Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 53       YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

49 uncu Birleşim

25 . 1 . 2001 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

 

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – YOKLAMA

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1. – TBMM Başkanvekili Murat Sökmenoğlu’nun, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun menfur bir saldırı sonucu şehit edilmesi dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bu haince saldırıyı şiddet ve nefretle kınadıklarına ilişkin açıklaması

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatiboğlu’nun, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun terörist saldırı sonucu şehit edilmelerine ilişkin gündemdışı konuşması

2. – Ankara Milletvekili Abdurrahman Küçük'ün, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun terörist saldırı sonucu şehit edilmelerine ilişkin gündemdışı konuşması

3. – Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, sözde Ermeni soykırımı tasarısının Fransa Ulusal Meclisinde kabulüne ilişkin gündemdışı konuşması.

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Karavar'ın (6/750) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/292)

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

2. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

3. – Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 629 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma, İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/759) (S. Sayısı : 572)

4. – Emniyet Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 611 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyette Kanun Tasarıları ve Plan ve Bütçe ve İçişleri Komisyonları Raporları (1/727, 1/660, 1/795) (S. Sayısı : 576)

5. – Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/784) (S. Sayısı : 578)

6. – En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/673) (S. Sayısı : 457)

7. – Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Aydın Tümen, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail Köse ile Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Bartın Milletvekili Zeki Çakan'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/661) (S. Sayısı : 586)

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Ankara Milletvekili Cemil Çiçek'in, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2911)

2. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, İktisadî Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Tunca Toskay'ın cevabı (7/3094)

3. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, gençlerin spor dışı sorunlarıyla ilgili olarak geliştirilen projelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü'nün cevabı (7/3219)

4. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Ankara-Kırıkkale arasındaki hızlı tren ve Kırıkkale havaalanı projesiyle ilgili çalışma olup olmadığına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ün cevabı (7/3214)

5. – Tokat Milletvekili M.Ergün Dağcıoğlu'nun, bakanlığın Tokat İlindeki yatırım projelerine ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ün cevabı (7/3188)

 

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak üç oturum yaptı.

Oturum Başkanı Nejat Arseven, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun menfur bir saldırı sonucu şehit edilmesi dolayısıyla, Türkiye Büyük MilletMeclisi adına bu haince saldırıyı şiddet ve nefretle kınadıklarına ilişkin bir açıklamada bulundu.

Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar, aynı konuda gündemdışı bir konuşma yaptı.

Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük, Mardin Milletvekili Mustafa Kemal Tuğmaner, İstanbul Milletvekili Abdülkadir Aksu, Diyarbakır Milletvekili Abdülbaki Erdoğmuş, Hatay Milletvekili Mehmet Şandır, Konya Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre, aynı konuda görüşlerini belirttiler.

Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel, Diyarbakır’da meydana gelen saldırıya ve sözde Ermeni soykırımı tasarısının Fransa Ulusal Meclisinde kabulüne,

Balıkesir Milletvekili Agâh Oktay Güner, Diyarbakır’da meydana gelen saldırıya ve sözde Ermeni soykırımı oylamalarına ve bu konuda izlememiz gereken dışpolitikaya,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar;

Gündemdışı konuşmalara, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel, cevap verdi.

Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve 19 arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddiaları konusunda bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/168) okundu; önergenin, gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener’in Dışişleri Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi ile,

TBMMBaşkanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen Irak’a resmî ziyarette bulunacak tıp doktoru parlamenterler ile sınır illerimizin parlamenterlerinden oluşan heyette yer alacak milletvekillerine ilişkin tezkeresi,

Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir milletvekilinin, Dünya Bankasının, Londra’da, 28-29 Ocak 2001 tarihlerinde üye ülkelerin parlamenterleriyle yapacağı İkinci Yıllık Konferansına katılmak üzere davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunda boş bulunan ve MHP Grubuna düşen bir üyeliğe, Ankara Milletvekili Mehmet Arslan,

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda boş bulunan ve MHPGrubuna düşen bir üyeliğe, Samsun Milletvekili Ahmet Aydın,

Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan ve DSPGrubuna düşen bir üyeliğe, Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak,

(10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunda boş bulunan ve Fazilet Partisi Grubuna düşen bir üyeliğe, Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu,

Seçildiler.

“Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan :

Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon Raporu henüz hazırlanmadığından, ertelendi.

Uluslararası Denizcilik Örgütü Sözleşmesinde Yapılan Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/549) (S. Sayısı : 202) görüşmeleri tamamlanarak, yapılan açık oylama sonucunda kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

Adana Milletvekili Yakup Budak, İstanbul Milletvekili CahitSavaş Yazıcı’nın şahsına sataştığı iddiasıyla bir konuşma yaptı.

Alınan karar gereğince, 25 Ocak 2001 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime, grupların mutabakatıyla, 23.00’te son verildi.

Nejat Arseven

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Mehmet Batuk

Cahit Savaş Yazıcı

 

Kocaeli

İstanbul

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

 

 

                                           No. : 71

II. – GELEN KAĞITLAR

25 . 1 . 2001 PERŞEMBE

 

Raporlar

1. – Millî Savunma Bakanlığı Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığının Kuruluşu ve Görevleri Hakkında 613 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/752) (S. Sayısı : 577) (Dağıtma tarihi : 25.1.2001) (GÜNDEME)

2. – Güneydoğu Avrupa Çokuluslu Barış Gücü Anlaşmasının İkinci Ek Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/768) (S. Sayısı : 587) (Dağıtma tarihi : 25.1.2001) (GÜNDEME)

3. – Güneydoğu Avrupa Çokuluslu Barış Gücü Anlaşmasına Üçüncü Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı : 588) (Dağıtma tarihi : 25.1.2001) (GÜNDEME)

4. – Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/602) (S. Sayısı : 590) (Dağıtma tarihi : 25.1.2001) (GÜNDEME)

5. – Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine İlişkin Kanun ile Ceza Evleriyle Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/772) (S. Sayısı : 593) (Dağıtma tarihi : 25.1.2001) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergesi

1. – Muğla Milletvekili Hasan Özyer'in, domates üreticilerinin sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1185) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Kocaeli  Milletvekili Mehmet Batuk'un, Kocaeli Cengiz Topel Havaalanı projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3388) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001)

2. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan'ın, domatesin tarımsal ürünlerde ihracat iadesi kapsamına alınıp alınmayacağına ilişkin Devlet Bakanından (Tunca Toskay) yazılı soru önergesi (7/3389) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001)

3. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, 1999-2000 yıllarında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu ile Erzincan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'na toplanan yardımlara ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) yazılı soru önergesi (7/3390) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001)

4. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, 1999-2000 yıllarında ek vergilerle Deprem Fonuna sağlanan gelirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3391) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001)
5. – Erzincan Milletvekili  Tevhit Karakaya'nın, 2001 Malî yılı bütçesinden Erzincan İline ayrılan ödeneklere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Devlet Bahçeli) yazılı soru önergesi (7/3392) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001)

6. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Divriği Maden ve Sanayi A.Ş.'nin açtığı tünel ihalesine ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi (7/3393) (Başkanlığa geliş tari-hi : 24.1.2001)

7. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Ankara -Şereflikoçhisar Tekel Kayacık Tuz İşletmesi hakkındaki iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Rüştü Kâzım Yücelen) yazılı soru önergesi (7/3394) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001)

8. – Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu'nun, Bursa-İnegöl'e doğalgaz verilip verilmeyeceğine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/3395) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001)

9. – Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen'in, F-4 savaş uçaklarının modernizasyonu çalışmalarına ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3396) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

25 Ocak 2001 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49 ncu Birleşimini açıyorum.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Yoklamayla açın Sayın Başkan.

BAŞKAN - Toplantı yetersayısı vardır efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Yapın yoklamayı, görün!..

BAŞKAN - Yoklama mı talep ediyorsunuz efendim?

TURHAN GÜVEN (İçel) - Evet efendim.

BAŞKAN - Efendim, öyle diyeceğinize yoklama talep etseniz, ben onu yaparım tabiî; ama, siz açma derseniz, benim öyle bir yetkim yok malumunuz.

Efendim, yoklama talebi var...

M. TURHAN İMAMOĞLU (Kocaeli) - Açtınız Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, toplantı yetersayısı var demedim. (DSP sıralarından "dediniz" sesleri)

M. TURHAN İMAMOĞLU (Kocaeli) - Sayın Başkan, 20 kişi yoklama talebinde bulunsun.

III. – YOKLAMA

BAŞKAN - Efendim, yoklama talebi vardır; elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Yoklama için 5 dakika süre veriyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklamaya başlandı)

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Şehitleri almaya gidiyoruz; Diyarbakır'da şehit olan 6 emniyet görevlisinin cenazesini karşılamaya gidiyoruz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar[!])

ALİ ER (İçel) - Politikaya alet etmeyin böyle şeyleri.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Biz, emniyet törenine gidiyoruz, başka bir yere gitmiyoruz.

ALİ ER (İçel) - Biz de gideceğiz cenaze törenine; şov yapmayın burada.

(DYP Grubu milletvekilleri Genel Kurul Salonunu terk etti)

BAŞKAN - Efendim, Türkiye Büyük Millet Meclisi, çalışmalarına devam eder; şehitlerin cenazesi geldiği anda da, bendeniz ara veririm (DSP ve MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) hep beraber iştirak ederiz, devam ederiz. O yetki bende.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Efendim, Meclis çalışmasına devam etsin, Meclisin temsilcileri törene katılsın. Bu Meclis, şu sebep, bu sebep diye  ikide bir çalışmasını durdurmasın.

BAŞKAN - Sayın Başkan, özür dilerim, benim de içime sinmediği için, şehitler geldiği zaman keserim,  merasime iştirak eder arkadaşlarımız, sonra devam ederiz efendim. Bazı meseleler var ki, istismar edilmemesi gerekiyor. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Hiçbirimizin içine sinmiyor, hepimizin yüreği kan ağlıyor; ama, bu Meclis kapanmamalı, bu Meclis çalışmalarına ara vermemeli.

BAŞKAN - Özür dilerim efendim, aynı şeyi söyledim. Meclisin çalışması için yoklama istediler; bendeniz, yoklamanın yapılmasına lüzum görmediğim halde, muhalefetin tansiyonunu indirmek için yoklama yaptım. Şimdi başlayacağız ve zamanı gelince de takdirlerimi arz edeceğim size efendim.

Buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Yani, bu meselenin istismar edilmesine, muhalefet tarafından istismar edilmesine müsaade etmeyelim.

BAŞKAN - Ona müsaade etmeyiz efendim. Türkiye Büyük Millet Meclisi, öyle bir istismara müsaade etmez.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Etmeyelim efendim. Yani, gidilecekse hep beraber gidelim veya temsilciler gitsin.

BAŞKAN - Efendim, arzım o zaten. Bendenizin ara vermeyi düşünmemin sebebi de, Türkiye Büyük Millet Meclisi, cenazeye iştirakle böyle bir olayı protesto edecek, lanetleyecek orada; değil mi efendim? Olay, basit bir olay değil.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Tabiî efendim, basit bir olay değil.

(Elektronik cihazla yoklamaya devam edildi)

BAŞKAN - Efendim, toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, arkadaşlarıma gündemdışı söz vereceğim; ancak, müsaadenizle, Yüce Meclisin de hissiyatını iki kelimeyle ifade etmek istiyorum.

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1. – TBMM Başkanvekili Murat Sökmenoğlu’nun, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun menfur bir saldırı sonucu şehit edilmesi dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bu haince saldırıyı şiddet ve nefretle kınadıklarına ilişkin açıklaması

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Diyarbakır Emniyet Müdürümüz, yürekli insan Gaffar Okkan, Özel Kalem Müdürü Mehmet Kamalı, korumaları Sabri Kün, Mehmet Sepetçi, Selahattin Baysoy ve Atilla Durmuş'un devlet ve millet düşmanı kansızların kahpe kurşunlarına hedef olarak şehit olmalarından, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak derin acı ve üzüntü duymaktayız. Canilerin yaptıklarının hesabını en kısa zamanda vereceğinden hiç de şüphemiz yoktur. Milletimizin kalbinde derin yara açan bu hain saldırıyı nefretle lanetliyoruz. Ülkemizin ve milletimizin huzur ve güvenliği uğruna canlarını feda eden aziz şehitlerimize Cenabı Hak'tan rahmet, şehitlerimizin aile ve yakınlarına, Emniyet Teşkilatımıza ve milletimize sabırlar ve başsağlığı dilerken, yaralı polislerimize acil şifalar temennisiyle saygılarımı sunuyorum efendim. (Alkışlar)

Gündemdışı ilk söz, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve çalışma arkadaşlarının şehit edilmesi nedeniyle söz isteyen, Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Hatipoğlu. (FP sıralarından alkışlar)

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatiboğlu’nun, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun terörist saldırı sonucu şehit edilmelerine ilişkin gündemdışı konuşması

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyarbakır'da caniyane bir suikasta kurban giden şehit Emniyet Müdürümüz ve diğer görevlilerle ilgili hissiyatımı ifade etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, ben, huzurunuza, yalnızca terörü lanetlemek ve şehitlerimize Allah'tan rahmet dilemek üzere çıkmadım; çünkü, dün, bu Meclisin çatısı altında yapılan konuşmalarda, söz alan tüm arkadaşlarımız, terörü lanetlediler ve şehitlerimize Allah'tan rahmet dilediler. Bütün grupların hissiyatı bu şekilde dile getirildi; ama, ben, bir Diyarbakırlı olarak, bir Diyarbakır Milletvekili olarak, Diyarbakırlı hemşerilerim adına, huzurunuza, şehit Emniyet Müdürümüze Diyarbakır halkının minnet ve şükran duygularını dile getirmek için gelmiş bulunuyorum.

Bugün yapılan cenaze törenine katılan onbinlerce insan, Türk Bayrağına sarılı tabutun arkasında yürüyen onbinlerce insan, aslında, teröre, şiddete olan kinini, hıncını da ifade etmiştir.

Değerli arkadaşlarımız, biz şuna inanıyoruz: Terörün ne denli bir bela olduğunu, huzur ve güvenin ne kadar önemli bir unsur olduğunu, hiç kimse, ama, hiç kimse, bir Diyarbakırlı, bir Şırnaklı gibi bilemez; çünkü, biz, onbeş yıl boyunca teröre hedef olan bir bölgede yaşadık; bu nedenle de, huzur ve güven ortamının değerini, kıymetini de, biz, herkesten daha fazla biliriz.

Bundan birkaç yıl önce, Diyarbakır bir ölü kentti; akşam saatlerinde, güneş batmadan herkes evine çekiliyordu; aileler, evinden uğurladığı evladının akşam eve dönüp dönmeyeceğinden endişeliydi. Bugün ise, Diyarbakır, Türkiye'deki herhangi bir kentten farklı değil.

İşte, biz, bu huzur ve güven ortamının doğmasına vesile olan bütün güvenlik güçlerimize ve bahusus, son yıllarda halkın sevgisini, saygısını kazanan şehit Emniyet Müdürü Gaffar Okkan Beyin değerini, bu nedenle herkesten daha çok anlıyor, daha çok görüyoruz.

Sayın milletvekilleri, elbette ki, terör bir insanlık suçudur. Terörün dini, terörün milliyeti olamaz, rengi olamaz. Terörün her çeşidini şiddetle ve nefretle kınamak hepimizin görevidir.

Ben, sadece, Diyarbakırlıların hissiyatına tercüman olayım diye huzurunuza çıktım ve bir önemli olayı size aktarmak istiyorum. Bugün, Diyarbakır'da işyerlerinin yüzde 90'ı kapalıdır. Esnaf dükkânını açmıyor; ama, çok önemli bir geleneğini de uyguluyor. Kapalı olan işyerlerinin vitrinlerine "vefat nedeniyle kapalıyız" diye bir yazı asmışlar. Bu bizim geleneğimizdir. Diyarbakır'da yakın akrabası vefat eden insanlar işyerlerini açmazlar ve oraya bu tür bir ifade, bir ibare kullanırlar ki, işyerinin niçin kapalı olduğu bilinsin. Aldığımız habere göre, Diyarbakır'daki birçok işyerinin vitrininde şu anda bu yazı bulunuyor. Demek ki, Diyarbakır halkı, merhum Emniyet Müdürünü ve şehit olan diğer emniyet görevlilerini, sadece bir devlet memuru, sadece görev yaparken şehit olmuş bir insan olarak da görmüyor; aynı zamanda, onlara, en yakın akrabalarına gösterdikleri muameleyi gösteriyor.

Yine, huzurunuzda şu mutluluğu da paylaşmak istiyorum: bu elim olay bize şunu da gösterdi: Diyarbakır'da onbinlerce insan bu şehidin arkasından havaalanına kadar yürüyor. Aslında, o onbin insan, huzur ve güvenin arkasında yürüyor, terörü lanetlemek için yürüyor ve Diyarbakırlıların bu şiddet ve terörün karşısında tek yumruk olduğunu ifade etmek için yürüyor.

Yine bir tespitim, izninizle, arz etmek istiyorum. Olay vuku bulur bulmaz, birçok medya kuruluşu, olayı meydana getirmesi muhtemel olan terör örgütleriyle ilgili açıklamalarda bulundular.

Ben, huzurunuzda, şu tespitimi ifade etmek istiyorum: Ben, Türkiye'deki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖMER VEHBİ HATİBOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika daha müsaade ederseniz...

BAŞKAN - Buyurun.

ÖMER VEHBİ HATİBOĞLU (Devamla) - Elbette, Türkiye'de, vatanın birliğine, bütünlüğüne kasteden terör örgütleri vardır; ama, ben, Türkiye'deki tüm terör örgütlerinin -hiçbirisini diğerinden ayırt etmeden söylüyorum- birer taşeron örgüt olduğuna inanıyorum. Bunların -Türkiye düşmanlarının- huzur ve güveni yok etmek üzere tetikçilik yapan insanlar olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla, mesele, sadece bu olayların faillerini yakalamak değil; ama, Türkiye düşmanlarının, Türkiye aleyhindeki tezgâhlarını tespit etme meselesidir. Bu konuda da çok ciddî bir duyarlılık gösterilmesi gerekiyor.

Konuşmamı şu sözlerimle bitirmek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, bir güneydoğu sorunu vardır. Biz, bu sorunu çözebilmek için binlerce şehit verdik ve "bu sorun nasıl çözülür; devlet-millet kaynaşması nasıl meydana getirilir" diye şu Meclisin çatısı altında birçok konuşmalar yaptık; ama, bu elim olay, bize, bu sorunun çözümünün de kaynağını gösteriyor. İzin verirseniz, o tespiti de ifade etmek istiyorum.

Bir emniyet müdürünün arkasından bir milyonluk kent ağlıyorsa, işyerleri kapanıyorsa, onbinlerce insan tabutun arkasında yürüyorsa, bu sorunun çözümünü de herhalde orada bulmak, aramak gerekir diye düşünüyorum. Demek ki, vatandaşa hor bakmayan, vatandaşa insanca muamele yapan, halkla bütünleşebilen bürokratlar, bu ülkenin de birlik ve bütünlüğünün teminatıdır diyor, he-pimizin, özellikle iktidar sahiplerinin, hükümetin bundan ders alması gerektiğini ifade ediyorum. Bu halkın değerlerine saygı duyan, bu halkla beraber yaşamayı bilen, bu halkın arzu ve isteklerine katkıda bulunan insanları o bölgede lütfen görevlendirelim diyor, şehitlere Cenabı Hak'tan rahmet diliyorum.

Ben, Emniyet Teşkilatına başsağlığı diliyorum, Türkiye'ye başsağlığı diliyorum; ama, izin verirseniz, bu kardeşlerimizi Diyarbakırlı kabul ettiğim için, öncelikle ve özellikle, bütün Diyarbakırlıların başı sağ olsun diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Efendim, gündemdışı ikinci söz, Ankara Milletvekili Sayın Abdurrahman Küçük'e aittir; Diyarbakır cinayeti üzerinde görüşlerini bildireceklerdir.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

2. – Ankara Milletvekili Abdurrahman Küçük’ün, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun terörist saldırı sonucu şehit edilmelerine ilişkin gündemdışı konuşması

ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, burada, böyle bir konuda konuşmanın ne kadar zor ve ne kadar önemli olduğunun da şuurundayım. Dün, Diyarbakır İlimizde menfur bir suikasta kurban giden değerli Emniyet Müdürümüze, yakın mesai arkadaşlarımıza rahmet diliyorum; ailelerine, polis teşkilatına, Türk Milletine, başınız sağ olsun, bu olaylar son olsun diyorum.

Tarih boyunca, terör örgütleri eksik olmamıştır. İnsanoğlunun var olduğundan bugüne kadar, tarihte, insanların insanları katlettiği bir vakıadır. Bunun için, dinler, genelde, insanlara, Allah'tan sonra yakınlarına iyilik etmesini, cana kıymamasını öğütlemiştir; bu, ortak bir ilke olarak, bütün insanlara gönderilmiştir. Buna rağmen, en acımasız varlık insan olmuştur.

Türk Milletinin tarihine baktığımızda, Türk Milletinin tarihi iftiharlarla doludur. Hayatında soykırımı olmayan yegâne millet, Türk Milletidir. Bugün, burada, ben, bu konuda konuşmak istiyordum; ama, gelişmeler, Diyarbakır'daki olaylar üzerine konuşmamı zorunlu kıldı. Onun için, saygıdeğer milletvekilleri, polisimiz, ülkenin birliği ve bütünlüğü, dirliği ve düzenliği için görev yapmaktadır. Türk Milleti bir bütündür parçalanamaz.

Nüanslarla bu milleti karşı karşıya getirmek isteyen şer odaklarını da bu millet, çok iyi biliyor; tarihte de biliyor, günümüzde de biliyor. Onun için, nüanslar bizim güzelliklerimiz, bizim özelliklerimizdir; bir milleti millet yapan ortak değer ve ülküleridir. Ortak değer ve ülkülerle bir araya gelmiş şuurlu topluluk, millettir. Onun için, 1660'lı yıllarda, Anadolu'ya, doğudaki insanımızı, güneydoğudaki insanımızı Hıristiyanlaştırmak için gelen insanlar oradan, en canlı örnek olarak, tokat yemişler "biz Müslümanız" demişler ve tavır koymuşlardır. Oradan neticeye varamayanlar, yine köken olarak aynı kültürü paylaşan, fakat, dinleri farklı olan Hıristiyan Gregoriyan Ermenilere yönelmişler, terör örgütleri oluşturmuşlar 1701'de Sıvas'ta Mekhitar ile başlayan hareketi, bizzat, yine bu ülkenin insanı Ermeniler "birliğimize, dirliğimize yöneliyorlar" diye ihbar etmiş, devlet ta-kibata almış, kaçıp Fransa elçiliğine sığınmış, Fransa desteklemiştir. Onun için, terörün kökü dün de dışarıdaydı, bugün de dışarıdadır. Onun için, bu ülkenin birliği ve bütünlüğü için hizmet yapanlara yönelik hareket nereden gelirse gelsin karşısındayız, karşısında olacağız.

Terörün hiç bir zaman mazur görülecek tarafı yoktur. Onun için, kahraman emniyet mensuplarımıza sabır diliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hukuk devletidir. Türk Devleti, hukuk kuralları içerisinde terörün de üstesinden gelecektir; bu milleti dışarıda da köşeye sıkıştırmak isteyenlerin oyunlarını da bozacak güçtedir. İnanıyoruz ve güveniyoruz; diyoruz ki, Türk Milleti, ebet müddet var olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Devamla) - 21 inci Yüzyıl, bu milletin olacaktır, bu milletin olması için bir tek şart vardır, o da, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güçlü olması, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin lider olmasıdır. Bunun için de, iktidarı muhalefeti, Türkiye'nin önünü açacak, Türkiye'yi lider ülke yapacak olan projelerin arkasında dik durmalıdır; terör örgütü karşısında -içeriden ve dışarıdan, nereden gelirse gelsin- dik durduğumuz takdirde, günübirlik politikalardan kaçınıp, ilkeli, dürüst davrandığımız takdirde, inanıyorum ki, başarılı olacağız.

27 Ocak 2001 Cumartesi günü, İngiltere Parlamentosunun gündeminde olan Yahudi soykırım kurbanlarını anma günü kutlanacak. Bu günle ilgilendirerek bir iki cümle söylemek istiyorum. Bugün, Türkleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletini soykırımla itham eden ülkelere sesleniyorum. Açsınlar tarihi, okusunlar; görecekler ki, 1492 yılında İspanya'da "ya üç ay içerisinde Hıristiyan olursunuz yahut da sizi yok ederiz" diyenlere karşı, bütün Hıristiyan dünya kapılarını kapattığı zaman Sultan Beyazıt "dünyanın neresinde zulme uğrayan insan varsa, benim ülkemin kapıları onlara açıktır" deyip dünyanın soykırım uygulamaya çalıştığı bir dönemde tek sahip çıkan, Türk Milletidir. Anadolu'ya geldiğinde, yine "ayrı mezhepten" diye zulme tabi tutulan Gregoryen Hıristiyan Ermenileri dinlerinde, inançlarında serbest bırakan, onları yok olmaktan koruyan da yine Türk Milleti olmuştur.

Türk Milletinin tarihinde "soykırım" kavramı yoktur; bu kavram, tamamen Batı'dan gelmedir. Batı, bize empoze etmek istediği kavramları bir defa daha yeniden değerlendirsin, Fransızca yazılan tarihlere baksın.

Bu konuda en son çalışmayı yapmış -on yıl- ve Ermeni meselesinin kökeninden bugüne kadar getirmiş bir ilim adamı olarak söylüyorum: Kendi arşiv vesikalarına baksınlar; gezsinler, Fransızca yazılan tarihlere baksınlar, Osmanlı arşivlerine baksınlar; itirafları görecekler.

500 uncu Yıl Vakfı Başkanvekili Naim Güleryüz'ün, 1453 İstanbul'un Fethinin yıldönümü dolayısıyla 1992 yılında söylediği gibi, yine, Ermeni rahip başyazar diyor ki: "Ermenilerin gerçek tarihi Türklerle başlamıştır." O halde, bütün dünyaya ilan ediyorum: Türk Milletinin alnı açık, yüzü aktır; tarihinde utanılacak hiçbir şey yoktur diyor, terör örgütlerinin de bu metotla bir neticeye varamayacaklarını hatırlatmak istiyorum ve ekliyorum ki: Bu milletin, bırakın, asrı yakalamasının önünü tıkamayın; gelin, hep beraber, Türk Devletini güçlü, Türk Milletinin birliğini, bütünlüğünü, dirliğini diri tutalım, bir olalım, ir olalım, dür olalım diyorum; ölülerimize rahmet, bütün Türk Milletine, emniyet mensuplarımıza başsağlığı diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Gündemdışı üçüncü söz, sözde Ermeni soykırımı tasarısının kabulü hakkında söz isteyen Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'e aittir.

Buyurun Sayın Çiçek.(FP sıralarından alkışlar)

3. – Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek’in, sözde Ermeni soykırımı tasarısının Fransa Ulusal Meclisinde kabulüne ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat)- Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; ben de, şehit Diyarbakır Emniyet Müdürümüz Gaffar Okkan Beye ve değerli polis kardeşlerimize Yüce Rabbimizden rahmet dileyerek sözlerime başlıyorum.

Sözde Ermeni soykırım tasarısının Fransız Parlamentosunda kabul edilmesi milletimizi derinden yaralamıştır. Bu sebeple, ülkemizin dört bucağında protestolar başlamıştır. Milletvekili arkadaşlarımız, Parlamentomuzda günlerdir Sayın Meclis Başkanımızın öncülüğünde, milletimizin bütün kesimlerinin nefret duygularına tercüman olmaktadır. Parlamenter arkadaşlarımızın her biri bu çirkin kararı ve milletimizin şanlı tarihine dil uzatma densizliğini kınamakta, protesto etmektedir. Bu olay, milletimizi derinden yaralamıştır; acımız büyüktür. Son birkaç yıldan beri milletlerarası konumumuzda ve millî meselelerimizin çözümünde her geçen gün kan kaybediyoruz, geriliyoruz.

Sanki, Haçlı ordularını toplamak için Papaz Pier Lermit tekrar mezarından kalkmış, asırlar önce yaptığı gibi eşeğine binmiş, Hıristiyan Avrupa ülkelerini tek tek dolaşıyor. Milletimiz ve devletimiz için asırlarca önce aldıkları kararı tek tek uygulamaya koyuyorlar.Bu uygulamalardan hayal edemediğimiz akıl almaz sonuçları da alıyorlar.

Avrupa, kendi bünyesinde var olan problemlerini çözüp, tek ülke, tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek ordu, tek para birlikteliğini oluştururken, bizi bölüp parçalamanın planlarını yapıyor, uygulamaya koyuyor. Kürt-Türk, Alevî-Sünnî, solcu-sağcı, laik-irticacı ayırımı yapıp, kamplara bölüyor; sonra, silahlı içsavaşa sokmayı planlıyor; taraflara silah veriyor, destek oluyor, bölücü militanları, markası ne olursa olsun, bütün terörist grupları eğitiyor, yetiştiriyor ve ülkemize gönderiyor.

Asırlarca önce, şark meselesi adı altında planlar yaptılar; "evvela, Avrupa'da tek bir Türk bırakmamak, Türkleri Avrupa topraklarından kovmak gerekir" dediler. İçimizdeki beyinsizlerin ve işbirlikçilerin de destekleriyle, koca imparatorluk, bu planlar sonucu yıkıldı. Her biri Türkiye büyüklüğünde, üzerinde yirmi küsur devlet bulunan topraklarımızı kaybettik; Osmanlı topraklarında evladı fatihanı, haçlı sürülerinin insaf ve merhametine terk ettik.

Camiler yıkıldı, köprüler, medreseler harap oldu, mezar taşlarında ay yıldız var diye mezar taşları tahrip edildi. Bosna hâlâ kan ağlıyor, Kosova perişan, Üsküp mahzun, Sofya boynu bükük, Batı Trakya'daki kardeşlerimiz esaret altında... Irak, Suriye, Arap dünyası, Kuzey Afrika ülkelerinin halkları, adil Osmanlı yönetiminin hasretini çekiyor.

Can verdik, kan döktük, şerefimizle ve şanımızla Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi kurduk. Hem cumhuriyetimiz kurulurken hem de kurulduğu günden bu ana kadar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığına tahammül edemediler. Bizi, Anadolu'da işgalci gördüler; "bu toprakları, Ermeni ve Rumların ellerinden aldınız, sahiplerine geri iade ediniz; siz de, geldiğiniz yere geri gidiniz" diyorlar. Avrupa'nın makro planında, Türkleri Ortaasya'ya gönderme planları vardır. Onlara göre, Türkler, hâlâ, insanlığın insan olmayan numuneleridir; Türkler, hâlâ barbardır.

Saygıdeğer Başkan, sayın milletvekilleri; Fransız Parlamentosu, İtalyan, İngiliz, Alman Parlamentoları, hulâsa, Avrupa parlamentolarının herbirinin, önümüzdeki günlerde veya aylarda, Fransızların, Amerikalıların aldığı bu kararı tekrarlayacakları anlaşılıyor. Bu, bizi şaşırtmamalıdır; çünkü, bunlar, bizim karşımızda, dün tek milletti, bugün de tek millet olmaya devam edeceklerdir. Bu olaylar, şark meselesinin bölüm bölüm uygulanmasıdır; Türkleri, geri geldiği yere göndermektir.

Umarım ki, bu olaylar, bizim gözlerimizi açar, aklımızı başımıza getirir, gerçekleri bütün çıplaklığıyla görmemize fırsat verir, bize ders olur, hesapsız kitapsız bütün değerlerimizi terk ederek Batı'ya teslimiyetin faturasının ne olduğunu bize öğretir; dostun kim olduğunu, müttefikin kim olması gerektiğini anlamış oluruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, başı dik, köleleşmemiş, beynini Avrupa kültürüne ipotek vermemiş, Avrupalı karşısında iradesi felce uğramamış, ne istediğini bilen, millî menfaatları ve gururu söz konusu olduğunda zerrece taviz vermeyen Müslüman Türkün büyük devletinin, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin, içeride ve dışarıda çözemeyeceği hiçbir problem, halledemeyeceği hiçbir mesele yoktur.

Hatırlar mısınız, bizim tarih kitaplarımızdan çıkardığımız bir okuma parçası vardı; büyük ceddimiz Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransız Kralı Francesko'ya yazdığı bir mektup vardı. Avrupalı kardeşlerimiz, Fransız dostlarımız gücenir diye tarih kitaplarından çıkardığımız okuma parçası. Ben, onu size hatırlatmak istiyorum:

Fransa'da isyan çıkmış, ihtilal olmuş, Alman İmparatorluğuna esir düşmüş Fransız Kralı; Kral Francesko, günün süpür gücü olan Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a mektup göndermiş; aman dilemiş "tacımı, tahtımı bana iade et, beni hapisten kurtar" demiş. İşte, bu talebe Kanunî Sultan Süleyman cevap vermiş: "Ben ki, Sultanı Selahaddin, burhanül havakin, tacı bahşı husravayı ruyi zemin, zillullahı fil arzeyn, Akdeniz'in ve Rumeli'nin vilayeti Zülkadriye'nin, Diyarbekir'in, Azerbaycan'ın, Acem'in ve Halep'in, Mısır'ın, Mekke'nin ve Medine'nin, Kudüs'ün ve külliyen diyarı Arap'ın ve Yemen'in ve daha nice memleketlerin ki, ecdadım fethederek bize miras bıraktı. Bütün bunların Sultanı ve Padişahı Osman, Orhan, Murat, Yıldırım Beyazıt, Sultan Beyazıt Han oğlu, Sultan Selim Han oğlu, Kanunî Sultan Süleyman Hanım. Sen ki, Fransa Vilayetinin Kralı Francesko'sun. Benden yardım istemişsin. Sana yardım edip, tahtını sana iade edeceğim." Mektubun hulâsası bu.

Saygıdeğer milletvekilleri, Fransız Milletinin ruhunun ve beyninin derinliklerine işleyen bu mektubu biz unuttuk; ama, onlar unutmadılar. Onlar gücenmesin, hatırlayıp üzülmesinler diye kitaplarımızdan da çıkardık. Ama, onlar, bizim en problemli anımızda vurarak intikam alıyorlar. Biz, Fransızlara karşı kahramanca dövüşen Gazianepliyi, Şahin Beyi, Maraşlıyı, Sütçü İmamı anarken, bu şehirlerin kurtuluş yıldönümlerinde "Gaziantep'in, Kahramanmaraş'ın, düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümü" dedik.

BAŞKAN - Sayın Çiçek, Hatay'ı unuttun...

