DÖNEM : 21 YASAMA YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ CİLT : 53 45 inci
Birleşim 17 . 1 . 2001 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ
L E R Sayfa
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Denizli Milletvekili M. Kemal Aykurt'un, bayram tatilinde kapanan
karayollarında can ve mal güvenliğinin sağlanması için alınması gereken
tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı 2. – Muğla Milletvekili Metin Ergun'un, çeşitli çevrelerce yozlaştırılan
güzel Türkçemizin yabancı dillerin etkisinden kurtarılması için alınması
gereken tedbirler konusuna ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı
Metin Bostancıoğlu'nun cevabı 3. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, özelleştirmelere, özellikle
Bursa Merinos Sanayiinin özelleştirilmesine ve çalışanlarının durumuna ilişkin
gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova'nın cevabı B) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın (6/1014) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/289) C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. – Balıkesir Milletvekili
İlyas Yılmazyıldız ve 31 arkadaşının, enerji alanındaki yolsuzluk ve
usulsüzlüklerin ortaya çıkarılmasında ve Teftiş Kurulu raporlarının
uygulanmasında görevinin gereklerini zamanında ye-rine getirmediği iddiasıyla
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/6) IV.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) GÖRÜŞMELER 1. – İstanbul Milletvekili M. Murat Sökmenoğlu ve 32 Arkadaşı, Karaman
Milletvekili Zeki Ünal ve 19 Arkadaşı, İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın ve
32 Arkadaşı, DYP Grubu Adına DYP Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük, Sakarya
Milletvekili Nevzat Ercan ve İçel Milletvekili Turhan Güven ile İstanbul
Milletvekili Aydın Ayaydın ve 20 Arkadaşının Trafik Kazalarının Nedenlerinin
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Birer Meclis Araştırması
Açılmasına ilişkin Önergeleri ve Meclis Araştırma Komisyonu Raporu (10/139, 14,
126, 132 ve 133) (S. Sayısı : 547) V.- SEÇİMLER A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM 1. – Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda açık bulunan
üyeliğe seçim B) KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ 1. – Tekstil ve Konfeksiyon Sektörünün Sorunlarının Araştırılarak
Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan (10/10) Esas
Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine seçim VII. – SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Şanlıurfa Milletvekili Zülfikar İzol'un, Şanlıurfa-Birecik İlçesine
bağlı bazı köylerin sorunlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa
Yılmaz'ın cevabı (7/3271) 2. – Şanlıurfa Milletvekili Zülfikar İzol'un, Şanlıurfa-Birecik Göktepe
köy yoluna ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın cevabı (7/3274) 3. – Kocaeli Milletvekili Osman Pepe'nin, bazı milletvekillerinin Küba'ya
yaptığı ziyarete, Meclis Doktorluğunda görevli sağlık personeline ve lojmanlara
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/3165) I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açıldı. Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre, Hakkâri İlinin sorunlarına, İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş, Fransa Parlamentosunda
görüşülecek olan sözde Ermeni soykırımı tasarısına; İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar. Afyon Milletvekili Müjdat Kayayerli'nin, öğretmenevlerinin sorunlarına
ilişkin gündemdışı konuşmasına Millî Eğitim Bakanı Metin Botancıoğlu cevap
verdi. Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, (6/975), (6/983), (6/993) esas
numaralı sözlü sorularını geri aldığına, İzmir Milletvekili Hasan Metin'in, KİT Komisyonu üyeliğinden
çekildiğine; İlişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu, sözlü soruların geri
verildiği açıklandı. Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk ve 35 arkadaşının, 17 Ağustos ve 12
Kasım 1999 tarihlerinde meydana gelen deprem felaketinden sonra bölgede yapılan
çalışmalar ve toplanan yardımların kullanılması konusunda (10/165), Konya Milletvekili Teoman Rıza Güneri ve 27 arkadaşının, Beyaz Enerji
Operasyonu ile gündeme gelen yolsuzluk iddialarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla (10/166); Birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri okundu,
önergelerin gündemde yerini alacağı, öngörüşmelerinin sırası geldiğinde
yapılacağı bildirildi. OECD Kamu Yönetimi Bölümü ve Fransız Senatosu Maliye Komisyonunun işbirliğiyle
"Parlamenter İlişkiler ve Tüzükler" konusunda Paris'te yapılacak
uluslararası toplantıya TBMM'yi temsilen Plan ve Bütçe Komisyonundan bir üyenin
katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi. 12.1.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan,
trafik kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi konusundaki (10/139, 14, 126, 132 ve 133) Esas Numaralı Meclis
Araştırması Komisyonunun 547 sıra sayılı raporunun, gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve görüşmelerinin
16.1.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi,
yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi. Anavatan Partisi Grup Başkanvekili
Bartın Milletvekili Zeki Çakan, Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in
konuşmasında, ANAP Genel Başkanı A. Mesut Yılmaz'a sataşması nedeniyle bir
konuşma yaptı. Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, Yükseköğretim Kurumları
Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne
Dair Kanunda Değişiklik Yapılması, Balıkesir Üniversitesi Bünyesinde Tıp,
Eczacılık, Dişçilik, Güzel Sanatlar, Savaştepe Eğitim, İktisadî ve İdarî
Bilimler Fakültelerinin Kurulması Hakkında (2/313), Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail
Köse'nin, Küçük Çiftçilerin T.C. Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerine
Olan Borç Faizlerinin Bir Bölümünün Affı, İcra Takip İşlemlerinin Durdurulması
ve Yeni Bir Ödeme Planına Bağlanmasına Dair (2/468), Çankırı Milletvekili İrfan Keleş'in, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı
Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair
2809 Sayılı Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında (2/446); Kanun tekliflerinin, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre, doğrudan gündeme
alınmalarına ilişkin önergeleri, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi. Alınan karar gereğince, trafik kazalarının nedenlerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/139, 14, 126, 132
ve 133) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporunun genel
görüşmelerine başlanarak, bir süre devam edildi. 17 Ocak 2001 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime
18.25'te son verildi.
