Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21                YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 61

 

89 uncu Birleşim

23 . 4 . 2001 Pazartesi

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - TBMM’nin kuruluşunun 81 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak dört oturum yaptı.

Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, 9 - 23 Nisan İnternet Haftası ile 15 - 22 Nisan Turizm Haftasına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz, cevap verdi;

İstanbul Milletvekili Perihan Yılmaz, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ile diplomatik ilişkiler kurulmasına,

Ankara Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulundaki atamalara,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Memurları görevlerinden dolayı ve ideolojik amaçla öldürmek ve silahlı çetenin sair efradı olmak suçundan hükümlü Erol Özbolat hakkındaki dava dosyasının geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi okundu; Adalet Komisyonunda bulunan dosyanın hükümete geri verildiği açıklandı.

Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman’ın (6/1295) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.

Antalya Milletvekili Nesrin Ünal ve 22 arkadaşının, yaş meyve ve sebze üretimi ve ihracatıyla ilgili sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/194) okundu; önergenin, gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Ocak, Şubat ve Mart 2001 Ayları Hesabına Ait Türkiye Büyük MilletMeclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (5/14) (S. Sayısı : 652) GenelKurulun bilgisine sunuldu.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan:

TBMM İçtüzüğünde DeğişiklikYapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon Raporu henüz hazırlanmadığından;

Polis Yüksek Öğretim Kanunu Tasarısının (1/497, 1/212) (S. Sayısı : 438);

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkinKanun Tasarısının (1/53) (S. Sayısı : 433),

Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Nakdî Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 624 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin Kanun Tasarısının (1/757, 2/603, 2/605) (S.Sayısı : 592),

Ekonomik, Kültürel, Eğitim ve Teknik İşbirliği Başkanlığı Kurulması, 206 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin Kanun Tasarısının (1/206, 1/779) (S. Sayısı : 639)

Görüşmeleri, ilgili Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;

Ertelendi;

Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/837) (S. Sayısı : 653) görüşmelerine başlanarak, 13 üncü maddesine kadar kabul edildi.

Alınan karar gereğince, 23 Nisan 2001 Pazartesi günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime 19.56’da son verildi.

Mehmet Vecdi Gönül

Başkanvekili

 

Mehmet Ay

Levent Mıstıkoğlu

 

Gaziantep

Hatay

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

 

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

23 Nisan 2001 Pazartesi

BAŞKAN : Ömer İZGİ

KÂTİP ÜYELER : Hüseyin ÇELİK (Van), Melda BAYER (Ankara)

                                   

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 89 uncu Birleşimini açıyorum.

(İstiklal Marşı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, Genel Kurulun 12.4.2001 tarihli 83 üncü Birleşiminde alınan karar uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 81 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapacağımız görüşmelere geçiyoruz.

II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - TBMM’nin kuruluşunun 81 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, binlerce yıllık Türk tarihinde, ulusun kayıtsız koşulsuz egemenliğine dayanan ilk Parlamentomuz, bundan tam 81 yıl önce bugün kuruldu. Son ikiyüz yıllık geçmişimiz içinde, 1839 Tanzimat Fermanıyla, kişi dokunulmazlığı, yaşam hakları, yargı bağımsızlığı güvence altına alınmakla, Türk toplumu, o dönem itibariyle, pek çok Doğu Avrupa ülkesinden çok daha ilerideydi. Asya'da ise, insan haklarının en önemlilerini tanıyan ilk devlet, Osmanlı İmparatorluğu olmuştu. Ardından gelen 1856 tarihli Islahat Fermanıyla bu haklar pekiştirilmiş ve yasalar önünde kesin eşitlik ilkesi getirilmiştir. Öneminden ötürü belirtmek isterim ki, o tarihten sonra gelen bütün hükümdarlar, Tanzimat ve Islahat Fermanlarının ilkelerine hiç dokunmamışlardı; ancak, ulusa bu haklardan sonra tanınması gereken siyasal özgürlükleri gerçekleştirmede ileri adım atamadıkları da bir gerçekti. Oysa, siyasal özgürlükler tanınmadan ve egemenliğin hiç olmazsa büyük bir bölümünün ulusa verilmesi sağlanmadan ne gelişme gerçekleşebilirdi ne de demokratik bir sistem kurulabilirdi.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Birinci Dünya Savaşını Osmanlı Devleti çok ağır bir yenilgiyle bitirdi. Pek çok bölgemiz elden çıktığı gibi, bin yıllık Türk anayurdu olan Anadolumuz da, Trakya ile birlikte işgal edilmeye başlandı. Türkün varlığı korkunç bir karanlığın içine gömülüyordu. Sevindirici olan, işte, o umutsuz günlerde, iki sınır ilimiz Kars ve Edirne'de başlayan ulusal direniş hareketleri çok kısa zamanda gelişip, ulusal nitelikli yerel kongrelerle, kurtuluş hareketine dönüşmüş olmasıydı. Büyük dahi Atatürk'ün, bu kurtuluş hareketlerini yöneten dernekleri "Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti" adı altında toplamasıyla oluşan güç, bugün kutladığımız ulusal egemenliğin kuruluş ve gerçekleşmesinde pay sahibi olan en büyük güçtür.

Kurulduktan sonra hemen kendi anayasasını yapan, kurtuluşa giden büyük, özverili adımları ulusa benimseten ve bu yolda bütün yurttaşlarımıza kendi tutumuyla örnek olan bu Yüce Meclis, zaferden sonra saltanatı kaldırmış ve Amerika'dan sonra dünyanın en uzun ömürlü ikinci cumhuriyetinin kurulmasına esas olacak yolu tam anlamıyla açmıştır.

Nitekim, Lozan Barış Antlaşmasını imzalayan İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, ardından cumhuriyeti ilan etmiş ve demokrasinin altyapısını da hızla, ama, hızla kurmuştu. Bu altyapıdaki iki önemli ilke, demokratik cumhuriyet ve onun da temeli olan laiklikti. Yurttaşı tam bir vicdan özgürlüğüne kavuşturan ve devleti modern ve bilimsel esaslara dayandıran laiklik ilkesinden verilecek ödünümüzün olamayacağını, elbette, unutamayız. Bu nedenledir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, demokrasi ile onun ayrılmaz parçası olan laikliğin en büyük ve en güçlü güvencesidir.

Meclisimizin kuruluşundan bugüne kadar geçen süre içinde, zamanın koşullarına uygun olarak gelişen siyasal yapımızda, tam 40 yıl süren güçler birliği esasından güçler ayrımı ilkesine geçilmiş, 1961 Anayasasıyla kurulan parlamenter sistem, özellikle yargıya büyük bir bağımsızlık vermişti; ancak, bu sistemin gereklerinden olan parlamento-hükümet ilişkilerinde kimi eksiklikler taşımıştı.

1982 Anayasasında ise parlamenter sistemin özü, belki, daha iyi belirtilmiş; ama, bu defa, özellikle özgürlükler konusu ile yürütme yetkisinin kapsamı açısından başka tür eksikliklerin bulunduğu görülmektedir. Yüce Meclisimiz, 1982 yılından beri, Anayasamızın kimi önemli hükümlerini, oldukça liberal sayılacak biçimde değiştirmekle birlikte, eksikliklerin hepsi giderilmiş değildir; ama, Yüce Meclisimiz, ilk fırsatta bu konuda da gerekli iradesini gösterecek güçte ve yapıdadır.

Sayın milletvekilleri, dün ulusumuza seslenirken, Meclisimizin 20 nci Yüzyılda kurulan ve 21 inci Yüzyıla sarkan en uzun ömürlü parlamento olduğunu söylemiştim. Bu, çok önemli gerçeğin bilincinde olalım. Kurtuluş Savaşının inanılmaz zorluklarını ulusal özveri ruhunu şahlandırarak aşan bu Yüce Meclisimiz, ulusal egemenliğe dayanmanın ve onu temsil etmenin gururu içindedir. Kurucumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün söylediği gibi, ulus egemenliğine dayanmayan her türlü siyasal sistem çökmeye mahkûmdur. Zaman zaman içine düştüğümüz ve bütün ulusların karşılaştığı ve de karşılaşabileceği zorlukları, bunalımları giderecek olan, yine ulusun kendi iradesi ve o iradenin temsilcisi bu Yüce Meclisimizdir. Bu inancımızı hiçbir zaman yitirmeyeceğiz. Ulus egemenliğine inanç, Yüce Meclise güvenmek demektir. Tek dileğim, bu güvenin gereklerini, hızlı bir biçimde, her zaman yerine getirme şevkiyle çalışmamızdır. Zaten, bunu, hep yaptık ve de yapıyoruz; ancak, amacımız, yaptıklarımızla yetinmeyip daha iyiye ve daha güzele ulaşmaktır.