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Evet, Hatay'ın kurtuluşunda, Kahramanmaraş'ın kurtuluşunda "düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümü" dedik "Fransız işgalinden kurtuluşunun yıldönümü" diyemedik. Dostlarımızı gücendirmeyelim diye "Fransız dostlarımızla aramız bozulmasın, o günler geldi geçti" dedik; o günler geldi de, hiç geçmedi. Fransızlar, emellerinden bir milim geri durmadılar; o gün de Ermenilere devlet kurduracaklardı, bugün de onu planlıyorlar. Sütçü İmam mezarında kahroldu; Şahin Beyin aziz ve şehit ruhu muazzep oldu.

Bu bölgelerde din adamları, Fransız bayrakları kalenin burçlarından indirilmeden cuma namazı kıldırmadılar. O dönem, milletimiz, düşmanını iyi bildi. Aksakallı dedelerin, beli bükülmüş ninelerin, anaların, bacıların, kundaktaki çocukların, ana rahmindeki süngülenen yavruların acılarını o bölgelerde hiç kimse unutmadı; ama, bize unutturdular. Onlar, iman ve cesaretle savaştılar, zafer kazandılar.

Yüce Allah, Kur'anı Kerim'de "eğer inanıyorsanız, mutlaka galipsiniz" dedi. Peygamberimiz "iman etmediğiniz, inandığınız değerleri hayat haline getirmediğiniz sürece, cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmediğiniz sürece de, iman etmiş olmazsınız" dedi. İman ettiler, birbirlerini gerçekten sevdiler; birbirlerinin uğruna, Allah rızası için can verdi dedelerimiz. Allah onlara yardım etti, zaferi kazandılar, bizlere bu cennet vatanı emanet ettiler; biz, onu bile koruyamıyoruz.

Bize bir şeyler oldu, kendimize ve milletimizin büyüklüğüne olan inancımızı kaybettik; bizi biz yapan değerlerimizi terk ettik; Yahya Kemal'in ifadesiyle, bir kör kazma, Batı karşısındaki gücümüzü, inancımızı yıktı, aşağılık duygusuna kapıldık; Batılılaşma adına, her şeyimizden feragat ettik, dejenere olduk; ne Batılı olabildik ne de asil değerlerimiz kaldı. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Sayın Çiçek, lütfen...

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Batı entegrasyonuna girmek için her şeyimizi verdik, hiçbir şey almadan verdik, ne dedilerse yaptık, kayıtsız şartsız teslim olduk. Avrupa Birliğine girmeye karar verdiğimizden bu yana yıllar geçti, kapılarında bekletiyorlar. Geçen sene kapı azıcık aralandı, ayağımızı içeri atacağız galiba diye bayram ettik; ama, nafile. Daha dün "Avrupalı olmaya hazır değilsiniz, siz Avrupalı olamazsınız, bekleyin" dediler, kapıyı yüzümüze kapattılar. İşledikleri vahşeti unuttular, insan hakları havarisi kesildiler. Bize hesap soruyorlar, mahkûm ediyorlar. Afrika'da, Asya'da, Avrupa'da milyonlarca insanın eti kemiği üzerinde saltanat sürdüler, hâlâ sürüyorlar.

Çanakkale'de 400 000 insanın katili Avrupalıdır. Fransızlar ise, Cezayir'de milyonlarca insanı yok etti. Cezayir'de bugün içsavaş var, hâlâ kan gövdeyi götürüyor; müsebbibi Fransızlar.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında işledikleri vahşetin sınırlarını tayin etmek mümkün değildir.

Bugün, ülkemizde, içimizdeki hainleri ve yandaşlarını organize ediyorlar, silah veriyorlar, içsavaş çıkarmak istiyorlar. Daha dün Diyarbakır'da şehit edilen Emniyet Müdürümüzün ve 6 şehit yavrumuzun kanlarında onların hain elleri ve planları var. Hâlâ insan hakları havarisi kesiliyorlar.

Onsekiz yirmi yıldır 30 000 insanımız şehit oldu. İdeolojik özelliği ne olursa olsun, ülkemizdeki eşkıyanın, terör örgütlerinin, çetelerin destekçisi oldular. Yurt içindeki ve yurt dışındaki binlerce Doğulu kardeşimize "Türkiye Cumhuriyetini yıkın, bu topraklardan kovun, size Kürt devleti kurduralım" dediler. Şimdi gerçek yüzleri ortaya çıktı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - "Bu topraklarda Kürtler de Türkler de kovulacak, sadece Ermeni Devleti kurulacak" dediler.

BURHAN ORHAN (Bursa) - Mikrofonu açın Sayın Başkan.

BAŞKAN - 13 dakika oldu beyefendi. Açayım, peki, buyurun. Genel Kurul istiyor efendim.

Buyurun Sayın Çiçek.

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Lütfettiniz, sağ olun.

BAŞKAN - Estağfurullah.

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) - Saygıdeğer milletvekilleri, Fransızlar, Kanunî'nin mektubunun acısını içlerinde hissediyorlar. Onlar, Türk ordusunu, Avrupa Birliğinin güvenlik biriminde bunun için hiç görmek istemiyorlar. Nineleri, anneleri, onları "Türkler geliyor" diye korkutarak uyuttular. O korku içlerine işledi. O korkuyu hâlâ üzerlerinden atamıyorlar. Her olayda düşmanlıkları depreşiyor.  Bizim bir atasözümüz var: "Katranı kaynatsan, olur mu şeker." Evet, katran şeker olmaz. Herkes, asaletinde, özünde, genlerinde var olanı ortaya koyar. Onların genlerinde vahşet var, cinayet var.

Ta 1912'de, vahşi Avrupalının dehşet sergilediği o günlerde, millî şairimiz, İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy ne güzel söylemiş:

"Tükürün milleti alçakça vuran darbelere

Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere

Tükürün ehli salibin o hayasız yüzüne

Tükürün onların asla güvenilmez sözüne

Medeniyet denilen maskara mahluku görün

Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün."

Yüce Rabbimiz, milletimizi ve devletimizi, kıyamete kadar, ebediyen payidar eylesin, bize, birlik, dirlik, basiret ve gayret nasip eylesin.

Sayın Başkanım, sizleri ve saygıdeğer milletvekillerimizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çiçek.

Sayın Özgenç, yerinizden; buyurun.

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; dün Diyarbakır'da katledilen değerli emniyet mensuplarımızdan Sayın Gaffar Okkan ve arkadaşlarının şehit edilmiş olmasından dolayı duymuş olduğumuz üzüntü son derece büyüktür. Arkadaşlarım, bu konuyla ilgili olarak, duygularını dile getirdiler. Şüphesiz, bu duyguları, biz de onlarla birlikte, beraber paylaşıyoruz.

Bugün burada söz almamın nedenlerinden bir tanesi, İçelli, Tarsuslu kardeşlerimizden biri olan polis mensubu Sabri Gün'ün, Tarsus eşrafından değerli bir ailenin çocuğu olarak, katledilmiş olması, şehit edilmiş olması, üzüntümüzü ayriyeten artırmıştır.

Yüce milletimize yöneltilen, birlik ve beraberliğimizi bozma uğruna tecelli ettirilmeye çalışılan bu terörün, bu davranışın elbette cevabı ve cezası verilecek.

Yüce milletimizin, her geçen gün daha birlik ve beraberlik içerisinde, daha güçlü birbirine sarılmış bir güç içerisinde bunların cevabını verebilecek güçte olduğunu düşünüyoruz. Yüce milletimize, emniyet teşkilatımıza ve hayatını kaybeden kardeşlerimizin yakınlarına Tanrı'dan rahmet diliyorum, emniyet teşkilatına başsağlığı diliyorum.

Teşekkür ediyorum efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Arınç, buyurun efendim.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Sayın Başkan, bu olaylar sebebiyle hepimizin üzüntü içinde olduğu malum; ben, her şeyi tekrarlamayacağım.

Şimdi saat 15.00'te, şehitler için İçişleri Bakanlığı önünde bir tören yapılacak, biraz evvel bütün arkadaşlarımız oraya gittiler. Şüphesiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açık olması, çalışmalarına devam etmesi asıldır. Bu Meclis, en zor günlerde bile görevini layıkıyla yapmıştır; ancak, şunu ifade edeyim. Şehitlerimizin içimizde meydana getirdiği üzüntüyü hepimiz paylaşıyoruz. Bunu istismar etmeye kalkanlar olursa, bu üzüntümüz daha da büyür; ama, hiçbir milletvekilimizin, böyle alçakça bir işi gönlünden geçirmediğini, böyle bir şeye alet olmayacağını hepimiz biliriz. Meclisin açık olması esas olmakla birlikte, dün akşam yaşadığımız bir olayı zatıâlinizin ve arkadaşlarımızın dikkatine sunmak isterim.

Akşam saatlerinde bu olay duyulduğunda hepimiz fevkalade duygulandık ve üzüldük. Çalışmalara devam edip etmemek aramızda tartışıldı; sağ olsun, grup başkanvekilleri de bu konuda gerçekten hassasiyet gösterdiler "devam edelim" denildi. Devam edelim de; burada biz, hem bu üzüntüyü paylaşan hem de bu üzüntüye doğru hareket eden konumda olmayabiliyoruz. Görüşmeler devam ederken bir sayın milletvekilinin yaptığı espri, burada kahkahaların patlamasına yol açtı. Meclis kahkahalarla gülüyor ve eğer millet de bunu seyrediyorsa, bu kahkahaların niçin atıldığını herhalde hayretle izliyor.

Şimdi, bütün televizyon kanalları bu cenaze merasimini canlı olarak verirken, bir kanalda da -TRT 3'te- Meclis Televizyonundan burayı izleyen insanların şu anda neler hissedebileceğini takdirlerinize arz ediyorum. Lütfen, şu anda, saat 17.00'ye kadar Meclisimiz bir ara vermelidir, ondan sonra dönmeliyiz ve burada görevimize devam etmeliyiz. Aksi takdirde, hem şu anda Meclisin içinde bulunduğu durum hem halkımızın haleti ruhiyesi, burada yaptığımız görevi biraz anlamsız kılabilir.

Takdirlerinize arz ediyorum efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Dedelek söz istediler.

Buyurun efendim.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK  (Eskişehir) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; biraz evvel MHP Grup Başkanvekili ve DSP Grup Başkanvekili arkadaşımla birlikte, bu cenaze merasimi için ara vermenizi takdirlerinize sunan bir önerge verdik.

BAŞKAN - Aldım efendim.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) -  Aynı şekilde, Sayın Arınç'a da teşekkür ediyoruz. Gerçekten acımız büyüktür, değerli bir vatan evladını kaybettik, değerli şehitlerimiz var. Bu noktada, siz, Meclis çalışmalarına ara verirseniz -ki, arkadaşlarımızın görüşleri bu doğrultuda, Sayın Arınç da söyledi, tahmin ediyorum, Doğru Yol Partisi de buna iştirak ediyor- cenaze merasimine bizlerin de gitmesinin uygun olacağı kanaatindeyiz, diğer arkadaşlarımız zaten gittiler.

Takdirlerinize sunuyoruz.

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN - Efendim, bendeniz, oturumu açmadan evvel arz ettim -Sayın Güven'e de ifade etmek istedim yoklamadan evvel- biz Meclisi açarız; ama, saat 3'te merasim başlayacak, 3'ü geçe gelecek belki naaşları, ondan sonra muayyen bir müddet ara veririz demiştim.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - 15.30'da tören başlayacakmış Sayın Başkanım.

Yani, biz, gruplar adına  görüşlerimizi  tekrar ifade etmek istedik...

BAŞKAN - 15.00'te değil mi efendim?..

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - 15.30'da...

BAŞKAN - 15.30'da mı başlayacak?

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Evet öyle, aldığımız son bilgiye göre 15.30'da.

BAŞKAN - Son bilgi, 15.30'da...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Gönül.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tabiî ki, fevkalade üzücü bir olayı milletçe yaşamaktayız. Değerli grup başkanvekili arkadaşlarımın bu görüşünü ben de paylaşıyorum. Zaten, oturumun başında da, grup başkanvekili arkadaşımız ve milletvekillerimiz bu taleplerini Muhterem Başkanlığınıza iletmişlerdi.

Bu şartlar içerisinde, arkadaşlarımızın görüşü doğrultusunda, çalışmalarımıza, takdir buyurulacak saatte tekrar başlanılmak üzere, ara verilmesini biz de destekliyoruz ve yerinde olacağını belirtmek istiyorum.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim; ancak, benim sizlerle anlaşamadığım şu: Tören 15.30'da başlayacak, 15.30'da mı ara vereyim, şimdi mi vereyim?

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Şimdi verelim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Denizli) - Sayın Başkanım, şimdi zaten saat 15.00, buradan oraya intikal edinceye kadar 10-15 dakika daha geçer; kanaatimce, 15.00'te ara verilmesi uygundur.

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Herkes toplanmış, bütün milletvekilleri de orada Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki efendim.

Gündemdışı konuşmalar bitmiştir.

Müsaade eder misiniz, Başkanlığın bir diğer sunuşu var, onu da okutayım...

ALİ RIZA GÖNÜL (Denizli) - Hayhay.

BAŞKAN - Sözlü sorunun geri alınmasına dair bir önerge var, okutuyorum :

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Karavar’ın (6/750) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/292)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 176 ncı sırasında yer alan (6/750) esas numaralı sözlü soru önergemi, yazılı cevap aldığımdan, geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                               Ahmet Karavar

                                          Şanlıurfa

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir efendim.

Şimdi, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

 

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER

1. – İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifinin görüşülmeyen maddeleri, 10.1.2001 tarihli 42 nci Birleşimde, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre Komisyona geri verilmişti; ancak, Komisyon raporunu henüz vermediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Kamu kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız; ancak...

Efendim, şimdi Esenboğa'ya inmiş naaş; çalışmalarımızı şimdi keseyim mi?

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Tabiî, tabiî.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Evet.

BAŞKAN - Yalnız, geç başlamak mecburiyetinde kalacağız o zaman.

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sayın Başkanım, benim bir arzım olacak.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sayın Başkanım, ben oradan geliyorum, bütün sadaret orada; Genelkurmay Başkanı, bütün parti liderleri orada. Sayın Grup Başkanvekilimiz, benim konuşmam olduğunu ifade ettiler ve, çabuk gelmemi söylediler, ben de geldim; fakat, şu anda bütün millet orada Sayın Başkanım.

Arz ederim.

BAŞKAN - Efendim, anlıyorum, şimdi keseceğim...

Kaçta açayım, mutabakatınız var mı efendim?

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - 16.30 olsun efendim.

BAŞKAN - Efendim, 16.30 olmaz.

Bakın, havaalanına biraz evvel indi. Kortejin buraya gelmesi...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - 20.00'de başlayalım efendim.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Takdir sizin efendim.

BAŞKAN - Saat 17.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 14.55

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 17.00

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Yahya AKMAN (Şanlıurfa), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.

 

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz; bir hususu arz etmek istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkanım, gerek zatıâlinizin gerek grubu bulunan bütün partilerimizin Grup Başkanvekillerinin almış oldukları ortak karar gereği, fevkalade önemli bir olay nedeniyle ara vermenizden ötürü şükranlarımı arz ediyorum. Bu sabır ve sağduyunun, ilerideki günlerde -inşallah vuku bulmaz, ama- diğer olaylarda da aynı tarzda cereyan edeceğini tahmin ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN - Allah korusun... İnşallah, bu son olsun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - İnşallah, efendim.

BAŞKAN - Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının görüşmelerine başlayacağız.

3. – Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 629 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Milli Savunma, İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/759) (S. Sayısı : 572)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının görüşmelerine başlayacağız.

4. – Emniyet Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 611 Sayılı  Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyette Kanun Tasarıları ve Plan ve Bütçe ve İçişleri Komisyonları Raporları (1/727, 1/660, 1/795) (S. Sayısı : 576)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Keşke, böyle bir günde, emniyet teşkilatıyla ilgili kanun tasarısını görüşebilseydik efendim.

Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

5. – Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/784) (S. Sayısı : 578) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunuyorum: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının tümünün İçtüzüğün 142 nci maddesi gereğince zorunlu olarak açık oya sunulması gerekmemektedir; ancak, gündemde basım hatası olarak tasarının önüne açık oylama işareti konulmuştur.

Bilgilerinize sunarım efendim.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 578 sıra sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının geneli üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan evvel, Yüce Heyetinize, aziz milletime Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygılarımı sunarım.

Dün Diyarbakır'da şehit edilen başta Emniyet Müdürümüz ve polislerimize Allah'tan rahmet, ölenlerin ailelerine, emniyet kuvvetlerimize ve Yüce Türk Milletine başsağlığı diliyor ve olayı kınıyorum.

Değerli milletvekilleri, kamu iktisadî teşebbüslerinin Türk ekonomi tarihi içindeki değerini hepimiz biliyoruz. Bu kuruluşların Türk ekonomisinin sanayileşmesinde ve gelişmesindeki önemini kimse inkâr edemez; ancak, KİT'lerin zararlarının her geçen gün artmakta olduğu, ekonomiye sürekli hasar veren bu kuruluşların özelleştirilmesi konusunda daha kapsamlı ve programlı bir strateji oluşturulması gerekir kanaatindeyim.

KİT'lerin özelleştirilmesinde iki aşamada hareket edileceği, öncelikle, bu kuruluşların anonim şirket haline dönüştürüleceği, daha sonra Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından özelleştirme kapsamına alınacağı, böylece, bu tasarıyla oluşturulan anonim şirket statüsünün geçici olacağı düşünülmektedir. Bu tasarıyla, iktisadî devlet teşekküllerini özelleştirmek için sunî şirketleşme yapılmaktadır. Daha açık bir deyimle, sermayesinin tamamı devlete ait olan iktisadî devlet teşekküllerinin anonim şirket şeklinde kurulmasına imkân sağlanmakta ve anonim şirket statüsünde kurulan iktisadî devlet teşekküllerinde, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesinde söz edilen 5 kurucunun bulunması şartının aranmaması, genel kurul ve denetçilerin bulunmaması öngörülmektedir.

Değerli milletvekilleri, esasen, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi uyarınca anonim şirket kurulabilmesi için gerekli olan 5 ortak şartı yerine gelmediği için, iktisadî devlet teşekkülleriyle kamu iktisadî kuruluşlarının anonim şirket şeklinde kurulmaları mümkün olmamaktadır. Buna rağmen, iktisadî devlet teşekküllerinin, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi hükmü dışında, 5 kurucu üyeyle genel kurul ve denetçileri bulunmak koşulları aranmaksızın, anonim şirket şeklinde kurulmalarına imkân sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Öyleyse, her geçen gün zararları artmakta olan KİT'lerin, ekonomiye sürekli hasar veren bu kuruluşların özelleştirilmesi konusunda, her ne kadar kısa vadede beklentileri olumlu karşılanmaktaysa da, ancak, KİT'lerin anonim şirket haline dönüştürülmesinin sadece isimlerde kalacağı, devlet kontrolü sürdüğü sürece tam anlamıyla anonim şirket olamayacakları, gerçek anlamda anonim şirket haline gelmeyen bu kuruluşların devlete sorun açabileceği bilinmelidir.

Tasarıyla, Türk Ticaret Kanununa uyumlu olmayan bir anonim şirket modeli öngörüldüğü, genel kurulun ve denetçilerin anonim şirketlerin vazgeçilmez unsuru olduğu, bunlar bulunmadığı takdirde gerçek bir anonim şirketten söz edilemeyeceği açıkça bilinmektedir. Öyleyse, iktisadî devlet teşekküllerini özelleştirmek için burada yapılan, sunî şirketleşmedir.

Esasında, burada yapılacak iş, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesine uyularak, gerçek anonim şirket kurulmalıdır; yani, 5 ortağı olan, genel kurulu ve denetçileri olan şirket kurulmalıdır. İsminin anonim şirket olmasıyla gerçek anonim şirket olmaz; o zaman, kavram kargaşası yaratır ve devlete zarar verirsiniz.

Her şeyin özelleştirilmesini düşünüyorsanız, öncelikle yapılacak iş, Türk Ticaret Kanununa uygun olan anonim şirketi kuracaksınız. Millete, bunu, kârını ve zararını tek tek anlatmalısınız; ondan sonra özelleştirmeye gitmelisiniz. Yoksa, Doğru Yol Partisi özelleştirmeye karşı değildir, hatta, özelleştirmeyi en çok isteyen partidir; ancak, kanunlara ve usullere uygun olması gerekir. Ayrıca, devlette faydalı mı, zararlı mı; bunu inceleyerek, millete anlatarak yapmalısınız. Yoksa, sizin yaptığınız yanlıştır; çünkü, devletten ve milletten mal kaçırır gibi, kanunlara uymadan, gerekli ve yeterli inceleme yapmadan, aniden, bir gecede, biz, (A) kuruluşunu veya (B) kuruluşunu özelleştiriyoruz diyemezsiniz; dediğiniz takdirde, yanlış olur, hem devlete ve hem de millete zarar verirsiniz.

Değerli milletvekilleri, daha evvel, 1994 ve 1995 yıllarında özelleştirmeye karşı olan Demokratik Sol Parti, acaba, ne oldu da, birden özelleştirmeyi ister ve savunur hale geldi? Acaba, ülkenin ve ekonominin selametini ve kurtuluşunu özelleştirmede mi gördü; yoksa, IMF ile yapılan anlaşma mecburiyetinde ve Cottarelli'nin emrine göre mi hareket edilmektedir ya da bütçe açığını kapatmak için mi yapıyorsunuz? Tabiî ki, tüm milletin de bildiği gibi, IMF ile anlaşması gereği, Cottarelli'nin emrine göre ve hem de bütçe açığını kapatmak için yapılmaktadır. Zaten, onun için, hükümet, alelacele, yeterli inceleme yapmadan, devlete faydası nedir, zararı nedir; bunu düşünmeden ve kanunlara uymadan özelleştirme yapmak istemektedir.

Özelleştirme, özel teşebbüse verilir. Son günlerde sık sık yaptığınız uygulamaya göre, KİT'lerin birçok tesislerini, diğer kamu kuruluşlarına veriyorsunuz. Bu uygulamayla özelleştirme olmaz; çünkü, özelleştirmenin mantığına da aykırıdır. Özelleştiriyoruz diye kimseyi de kandırmayın, zaten kandıramazsınız.

Hatırlarsanız, Doğru Yol Partisi, PTT'nin T'sini kanuna uygun olarak özelleştirdiği zaman, eğer Anayasa Mahkemesince iptal edilmeseydi, bugün, Türkiye, borçsuz, sıkıntısız bir ülke olacaktı; ama, ne yazık ki, o gün PTT'in T'sine verilen 40 milyar dolar nerede, bugün alelacele yapacağınız ve satacağınız 3,5 milyar dolar nerede?! Şimdi, aradaki fiyat farkını ve devletin zararını kim ödeyecek; devlet bu zararını kimden isteyecektir?!

Yine, Doğru Yol Partisi zamanında özelleştirilen yerlerde çalışanlar mağdur edilmemiştir, ülke de zarar görmemiştir. Halbuki 55, 56 ve 57 nci hükümetler zamanında özelleştirilen kuruluşlarda çalışanlar işten çıkarılmış, mağdur olmuş ve işsizler ordusuna katılmışlardır. En yakın misali, Eskişehir Et ve Balık Kurumu özelleştirildikten sonra çıkarılan 86 işçi dışarı atılmış, perişan edilmiş, halen bir yıldır da işsiz ve güçsüz ortada kalmışlardır.

Değerli milletvekilleri, özelleştirilen KİT'lerdeki memurlar başka kuruma nakledilirken, işçiler işsiz kalıyor. Oysa, yasa, işçilere öncelikle yeni iş bulunmasını öngörüyor. Giderek yoğunlaşan özelleştirme uygulamaları, işçi kesiminde rahatsızlık yaratmaya başladı. Özelleştirilen kamu kuruluşlarında çalışan memurlar başka bir kuruma nakledilirken, işçiler işten çıkarılıyor. İşten çıkarılan işçilere, ancak, iş kaybı tazminatı ödeniyor. Oysa, özelleştirmeyle ilgili 4046 sayılı Yasada, hizmet akdi sona eren işçilere iş kaybı tazminatının yanı sıra, yeni iş bulunması da öngörülüyor. 4046 sayılı Yasanın 21 inci maddesinde "hizmet akitleri sona erenlere, kanunlardan ve yürürlükteki toplu iş sözleşmelerinden doğan tazminatları dışında ilave olarak iş kaybı tazminatı ödenir. Ayrıca bunlara yeni iş bulma, meslek geliştirme, edindirme ve yetiştirme eğitimi hizmetleri öncelikle sağlanır" deniliyor.

Özelleştirme nedeniyle faaliyeti durdurulan, kapatılan, tasfiye edilen veya devredilen yerlerde çalışanlara tazminat verilerek sorumluluktan kaçınılmak isteniyor. Çoğu zaman, emekliliğine bir yıl kalan işçiler işten çıkarılmakta ve emeklilik hakları da fiilen kaybolmaktadır. İş kaybı tazminatından yararlanmak için, İş ve İşçi Bulma Kurumuna otuz gün içinde başvurma şartı yüzünden bu tazminatı alanların oranı da yüzde 1'i geçmiyor. İlgili yasada, memur ve sözleşmeli personelin başka kuruma nakli öngörülürken, işçiler için böyle bir uygulama söz konusu değil. Yasada, işsiz kalanlara yeni iş bulma öngörüldüğü halde, bu da, maalesef, uygulanmamaktadır.

Sayın hükümet, sizin, aniden özelleştirme kararı aldığınız bor madenlerinin de sonu bu olacaktır. İlgili bakanın haberi olmadan, devlete olan faydası düşünülmeden, kanunlara uyulmadan, millete anlatmadan bunu da özelleştirmeyin; yol yakınken dönün. Eğer özelleştirirseniz, ülkeye, millete ve çalışanlara zarar verirsiniz. Ancak, özellikle, bor madenleri açısından bugünkü koşullarda, toptan satış olanağı yoktur. Bu konuda, öncelikle, 1978 tarihli 2172 sayılı Yasa ile 1983 tarihi 2840 sayılı Yasaların; yani, bor sahalarının kamuya devriyle, bor madenlerinin aranması ve işletilmesinin devlet eliyle yapılmasını içeren yasaların değiştirilmesi ya da iptali gerekmektedir; çünkü, gerek bugüne kadar olan uygulamalar gerek IMF'yle yapılan görüşmeler ve verilen niyet mektuplarından anlaşılmaktadır ki, hükümet, özelleştirme konusunu, kısa vadede, kamu açıklarını kapatmanın olmazsa olmaz koşulu olarak görmektedir. Kaldı ki, hükümetin bu madenleri tümüyle satma düşüncesi olmasaydı, özelleştirme kapsamına alma yoluna da gitmezdi.

Değerli milletvekilleri, özelleştirme konusunda ortaya konulan en önemli gerekçe, bu kuruluşların verimsiz, hantal ve zarar veren kuruluşlar olduklarıdır. Bunların nedenlerinin, bu gerekçeyi ortaya getirenlerin sorumsuzluğu ve yanlış uygulamalar olduğuna değinmiştim; ancak, bu gerekçeyi ya da bu durumu veri alarak düşündüğümüzde bile, borların özelleştirilmesinin mantığını kavramak mümkün değildir; çünkü, bor işletmeleri kurulduklarından beri hiç zarar etmemişlerdir. Bugün 5 bor işletmesinin bağlı olduğu Etibor Anonim Şirketi, İstanbul Sanayi Odasının en büyük 500 sanayi kuruluşu anketinde, 1999 yılı itibariyle, Türkiye'nin, kârlılıkta 6 ncı ve satış hâsılatı büyüklüğü açısından da 29 uncu kuruluşudur. Eskişehir Kırka Bor İşletmesi, yıllarca vergide 1 inci olmuştur. Bor Türkiye'nin en yüksek katmadeğer yaratan ürünüdür. Yıllık dışsatımı 200 milyon doların üzerinde seyretmektedir. Oldukça geniş bir yelpazeye yayılan kullanım alanı vardır ve dünya bor rezervlerinin yüzde 60'ı Türkiye'dedir. Özet olarak, bor madenciliği, altın yumurtlayan tavuktur.

Bütün bunlara karşın, hükümetin, biraz önce ifade ettiğim Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı gereğince bor madenlerinin devlet eliyle işletilmesine imkân sağlayan 2172 ve 2840 sayılı Yasaları kaldırarak, bor madenlerini yerli ya da yabancı özel işletmeciliğe devretmesi yönündeki girişimlerini, kamu ekonomisi açısından, ulusal yarar açısından hiçbir biçimde doğru ve haklı bulmuyoruz.

Stratejik bir madde olan bor madenleri, yeraltından çıkarıldığı andan itibaren, gerek ham gerekse rafine bor ürünleri olarak, beşikten mezara kadar yaygın kullanım alanına sahip, katma değeri yüksek, endüstriyel bir hammaddedir. Karbon kadar güçlü, sürtünmeye, aşınmaya ve yanmayı geciktirmeye karşı çok yüksek performanslıdır. Dünyanın uzay çağı ile elektronik ve bilgi çağını yaşamasında en yüksek katkı sağlayan hammaddelerin başında gelmektedir.

Ülkemizin kalkınması, önemli ölçüde bora bağlıdır. Modern ve ileri uzay teknolojileri kullanan bütün dünya, bu açıdan Türkiye'ye zorunlu olarak muhtaçtır. Tunus'un fosfatları, Arap ülkelerinin petrolü, Güney Amerika'nın bakırları, Güney Afrika'nın altın ve elmasları, Fransa'nın potasları ne anlam ifade ediyorsa, Türkiye için de borun taşıdığı anlam odur.

Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığını kazanabileceği ve dünya pazarlarında söz sahibi olabileceği yegâne hammadde, sahip olduğumuz borlardır. Ancak, böylesine hayatî önem taşıyan doğal kaynağımızın değeri, ne yazık ki, ülkemiz yöneticileri tarafından henüz tam olarak idrak edilememiştir.

İzah ettiğim nedenlerden dolayı ve kanunlara uygun olmayan, ülkeye zarar verecek olan, bor madenlerinin özelleştirilmesine karşıyım. Hükümet, bu kararını öncelikle gözden geçirmeli ve özellikle, bor madenlerini özelleştirme kapsamından çıkararak, işletmelerdeki çalışmaları olumsuz yönde etkileyen belirsizlik durumuna son vermelidir.

Değerli milletvekilleri, zaten, görüşmekte olduğumuz bu kanun tasarısı, Anayasanın 91 inci ve İçtüzüğün 90 ıncı maddelerine aykırıdır; çünkü, 233 sayılı Kararname kanunlaşmadan, bu tasarı görüşülemez, görüşülmesi de doğru değildir; çünkü, iptal sebebidir. Doğru Yol Partisi, özelleştirmeye karşı değildir -bunu, yukarıda da izah ettim- karşı olmadığı gibi de, özellikle istemektedir; ancak, yaptığınız özelleştirme şekliniz yanlış. Bunları, önce, kanunlara uygun anonim şirketi haline getirip, ülkeye ne getirir, ne götürür, kârı ve zararı nedir, hesabını yapın; ondan sonra, özelleştirmeyi gerçekleştirin.

Sayın hükümet, devlet işi, ciddiyet ister, sorumluluk ister. Yetmişbir milyon insanımızın hakkını korumak mecburiyetindeyiz. Ülkemizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını iyi değerlendirin; memleketin ve milletin lehine kullanın; özelleştirme adı altında, kimseye peşkeş çekilmesine göz yummayın. Enflasyon düşüyor, ekonomi düzeliyor diye, kimseyi kandıramazsınız. Toplumu, sosyal patlama noktasına getirdiniz. Esnafın, sanayicinin ve sivil toplum örgütlerinin sesi yükselmeye başladı. Milletin derdine çare bulun; ülkeye yazık etmeyin diyor, Yüce Heyetinize, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına, saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Efendim, şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubunda.

Fazilet Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Sait Açba; buyurun.

FP GRUBU ADINA SAİT AÇBA (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sıra sayısı 578 olan kanun tasarısı üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, menfur cinayete maruz kalan aziz şehitlerimize, Allah'tan rahmet diliyorum; milletimizin başı sağ olsun diyorum.

Değerli milletvekilleri, kamu iktisadî teşebbüsleriyle ilgili olarak, önümüzdeki kanun tasarısı, kamu iktisadî teşebbüslerinin, anonim şirket statüsü tarzında, geçici bir statüye geçirilmeleri ve bir şekilde özelleştirme kapsamına alınmasıyla ilgili düzenlemeleri içermektedir. Tabiî, meselenin bir yüzünde kamu iktisadî teşebbüsleri olduğu için, diğer yüzünde de, şüphesiz özelleştirme konusu vardır. Öncelikle, kamu iktisadî teşebbüsleri ve özelleştirmeyle ilgili bazı değerlendirmeler yapmak suretiyle, konuşmamı devam ettirmek istiyorum.

1980'li yıllardan beri, Türkiye'nin gündeminde en çok tartışılan, en çok konuşulan meselelerden biri, hepinizin bildiği gibi, özelleştirme meselesidir. Özelleştirme meselesiyle ilgili olarak, KİT'lerin ekonomik sektörler içerisindeki yeri ve bütün faaliyet alanlarıyla ilgili geniş değerlendirmeler sürekli olarak yapılmıştır, yapılmaktadır. KİT'lerin faaliyet alanlarına bugün için baktığımızda, bu faaliyet alanlarının yine önemli ölçüde geniş bir alanı kapsadığını, yine çeşitli alanlarda faaliyet gösterdiklerini ve piyasa açısından da belirleyici sektörlerde faaliyet gösterdiklerini hepi-miz biliyoruz.

KİT'lerin genel yapısına baktığımızda, 1999 yılı rakamlarına göre, KİT sisteminin gayri safî yurtiçi hâsılaya katkısı yüzde 7 ilâ 8 civarındadır. Toplam istihdam içerisinde KİT sisteminin payına, özelleştirme kapsamına dahil edilenler de dahil olmak üzere baktığımızda, yüzde 2'lik bir pay söz konusudur. Kamu istihdamı içerisinde de, KİT'lerin payı yüzde 18 civarındadır. Toplam sabit sermaye yatırımları içerisinde KİT sisteminin payı yüzde 7,1'dir. Kamu yatırımları içerisinde de KİT sisteminin payı yüzde 27,4'tür.

1996 yılından itibaren, KİT sistemi, başta tarımsal destekleme politikalarının olumsuz etkileri ve 1997 ile 1998 yıllarında toplusözleşmelerde sağlanan yüksek oranlı ücret artışlarından oldukça olumsuz yönde etkilenmiştir.

