DÖNEM : 21 CİLT : 53 YASAMA
YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 49 uncu
Birleşim 25 . 1 . 2001 Perşembe İ Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. –
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. –
YOKLAMA IV. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) OTURUM
BAŞKANLARININ KONUŞMALARI 1. – TBMM Başkanvekili Murat
Sökmenoğlu’nun, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun
menfur bir saldırı sonucu şehit edilmesi dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına bu haince saldırıyı şiddet ve nefretle kınadıklarına ilişkin
açıklaması B)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi
Hatiboğlu’nun, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun
terörist saldırı sonucu şehit edilmelerine ilişkin gündemdışı konuşması 2. – Ankara Milletvekili Abdurrahman
Küçük'ün, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun terörist
saldırı sonucu şehit edilmelerine ilişkin gündemdışı konuşması 3. – Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in,
sözde Ermeni soykırımı tasarısının Fransa Ulusal Meclisinde kabulüne ilişkin
gündemdışı konuşması. C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Şanlıurfa Milletvekili Ahmet
Karavar'ın (6/750) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi
(4/292) V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- İzmir Milletvekili Rifat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.
Sayısı : 527) 2. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433) 3. – Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanunu ile Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında 629 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma, İçişleri ve Plan
ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/759) (S. Sayısı : 572) 4. – Emniyet Teşkilâtı Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında 611 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı
Mahiyette Kanun Tasarıları ve Plan ve Bütçe ve İçişleri Komisyonları Raporları
(1/727, 1/660, 1/795) (S. Sayısı : 576) 5. – Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/784) (S. Sayısı : 578) 6. – En Kötü Biçimlerdeki Çocuk
İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/673) (S.
Sayısı : 457) 7. – Demokratik Sol Parti Grup
Başkanvekili Ankara Milletvekili Aydın Tümen, Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail Köse ile Anavatan Partisi Grup
Başkanvekili Bartın Milletvekili Zeki Çakan'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/661) (S. Sayısı : 586) VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Ankara Milletvekili Cemil Çiçek'in,
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankalara ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2911) 2. – Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, İktisadî Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında
Kanuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Tunca Toskay'ın cevabı
(7/3094) 3. – Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya'nın, gençlerin spor dışı sorunlarıyla ilgili olarak geliştirilen
projelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü'nün cevabı (7/3219) 4. – Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak'ın, Ankara-Kırıkkale arasındaki hızlı tren ve Kırıkkale havaalanı
projesiyle ilgili çalışma olup olmadığına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı
Enis Öksüz'ün cevabı (7/3214) 5. – Tokat Milletvekili M.Ergün
Dağcıoğlu'nun, bakanlığın Tokat İlindeki yatırım projelerine ilişkin sorusu ve
Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ün cevabı (7/3188) I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak
üç oturum yaptı. Oturum Başkanı Nejat Arseven, Diyarbakır
Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun menfur bir saldırı sonucu
şehit edilmesi dolayısıyla, Türkiye Büyük MilletMeclisi adına bu haince
saldırıyı şiddet ve nefretle kınadıklarına ilişkin bir açıklamada bulundu. Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar, aynı
konuda gündemdışı bir konuşma yaptı. Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük,
Mardin Milletvekili Mustafa Kemal Tuğmaner, İstanbul Milletvekili Abdülkadir
Aksu, Diyarbakır Milletvekili Abdülbaki Erdoğmuş, Hatay Milletvekili Mehmet
Şandır, Konya Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine
göre, aynı konuda görüşlerini belirttiler. Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel,
Diyarbakır’da meydana gelen saldırıya ve sözde Ermeni soykırımı tasarısının
Fransa Ulusal Meclisinde kabulüne, Balıkesir Milletvekili Agâh Oktay Güner,
Diyarbakır’da meydana gelen saldırıya ve sözde Ermeni soykırımı oylamalarına ve
bu konuda izlememiz gereken dışpolitikaya, İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar; Gündemdışı konuşmalara, Devlet Bakanı
Şükrü Sina Gürel, cevap verdi. Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve 19
arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddiaları konusunda bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/168) okundu; önergenin, gündemdeki yerini
alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener’in
Dışişleri Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi ile, TBMMBaşkanlığının, Türkiye Büyük Millet
Meclisini temsilen Irak’a resmî ziyarette bulunacak tıp doktoru parlamenterler
ile sınır illerimizin parlamenterlerinden oluşan heyette yer alacak
milletvekillerine ilişkin tezkeresi, Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen
bir milletvekilinin, Dünya Bankasının, Londra’da, 28-29 Ocak 2001 tarihlerinde
üye ülkelerin parlamenterleriyle yapacağı İkinci Yıllık Konferansına katılmak
üzere davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını
İnceleme Komisyonunda boş bulunan ve MHP Grubuna düşen bir üyeliğe, Ankara
Milletvekili Mehmet Arslan, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda boş
bulunan ve MHPGrubuna düşen bir üyeliğe, Samsun Milletvekili Ahmet Aydın, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda
boş bulunan ve DSPGrubuna düşen bir üyeliğe, Hakkâri Milletvekili Evliya
Parlak, (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunda boş bulunan ve Fazilet Partisi Grubuna düşen bir üyeliğe, Bursa
Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu, Seçildiler. “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan : Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin (2/94, 2/232, 2/286, 2/307,
2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) görüşmeleri, daha önce
geri alınan maddelere ilişkin Komisyon Raporu henüz hazırlanmadığından,
ertelendi. Uluslararası Denizcilik Örgütü
Sözleşmesinde Yapılan Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısının (1/549) (S. Sayısı : 202) görüşmeleri tamamlanarak, yapılan
açık oylama sonucunda kabul edilip kanunlaştığı açıklandı. Adana Milletvekili Yakup Budak, İstanbul
Milletvekili CahitSavaş Yazıcı’nın şahsına sataştığı iddiasıyla bir konuşma
yaptı. Alınan karar gereğince, 25 Ocak 2001
Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime, grupların
mutabakatıyla, 23.00’te son verildi.
No. : 71 II. – GELEN KAĞITLAR 25 . 1 . 2001 PERŞEMBE Raporlar 1. – Millî Savunma
Bakanlığı Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığının Kuruluşu
ve Görevleri Hakkında 613 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma ve
Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/752) (S. Sayısı : 577) (Dağıtma tarihi
: 25.1.2001) (GÜNDEME) 2. – Güneydoğu Avrupa
Çokuluslu Barış Gücü Anlaşmasının İkinci Ek Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/768) (S.
Sayısı : 587) (Dağıtma tarihi : 25.1.2001) (GÜNDEME) 3. – Güneydoğu Avrupa
Çokuluslu Barış Gücü Anlaşmasına Üçüncü Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/769) (S.
Sayısı : 588) (Dağıtma tarihi : 25.1.2001) (GÜNDEME) 4. – Yedek Subaylar ve
Yedek Askerî Memurlar Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu
(1/602) (S. Sayısı : 590) (Dağıtma tarihi : 25.1.2001) (GÜNDEME) 5. – Ceza İnfaz Kurumları
ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine İlişkin Kanun ile
Ceza Evleriyle Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve
Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/772) (S.
Sayısı : 593) (Dağıtma tarihi : 25.1.2001) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergesi 1. – Muğla Milletvekili
Hasan Özyer'in, domates üreticilerinin sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1185) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. – Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk'un, Kocaeli Cengiz
Topel Havaalanı projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3388) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001) 2. – Muğla Milletvekili
Fikret Uzunhasan'ın, domatesin tarımsal ürünlerde ihracat iadesi kapsamına
alınıp alınmayacağına ilişkin Devlet Bakanından (Tunca Toskay) yazılı soru
önergesi (7/3389) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001) 3. – Erzincan
Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, 1999-2000 yıllarında Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Fonu ile Erzincan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'na toplanan
yardımlara ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) yazılı soru önergesi
(7/3390) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001) 4. – Erzincan
Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, 1999-2000 yıllarında ek vergilerle Deprem
Fonuna sağlanan gelirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3391)
(Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001) 6. – Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, Divriği Maden ve Sanayi A.Ş.'nin açtığı tünel ihalesine
ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi (7/3393)
(Başkanlığa geliş tari-hi : 24.1.2001) 7. – Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, Ankara -Şereflikoçhisar Tekel Kayacık Tuz İşletmesi
hakkındaki iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Rüştü Kâzım Yücelen) yazılı
soru önergesi (7/3394) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.1.2001) 8. – Bursa Milletvekili
Ahmet Sünnetçioğlu'nun, Bursa-İnegöl'e doğalgaz verilip verilmeyeceğine ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/3395) (Başkanlığa
geliş tarihi : 24.1.2001) 9. – Bitlis Milletvekili
Zeki Ergezen'in, F-4 savaş uçaklarının modernizasyonu çalışmalarına ilişkin
Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3396) (Başkanlığa geliş tarihi
: 24.1.2001) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati : 14.00 25 Ocak 2001 Perşembe BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Cahit Savaş YAZICI
(İstanbul) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49 ncu Birleşimini açıyorum. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Yoklamayla açın Sayın Başkan. BAŞKAN - Toplantı
yetersayısı vardır efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Yapın yoklamayı, görün!.. BAŞKAN - Yoklama mı talep
ediyorsunuz efendim? TURHAN GÜVEN (İçel) -
Evet efendim. BAŞKAN - Efendim, öyle
diyeceğinize yoklama talep etseniz, ben onu yaparım tabiî; ama, siz açma
derseniz, benim öyle bir yetkim yok malumunuz. Efendim, yoklama talebi
var... M. TURHAN İMAMOĞLU
(Kocaeli) - Açtınız Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim,
toplantı yetersayısı var demedim. (DSP sıralarından "dediniz"
sesleri) M. TURHAN İMAMOĞLU
(Kocaeli) - Sayın Başkan, 20 kişi yoklama talebinde bulunsun. III. – YOKLAMA BAŞKAN - Efendim, yoklama
talebi vardır; elektronik cihazla yoklama yapacağım. Yoklama için 5 dakika
süre veriyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
yoklamaya başlandı) RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Şehitleri almaya gidiyoruz; Diyarbakır'da şehit olan 6 emniyet görevlisinin
cenazesini karşılamaya gidiyoruz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar[!]) ALİ ER (İçel) -
Politikaya alet etmeyin böyle şeyleri. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Biz, emniyet törenine gidiyoruz, başka bir yere gitmiyoruz. ALİ ER (İçel) - Biz de
gideceğiz cenaze törenine; şov yapmayın burada. (DYP Grubu
milletvekilleri Genel Kurul Salonunu terk etti) BAŞKAN - Efendim, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, çalışmalarına devam eder; şehitlerin cenazesi geldiği
anda da, bendeniz ara veririm (DSP ve MHP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) hep beraber iştirak ederiz, devam ederiz. O yetki bende. MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun efendim.
MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Efendim, Meclis çalışmasına devam etsin, Meclisin temsilcileri törene katılsın.
Bu Meclis, şu sebep, bu sebep diye
ikide bir çalışmasını durdurmasın. BAŞKAN - Sayın Başkan,
özür dilerim, benim de içime sinmediği için, şehitler geldiği zaman
keserim, merasime iştirak eder
arkadaşlarımız, sonra devam ederiz efendim. Bazı meseleler var ki, istismar
edilmemesi gerekiyor. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Hiçbirimizin içine sinmiyor, hepimizin yüreği kan ağlıyor; ama, bu Meclis
kapanmamalı, bu Meclis çalışmalarına ara vermemeli. BAŞKAN - Özür dilerim
efendim, aynı şeyi söyledim. Meclisin çalışması için yoklama istediler;
bendeniz, yoklamanın yapılmasına lüzum görmediğim halde, muhalefetin
tansiyonunu indirmek için yoklama yaptım. Şimdi başlayacağız ve zamanı gelince
de takdirlerimi arz edeceğim size efendim. Buyurun. MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Yani, bu meselenin istismar edilmesine, muhalefet tarafından istismar
edilmesine müsaade etmeyelim. BAŞKAN - Ona müsaade
etmeyiz efendim. Türkiye Büyük Millet Meclisi, öyle bir istismara müsaade
etmez. MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Etmeyelim efendim. Yani, gidilecekse hep beraber gidelim veya temsilciler
gitsin. BAŞKAN - Efendim, arzım o
zaten. Bendenizin ara vermeyi düşünmemin sebebi de, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, cenazeye iştirakle böyle bir olayı protesto edecek, lanetleyecek
orada; değil mi efendim? Olay, basit bir olay değil. MEHMET ŞANDIR (Hatay) -
Tabiî efendim, basit bir olay değil. (Elektronik cihazla
yoklamaya devam edildi) BAŞKAN - Efendim,
toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce,
arkadaşlarıma gündemdışı söz vereceğim; ancak, müsaadenizle, Yüce Meclisin de
hissiyatını iki kelimeyle ifade etmek istiyorum. IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI 1. – TBMM Başkanvekili Murat Sökmenoğlu’nun, Diyarbakır
Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun menfur bir saldırı sonucu
şehit edilmesi dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bu haince
saldırıyı şiddet ve nefretle kınadıklarına ilişkin açıklaması BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Diyarbakır Emniyet Müdürümüz, yürekli insan Gaffar Okkan, Özel
Kalem Müdürü Mehmet Kamalı, korumaları Sabri Kün, Mehmet Sepetçi, Selahattin
Baysoy ve Atilla Durmuş'un devlet ve millet düşmanı kansızların kahpe
kurşunlarına hedef olarak şehit olmalarından, Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak derin acı ve üzüntü duymaktayız. Canilerin yaptıklarının hesabını en
kısa zamanda vereceğinden hiç de şüphemiz yoktur. Milletimizin kalbinde derin
yara açan bu hain saldırıyı nefretle lanetliyoruz. Ülkemizin ve milletimizin
huzur ve güvenliği uğruna canlarını feda eden aziz şehitlerimize Cenabı Hak'tan
rahmet, şehitlerimizin aile ve yakınlarına, Emniyet Teşkilatımıza ve milletimize
sabırlar ve başsağlığı dilerken, yaralı polislerimize acil şifalar temennisiyle
saygılarımı sunuyorum efendim. (Alkışlar) Gündemdışı ilk söz,
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve çalışma arkadaşlarının şehit edilmesi
nedeniyle söz isteyen, Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'na aittir. Buyurun Sayın Hatipoğlu.
(FP sıralarından alkışlar) B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatiboğlu’nun,
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun terörist saldırı
sonucu şehit edilmelerine ilişkin gündemdışı konuşması ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyarbakır'da caniyane bir
suikasta kurban giden şehit Emniyet Müdürümüz ve diğer görevlilerle ilgili
hissiyatımı ifade etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın milletvekilleri,
ben, huzurunuza, yalnızca terörü lanetlemek ve şehitlerimize Allah'tan rahmet
dilemek üzere çıkmadım; çünkü, dün, bu Meclisin çatısı altında yapılan
konuşmalarda, söz alan tüm arkadaşlarımız, terörü lanetlediler ve şehitlerimize
Allah'tan rahmet dilediler. Bütün grupların hissiyatı bu şekilde dile
getirildi; ama, ben, bir Diyarbakırlı olarak, bir Diyarbakır Milletvekili
olarak, Diyarbakırlı hemşerilerim adına, huzurunuza, şehit Emniyet Müdürümüze
Diyarbakır halkının minnet ve şükran duygularını dile getirmek için gelmiş
bulunuyorum. Bugün yapılan cenaze
törenine katılan onbinlerce insan, Türk Bayrağına sarılı tabutun arkasında
yürüyen onbinlerce insan, aslında, teröre, şiddete olan kinini, hıncını da
ifade etmiştir. Değerli arkadaşlarımız,
biz şuna inanıyoruz: Terörün ne denli bir bela olduğunu, huzur ve güvenin ne
kadar önemli bir unsur olduğunu, hiç kimse, ama, hiç kimse, bir Diyarbakırlı,
bir Şırnaklı gibi bilemez; çünkü, biz, onbeş yıl boyunca teröre hedef olan bir
bölgede yaşadık; bu nedenle de, huzur ve güven ortamının değerini, kıymetini
de, biz, herkesten daha fazla biliriz. Bundan birkaç yıl önce,
Diyarbakır bir ölü kentti; akşam saatlerinde, güneş batmadan herkes evine
çekiliyordu; aileler, evinden uğurladığı evladının akşam eve dönüp
dönmeyeceğinden endişeliydi. Bugün ise, Diyarbakır, Türkiye'deki herhangi bir
kentten farklı değil. İşte, biz, bu huzur ve
güven ortamının doğmasına vesile olan bütün güvenlik güçlerimize ve bahusus,
son yıllarda halkın sevgisini, saygısını kazanan şehit Emniyet Müdürü Gaffar
Okkan Beyin değerini, bu nedenle herkesten daha çok anlıyor, daha çok
görüyoruz. Sayın milletvekilleri,
elbette ki, terör bir insanlık suçudur. Terörün dini, terörün milliyeti olamaz,
rengi olamaz. Terörün her çeşidini şiddetle ve nefretle kınamak hepimizin
görevidir. Ben, sadece,
Diyarbakırlıların hissiyatına tercüman olayım diye huzurunuza çıktım ve bir
önemli olayı size aktarmak istiyorum. Bugün, Diyarbakır'da işyerlerinin yüzde
90'ı kapalıdır. Esnaf dükkânını açmıyor; ama, çok önemli bir geleneğini de
uyguluyor. Kapalı olan işyerlerinin vitrinlerine "vefat nedeniyle
kapalıyız" diye bir yazı asmışlar. Bu bizim geleneğimizdir. Diyarbakır'da
yakın akrabası vefat eden insanlar işyerlerini açmazlar ve oraya bu tür bir
ifade, bir ibare kullanırlar ki, işyerinin niçin kapalı olduğu bilinsin.
Aldığımız habere göre, Diyarbakır'daki birçok işyerinin vitrininde şu anda bu
yazı bulunuyor. Demek ki, Diyarbakır halkı, merhum Emniyet Müdürünü ve şehit
olan diğer emniyet görevlilerini, sadece bir devlet memuru, sadece görev
yaparken şehit olmuş bir insan olarak da görmüyor; aynı zamanda, onlara, en
yakın akrabalarına gösterdikleri muameleyi gösteriyor. Yine, huzurunuzda şu
mutluluğu da paylaşmak istiyorum: bu elim olay bize şunu da gösterdi:
Diyarbakır'da onbinlerce insan bu şehidin arkasından havaalanına kadar yürüyor.
Aslında, o onbin insan, huzur ve güvenin arkasında yürüyor, terörü lanetlemek
için yürüyor ve Diyarbakırlıların bu şiddet ve terörün karşısında tek yumruk
olduğunu ifade etmek için yürüyor. Yine bir tespitim,
izninizle, arz etmek istiyorum. Olay vuku bulur bulmaz, birçok medya kuruluşu,
olayı meydana getirmesi muhtemel olan terör örgütleriyle ilgili açıklamalarda
bulundular. Ben, huzurunuzda, şu
tespitimi ifade etmek istiyorum: Ben, Türkiye'deki... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) ÖMER VEHBİ HATİBOĞLU
(Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika daha müsaade ederseniz... BAŞKAN - Buyurun. ÖMER VEHBİ HATİBOĞLU
(Devamla) - Elbette, Türkiye'de, vatanın birliğine, bütünlüğüne kasteden terör
örgütleri vardır; ama, ben, Türkiye'deki tüm terör örgütlerinin -hiçbirisini
diğerinden ayırt etmeden söylüyorum- birer taşeron örgüt olduğuna inanıyorum.
Bunların -Türkiye düşmanlarının- huzur ve güveni yok etmek üzere tetikçilik
yapan insanlar olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla, mesele, sadece bu olayların
faillerini yakalamak değil; ama, Türkiye düşmanlarının, Türkiye aleyhindeki
tezgâhlarını tespit etme meselesidir. Bu konuda da çok ciddî bir duyarlılık
gösterilmesi gerekiyor. Konuşmamı şu sözlerimle
bitirmek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, bir güneydoğu sorunu vardır. Biz, bu
sorunu çözebilmek için binlerce şehit verdik ve "bu sorun nasıl çözülür;
devlet-millet kaynaşması nasıl meydana getirilir" diye şu Meclisin çatısı
altında birçok konuşmalar yaptık; ama, bu elim olay, bize, bu sorunun çözümünün
de kaynağını gösteriyor. İzin verirseniz, o tespiti de ifade etmek istiyorum. Bir emniyet müdürünün
arkasından bir milyonluk kent ağlıyorsa, işyerleri kapanıyorsa, onbinlerce
insan tabutun arkasında yürüyorsa, bu sorunun çözümünü de herhalde orada
bulmak, aramak gerekir diye düşünüyorum. Demek ki, vatandaşa hor bakmayan,
vatandaşa insanca muamele yapan, halkla bütünleşebilen bürokratlar, bu ülkenin
de birlik ve bütünlüğünün teminatıdır diyor, he-pimizin, özellikle iktidar
sahiplerinin, hükümetin bundan ders alması gerektiğini ifade ediyorum. Bu
halkın değerlerine saygı duyan, bu halkla beraber yaşamayı bilen, bu halkın
arzu ve isteklerine katkıda bulunan insanları o bölgede lütfen görevlendirelim
diyor, şehitlere Cenabı Hak'tan rahmet diliyorum. Ben, Emniyet Teşkilatına
başsağlığı diliyorum, Türkiye'ye başsağlığı diliyorum; ama, izin verirseniz, bu
kardeşlerimizi Diyarbakırlı kabul ettiğim için, öncelikle ve özellikle, bütün
Diyarbakırlıların başı sağ olsun diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Efendim, gündemdışı
ikinci söz, Ankara Milletvekili Sayın Abdurrahman Küçük'e aittir; Diyarbakır
cinayeti üzerinde görüşlerini bildireceklerdir. Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) 2. – Ankara Milletvekili Abdurrahman Küçük’ün, Diyarbakır
Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun terörist saldırı sonucu şehit
edilmelerine ilişkin gündemdışı konuşması ABDURRAHMAN KÜÇÜK
(Ankara)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Gerçekten, burada, böyle
bir konuda konuşmanın ne kadar zor ve ne kadar önemli olduğunun da şuurundayım.
Dün, Diyarbakır İlimizde menfur bir suikasta kurban giden değerli Emniyet
Müdürümüze, yakın mesai arkadaşlarımıza rahmet diliyorum; ailelerine, polis
teşkilatına, Türk Milletine, başınız sağ olsun, bu olaylar son olsun diyorum. Tarih boyunca, terör
örgütleri eksik olmamıştır. İnsanoğlunun var olduğundan bugüne kadar, tarihte,
insanların insanları katlettiği bir vakıadır. Bunun için, dinler, genelde,
insanlara, Allah'tan sonra yakınlarına iyilik etmesini, cana kıymamasını
öğütlemiştir; bu, ortak bir ilke olarak, bütün insanlara gönderilmiştir. Buna
rağmen, en acımasız varlık insan olmuştur. Türk Milletinin tarihine
baktığımızda, Türk Milletinin tarihi iftiharlarla doludur. Hayatında soykırımı
olmayan yegâne millet, Türk Milletidir. Bugün, burada, ben, bu konuda konuşmak
istiyordum; ama, gelişmeler, Diyarbakır'daki olaylar üzerine konuşmamı zorunlu
kıldı. Onun için, saygıdeğer milletvekilleri, polisimiz, ülkenin birliği ve
bütünlüğü, dirliği ve düzenliği için görev yapmaktadır. Türk Milleti bir
bütündür parçalanamaz. Nüanslarla bu milleti
karşı karşıya getirmek isteyen şer odaklarını da bu millet, çok iyi biliyor;
tarihte de biliyor, günümüzde de biliyor. Onun için, nüanslar bizim
güzelliklerimiz, bizim özelliklerimizdir; bir milleti millet yapan ortak değer
ve ülküleridir. Ortak değer ve ülkülerle bir araya gelmiş şuurlu topluluk,
millettir. Onun için, 1660'lı yıllarda, Anadolu'ya, doğudaki insanımızı,
güneydoğudaki insanımızı Hıristiyanlaştırmak için gelen insanlar oradan, en
canlı örnek olarak, tokat yemişler "biz Müslümanız" demişler ve tavır
koymuşlardır. Oradan neticeye varamayanlar, yine köken olarak aynı kültürü
paylaşan, fakat, dinleri farklı olan Hıristiyan Gregoriyan Ermenilere
yönelmişler, terör örgütleri oluşturmuşlar 1701'de Sıvas'ta Mekhitar ile
başlayan hareketi, bizzat, yine bu ülkenin insanı Ermeniler "birliğimize,
dirliğimize yöneliyorlar" diye ihbar etmiş, devlet ta-kibata almış, kaçıp
Fransa elçiliğine sığınmış, Fransa desteklemiştir. Onun için, terörün kökü dün
de dışarıdaydı, bugün de dışarıdadır. Onun için, bu ülkenin birliği ve
bütünlüğü için hizmet yapanlara yönelik hareket nereden gelirse gelsin
karşısındayız, karşısında olacağız. Terörün hiç bir zaman
mazur görülecek tarafı yoktur. Onun için, kahraman emniyet mensuplarımıza sabır
diliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hukuk devletidir. Türk Devleti, hukuk
kuralları içerisinde terörün de üstesinden gelecektir; bu milleti dışarıda da
köşeye sıkıştırmak isteyenlerin oyunlarını da bozacak güçtedir. İnanıyoruz ve
güveniyoruz; diyoruz ki, Türk Milleti, ebet müddet var olacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun efendim. ABDURRAHMAN KÜÇÜK
(Devamla) - 21 inci Yüzyıl, bu milletin olacaktır, bu milletin olması için bir
tek şart vardır, o da, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güçlü olması, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin lider olmasıdır. Bunun için de, iktidarı muhalefeti,
Türkiye'nin önünü açacak, Türkiye'yi lider ülke yapacak olan projelerin
arkasında dik durmalıdır; terör örgütü karşısında -içeriden ve dışarıdan,
nereden gelirse gelsin- dik durduğumuz takdirde, günübirlik politikalardan kaçınıp,
ilkeli, dürüst davrandığımız takdirde, inanıyorum ki, başarılı olacağız. 27 Ocak 2001 Cumartesi
günü, İngiltere Parlamentosunun gündeminde olan Yahudi soykırım kurbanlarını
anma günü kutlanacak. Bu günle ilgilendirerek bir iki cümle söylemek istiyorum.
Bugün, Türkleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletini soykırımla itham eden ülkelere
sesleniyorum. Açsınlar tarihi, okusunlar; görecekler ki, 1492 yılında
İspanya'da "ya üç ay içerisinde Hıristiyan olursunuz yahut da sizi yok
ederiz" diyenlere karşı, bütün Hıristiyan dünya kapılarını kapattığı zaman
Sultan Beyazıt "dünyanın neresinde zulme uğrayan insan varsa, benim
ülkemin kapıları onlara açıktır" deyip dünyanın soykırım uygulamaya
çalıştığı bir dönemde tek sahip çıkan, Türk Milletidir. Anadolu'ya geldiğinde,
yine "ayrı mezhepten" diye zulme tabi tutulan Gregoryen Hıristiyan
Ermenileri dinlerinde, inançlarında serbest bırakan, onları yok olmaktan
koruyan da yine Türk Milleti olmuştur. Türk Milletinin tarihinde
"soykırım" kavramı yoktur; bu kavram, tamamen Batı'dan gelmedir.
Batı, bize empoze etmek istediği kavramları bir defa daha yeniden
değerlendirsin, Fransızca yazılan tarihlere baksın. Bu konuda en son
çalışmayı yapmış -on yıl- ve Ermeni meselesinin kökeninden bugüne kadar
getirmiş bir ilim adamı olarak söylüyorum: Kendi arşiv vesikalarına baksınlar;
gezsinler, Fransızca yazılan tarihlere baksınlar, Osmanlı arşivlerine
baksınlar; itirafları görecekler. 500 uncu Yıl Vakfı
Başkanvekili Naim Güleryüz'ün, 1453 İstanbul'un Fethinin yıldönümü dolayısıyla
1992 yılında söylediği gibi, yine, Ermeni rahip başyazar diyor ki:
"Ermenilerin gerçek tarihi Türklerle başlamıştır." O halde, bütün dünyaya
ilan ediyorum: Türk Milletinin alnı açık, yüzü aktır; tarihinde utanılacak
hiçbir şey yoktur diyor, terör örgütlerinin de bu metotla bir neticeye
varamayacaklarını hatırlatmak istiyorum ve ekliyorum ki: Bu milletin, bırakın,
asrı yakalamasının önünü tıkamayın; gelin, hep beraber, Türk Devletini güçlü,
Türk Milletinin birliğini, bütünlüğünü, dirliğini diri tutalım, bir olalım, ir
olalım, dür olalım diyorum; ölülerimize rahmet, bütün Türk Milletine, emniyet
mensuplarımıza başsağlığı diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Gündemdışı üçüncü söz,
sözde Ermeni soykırımı tasarısının kabulü hakkında söz isteyen Yozgat Milletvekili
Mehmet Çiçek'e aittir. Buyurun Sayın Çiçek.(FP
sıralarından alkışlar) 3. – Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek’in, sözde Ermeni
soykırımı tasarısının Fransa Ulusal Meclisinde kabulüne ilişkin gündemdışı
konuşması MEHMET ÇİÇEK (Yozgat)-
Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; ben de, şehit Diyarbakır Emniyet
Müdürümüz Gaffar Okkan Beye ve değerli polis kardeşlerimize Yüce Rabbimizden
rahmet dileyerek sözlerime başlıyorum. Sözde Ermeni soykırım
tasarısının Fransız Parlamentosunda kabul edilmesi milletimizi derinden
yaralamıştır. Bu sebeple, ülkemizin dört bucağında protestolar başlamıştır.
Milletvekili arkadaşlarımız, Parlamentomuzda günlerdir Sayın Meclis
Başkanımızın öncülüğünde, milletimizin bütün kesimlerinin nefret duygularına
tercüman olmaktadır. Parlamenter arkadaşlarımızın her biri bu çirkin kararı ve
milletimizin şanlı tarihine dil uzatma densizliğini kınamakta, protesto
etmektedir. Bu olay, milletimizi derinden yaralamıştır; acımız büyüktür. Son
birkaç yıldan beri milletlerarası konumumuzda ve millî meselelerimizin
çözümünde her geçen gün kan kaybediyoruz, geriliyoruz. Sanki, Haçlı ordularını
toplamak için Papaz Pier Lermit tekrar mezarından kalkmış, asırlar önce yaptığı
gibi eşeğine binmiş, Hıristiyan Avrupa ülkelerini tek tek dolaşıyor. Milletimiz
ve devletimiz için asırlarca önce aldıkları kararı tek tek uygulamaya
koyuyorlar.Bu uygulamalardan hayal edemediğimiz akıl almaz sonuçları da
alıyorlar. Avrupa, kendi bünyesinde
var olan problemlerini çözüp, tek ülke, tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek
ordu, tek para birlikteliğini oluştururken, bizi bölüp parçalamanın planlarını
yapıyor, uygulamaya koyuyor. Kürt-Türk, Alevî-Sünnî, solcu-sağcı, laik-irticacı
ayırımı yapıp, kamplara bölüyor; sonra, silahlı içsavaşa sokmayı planlıyor;
taraflara silah veriyor, destek oluyor, bölücü militanları, markası ne olursa
olsun, bütün terörist grupları eğitiyor, yetiştiriyor ve ülkemize gönderiyor. Asırlarca önce, şark
meselesi adı altında planlar yaptılar; "evvela, Avrupa'da tek bir Türk
bırakmamak, Türkleri Avrupa topraklarından kovmak gerekir" dediler.
İçimizdeki beyinsizlerin ve işbirlikçilerin de destekleriyle, koca imparatorluk,
bu planlar sonucu yıkıldı. Her biri Türkiye büyüklüğünde, üzerinde yirmi küsur
devlet bulunan topraklarımızı kaybettik; Osmanlı topraklarında evladı fatihanı,
haçlı sürülerinin insaf ve merhametine terk ettik. Camiler yıkıldı,
köprüler, medreseler harap oldu, mezar taşlarında ay yıldız var diye mezar
taşları tahrip edildi. Bosna hâlâ kan ağlıyor, Kosova perişan, Üsküp mahzun,
Sofya boynu bükük, Batı Trakya'daki kardeşlerimiz esaret altında... Irak,
Suriye, Arap dünyası, Kuzey Afrika ülkelerinin halkları, adil Osmanlı
yönetiminin hasretini çekiyor. Can verdik, kan döktük,
şerefimizle ve şanımızla Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi kurduk. Hem
cumhuriyetimiz kurulurken hem de kurulduğu günden bu ana kadar, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin varlığına tahammül edemediler. Bizi, Anadolu'da işgalci
gördüler; "bu toprakları, Ermeni ve Rumların ellerinden aldınız,
sahiplerine geri iade ediniz; siz de, geldiğiniz yere geri gidiniz"
diyorlar. Avrupa'nın makro planında, Türkleri Ortaasya'ya gönderme planları
vardır. Onlara göre, Türkler, hâlâ, insanlığın insan olmayan numuneleridir;
Türkler, hâlâ barbardır. Saygıdeğer Başkan, sayın
milletvekilleri; Fransız Parlamentosu, İtalyan, İngiliz, Alman Parlamentoları,
hulâsa, Avrupa parlamentolarının herbirinin, önümüzdeki günlerde veya aylarda,
Fransızların, Amerikalıların aldığı bu kararı tekrarlayacakları anlaşılıyor.
Bu, bizi şaşırtmamalıdır; çünkü, bunlar, bizim karşımızda, dün tek milletti,
bugün de tek millet olmaya devam edeceklerdir. Bu olaylar, şark meselesinin
bölüm bölüm uygulanmasıdır; Türkleri, geri geldiği yere göndermektir. Umarım ki, bu olaylar,
bizim gözlerimizi açar, aklımızı başımıza getirir, gerçekleri bütün
çıplaklığıyla görmemize fırsat verir, bize ders olur, hesapsız kitapsız bütün
değerlerimizi terk ederek Batı'ya teslimiyetin faturasının ne olduğunu bize
öğretir; dostun kim olduğunu, müttefikin kim olması gerektiğini anlamış oluruz.
Saygıdeğer
milletvekilleri, başı dik, köleleşmemiş, beynini Avrupa kültürüne ipotek
vermemiş, Avrupalı karşısında iradesi felce uğramamış, ne istediğini bilen,
millî menfaatları ve gururu söz konusu olduğunda zerrece taviz vermeyen Müslüman
Türkün büyük devletinin, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin, içeride ve dışarıda
çözemeyeceği hiçbir problem, halledemeyeceği hiçbir mesele yoktur. Hatırlar mısınız, bizim
tarih kitaplarımızdan çıkardığımız bir okuma parçası vardı; büyük ceddimiz Kanuni
Sultan Süleyman'ın Fransız Kralı Francesko'ya yazdığı bir mektup vardı.
