin oluşturduğu yapı, mevcut kanunlarımızın yanı
sıra, eğitim ve öğretim sisteminden, aile ve toplumun örgütlenmesinden ve
mevcut ekonominin yanı sıra, önemli bir ölçüde de, kadınların, geleneksel
toplumun kendilerine çizdiği aile yaşamlarını çalışma yaşamlarıyla
bağdaştıracak gerekli donanım, altyapı ve hizmetlerin eksikliğiyle de karşı
karşıya olmasından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan, Doğru Yol
Partisi olarak, ekonomik nedenler ve geleneksel yapı sebebiyle geri plana
itilmiş olan kadının, uygulamaya konulacak çeşitli ekonomik ve sosyal
programlarla, medeni haklarının kullanımında, işgücü piyasasına girişte,
siyasal yaşamın ve toplumsal refahın paylaşımında, erkeğinin yanında eşit bir
şekilde yer alması gerektiğine inanıyoruz. Amacımız, Türkiye'nin bir refah
ülkesi standardına ulaşmasına sağlayarak, küreselleşmenin getirdiği
olanaklardan kadın erkek tüm bireylerimizin, eşit bir şekilde yararlanmasını
sağlamaktır. Kabul edilmesi gerekir ki,
21 inci Yüzyılın değişen koşullarında ve küreselleşmenin doğurduğu olanaklar
kadar, zorluklar karşısında toplumunu dönüştürememiş, sosyal adaleti
sağlayamamış olan ülkemizde, 21 inci Yüzyılın bilgi toplumunun altyapısının,
daha da geç kalınmadan hazırlanması gerekmektedir. Burada cevaplamamız
gereken soru şudur: Nüfusunun yarısını oluşturan kadının, yüzyılının
gerçeklerinin gerisinde koşullarda, yoksulluklarla karşı karşıya olduğu bir
ülkede, yeni değerlerden ve tam demokrasiden söz etmek mümkün müdür? Değerli milletvekilleri,
eşitliği, sadece aile içinde ve eşlerin birbiri karşısında konumundan başlatan
anlayış, olsa olsa korumaya dayalı bir yasal eşitlik sağlar ve konjonktürel
yapıyı tanımlar. Oysa, demokrasi ve anayasal yapı, konjonktürel değil, ilkesel olarak
ele alındığında, eşitlik, öncelikle bir insan hakları konusudur. İnsan hakları
ise, insanın gerek kendi elinde olmaksızın -bu, dil, din, ırk, cinsiyet gibi-
veya sonradan sosyal alanlara, yapılara bağlı olarak değil; ama, salt, insanın,
insan olması nedeniyle elde edilmiş haklardır. Bu nedenle, ayırım gözetmeme,
insan haklarının özünü oluşturur. Yeni dünyanın, eşit
muamele görme, karar alma sürecine katılma, istihdama erişim, meslekî eğitim,
çalışma koşulları ve sosyal güvenlik ile hakları ve bunları kullanma
özgürlüğüyle gerçekleştirilecek eşitliği, fırsat eşitliği olarak tanımlamamız
gerekir. Bu nedenle, Doğru Yol Partisi olarak, kadın-erkek eşitliğinin,
kamuoyunun gündeminde, demokrasi, insan hakları, aynı zamanda da bir kalkınma
sorunu olarak yerini almasına çalışmaktayız. Kadınların, tüm
düzeylerde ve mutlaka erkeklerle birlikte, eşitlik içinde aktif katılımcılar
olmalarını hedeflemekteyiz; ancak bu şekilde, bütün bireylerin ekonomik ve
sosyal kalkınmaya eşit bir şekilde katılmasıyla, ülkemizin bir refah ülkesi
standartlarına ulaşacağına inanıyoruz. Bu hedeflere ulaşabilmek
amacıyla, eğitimin her kademesinden, çalışma yaşamına katılmaları için
uygulanacak programlardan, sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinden etkin bir
şekilde yararlanması için, fırsat eşitliğini sağlamaya yönelik, Anayasamız
başta olmak üzere, diğer kanunlarda mevcut bütün düzenlemeleri Meclisimizin
gündemine getirmek zorundayız ve hepsinden önemlisi, kadın-erkek eşitsizliği ve
kadına karşı ayırımcılığın, toplumsal ve kültürel değerlerle
meşrulaştırılmasında önemli rol oynayan geleneksel yapının dönüştürülmesinde
öncü ve önemli rol oynayacak olan kadının, karar alma mekanizmalarına ve
siyasete eşit şekilde katılımının önünü açmamız gerekmektedir. Bu çerçevede 41 inci
maddede yapmış olduğumuz değişikliğe ilave olarak, uluslararası anlaşmalarla
üstlendiğimiz olumlu ayırımcılık da dahil uygulamaların gerçekleştirilmesi
amacıyla, Anayasamızın 10 uncu maddesinde, ayrıca, siyasette her kademede
temsilde cinslerarası adaletin sağlanabilmesine ilişkin olarak Anayasamızın 67
nci maddesinde yapılacak düzenlemelerin bugünkü düzenlemeyi takip etmesi, bir
gereklilik, hatta, bir zorunluluk olarak karşımızdadır. Değerli milletvekilleri,
açıklamaya çalıştığım bu nedenlerle, henüz birçok düzenlemenin gerektirdiği bu
konuda, 17 nci maddeyle getirilen düzenlemenin bir başlangıç olmasını temenni
ediyor, diğer bütün düzenlemelerin bu Meclisimizde yapılacağına olan inancımı
tekrar ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Şimdi, söz sırası
Demokratik Sol Partide. Amasya Milletvekili Sayın
Gönül Saray Alphan, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA GÖNÜL
SARAY ALPHAN (Amasya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
görüşmekte olduğumuz 737 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 17, Anayasamızın