İşletmeci KİT dengesinin, 1995 yılı itibariyle baktığımızda, gayri safî millî hâsılanın binde 7'si civarında fazla verdiğini görürüz; ama, 1996 yılından itibaren, işletmeci KİT dengesinin artık fazla vermediğini, sürekli olarak açık vermeye başladığını görüyoruz. 1996'da binde 1'lik bir açık söz konusudur -gayri safî millî hâsılaya oranı itibariyle- 1997'de binde 7'dir, 1998'de yüzde 1,3'tür, 1999'da yüzde 1,4'tür. KİT'lerin kamu finansmanı ve piyasa mekanizması üzerindeki olumsuz etkilerini gidermek amacıyla 1990'lı yılların başından itibaren uygulanan finansman maliyetleri ve istihdamı azaltıcı politikalara sürekli olarak devam edilmiştir, finansman sorunlarının aşılmasında fiyat mekanizmasının kullanılmasına da devam edilmektedir.

KİT'lerin 1995 yılından itibaren mal ve hizmet hâsılatının personel harcamalarına, personel giderlerine oranına baktığımızda, 1995'te bu oranın yüzde 15 civarında olduğunu görürüz, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında bir azalma eğilimi içine girdiğini; ancak, 1999'da yüzde 16,1 bir artma eği-limi içine girdiğini de görürüz. İşletmeci KİT faktör gelirlerinin, yine, gayri safî millî hâsıla karşısındaki durumuna baktığımızda, 1995 yılında yüzde 2,1'lik bir oranın, 1999 yılında da yüzde 2,6'ya yükselmiş olduğunu görürüz. Yine, mal ve hizmet hâsılatının faiz ödemelerine baktığımızda, 1995'te en yüksek oranda olduğu, 1995'ten sonra sürekli azalma eğilimi içine girdiğini görürüz. 1995 yılında, mal ve hizmet hâsılatının faiz ödemelerine oranı yüzde 6,3'ken, 1999'da bu oran yüzde 2,4'e düşmüş bulunmaktadır. Girdi maliyetlerindeki artışların fiyatlara yansıtılması nedeniyle böyle bir sonuç elde edildiğini görüyoruz.

Tarımsal ürün destekleme alımı yapmakta olan KİT'lerin bir taraftan özkaynak yetersizliği, diğer taraftan stok devir hızlarının düşüklüğü yabancı kaynak kullanımını zorunlu hale getirmiştir ve finansman yükleri ve stok maliyetleri de bu şekilde hızlı bir biçimde artmış bulunmaktadır. 1995 yılında, toplam işletmeci KİT stok artışlarının yüzde 46'sı tarımsal ürünlerden kaynaklanmaktadır; 1998'de, bu oranın yüzde 87'ye kadar yükseldiğini görürüz. Tarımsal ürün alımı yapan işletmeci KİT'lerin borçlanma gereği de bu çerçevede artmış bulunmaktadır. 1995'te gayri safî millî hâsılaya oranı binde 4 olan borçlanma gereğinin, 1997'de yüzde 1,2'ye, 1999 yılında da yüzde 1,4'e yükselmiş olduğunu görüyoruz.

Sabit sermaye yatırımları açısından baktığımızda, gayri safî millî hâsılaya oranı itibariyle, KİT'lerin, 1995 yılında yüzde 1 olan sabit sermaye yatırımının, 1999 yılında yüzde 1,7'ye ulaşmış olduğunu -gayri safî millî hâsılaya oran olarak- sabit sermaye yatırımlarında da -KİT sisteminde- reel bir artış olduğunu görürüz.

1999 yılı itibariyle, KİT sistemine, özelleştirme kapsamındakiler de dahil olmak üzere kârlılık açısından baktığımızda, 1999'da 739 trilyon olan kârlılığın, 2000 yılında 2,4 katrilyonlara ulaştığını görürüz. Kâr tablosu belki olumludur; ancak, KİT'lerin kronikleşen sorunlarının ortadan kaldırılmasına yönelik yasal düzenlemeler yapılmadığı müddetçe, KİT'lere bütçeden kaynak aktarılmasına şüphesiz devam edilme zorunluluğu vardır.

2000 yılı başından itibaren uygulamaya konulan 2000-2002 dönemini kapsayan enflasyonu düşürme amaçlı makro ekonomik politikalar çerçevesinde KİT'lerin fiyat artışına getirilen kısıtlamalar birtakım KİT'leri maliyet altında satış yapma zorunda bırakmış; bu da, KİT açıklarının artması açısından önemli bir etken olmuştur.

KİT'lere yapılan bütçe transferlerinin 1996'dan 1999'a kadar geçen dönem içerisinde reel olarak düşmüş olduğunu; ama, 2000 yılından itibaren reel olarak artmış olduğunu da açıkça görürüz. 2000 yılı sonu itibariyle toplam konsolide kamu kesimi açığı 43 katrilyonu geçmiş bulunmaktadır ve KİT'lerin açığı, bu rakam içinde yüzde 7'lik bir seviyeye; yani, 3 katrilyonluk bir rakama ulaşmış bulunmaktadır.

Tabiî, madalyonun bir yüzünde KİT'ler var, diğer yüzünde de, şüphesiz, özelleştirme var. Özelleştirme, onbeş yıldır tartıştığımız bir olgudur. Ülke olarak, özelleştirme konusunda başarılı olduğumuzu, hiçbir zaman iddia etme durumunda değiliz. 1990'lı yıllarda bağımsızlığına kavuşan Doğu Avrupa ülkeleri, Doğu Avrupa rejimleri bile, özelleştirme meselesini çok kısa zamanda tamamlamış bulunmaktadırlar ve ekonomik göstergeler itibariyle, Avrupa Birliği karşısında, maalesef, Türkiye'nin ekonomik göstergelerinden çok daha güzel göstergelere sahip olduklarını -enflasyon da dahil olmak üzere- hepimiz biliyoruz.

Tabiî, biz, özelleştirmeyi yıllardır -onbeş yıldır- hep tartıştık; sürekli olarak mahkemelerde dava konusu yaptık; konuyu, sistematik bir şekilde, maalesef, hiç ele almadık. Özelleştirmenin yasal zeminini hazırlamadan bir sürü özelleştirmelere başladık. Anayasamız, özelleştirme konusunda kapalı olduğu için, şüphesiz, bu özelleştirmelerde bir sürü aksamalar da ortaya çıktı.

Özelleştirmede peşkeş olgusu, hep gündemin başında yer aldı. Apaçık çekilen peşkeşlerin, özelleştirmenin güven ortamını, maalesef, Türkiye'de oldukça zedelemiş olduğunu görüyoruz. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Özelleştirme İdaresi Kurulu, tespit ettiği satış koşullarına uyulmadığı ortamlarda hep sessiz kalmayı tercih etti; satış şartları ihlallerini, âdeta bu kurullar, bu Başkanlık onayladı; dava ve tazminat konusu olarak hiçbir zaman için yola çıkmadı.

Üretime devam ve belirli istihdam koşuluyla satılmış işletmelerin çalıştırılmalarının, sembolik bir üretimle çalışmasının veya kapanmalarının hiçbir yaptırımı da uygulanmadı. Örneğin, özelleştirilen ilk 7 Sümerbank fabrikasından 6'sının kapatılması tepkisiz olarak geçiştirildi. Et ve Balık Kurumunun, satış sözleşmelerine rağmen, atalet içine itildiğini görüyoruz; kayıtlı süre geçtikten sonra arsa rantı üzerinden başka faaliyetlere dönüştürüldüğü kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Bugünlerde bile bazı gazetelerde Et ve Balık Kurumunun arsa satışları çarşaf çarşaf sergilenmektedir. Dolayısıyla, bu konulardaki yanlışlara da bu arada dikkat çekmemiz gerekir.

Şimdi, tabiî, 57 nci hükümetin uygulamaya koyduğu makroekonomik programın başarısı, enflasyonu düşürme programının başarısı bir bakıma özelleştirmeye bağlı bulunmaktadır. Hedeflenen bütçe ve borçlanma programlarının gerçekleştirilmesinin, yine, özelleştirmeden sağlanacak gelirlere bağlı olduğu da açıktır.

Şimdi, kamuoyunun özelleştirmeye vereceği desteği sürekli kılmak ve güvenini kazanmak için, özelleştirmenin olabildiğince şeffaf olmasına azamî itina ve titizlik göstermek zorundayız. Kamuoyundaki rüşvet ve yolsuzluk görüntüleri ve iddiaları güvensizliğin derinleşmesine neden olmuştur. Toplum kesimlerinde huzursuzluk, maalesef, bu konuda had safhadadır. Bu durumun siyasî istikrarı bu ülkede oldukça zedelemiş olduğunu da hepimiz biliyoruz. Hükümete, maalesef bu alanda güven azalmıştır, kendi mensupları bile artık güvenememektedir. Bu ortam, özelleştirme açısından olumsuz bir ortamdır. Hem içte hem de dışta ülke manzarası hiç iç açıcı değildir. Yolsuzluk düzleminde sivil-asker tartışması görüntümüzü daha da bozmaktadır. Meclis, millî iradenin temsilcisi olduğunu her zamankinden daha fazla hissettirmek zorundadır.

Tabiî, özelleştirme gelirleriyle ilgili olarak şöyle bir kısa değerlendirme yapacak olursak; 1995-1999 döneminde özelleştirme gelirleri brüt olarak 5,5 milyar dolar, net olarak 5,4 milyar dolar olarak gerçekleştirilmiştir. Tabiî, özelleştirme gelirlerinin elde edildiği alanlara, satış yöntemlerine baktığımızda, blok satışın önplanda olduğunu görürüz. Yine, ikinci sırada uluslararası borsalara arz, ona yakın olarak halka arzın ve en son sırada da tesislerin satışı ve devrinin olduğunu görürüz.

1995-1999 döneminde özelleştirme giderleri 1 milyar dolar civarında olmuştur; gelir ve gider farkı 4,5 milyar dolardır. Özelleştirme gelirlerinin 3,9 milyar doları sermaye iştiraklerine aktarılmıştır. 1,5 milyar doları da Hazineye aktarılmış, nihaî olarak 1999 sonu itibariyle özelleştirme denge hesabı 930 milyon dolar civarında gerçekleşmiştir.

Tabiî, 2000 yılında yapılan yeni özelleştirmeler var. Bir taraftan Petrol Ofisinin özelleştirilmesi var -yüzde 51'inin satışı var- 1 milyar 260 milyon dolarlık bir blok satış şeklinde gerçekleştirilmiş. Yine, Nisan 2000' de TÜPRAŞ'ın yüzde 31,5'lik payı ulusal ve uluslararası borsalarda halka arz edilmiş ve TÜPRAŞ, 266 milyon doları uluslararası arz olmak üzere, bu alanda toplam 1 milyar 143 milyon dolarlık özelleştirme geliri elde edilmiştir.

2000 yılı rakamları dikkate alındığında, önceki özelleştirmelerle birlikte 1985-2000 döneminde -31 Temmuz itibarıyla ifade ediyorum- özelleştirmeden sağlanan toplam gelirin 9,5 milyar dolar civarında, yapılan harcamanın da 8,8 milyar dolar civarında olduğunu görüyoruz. Harcamaların yüzde 48'lik bir bölümü kapsamdaki kuruluşlara sermaye iştiraki ve borç olarak aktarılmaktadır.

Tabiî, özelleştirme gelir ve gider farkını aldığımız takdirde, çok küçük bir rakam ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, kamuoyunda "özelleştirmeden elde edilen gelir oldukça azdır" şeklinde bir yargı mevcuttur; ama, bunu, bu şekilde düşünmemek gerekir. Bir taraftan, özelleştirme kapsamındaki kuruluşlara aktarılan kaynakları yine dikkate almak durumundayız, diğer taraftan, borç olarak verilen kaynakları dikkate almak durumundayız, özelleştirme kapsamındaki kuruluşların rehabilite edilmeleri için aktarılan kaynakları dikkate almak zorundayız. Önemli olan, gelir amacı değildir; başlangıçta, bunların, rehabilite edilmek suretiyle, sağlıklı bir şekilde piyasa ekonomisi birimi haline getirilmesi, sonuçta, devlete, hem vergi geliri şeklinde bir gelir sağlayacaktır, diğer taraftan da, gayri safî millî hâsılanın daha sağlıklı bir şekilde artması açısından önemli bir etki de ortaya çıkarabilecektir.

Tabiî, özelleştirmeyle ilgili olarak, bugün, kamuoyunda tartışılan pek çok mevzu vardır. Elektrik sektöründeki özelleştirme, belki geniş boyutlarıyla, kamuoyunda, son günlerde, bilhassa beyaz enerji operasyonu çerçevesinde, yoğun olarak tartışılmaktadır, bu tartışma devam etmektedir; konu yargıdadır, en uygun kararı yargı verecektir. Tabiî, bir taraftan da, Plan ve Bütçe Komisyonuna gelmiş, şu anda alt komisyonda görüşülmekte olan bir elektrik kanun tasarısı vardır; bu tasarıyla birlikte elektrik sektörü daha geniş boyutlarıyla, özelleştirme boyutlarıyla tartışılacaktır.

Ben, bu arada, yine, özelleştirmeyle ilgili olarak, önemli olması nedeniyle bir başka konuya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir defa, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketinin özelleştirilmesiyle ilgili olarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığı arasında ocak ayında bir sözleşme imzalanmış, protokol imzalanmış ve bu kuruluş özelleştirme kapsamına alınmıştır ve altı ay içinde özelleştirmenin tamamlanması hedeflenmektedir. Bir taraftan, Meclise gelen şeker yasası da, şüphesiz, şeker sektöründeki bu özelleştirmenin altyapısını sağlayacak olan yasadır. Zaten, IMF ile yapılan sözleşme niyet mektubu çerçevesinde, bu yasaların, gerek elektrik gerekse şeker yasasının ocak ayı sonuna kadar çıkarılması gibi bir zorunluluk vardır.

Şeker, tüm dünyada stratejik ürün olarak kabul edilmiş ve özel sektör ağırlıklı olarak, çok özel ve ayrıntılı yasalarla korunmaktadır, desteklenmektedir.

Şeker sanayiinin özelleştirilmesi öncesi, yasal altyapısının oluşturulmasına ihtiyaç vardır; çünkü, bundan önce şeker sektöründe yapılan, Amasya, Konya ve Kayseri olmak üzere, özelleştirmeler söz konusudur; tabiî, gerekli yasal altyapı sağlanmadığı için, birtakım aksaklıkların da ortaya çıkmış olduğunu ifade etmemiz gerekir. Öncelikle, bu yasal altyapının tamamlanması gerekmektedir.

İkinci aşamada, bu kuruluşların özerkleştirilmesinde fayda vardır; yönetim, üretim ve teknoloji konularında yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç vardır. Özerk yapı içerisinde, şeker sanayii işçileri ile pancar üreticilerine, yönetimde etkili olabilecekleri şekilde yer verilmelerine de ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Tabiî, üretimin ve istihdamın bu sektörde devamlı güvence altına alınması gerekmektedir. Özellikle bölgesel kalkınmayı teşvik amacıyla kurulmuş fabrikaların durumu iyi incelenmek zorundadır. Yöntem olarak blok satış tercihinin hatalı bir yöntem olacağını düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız lütfen.

SAİT AÇBA (Devamla) - Fabrikalar, esas sahipleri olan çalışanlara, pancar üreticilerine ve bölge halkına devredilmelidir ya da çalışanların, pancar üreticilerinin söz sahibi olabilecekleri tarzda onlara bir pay ayrılmasının, bir bakıma, özelleştirmede etkinliği artıracak bir husus olduğunu yine ifade etmek isterim.

Tabiî, burada görüştüğümüz kanun tasarısında, özelleştirilecek olan kuruluşların öncelikle anonim şirket statüsüne aktarılmaları -geçici bir statü olarak- ve bunların anonim şirket olması nedeniyle, Türk Ticaret Kanununun öngörmüş olduğu 5 kişilik kurucu şartının aranmaması, diğer taraftan, genel kurul şartının aranmaması ve denetçilerle ilgili şartın aranmaması şeklinde bir düzenlemedir. Dolayısıyla, geçici nitelikte yapılan bu düzenlemeye bizim de sıcak baktığımızı ifade etmek isterim.

Teşekkür eder, saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Şimdi, söz sırası Anavatan Partisinde.

Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nesrin Nas; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA NESRİN NAS (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini bildirmek amacıyla yüksek huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Meclise saygılarımı arz ederim.

Tasarıyla ilgili görüşlerimi belirtmeden önce, yüksek müsaadelerinizle, dün, Diyarbakır'da yaşanan ve başta Diyarbakır Emniyet Müdürü Sayın Gaffar Okkan olmak üzere çok değerli evlatlarımızı bizden koparıp alan menfur cinayeti ve terörü şiddetle kınadığımızı bir kez daha belirtir, şehitlerimizin aile ve yakınlarına ve tüm Türkiye'ye başsağlığı dilerim. Bu menfur cinayet de göstermiştir ki, bugün, her zamankinden daha çok birlik, beraberlik ve dayanışmaya ihtiyacımız var. Türkiye'yi, yeniden, umutların yeşerdiği, karanlıkların geçmişte kaldığı ve aydınlık yarınlara hızla koşan bir ülke yapma sorumluluğu bu Meclisin omuzlarındadır.

Sayın milletvekilleri, Yüce Heyetinizin de bildiği gibi, 233 sayılı kanun hükmündeki kararname, kamu iktisadî kuruluşlarına ilişkin hususları düzenlemiştir. Söz konusu kararnamede, kamu iktisadî teşebbüsü deyiminin iktisadî devlet teşekkülleri ile kamu iktisadî kuruluşlarını ifade ettiği, bunlardan, iktisadî devlet teşekküllerinin sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadî alanda, ticarî esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan kamu iktisadî teşebbüsleri olduğu belirtilmektedir. Kuşkusuz, bu tanım, modern devletin gereklerini yerine getirmemizi ciddî bir biçimde sınırlamaktadır; tabiî, zihniyetin dışında, onu hariç tutuyorum; çünkü, modern bir devlet olmanın olmazsa olmaz koşulu, devletin ana işlevinin düzenlemek ve denetlemekle sınırlandırılmasıdır. Bu amaçla, devleti ekonomik hayatta oyuncu olmaktan çıkaracak, bireyin yararına olacak rekabetçi ve verimli bir ekonomik yapıyı tesis edecek özelleştirme aracının devreye girmesi ve global piyasalardan maksimum faydayı sağlamak için, öncelikle bu KİT'lerin anonim şirket şeklinde örgütlenmeleri zorunludur. Dolayısıyla, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi uyarınca, anonim şirket kurulabilmesi için gerekli olan 5 ortak şartının öncelikli olarak yerine getirilmesi gerekiyor.

Ancak, iktisadî devlet teşekküllerinin de anonim şirket statüsünde kurulmasına olanak sağlayan 615 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, dayanağını teşkil eden Yetki Kanununun iptal edilmesinden dolayı iptale konu olmuştur. Bu nedenle, kamu iktisadî teşebbüslerinin özelleştirilmeleri için uluslararası standartların gerektirdiği yapı oluşturulamamaktadır. Oysa, söz konusu kuruluşların, özelleştirme aşamasında yurtiçi ve yurt dışında halka arzı, gerçek ve/veya tüzelkişilere blok satışı gibi işlemlerin yapılabilmesi; daha doğrusu, uluslararası finansman tekniklerini kullanabilmesi ve özellikle devletin payının yüksek olduğu enerji sektöründe faaliyet gösteren ve her biri dev bir KİT olan kuruluşların yeniden yapılandırılabilmesi için, kamu iktisadî teşebbüslerinin anonim şirket şeklinde yeniden düzenlenmeleri gerekmektedir. Bu nedenle, iptal kararıyla ortaya çıkan boşluğun giderilmesi zorunluluğu doğmuştur. Yasa tasarısı da bu boşluğu gidermek ve başta enerji sektöründeki KİT'ler olmak üzere, KİT'lerin yeniden yapılandırılmasına imkân verecek zemini oluşturmak amacıyla yüksek huzurlarınıza getirilmiştir.

Sayın milletvekilleri, benden önceki çok değerli hatip, KİT'lerin ekonomi içerisindeki ağırlıklarını, paylarını ve ekonomi üzerindeki etkilerini, çok detaylı ve rakamlarla yüksek huzurlarınıza getirdi. Kendisine KİT'lerle ilgili tespitleri konusunda yüzde yüz katılıyorum; ancak, bir şeyi vurgulamadan geçmek istemiyorum.

Para ve kur politikaları geçici düzeltmeler yapmaya yarar. Bir ülke, ömür boyu döviz kurunu sabitleyemez; sabitlerse, Türkiye'nin 1980'ler öncesindeki durumuna düşer; içine kapanır, dünyayı izleyemez, dünyadan kopar; en küçük sıkıntıda dahi, yüksek oranlı devalüasyonlar yapmaya mahkûm olur. Uyguladığımız nominal çıpa da, eğer, uzun dönemde uygularsanız, üç aşağı beş yukarı, aynı sonuçları verir. Türkiye gibi, ekonominin hiçbir alanında disiplin sağlayamamış ülkelerde, kamu finansmanını disipline etmeden, yapısal sorunları çözmeden, uygulanacak para ve kur politikaları kalıcı sonuçlar vermez. Hatta, bu alanda geçici başarılar elde edilse dahi, sonunda, enflasyon ve yüksek faizler, yeniden, ekonominin hâkim göstergeleri, hâkim unsurları haline gelir ve başta KİT'ler olmak üzere, kamu açıkları giderek büyürken, tüm ekonomik verilerde bir iyileşme gözlense de, bu iyileşmenin kalıcı olduğunu hiçbirimiz söyleyemeyiz, iddia edemeyiz.

Kısaca, verimli çalışmayan devlet sistemi, istemese de, kendiliğinden enflasyon yaratır ve bir ülkede yatırım yapma iklimi yaratılmadıkça, enflasyon kalıcı olarak düşürülemez. Bu da, ancak, yabancı yatırımcıların ülkelerinde bulunan uygulamaları ve uluslararası sistemleri getirmekle mümkün olur. İşte bu nedenle, KİT'leri bir an önce yeniden yapılandırmak ve verimliliğin önünü tıkayan, rekabet piyasalarını bozan bu kamburdan kurtulmak zorundayız.

Çok somut ve güncel olduğu ve bu yasa tasarısının gerekçelerinden birini oluşturduğu için, dev bir KİT olan TEAŞ örneğini vermek istiyorum. Bu düzenlemenin iptali nedeniyle TEAŞ'ın anonim şirkete dönüştürülerek üçe bölünmesi ve Özelleştirme İdaresine devredilerek özelleştirilmesi gibi çok hayatî bir adım gecikmiştir.

Sayın milletvekilleri, başta, hali hazırda, bugün, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşmeye başladığımız elektrik piyasası kanunu olmak üzere, elektrik sektöründe devam eden yeniden yapılanma süreci, Türkiye'nin artan enerji talebini, bütçe ve ekonomi açısından sürdürülebilir bir maliyetle karşılamasını amaçlamaktadır.

Bu program, devlet tekelleri ve hükümet garantilerine dayanan, mevcut merkeziyetçi modelin yerini alacak, rekabete dayalı düzenlenmiş piyasaların oluşturulması üzerine odaklanmıştır.

Şimdi, çok eleştirdiğimiz ve sık sık gündeme getirdiğimiz, bu garantiler ve bu garantiler nedeniyle yüksek maliyetli enerjinin neden bu hale geldiğinin altını çizmek istiyorum. Bu garantiler geçmişte son derece gerekli idi; çünkü, uluslararası tahkimin olmayışı, hukukî prosedürün tamamlanmasının altı yedi yıl gibi çok uzun bir zaman dilimini kapsaması ve çoğu zaman geriye dönük kararların yok ettiği güven ortamı, Türkiye'yi hep yüksek maliyetler ödemek zorunda bırakmıştır. Bu garantiler de, bu ödediğimiz yüksek maliyetlerden sadece bir tanesidir.

Bu nedenle, büyük ölçüde hukukî çerçevenin özel yatırımcılara, yatırımlarının makul bir kazanç oranı sağlayacağı konusunda yeterli teminat vermemesi nedeniyle, bu garantiler gerekli olmuştur ve böylece Hazine, elektrik santralları için özel finansmanı teşvik amacıyla kullanılan yap-işlet-devret ve yap-işlet projeleriyle ilgili hemen hemen bütün piyasa risklerini üstlenmek zorunda kalmıştır; başka da çaresi zaten yoktu.

Eğer, biz bu gerekli altyapı düzenlemelerini zamanında yapmış olsaydık, bu maliyetlerin hiçbirini ödemek zorunda kalmayacaktık. O nedenle, bundan sonraki altyapı düzenlemelerine ilişkin her türlü adımı gecikmeden ve zamanında atmak zorundayız.

Evet, elektrik sektöründeki yatırımlar büyük ölçekli, sermayeyoğun, dayanıklı, sektöre özel ve taşınmaz niteliktedir. Dolayısıyla, yatırım yapacak özel kişiler için getirilerini belirli bir sınır içerisinde garanti altına alacak kurumsal güvencelerin olması son derece önemlidir. Elektrik sektöründe yatırım yapmayı düşünen özel yatırımcıların kendilerini güvende hissetmesi için gerekli yapısal ve kurumsal özelliklerin başında ise -bu, tüm KİT'ler için böyledir, tüm piyasalar için aynıdır- hızlı işleyen ve mülkiyet haklarına saygılı bir hukuk altyapısı gelir. Bu altyapıyı sağlayamadığımız sürece çok yüksek hazine garantileri ve çok yüksek maliyetlere, enflasyon ve sadece, borç ödeme, faiz ödeme bütçesi gibi maliyetlere katlanmak zorunda kalırız.

Tüm bunları yapmayı ertelememiz veya zamanında yapmamamızın sonuçlarını ayrıca belirtmeye gerek yok; sonuçlar ortada. Bugün toplam kamu kesimi açığı millî gelirin yüzde 23'üne ulaşmış durumda. Enerji sektörüyle ilgili örnek verdiğim için, yine bu konudaki örneği enerji sektöründen vermek istiyorum. Sadece enerji sektörü KİT'lerinin yıl sonu finansman açığı 1 katrilyona ulaşacak ve TEAŞ'ın bunun içindeki payı 610 trilyon lira. Böyle büyük bir karadelikle, bu hukukî altyapı eksikliği giderilmeden mücadele edilmesi, başa çıkılması, maalesef mümkün değil. Evet, ister yerli olsun ister yabancı olsun, yatırımcıya gerekli güven ortamını sağlayamayan zihniyetin bize ödettiği bedel bu.

Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, rekabet piyasasının olmadığı bir ortamda verilen hükümet garantili yap-işlet-devret projelerine bel bağlanması enerji üretiminde maliyetlerin çok yüksek olmasına yol açmıştır. Bugün de konuştuğumuz şey odur zaten. Tüm bunlar, yukarıda rakamlarla belirttiğim gibi, TEAŞ'ın malî durumunun bozulmasına katkıda bulunmuştur. Eğer biz 233'ü ertelersek, eğer elektrik piyasası kanununu zamanında çıkarmazsak, bakın, öngörülen gelecek nedir; reel fiyat artışları ve başka olumlu gelişmeler olmazsa -mevsimsel gelişmeler gibi- TEAŞ, 2010 yılına kadar bu yapı devam ettiği sürece, yılda yaklaşık 1,5 milyar dolara ulaşabilecek bir zararla karşılaşabilecektir; yani, artık, hiçbir şeyi erteleyemeyeceğimiz, daha fazla öteleyemeyeceğimiz bir noktaya gelmiş bulunuyoruz.

Evet, sayın milletvekilleri, sadece enerji değil, devletin bir piyasa oyuncusu olarak var olduğu hemen her alanda -kamu bankaları finansman alanı da buna dahildir- katlandığımız yüksek maliyetlerin en aza indirilebilmesi için, daha önce de vurguladığım gibi, öncelikle, KİT'lerin yeniden yapılanmasının önünü açacak bu tasarının bir an önce yasalaşması ve elektrik piyasası kanununun da en kısa sürede yürürlüğe girmesi gerekiyor.

"Bu tasarı ve gerekçesi incelendiğinde; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin mülga (3) üncü bendi, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin kapsamında olan kamu bankalarının 15.11.2000 tarih ve 4603 sayılı Kanun ile söz konusu Kanun Hükmünde Kararnamenin kapsamından çıkarılmaları da dikkate alınarak, iktisadî devlet teşekküllerinin, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi hükmü dışında, beş kurucu üye ile genel kurul ve denetçileri bulunma koşulları aranmaksızın anonim şirket şeklinde kurulmalarına olanak sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır."

İlk bakışta, bu tasarıyla, Türk Ticaret Kanununa uymayan bir anonim şirket modeli öngörüldüğü, genel kurulun ve denetçilerin anonim şirketin vazgeçilmez öğeleri olduğu, bunlar bulunmadığı takdirde, gerçek bir anonim şirketten söz edilemeyeceği söylenebilir ya da düşünülebilir; ancak, bu KİT'lerin özelleştirilmesinde iki aşamanın söz konusu olduğu dikkate alınırsa, bu sakıncanın ortadan kalkacağı açıkça anlaşılır. Öncelikle, bu yasa tasarısı kapsamına giren kuruluşlar anonim şirket haline dönüştürülecek, daha sonra, özelleştirme kapsamına alınarak Özelleştirme İdaresine devredilecektir. Bu aşamada, Özelleştirme İdaresi, bu KİT'leri, 4046 sayılı Özelleştirme Kanununa göre, yönetim kurulları, denetim kurulları, genel kurul gibi, anonim şirketin gerekli tüm organlarını içerecek biçimde yeniden yapılandıracaktır. Böylece, bu tasarıyla oluşturulan, iki arada bir derede gibi görünen anonim şirket statüsü, çok kısa süreli geçici bir statü olarak kalacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tasarı, Türkiye'nin, geçen yılbaşından beri uygulamaya başladığı, genel kabul görmüş nitelemesiyle ekonomik programın, ancak içerdiği yapısal reformlar nedeniyle, bizce, Türkiye'yi birinci lig ülkeleri standartlarına çıkarmayı hedefleyen dönüşüm programının adımlarından biridir. Bu vesileyle, ülkemize hayırlı olmasını diler, Yüce Heyetinize saygılarımı sunarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu'nda.

Buyurun Sayın Yazıcıoğlu. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA CAFER TUFAN YAZICIOĞLU (Bartın) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; önce, hepinizi, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Gazeteci yazar Uğur Mumcu'ya yapılan suikastın 8 inci yıldönümünde, dün, teröre kurban giden Diyarbakır Emniyet Müdürü ve arkadaşlarına Allah'tan rahmet, Ulusumuza başsağlığı dili-yorum. Bu vesileyle, tüm şehitlerimizi, bir kere daha rahmetle anıyorum.

Barış düşmanlarının amacına ulaşması mümkün olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, her zaman güçlü ve muvaffak olacaktır.

Sayın milletvekilleri, 233 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla, Anayasa Mahkemesinin 2000/72 esas ve 2000/46 karar sayılı iptal kararıyla oluşan bir hukukî boşluğun giderilmesi amaçlanmaktadır.

Kamu iktisadî teşebbüslerinin özelleştirilmeleri aşamasında, yurtiçi ve yurtdışında halka arz, gerçek ve tüzelkişilere blok satış, borsada satış işlemlerinin kolaylıkla yapılabilmesi ve özellikle devletin payının yüksek olduğu enerji sektöründe faaliyet gösteren KİT'lerde yeniden yapılanmaya gidilebilmesi için, kamu iktisadî teşebbüslerinin anonim şirket şeklinde yeniden yapılandırılmasına olanak sağlamak gerekmektedir.

Sekizinci Kalkınma Planında "özelleştirme uygulamalarında, sermaye piyasalarından yararlanarak sermayenin tabana yayılması sağlanacaktır" ibaresi yer almaktadır.

4603 sayılı kararla kamu bankaları 233 sayılı Kararnamenin kapsamından çıkarılmıştır. Bu nedenle, kamu bankasıyla ilgili düzenleme yeni düzenlemede yer almamaktadır.

İktisadî devlet teşekküllerinin, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi hükmü dışında, beş kurucuyla, genel kurul ve denetçileri bulunma koşulları aranmaksızın anonim şirket şeklinde kurulmalarına olanak sağlanmaktadır.

Özelleştirmede, anonim şirket şeklinde örgütlenme, kolaylık sağlayacaktır. Anonim şirket haline dönüştürmeyi müteakip, KİT, özelleştirme kapsamına alınacaktır. Bu nedenle oluşturulan anonim şirket statüsü geçici olacaktır.

İktisadî devlet teşekküllerinin anonim şirket şeklinde kurulması sonucunda bu teşekküllerin ekonomik ve ticarî esaslara uygun olarak ticarî faaliyette bulunmaları, serbest piyasa ekonomisine uyum sağlamaları, rekabet ortamı içerisinde ve ticarî temayüllere uygun olarak kuruluş amacı ve faaliyetlerini gerçekleştirmeleriyle birlikte, diğer şirketlerle eşit statüde ve eşit koşutlarla rekabet etmeleri de sağlanmış olmaktadır.

Ülkemizde, devletin payının yüksek olduğu enerji gibi birçok sektörde yeniden yapılanmaya gidilmesi ve sektörün serbest piyasa koşullarına uyumlu hale getirilmesi ve enerji sektöründe gerekli yatırımı sağlayacak olan özel sektörün katılımı, yeni bir yapının oluşturulmasıyla mümkün olacaktır.

Tutarlı tutumuyla enflasyonla mücadelede önemli mesafe kat eden hükümetimize destek olmak hepimizin görevidir. Bu tasarıyı diğer grupların da desteklemesi bizi sevindirmiştir.

Demokratik Sol Parti Grubu olarak bu tasarıyı desteklediğimizi arz eder, Yüce Genel Kurula saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yazıcıoğlu, teşekkür ederim.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun efendim.

Sayın Masum Türker vazgeçmiş...

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Vazgeçmedim efendim.

BAŞKAN - Sayın Türker, o zaman, Sayın Polat'tan sonra size söz vereyim.

Sayın Polat, süreniz 10 dakika.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 578 sıra sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Tasarının genel gerekçesinde de belirtildiği üzere, iktisadî devlet teşekküllerinin, sermayesinin tamamı devlete ait iktisadî alanda ticarî esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan kamu iktisadî teşebbüsleri, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi uyarınca, anonim şirket kurulabilmesi için gerekli 5 ortak şartı yerine gelmediği için, iktisadî devlet teşekkülleri ile kamu iktisadî kuruluşlarının anonim şirket şeklinde kurulmaları mümkün olmamaktadır.