Avrupalı kardeşlerimiz, Fransız dostlarımız gücenir diye tarih kitaplarından
çıkardığımız okuma parçası. Ben, onu size hatırlatmak istiyorum: Fransa'da isyan çıkmış,
ihtilal olmuş, Alman İmparatorluğuna esir düşmüş Fransız Kralı; Kral Francesko,
günün süpür gücü olan Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a mektup
göndermiş; aman dilemiş "tacımı, tahtımı bana iade et, beni hapisten
kurtar" demiş. İşte, bu talebe Kanunî Sultan Süleyman cevap vermiş:
"Ben ki, Sultanı Selahaddin, burhanül havakin, tacı bahşı husravayı ruyi
zemin, zillullahı fil arzeyn, Akdeniz'in ve Rumeli'nin vilayeti Zülkadriye'nin,
Diyarbekir'in, Azerbaycan'ın, Acem'in ve Halep'in, Mısır'ın, Mekke'nin ve
Medine'nin, Kudüs'ün ve külliyen diyarı Arap'ın ve Yemen'in ve daha nice
memleketlerin ki, ecdadım fethederek bize miras bıraktı. Bütün bunların Sultanı
ve Padişahı Osman, Orhan, Murat, Yıldırım Beyazıt, Sultan Beyazıt Han oğlu,
Sultan Selim Han oğlu, Kanunî Sultan Süleyman Hanım. Sen ki, Fransa Vilayetinin
Kralı Francesko'sun. Benden yardım istemişsin. Sana yardım edip, tahtını sana
iade edeceğim." Mektubun hulâsası bu. Saygıdeğer
milletvekilleri, Fransız Milletinin ruhunun ve beyninin derinliklerine işleyen
bu mektubu biz unuttuk; ama, onlar unutmadılar. Onlar gücenmesin, hatırlayıp
üzülmesinler diye kitaplarımızdan da çıkardık. Ama, onlar, bizim en problemli
anımızda vurarak intikam alıyorlar. Biz, Fransızlara karşı kahramanca dövüşen
Gazianepliyi, Şahin Beyi, Maraşlıyı, Sütçü İmamı anarken, bu şehirlerin
kurtuluş yıldönümlerinde "Gaziantep'in, Kahramanmaraş'ın, düşman işgalinden
kurtuluşunun yıldönümü" dedik. BAŞKAN - Sayın Çiçek,
Hatay'ı unuttun... MEHMET ÇİÇEK (Devamla) -
Evet, Hatay'ın kurtuluşunda, Kahramanmaraş'ın kurtuluşunda "düşman
işgalinden kurtuluşunun yıldönümü" dedik "Fransız işgalinden
kurtuluşunun yıldönümü" diyemedik. Dostlarımızı gücendirmeyelim diye
"Fransız dostlarımızla aramız bozulmasın, o günler geldi geçti"
dedik; o günler geldi de, hiç geçmedi. Fransızlar, emellerinden bir milim geri
durmadılar; o gün de Ermenilere devlet kurduracaklardı, bugün de onu
planlıyorlar. Sütçü İmam mezarında kahroldu; Şahin Beyin aziz ve şehit ruhu
muazzep oldu. Bu bölgelerde din
adamları, Fransız bayrakları kalenin burçlarından indirilmeden cuma namazı
kıldırmadılar. O dönem, milletimiz, düşmanını iyi bildi. Aksakallı dedelerin,
beli bükülmüş ninelerin, anaların, bacıların, kundaktaki çocukların, ana
rahmindeki süngülenen yavruların acılarını o bölgelerde hiç kimse unutmadı;
ama, bize unutturdular. Onlar, iman ve cesaretle savaştılar, zafer kazandılar. Yüce Allah, Kur'anı
Kerim'de "eğer inanıyorsanız, mutlaka galipsiniz" dedi. Peygamberimiz
"iman etmediğiniz, inandığınız değerleri hayat haline getirmediğiniz
sürece, cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmediğiniz sürece de, iman etmiş olmazsınız"
dedi. İman ettiler, birbirlerini gerçekten sevdiler; birbirlerinin uğruna,
Allah rızası için can verdi dedelerimiz. Allah onlara yardım etti, zaferi
kazandılar, bizlere bu cennet vatanı emanet ettiler; biz, onu bile koruyamıyoruz.
Bize bir şeyler oldu,
kendimize ve milletimizin büyüklüğüne olan inancımızı kaybettik; bizi biz yapan
değerlerimizi terk ettik; Yahya Kemal'in ifadesiyle, bir kör kazma, Batı
karşısındaki gücümüzü, inancımızı yıktı, aşağılık duygusuna kapıldık;
Batılılaşma adına, her şeyimizden feragat ettik, dejenere olduk; ne Batılı
olabildik ne de asil değerlerimiz kaldı. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) MEHMET ÇİÇEK (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN - Sayın Çiçek,
lütfen... MEHMET ÇİÇEK (Devamla) -
Batı entegrasyonuna girmek için her şeyimizi verdik, hiçbir şey almadan verdik,
ne dedilerse yaptık, kayıtsız şartsız teslim olduk. Avrupa Birliğine girmeye
karar verdiğimizden bu yana yıllar geçti, kapılarında bekletiyorlar. Geçen sene
kapı azıcık aralandı, ayağımızı içeri atacağız galiba diye bayram ettik; ama,
nafile. Daha dün "Avrupalı olmaya hazır değilsiniz, siz Avrupalı
olamazsınız, bekleyin" dediler, kapıyı yüzümüze kapattılar. İşledikleri
vahşeti unuttular, insan hakları havarisi kesildiler. Bize hesap soruyorlar,
mahkûm ediyorlar. Afrika'da, Asya'da, Avrupa'da milyonlarca insanın eti kemiği
üzerinde saltanat sürdüler, hâlâ sürüyorlar. Çanakkale'de 400 000
insanın katili Avrupalıdır. Fransızlar ise, Cezayir'de milyonlarca insanı yok
etti. Cezayir'de bugün içsavaş var, hâlâ kan gövdeyi götürüyor; müsebbibi
Fransızlar. Birinci ve İkinci Dünya
Savaşlarında işledikleri vahşetin sınırlarını tayin etmek mümkün değildir. Bugün, ülkemizde,
içimizdeki hainleri ve yandaşlarını organize ediyorlar, silah veriyorlar,
içsavaş çıkarmak istiyorlar. Daha dün Diyarbakır'da şehit edilen Emniyet
Müdürümüzün ve 6 şehit yavrumuzun kanlarında onların hain elleri ve planları
var. Hâlâ insan hakları havarisi kesiliyorlar. Onsekiz yirmi yıldır 30
000 insanımız şehit oldu. İdeolojik özelliği ne olursa olsun, ülkemizdeki
eşkıyanın, terör örgütlerinin, çetelerin destekçisi oldular. Yurt içindeki ve
yurt dışındaki binlerce Doğulu kardeşimize "Türkiye Cumhuriyetini yıkın,
bu topraklardan kovun, size Kürt devleti kurduralım" dediler. Şimdi gerçek
yüzleri ortaya çıktı. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) MEHMET ÇİÇEK (Devamla) -
"Bu topraklarda Kürtler de Türkler de kovulacak, sadece Ermeni Devleti
kurulacak" dediler. BURHAN ORHAN (Bursa) -
Mikrofonu açın Sayın Başkan. BAŞKAN - 13 dakika oldu
beyefendi. Açayım, peki, buyurun. Genel Kurul istiyor efendim. Buyurun Sayın Çiçek. MEHMET ÇİÇEK (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Lütfettiniz, sağ olun. BAŞKAN - Estağfurullah. MEHMET ÇİÇEK (Devamla) -
Saygıdeğer milletvekilleri, Fransızlar, Kanunî'nin mektubunun acısını içlerinde
hissediyorlar. Onlar, Türk ordusunu, Avrupa Birliğinin güvenlik biriminde bunun
için hiç görmek istemiyorlar. Nineleri, anneleri, onları "Türkler
geliyor" diye korkutarak uyuttular. O korku içlerine işledi. O korkuyu
hâlâ üzerlerinden atamıyorlar. Her olayda düşmanlıkları depreşiyor. Bizim bir atasözümüz var: "Katranı
kaynatsan, olur mu şeker." Evet, katran şeker olmaz. Herkes, asaletinde,
özünde, genlerinde var olanı ortaya koyar. Onların genlerinde vahşet var,
cinayet var. Ta 1912'de, vahşi
Avrupalının dehşet sergilediği o günlerde, millî şairimiz, İstiklal Marşımızın
şairi Mehmet Akif Ersoy ne güzel söylemiş: "Tükürün milleti
alçakça vuran darbelere Tükürün onlara alkış
dağıtan kahpelere Tükürün ehli salibin o
hayasız yüzüne Tükürün onların asla
güvenilmez sözüne Medeniyet denilen maskara
mahluku görün Tükürün maskeli vicdanına
asrın tükürün." Yüce Rabbimiz,
milletimizi ve devletimizi, kıyamete kadar, ebediyen payidar eylesin, bize,
birlik, dirlik, basiret ve gayret nasip eylesin. Sayın Başkanım, sizleri
ve saygıdeğer milletvekillerimizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Çiçek. Sayın Özgenç, yerinizden;
buyurun. EDİP ÖZGENÇ (İçel) -
Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; dün Diyarbakır'da katledilen
değerli emniyet mensuplarımızdan Sayın Gaffar Okkan ve arkadaşlarının şehit
edilmiş olmasından dolayı duymuş olduğumuz üzüntü son derece büyüktür.
Arkadaşlarım, bu konuyla ilgili olarak, duygularını dile getirdiler. Şüphesiz,
bu duyguları, biz de onlarla birlikte, beraber paylaşıyoruz. Bugün burada söz almamın
nedenlerinden bir tanesi, İçelli, Tarsuslu kardeşlerimizden biri olan polis
mensubu Sabri Gün'ün, Tarsus eşrafından değerli bir ailenin çocuğu olarak,
katledilmiş olması, şehit edilmiş olması, üzüntümüzü ayriyeten artırmıştır. Yüce milletimize
yöneltilen, birlik ve beraberliğimizi bozma uğruna tecelli ettirilmeye
çalışılan bu terörün, bu davranışın elbette cevabı ve cezası verilecek. Yüce milletimizin, her
geçen gün daha birlik ve beraberlik içerisinde, daha güçlü birbirine sarılmış
bir güç içerisinde bunların cevabını verebilecek güçte olduğunu düşünüyoruz.
Yüce milletimize, emniyet teşkilatımıza ve hayatını kaybeden kardeşlerimizin
yakınlarına Tanrı'dan rahmet diliyorum, emniyet teşkilatına başsağlığı
diliyorum. Teşekkür ediyorum
efendim. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Arınç, buyurun
efendim. BÜLENT ARINÇ (Manisa) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi hürmetle selamlıyorum. Sayın Başkan, bu olaylar
sebebiyle hepimizin üzüntü içinde olduğu malum; ben, her şeyi
tekrarlamayacağım. Şimdi saat 15.00'te,
şehitler için İçişleri Bakanlığı önünde bir tören yapılacak, biraz evvel bütün
arkadaşlarımız oraya gittiler. Şüphesiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açık
olması, çalışmalarına devam etmesi asıldır. Bu Meclis, en zor günlerde bile
görevini layıkıyla yapmıştır; ancak, şunu ifade edeyim. Şehitlerimizin içimizde
meydana getirdiği üzüntüyü hepimiz paylaşıyoruz. Bunu istismar etmeye kalkanlar
olursa, bu üzüntümüz daha da büyür; ama, hiçbir milletvekilimizin, böyle
alçakça bir işi gönlünden geçirmediğini, böyle bir şeye alet olmayacağını
hepimiz biliriz. Meclisin açık olması esas olmakla birlikte, dün akşam
yaşadığımız bir olayı zatıâlinizin ve arkadaşlarımızın dikkatine sunmak
isterim. Akşam saatlerinde bu olay
duyulduğunda hepimiz fevkalade duygulandık ve üzüldük. Çalışmalara devam edip
etmemek aramızda tartışıldı; sağ olsun, grup başkanvekilleri de bu konuda
gerçekten hassasiyet gösterdiler "devam edelim" denildi. Devam edelim
de; burada biz, hem bu üzüntüyü paylaşan hem de bu üzüntüye doğru hareket eden
konumda olmayabiliyoruz. Görüşmeler devam ederken bir sayın milletvekilinin
yaptığı espri, burada kahkahaların patlamasına yol açtı. Meclis kahkahalarla
gülüyor ve eğer millet de bunu seyrediyorsa, bu kahkahaların niçin atıldığını
herhalde hayretle izliyor. Şimdi, bütün televizyon
kanalları bu cenaze merasimini canlı olarak verirken, bir kanalda da -TRT 3'te-
Meclis Televizyonundan burayı izleyen insanların şu anda neler
hissedebileceğini takdirlerinize arz ediyorum. Lütfen, şu anda, saat 17.00'ye
kadar Meclisimiz bir ara vermelidir, ondan sonra dönmeliyiz ve burada
görevimize devam etmeliyiz. Aksi takdirde, hem şu anda Meclisin içinde
bulunduğu durum hem halkımızın haleti ruhiyesi, burada yaptığımız görevi biraz
anlamsız kılabilir. Takdirlerinize arz
ediyorum efendim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın Dedelek söz
istediler. Buyurun efendim. İBRAHİM YAŞAR
DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkanım,
değerli arkadaşlarım; biraz evvel MHP Grup Başkanvekili ve DSP Grup
Başkanvekili arkadaşımla birlikte, bu cenaze merasimi için ara vermenizi
takdirlerinize sunan bir önerge verdik. BAŞKAN - Aldım efendim. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - Aynı şekilde, Sayın
Arınç'a da teşekkür ediyoruz. Gerçekten acımız büyüktür, değerli bir vatan
evladını kaybettik, değerli şehitlerimiz var. Bu noktada, siz, Meclis
çalışmalarına ara verirseniz -ki, arkadaşlarımızın görüşleri bu doğrultuda,
Sayın Arınç da söyledi, tahmin ediyorum, Doğru Yol Partisi de buna iştirak
ediyor- cenaze merasimine bizlerin de gitmesinin uygun olacağı kanaatindeyiz,
diğer arkadaşlarımız zaten gittiler. Takdirlerinize sunuyoruz. Teşekkür ediyorum
efendim. BAŞKAN - Efendim,
bendeniz, oturumu açmadan evvel arz ettim -Sayın Güven'e de ifade etmek istedim
yoklamadan evvel- biz Meclisi açarız; ama, saat 3'te merasim başlayacak, 3'ü
geçe gelecek belki naaşları, ondan sonra muayyen bir müddet ara veririz
demiştim. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - 15.30'da tören başlayacakmış Sayın Başkanım. Yani, biz, gruplar
adına görüşlerimizi tekrar ifade etmek istedik... BAŞKAN - 15.00'te değil
mi efendim?.. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - 15.30'da... BAŞKAN - 15.30'da mı
başlayacak? İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - Evet öyle, aldığımız son bilgiye göre 15.30'da. BAŞKAN - Son bilgi,
15.30'da... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın
Gönül. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tabiî ki, fevkalade üzücü bir olayı
milletçe yaşamaktayız. Değerli grup başkanvekili arkadaşlarımın bu görüşünü ben
de paylaşıyorum. Zaten, oturumun başında da, grup başkanvekili arkadaşımız ve
milletvekillerimiz bu taleplerini Muhterem Başkanlığınıza iletmişlerdi. Bu şartlar içerisinde,
arkadaşlarımızın görüşü doğrultusunda, çalışmalarımıza, takdir buyurulacak
saatte tekrar başlanılmak üzere, ara verilmesini biz de destekliyoruz ve
yerinde olacağını belirtmek istiyorum. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ederim; ancak, benim sizlerle anlaşamadığım şu: Tören 15.30'da
başlayacak, 15.30'da mı ara vereyim, şimdi mi vereyim? BÜLENT ARINÇ (Manisa) -
Şimdi verelim. ALİ RIZA GÖNÜL (Denizli)
- Sayın Başkanım, şimdi zaten saat 15.00, buradan oraya intikal edinceye kadar
10-15 dakika daha geçer; kanaatimce, 15.00'te ara verilmesi uygundur. RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Herkes toplanmış, bütün milletvekilleri de orada Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki efendim. Gündemdışı konuşmalar
bitmiştir. Müsaade eder misiniz,
Başkanlığın bir diğer sunuşu var, onu da okutayım... ALİ RIZA GÖNÜL (Denizli)
- Hayhay. BAŞKAN - Sözlü sorunun
geri alınmasına dair bir önerge var, okutuyorum : C) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Karavar’ın (6/750) esas
numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/292) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü
Sorular" kısmının 176 ncı sırasında yer alan (6/750) esas numaralı sözlü
soru önergemi, yazılı cevap aldığımdan, geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz
ederim. Ahmet
Karavar Şanlıurfa BAŞKAN - Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir efendim. Şimdi, gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz. Önce, yarım kalan
işlerden başlayacağız. V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN 1. – İzmir
Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın;
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un;
Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali
Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in;
İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili
Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449)
(S. Sayısı : 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifinin
görüşülmeyen maddeleri, 10.1.2001 tarihli 42 nci Birleşimde, İçtüzüğün 88 inci
maddesine göre Komisyona geri verilmişti; ancak, Komisyon raporunu henüz
vermediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz. Kamu kurum ve
Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız; ancak... Efendim, şimdi
Esenboğa'ya inmiş naaş; çalışmalarımızı şimdi keseyim mi? BÜLENT ARINÇ (Manisa) -
Tabiî, tabiî. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - Evet. BAŞKAN - Yalnız, geç
başlamak mecburiyetinde kalacağız o zaman. RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Sayın Başkanım, benim bir arzım olacak. BAŞKAN - Buyurun efendim.
RAMAZAN GÜL (Isparta) -
Sayın Başkanım, ben oradan geliyorum, bütün sadaret orada; Genelkurmay Başkanı,
bütün parti liderleri orada. Sayın Grup Başkanvekilimiz, benim konuşmam
olduğunu ifade ettiler ve, çabuk gelmemi söylediler, ben de geldim; fakat, şu
anda bütün millet orada Sayın Başkanım. Arz ederim. BAŞKAN - Efendim,
anlıyorum, şimdi keseceğim... Kaçta açayım,
mutabakatınız var mı efendim? İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - 16.30 olsun efendim. BAŞKAN - Efendim, 16.30
olmaz. Bakın, havaalanına biraz
evvel indi. Kortejin buraya gelmesi... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
20.00'de başlayalım efendim. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - Takdir sizin efendim. BAŞKAN - Saat 17.00'de
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 14.55 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 17.00 BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Yahya AKMAN (Şanlıurfa), Cahit Savaş YAZICI
(İstanbul) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 49 uncu Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız. V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN 2. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı
Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/53) (S. Sayısı : 433) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkan, müsaade eder misiniz; bir hususu arz etmek istiyorum. BAŞKAN - Buyurun efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkanım, gerek zatıâlinizin gerek grubu bulunan bütün partilerimizin
Grup Başkanvekillerinin almış oldukları ortak karar gereği, fevkalade önemli
bir olay nedeniyle ara vermenizden ötürü şükranlarımı arz ediyorum. Bu sabır ve
sağduyunun, ilerideki günlerde -inşallah vuku bulmaz, ama- diğer olaylarda da
aynı tarzda cereyan edeceğini tahmin ediyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum efendim. BAŞKAN - Allah korusun...
İnşallah, bu son olsun efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) -
İnşallah, efendim. BAŞKAN - Türk Silahlı
Kuvvetleri Personel Kanunu ile Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının
görüşmelerine başlayacağız. 3. – Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Jandarma
Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 629 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Milli Savunma, İçişleri ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/759) (S. Sayısı : 572) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Emniyet Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili
tasarının görüşmelerine başlayacağız. 4. – Emniyet Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında 611 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyette Kanun Tasarıları ve Plan ve Bütçe ve İçişleri
Komisyonları Raporları (1/727, 1/660, 1/795) (S. Sayısı : 576) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Keşke, böyle bir günde,
emniyet teşkilatıyla ilgili kanun tasarısını görüşebilseydik efendim. Kamu İktisadî
Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz. 5. – Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/784) (S. Sayısı : 578) (1) BAŞKAN - Komisyon?..
Burada. Hükümet?.. Burada. Komisyon raporunun okunup
okunmaması hususunu oylarınıza sunuyorum: Raporun okunmasını kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir. Sayın milletvekilleri,
Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının tümünün İçtüzüğün 142 nci maddesi gereğince
zorunlu olarak açık oya sunulması gerekmemektedir; ancak, gündemde basım hatası
olarak tasarının önüne açık oylama işareti konulmuştur. Bilgilerinize sunarım
efendim. Tasarının tümü üzerinde
söz isteyen, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet
Sadri Yıldırım; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA MEHMET
SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 578 sıra
sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının geneli üzerinde, Doğru Yol
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan evvel, Yüce
Heyetinize, aziz milletime Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygılarımı
sunarım. Dün Diyarbakır'da şehit
edilen başta Emniyet Müdürümüz ve polislerimize Allah'tan rahmet, ölenlerin
ailelerine, emniyet kuvvetlerimize ve Yüce Türk Milletine başsağlığı diliyor ve
olayı kınıyorum. Değerli milletvekilleri,
kamu iktisadî teşebbüslerinin Türk ekonomi tarihi içindeki değerini hepimiz
biliyoruz. Bu kuruluşların Türk ekonomisinin sanayileşmesinde ve gelişmesindeki
önemini kimse inkâr edemez; ancak, KİT'lerin zararlarının her geçen gün
artmakta olduğu, ekonomiye sürekli hasar veren bu kuruluşların özelleştirilmesi
konusunda daha kapsamlı ve programlı bir strateji oluşturulması gerekir
kanaatindeyim. KİT'lerin
özelleştirilmesinde iki aşamada hareket edileceği, öncelikle, bu kuruluşların
anonim şirket haline dönüştürüleceği, daha sonra Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı tarafından özelleştirme kapsamına alınacağı, böylece, bu tasarıyla
oluşturulan anonim şirket statüsünün geçici olacağı düşünülmektedir. Bu
tasarıyla, iktisadî devlet teşekküllerini özelleştirmek için sunî şirketleşme
yapılmaktadır. Daha açık bir deyimle, sermayesinin tamamı devlete ait olan iktisadî
devlet teşekküllerinin anonim şirket şeklinde kurulmasına imkân sağlanmakta ve
anonim şirket statüsünde kurulan iktisadî devlet teşekküllerinde, Türk Ticaret
Kanununun 277 nci maddesinde söz edilen 5 kurucunun bulunması şartının
aranmaması, genel kurul ve denetçilerin bulunmaması öngörülmektedir. Değerli milletvekilleri,
esasen, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi uyarınca anonim şirket
kurulabilmesi için gerekli olan 5 ortak şartı yerine gelmediği için, iktisadî
devlet teşekkülleriyle kamu iktisadî kuruluşlarının anonim şirket şeklinde
kurulmaları mümkün olmamaktadır. Buna rağmen, iktisadî devlet teşekküllerinin,
Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi hükmü dışında, 5 kurucu üyeyle genel
kurul ve denetçileri bulunmak koşulları aranmaksızın, anonim şirket şeklinde
kurulmalarına imkân sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Öyleyse, her
geçen gün zararları artmakta olan KİT'lerin, ekonomiye sürekli hasar veren bu
kuruluşların özelleştirilmesi konusunda, her ne kadar kısa vadede beklentileri
olumlu karşılanmaktaysa da, ancak, KİT'lerin anonim şirket haline
dönüştürülmesinin sadece isimlerde kalacağı, devlet kontrolü sürdüğü sürece tam
anlamıyla anonim şirket olamayacakları, gerçek anlamda anonim şirket haline
gelmeyen bu kuruluşların devlete sorun açabileceği bilinmelidir. Tasarıyla, Türk Ticaret
Kanununa uyumlu olmayan bir anonim şirket modeli öngörüldüğü, genel kurulun ve
denetçilerin anonim şirketlerin vazgeçilmez unsuru olduğu, bunlar bulunmadığı
takdirde gerçek bir anonim şirketten söz edilemeyeceği açıkça bilinmektedir.
Öyleyse, iktisadî devlet teşekküllerini özelleştirmek için burada yapılan, sunî
şirketleşmedir. Esasında, burada
yapılacak iş, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesine uyularak, gerçek anonim
şirket kurulmalıdır; yani, 5 ortağı olan, genel kurulu ve denetçileri olan
şirket kurulmalıdır. İsminin anonim şirket olmasıyla gerçek anonim şirket
olmaz; o zaman, kavram kargaşası yaratır ve devlete zarar verirsiniz. Her şeyin
özelleştirilmesini düşünüyorsanız, öncelikle yapılacak iş, Türk Ticaret
Kanununa uygun olan anonim şirketi kuracaksınız. Millete, bunu, kârını ve
zararını tek tek anlatmalısınız; ondan sonra özelleştirmeye gitmelisiniz. Yoksa,
Doğru Yol Partisi özelleştirmeye karşı değildir, hatta, özelleştirmeyi en çok
isteyen partidir; ancak, kanunlara ve usullere uygun olması gerekir. Ayrıca,
devlette faydalı mı, zararlı mı; bunu inceleyerek, millete anlatarak yapmalısınız.
Yoksa, sizin yaptığınız yanlıştır; çünkü, devletten ve milletten mal kaçırır
gibi, kanunlara uymadan, gerekli ve yeterli inceleme yapmadan, aniden, bir
gecede, biz, (A) kuruluşunu veya (B) kuruluşunu özelleştiriyoruz diyemezsiniz;
dediğiniz takdirde, yanlış olur, hem devlete ve hem de millete zarar
verirsiniz. Değerli milletvekilleri,
daha evvel, 1994 ve 1995 yıllarında özelleştirmeye karşı olan Demokratik Sol
Parti, acaba, ne oldu da, birden özelleştirmeyi ister ve savunur hale geldi?
Acaba, ülkenin ve ekonominin selametini ve kurtuluşunu özelleştirmede mi gördü;
yoksa, IMF ile yapılan anlaşma mecburiyetinde ve Cottarelli'nin emrine göre mi
hareket edilmektedir ya da bütçe açığını kapatmak için mi yapıyorsunuz? Tabiî
ki, tüm milletin de bildiği gibi, IMF ile anlaşması gereği, Cottarelli'nin
emrine göre ve hem de bütçe açığını kapatmak için yapılmaktadır. Zaten, onun
için, hükümet, alelacele, yeterli inceleme yapmadan, devlete faydası nedir,
zararı nedir; bunu düşünmeden ve kanunlara uymadan özelleştirme yapmak
istemektedir. Özelleştirme, özel
teşebbüse verilir. Son günlerde sık sık yaptığınız uygulamaya göre, KİT'lerin
birçok tesislerini, diğer kamu kuruluşlarına veriyorsunuz. Bu uygulamayla
özelleştirme olmaz; çünkü, özelleştirmenin mantığına da aykırıdır.
Özelleştiriyoruz diye kimseyi de kandırmayın, zaten kandıramazsınız. Hatırlarsanız, Doğru Yol
Partisi, PTT'nin T'sini kanuna uygun olarak özelleştirdiği zaman, eğer Anayasa
Mahkemesince iptal edilmeseydi, bugün, Türkiye, borçsuz, sıkıntısız bir ülke
olacaktı; ama, ne yazık ki, o gün PTT'in T'sine verilen 40 milyar dolar nerede,
bugün alelacele yapacağınız ve satacağınız 3,5 milyar dolar nerede?! Şimdi,
aradaki fiyat farkını ve devletin zararını kim ödeyecek; devlet bu zararını
kimden isteyecektir?! Yine, Doğru Yol Partisi
zamanında özelleştirilen yerlerde çalışanlar mağdur edilmemiştir, ülke de zarar
görmemiştir. Halbuki 55, 56 ve 57 nci hükümetler zamanında özelleştirilen
kuruluşlarda çalışanlar işten çıkarılmış, mağdur olmuş ve işsizler ordusuna
katılmışlardır. En yakın misali, Eskişehir Et ve Balık Kurumu
özelleştirildikten sonra çıkarılan 86 işçi dışarı atılmış, perişan edilmiş,
halen bir yıldır da işsiz ve güçsüz ortada kalmışlardır. Değerli milletvekilleri,
özelleştirilen KİT'lerdeki memurlar başka kuruma nakledilirken, işçiler işsiz
kalıyor. Oysa, yasa, işçilere öncelikle yeni iş bulunmasını öngörüyor. Giderek
yoğunlaşan özelleştirme uygulamaları, işçi kesiminde rahatsızlık yaratmaya
başladı. Özelleştirilen kamu kuruluşlarında çalışan memurlar başka bir kuruma
nakledilirken, işçiler işten çıkarılıyor. İşten çıkarılan işçilere, ancak, iş
kaybı tazminatı ödeniyor. Oysa, özelleştirmeyle ilgili 4046 sayılı Yasada,
hizmet akdi sona eren işçilere iş kaybı tazminatının yanı sıra, yeni iş
bulunması da öngörülüyor. 4046 sayılı Yasanın 21 inci maddesinde "hizmet
akitleri sona erenlere, kanunlardan ve yürürlükteki toplu iş sözleşmelerinden
doğan tazminatları dışında ilave olarak iş kaybı tazminatı ödenir. Ayrıca
bunlara yeni iş bulma, meslek geliştirme, edindirme ve yetiştirme eğitimi
hizmetleri öncelikle sağlanır" deniliyor. Özelleştirme nedeniyle
faaliyeti durdurulan, kapatılan, tasfiye edilen veya devredilen yerlerde
çalışanlara tazminat verilerek sorumluluktan kaçınılmak isteniyor. Çoğu zaman,
emekliliğine bir yıl kalan işçiler işten çıkarılmakta ve emeklilik hakları da
fiilen kaybolmaktadır. İş kaybı tazminatından yararlanmak için, İş ve İşçi
Bulma Kurumuna otuz gün içinde başvurma şartı yüzünden bu tazminatı alanların
oranı da yüzde 1'i geçmiyor. İlgili yasada, memur ve sözleşmeli personelin
başka kuruma nakli öngörülürken, işçiler için böyle bir uygulama söz konusu
değil. Yasada, işsiz kalanlara yeni iş bulma öngörüldüğü halde, bu da,
maalesef, uygulanmamaktadır. Sayın hükümet, sizin,
aniden özelleştirme kararı aldığınız bor madenlerinin de sonu bu olacaktır.
İlgili bakanın haberi olmadan, devlete olan faydası düşünülmeden, kanunlara
uyulmadan, millete anlatmadan bunu da özelleştirmeyin; yol yakınken dönün. Eğer
özelleştirirseniz, ülkeye, millete ve çalışanlara zarar verirsiniz. Ancak,
özellikle, bor madenleri açısından bugünkü koşullarda, toptan satış olanağı
yoktur. Bu konuda, öncelikle, 1978 tarihli 2172 sayılı Yasa ile 1983 tarihi
2840 sayılı Yasaların; yani, bor sahalarının kamuya devriyle, bor madenlerinin
aranması ve işletilmesinin devlet eliyle yapılmasını içeren yasaların
değiştirilmesi ya da iptali gerekmektedir; çünkü, gerek bugüne kadar olan uygulamalar
gerek IMF'yle yapılan görüşmeler ve verilen niyet mektuplarından
anlaşılmaktadır ki, hükümet, özelleştirme konusunu, kısa vadede, kamu
açıklarını kapatmanın olmazsa olmaz koşulu olarak görmektedir. Kaldı ki,
hükümetin bu madenleri tümüyle satma düşüncesi olmasaydı, özelleştirme
kapsamına alma yoluna da gitmezdi. Değerli milletvekilleri,
özelleştirme konusunda ortaya konulan en önemli gerekçe, bu kuruluşların
verimsiz, hantal ve zarar veren kuruluşlar olduklarıdır. Bunların nedenlerinin,
bu gerekçeyi ortaya getirenlerin sorumsuzluğu ve yanlış uygulamalar olduğuna
değinmiştim; ancak, bu gerekçeyi ya da bu durumu veri alarak düşündüğümüzde
bile, borların özelleştirilmesinin mantığını kavramak mümkün değildir; çünkü,
bor işletmeleri kurulduklarından beri hiç zarar etmemişlerdir. Bugün 5 bor
işletmesinin bağlı olduğu Etibor Anonim Şirketi, İstanbul Sanayi Odasının en
büyük 500 sanayi kuruluşu anketinde, 1999 yılı itibariyle, Türkiye'nin,
kârlılıkta 6 ncı ve satış hâsılatı büyüklüğü açısından da 29 uncu kuruluşudur.
Eskişehir Kırka Bor İşletmesi, yıllarca vergide 1 inci olmuştur. Bor
Türkiye'nin en yüksek katmadeğer yaratan ürünüdür. Yıllık dışsatımı 200 milyon
doların üzerinde seyretmektedir. Oldukça geniş bir yelpazeye yayılan kullanım
alanı vardır ve dünya bor rezervlerinin yüzde 60'ı Türkiye'dedir. Özet olarak,
bor madenciliği, altın yumurtlayan tavuktur. Bütün bunlara karşın, hükümetin,
biraz önce ifade ettiğim Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı gereğince bor
madenlerinin devlet eliyle işletilmesine imkân sağlayan 2172 ve 2840 sayılı
Yasaları kaldırarak, bor madenlerini yerli ya da yabancı özel işletmeciliğe
devretmesi yönündeki girişimlerini, kamu ekonomisi açısından, ulusal yarar
açısından hiçbir biçimde doğru ve haklı bulmuyoruz. Stratejik bir madde olan
bor madenleri, yeraltından çıkarıldığı andan itibaren, gerek ham gerekse rafine
bor ürünleri olarak, beşikten mezara kadar yaygın kullanım alanına sahip, katma
değeri yüksek, endüstriyel bir hammaddedir. Karbon kadar güçlü, sürtünmeye,
aşınmaya ve yanmayı geciktirmeye karşı çok yüksek performanslıdır. Dünyanın
uzay çağı ile elektronik ve bilgi çağını yaşamasında en yüksek katkı sağlayan
hammaddelerin başında gelmektedir. Ülkemizin kalkınması,
önemli ölçüde bora bağlıdır. Modern ve ileri uzay teknolojileri kullanan bütün
dünya, bu açıdan Türkiye'ye zorunlu olarak muhtaçtır. Tunus'un fosfatları, Arap
ülkelerinin petrolü, Güney Amerika'nın bakırları, Güney Afrika'nın altın ve
elmasları, Fransa'nın potasları ne anlam ifade ediyorsa, Türkiye için de borun
taşıdığı anlam odur. Türkiye'nin ekonomik
bağımsızlığını kazanabileceği ve dünya pazarlarında söz sahibi olabileceği
yegâne hammadde, sahip olduğumuz borlardır. Ancak, böylesine hayatî önem
taşıyan doğal kaynağımızın değeri, ne yazık ki, ülkemiz yöneticileri tarafından
henüz tam olarak idrak edilememiştir. İzah ettiğim nedenlerden
dolayı ve kanunlara uygun olmayan, ülkeye zarar verecek olan, bor madenlerinin
özelleştirilmesine karşıyım. Hükümet, bu kararını öncelikle gözden geçirmeli ve
özellikle, bor madenlerini özelleştirme kapsamından çıkararak, işletmelerdeki
çalışmaları olumsuz yönde etkileyen belirsizlik durumuna son vermelidir. Değerli milletvekilleri,
zaten, görüşmekte olduğumuz bu kanun tasarısı, Anayasanın 91 inci ve İçtüzüğün
90 ıncı maddelerine aykırıdır; çünkü, 233 sayılı Kararname kanunlaşmadan, bu
tasarı görüşülemez, görüşülmesi de doğru değildir; çünkü, iptal sebebidir.
Doğru Yol Partisi, özelleştirmeye karşı değildir -bunu, yukarıda da izah ettim-
karşı olmadığı gibi de, özellikle istemektedir; ancak, yaptığınız özelleştirme
şekliniz yanlış. Bunları, önce, kanunlara uygun anonim şirketi haline getirip,
ülkeye ne getirir, ne götürür, kârı ve zararı nedir, hesabını yapın; ondan
sonra, özelleştirmeyi gerçekleştirin. Sayın hükümet, devlet
işi, ciddiyet ister, sorumluluk ister. Yetmişbir milyon insanımızın hakkını
korumak mecburiyetindeyiz. Ülkemizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını iyi
değerlendirin; memleketin ve milletin lehine kullanın; özelleştirme adı
altında, kimseye peşkeş çekilmesine göz yummayın. Enflasyon düşüyor, ekonomi
düzeliyor diye, kimseyi kandıramazsınız. Toplumu, sosyal patlama noktasına
getirdiniz. Esnafın, sanayicinin ve sivil toplum örgütlerinin sesi yükselmeye
başladı. Milletin derdine çare bulun; ülkeye yazık etmeyin diyor, Yüce
Heyetinize, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına, saygılarımı sunuyorum.
(DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Efendim, şimdi, söz
sırası, Fazilet Partisi Grubunda. Fazilet Partisi Grubu
adına, Afyon Milletvekili Sayın Sait Açba; buyurun. FP GRUBU ADINA SAİT AÇBA
(Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sıra sayısı 578 olan kanun
tasarısı üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi,
saygıyla selamlıyorum. Konuşmama başlamadan
önce, menfur cinayete maruz kalan aziz şehitlerimize, Allah'tan rahmet
diliyorum; milletimizin başı sağ olsun diyorum. Değerli milletvekilleri,
kamu iktisadî teşebbüsleriyle ilgili olarak, önümüzdeki kanun tasarısı, kamu
iktisadî teşebbüslerinin, anonim şirket statüsü tarzında, geçici bir statüye
geçirilmeleri ve bir şekilde özelleştirme kapsamına alınmasıyla ilgili
düzenlemeleri içermektedir. Tabiî, meselenin bir yüzünde kamu iktisadî
teşebbüsleri olduğu için, diğer yüzünde de, şüphesiz özelleştirme konusu
vardır. Öncelikle, kamu iktisadî teşebbüsleri ve özelleştirmeyle ilgili bazı
değerlendirmeler yapmak suretiyle, konuşmamı devam ettirmek istiyorum. 1980'li yıllardan beri,
Türkiye'nin gündeminde en çok tartışılan, en çok konuşulan meselelerden biri,
hepinizin bildiği gibi, özelleştirme meselesidir. Özelleştirme meselesiyle
ilgili olarak, KİT'lerin ekonomik sektörler içerisindeki yeri ve bütün faaliyet
alanlarıyla ilgili geniş değerlendirmeler sürekli olarak yapılmıştır,
yapılmaktadır. KİT'lerin faaliyet alanlarına bugün için baktığımızda, bu
faaliyet alanlarının yine önemli ölçüde geniş bir alanı kapsadığını, yine
çeşitli alanlarda faaliyet gösterdiklerini ve piyasa açısından da belirleyici
sektörlerde faaliyet gösterdiklerini hepi-miz biliyoruz. KİT'lerin genel yapısına
baktığımızda, 1999 yılı rakamlarına göre, KİT sisteminin gayri safî yurtiçi
hâsılaya katkısı yüzde 7 ilâ 8 civarındadır. Toplam istihdam içerisinde KİT
sisteminin payına, özelleştirme kapsamına dahil edilenler de dahil olmak üzere
baktığımızda, yüzde 2'lik bir pay söz konusudur. Kamu istihdamı içerisinde de,
KİT'lerin payı yüzde 18 civarındadır. Toplam sabit sermaye yatırımları
içerisinde KİT sisteminin payı yüzde 7,1'dir. Kamu yatırımları içerisinde de
KİT sisteminin payı yüzde 27,4'tür. 1996 yılından itibaren,
KİT sistemi, başta tarımsal destekleme politikalarının olumsuz etkileri ve 1997
ile 1998 yıllarında toplusözleşmelerde sağlanan yüksek oranlı ücret
artışlarından oldukça olumsuz yönde etkilenmiştir. İşletmeci KİT dengesinin,
1995 yılı itibariyle baktığımızda, gayri safî millî hâsılanın binde 7'si
civarında fazla verdiğini görürüz; ama, 1996 yılından itibaren, işletmeci KİT
dengesinin artık fazla vermediğini, sürekli olarak açık vermeye başladığını
görüyoruz. 1996'da binde 1'lik bir açık söz konusudur -gayri safî millî
hâsılaya oranı itibariyle- 1997'de binde 7'dir, 1998'de yüzde 1,3'tür, 1999'da
yüzde 1,4'tür. KİT'lerin kamu finansmanı ve piyasa mekanizması üzerindeki
olumsuz etkilerini gidermek amacıyla 1990'lı yılların başından itibaren
uygulanan finansman maliyetleri ve istihdamı azaltıcı politikalara sürekli
olarak devam edilmiştir, finansman sorunlarının aşılmasında fiyat
mekanizmasının kullanılmasına da devam edilmektedir. KİT'lerin 1995 yılından
itibaren mal ve hizmet hâsılatının personel harcamalarına, personel giderlerine
oranına baktığımızda, 1995'te bu oranın yüzde 15 civarında olduğunu görürüz,
1996, 1997 ve 1998 yıllarında bir azalma eğilimi içine girdiğini; ancak,
1999'da yüzde 16,1 bir artma eği-limi içine girdiğini de görürüz. İşletmeci KİT
faktör gelirlerinin, yine, gayri safî millî hâsıla karşısındaki durumuna
baktığımızda, 1995 yılında yüzde 2,1'lik bir oranın, 1999 yılında da yüzde 2,6'ya
yükselmiş olduğunu görürüz. Yine, mal ve hizmet hâsılatının faiz ödemelerine
baktığımızda, 1995'te en yüksek oranda olduğu, 1995'ten sonra sürekli azalma
eğilimi içine girdiğini görürüz. 1995 yılında, mal ve hizmet hâsılatının faiz
ödemelerine oranı yüzde 6,3'ken, 1999'da bu oran yüzde 2,4'e düşmüş
bulunmaktadır. Girdi maliyetlerindeki artışların fiyatlara yansıtılması
nedeniyle böyle bir sonuç elde edildiğini görüyoruz. Tarımsal ürün destekleme
alımı yapmakta olan KİT'lerin bir taraftan özkaynak yetersizliği, diğer
taraftan stok devir hızlarının düşüklüğü yabancı kaynak kullanımını zorunlu
hale getirmiştir ve finansman yükleri ve stok maliyetleri de bu şekilde hızlı
bir biçimde artmış bulunmaktadır. 1995 yılında, toplam işletmeci KİT stok
artışlarının yüzde 46'sı tarımsal ürünlerden kaynaklanmaktadır; 1998'de, bu
oranın yüzde 87'ye kadar yükseldiğini görürüz. Tarımsal ürün alımı yapan
işletmeci KİT'lerin borçlanma gereği de bu çerçevede artmış bulunmaktadır. 1995'te
gayri safî millî hâsılaya oranı binde 4 olan borçlanma gereğinin, 1997'de yüzde
1,2'ye, 1999 yılında da yüzde 1,4'e yükselmiş olduğunu görüyoruz. Sabit sermaye yatırımları
açısından baktığımızda, gayri safî millî hâsılaya oranı itibariyle, KİT'lerin,
1995 yılında yüzde 1 olan sabit sermaye yatırımının, 1999 yılında yüzde 1,7'ye
ulaşmış olduğunu -gayri safî millî hâsılaya oran olarak- sabit sermaye
yatırımlarında da -KİT sisteminde- reel bir artış olduğunu görürüz. 1999 yılı itibariyle, KİT
sistemine, özelleştirme kapsamındakiler de dahil olmak üzere kârlılık açısından
baktığımızda, 1999'da 739 trilyon olan kârlılığın, 2000 yılında 2,4
katrilyonlara ulaştığını görürüz. Kâr tablosu belki olumludur; ancak, KİT'lerin
kronikleşen sorunlarının ortadan kaldırılmasına yönelik yasal düzenlemeler
yapılmadığı müddetçe, KİT'lere bütçeden kaynak aktarılmasına şüphesiz devam
edilme zorunluluğu vardır. 2000 yılı başından
itibaren uygulamaya konulan 2000-2002 dönemini kapsayan enflasyonu düşürme
amaçlı makro ekonomik politikalar çerçevesinde KİT'lerin fiyat artışına
getirilen kısıtlamalar birtakım KİT'leri maliyet altında satış yapma zorunda
bırakmış; bu da, KİT açıklarının artması açısından önemli bir etken olmuştur. KİT'lere yapılan bütçe
transferlerinin 1996'dan 1999'a kadar geçen dönem içerisinde reel olarak düşmüş
olduğunu; ama, 2000 yılından itibaren reel olarak artmış olduğunu da açıkça
görürüz. 2000 yılı sonu itibariyle toplam konsolide kamu kesimi açığı 43
katrilyonu geçmiş bulunmaktadır ve KİT'lerin açığı, bu rakam içinde yüzde 7'lik
bir seviyeye; yani, 3 katrilyonluk bir rakama ulaşmış bulunmaktadır. Tabiî, madalyonun bir
yüzünde KİT'ler var, diğer yüzünde de, şüphesiz, özelleştirme var.
Özelleştirme, onbeş yıldır tartıştığımız bir olgudur. Ülke olarak, özelleştirme
konusunda başarılı olduğumuzu, hiçbir zaman iddia etme durumunda değiliz.
1990'lı yıllarda bağımsızlığına kavuşan Doğu Avrupa ülkeleri, Doğu Avrupa
rejimleri bile, özelleştirme meselesini çok kısa zamanda tamamlamış
bulunmaktadırlar ve ekonomik göstergeler itibariyle, Avrupa Birliği karşısında,
maalesef, Türkiye'nin ekonomik göstergelerinden çok daha güzel göstergelere
sahip olduklarını -enflasyon da dahil olmak üzere- hepimiz biliyoruz. Tabiî, biz,
özelleştirmeyi yıllardır -onbeş yıldır- hep tartıştık; sürekli olarak
mahkemelerde dava konusu yaptık; konuyu, sistematik bir şekilde, maalesef, hiç
ele almadık. Özelleştirmenin yasal zeminini hazırlamadan bir sürü özelleştirmelere
başladık. Anayasamız, özelleştirme konusunda kapalı olduğu için, şüphesiz, bu
özelleştirmelerde bir sürü aksamalar da ortaya çıktı. Özelleştirmede peşkeş
olgusu, hep gündemin başında yer aldı. Apaçık çekilen peşkeşlerin,
özelleştirmenin güven ortamını, maalesef, Türkiye'de oldukça zedelemiş olduğunu
görüyoruz. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Özelleştirme İdaresi Kurulu,
tespit ettiği satış koşullarına uyulmadığı ortamlarda hep sessiz kalmayı tercih
etti; satış şartları ihlallerini, âdeta bu kurullar, bu Başkanlık onayladı;
dava ve tazminat konusu olarak hiçbir zaman için yola çıkmadı. Üretime devam ve belirli
istihdam koşuluyla satılmış işletmelerin çalıştırılmalarının, sembolik bir
üretimle çalışmasının veya kapanmalarının hiçbir yaptırımı da uygulanmadı.
Örneğin, özelleştirilen ilk 7 Sümerbank fabrikasından 6'sının kapatılması
tepkisiz olarak geçiştirildi. Et ve Balık Kurumunun, satış sözleşmelerine
rağmen, atalet içine itildiğini görüyoruz; kayıtlı süre geçtikten sonra arsa
rantı üzerinden başka faaliyetlere dönüştürüldüğü kamuoyunun bilgisi
dahilindedir. Bugünlerde bile bazı gazetelerde Et ve Balık Kurumunun arsa
satışları çarşaf çarşaf sergilenmektedir. Dolayısıyla, bu konulardaki
yanlışlara da bu arada dikkat çekmemiz gerekir. Şimdi, tabiî, 57 nci
hükümetin uygulamaya koyduğu makroekonomik programın başarısı, enflasyonu
düşürme programının başarısı bir bakıma özelleştirmeye bağlı bulunmaktadır.
Hedeflenen bütçe ve borçlanma programlarının gerçekleştirilmesinin, yine,
özelleştirmeden sağlanacak gelirlere bağlı olduğu da açıktır. Şimdi, kamuoyunun
özelleştirmeye vereceği desteği sürekli kılmak ve güvenini kazanmak için,
özelleştirmenin olabildiğince şeffaf olmasına azamî itina ve titizlik göstermek
zorundayız. Kamuoyundaki rüşvet ve yolsuzluk görüntüleri ve iddiaları
güvensizliğin derinleşmesine neden olmuştur. Toplum kesimlerinde huzursuzluk,
maalesef, bu konuda had safhadadır. Bu durumun siyasî istikrarı bu ülkede
oldukça zedelemiş olduğunu da hepimiz biliyoruz. Hükümete, maalesef bu alanda
güven azalmıştır, kendi mensupları bile artık güvenememektedir. Bu ortam,
özelleştirme açısından olumsuz bir ortamdır. Hem içte hem de dışta ülke
manzarası hiç iç açıcı değildir. Yolsuzluk düzleminde sivil-asker tartışması
görüntümüzü daha da bozmaktadır. Meclis, millî iradenin temsilcisi olduğunu her
zamankinden daha fazla hissettirmek zorundadır. Tabiî, özelleştirme
gelirleriyle ilgili olarak şöyle bir kısa değerlendirme yapacak olursak;
1995-1999 döneminde özelleştirme gelirleri brüt olarak 5,5 milyar dolar, net
olarak 5,4 milyar dolar olarak gerçekleştirilmiştir. Tabiî, özelleştirme
gelirlerinin elde edildiği alanlara, satış yöntemlerine baktığımızda, blok
satışın önplanda olduğunu görürüz. Yine, ikinci sırada uluslararası borsalara
arz, ona yakın olarak halka arzın ve en son sırada da tesislerin satışı ve
devrinin olduğunu görürüz. 1995-1999 döneminde
özelleştirme giderleri 1 milyar dolar civarında olmuştur; gelir ve gider farkı
4,5 milyar dolardır. Özelleştirme gelirlerinin 3,9 milyar doları sermaye
iştiraklerine aktarılmıştır. 1,5 milyar doları da Hazineye aktarılmış, nihaî
olarak 1999 sonu itibariyle özelleştirme denge hesabı 930 milyon dolar
civarında gerçekleşmiştir. Tabiî, 2000 yılında
yapılan yeni özelleştirmeler var. Bir taraftan Petrol Ofisinin özelleştirilmesi
var -yüzde 51'inin satışı var- 1 milyar 260 milyon dolarlık bir blok satış
şeklinde gerçekleştirilmiş. Yine, Nisan 2000' de TÜPRAŞ'ın yüzde 31,5'lik payı
ulusal ve uluslararası borsalarda halka arz edilmiş ve TÜPRAŞ, 266 milyon
doları uluslararası arz olmak üzere, bu alanda toplam 1 milyar 143 milyon dolarlık
özelleştirme geliri elde edilmiştir. 2000 yılı rakamları
dikkate alındığında, önceki özelleştirmelerle birlikte 1985-2000 döneminde -31
Temmuz itibarıyla ifade ediyorum- özelleştirmeden sağlanan toplam gelirin 9,5
milyar dolar civarında, yapılan harcamanın da 8,8 milyar dolar civarında
olduğunu görüyoruz. Harcamaların yüzde 48'lik bir bölümü kapsamdaki kuruluşlara
sermaye iştiraki ve borç olarak aktarılmaktadır. Tabiî, özelleştirme gelir
ve gider farkını aldığımız takdirde, çok küçük bir rakam ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla, kamuoyunda "özelleştirmeden elde edilen gelir oldukça
azdır" şeklinde bir yargı mevcuttur; ama, bunu, bu şekilde düşünmemek
gerekir. Bir taraftan, özelleştirme kapsamındaki kuruluşlara aktarılan
kaynakları yine dikkate almak durumundayız, diğer taraftan, borç olarak verilen
kaynakları dikkate almak durumundayız, özelleştirme kapsamındaki kuruluşların
rehabilite edilmeleri için aktarılan kaynakları dikkate almak zorundayız.
Önemli olan, gelir amacı değildir; başlangıçta, bunların, rehabilite edilmek
suretiyle, sağlıklı bir şekilde piyasa ekonomisi birimi haline getirilmesi,
sonuçta, devlete, hem vergi geliri şeklinde bir gelir sağlayacaktır, diğer
taraftan da, gayri safî millî hâsılanın daha sağlıklı bir şekilde artması
açısından önemli bir etki de ortaya çıkarabilecektir. Tabiî, özelleştirmeyle
ilgili olarak, bugün, kamuoyunda tartışılan pek çok mevzu vardır. Elektrik
sektöründeki özelleştirme, belki geniş boyutlarıyla, kamuoyunda, son günlerde,
bilhassa beyaz enerji operasyonu çerçevesinde, yoğun olarak tartışılmaktadır,
bu tartışma devam etmektedir; konu yargıdadır, en uygun kararı yargı
verecektir. Tabiî, bir taraftan da, Plan ve Bütçe Komisyonuna gelmiş, şu anda
alt komisyonda görüşülmekte olan bir elektrik kanun tasarısı vardır; bu
tasarıyla birlikte elektrik sektörü daha geniş boyutlarıyla, özelleştirme
boyutlarıyla tartışılacaktır. Ben, bu arada, yine,
özelleştirmeyle ilgili olarak, önemli olması nedeniyle bir başka konuya da
dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir defa, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim
Şirketinin özelleştirilmesiyle ilgili olarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı arasında ocak ayında bir sözleşme imzalanmış,
protokol imzalanmış ve bu kuruluş özelleştirme kapsamına alınmıştır ve altı ay
içinde özelleştirmenin tamamlanması hedeflenmektedir. Bir taraftan, Meclise
gelen şeker yasası da, şüphesiz, şeker sektöründeki bu özelleştirmenin
altyapısını sağlayacak olan yasadır. Zaten, IMF ile yapılan sözleşme niyet
mektubu çerçevesinde, bu yasaların, gerek elektrik gerekse şeker yasasının ocak
ayı sonuna kadar çıkarılması gibi bir zorunluluk vardır. Şeker, tüm dünyada
stratejik ürün olarak kabul edilmiş ve özel sektör ağırlıklı olarak, çok özel
ve ayrıntılı yasalarla korunmaktadır, desteklenmektedir. Şeker sanayiinin
özelleştirilmesi öncesi, yasal altyapısının oluşturulmasına ihtiyaç vardır;
çünkü, bundan önce şeker sektöründe yapılan, Amasya, Konya ve Kayseri olmak
üzere, özelleştirmeler söz konusudur; tabiî, gerekli yasal altyapı sağlanmadığı
için, birtakım aksaklıkların da ortaya çıkmış olduğunu ifade etmemiz gerekir.
Öncelikle, bu yasal altyapının tamamlanması gerekmektedir. İkinci aşamada, bu
kuruluşların özerkleştirilmesinde fayda vardır; yönetim, üretim ve teknoloji
konularında yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç vardır. Özerk yapı içerisinde,
şeker sanayii işçileri ile pancar üreticilerine, yönetimde etkili
olabilecekleri şekilde yer verilmelerine de ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Tabiî, üretimin ve
istihdamın bu sektörde devamlı güvence altına alınması gerekmektedir. Özellikle
bölgesel kalkınmayı teşvik amacıyla kurulmuş fabrikaların durumu iyi incelenmek
zorundadır. Yöntem olarak blok satış tercihinin hatalı bir yöntem olacağını
düşünüyorum. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız lütfen. SAİT AÇBA (Devamla) -
Fabrikalar, esas sahipleri olan çalışanlara, pancar üreticilerine ve bölge
halkına devredilmelidir ya da çalışanların, pancar üreticilerinin söz sahibi
olabilecekleri tarzda onlara bir pay ayrılmasının, bir bakıma, özelleştirmede
etkinliği artıracak bir husus olduğunu yine ifade etmek isterim. Tabiî, burada
görüştüğümüz kanun tasarısında, özelleştirilecek olan kuruluşların öncelikle
anonim şirket statüsüne aktarılmaları -geçici bir statü olarak- ve bunların
anonim şirket olması nedeniyle, Türk Ticaret Kanununun öngörmüş olduğu 5
kişilik kurucu şartının aranmaması, diğer taraftan, genel kurul şartının
aranmaması ve denetçilerle ilgili şartın aranmaması şeklinde bir düzenlemedir.
Dolayısıyla, geçici nitelikte yapılan bu düzenlemeye bizim de sıcak baktığımızı
ifade etmek isterim. Teşekkür eder, saygılar
sunarım. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Şimdi, söz sırası
Anavatan Partisinde. Anavatan Partisi Grubu
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nesrin Nas; buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA NESRİN
NAS (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubunun
görüşlerini bildirmek amacıyla yüksek huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce
Meclise saygılarımı arz ederim. Tasarıyla ilgili
görüşlerimi belirtmeden önce, yüksek müsaadelerinizle, dün, Diyarbakır'da
yaşanan ve başta Diyarbakır Emniyet Müdürü Sayın Gaffar Okkan olmak üzere çok
değerli evlatlarımızı bizden koparıp alan menfur cinayeti ve terörü şiddetle
kınadığımızı bir kez daha belirtir, şehitlerimizin aile ve yakınlarına ve tüm
Türkiye'ye başsağlığı dilerim. Bu menfur cinayet de göstermiştir ki, bugün, her
zamankinden daha çok birlik, beraberlik ve dayanışmaya ihtiyacımız var.
Türkiye'yi, yeniden, umutların yeşerdiği, karanlıkların geçmişte kaldığı ve
aydınlık yarınlara hızla koşan bir ülke yapma sorumluluğu bu Meclisin
omuzlarındadır. Sayın milletvekilleri,
Yüce Heyetinizin de bildiği gibi, 233 sayılı kanun hükmündeki kararname, kamu
iktisadî kuruluşlarına ilişkin hususları düzenlemiştir. Söz konusu kararnamede,
kamu iktisadî teşebbüsü deyiminin iktisadî devlet teşekkülleri ile kamu
iktisadî kuruluşlarını ifade ettiği, bunlardan, iktisadî devlet teşekküllerinin
sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadî alanda, ticarî esaslara göre faaliyet
göstermek üzere kurulan kamu iktisadî teşebbüsleri olduğu belirtilmektedir.
Kuşkusuz, bu tanım, modern devletin gereklerini yerine getirmemizi ciddî bir
biçimde sınırlamaktadır; tabiî, zihniyetin dışında, onu hariç tutuyorum; çünkü,
modern bir devlet olmanın olmazsa olmaz koşulu, devletin ana işlevinin
düzenlemek ve denetlemekle sınırlandırılmasıdır. Bu amaçla, devleti ekonomik
hayatta oyuncu olmaktan çıkaracak, bireyin yararına olacak rekabetçi ve verimli
bir ekonomik yapıyı tesis edecek özelleştirme aracının devreye girmesi ve
global piyasalardan maksimum faydayı sağlamak için, öncelikle bu KİT'lerin
anonim şirket şeklinde örgütlenmeleri zorunludur. Dolayısıyla, Türk Ticaret
Kanununun 277 nci maddesi uyarınca, anonim şirket kurulabilmesi için gerekli
olan 5 ortak şartının öncelikli olarak yerine getirilmesi gerekiyor. Ancak, iktisadî devlet
teşekküllerinin de anonim şirket statüsünde kurulmasına olanak sağlayan 615
sayılı Kanun Hükmünde Kararname, dayanağını teşkil eden Yetki Kanununun iptal
edilmesinden dolayı iptale konu olmuştur. Bu nedenle, kamu iktisadî
teşebbüslerinin özelleştirilmeleri için uluslararası standartların gerektirdiği
yapı oluşturulamamaktadır. Oysa, söz konusu kuruluşların, özelleştirme
aşamasında yurtiçi ve yurt dışında halka arzı, gerçek ve/veya tüzelkişilere blok
satışı gibi işlemlerin yapılabilmesi; daha doğrusu, uluslararası finansman
tekniklerini kullanabilmesi ve özellikle devletin payının yüksek olduğu enerji
sektöründe faaliyet gösteren ve her biri dev bir KİT olan kuruluşların yeniden
yapılandırılabilmesi için, kamu iktisadî teşebbüslerinin anonim şirket şeklinde
yeniden düzenlenmeleri gerekmektedir. Bu nedenle, iptal kararıyla ortaya çıkan
boşluğun giderilmesi zorunluluğu doğmuştur. Yasa tasarısı da bu boşluğu
gidermek ve başta enerji sektöründeki KİT'ler olmak üzere, KİT'lerin yeniden
yapılandırılmasına imkân verecek zemini oluşturmak amacıyla yüksek
huzurlarınıza getirilmiştir. Sayın milletvekilleri,
benden önceki çok değerli hatip, KİT'lerin ekonomi içerisindeki ağırlıklarını,
paylarını ve ekonomi üzerindeki etkilerini, çok detaylı ve rakamlarla yüksek
huzurlarınıza getirdi. Kendisine KİT'lerle ilgili tespitleri konusunda yüzde
yüz katılıyorum; ancak, bir şeyi vurgulamadan geçmek istemiyorum. Para ve kur politikaları
geçici düzeltmeler yapmaya yarar. Bir ülke, ömür boyu döviz kurunu
sabitleyemez; sabitlerse, Türkiye'nin 1980'ler öncesindeki durumuna düşer;
içine kapanır, dünyayı izleyemez, dünyadan kopar; en küçük sıkıntıda dahi,
yüksek oranlı devalüasyonlar yapmaya mahkûm olur. Uyguladığımız nominal çıpa
da, eğer, uzun dönemde uygularsanız, üç aşağı beş yukarı, aynı sonuçları verir.
Türkiye gibi, ekonominin hiçbir alanında disiplin sağlayamamış ülkelerde, kamu
finansmanını disipline etmeden, yapısal sorunları çözmeden, uygulanacak para ve
kur politikaları kalıcı sonuçlar vermez. Hatta, bu alanda geçici başarılar elde
edilse dahi, sonunda, enflasyon ve yüksek faizler, yeniden, ekonominin hâkim
göstergeleri, hâkim unsurları haline gelir ve başta KİT'ler olmak üzere, kamu
açıkları giderek büyürken, tüm ekonomik verilerde bir iyileşme gözlense de, bu
iyileşmenin kalıcı olduğunu hiçbirimiz söyleyemeyiz, iddia edemeyiz. Kısaca, verimli
çalışmayan devlet sistemi, istemese de, kendiliğinden enflasyon yaratır ve bir
ülkede yatırım yapma iklimi yaratılmadıkça, enflasyon kalıcı olarak
düşürülemez. Bu da, ancak, yabancı yatırımcıların ülkelerinde bulunan uygulamaları
ve uluslararası sistemleri getirmekle mümkün olur. İşte bu nedenle, KİT'leri
bir an önce yeniden yapılandırmak ve verimliliğin önünü tıkayan, rekabet
piyasalarını bozan bu kamburdan kurtulmak zorundayız. Çok somut ve güncel
olduğu ve bu yasa tasarısının gerekçelerinden birini oluşturduğu için, dev bir
KİT olan TEAŞ örneğini vermek istiyorum. Bu düzenlemenin iptali nedeniyle
TEAŞ'ın anonim şirkete dönüştürülerek üçe bölünmesi ve Özelleştirme İdaresine
devredilerek özelleştirilmesi gibi çok hayatî bir adım gecikmiştir. Sayın milletvekilleri,
başta, hali hazırda, bugün, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşmeye başladığımız
elektrik piyasası kanunu olmak üzere, elektrik sektöründe devam eden yeniden
yapılanma süreci, Türkiye'nin artan enerji talebini, bütçe ve ekonomi açısından
sürdürülebilir bir maliyetle karşılamasını amaçlamaktadır. Bu program, devlet
tekelleri ve hükümet garantilerine dayanan, mevcut merkeziyetçi modelin yerini
alacak, rekabete dayalı düzenlenmiş piyasaların oluşturulması üzerine
odaklanmıştır. Şimdi, çok eleştirdiğimiz
ve sık sık gündeme getirdiğimiz, bu garantiler ve bu garantiler nedeniyle
yüksek maliyetli enerjinin neden bu hale geldiğinin altını çizmek istiyorum. Bu
garantiler geçmişte son derece gerekli idi; çünkü, uluslararası tahkimin
olmayışı, hukukî prosedürün tamamlanmasının altı yedi yıl gibi çok uzun bir
zaman dilimini kapsaması ve çoğu zaman geriye dönük kararların yok ettiği güven
ortamı, Türkiye'yi hep yüksek maliyetler ödemek zorunda bırakmıştır. Bu
garantiler de, bu ödediğimiz yüksek maliyetlerden sadece bir tanesidir. Bu nedenle, büyük ölçüde
hukukî çerçevenin özel yatırımcılara, yatırımlarının makul bir kazanç oranı
sağlayacağı konusunda yeterli teminat vermemesi nedeniyle, bu garantiler
gerekli olmuştur ve böylece Hazine, elektrik santralları için özel finansmanı
teşvik amacıyla kullanılan yap-işlet-devret ve yap-işlet projeleriyle ilgili
hemen hemen bütün piyasa risklerini üstlenmek zorunda kalmıştır; başka da
çaresi zaten yoktu. Eğer, biz bu gerekli
altyapı düzenlemelerini zamanında yapmış olsaydık, bu maliyetlerin hiçbirini
ödemek zorunda kalmayacaktık. O nedenle, bundan sonraki altyapı düzenlemelerine
ilişkin her türlü adımı gecikmeden ve zamanında atmak zorundayız. Evet, elektrik
sektöründeki yatırımlar büyük ölçekli, sermayeyoğun, dayanıklı, sektöre özel ve
taşınmaz niteliktedir. Dolayısıyla, yatırım yapacak özel kişiler için
getirilerini belirli bir sınır içerisinde garanti altına alacak kurumsal
güvencelerin olması son derece önemlidir. Elektrik sektöründe yatırım yapmayı
düşünen özel yatırımcıların kendilerini güvende hissetmesi için gerekli yapısal
ve kurumsal özelliklerin başında ise -bu, tüm KİT'ler için böyledir, tüm piyasalar
için aynıdır- hızlı işleyen ve mülkiyet haklarına saygılı bir hukuk altyapısı
gelir. Bu altyapıyı sağlayamadığımız sürece çok yüksek hazine garantileri ve
çok yüksek maliyetlere, enflasyon ve sadece, borç ödeme, faiz ödeme bütçesi gibi
maliyetlere katlanmak zorunda kalırız. Tüm bunları yapmayı
ertelememiz veya zamanında yapmamamızın sonuçlarını ayrıca belirtmeye gerek
yok; sonuçlar ortada. Bugün toplam kamu kesimi açığı millî gelirin yüzde 23'üne
ulaşmış durumda. Enerji sektörüyle ilgili örnek verdiğim için, yine bu konudaki
örneği enerji sektöründen vermek istiyorum. Sadece enerji sektörü KİT'lerinin
yıl sonu finansman açığı 1 katrilyona ulaşacak ve TEAŞ'ın bunun içindeki payı
610 trilyon lira. Böyle büyük bir karadelikle, bu hukukî altyapı eksikliği
giderilmeden mücadele edilmesi, başa çıkılması, maalesef mümkün değil. Evet,
ister yerli olsun ister yabancı olsun, yatırımcıya gerekli güven ortamını
sağlayamayan zihniyetin bize ödettiği bedel bu. Sayın milletvekilleri,
bildiğiniz gibi, rekabet piyasasının olmadığı bir ortamda verilen hükümet
garantili yap-işlet-devret projelerine bel bağlanması enerji üretiminde
maliyetlerin çok yüksek olmasına yol açmıştır. Bugün de konuştuğumuz şey odur
zaten. Tüm bunlar, yukarıda rakamlarla belirttiğim gibi, TEAŞ'ın malî durumunun
bozulmasına katkıda bulunmuştur. Eğer biz 233'ü ertelersek, eğer elektrik
piyasası kanununu zamanında çıkarmazsak, bakın, öngörülen gelecek nedir; reel
fiyat artışları ve başka olumlu gelişmeler olmazsa -mevsimsel gelişmeler gibi-
TEAŞ, 2010 yılına kadar bu yapı devam ettiği sürece, yılda yaklaşık 1,5 milyar
dolara ulaşabilecek bir zararla karşılaşabilecektir; yani, artık, hiçbir şeyi
erteleyemeyeceğimiz, daha fazla öteleyemeyeceğimiz bir noktaya gelmiş
bulunuyoruz. Evet, sayın
milletvekilleri, sadece enerji değil, devletin bir piyasa oyuncusu olarak var
olduğu hemen her alanda -kamu bankaları finansman alanı da buna dahildir-
katlandığımız yüksek maliyetlerin en aza indirilebilmesi için, daha önce de
vurguladığım gibi, öncelikle, KİT'lerin yeniden yapılanmasının önünü açacak bu
tasarının bir an önce yasalaşması ve elektrik piyasası kanununun da en kısa
sürede yürürlüğe girmesi gerekiyor. "Bu tasarı ve
gerekçesi incelendiğinde; 8.6.1984 tarih ve 233 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin mülga (3) üncü bendi, bu
Kanun Hükmünde Kararnamenin kapsamında olan kamu bankalarının 15.11.2000 tarih
ve 4603 sayılı Kanun ile söz konusu Kanun Hükmünde Kararnamenin kapsamından
çıkarılmaları da dikkate alınarak, iktisadî devlet teşekküllerinin, Türk
Ticaret Kanununun 277 nci maddesi hükmü dışında, beş kurucu üye ile genel kurul
ve denetçileri bulunma koşulları aranmaksızın anonim şirket şeklinde
kurulmalarına olanak sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır." İlk bakışta, bu
tasarıyla, Türk Ticaret Kanununa uymayan bir anonim şirket modeli öngörüldüğü,
genel kurulun ve denetçilerin anonim şirketin vazgeçilmez öğeleri olduğu,
bunlar bulunmadığı takdirde, gerçek bir anonim şirketten söz edilemeyeceği
söylenebilir ya da düşünülebilir; ancak, bu KİT'lerin özelleştirilmesinde iki
aşamanın söz konusu olduğu dikkate alınırsa, bu sakıncanın ortadan kalkacağı
açıkça anlaşılır. Öncelikle, bu yasa tasarısı kapsamına giren kuruluşlar anonim
şirket haline dönüştürülecek, daha sonra, özelleştirme kapsamına alınarak
Özelleştirme İdaresine devredilecektir. Bu aşamada, Özelleştirme İdaresi, bu
KİT'leri, 4046 sayılı Özelleştirme Kanununa göre, yönetim kurulları, denetim kurulları,
genel kurul gibi, anonim şirketin gerekli tüm organlarını içerecek biçimde
yeniden yapılandıracaktır. Böylece, bu tasarıyla oluşturulan, iki arada bir
derede gibi görünen anonim şirket statüsü, çok kısa süreli geçici bir statü
olarak kalacaktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu tasarı, Türkiye'nin, geçen yılbaşından beri uygulamaya
başladığı, genel kabul görmüş nitelemesiyle ekonomik programın, ancak içerdiği
yapısal reformlar nedeniyle, bizce, Türkiye'yi birinci lig ülkeleri
standartlarına çıkarmayı hedefleyen dönüşüm programının adımlarından biridir.
Bu vesileyle, ülkemize hayırlı olmasını diler, Yüce Heyetinize saygılarımı
sunarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Şimdi, söz sırası,
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan
Yazıcıoğlu'nda. Buyurun Sayın Yazıcıoğlu.
(DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA CAFER
TUFAN YAZICIOĞLU (Bartın) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; önce,
hepinizi, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Gazeteci yazar Uğur
Mumcu'ya yapılan suikastın 8 inci yıldönümünde, dün, teröre kurban giden
Diyarbakır Emniyet Müdürü ve arkadaşlarına Allah'tan rahmet, Ulusumuza
başsağlığı dili-yorum. Bu vesileyle, tüm şehitlerimizi, bir kere daha rahmetle
anıyorum. Barış düşmanlarının
amacına ulaşması mümkün olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, her zaman güçlü ve
muvaffak olacaktır. Sayın milletvekilleri,
233 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla, Anayasa Mahkemesinin 2000/72
esas ve 2000/46 karar sayılı iptal kararıyla oluşan bir hukukî boşluğun
giderilmesi amaçlanmaktadır. Kamu iktisadî
teşebbüslerinin özelleştirilmeleri aşamasında, yurtiçi ve yurtdışında halka
arz, gerçek ve tüzelkişilere blok satış, borsada satış işlemlerinin kolaylıkla
yapılabilmesi ve özellikle devletin payının yüksek olduğu enerji sektöründe
faaliyet gösteren KİT'lerde yeniden yapılanmaya gidilebilmesi için, kamu
iktisadî teşebbüslerinin anonim şirket şeklinde yeniden yapılandırılmasına
olanak sağlamak gerekmektedir. Sekizinci Kalkınma
Planında "özelleştirme uygulamalarında, sermaye piyasalarından
yararlanarak sermayenin tabana yayılması sağlanacaktır" ibaresi yer
almaktadır. 4603 sayılı kararla kamu bankaları
233 sayılı Kararnamenin kapsamından çıkarılmıştır. Bu nedenle, kamu bankasıyla
ilgili düzenleme yeni düzenlemede yer almamaktadır. İktisadî devlet
teşekküllerinin, Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesi hükmü dışında, beş
kurucuyla, genel kurul ve denetçileri bulunma koşulları aranmaksızın anonim
şirket şeklinde kurulmalarına olanak sağlanmaktadır. Özelleştirmede, anonim
şirket şeklinde örgütlenme, kolaylık sağlayacaktır. Anonim şirket haline
dönüştürmeyi müteakip, KİT, özelleştirme kapsamına alınacaktır. Bu nedenle
oluşturulan anonim şirket statüsü geçici olacaktır. İktisadî devlet
teşekküllerinin anonim şirket şeklinde kurulması sonucunda bu teşekküllerin
ekonomik ve ticarî esaslara uygun olarak ticarî faaliyette bulunmaları, serbest
piyasa ekonomisine uyum sağlamaları, rekabet ortamı içerisinde ve ticarî
temayüllere uygun olarak kuruluş amacı ve faaliyetlerini gerçekleştirmeleriyle
birlikte, diğer şirketlerle eşit statüde ve eşit koşutlarla rekabet etmeleri de
sağlanmış olmaktadır. Ülkemizde, devletin
payının yüksek olduğu enerji gibi birçok sektörde yeniden yapılanmaya gidilmesi
ve sektörün serbest piyasa koşullarına uyumlu hale getirilmesi ve enerji
sektöründe gerekli yatırımı sağlayacak olan özel sektörün katılımı, yeni bir
yapının oluşturulmasıyla mümkün olacaktır. Tutarlı tutumuyla
enflasyonla mücadelede önemli mesafe kat eden hükümetimize destek olmak
hepimizin görevidir. Bu tasarıyı diğer grupların da desteklemesi bizi
sevindirmiştir. Demokratik Sol Parti
Grubu olarak bu tasarıyı desteklediğimizi arz eder, Yüce Genel Kurula saygılar
sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın
Yazıcıoğlu, teşekkür ederim. Gruplar adına başka söz
isteyen?.. Yok. Şahsı adına, Erzurum
Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun efendim. Sayın Masum Türker
vazgeçmiş... MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Vazgeçmedim efendim. BAŞKAN - Sayın Türker, o
zaman, Sayın Polat'tan sonra size söz vereyim. Sayın Polat, süreniz 10
dakika. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 578 sıra sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlarım. Tasarının genel
gerekçesinde de belirtildiği üzere, iktisadî devlet teşekküllerinin,
sermayesinin tamamı devlete ait iktisadî alanda ticarî esaslara göre faaliyet
göstermek üzere kurulan kamu iktisadî teşebbüsleri, Türk Ticaret Kanununun 277
nci maddesi uyarınca, anonim şirket kurulabilmesi için gerekli 5 ortak şartı
yerine gelmediği için, iktisadî devlet teşekkülleri ile kamu iktisadî
kuruluşlarının anonim şirket şeklinde kurulmaları mümkün olmamaktadır. İktisadî devlet
teşekküllerinin, özelleştirilmeleri aşamasında, yurt içinde ve yurt dışında
halka arz, gerçek veya tüzelkişilere blok satış, borsada satış işlemlerinin
yapılabilmesi için anonim şirket olmaları gerekmektedir. Bilhassa enerji
sahasında özelleştirmeye gidebilmek için ilk aşamada TEAŞ'ın üç ayrı iktisadî
devlet teşekkülü olarak teşkilatlandırılması suretiyle elektrik sektörünün
yeniden yapılandırılması ve sektörün rekabete açılması için anonim şirket olma
zorunluluğu vardır. Bunun için, 233 sayılı
Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü
maddesinin mülga 3 numaralı fıkrası şu şekilde yeniden düzenlenmiştir:
"Teşebbüslerde iktisadî devlet teşekkülü olanlar anonim şirket şeklinde de
kurulabilirler. Anonim şirket şeklinde kurulan iktisadî devlet teşekküllerinde
Türk Ticaret Kanununun 277 nci maddesinde sözü edilen 5 kurucunun bulunması
şartı aranmaz. Genel kurul ve denetçiler bulunmaz." Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Plan ve Bütçe Komisyonunda tasarının görüşülmesi sırasında,
enerji alanında, bilhassa TEAŞ'ın özelleştirilmesinin önemi vurgulanmış; fakat,
özellikle, tasarıyla Türk Ticaret Kanununun uyumlu olmayan bir anonim şirket
modeli öngörüldüğü genel kurulun veya denetçilerin anonim şirketlerin
vazgeçilmez ögeleri olduğu, bunlar bulunmadığı takdirde gerçek bir anonim
şirketten söz edilemeyeceği önemle vurgulanmıştır. Anonim şirketlerin
çeşitli tarifleri var ise de, şöyle de tarif edilebilir: "Anonim ortaklık,
bir unvan altında iktisadî maksat ve konular için kurulan, sermayesi belirli ve
paylara bölünmüş, paydaşların sorumluluğu üstlendikleri sermaye paylarıyla
sınırlı tüzelkişiliği haiz birer ticaret ortaklığıdır." Anonim şirketlerin ortak
sayısının 5 kişiden az olamayacağı, ortak sayısının üst sınırının olmadığı,
anonim şirket ortak sayısının 5 kişiden aşağıya düştüğü takdirde, bu husus
şirket için fesih sebebi sayılmaktadır. Bunun da en önemli sebebi, anonim
şirketlerin esas olarak halka açık şirket olmaları ve halka açılmayı teşvik
içindir. İşte, bu tasarıyla anonim
şirketlerde "olmazsa olmaz" şartı olarak aranan 5 ortak şartı
iktisadî devlet teşekkülleri için kaldırılmaktadır. Esasında iktisadî devlet
teşekküllerinde anonim şirket statüsü kurulmalarına olanak sağlayan 615 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname, Anayasa Mahkemesince, 2.11.2000 tarihinde iptal
edilmiştir. Böylece, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye mesnet teşkil eden
kanun hükmünde kararnamenin iptali neticesinde meydana gelen boşluğun
doldurulması için bu tasarı hazırlanmıştır. 233 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrası "Teşebbüslerden iktisadî
devlet teşekkülü olanlar bankacılık alanında sermayenin en az yüzde 91'inin
devlete ait olması şartıyla anonim şirket şeklinde de kurulabilirler. Bu
durumda Türk Ticaret Kanunun 277 nci maddesinde sözü edilen 5 kurucunun
bulunması şartı aranmaz. Genel Kurul ve denetçiler bulunmaz" şeklinde idi.
Görüldüğü üzere 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede de 5 kurucunun bulunma
şartıyla genel kurul ve denetçiler bulunmaz şartı var idi. Yine, 233 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tabi bir kamu bankası kalmadığı için, 3 üncü maddenin
üçüncü fıkrasında yer alan "Teşebbüslerden iktisadî devlet teşekkülü
olanlar, bankacılık alanında sermayenin en az yüzde 90'ının devlete ait olması
şartıyla anonim şirket şeklinde de kurulabilir" hükmüne yeni düzenlemede
yer verilmemiştir. Bu tasarıyla da dile
getirilen ve Plan ve Bütçe Komisyonunda da önemli tenkit edilen
"denetçiler bulunmaz" şekli üzerinde biraz durmak isteriz. Türk Ticaret Kanununda
anonim şirketlerle ilgili 347 nci maddede, "anonim şirketlerde 5'ten fazla
olmamak üzere 1 veya daha çok murakıp bulunur" denilmekte ve 1'den çok
olan murakıplar bir heyet teşkil ederler" denilmektedir. 348 inci maddede: "6
ay önceden beri esas sermayenin en az onda 1'ine muadil paylara sahip oldukları
sabit olan pay sahipleri, son iki yıl içerisinde şirketin kuruluşuna ve idare
muamelelerine müteallik bir suiistimalin vuku bulduğunu veya kanunun yahut esas
mukavele hükümlerine önemli bir surette aykırı hareket edildiği iddia ettikleri
takdirde, bunları veya bilançosunun gerçekliğini tahkik için hususî murakıplar
tayinini umumî heyetten isteyebilirler" denilmektedir. 353 üncü maddede
murakıpların vazifeleri olarak; 1. Şirketlerin idare
meclisi azalarıyla işbirliği yaparak bilançolarının tanzim şeklini tayin etmek,
2. Şirket muamelelerinden
bilgi edinmek ve lüzumlu kayıtların intizamla tutulmasını sağlamak maksadıyla,
hiç olmazsa, 6 ayda 1 defa şirket defterlerini incelemek, 3. Üç aydan ziyade ara
verilmesi caiz olmamak üzere, sık sık ve ansız şirket veznesini teftiş etmek, 4. En az ayda 1 defa
şirketin defterini inceleyerek, rehin veya teminat yahut şirketin
veznesinden hıfz olunmak üzere, vedia
olarak teslim edilmiş her nevi kıymetli evrakın mevcut olup olmadığını tahkik
ve kayıtlara bakmak gibi çok önemli vazifeleri vardır. 354 üncü maddede
"murakıplar her yıl sonunda şirketin hal ve durumuna idare meclisinin
tanzim ettiği bilançoya ve sair hususlara ve dağıtılması teklif ettiği
kazançlara müteallik idare meclisinin vereceği rapor ve sair evrak hakkındaki
mütalaalarını havi olmak üzere, umumî heyete bir rapor vermekle mükelleftirler.
Böyle bir rapor alınmadan, umumî heyet, bilanço hakkında bir karar
veremez" denilmektedir. Şimdi anonim şirketlerin
denetiminin en önemli ayağı olan murakıpları, siz, kuracağınız bu anonim
şirketlerden eksik ederseniz, sadece iç denetime açık bu yeni anonim şirketler
piyasada, borsada nasıl güven sağlayıp, işlem göreceklerdir. Ayrıca, TEAŞ gibi, son
günlerde üzerinde fırtınalar koparılan ve kamuoyunca en fazla şüpheyle bakılan
kuruluşları için denetim ayağı, piyasa koşullarında sağlanmadıkça, alınacak
neticeden bizim endişeli olduğumuzu burada belirtmeden geçemeyeceğiz. Denetçiler olmadığı gibi,
tek ortaklıkla genel kurul da olmayacağı için, tasarıyla muaf tutulmuştur. Bu
takdirde bu şirketler genel kurul denetimi ve müzakerelerinden de muaf
olmaktadır. Böylece, bize özgü yeni
bir anonim şirket modeli yapmış olacağız. Bunun da ne kadar tutacağını zaman
gösterecektir. Fakat, TEAŞ hisselerinin görünür değer kaybıyla kaybedenin,
yine, halkımız olacağı da açıktır. Yine, Türkiye İçin
Katılım Ortaklığı 2000 Raporunun "öncelikler ve orta vadeli hedefler"
bölümünde "Sosyal unsur dikkate alınarak devlet işletmelerinin
özelleştirilmesine devam edilmesi, enerji alanında başta elektrik ve gaz yönergeleri
ile piyasaların açılması olmak üzere iç enerji piyasasının kuruluşuna yönelik
hazırlıkların yapılmasıdır" denmekte. Orta ve tali ölçeklerde;
özelleştirme sürecinin tamamlanması. Enerji bölümünde, enerji
kuruluşlarının yeniden yapılandırılması ve muhtelif sektörlere girişin daha da
serbestleştirilmesi, idarî ve düzenleyici yapıların güçlendirilmesi istenmekte
ve devamla, ulusal mevzuatın, enerji sektöründeki Avrupa Birliği müktesebatına
uyumunun sağlanması istendiğinden, bu tasarısın da ana hedefinin TEAŞ'ın 3'e
bölünerek özelleştirilmesi olduğundan, tasarının ehemmiyeti belli olmaktadır. Hükümetin son yıllarda
çok önem verdiği KİT borçları ve özelleştirmelerine bir bakacak olursak; 1996
yılında dışborç stoku içerisinde KİT payı yüzde 3,9 iken, 1997'de yüzde 3,87,
1998'de 3,34 civarında gerçekleşmiştir. Genel olarak da, 1999 yılı net kamu
borcu, gayri safî millî hasılının yüzde 5 civarındadır. Özelleştirme İdaresindeki
KİT'lerin durumu ise şöyledir: Özelleştirme İdaresinin portföyünde 2000 yılı 1
Ocak tarihi itibariyle sermayelerindeki idare payı yüzde 50'nin üzerinde olan
32 kuruluş ve kamu payı yüzde 50'nin altında olan 44 iştirak mevcuttur.
2000 yılında sağlanan toplam 3,5 milyar
dolar tutarındaki özelleştirme gelirinin 2,7 milyar doları, Özelleştirme
İdaresinin portföyündeki kuruluşların satışından, 0,3 milyar doları, enerji santrallerinin işletim hakkı
devrinden; yüzde 0,5 milyar dolar, GSM lisans satışının ilk taksitinden
sağlanmıştır. Ayrıca, 2000 yılında
tamamlanan özelleştirme işlemlerinden 2001 yılı için 2,1 milyar dolar tutarında
gelir temini beklenmektedir. DPT hesaplarına göre, 2001 yılı için
özelleştirmeden 6 milyar dolar, 2002 yılında ise 4 milyar dolar gelir
beklenmektedir. IMF'ye verilen 18.12.2000
tarihli niyet mektubunda, 14 Aralık 2000 tarihine kadar ve Dünya Bankası
Ekonomik Reform Kredisine uygun olarak bir elektrik piyasası kanunu tasarısı
Parlamentoya sunulacaktır. (önkoşul) Bu kanun tasarısı halen Plan ve Bütçe
Komisyonunda müzakere halindedir. Bu kanun devlete ait enerji üretim
santralleri ve dağıtım şirketlerinin doğrudan satışına yönelik bir çerçeveyi
belirlemektedir. Devlete ait enerji üretim
ve dağıtım şirketleri için işletme hakkının devrine ilişkin finansman
işlemlerinin tamamlanması amacıyla, son tarih olarak 31 Mart 2001 tarihi
belirlenmektedir. Bu kanunun, 2001 yılı Ocak ayı sonuna kadar hayata geçirilmesi yapısal performans
kriteridir. 2001 Ocak ayı sonuna
kadar, kamu iktisadî teşebbüslerine ilişkin kanun (233 sayılı Kanun) TEAŞ'ın
birbirinden farklı elektrik üretim, dağıtım ve satış şirketleri olarak yeniden
yapılandırılmasına müsaade edecek şekilde değiştirilecektir. Bu da, bugün
görüştüğümüz kanun tasarıdır. Yani, bu tasarının 31 Ocak 2001 tarihine kadar
çıkarılacağı, ne şekilde çıkacağı IMF'ye taahhüt edilmiş, bugün, burada, Meclis
ise, verilen taahhüdün yasal işlemlerini tamamlamaktadır. TEAŞ'ın yeniden
yapılandırılmasına ilişkin bir kararname, 2001 Ocak ayının sonuna kadar
çıkarılacaktır; yine, IMF'ye verilen taahhütte. Ayrıca, IMF'ye verilen
taahhütte, 2002 yılı sonuna kadar bitirilmesi şartıyla, 29 yap-işlet-devret
projesine daha, Hazine garantisi verecek, bunlardan başka yap-işlet-devret
projesine Hazine garanti veremeyecektir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) ASLAN POLAT (Devamla) -
Sayın Başkan, 2 dakika daha süre verir misiniz. BAŞKAN - Takdirlerinize
sunacağım. Buyurun. ASLAN POLAT (Devamla) -
Son günlerde üzerinde fırtınalar koparılan Enerji Bakanlığının Hazine garantili
yap-işlet-devret projeleri hakkında, Sekiz Yıllık Kalkınma Planı ne diyor, ona
bakalım. 1403 nolu başlıkta:"Buna rağmen projelerin bir sistem planlama
çalışmasının ürünü projeler olmaması, şirketlerin sağlıklı değerlendirmelerle
seçilmemesi, aşırı yüksek proje paketiyle ve aşırı yüksek tarifelerle
bağlantılara girilmesi ve TEAŞ'ın yüksek yap-işlet-devret elektrik
maliyetlerini tarifesine yansıtmaması nedeniyle, malî darboğaza girmesi sonucu
yeni çözüm arayışlarına yönelme durumunda kalınmıştır" denilmektedir. BAŞKAN - Efendim,
toparlıyorsunuz değil mi. ASLAN POLAT (Devamla) -
Peki, öbür maddede devam edeyim. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Masum Türker;
buyurun efendim. MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, sizleri
saygıyla selamlıyorum. Görüştüğümüz tasarı,
Türkiye'de, herkesin, hükümeti ya da ilgili iktidarın mensupları kimse
tartışmak için kullandığı ve "arpalık" diye nitelendirilen kamu
iktisadî devlet teşekkülleriyle ilgili bir değişikliğe ilişkin kanun tasarısıdır. Biraz evvel, değerli
arkadaşlarımız, tek tek, bu tasarı değişikliğiyle olabilecekleri söylediler.
Ben, bir konuya dikkati çekmek istiyorum. Türkiye'de bu şirketlerin kurulması,
sermaye birikiminin yetersizliğinden kaynaklanmış ve ilk ciddî girişim, Atatürk
döneminde, TEMAVAŞ adlı bir şirketle başlamıştır. TEMAVAŞ Şirketi, dönemin
bütün memurlarından kesilen parayla, çok büyük ithalat ve ihracat yapabilecek
bir şirket olmuştur; ancak, yönetimle ilgili usuller geliştirilmediği,
denetlenmediği için, o büyük sermayeli şirket, Türkiye'nin halka açık ilk
şirketi batmıştır. O günden sonra, bugün özelleştirmede söz konusu edilen
Etibank ve Sümerbankın temelini oluşturan şirketler kurulmuştur. Değerli milletvekilleri,
şirketlerin, özellikle Türkiye'de, devleti ekonomide küçültmek adına
özelleştirildiğini biliyoruz. Bu özelleştirme stratejisi, 1980 yılından beri
gelen ve giden bütün iktidarlar tarafından kullanılmıştır. Şunu belirtmek istiyorum
ki, eğer, uzun vadeli bir perspektif açısından bakacak olursak, bizim gibi
gelişmekte olan bir ülkede uygulanan özelleştirme modeli, yanlış bir seçimdir;
çünkü, bu özelleştirme modelinde, özelleştirilen şirketlerden elde edilen
gelirlerle ülkede yeni yatırımlara gidilip, yeni istihdam ve yeni bir sermaye
birikim alanı yaratılmadığı sürece, özelleştirme, devletin geçmişteki
insanlarının; yani, ecdadımızın, atalarımızın, babalarımızın, dedelerimizin
ucuz emekle oluşturdukları varlıkların, sermaye birikimi şeklinde el
değiştirmesinden başka bir şey değildir. Bunun çözümü nedir;
yıllardır bunu söylüyorum ve Atatürkçülüğün bugüne kadar dile getirilmeyen,
gizlenen ekonomi politikasının temeli olan husus, özelleştirmeden gelen
gelirler ile her yılın Kurumlar veya Gelir Vergisi üzerinden alınan bir payla,
sürekli yeni yatırımlara, konnekte dediğimiz; yani, ciddî bir şekilde iletişim
kurulabilen ve bir kombinasyon içinde oluşabilen yeni yatırımlara gitmektir;
ama, Türkiye'de, maalesef, dünyada geliştirilmiş olan yeni dünya düzeni ideolojisi
dolayısıyla, geçtiğimiz yirmi yıl içinde bu yanlış yapılmıştır. Son yıllarda
buna ilişkin düzenlemelerin yapılmaya başlamasını görmek bizi sevindirmektedir;
ama, beklentimiz, burada yapılan değişikliklerle, Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluşunda temel olan ekonomik politikanın tekrar hatırlanmasıdır. Bu değişiklikte önemli
olan husus, bir genel kurul ve denetçilerin konulmamasıdır. Bu, bizim
milletvekillerine "yeni bir arpalık mı yaratıldı" diye sorulduğu
zaman "hayır, ilgisi yok; bu anonim şirket kuruldu, özelleştirme sürecinde
gerekli devirler yapmak imkânı bulunmuştur" deme imkânı verdiği için, bu
değişikliği getiren hükümete teşekkür ediyorum; bu vesileyle saygılar
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederim. Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum... TURHAN GÜVEN (İçel)-
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum BAŞKAN- Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. TURHAN GÜVEN (İçel)-
Karar yetersayısının aranılmasını daha evvel istemiştik; ama, lütfedip de,
buraya bakmıyorsunuz... BAŞKAN- Gözüm hep sizin üzerinizde!.. 1 inci maddeyi okutuyorum
: KAMU İKTİSADÎ TEŞEBBÜSLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE MADDE 1. - 8.6.1984
tarihli ve 233 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 3 üncü maddesinin mülga (3) numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir. "3. Teşebbüslerden
iktisadî devlet teşekkülü olanlar, anonim şirket şeklinde de kurulabilir.
Anonim şirket şeklinde kurulan iktisadî devlet teşekküllerinde Türk Ticaret
Kanununun 277 nci maddesinde sözü edilen 5 kurucunun bulunması şartı aranmaz, genel kurul ve denetçiler
bulunmaz." BAŞKAN- Madde üzerinde,
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Isparta Milletvekili Sayın Ramazan Gül. Buyurun Sayın Gül. (DYP
sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika
efendim. DYP GRUBU ADINA RAMAZAN
GÜL (Isparta) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Kamu
İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesiyle ilgili olarak, Doğru Yol
Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlarım. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kamu iktisadî teşebbüslerinin Türk ekonomi tarihi içindeki
yerini hepimiz biliyoruz. Bu kuruluşların Türk ekonomisinin sanayileşmesinde,
gelişmesinde, eleman yetiştirilmesinde, sanayinin ülke düzeyine olabildiğince
dengeli dağılımında büyük fonksiyonları olduğu bilinen bir gerçektir; ama, biz,
başka bir gerçeği daha biliyoruz ki, kamu iktisadî teşebbüsleri, artık,
ömürlerini tamamlamışlardır; çünkü, bu kuruluşlar zaman içinde ekonominin
bütünlüğü ve büyüklüğü içinde önemini yitirmiş, hatta bazıları artık, sağlıklı
çalışan verimli birer işletme olmaktan da çıkmıştır. Bu kuruluşların
özelleştirilmesini, Doğru Yol Partisi olarak, öteden beri istiyor ve bu konuda
çabalar harcıyoruz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; başlangıçta bizim özelleştirme çabalarımıza engel olanların,
bugün, Doğru Yol Partisiyle paralel bir düşünceye gelmelerini, saygıyla ve
sevinçle karşılıyoruz. Sayın milletvekilleri,
bakınız, 1994 yılında biz Telekomu özelleştirmek için ciddî bir adım atmıştık
ve bununla ilgili yasayı da bu Meclisten geçirmiştik. O tarihlerde uluslararası
piyasalar da Telekomun özelleştirilmesi için çok uygundu. Bu özelleştiremeden
yaklaşık 40 milyar dolar bekliyorduk; ama, maalesef, bu kanuna, o dönemde
muhalefette bulunan DSP ve ANAP itiraz ettiler ve bunu engellemek için de
konuyu yargıya taşıdılar. Oysa, o zaman çıkardığımız kanun yürürlükte olsaydı,
bugün Türkiye'nin yaşadığı pek çok sorun aşılmış olacaktı; bütçe, borç ve faiz
kıskacından kurtulmuş olacaktı; ama, muhalefet yapıyorum diye ülkenin önünü
tıkayanlar, şimdi bizim çizgimize geldiler. Biz, Doğru Yol Partisi olarak,
sizin yaptığınız gibi, sorumsuzluk örneği vermeyeceğiz. Biz, bu memleketin
hayrına ne gelirse onu destekleyeceğiz; çünkü, bizim muhalefet anlayışımız,
yıkıcı muhalefet değildir. Biz, yapıcı muhalefet yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Ancak, bizim üzüldüğümüz
nokta, bugün, Telekomun özelleşmesinden beklenen yararın sağlanamayacağıdır;
çünkü, bu hükümet izlediği yanlış ekonomik politikalarla, Türkiye'nin
uluslararası itibarını zedelemiş, yabancı sermayeyi kaçırmıştır. Daha açıkçası,
yedi yıl önce var olan şartlar ortadan kalkmış, yabancı sermayeyi ürkütmüştür.
Daha acı olanı ise, Telekomu partizanca kullanmış ve kadro şişkinliği ortamı
hazırlanmıştır. Şimdi, sormak gerekiyor; Telekomu bu haliyle kim, kaça
alacaktır? Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biz, Doğru Yol Partisi olarak, özelleştirmeyi sonuna kadar
destekliyoruz; çünkü, Türkiye'nin kalkınmasında asıl motivasyonu özel sektör
sağlayacaktır. Devletin mümkün olduğunca ekonomiden çekilmesi ve artık, aslî
fonksiyonlarına dönmesi gerektiği açıktır. Bu nedenle, biz, özel sektörün
gücüne inanıyoruz ve özel sektörün önündeki engellerin kaldırılması için de
çaba göstereceğiz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün, kısaca, kamu iktisadî teşebbüslerinin malî yapılarına
baktığımızda, zaman zaman dramatik sonuçlarla karşılaşıyoruz. Türkiye Büyük
Millet Meclisi KİT Komisyonunda görev yapan arkadaşlar, bu gerçekleri daha
somut olarak görmektedirler; çünkü, bu Komisyonda, hesapları incelenen
KİT'lerin durumları masaya yatırılmakta ve devlete ait olan bu kuruluşların
içinde bulundukları tablo daha net olarak görülmektedir. Bugün, pek çok KİT, hâlâ
eleman deposu olmaktan kurtulamamıştır. Biliyorsunuz ki, erken emeklilik
uygulaması çerçevesinde bazı uygulamalar yapılmışsa da, bu uygulamalar, eleman
fazlalığı sorununu çözememiştir. Dileğimiz, bu sorunun bundan sonra çözülmesi
ve sistemin verimli hale getirilmesidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; KİT'lerin ürettikleri malların kalitesi de başka bir sorundur.
Bu kuruluşlarda, toplam kalite uygulaması yapılmamakta ve bunun doğal sonucu
olarak da, zararlar büyük boyutlara ulaşabilmektedir. Bizim arzumuz, KİT'lerin,
özelleştirme süresi içerisinde rehabilite edilmeleri ve ekonomiye kazandırma
sürecinde üzerinde ciddiyetle durulmasıdır. Ancak, bu konuda, hükümetin
sağlıklı bir çaba harcadığını söylemek, maalesef, mümkün değildir; çünkü,
hükümet, mümkün olduğu kadar sorunları ertelemek veya kamuoyunun gündeminden
kaçırmak niyetindedir. Bu konuda hükümetin izlediği politika "ver,
kurtul" politikasıdır; ama, bu politikanın ekonomiye de, hükümete de bir
hayrının olamayacağı ayan beyan açıktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; KİT'lerin yaşadığı bir sorun da, bu kuruluşlara yapılan
siyasal müdahalelerdir. Bu müdahalelerin önü halen alınamamıştır. Sözde, bu
kuruluşlar özel hukuk hükümlerine tabidir; sözde, bu kuruluşlar, piyasa
koşullarına göre hareket etmek zorundadırlar; ama, maalesef, bu gerçekler
KİT'lerin kuruluş yasalarında yer almakla birlikte, gerçek böyle değildir.
Gerçek, bu KİT'lerin bağlı oldukları bakanlarca idare edildiği ve işlerine
müdahale edildiğidir. Bugün, müdahale o boyutlara varmıştır ki, bakanlık,
kendisine bağlı kuruluşun tabelasını bile değiştirmiş, kendi bakanlığının
unvanını bu kuruluşun üstüne yazdırmıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi, izninizle sormak istiyorum: Bu, partizanlık değil de
nedir? İdare hukukunu dahi bilmeyen, KİT'lerin hukukî durumlarını bilmeyen bir
bakanın KİT'lere hayrı olur mu; Açıkça söylüyorum olmaz; olursa, sadece KİT, o
bakanın çiftliği olur. Bu yapının, Parlamentoya da bir saygısızlık olduğunu
belirtmek isterim. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu hükümetin, çoğu zaman hukuku gözardı ederek düzenlemeler
yaptığını belirtmiştim. Nitekim, önünüze getirilen yasa tasarısı da bu
anlayışın ürünüdür. Daha önce, bizim bütün uyarılarımıza rağmen, hükümet,
kanunla yapacağı düzenlemeyi kanun hükmünde kararnameyle yaptı. Peki sonuç ne
oldu? Sonuç: Anayasa Mahkemesinden döndü; Anayasa Mahkemesi, yapılan
değişikliği iptal etti. Şimdi, hükümet, ortaya çıkan hukukî boşluğu doldurmak
istiyor ve bu amaçla, bu tasarı önümüze getirilmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu yasal düzenleme kabul edildiği takdirde, KİT'lerden
iktisadî devlet teşekkülü olanlar anonim şirket şeklinde kurulacaktır; ancak,
anonim şirketlerde, Türk Ticaret Kanununa göre, en az 5 ortağın bulunması
gerekmektedir. Bu tasarı yasalaşırsa, sermayesinin tamamı devlete ait olan bir anonim şirket modeli ortaya çıkacaktır;
bu da, dünyada tek uygulama olacaktır. Böylesine garip uygulamaları da, bu
hükümet yapmaktadır. Oysa, bir iktisadî devlet teşekkülünün özelleştirilmesi
için, bunun, illâ da, önceden anonim şirket şeklinde olması şartı yoktur; ama,
hükümetin niyeti özelleştirme değil, ipe un sermektir. Bu anlayışın, ekonomide
de, kalkınmada da başarılı olma şansı yoktur. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; burada bir başka gerçeği daha bilgilerinize sunmak istiyorum:
Bu hükümet, birer KİT statüsünde olan kamu bankalarını denetim dışında
tutmuştur. Bunu da, kanun hükmünde bir kararnameyle yapmıştır. Şimdi, buradan,
sayın hükümete sormak istiyorum: Anayasaya açıkça aykırı olan bu düzenlemeyi
niçin yaptınız? Acaba, kamu bankalarında, sizin döneminizde neler oldu?
Demokratik Sol Partiden bir değerli milletvekilinin yaptığı basın toplantısında
söyledikleri doğru mu? Acaba, Sayın Başbakan, kendisine yakın olan bu kişinin
Halk Bankasında yaptıklarını biliyor mu? Niçin bu hükümet, kamu bankalarının
denetimini Türkiye Büyük Millet Meclisinden kaçırdı? Kimlere kredi verildi ve
hangi koşullarda kredi verildi? Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; az önce ifade ettiğim gibi, biz, Doğru Yol Partisi olarak
özelleştirmeden yanayız. Bu konuda, hükümet de dahil olmak üzere, toplumun, bu
konuyla ilgili her kesime destek veririz. (DYP sıralarından alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN -Toparlayacaksınız
değil mi efendim? RAMAZAN GÜL (Devamla) -
Bitiyor efendim, bitiyor. Az önce ifade ettiğim
gibi, biz özelleştirmeden yanayız, bu konuda, hükümet de dahil olmak üzere,
toplumun bu konuyla ilgili kesimlerine destek veririz; ancak, bizim aradığımız
husus, tüm bu işlerin şeffaf olmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinden bazı
şeylerin kaçırılmamasıdır. Açıkça söylemekte hiçbir sakınca yoktur, bu hükümet,
toplumda oluşan dürüstlük imajını yıkmıştır. Bu ise, Türk siyasî hayatı
açısından bir talihsizliktir. Yolsuzluklara, usulsüzlüklere kanat geren bir
hükümetin icraatına da kimse itibar etmemektedir. Zaten, acı olanı ise, bu
hükümetin halkı gözden çıkarmasıdır; çünkü, bu hükümetin hesap verdiği tek yer
var, o da IMF'dir. Teşekkür ederim, saygılar
sunarım. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Gül. Şimdi, söz sırası Fazilet
Partisinde. Fazilet Partisi Grubu
adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu. Buyurun efendim. (FP
sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika
efendim. FP GRUBU ADINA MEHMET
ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
izninizle, dün, Diyarbakır'da şehit edilen Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5
arkadaşıyla ilgili olarak üzüntülerimizi dile getirmek istiyoruz. Milletimizin
arkasında kenetlenmiş olan bu bürokrat arkadaşlarımızın, ne kadar, toplum
yararına hayırlı işler yaptığını bir defa daha burada tespit etmiş oluyoruz. Değerli arkadaşlar, sıra
sayısı 578 olan Kamu İktisadî Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun tasarısının 1 inci maddesiyle ilgili olarak
grubum adına görüşlerimizi intikal ettirmek üzere söz almış bulunuyorum. Değerli arkadaşlar,
bildiğimiz gibi, hepimizin bildiği gibi, Türkiye'de çeşitli hükümetlerin
birbirlerine uygun, birbirlerine uyum sağlayan programlar uygulamış olmalarına
rağmen, yıllardan bu tarafa gelen açıkları önleyemedikleri malum. Bu açıkların
başlıcaları da, KİT'lerin açıkları, devlet kuruluşlarının görev zararları ve
elbette, en önemlilerinden biri de, devletin müsrif yapısı oluyor. Şimdi, bu tasarıyla,
KİT'lerin bir an önce özelleştirilmesi, daha süratli özelleştirilmesi gündeme
getiriliyor. İnşallah, devletimiz, KİT'lerin zararlarından kurtarılmış olacak. Bu uygulamanın gecikmiş
bir uygulama olduğunu düşünüyoruz; vakti zamanında yapmak lazımdı, ama, zararın
neresinden dönülürse kârdır diye düşünüyoruz. Malumlarınız olduğu
üzere, iktisadî devlet teşekküllerinin de anonim şirket statüsünde kurulmasına
imkân veren 615 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin dayanağının Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilmesi suretiyle tekrar gündeme gelmiş olan bu
yasa tasarısı, bu defa, yasa şeklinde çıkarılmak suretiyle bu konu
gerçekleştirilmiş olacak. Türk Ticaret Kanununun
277 nci maddesi uyarınca, anonim şirket kurulabilmesi için gerekli bazı şartlar
var. Bu gerekli şartlar, bu düzenlemeyle, kamu iktisadî teşekkülleri için
kaldırılmış, bir özel anonim şirket şekli gündeme getirilmiş. Bu anonim
şirkette, genel kurul, yönetim kurulu, murakıplar düşünülmemiş, konulmamış;
bunun gerekçesi olarak da, nasıl olsa bu kuruluşlar Özelleştirme İdaresine
devredilecek, Özelleştirme İdaresi bunun gereğini yerine getirecek diye bu
şekilde düzenlenmiş. Biz, burada, bu konuyu
tenkit etmek açısından değil de, Özelleştirme İdaresine bu firmalar, bu
kuruluşlar devredildiği zaman, Özelleştirme İdaresinin mutlaka bu kuruluşları
gerçek bir anonim şirket haline dönüştürerek özelleştirmesinde yarar olacağı
kanaatini taşıdığımız için, tutanaklara geçsin, Özelleştirme İdaresi de bunu
özelleştirirken buna itibar etsin diye söylüyoruz. Bu şirketlerin, mutlaka,
gerçek bir anonim şirket haline dönüştürülmesi lazım. Belki, burada,
hükümetimiz, anonim şirket şekline dönüştürülürken bazı vergi, resim ve
harçlardan tasarruf etme amacını gütmüş olabilir, mantıklıdır da; ama, bir
taraftan, bir başka mantık daha var: Bir müesseseyi özelleştiriyorsunuz, bir
kurum buna talip olacak, alacak; ama, o kurum, daha başlangıçta, bir taraftan,
firmaya para verirken, bir taraftan da anonim şirket özelliklerini ye-rine
getirmek için birtakım masraflara katlanacak. Bu, aslında, özelleştirme noktasına
gelindiğinde, bir problemi gündeme getirebilecek bir husustur. Öyle
zannediyorum ki, o günlerde, ayrıca bu konuyla ilgili olarak, Maliye
Bakanlığımız belki, özelleştirmenin önündeki bu engeli kaldırmak için, bunlarla
ilgili vergi, resim ve harçlar hakkında istisna bile getirebilecektir.
Dolayısıyla bu kanun hükmünde kararname yasalaşırken, gerçek anlamda anonim
şirket haline getirdikten sonra Özelleştirme İdaresine verilmesinde yarar
vardı. Değerli arkadaşlar,
burada dikkatimizi çeken bir başka husus var, o da şu: Bu konu Plan ve Bütçe
Komisyonunda tartışılırken, şöyle bir konu gündeme getirilmiş: "Efendim,
bu kurumlar özelleştirilirken, yüzde 51 hisseleri özelleştirilsin, devredilsin,
yüzde 49'u da devlet elinde kalsın, devletin müdahalesi olarak kalsın"
şeklinde birtakım ifadeler kullanılmış. Olabilir ki, ileride böyle bir yola
tevessül edilir kanaatiyle... Kesinlikle bu ifadenin doğru olmayacağı, böyle
bir uygulamaya gidilmeyeceği inancındayız; hükümetin de böyle bir uygulamaya
gitmeyeceği kanaatini taşıyoruz; ama, yine de, dediğim gibi, tutanaklara
geçmesinde yarar vardır. Değerli arkadaşlar,
özelleştirdiğimiz bir müessesenin bir ucu devlete ait, bir ucu özel sektöre ait
olursa, orada birtakım sıkıntılar, birtakım problemler hemen gündeme
gelecektir. Dolayısıyla böyle bir ihtimali düşünmek bile yanlış olur diye ifade
etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar,
KİT'lerin özelleştirilmesi sırasında, dikkat edilmesi gereken bir başka hususu
da gündeme getirmek istiyorum. Bazı gazetelerde... Özelleştirilmiş KİT'lerin
arazilerinin parsellenerek satıldıklarını, burada, arkadaşlarımız ifade
ettiler. Özellikle, şehir içinde kalmış; artık, teknolojisi çok eskimiş, işe
yaramaz hale gelmiş birtakım KİT'ler özelleştirilirken, buna dikkat
gösterilmesi gerekiyor. Bir örnek vermek
istiyorum: Bursa Merinos Fabrikası. Bursa Merinos Fabrikasını özelleştirme
noktasına getirdiğinizde, özel sektör, ancak ve ancak bu fabrikanın yeri
konusunda faaliyete geçer; çünkü, teknolojisi eskimiştir, geri kalmıştır. Özel
sektör, oradaki yere yeni bir yatırım yapmayı düşünmez; ama, aldığı takdirde,
bu fabrikanın arsasını derhal değerlendirmek üzere, belki de içinde bulunan çam
ağaçlarını da kesmek suretiyle, özelleştirme faaliyetine girebilir. Dolayısıyla, şehir içinde
kalmış olan, merkezî yerleşme birimleri içerisinde bulunan bol ağaçlı, park
hüviyeti taşıyan arazilerin, Özelleştirme İdaresi tarafından, yine bir kamu
kuruluşu olan belediyelere, yerel yönetimlere devredilmek suretiyle, kamuya mal
edilmesinde yarar vardır. Dolayısıyla, bu, bir özelleştirme olmayacak; ama,
kamunun malı olan bu müessese, yine, kamuya hediye edilmek suretiyle,
insanların oradan yararlanması temin edilmiş olacak. Değerli arkadaşlarım, bu
yasa tasarısının, artık, bir an önce
gündemden düşmesi gerekiyor. Özelleştirmelerin hızlandırılması gerekiyor.