41 inci maddesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Yaklaşık yirmi yıldır,
gelişen, genç, dinamik yapımıza yaraşır, çağdaş ve Avrupa standartlarını
yakalamış bir yaşamın özlemini çekeriz. Tüm aydınları, yazarları ve
düşünürleriyle, demokrasinin yerleştirilmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması,
insan haklarına saygılı ve bu hakların korunması güvenceye alınmış, istikrarlı
bir Türkiye'dir istediğimiz. Bütün bu kavramların
buluştuğu ortak payda ise eşitliktir. Eşitlik yoksa, özgürlükler imtiyaza
dönüşür. Bu nedenle, eşitliğin olmadığı yerde özgürlükler de yoktur. Eşitliğin
olmadığı bir yönetimde hukuk devleti de yoktur; çünkü, kural, tüm kişiler için
aynı uygulama şartını getirmiyorsa, hukuk kuralı olmaktan çıkar. Eşitliğin
olmadığı yönetimin adı ise demokrasi değildir; çünkü, demokrasilerde esas,
vatandaşların eşit egemenliğe sahip olmalarıdır. Cinslerarası eşitlik ne kadar
gelişmiş ise, kadın ve erkekten oluşan toplumlar, çağdaş, demokratik normlara o
kadar yaklaşmış demektirler. Yüce Parlamentomuza düşen
öncelikli görevlerden birisi ise, kadını ve erkeği kanun önünde eşit kılacak
düzenlemeleri yapmaktır. Anayasamızın 10 uncu maddesi "herkes, dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" der; yani,
Anayasamız, kanun önünde eşitlik ilkesini ifade ederek cinsiyete dayalı ayırımcılığı
yasaklamaktadır; ancak, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğunu bildiren
herhangi bir hüküm Anayasamızda açıkça yer almadığı gibi, devlete cinslerarası
eşitliği sağlamak, gerekli önlemleri almak yükümlülüğünü getirecek herhangi bir
düzenleme de yapılmamıştır. Değerli arkadaşlarım,
çerçeve 17 nci maddede getirilmesi düşünülen değişikliği, işte bu açıdan çok
önemsemeliyiz. Anayasamızın 41 inci maddesi birinci fıkrasına ekleme yapılarak
"Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır"
hükmü getirilmektedir. İlk kez Anayasamızda, kadın ve erkeğin eşitliği, açıkça
ve net bir biçimde hükme bağlanmaktadır. Ayrıca, biraz sonra görüşeceğimiz
Anayasamızın 66 ncı maddesindeki, kadın-erkek eşitliğine aykırı ikinci fıkra
ikinci cümlesinin de madde metninden çıkarılması ve tüm bu değişikliklerin
komisyonlardan oybirliğiyle geçmiş olmasını, çağdaş parlamenterlerimizin çağdaş
yaklaşımları olarak değerlendiriyor; vekâletini taşıdığımız 35 milyon kadın
adına, Yüce Parlamentoya teşekkürlerimizi iletmek istiyorum. Türkiye'de kadın-erkek
eşitliği, her dönemde özel bir öneme sahip olmuştur. Cumhuriyet devrimleriyle,
kadınlara, medenî ve siyasal haklar, çoğu Avrupa ülkelerinden önce verilmiştir.
O dönemin reformlarına tüm ülkelerden önce imza atmış Türkiye ve Türk
Parlamentosuna, bu değişikliğin, çoğu ülkelerden çok daha fazla yakışacağına
inanıyorum. Zamanının reform
yasaları, gelişen süre içerisinde, Anayasamızla, Türk Ceza Kanunumuzla, Medenî Yasamızla yeniden gözden geçirilme
ihtiyacındadır. Türkiye'nin de imza koyduğu Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı
Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi (CEDAW) Uluslararası Sözleşmesi ve Avrupa
Birliği için ulusal programımızın da bir gereği olan düzenlemeler, gün be gün
kararlılıkla komisyonlarda görüşülerek, Genel Kurulun tasviplerine
sunulmaktadır. Yüce Parlamentomuzun, yakın bir tarihte Genel Kurulda ele
alacağını umduğumuz Medenî Yasa ve Türk Ceza Kanunu değişiklikleri için de aynı
uzlaşı kültürünü göstereceğine inancımız tamdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasınca
ve milletin bizlere verdiği irade gereğince, siyasetin ve devlet
politikalarının tartışılıp, hükme bağlanacağı yegane yer olması gereken Yüce
Meclisimizin dışında siyaset yapan, hüküm veren her kişi, kurum veya kuruluşa
verilecek en güzel cevabın, bu Meclisten çıkan veya çıkacak çağdaş düzenlemeler
olacağı açıktır. Demokratik Sol Partinin
seçim bildirgelerinde yer alan, kadının siyasette hakça temsili için olumlu
ayırımcılık bakış açısı, çokpartili dönemde ilk kez, söylemden eyleme, partimle
dönüşerek, 12 kadın milletvekiliyle Parlamentomuza çağdaşlık boyutunu
kazandırmıştır. Partime huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Bugün, burada, demokratik
parlamenter sistemin işleyişini ve başarısını sağlamada vazgeçilmez unsurlardan
birisi olan uzlaşının en güzel örneklerinden birisinin sergilendiği Anayasa
değişikliklerinin Türk Milletine hayırlı olması temennisiyle, Yüce Meclise
saygılarımı sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Şimdi söz sırası,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunda. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Nesrin Ünal; buyurun efendim.