Bu mutlu günümüzde, ilkönce, bu büyük Bayramın adandığı çocuklarımızın ve ardından hepimizin mutlu gününü kutlar; bizleri bugünlere ulaştıran atalarımızı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurucusu ve ilk başkanı Aziz Atatürk'ü rahmetle anar; bu kutsal çatı altında çalışan ve yaşamlarını sürdüren eski ve yeni bütün milletvekillerimize, ulusumuzun bütün yurttaşlarıyla birlikte mutlu, sağlıklı yıllar dilerim.

Esenlikle kalınız. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasî parti gruplarının grup başkanlarına 10'ar dakikayla söz vereceğim.

Şimdi, söz sırasını bilgilerinize sunuyorum:

İlk konuşma, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Bülent Ecevit,

İkinci konuşma, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Devlet Bahçeli,

Üçüncü konuşma, Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Recai Kutan,

Dördüncü konuşma, Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Mesut Yılmaz,

Beşinci Konuşma, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Tansu Çiller tarafından yapılacaktır.

Şimdi, ilk söz, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Bülent Ecevit'indir.

Buyurun Sayın Ecevit. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI BÜLENT ECEVİT (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81 inci kuruluş yıldönümünü, ulusumuza ve sevgili çocuklarımıza hayırlı olması dileğiyle kutlarım.

Bugün, dünyadaki tüm ülkeler arasında çocuklarına bayram armağan eden tek ülke olmanın haklı kıvancını bir kez daha yaşıyoruz. Büyük Millet Meclisinin kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra, Kurtuluş Savaşı sürerken, bugün de korunmaya muhtaç çocuklarımızın yuvası olan Çocuk Esirgeme Kurumu kurulmuştu.  1926 yılında da, savaş nedeniyle yoksul kalan çocukların maddî sıkıntıdan kurtarılmasını da amaçlayan bir banka kurulmuştu. Bu banka, alanında, dünyadaki ilk ve tek örnektir.

Bu arada, Milletler Cemiyeti, 1924 yılında, çocukların korunması ve gelişmeleri için, bir çocuklararası Çocuk Hakları Bildirgesi benimsemişti. Çocuklarla ilgili bu ilk uluslararası belgeyi imzalayan devlet adamları arasında genç Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal de vardı.

Atatürk'ün çocuklarla ilgili yol gösterici sözleri, ulusumuza verilmiş modern pedagoji eğitimi gibidir. Örneğin, diyordu ki Atatürk: "Araştırmalarım beni şu kanıya ulaştırmıştır: Yaratıcılığın var olmasında en büyük etken, çocukluk çağındaki çalışmalardır. Eğer, çocuk, daha küçük yaşta iken yaratıcı bir çevre içinde yaşar, kendine göre oynama, deneme, yaratma olanağı bulursa, onda yaratıcılık doğar, zamanında gelişir, sonra da sosyal randımanlar verir." Bunlar, Atatürk'ün uzun yıllar önce söylediği sözler.

Ülkemizde çocuklara verilen değer, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren eğitim alanındaki atılımlarla somutlaşmıştır. Türkiye Cumhuriyetinde 1923 ile 2000 yılları arasında öğrenci sayısı 45 kat, öğretmen sayısı 46 kat artmıştır.

Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen en önemli eğitim atılımlarından biri de, 1997 yılında başlatılan reformdur. Zorunlu ilköğretimi sekiz yıla çıkaran bu reform, aynı zamanda, toplumumuzun bilgi, bilim ve ileri teknolojide hızla yükselmesini ve eğitimde fırsat ve olanak eşitliği sağlanmasını öngörmektedir.

Reformun uygulanmaya başladığı günlerden bu yana, Türk eğitim dünyasında önemli gelişmeler sağlanmıştır. Son dört yılda ilköğretimde okullaşma oranı, kızlarda yüzde 81,9'dan yüzde 95,2'ye, erkeklerde yüzde 92,5'ten yüzde 103,4'e, toplam da ise yüzde 87,4'ten yüzde 99,4'e yükselmiştir.

İlköğretimdeki öğrenci sayımız 1 milyondan fazla artarak, bu kısa sürede, 10 milyon 103 bine ulaşmıştır. İlköğretimdeki kızlarımızın sayısı kentlerde yüzde 14 artarken, bu oran köylerde yüzde 23'e varmıştır. 1997-2000 döneminde altı, yedi ve sekizinci sınıflardaki kız öğrenci sayısı yüzde 51 oranında artmıştır.

Yatılı ve pansiyonlu ilköğretim okulu sayısı 174'ten 497'ye, yatılı öğrenci kapasitesi 75 000'den 179 000'e yükselmiştir. Böylece, okul sayısı yüzde 186, yatılılık kapasitesi yüzde 138 oranında artmıştır. Yapımı sürmekte olan 47 okulun tamamlanmasıyla, öğrenci kapasitesi 208 000'e ulaşacaktır.

Son dört yılda, okulöncesi eğitim verilen anaokulu ve anasınıfı sayısı yüzde 107, okulöncesi eğitimi öngören çocuk sayısı yüzde 78, bu kurumlarda görev yapan öğretmen sayısı yüzde 92 oranında artmıştır.

1998'den 2000'e kadar, 2 802 ilköğretim okuluna 3 188 bilgi teknolojisi sınıfı kurulmuştur ve 2 200 000 öğrenciye bu sınıflardan yararlanma olanağı sağlanmıştır. Projenin ikinci aşaması kapsamında, 3 000 ilköğretim okulunda 4 002 bilgi teknolojisi sınıfı kurulmasıyla ilgili çalışmalar sürdürülmektedir. Böylece, 2 750 000 öğrenciye daha bilgi teknolojilerinden yararlanma olanağı sağlanacak ve toplam kapasite 5 000 000'a ulaşacaktır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde eğitime özel bir önem verilmektedir. Son dört yılda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde öğrenci sayısı, ilköğretimde yüzde 25, ortaöğretimde yüzde 11; öğretmen sayısı, ilköğretimde yüzde 21, ortaöğretimde yüzde 9 oranında artmıştır.

Marmara ve Düzce depremlerinin ardından, bölgede, kısa süre içinde, 11'i kalıcı, 75'i prefabrike olmak üzere toplam 86 okul yapılmıştır. Yapımı tamamlanan kalıcı derslik sayısı 138, prefabrike derslik sayısı 728, ek derslik sayısı 109'dur. 94'ü kalıcı, 40'ı prefabrike olmak üzere toplam 134 okulun yapımı sürmektedir. Bunların tamamlanmasıyla, 1 107'si kalıcı, 507'si prefabrike, 141'i ek derslik olmak üzere, toplam 1 755 derslik hizmete alınmış olacaktır. Ayrıca, 397 okuldaki 1 994 dersliğin onarımı tamamlanmış; 131 okuldaki 1 531 dersliğin onarımı ise sürdürülmektedir. Bölgede 1 dersliğe düşen öğrenci sayısı depremden önceki sayının altına düşmüş; fizikî koşullar bakımından, böylece, daha iyi bir noktaya gelinmiştir.

Sayın milletvekilleri, çocuklarımızı ve gençlerimizi laiklik karşıtı akımların ve yurtların etkisinden koruma yolunda kararlı adımlar da atılmaktadır.

İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda, hükümetimiz, başta personel istihdamı ve yatırımlar olmak üzere, hemen her alanda kamu harcamalarının azaltılması yoluna gitmekte ve bu amaçla etkili önlemler uygulamaktadır. Bu önlemlerin dışında tutulan birkaç alandan biri ise, eğitimdir.

Eğitim reformu çalışmalarına, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan da önemli katkılar sağlanmaktadır. Bu kapsamda, taşımalı eğitimden yararlanan öğrencilere öğle yemeği yardımı yapılmaktadır; yoksul öğrencilerin kitap, kırtasiye ve giyim gereksinmeleri karşılanmaktadır; ilköğretim ve ortaöğretimdeki öğrencilere barınma olanağı sağlanmaktadır.