Devlet açıklarımızın, bütçe açıklarımızın, hiç olmazsa, bir bölümünün giderileceği
kanaati taşınıyor. Ancak, Özelleştirme İdaresine nakledilen, devredilen bu
KİT'lerin, Özelleştirme İdaresinde fazla oyalanmadan, fazla durmadan, bir an
önce özel kesime, özel sektöre intikali için, hisselerinin, sermaye
piyasalarında, gerek blok olarak gerekse halka arz şeklinde satılabilmesi için,
gerçek anlamda anonim şirket haline getirilerek devredilmesinde yarar vardır
kanaatini taşıyoruz. Değerli arkadaşlarım, bu
duygu ve düşüncelerle, devletimize, milletimize, bütçemize faydası olacağını
düşündüğümüz bu yasa tasarısının, tek maddeli olan bu yasa tasarısının, daha
fazla oyalanılmadan geçirilmesi ve uygulamaya konulması yararlı olacaktır
diyorum ve saygılarımı sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür
ederim efendim. Temenninize ben de
iştirak ediyorum. Gruplar adına başka söz
isteği yok. Şahsı adına, Bartın
Milletvekili Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu; buyurun efendim. (DSP sıralarından
alkışlar) CAFER TUFAN YAZICIOĞLU
(Bartın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; demin, Grubum adına, tasarı
üzerinde tüm görüşlerimi belirtmiştim. Şimdi, burada, bazı muhalefet
milletvekili arkadaşlar, hükümetin bazı tutumları hakkında söz söylediler. Bu hükümet,
yolsuzlukların ve mafyanın üzerine, terörün üzerine ısrarla giden, bu konuda
önemli mesafeler kateden ve başarıya ulaşan bir hükümet. Bu hükümet, şu anda
baktığınızda, yıllardır, memlekette güvensizlik yaratan ve sosyal adaletsizlik
yaratan enflasyonun üzerine ısrarla giderek, bu konuda önemli mesafeler kateden
bir hükümet. Bu hükümetin arkasında halkın büyük oranda gücü var; halkın gücü
ve halkın desteği bu hükümete devam etmekte. Bu hükümetin dışında
kalan partiler, bu hükümete ısrarla yüklenmeye devam ediyorlar. Oysa, halkın
arasına gitseler, onu dinleseler ve halkın, bu hükümetin yaptıklarına olan
desteği görseler, bunu, burada söylemeyecekler. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) -
Biz, her gün halkın içindeyiz, siz görün. MUSTAFA ÖRS (Burdur) -
Hadi seçime gidelim. CAFER TUFAN YAZICIOĞLU
(Devamla) - Kendi yaptırdıkları kamuoyu yoklamaları dahi, bu hükümetin
başarısının ne olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, bu düzenlemeyi tüm gruplar
destekliyor; bu açıdan kendilerine teşekkür ediyoruz. Ben de, şahsım adına bu
düzenlemeyi destekliyorum ve bir kere daha tekrar ediyorum; bu ciddî mücadelede
-tabiî, en başta, enflasyonla yolsuzluklarla mücadele, peşinden, tüm bu diğer
illetleri de ortadan kaldıracaktır- bu hükümete destek olmak, hepimize düşen
bir görevdir. Genel Kurula saygılar
sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Aslan Polat?.. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Konuşmayacağım; soru soracağım efendim. BAŞKAN - Buyurun efendim. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakanımdan, şu sorunun ceva-bını öğrenmek
istiyorum: 18 Aralık 2000 tarihinde, bu hükümetçe, IMF'e verilen ekniyet
mektubunda aynen şöyle deniliyor: "2001 Ocak ayı sonuna kadar kamu
iktisadi teşebbüslerine ilişkin kanun, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname,
TEAŞ'ın, birbirinden farklı elektrik üretim, dağıtım ve satış şirketleri olarak
yeniden yapılandırılmasına müsaade edecek şekilde değiştirilecektir." Siz
bu taahhüdü verdiğinize göre -biz bu kanun tasarısını, burada tartışıyoruz ya-
bu Meclisin iradesi ne olacak? Farzımuhal, bu Meclis, bu tasarıyı, bugün,
burada reddederse, sizin IMF'e verdiğiniz söz ne olacak? Bu Meclisin iradesi
sizin elinizde mi ki, siz, bizim adımıza -bu tasarıyı burada görüşmeden- bu
kanunu çıkaracağınıza dair taahhüt verip, ona göre kredi istiyorsunuz? Şimdi, benim bütün
söylediğim şu: Egemenlik kayıtsız şartsız milletin mi; yoksa, bu egemenliği siz
elinize aldınız da, bizim adımıza siz mi IMF'e taahhüt ediyorsunuz?! Saygılar sunarım. BAŞKAN - Sualinizin bir
kısmına, müsaade ederseniz ben cevap vereyim. Tabiî ki, egemenlik
kayıtsız şartsız milletin; temsilcisi de bu Meclis. Şimdi, IMF'le ilgili
suale Sayın Bakan cevap verecekler; sorunun, millî iradeyle ilgili kısmı bana
aitti. ORMAN BAKANI NAMİ ÇAĞAN
(İstanbul) - Hükümet, Uluslararası Para Fonuyla bir anlaşmaya varıp, bir
taahhütte bulunuyorsa, pek tabiî ki, iktidar grupları adınadır bu, muhalefeti
kapsamaz; Sayın Polat müsterih olsun. Teşekkür ederim. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Efendim, iktidar grupları mecbur mu sizin dediğinizi yapmaya? BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ederim. Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlandı, sualler bitti. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Karar yetersayısının aranılması istenilmişti Sayın Başkan. BAŞKAN - Hayır, öyle bir
talep gelmedi. 2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. - Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - Madde üzerinde,
gruplar adına söz isteyen?.. (DSP sıralarından "yok" sesleri) Sayın Polat söz istiyor;
iradesine karışamam. Ne diyoruz; millî iradenin tecelligâhı diyoruz. Millî
irade, istediği şekilde konuşur. Sayın Polat, zamanı
ayarlayacağınızı ümit ediyorum ve belki de, mesai saatimizden evvel bu kanunu
bitirebiliriz diyorum. Buyurun Sayın Polat. FP GRUBU ADINA ASLAN
POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; he-pinizi saygıyla
selamlarım. Şimdi, bu tasarının, bu
maddesine geldik. Bu madde üzerinde konuşurken, ben, esasında, bir şey üzerinde
net olarak durmak istiyorum. Şimdi, 18 Aralık 2000 tarihinde, bu hükümet,
tutmuş, IMF'ye birtakım taahhütlerde bulunmuş. Bunları, halkın da bilmesi
lazım. Yani, bunları biz bilmezsek, olmaz. Bu kanunla ilgili konuşacağım, başka
bir şeyle ilgili konuşmayacağım; çünkü, bu çok geniş, hepsini okuyamam bunun. Deniliyor ki burada:
"Aralık 2000 tarihi itibariyle, TEAŞ tarafından satılan ortalama elektrik
fiyatları kilovatsaat başına 4,5 sent olması ve TEDAŞ ile ilgili olan, TEDAŞ'ın
TEAŞ'tan aldığı elektriğin artan maliyetinin karşılanmasını sağlayacak fiyat
artışlarının yapılacak olması ve 2001 Ocak ayı sonuna kadar LPG üzerindeki
sübvansiyonların kaldırılması; ek olarak, 2000 yılında, Hazinenin portföyündeki
KİT'lerde emekli olan personelin azamî yüzde 15'ine kadar yeni personel alımı
politikası sürdürülecektir. KİT'ler arasında transfer edilen personel bu sınıra
dahil edilecektir. Bu limit dahilinde yeni istihdama izin verme konusunda
sadece Hazine yetkili olacaktır." Yine, burada deniliyor ki:
"Ondördüncü paragrafta yer verilen önlemlerin hayata geçirilmesi ve daha
önce ifade edilen malî hedefler doğrultusunda hazırlanan 2001 yılı bütçesinin
Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda kabulü ve elektrik üretimi üzerinden sabit
ücret alınmasını sağlayan hükümler dahil, IMF İcra Direktörleri Kuruluna,
stand-by anlaşması kapsamındaki üçüncü ve dördüncü gözden geçirmelerin
tamamlanması talebimizin sunulması ve ek rezerv olanağından yararlanılması için
önkoşul teşkil edecektir." Yani, siz, burada, almışsınız, devlet adına,
3-5 milyar dolar para vermek için, emekli olan işçi yerine kimi alacağım, hangi
kanunları ne zamana kadar çıkaracağım diye, her şeyi IMF'ye taahhüt etmiş,
gelmişsiniz; sonra da, burada, Mecliste, sadece bu yasal işleri tamamla diye
bizi burada görüştürüyorsunuz. Bu görüşmelerin esası, belirlenmiş bir konu;
yani "ben şu kadar işçi çıkaracağım, bu kadar işçi alacağım; yok, şunu bu
tarihte çıkaracağım, böyle edeceğim" demişsiniz; neticede de bize
gelmişsiniz. "Biz, bu taahhütleri verdik, siz de bunları görüşün"
demişsiniz. Bakın, size, biraz daha
dinleyin diye, bunlara inanın diye anlatmak istiyorum sayın milletvekilleri.
Siz diyorsunuz ki: "2001 yılı ocak ayı sonuna kadar -biraz evvel Bakana
sordum- kamu iktisadî teşebbüslerine ilişkin kanun -bu kanun- TEAŞ'ın
birbirinden farklı elektrik üretim, dağıtım ve satış şirketleri olarak yeniden
yapılandırılmasına müsaade edecek şekilde değiştirilecektir." Görüştüğümüz
kanun tasarısının, yani, bunun, bugün bu ayın sonuna kadar biteceğini siz
IMF'ye taahhüt etmişsiniz. Biz de, burada, bunun yasal işlemini bugün
tamamlamaya çalışıyoruz. Ayrıca "TEAŞ'ın yeniden yapılandırılmasına
ilişkin bir kararname 2001 Ocak ayının sonuna kadar çıkarılacaktır. Ayrıca,
IMF'ye verilen taahhütte 2002 yılı sonuna kadar bitirilmesi şartıyla 29
yap-işlet-devret projesine daha Hazine garantisi verilecek, bunlardan başka
yap-işlet-devret projesine Hazine garantisi verilmeyecektir" demişsiniz. Peki, son günlerde üzerinde fırtınalar
koparılan Enerji Bakanlığının Hazine garantili yap-işlet-devret projeleri
hakkında sekiz yıllık kalkınma planında ne diyor, bir de ona bakalım. 1403
no'lu başlıkta "buna rağmen, projelerin, bir sistem planlama çalışmasının
ürünü projeler olmaması, şirketlerin sağlıklı değerlendirmelerle seçilmemesi,
aşırı yüksek proje paketiyle ve aşırı yüksek tarifelerle bağlantılara girilmesi
ve TEAŞ'ın yüksek yap-işlet-devret elektrik maliyetlerini tarifesine
yansıtmaması nedeniyle malî darboğaza girmesi sonucu yeni çözüm arayışlarına
yönelme durumunda kalınmıştır" denilmekte DPT tarafından. Yine, Dünya Bankası,
Eylül 2000 raporunda da, aynen "rekabete dayalı bir ihale sonucunda
verilmeyen hükümet garantili yap-işlet-devret projelerine bel bağlanması, yeni
enerji üretiminde maliyetlerin çok yüksek olmasına yol açmıştır. Reel fiyat
artışları ve başka olumlu gelişmeler olmadan, TEAŞ, 2010 yılına kadar yılda
yaklaşık 1,5 milyar dolara ulaşabilecek zararla karşılaşabilecektir"
diyor. Kim diyor; Dünya Bankası diyor; yani, yılda 1,5 milyar dolar, 2010'a
kadar on yılda tam 15 milyar dolar TEAŞ'ın zarar sebebi, aşırı yüksek
maliyetlerle enerji alım garantisidir diye Dünya Bankası belirtiyor. İşte, bu
sebeple de, IMF'nin malî kriz yüzünden vereceği takriben 10 milyar dolar kredi
için, TEAŞ'ın üçe ayrılıp özelleştirilmesine hem de takvime bağlanıp garanti
istiyor. DPT, açıkça "bu enerji santralları yüksek fiyatla verildi; zarar
ediyoruz" diyor. Son günlerde beyaz enerji operasyonuyla hükümetler
sarsılıyor. Peki, bu konuyla ilgili olarak Enerji Bakanlığı Teftiş Kurulu ne
yapıyor, inceleme yapıyor mu derseniz, onu da 3.9.1999 tarihli, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının raporundan okuyacağım. Bütün bu
olaylar olmuş; Dünya Bankası, Devlet Planlama Teşkilatı, bütün kamu ayağa
kalkmış, Enerji Bakanlığındaki ihalelerde zarar ediyoruz, büyük maliyet
farkları var, işletemiyoruz, özelleştirelim... Peki, Enerji Bakanlığında teftiş
kurulu neyi teftiş ediyor? Bakın, rapordan aynen
okuyorum: "Elazığ İli Palu İlçesinde kayıtlı olup, halen
Palu-Yenimahalle'de ikamet eden Devlet Su İşlerinde şef olarak çalışan filanca
isimli şahıs, bazı evlerde toplantı yaparak irticaî mahiyette propaganda yaptığı
öğrenilmiştir." Yine "filanca, DSİ
Teftiş Araştırma ve Kalite Kontrol Daire Başkanlığında görevli inşaat yüksek
mühendisi ... isimli kimse mühendis veya inşaat mühendisi irticai faaliyetlerde
bulunduğu; BOTAŞ Şube Müdürünün ifadesiyle kendi şubesinde çalışan temizlik
işçisinin Sızıntı Dergisine abone olduğu; personel memuru filanca haklarında
iddia ileri sürülenlerle birlikte davrandıklarını ve yine, bu dahil 17 kişiye
düzenli olarak Sızıntı Dergisi gönderdiği; Beton Malzeme Şube Müdürlüğünde
çalışan ...'nın Kur'an kursları için bağış topladığı, kendisinin de iki defa
verdiği ve yine bu şahsın da Sızıntı Dergisine abone olduğu..." Yani, TEAŞ'ın, Devlet
Planlama Teşkilatı ve Dünya Bankasını feryat edercesine ikazlara sürükleyen
zararlarının, IMF'nin ek kredi mektubunu onaylaması için tarih vererek
özelleştirilmesini istediği; beyaz enerji operasyonlarıyla hükümetleri sallayan
Enerji Bakanlığındaki zararların, yolsuzluk iddialarının sebebini, meğerse,
Enerji Bakanlığı Teftiş Kurulu birbuçuk yıl önce tespit edip Bakanlığa
bildirmiş. Demiş ki: "Temizlik işçileri, personel memurlarının okuduğu
Sızıntı Dergisi, bu işlerin sebebidir." Sayın milletvekilleri,
biraz ciddî olalım, vallahi ciddî olalım. Bunlar, hakikaten acı bir şey. İşte,
evvela bu kafaları, zihniyetleri çağdaşlaştırmalıyız. Böyle giderse kanun
hükmünde kararnamede düzenlemeyle, TEAŞ özelleştirmeleriyle bir yere varamayız;
fakat, özelleştirirken gidilen yolu, yani, anonim şirketlerin olması gerektiği
gibi olmayacağı, bilhassa da dış denetime açık olmadan özelleştirmeye
gidileceği, özel olarak da, TEAŞ gibi, son günlerde üzerinde fırtınalar
koparılan teşekkülün noksan denetimle
piyasaya açılması, borsada satış işlemlerinin yapılması konusunda önemli
endişelerimiz ve tereddütlerimiz vardır. Yine de tasarının hayırlı
olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. BAŞKAN -Teşekkür ederim
Sayın Polat. Gruplar adına başka söz
isteyen?.. Yok. Bartın Milletvekili Sayın
Cafer Tufan Yazıcıoğlu; konuşacak mısınız?.. CAFER TUFAN YAZICIOĞLU
(Bartın) - Konuşmayacağım Sayın Başkan. BAŞKAN - Teşekkür
ederim. Sayın Polat?.. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Konuşmayacağım efendim. BAŞKAN - Siz de
konuşmuyorsunuz... Çok teşekkür ederim. 2 nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3. - Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN - Efendim, gruplar
adına söz isteyen?.. Yok. Şahsı adına, Sayın
Polat?.. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Konuşmuyorum efendim. BAŞKAN - Sayın Polat
konuşmayacak. Teşekkür ediyorum. 3 üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tasarı kanunlaşmıştır;
hayırlı olsun. Çok teşekkür ediyorum
efendim. SUAT PAMUKÇU (Bayburt) -
Açık oylamaya tabi efendim. BAŞKAN - İstirham ederim
Sayın Pamukçu... Zaten, köşeden girdiniz, dedim ki, eyvah, bir şey geliyor... ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Malkoç,
buyurun. ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) -
Elimizdeki gündemde... BAŞKAN - Efendim, onu,
zatıâlileriniz gelmeden, oturumun başında düzelttim; sehven yazılmış dedim,
hata olmuş. Onu da ifadeyle düzelttim efendim, tutanaklara geçti. ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) -
Ben de onun için söylüyorum. Şimdi, kanun, Resmî
Gazetede nasıl yayımlanırsa o şekilde yürürlüğe girer. BAŞKAN - Hayır efendim,
olur mu öyle şey? Yanlışlığı biz düzelttik efendim, kanuna başlamadan. İstirham
ederim... Olur mu öyle şey? Yani, bu kadar da keyfî değil. Her mektuba da cevap
verecek halimiz yok yani. Çocuk işçiliğinin
yasaklanmasıyla ilgili uluslararası bir sözleşmeyi görüşmek üzere, toplantıya
20.00'ye kadar ara veriyorum. Teşekkür ederim. Kapanma Saati : 18.58 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati : 20.00 BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Cahit Savaş YAZICI
(İstanbul) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 49 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Çalışmalara kaldığımız
yerden devam ediyoruz. En Kötü Biçimlerdeki
Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları raporlarının
müzakeresine başlıyoruz. V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN 6. – En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve
Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve
Dışişleri Komisyonları raporları (1/673) (S. Sayısı : 457) (1) BAŞKAN - Komisyon?..
Hazır. Hükümet?.. Hazır. Komisyon raporunun okunup
okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Komisyon raporunun okunmasını kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Komisyon raporunun okunması kabul edilmemiştir. Tasarının tümü üzerinde
ilk söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi
Esen'in. Buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA SEVGİ
ESEN (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan, 457
sıra sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan
Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisince
onaylanması amacıyla oluşturulan gündem maddesi üzerindeki görüşlerimizi
bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım. Hepimizin ifade ettiği
gibi, emniyet mensuplarına karşı yapılan bu çirkin saldırıyı, ben de, şiddetle
kınıyor, milletime başsağlığı diliyor ve sizleri de, en derin saygılarımla
selamlıyorum. Ülkemizde ve ülkemiz
açısından uluslararası platformda cereyan eden olayların konu başlıklarının
dahi millette huzur bırakmadığı, gazete manşetlerinin, her gün, bir yolsuzluğu,
bir çirkinliği günümüze taşıdığı, bir de buna terörün eklendiği günümüzde,
çocuk haklarının bir parçası olan ve maalesef, çalıştırılan çocukların, hiç
olmazsa, en kötü biçimde çalışmalarının yasaklanması ve Acil Eylem
Sözleşmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanması ve bu konuda destek
verilmesi, hiç şüphesiz, kanun koyucunun, öncelikle ve ivedilikle, bir insanlık
borcu ve bu konuda atılacak adımlar, gelecek nesillere verilecek de en büyük
armağan olacaktır. Şöyle konuşulabilir,
birçok kişinin çoğu zaman dediği gibi: Çocuklar, bizim en kıymetli varlığımızdır;
çocuklar, bizim geleceğimizdir; çocuklar, bizim, bizim... Ve bu bizimler
çoğalabilir. Bu nutuklar kâğıt üstünde kaldığı sürece de, sorunlar, sizlerin,
bizlerin arasında gidip gelmekten ve sorun olmaktan kurtulamaz. Bu nedenle de,
olayları, ta başından almakta fayda vardır. Son yıllarda, tüm
dünyayı, yükselen değerin demokrasi olması nedeniyle ilgilendiren öyle konular
var ki, insanoğlunun ve devletlerin bunlardan hiçbirine kayıtsız kalması,
istese de, mümkün değildir; işte, çevre gibi, kadın hakları gibi, insan hakları
gibi, çocuk hakları gibi... Bütün bu sayılan değerlerin ortak noktası, kutsal
olan yaşama hakkı ve insan neslinin devamlılığı ve bu çarka ivme kazandıran
düzendir. Değerli milletvekilleri,
görüşülmekte olan sözleşmeye geçmeden önce, duymaktan hiç hoşlanmayacağınız
birtakım istatistik rakamlar vermek ve sizleri, bizleri, gelecekte nelerin
beklediğini ifade etmek açısından, dikkatinizi çekmek istiyorum. Maalesef dedik, yine,
burada da, aynen, maalesef diyorum, ülkemizde, çalışan 4 000 000 çocuktan 6-14
yaş grubunda ve sadece ekonomik işlerde 1 008 000 çocuk çalışmaktadır. Hani, deriz ya, canımız,
ciğerimiz, o, dişleri gedik gedik, elleri henüz yumuşacık, oyuncakları
televizyonda ya da vitrinde gören, karnının dahi doyduğundan şüphe edilen,
nedeni ne olursa olsun, birkaç kuruş almak veya ellerinden almak uğruna
çalıştırılan, inanılmaz trafik kargaşasında size bir şeyler satmaya çalışan,
bazen elleri donmuş bazen de yaptığı işin icabı parmakları kopmuş... Bu hüzünlü
sahneyi uzatmak mümkün, gerçek hayattan kesitlerle. Bu rakamlar dahi gösteriyor
ki, çocuklarımız, yasal asgarî çalışma yaşı olan 15 yaşın altında çalışmaya
başlıyorlar; bir de buna, kayıtdışı kalan, önemsenecek boyuttaki rakamları
eklersek, sorunun boyutunu hep birlikte görmüş oluruz. Değerli milletvekilleri,
çocuk konusu ve olgusu, dünya insanlık tarihinin başladığından beri var
olmasına rağmen, üzülerek söylemek lazım ki, dünyada, Birleşmiş Milletlerde ve
ülkemizde çok yakın bir geçmişe sahiptir. Ülkemiz açısından, Kötü Biçimdeki
Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem
Sözleşmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmasının 2001 tarihini
taşıyacağı gerçeği karşısında, çocuk konusunun konumu ve duyarlılığımız ciddî
bir tartışma götürür. Bu tasarının Acil Eylem Sözleşmesi olduğunun,
dikkatlerimizden, hükümet programlarından kaçmaması, safiyane dilek ve
temmennilerin ötesinde, acillik gerektiren bir işlem olmalıdır. Bu, öyle bir
konudur ki, sadece duyarlılıkla tarifi mümkün değildir. Bu ifadelerim anlamında,
sizlere bazı tarihler vermek istiyorum. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, çocuk
haklarına ilişkin sözleşmeyi 1989 yılında kabul etmiştir. 1948 yılında kurulan
Birleşmiş Milletler, bu tarihe kadar sözleşme değil, bildiri düzeyinde
bakmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Çocuk Hakları Sözleşmesini 1990
yılında imzalamış, 1994 yılında onaylamış; daha, çok yakın bir tarihte. Bu arada, bir minnet ve
şükran duygusunu ifade etmek açısından, Türkiye Cumhuriyetinin daha o ilk
günlerinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığını, 1921 yılında Çocuk Esirgeme
Cemiyetini kuran, dünyadaki ülkeler arasında kutlanan tek bayram olan 23 Nisan
Çocuk Bayramını ilan eden, 1961 yılında başlayan; ancak, 1982 yılında yasal
durum kazanan Sosyal Hizmetler Yüksekokulunu açan düşünceye, çağdaş uygarlık ve
insanlık bilincine sahip beyinlere, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere,
yasalaşma çalışmaları yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine bir kere
daha şükranlarımı ve saygılarımı ifade etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri,
bu değerlendirmeler ışığında, bugün, analiz yapma zamanı. Çocuk hakları
denilince, ülkemiz açısından yapılan değerlendirmeler, maalesef, çok ufak
tarihlerden ibaret. Literatürde yer bulmuş hiçbir başka kayıt yok. Çocuk
Hakları Sözleşmesinde, çocuk, 18 yaşını bitirmemiş kişi. Yürürlükte olan Medenî
Kanunumuz 1926 tarihli. Her ne kadar komisyon çalışmaları aşamasında ise de,
henüz bazı haklara yön verildiği, imkân sağlandığı konusunda bugünden bir şey
söylemek mümkün değilse de, inşallah, en kısa zamanda Genel Kurula iner, biz,
siyasî partiler de tavrımızı ve haklara bakış tarzımızı milletin huzurunda
ifade etmek fırsatını buluruz. Kişiliğin henüz 18
yaşında kazanılması karşısında, kişiliği henüz doğmayan 18 yaşından küçükleri
çalıştırmanın, hele en kötü biçimde çalıştırılmalarının vicdanlarda aldığı yer,
yeni düzenlemeleri de, yeni kurumları da, ümit ederiz ki, beraberinde
getirecektir. Burada, yine, bir gerçekten ve bir haktan bahsetmek istiyorum. O
da, Uluslararası Çalışma Örgütünün çalışmalarına katılan, 79 sayılı ILO
Sözleşmesinde yer alan standartların belirlenmesi doğrultusunda ülkemizde
değerli katkıları olan sendikalara teşekkürü, bir vatandaş olarak borç
biliyorum. Değerli milletvekilleri,
şöyle bir soru aklımıza gelebilir: Çocuk hakları nedir, nasıl tarif bulu-yor?
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Merkezi, çocuk hakları ilkesini şöyle
açıklıyor: "Tek tek her çocuk, içinde bulunduğu durumun geliştirilmesi,
toplumun faal ve sorumlu bir üyesi haline gelebilmesi için ayrılan kaynaklardan
yararlanma hakkına sahiptir. Dolayısıyla, yetişkinler dünyası, işbaşındaki
hükümetler aracılığıyla bu hakların hayata geçirilmesi yönünde girişimlerde
bulunduğunda, bunu, yalnızca iyi niyet ya da hayırseverlik adına yapmayacaktır.
Bu girişimler, insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları
değerin, yine, herkesin sahip olduğu eşit ve devredilmez hakların tanınmasına
dayanan ve serbest iradeyle benimsenmiş yükümlülüklerin sonucu olarak ortaya
çıkacaktır." Bu ilkenin, bu cümlelerin bize ilhamı şudur: Yetişkinler
dünyasının, yani, bizlerin, işbaşındaki hükümetlerin bu hakları tanıması,
sadece ve sadece iyi niyet ve hayırseverlik değildir. Bakınız, Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri Perez De Cuellar ne diyor: "Bir toplumun kendi
çocuklarına nasıl yaklaştığı, yalnızca o toplumun şefkat ve koruyucu
değerlerini yansıtmakla kalmaz; bu yaklaşım, aynı zamanda, o toplumdaki adalet
anlayışının geleceğe nasıl yöneldiğinin ve gelecek kuşaklar için bugünden
nelere sahip çıkıldığının bir aynasıdır. Hiç kuşkusuz, bu, tek tek ülkeler için
olduğu kadar, uluslararası topluluğun bütünü için de gereklidir." Bu
sözler, aslında, tarih sayfalarında, daha 1920'lerde bir yeni devletin
kuruluşunu çocuk bayramı olarak dünyaya hediye eden, çocuklarımıza kol kanat
gereceğini düşündüğü Çocuk Esirgeme Kurumunun temelini atan Ulu Önder
Atatürk'ün fiiliyatlarının 1989'da sadece bir tekrarıdır. Böyle bir tarihten
gurur duyması gereken evlatlar olarak, sayın hükümete ve yine, sorumlu Sayın
Bakanıma sormak istiyorum: Çalışan bu 4 milyon
çocuğu, o çocukları, o sıcak yuvalarına nasıl döndüreceğiz? Çalışan bu çocuklardan
okula gidemeyen -gitmeyen demiyorum- çocukların eğitimlerini,
okuryazarlıklarını nasıl sağlayacağız? Çocukların çalışmalarının
önlenmesi yolunda hangi ailevî ve ekonomik tedbirleri aldınız? Çocuk mahkemelerini, aile
mahkemelerini kurabildik mi? Anayasada güvence altına
alınan anne ve çocuk korumacılığında nasıl bir yön takip edebildik? Yasalarımızda, özellikle
1475 sayılı Yasada ne gibi iyileştirmeler yapabildik? Sigara içen, alkol ve
uyuşturucu tüketen çocuklarımız için hangi eğitici programlar yapılmaktadır? En önemlisi, açık veya
gizli olarak cinsel istismara uğrayan çocuklarımız için hangi önlemler
alınmıştır? Bunlardan da önemlisi,
programlanmanın esasını teşkil edecek olan ve çalışan çocukların bütünü
düşünüldüğünde, bunların hangi konularda istismara uğradığının istatistik
bilgileri var mı? Yoksa, burada da mı kayıtdışı bilgi var? Değerli üyeler, çocuk
işçiliği çok boyutlu bir sorundur. Çocuğun çalışmasının en önemli nedenlerinden
birisi ekonomik nedendir. Her türlü insaftan yoksun olarak, çocuk işgücünün
ucuz işgücü olarak düşünülmesi, ülkemizdeki gelir dağılımındaki adaletsizlik,
istediğiniz kadar kanun yapın, uygulamaları güçleştirir. Ülkemizin son bir
tablosunu, bildiğiniz bir tabloyu, Türk-İş'in yaptığı bir çalışma olarak,
buradan sizlere ifade etmek istiyorum. 65 milyon dolayındaki nüfusumuzun en
düşük yüzde 20 hane grubunun toplam gelirden aldığı pay, sadece ve sadece yüzde
4,9'dur, 5 bile değildir. Buna karşın, en yüksek yüzde 20'lik hane grubunun
aldığı pay ise yüzde 55,5'tir. 6-14 yaş grubunun yüzde 68'i hane halkının
ihtiyaçları için çalışmaktadır. Gerçek enflasyonun, bildirilen enflasyonun iki
üç katı olduğu ve asgarî ücretin 102 milyon lira olarak belirlendiği, memur,
esnaf, çiftçi gelirleri ve emekli maaşları göz önüne alındığında, o yavruların
çalıştırılması gerçeğinden kaçınılamaz. Yine, 6-14 yaş grubunun yüzde 27'sinin
okula ilgi duymadığı ve yapılan bütün bu tespitler sonucunda, maalesef, anne ve
babalarının da eğitimden ve işten yoksun kaldığı tespit edilmiştir. Hepimizin bildiği gibi,
ülke olarak genç ve dinamik bir nüfusa sahibiz. Nüfusumuzun yüzde 20'si 6-14
yaş grubunda, yüzde 12'si ise 15-19 yaş grubunda. Böyle bir tablo ülkemiz için
ümit verici olmalıdır. Böyle bir çoğunluğu, dünya devleti düzeyinde eğitim
vererek, yaratıcılığın önplana çıktığı biçimde, insan hakları çerçevesinde
büyütmek, geliştirmek, Atatürk gençliği yaratmak, şüphesiz ki, hizmetlerin en
yücesi olacaktır. Yeri gelmişken
huzurlarınızda bir konuya daha işaret etmek istiyorum, o da kayıtdışı
işyerleridir. Çalışan çocuklar açısından çözüme ta buralardan başlamak
gerekiyor. Çünkü, 6-14 yaş grubunun çalıştıkları işyerlerinin yüzde 83'ünün hiçbir
yerde kaydı yoktur ve bu çocukların yüzde 78'i 40 saate yakın çalışmaktadır.
Şimdi sormak lazım: Nerede kaldı sigorta güvencesi? Nerede kaldı sağlık
hizmeti? Nerede kaldı iş güvenliği ve yine, nerede kaldı sosyal devlet ilkesi? En
acısı da, küçüklerin iş kazalarına ait rakamlardır? Yılda 5 000 çalışan çocuğun
iş kazası geçirmekte olduğu veya meslek hastalığına yakalandığı tespit
edilmiştir. Araştırmanın bir çarpıcı sonucu ise, işyerlerinde çalışan
çocukların yüzde 34'ünün çıraklık okuluna gidebilmesi ve bunlardan sadece yüzde
17'sinin sigortalı olabilmesidir. Değerli üyeler, uygulanan
yöntemlerle bu sorunları çözmek mümkün değildir. Her geçen gün, sigorta prim
tahsilatları ve sigortalı sayısı düşmektedir. Çünkü, dünyanın hiçbir yerinde
asgarî ücretten, bu kadar -vergi olarak- kesinti yapılmamakta ve işyerine bu
kadar yük getirilmemektedir. Her şeyin çözümü, sorunun içerisinde saklıdır.
Yeter ki göz görsün, görmek istesin. Değerli milletvekilleri,
onaylanacak bu tasarıyla konunun aciliyeti ve önlemin etkinliği
anlatılmaktadır. Doğru Yol Partisi Grubu olarak bu tasarıya olumlu bakmaktayız.
Dileğimiz, tozlu raflarda sadece bir mevzuat olarak kalmamasıdır. Mesleğimi icra ederken
üzülerek tanık olduğum, emekçi sınıfına katılıp fiziksel ve ruhsal istismara
uğrayan, iş kazalarına uğrayanlardan sadece birisi olan müvekkilim Kadir
Demirci şahsında çalışan tüm çocuklarımızı sevgiyle kucaklıyor; hepinize
saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Fazilet Partisi Grubu
adına, Ankara Milletvekili Sayın Eyyüp Sanay; buyurun efendim. (FP sıralarından
alkışlar) FP GRUBU ADINA EYYÜP
SANAY (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; En Kötü
Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi en derin saygılarımla
selamlıyorum. Ayrıca, dün Diyarbakır'da
meydana gelmiş olan menfur saldırıda şehit olan görevlilerimize Allah'tan
rahmet diliyor, kederli ailesine ecri cemil niyaz ediyor, bütün milletimize de
başsağlığı diliyorum. Şu anda görüşmekte
olduğumuz bu tasarı, cidden, çok önemli ve insanoğlunun medeniyette gelmiş
olduğu noktaya belki de damgasını vuracak bir nitelik taşımaktadır. Çünkü,
çocuklar, her zaman korunmaya muhtaç ve her zaman yardım isteyen varlıklardır.
Toplumların geleceğinin te-minatı da, yine bu çocuklardır. Bu sebeple, bu yasa
tasarısı üzerinde, Grubum adına görüşlerimizi arz etmek istiyorum. Sayın milletvekilleri,
çocukların sağlıklı büyüyüp yetişebilmeleri ve toplum içerisinde sağlıklı bir
fert olarak yer alabilmeleri için, çocukluk dönemlerini çocukça yaşamaları
gerekmektedir. Çocuklar, çalışma hayatının dışında tutularak, oyuna, eğlenceye
zaman ayırabilmelidirler. Eğer, mutlaka çalışmaları gerekiyorsa, hem yaş hem de
zaman olarak belli bir sınırlamaya tabi tutulmalıdır. Çünkü, çalışan insanlar,
çeşitli sağlık ve güvenlik riskleriyle karşı karşıyadırlar ve bu risklerden
etkilenme oranı, çocuklarda, yetişkinlere göre çok daha yüksektir. Muhakkak ki, çalışan
çocukların karşılaştıkları riskler, onların fiziksel, zihinsel, duygusal ve
sosyal yönden gelişmelerini olumsuz yönde etkiler. Bu sebeple, çocukların
çalışma hayatında yer almasıyla ilgili iki husus gözardı edilmemelidir.