(Alkışlar) MHP GRUBU ADINA NESRİN
ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, saygılarımı
sunuyorum. Dünya tarihine
baktığımızda, kadın-erkek eşitliğinde, kanunlar önünde, en erken yol alan ülke
Türkiye. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, 1936 yılında, biz bu hakları elde
etmişiz; fakat, bunların gelişmesinde, bu hakları yeterince kullanamamışız. Az
önce, kuyrukta da ben çok ilginç bir olay yaşadım; herkes "buyurun, siz
önce oy kullanın" dedi; ama, ben isterdim ki bu Parlamentoda kadınlar daha
çok olsun ve biz, erkeklere deseydik "buyurun, siz önce oy kullanın"
diye. (MHP, DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) Önemli olan budur. Kanunlar
önünde hep biz eşit olmuşuz; ama, ben, bir Türk kadını, Anadolu insanı olarak,
tarihten gelen, inançlarımızdan gelen haklarımızın şimdi verilmesini istiyorum.
18 inci maddeyle "eşitlik" getirilmiş; ama, bunun bize çok şeyler
getireceğini uygulamada görmek isterim bir parlamenter olarak. Ayrıca, kadınların,
küreselleşme adına tüm yeniden yapılanma kademelerinde aktif olarak çalışmaları
bir zorunluluktur; çünkü, kadınlar ve çocuklar, yoksulluk içinde yaşayanların
çoğunluğunu görmektedir ve anneler, bunların zorluğunu çekmektedir. Bu da,
kadın erkek eşitsizliğini artırmaktadır. Bu yüzden, mutlaka, her şeyde,
toplumsal cinsiyet merkezli yaklaşım öngörülmelidir. İşsizlik, göç, eğitim,
kültür gibi konularda kadınlar önplanda olmalıdır ve ben, sadece diyorum ki,
Buhara'yı 8 inci Yüzyılda yöneten Toksan Sultanların, 10 uncu Yüzyılda
hükümdarlıkları yöneten Hatun Sultanların, Osmanlının kuruluşunda rol alan
Malhun Hatunların, siyasî, sosyal ve ekonomik özgürlüklerine doğru olan
yolculuğumuzda biz Türk kadınlarına başarılar diliyor; hepinize teşekkür
ediyorum. (MHP, DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ünal. Saadet Partisi Grubu
adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Sacit Günbey; buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA SACİT
GÜNBEY (Diyarbakır) - Bayanları Parlamentoya kabul etmediniz; onun için, erkek
olarak, biz, bayanların haklarını burada konuşacağız. Bayanları kabul
etseydiniz, şimdi, bir bayan arkadaşımız size hitap edecekti. Sayın Başkan, muhterem
milletvekilleri; anayasa değişikliğiyle ilgili yaptığımız çalışmalarda 17 nci
maddeyle ilgili olarak Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Muhterem milletvekilleri,
bu anayasa değişikliği, hakikaten, çok kapsamlı bir çalışma olmuştur; bu
konsensüsü sağlayan, başta genel başkanlar olmak üzere, bütün milletvekillerini
tebrik ediyor ve teşekkürlerimi sunuyorum. Umuyorum ki, bundan sonra,
Anayasanın diğer maddeleri de gözden geçirilir; çağdaş, demokratik bir Anayasa,
Türkiye'ye kazandırılmış olur; fakat, Anayasamızda yapılan değişikliklerde,
doğrusu, bu birinci paragraftan sonra gelen "ama" ve
"ancaklar" hak ve özgürlükleri tekrar kısıtlamıştır; bunların da
olmamasını gönül arzu ederdi. 41 inci maddede yapılan
değişiklikle eşler arasındaki eşitlik de -eşit statü de- sağlanmış oluyor.
Burada, ailenin bütünlüğünün korunması toplumumuz için hakikaten çok önemlidir.