Ayrıca, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan, yükseköğretim öğrencilerine karşılıksız burs yardımı yapılmaktadır. Bu kapsamda, Marmara Bölgemizdeki son depremlerden zarar gören 10 000 öğrencimize, başkaca bir koşul aranmaksızın burs verilmiştir. 1997 yılından bu yana, eğitim amaçlı çalışmalara, fondan 169,5 trilyon lira kaynak sağlanmıştır.

Öte yandan, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, korunmaya muhtaç çocuklarımıza ve ailelerine, sosyal yardımlarla, çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtlarıyla, koruyucu aile ve evlat edindirme çalışmalarıyla, sokak çocuklarına yönelik çocuk ve gençlik koruma merkezleriyle hizmet vermektedir.

Bugün, 81 çocuk yuvasında ve 98 yetiştirme yurdunda 18 000'i aşkın çocuğumuz barındırılmaktadır. 6 365 çocuğumuz evlat edinilmiştir. Yetiştirme yurtlarından ayrılma çağına gelmeleri üzerine, 17 000'den fazla gencimiz işe yerleştirilmiştir.

Hükümlü ve tutuklu annelerin yanındaki ve koruma altındaki çocuklar ile sokak çocukları ve çalışan çocuklar için yeni projeler gerçekleştirilmiştir.

Sayın milletvekilleri, günümüzde, çocukların, çocukluklarını yaşamadan, oyun ve okul çağında çalışmalarının tümüyle önlenmesi hedeflenmektedir. Kısa bir süre önce, Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından benimsenen, konuyla ilgili 182 sayılı Uluslararası Sözleşme, geçtiğimiz ocak ayında, bildiğiniz gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da benimsenmiştir. Türkiye, çocuk işçiliğinin önlenmesi konusunda, Uluslararası Çalışma Örgütüyle işbirliği yapan ilk ülkelerden biridir. Ülkemizde, çalışan çocuklar sorununa giderek daha duyarlı yaklaşıldığını görmekten büyük mutluluk duyuyorum. Bununla beraber, bu alanda, daha çok çaba harcamamız gerektiğine inanıyorum. Toplum olarak, aile içinde, okulda, iş yaşamında, çocuklarımıza daha çok özen göstermeliyiz.

Çocuklarına bayram armağan eden tek ülke olmakla kıvanç duyduğumuz gibi, çocuklarına iyi yetişmeleri için gerekli fırsat ve olanakları tanıyan, her alanda onların korunmasına ve gelişmesine önem veren bir toplum olarak da dünyada örnek olmalıyız; çünkü, çocuklar geleceğimizdir. Bugün içinde bulunduğumuz sıkıntıların geçici olduğuna, Türkiyemizin, kısa sürede, gelişmiş, mutlu ve çağdaş bir dünya devleti olabileceğine inanıyorum. Bu aydınlık geleceğe, bugün, çağdaş eğitim ve bilgi teknolojisiyle yetişen, Atatürk ilkelerini ve dünyadaki gelişmeleri özümsemiş, bilinçli çocuklarımız ve gençlerimizle ve onları yetiştiren ulusumuz sayesinde ulaşacağız.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, son zamanlarda, Büyük Millet Meclisimiz, yapısal reformlar konusunda çok hızlı ve verimli adımlar atmaktadır. Bunların çok değerli sonuçları, yurdumuzda kısa sürede görülecektir. Bu atılımları için, bütün milletvekillerimizi yürekten kutluyorum.

Bu mutlu yıldönümünde, Yüce Meclise, değerli yurttaşlarıma, sevgili çocuklarımıza ve gençlerimize sürekli başarılar diliyorum; sevgiler, saygılar sunuyorum. (DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar; MHP, ANAP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ecevit'e teşekkür ediyorum.

İkinci konuşma, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nindir.

Buyurun Sayın Bahçeli. (MHP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar; DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken, Yüksek Heyetinizi ve temsilcisi olduğumuz Yüce Milletimizi en içten dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.

Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81 inci kuruluş yıldönümünü kutluyoruz; millet egemenliğine dayalı bir rejim kurmanın heyecanını ve anlamını, 81 yıl sonra tekrar yaşıyoruz; başta çocuklarımız olmak üzere, bütün milletimize kutlu olsun.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi, milletlerin tarihinde önemli dönüm noktaları vardır. Bu dönüm noktaları, o milletin, tarihin akışı içerisinde katettiği merhalelere işaret eder. Bu bakımdan, hem tarihteki sürekliliği sağlamak hem de insanlık tarihinin gelişme seyrinden kopmamak için, bu dönüşümleri ya bizatihi gerçekleştirmek -yani, bir çağ açmak- ya da açılmış olan bu yeni dönemleri yakalamak, takip etmek mecburiyeti vardır. Milletimizin, büyük bir imparatorluk geleneğinden, geçtiğimiz yüzyılın başında şekillenen millî devletler çağına girişi de böyle bir dönüşümü ifade eder. Bizim, hâkimiyeti milliye prensibine dayalı millî devlet aşamasına geçişimizin, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı sürecine tekabül etmesinin, bu gelişmeyi daha da anlamlı bir hale getirdiğine şüphe yoktur.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının, millî mücadele şartları içerisinde geliştirdikleri metot, savaşın ancak milletle beraber kazanılacağı inancıyla, onları, millî mücadeleyi örgütleyen meşru bir güç olarak, kongrelere ve Büyük Millet Meclisinin kuruluşuna götürmüştür. Böylece, millet ile Kurtuluş Savaşının önder kadrosu arasında bir düşünce ve inanç birliği oluşmuş; bu ise, 1920'de, millet iradesinin örgütlenmesi şeklinde tecelli etmiştir. Siyasî tarihimiz açısından olduğu kadar, siyasî krizlerin aşılması bakımından, bugün de, çok önemli olan bu olay, esaslı bir ilkeyi belirlemiştir. Millete dayanan, meşruiyetini milletten alan bir güç merkezi, en zor şartlarda bile hem bir uzlaşmayı hem de bir dinamizmi yaratmıştır. 1920'de milletin ortaya koyduğu bu güç, Kurtuluş Savaşını kazanmıştır. En zor şartlar altında oluşan bu ittifak zemini, Büyük Millet Meclisinin iradesi ve desteğiyle zorlu bir millî mücadeleyi başarmıştır; yani, millî mücadelenin arkasındaki Kuvayı Milliye ruhu, milletin ruhudur. (MHP sıralarından alkışlar) Mücadeleyi kazanan ordular, hiç şüphesiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin orduları; yani, milletin kendisidir. Kısacası, bu Yüce Meclisin temel harcını oluşturan "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi, Kuvayı Milliye ruhunun ifadesi olarak, bu topraklar üzerinde, Türkiye'nin bağımsızlığının vazgeçilmezliğini vurgular. İkinci olarak da, bu ülkede, millet egemenliğine dayalı bir yönetim şeklinin yegâne meşru yönetim tarzı olduğunu açıkça ortaya koyar.

Bugün, bir kavram ve ilke olarak, millî devlet ve millî hâkimiyet prensibini daha da hayatî hale getiren olaylar ve süreçler yaşanmaktadır. 21 inci Yüzyılın, özellikle, küreselleşme tartışmalarıyla gündemine oturan en önemli konularından birisi, milî devletlerin varlık meselesidir. Bildiğiniz gibi, ortaya atılan bir teze göre, küreselleşme, artık, millî devletlerin yaşama imkânını ortadan kaldıran bir süreci ifade etmektedir. Ancak, bu süreçte, millî devletlere var olma hakkı görmeyenlerin, millî hâkimiyet yerine hangi hâkimiyetlerin ikame edileceğini de ciddî olarak tartışması kaçınılmazdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler, 21 inci Yüzyılın imkân ve risklerini, siyasî ve ekonomik problem olarak önümüze koyduklarını değerlendirirken, yeni dinamikleri çok iyi kavramak durumundayız. Bugün, bizim, bu dinamiklerin yarattığı doğal gelişme ve süreçler ile bu çağı kendi çıkar ve egemenliklerini pekiştirmek için kullanmak isteyen güçlerin politikalarını birbirinden ayırmak mecburiyetimiz vardır. Dikkatle bakıldığında, küreselleşme denilen sürecin millî devletleri değil, bazı millî devletlerin hâkimiyet sahası lehine diğerlerinin varlığını tehdit eden bir eğilimi güçlendirdiği görülecektir. Küresel sürecin belli başlı aktörleri, kendi millî devlet yapılarından vazgeçmeden diğer toplumların bu yapılarını olumsuz etkileyecek bir yaklaşımı, uluslararası ilişkiler sisteminin aracı olacak bir şekilde kullanabilmektedir.