Bunlardan birincisi, çocukların, zorunlu temel eğitimden geçirilmeleri yanında,
çıraklık veya meslekî eğitimle çalışma hayatına hazırlanmalarıdır. İkincisi,
çocukların ve gençlerin, mümkün olduğunca hafif işlerde çalıştırılmasına dikkat
edilmelidir. Çocuğun sağlığına, öğrenimine, bedensel ve ruhsal gelişmesine özen
gösterilmelidir. Türkiye'nin, 9 Aralık
1994 tarih ve 4058 sayılı Yasayla onayladığı Çocuk Hakları Sözleşmesinin 28
inci maddesinde çocukların eğitim hakları düzenlenmiş, çocuğun ekonomik
sömürüye alet edilmemesi ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar
verecek, sağlığı ile bedensel, ruhsal gelişimi için zararlı olabilecek
nitelikteki işlerde çalıştırılmasına karşı korunması karar altına alınmıştır. Uluslararası Çalışma
Teşkilatı (ILO), asgarî çalışma yaşı ile temel eğitim arasında bir bağ kurmuş
ve en az çalışma yaşını, okula gitme yükümlülüğünün sona erdiği yaş olarak
belirlemiştir. Uluslararası Çalışma
Teşkilatı (ILO), çocuklarda çalışma yaşının kesinlikle 15'ten aşağı
olamayacağını kararlaştırmış; ancak, ulusal düzenlemelerin, 13 ilâ 15
yaşındakilerin hafif işlerde çalışmasının uygun olabileceği kuralına da yer vermiştir. Umumî Hıfzıssıhha
Kanununun 179 uncu maddesinde, 12'den 16 yaşına kadar çocukların istihdamı,
memnu olan, sıhhate mugayir ve muhataralı işlerin İş Kanununda belirtileceği
hükmüne yer verilmiştir. Uluslararası kuruluşlar,
azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çocukların çalıştırılmasının temel
nedenlerini özetlerken "yoksulluk, eğitimsizlik ve gelenekselleşmiş
yargılar ağırlıklı yer tutar" denilmektedir. Sayın milletvekilleri,
ülkemizde de yaygın olarak, çocuklar çalıştırılmaktadır. Genellikle aile
bütçesine katkıda bulunmak, meslek öğrenmek amaçları doğrultusunda çalışan
çocuklar, büyük ölçüde, İş Kanunu kapsamı dışında kalmaktadır. Bunlar, büyük
ölçüde, esnaf ve sanatkârların yanında çırak veya yardımcı eleman olarak
çalışmakta; ayrıca, kırsal kesimde tarım ve hayvancılık sektöründe yer
almaktadırlar. Devlet İstatistik
Enstitüsünün 1994 yılında yaptığı Çocuk İşgücü Anketine göre, ülkemizde, 6 ilâ
14 yaş grubu çocukların yüzde 8,4'ü, yani 1 milyon 8 bini, işyerlerinde
çalışmaktadır. Çalışan çocukların
sektörlere göre dağılımı ise şöyledir: Tarım sektöründe yüzde 77, sanayi
sektöründe yüzde 11, hizmetlerde yüzde 7, ticarette de yüzde 5'tir. Çocukların bütün
sektörlerde asgarî çalışma yaşına uygun olarak çalıştırılmasının sağlanması
yanında, sağlık ve güvenliklerine dikkat edilerek belirli koşullar altında
çalıştırılmasına da özen gösterilmelidir. Sayın milletvekilleri,
pek çok konu ve alanda olduğu gibi, Batı toplumu ile ülkemiz arasında, çalışan
çocuklar konusu önemli farklılıklar arz eder; çünkü, onların geçmişe ait
tecrübeleri bizden çok farklıdır. Coğrafî keşifler sonucu
başlayan kıtalararası sömürü, köleleştirme ve insan ticareti, sanayi
inkılabıyla 19 uncu Yüzyılda yeni bir boyut kazanmış, tarım alanında istihdam
edilen halkın büyük bir bölümü sanayie kaymış, kırsal kesimden şehre göç
hızlanmıştır. Çocukların işgücü
istismar edilerek, onbinlerce çocuk, düşük ücret ve fazla mesaiyle ağır
işlerde, hatta maden ocaklarında çalıştırılmıştır. Bunların pek çoğu
hastalıklara yakalanmış ve hayatlarını kaybetmiştir. Sömürge faaliyetleri
çerçevesinde çocuklar istismar edilerek alınır-satılır duruma getirilmişlerdir.
Gelişme sürecini
tamamlayan Batı toplumu, bu yanlışını görerek aşamalı olarak, çocukların
çalıştırılmasını, ağır işlerde çalıştırılmasını ve çok kötü işlerde
çalıştırılmasını yasaklayan kararlar almışlardır. Biz, millet olarak Batı toplumunun yaşadığı
bu tecrübenin kötü sayılacak kısmını, şükür ki, yaşamadık. Ancak, bugün,
yaşamakta olduğumuz pekçok eksiklerimiz, hatalarımız vardır. Çalışan çocuklarla
ilgili kısmı, bazı hukukî düzenlemelerle, büyük ölçüde aşmak mümkündür; fakat,
çalışmayan, özellikle sahipsiz kalan sokak çocuklarıyla ilgili problemler hızla
artmaktadır. Kısa zamanda gerekli tedbirler alınmazsa, ileride telafisi
imkânsız, kanayan bir yara, hatta kangren haline dönüşebilir. Sayın milletvekilleri,
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 18 yaşın altındaki herkesi çocuk olarak kabul
etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti tarafından 25.5.1998 tarihinde Bakanlar Kurulu
kararıyla onaylanmış olan İstihdama Kabulde Asgarî Yaş Haddine İlişkin ILO
Sözleşmesinin tamamlayıcı nitelikteki sekizinci ekinde, çocukların en kötü
biçimde çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmasında, öncelikle yoksulluğun ortadan
kaldırılması ve temel eğitime önem verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Her ne kadar, en kötü
biçimde çalışan çocuklarla ilgili çalışma veya çalıştırılma alanlarıyla ilgili
kanunlar büyük ölçüde ülkemiz için geçerli değilse de, halen, çöplüklerden
yiyecek ve benzeri şeyler ayıklayan insanların ve çocukların olduğu hatırdan
çıkarılmaması gereken bir gerçektir. Uluslararası Çalışma
Örgütü (ILO) sözleşmelerinde en kötü biçimdeki çocuk işçiliği olarak sayılan
konu başlıklarından çocukların alınıp satılması ve ticaretinin yapılması
toplumumuzda dün olmamıştır, bugün yoktur, yarın da olmayacaktır. Ancak, çok az
da olsa, zaman zaman, bu çocukların organlarının satıldığına şahit olmaktayız;
bu da, üzücü bir olaydır. Çocukların borç karşılığı
veya bağımlı olarak çalıştırılmaları da, ülkemizin alışık olmadığı, toplumumuza
yabancı bir konudur. Çocukların askerî
çatışmalarda zorla ya da zorunlu tutularak kullanılmalarını da içerecek bir
şekilde, zorla veya mecburî çalışmaları gibi kölelik veya kölelik benzeri
uygulamaların tüm biçimlerine de inançlarımız müsaade etmediği gibi, millî
tarihimizde de bunun örneklerine rastlamamaktayız; çünkü, bizim toplum
yapımızda, millî kültürümüzde ve dinî inançlarımızda, sınıf anlayışı, toplumsal
tabakalaşma, kast örgütü veya benzeri bir ayrımcılık yoktur. Çocukların fahişelikte,
pornografik yayınların üretiminde veya bu tür gösterilerde kullanılması da,
toplumumuzda sıkça rastlanan olaylardan değildir; ancak, iletişim araçlarının
yaygınlaşması ve başdöndürücü bir hızla gelişmesi, olumlu, faydalı,
kolaylaştırıcı yanları ağırlıkta olmakla birlikte, çocuk ve gençler üzerinde
olumsuz tesirler uyandıracak, çocukların ruh sağlığını olumsuz yönde
etkileyecek yayınlara da rastlanmaktadır. İletişim hızlanmış, ilişkiler ve etkileşim
artmıştır. UNICEF raporlarına göre,
bugün, dünyada, yaklaşık 250 milyon çocuk, zengin veya yoksul ülkelerde ağır ve
tehlikeli işlerde çalıştırılmakta, emeği sömürülmekte, ruh sağlığı
bozulmaktadır. Eğitim imkânlarından yoksun bu çocuklar, yoksulluk döngüsü
içerisinde, en temel haklarından mahrum edilmektedir, hatta, hayatları
tehlikededir. Yoksulluğun istismar edildiği, eğitim imkânından mahrum bırakılan
bu çocuklardan, özellikle kızlar söz konusu olduğunda, geleneksel kısıtlamalar
durumu daha da ağırlaştırmaktadır. Oysa, çocukların özel gereksinimleri olduğu
düşüncesi, çocukların korunup gözetilmesi gereken bazı haklara sahip oldukları
düşüncesini doğurmuştur. Bu noktadan hareketle,
çocuk haklarına ait sözleşme Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda benimsenerek,
2 Eylül 1990 tarihinde uluslararası bir yasa statüsüne kavuşmuştur. Bu yasa,
Umman, Somali, İsviçre, Birleşik Arap Emirlikleri ve Amerika Birleşik
Devletleri dışında, bütün ülkelerin yasama organlarınca onaylanmıştır. Sözleşmeyi onaylayan her
ülke bazı yükümlülükler üstlenmekte, çocuklarla ilgili yükümlülüklerinde anne
babalara ve diğer sorumlu kuruluşlara yardımcı olacak her türlü önlemi almak
zorundadırlar. Bugün, dünya çocuklarının
yüzde 90'ı çocuk haklarını korumak için yasal yükümlülükler altına giren
ülkelerde yaşamaktadır. Sözleşmenin Birleşmiş
Milletler Genel Kurulunda kabul görüp, yasal hale geldiği 1990 yılından bu yana
milyonlarca çocuğun hayatı kurtarılmıştır; ancak, dünya, gerçekten, çalışan
çocukların sömürü aracı olarak kullanılması gerçeğinden sıyrılmış değildir.
Henüz aşılamayan pek çok sorun olduğu muhakkaktır. Bu sebeple, ILO
sözleşmeleriyle, ailelerden, toplumlardan, hükümetlerden ve uluslararası
topluluktan, bütün çocukların haklarını sürdürülebilir, katılımcı ve ayrım
gözetmeyen bir anlayışla hayata geçirecek tedbirleri almalarını talep
etmektedir. Unutulmamalıdır ki, ister
zengin, ister yoksul olsunlar, dünyadaki bütün toplumlarda en yoksul, en dezavantajlı
ve genellikle en fazla ihmale uğrayan, çocuklardır. Bu sebeple, gerek eldeki
kaynakların kullanımında, gerekse gösterilecek çabalarda çocuklar, birinci
derecede önceliğe sahiptir. Bu çerçevede, üzerinde
ısrarla durulan birinci husus, çocuk işçiliğinin, çocuğun çalıştırılmasının
öncelikle yoksul ülkelerde, bölgelerde ve kesimlerde yaygın olmasıdır. Bu
sebeple, dünyada ve ülkemizde yoksulluk var olduğu müddetçe, çocukların
çalıştırılması veya istismarı devam edecektir. Bir başka önemli husus
ise, uluslararası rekabette ucuz işgücü olarak ihracat sanayiinde çocuk
işçilerin çalıştırılmasıdır. Ülkemizde yaygın olarak görülmemesine rağmen,
ihracata yönelik bazı sektörlerde çocuk işçilerin çalıştırıldığı da yine bir
vakıadır. ILO sözleşmelerinin "en kötü biçimlerdeki çocuk
işçiliği" alanlarından sayılan uyuşturucu maddelerin üretimi ve ticareti
gibi yasal olmayan faaliyetlerde istismarının ise, hem doğası (yaradılışı)
gereği hem de gerçekleştirildiği koşullar itibariyle, çocukların sağlıkları ve
güvenlikleri yanında, toplumsal ve ahlakî gelişmeleri açısından tamiri imkânsız
zararlar açacağı da yine muhakkaktır. Sayın milletvekilleri,
öyleyse, normal olan ve yapılması gereken, öncelikle "en kötü biçimlerdeki
çocuk işçiliği" çerçevesinde tanımlanan ve insan onuruyla bağdaşmayan
alanlarda çocukların çalıştırılmasını engelleyen acil tedbirlerin alınmasıdır. Yeni binyıla girdiğimiz
bu günlerde, çocukların, ağır, tehlikeli, ahlaksız ve insan onuruyla
bağdaşmayan alanlarda çalıştırılmamaları için gerekli düzenlemelerin yapılması
bir zarurettir. Bu sebeple, çocukların sömürü aracı olarak kullanılmasına
acilen son verilmeli ve bununla ilgili düzenlemelere gidilmelidir. Çocuklara,
ücretsiz ve zorunlu eğitim mutlaka verilmelidir; ancak, çocuklara zorunlu
eğitim verilirken, zorunlu eğitim ile temel eğitim kavramları birbirine
karıştırılmamalıdır. Temel eğitim kavramı ayrıdır, zorunlu eğitim kavramı
ayrıdır. Dünya eğitim literatüründe ve uygulamalarda bunlar açıktır. Bu
sebeple, bu kavramların çok dikkatli kullanılması gerekir ki, bizim ülkemizde
temel eğitim ile zorunlu eğitim karıştırılmıştır. Zorunlu eğitim, temel eğitim
haline getirilmiştir. Oysa, temel eğitim, olmazsa olmaz şartını taşıyan, her
Türk vatandaşının bilmek zorunda olduğu muhakkak bilgilerdir. Bunlar da çok
fazla uzun yaş gerektirmez. İleri ülkelerde olduğu gibi, belli yaş sınırından
sonra, yönlendirici, mesleğe götürücü, hem bir yandan okuyan hem bir yandan
hafif işlerde çalışan çocuğun geleceğini güvence altına alan bir eğitim
sistemine Türkiye geçmek mecburiyetindedir. Nüfus kaydı bulunmayan
çocuklar, hâlâ, memleketimizde, ülkemizde,
maalesef mevcuttur; süratle, bunlar, giderilmeli ve çocuklarımızın
tamamı nüfus altına alınmalı ve nüfus dışı çocuk bırakılmamalıdır; yasal
düzenlemelerle korunmaya alınmalıdır. Bu duygularla, Yüce
Meclisi selamlıyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ederim. Şimdi, söz sırası,
Milliyetçi Hareket Partisinde efendim. Antalya Milletvekili Sayın
Nesrin Ünal, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA NESRİN
ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 457 sıra sayılı kanun
tasarısının tümü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; sözlerime, Yüce Heyetinize saygılarımı sunarak başlıyorum. Bugün, hepimiz
hüzünlüyüz. Bugün, yüreklerimiz buruk. Bugün, gözü pek, korkusuz, vatanın
bölünmez bütünlüğü, milletin huzuru ve bayrağı için şehit olmuş 6 arkadaşımızı,
evladımızı, kardeşimizi, ebediyete uğurladık. Cenabı Allah'tan, kalanlara
sabır, uğurladıklarımıza rahmet diliyorum; inşallah son olur; sokaktaki,
çalışan, okuyan çocuklarımız, inşallah bu tabloları bir daha görmez; inşallah,
eşler dul, çocuklar yetim kalmaz. Bugün görüştüğümüz
sözleşmede şöyle denilmektedir: "18 yaşın altındaki herkes 'çocuk' olarak
mütalaa edilmektedir." Sözleşme, çocuğun, uyuşturucu maddelerin
üretiminde, ticaretinde, temininde, sunumunda, fahişelikte ve pornografik her
çeşit yayının üretilmesinde kullanılmasını, çocuğun, alınıp satılmasını, borç
karşılığı zorla verilmesini, çocuğa zorla askerlik yaptırılmasını, doğası ve
gerçekleştirildiği şartlar itibariyle, çocukların, sağlık veya ahlakî gelişmeleri
açısından zararlı olan işlerde çalıştırılmasını, çocuklar için "en kötü
biçimdeki çocuk işçiliği" kavramı içerisine almıştır. Tarihî araştırmalarda
görüldüğü gibi, Batı medeniyeti, asırlarca sömürdüğü başka medeniyetlerin
fertlerini, kendi ihtiyaçları ve zaruretleri gerektirdiğince, köle olarak
çalıştırmış, o insanların en ufak haklarına dahi saygı duymamıştır. Sanayi
devrimi sırasında da, çocukların emeklerini kullanmış, istismar etmiştir. Öncelikle, çocuklar
açısından, dünyadaki genel rakamlara bakmak istiyorum. Dünya çocuk nüfusu 2
milyar 850 milyon civarında olup, bunların 600 milyonu yoksulluk sınırı
altında, 252 milyonu çocuk işçi olarak çalışmakta, çalışan çocukların ise 60
milyonu, onlar için hem çok tehlikeli hem de zararlı işlerde
çalıştırılmaktadır. Her yıl, dünyadaki 2 milyon çocuk seks pazarına sürülmektedir;
her yıl, 4 milyon çocuk bir aylık olmadan ölmektedir ve tedbirler alınmazsa,
2010 yılında, 1 milyon çocuk AIDS'in kurbanı olacaktır. 7-14 yaş arası 300 000
çocuk, savaşta aktif olarak savaşmaktadır ve son on yılda, Bosna'da, Kosova'da,
Çeçenistan'da, Filistin'de, Eritre'de 2,5 milyon çocuk savaşta ölmüştür. Dünyanın bu iç karartıcı
rakamlarından sonra Türkiye'ye dönelim. Dünyada, gençlerine ve çocuklarına ait
millî bayramı olan tek ülkeyiz ve bunu da günümüzden seksen yıl önce, Cenevre
Çocuk Hakları Anlaşmasının imzalanmasından da otuzdokuz yıl önce başarmışız. Atatürk
"çocuklarımızı, artık, düşüncelerini hiç çekinmeden, açıkça ifade etmeye,
içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da, başkalarının samimî
düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız; aynı zamanda, onların temiz
yüreklerinde, millet, vatan, aile, vatandaş sevgisiyle beraber, doğruya, iyiye
ve güzel şeylere karşı ilgi uyandırmalıyız" demiştir. Peki, biz, bu
sevgileri uyandırabileceğimiz ortamı çocuklarımıza sağlayabilmiş miyiz; rakamlar,
bunu sağlayamadığımızı söylüyor. Türkiye, 21 inci Yüzyıla
aşağıdaki rakamlarla adım atmıştır: 0-18 yaş arası çocuk
nüfusumuz 28 milyon. Her yıl 1 350 000 bebek dünyaya geliyor. Hâlâ, doğan her 1
000 bebekten 38'i 1 yaşına gelmeden ölüyor. 725 000 çocuğumuz eğitim
ve öğretim imkânlarından faydalanamıyor. Her yıl 125 000 çocuğumuz, hiç okuma
yazma öğrenmeden yeni yıla adım atıyor. 6-14 yaş arası nüfusumuz
11 890 000 civarında ve çocuk işçi oranımız da yüzde 32. Devlet İstatistik
Enstitüsünün "1999 çocuk işgücü" anketine göre 3 850 000 çocuk
çalışıyor. "Bu rakam 6 milyon" diyenler de var. Çalışan çocukların
yüzde 54'ü sigara içiyor, yüzde 6'sı alkol kullanıyor. Bunu rakamlarla ifade
edersek, 14 yaşın altındaki yaklaşık 2 milyon çocuğumuz sokaklarda sigara
içiyor, 250 000 çocuğumuz da alkol kullanıyor ve Türkiye'nin geleceği olan
çocukların rakamları da net bir şekilde böyle. Çalışan çocuklarımızın
sadece 4'ünden 1'i sigarasız ortamda çalışıyor. Çocuklarımızın, yaklaşık yüzde
58'i ücretsiz aile işçisi olarak, yüzde 39'u ücretli veya yevmiyeli, yüzde
1,9'u ise kendi işinde çalışıyor. Çalışan çocukların yüzde 19'unun babasının
işi yok, yüzde 81'inin babasının işi var. Sormak lazım!.. Acaba bu babalar
sigara ihtiyaçları için çocuklarını mı çalıştırıyorlar? Şu anda 6 milyon
çocuğumuzu ilgilendiren kanun tasarısını görüşüyoruz. Yaşıtları parklarda
oynarken, sıcacık evlerinde özel kurslar alırken ya da bilgisayarlarında chat
yaparken, başka bir kesitte ise ucuz, bitmeyen kaynak, el becerisi, algılaması yüksek,
mesai ücretinin ne olduğunu bilmeyen, kâr kış demeden, acıktığının bile farkına
varmadan çalışan bizim çocuklarımız var. Bu çocuklarımız, üreterek işverenin
yükünü azaltmakta, vergisine katkıda bulunmaktadır. Onlar bi-yolojik olarak
çocuk; ama, taşıdıkları görev ve sorumluluklarıyla hepsi, birer küçük dev
adamdır. Peki, yıllarca, biyolojik olarak büyük; ama, yaptıkları icraatlarla
küçük adamlar, neler yapmamış da, çağdaş medeniyet seviyesini yakalamak
amacıyla yola çıkmış; kurulduğu yıllarda, dünyadan daha ileri görüşlere sahip
olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kültürüyle inancıyla tarihiyle hiç
bağdaşmayan bu tabloyla karşı karşıya kalmıştır. Bunun takdirini Allah'a ve kamuoyunun
vicdanına bırakıyorum. Arabanızı tamir
ettirirken, yıkatırken veya lokantada yemek yerken, birden önünüze uzanan
bakımsız, ama o öpülesi, o minicik sevimli ellerin sahibi çocuklarımızın
gözlerinin içine, vicdan azabı duymadan bakabiliyor muyuz?! Uygun şartlarda
çalışmayan çocukları görünce, okuyunca, duyunca yüreğimiz sızlıyor mu.
Sözlerim, kendi çocuğunu en iyi şartlarda yetiştirmeye, yaşatmaya, eğitmeye
muktedir olup da, vefa borcu olduğu hakları çalınmış bu çocuklara duyarsız
kalan herkesedir. 18 yaşın altında olan
herkes çocuktur ve bu çocuğun ailesinin ekonomik şartları ve eğitim seviyesi ne
olursa olsun, ister kentte apartmanda, ister gecekonduda, ister Torosların
tepesinde yaşasın, en doğal hakkı, eşit şartlarda eğitilmek, gönlünün istediği,
kendi yeteneklerine uygun meslek sahibi olmak; fiziksel, psikolojik açıdan sağlıklı
bir ortamda çalışmaktır. Birinci Ulusal Çocuk
Kongresinde, sonuç bildirgesinde de, çocuklarımız, bizden, fazla bir şey
istememiş, bunları istemiştir. İstisnasız hiçbir çocuk, alınıp satılmayı, çocuk
yaşta silah tutmayı ya da çocuk yaşta kurşunlara hedef olmayı, cinsel tacize
uğramayı, uyuşturucu kullanmayı, uygun olmayan işlerde ve uygun olmayan
şartlarda çalışmayı istemez. Peki, istisnasız bütün çocuklar ne ister: Sonsuza
kadar verebileceğimiz sevgiyi, şefkati, sabrı, barışı, saygıyı; sonuçta, güzel
bir geleceği ister. Bütün bunların oluşması için de temiz bir toplum ister. Sizlere İbrahim Sadri
gibi güzel okuyamasam da, yıllardır her dinleyişimde ilk defa dinliyormuş gibi
etkilendiğim bir şiiri okumak istiyorum. Bu şiir, çalışan çocukların dünyasını,
hayalleriyle, gerçekleriyle bir eksiksiz anlatmaktadır. Sizlerin de
beğeneceğini umuyorum: Oğlum, onüç-ondört
anahtarı ver Al usta Oğlum yat moturun altına Nesi var bir bakıver Olur usta Oğlum, iyi sık cıvatayı Sonra sahibi ne der? Sıkıyorum usta Bileğim yettiğince Yüreğim yettiğince Sıkıyorum işte Oğlum, terlemişsin Akmasın terin motora Motor pas yapar sonra Olur mu be usta Ter pas yapar mı Gözyaşı pas yapar mı? Oğlum ne diyorsun bak
işine Bakıyorum usta Yalnız ellerim Ellerim çatlamış be usta Ellerim acı içinde Yüreğim var ellerimde Yüreğim yanıyor usta Kan ter içinde Hem usta Sen hiç misket oynadın mı
sokakta Kırmızı kaplı defterlerin
var mıydı Sen hiç okula gittin mi Okul nasıl bir şey be
usta Öğretmen nasıl biri Usta sahi Orda da motora
baktırırlar mı ki Orda da söverler mi
çocuklara Orda da döverler mi? Oğlum bak işine kızdırma
beni Olur usta ha usta Senin anan da saçlarını
okşar mıydı Sana ağlar mıydı gecenin
al yalazında Sahi usta sen hiç ağladın
mı bir sabah Cansız düşende anan Yavaşça gözlerinin önünde Oğlum bak işine! Attırma tepemi gir
motorun altına Usta dur kızma! Bak giriyorum motorun
altına Dünyanın altına Giriyorum usta giriyorum Desteğe gerek yok usta Desteğe gerek yok Ben oraya yüreğimi
koyuyorum İnan taşır be usta. Teşekkür ediyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Ünal, çok
teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, Anavatan Partisi
Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Yaşar Dedelek. Buyurun Sayın Dedelek. ANAP GRUBU ADINA İBRAHİM
YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri, En
Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına
İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin onaylanmasıyla ilgili kanun tasarısı üzerinde,
Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce,
hepinizi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Uluslararası Çalışma Teşkilatının (ILO) 1-17 Haziran 1999
tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 87 nci Genel Konferansında bir sözleşme
ve bir tavsiye kararı kabul edilmiştir. Konferans tarafından kabul edilen 182
sayılı Çocukların Kötü Hallerde Çalıştırılmasının Yasaklanması ve Ortadan
Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi ve aynı adla anılan 190 sayılı
Tavsiye Kararında en kötü biçim ve koşullardaki çocuk işçiliği türleri
sıralanmakta ve bunların yasaklanması ve kaldırılması için alınacak önlemler
belirtilmektedir. ILO'nun 7 temel
sözleşmesine 8 inci sözleşme olarak eklenmiş bulunan söz konusu sözleşmenin
giriş bölümünde istihdama kabulde asgarî yaş haddine ilişkin 138 sayılı ILO
Sözleşmesine atıfta bulunularak, bu sözleşmeyi tamamlayıcı nitelikte olduğu
ifade edilmekte, çocukların en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinden
uzaklaştırılmalarında yoksulluğun ortadan kaldırılmasına ve temel eğitimin
önemine dikkat çekilmektedir. Sözleşmenin genel
hükümlerindeyse, 18 yaşın altındaki herkes çocuk olarak mütalaa edilmektedir. En kötü biçimlerdeki
çocuk işçiliği türleri ise, çocukların alınıp, satılması ve ticareti, borç
karşılığı veya bağımlı olarak çalıştırılması, çocukların askerî çatışmalarda
zorla ya da zorunlu tutularak kullanılmasını içerecek şekilde, zorla ya da
mecburî çalıştırılmaları gibi kölelik veya kölelik benzeri uygulamaların tüm
biçimleri; yine, çocukların fahişelikte, pornografik yayınların üretiminde veya
bu tür gösterilerde kullanılması, çocukların özellikle ilgili uluslararası
anlaşmalarda belirtilen uyuşturucu maddelerin üretimi ve ticareti gibi yasal
olmayan faaliyette kullanılması ve mahiyeti ve yürütümündeki koşullar
itibariyle, çocukların sağlık, güvenlik ve ahlaki gelişimleri açısından zararlı
olan işler şeklinde belli başlı ana başlıkları altında sıralanmaktadır. Sözleşmenin izleyen
maddelerinde, çocukların sağlık, güvenlik ve ahlaki gelişimleri açısından
zararlı olan işlerin tespiti ve bunların ortadan kaldırılmasıyla ilgili
yürütülecek faaliyet programlarının belirlenmesinde sosyal taraflara ve diğer
ilgili kuruluşlara danışılması öngörülmekte. Çocukların, az önce belirttiğim
gibi, işlerden uzaklaştırılmaları için eğitim ve meslekî eğitime önem
verilmesi, bu konuda etkin ve zamana bağlı önlemlerin alınması ve üye ülkeler
arasında işbirliği ve yardımlaşmanın
başlatılması istenmektedir. Tavsiye kararında ise, belirtilen en kötü
biçimlerdeki çocuk işçiliği türlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik üye
ülkelerce alınacak önlemlere ve yapılacak faaliyet programlarına ilişkin
detaylar belirtilmekte, ulusal mevzuatta yapılması düşünülen düzenlemelere ışık
tutacak hükümler yer almaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Uluslararası Çalışma Teşkilatı ILO'nun 1-17 Haziran 1999 tarihleri arasında
Cenevre'de yapılan 87 nci Genel Konferansında kabul edilen ve ILO'nun şimdiye
kadarki 7 temel sözleşmesine 8 inci sözleşme olarak eklenecek olan 182 sayılı
Çocukların Kötü Hallerde Çalıştırılmasının Yasaklanması ve Ortadan
Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesinin ülkemiz mevzuatına aykırı
düşmeyeceği bir gerçektir. Bu konuda şu ana kadar değerli çalışmalar yapan
sendikalarımıza ve yine, 23 Nisan 1920
tarihini Çocuk Bayramı olarak ilan eden ve bize değil, dünyaya miras bırakan
Yüce Önder Atatürk'e ve onun o günkü Meclisine minnet ve şükranlarımızı sunmak
isterim. Bu düşüncelerle,
sözleşmenin ülkemize şimdiden hayırlar getirmesini dilerken, Yüce Meclise en
derin saygılarımı sunarım.(ANAP, DSP, MHP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Delek'e
teşekkür ederim efendim. Şimdi, Demokratik Sol
Parti Grubu adına Amasya Milletvekili Sayın Gönül Alphan'da söz efendim. Buyurun Sayın Alphan.(DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA GÖNÜL
SARAY ALPHAN (Amasya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; En Kötü
Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
hakkında, Grubum Demokratik Sol Parti adına söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
değerli milletvekilleri; bir ülkenin çocuklarının eğitimi, sosyal statüleri,
hakları, onlara verdikleri önem ve öncelikleri, çocuklara verdikleri ağırlık, o
ülkenin gelişmişliğinin ve medeniyetinin bir karnesidir. Bu karne notumuz, çoğu
zaman, olumlu olumsuz, bazen çok kötü olmuştur. Ancak, 1930'lardan beri yapılan
tüm uluslararası çocuk sözleşmelerinde Türkiye'nin imzasının olması ve
verdiğimiz ağırlık, karnemizin ağırlıklı yönlerinden tekidir. 1930'lu yıllardan beri,
çocuk hakları konusunda, dünya ülkeleri birçok sözleşme imzalamışlar. 1930'da,
Zorla Çalışma Sözleşmesi imzalanmış; 1956'da, Birleşmiş Milletler Kölelik ve
Köle Ticareti ve Benzeri Uygulamaların Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi
imzalanmış; 1973'te, İstihdama Kabulde Asgarî Yaş Haddi Sözleşmesi imzalanmış.
Bunlar, arka arkaya gelmiş; 1998'de ayrı, 1999'da ayrı. Yani, yetmişbir yıldır,
çocuk hakları konusunda, çocukların yaşam koşullarının iyileştirilmesi,
çocukları kazanma konusunda onlarca sözleşmeyi, dünyanın tüm ülkeleri imzalama
yarışına girmişler. Ancak, nerelerdeyiz; bu, tartışma konusu. Dünya ülkelerinin yüzde
90'ı, bu çocuk haklarına ait tüm sözleşmelerden birçoğunu imzalamalarına
rağmen, insan haklarında, çocukların en fazla ezildiğini ve haksızlığa
uğradığını söylemek de, çok abartılı bir söylem olmayacak düşüncesindeyim. Peki, ne yapacağız;
çözümler neler?.. Çözümlerde en başta ele almamız gereken konular, bu acıların
yoksulluktan kaynaklandığını düşünerek, ekonomik gelişmeleri ve toplumları
yoksulluktan kurtarıcı acil önlemleridir. 57 nci hükümetin ekonomik
seferberliğinin olumlu sonuçları, toplumun her katmanına yansıdığı kadar,
otomatik olarak, özellikle çocuklara da yansıyacak diye düşünü-yoruz. Eğitimde reformlar
yapmak, ücretsiz ve zorunlu eğitimi, temel eğitimi yaymak. Yine, bu konuda
yaptığımız reformları, sekiz yıllık zorunlu eğitimi, mutlaka -çok önem
verilmesi gereken- atılmış önemli bir adım diye düşünüyorum. Bu çocukları meslekî
eğitimle donatmak, meslekî eğitim vermek ve ekmeğini, aşını, işini, teknik bir
biçimde, en azından akıllı bir biçimde kazanabilecek donatıları sağlamak. Zor duruma düşmüş,
sokaklarda olan, acılı olan çocukları saptayarak, onların sosyal uyumlarını
sağlayabilecek birtakım tedbirler almak, onları rehabilite etmek, bu çocukları
topluma kazandırmak. Bu konuda, özel, riskli durumdaki çocukları saptamak,
belirlemek ve onları, öncelikli projeler halinde ele almak. Kız çocuklarına,
mutlaka önem vermek. Burada yaptığımız her
anlaşma, çıkardığımız her kanun veya sözleşme veya hukuksal düzenleme yetmiyor;
önemli olan, bu kürsüden, toplumun tüm birimlerine, sivil toplum örgütlerine bu
duyarlılığı ulaştırmak, toplumu bu konuda duyarlı hale getirmek. Kanun çıkarmak
bizim işimiz; ancak, takip etmek, bu konudaki bütün ses çıkartıcı mekanizmaları
harekete geçirmek sivil toplum örgütlerinin ve toplumun işi. Bu nedenle, onları
duyarlılığa davet etmek son derece önemli. Bu da yetmiyor. Bütün bunları
yaptıktan sonra, uluslararası dayanışmalar konusunda birlikte hareket edebilmek
ve uluslararası önlemler almak. Çocuklar konusunda toplumun her kesiminde
genelde duyarlılık var; ama, genelde, bu konu, bu duyarlılık, anaların ve
kadınların işi olarak kabul ediliyor ve bu, son derece dikkat çeken bir olgu.
Çocuk hakları, çocuk eğitimi, çocuk sağlığı, çocuğun ahlakî gelişimi, çocuğun
güvenliği konusunda kadın kadar, ana kadar erkek arkadaşlarımızı, babaları,
toplumun diğer kesimlerini de bu seferberliğin içine sokabildiğimiz anda, bu
konuda duyarlılıklarını maksimum elde edebildiğimiz anda, tüm çocukları
tamamıyla koruyabilme konusunda büyük bir savaş kazanmış olacağız diye düşünüyorum.
Dünyadaki ilk ve tek
çocuk bayramını tüm dünya çocuklarına, Türkiye çocuklarına hediye eden bir
ülkeye yakışan bu sözleşmenin, yine, tüm Türkiye çocuklarına ve dünya
çocuklarına hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın
Alphan. Gruplar adına söz talebi
bitmiştir. Şimdi, şahıslar adına,
Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat. Buyurun. (FP sıralarından
alkışlar) ASLAN POLAT (Erzurum)-
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 457 sıra sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk
İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının tümü
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. Tasarının genel
gerekçesinde de belirtildiği üzere, çocukların en kötü biçimdeki çocuk
işçiliğinden uzaklaştırılmalarında, yoksulluğun ortadan kaldırılması ve temel
eğitime önem verilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Tasarıda, 18 yaşın
altındaki herkes çocuk olarak mütalaa edilmektedir. En kötü biçimlerdeki çocuk
işçiliği türleri olarak, çocukların alınıp satılmasını, bağımlı olarak
çalıştırılmasını, çocukların fahişelikte, pornografik yayınların üretiminde
veya bu tür gösterilerde kullanılmasını, uyuşturucu maddelerin üretimi ve
ticareti gibi yasal olmayan işlerde çalıştırılmasını, sağlık, güvenlik ve
ahlakî gelişmeleri açısından zararlı olan işleri kapsamadığı denilmekte ve
devamla, çocukların yukarıda belirtilen işlerden uzaklaştırılmaları için eğitim
ve meslekî eğitime önem verilmesini ve üye ülkeler arasında işbirliği ve
yardımlaşmanın artırılmasını amaçladığı belirtilmektedir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; çalışan çocuklar, sosyoekonomik konumları gereği esnaf ve
sanatkârlar yanında, sanayi işkolunda, tarım sektöründe, marjinal çalışma
alanlarında maddî kazanç elde etmek ya da meslek edinmek amacıyla üretime
katılan ve 19 yaşından gün almamış kimseler olarak tarif edilmektedir. Çalışan çocuk, ucuz emek
anlamına gelmektedir. Çocuklara ve kadınlara, yetişkin erkek işçilerden daha az
ücret ödenmesi nedeniyle de işverenler, özellikle çocuk işçileri çalıştırmak
istemektedirler. Ülkemiz, son yıllarda
imzaladığı ILO sözleşmeleriyle çocuk işçiliğine önemli kurallar getirirken,
Türkiye için Katılım Ortaklığı 2000 Belgesinin "Öncelikler ve Orta Vadeli
Hedefler" bölümünde, çocuk işgücü sorunuyla mücadele için yapılan
çabaların daha da güçlendirilmesi istenmektedir. "Türkiye, Düzenli
Rapor" bölümünde "çocuk hakları ve çocuk emeği açısından yasalar ve
yönetmelikler çocuk hakları sözleşmesine uygun olmakla beraber, bunların icrası
arzu edildiği gibi olmaktan uzaktır" denilmekte "Üyelik Kriterleri"
bölümünde ise "çocuk emeği yaygındır ve ciddî bir kaygı konusu olmaya
devam etmektedir" denilmekte ve "çocuk emeği sorununu çözmeye yönelik
ilerlemeler bugüne kadar sınırlı olmuştur" şeklinde devam edip
"Türkiye bu konuyu öncelikli olarak ele almalıdır" denilmektedir.