Bakın, bir Fransız bilim adamının bana söylediğini sizlere nakletmek istiyorum:
Bu Fransız bilim adamı demişti ki "bizim bugün en büyük sorunumuz aile
bütünlüğünü devam ettiremememiz, sağlayamamamızdır; yani, parçalanmış aile
sendromu tablosunu yaşamamızdır. Biz, Türkiye'deki aile yapısını inceliyoruz ve
bu aile yapısını Fransa'da yerleştirmeye çalışıyoruz." Bugün, bu ekonomik
krizlere rağmen, yoksulluklara rağmen, fakirliklere rağmen ve bu hükümetin
izlediği ekonomik politikalar rağmen, eğer, bir sosyal patlama olmuyorsa, bir
çalkantı olmuyorsa, bu aile yapımızın güçlü olmasından kaynaklanmaktadır. Bu
aile yapımızı korumak için, güçlendirmek için, mutlaka, elimizden gelen her
çeşit gayreti göstermek zorundayız; ancak, şunu ifade etmem gerekir ki,
anayasalara da, kanunlarımızı da çok olumlu şeyler yazsak bile, bu 57 nci
hükümetin yapmış olduğu uygulamalar, maalesef, kâğıt üzerinde kalmaktadır. Bugün ekonomik dengeler,
sosyal dengeler alabildiğine bozulmuştur, fakirlik artmıştır; her gün,
boşanmaların, cinnet geçirenlerin, evladını parçalayanların, intihar etmek için
Boğaz Köprüsünde sıraya giren insanların sayısı artmıştır, uyuşturucu kullanımı
artmıştır. Sokak çocuklarının sayısı 2 milyondan fazladır, korunmaya muhtaç
çocukların sayısı, bunun en az 10 katı civarındadır, çalışan çocukların sayısı
milyonların üzerindedir. Bir ülkede fakirlik varsa,
yoksulluk varsa, bundan en çok etkilenen, kadınlar ve çocuklar olmaktadır.
Maalesef, bu hükümetin sosyal politikaları yoktur. Bu politikaları, sadece
kâğıt üzerinde değişiklik yapmakla, anayasalarda birtakım eşit kurallar
getirmekle düzeltmek mümkün değildir. Sadece faize, rantiyeye ayrılan parayla
aileleri korumamız mümkün değildir. Ben, bu anayasa
değişikliklerinin hayırlı olmasını diliyorum, emeği geçenlere teşekkür ediyorum
ve hükümetimizin de sosyal politikalara önem vermesini, özellikle çocukları,
kadınları koruyan politikalara önem vermesini arzu ediyorum. Size, son olarak bir
örnek daha vereceğim: Bugün çocuklarımızın yüzde 10'u, maalesef, kronik
beslenme bozukluğu içerisindedir. Bu kronik beslenme bozukluğu, çocuklarımızın,
sadece bedensel gelişmesini değil, zihinsel gelişmelerini, beyin gelişmelerini
de olumsuz yönde etkilemektedir. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum; bu çalışmaların hayırlı olmasını diliyorum efendim. (SP ve AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. 17 nci madde üzerinde,
Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok. 17 nci maddenin
oylamasına geçmeden önce, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 16 ncı maddesinin gizli oylamasına 420
milletvekili katılmış, 407 kabul, 13 ret oy kullanılmıştır. Bu şekilde, 16 ncı
madde de, Anayasanın öngördüğü beşte 3 çoğunluğu sağlayarak kabul edilmiştir. 17 nci madde için, Adana
ve İstanbul'dan oylamaya başlıyoruz. Buyurun efendim. (Oylar toplanıldı) BAŞKAN - Oyunu kullanmayan
sayın milletvekili var mı? Yok. Oy verme işlemi
bitmiştir. Oy kutuları kaldırılsın. (Oyların ayırımına
başlanıldı) BAŞKAN- 18 inci maddeyi
okutuyorum: MADDE 18.- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 46 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Madde 46.- Devlet ve kamu
tüzel kişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını
peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya
bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar
üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir. Kamulaştırma bedeli ile
kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak tarım
reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve
turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla
gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme
süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir. Kamulaştırılan topraktan,
o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her
halde peşin ödenir. İkinci fıkrada öngörülen
taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde
kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. BAŞKAN- 18 inci madde
üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın
Ali Coşkun. Buyurun efendim. (AKP
sıralarından alkışlar) AKP GRUBU ADINA ALİ
COŞKUN (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasanın değişiklik
öngörülen 46 ncı maddesi üzerinde Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Büyük Millet Meclisimiz
Anayasamızda yapmakta olduğu bu değişiklikle, demokratik hukuk devleti olmamız
yönünde çok önemli bir adım atmaktadır; ancak, yeterli değildir. Bu güzel
adımı, keşke, Avrupa Birliği istediği için değil de, milletimiz layık olduğu
için, daha önce yapabilseydik. Yine de, bu değişikliklerin, insan hakları,
özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin geliştirilip uygulanması yönünde
atılmış bir ön adım olmasını diliyoruz. Değerli milletvekilleri,
takdir edersiniz ki, ekonomiyle bu kavramlar arasında çok sıkı bağlar
mevcuttur. Ekonomisi güçlü ülkelerde, demokrasi, insan hakları, özgürlükler çok
daha büyük anlam taşımakta ve yaşanmaktadır. Bu sebeple, ülkemiz, içinde
bulunduğu ekonomik bunalımdan çıkmadıkça ve refah tabana yayılmadıkça, sadece,
yasaların değişikliği yeterli değildir. Halkımız perişandır, güveni sarsılmış,
yarına kuşkuyla bakmaktadır. Ekonomimiz çökmüştür. Bu sebeple, öncelikle
işsizlik, pahalılık ve gelir dağılımındaki adaletsizliği önleyecek tedbirleri
acilen almak, ekonomiyi kötü yönetimden kurtarmak mecburiyetindeyiz. Değerli milletvekilleri,
18 inci maddeyle yapılan değişikliğe gelince: Bu maddeyle "kamulaştırma
bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak
ödenir" denilmekte, buna ilaveten, bilindiği gibi, Anayasanın 138 inci
maddesinin son fıkrasıyla da, "yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır" ibaresi bulunmaktadır. Bugüne kadar,
idare, üzülerek belirtelim ki, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez
ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez denilse de, kesin hükme bağlanan
artırım bedeli hakkında mahkeme kararı da olsa, vatandaşların haklı talepleri
çoğunlukla idareler tarafından zamanında yerine getirilmemiş ve vatandaşlar
mağdur edilmiştir. Hukuk devleti olma
yerine, yıllardır değiştirilemeyen, evrensel hukuka uymayan kanunlar ve yanlış
uygulamalarla kanun devleti olmaktan kurtulamayan ülkemizde, demokrasimizin
durumu ve işleyişi konusunda övünülecek bir durumda olmadığımız açıktır. Örnek
olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Türkiye aleyhine vatandaşlarımızca
yapılan başvurular arasında en yüksek pay, 455 davayla kamulaştırma
bedellerinin geç ödenmesi konusudur. Bu durum, kamu yönetimini, ekonomik
durumumuzu ve idarelerin yönetim zafiyetini açıkça ortaya koymaktadır.
Uygulanan bu zihniyet, vatandaşların kutsal olan hakkını vermek yerine,
Türkiye'yi, üçüncü dünya ülkesi konumuna getirerek, vatandaşları, hak aramak
için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmek mecburiyetinde bırakmaktadır.
Sonuçta, Türkiye, vatandaşının kutsal olan mülkiyet hakkına saygı duymayan bir
ülke durumuna düşmekte, milyonlarca dolar tazminat ödemeye mahkûm edilmektedir.
Kamulaştırma Kanununun
değişmesi ve Anayasanın 46 ncı maddesinde yapılan değişiklikle, bundan sonra
vatandaşların mağduriyetlerine yol açılmaması sağlanmış olacaktır. Bu maddede,
ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde peşin ödeme ya da "taksit halinde kamu
alacakları için öngörülen en yüksek gecikme faizi uygulanır" hükmünün
getirilmiş olması, rejimin teminatlarından en önemlisi olan mülkiyet hakkının
korunması yönünde demokrasimize güç kazandıracaktır. Bu anlayışla, anayasa
değişikliğinin hayırlı olması dileklerimle, hepinize saygılar sunuyorum. (AKP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Şimdi, ikinci söz, Saadet
Partisinde. Elazığ Milletvekili Sayın
Latif Öztek; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA LATİF
ÖZTEK (Elazığ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun Teklifinin 18 inci maddesi üzerinde, Saadet Partisinin görüşlerini arz
etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Sözlerime başlarken, yapılacak
değişikliklerin milletimiz ve ülkemiz için hayırlı olmasını diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, kuruluşundan beri, 1921, 1924, 1961 ve 1982 yıllarında anayasalar
hazırlamıştır. Hazırlanan bütün anayasalar, kısa bir süre sonra toplumumuzun
ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldiğinden, değişiklik yapma ihtiyacı ortaya
çıkmıştır. Halen yürürlükte olan
1982 Anayasasının demokratik bir ortamda hazırlandığını söylemek mümkün
değildir. 1961 Anayasasında
insanımıza verilen demokratik haklar fazla bulunmuş ve insanımızın demokratik
haklarının sınırları daraltılmıştır. Âdeta bir tepki anayasası
olan 1982 Anayasası, devlete odaklı, devletin tehdit edildiği fobisi üzerine
inşa edilmiş ve elbette, onu korumayı temel kaygı olarak belirlemiş bir
anayasadır. 1982 Anayasası, millî egemenlikle beraber, devlet egemenliğini de
tescil etmiştir. Devlet egemenliği, millî güvenliğin korunması gerekçesiyle,
kutsal devlet anlayışının önem kazanmasına sebep olmuştur. Bu yönüyle 1982
Anayasası, devleti kutsal sayan, demokrasiyi ikinci plana iten bir anlayışla
hazırlanmıştır. Parlamentomuz, 1982
Anayasasının 37 maddesinde değişiklik yapmak üzere olağanüstü toplantıya çağrılmıştır.