İktisadî devlet teşekküllerinin, özelleştirilmeleri aşamasında, yurt içinde ve yurt dışında halka arz, gerçek veya tüzelkişilere blok satış, borsada satış işlemlerinin yapılabilmesi için anonim şirket olmaları gerekmektedir. Bilhassa enerji sahasında özelleştirmeye gidebilmek için ilk aşamada TEAŞ'ın üç ayrı iktisadî devlet teşekkülü olarak teşkilatlandırılması suretiyle elektrik sektörünün yeniden yapılandırılması ve sektörün rekabete açılması için anonim şirket olma zorunluluğu vardır.

Bunun için, 233 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin mülga 3 numaralı fıkrası şu şekilde yeniden düzenlenmiştir: "Teşebbüslerde iktisadî devlet teşekkülü olanlar anonim şirket şeklinde de kurulabilirler. Anonim şirket şeklinde kurulan iktisadî devlet teşekküllerinde Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesinde sözü edilen 5 kurucunun bulunması şartı aranmaz. Genel kurul ve denetçiler bulunmaz."

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Plan ve Bütçe Komisyonunda tasarının görüşülmesi sırasında, enerji alanında, bilhassa TEAŞ'ın özelleştirilmesinin önemi vurgulanmış; fakat, özellikle, tasarıyla Türk Ticaret Kanununun uyumlu olmayan bir anonim şirket modeli öngörüldüğü genel kurulun veya denetçilerin anonim şirketlerin vazgeçilmez ögeleri olduğu, bunlar bulunmadığı takdirde gerçek bir anonim şirketten söz edilemeyeceği önemle vurgulanmıştır.

Anonim şirketlerin çeşitli tarifleri var ise de, şöyle de tarif edilebilir: "Anonim ortaklık, bir unvan altında iktisadî maksat ve konular için kurulan, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş, paydaşların sorumluluğu üstlendikleri sermaye paylarıyla sınırlı tüzelkişiliği haiz birer ticaret ortaklığıdır."

Anonim şirketlerin ortak sayısının 5 kişiden az olamayacağı, ortak sayısının üst sınırının olmadığı, anonim şirket ortak sayısının 5 kişiden aşağıya düştüğü takdirde, bu husus şirket için fesih sebebi sayılmaktadır. Bunun da en önemli sebebi, anonim şirketlerin esas olarak halka açık şirket olmaları ve halka açılmayı teşvik içindir.

İşte, bu tasarıyla anonim şirketlerde "olmazsa olmaz" şartı olarak aranan 5 ortak şartı iktisadî devlet teşekkülleri için kaldırılmaktadır.

Esasında iktisadî devlet teşekküllerinde anonim şirket statüsü kurulmalarına olanak sağlayan 615 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Anayasa Mahkemesince, 2.11.2000 tarihinde iptal edilmiştir. Böylece, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye mesnet teşkil eden kanun hükmünde kararnamenin iptali neticesinde meydana gelen boşluğun doldurulması için bu tasarı hazırlanmıştır.

233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrası "Teşebbüslerden iktisadî devlet teşekkülü olanlar bankacılık alanında sermayenin en az yüzde 91'inin devlete ait olması şartıyla anonim şirket şeklinde de kurulabilirler. Bu durumda Türk Ticaret Kanunun 277 nci maddesinde sözü edilen 5 kurucunun bulunması şartı aranmaz. Genel Kurul ve denetçiler bulunmaz" şeklinde idi. Görüldüğü üzere 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede de 5 kurucunun bulunma şartıyla genel kurul ve denetçiler bulunmaz şartı var idi.

Yine, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi bir kamu bankası kalmadığı için, 3 üncü maddenin üçüncü fıkrasında yer alan "Teşebbüslerden iktisadî devlet teşekkülü olanlar, bankacılık alanında sermayenin en az yüzde 90'ının devlete ait olması şartıyla anonim şirket şeklinde de kurulabilir" hükmüne yeni düzenlemede yer verilmemiştir.

Bu tasarıyla da dile getirilen ve Plan ve Bütçe Komisyonunda da önemli tenkit edilen "denetçiler bulunmaz" şekli üzerinde biraz durmak isteriz.

Türk Ticaret Kanununda anonim şirketlerle ilgili 347 nci maddede, "anonim şirketlerde 5'ten fazla olmamak üzere 1 veya daha çok murakıp bulunur" denilmekte ve 1'den çok olan murakıplar bir heyet teşkil ederler" denilmektedir.

348 inci maddede: "6 ay önceden beri esas sermayenin en az onda 1'ine muadil paylara sahip oldukları sabit olan pay sahipleri, son iki yıl içerisinde şirketin kuruluşuna ve idare muamelelerine müteallik bir suiistimalin vuku bulduğunu veya kanunun yahut esas mukavele hükümlerine önemli bir surette aykırı hareket edildiği iddia ettikleri takdirde, bunları veya bilançosunun gerçekliğini tahkik için hususî murakıplar tayinini umumî heyetten isteyebilirler" denilmektedir.

353 üncü maddede murakıpların vazifeleri olarak;

1. Şirketlerin idare meclisi azalarıyla işbirliği yaparak bilançolarının tanzim şeklini tayin etmek,

2. Şirket muamelelerinden bilgi edinmek ve lüzumlu kayıtların intizamla tutulmasını sağlamak maksadıyla, hiç olmazsa, 6 ayda 1 defa şirket defterlerini incelemek,

3. Üç aydan ziyade ara verilmesi caiz olmamak üzere, sık sık ve ansız şirket veznesini teftiş etmek,

4. En az ayda 1 defa şirketin defterini inceleyerek, rehin veya teminat yahut şirketin veznesinden  hıfz olunmak üzere, vedia olarak teslim edilmiş her nevi kıymetli evrakın mevcut olup olmadığını tahkik ve kayıtlara bakmak gibi çok önemli vazifeleri vardır.

354 üncü maddede "murakıplar her yıl sonunda şirketin hal ve durumuna idare meclisinin tanzim ettiği bilançoya ve sair hususlara ve dağıtılması teklif ettiği kazançlara müteallik idare meclisinin vereceği rapor ve sair evrak hakkındaki mütalaalarını havi olmak üzere, umumî heyete bir rapor vermekle mükelleftirler. Böyle bir rapor alınmadan, umumî heyet, bilanço hakkında bir karar veremez" denilmektedir.

Şimdi anonim şirketlerin denetiminin en önemli ayağı olan murakıpları, siz, kuracağınız bu anonim şirketlerden eksik ederseniz, sadece iç denetime açık bu yeni anonim şirketler piyasada, borsada nasıl güven sağlayıp, işlem göreceklerdir.

Ayrıca, TEAŞ gibi, son günlerde üzerinde fırtınalar koparılan ve kamuoyunca en fazla şüpheyle bakılan kuruluşları için denetim ayağı, piyasa koşullarında sağlanmadıkça, alınacak neticeden bizim endişeli olduğumuzu burada belirtmeden geçemeyeceğiz.

Denetçiler olmadığı gibi, tek ortaklıkla genel kurul da olmayacağı için, tasarıyla muaf tutulmuştur. Bu takdirde bu şirketler genel kurul denetimi ve müzakerelerinden de muaf olmaktadır.

Böylece, bize özgü yeni bir anonim şirket modeli yapmış olacağız. Bunun da ne kadar tutacağını zaman gösterecektir. Fakat, TEAŞ hisselerinin görünür değer kaybıyla kaybedenin, yine, halkımız olacağı da açıktır.

Yine, Türkiye İçin Katılım Ortaklığı 2000 Raporunun "öncelikler ve orta vadeli hedefler" bölümünde "Sosyal unsur dikkate alınarak devlet işletmelerinin özelleştirilmesine devam edilmesi, enerji alanında başta elektrik ve gaz yönergeleri ile piyasaların açılması olmak üzere iç enerji piyasasının kuruluşuna yönelik hazırlıkların yapılmasıdır" denmekte.

Orta ve tali ölçeklerde; özelleştirme sürecinin tamamlanması.

Enerji bölümünde, enerji kuruluşlarının yeniden yapılandırılması ve muhtelif sektörlere girişin daha da serbestleştirilmesi, idarî ve düzenleyici yapıların güçlendirilmesi istenmekte ve devamla, ulusal mevzuatın, enerji sektöründeki Avrupa Birliği müktesebatına uyumunun sağlanması istendiğinden, bu tasarısın da ana hedefinin TEAŞ'ın 3'e bölünerek özelleştirilmesi olduğundan, tasarının ehemmiyeti belli olmaktadır.

Hükümetin son yıllarda çok önem verdiği KİT borçları ve özelleştirmelerine bir bakacak olursak; 1996 yılında dışborç stoku içerisinde KİT payı yüzde 3,9 iken, 1997'de yüzde 3,87, 1998'de 3,34 civarında gerçekleşmiştir. Genel olarak da, 1999 yılı net kamu borcu, gayri safî millî hasılının yüzde 5 civarındadır.

Özelleştirme İdaresindeki KİT'lerin durumu ise şöyledir: Özelleştirme İdaresinin portföyünde 2000 yılı 1 Ocak tarihi itibariyle sermayelerindeki idare payı yüzde 50'nin üzerinde olan 32 kuruluş ve kamu payı yüzde 50'nin altında olan 44 iştirak mevcuttur. 2000  yılında sağlanan toplam 3,5 milyar dolar tutarındaki özelleştirme gelirinin 2,7 milyar doları, Özelleştirme İdaresinin portföyündeki kuruluşların satışından, 0,3 milyar doları,  enerji santrallerinin işletim hakkı devrinden; yüzde 0,5 milyar dolar, GSM lisans satışının ilk taksitinden sağlanmıştır.

Ayrıca, 2000 yılında tamamlanan özelleştirme işlemlerinden 2001 yılı için 2,1 milyar dolar tutarında gelir temini beklenmektedir. DPT hesaplarına göre, 2001 yılı için özelleştirmeden 6 milyar dolar, 2002 yılında ise 4 milyar dolar gelir beklenmektedir.

IMF'ye verilen 18.12.2000 tarihli niyet mektubunda, 14 Aralık 2000 tarihine kadar ve Dünya Bankası Ekonomik Reform Kredisine uygun olarak bir elektrik piyasası kanunu tasarısı Parlamentoya sunulacaktır. (önkoşul) Bu kanun tasarısı halen Plan ve Bütçe Komisyonunda müzakere halindedir. Bu kanun devlete ait enerji üretim santralleri ve dağıtım şirketlerinin doğrudan satışına yönelik bir çerçeveyi belirlemektedir.

Devlete ait enerji üretim ve dağıtım şirketleri için işletme hakkının devrine ilişkin finansman işlemlerinin tamamlanması amacıyla, son tarih olarak 31 Mart 2001 tarihi belirlenmektedir. Bu kanunun, 2001 yılı Ocak ayı sonuna  kadar hayata geçirilmesi yapısal performans kriteridir.

2001 Ocak ayı sonuna kadar, kamu iktisadî teşebbüslerine ilişkin kanun (233 sayılı Kanun) TEAŞ'ın birbirinden farklı elektrik üretim, dağıtım ve satış şirketleri olarak yeniden yapılandırılmasına müsaade edecek şekilde değiştirilecektir. Bu da, bugün görüştüğümüz kanun tasarıdır. Yani, bu tasarının 31 Ocak 2001 tarihine kadar çıkarılacağı, ne şekilde çıkacağı IMF'ye taahhüt edilmiş, bugün, burada, Meclis ise, verilen taahhüdün yasal işlemlerini tamamlamaktadır.

TEAŞ'ın yeniden yapılandırılmasına ilişkin bir kararname, 2001 Ocak ayının sonuna kadar çıkarılacaktır; yine, IMF'ye verilen taahhütte. Ayrıca, IMF'ye verilen taahhütte, 2002 yılı sonuna kadar bitirilmesi şartıyla, 29 yap-işlet-devret projesine daha, Hazine garantisi verecek, bunlardan başka yap-işlet-devret projesine Hazine garanti veremeyecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkan, 2 dakika daha süre verir misiniz.

BAŞKAN - Takdirlerinize sunacağım.

Buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) - Son günlerde üzerinde fırtınalar koparılan Enerji Bakanlığının Hazine garantili yap-işlet-devret projeleri hakkında, Sekiz Yıllık Kalkınma Planı ne diyor, ona bakalım. 1403 nolu başlıkta:"Buna rağmen projelerin bir sistem planlama çalışmasının ürünü projeler olmaması, şirketlerin sağlıklı değerlendirmelerle seçilmemesi, aşırı yüksek proje paketiyle ve aşırı yüksek tarifelerle bağlantılara girilmesi ve TEAŞ'ın yüksek yap-işlet-devret elektrik maliyetlerini tarifesine yansıtmaması nedeniyle, malî darboğaza girmesi sonucu yeni çözüm arayışlarına yönelme durumunda kalınmıştır" denilmektedir.

BAŞKAN - Efendim, toparlıyorsunuz değil mi.

ASLAN POLAT (Devamla) - Peki, öbür maddede devam edeyim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Masum Türker; buyurun efendim.

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Görüştüğümüz tasarı, Türkiye'de, herkesin, hükümeti ya da ilgili iktidarın mensupları kimse tartışmak için kullandığı ve "arpalık" diye nitelendirilen kamu iktisadî devlet teşekkülleriyle ilgili bir değişikliğe ilişkin kanun tasarısıdır.

Biraz evvel, değerli arkadaşlarımız, tek tek, bu tasarı değişikliğiyle olabilecekleri söylediler. Ben, bir konuya dikkati çekmek istiyorum. Türkiye'de bu şirketlerin kurulması, sermaye birikiminin yetersizliğinden kaynaklanmış ve ilk ciddî girişim, Atatürk döneminde, TEMAVAŞ adlı bir şirketle başlamıştır. TEMAVAŞ Şirketi, dönemin bütün memurlarından kesilen parayla, çok büyük ithalat ve ihracat yapabilecek bir şirket olmuştur; ancak, yönetimle ilgili usuller geliştirilmediği, denetlenmediği için, o büyük sermayeli şirket, Türkiye'nin halka açık ilk şirketi batmıştır. O günden sonra, bugün özelleştirmede söz konusu edilen Etibank ve Sümerbankın temelini oluşturan şirketler kurulmuştur.

Değerli milletvekilleri, şirketlerin, özellikle Türkiye'de, devleti ekonomide küçültmek adına özelleştirildiğini biliyoruz. Bu özelleştirme stratejisi, 1980 yılından beri gelen ve giden bütün iktidarlar tarafından kullanılmıştır.

Şunu belirtmek istiyorum ki, eğer, uzun vadeli bir perspektif açısından bakacak olursak, bizim gibi gelişmekte olan bir ülkede uygulanan özelleştirme modeli, yanlış bir seçimdir; çünkü, bu özelleştirme modelinde, özelleştirilen şirketlerden elde edilen gelirlerle ülkede yeni yatırımlara gidilip, yeni istihdam ve yeni bir sermaye birikim alanı yaratılmadığı sürece, özelleştirme, devletin geçmişteki insanlarının; yani, ecdadımızın, atalarımızın, babalarımızın, dedelerimizin ucuz emekle oluşturdukları varlıkların, sermaye birikimi şeklinde el değiştirmesinden başka bir şey değildir.

Bunun çözümü nedir; yıllardır bunu söylüyorum ve Atatürkçülüğün bugüne kadar dile getirilmeyen, gizlenen ekonomi politikasının temeli olan husus, özelleştirmeden gelen gelirler ile her yılın Kurumlar veya Gelir Vergisi üzerinden alınan bir payla, sürekli yeni yatırımlara, konnekte dediğimiz; yani, ciddî bir şekilde iletişim kurulabilen ve bir kombinasyon içinde oluşabilen yeni yatırımlara gitmektir; ama, Türkiye'de, maalesef, dünyada geliştirilmiş olan yeni dünya düzeni ideolojisi dolayısıyla, geçtiğimiz yirmi yıl içinde bu yanlış yapılmıştır. Son yıllarda buna ilişkin düzenlemelerin yapılmaya başlamasını görmek bizi sevindirmektedir; ama, beklentimiz, burada yapılan değişikliklerle, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda temel olan ekonomik politikanın tekrar hatırlanmasıdır.

Bu değişiklikte önemli olan husus, bir genel kurul ve denetçilerin konulmamasıdır. Bu, bizim milletvekillerine "yeni bir arpalık mı yaratıldı" diye sorulduğu zaman "hayır, ilgisi yok; bu anonim şirket kuruldu, özelleştirme sürecinde gerekli devirler yapmak imkânı bulunmuştur" deme imkânı verdiği için, bu değişikliği getiren hükümete teşekkür ediyorum; bu vesileyle saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum...

TURHAN GÜVEN (İçel)- Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum

BAŞKAN- Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel)- Karar yetersayısının aranılmasını daha evvel istemiştik; ama, lütfedip de, buraya bakmıyorsunuz...

BAŞKAN- Gözüm hep sizin üzerinizde!..

1 inci maddeyi okutuyorum :

KAMU İKTİSADÎ TEŞEBBÜSLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE
KARARNAMEDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 8.6.1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin mülga (3) numaralı fıkrası aşağıdaki  şekilde yeniden düzenlenmiştir.

"3. Teşebbüslerden iktisadî devlet teşekkülü olanlar, anonim şirket şeklinde de kurulabilir. Anonim şirket şeklinde kurulan iktisadî devlet teşekküllerinde Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesinde sözü edilen 5 kurucunun bulunması  şartı aranmaz, genel kurul ve denetçiler bulunmaz."

BAŞKAN- Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Isparta Milletvekili Sayın Ramazan Gül.

Buyurun Sayın Gül. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesiyle ilgili olarak, Doğru Yol Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu iktisadî teşebbüslerinin Türk ekonomi tarihi içindeki yerini hepimiz biliyoruz. Bu kuruluşların Türk ekonomisinin sanayileşmesinde, gelişmesinde, eleman yetiştirilmesinde, sanayinin ülke düzeyine olabildiğince dengeli dağılımında büyük fonksiyonları olduğu bilinen bir gerçektir; ama, biz, başka bir gerçeği daha biliyoruz ki, kamu iktisadî teşebbüsleri, artık, ömürlerini tamamlamışlardır; çünkü, bu kuruluşlar zaman içinde ekonominin bütünlüğü ve büyüklüğü içinde önemini yitirmiş, hatta bazıları artık, sağlıklı çalışan verimli birer işletme olmaktan da çıkmıştır. Bu kuruluşların özelleştirilmesini, Doğru Yol Partisi olarak, öteden beri istiyor ve bu konuda çabalar harcıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başlangıçta bizim özelleştirme çabalarımıza engel olanların, bugün, Doğru Yol Partisiyle paralel bir düşünceye gelmelerini, saygıyla ve sevinçle karşılıyoruz.

Sayın milletvekilleri, bakınız, 1994 yılında biz Telekomu özelleştirmek için ciddî bir adım atmıştık ve bununla ilgili yasayı da bu Meclisten geçirmiştik. O tarihlerde uluslararası piyasalar da Telekomun özelleştirilmesi için çok uygundu. Bu özelleştiremeden yaklaşık 40 milyar dolar bekliyorduk; ama, maalesef, bu kanuna, o dönemde muhalefette bulunan DSP ve ANAP itiraz ettiler ve bunu engellemek için de konuyu yargıya taşıdılar. Oysa, o zaman çıkardığımız kanun yürürlükte olsaydı, bugün Türkiye'nin yaşadığı pek çok sorun aşılmış olacaktı; bütçe, borç ve faiz kıskacından kurtulmuş olacaktı; ama, muhalefet yapıyorum diye ülkenin önünü tıkayanlar, şimdi bizim çizgimize geldiler. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, sizin yaptığınız gibi, sorumsuzluk örneği vermeyeceğiz. Biz, bu memleketin hayrına ne gelirse onu destekleyeceğiz; çünkü, bizim muhalefet anlayışımız, yıkıcı muhalefet değildir. Biz, yapıcı muhalefet yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz.

Ancak, bizim üzüldüğümüz nokta, bugün, Telekomun özelleşmesinden beklenen yararın sağlanamayacağıdır; çünkü, bu hükümet izlediği yanlış ekonomik politikalarla, Türkiye'nin uluslararası itibarını zedelemiş, yabancı sermayeyi kaçırmıştır. Daha açıkçası, yedi yıl önce var olan şartlar ortadan kalkmış, yabancı sermayeyi ürkütmüştür. Daha acı olanı ise, Telekomu partizanca kullanmış ve kadro şişkinliği ortamı hazırlanmıştır. Şimdi, sormak gerekiyor; Telekomu bu haliyle kim, kaça alacaktır?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, Doğru Yol Partisi olarak, özelleştirmeyi sonuna kadar destekliyoruz; çünkü, Türkiye'nin kalkınmasında asıl motivasyonu özel sektör sağlayacaktır. Devletin mümkün olduğunca ekonomiden çekilmesi ve artık, aslî fonksiyonlarına dönmesi gerektiği açıktır. Bu nedenle, biz, özel sektörün gücüne inanıyoruz ve özel sektörün önündeki engellerin kaldırılması için de çaba göstereceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, kısaca, kamu iktisadî teşebbüslerinin malî yapılarına baktığımızda, zaman zaman dramatik sonuçlarla karşılaşıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonunda görev yapan arkadaşlar, bu gerçekleri daha somut olarak görmektedirler; çünkü, bu Komisyonda, hesapları incelenen KİT'lerin durumları masaya yatırılmakta ve devlete ait olan bu kuruluşların içinde bulundukları tablo daha net olarak görülmektedir.

Bugün, pek çok KİT, hâlâ eleman deposu olmaktan kurtulamamıştır. Biliyorsunuz ki, erken emeklilik uygulaması çerçevesinde bazı uygulamalar yapılmışsa da, bu uygulamalar, eleman fazlalığı sorununu çözememiştir. Dileğimiz, bu sorunun bundan sonra çözülmesi ve sistemin verimli hale getirilmesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; KİT'lerin ürettikleri malların kalitesi de başka bir sorundur. Bu kuruluşlarda, toplam kalite uygulaması yapılmamakta ve bunun doğal sonucu olarak da, zararlar büyük boyutlara ulaşabilmektedir. Bizim arzumuz, KİT'lerin, özelleştirme süresi içerisinde rehabilite edilmeleri ve ekonomiye kazandırma sürecinde üzerinde ciddiyetle durulmasıdır. Ancak, bu konuda, hükümetin sağlıklı bir çaba harcadığını söylemek, maalesef, mümkün değildir; çünkü, hükümet, mümkün olduğu kadar sorunları ertelemek veya kamuoyunun gündeminden kaçırmak niyetindedir. Bu konuda hükümetin izlediği politika "ver, kurtul" politikasıdır; ama, bu politikanın ekonomiye de, hükümete de bir hayrının olamayacağı ayan beyan açıktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; KİT'lerin yaşadığı bir sorun da, bu kuruluşlara yapılan siyasal müdahalelerdir. Bu müdahalelerin önü halen alınamamıştır. Sözde, bu kuruluşlar özel hukuk hükümlerine tabidir; sözde, bu kuruluşlar, piyasa koşullarına göre hareket etmek zorundadırlar; ama, maalesef, bu gerçekler KİT'lerin kuruluş yasalarında yer almakla birlikte, gerçek böyle değildir. Gerçek, bu KİT'lerin bağlı oldukları bakanlarca idare edildiği ve işlerine müdahale edildiğidir. Bugün, müdahale o boyutlara varmıştır ki, bakanlık, kendisine bağlı kuruluşun tabelasını bile değiştirmiş, kendi bakanlığının unvanını bu kuruluşun üstüne yazdırmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, izninizle sormak istiyorum: Bu, partizanlık değil de nedir? İdare hukukunu dahi bilmeyen, KİT'lerin hukukî durumlarını bilmeyen bir bakanın KİT'lere hayrı olur mu; Açıkça söylüyorum olmaz; olursa, sadece KİT, o bakanın çiftliği olur. Bu yapının, Parlamentoya da bir saygısızlık olduğunu belirtmek isterim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu hükümetin, çoğu zaman hukuku gözardı ederek düzenlemeler yaptığını belirtmiştim. Nitekim, önünüze getirilen yasa tasarısı da bu anlayışın ürünüdür. Daha önce, bizim bütün uyarılarımıza rağmen, hükümet, kanunla yapacağı düzenlemeyi kanun hükmünde kararnameyle yaptı. Peki sonuç ne oldu? Sonuç: Anayasa Mahkemesinden döndü; Anayasa Mahkemesi, yapılan değişikliği iptal etti. Şimdi, hükümet, ortaya çıkan hukukî boşluğu doldurmak istiyor ve bu amaçla, bu tasarı önümüze getirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasal düzenleme kabul edildiği takdirde, KİT'lerden iktisadî devlet teşekkülü olanlar anonim şirket şeklinde kurulacaktır; ancak, anonim şirketlerde, Türk Ticaret Kanununa göre, en az 5 ortağın bulunması gerekmektedir. Bu tasarı yasalaşırsa, sermayesinin tamamı devlete ait olan  bir anonim şirket modeli ortaya çıkacaktır; bu da, dünyada tek uygulama olacaktır. Böylesine garip uygulamaları da, bu hükümet yapmaktadır. Oysa, bir iktisadî devlet teşekkülünün özelleştirilmesi için, bunun, illâ da, önceden anonim şirket şeklinde olması şartı yoktur; ama, hükümetin niyeti özelleştirme değil, ipe un sermektir. Bu anlayışın, ekonomide de, kalkınmada da başarılı olma şansı yoktur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada bir başka gerçeği daha bilgilerinize sunmak istiyorum: Bu hükümet, birer KİT statüsünde olan kamu bankalarını denetim dışında tutmuştur. Bunu da, kanun hükmünde bir kararnameyle yapmıştır. Şimdi, buradan, sayın hükümete sormak istiyorum: Anayasaya açıkça aykırı olan bu düzenlemeyi niçin yaptınız? Acaba, kamu bankalarında, sizin döneminizde neler oldu? Demokratik Sol Partiden bir değerli milletvekilinin yaptığı basın toplantısında söyledikleri doğru mu? Acaba, Sayın Başbakan, kendisine yakın olan bu kişinin Halk Bankasında yaptıklarını biliyor mu? Niçin bu hükümet, kamu bankalarının denetimini Türkiye Büyük Millet Meclisinden kaçırdı? Kimlere kredi verildi ve hangi koşullarda kredi verildi?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce ifade ettiğim gibi, biz, Doğru Yol Partisi olarak özelleştirmeden yanayız. Bu konuda, hükümet de dahil olmak üzere, toplumun, bu konuyla ilgili her kesime destek veririz. (DYP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN -Toparlayacaksınız değil mi efendim?

RAMAZAN GÜL (Devamla) - Bitiyor efendim, bitiyor.

Az önce ifade ettiğim gibi, biz özelleştirmeden yanayız, bu konuda, hükümet de dahil olmak üzere, toplumun bu konuyla ilgili kesimlerine destek veririz; ancak, bizim aradığımız husus, tüm bu işlerin şeffaf olmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinden bazı şeylerin kaçırılmamasıdır. Açıkça söylemekte hiçbir sakınca yoktur, bu hükümet, toplumda oluşan dürüstlük imajını yıkmıştır. Bu ise, Türk siyasî hayatı açısından bir talihsizliktir. Yolsuzluklara, usulsüzlüklere kanat geren bir hükümetin icraatına da kimse itibar etmemektedir.

Zaten, acı olanı ise, bu hükümetin halkı gözden çıkarmasıdır; çünkü, bu hükümetin hesap verdiği tek yer var, o da IMF'dir.

Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gül.

Şimdi, söz sırası Fazilet Partisinde.

Fazilet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; izninizle, dün, Diyarbakır'da şehit edilen Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5 arkadaşıyla ilgili olarak üzüntülerimizi dile getirmek istiyoruz. Milletimizin arkasında kenetlenmiş olan bu bürokrat arkadaşlarımızın, ne kadar, toplum yararına hayırlı işler yaptığını bir defa daha burada tespit etmiş oluyoruz.

Değerli arkadaşlar, sıra sayısı 578 olan Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun tasarısının 1 inci maddesiyle ilgili olarak grubum adına görüşlerimizi intikal ettirmek üzere söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, bildiğimiz gibi, hepimizin bildiği gibi, Türkiye'de çeşitli hükümetlerin birbirlerine uygun, birbirlerine uyum sağlayan programlar uygulamış olmalarına rağmen, yıllardan bu tarafa gelen açıkları önleyemedikleri malum. Bu açıkların başlıcaları da, KİT'lerin açıkları, devlet kuruluşlarının görev zararları ve elbette, en önemlilerinden biri de, devletin müsrif yapısı oluyor.

Şimdi, bu tasarıyla, KİT'lerin bir an önce özelleştirilmesi, daha süratli özelleştirilmesi gündeme getiriliyor. İnşallah, devletimiz, KİT'lerin zararlarından kurtarılmış olacak.

Bu uygulamanın gecikmiş bir uygulama olduğunu düşünüyoruz; vakti zamanında yapmak lazımdı, ama, zararın neresinden dönülürse kârdır diye düşünüyoruz.

Malumlarınız olduğu üzere, iktisadî devlet teşekküllerinin de anonim şirket statüsünde kurulmasına imkân veren 615 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin dayanağının Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi suretiyle tekrar gündeme gelmiş olan bu yasa tasarısı, bu defa, yasa şeklinde çıkarılmak suretiyle bu konu gerçekleştirilmiş olacak.

Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi uyarınca, anonim şirket kurulabilmesi için gerekli bazı şartlar var. Bu gerekli şartlar, bu düzenlemeyle, kamu iktisadî teşekkülleri için kaldırılmış, bir özel anonim şirket şekli gündeme getirilmiş. Bu anonim şirkette, genel kurul, yönetim kurulu, murakıplar düşünülmemiş, konulmamış; bunun gerekçesi olarak da, nasıl olsa bu kuruluşlar Özelleştirme İdaresine devredilecek, Özelleştirme İdaresi bunun gereğini yerine getirecek diye bu şekilde düzenlenmiş.

Biz, burada, bu konuyu tenkit etmek açısından değil de, Özelleştirme İdaresine bu firmalar, bu kuruluşlar devredildiği zaman, Özelleştirme İdaresinin mutlaka bu kuruluşları gerçek bir anonim şirket haline dönüştürerek özelleştirmesinde yarar olacağı kanaatini taşıdığımız için, tutanaklara geçsin, Özelleştirme İdaresi de bunu özelleştirirken buna itibar etsin diye söylüyoruz. Bu şirketlerin, mutlaka, gerçek bir anonim şirket haline dönüştürülmesi lazım.

Belki, burada, hükümetimiz, anonim şirket şekline dönüştürülürken bazı vergi, resim ve harçlardan tasarruf etme amacını gütmüş olabilir, mantıklıdır da; ama, bir taraftan, bir başka mantık daha var: Bir müesseseyi özelleştiriyorsunuz, bir kurum buna talip olacak, alacak; ama, o kurum, daha başlangıçta, bir taraftan, firmaya para verirken, bir taraftan da anonim şirket özelliklerini ye-rine getirmek için birtakım masraflara katlanacak. Bu, aslında, özelleştirme noktasına gelindiğinde, bir problemi gündeme getirebilecek bir husustur. Öyle zannediyorum ki, o günlerde, ayrıca bu konuyla ilgili olarak, Maliye Bakanlığımız belki, özelleştirmenin önündeki bu engeli kaldırmak için, bunlarla ilgili vergi, resim ve harçlar hakkında istisna bile getirebilecektir. Dolayısıyla bu kanun hükmünde kararname yasalaşırken, gerçek anlamda anonim şirket haline getirdikten sonra Özelleştirme İdaresine verilmesinde yarar vardı.

Değerli arkadaşlar, burada dikkatimizi çeken bir başka husus var, o da şu: Bu konu Plan ve Bütçe Komisyonunda tartışılırken, şöyle bir konu gündeme getirilmiş: "Efendim, bu kurumlar özelleştirilirken, yüzde 51 hisseleri özelleştirilsin, devredilsin, yüzde 49'u da devlet elinde kalsın, devletin müdahalesi olarak kalsın" şeklinde birtakım ifadeler kullanılmış. Olabilir ki, ileride böyle bir yola tevessül edilir kanaatiyle... Kesinlikle bu ifadenin doğru olmayacağı, böyle bir uygulamaya gidilmeyeceği inancındayız; hükümetin de böyle bir uygulamaya gitmeyeceği kanaatini taşıyoruz; ama, yine de, dediğim gibi, tutanaklara geçmesinde yarar vardır.

Değerli arkadaşlar, özelleştirdiğimiz bir müessesenin bir ucu devlete ait, bir ucu özel sektöre ait olursa, orada birtakım sıkıntılar, birtakım problemler hemen gündeme gelecektir. Dolayısıyla böyle bir ihtimali düşünmek bile yanlış olur diye ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, KİT'lerin özelleştirilmesi sırasında, dikkat edilmesi gereken bir başka hususu da gündeme getirmek istiyorum. Bazı gazetelerde... Özelleştirilmiş KİT'lerin arazilerinin parsellenerek satıldıklarını, burada, arkadaşlarımız ifade ettiler. Özellikle, şehir içinde kalmış; artık, teknolojisi çok eskimiş, işe yaramaz hale gelmiş birtakım KİT'ler özelleştirilirken, buna dikkat gösterilmesi gerekiyor.

Bir örnek vermek istiyorum: Bursa Merinos Fabrikası. Bursa Merinos Fabrikasını özelleştirme noktasına getirdiğinizde, özel sektör, ancak ve ancak bu fabrikanın yeri konusunda faaliyete geçer; çünkü, teknolojisi eskimiştir, geri kalmıştır. Özel sektör, oradaki yere yeni bir yatırım yapmayı düşünmez; ama, aldığı takdirde, bu fabrikanın arsasını derhal değerlendirmek üzere, belki de içinde bulunan çam ağaçlarını da kesmek suretiyle, özelleştirme faaliyetine girebilir.

Dolayısıyla, şehir içinde kalmış olan, merkezî yerleşme birimleri içerisinde bulunan bol ağaçlı, park hüviyeti taşıyan arazilerin, Özelleştirme İdaresi tarafından, yine bir kamu kuruluşu olan belediyelere, yerel yönetimlere devredilmek suretiyle, kamuya mal edilmesinde yarar vardır. Dolayısıyla, bu, bir özelleştirme olmayacak; ama, kamunun malı olan bu müessese, yine, kamuya hediye edilmek suretiyle, insanların oradan yararlanması temin edilmiş olacak.