Dolayısıyla, hem taraf olduğumuz uluslararası ILO sözleşmeleri hem de tam
üyeliğe aday olduğumuz Avrupa Birliği normları, bize bu konuda önemli görevler
yüklemektedir. Ülkemizde çalışan
çocukların sosyal durumları hakkında en yeni ve resmî bilgiler, Devlet
İstatistik Enstitüsü tarafından 1995 yılında yapılan "Hanehalkı
İşgücü" Anketinde bulunmaktadır. Bu ankete göre, yaş dilimi 12 -14
arasında olan genel nüfus 4 153 000, çalışan nüfus 758 000, çalışma oranı yüzde
18,25; yaş dilimi 15-19 arasında olan genel nüfus 6 697 000, çalışan nüfus 2
512 000, çalışma oranı yüzde 37,50. Buradan da görülmektedir
ki, 15-19 yaş grupları arasındaki çocukların 1/3'ünden fazlası, 12-19
arasındakilerin ise yüzde 55,75'i; yani, yarıdan fazlası çalışmaktadır. Bunun
en önemli sebebi, ülkemizin, gelir sıralamasında fert başına düşen millî gelir
itibariyle 1999 yılında 2 900 dolarla dünyada 88 inci sırada olması, yine 2000
yılı aralık ayında yapılan araştırmalarda 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının
200 milyon TL olduğu ülkemizde hâlâ asgarî ücretin net 103 milyon TL olmasıdır. Dolayısıyla, ailesiyle
beraber açlık sınırının altında yaşayan bu kesim çocukları için çalışma bir
yaşam şartıdır. Yine, ülkemizde yapılan araştırmalara göre, 15-19 arası yaş
gruplarında çalışan çocukların yüzde 57,15'i tarım kesiminde, yüzde 19,48'i
imalat sanayiinde çalışmakta, imalat sanayiinde çalışanların büyük bölümü
50'den az işçi çalıştıran küçük işyerlerinde çalışmaktadır. 1993 yılında
yapılan bir doktora çalışmasına göre, çocukların yüzde 94,2'si günde 7,5 saatten
fazla çalışmakta, yüzde 58,40'ı da hiç izin yapmamaktadır. Çocukların yüzde
80,6'sı hastalandığı zamanlar dışında doktor kontrolüne hiç gitmemiştir. Yine, ülkemizde iş
kazalarının yüzde 74'ü, 50'den az işçi çalıştıran yerlerde olmaktadır; çünkü,
bu az işçi çalıştıran işyerleri genellikle sigortasız ve sendikasız işçilerin
ve çocukların çalıştığı işyerleridir ve Çalışma Bakanlığının işyeri denetimi,
bu işyerlerinde minimum seviyededir. Çalışan çocukların yarıdan fazlasının,
yüzde 55,6'sının aileleri ekonomik nedenlerle yaşadıkları bölgelerden ayrılmış
ve genellikle sanayi bölgelerine ve sitelerine yakın, altyapısı olmayan,
sağlıksız gecekondularda ya da daha sağlıksız, bağımsız evlerde
oturmaktadırlar. Çalışan çocukların büyük
çoğunluğu, yüzde 72,5'i, farklı nedenlerle okulu bırakmışlardır; ancak,
nedenlerin hemen hepsi ailenin yoksulluğundan kaynaklanmaktadır. Çocukların
eğitim alanlarındaki eşitsizliği, ülkemizde bir felakete dönüşmüştür.
Araştırmalara göre, ülkemizdeki en zengin yüzde 20'lik kesim, eğitime yüzde
63,35 pay ayırırken, en alttaki yüzde 20'lik grup yüzde 2,20 pay ayırmaktadır;
yani, aralarında 29 kat fark vardır. Yoksul aile çocukları
okumak isteseler de, dershaneye giden, özel hocalardan sürekli ders alan zengin
aile çocuklarıyla eğitimde yarışamamakta ve en kısa yoldan çalışma hayatına
atılmaktadırlar. Yine, iş müfettişlerinin söylemlerine göre, çalışan çocukların
çoğunluğu sabah saat 8.'den önce işe başlamakta, akşam saat 6'dan sonra işi
bırakmaktadır. Düşük ücretli yeterli gıdayı alamayan bu çocuklar, aile
denetiminden uzakta çalışmakta, bu sayede istismara açık hale gelmektedirler. Gündüz erkenden işe
başlayan, öğle aralarında dinlenemeyen çocuklar için çalışma saatleri zor ve
uzundur. Kentteki işyerlerinde genellikle ışıklandırma, havalandırma, nem oranı
ve diğer koşullar uygun değildir. Sokakta çalışan çocuklar ise, her türlü hava
koşullarında uzun süreler ayakta kalarak, temizlik ve sağlık yönünden tehlike
oluşturan işlerde çalışmaktadırlar. Çalışan çocukların önemli
bir bölümü de, sokakta çalışan çocuklardır. Bu çocukların bir kısmı sokakta
çalışmakta; fakat, akşam evlerine dönmektedirler. Bu çocuklar, ailelerinden
giderek daha az destek alan ve ailenin geçim sorumluluğunu sokaklarda,
pazarlarda çalışarak paylaşmak zorunda olan çocuklardır. Bir de, sokak çocukları
vardır. Bu çocuklar, ya terk edilmiş ya da güvensizlik duygusu, istenmeme ve şiddete
maruz kalma gibi nedenlerle ailelerini terk ederek evle olan bağlarını koparmış
çocuklardır. Bu çocuklar, fiilen ailesiz çocuklardır. Bu çocuklar, kaçınılmaz
bir şekilde, marjinal ya da yasadışı işlere de karışmaktadırlar. Bu çocukların
büyük çoğunluğu suç örgütlerinin eline düşerek hırsızlık, yankesicilik,
uyuşturucu ticareti ve fuhuşta faal çeteler olarak kullanılmaktadırlar. 15
yaşından küçük çocukların çalışması, onları, sokağın ve çevrenin olumsuz
koşullarıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Ailenin denetiminden uzakta elinde
parası olan çocuğun, içkiye, sigaraya alışması, kumar oynamaya başlaması daha
kolay olmaktadır. Sokak çocuklarını
bekleyen en önemli tehlikeler fuhuş, uyuşturucu ve sokak çeteleridir. Fuhuş,
bir tanıma göre, insan vücudunun her türlü müstehcen ticaretidir. Fuhuş, her
halükârda, bilhassa küçükler söz konusu olduğunda, onların fiziksel, duygusal,
ruhsal ve cinsel güvenliğine esaslı şekilde zarar veren bir olgudur.
Hukukçulara göre, bir kimseyi fuhşa teşvik etmek, onu baştan, doğru yoldan
çıkarmaya yatkın hareketler yapmak demektir. BAŞKAN - Sayın Polat,
toparlar mısınız efendim; süreniz bitmek üzere. ASLAN POLAT (Devamla) - 2
dakika var daha. BAŞKAN - Var efendim,
doğru da, ben hatırlatıyorum dalmayın
diye. ASLAN POLAT (Devamla) -
Tamam Sayın Başkanım. Fuhşa teşvik eden,
mağduru bir uçuruma itendir, ondaki edep duygusunu yıkan demektir. Şimdi, bir insana edep
duygusunu aşılayan en önemli faktör, ona verilecek aile terbiyesi ve din
duygularıdır. Aile terbiyesinin ve din eğitimin temel esprisi, kişiyi edepli,
içki, kumar ve fuhuştan olabildiğince uzak tutmaktır; fakat, son yıllarda,
bilhassa ülkemizde, din eğitimi almak, edepli olmak bir nevi sakıncalı
görülmeye başlanmıştır. Bu yüzden de, çocukları bataklıktan kurtarmak imkânsız
bir hal almaktadır. Fuhşa teşvik, yine, söz, müstehcen resimler, müstehcen yazı
ve şiirler okunması, pornografik filmlerin işletilmesiyle olmaktadır denmekte;
fakat, bilhassa televizyonlarda, müstehcen fıkra söylemek, eğlence
programlarında en müstehcen konuşmaların yapılması olağan hale gelince, bunlar
da, küçüklerde hep olumsuzluklara sebep olmaktadır. Ülkemizde, son yıllarda,
küçük çocukların şarkıcı olarak öne çıkarılmaları, bunların içkili gazinolarda
çalıştırılması da çocuklara olumsuz örnek olmaktadır. Yine, ülkemizde, bozuk
gelir dağılımı sebebiyle, bilhassa İstanbul İlimizde, millî gelirdeki payı
yüzde 29 olan yüzde 1'i süper zengin kesimin televolelere konu olan şaşaalı
yaşamları, bilhassa millî gelirden yüzde 5,9 pay olan yüzde 25'lik kesim
üzerinde çok olumsuz etkiler yapmakta ve bu ke-simi, onlar için rüya gibi gelen
bu şaşaalı yaşama kavuşma arzusuna, fuhuş ve uyuşturucu işine âdeta itmektedir. Ülkemizde, son yıllarda,
geleneksel aile yapısının değişmesi, kentleşme, gençlerin toplumsal sorunlara
daha erken ilgi duymaları, daha erken bağımsızlaşmaları gibi nedenler,
gençlerin küçük yaşlarda içkiye başlamalarında etken olmaktadır. İçkiye alışan
bu gençler para bulamayınca, tutkal... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kesildi) BAŞKAN - Ben kesmedim,
otomatik kesildi; söz kesmesini sevmem, biliyorsunuz. Buyurun. ASLAN POLAT (Devamla) -
Sayın Başkanım, ona şüphem yok da, zaten, biraz sonra, İçtüzükle, siz,
muhalefetin sesini ebediyen kesmeye çalışacaksınız; onu da göreceğiz. BAŞKAN - Efendim, Sayın
Polat, İçtüzüğe gelelim hele... Hele şunu bir bitirelim... ASLAN POLAT (Devamla) -
Neyse... Peki... Saygılar sunarım. (FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ederim. Efendim, şimdi söz
sırası, Çorum Milletvekili Sayın Melek Denli Karaca'da. Buyurun Sayın Karaca.
(MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika
efendim. MELEK DENLİ KARACA
(Çorum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan evvel,
hepinizi saygılarımla selamlıyorum ve Diyarbakır'da yitirdiğimiz vatan
evlatlarının, şehitlerimizin şahsında bütün şehitlerimizi, bu vatan için kanını
veren, canını veren bütün şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Bugün, huzurlarınıza, En
Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına
İlişkin Sözleşme hakkında şahsî fikirlerimi beyan etmek üzere gelmiş
bulunuyorum. Evet, birazdan bu
sözleşmenin onaylanmasını uygun bulacağız. Çocuk işçiliği ülkemizin ve dünyanın
en önemli sosyal yaralarından birisidir. Ülkemizde çocukların iş hayatına
başlama yaşı, 12 yaşa kadar düşmektedir. Normalde okulda ya da oyunda olmaları
gereken bu çocuklarımız, kötü şartlar altında ve yanlarında çalıştıkları
büyüklerinin fiziksel istismarına maruz kalarak çalışmaktadırlar. Bu
çocuklarımızın hemen hemen yarısı hafif ya da ağır iş kazası geçirmekte ve
yeterli sağlık hizmetinden de yararlanamamaktadırlar. Birleşmiş Milletler
Çocuklara Yardım Fonu (UNİCEF)'in hazırladığı Türkiye'de Kadınların ve
Çocukların Durumu başlıklı rapora göre, Türkiye'de 12 - 19 yaş grubundaki her
üç çocuktan biri imalat ve hammadde sanayii, çeşitli hizmetler ve küçük aile
işletmelerinde çalışarak aile bütçesine katkıda bulunmaktadırlar. Bu yaş grubu
çocuklar, kentlerde toplam işgücünün yüzde 22,8'ini, kırsal alanda ise yüzde
46,9'la neredeyse yarısını oluşturmaktadır. Çocuk emeği, sırasıyla, tarım,
metal sanayii, ağaç işleri, otomotiv sanayi, konfeksiyon, deri eşya sanayii,
tekstil ve özel hizmetler alanlarında yoğunlaşıyor. Raporda belirtilen ilginç
bir noktaya göre, çalışan çocukların yüzde 17,9'unun babaları da işsiz.
Çocukların yüzde 57'sinin güvenlikli olmayan ve sağlıksız ortamlarda çalıştığı
belirtilen raporda, kentsel sanayi bölgelerindeki çalışma şartlarının
çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimini olumsuz etkileyebileceğine de dikkat
çekiliyor. Çocuk işçiliği sorununu
çözmek, çocukları işten çıkarmak gibi basit bir iş değildir. Aile ve toplum
yapısının, eğitim ve sosyal güvenlik sistemlerinin çocuk işçiliği üzerinde
doğrudan etkileri vardır. Sözleşme, çocukların, sağlık, güvenlik veya ahlakî
gelişimleri açısından zararlı olan işlerden uzaklaştırılmaları için eğitim ve
meslekî eğitime önem verilmesini, bu konuda etkin ve belli bir zamanla sınırlı
önlemlerin alınmasını ve üye ülkeler arasında işbirliği ve yardımlaşmanın
artırılmasını da amaçlamaktadır. Çocuk işçiliği konusunun
belki de en önemli yönü eğitimdir. Yaşla birlikte çalışan çocukların oranı
artarken, okula devam eden çocukların oranı düşüyor. Bu çocuklar, eğitimlerini
sürdürseler bile, derslerin gerektirdiklerini yerine getirmekte genellikle
güçlük çekiyorlar. Rapora göre, bu çocuklar için, uzun saatler boyu çalışma,
okul çalışması için geride pek az enerji, motivasyon ve konsantrasyon gücü
bırakıyor. Ülkemizde sekiz yıllık
zorunlu ve kesintisiz eğitimin uygulamaya konulmasıyla önemli bir adım
atılmıştır. Temel eğitimdeki bu düzenleme, çalışma yaşının 14'ün üzerinde
olmasını gerektirmiş, 15 yaş altında kimsenin çalıştırılamayacağı İş Kanununda
yer almıştır. Ancak, zorunlu temel eğitimi kabul etmek ve çocukların bu eğitimi
almalarını sağlamak için, aileleri cezaî müeyyidelerle karşı karşıya bırakmak
yeterli değildir. Temel eğitimin kalitesinin artırılması, ailelerin, bu
eğitimin çocuklarına çok şey kazandıracağına inandırılması, taşımalı eğitim
sırasında, trafik kazalarında minik öğrencilerin can vermelerinin dayanılmaz
acısını yaşatmamak için öğrenci ulaşımında güvenliğin sağlanması gerekmektedir. Zorunlu temel eğitim
sonrasında da, çocukların eğitimlerini sürdürebilmelerine imkân veren
sosyokültürel ve ekonomik uygun ortam sağlanmalıdır. Temel eğitim sonrasında,
meslekî teknik eğitim esas, çıraklık eğitimi talî olmalıdır. Çıraklık
eğitiminde sağlanan gelişmeler sürdürülmeli, çıraklık eğitim merkezlerinin
aktiviteleri ve yeterlilikleri ileriye taşınmalıdır. Sayın Başkan, sayın
üyeler; sözleşmenin en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği türleri arasında
saydığı, çocukların silahlı çatışmalarda zorla ya da zorunlu tutularak
kullanılmaları olayını bölücü örgüt çok kullanmış, beyinlerini yıkadığı,
kandırdığı çocukları ülkesine, devletine karşı kışkırtmış, çocukları hiç
çekinmeden ölüme yollamıştır. Bu nedenle, kontrol altına alınmış olan bölücü
terörün azmaması, cehaletten ve yoksulluktan istifade ederek çocuklarımızı kandırmaması
için, terörden çok çekmiş yörelerimizde, eğitimle birlikte sosyal ve ekonomik
önlemleri, kültürel çalışmalarımızı yoğunlaştırarak sürdürmeliyiz. Benzer bir şekilde, büyük
şehirlerimizde de çocuk işçiliğini edebiyat ve müzikle işleyerek, propaganda
malzemesi yapan, varoş söylemi içerisinde taban olarak gençliğe adım atmak
üzere olan çocukları seçen terör örgütlerine karşı da gereken mücadele
verilmeli; çocuklarımız, malzeme yaptıkları çocuk istismarının en âlâsını yapan
bu örgütlerin ağına düşürülmemelidir. Bu amaçla, başta İstanbul olmak üzere,
kayıtdışı ve kaçak istihdamın üzerine kararlılıkla gidilmeli, işyerlerinin
çalışma mevzuatına uymaları, sağlık ve güvenlik şartlarına uygun ortamlar
oluşturmaları denetlenmelidir. Çocuk hakkı yemek, sadece
sanayi sitelerinde çocuk çalıştırmakla da sınırlı değildir. Mal bölünmesin diye
yapılan yakın akraba evlilikleri de, engelli çocuk doğumuna zemin
hazırlamaktadır. 12-18 yaş arasındaki kız çocuklarını okula göndermek yerine,
evlendirip, kucaklarına ve ellerine bebek vermek de, çocuk istismarının diğer
boyutlarıdır. Ayrıca, her yıl okulların kapanmasıyla birlikte, bazı
illerimizde, çocukların yaz boyunca tarım işçisi olarak kiralanmasına ilişkin
pazarların kurulması da, çocuk hakkı yenmesinin başka bir şeklidir. Neyse ki, ülkemizde çocuk
pornografisi materyallerinin üretimi ve ticareti hemen hemen yoktur. Yine de,
artan ahlakî cinsel yozlaşmanın bu alana da kayma tehlikesi vardır. Bu nedenle,
aile yapımızın, millî ve manevî değerlerimizin yıpranmasına izin verilmemeli;
temiz ve asil karakterimizi, eğitim ve kültür hayatımızda geliştirerek, yeni
kuşaklara aktarmalıyız. Atatürk'ün bize
kazandırdığı önemli kurumlardan biri de Çocuk Esirgeme Kurumudur. Atatürk'ün,
kurumu kurmaktaki amacı, sadece, Kurtuluş Savaşının yetimlerini korumak ve
onları eğitmek değildi; onun ötesinde, bireylere ve topluma bir kavram
kazandırmaktı. Çocuğa sahip çıkmak, çocuktan esirgemek değil çocuğu esirgemek
ve çocuğu, mutlaka, eğitmek. Zamanımızda, Büyük Önderin bize kazandırmak
istediği ilkeleri ve kavramları özümsemek, pekiştirmek ve uygulamak yerine, maalesef,
lafazan bir Atatürkçülük söylemiyle,
onları unutmak ve unutturmak yaşam tarzı haline geliyor ve gelmiştir de. Çocuk işçiliğinin
önlenmesi konusunda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına büyük sorumluluklar
düşmektedir. Bakanlığın, çocuk işçiliği konusunda, daha önce imzaladığımız iki
Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmesinin uygulanması ve izlenmesiyle ilgili
çalışma ve yapılanmaya hız ve etkinlik kazandırmasını diliyoruz. Buradaki amaç,
uzun vadede çocuk işçiliğinin tümüyle sona erdirilmesi, kısa vadede ise,
çocukların çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve bu konudaki mevzuata
uyulmasının sağlanması olmalıdır. Sözlerimi bağlarken,
çocukların, en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmasında,
yoksulluğun ortadan kaldırılması, sosyal adaletin gerçekleştirilmesi ve temel
eğitime önem verilmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyor ve tekrar, sizleri
saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Karaca. Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 1 inci maddeyi okutuyorum
: KÖTÜ ŞARTLARDAKİ ÇOCUK İŞÇİLİĞİNİN YASAKLANMASI VE ORTADAN MADDE 1. - Uluslararası
Çalışma Örgütünün 1999 yılında Cenevre'de yapılan 87 nci Genel Konferansında
kabul edilen 182 sayılı "Kötü Şartlardaki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması
ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi"nin onaylanması
uygun bulunmuştur. BAŞKAN - 1 inci madde
üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Mehmet Zeki
Çelik; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) Efendim, bu vesileyle
özür diliyorum; bir evvelki, KİT'lerle ilgili kanun tasarısında sehven oldu. FP GRUBU ADINA MEHMET
ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Estağfurullah efendim. Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; 457 sıra sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin
Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerine
Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Ülkemizde yaşanan
sosyoekonomik dengesizliklerden, özellikle son on yılda yaşanan göçten, en az 2
milyon çocuğun etkilendiği tahmin ediliyor. Yoksulluktan, özellikle kültürel ve
çevresel, ahlakî kirlenmeden olumsuz yönde en fazla etkilenen grubun
çocuklarımız olduğu bir gerçektir. Batı toplumlarının en önemli sosyal yarasının,
bölünmüş aile sendromu ve ona bağlı olarak ortaya çıkan korunmaya muhtaç
çocuklar olduğu görülmektedir. Ülkemizde de, son yıllarda, 20 milyondan fazla
çocuk fakirlik sınırının altında yaşıyor, 10 milyon kadar da korunmaya muhtaç
çocuk var. Değerli arkadaşlar, 100
000 civarında sokak çocuğu olduğu düşünülür, her gün bu sayının süratle arttığı
kabul edilirse, ne kadar büyük bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu kolayca
anlayacağız. Dikkatinizi çekiyorum, günde 100'den fazla çiftin boşandığı, yılda
2 000 civarında intihar olayının meydana geldiği ve bu intihar olgularının,
ilköğretimdeki çocuklarımızda ve okul sıralarında da vuku bulduğu göz önüne
alınırsa, şiddet ihtiva eden müstehcen yayınların tamamen kontrolsüz
yayımlandığı ülkemizde, bu tabloyu görmezlikten gelmemiz, telafisi imkânsız
sonuçlar doğuracaktır. Bütün bu olumsuzlukların
ortadan kaldırılması, başta hükümet olmak üzere, Parlamentoya görev olarak
düşmektedir. Tabiî ki, bu sorun,
sadece Türkiye'nin sorunu değildir; dünyanın birçok ülkesinde de, bunlara
benzer sorunlar yaşanmaktadır. Değerli arkadaşlar,
küreselleşmenin etkisi ve dünyadaki sert rekabet koşulları, özellikle, bir
taraftan işsizliği ortaya çıkarırken, diğer taraftan işçilik maliyetlerinin
düşürülmesi gibi sonuçlar doğurmaktadır. Sonuçta, bunun bedelini de, çalışan
çocuklar ödemektedir. Özellikle, çocuk emeğini kullanmak, ucuz işçilik,
sigortasız çalıştırmak, çocukların kayıtdışı çalışmaya daha müsait bir yapıda
olmaları, maalesef, çocuk işçi çalıştırmayı cazip hale getiriyor. Aslında, çocuk işçiliğiyle mücadelede yasal mevzuat
yeterlidir; ancak, her konuda olduğu gibi ülkemizde, pratik ile mevzuat,
maalesef, bazen birbirine uymuyor. Değerli milletvekilleri,
çocuk işçiliğini gündeme getirmenin ve bu sorunu ortaya koymanın iki temel
kaynağı var. Birincisi, adaletsiz gelir dağılımı, yoksulluk, beraberinde
çalışma standartlarını düşürüyor ve işçilik konusunda kalite ve verimliliği
düşünemeyen ucuz emek sömürüsü gündeme geliyor ve bu noktada, elbette, ilk akla
gelen de, çocuk emeği oluyor. Diğer husus da, Türkiye'de iş güvenliği bir lüks
olarak görülmektedir; oysa, iş güvenliği, çocuk işçiliğiyle doğrudan
bağlantılıdır. Siz, eğer, kaşını gözünü beğenmediğiniz için, keyfî bir şekilde,
çalışan anneyi, babayı sokağa koymuşsanız, kapının önüne koymuşsanız, o
insanlar hayatlarını sürdürmek için iş bulmak mecburiyetinde olduklarından, kendileri
çalışamayınca çocuklarını çalıştırmak durumunda kalıyorlar. Çocuğu eğitimden
alıkoymakla kalmıyor, onun emeğinin de sömürülmesini sağlıyorsunuz ve o
sömürülmeyle birlikte, birilerinin semirilmesini temin etmiş oluyoruz. Çocuk işçiliğine,
öncelikle insan hakları açısından bakmalı ve çocuk emeğinin ortadan
kaldırılmasını sağlayacak politikalar üretmeliyiz. Çocukların, hem bedensel hem
ruhsal ve sosyal açıdan gelişebilmeleri için, en önemli gelişme çağında
bulundukları 15-18 yaşına kadar olan dönemde, belirli koruyucu önlemlerle yaşam
alanlarına adım atmaları gerekmektedir. Son bir iki gün içinde,
basında yer alan ve afla hapisten çıkan iki gencin dramı anlatılmaktaydı.
Bunlar, 14 yaşında oto hırsızlığıyla hapishaneye girmiş ve bu aftan
yararlanarak çıkmış. Dört yıldır hapiste olduğunu; ama, arabalara olan tutkusu
yüzünden, tekrar bu suçu işlediğini ve tekrar içeri girdiğini ifade ediyor.
Tabiî, burada, işin sosyal boyutunu iyi takdir etme ve iyi tahlil etme
durumunda olduğumuzu ifade etmemiz lazım. Adil olmayan gelir dağılımı, televizyon
ve medyadaki görüntüler, bir avuç insanın akıl almaz yaşantıları ve bunların
dışa yansıyan görüntüleri, işte, maalesef, insanları bu hale sokmakta ve
Taksim'de, yılbaşı gecesindeki otel taşlama olayları da buradan kaynaklanmaktadır. Değerli milletvekilleri,
bu çocukların 18 yaşına kadar olan gelişmelerini sağlıklı tamamlayabilmeleri
için, onların ezilmesini, sömürülmesini, eğitimden uzak kalmalarını hoş görme
lüksümüz ve şansımız yoktur. Bu ülkenin en büyük serveti insan kaynağıdır.
Kendi nüfusunu, kendi gençliğini, kendisinin en önemli servetini sömüren bir
toplumun, ekonomik ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirmesini beklememiz mümkün
değil. Çocuk emeğinin sömürülmesi, bir ulusun kullanabileceği en pahalı
işgücüdür. Değerli arkadaşlar,
Uluslararası Çalışma Örgütü ve Devlet İstatistik Enstitüsünün yaptığı
araştırmalara göre, 11 milyon çocuğumuzdan 4 milyonu işçidir. Dolayısıyla, aynı
yaşta 11 milyon insan varsa, bu 11 milyonun 4 milyonu da çalışıyorsa, Türkiye
çok ciddî bir sorunla karşı karşıya demektir. Bunun önlemini almamız lazım ve
bu konuda hepimize büyük mükellefiyetler düşüyor. 14-19 yaş arası gruba baktığımız
zaman, iş kazası ve meslek hastalığına yakalanan çocuklarımızın sayısı 4
257'dir. Demek ki, işgücü olgusu, aslında, Sosyal Sigortalar Kurumu
istatistiklerine de yansımıştır. Değerli milletvekilleri,
yaşanan ekonomik olumsuzluklar, işten çıkarmalar sebebiyle, tabiî ki, yaşanan
büyük bir işsizlik var. Bilhassa, bu sıkıntılardan özel sektör de kendine düşen
payı almış ve onlar da, maalesef, bu konuda ya işletmelerini küçültmek veya
işçi çıkarmak yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla, burada büyük bir problem ve
sosyal bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. İşsizler ordusunun dağ gibi büyüdüğü,
her gün yakıcı bir şekilde önümüzde önemli bir sorun olarak durduğu bir dönemde
bu insanların iş bulma şansı da imkânsız görünmektedir. Bunlar, çocuklarını da
çalıştırmak zorunda kalacaklar, kendileri de ilave işlerde ve ilave mesailer
yaparak çalışacaklardır. Sanayide çalıştıracak, süflî işlerde çalıştıracak; bu
şekilde, aile bütçesine katkıda bulunmaya zorlayacaktır. Tabiî, bu işsizlik sorunu
nereden kaynaklandı derseniz, maalesef, gelmiş geçmiş bütün siyasî iktidarların
zaaflarından kaynaklanmaktadır; ama, şunu da ifade etmek lazım ki, bilhassa
Fazilet Partili belediyeler başta olmak üzere, Türkiye'deki birçok belediyenin
sokaklarda çalışan çocuklarla ilgili hassasiyetlerini ve onları iş sahibi
yapma, onlara kol kanat germe konusundaki çalışmalarını teşekkürle burada ifade
etmemiz gerekiyor. Değerli arkadaşlar, bu
kanun olumlu bir çalışmadır. Ümit ederiz ki, uygulama alanı bulsun. Bu
vesileyle, Fazilet Partisi olarak olumlu oy kullanacağımızı ifade ediyor,
saygılar sunuyor, hayırlı akşamlar diliyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ederim. Şimdi, söz, Doğru Yol
Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya'da. Buyurun. (DYP ve DSP
sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA M. NECATİ
ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmama
başlamadan önce, bugün, vatanı için, ülkesinin millî birlik ve bütünlüğü için
canlarını seve seve feda eden aziz şehitlerimiz, Diyarbakır Emniyet Müdürü
Gaffar Okkan ve onun yakın mesai arkadaşı olan 5 şehit polisimizin ruhlarının
şad olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum. Bugün, ülkemizin, birlik
ve beraberlik içinde, huzur ve güven ortamında aşamayacağı hiçbir engel yoktur.
Her şeyden önce en büyük başarı, huzur ortamında, ülkenin güvenlik ve
asayişinin sağlandığı anlarda -hepimizin dikkatinden kaçmayan bir husus var-
bir ülke, kalkınma ve tırmanma hamlesinde en büyük başarıya ulaşır; ama, huzur
ve güven ortamının olmadığı, yarından emin olmayan bir ülkede atılım yapmak ve
ülkenin kalkınma hamlesinde başarı kaydetmek mümkün değildir. Şuna kesin olarak
inanıyor ve geçmişte o teşkilatın bünyesinde çalışan bir kişi olarak diyorum
ki, hiçbir güç ve kuvvet, bu ülkeye hizmette, bize ve bugünkü teşkilatta görev
alan güvenlik güçlerimize engel olamayacaktır. Ülkenin millî birlik ve
beraberliği, hangi kesimden ve hangi taraftan gelirse gelsin, bütün menfur
emelleri kursaklarında bırakacak ve bu ülke, mutlaka huzura kavuşacak; bütün
dünyanın dikkatle üzerimize teksif etmiş olduğu 2000 yılı ile 2001 yılında, 21
inci Asırda, büyük Türkiye emeli, işte, burada yekvücut olmamızla, bölünmeden,
parçalanmadan dimdik ayakta kalışımızla gerçekleşecektir. Bunun için gönül
birliği yapmamız lazım, ittifak etmemiz lazım. Bunun için, yalnız güvenlik
güçlerinin değil, Türkiye Büyük Millet Meclisiyle, sivil toplum örgütleriyle,
halkıyla, herkes dimdik ayakta, metanetini kaybetmeden, yeise kapılmadan... Büyük şairin dediği gibi: "Girmeden tefrika
bir millete düşman giremez Toplu vurdukça göğüsler,
onu top sindiremez." ("Bravo" sesleri, alkışlar) Evet, bu göğüsler toplu
vuracaktır. Birlik ve beraberlik, bizim yegâne hedefimizdir ve o birlik ve
beraberlik şuuruyla hareket ettiğimiz zaman, hiçbir dış ve iç oyun, bizi,
kesinlikle mağlubiyete götürmeyecektir. Değerli arkadaşlar, bunu
belirttikten sonra, gençlerimizin, küçük yaştaki çocuklarımızın, fakir, alil ve
düşkün yavrularımızın, yalnız bizde değil bütün dünyanın sorunu olan bu
meselenin üzerinde hassasiyetle durmamız gerekir. Hiç unutmuyorum, 1984'te
Amerika'da yaptığımız bir incelemede bize verilen bilgi, o zaman, 16-17 yaş
arası çocuklarda uyuşturucu müptelası vardı. Uyuşturucu müptelası deyip
geçmeyiniz, toplumun fevkalade önemli bir belası. Ben, dünyada beyaz zehir
kadar insana yönelik olacak başka, bir tehlike düşünemiyorum. Birçok tehlike
vardır; ama, beyaz zehir, özellikle küçük yaştaki yavrularımızı, insanlık
düşmanı olanların bizatihi hedef olarak seçip onları iptila durumuna getirebilecekleri
en korkunç tehlike. İşte o zaman 16-17yaş idi; bize verilen Amerika'daki bilgi
böyleydi. 1990 yılında yeniden gittiğimizde, bizzat FBI'da bize verilen bilgi,
11 yaşa inmiş genç anneler, çocuk annelerle karşı karşıya kalınmış, son derece
tehlikeli bir durum... Avrupa'da şu anda 13 yaş, Amerika'da 11 yaş, çocuk
anneler. Ha, diyeceksiniz ki, bunu
niye anlatıyorsunuz; bence, bizim konumuzun, en önemli, hassasiyetle
duracağımız hususlarından birisi. Toplumda eğitilmemiş
olan, ailedeki eğitimin, çevredeki eğitimin ve eğitim müesseselerindeki
eğitimin neticesinde, Anayasamızın da dibacesinden, millî, ahlakî, insanî ve
kültürel değerleriyle mücehhez kılınmayan o en önemli varlık... Bence, en
önemli yatırım, insana yapılan yatırım. Ona yapılan yatırımda, siz, yeteri
derecede görevinizi yapamamışsanız, o toplumun içinde fevkalade anormal bir
tabloyla yarın karşı karşıya kalmanız mukadderdir. Onun için, bizim de, toplumumuzda,
bu hususlarda, onlara yönelik olan, yavrularımıza yönelik olan konularda son
derece dikkat etmemiz gerekir. Bugün Batı'nın baş belası
durumunda olan o uyuşturucu iptilasının gittikçe büyük şehirlerimizde ve
kentlerimizde, özellikle okul çevrelerinde teşekkül eden tehlikeli yerlerde,
kafeterya adı altındaki; yerlerde, barlarda ve buna benzer diskoteklerde o
yavrularımızın böyle tehlikelerle karşı karşıya kaldığını ve işte, son birkaç
yıl içinde o yavrularımızın altın vuruş adı altında ölüme gittiğini hep gördük.