Bu aşamada ortaya çıkan diğer bir sorun ise, millî hâkimiyet ilkesine yöneliktir. Millî egemenlik ilkesinin, artık sonunun geldiğini iddia etmeye çalışanlar, onu başka yapılarla ikame etmeye çalıştıklarını gizleyememektedirler. Özellikle küresel süreçte, uluslararası şirketlerin egemenliğin yerleştirilmesi için, millet egemenliğinin tamamen tasfiye edilmesi ya da sınırlandırılması gerektiği yönündeki çabalar, bu çerçevede sorunun daha iyi görülmesini sağlayacak kritiklere ihtiyaç doğurmaktadır. Oysa, bizim insanoğlu olarak temel görevimiz, küreselleşme sürecini, bütün insanlığın ortak yararına hizmet edecek bir niteliğe dönüştürmektir. Bu sebeple de, bütün ülkelerin, tarihî ve beşerî sorumluluklarının idraki içinde olması gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu tartışmaların yapıldığı ve yoğunlaştığı bir dönemde Türkiye'de önemli sorunlar ve gelişmeler yaşanmaktadır. Bunlardan birincisi, Türkiye, küresel sürecin dışında kalmamak için, bu dinamikleri dikkate alacak bir şekilde, kendisini yenilemek amacıyla bir millî politika ve proje oluşturup, onu tarihe mal etmek istemektedir. Bizler çok iyi biliyoruz ki, yeni çağın dinamiklerini, yani, dışa açık uluslararası yapılarla yoğun ilişkilerimizi millî varlığımızın gelişmesi yönünde kullanamadığımız takdirde, ülkemiz için risklerin artması kaçınılmazdır. Yine bilinmelidir ki, sürecin dışında kalan ülkeler açısından, çağın etkin güçlerinin yönlendirdiği bir ilişki biçimi belirleyici olacaktır. Bu bakımdan, Türkiye, yeni çağın yarattığı fırsat ve sorunları değerlendirerek, dolayısıyla gelişmeleri ülkemizin çıkarlarına uygun bir yaklaşımla yönetmeye hazırlanmalıdır.

İkinci husus, özellikle son zamanlarda yaşadığımız ekonomik krizle birlikte açıkça ortaya çıktığı gibi, eğer Türkiye, siyasî ve ekonomik yapısını çağın değişmelerini kuşatıp kavrayacak bir dönüşümü başaramazsa, kapalı rekabet etkisinden uzak, verimsiz bir ekonomik yapıyla ortaya çıkan gelişmelere cevap vermekte zorlanacaktır. Çağımızda ekonomik gelişme, küresel süreçte ortaya çıkan yeniliklere karşı içine kapanmaktan veya küresel aktörlerin belirleyeceklerine teslimiyetten değil, sürecin ortaya koyduğu araç ve yöntemleri millî imkânlarla bütünleştirmekten geçmektedir. Bunun ilk şartı, ülkemizin bütün ekonomik potansiyelini etkisizleştiren bürokratik ve hantal yapıyı köklü bir dönüşüme uğratmaktır. İkinci şartı ise, verimliliği ve mukayeseli üstünlükleri esas alan dışa yönelik bir büyüme stratejisini benimsemekten geçmektedir.

Bugün, Türkiye, yaşadığımız krizden, Yüce Meclisin ortaya koyduğu irade ve azimle çıkma mücadelesi vermektedir. Kim ne derse desin, egemenliğin millete ait olduğuna inananlar, her zaman milletine gönülden bağlı olanlar bu sınavdan da başarıyla çıkılacağından asla şüphe duymamaktadırlar. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Türkiye'nin problemi, yakın tarihimizde ülkenin karşılaştığı önemli ekonomik bunalım dönemlerinin siyasî krize dönüştürülmesi olmuştur. Bu alışkanlıklarından kurtulamayanlar, ülkemizin demokratikleşme yolunda sağlıklı bir şekilde ilerlemesini istemeyenler, Türkiye'yi baskıcı antidemokratik ülkeler arasında görmeyi arzulayanlar, demokratik siyaset içerisinde çözüm üretme ısrarımızdan elbette rahatsız olacaklardır. Bizim bu çabamız ve kararlılığımız, şüphesiz, Türkiye'nin tarihinde yaşadığı en karanlık ve bunalımlı günlerde hâkimiyeti milliye ilkesiyle büyük başarıya imza atmış olanların mücadelesine duyduğumuz saygıya ve inanca dayanmaktadır.

Huzurlarınızda şunu tekrar ifade ediyorum ki: Milletimizin temel değer, talep ve beklentileri, her şartta aslî referansımız olmaya devam edecektir. Türkiye'de bütün bu konuların hâlâ tartışılmasının esas sebebi, ekonomik ve toplumsal gelişmesini tamamlayamamış olmasının yanı sıra, siyasî modernleşme konusunda da önemli eksikliklerin varlığıdır. Türkiye, 81 yıl sonra, hâlâ demokratikleşme meselesini halledemediği için, siyasî olarak problem çözme gücü zaafa uğramaktadır. Bugün, Yüce Meclisin önünde duran en önemli meselelerden birisi de hiç şüphesiz bu konudaki köklü adımların atılmasıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bizler, gelişme ve kalkınma sancıları çeken büyük Türk milletinin temsilcileri olarak, 21 inci Yüzyılda küresel sürecin ortaya koyduğu gelişmeleri kavradıkça, bunu mümkün kılacak ekonomik ve siyasî yapı değişimlerini gerçekleştirdikçe, bu çağı, yeni bir yükselme çağı olarak yaşayabiliriz. Özellikle demokratikleşme ve kalkınma sürecinin gerisinde kalmış toplumlar için küreselleşmenin yol açtığı bazı gelişmeler, o ülkelerin siyasî egemenliklerini ve hatta millî varlıklarını tehdit eder boyutlardadır. Bu bakımdan, millî hâkimiyet prensibini demokratik meşruiyet felsefesi haline getirerek, toplum ile devlet arasındaki ilişkilerin yarattığı sorunların çözümünde en etkin ve yaratıcı senteze dönüştürecek bir yaklaşımı benimsemek zorunluluğu vardır. Bu bağlamda, Türkiye, 81 yıl önce attığı büyük adımla bu sürecin anlamlı bir başlangıcını yapmıştır. Bu başlangıcın, içine girdiğimiz yeni yüzyılın sorunlarını ve potansiyelini taşıyacak yeni bir yapıyla sürdürülmesini sağlayacak, ülkemizi küresel sürecin dikkate değer aktörlerinden birisi haline getirecek tamamlayıcı bir dinamizme ve ufka ihtiyacı vardır. Bugün, Yüce Meclisin önünde duran görev, bu bakımdan zor, ama üstesinden gelinmesi kaçınılmaz olan bir görevdir. Türkiye, hem bir çağ değişiminin getirdiği sorunları kavrayıp, o dinamikleri yakalayacak bir başarıyı ortaya koymak hem de yetersiz yapılarını köklü bir değişime uğratarak reformları başarmak zorundadır. Bunu gerçekleştirdiğimiz ölçüde de, gelecek kuşaklara, hem kalkınmasını tamamlamış hem de millî kimliği ve kişiliği kaybolmamış bir Türkiye'yi bırakma görevimizi yerine getirmiş olacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; huzurlarınızda, son olarak, 81 yıl önce millet iradesiyle yola çıkan, bu ülkeyi ve Meclisi emanet eden Mustafa Kemal Paşayı ve O'nun dava arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Onların zoru başarma azmi ve kabiliyeti, milletlerine olan derin bağlılıkları, bugün, yeni bir yüzyılın başında, karşı karşıya bulunduğumuz sorunları aşmamızda en büyük ilham kaynağımız olacaktır. Bu vesileyle, milletimizin ve bütün dünya çocuklarının bayramını canı gönülden tebrik ediyorum; Yüce Heyetinize bir kez daha sevgiler ve saygılar sunuyorum. (MHP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar; DSP, ANAP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bahçeli'ye teşekkür ediyorum.

Üçüncü konuşma, Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Recai Kutan'ındır.

Buyurun Sayın Kutan. (FP sıralarından alkışlar)

FAZİLET PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonlarının başında bizi izleyen aziz vatandaşlarım; bugün, 23 Nisan 2001, millî iradenin tecelligâhı olan, varlığıyla gurur duyduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81 inci Kuruluş Yıldönümünü kutluyoruz.