Değerli arkadaşlarım, bu yasa tasarısının, artık,  bir an önce gündemden düşmesi gerekiyor. Özelleştirmelerin hızlandırılması gerekiyor. Devlet açıklarımızın, bütçe açıklarımızın, hiç olmazsa, bir bölümünün giderileceği kanaati taşınıyor. Ancak, Özelleştirme İdaresine nakledilen, devredilen bu KİT'lerin, Özelleştirme İdaresinde fazla oyalanmadan, fazla durmadan, bir an önce özel kesime, özel sektöre intikali için, hisselerinin, sermaye piyasalarında, gerek blok olarak gerekse halka arz şeklinde satılabilmesi için, gerçek anlamda anonim şirket haline getirilerek devredilmesinde yarar vardır kanaatini taşıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu duygu ve düşüncelerle, devletimize, milletimize, bütçemize faydası olacağını düşündüğümüz bu yasa tasarısının, tek maddeli olan bu yasa tasarısının, daha fazla oyalanılmadan geçirilmesi ve uygulamaya konulması yararlı olacaktır diyorum ve saygılarımı sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ederim efendim.

Temenninize ben de iştirak ediyorum.

Gruplar adına başka söz isteği yok.

Şahsı adına, Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

CAFER TUFAN YAZICIOĞLU (Bartın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; demin, Grubum adına, tasarı üzerinde tüm görüşlerimi belirtmiştim. Şimdi, burada, bazı muhalefet milletvekili arkadaşlar, hükümetin bazı tutumları hakkında söz söylediler.

Bu hükümet, yolsuzlukların ve mafyanın üzerine, terörün üzerine ısrarla giden, bu konuda önemli mesafeler kateden ve başarıya ulaşan bir hükümet. Bu hükümet, şu anda baktığınızda, yıllardır, memlekette güvensizlik yaratan ve sosyal adaletsizlik yaratan enflasyonun üzerine ısrarla giderek, bu konuda önemli mesafeler kateden bir hükümet. Bu hükümetin arkasında halkın büyük oranda gücü var; halkın gücü ve halkın desteği bu hükümete devam etmekte.

Bu hükümetin dışında kalan partiler, bu hükümete ısrarla yüklenmeye devam ediyorlar. Oysa, halkın arasına gitseler, onu dinleseler ve halkın, bu hükümetin yaptıklarına olan desteği görseler, bunu, burada söylemeyecekler.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Biz, her gün halkın içindeyiz, siz görün.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Hadi seçime gidelim.

CAFER TUFAN YAZICIOĞLU (Devamla) - Kendi yaptırdıkları kamuoyu yoklamaları dahi, bu hükümetin başarısının ne olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, bu düzenlemeyi tüm gruplar destekliyor; bu açıdan kendilerine teşekkür ediyoruz.

Ben de, şahsım adına bu düzenlemeyi destekliyorum ve bir kere daha tekrar ediyorum; bu ciddî mücadelede -tabiî, en başta, enflasyonla yolsuzluklarla mücadele, peşinden, tüm bu diğer illetleri de ortadan kaldıracaktır- bu hükümete destek olmak, hepimize düşen bir görevdir.

Genel Kurula saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Aslan Polat?..

ASLAN POLAT (Erzurum) - Konuşmayacağım; soru soracağım efendim.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakanımdan, şu sorunun ceva-bını öğrenmek istiyorum: 18 Aralık 2000 tarihinde, bu hükümetçe, IMF'e verilen ekniyet mektubunda aynen şöyle deniliyor: "2001 Ocak ayı sonuna kadar kamu iktisadi teşebbüslerine ilişkin kanun, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, TEAŞ'ın, birbirinden farklı elektrik üretim, dağıtım ve satış şirketleri olarak yeniden yapılandırılmasına müsaade edecek şekilde değiştirilecektir." Siz bu taahhüdü verdiğinize göre -biz bu kanun tasarısını, burada tartışıyoruz ya- bu Meclisin iradesi ne olacak? Farzımuhal, bu Meclis, bu tasarıyı, bugün, burada reddederse, sizin IMF'e verdiğiniz söz ne olacak? Bu Meclisin iradesi sizin elinizde mi ki, siz, bizim adımıza -bu tasarıyı burada görüşmeden- bu kanunu çıkaracağınıza dair taahhüt verip, ona göre kredi istiyorsunuz?

Şimdi, benim bütün söylediğim şu: Egemenlik kayıtsız şartsız milletin mi; yoksa, bu egemenliği siz elinize aldınız da, bizim adımıza siz mi IMF'e taahhüt ediyorsunuz?!

Saygılar sunarım.

BAŞKAN - Sualinizin bir kısmına, müsaade ederseniz ben cevap vereyim.

Tabiî ki, egemenlik kayıtsız şartsız milletin; temsilcisi de bu Meclis.

Şimdi, IMF'le ilgili suale Sayın Bakan cevap verecekler; sorunun, millî iradeyle ilgili kısmı bana aitti.

ORMAN BAKANI NAMİ ÇAĞAN (İstanbul) - Hükümet, Uluslararası Para Fonuyla bir anlaşmaya varıp, bir taahhütte bulunuyorsa, pek tabiî ki, iktidar grupları adınadır bu, muhalefeti kapsamaz; Sayın Polat müsterih olsun.

Teşekkür ederim.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Efendim, iktidar grupları mecbur mu sizin dediğinizi yapmaya?

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlandı, sualler bitti.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Karar yetersayısının aranılması istenilmişti Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır, öyle bir talep gelmedi.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde, gruplar adına söz isteyen?.. (DSP sıralarından "yok" sesleri)

Sayın Polat söz istiyor; iradesine karışamam. Ne diyoruz; millî iradenin tecelligâhı diyoruz. Millî irade, istediği şekilde konuşur.

Sayın Polat, zamanı ayarlayacağınızı ümit ediyorum ve belki de, mesai saatimizden evvel bu kanunu bitirebiliriz diyorum.

Buyurun Sayın Polat.

FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; he-pinizi saygıyla selamlarım.

Şimdi, bu tasarının, bu maddesine geldik. Bu madde üzerinde konuşurken, ben, esasında, bir şey üzerinde net olarak durmak istiyorum. Şimdi, 18 Aralık 2000 tarihinde, bu hükümet, tutmuş, IMF'ye birtakım taahhütlerde bulunmuş. Bunları, halkın da bilmesi lazım. Yani, bunları biz bilmezsek, olmaz. Bu kanunla ilgili konuşacağım, başka bir şeyle ilgili konuşmayacağım; çünkü, bu çok geniş, hepsini okuyamam bunun.

Deniliyor ki burada: "Aralık 2000 tarihi itibariyle, TEAŞ tarafından satılan ortalama elektrik fiyatları kilovatsaat başına 4,5 sent olması ve TEDAŞ ile ilgili olan, TEDAŞ'ın TEAŞ'tan aldığı elektriğin artan maliyetinin karşılanmasını sağlayacak fiyat artışlarının yapılacak olması ve 2001 Ocak ayı sonuna kadar LPG üzerindeki sübvansiyonların kaldırılması; ek olarak, 2000 yılında, Hazinenin portföyündeki KİT'lerde emekli olan personelin azamî yüzde 15'ine kadar yeni personel alımı politikası sürdürülecektir. KİT'ler arasında transfer edilen personel bu sınıra dahil edilecektir. Bu limit dahilinde yeni istihdama izin verme konusunda sadece Hazine yetkili olacaktır." Yine, burada deniliyor ki: "Ondördüncü paragrafta yer verilen önlemlerin hayata geçirilmesi ve daha önce ifade edilen malî hedefler doğrultusunda hazırlanan 2001 yılı bütçesinin Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda kabulü ve elektrik üretimi üzerinden sabit ücret alınmasını sağlayan hükümler dahil, IMF İcra Direktörleri Kuruluna, stand-by anlaşması kapsamındaki üçüncü ve dördüncü gözden geçirmelerin tamamlanması talebimizin sunulması ve ek rezerv olanağından yararlanılması için önkoşul teşkil edecektir." Yani, siz, burada, almışsınız, devlet adına, 3-5 milyar dolar para vermek için, emekli olan işçi yerine kimi alacağım, hangi kanunları ne zamana kadar çıkaracağım diye, her şeyi IMF'ye taahhüt etmiş, gelmişsiniz; sonra da, burada, Mecliste, sadece bu yasal işleri tamamla diye bizi burada görüştürüyorsunuz. Bu görüşmelerin esası, belirlenmiş bir konu; yani "ben şu kadar işçi çıkaracağım, bu kadar işçi alacağım; yok, şunu bu tarihte çıkaracağım, böyle edeceğim" demişsiniz; neticede de bize gelmişsiniz. "Biz, bu taahhütleri verdik, siz de bunları görüşün" demişsiniz.

Bakın, size, biraz daha dinleyin diye, bunlara inanın diye anlatmak istiyorum sayın milletvekilleri. Siz diyorsunuz ki: "2001 yılı ocak ayı sonuna kadar -biraz evvel Bakana sordum- kamu iktisadî teşebbüslerine ilişkin kanun -bu kanun- TEAŞ'ın birbirinden farklı elektrik üretim, dağıtım ve satış şirketleri olarak yeniden yapılandırılmasına müsaade edecek şekilde değiştirilecektir." Görüştüğümüz kanun tasarısının, yani, bunun, bugün bu ayın sonuna kadar biteceğini siz IMF'ye taahhüt etmişsiniz. Biz de, burada, bunun yasal işlemini bugün tamamlamaya çalışıyoruz. Ayrıca "TEAŞ'ın yeniden yapılandırılmasına ilişkin bir kararname 2001 Ocak ayının sonuna kadar çıkarılacaktır. Ayrıca, IMF'ye verilen taahhütte 2002 yılı sonuna kadar bitirilmesi şartıyla 29 yap-işlet-devret projesine daha Hazine garantisi verilecek, bunlardan başka yap-işlet-devret projesine Hazine garantisi verilmeyecektir" demişsiniz.

 Peki, son günlerde üzerinde fırtınalar koparılan Enerji Bakanlığının Hazine garantili yap-işlet-devret projeleri hakkında sekiz yıllık kalkınma planında ne diyor, bir de ona bakalım. 1403 no'lu başlıkta "buna rağmen, projelerin, bir sistem planlama çalışmasının ürünü projeler olmaması, şirketlerin sağlıklı değerlendirmelerle seçilmemesi, aşırı yüksek proje paketiyle ve aşırı yüksek tarifelerle bağlantılara girilmesi ve TEAŞ'ın yüksek yap-işlet-devret elektrik maliyetlerini tarifesine yansıtmaması nedeniyle malî darboğaza girmesi sonucu yeni çözüm arayışlarına yönelme durumunda kalınmıştır" denilmekte DPT tarafından.

Yine, Dünya Bankası, Eylül 2000 raporunda da, aynen "rekabete dayalı bir ihale sonucunda verilmeyen hükümet garantili yap-işlet-devret projelerine bel bağlanması, yeni enerji üretiminde maliyetlerin çok yüksek olmasına yol açmıştır. Reel fiyat artışları ve başka olumlu gelişmeler olmadan, TEAŞ, 2010 yılına kadar yılda yaklaşık 1,5 milyar dolara ulaşabilecek zararla karşılaşabilecektir" diyor. Kim diyor; Dünya Bankası diyor; yani, yılda 1,5 milyar dolar, 2010'a kadar on yılda tam 15 milyar dolar TEAŞ'ın zarar sebebi, aşırı yüksek maliyetlerle enerji alım garantisidir diye Dünya Bankası belirtiyor. İşte, bu sebeple de, IMF'nin malî kriz yüzünden vereceği takriben 10 milyar dolar kredi için, TEAŞ'ın üçe ayrılıp özelleştirilmesine hem de takvime bağlanıp garanti istiyor. DPT, açıkça "bu enerji santralları yüksek fiyatla verildi; zarar ediyoruz" diyor. Son günlerde beyaz enerji operasyonuyla hükümetler sarsılıyor. Peki, bu konuyla ilgili olarak Enerji Bakanlığı Teftiş Kurulu ne yapıyor, inceleme yapıyor mu derseniz, onu da 3.9.1999 tarihli, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının raporundan okuyacağım. Bütün bu olaylar olmuş; Dünya Bankası, Devlet Planlama Teşkilatı, bütün kamu ayağa kalkmış, Enerji Bakanlığındaki ihalelerde zarar ediyoruz, büyük maliyet farkları var, işletemiyoruz, özelleştirelim... Peki, Enerji Bakanlığında teftiş kurulu neyi teftiş ediyor?

Bakın, rapordan aynen okuyorum: "Elazığ İli Palu İlçesinde kayıtlı olup, halen Palu-Yenimahalle'de ikamet eden Devlet Su İşlerinde şef olarak çalışan filanca isimli şahıs, bazı evlerde toplantı yaparak irticaî mahiyette propaganda yaptığı öğrenilmiştir."

Yine "filanca, DSİ Teftiş Araştırma ve Kalite Kontrol Daire Başkanlığında görevli inşaat yüksek mühendisi ... isimli kimse mühendis veya inşaat mühendisi irticai faaliyetlerde bulunduğu; BOTAŞ Şube Müdürünün ifadesiyle kendi şubesinde çalışan temizlik işçisinin Sızıntı Dergisine abone olduğu; personel memuru filanca haklarında iddia ileri sürülenlerle birlikte davrandıklarını ve yine, bu dahil 17 kişiye düzenli olarak Sızıntı Dergisi gönderdiği; Beton Malzeme Şube Müdürlüğünde çalışan ...'nın Kur'an kursları için bağış topladığı, kendisinin de iki defa verdiği ve yine bu şahsın da Sızıntı Dergisine abone olduğu..."

Yani, TEAŞ'ın, Devlet Planlama Teşkilatı ve Dünya Bankasını feryat edercesine ikazlara sürükleyen zararlarının, IMF'nin ek kredi mektubunu onaylaması için tarih vererek özelleştirilmesini istediği; beyaz enerji operasyonlarıyla hükümetleri sallayan Enerji Bakanlığındaki zararların, yolsuzluk iddialarının sebebini, meğerse, Enerji Bakanlığı Teftiş Kurulu birbuçuk yıl önce tespit edip Bakanlığa bildirmiş. Demiş ki: "Temizlik işçileri, personel memurlarının okuduğu Sızıntı Dergisi, bu işlerin sebebidir."

Sayın milletvekilleri, biraz ciddî olalım, vallahi ciddî olalım. Bunlar, hakikaten acı bir şey. İşte, evvela bu kafaları, zihniyetleri çağdaşlaştırmalıyız. Böyle giderse kanun hükmünde kararnamede düzenlemeyle, TEAŞ özelleştirmeleriyle bir yere varamayız; fakat, özelleştirirken gidilen yolu, yani, anonim şirketlerin olması gerektiği gibi olmayacağı, bilhassa da dış denetime açık olmadan özelleştirmeye gidileceği, özel olarak da, TEAŞ gibi, son günlerde üzerinde fırtınalar koparılan teşekkülün noksan denetimle  piyasaya açılması, borsada satış işlemlerinin yapılması konusunda önemli endişelerimiz ve tereddütlerimiz vardır.

Yine de tasarının hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım.

BAŞKAN -Teşekkür ederim Sayın Polat.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu; konuşacak mısınız?..

CAFER TUFAN YAZICIOĞLU (Bartın) - Konuşmayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ederim. 

Sayın Polat?..

ASLAN POLAT (Erzurum) - Konuşmayacağım efendim.

BAŞKAN - Siz de konuşmuyorsunuz...

Çok teşekkür ederim.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Efendim, gruplar adına söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Sayın Polat?..

ASLAN POLAT (Erzurum) - Konuşmuyorum efendim.

BAŞKAN - Sayın Polat konuşmayacak.

Teşekkür ediyorum.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarı kanunlaşmıştır; hayırlı olsun.

Çok teşekkür ediyorum efendim.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Açık oylamaya tabi efendim.

BAŞKAN - İstirham ederim Sayın Pamukçu... Zaten, köşeden girdiniz, dedim ki, eyvah, bir şey geliyor...

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Malkoç, buyurun.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Elimizdeki gündemde...

BAŞKAN - Efendim, onu, zatıâlileriniz gelmeden, oturumun başında düzelttim; sehven yazılmış dedim, hata olmuş. Onu da ifadeyle düzelttim efendim, tutanaklara geçti.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Ben de onun için söylüyorum.

Şimdi, kanun, Resmî Gazetede nasıl yayımlanırsa o şekilde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Hayır efendim, olur mu öyle şey? Yanlışlığı biz düzelttik efendim, kanuna başlamadan. İstirham ederim... Olur mu öyle şey? Yani, bu kadar da keyfî değil. Her mektuba da cevap verecek halimiz yok yani.

Çocuk işçiliğinin yasaklanmasıyla ilgili uluslararası bir sözleşmeyi görüşmek üzere, toplantıya 20.00'ye kadar ara veriyorum.

Teşekkür ederim.

Kapanma Saati : 18.58

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 20.00

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Çalışmalara kaldığımız yerden devam ediyoruz.

En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları raporlarının müzakeresine başlıyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6. – En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları raporları (1/673) (S. Sayısı : 457) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Komisyon raporunun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Komisyon raporunun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerinde ilk söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen'in.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA SEVGİ ESEN (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan, 457 sıra sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanması amacıyla oluşturulan gündem maddesi üzerindeki görüşlerimizi bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım.

Hepimizin ifade ettiği gibi, emniyet mensuplarına karşı yapılan bu çirkin saldırıyı, ben de, şiddetle kınıyor, milletime başsağlığı diliyor ve sizleri de, en derin saygılarımla selamlıyorum.

Ülkemizde ve ülkemiz açısından uluslararası platformda cereyan eden olayların konu başlıklarının dahi millette huzur bırakmadığı, gazete manşetlerinin, her gün, bir yolsuzluğu, bir çirkinliği günümüze taşıdığı, bir de buna terörün eklendiği günümüzde, çocuk haklarının bir parçası olan ve maalesef, çalıştırılan çocukların, hiç olmazsa, en kötü biçimde çalışmalarının yasaklanması ve Acil Eylem Sözleşmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanması ve bu konuda destek verilmesi, hiç şüphesiz, kanun koyucunun, öncelikle ve ivedilikle, bir insanlık borcu ve bu konuda atılacak adımlar, gelecek nesillere verilecek de en büyük armağan olacaktır.

Şöyle konuşulabilir, birçok kişinin çoğu zaman dediği gibi: Çocuklar, bizim en kıymetli varlığımızdır; çocuklar, bizim geleceğimizdir; çocuklar, bizim, bizim... Ve bu bizimler çoğalabilir. Bu nutuklar kâğıt üstünde kaldığı sürece de, sorunlar, sizlerin, bizlerin arasında gidip gelmekten ve sorun olmaktan kurtulamaz. Bu nedenle de, olayları, ta başından almakta fayda vardır.

Son yıllarda, tüm dünyayı, yükselen değerin demokrasi olması nedeniyle ilgilendiren öyle konular var ki, insanoğlunun ve devletlerin bunlardan hiçbirine kayıtsız kalması, istese de, mümkün değildir; işte, çevre gibi, kadın hakları gibi, insan hakları gibi, çocuk hakları gibi... Bütün bu sayılan değerlerin ortak noktası, kutsal olan yaşama hakkı ve insan neslinin devamlılığı ve bu çarka ivme kazandıran düzendir.

Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan sözleşmeye geçmeden önce, duymaktan hiç hoşlanmayacağınız birtakım istatistik rakamlar vermek ve sizleri, bizleri, gelecekte nelerin beklediğini ifade etmek açısından, dikkatinizi çekmek istiyorum.

Maalesef dedik, yine, burada da, aynen, maalesef diyorum, ülkemizde, çalışan 4 000 000 çocuktan 6-14 yaş grubunda ve sadece ekonomik işlerde 1 008 000 çocuk çalışmaktadır.

Hani, deriz ya, canımız, ciğerimiz, o, dişleri gedik gedik, elleri henüz yumuşacık, oyuncakları televizyonda ya da vitrinde gören, karnının dahi doyduğundan şüphe edilen, nedeni ne olursa olsun, birkaç kuruş almak veya ellerinden almak uğruna çalıştırılan, inanılmaz trafik kargaşasında size bir şeyler satmaya çalışan, bazen elleri donmuş bazen de yaptığı işin icabı parmakları kopmuş... Bu hüzünlü sahneyi uzatmak mümkün, gerçek hayattan kesitlerle. Bu rakamlar dahi gösteriyor ki, çocuklarımız, yasal asgarî çalışma yaşı olan 15 yaşın altında çalışmaya başlıyorlar; bir de buna, kayıtdışı kalan, önemsenecek boyuttaki rakamları eklersek, sorunun boyutunu hep birlikte görmüş oluruz.

Değerli milletvekilleri, çocuk konusu ve olgusu, dünya insanlık tarihinin başladığından beri var olmasına rağmen, üzülerek söylemek lazım ki, dünyada, Birleşmiş Milletlerde ve ülkemizde çok yakın bir geçmişe sahiptir. Ülkemiz açısından, Kötü Biçimdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmasının 2001 tarihini taşıyacağı gerçeği karşısında, çocuk konusunun konumu ve duyarlılığımız ciddî bir tartışma götürür. Bu tasarının Acil Eylem Sözleşmesi olduğunun, dikkatlerimizden, hükümet programlarından kaçmaması, safiyane dilek ve temmennilerin ötesinde, acillik gerektiren bir işlem olmalıdır. Bu, öyle bir konudur ki, sadece duyarlılıkla tarifi mümkün değildir.

Bu ifadelerim anlamında, sizlere bazı tarihler vermek istiyorum. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, çocuk haklarına ilişkin sözleşmeyi 1989 yılında kabul etmiştir. 1948 yılında kurulan Birleşmiş Milletler, bu tarihe kadar sözleşme değil, bildiri düzeyinde bakmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Çocuk Hakları Sözleşmesini 1990 yılında imzalamış, 1994 yılında onaylamış; daha, çok yakın bir tarihte.

Bu arada, bir minnet ve şükran duygusunu ifade etmek açısından, Türkiye Cumhuriyetinin daha o ilk günlerinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığını, 1921 yılında Çocuk Esirgeme Cemiyetini kuran, dünyadaki ülkeler arasında kutlanan tek bayram olan 23 Nisan Çocuk Bayramını ilan eden, 1961 yılında başlayan; ancak, 1982 yılında yasal durum kazanan Sosyal Hizmetler Yüksekokulunu açan düşünceye, çağdaş uygarlık ve insanlık bilincine sahip beyinlere, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yasalaşma çalışmaları yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine bir kere daha şükranlarımı ve saygılarımı ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu değerlendirmeler ışığında, bugün, analiz yapma zamanı. Çocuk hakları denilince, ülkemiz açısından yapılan değerlendirmeler, maalesef, çok ufak tarihlerden ibaret. Literatürde yer bulmuş hiçbir başka kayıt yok. Çocuk Hakları Sözleşmesinde, çocuk, 18 yaşını bitirmemiş kişi. Yürürlükte olan Medenî Kanunumuz 1926 tarihli. Her ne kadar komisyon çalışmaları aşamasında ise de, henüz bazı haklara yön verildiği, imkân sağlandığı konusunda bugünden bir şey söylemek mümkün değilse de, inşallah, en kısa zamanda Genel Kurula iner, biz, siyasî partiler de tavrımızı ve haklara bakış tarzımızı milletin huzurunda ifade etmek fırsatını buluruz.

Kişiliğin henüz 18 yaşında kazanılması karşısında, kişiliği henüz doğmayan 18 yaşından küçükleri çalıştırmanın, hele en kötü biçimde çalıştırılmalarının vicdanlarda aldığı yer, yeni düzenlemeleri de, yeni kurumları da, ümit ederiz ki, beraberinde getirecektir. Burada, yine, bir gerçekten ve bir haktan bahsetmek istiyorum. O da, Uluslararası Çalışma Örgütünün çalışmalarına katılan, 79 sayılı ILO Sözleşmesinde yer alan standartların belirlenmesi doğrultusunda ülkemizde değerli katkıları olan sendikalara teşekkürü, bir vatandaş olarak borç biliyorum.

Değerli milletvekilleri, şöyle bir soru aklımıza gelebilir: Çocuk hakları nedir, nasıl tarif bulu-yor? Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Merkezi, çocuk hakları ilkesini şöyle açıklıyor: "Tek tek her çocuk, içinde bulunduğu durumun geliştirilmesi, toplumun faal ve sorumlu bir üyesi haline gelebilmesi için ayrılan kaynaklardan yararlanma hakkına sahiptir. Dolayısıyla, yetişkinler dünyası, işbaşındaki hükümetler aracılığıyla bu hakların hayata geçirilmesi yönünde girişimlerde bulunduğunda, bunu, yalnızca iyi niyet ya da hayırseverlik adına yapmayacaktır. Bu girişimler, insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları değerin, yine, herkesin sahip olduğu eşit ve devredilmez hakların tanınmasına dayanan ve serbest iradeyle benimsenmiş yükümlülüklerin sonucu olarak ortaya çıkacaktır." Bu ilkenin, bu cümlelerin bize ilhamı şudur: Yetişkinler dünyasının, yani, bizlerin, işbaşındaki hükümetlerin bu hakları tanıması, sadece ve sadece iyi niyet ve hayırseverlik değildir.

Bakınız, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Perez De Cuellar ne diyor: "Bir toplumun kendi çocuklarına nasıl yaklaştığı, yalnızca o toplumun şefkat ve koruyucu değerlerini yansıtmakla kalmaz; bu yaklaşım, aynı zamanda, o toplumdaki adalet anlayışının geleceğe nasıl yöneldiğinin ve gelecek kuşaklar için bugünden nelere sahip çıkıldığının bir aynasıdır. Hiç kuşkusuz, bu, tek tek ülkeler için olduğu kadar, uluslararası topluluğun bütünü için de gereklidir." Bu sözler, aslında, tarih sayfalarında, daha 1920'lerde bir yeni devletin kuruluşunu çocuk bayramı olarak dünyaya hediye eden, çocuklarımıza kol kanat gereceğini düşündüğü Çocuk Esirgeme Kurumunun temelini atan Ulu Önder Atatürk'ün fiiliyatlarının 1989'da sadece bir tekrarıdır. Böyle bir tarihten gurur duyması gereken evlatlar olarak, sayın hükümete ve yine, sorumlu Sayın Bakanıma sormak istiyorum:

Çalışan bu 4 milyon çocuğu, o çocukları, o sıcak yuvalarına nasıl döndüreceğiz?

Çalışan bu çocuklardan okula gidemeyen -gitmeyen demiyorum- çocukların eğitimlerini, okuryazarlıklarını nasıl sağlayacağız?

Çocukların çalışmalarının önlenmesi yolunda hangi ailevî ve ekonomik tedbirleri aldınız?

Çocuk mahkemelerini, aile mahkemelerini kurabildik mi?

Anayasada güvence altına alınan anne ve çocuk korumacılığında nasıl bir yön takip edebildik?

Yasalarımızda, özellikle 1475 sayılı Yasada ne gibi iyileştirmeler yapabildik?

Sigara içen, alkol ve uyuşturucu tüketen çocuklarımız için hangi eğitici programlar yapılmaktadır?

En önemlisi, açık veya gizli olarak cinsel istismara uğrayan çocuklarımız için hangi önlemler alınmıştır?

Bunlardan da önemlisi, programlanmanın esasını teşkil edecek olan ve çalışan çocukların bütünü düşünüldüğünde, bunların hangi konularda istismara uğradığının istatistik bilgileri var mı? Yoksa, burada da mı kayıtdışı bilgi var?

Değerli üyeler, çocuk işçiliği çok boyutlu bir sorundur. Çocuğun çalışmasının en önemli nedenlerinden birisi ekonomik nedendir. Her türlü insaftan yoksun olarak, çocuk işgücünün ucuz işgücü olarak düşünülmesi, ülkemizdeki gelir dağılımındaki adaletsizlik, istediğiniz kadar kanun yapın, uygulamaları güçleştirir.

Ülkemizin son bir tablosunu, bildiğiniz bir tabloyu, Türk-İş'in yaptığı bir çalışma olarak, buradan sizlere ifade etmek istiyorum. 65 milyon dolayındaki nüfusumuzun en düşük yüzde 20 hane grubunun toplam gelirden aldığı pay, sadece ve sadece yüzde 4,9'dur, 5 bile değildir. Buna karşın, en yüksek yüzde 20'lik hane grubunun aldığı pay ise yüzde 55,5'tir. 6-14 yaş grubunun yüzde 68'i hane halkının ihtiyaçları için çalışmaktadır. Gerçek enflasyonun, bildirilen enflasyonun iki üç katı olduğu ve asgarî ücretin 102 milyon lira olarak belirlendiği, memur, esnaf, çiftçi gelirleri ve emekli maaşları göz önüne alındığında, o yavruların çalıştırılması gerçeğinden kaçınılamaz. Yine, 6-14 yaş grubunun yüzde 27'sinin okula ilgi duymadığı ve yapılan bütün bu tespitler sonucunda, maalesef, anne ve babalarının da eğitimden ve işten yoksun kaldığı tespit edilmiştir.

Hepimizin bildiği gibi, ülke olarak genç ve dinamik bir nüfusa sahibiz. Nüfusumuzun yüzde 20'si 6-14 yaş grubunda, yüzde 12'si ise 15-19 yaş grubunda. Böyle bir tablo ülkemiz için ümit verici olmalıdır. Böyle bir çoğunluğu, dünya devleti düzeyinde eğitim vererek, yaratıcılığın önplana çıktığı biçimde, insan hakları çerçevesinde büyütmek, geliştirmek, Atatürk gençliği yaratmak, şüphesiz ki, hizmetlerin en yücesi olacaktır.

Yeri gelmişken huzurlarınızda bir konuya daha işaret etmek istiyorum, o da kayıtdışı işyerleridir. Çalışan çocuklar açısından çözüme ta buralardan başlamak gerekiyor. Çünkü, 6-14 yaş grubunun çalıştıkları işyerlerinin yüzde 83'ünün hiçbir yerde kaydı yoktur ve bu çocukların yüzde 78'i 40 saate yakın çalışmaktadır. Şimdi sormak lazım: Nerede kaldı sigorta güvencesi? Nerede kaldı sağlık hizmeti? Nerede kaldı iş güvenliği ve yine, nerede kaldı sosyal devlet ilkesi? En acısı da, küçüklerin iş kazalarına ait rakamlardır? Yılda 5 000 çalışan çocuğun iş kazası geçirmekte olduğu veya meslek hastalığına yakalandığı tespit edilmiştir. Araştırmanın bir çarpıcı sonucu ise, işyerlerinde çalışan çocukların yüzde 34'ünün çıraklık okuluna gidebilmesi ve bunlardan sadece yüzde 17'sinin sigortalı olabilmesidir.

Değerli üyeler, uygulanan yöntemlerle bu sorunları çözmek mümkün değildir. Her geçen gün, sigorta prim tahsilatları ve sigortalı sayısı düşmektedir. Çünkü, dünyanın hiçbir yerinde asgarî ücretten, bu kadar -vergi olarak- kesinti yapılmamakta ve işyerine bu kadar yük getirilmemektedir. Her şeyin çözümü, sorunun içerisinde saklıdır. Yeter ki göz görsün, görmek istesin.

Değerli milletvekilleri, onaylanacak bu tasarıyla konunun aciliyeti ve önlemin etkinliği anlatılmaktadır. Doğru Yol Partisi Grubu olarak bu tasarıya olumlu bakmaktayız. Dileğimiz, tozlu raflarda sadece bir mevzuat olarak kalmamasıdır.

Mesleğimi icra ederken üzülerek tanık olduğum, emekçi sınıfına katılıp fiziksel ve ruhsal istismara uğrayan, iş kazalarına uğrayanlardan sadece birisi olan müvekkilim Kadir Demirci şahsında çalışan tüm çocuklarımızı sevgiyle kucaklıyor; hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Fazilet Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Eyyüp Sanay; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA EYYÜP SANAY (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Ayrıca, dün Diyarbakır'da meydana gelmiş olan menfur saldırıda şehit olan görevlilerimize Allah'tan rahmet diliyor, kederli ailesine ecri cemil niyaz ediyor, bütün milletimize de başsağlığı diliyorum.

Şu anda görüşmekte olduğumuz bu tasarı, cidden, çok önemli ve insanoğlunun medeniyette gelmiş olduğu noktaya belki de damgasını vuracak bir nitelik taşımaktadır. Çünkü, çocuklar, her zaman korunmaya muhtaç ve her zaman yardım isteyen varlıklardır. Toplumların geleceğinin te-minatı da, yine bu çocuklardır. Bu sebeple, bu yasa tasarısı üzerinde, Grubum adına görüşlerimizi arz etmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, çocukların sağlıklı büyüyüp yetişebilmeleri ve toplum içerisinde sağlıklı bir fert olarak yer alabilmeleri için, çocukluk dönemlerini çocukça yaşamaları gerekmektedir. Çocuklar, çalışma hayatının dışında tutularak, oyuna, eğlenceye zaman ayırabilmelidirler. Eğer, mutlaka çalışmaları gerekiyorsa, hem yaş hem de zaman olarak belli bir sınırlamaya tabi tutulmalıdır. Çünkü, çalışan insanlar, çeşitli sağlık ve güvenlik riskleriyle karşı karşıyadırlar ve bu risklerden etkilenme oranı, çocuklarda, yetişkinlere göre çok daha yüksektir.

Muhakkak ki, çalışan çocukların karşılaştıkları riskler, onların fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal yönden gelişmelerini olumsuz yönde etkiler. Bu sebeple, çocukların çalışma hayatında yer almasıyla ilgili iki husus gözardı edilmemelidir. Bunlardan birincisi, çocukların, zorunlu temel eğitimden geçirilmeleri yanında, çıraklık veya meslekî eğitimle çalışma hayatına hazırlanmalarıdır. İkincisi, çocukların ve gençlerin, mümkün olduğunca hafif işlerde çalıştırılmasına dikkat edilmelidir. Çocuğun sağlığına, öğrenimine, bedensel ve ruhsal gelişmesine özen gösterilmelidir.

Türkiye'nin, 9 Aralık 1994 tarih ve 4058 sayılı Yasayla onayladığı Çocuk Hakları Sözleşmesinin 28 inci maddesinde çocukların eğitim hakları düzenlenmiş, çocuğun ekonomik sömürüye alet edilmemesi ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek, sağlığı ile bedensel, ruhsal gelişimi için zararlı olabilecek nitelikteki işlerde çalıştırılmasına karşı korunması karar altına alınmıştır.

Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO), asgarî çalışma yaşı ile temel eğitim arasında bir bağ kurmuş ve en az çalışma yaşını, okula gitme yükümlülüğünün sona erdiği yaş olarak belirlemiştir.

Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO), çocuklarda çalışma yaşının kesinlikle 15'ten aşağı olamayacağını kararlaştırmış; ancak, ulusal düzenlemelerin, 13 ilâ 15 yaşındakilerin hafif işlerde çalışmasının uygun olabileceği kuralına da yer vermiştir.

Umumî Hıfzıssıhha Kanununun 179 uncu maddesinde, 12'den 16 yaşına kadar çocukların istihdamı, memnu olan, sıhhate mugayir ve muhataralı işlerin İş Kanununda belirtileceği hükmüne yer verilmiştir.