Görüştüğümüz Anayasa
Değişikliği Teklifinin çerçeve 18 inci maddesiyle, 1982 Anayasasının
"kamulaştırma" başlığı altındaki 46 ncı maddesinde değişiklik
öngörülmektedir. 1924 ve 1961 Anayasalarında da kamulaştırılmaya yer
verilmiştir. Kamu yararı da söz konusu olsa, kişilerin özel mülkiyetinin
korunması her üç Anayasada da teminat altına alınmış ve kamulaştırılan taşınmaz
malların bedelinin mutlaka ödenmesi öngörülmüştür. 1961 Anayasası ile 1982
Anayasası arasındaki fark, tepki anayasası olarak hazırlanan 1982 Anayasasına
"kamulaştırma bedelinin hesaplama tarz ve usulleri" diye başlayan
fıkranın ilave edilmiş olmasıdır. Bilindiği gibi, 1982 Anayasasındaki bu hüküm,
kısa süre sonra uygulanamaz hale gelmiş ve uygulanmamıştır. 1961 Anayasasında
ödemelere en fazla on yıl süre verilip, gecikme durumunda, kanunla gösterilen
faiz haddi esas alınırken, 1982 Anayasasında ödemelerin süresi için en fazla
beş yıl öngörülmüş; yani, süre kısaltılmış ve ödemelerde gecikme olması halinde
kanunla gösterilen en yüksek faiz haddi esas alınmıştır; böylece, bireysel
haklar korunmuştur. Partilerarası Uzlaşma
Komisyonunun kabul ettiği metinde, konuyla ilgili olan ilk paragrafta
"karşılıklarını" sözcüğünden önce "gerçek" sözcüğü ilave
edilmiştir. İkinci fıkrada da "kamulaştırma bedeli" sözcüğünden sonra
"kesin hükme bağlanan artırım bedeli" ibaresi eklenmiştir; böylece,
metin, daha mükemmel hale getirilmiştir. Değerli milletvekilleri,
devletin, toplumun menfaatı gereği kamulaştırma yapması doğaldır; ama, yapılan
bu kamulaştırmayla, vatandaşımız mağdur edilmemelidir. Küçük meblağlar hemen ödenmelidir; ancak, tarım
reformunun uygulanması ve büyük enerji, sulama projeleri ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi ve benzeri projelerde, kamulaştırılan toprakların bedellerinin
peşin olarak ödenmesi mümkün olmayabilir. Bu gibi hallerde taşınmaz malların
gerçek bedeli, belli bir program çerçevesinde, beş yıl içinde ve vatandaş
mağdur edilmeden ödenmelidir. Burada, konuya geniş bir
perspektiften bakmak, ferdin ekonomik haklarını koruma yanında, bölgenin de
ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm getirecek şekilde meseleye yaklaşmak
gerektiği kanaatinde olduğumu ifade etmek istiyorum. Evet, kamulaştırmayla,
taşınmaz malı alınan şahıslara ödenen paralarla, onların mağduriyetleri giderilmiş
olabilir. Oysa, büyük toprakların kamulaştırıldığı yörelerde, bölgenin
veya ilin sıkıntıları, sorunları
artıyor, hatta, yeni yeni sorunlar meydana geliyor ve bu sorunlar, kolay kolay
da çözümlenemiyor. Konunun daha iyi
anlaşılabilmesi amacıyla, size, somut bir örnek vermek istiyorum: Ülkemizin
elektrik enerjisi ihtiyacının karşılanmasında önemli bir yeri bulunan Keban
Barajının yapılmasıyla, Elazığ İlinde 56 köy tamamen, 104 köy de kısmen sular
altında kalmıştır. Verimli toprakların baraj gölünün suları altında kalması,
tarım sektörünü olumsuz etkilemiş, ilde, büyük sosyal, kültürel ve ekonomik
sorunların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlar mısınız
lütfen. LATİF ÖZTEK (Devamla) - Teşekkür
ederim Başkanım, sağ olun. Bu sorunların çözümüne
devletimizin önemli bir katkısı olmamıştır. Keban Barajının yapıldığı yörede
ortaya çıkan bu sorunların, Karakaya ve Atatürk Barajları ve diğer büyük
barajların yapıldığı yörelerde de ortaya çıktığını söylemek mümkündür. İşte, bu
gibi durumları dikkate alarak, kamulaştırmaya, sadece bireysel zararları
karşılama açısından bakmayalım; olayı, yöre açısından da değerlendirelim
diyorum. Bunun için de, madde kapsamına veya Anayasamızın uygun görülen başka
bir maddesine "büyük arazi kamulaştırmalarında yörenin veya ilin ziraî,
sosyal, ekonomik, kültürel, ticarî ve diğer sorunlarının çözümlenmesi amacıyla
bütçeden her yıl kaynak ayrılır" şeklinde bir fıkranın eklenmesinin uygun
olacağı kanaatinde olduğumu belirtmek istiyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; milletimizin arzu ve isteklerini tam karşılamasa da, mevcut
Anayasanın biraz daha iyileştirilmesini sağlayan bu değişiklik tekliflerini
desteklediğimizi ifade ediyor, ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Burdur Milletvekili Sayın Mustafa Örs; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA MUSTAFA
ÖRS (Burdur) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 737