23 Nisan 1920, Türk siyasî tarihinde bir dönüm noktasıdır; çünkü, bugün, hem yüklendiği misyon hem de kısa zamanda kazandığı başarı açısından tarihte benzeri olmayan bir Meclis açılmıştır. Bu büyük Meclis, ülkeyi düşman işgalinden kurtarmayı birinci görev olarak üstlenmiş ve bunu kısa zamanda başarmıştır; bozgunu zafere dönüştürmüş, yeni, dinamik ve güçlü bir devleti, Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.

Değerli milletvekilleri, üyesi olmaktan gurur duyduğumuz bu Yüce Meclis, böylesine büyük bir görevi başaran bir Meclistir; İstiklal Harbini kazanan, Şanlı Türk Ordusunu kuran Meclistir. Bundan dolayıdır ki, kuruluş günü olan 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak ilan edilmiştir.

Büyük milletimizin ve sevgili çocuklarımızın bayramını en samimî duygularla kutluyor ve bu güzel anlamlı bayramın, ülkemize, birlik, beraberlik, hoşgörü ve huzur getirmesini temenni ediyorum. Bu Yüce Meclisimizi milletimize hediye eden, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Birinci Meclisin bütün üyelerine minnet ve şükranlarımızı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, 23 Nisan 1920, aziz milletimizin, büyük bir kararlılıkla millî mücadeleyi başlattığı bir gündür. Bu önemli günün tarihî bir özelliği daha vardır. Bugün, milletimiz, bin yıllık devlet geleneğini parlamenter sisteme dönüştürmüştür. Parlamenter sisteme geçiş, köklü bir değişimdir. Aradan 80 yıl gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen, hâlâ birçoklarının anlamadığı, anlamakta güçlük çektiği bir dönüşümdür. Parlamenter sistemlerde, hâkimiyet, millete aittir. Atatürk'ün ünlü vecizesiyle ifade edilen bu gerçek, hiçbir gücün değiştiremeyeceği bir gerçektir. Bu gerçek, milleti devletin emrinden çıkarıp, devleti millete hizmetkâr yapan bir gerçektir. Bu gerçeği kayıtsız şartsız kabul edip, inanarak destekleyen devlet adamlarına sahip milletler, gelişmiş milletlerdir; çağı yakalamanın, çağdaş olmanın vazgeçilmez yolu da budur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutladığımız bu önemli günde, ülkemizdeki demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin durumunu yeniden gözden geçirmek sorumluluğundayız; zira, bu Yüce Meclis, 81 yıl önce bu büyük gayeler için kurulmuştur. Yüce Meclisin kendine seçtiği hedef, düşmanı ülkemizden kovmak, tam bağımsızlığı temin etmek, ülkemizde hak ve adalete dayanan ve meşruiyetini millet iradesinden alan bir sistemi kurmaktır. Bu sistemin adı cumhuriyettir. 23 Nisan 1920'de kurulan bu Yüce Meclis, bu büyük hedefleri gerçekleştirmiştir. Bu Yüce Meclisin öncelikle benimsediği "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesinin açık manası, kimsenin kendisini milletin üzerinde görmemesi, millet iradesine şu veya bu bahaneyle kayıt ve şart koymaya kalkışmamasıdır. (FP sıralarından alkışlar) Ulusal Egemenlik Bayramını kutladığımız bu önemli günde, bu gerçeği ifade etmeyi bir görev olarak kabul ediyorum.

Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir ve millet adına Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kullanılır. Bu hak, başka hiçbir kuruma, hiçbir kişiye devredilemez; hiçbir kişi ve kurum, bu hakkı kullanmada, hiçbir gerekçeyle Yüce Meclise ortak olamaz, özerk olacağı iddia edilen hiçbir kurum Meclis denetiminin dışında kalamaz. Bu vazgeçilmez prensipler, Birinci Meclisin kabul ettiği ve büyük bir azimle savunduğu ilkelerdir.

Bugün, ülkemizde tam demokrasinin olup olmadığının hem yurt içerisinde hem de Batılı ülkeler nezdinde tartışılıyor olmasının ana sebeplerinden birisi, ülkemizi yönetenlerin bu temel ilkeleri savunmada bazen dalgınlık göstermeleridir. Nitekim, zaman zaman ülke yönetiminde söz sahibi olan siyasî ve bürokratik dayatmacı bir elit, merkezde topladıkları imkânları ve karar yetkisini, asla milletle paylaşmak istememiştir.

Son yarım asırda Yüce Meclisin faaliyetlerine iki defa ara verilmesi de fevkalade üzücüdür. Zira, Parlamentonun devredışı bırakılması, millet iradesinin, millet hâkimiyetinin devre dışı bırakılmasıdır. Bu, demokrasinin lügatında yeri olmayan, gerici bir anlayışın ürünüdür. Bu yüzden, 81 yıllık Yüce Meclisimizdeki siyasî partiler en fazla 18 yaşındadır.

Değerli milletvekilleri, Yüce Meclisin kuruluşunun 81 inci yılını idrak ettiğimiz bugün Meclisimiz yeni bir sınavla karşı karşıyadır. Ülkemizin kritik bir süreçten geçtiğini hepimiz biliyoruz. Hep birlikte, hem ekonomik hem de siyasî yönleri olan ağır bir krizi yaşamaktayız. Bu krizin, Türkiye üzerinde emelleri olan bazı iç ve dış odakların iştahını kabarttığı herkesin malumudur. Herkes iyi bilmelidir ki, bu Yüce Meclis, bu Büyük Meclis bu badireyi mutlaka aşacaktır, kötü niyetlerin karanlık emelleri kursaklarında kalacaktır; bundan kuşkumuz yok, hiç kimsenin de kuşkusu olmasın.

Hiç kimse, yaşadığımız krizin faturasını Yüce Meclise çıkararak, bu büyük kuruma gölge düşürme gafletine düşmesin. (Alkışlar) Hiç kimse, bu ülkenin idaresi için, bu Yüce Meclisin dışında bir alternatif aramaya kalkmasın. Herkes bilsin ki, bu Gazi Mecliste, her sorun için çözüm, her heyet için alternatif vardır; bu, bugün böyledir, yarın da böyle olacaktır. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, demokrasi, insanlığın geldiği en ileri ve en vazgeçilmez yönetim sistemidir. Demokrasi, her vatandaşın, siyasal katılım hakkına, din ve vicdan hürriyetine, düşünce ve düşüncelerini ifade etme özgürlüğüne sahip olduğu ve bu haklarına hiçbir gücün dokunamayacağı rejimin adıdır ve bu rejimin en büyük güvencesi, vazgeçilmez güvencesi ise, Yüce Meclisimizdir.

Bu mekanizma içerisinde, Yüce Meclis, büyük milletimizin hür iradesinin, temel haklarının, geleceğinin koruyucusu ve teminatı olma görevini üstlenmiştir. Bu görevin başarıyla yerine getirilmesine, bizim bütün gücümüzle destek olmamız gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilk Meclisimizin kurulduğu 23 Nisan 1920'den bugüne kadar, dünyada, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler alanında çok büyük gelişmeler olmuştur; hem toplumsal talepler hem de kişisel talepler değişmiştir. Halka katı ideolojiler dayatan totaliter rejimler bir bir çökmüştür. Sırf, ideolojik devleti ayakta tutmak için kanunlar çıkaran, halkı kale almayan, milleti, devlet adına, bürokrasinin ideoloji anlayışına mahkûm etmeye çalışan anlayışlar çökmüştür. Bu çöken anlayışların yerini, bütün düzenlemeleri halk için yapan, devleti, halkın huzuru, halkın refahı, halkın özgürlüğü için bir hizmet organizasyonu olarak gören anlayışlar almıştır. Artık, hiçbir ileri ülkede, kutsal devlet anlayışı yoktur; insanlık, gerçek kutsalı, değişmez kutsalı tespit etmiştir; 21 inci Yüzyılın kutsalı, devlet değil, millettir, milletin fertleridir. (FP sıralarından alkışlar)

Bu, insanlığın, 21 inci Yüzyıla ayak basarken, insanın, yaratılmışların en şereflisi olduğu gerçeğine ulaşmasıdır. Bu gerçek, bizim millet olarak, asırlardır bildiğimiz bir gerçektir. Bu gerçek milletimize büyük devlet kurduran gerçektir. Hatırlanacaktır ki, Osmanlı Devletinin kuruluşu sırasında Şeyh Edebali, Sultan Osman'a "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın" nasihatinde bulunmuştur.