Uluslararası kuruluşlar, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çocukların çalıştırılmasının temel nedenlerini özetlerken "yoksulluk, eğitimsizlik ve gelenekselleşmiş yargılar ağırlıklı yer tutar" denilmektedir.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde de yaygın olarak, çocuklar çalıştırılmaktadır. Genellikle aile bütçesine katkıda bulunmak, meslek öğrenmek amaçları doğrultusunda çalışan çocuklar, büyük ölçüde, İş Kanunu kapsamı dışında kalmaktadır. Bunlar, büyük ölçüde, esnaf ve sanatkârların yanında çırak veya yardımcı eleman olarak çalışmakta; ayrıca, kırsal kesimde tarım ve hayvancılık sektöründe yer almaktadırlar.

Devlet İstatistik Enstitüsünün 1994 yılında yaptığı Çocuk İşgücü Anketine göre, ülkemizde, 6 ilâ 14 yaş grubu çocukların yüzde 8,4'ü, yani 1 milyon 8 bini, işyerlerinde çalışmaktadır.

Çalışan çocukların sektörlere göre dağılımı ise şöyledir: Tarım sektöründe yüzde 77, sanayi sektöründe yüzde 11, hizmetlerde yüzde 7, ticarette de yüzde 5'tir.

Çocukların bütün sektörlerde asgarî çalışma yaşına uygun olarak çalıştırılmasının sağlanması yanında, sağlık ve güvenliklerine dikkat edilerek belirli koşullar altında çalıştırılmasına da özen gösterilmelidir.

Sayın milletvekilleri, pek çok konu ve alanda olduğu gibi, Batı toplumu ile ülkemiz arasında, çalışan çocuklar konusu önemli farklılıklar arz eder; çünkü, onların geçmişe ait tecrübeleri bizden çok farklıdır.

Coğrafî keşifler sonucu başlayan kıtalararası sömürü, köleleştirme ve insan ticareti, sanayi inkılabıyla 19 uncu Yüzyılda yeni bir boyut kazanmış, tarım alanında istihdam edilen halkın büyük bir bölümü sanayie kaymış, kırsal kesimden şehre göç hızlanmıştır.

Çocukların işgücü istismar edilerek, onbinlerce çocuk, düşük ücret ve fazla mesaiyle ağır işlerde, hatta maden ocaklarında çalıştırılmıştır. Bunların pek çoğu hastalıklara yakalanmış ve hayatlarını kaybetmiştir.

Sömürge faaliyetleri çerçevesinde çocuklar istismar edilerek alınır-satılır duruma getirilmişlerdir.

Gelişme sürecini tamamlayan Batı toplumu, bu yanlışını görerek aşamalı olarak, çocukların çalıştırılmasını, ağır işlerde çalıştırılmasını ve çok kötü işlerde çalıştırılmasını yasaklayan kararlar almışlardır.

 Biz, millet olarak Batı toplumunun yaşadığı bu tecrübenin kötü sayılacak kısmını, şükür ki, yaşamadık. Ancak, bugün, yaşamakta olduğumuz pekçok eksiklerimiz, hatalarımız vardır. Çalışan çocuklarla ilgili kısmı, bazı hukukî düzenlemelerle, büyük ölçüde aşmak mümkündür; fakat, çalışmayan, özellikle sahipsiz kalan sokak çocuklarıyla ilgili problemler hızla artmaktadır. Kısa zamanda gerekli tedbirler alınmazsa, ileride telafisi imkânsız, kanayan bir yara, hatta kangren haline dönüşebilir.

Sayın milletvekilleri, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 18 yaşın altındaki herkesi çocuk olarak kabul etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti tarafından 25.5.1998 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla onaylanmış olan İstihdama Kabulde Asgarî Yaş Haddine İlişkin ILO Sözleşmesinin tamamlayıcı nitelikteki sekizinci ekinde, çocukların en kötü biçimde çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmasında, öncelikle yoksulluğun ortadan kaldırılması ve temel eğitime önem verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Her ne kadar, en kötü biçimde çalışan çocuklarla ilgili çalışma veya çalıştırılma alanlarıyla ilgili kanunlar büyük ölçüde ülkemiz için geçerli değilse de, halen, çöplüklerden yiyecek ve benzeri şeyler ayıklayan insanların ve çocukların olduğu hatırdan çıkarılmaması gereken bir gerçektir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerinde en kötü biçimdeki çocuk işçiliği olarak sayılan konu başlıklarından çocukların alınıp satılması ve ticaretinin yapılması toplumumuzda dün olmamıştır, bugün yoktur, yarın da olmayacaktır. Ancak, çok az da olsa, zaman zaman, bu çocukların organlarının satıldığına şahit olmaktayız; bu da, üzücü bir olaydır.

Çocukların borç karşılığı veya bağımlı olarak çalıştırılmaları da, ülkemizin alışık olmadığı, toplumumuza yabancı bir konudur.

Çocukların askerî çatışmalarda zorla ya da zorunlu tutularak kullanılmalarını da içerecek bir şekilde, zorla veya mecburî çalışmaları gibi kölelik veya kölelik benzeri uygulamaların tüm biçimlerine de inançlarımız müsaade etmediği gibi, millî tarihimizde de bunun örneklerine rastlamamaktayız; çünkü, bizim toplum yapımızda, millî kültürümüzde ve dinî inançlarımızda, sınıf anlayışı, toplumsal tabakalaşma, kast örgütü veya benzeri bir ayrımcılık yoktur. Çocukların fahişelikte, pornografik yayınların üretiminde veya bu tür gösterilerde kullanılması da, toplumumuzda sıkça rastlanan olaylardan değildir; ancak, iletişim araçlarının yaygınlaşması ve başdöndürücü bir hızla gelişmesi, olumlu, faydalı, kolaylaştırıcı yanları ağırlıkta olmakla birlikte, çocuk ve gençler üzerinde olumsuz tesirler uyandıracak, çocukların ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyecek yayınlara da rastlanmaktadır. İletişim hızlanmış, ilişkiler ve etkileşim artmıştır.

UNICEF raporlarına göre, bugün, dünyada, yaklaşık 250 milyon çocuk, zengin veya yoksul ülkelerde ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmakta, emeği sömürülmekte, ruh sağlığı bozulmaktadır. Eğitim imkânlarından yoksun bu çocuklar, yoksulluk döngüsü içerisinde, en temel haklarından mahrum edilmektedir, hatta, hayatları tehlikededir. Yoksulluğun istismar edildiği, eğitim imkânından mahrum bırakılan bu çocuklardan, özellikle kızlar söz konusu olduğunda, geleneksel kısıtlamalar durumu daha da ağırlaştırmaktadır. Oysa, çocukların özel gereksinimleri olduğu düşüncesi, çocukların korunup gözetilmesi gereken bazı haklara sahip oldukları düşüncesini doğurmuştur.

Bu noktadan hareketle, çocuk haklarına ait sözleşme Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda benimsenerek, 2 Eylül 1990 tarihinde uluslararası bir yasa statüsüne kavuşmuştur. Bu yasa, Umman, Somali, İsviçre, Birleşik Arap Emirlikleri ve Amerika Birleşik Devletleri dışında, bütün ülkelerin yasama organlarınca onaylanmıştır.

Sözleşmeyi onaylayan her ülke bazı yükümlülükler üstlenmekte, çocuklarla ilgili yükümlülüklerinde anne babalara ve diğer sorumlu kuruluşlara yardımcı olacak her türlü önlemi almak zorundadırlar.

Bugün, dünya çocuklarının yüzde 90'ı çocuk haklarını korumak için yasal yükümlülükler altına giren ülkelerde yaşamaktadır.

Sözleşmenin Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul görüp, yasal hale geldiği 1990 yılından bu yana milyonlarca çocuğun hayatı kurtarılmıştır; ancak, dünya, gerçekten, çalışan çocukların sömürü aracı olarak kullanılması gerçeğinden sıyrılmış değildir. Henüz aşılamayan pek çok sorun olduğu muhakkaktır. Bu sebeple, ILO sözleşmeleriyle, ailelerden, toplumlardan, hükümetlerden ve uluslararası topluluktan, bütün çocukların haklarını sürdürülebilir, katılımcı ve ayrım gözetmeyen bir anlayışla hayata geçirecek tedbirleri almalarını talep etmektedir.

Unutulmamalıdır ki, ister zengin, ister yoksul olsunlar, dünyadaki bütün toplumlarda en yoksul, en dezavantajlı ve genellikle en fazla ihmale uğrayan, çocuklardır. Bu sebeple, gerek eldeki kaynakların kullanımında, gerekse gösterilecek çabalarda çocuklar, birinci derecede önceliğe sahiptir.

Bu çerçevede, üzerinde ısrarla durulan birinci husus, çocuk işçiliğinin, çocuğun çalıştırılmasının öncelikle yoksul ülkelerde, bölgelerde ve kesimlerde yaygın olmasıdır. Bu sebeple, dünyada ve ülkemizde yoksulluk var olduğu müddetçe, çocukların çalıştırılması veya istismarı devam edecektir.

Bir başka önemli husus ise, uluslararası rekabette ucuz işgücü olarak ihracat sanayiinde çocuk işçilerin çalıştırılmasıdır. Ülkemizde yaygın olarak görülmemesine rağmen, ihracata yönelik bazı sektörlerde çocuk işçilerin çalıştırıldığı da yine bir vakıadır.

ILO sözleşmelerinin  "en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği" alanlarından sayılan uyuşturucu maddelerin üretimi ve ticareti gibi yasal olmayan faaliyetlerde istismarının ise, hem doğası (yaradılışı) gereği hem de gerçekleştirildiği koşullar itibariyle, çocukların sağlıkları ve güvenlikleri yanında, toplumsal ve ahlakî gelişmeleri açısından tamiri imkânsız zararlar açacağı da yine muhakkaktır.

Sayın milletvekilleri, öyleyse, normal olan ve yapılması gereken, öncelikle "en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği" çerçevesinde tanımlanan ve insan onuruyla bağdaşmayan alanlarda çocukların çalıştırılmasını engelleyen acil tedbirlerin alınmasıdır.

Yeni binyıla girdiğimiz bu günlerde, çocukların, ağır, tehlikeli, ahlaksız ve insan onuruyla bağdaşmayan alanlarda çalıştırılmamaları için gerekli düzenlemelerin yapılması bir zarurettir. Bu sebeple, çocukların sömürü aracı olarak kullanılmasına acilen son verilmeli ve bununla ilgili düzenlemelere gidilmelidir. Çocuklara, ücretsiz ve zorunlu eğitim mutlaka verilmelidir; ancak, çocuklara zorunlu eğitim verilirken, zorunlu eğitim ile temel eğitim kavramları birbirine karıştırılmamalıdır. Temel eğitim kavramı ayrıdır, zorunlu eğitim kavramı ayrıdır. Dünya eğitim literatüründe ve uygulamalarda bunlar açıktır. Bu sebeple, bu kavramların çok dikkatli kullanılması gerekir ki, bizim ülkemizde temel eğitim ile zorunlu eğitim karıştırılmıştır. Zorunlu eğitim, temel eğitim haline getirilmiştir. Oysa, temel eğitim, olmazsa olmaz şartını taşıyan, her Türk vatandaşının bilmek zorunda olduğu muhakkak bilgilerdir. Bunlar da çok fazla uzun yaş gerektirmez. İleri ülkelerde olduğu gibi, belli yaş sınırından sonra, yönlendirici, mesleğe götürücü, hem bir yandan okuyan hem bir yandan hafif işlerde çalışan çocuğun geleceğini güvence altına alan bir eğitim sistemine Türkiye geçmek mecburiyetindedir.

Nüfus kaydı bulunmayan çocuklar, hâlâ, memleketimizde, ülkemizde,  maalesef mevcuttur; süratle, bunlar, giderilmeli ve çocuklarımızın tamamı nüfus altına alınmalı ve nüfus dışı çocuk bırakılmamalıdır; yasal düzenlemelerle korunmaya alınmalıdır.

Bu duygularla, Yüce Meclisi selamlıyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisinde efendim.

Antalya Milletvekili Sayın Nesrin Ünal, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 457 sıra sayılı kanun tasarısının tümü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime, Yüce Heyetinize saygılarımı sunarak başlıyorum.

Bugün, hepimiz hüzünlüyüz. Bugün, yüreklerimiz buruk. Bugün, gözü pek, korkusuz, vatanın bölünmez bütünlüğü, milletin huzuru ve bayrağı için şehit olmuş 6 arkadaşımızı, evladımızı, kardeşimizi, ebediyete uğurladık. Cenabı Allah'tan, kalanlara sabır, uğurladıklarımıza rahmet diliyorum; inşallah son olur; sokaktaki, çalışan, okuyan çocuklarımız, inşallah bu tabloları bir daha görmez; inşallah, eşler dul, çocuklar yetim kalmaz.

Bugün görüştüğümüz sözleşmede şöyle denilmektedir: "18 yaşın altındaki herkes 'çocuk' olarak mütalaa edilmektedir." Sözleşme, çocuğun, uyuşturucu maddelerin üretiminde, ticaretinde, temininde, sunumunda, fahişelikte ve pornografik her çeşit yayının üretilmesinde kullanılmasını, çocuğun, alınıp satılmasını, borç karşılığı zorla verilmesini, çocuğa zorla askerlik yaptırılmasını, doğası ve gerçekleştirildiği şartlar itibariyle, çocukların, sağlık veya ahlakî gelişmeleri açısından zararlı olan işlerde çalıştırılmasını, çocuklar için "en kötü biçimdeki çocuk işçiliği" kavramı içerisine almıştır.

Tarihî araştırmalarda görüldüğü gibi, Batı medeniyeti, asırlarca sömürdüğü başka medeniyetlerin fertlerini, kendi ihtiyaçları ve zaruretleri gerektirdiğince, köle olarak çalıştırmış, o insanların en ufak haklarına dahi saygı duymamıştır. Sanayi devrimi sırasında da, çocukların emeklerini kullanmış, istismar etmiştir.

Öncelikle, çocuklar açısından, dünyadaki genel rakamlara bakmak istiyorum. Dünya çocuk nüfusu 2 milyar 850 milyon civarında olup, bunların 600 milyonu yoksulluk sınırı altında, 252 milyonu çocuk işçi olarak çalışmakta, çalışan çocukların ise 60 milyonu, onlar için hem çok tehlikeli hem de zararlı işlerde çalıştırılmaktadır. Her yıl, dünyadaki 2 milyon çocuk seks pazarına sürülmektedir; her yıl, 4 milyon çocuk bir aylık olmadan ölmektedir ve tedbirler alınmazsa, 2010 yılında, 1 milyon çocuk AIDS'in kurbanı olacaktır. 7-14 yaş arası 300 000 çocuk, savaşta aktif olarak savaşmaktadır ve son on yılda, Bosna'da, Kosova'da, Çeçenistan'da, Filistin'de, Eritre'de 2,5 milyon çocuk savaşta ölmüştür.

Dünyanın bu iç karartıcı rakamlarından sonra Türkiye'ye dönelim. Dünyada, gençlerine ve çocuklarına ait millî bayramı olan tek ülkeyiz ve bunu da günümüzden seksen yıl önce, Cenevre Çocuk Hakları Anlaşmasının imzalanmasından da otuzdokuz yıl önce başarmışız.

Atatürk "çocuklarımızı, artık, düşüncelerini hiç çekinmeden, açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da, başkalarının samimî düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız; aynı zamanda, onların temiz yüreklerinde, millet, vatan, aile, vatandaş sevgisiyle beraber, doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı ilgi uyandırmalıyız" demiştir. Peki, biz, bu sevgileri uyandırabileceğimiz ortamı çocuklarımıza sağlayabilmiş miyiz; rakamlar, bunu sağlayamadığımızı söylüyor.

Türkiye, 21 inci Yüzyıla aşağıdaki rakamlarla adım atmıştır:

0-18 yaş arası çocuk nüfusumuz 28 milyon. Her yıl 1 350 000 bebek dünyaya geliyor. Hâlâ, doğan her 1 000 bebekten 38'i 1 yaşına gelmeden ölüyor.

725 000 çocuğumuz eğitim ve öğretim imkânlarından faydalanamıyor. Her yıl 125 000 çocuğumuz, hiç okuma yazma öğrenmeden yeni yıla adım atıyor.

6-14 yaş arası nüfusumuz 11 890 000 civarında ve çocuk işçi oranımız da yüzde 32.

Devlet İstatistik Enstitüsünün "1999 çocuk işgücü" anketine göre 3 850 000 çocuk çalışıyor. "Bu rakam 6 milyon" diyenler de var. Çalışan çocukların yüzde 54'ü sigara içiyor, yüzde 6'sı alkol kullanıyor. Bunu rakamlarla ifade edersek, 14 yaşın altındaki yaklaşık 2 milyon çocuğumuz sokaklarda sigara içiyor, 250 000 çocuğumuz da alkol kullanıyor ve Türkiye'nin geleceği olan çocukların rakamları da net bir şekilde böyle.

Çalışan çocuklarımızın sadece 4'ünden 1'i sigarasız ortamda çalışıyor. Çocuklarımızın, yaklaşık yüzde 58'i ücretsiz aile işçisi olarak, yüzde 39'u ücretli veya yevmiyeli, yüzde 1,9'u ise kendi işinde çalışıyor. Çalışan çocukların yüzde 19'unun babasının işi yok, yüzde 81'inin babasının işi var. Sormak lazım!.. Acaba bu babalar sigara ihtiyaçları için çocuklarını mı çalıştırıyorlar?

Şu anda 6 milyon çocuğumuzu ilgilendiren kanun tasarısını görüşüyoruz. Yaşıtları parklarda oynarken, sıcacık evlerinde özel kurslar alırken ya da bilgisayarlarında chat yaparken, başka bir kesitte ise ucuz, bitmeyen kaynak, el becerisi, algılaması yüksek, mesai ücretinin ne olduğunu bilmeyen, kâr kış demeden, acıktığının bile farkına varmadan çalışan bizim çocuklarımız var. Bu çocuklarımız, üreterek işverenin yükünü azaltmakta, vergisine katkıda bulunmaktadır. Onlar bi-yolojik olarak çocuk; ama, taşıdıkları görev ve sorumluluklarıyla hepsi, birer küçük dev adamdır. Peki, yıllarca, biyolojik olarak büyük; ama, yaptıkları icraatlarla küçük adamlar, neler yapmamış da, çağdaş medeniyet seviyesini yakalamak amacıyla yola çıkmış; kurulduğu yıllarda, dünyadan daha ileri görüşlere sahip olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kültürüyle inancıyla tarihiyle hiç bağdaşmayan bu tabloyla karşı karşıya kalmıştır. Bunun takdirini Allah'a ve kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.

Arabanızı tamir ettirirken, yıkatırken veya lokantada yemek yerken, birden önünüze uzanan bakımsız, ama o öpülesi, o minicik sevimli ellerin sahibi çocuklarımızın gözlerinin içine, vicdan azabı duymadan bakabiliyor muyuz?! Uygun şartlarda çalışmayan çocukları görünce, okuyunca, duyunca yüreğimiz sızlıyor mu. Sözlerim, kendi çocuğunu en iyi şartlarda yetiştirmeye, yaşatmaya, eğitmeye muktedir olup da, vefa borcu olduğu hakları çalınmış bu çocuklara duyarsız kalan herkesedir.

18 yaşın altında olan herkes çocuktur ve bu çocuğun ailesinin ekonomik şartları ve eğitim seviyesi ne olursa olsun, ister kentte apartmanda, ister gecekonduda, ister Torosların tepesinde yaşasın, en doğal hakkı, eşit şartlarda eğitilmek, gönlünün istediği, kendi yeteneklerine uygun meslek sahibi olmak; fiziksel, psikolojik açıdan sağlıklı bir ortamda çalışmaktır.

Birinci Ulusal Çocuk Kongresinde, sonuç bildirgesinde de, çocuklarımız, bizden, fazla bir şey istememiş, bunları istemiştir. İstisnasız hiçbir çocuk, alınıp satılmayı, çocuk yaşta silah tutmayı ya da çocuk yaşta kurşunlara hedef olmayı, cinsel tacize uğramayı, uyuşturucu kullanmayı, uygun olmayan işlerde ve uygun olmayan şartlarda çalışmayı istemez. Peki, istisnasız bütün çocuklar ne ister: Sonsuza kadar verebileceğimiz sevgiyi, şefkati, sabrı, barışı, saygıyı; sonuçta, güzel bir geleceği ister. Bütün bunların oluşması için de temiz bir toplum ister.

Sizlere İbrahim Sadri gibi güzel okuyamasam da, yıllardır her dinleyişimde ilk defa dinliyormuş gibi etkilendiğim bir şiiri okumak istiyorum. Bu şiir, çalışan çocukların dünyasını, hayalleriyle, gerçekleriyle bir eksiksiz anlatmaktadır. Sizlerin de beğeneceğini umuyorum:

Oğlum, onüç-ondört anahtarı ver

Al usta

Oğlum yat moturun altına

Nesi var bir bakıver

Olur usta

Oğlum, iyi sık cıvatayı

Sonra sahibi ne der?

Sıkıyorum usta

Bileğim yettiğince

Yüreğim yettiğince

Sıkıyorum işte

Oğlum, terlemişsin

Akmasın terin motora

Motor pas yapar sonra

Olur mu be usta

Ter pas yapar mı

Gözyaşı pas yapar mı?

Oğlum ne diyorsun bak işine

Bakıyorum usta

Yalnız ellerim

Ellerim çatlamış be usta

Ellerim acı içinde

Yüreğim var ellerimde

Yüreğim yanıyor usta

Kan ter içinde

Hem usta

Sen hiç misket oynadın mı sokakta

Kırmızı kaplı defterlerin var mıydı

Sen hiç okula gittin mi

Okul nasıl bir şey be usta

Öğretmen nasıl biri

Usta sahi

Orda da motora baktırırlar mı ki

Orda da söverler mi çocuklara

Orda da döverler mi?

Oğlum bak işine kızdırma beni

Olur usta ha usta

Senin anan da saçlarını okşar mıydı

Sana ağlar mıydı gecenin al yalazında

Sahi usta sen hiç ağladın mı bir sabah

Cansız düşende anan

Yavaşça gözlerinin önünde

Oğlum bak işine!

Attırma tepemi gir motorun altına

Usta dur kızma!

Bak giriyorum motorun altına

Dünyanın altına

Giriyorum usta giriyorum

Desteğe gerek yok usta

Desteğe gerek yok

Ben oraya yüreğimi koyuyorum

İnan taşır be usta.

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ünal, çok teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, Anavatan Partisi Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Yaşar Dedelek.

Buyurun Sayın Dedelek.

ANAP GRUBU ADINA İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri, En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin onaylanmasıyla ilgili kanun tasarısı üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, hepinizi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Çalışma Teşkilatının (ILO) 1-17 Haziran 1999 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 87 nci Genel Konferansında bir sözleşme ve bir tavsiye kararı kabul edilmiştir. Konferans tarafından kabul edilen 182 sayılı Çocukların Kötü Hallerde Çalıştırılmasının Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi ve aynı adla anılan 190 sayılı Tavsiye Kararında en kötü biçim ve koşullardaki çocuk işçiliği türleri sıralanmakta ve bunların yasaklanması ve kaldırılması için alınacak önlemler belirtilmektedir.

ILO'nun 7 temel sözleşmesine 8 inci sözleşme olarak eklenmiş bulunan söz konusu sözleşmenin giriş bölümünde istihdama kabulde asgarî yaş haddine ilişkin 138 sayılı ILO Sözleşmesine atıfta bulunularak, bu sözleşmeyi tamamlayıcı nitelikte olduğu ifade edilmekte, çocukların en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmalarında yoksulluğun ortadan kaldırılmasına ve temel eğitimin önemine dikkat çekilmektedir.

Sözleşmenin genel hükümlerindeyse, 18 yaşın altındaki herkes çocuk olarak mütalaa edilmektedir.

En kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği türleri ise, çocukların alınıp, satılması ve ticareti, borç karşılığı veya bağımlı olarak çalıştırılması, çocukların askerî çatışmalarda zorla ya da zorunlu tutularak kullanılmasını içerecek şekilde, zorla ya da mecburî çalıştırılmaları gibi kölelik veya kölelik benzeri uygulamaların tüm biçimleri; yine, çocukların fahişelikte, pornografik yayınların üretiminde veya bu tür gösterilerde kullanılması, çocukların özellikle ilgili uluslararası anlaşmalarda belirtilen uyuşturucu maddelerin üretimi ve ticareti gibi yasal olmayan faaliyette kullanılması ve mahiyeti ve yürütümündeki koşullar itibariyle, çocukların sağlık, güvenlik ve ahlaki gelişimleri açısından zararlı olan işler şeklinde belli başlı ana başlıkları altında sıralanmaktadır.

Sözleşmenin izleyen maddelerinde, çocukların sağlık, güvenlik ve ahlaki gelişimleri açısından zararlı olan işlerin tespiti ve bunların ortadan kaldırılmasıyla ilgili yürütülecek faaliyet programlarının belirlenmesinde sosyal taraflara ve diğer ilgili kuruluşlara danışılması öngörülmekte. Çocukların, az önce belirttiğim gibi, işlerden uzaklaştırılmaları için eğitim ve meslekî eğitime önem verilmesi, bu konuda etkin ve zamana bağlı önlemlerin alınması ve üye ülkeler arasında işbirliği ve yardımlaşmanın  başlatılması istenmektedir. Tavsiye kararında ise, belirtilen en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği türlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik üye ülkelerce alınacak önlemlere ve yapılacak faaliyet programlarına ilişkin detaylar belirtilmekte, ulusal mevzuatta yapılması düşünülen düzenlemelere ışık tutacak hükümler yer almaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Çalışma Teşkilatı ILO'nun  1-17 Haziran 1999 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 87 nci Genel Konferansında kabul edilen ve ILO'nun şimdiye kadarki 7 temel sözleşmesine 8 inci sözleşme olarak eklenecek olan 182 sayılı Çocukların Kötü Hallerde Çalıştırılmasının Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesinin ülkemiz mevzuatına aykırı düşmeyeceği bir gerçektir. Bu konuda şu ana kadar değerli çalışmalar yapan sendikalarımıza  ve yine, 23 Nisan 1920 tarihini Çocuk Bayramı olarak ilan eden ve bize değil, dünyaya miras bırakan Yüce Önder Atatürk'e ve onun o günkü Meclisine minnet ve şükranlarımızı sunmak isterim.

Bu düşüncelerle, sözleşmenin ülkemize şimdiden hayırlar getirmesini dilerken, Yüce Meclise en derin saygılarımı sunarım.(ANAP, DSP, MHP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Delek'e teşekkür ederim efendim.

Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubu adına Amasya Milletvekili Sayın Gönül Alphan'da söz efendim.

Buyurun Sayın Alphan.(DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında, Grubum Demokratik Sol Parti adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; bir ülkenin çocuklarının eğitimi, sosyal statüleri, hakları, onlara verdikleri önem ve öncelikleri, çocuklara verdikleri ağırlık, o ülkenin gelişmişliğinin ve medeniyetinin bir karnesidir. Bu karne notumuz, çoğu zaman, olumlu olumsuz, bazen çok kötü olmuştur. Ancak, 1930'lardan beri yapılan tüm uluslararası çocuk sözleşmelerinde Türkiye'nin imzasının olması ve verdiğimiz ağırlık, karnemizin ağırlıklı yönlerinden tekidir.

1930'lu yıllardan beri, çocuk hakları konusunda, dünya ülkeleri birçok sözleşme imzalamışlar. 1930'da, Zorla Çalışma Sözleşmesi imzalanmış; 1956'da, Birleşmiş Milletler Kölelik ve Köle Ticareti ve Benzeri Uygulamaların Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi imzalanmış; 1973'te, İstihdama Kabulde Asgarî Yaş Haddi Sözleşmesi imzalanmış. Bunlar, arka arkaya gelmiş; 1998'de ayrı, 1999'da ayrı. Yani, yetmişbir yıldır, çocuk hakları konusunda, çocukların yaşam koşullarının iyileştirilmesi, çocukları kazanma konusunda onlarca sözleşmeyi, dünyanın tüm ülkeleri imzalama yarışına girmişler. Ancak, nerelerdeyiz; bu, tartışma konusu.

Dünya ülkelerinin yüzde 90'ı, bu çocuk haklarına ait tüm sözleşmelerden birçoğunu imzalamalarına rağmen, insan haklarında, çocukların en fazla ezildiğini ve haksızlığa uğradığını söylemek de, çok abartılı bir söylem olmayacak düşüncesindeyim.

Peki, ne yapacağız; çözümler neler?.. Çözümlerde en başta ele almamız gereken konular, bu acıların yoksulluktan kaynaklandığını düşünerek, ekonomik gelişmeleri ve toplumları yoksulluktan kurtarıcı acil önlemleridir. 57 nci hükümetin ekonomik seferberliğinin olumlu sonuçları, toplumun her katmanına yansıdığı kadar, otomatik olarak, özellikle çocuklara da yansıyacak diye düşünü-yoruz.

Eğitimde reformlar yapmak, ücretsiz ve zorunlu eğitimi, temel eğitimi yaymak. Yine, bu konuda yaptığımız reformları, sekiz yıllık zorunlu eğitimi, mutlaka -çok önem verilmesi gereken- atılmış önemli bir adım diye düşünüyorum.

Bu çocukları meslekî eğitimle donatmak, meslekî eğitim vermek ve ekmeğini, aşını, işini, teknik bir biçimde, en azından akıllı bir biçimde kazanabilecek donatıları sağlamak.

Zor duruma düşmüş, sokaklarda olan, acılı olan çocukları saptayarak, onların sosyal uyumlarını sağlayabilecek birtakım tedbirler almak, onları rehabilite etmek, bu çocukları topluma kazandırmak. Bu konuda, özel, riskli durumdaki çocukları saptamak, belirlemek ve onları, öncelikli projeler halinde ele almak. Kız çocuklarına, mutlaka önem vermek.

Burada yaptığımız her anlaşma, çıkardığımız her kanun veya sözleşme veya hukuksal düzenleme yetmiyor; önemli olan, bu kürsüden, toplumun tüm birimlerine, sivil toplum örgütlerine bu duyarlılığı ulaştırmak, toplumu bu konuda duyarlı hale getirmek. Kanun çıkarmak bizim işimiz; ancak, takip etmek, bu konudaki bütün ses çıkartıcı mekanizmaları harekete geçirmek sivil toplum örgütlerinin ve toplumun işi. Bu nedenle, onları duyarlılığa davet etmek son derece önemli. Bu da yetmiyor. Bütün bunları yaptıktan sonra, uluslararası dayanışmalar konusunda birlikte hareket edebilmek ve uluslararası önlemler almak. Çocuklar konusunda toplumun her kesiminde genelde duyarlılık var; ama, genelde, bu konu, bu duyarlılık, anaların ve kadınların işi olarak kabul ediliyor ve bu, son derece dikkat çeken bir olgu. Çocuk hakları, çocuk eğitimi, çocuk sağlığı, çocuğun ahlakî gelişimi, çocuğun güvenliği konusunda kadın kadar, ana kadar erkek arkadaşlarımızı, babaları, toplumun diğer kesimlerini de bu seferberliğin içine sokabildiğimiz anda, bu konuda duyarlılıklarını maksimum elde edebildiğimiz anda, tüm çocukları tamamıyla koruyabilme konusunda büyük bir savaş kazanmış olacağız diye düşünüyorum.

Dünyadaki ilk ve tek çocuk bayramını tüm dünya çocuklarına, Türkiye çocuklarına hediye eden bir ülkeye yakışan bu sözleşmenin, yine, tüm Türkiye çocuklarına ve dünya çocuklarına hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Alphan.

Gruplar adına söz talebi bitmiştir.

Şimdi, şahıslar adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat.

Buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 457 sıra sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Tasarının genel gerekçesinde de belirtildiği üzere, çocukların en kötü biçimdeki çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmalarında, yoksulluğun ortadan kaldırılması ve temel eğitime önem verilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Tasarıda, 18 yaşın altındaki herkes çocuk olarak mütalaa edilmektedir. En kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği türleri olarak, çocukların alınıp satılmasını, bağımlı olarak çalıştırılmasını, çocukların fahişelikte, pornografik yayınların üretiminde veya bu tür gösterilerde kullanılmasını, uyuşturucu maddelerin üretimi ve ticareti gibi yasal olmayan işlerde çalıştırılmasını, sağlık, güvenlik ve ahlakî gelişmeleri açısından zararlı olan işleri kapsamadığı denilmekte ve devamla, çocukların yukarıda belirtilen işlerden uzaklaştırılmaları için eğitim ve meslekî eğitime önem verilmesini ve üye ülkeler arasında işbirliği ve yardımlaşmanın artırılmasını amaçladığı belirtilmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çalışan çocuklar, sosyoekonomik konumları gereği esnaf ve sanatkârlar yanında, sanayi işkolunda, tarım sektöründe, marjinal çalışma alanlarında maddî kazanç elde etmek ya da meslek edinmek amacıyla üretime katılan ve 19 yaşından gün almamış kimseler olarak tarif edilmektedir.

Çalışan çocuk, ucuz emek anlamına gelmektedir. Çocuklara ve kadınlara, yetişkin erkek işçilerden daha az ücret ödenmesi nedeniyle de işverenler, özellikle çocuk işçileri çalıştırmak istemektedirler.

Ülkemiz, son yıllarda imzaladığı ILO sözleşmeleriyle çocuk işçiliğine önemli kurallar getirirken, Türkiye için Katılım Ortaklığı 2000 Belgesinin "Öncelikler ve Orta Vadeli Hedefler" bölümünde, çocuk işgücü sorunuyla mücadele için yapılan çabaların daha da güçlendirilmesi istenmektedir.

"Türkiye, Düzenli Rapor" bölümünde "çocuk hakları ve çocuk emeği açısından yasalar ve yönetmelikler çocuk hakları sözleşmesine uygun olmakla beraber, bunların icrası arzu edildiği gibi olmaktan uzaktır" denilmekte "Üyelik Kriterleri" bölümünde ise "çocuk emeği yaygındır ve ciddî bir kaygı konusu olmaya devam etmektedir" denilmekte ve "çocuk emeği sorununu çözmeye yönelik ilerlemeler bugüne kadar sınırlı olmuştur" şeklinde devam edip "Türkiye bu konuyu öncelikli olarak ele almalıdır" denilmektedir. Dolayısıyla, hem taraf olduğumuz uluslararası ILO sözleşmeleri hem de tam üyeliğe aday olduğumuz Avrupa Birliği normları, bize bu konuda önemli görevler yüklemektedir.