sıra sayılı kanun teklifinin 18 inci maddesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına, sizleri ve aziz
milletimizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye, müdahalelerin yapıldığı, demokrasinin resmen ya da
fiilen askıya alındığı birçok aradönem yaşamıştır. Bu dönemlerde temel hak ve
özgürlükler kısıtlanmış, demokrasinin sınırları daraltılmış ve hukukun
alabildiğine siyasallaşmasına şahit olunmuştur. Yine, bu dönemlerde,
partiler kapatılmış, birçok siyaset adamı tutuklanmış ve hatta, idam
edilmiştir. Bu şahsiyetler, yıllar geçmesine rağmen toplum hafızasında hâlâ
canlı bir şekilde yaşamaktadır. 1921 yılında kabul edilen
ilk anayasadan bugüne, ülkemiz, gerek çağdaşlaşma, gerekse ekonomik ve sosyal
gelişmişlik açısından oldukça yol katetmiştir. Dolayısıyla, dönem dönem
müdahaleler veya başka nedenlerle anayasa üzerinde yapılan değişiklikler,
günümüz Türkiyesinin ihtiyaçlarında ve demokratikleşme çabalarında yetersiz
kalmıştır. Avrupa Birliğine giriş
sürecimizde ekonomik ve sosyal kriterlerin karşılanması ve bu alanda gerekli
yasal düzenlemelerin yapılabilmesinin önşartı da, Anayasamızda değişikliklerin
yapılmasından geçmektedir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şubat krizinden sonra; yani, bahardan bu tarafa, IMF istedi,
IMF bunu böyle istiyor, yoksa kredi vermeyecek diye birçok yasa çıkarıldı;
Tütün Yasası, Şeker Yasası, Bankalar Yasası ve bu arada, geceyarısı
operasyonuyla geçirilen; fakat, veto edilen RTÜK Yasası... Bu yasaların
birçoğu, IMF diretti diye çıkarılmamalıydı. Bugün de öyle olmamalıydı. Hepimiz
biliyoruz ki, krizlerden çıkmanın yolu, üretimi artırmak, ihracatı teşvik etmek
ve borçlanma yoluna gitmeden, tamamen iç dinamiklerle krizi önlemektir. Ancak,
ülkemizde, son yıllarda uygulanan politikalar nedeniyle, tarım, bitme noktasına
gelmiştir. Kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biri olan ülkemizde, yanlış
politikalar sonucu, özellikle buğday üretimi gerilemiş ve dışarıdan ithalat
gündeme gelmiştir; bu, üzücü ve düşündürücü bir olaydır. Şu anda, 1982
Anayasasının, Avrupa kriterleri dikkate alınarak hazırlanmış olan ve kamuoyunda
da büyük destek gören 37, ilave maddesiyle 38 maddelik değişiklik paketini görüşüyoruz.
Bu pakette, düşünce ve fikir hürriyeti üzerindeki bazı engellerin kaldırılması,
siyasî yasaklarla ilgili yapılan düzenlemeler ve idam cezalarında yapılan
değişiklikler önümüzde durmaktadır. Bizler, komisyonda, idam
cezasının kaldırılmasında bazı çekincelerimizin olduğunu, özellikle terörle
mücadele açısından dile getirdik; fakat, mutabakatı bozmamak açısından
desteğimizi devam ettirdik; çünkü, Türkiye Büyük Millet Meclisi, şu an, tarihî
bir dönemeçtedir; ilk defa sivil anayasaya doğru adım atılmaktadır. Ülkemizde, 1940'lı
yıllardan bu tarafa, demokrasi, gündemin hep başında yer almasına, herkesin ve
siyasî partilerin demokrasi isteklerini ifade etmesine rağmen, istenilen hedefe
bir türlü ulaşılamamıştır. Yıllardır, Türkiye, bazı
çevrelerin dayattığı ve tamamen sivillerin hazırlamadığı anayasalarla idare
edilmeye çalışılmıştır. Bunun sonucunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
verdiği ve ülkemizi ağır tazminatlara mahkûm eden kararlarla karşı karşıya
kaldık. Avrupa Birliğine katılmak istiyoruz dediğimizde, önce, bazı yasal
değişiklikleri yapmamız, ekonomiyi rayına oturtmamız ve sosyal dengeyi
sağlamamız gerektiği gibi bazı şartlar dile getirildi. Meclisimizden bu
değişiklik paketinin geçmesi, Anayasamızın sivilleşmesi açısından tarihî bir fırsat
olarak önümüzde durmaktadır. Hepimiz biliyoruz ki, bu
paket yeterli değildir. Ülkemizin, şu anda halkın gözünde güvenilirliğini
kaybetmiş ve tartışılan hükümetten kurtulması, Siyasî Partiler Yasası ve Seçim
Yasasının acilen çıkarılarak, halkın kendi vekilini tercihle seçebileceği;
yani, birilerinin dayattığı isimlerle değil, kendi adaylarını Meclise
gönderebileceği bir sistemin ülkemize getirilmesinin siyasî istikrarın temini
açısından da önemli olduğunu belirtmek isterim. Ülkemiz, şu anda ağır bir
ekonomik kriz altında inlemekte ve mevcut hükümet, ülkeyi, bu krizden feraha
çıkarmaya götürememektedir. Tüm kesimler, işçisiyle, memuruyla, çiftçisiyle,
esnafıyla, tüccarıyla, sanayicisiyle, ağır ekonomik şartlar altında
ezilmektedir. Son dörtbuçuk yıldır, Sayın Başbakanın imzası olan ekonomik
programlar ve kemer sıkma politikaları uygulanmakta; fakat, bir türlü ekonomi