Türkiye'nin evrensel standartlarda demokratik bir cumhuriyet ve hukuk devleti olması, bu Yüce Meclisin misyonunu kusursuz yerine getirmesiyle gerçekleşecektir. Bu açıdan, ülkemizde sorunlar olduğu, sıkıntılar olduğu bir gerçektir. Sorunları çözmenin yolu, önce o sorunların var olduğunu kabul etmekten geçer. Eğer, var olan bir sorun, yok kabul ediliyorsa, bu kabul ediş, o sorunu daha da büyütür. Demokrasi açısından, insan hakları ve özgürlükler açısından sorunsuz devlet, bireyin ve toplumun hizmetinde olan, kendinde kutsallık vehmetmeyen, farklılıkları zenginlik sayan, farklı anlayışlara sahip kesimleri dışlamayan devlettir. İnanıyorum ki, böyle bir sistem kurmanın iradesi, bu Yüce Meclisin elindedir.

Çocuklarına bu güzel bayramı hediye eden, bu büyük irade, onlara yaşanabilir bir Türkiye, gerçekten demokratik, gerçekten laik ve hukukun üstünlüğüne gerçekten inanan bir Türkiye armağan edecektir. İnsanlık bilgi çağında süratle ilerlerken, 21 inci Yüzyıl her açıdan dengelerin değiştiği, özgürlük anlayışının, laiklik anlayışının, hukuk anlayışının daha da mükemmelleştiği bir yüzyıl olurken, Türkiye'nin bu gelişmelerin dışında kalmasını elbette düşünemeyiz. İnsanlığın bu atılımında millet olarak en ön saflarda olmak mecburiyetimiz vardır.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da Yüce Meclisimizin gerekli öncülüğü yapacağı inancıyla, siz değerli milletvekillerinin, Yüce Milletimizin ve sevgili çocuklarımızın bayramını kutluyor, muhterem heyetinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından ayakta alkışlar; DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Kutan'a teşekkür ediyorum.

Dördüncü konuşma, Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Yılmaz'ındır.

Buyurun Sayın Yılmaz. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar)

ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI A. MESUT YILMAZ (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tarihî günde hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

İnsan hayatında olduğu gibi, toplumların tarihinde de değişim kaçınılmazdır. İmparatorlukların, yerlerini millî devletlere bırakmaları da, işte böyle bir değişim döneminin sonucudur; ama, bu, sancılı, sıkıntılı, acılı ve zorlu bir süreçtir. Türk Milleti bu süreci en ileri düzeyde yaşamıştır.

Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devletinin fiilen yıkılmasıyla, Türk Milleti, vatan topraklarını işgalden kurtarma ve bağımsızlığını kazanma mücadelesine girişmiştir. Esasen, Türk Milletinin bağımsızlık savaşı, yani, Millî Mücadele, kendiliğinden başlayan bir süreçtir; çünkü, bağımsız yaşama ve devlet geleneği, Türk Milletinin varlığının bir parçasıdır, karakteridir. Türk Milleti, bu mücadele sürecinde kendisine liderlik yapacak kişiyi bağrından çıkarmakta da gecikmemiştir. Atatürk, kendiliğinden başlayan Millî Mücadeleyi bilinçli bir Kurtuluş Savaşına dönüştürmüştür. Kurtuluş Savaşı, Türk Milletinin sonsuza kadar hür yaşama iradesinin tezahürüdür. 81 inci kuruluş yıldönümüne ulaştığımız Türkiye Büyük Millet Meclisi, işte bu iradenin sembolü ve temsilcisidir. Türk Milletinin bağımsızlığını ve Türk Devletinin varlığını sürdürmesi, Yüce Meclisin itibarının ve işlerliğinin yüksekliğine bağlıdır. Toplumdaki her bireyin ve her kurumun, bu gerçeği unutmaması gerekir. Bugün, bu gerçeği hatırlamaya, her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.

Değerli milletvekilleri, 23 Nisan, sadece ulusal egemenlik değil, aynı zamanda, çocuk bayramıdır. Büyük Atatürk'ün, çocuk bayramı olarak 23 Nisanı tercih etmesi bilinçli bir seçimdir; ulusal egemenliğimizin temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi ise, geleceğimizi kuracak olan da çocuklarımızdır. Bu iki unsur, birlikte, ülke ve millet olarak bekamızın teminatıdır. 1920 yılından bu yana, 81 yılda elde ettiklerimizin tamamı bu Meclisin eseridir; bundan sonraki hedeflerimize ulaşmamızı sağlayacak olan da yine bu Meclistir. Bugün ihtiyacımız olan, 81 yıl önce Yüce Meclisin toplanmasını sağlayan dinamiklerdir; o azim ve kararlılıktır; çünkü, Türkiye, ekonomiden demokrasiye, her alanda çok ciddî sıkıntıların kuşatması altındadır.

Meclisin toplanması ve daha sonra cumhuriyetin ilanıyla girdiğimiz muasır medeniyete ulaşma hedefinin en önemli halkalarından biri olan Avrupa Birliği üyeliğinin eşiğine gelmiş bulunuyoruz. Avrupa Birliğine üyelik için, her alanda ulaşmamız gereken kriterler vardır. Sebepleri ve kökenleri ayrı bir tartışma konusu olan, ancak derinliği ve yaygınlığı konusunda herkesin az çok fikir sahibi olduğu bir ekonomik krizle karşı karşıyayız. Demokrasi ve insan hakları konusunda, sürekli itham altındayız. Samimiyetle ifade etmek isterim ki, her alandaki sıkıntılarımızı, ancak bu çatı altında ortaya koyacağımız iradeyle aşabiliriz. Buradaki her milletvekili arkadaşımın, 81 yıllık bir birikimin mirasçısı olduğunun şuuruyla görevini layıkıyla yerine getirmenin gayreti içinde olduğuna inanıyorum.

Yüce Meclis ve onun saygıdeğer üyeleri yaşanan sıkıntıların üstesinden mutlaka gelecektir, içinde bulunduğumuz sıkıntılı dönem de inşallah en kısa zamanda sona erecektir.

Değerli milletvekilleri, sorunlarımızı çözebilmek için önce onlara sağlıklı teşhisler koymak durumundayız. Türkiye'de her kesim, yaşanan sorunların suçunu belirli kurumlara, örneğin, cumhuriyete, Meclise ya da demokrasiye yüklemenin gayreti içindedir; oysa, yaşadığımız sorunların hiçbirinin müsebbibi cumhuriyet de değildir, Meclis de değildir, demokrasi de değildir; tam tersine, sorun, cumhuriyeti, demokrasiyi ve bunların çatısı durumundaki Meclisi gerçek konumlarına oturtamamaktır. Türkiye'nin ihtiyacı, tüm bu yapıları çağdaş bir anlayışla ve batı standartlarında işletebilmektir. Yani, bugün yaşadığımız sorunların kaynağı Yüce Meclisin kendisi değildir; tam tersine, Meclisin işlevlerinin ve hareket alanının daraltılmış olmasıdır. Bu bakımdan, bilerek veya bilmeyerek Meclise karşı cephe alanlar büyük bir yanlış içindedirler. Bu işi bilinçli bir şekilde yapanlar ise ülkeye ve millete karşı sorumluluk altındadırlar. Çünkü, Meclisin küçümsenmesi milletin küçümsenmesidir, Meclisin hareket alanının daraltılması millî iradenin sınırlandırılmasıdır. Meclise yönelik saldırıların önünün açılması Türk insanının kişiliğine tecavüz edilmesidir. Hadiseyi bu şekilde kabul edip ele almayan yaklaşımların, hangi saiklere ve söyleme dayanırsa dayansın, Türk insanına ve toplumuna fayda getirmesi mümkün değildir. Türkiye'de her kim ki, milletini sevdiğini söylüyorsa öncelikle Meclise saygı duymalıdır; her kim ki, memleketini sevdiğini, ülkesinin gelişmesini, güçlenmesini, kalkınmasını istediğini iddia ediyorsa Meclise destek vermelidir. Bilinmelidir ki, bu ölçülere riayet etmeyenlerin millet sevgisi de, memleket sevgisi de samimî olamaz.