Ülkemizde çalışan çocukların sosyal durumları hakkında en yeni ve resmî bilgiler, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından 1995 yılında yapılan "Hanehalkı İşgücü" Anketinde bulunmaktadır. Bu ankete göre, yaş dilimi 12 -14 arasında olan genel nüfus 4 153 000, çalışan nüfus 758 000, çalışma oranı yüzde 18,25; yaş dilimi 15-19 arasında olan genel nüfus 6 697 000, çalışan nüfus 2 512 000, çalışma oranı yüzde 37,50.

Buradan da görülmektedir ki, 15-19 yaş grupları arasındaki çocukların 1/3'ünden fazlası, 12-19 arasındakilerin ise yüzde 55,75'i; yani, yarıdan fazlası çalışmaktadır. Bunun en önemli sebebi, ülkemizin, gelir sıralamasında fert başına düşen millî gelir itibariyle 1999 yılında 2 900 dolarla dünyada 88 inci sırada olması, yine 2000 yılı aralık ayında yapılan araştırmalarda 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 200 milyon TL olduğu ülkemizde hâlâ asgarî ücretin net 103 milyon TL olmasıdır.

Dolayısıyla, ailesiyle beraber açlık sınırının altında yaşayan bu kesim çocukları için çalışma bir yaşam şartıdır. Yine, ülkemizde yapılan araştırmalara göre, 15-19 arası yaş gruplarında çalışan çocukların yüzde 57,15'i tarım kesiminde, yüzde 19,48'i imalat sanayiinde çalışmakta, imalat sanayiinde çalışanların büyük bölümü 50'den az işçi çalıştıran küçük işyerlerinde çalışmaktadır. 1993 yılında yapılan bir doktora çalışmasına göre, çocukların yüzde 94,2'si günde 7,5 saatten fazla çalışmakta, yüzde 58,40'ı da hiç izin yapmamaktadır. Çocukların yüzde 80,6'sı hastalandığı zamanlar dışında doktor kontrolüne hiç gitmemiştir.

Yine, ülkemizde iş kazalarının yüzde 74'ü, 50'den az işçi çalıştıran yerlerde olmaktadır; çünkü, bu az işçi çalıştıran işyerleri genellikle sigortasız ve sendikasız işçilerin ve çocukların çalıştığı işyerleridir ve Çalışma Bakanlığının işyeri denetimi, bu işyerlerinde minimum seviyededir. Çalışan çocukların yarıdan fazlasının, yüzde 55,6'sının aileleri ekonomik nedenlerle yaşadıkları bölgelerden ayrılmış ve genellikle sanayi bölgelerine ve sitelerine yakın, altyapısı olmayan, sağlıksız gecekondularda ya da daha sağlıksız, bağımsız evlerde oturmaktadırlar.

Çalışan çocukların büyük çoğunluğu, yüzde 72,5'i, farklı nedenlerle okulu bırakmışlardır; ancak, nedenlerin hemen hepsi ailenin yoksulluğundan kaynaklanmaktadır. Çocukların eğitim alanlarındaki eşitsizliği, ülkemizde bir felakete dönüşmüştür. Araştırmalara göre, ülkemizdeki en zengin yüzde 20'lik kesim, eğitime yüzde 63,35 pay ayırırken, en alttaki yüzde 20'lik grup yüzde 2,20 pay ayırmaktadır; yani, aralarında 29 kat fark vardır.

Yoksul aile çocukları okumak isteseler de, dershaneye giden, özel hocalardan sürekli ders alan zengin aile çocuklarıyla eğitimde yarışamamakta ve en kısa yoldan çalışma hayatına atılmaktadırlar. Yine, iş müfettişlerinin söylemlerine göre, çalışan çocukların çoğunluğu sabah saat 8.'den önce işe başlamakta, akşam saat 6'dan sonra işi bırakmaktadır. Düşük ücretli yeterli gıdayı alamayan bu çocuklar, aile denetiminden uzakta çalışmakta, bu sayede istismara açık hale gelmektedirler.

Gündüz erkenden işe başlayan, öğle aralarında dinlenemeyen çocuklar için çalışma saatleri zor ve uzundur. Kentteki işyerlerinde genellikle ışıklandırma, havalandırma, nem oranı ve diğer koşullar uygun değildir. Sokakta çalışan çocuklar ise, her türlü hava koşullarında uzun süreler ayakta kalarak, temizlik ve sağlık yönünden tehlike oluşturan işlerde çalışmaktadırlar.

Çalışan çocukların önemli bir bölümü de, sokakta çalışan çocuklardır. Bu çocukların bir kısmı sokakta çalışmakta; fakat, akşam evlerine dönmektedirler. Bu çocuklar, ailelerinden giderek daha az destek alan ve ailenin geçim sorumluluğunu sokaklarda, pazarlarda çalışarak paylaşmak zorunda olan çocuklardır.

Bir de, sokak çocukları vardır. Bu çocuklar, ya terk edilmiş ya da güvensizlik duygusu, istenmeme ve şiddete maruz kalma gibi nedenlerle ailelerini terk ederek evle olan bağlarını koparmış çocuklardır. Bu çocuklar, fiilen ailesiz çocuklardır. Bu çocuklar, kaçınılmaz bir şekilde, marjinal ya da yasadışı işlere de karışmaktadırlar. Bu çocukların büyük çoğunluğu suç örgütlerinin eline düşerek hırsızlık, yankesicilik, uyuşturucu ticareti ve fuhuşta faal çeteler olarak kullanılmaktadırlar. 15 yaşından küçük çocukların çalışması, onları, sokağın ve çevrenin olumsuz koşullarıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Ailenin denetiminden uzakta elinde parası olan çocuğun, içkiye, sigaraya alışması, kumar oynamaya başlaması daha kolay olmaktadır.

Sokak çocuklarını bekleyen en önemli tehlikeler fuhuş, uyuşturucu ve sokak çeteleridir. Fuhuş, bir tanıma göre, insan vücudunun her türlü müstehcen ticaretidir. Fuhuş, her halükârda, bilhassa küçükler söz konusu olduğunda, onların fiziksel, duygusal, ruhsal ve cinsel güvenliğine esaslı şekilde zarar veren bir olgudur. Hukukçulara göre, bir kimseyi fuhşa teşvik etmek, onu baştan, doğru yoldan çıkarmaya yatkın hareketler yapmak demektir.

BAŞKAN - Sayın Polat, toparlar mısınız efendim; süreniz bitmek üzere.

ASLAN POLAT (Devamla) - 2 dakika var daha.

BAŞKAN - Var efendim, doğru da,  ben hatırlatıyorum dalmayın diye.

ASLAN POLAT (Devamla) - Tamam Sayın Başkanım.

Fuhşa teşvik eden, mağduru bir uçuruma itendir, ondaki edep duygusunu yıkan demektir.

Şimdi, bir insana edep duygusunu aşılayan en önemli faktör, ona verilecek aile terbiyesi ve din duygularıdır. Aile terbiyesinin ve din eğitimin temel esprisi, kişiyi edepli, içki, kumar ve fuhuştan olabildiğince uzak tutmaktır; fakat, son yıllarda, bilhassa ülkemizde, din eğitimi almak, edepli olmak bir nevi sakıncalı görülmeye başlanmıştır. Bu yüzden de, çocukları bataklıktan kurtarmak imkânsız bir hal almaktadır. Fuhşa teşvik, yine, söz, müstehcen resimler, müstehcen yazı ve şiirler okunması, pornografik filmlerin işletilmesiyle olmaktadır denmekte; fakat, bilhassa televizyonlarda, müstehcen fıkra söylemek, eğlence programlarında en müstehcen konuşmaların yapılması olağan hale gelince, bunlar da, küçüklerde hep olumsuzluklara sebep olmaktadır. Ülkemizde, son yıllarda, küçük çocukların şarkıcı olarak öne çıkarılmaları, bunların içkili gazinolarda çalıştırılması da çocuklara olumsuz örnek olmaktadır.

Yine, ülkemizde, bozuk gelir dağılımı sebebiyle, bilhassa İstanbul İlimizde, millî gelirdeki payı yüzde 29 olan yüzde 1'i süper zengin kesimin televolelere konu olan şaşaalı yaşamları, bilhassa millî gelirden yüzde 5,9 pay olan yüzde 25'lik kesim üzerinde çok olumsuz etkiler yapmakta ve bu ke-simi, onlar için rüya gibi gelen bu şaşaalı yaşama kavuşma arzusuna, fuhuş ve uyuşturucu işine âdeta itmektedir.

Ülkemizde, son yıllarda, geleneksel aile yapısının değişmesi, kentleşme, gençlerin toplumsal sorunlara daha erken ilgi duymaları, daha erken bağımsızlaşmaları gibi nedenler, gençlerin küçük yaşlarda içkiye başlamalarında etken olmaktadır. İçkiye alışan bu gençler para bulamayınca, tutkal...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kesildi)

BAŞKAN - Ben kesmedim, otomatik kesildi; söz kesmesini sevmem, biliyorsunuz.

Buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkanım, ona şüphem yok da, zaten, biraz sonra, İçtüzükle, siz, muhalefetin sesini ebediyen kesmeye çalışacaksınız; onu da göreceğiz.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Polat, İçtüzüğe gelelim hele... Hele şunu bir bitirelim...

ASLAN POLAT (Devamla) - Neyse... Peki...

Saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim.

Efendim, şimdi söz sırası, Çorum Milletvekili Sayın Melek Denli Karaca'da.

Buyurun Sayın Karaca. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

MELEK DENLİ KARACA (Çorum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan evvel, hepinizi saygılarımla selamlıyorum ve Diyarbakır'da yitirdiğimiz vatan evlatlarının, şehitlerimizin şahsında bütün şehitlerimizi, bu vatan için kanını veren, canını veren bütün şehitlerimizi rahmetle anıyorum.

Bugün, huzurlarınıza, En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme hakkında şahsî fikirlerimi beyan etmek üzere gelmiş bulunuyorum.

Evet, birazdan bu sözleşmenin onaylanmasını uygun bulacağız. Çocuk işçiliği ülkemizin ve dünyanın en önemli sosyal yaralarından birisidir. Ülkemizde çocukların iş hayatına başlama yaşı, 12 yaşa kadar düşmektedir. Normalde okulda ya da oyunda olmaları gereken bu çocuklarımız, kötü şartlar altında ve yanlarında çalıştıkları büyüklerinin fiziksel istismarına maruz kalarak çalışmaktadırlar. Bu çocuklarımızın hemen hemen yarısı hafif ya da ağır iş kazası geçirmekte ve yeterli sağlık hizmetinden de yararlanamamaktadırlar.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNİCEF)'in hazırladığı Türkiye'de Kadınların ve Çocukların Durumu başlıklı rapora göre, Türkiye'de 12 - 19 yaş grubundaki her üç çocuktan biri imalat ve hammadde sanayii, çeşitli hizmetler ve küçük aile işletmelerinde çalışarak aile bütçesine katkıda bulunmaktadırlar. Bu yaş grubu çocuklar, kentlerde toplam işgücünün yüzde 22,8'ini, kırsal alanda ise yüzde 46,9'la neredeyse yarısını oluşturmaktadır. Çocuk emeği, sırasıyla, tarım, metal sanayii, ağaç işleri, otomotiv sanayi, konfeksiyon, deri eşya sanayii, tekstil ve özel hizmetler alanlarında yoğunlaşıyor. Raporda belirtilen ilginç bir noktaya göre, çalışan çocukların yüzde 17,9'unun babaları da işsiz. Çocukların yüzde 57'sinin güvenlikli olmayan ve sağlıksız ortamlarda çalıştığı belirtilen raporda, kentsel sanayi bölgelerindeki çalışma şartlarının çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimini olumsuz etkileyebileceğine de dikkat çekiliyor.

Çocuk işçiliği sorununu çözmek, çocukları işten çıkarmak gibi basit bir iş değildir. Aile ve toplum yapısının, eğitim ve sosyal güvenlik sistemlerinin çocuk işçiliği üzerinde doğrudan etkileri vardır. Sözleşme, çocukların, sağlık, güvenlik veya ahlakî gelişimleri açısından zararlı olan işlerden uzaklaştırılmaları için eğitim ve meslekî eğitime önem verilmesini, bu konuda etkin ve belli bir zamanla sınırlı önlemlerin alınmasını ve üye ülkeler arasında işbirliği ve yardımlaşmanın artırılmasını da amaçlamaktadır.

Çocuk işçiliği konusunun belki de en önemli yönü eğitimdir. Yaşla birlikte çalışan çocukların oranı artarken, okula devam eden çocukların oranı düşüyor. Bu çocuklar, eğitimlerini sürdürseler bile, derslerin gerektirdiklerini yerine getirmekte genellikle güçlük çekiyorlar. Rapora göre, bu çocuklar için, uzun saatler boyu çalışma, okul çalışması için geride pek az enerji, motivasyon ve konsantrasyon gücü bırakıyor.

Ülkemizde sekiz yıllık zorunlu ve kesintisiz eğitimin uygulamaya konulmasıyla önemli bir adım atılmıştır. Temel eğitimdeki bu düzenleme, çalışma yaşının 14'ün üzerinde olmasını gerektirmiş, 15 yaş altında kimsenin çalıştırılamayacağı İş Kanununda yer almıştır. Ancak, zorunlu temel eğitimi kabul etmek ve çocukların bu eğitimi almalarını sağlamak için, aileleri cezaî müeyyidelerle karşı karşıya bırakmak yeterli değildir. Temel eğitimin kalitesinin artırılması, ailelerin, bu eğitimin çocuklarına çok şey kazandıracağına inandırılması, taşımalı eğitim sırasında, trafik kazalarında minik öğrencilerin can vermelerinin dayanılmaz acısını yaşatmamak için öğrenci ulaşımında güvenliğin sağlanması gerekmektedir.

Zorunlu temel eğitim sonrasında da, çocukların eğitimlerini sürdürebilmelerine imkân veren sosyokültürel ve ekonomik uygun ortam sağlanmalıdır.

Temel eğitim sonrasında, meslekî teknik eğitim esas, çıraklık eğitimi talî olmalıdır. Çıraklık eğitiminde sağlanan gelişmeler sürdürülmeli, çıraklık eğitim merkezlerinin aktiviteleri ve yeterlilikleri ileriye taşınmalıdır.

Sayın Başkan, sayın üyeler; sözleşmenin en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği türleri arasında saydığı, çocukların silahlı çatışmalarda zorla ya da zorunlu tutularak kullanılmaları olayını bölücü örgüt çok kullanmış, beyinlerini yıkadığı, kandırdığı çocukları ülkesine, devletine karşı kışkırtmış, çocukları hiç çekinmeden ölüme yollamıştır. Bu nedenle, kontrol altına alınmış olan bölücü terörün azmaması, cehaletten ve yoksulluktan istifade ederek çocuklarımızı kandırmaması için, terörden çok çekmiş yörelerimizde, eğitimle birlikte sosyal ve ekonomik önlemleri, kültürel çalışmalarımızı yoğunlaştırarak sürdürmeliyiz.

Benzer bir şekilde, büyük şehirlerimizde de çocuk işçiliğini edebiyat ve müzikle işleyerek, propaganda malzemesi yapan, varoş söylemi içerisinde taban olarak gençliğe adım atmak üzere olan çocukları seçen terör örgütlerine karşı da gereken mücadele verilmeli; çocuklarımız, malzeme yaptıkları çocuk istismarının en âlâsını yapan bu örgütlerin ağına düşürülmemelidir. Bu amaçla, başta İstanbul olmak üzere, kayıtdışı ve kaçak istihdamın üzerine kararlılıkla gidilmeli, işyerlerinin çalışma mevzuatına uymaları, sağlık ve güvenlik şartlarına uygun ortamlar oluşturmaları denetlenmelidir.

Çocuk hakkı yemek, sadece sanayi sitelerinde çocuk çalıştırmakla da sınırlı değildir. Mal bölünmesin diye yapılan yakın akraba evlilikleri de, engelli çocuk doğumuna zemin hazırlamaktadır. 12-18 yaş arasındaki kız çocuklarını okula göndermek yerine, evlendirip, kucaklarına ve ellerine bebek vermek de, çocuk istismarının diğer boyutlarıdır. Ayrıca, her yıl okulların kapanmasıyla birlikte, bazı illerimizde, çocukların yaz boyunca tarım işçisi olarak kiralanmasına ilişkin pazarların kurulması da, çocuk hakkı yenmesinin başka bir şeklidir.

Neyse ki, ülkemizde çocuk pornografisi materyallerinin üretimi ve ticareti hemen hemen yoktur. Yine de, artan ahlakî cinsel yozlaşmanın bu alana da kayma tehlikesi vardır. Bu nedenle, aile yapımızın, millî ve manevî değerlerimizin yıpranmasına izin verilmemeli; temiz ve asil karakterimizi, eğitim ve kültür hayatımızda geliştirerek, yeni kuşaklara aktarmalıyız.

Atatürk'ün bize kazandırdığı önemli kurumlardan biri de Çocuk Esirgeme Kurumudur. Atatürk'ün, kurumu kurmaktaki amacı, sadece, Kurtuluş Savaşının yetimlerini korumak ve onları eğitmek değildi; onun ötesinde, bireylere ve topluma bir kavram kazandırmaktı. Çocuğa sahip çıkmak, çocuktan esirgemek değil çocuğu esirgemek ve çocuğu, mutlaka, eğitmek. Zamanımızda, Büyük Önderin bize kazandırmak istediği ilkeleri ve kavramları özümsemek, pekiştirmek ve uygulamak yerine, maalesef, lafazan bir Atatürkçülük söylemiyle,  onları unutmak ve unutturmak yaşam tarzı haline geliyor ve gelmiştir de.

Çocuk işçiliğinin önlenmesi konusunda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına büyük sorumluluklar düşmektedir. Bakanlığın, çocuk işçiliği konusunda, daha önce imzaladığımız iki Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmesinin uygulanması ve izlenmesiyle ilgili çalışma ve yapılanmaya hız ve etkinlik kazandırmasını diliyoruz. Buradaki amaç, uzun vadede çocuk işçiliğinin tümüyle sona erdirilmesi, kısa vadede ise, çocukların çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve bu konudaki mevzuata uyulmasının sağlanması olmalıdır.

Sözlerimi bağlarken, çocukların, en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmasında, yoksulluğun ortadan kaldırılması, sosyal adaletin gerçekleştirilmesi ve temel eğitime önem verilmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyor ve tekrar, sizleri saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Karaca.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum :

KÖTÜ ŞARTLARDAKİ ÇOCUK İŞÇİLİĞİNİN YASAKLANMASI VE ORTADAN
KALDIRILMASINA İLİŞKİN ACİL ÖNLEMLER SÖZLEŞMESİNİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - Uluslararası Çalışma Örgütünün 1999 yılında Cenevre'de yapılan 87 nci Genel Konferansında kabul edilen 182 sayılı "Kötü Şartlardaki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi"nin onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Mehmet Zeki Çelik; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Efendim, bu vesileyle özür diliyorum; bir evvelki, KİT'lerle ilgili kanun tasarısında sehven oldu.

FP GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Estağfurullah efendim.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; 457 sıra sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerine Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizde yaşanan sosyoekonomik dengesizliklerden, özellikle son on yılda yaşanan göçten, en az 2 milyon çocuğun etkilendiği tahmin ediliyor. Yoksulluktan, özellikle kültürel ve çevresel, ahlakî kirlenmeden olumsuz yönde en fazla etkilenen grubun çocuklarımız olduğu bir gerçektir. Batı toplumlarının en önemli sosyal yarasının, bölünmüş aile sendromu ve ona bağlı olarak ortaya çıkan korunmaya muhtaç çocuklar olduğu görülmektedir. Ülkemizde de, son yıllarda, 20 milyondan fazla çocuk fakirlik sınırının altında yaşıyor, 10 milyon kadar da korunmaya muhtaç çocuk var.

Değerli arkadaşlar, 100 000 civarında sokak çocuğu olduğu düşünülür, her gün bu sayının süratle arttığı kabul edilirse, ne kadar büyük bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu kolayca anlayacağız. Dikkatinizi çekiyorum, günde 100'den fazla çiftin boşandığı, yılda 2 000 civarında intihar olayının meydana geldiği ve bu intihar olgularının, ilköğretimdeki çocuklarımızda ve okul sıralarında da vuku bulduğu göz önüne alınırsa, şiddet ihtiva eden müstehcen yayınların tamamen kontrolsüz yayımlandığı ülkemizde, bu tabloyu görmezlikten gelmemiz, telafisi imkânsız sonuçlar doğuracaktır.

Bütün bu olumsuzlukların ortadan kaldırılması, başta hükümet olmak üzere, Parlamentoya görev olarak düşmektedir.

Tabiî ki, bu sorun, sadece Türkiye'nin sorunu değildir; dünyanın birçok ülkesinde de, bunlara benzer sorunlar yaşanmaktadır.

Değerli arkadaşlar, küreselleşmenin etkisi ve dünyadaki sert rekabet koşulları, özellikle, bir taraftan işsizliği ortaya çıkarırken, diğer taraftan işçilik maliyetlerinin düşürülmesi gibi sonuçlar doğurmaktadır. Sonuçta, bunun bedelini de, çalışan çocuklar ödemektedir. Özellikle, çocuk emeğini kullanmak, ucuz işçilik, sigortasız çalıştırmak, çocukların kayıtdışı çalışmaya daha müsait bir yapıda olmaları, maalesef, çocuk işçi çalıştırmayı cazip hale getiriyor.

Aslında,  çocuk işçiliğiyle mücadelede yasal mevzuat yeterlidir; ancak, her konuda olduğu gibi ülkemizde, pratik ile mevzuat, maalesef, bazen birbirine uymuyor.

Değerli milletvekilleri, çocuk işçiliğini gündeme getirmenin ve bu sorunu ortaya koymanın iki temel kaynağı var. Birincisi, adaletsiz gelir dağılımı, yoksulluk, beraberinde çalışma standartlarını düşürüyor ve işçilik konusunda kalite ve verimliliği düşünemeyen ucuz emek sömürüsü gündeme geliyor ve bu noktada, elbette, ilk akla gelen de, çocuk emeği oluyor. Diğer husus da, Türkiye'de iş güvenliği bir lüks olarak görülmektedir; oysa, iş güvenliği, çocuk işçiliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Siz, eğer, kaşını gözünü beğenmediğiniz için, keyfî bir şekilde, çalışan anneyi, babayı sokağa koymuşsanız, kapının önüne koymuşsanız, o insanlar hayatlarını sürdürmek için iş bulmak mecburiyetinde olduklarından, kendileri çalışamayınca çocuklarını çalıştırmak durumunda kalıyorlar. Çocuğu eğitimden alıkoymakla kalmıyor, onun emeğinin de sömürülmesini sağlıyorsunuz ve o sömürülmeyle birlikte, birilerinin semirilmesini temin etmiş oluyoruz.

Çocuk işçiliğine, öncelikle insan hakları açısından bakmalı ve çocuk emeğinin ortadan kaldırılmasını sağlayacak politikalar üretmeliyiz. Çocukların, hem bedensel hem ruhsal ve sosyal açıdan gelişebilmeleri için, en önemli gelişme çağında bulundukları 15-18 yaşına kadar olan dönemde, belirli koruyucu önlemlerle yaşam alanlarına adım atmaları gerekmektedir.

Son bir iki gün içinde, basında yer alan ve afla hapisten çıkan iki gencin dramı anlatılmaktaydı. Bunlar, 14 yaşında oto hırsızlığıyla hapishaneye girmiş ve bu aftan yararlanarak çıkmış. Dört yıldır hapiste olduğunu; ama, arabalara olan tutkusu yüzünden, tekrar bu suçu işlediğini ve tekrar içeri girdiğini ifade ediyor. Tabiî, burada, işin sosyal boyutunu iyi takdir etme ve iyi tahlil etme durumunda olduğumuzu ifade etmemiz lazım. Adil olmayan gelir dağılımı, televizyon ve medyadaki görüntüler, bir avuç insanın akıl almaz yaşantıları ve bunların dışa yansıyan görüntüleri, işte, maalesef, insanları bu hale sokmakta ve Taksim'de, yılbaşı gecesindeki otel taşlama olayları da buradan kaynaklanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu çocukların 18 yaşına kadar olan gelişmelerini sağlıklı tamamlayabilmeleri için, onların ezilmesini, sömürülmesini, eğitimden uzak kalmalarını hoş görme lüksümüz ve şansımız yoktur. Bu ülkenin en büyük serveti insan kaynağıdır. Kendi nüfusunu, kendi gençliğini, kendisinin en önemli servetini sömüren bir toplumun, ekonomik ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirmesini beklememiz mümkün değil. Çocuk emeğinin sömürülmesi, bir ulusun kullanabileceği en pahalı işgücüdür.

Değerli arkadaşlar, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Devlet İstatistik Enstitüsünün yaptığı araştırmalara göre, 11 milyon çocuğumuzdan 4 milyonu işçidir. Dolayısıyla, aynı yaşta 11 milyon insan varsa, bu 11 milyonun 4 milyonu da çalışıyorsa, Türkiye çok ciddî bir sorunla karşı karşıya demektir. Bunun önlemini almamız lazım ve bu konuda hepimize büyük mükellefiyetler düşüyor.

14-19 yaş arası gruba baktığımız zaman, iş kazası ve meslek hastalığına yakalanan çocuklarımızın sayısı 4 257'dir. Demek ki, işgücü olgusu, aslında, Sosyal Sigortalar Kurumu istatistiklerine de yansımıştır.

Değerli milletvekilleri, yaşanan ekonomik olumsuzluklar, işten çıkarmalar sebebiyle, tabiî ki, yaşanan büyük bir işsizlik var. Bilhassa, bu sıkıntılardan özel sektör de kendine düşen payı almış ve onlar da, maalesef, bu konuda ya işletmelerini küçültmek veya işçi çıkarmak yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla, burada büyük bir problem ve sosyal bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. İşsizler ordusunun dağ gibi büyüdüğü, her gün yakıcı bir şekilde önümüzde önemli bir sorun olarak durduğu bir dönemde bu insanların iş bulma şansı da imkânsız görünmektedir. Bunlar, çocuklarını da çalıştırmak zorunda kalacaklar, kendileri de ilave işlerde ve ilave mesailer yaparak çalışacaklardır. Sanayide çalıştıracak, süflî işlerde çalıştıracak; bu şekilde, aile bütçesine katkıda bulunmaya zorlayacaktır.

Tabiî, bu işsizlik sorunu nereden kaynaklandı derseniz, maalesef, gelmiş geçmiş bütün siyasî iktidarların zaaflarından kaynaklanmaktadır; ama, şunu da ifade etmek lazım ki, bilhassa Fazilet Partili belediyeler başta olmak üzere, Türkiye'deki birçok belediyenin sokaklarda çalışan çocuklarla ilgili hassasiyetlerini ve onları iş sahibi yapma, onlara kol kanat germe konusundaki çalışmalarını teşekkürle burada ifade etmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bu kanun olumlu bir çalışmadır. Ümit ederiz ki, uygulama alanı bulsun. Bu vesileyle, Fazilet Partisi olarak olumlu oy kullanacağımızı ifade ediyor, saygılar sunuyor, hayırlı akşamlar diliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim.

Şimdi, söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya'da.

Buyurun. (DYP ve DSP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmama başlamadan önce, bugün, vatanı için, ülkesinin millî birlik ve bütünlüğü için canlarını seve seve feda eden aziz şehitlerimiz, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve onun yakın mesai arkadaşı olan 5 şehit polisimizin ruhlarının şad olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum.

Bugün, ülkemizin, birlik ve beraberlik içinde, huzur ve güven ortamında aşamayacağı hiçbir engel yoktur. Her şeyden önce en büyük başarı, huzur ortamında, ülkenin güvenlik ve asayişinin sağlandığı anlarda -hepimizin dikkatinden kaçmayan bir husus var- bir ülke, kalkınma ve tırmanma hamlesinde en büyük başarıya ulaşır; ama, huzur ve güven ortamının olmadığı, yarından emin olmayan bir ülkede atılım yapmak ve ülkenin kalkınma hamlesinde başarı kaydetmek mümkün değildir.

Şuna kesin olarak inanıyor ve geçmişte o teşkilatın bünyesinde çalışan bir kişi olarak diyorum ki, hiçbir güç ve kuvvet, bu ülkeye hizmette, bize ve bugünkü teşkilatta görev alan güvenlik güçlerimize engel olamayacaktır. Ülkenin millî birlik ve beraberliği, hangi kesimden ve hangi taraftan gelirse gelsin, bütün menfur emelleri kursaklarında bırakacak ve bu ülke, mutlaka huzura kavuşacak; bütün dünyanın dikkatle üzerimize teksif etmiş olduğu 2000 yılı ile 2001 yılında, 21 inci Asırda, büyük Türkiye emeli, işte, burada yekvücut olmamızla, bölünmeden, parçalanmadan dimdik ayakta kalışımızla gerçekleşecektir. Bunun için gönül birliği yapmamız lazım, ittifak etmemiz lazım. Bunun için, yalnız güvenlik güçlerinin değil, Türkiye Büyük Millet Meclisiyle, sivil toplum örgütleriyle, halkıyla, herkes dimdik ayakta, metanetini kaybetmeden, yeise kapılmadan...

Büyük şairin dediği gibi:

"Girmeden tefrika bir millete düşman giremez

Toplu vurdukça göğüsler, onu top sindiremez." ("Bravo" sesleri, alkışlar)

Evet, bu göğüsler toplu vuracaktır. Birlik ve beraberlik, bizim yegâne hedefimizdir ve o birlik ve beraberlik şuuruyla hareket ettiğimiz zaman, hiçbir dış ve iç oyun, bizi, kesinlikle mağlubiyete götürmeyecektir.

Değerli arkadaşlar, bunu belirttikten sonra, gençlerimizin, küçük yaştaki çocuklarımızın, fakir, alil ve düşkün yavrularımızın, yalnız bizde değil bütün dünyanın sorunu olan bu meselenin üzerinde hassasiyetle durmamız gerekir.

Hiç unutmuyorum, 1984'te Amerika'da yaptığımız bir incelemede bize verilen bilgi, o zaman, 16-17 yaş arası çocuklarda uyuşturucu müptelası vardı. Uyuşturucu müptelası deyip geçmeyiniz, toplumun fevkalade önemli bir belası. Ben, dünyada beyaz zehir kadar insana yönelik olacak başka, bir tehlike düşünemiyorum. Birçok tehlike vardır; ama, beyaz zehir, özellikle küçük yaştaki yavrularımızı, insanlık düşmanı olanların bizatihi hedef olarak seçip onları iptila durumuna getirebilecekleri en korkunç tehlike. İşte o zaman 16-17yaş idi; bize verilen Amerika'daki bilgi böyleydi. 1990 yılında yeniden gittiğimizde, bizzat FBI'da bize verilen bilgi, 11 yaşa inmiş genç anneler, çocuk annelerle karşı karşıya kalınmış, son derece tehlikeli bir durum... Avrupa'da şu anda 13 yaş, Amerika'da 11 yaş, çocuk anneler.

Ha, diyeceksiniz ki, bunu niye anlatıyorsunuz; bence, bizim konumuzun, en önemli, hassasiyetle duracağımız hususlarından birisi.

Toplumda eğitilmemiş olan, ailedeki eğitimin, çevredeki eğitimin ve eğitim müesseselerindeki eğitimin neticesinde, Anayasamızın da dibacesinden, millî, ahlakî, insanî ve kültürel değerleriyle mücehhez kılınmayan o en önemli varlık... Bence, en önemli yatırım, insana yapılan yatırım. Ona yapılan yatırımda, siz, yeteri derecede görevinizi yapamamışsanız, o toplumun içinde fevkalade anormal bir tabloyla yarın karşı karşıya kalmanız mukadderdir. Onun için, bizim de, toplumumuzda, bu hususlarda, onlara yönelik olan, yavrularımıza yönelik olan konularda son derece dikkat etmemiz gerekir.

Bugün Batı'nın baş belası durumunda olan o uyuşturucu iptilasının gittikçe büyük şehirlerimizde ve kentlerimizde, özellikle okul çevrelerinde teşekkül eden tehlikeli yerlerde, kafeterya adı altındaki; yerlerde, barlarda ve buna benzer diskoteklerde o yavrularımızın böyle tehlikelerle karşı karşıya kaldığını ve işte, son birkaç yıl içinde o yavrularımızın altın vuruş adı altında ölüme gittiğini hep gördük. Bu konuda hepimizin dikkatli olması lazım.

Ne yapmamız lazım; en büyük yatırım insan yatırımıdır. Fabrikalar yapabilirsiniz, köprüler yapabilirsiniz, barajlar yapabilirsiniz; ama, en önemli yatırım olan insan unsurunu eğer iyi yetiştirmemişseniz, onlar boş bir mefhumdur, bir hiçtir; onları idame ettiremezsiniz, onları devam ettiremezsiniz. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) O sebeple, önemli olan, işte budur.

Biz, onun için, sekiz yıllık eğitim tartışılırken dedik ki, çıraklık eğitimi veren meslek okullarını zinhar devam ettiriniz; sekiz yıl değil onbir yıllık eğitim olarak yapalım, mecbur kılalım. Genç yaşta o yavrularımızın en iyi bir şekilde eğitimini sağlamazsanız, yarın büyük ihtiyaç duyduğumuz yerleri -bu yavrularımızı sonradan eğitemeyiz- ve dolayısıyla o sanayi müesseselerini, bizim kalkınma hamlemizin en büyük unsuru olan araeleman dediğimiz kalifiye elamandan mahrum bırakırsınız. Biz uygulamadan geldik; bunların ihtiyacını biliyoruz. Bu sebeple, bugün bu konularda yeteri derecede büyük başarı kaydettiğimizi söylemek, maalesef mümkün değildir; keşke mümkün olduğunu söyleyebilseydik.

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu hususta önemli olan, işte, yarının büyük emanetçisi olacak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Sayın Başkan bitiriyorum.

... ülkemizi muasır medeniyet seviyesine ulaştıracak yarının büyük kadrolarını, büyük evlatlarını, şimdiden düşünerek, şimdiden yetiştirebilirsek, yarın ki Türkiye, işte o zaman büyük Türkiye olacaktır. Doğacak medeniyet güneşi, bugünkü genç nesillerin, çocuk dediğimiz evlatlarımızın yetenekli, güçlü, kudretli ve sağlam beyinler halinde yetişmesiyle kaim olacaktır. O zaman işte çağ, Türk'ün çağı olacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çetinkaya.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Polat; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Bir taraftan, bu hükümet kanadı günlerce sabaha kadar çalışalım diye vakit uzatıyorsunuz, ondan sonra da konuşmaya geldiğimiz zaman, hemen "konuşmayın" diyorsunuz; ben, bu ikisini bir araya getiremedim. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, niye karşılıklı konuşuyorsunuz?! Ne dediğini anladınız mı?!