rayına oturtulamamaktadır. Bakanlar yolsuzluktan görevi bırakmak zorunda
kalmakta, bankaların içleri boşaltılmakta, kamu kuruluşlarının birçoğunda
yolsuzluk ve görevi suiistimal görüntüleri her gün basında yer almaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız lütfen. MUSTAFA ÖRS (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkan. Bu şartlarda da, tüm
kesimlerden fedakârlık istenilmektedir. Dünyada yaşanan krizler karşısında
sessiz kalınmakta ve zamanında tepki verilememektedir. Bu da, ülkemizi
yalnızlığa doğru sürüklemektedir. Tüm bu olumsuzluklara
rağmen, yine de, değişiklik paketinin bir başlangıç olacağı, devamının geleceği
inancındayım. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; pakette yer alan 18 inci maddeyle, devlet ve kamu
tüzelkişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını
peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya
bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar
üzerinden idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir. Burada, kamulaştırma bedeli ile
kesin hükme bağlanan artırım bedelinin nakden ve peşin olarak ödeneceği hükme
bağlanmaktadır. Bu da, vatandaşın korunması açısından önemlidir. Yalnız, bugüne
kadar uygulanan politikalar nedeniyle, mahkeme kararları olduğu halde istimlak
bedellerini alamayan vatandaşlarımız rahatlatılacak mıdır, yoksa, alınan
kararlar kâğıt üzerinde mi kalacaktır? (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum... MUSTAFA ÖRS (Devamla) -
Sayın Başkan, hemen bitiriyorum. BAŞKAN - Uzattım
sürenizi... Bir toparlayın lütfen... Biliyorsunuz, kapatacağız. MUSTAFA ÖRS (Devamla) -
Bilindiği gibi, baraj, sulama, yol, köprü ve sair nedenlerle arazileri ve
konutları istimlak edilen vatandaşlarımıza biçilen değerler rayicin çok altında
kalmakta ve mahkemelerde birçok dava dosyası yığılmaktadır. Bunlara da bir
çözüm bulunması gerekmektedir. Bundan sonra yapılacak kamulaştırmalarda, ödeme
süresinin beş yılı aşmamasının hükme bağlanması ve bu ödemelerde kamu
alacakları için öngörülen en yüksek faizin uygulamasında, vatandaşlarımızın
korunması açısından olumlu bulunmaktadır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; artık, Türkiye'nin önünde yeni bir dönem açıldığı ve dünyadaki
değişime -bütün direnmelere rağmen- Türkiye'nin de katıldığını görmekteyiz.
Demokratikleşme adına atılacak adımların, yapılması gereken hukuk reformunun ve
idarî yapımızdaki değişikliklerin de engellenemeyeceği kanaatindeyim. İktidarı ve muhalefetiyle
hepimizin görevi, bu anayasa değişikliğini Türkiye Büyük Millet Meclisinden
geçirerek, bundan sonra da hızlı bir şekilde, Siyasî Partiler Yasası, Seçim Yasası
görüşmeleri ve bu doğrultuda, siyasî istikrarın sağlanacağı bir yeni anayasa
görüşmeleriyle, daha iyi, daha istikrarlı yönetim olacağı kanaatindeyim. Hepinize saygılar
sunuyorum, teşekkür ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Gruplar adına başka söz
isteyen?.. Yok. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 17 nci
maddesinin gizli oylamasının neticesini arz ediyorum: Katılan üye : 426 Kabul : 393 Ret : 23 Çekimser : 5 Boş : 3 Geçersiz : 2 Böylece, 17 nci madde de
kanunlaşmış, Anayasanın öngördüğü beşte 3 çoğunluğu elde etmiştir. 18 inci maddenin
oylamasına geçiyorum. (Oyların toplanılmasına
başlandı) BAŞKAN- Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Sayın Mesut Yılmaz'ın yerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Sayın Yaşar Okuyan, İçişleri
Bakanı Sayın Rüştü Kâzım Yücelen'in yerine de Devlet Bakanı Sayın Yılmaz
Karakoyunlu vekâleten oy kullanacaklardır. (Oyların toplanılmasına
devam edildi) BAŞKAN - Oyunu kullanmayan
sayın üye var mı? Yok. Oy verme işlemi
tamamlanmıştır. Kupalar kaldırılsın. (Oyların ayırımı yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 18 inci maddesinin gizli oylamasının
sonucunu açıklıyorum: Kullanılan oy : 424 Kabul : 406 Ret : 10 Çekimser : 2 Boş : 4 Geçersiz : 2 Böylece, 18 inci madde de
Anayasanın öngördüğü beşte 3 çoğunluğu aşmıştır. Sayın milletvekilleri,
çalışma saatimiz dolmuştur. Alınan karar gereğince,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun
Teklifinin görüşmelerine devam etmek için 27 Eylül 2001 Perşembe günü saat
11.00'de toplanmak üzere, Birleşimi kapatıyorum. Hayırlı geceler efendim. Kapanma Saati :22.53 |
|