Değerli milletvekilleri, günümüz dünyasının temel bir kabulü, devletin millet için, yani, bireyler için var olduğudur. Millet egemenliğinin esas alınmadığı, bu gerçeğin kayıtsız şartsız kabul edilmediği hiçbir ülke, gelişmesini sağlıklı ve kalıcı şekilde sürdüremez. Bunun içindir ki, Türkiye, cumhuriyetinin temel ilkeleri ile milletinin vazgeçilmez değerleri arasındaki çizgiyi yakalamanın çabası içinde olmuştur. Bu dengenin her zaman yakalanabildiğini söyleyebilmemiz, elbette, mümkün değildir; ama, bu mücadelenin daima sürüp gittiği de bir gerçektir.

Türkiye, Kurtuluş Savaşı sonrasında cumhuriyetini kökleştirmeye odaklanmıştır. Bu süreçte mesafe alındıktan sonra, 1950'lerden itibaren demokrasisini güçlendirmeye yönelmiştir. Cumhuriyeti ve demokrasiyi yerleştirme sürecinde elde ettiği birikimlerle, 1980'lerde, ekonomi başta olmak üzere, her alanda dışadönük bir yapı kurmanın arayışına girmiştir.

Bugün, Türkiye, yeni bir kıpırdanma, yeni bir atılım, yeni bir dönüşüm sürecinin sancıları içindedir. Bu yeni süreçte başarılı olma konusunda çok daha büyük avantajlara sahibiz. Cumhuriyet, demokrasi ve ekonomi gibi üç temel alanda, fevkalade önemli tecrübelerimiz var. Yapmamız gereken, devlet yönetimi başta olmak üzere, ülkenin tüm kurumlarını ve toplum yapısını çağdaş dünyanın yönelimleri doğrultusunda dönüştürmektir. Bunu yapacak olan da, Yüce Meclistir; onunla birlikte, siyaset kurumudur.

Türk toplumu ve bireyler olarak, kendimize güvenmeli, irademizi temsil görevi verdiğimiz kurumlara inanmalıyız. Güvensizliğin ve inançsızlığın hâkim olduğu bir yerde sorunların çözülebilmesi mümkün değildir; büyük başarılar kazanılabilmesi ise,  hiç mümkün değildir. Bunun için, biz, gerektiğinde, kendimiz yıpranma pahasına, daima Meclisi ve siyaset kurumunu müdafaa ettik; aslında, milleti müdafaa ettik. Bizim yaptığımız, cumhuriyet ile milleti, demokrasi ile devleti, kalkınma ile istikrarı buluşturma, barıştırma, bir arada yaşatma mücadelesidir. Meclis, 81 yıldır bu mücadelenin platformu olmuştur. İnanıyorum ki, bundan sonra da olmaya devam edecektir.

Bu düşüncelerle, Türk Milletinin ve çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını bir defa daha kutluyor, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar; DSP, MHP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, teşekkür ederim.

Son konuşma, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Tansu Çiller'e aittir.

Buyurun Sayın Çiller. (DYP sıralarından ayakta alkışlar)

DOĞRU YOL PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI TANSU ÇİLLER (İstanbul) - Sayın Başkan, Meclisimizin saygıdeğer üyeleri, değerli konuklar, televizyonları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımız, Ulu Önder Atatürk'ün o büyük dehası, uzağı görüş yeteneğiyle bugünü armağan ettiği sevgili çocuklarımız ve onların bu anlamlı sevincini paylaşmak için ülkemize gelmiş, insanlığın ortak ideallerini temsil ettiğine inandığımız bütün dünya çocukları; hepinizi, saygı ve sevgiyle selamlıyor, bayramınızı yürekten kutluyorum.

Bu bayram, buruk geçiyor. Milletçe, içimizi burkan ağır bir bunalım dönemini yaşıyoruz. Ulus olarak, geleceğe dönük ümitlerimizin azalmaya başladığı bu dönemde, her şeyden önce, 23 Nisan 1920'yi yeniden anlamaya, yeniden yorumlamaya ihtiyacımız var. En olumsuz şartlar altında, en zorlu düşmanlara karşı imkânsızı başarmış bir neslin torunları olarak bugünkü halimiz, kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Uzak ufuklardan bir kurtarıcı da gelecek değildir. 23 Nisan gününün hiçbir kuşkuya meydan vermeyecek şekilde bize hatırlattığı gerçek şudur: Bir kere daha, vatanı, milletin azim ve kararı kurtaracaktır. (DYP sıralarından alkışlar)

Milletin işi zora girmiştir. Parlamentomuzun da işi zordur. Ümitsizliğe kapılan herkese hatırlatmak isterim ki, bugün, karşı karşıya olduğumuz zorluklar, Birinci Meclisin karşı karşıya olduğu zorlukların yanında hiçbir şeydir. Büyük Önder, 81 yıl öncesinden, bize, kurtuluşun adresini gösteriyor: Milletle bütünleşmek.

Akıllı zannedilenlerin veya kendini akıllı sananların, bu iş bitti dediği, dış yönlendirmeye teslimden başka çıkar yol görmediği veya hangi tür mandanın daha hayırlı olacağını tartıştığı bir ümitsizlik ortamında, maddî manada hiçbir şeyi kalmamış Anadolu bozkırından bir kurtuluş destanı çıkaran tecrübeyi hiç kimse hafife almamalıdır. Bugün, o tecrübe, yeni bir zaruret olarak karşımızda duruyor. İnancını yitirenler ve bir yerlerde bizim için tasarlanmış bir kurtuluş reçetesi bulunabileceğini zannedenler, inançsızlıklarıyla baş başa kalmaya mahkûmdurlar. (DYP sıralarından alkışlar)

Doğru okunduğu ve gereği yapılabildiği takdirde, bu devletin kuruluş felsefesi, temel sorunlarımızın çözüm istikametini de bize göstermektedir. Unutmamak gerekir ki, tarih, yaşanmış, bitmiş ve bugün, artık, hiçbir değeri olmayan bir anılar yığını değildir. Tarih, bir milletin ortak aklı, vicdanı, gayreti ve enerjisini saklayan eşsiz bir hazinedir. O hazineyi yaratan ve bugün yeniden istifademize sunanların manevî huzurlarında bir kez daha saygıyla eğiliyoruz.

Değerli milletvekilleri, en geniş manada bir toplum sözleşmesini de temsil ederek cumhuriyetimizi kuran irade, onu, hem evrensel bir devlet hem de bir büyük dünya devleti olarak tasarlamıştır. Savaş yıllarının acılarını bütün benliğiyle yaşamış bir liderin, zaferden sonra, dünkü istilacılarıyla neden ve nasıl dostluk ilişkisi kurduğunu çok iyi anlamak gerekir. Bunu, sadece, o günkü güvenlik ihtiyaçlarına bağlamak hatadır. Büyük Atatürk "Türkiye Cumhuriyeti ebediyen payidar kalacaktır" derken, bunun, ancak, evrensel değerlerle ve o değerlerin hayata geçirilmesiyle mümkün olabileceğinin farkındaydı. Dünyanın, Batı ekseninde, Avrupa ekseninde bir globalleşmeye doğru gittiğinin farkındaydı. Genç Türkiye Cumhuriyetini Batıya kapatmak için yığınla meşru gerekçesi varken, tam tersini yapmasının sebebi budur. O, ancak, Avrupalı bir Türkiye'nin, Avrupalılaşmış bir Türkiye'nin yeniden bir dünya devleti olacağını görüyordu.

Avrupalılaşma gayretlerimizin yeni bir aşamaya dayandığı şu dönemde, tarihe ilişkin önemli bir ayrıntıyı hatırlatmakta fayda görüyorum: Büyük Atatürk, kurtuluş ve Kurtuluş Savaşının imkânsız zannedildiği bir dönemde Batılılaşmaktan söz etmedi. Avrupa'yla yüzleşirken, Batıyla hesaplaşırken, bu ülkenin, bu milletin ve bu tarihin hakkını koruyup, aldıktan sonra ve bu anlamda, Batıyı ve Avrupa'yı dize getirdikten sonra, Türkiye'nin önüne Batılılaşmak gibi bir hedefi koymuştu. Onun Batılılaşma projesi ile bizim bu iktidar anlayışı içinde Avrupa Birliğine tam üyelik projemiz arasındaki en büyük fark, zannederim, budur. O, irrasyonel kuşatmalar altındaki bir coğrafyada, hem devleti hem toplumu dönüştürmeyi, hem devleti, hem toplumu rasyonelize etmeyi hedefliyordu. Kuşku yok ki, hiçbir başarısızlığın ya da aczin arkasına saklanacağı dogmaları bırakmadı. Bunun anlamı şudur:

İnsan aklının ufku ne kadar açıksa, Türkiye Cumhuriyetinin ufku da o kadar açık olacaktır; akıl insanlığı nereye götürüyorsa, Türkiye Cumhuriyeti de oraya gidecektir. Aksini düşünmek, hem Atatürk'ten hem de çağın gerçeklerinden uzaklaşmak demektir. Yaşadığımız ağır bunalımın hikâyesini de, özetle, böyle söyleyebiliriz.