Bu konuda hepimizin dikkatli olması lazım. Ne yapmamız lazım; en
büyük yatırım insan yatırımıdır. Fabrikalar yapabilirsiniz, köprüler
yapabilirsiniz, barajlar yapabilirsiniz; ama, en önemli yatırım olan insan
unsurunu eğer iyi yetiştirmemişseniz, onlar boş bir mefhumdur, bir hiçtir;
onları idame ettiremezsiniz, onları devam ettiremezsiniz. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) O sebeple, önemli olan, işte budur. Biz, onun için, sekiz
yıllık eğitim tartışılırken dedik ki, çıraklık eğitimi veren meslek okullarını
zinhar devam ettiriniz; sekiz yıl değil onbir yıllık eğitim olarak yapalım,
mecbur kılalım. Genç yaşta o yavrularımızın en iyi bir şekilde eğitimini
sağlamazsanız, yarın büyük ihtiyaç duyduğumuz yerleri -bu yavrularımızı
sonradan eğitemeyiz- ve dolayısıyla o sanayi müesseselerini, bizim kalkınma
hamlemizin en büyük unsuru olan araeleman dediğimiz kalifiye elamandan mahrum
bırakırsınız. Biz uygulamadan geldik; bunların ihtiyacını biliyoruz. Bu
sebeple, bugün bu konularda yeteri derecede büyük başarı kaydettiğimizi
söylemek, maalesef mümkün değildir; keşke mümkün olduğunu söyleyebilseydik. BAŞKAN - Efendim,
toparlar mısınız. M. NECATİ ÇETİNKAYA
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu hususta önemli olan, işte, yarının büyük
emanetçisi olacak... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) M. NECATİ ÇETİNKAYA
(Devamla) - Sayın Başkan bitiriyorum. ... ülkemizi muasır
medeniyet seviyesine ulaştıracak yarının büyük kadrolarını, büyük evlatlarını,
şimdiden düşünerek, şimdiden yetiştirebilirsek, yarın ki Türkiye, işte o zaman
büyük Türkiye olacaktır. Doğacak medeniyet güneşi, bugünkü genç nesillerin,
çocuk dediğimiz evlatlarımızın yetenekli, güçlü, kudretli ve sağlam beyinler
halinde yetişmesiyle kaim olacaktır. O zaman işte çağ, Türk'ün çağı olacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çetinkaya. Gruplar adına başka söz
isteyen?.. Yok. Şahsı adına, Erzurum
Milletvekili Sayın Polat; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım. Bir taraftan, bu hükümet
kanadı günlerce sabaha kadar çalışalım diye vakit uzatıyorsunuz, ondan sonra da
konuşmaya geldiğimiz zaman, hemen "konuşmayın" diyorsunuz; ben, bu
ikisini bir araya getiremedim. (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim, niye
karşılıklı konuşuyorsunuz?! Ne dediğini anladınız mı?! MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Hayır. BAŞKAN - Müsaade buyurun
efendim. Sayın Polat, buyurun
efendim. ASLAN POLAT (Devamla) -
Sayın Başkanım, şimdi, bizim konuştuğumuzu anlaması için, karşı tarafın
dinlemesi lazım. BAŞKAN - İyi de, ben de
onu söyledim efendim. ASLAN POLAT (Devamla) -
Bir şeyi anlayamadım, evvela bunu bir söyleyeyim: Bizim üniversite
yıllarımızda, 1965-1970'li yıllarda, sosyaldemokratlar, böyle forumlara
gitmekten, forumlarda konuşmaktan, o Behice Boranları, Sadun Arenleri, rahmetli
Muammer Aksoyları çağırıp... Böyle büyük bir figanla konuşurlardı; fakat,
nedense, iktidar olduktan sonra öyle bir sessizleştiler ki, nerede bir konuşma
desek, hemen susuyorlar; yeter ki konuşmayın, ne yaparsanız yapın, yeter ki
konuşmayalım, halkın içine çıkmayalım... MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Biz konuşmuyoruz, icraat yapıyoruz. ASLAN POLAT (Devamla) -
Bu korku niye sosyaldemokratlar?! Bunun ne sebebi var biliyor musunuz; son
yıllarda, sizin fikrinizle zikriniz birbirini tutmadı. Muhalefette konuştuğunuz
laflarla, sosyaldemokrat idealleriniz ile iktidarken burada yaptığınız
icraatlar birbirini tutmadı; tutmayınca da, konuşmaktan, tartışmaktan
korktunuz. (DSP sıralarından gürültüler) Bakın şimdi, bakın, ben
size bir şey söyleyeyim; bakın, siz öyle konuşuyorsunuz; nasıl konuşuyorsunuz;
gece saat 11'de, Maliye Bakanlığının bir kanun tasarısını buraya
getiriyorsunuz; 41 inci maddeye geliyorsunuz -gece saat 3, herkes yatmış- bir
de bakıyorsunuz, kanun tasarısında, 68 trilyon lirayı -8 tane petrol şirketinin
borcunu- hemen, Devlet Bakanlığına aktarıyorsunuz; oradan, o borcu
siliyorsunuz; ama, bir taraftan da, gelip de, bir işçinin, bir köylünün, bir
memurun borcunu silelim dediğimiz zaman, o teklifi şahıs olarak veriyorsunuz,
gündemde 218 inci maddeye alıyorsunuz; Danışma Kuruluna geldiği zaman da,
konuşmayı hiç oraya çekmiyorsunuz, orada öyle duruyor. Bütün muhtarları,
Erzurum'dan getirip buraya topluyorsunuz; ama, hiç kimsenin derdine deva
olmuyorsunuz. Onun için, ben size bir şey söyleyeyim... (DSP sıralarından
gürültüler) Hiç konuşmayın, bakın, beni dinleyin. BAŞKAN - Dinleyin
efendim... ASLAN POLAT (Devamla) -
Benim size anlattığım lafların her biri gerçektir. Şimdi bakın, ben size
tekrar devam edeyim. Konumuz, en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin
yasaklanması ve ortadan kaldırılması için acil eylem planının onaylanması.
Ülkemizde, son yıllarda, çocuk işçiliğinde bir büyük hata da, bu küçük
çocukların şarkıcı olarak öne çıkarılmaları ve bunların içkili gazinolarda
çalıştırılması, bilhassa çocuklara olumsuz örnek olmaktadır. Yine, ülkemizde,
bozuk gelir dağılımı sebebiyle, bilhassa, İstanbul'da, yüzde 1'lik bir kesim, o
bölgedeki paranın yüzde 29'unu almakta ve büyük bir meblağ kazanan bu kesimin
hayatları, televolelere konu olmakta. Televizyonu açtığınız zaman, bütün
televoleler, bütün eğlence programları, o birkaç bin kişinin barlardaki,
kulüplerdeki eğlencelerini, çok büyük bir zevkmiş gibi göstermekte; ama, diğer
taraftan da, bizzat Kamu-Sen'in ve diğer bütün sendikaların araştırmasına göre
açlık sınırının 200 milyon lira olduğu ülkemizde, 103 milyon lira asgarî ücret
tespit ediyoruz. Şimdi, 103 milyon lira asgarî ücret alan bir ailenin çocuğu, o
muhteşem, o depdebeli hayatı görünce imreniyor; imrendikten sonra da, artık, o
çocuk için, fuhuş deseniz, beyaz zehir ticareti deseniz, ne deseniz, bunların
önünü alamıyorsunuz. Bunları önlemenin bir tek yolu, ülkemizdeki kültür
erozyonunu önlemektir. Şimdi, yine, son
yıllarda, aile yapısının değişmesi, kentleşme, gençlerin şehirlere göçü gibi
etkenlerle, çocuklar, işsiz kalmakta veya içkiye alışmakta ve bunlar, para
bulamayınca da, tiner ve tutkal koklamakta ve bu yönde uyuşturulan bu çocuklar,
her türlü suça teşvik edilerek, hazır hale getirilmektedirler. Bunların
önlenmesi için de, en büyük özelliği, çocuk işçiliğinin yasaklanması, böyle,
kanunlarla olmaz. Herkese ciddî bir işyeri açarsınız, aileler, burada ciddî
ciddî iş yapacak işyerleri bulurlar ve Türkiye'deki millî geliri de 2 900
dolardan, 30 000 dolara çıkardığımız zaman, o ailelerin çocukları yanlarında
kalır ve o çocukları da, bu tip sıkıntılardan kurtarabiliriz. Şimdi, gelip, 18-20
yaşına kadar çocuklar ailelerinin yanında kalsınlar, burada okullarını
okusunlar, burada eğitim alsınlar diyoruz. Kim, çocuğunu... 10 yaşında, 15
yaşında çocuk, eğlenmek dururken, evde anasıyla oturmak dururken, gece
sabahlara kadar kapıda boyacılık yapıyor ve bir şey yapmak istiyorsa, bunu, bir
boşluktan, işsizlikten ve açlıktan dolayı yapmaktadır. Şimdi, bu hükümet,
sosyaldemokratların hâkim olduğu bu hükümet, asgarî ücreti 6 ayda yüzde 8
artırırken, bono faizlerinde 1 yıllığa yüzde 67, 6 aylığa yüzde 34 zam
verdiniz; dolar bazında yüzde 40 zam veriyorsunuz ve verdiğiniz bu insanlar,
alıyorlar o paraları, gidiyorlar televolelerde... Mankenlerin o debdebeli
hayatlarını akşama kadar televizyon da gösteriyor. Bunu gören fakir aile
çocuklarını da, siz... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) HASAN GÜLAY (Manisa) -
Sayın Başkan, eksüre verin... BAŞKAN - Efendim,
vereceğim... Bir dakika... Ama, biliyorsunuz, borç yiyen, kesesinden yer...
Demin, siz... Buyurun Sayın Polat. ASLAN POLAT (Devamla) -
Sağ olun Başkanım. Biz şunu diyoruz:
Televoledeki o çocuklar da sizin çocuklarınız; ama, Türkiyemizde 15-20 milyon
çocuk daha var, onlar da bizim çocuklarımız. Birileri sabaha kadar gece
kulüplerinde eğlenirken, diğerleri çöplükten ekmek topluyorsa, o çocukları
düşünmek zorundasınız. Ondan sonra da, biz onları ağır işte çalıştırmayalım
diye, kanun getiriyorsunuz!.. Kanunlara karşı olduğumdan değil; ama, bunların
yolu, o çocuklar için, adam gibi çalışacakları işyerlerini açmak, babalarını
analarını çalıştırmak, o çocukların da çocukluğunu, gençliğini yaşayacak bir
hayatı sağlamaktır diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - Madde üzerinde,
Fazilet Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak, buyurun
efendim. (FP sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA YAKUP
BUDAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli üyeler; En Kötü Biçimlerdeki Çocuk
İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine
Grubum ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Gerçekten, uluslararası
sözleşmeler, üzerinde büyük bir mutabakatla Meclisimizden geçmektedir, bundan
dolayı da büyük bir mutluluk duyuyoruz. Tabiî ki, kanunların, tasarıların,
özellikle uluslararası sözleşmelerin Meclisimizce yasalaştırılması, Türkiye'nin
dünyadaki görüntüsü, imajı ve uluslar alemindeki yerinin güçlenmesi açısından
oldukça olumlu bir durumdur. Ondan daha önemli olan konu ise, yasaların
çıkarılması, sözleşmelerin, anlaşmaların çıkarılmasından daha önemli bir konu
ise, o yasaların, o sözleşmelerin uygulanacağı ortamın hazırlanması ve
"biz, bu sözleşmeyi onayladık ama, bu sözleşmeyi yürüteceğimiz sosyal
ortamı da hazırladık" diyebilmektir. İşte bu noktadan baktığımız zaman, ILO
Sözleşmelerinden doğan şartları yerine getirip getirmediğimiz noktasında, uluslararası
teşkilatların raporlarında, gerekse Türkiye'de çalışma hayatını düzenleyen,
çalışma hayatını takip eden sendikalarımızın raporlarında görüyoruz ki, bu
anlaşmalar, sözleşmeler onaylanıyor; ama, gereklerinin yerine getirilmesi
noktasında çok ciddî sıkıntılarımız var. Bu sıkıntıların temelinde, elbette,
Türkiye'de ve yeryüzünde egemen olan medeniyetin de etkileri vardır. Yeryüzünde
egemen olan medeniyet, insanlığa maddî bir refah getirmiştir, teknolojik bir
büyüklük getirmiştir, rahatlık getirmiştir; ama, maalesef, bu teknolojik
rahatlıkla maddî refahın altından kalkamayacağı kadar da büyük sorunları ve sıkıntıları
da beraberinde getirmiştir. Bunun temelinde, bu uygarlığın, bu medeniyetin
hastalıkları, eksikleri yatmaktadır; çünkü, bu medeniyetin temelinde
"nasıl kazanırsan kazan, nasıl yaşarsan yaşa, kazanmak için, yaşamak için
her şey mubahtır" felsefesi yatmaktadır. Dolayısıyla, bu medeniyetin hâkim
olduğu ortamda, insanların maddî çıkarları, şahsî çıkarları ve aynı zamanda da
hırsları egemen olmaktadır ve bu medeniyetin egemen olduğu dünyamızda da, sözde
Amerika, diyelim ki böyle bir anlaşmayı onaylıyor, Birleşmiş Milletlerin,
ILO'nun sözleşmelerini onaylıyor; ama, bugün, Irak'ta uygulanan ambargodan
dolayı 1 milyon çocuk ölme aşamasına gelmiş, 500 bin çocuk da ölmüştür
ilaçsızlıktan, bakımsızlıktan ve gerekli tedavi yapılamamasından dolayı. Şimdi sizlere soruyorum:
500 bin çocuğun ölümüne, 1 milyon çocuğun sakat kalmasına sebep olacak o
uygulamayı yapan insanlar, böyle bir sözleşmeyi onaylamış olsalar ne çıkar,
onaylamamış olsalar ne çıkar? Türkiye de bu suça iştirak etmiştir Irak'taki
ambargoya uymak suretiyle, Amerika'nın safında yer almak suretiyle. Şimdi sizlere soruyorum:
Bu ambargonun uygulanmasından dolayı, eğer, Irak'ta 500 bin çocuk
gıdasızlıktan, ilaçsızlıktan ve bakımsızlıktan dolayı ölmüşse, 1 milyon çocuk
sağlıksızlıktan dolayı hastalıkta kalmışsa, bunun vebalinde, acaba bu
anlaşmaları, sözleşmeleri imzalamamızın ne anlamı vardır? Elbette, bizim
medeniyetimizin, bizim inancımızın ve kültürümüzün temelinde insana, sadece
insana değil, hayvanlara, hatta tabiatta olan bütün canlılara ve cansızlara
şefkat ve merhamet anlayışı vardır. İşte, yeryüzündeki egemen uygarlık, bu
şefkat ve merhamet anlayışından uzak kaldığı için, bugün, yeryüzü bin bir türlü
sıkıntıyla karşı karşıya kalıyor. Şimdi, sizlere sormak
istiyorum: Batı'daki sosyal problemleri -bazı arkadaşlarımız küçümseyebilirler-
aile yapısı korunmadan, toplumsal dayanışma gerçekleştirilmeden, birtakım
sözleşmelerle, çıkarılacak yasalarla çözmek mümkün değildir. Bugün, çocukların
en çok istismar edildiği ve tacize uğradığı bölge, Avrupa ve Amerika'dır. Niye
diyeceksiniz; bugün, Fransa'da doğan çocukların yüzde 40'ı gayrimeşru
ilişkilerden, nikâhsız ilişkilerden doğmuştur. Yine, İskandinav ülkelerindeki
çocukların büyük bir bölümü -yüzde itibariyle yüzde 50'ye varıyor- gayrimeşru
ilişkilerden doğmuştur. HASAN AKGÜN (Giresun) -
Nereden biliyorsun sen yahu?! YAKUP BUDAK (Devamla) -
Şimdi, sizlere soruyorum: Böylesine uygar bir dünyada, toplumun yüzde 30'unu,
yüzde 40'ını, yüzde 50'sini böyle çocuklar oluşturuyorsa, siz, bu çocuklara,
ahlakî değer olarak ve kendi ruhî ve psikolojik gelişmelerini değerlendirmeleri
açısından, uygarlık olarak ne sunmuş oluyorsunuz? Size soruyorum: Belki
anasının kim olduğunu biliyor; ama, babasının kim olduğunu bilemeyen, hayat
boyu da çözemeyecek olan çocuğun birtakım psikolojik rahatsızlıklarla müptela
olması, toplumun başına dert açacak birtakım
sıkıntıları beraberinde getirmesi elbette kaçınılmazdır. Onun için benim ifade
etmek istediğim şudur: Sadece yasaları ortaya çıkarmak yeterli değil, sadece
sözleşmeleri onaylamak önemli değil, aynı zamanda sağlıklı toplumun, sağlıklı
çocuk gelişiminin sağlanabileceği sosyal ortamın, refah ortamının sağlanması da
gereklidir; yoksa, yapılacak anlaşmalar ve sözleşmeler, kâğıt üzerinden başka
bir yere gidecek değildir. Çocuklar, aile yuvamızın,
dünyamızın çiçekleridir; serbestçe gelişsinler, büyüsünler dedik ve bunun için
de birçok yasalar çıkardık. Belki de, insanlık tarihinde, çocuklarına bir
bayramı bahşeden bir ülkeyi de birlikte kurduk; ama, acaba, o 23 Nisan
bayramlarında, sabahın saat 8'inde, 9'unda, ayağında çorap olmadığı, giyecek
kazağı olmadığı için yağmur altında tir tir titreyen çocuklara, o bayramı
anlatabilecek ruhu, aşkı, şevki, bu cumhuriyeti sevdirecek aşkı verebildik mi?!
İşte, önemli olan, o çocuklara, yaşayarak, duyarak, onu verecek sosyal, siyasal
bir ortamı, özgürlük ortamını, her şeyden ve her şeyden önce insanca
yaşayabilecekleri bir maddî ortamı da sağlamak he-pimizin vazifesidir. Arkadaşlarımız ifade
ediyorlar; en büyük yatırım, insana yapılan yatırımdır; doğrudur. İnsanın
eğitimi için yapılan binalara yatırım yapabilirsiniz, gelişmesi, yemesi,
sağlığı için binalara yatırımlar da yapabilirsiniz... Bugün, Avrupa'da ve
ABD'de çocuk başına yıllık eğitime harcanan para 6 bin dolar civarındadır; ama,
en fazla uyuşturucuya müptela olan, çocuk ve gençlik çağlarında en fazla
intihara teşebbüs eden topluluk da Avrupa'dan çıkmaktadır. Bu çocukların eğitimi
için büyük pa-ralar harcandı; ama, ruhî gelişmelerini sağlayacak, manevî
yönlerini sağlayacak, temin edecek gelişmeler sağlanamadığı için kendilerini
bir girdabın içerisinde buluyorlar, intihara doğru sürükleniyorlar. 20 nci
Yüzyıl, çocukların ve gençlerin en fazla intihar ettiği bir çağ olmuştur. Bunun
üzerinde elbette dikkatlice durulması ve kendi toplumumuzda da birtakım
tezahürlerini gördüğümüz gelişmeleri önleyecek tedbirleri şimdiden almamız da
kaçınılmazdır. Elbette bu sözleşmelerin
onaylanması -inşallah- bunların gelişmesi için güzel bir vesile olacaktır diye
düşünüyorum. Şimdi, arkadaşlarımızca, bu olaylar bir hikâye gibi anlatılıyor,
yeryüzünde 250 milyon çocuk çalışan var denildiğinde de, sanki başkalarının
çocukları gibi düşünüyoruz. Şimdi sizlere sormak
istiyorum: Sizin uygulamış olduğunuz istikrar programları, bu ülkede yaşayan
çocukların maddî refahlarını, sosyal refahlarını ve uygulamış olduğunuz eğitim
politikaları, çocuklarımızın ruhsal ve psikolojik, manevî gelişmelerini hangi yönde
etkilemiştir; acaba kendi kendinize soruyor musunuz? Sormanıza da gerek yok,
gazete sayfalarını çevirdiğiniz zaman, televizyon ekranlarındaki hadiseleri
izlediğiniz zaman tablonun Türkiyemizde ne olduğunu sizler de bizler de acı acı
seyrediyoruz, neler olmuş diye de kendimize sormadan edemiyoruz. İktidarıyla
muhalefetiyle, bütün Parlamento, Türkiye'nin gençliği için, Türkiye'nin
çocukları için bir şeyler yapmak mecburiyetindedir; ama, istikrar
programlarının uygulandığı bütün ülkelere bakın -Brezilya'ya, Arjantin'e,
Meksika'ya- oralarda bu istikrar programlarının en büyük darbesini yiyen, en
büyük sancısını çeken çocuklardır. Sizlerin uyguladığı politikalarla, maalesef,
böyle bir yöne gitmişsiniz. Ailedeki serbestçe geçinecek rakamları o ailelere
temin etmeden aile bağlarını ve ailenin yapısını güçlendirmek mümkün değildir. BAŞKAN - Sayın Budak,
toparlayın lütfen. YAKUP BUDAK (Devamla) -
Birtakım arkadaşlarımız tereddüt edebilirler. Elbette, Türkiye'deki aile yapısı
diğer ülkelere göre, birçok çağdaş ülkelere göre oldukça güçlüdür. Zaten,
Türkiye'yi ayakta tutan Türkiye'nin maliyesi değildir, altını çizerek ifade
ediyorum, üniversiteleri de değildir, sanayisi de değildir, ülkemizi ayakta
tutan bizim sağlam aile yapımızın, inançlarına saygılı bir aile anlayışımızın
olmasıdır. İşte, bunları muhakkak
surette gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu yasaları uygulayabileceğimiz sosyal
ortamı meydana getirmek hepimizin görevi ve çocuklarımıza yapabileceğimiz en
büyük hizmetimiz olacaktır diyor; bu vesileyle, tekrar hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Polat?.. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Konuşmayacağım Sayın Başkan. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Madde üzerinde başka söz
isteyen?.. Yok. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN - Madde üzerinde
gruplar adına söz isteyen?.. AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, Grup adına söz istiyorum. BAŞKAN - Sayın
miletvekilleri, bu tasarı için açık oylama yapılacaktır. Arz ederim Fazilet Partisi Grubu
adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Avni Doğan; buyurun efendim. FP GRUBU ADINA AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan
önce, dün Diyarbakır'da gerçekleştirilen korkunç terör eylemini, Fazilet
Partisi ve şahsım adına kınıyorum. Şehit Emniyet Müdürümüze, şehit
polislerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Ailelerine ve büyük Türk Milletine
başsağlığı diliyorum. Son günlerde, hepimizin,
bütün milletimizin dikkatini çekmiştir, özellikle emniyet teşkilatımıza,
güvenlik görevlilerimize karşı ardı ardına saldırılar olmaktadır. Öyle
zannediyorum ki, bu dört hafta içerisinde, bu, dördüncü saldırıdır ve son
yılların en büyük terör olayıdır. Tabiî, bunu basit bir
terör olayı olarak görüp geçme endişesi, beni, burada, bu konuyu konuşmak
zorunda bıraktı. Türkiye'nin içerisinde meydana gelen, özellikle emniyet
görevlilerini hedef alan bu terör eylemleri gerçekleşirken, Türkiye'nin dışında
da, belli Batılı ülkelerde, Türkiye ve Türk Milleti aleyhine, Türk Milletini
mahkûm edecek çok acı kararlar alınmaktadır. Türkiye'nin içerisinde
gerçekleşen bu terör olaylarıyla, bu kanlı olaylarla, bu Türkiye düşmanı, Türk
düşmanı, Türk Milleti düşmanı olaylarla, Fransa'da, İngiltere'de, İtalya'da
gerçekleştiren gene, Türkiye'yi, Türk tarihini, Türk Milletini hedef alan
olaylar arasında çok doğrudan bağ olduğunu bilmek zorundayız. Hatırlarsınız,
PKK terörü başladığında, bir köye baskın düzenlenip dört beş vatandaşımız
öldürüldüğünde, çok basit bir terör olayı olarak algılanmıştı. O zamanki siyasî
iktidar tarafından çok basit bir terör olayı olarak nitelendirilip, çok kısa
zamanda bitirileceği söylenmişti. Tabiî, olay, öyle görülüyordu; ama, olayın
arkasındaki uluslararası güçler, olayın arkasındaki komplike planların,
programların kimse farkında değildi. Ne garip bir tecellidir ki, ilk PKK terörü
gerçekleştiğinde de, Fransa'da, İtalya'da, Amerika Birleşik Devletlerinde
Türkiye aleyhine Ermeni meselesi konuşuluyordu. Şimdi, son olay, dilerim,
inşallah, yeni bir terör dalgasının Türkiye'deki başlangıcı olmaz. Elbette, Türkiye güçlü
bir ülkedir, büyük bir ülkedir; Türkiye'yi hiç kimse, hiçbir güç, hiçbir dış
güç, hiçbir iç güç terörle, zulümle, kalleşlikle yıldıramaz; Türkiye'ye gücü
yetmez. (FP ve MHP sıralarından alkışlar) Bu olaylar Türkiye'ye pahalıya mal
olabilir, ekonomik açıdan pahalıya mal olabilir, birtakım evlatlarımızın canına
mal olabilir; ama, herkes bilmeli ki, zaten, Türk insanı, Türk Milleti, bu ülke
için, gerektiği zaman şehit olmak için yaşar. Her Türk vatandaşı bunun
bilincindedir; ama, burada, siyasete düşen görevler vardır. Değerli arkadaşlar,
iktidar-muhalefet bu konuda bir bütün olmalıyız, bütün millet tek yumruk
olmalıyız, bu meselenin üzerine gitmeliyiz. Nereden geliyorsa, hangi mihraktan
geliyorsa, hangi anlayıştan, hangi zihniyetten, hangi ideolojiden geliyorsa
gelsin, bu konunun üzerine gitmeliyiz. Anamuhalefet Partisi olarak şunu söylüyoruz,
bu konuda hükümetin alacağı her türlü tedbiri kayıtsız şartsız destekleyeceğiz.
(Alkışlar) Şimdi, çocuklarla ilgili
uluslararası bir sözleşmeyi konuşuyoruz. Ben, tasarıyı okudum: Çocukların en
kötü biçimde çalıştırılmasını yasaklayan bir sözleşme, çocukların köle gibi
alınıp satılmasını, birtakım pazarlarda kullanılmasını yasaklayan bir sözleşme;
bu, zaten, bizim ülkemizde yok; çocukları, öyle köle gibi alıp satmak, köle
gibi çalıştırmak Türk Milletinin karakterinde yok. Eğitim eksikliğimiz var, ekonomi
eksikliğimiz var, birtakım sıkıntılarımız var; ama, o sözleşmede olan
ilkelliklerin hiçbiri ne bizim insanımıza yakışır ne bizim milletimize yakışır;
bunlar, bizim ülkemizde yok; ne kadar fakir olsak da, olmayacaktır; buna
eminim; ama, bize düşen görev, çocuklarımıza, gelecekte, bir refah toplumu
bırakmak, güzel bir Türkiye bırakmaktır. Atalarımızın bize bıraktığı bu güzel
ülkeyi, daha güzel Türkiye olarak, çocuklarımıza bırakmak zorundayız. Bunun
için de, Türkiye'nin üzerinde bu günlerde oynanan bu komplike oyunlara karşı,
Meclis olarak, hükümet olarak, muhalefet olarak, sözün kısası, millet olarak,
çok ciddî önlemler almak zorundayız. Türkiye, her meselesini bir kenara
bırakıp, bu meselenin üzerine gitmelidir. Bizim, bugün, bir millî mutabakata
ihtiyacımız var. Maraş'ta bir söz var
"fakirlik kırk gün, o da geçer" derler. Ekonomik sıkıntılar geçer,
ideolojik anlaşmazlıklar bir gün biter; ama, Türkiye'nin üzerine belli
mihraklar tarafından oyunlar oynanıyorsa, o ülkeyi idare edenler, o ülkenin iktidarı,
muhalefeti, siyasetçisi, eğitimcisi, devlet kurumları bu işin farkında değilse,
işte bu geçmez, işte bunun altından kalkılmaz; bu, çok büyük yaralar açar. Biz,
bunun farkındayız, millet olarak farkındayız; ama, siyaset olarak, siyasetçiler
olarak, açık ve net söylüyorum, bugünkü hükümeti suçlamıyorum, hiçbir siyasî
partiyi suçlamıyorum; ama, bu tür durumlara karşı bizim siyasî yapımız
inanılmaz bir hantallık sergiliyor; bu hantallıktan vazgeçmek durumundayız. Bu
olayların üzerine gitmek durumundayız. Siyasî çıkarları bir kenara bırakmak
zorundayız. Partiyi, particiliği bir kenara bırakmak zorundayız. Bütün
ideolojileri bir kenara bırakmak zorundayız. Türkiye'yi, dış düşmanlarına
karşı, iç düşmanlarına karşı, kışkırtıcılara karşı, provokatörlere karşı dimdik
ayakta tutmak zorundayız; buna ihtiyacımız var. Yüce Meclisin, bu milletin
kalbi olan, bu milletin geleceği olan, bu milletin istikbalini emanet ettiği bu
Yüce Meclisin, bu konuya en kısa sürede bir çözüm getireceğine inanıyor,
iktidar, muhalefet, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Madde üzerinde şahsı
adına Sayın Aslan Polat, buyurun Sayın Polat. ASLAN POLAT (Erzurum) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım. Şimdi, En Kötü
Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının son maddesi nedir: "Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür."
Peki, bu kanunu Bakanlar Kurulu nasıl yürütecek; bunun üzerinde iki kelime
söylemek istiyorum, o da şu: Eğer Türkiye'de birtakım çocuklar normal aile
çocukları gibi ailelerinin yanında kalamıyor, eğlenemiyor, okuyamıyor; ama,
gece geç saatlere kadar ya bir sanayi sitesinde ya bir tamir atölyesinde
çalışıyor ya da bir sokakta yatıyorsa bu çocukları oraya iten sebepleri de
şöyle bir düşünelim. Bakın, bugün Plan ve
Bütçe Komisyonundan yeni aldığım bir tablo var, okuyacağım size. Şimdi, burada,
hükümetin, 18.12.200 tarihinde IMF'ye verdiği ikinci taahhüt var. Burada ne
diyor? IMF'ye diyor ki: TEAŞ tarafından satılan elektriğin kilovat başına
ortalama fiyatı 4,5 senttir. Alıp bunu TEDAŞ'a verdiği fiyat, 4,5 sent... Peki,
bu 4,5 sente TEAŞ bu elektriği alırken, kendisi üreticiden kaça alıyor; bu çok
önemli? Bakın, bunu anlatayım size ben. Şimdi, burada deniliyor ki: 1993 senesinde
-önemli değil- bir anlaşma yapılmış, elektrik santralı, bir bakan ve bu,
1999'da üretime geçmiş. 1999'da üretime geçinceye kadar, sözleşmeye göre, sabit
ve değişken giderler yıllık yüzde 4,6'yla, sözleşme imza tarihinden ticarî işletme
tarihine kadar eskale edilmektedir, yakıt gerçekleşen değer alınmaktadır;
ticarî işletme tarihinden itibaren sadece değişken giderler eskale
edilmektedir. Şimdi, işin önce şu
tarafını anlatıyorum: 1993'te mukavele yapılıyor ve 6,853 sent toplam olarak
biz senden elektrik alacağız deniliyor; fakat, bu, altı sene sonra, 1999
senesinde işletmeye açıldığı için, altı sene boyunca, buna Amerikan tüketici
fiyatından eskale edile edile, 10,649 sente biz şimdi oradan elektrik alıyoruz.
Kim alıyor; TEAŞ alıyor, 10,649 sente elektrik alıyor; fakat, kendisi, bunu 4,5
sente TEDAŞ'a satıyor. Aradaki farkı kim sübvanse ediyor, TEAŞ ediyor. TEAŞ
edince, Dünya Bankası, kalkıp, sizin bu mantıkla, yılda 1,5 milyar dolar, on
yıl, 2010 yılına kadar -her sene de- 15 milyar dolar zarar edersin diyor. Kime
diyor; TEAŞ'a diyor. Bunun için, biz kalkıyoruz, hükümetler kalkıyor, önerge
veriyor, oy veriyor, bunu veriyor... Bakın şimdi, başka bir
tane daha var. Yine, 1993'te mukavele yapılmış, 1999'da işletmeye geçmiş.
10,655 sente elektrik alınıyor. Bir tanesi var; 1993'te yapılmış, 1999'da
yapılmış, o, 9,674 sente, 9,207 sente... Şimdi, neyi getirmek
istiyorum: Bir taraftan, Türkiye'de bile 4,5 sente bugün elektrik alınacakken,
birtakım mukavelelerle, bugün için; yani, bugün üretime giren bir santraldan
biz 10,6 sente elektrik alıyoruz, normalin 2,5 katını veriyoruz. Televizyonu
açıyorsun, televolelerde, çılgın gibi bir eğlence var. Oradaki gençler ve
çocuklar, sanki, Türkiye'de değil de Danimarka'da veya Amerika'da yaşıyormuş
gibi görünecek bir eğlence içerisinde. Bir taraftan da çocuklar, en kötü
şartlar dediğimiz, işte, çöplüklerde, sokaklarda, kapılarda kalıyor. Neden
çocuk çöplükte kalıyor; işte, siz burada tartışmadığınız için, elektriğe 4,5
sent değil, 10 sent verdiğimiz için, siz veya biz veya bir başkası verdiği için
o çocuk orada, kapıda kalıyor. Ama, şimdi siz ne yapıyorsunuz; bir tasarı
getiriyorsunuz. Bakın, şimdi, Plan ve
Bütçe Komisyonuna çıkın, orada Elektrik Piyasası Kanunu görüşülüyor. Biz, hem
biraz orayı takip edip, biraz da gelip burada konuşuyoruz. Şimdi, o kanun tasarısı
bu akşam bitecek. Ne zaman geldi o Plan ve Bütçe Komisyonuna; bugün saat 10.30'da
geldi alt komisyondan. Yani, saat 10.30'da alt komisyonda bitiyor, öğleden
sonra saat 2'de Plan ve Bütçe Komisyonuna geliyor, orada bir miktar, sabaha
kadar tartışılıyor veya tartışılmıyor, hemen buraya gelir gelmez de, siz,
tutup, bunu, Danışma Kurulunda en ön sıraya alacaksınız mutlaka salı günü
filan, hemen burada tartışılmaya başlayacak vee getireceğiniz yeni bir İçtüzük
tadilatıyla da, sırf tümü üzerinde konuşun, maddelerine girmeyin diyeceksiniz.
Niye maddelerine girmeyin; maddelerine girersek, yaptığınız haksızlıkları halka
anlatırız, siz de rahatsız olursunuz, oturamazsınız diye. BAŞKAN - Efendim,
toparlayın. MEHMET EMREHAN HALICI
(Konya) - Değil, değil... ASLAN POLAT (Devamla) -
Hayır efendim, işte, onun için rahatsız oluyorsunuz; yoksa, rahatsız
olmayacaksanız, oturun, burada sabaha kadar tartışın derim. Ben size bunu niye
söylüyorum: Bu fiyatlar burada tartışılmazsa, başka yerde tartışılıyor; ya
IMF'de tartışılıyor ya Dünya Bankasında tartışılıyor ya MGK'da tartışılıyor ya
basında tartışılıyor; ama, bir tek bu Mecliste tartışılmıyor. Meclise de
geldiği zaman -işte, burada var- efendim, bu kanun -biraz önce konuştuğumuz
kanun- ocağın sonuna kadar çıkacaktır diyor. Taahhüt edilmiş... Yani, Meclis ne
yapacak; yasal prosedürü tamamlayacak. Ha, böyle tartışma, böyle konuşma olmaz.
Ben, bunun için, diyorum
ki, siz, ister İçtüzüklerde olsun ister diğerlerinde olsun, tartışmaktan
kaçmayın. Ha, 10 dakika olur, 5 dakika olur, ona karışmam; ama, bütün maddeler
üzerinde bu millet konuşsun, ikna olsun. Yoksa, onlar konuşmayınca, işte,
çocuklar kapılarda kalır, birilerinin çocukları da 4,5 sentlik elektriği
yirmibeş sene boyunca devlete 10,5 sentten, 10,6 sentten satar; onlar debdebeli
yaşarken, öbürleri çöplüklerde kalırlar, bizim de içimiz yanar. Bunu önlemenin yolu,
burada tartışıp doğruyu bulmaktan geçer. Saygılar sunarım. (FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Efendim, tasarının tümü
açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. Oylama için 3 dakika süre
veriyorum... İSMAİL KÖSE (Erzurum) - 5
dakika olsun. BAŞKAN - Peki, 5 dakika
vereyim efendim. Pazarlık yapmayın bu saatte. 5 dakika süre veriyorum
efendim. 5 dakika da olsa,
malum... (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan
Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açık oylamasına, 245 sayın milletvekili
katılmış; 231 kabul, 2 ret, 8 çekimser, 4 mükerrer oyla tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır efendim; hayırlı olsun. (Alkışlar) Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün bazı maddelerinin değiştirilmesine dair İçtüzük teklifinin
müzakeresine başlayacağız. 7. – Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Ankara
Milletvekili Aydın Tümen, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum
Milletvekili İsmail Köse ile Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Bartın
Milletvekili Zeki Çakan'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesine Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu
(2/661) (S. Sayısı : 586) BAŞKAN - Başkanlık
temsilcisi?.. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Bir dakika
efendim... Bir dakika efendim... İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Sayın Başkan, şu anda, Meclis Başkanvekiline telefon edildi; yarım saate kadar
gelecek efendim... BAŞKAN - Efendim, İçtüzük
gayet açıktır; 62 nci maddeyi okuyorum: "Her görüşmenin başından sonuna
kadar, Hükümet adına görüş bildirmek için Başbakan ve ilgili bakan veya zorunlu
hallerde yetkilendirilmiş birinci derecede sorumlu daire amirlerinden bir kamu
görevlisi hazır bulunur. Bu kimseler görüşmenin başında hazır değillerse o
konudaki görüşme bir defalık gelecek birleşime bırakılır." İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Yarım saate kadar gelecek Meclis Başkanvekili... BAŞKAN - Efendim, nerede?
ASLAN POLAT (Erzurum) -
Yok yok... BAŞKAN - Bir defaya
mahsus olmak üzere... İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Gelecek efendim!.. Telefon edildi gelecek! BAŞKAN - Efendim, İçtüzük
açık Sayın Köse... İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
15 dakika ara verin... BAŞKAN - Efendim, bir
defaya mahsus olmak üzere, ertelenmiştir. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Tüzük neyse, ben onu
yaparım efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Başkan, usule ilişkin bir şey söyleyebilir miyim? BAŞKAN - Efendim, benim
bir kastım yok. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Başkan, usulle ilgili bir şey söyleyeceğim. BAŞKAN - Bir dakika
efendim... Müsaade edin... Sayın milletvekilleri,
kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 26 Ocak 2001 Cuma günü saat
14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati : 22.25 BİRLEŞİM 49 UN SONU |
|