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Hayır.

BAŞKAN - Müsaade buyurun efendim.

Sayın Polat, buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkanım, şimdi, bizim konuştuğumuzu anlaması için, karşı tarafın dinlemesi lazım.

BAŞKAN - İyi de, ben de onu söyledim efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) - Bir şeyi anlayamadım, evvela bunu bir söyleyeyim: Bizim üniversite yıllarımızda, 1965-1970'li yıllarda, sosyaldemokratlar, böyle forumlara gitmekten, forumlarda konuşmaktan, o Behice Boranları, Sadun Arenleri, rahmetli Muammer Aksoyları çağırıp... Böyle büyük bir figanla konuşurlardı; fakat, nedense, iktidar olduktan sonra öyle bir sessizleştiler ki, nerede bir konuşma desek, hemen susuyorlar; yeter ki konuşmayın, ne yaparsanız yapın, yeter ki konuşmayalım, halkın içine çıkmayalım...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Biz konuşmuyoruz, icraat yapıyoruz.

ASLAN POLAT (Devamla) - Bu korku niye sosyaldemokratlar?! Bunun ne sebebi var biliyor musunuz; son yıllarda, sizin fikrinizle zikriniz birbirini tutmadı. Muhalefette konuştuğunuz laflarla, sosyaldemokrat idealleriniz ile iktidarken burada yaptığınız icraatlar birbirini tutmadı; tutmayınca da, konuşmaktan, tartışmaktan korktunuz. (DSP sıralarından gürültüler)

Bakın şimdi, bakın, ben size bir şey söyleyeyim; bakın, siz öyle konuşuyorsunuz; nasıl konuşuyorsunuz; gece saat 11'de, Maliye Bakanlığının bir kanun tasarısını buraya getiriyorsunuz; 41 inci maddeye geliyorsunuz -gece saat 3, herkes yatmış- bir de bakıyorsunuz, kanun tasarısında, 68 trilyon lirayı -8 tane petrol şirketinin borcunu- hemen, Devlet Bakanlığına aktarıyorsunuz; oradan, o borcu siliyorsunuz; ama, bir taraftan da, gelip de, bir işçinin, bir köylünün, bir memurun borcunu silelim dediğimiz zaman, o teklifi şahıs olarak veriyorsunuz, gündemde 218 inci maddeye alıyorsunuz; Danışma Kuruluna geldiği zaman da, konuşmayı hiç oraya çekmiyorsunuz, orada öyle duruyor. Bütün muhtarları, Erzurum'dan getirip buraya topluyorsunuz; ama, hiç kimsenin derdine deva olmuyorsunuz. Onun için, ben size bir şey söyleyeyim... (DSP sıralarından gürültüler) Hiç konuşmayın, bakın, beni dinleyin.

BAŞKAN - Dinleyin efendim...

ASLAN POLAT (Devamla) - Benim size anlattığım lafların her biri gerçektir.

Şimdi bakın, ben size tekrar devam edeyim. Konumuz, en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin yasaklanması ve ortadan kaldırılması için acil eylem planının onaylanması. Ülkemizde, son yıllarda, çocuk işçiliğinde bir büyük hata da, bu küçük çocukların şarkıcı olarak öne çıkarılmaları ve bunların içkili gazinolarda çalıştırılması, bilhassa çocuklara olumsuz örnek olmaktadır. Yine, ülkemizde, bozuk gelir dağılımı sebebiyle, bilhassa, İstanbul'da, yüzde 1'lik bir kesim, o bölgedeki paranın yüzde 29'unu almakta ve büyük bir meblağ kazanan bu kesimin hayatları, televolelere konu olmakta. Televizyonu açtığınız zaman, bütün televoleler, bütün eğlence programları, o birkaç bin kişinin barlardaki, kulüplerdeki eğlencelerini, çok büyük bir zevkmiş gibi göstermekte; ama, diğer taraftan da, bizzat Kamu-Sen'in ve diğer bütün sendikaların araştırmasına göre açlık sınırının 200 milyon lira olduğu ülkemizde, 103 milyon lira asgarî ücret tespit ediyoruz. Şimdi, 103 milyon lira asgarî ücret alan bir ailenin çocuğu, o muhteşem, o depdebeli hayatı görünce imreniyor; imrendikten sonra da, artık, o çocuk için, fuhuş deseniz, beyaz zehir ticareti deseniz, ne deseniz, bunların önünü alamıyorsunuz. Bunları önlemenin bir tek yolu, ülkemizdeki kültür erozyonunu önlemektir.

Şimdi, yine, son yıllarda, aile yapısının değişmesi, kentleşme, gençlerin şehirlere göçü gibi etkenlerle, çocuklar, işsiz kalmakta veya içkiye alışmakta ve bunlar, para bulamayınca da, tiner ve tutkal koklamakta ve bu yönde uyuşturulan bu çocuklar, her türlü suça teşvik edilerek, hazır hale getirilmektedirler. Bunların önlenmesi için de, en büyük özelliği, çocuk işçiliğinin yasaklanması, böyle, kanunlarla olmaz. Herkese ciddî bir işyeri açarsınız, aileler, burada ciddî ciddî iş yapacak işyerleri bulurlar ve Türkiye'deki millî geliri de 2 900 dolardan, 30 000 dolara çıkardığımız zaman, o ailelerin çocukları yanlarında kalır ve o çocukları da, bu tip sıkıntılardan kurtarabiliriz.

Şimdi, gelip, 18-20 yaşına kadar çocuklar ailelerinin yanında kalsınlar, burada okullarını okusunlar, burada eğitim alsınlar diyoruz. Kim, çocuğunu... 10 yaşında, 15 yaşında çocuk, eğlenmek dururken, evde anasıyla oturmak dururken, gece sabahlara kadar kapıda boyacılık yapıyor ve bir şey yapmak istiyorsa, bunu, bir boşluktan, işsizlikten ve açlıktan dolayı yapmaktadır.

Şimdi, bu hükümet, sosyaldemokratların hâkim olduğu bu hükümet, asgarî ücreti 6 ayda yüzde 8 artırırken, bono faizlerinde 1 yıllığa yüzde 67, 6 aylığa yüzde 34 zam verdiniz; dolar bazında yüzde 40 zam veriyorsunuz ve verdiğiniz bu insanlar, alıyorlar o paraları, gidiyorlar televolelerde... Mankenlerin o debdebeli hayatlarını akşama kadar televizyon da gösteriyor. Bunu gören fakir aile çocuklarını da, siz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN GÜLAY (Manisa) - Sayın Başkan, eksüre verin...

BAŞKAN - Efendim, vereceğim... Bir dakika... Ama, biliyorsunuz, borç yiyen, kesesinden yer... Demin, siz...

Buyurun Sayın Polat.

ASLAN POLAT (Devamla) - Sağ olun Başkanım.

Biz şunu diyoruz: Televoledeki o çocuklar da sizin çocuklarınız; ama, Türkiyemizde 15-20 milyon çocuk daha var, onlar da bizim çocuklarımız. Birileri sabaha kadar gece kulüplerinde eğlenirken, diğerleri çöplükten ekmek topluyorsa, o çocukları düşünmek zorundasınız. Ondan sonra da, biz onları ağır işte çalıştırmayalım diye, kanun getiriyorsunuz!.. Kanunlara karşı olduğumdan değil; ama, bunların yolu, o çocuklar için, adam gibi çalışacakları işyerlerini açmak, babalarını analarını çalıştırmak, o çocukların da çocukluğunu, gençliğini yaşayacak bir hayatı sağlamaktır diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA YAKUP BUDAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli üyeler; En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine Grubum ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, uluslararası sözleşmeler, üzerinde büyük bir mutabakatla Meclisimizden geçmektedir, bundan dolayı da büyük bir mutluluk duyuyoruz. Tabiî ki, kanunların, tasarıların, özellikle uluslararası sözleşmelerin Meclisimizce yasalaştırılması, Türkiye'nin dünyadaki görüntüsü, imajı ve uluslar alemindeki yerinin güçlenmesi açısından oldukça olumlu bir durumdur. Ondan daha önemli olan konu ise, yasaların çıkarılması, sözleşmelerin, anlaşmaların çıkarılmasından daha önemli bir konu ise, o yasaların, o sözleşmelerin uygulanacağı ortamın hazırlanması ve "biz, bu sözleşmeyi onayladık ama, bu sözleşmeyi yürüteceğimiz sosyal ortamı da hazırladık" diyebilmektir. İşte bu noktadan baktığımız zaman, ILO Sözleşmelerinden doğan şartları yerine getirip getirmediğimiz noktasında, uluslararası teşkilatların raporlarında, gerekse Türkiye'de çalışma hayatını düzenleyen, çalışma hayatını takip eden sendikalarımızın raporlarında görüyoruz ki, bu anlaşmalar, sözleşmeler onaylanıyor; ama, gereklerinin yerine getirilmesi noktasında çok ciddî sıkıntılarımız var. Bu sıkıntıların temelinde, elbette, Türkiye'de ve yeryüzünde egemen olan medeniyetin de etkileri vardır. Yeryüzünde egemen olan medeniyet, insanlığa maddî bir refah getirmiştir, teknolojik bir büyüklük getirmiştir, rahatlık getirmiştir; ama, maalesef, bu teknolojik rahatlıkla maddî refahın altından kalkamayacağı kadar da büyük sorunları ve sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Bunun temelinde, bu uygarlığın, bu medeniyetin hastalıkları, eksikleri yatmaktadır; çünkü, bu medeniyetin temelinde "nasıl kazanırsan kazan, nasıl yaşarsan yaşa, kazanmak için, yaşamak için her şey mubahtır" felsefesi yatmaktadır. Dolayısıyla, bu medeniyetin hâkim olduğu ortamda, insanların maddî çıkarları, şahsî çıkarları ve aynı zamanda da hırsları egemen olmaktadır ve bu medeniyetin egemen olduğu dünyamızda da, sözde Amerika, diyelim ki böyle bir anlaşmayı onaylıyor, Birleşmiş Milletlerin, ILO'nun sözleşmelerini onaylıyor; ama, bugün, Irak'ta uygulanan ambargodan dolayı 1 milyon çocuk ölme aşamasına gelmiş, 500 bin çocuk da ölmüştür ilaçsızlıktan, bakımsızlıktan ve gerekli tedavi yapılamamasından dolayı.

Şimdi sizlere soruyorum: 500 bin çocuğun ölümüne, 1 milyon çocuğun sakat kalmasına sebep olacak o uygulamayı yapan insanlar, böyle bir sözleşmeyi onaylamış olsalar ne çıkar, onaylamamış olsalar ne çıkar? Türkiye de bu suça iştirak etmiştir Irak'taki ambargoya uymak suretiyle, Amerika'nın safında yer almak suretiyle.

Şimdi sizlere soruyorum: Bu ambargonun uygulanmasından dolayı, eğer, Irak'ta 500 bin çocuk gıdasızlıktan, ilaçsızlıktan ve bakımsızlıktan dolayı ölmüşse, 1 milyon çocuk sağlıksızlıktan dolayı hastalıkta kalmışsa, bunun vebalinde, acaba bu anlaşmaları, sözleşmeleri imzalamamızın ne anlamı vardır?

Elbette, bizim medeniyetimizin, bizim inancımızın ve kültürümüzün temelinde insana, sadece insana değil, hayvanlara, hatta tabiatta olan bütün canlılara ve cansızlara şefkat ve merhamet anlayışı vardır. İşte, yeryüzündeki egemen uygarlık, bu şefkat ve merhamet anlayışından uzak kaldığı için, bugün, yeryüzü bin bir türlü sıkıntıyla karşı karşıya kalıyor.

Şimdi, sizlere sormak istiyorum: Batı'daki sosyal problemleri -bazı arkadaşlarımız küçümseyebilirler- aile yapısı korunmadan, toplumsal dayanışma gerçekleştirilmeden, birtakım sözleşmelerle, çıkarılacak yasalarla çözmek mümkün değildir. Bugün, çocukların en çok istismar edildiği ve tacize uğradığı bölge, Avrupa ve Amerika'dır. Niye diyeceksiniz; bugün, Fransa'da doğan çocukların yüzde 40'ı gayrimeşru ilişkilerden, nikâhsız ilişkilerden doğmuştur. Yine, İskandinav ülkelerindeki çocukların büyük bir bölümü -yüzde itibariyle yüzde 50'ye varıyor- gayrimeşru ilişkilerden doğmuştur.

HASAN AKGÜN (Giresun) - Nereden biliyorsun sen yahu?!

YAKUP BUDAK (Devamla) - Şimdi, sizlere soruyorum: Böylesine uygar bir dünyada, toplumun yüzde 30'unu, yüzde 40'ını, yüzde 50'sini böyle çocuklar oluşturuyorsa, siz, bu çocuklara, ahlakî değer olarak ve kendi ruhî ve psikolojik gelişmelerini değerlendirmeleri açısından, uygarlık olarak ne sunmuş oluyorsunuz?

Size soruyorum: Belki anasının kim olduğunu biliyor; ama, babasının kim olduğunu bilemeyen, hayat boyu da çözemeyecek olan çocuğun birtakım psikolojik rahatsızlıklarla müptela olması, toplumun başına dert açacak  birtakım sıkıntıları beraberinde getirmesi elbette kaçınılmazdır. Onun için benim ifade etmek istediğim şudur: Sadece yasaları ortaya çıkarmak yeterli değil, sadece sözleşmeleri onaylamak önemli değil, aynı zamanda sağlıklı toplumun, sağlıklı çocuk gelişiminin sağlanabileceği sosyal ortamın, refah ortamının sağlanması da gereklidir; yoksa, yapılacak anlaşmalar ve sözleşmeler, kâğıt üzerinden başka bir yere gidecek değildir.

Çocuklar, aile yuvamızın, dünyamızın çiçekleridir; serbestçe gelişsinler, büyüsünler dedik ve bunun için de birçok yasalar çıkardık. Belki de, insanlık tarihinde, çocuklarına bir bayramı bahşeden bir ülkeyi de birlikte kurduk; ama, acaba, o 23 Nisan bayramlarında, sabahın saat 8'inde, 9'unda, ayağında çorap olmadığı, giyecek kazağı olmadığı için yağmur altında tir tir titreyen çocuklara, o bayramı anlatabilecek ruhu, aşkı, şevki, bu cumhuriyeti sevdirecek aşkı verebildik mi?! İşte, önemli olan, o çocuklara, yaşayarak, duyarak, onu verecek sosyal, siyasal bir ortamı, özgürlük ortamını, her şeyden ve her şeyden önce insanca yaşayabilecekleri bir maddî ortamı da sağlamak he-pimizin vazifesidir.

Arkadaşlarımız ifade ediyorlar; en büyük yatırım, insana yapılan yatırımdır; doğrudur. İnsanın eğitimi için yapılan binalara yatırım yapabilirsiniz, gelişmesi, yemesi, sağlığı için binalara yatırımlar da yapabilirsiniz... Bugün, Avrupa'da ve ABD'de çocuk başına yıllık eğitime harcanan para 6 bin dolar civarındadır; ama, en fazla uyuşturucuya müptela olan, çocuk ve gençlik çağlarında en fazla intihara teşebbüs eden topluluk da Avrupa'dan çıkmaktadır. Bu çocukların eğitimi için büyük pa-ralar harcandı; ama, ruhî gelişmelerini sağlayacak, manevî yönlerini sağlayacak, temin edecek gelişmeler sağlanamadığı için kendilerini bir girdabın içerisinde buluyorlar, intihara doğru sürükleniyorlar. 20 nci Yüzyıl, çocukların ve gençlerin en fazla intihar ettiği bir çağ olmuştur. Bunun üzerinde elbette dikkatlice durulması ve kendi toplumumuzda da birtakım tezahürlerini gördüğümüz gelişmeleri önleyecek tedbirleri şimdiden almamız da kaçınılmazdır. 

Elbette bu sözleşmelerin onaylanması -inşallah- bunların gelişmesi için güzel bir vesile olacaktır diye düşünüyorum. Şimdi, arkadaşlarımızca, bu olaylar bir hikâye gibi anlatılıyor, yeryüzünde 250 milyon çocuk çalışan var denildiğinde de, sanki başkalarının çocukları gibi düşünüyoruz.

Şimdi sizlere sormak istiyorum: Sizin uygulamış olduğunuz istikrar programları, bu ülkede yaşayan çocukların maddî refahlarını, sosyal refahlarını ve uygulamış olduğunuz eğitim politikaları, çocuklarımızın ruhsal ve psikolojik, manevî gelişmelerini hangi yönde etkilemiştir; acaba kendi kendinize soruyor musunuz? Sormanıza da gerek yok, gazete sayfalarını çevirdiğiniz zaman, televizyon ekranlarındaki hadiseleri izlediğiniz zaman tablonun Türkiyemizde ne olduğunu sizler de bizler de acı acı seyrediyoruz, neler olmuş diye de kendimize sormadan edemiyoruz.

İktidarıyla muhalefetiyle, bütün Parlamento, Türkiye'nin gençliği için, Türkiye'nin çocukları için bir şeyler yapmak mecburiyetindedir; ama, istikrar programlarının uygulandığı bütün ülkelere bakın -Brezilya'ya, Arjantin'e, Meksika'ya- oralarda bu istikrar programlarının en büyük darbesini yiyen, en büyük sancısını çeken çocuklardır. Sizlerin uyguladığı politikalarla, maalesef, böyle bir yöne gitmişsiniz. Ailedeki serbestçe geçinecek rakamları o ailelere temin etmeden aile bağlarını ve ailenin yapısını güçlendirmek mümkün değildir.

BAŞKAN - Sayın Budak, toparlayın lütfen.

YAKUP BUDAK (Devamla) - Birtakım arkadaşlarımız tereddüt edebilirler. Elbette, Türkiye'deki aile yapısı diğer ülkelere göre, birçok çağdaş ülkelere göre oldukça güçlüdür. Zaten, Türkiye'yi ayakta tutan Türkiye'nin maliyesi değildir, altını çizerek ifade ediyorum, üniversiteleri de değildir, sanayisi de değildir, ülkemizi ayakta tutan bizim sağlam aile yapımızın, inançlarına saygılı bir aile anlayışımızın olmasıdır.

İşte, bunları muhakkak surette gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu yasaları uygulayabileceğimiz sosyal ortamı meydana getirmek hepimizin görevi ve çocuklarımıza yapabileceğimiz en büyük hizmetimiz olacaktır diyor; bu vesileyle, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Polat?..

ASLAN POLAT (Erzurum) - Konuşmayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Madde üzerinde başka söz isteyen?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde gruplar adına söz isteyen?..

AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, Grup adına söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın miletvekilleri, bu tasarı için açık oylama yapılacaktır.

Arz ederim

Fazilet Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Avni Doğan; buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, dün Diyarbakır'da gerçekleştirilen korkunç terör eylemini, Fazilet Partisi ve şahsım adına kınıyorum. Şehit Emniyet Müdürümüze, şehit polislerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Ailelerine ve büyük Türk Milletine başsağlığı diliyorum.

Son günlerde, hepimizin, bütün milletimizin dikkatini çekmiştir, özellikle emniyet teşkilatımıza, güvenlik görevlilerimize karşı ardı ardına saldırılar olmaktadır. Öyle zannediyorum ki, bu dört hafta içerisinde, bu, dördüncü saldırıdır ve son yılların en büyük terör olayıdır.

Tabiî, bunu basit bir terör olayı olarak görüp geçme endişesi, beni, burada, bu konuyu konuşmak zorunda bıraktı. Türkiye'nin içerisinde meydana gelen, özellikle emniyet görevlilerini hedef alan bu terör eylemleri gerçekleşirken, Türkiye'nin dışında da, belli Batılı ülkelerde, Türkiye ve Türk Milleti aleyhine, Türk Milletini mahkûm edecek çok acı kararlar alınmaktadır.

Türkiye'nin içerisinde gerçekleşen bu terör olaylarıyla, bu kanlı olaylarla, bu Türkiye düşmanı, Türk düşmanı, Türk Milleti düşmanı olaylarla, Fransa'da, İngiltere'de, İtalya'da gerçekleştiren gene, Türkiye'yi, Türk tarihini, Türk Milletini hedef alan olaylar arasında çok doğrudan bağ olduğunu bilmek zorundayız. Hatırlarsınız, PKK terörü başladığında, bir köye baskın düzenlenip dört beş vatandaşımız öldürüldüğünde, çok basit bir terör olayı olarak algılanmıştı. O zamanki siyasî iktidar tarafından çok basit bir terör olayı olarak nitelendirilip, çok kısa zamanda bitirileceği söylenmişti. Tabiî, olay, öyle görülüyordu; ama, olayın arkasındaki uluslararası güçler, olayın arkasındaki komplike planların, programların kimse farkında değildi. Ne garip bir tecellidir ki, ilk PKK terörü gerçekleştiğinde de, Fransa'da, İtalya'da, Amerika Birleşik Devletlerinde Türkiye aleyhine Ermeni meselesi konuşuluyordu. Şimdi, son olay, dilerim, inşallah, yeni bir terör dalgasının Türkiye'deki başlangıcı olmaz.

Elbette, Türkiye güçlü bir ülkedir, büyük bir ülkedir; Türkiye'yi hiç kimse, hiçbir güç, hiçbir dış güç, hiçbir iç güç terörle, zulümle, kalleşlikle yıldıramaz; Türkiye'ye gücü yetmez. (FP ve MHP sıralarından alkışlar) Bu olaylar Türkiye'ye pahalıya mal olabilir, ekonomik açıdan pahalıya mal olabilir, birtakım evlatlarımızın canına mal olabilir; ama, herkes bilmeli ki, zaten, Türk insanı, Türk Milleti, bu ülke için, gerektiği zaman şehit olmak için yaşar. Her Türk vatandaşı bunun bilincindedir; ama, burada, siyasete düşen görevler vardır. Değerli arkadaşlar, iktidar-muhalefet bu konuda bir bütün olmalıyız, bütün millet tek yumruk olmalıyız, bu meselenin üzerine gitmeliyiz. Nereden geliyorsa, hangi mihraktan geliyorsa, hangi anlayıştan, hangi zihniyetten, hangi ideolojiden geliyorsa gelsin, bu konunun üzerine gitmeliyiz. Anamuhalefet Partisi olarak şunu söylüyoruz, bu konuda hükümetin alacağı her türlü tedbiri kayıtsız şartsız destekleyeceğiz. (Alkışlar)

Şimdi, çocuklarla ilgili uluslararası bir sözleşmeyi konuşuyoruz. Ben, tasarıyı okudum: Çocukların en kötü biçimde çalıştırılmasını yasaklayan bir sözleşme, çocukların köle gibi alınıp satılmasını, birtakım pazarlarda kullanılmasını yasaklayan bir sözleşme; bu, zaten, bizim ülkemizde yok; çocukları, öyle köle gibi alıp satmak, köle gibi çalıştırmak Türk Milletinin karakterinde yok. Eğitim eksikliğimiz var, ekonomi eksikliğimiz var, birtakım sıkıntılarımız var; ama, o sözleşmede olan ilkelliklerin hiçbiri ne bizim insanımıza yakışır ne bizim milletimize yakışır; bunlar, bizim ülkemizde yok; ne kadar fakir olsak da, olmayacaktır; buna eminim; ama, bize düşen görev, çocuklarımıza, gelecekte, bir refah toplumu bırakmak, güzel bir Türkiye bırakmaktır. Atalarımızın bize bıraktığı bu güzel ülkeyi, daha güzel Türkiye olarak, çocuklarımıza bırakmak zorundayız. Bunun için de, Türkiye'nin üzerinde bu günlerde oynanan bu komplike oyunlara karşı, Meclis olarak, hükümet olarak, muhalefet olarak, sözün kısası, millet olarak, çok ciddî önlemler almak zorundayız. Türkiye, her meselesini bir kenara bırakıp, bu meselenin üzerine gitmelidir. Bizim, bugün, bir millî mutabakata ihtiyacımız var.

Maraş'ta bir söz var "fakirlik kırk gün, o da geçer" derler. Ekonomik sıkıntılar geçer, ideolojik anlaşmazlıklar bir gün biter; ama, Türkiye'nin üzerine belli mihraklar tarafından oyunlar oynanıyorsa, o ülkeyi idare edenler, o ülkenin iktidarı, muhalefeti, siyasetçisi, eğitimcisi, devlet kurumları bu işin farkında değilse, işte bu geçmez, işte bunun altından kalkılmaz; bu, çok büyük yaralar açar. Biz, bunun farkındayız, millet olarak farkındayız; ama, siyaset olarak, siyasetçiler olarak, açık ve net söylüyorum, bugünkü hükümeti suçlamıyorum, hiçbir siyasî partiyi suçlamıyorum; ama, bu tür durumlara karşı bizim siyasî yapımız inanılmaz bir hantallık sergiliyor; bu hantallıktan vazgeçmek durumundayız. Bu olayların üzerine gitmek durumundayız. Siyasî çıkarları bir kenara bırakmak zorundayız. Partiyi, particiliği bir kenara bırakmak zorundayız. Bütün ideolojileri bir kenara bırakmak zorundayız. Türkiye'yi, dış düşmanlarına karşı, iç düşmanlarına karşı, kışkırtıcılara karşı, provokatörlere karşı dimdik ayakta tutmak zorundayız; buna ihtiyacımız var. Yüce Meclisin, bu milletin kalbi olan, bu milletin geleceği olan, bu milletin istikbalini emanet ettiği bu Yüce Meclisin, bu konuya en kısa sürede bir çözüm getireceğine inanıyor, iktidar, muhalefet, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Madde üzerinde şahsı adına Sayın Aslan Polat, buyurun Sayın Polat.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Şimdi, En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının son maddesi nedir: "Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür." Peki, bu kanunu Bakanlar Kurulu nasıl yürütecek; bunun üzerinde iki kelime söylemek istiyorum, o da şu: Eğer Türkiye'de birtakım çocuklar normal aile çocukları gibi ailelerinin yanında kalamıyor, eğlenemiyor, okuyamıyor; ama, gece geç saatlere kadar ya bir sanayi sitesinde ya bir tamir atölyesinde çalışıyor ya da bir sokakta yatıyorsa bu çocukları oraya iten sebepleri de şöyle bir düşünelim.

Bakın, bugün Plan ve Bütçe Komisyonundan yeni aldığım bir tablo var, okuyacağım size. Şimdi, burada, hükümetin, 18.12.200 tarihinde IMF'ye verdiği ikinci taahhüt var. Burada ne diyor? IMF'ye diyor ki: TEAŞ tarafından satılan elektriğin kilovat başına ortalama fiyatı 4,5 senttir. Alıp bunu TEDAŞ'a verdiği fiyat, 4,5 sent... Peki, bu 4,5 sente TEAŞ bu elektriği alırken, kendisi üreticiden kaça alıyor; bu çok önemli? Bakın, bunu anlatayım size ben. Şimdi, burada deniliyor ki: 1993 senesinde -önemli değil- bir anlaşma yapılmış, elektrik santralı, bir bakan ve bu, 1999'da üretime geçmiş. 1999'da üretime geçinceye kadar, sözleşmeye göre, sabit ve değişken giderler yıllık yüzde 4,6'yla, sözleşme imza tarihinden ticarî işletme tarihine kadar eskale edilmektedir, yakıt gerçekleşen değer alınmaktadır; ticarî işletme tarihinden itibaren sadece değişken giderler eskale edilmektedir.

Şimdi, işin önce şu tarafını anlatıyorum: 1993'te mukavele yapılıyor ve 6,853 sent toplam olarak biz senden elektrik alacağız deniliyor; fakat, bu, altı sene sonra, 1999 senesinde işletmeye açıldığı için, altı sene boyunca, buna Amerikan tüketici fiyatından eskale edile edile, 10,649 sente biz şimdi oradan elektrik alıyoruz. Kim alıyor; TEAŞ alıyor, 10,649 sente elektrik alıyor; fakat, kendisi, bunu 4,5 sente TEDAŞ'a satıyor. Aradaki farkı kim sübvanse ediyor, TEAŞ ediyor. TEAŞ edince, Dünya Bankası, kalkıp, sizin bu mantıkla, yılda 1,5 milyar dolar, on yıl, 2010 yılına kadar -her sene de- 15 milyar dolar zarar edersin diyor. Kime diyor; TEAŞ'a diyor. Bunun için, biz kalkıyoruz, hükümetler kalkıyor, önerge veriyor, oy veriyor, bunu veriyor...

Bakın şimdi, başka bir tane daha var. Yine, 1993'te mukavele yapılmış, 1999'da işletmeye geçmiş. 10,655 sente elektrik alınıyor. Bir tanesi var; 1993'te yapılmış, 1999'da yapılmış, o, 9,674 sente, 9,207 sente...

Şimdi, neyi getirmek istiyorum: Bir taraftan, Türkiye'de bile 4,5 sente bugün elektrik alınacakken, birtakım mukavelelerle, bugün için; yani, bugün üretime giren bir santraldan biz 10,6 sente elektrik alıyoruz, normalin 2,5 katını veriyoruz. Televizyonu açıyorsun, televolelerde, çılgın gibi bir eğlence var. Oradaki gençler ve çocuklar, sanki, Türkiye'de değil de Danimarka'da veya Amerika'da yaşıyormuş gibi görünecek bir eğlence içerisinde. Bir taraftan da çocuklar, en kötü şartlar dediğimiz, işte, çöplüklerde, sokaklarda, kapılarda kalıyor. Neden çocuk çöplükte kalıyor; işte, siz burada tartışmadığınız için, elektriğe 4,5 sent değil, 10 sent verdiğimiz için, siz veya biz veya bir başkası verdiği için o çocuk orada, kapıda kalıyor. Ama, şimdi siz ne yapıyorsunuz; bir tasarı getiriyorsunuz.

Bakın, şimdi, Plan ve Bütçe Komisyonuna çıkın, orada Elektrik Piyasası Kanunu görüşülüyor. Biz, hem biraz orayı takip edip, biraz da gelip burada konuşuyoruz.

Şimdi, o kanun tasarısı bu akşam bitecek. Ne zaman geldi o Plan ve Bütçe Komisyonuna; bugün saat 10.30'da geldi alt komisyondan. Yani, saat 10.30'da alt komisyonda bitiyor, öğleden sonra saat 2'de Plan ve Bütçe Komisyonuna geliyor, orada bir miktar, sabaha kadar tartışılıyor veya tartışılmıyor, hemen buraya gelir gelmez de, siz, tutup, bunu, Danışma Kurulunda en ön sıraya alacaksınız mutlaka salı günü filan, hemen burada tartışılmaya başlayacak vee getireceğiniz yeni bir İçtüzük tadilatıyla da, sırf tümü üzerinde konuşun, maddelerine girmeyin diyeceksiniz. Niye maddelerine girmeyin; maddelerine girersek, yaptığınız haksızlıkları halka anlatırız, siz de rahatsız olursunuz, oturamazsınız diye.

BAŞKAN - Efendim, toparlayın.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Değil, değil...

ASLAN POLAT (Devamla) - Hayır efendim, işte, onun için rahatsız oluyorsunuz; yoksa, rahatsız olmayacaksanız, oturun, burada sabaha kadar tartışın derim.

Ben size bunu niye söylüyorum: Bu fiyatlar burada tartışılmazsa, başka yerde tartışılıyor; ya IMF'de tartışılıyor ya Dünya Bankasında tartışılıyor ya MGK'da tartışılıyor ya basında tartışılıyor; ama, bir tek bu Mecliste tartışılmıyor. Meclise de geldiği zaman -işte, burada var- efendim, bu kanun -biraz önce konuştuğumuz kanun- ocağın sonuna kadar çıkacaktır diyor. Taahhüt edilmiş... Yani, Meclis ne yapacak; yasal prosedürü tamamlayacak. Ha, böyle tartışma, böyle konuşma olmaz.

Ben, bunun için, diyorum ki, siz, ister İçtüzüklerde olsun ister diğerlerinde olsun, tartışmaktan kaçmayın. Ha, 10 dakika olur, 5 dakika olur, ona karışmam; ama, bütün maddeler üzerinde bu millet konuşsun, ikna olsun. Yoksa, onlar konuşmayınca, işte, çocuklar kapılarda kalır, birilerinin çocukları da 4,5 sentlik elektriği yirmibeş sene boyunca devlete 10,5 sentten, 10,6 sentten satar; onlar debdebeli yaşarken, öbürleri çöplüklerde kalırlar, bizim de içimiz yanar.

Bunu önlemenin yolu, burada tartışıp doğruyu bulmaktan geçer.

Saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Efendim, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 3 dakika süre veriyorum...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - 5 dakika olsun.

BAŞKAN - Peki, 5 dakika vereyim efendim. Pazarlık yapmayın bu saatte.

5 dakika süre veriyorum efendim.

5 dakika da olsa, malum...

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açık oylamasına, 245 sayın milletvekili katılmış; 231 kabul, 2 ret, 8 çekimser, 4 mükerrer oyla tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır efendim; hayırlı olsun. (Alkışlar)

Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün bazı maddelerinin değiştirilmesine dair İçtüzük teklifinin müzakeresine başlayacağız.

 

7. – Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Aydın Tümen, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail Köse ile Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Bartın Milletvekili Zeki Çakan'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/661) (S. Sayısı : 586)

BAŞKAN - Başkanlık temsilcisi?..

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bir dakika efendim...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, şu anda, Meclis Başkanvekiline telefon edildi; yarım saate kadar gelecek efendim...

BAŞKAN - Efendim, İçtüzük gayet açıktır; 62 nci maddeyi okuyorum: "Her görüşmenin başından sonuna kadar, Hükümet adına görüş bildirmek için Başbakan ve ilgili bakan veya zorunlu hallerde yetkilendirilmiş birinci derecede sorumlu daire amirlerinden bir kamu görevlisi hazır bulunur. Bu kimseler görüşmenin başında hazır değillerse o konudaki görüşme bir defalık gelecek birleşime bırakılır."

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Yarım saate kadar gelecek Meclis Başkanvekili...

BAŞKAN - Efendim, nerede?

ASLAN POLAT (Erzurum) - Yok yok...

BAŞKAN - Bir defaya mahsus olmak üzere...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Gelecek efendim!.. Telefon edildi gelecek!

BAŞKAN - Efendim, İçtüzük açık Sayın Köse...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - 15 dakika ara verin...

BAŞKAN - Efendim, bir defaya mahsus olmak üzere, ertelenmiştir. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Tüzük neyse, ben onu yaparım efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, usule ilişkin bir şey söyleyebilir miyim?

BAŞKAN - Efendim, benim bir kastım yok.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, usulle ilgili bir şey söyleyeceğim.

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Müsaade edin...

Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 26 Ocak 2001 Cuma günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 22.25

 

 

 

BİRLEŞİM 49 UN SONU

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.