Değerli milletvekilleri, 81 inci kuruluş yıldönümünde bu Meclisin görmesi gereken acı bir gerçek var. Halka nispetini kopara kopara, ülke için doğru kavramı ile siyaseten doğru kavramını birbirinden ayıra ayıra, ülke çıkarlarını mevzii çıkarlarla tarif ede ede, çağdaş dünyanın yöneldiği istikametlere sırtını döne döne, demokrasiyi karşılıklı çıkarlarla sabote ede de ve yolsuzluk ekonomisini kurumsallaştıra kurumsallaştıra, artık, bugün, siyasal sistemimiz, yolun sonuna gelmiş, dayanmıştır. Şayet bu sistemi biz dönüştüremezsek, şayet bu sistemi rasyonelize edemezsek, şayet bu sistemi yeniden halkla bütünleştiremezsek, bu millet, Kurtuluş Savaşını yürütmüş bu Meclise yabancılaşmaya devam edecektir.

Ne demek istediğimi, halkın içine karışma cesareti olan milletvekillerimizin gayet iyi anladığını zannediyorum. Krize yakalanmış olmanın çok fazla bir önemi yoktur; vahim olan, krizin niteliğini kavrayamamaktır. Bu iş, bu Parlamentoya düşüyor. Hal böyleyken, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81 inci kuruluş yıldönümünde, Parlamentonun toptan bir ret refleksine muhatap kılınması, bazı çevrelerin bunu ısrarlı bir kampanyaya dönüştürmeleri, tehlikeli ve çok üzüntü verici bir gelişme olarak karşımızdadır. Millet, bu Parlamentoya tevdi ettiği iradenin, millete yabancı ya da başka faktörlerin ipoteğinden kurtularak, vaziyete elkoymasını bekliyor. Millet, yeni bir başlangıç, milletle bütünleşen yeni bir irade ve bir değişim bekliyor.

Bilmek ve görmek gerekir ki, Parlamento, icranın sorumluluğunu kayıtsız şartsız olarak bir tutum haline getirdiği bir sürede, millî iradeyi temsil yeteneğini kaybedecektir. Meclis, bugün, âdeta dış baskı altında...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Ne münasebet!..

DOĞRU YOL PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI TANSU ÇİLLER (Devamla) - ...ve dış yönlendirmeyle, özensiz, milletinden kopuk çalışan bir kanun atölyesi görüntüsü vermektedir. Bunun anlamı kaostur ve o kaostan yapıcı bir şey çıkmaz.

Toplumun bütün taleplerini ve tepkilerini siyaset dışı bir niteliğe büründürmeyi kendilerine iş edinenler şunu bilmelidirler ki, kötü siyasetin alternatifi, siyasetsizlik değil, daha kaliteli siyasettir; başarısız bir parlamentonun alternatifi de parlamentosuzluk değil, başarılı bir parlamentodur. Sistemin bütün elemanları iyi çalışıyor, buna karşılık, sadece Meclis aksıyor da değildir.

Parlamentoya yönlendirilen bu tepkinin bir tek haklı tarafı vardır; o da, işlemeyen bir sistemi işleyen, yeniden işleyen bir sisteme dönüştürme sorumluluğu Meclise aittir. Parlamento, bu yönde bir işlevselliğe zorlandığı takdirde, yapıcı sonuçlara elbette ulaşacağız. Öbür türlüsü, kendi bindiği dalı kesmektir ve bunun hiç kimseye bir faydası yoktur.

Değerli milletvekilleri, Meclisin âdeta kanun imalathanesi gibi çalıştırıldığı bir dönemde bu denli radikal ve yaygın bir tepkiyle yüz yüze gelmişsek, yasama organının kendisini sorgulamasının da zamanı gelmiştir demektir. Milletin onayını almak suretiyle, önce kendimizden başlayarak, sistemin bütün elemanlarını evrensel standartlarda bir işlerliğe kavuşturmadıkça, herkes, bugünkü statüsüne elveda demeye hazır olmalıdır.

Ağır bir kriz yaşıyoruz ve hepimiz, doğal olarak krizin semptomlarıyla meşgulüz, bu semptomları bir an evvel ortadan kaldıracak çözümlerle meşgulüz. Oysa, böyle dönemlerde, biraz daha derine bakmak gerekiyor. Huzurlarınızda, ekonomik krizin ne olduğunu bilen, kriz yönetmiş bir kadro olarak yeniden tekrarlıyoruz: Kriz, kendisinden daha vahim olan şey, krizin mahiyetini anlamamaktır. Bu, krizden daha önemlidir.

Değerli milletvekilleri, karşı karşıya kaldığımız durum, ekonomik değil, ondan daha öncelikli olarak, bir siyasî krizdir. Bütün Türkiye problemi böyle algılıyor, bütün dünya da problemi böyle algılıyor. Bu krizin, hem hükümetten hem de iktidar anlayışının bugünkü haliyle tıkadığı siyasal sistemden kaynaklanan sebepleri vardır. Hiç değilse, bugün yapılması gerekli olan, Türkiye'yi kırılgan bir ülke haline getiren sistemin arızalarını gidermektir. Günlerdir, Seçim Yasasının ve Siyasî Partiler Yasasının değiştirilmesini ısrarla teklif ediyoruz. Toplumun bütün kesimleri, bu konuda hemfikirdir. Sadece mevcut düzenlemelerden rahatsızlık duyulduğu için değil, krizden çıkışın önşartı olarak görüldüğü için, toplum, siyaset kurumundan bunu talep ediyor. Bazıları "krizle bu meselenin ne ilgisi var, anlayamadık" diyorlar. Krizin mahiyetini anlayamamaktan kastettiğim şey de, işte, tam olarak budur. Sistem, hele bu iktidar anlayışı içinde, iyice milletten kopuk bir hale gelmiştir. Hepimiz biliyoruz, halkımız da biliyor ki, bu yozlaşmanın başlangıç noktası, Siyasî Partiler Yasasıdır, Seçim Yasasıdır, yasama dokunulmazlığının düzenleniş biçimidir, siyasî partilerin özellikle seçim sürecindeki harcamalarının yeterince şeffaf olmamasından kaynaklanan sorunlardır. Yozlaşma, burada başlıyor ve bir kangren gibi bütün sistemi enfekte ediyor. Bu enfeksiyon devam ettiği müddetçe, hangi tedbirleri alırsanız alın, kalıcı bir sonuca ulaşmak kolay değildir; sürdürülebilir bir istikrar da, sağlanabilir bir ortam da olmaz.

Gelin, şu Seçim Yasasını ve Siyasî Partiler Yasasını yeniden Mecliste ele alalım; toplum katmanlarının siyasete katılım kanallarını açalım; millet ile Meclisi yeniden bütünleştirelim, birleştirelim; siyaseti kurumsallaşmaktan alıkoyan yapısal sorunları çözmenin ve demokrasinin önünü açalım; siyaset kurumu ile halk arasındaki derinleşen uçurumu mutlaka kapatalım. Bundan ürkmeye gerek de yoktur. Kazanan, yine siyaset kurumu olacaktır. Siyaset, gücünü halktan alır. Halktan kopmuş, milletle bütünleşme problemleri yaşayan bir siyaset kurumunun yönetme iradesinden, yönetme yeteneğinden ve yönetme gücünden söz edemeyiz. Siyaset kurumunu milletle bütünleştirerek yeniden itibarlı hale getirdiğimizde ve yeniden ayağa kaldırdığımızda, Türkiye'nin de, topyekûn silkinerek ayağa kalkacağından ve yeni bir bin yılda, yeniden yıldız ülke olma yolunda dev adımlarla yürüyeceğinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Hepinize saygılarımı sunarım. (DYP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çiller'e teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 81 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.

Sözlü sorular ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek üzere, 24 Nisan 2001 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 15.20

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.