No. : 65 II. – GELEN
KÂĞITLAR 17.1.2001
ÇARŞAMBA Raporlar 1. – Bursa Milletvekili Ali Arabacı'nın, İdarî
Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve
İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi
(2/337) (S. Sayısı : 573) (Dağıtma tarihi : 17.1.2001) (GÜNDEME) 2. – Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin ve 9
Arkadaşının, Küçük Esnaf ve Sanatkârlar ile Orta Boy İşletmelerin, Bazı Borç
Faizlerinin Sınırlandırılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci
Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/490) (S. Sayısı
: 574) (Dağıtma tarihi : 17.1.2001) (GÜNDEME) 3. – Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, Yükseköğretim
Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir Madde Eklenmesi Hakkında
Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına
İlişkin Önergesi (2/506) (S. Sayısı : 575) (Dağıtma tarihi : 17.1.2001)
(GÜNDEME) Sözlü Soru
Önergesi 1.-Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, elektrik üretim
sözleşmesi yapılan bazı şirketlere
ilişkin Başbakandan sözlü soru
önergesi (6/1161) (Bakanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) Yazılı Soru
Önergeleri 1.-Antalya
Milletvekili Salih Çelen'in, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu
tarafından gazetelere verilen eleman alımı ilanlarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/3308) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 2. – Erzincan
Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, enerji alanındaki yolsuzluk iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3309)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 3. – Diyarbakır
Milletvekili Osman Aslan'ın, Diyarbakır-Hani İlçesi Anıl Köyünün yol
sorununa ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/3310) (Başkanlığa geliş
tarihi : 16.1.2001) 4. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın,
Bakanlığa bağlı fonlardan dernek ve vakıflara yapılan yardımlara ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/3311) (Başkanlığa geliş tarihi :
16.1.2001) 5. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Bakanlığa bağlı fonlardan dernek ve
vakıflara yapılan yardımlara ilişkin
Turizm Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3312) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 6. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, DPT Müsteşarının enerjide yap-işlet devret
modelini eleştiren açıklamasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/3313) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 7. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, 1997-2000 yılları arasında kamuda çalışan
işçi ve memurlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/3314) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 8. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Merkez
Bankasından yurtdışına transfer edilen dövizlere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/3315) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 9. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, kamu görevlilerinin özel yaşamlarına ait bir
talimat olup olmadığına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/3316) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 10. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın,
Nevşehir İlinde bir huzurevi açılıp açılmayacağına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/3317) (Başkanlığa geliş tarihi:16.1.2001) 11.-Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Devlet
mallarının envanterinin çıkarılıp
çıkarılmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3318) (Başkanlığa
geliş tarihi : 16.1.2001) 12. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın,
Hazinenin devirli ve garantili kredilerden kaynaklanan alacaklarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/3319) (Başkanlığa geliş ta-rihi : 16.1.2001) 13. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Merkez Bankası Başkanı ve İdare Meclisi
üyelerine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/3320) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 14. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Nevşehir İlinde yürütülen çevre
projelerine ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3321) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 15. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, patates
üreticisinin sorunlarına ilişkin Devlet Bakanından (Tunca Toskay) yazılı soru
önergesi (7/3322) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 16.-Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın,
Başbakanlığa bağlı fonlardan dernek ve vakıflara yapılan yardımlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/3323) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001) 17. – Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, bazı
kuruluşlar ile ilgili Sayıştay Raporuna
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi (7/3324) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.1.2001) 18. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, bir
gazetede yer alan "THY'da talan" başlıklı yazıya ilişkin Devlet Bakanından
(Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi (7/3325) (Başkanlığa geliş tarihi :
17.1.2001) 19.-Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, bir bakanın özel yaşamı hakkındaki
iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3326) (Başkanlığa geliş
tarihi : 17.1.2001) 20.-Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca'nın 10 Temmuz
1941 tarih ve 4081 sayılı Kanunun uygulanmasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3327) (Başkanlığa
geliş tarihi : 17.1.2001) 21. – Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca'nın, Çiftçi Mallarının Korunması Hakkındaki
Kanuna ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3328) (Başkanlığa
geliş tarihi : 17.1.2001) 22. – Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca'nın, 4081 Sayılı Kanunun yürürlükten
kaldırılıp kaldırılmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3329) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.1.2001) Gensoru
Önergesi 1. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız ve 31
arkadaşının, enerji alanındaki yolsuzluk ve usulsüzlüklerin ortaya çıkarılmasında
ve teftiş kurulu raporlarının uygulanmasında görevinin gereklerini zamanında
yerine getirmediği iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur
Ersümer hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6) (Başkanlığa geliş tarihi :
16.1.2001) (Dağıtma tarihi : 17.1.2001) BİRİNCİ
OTURUM Açılma Saati:
15.00 17 Ocak 2001
Çarşamba BAŞKAN:
Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP ÜYELER:
Hüseyin ÇELİK (Van), Levent MISTIKOĞLU (Hatay) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45 inci
Birleşimini açıyor, en iyi dileklerimi ve saygılarımı sunuyorum. Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline
gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz, karayollarında can ve mal
güvenliğini sağlayacak tedbirlerin alınması konusunda söz isteyen, Denizli
Milletvekili Sayın Mustafa Kemal Aykurt'a aittir. Buyurun Sayın Aykurt. Süreniz 5 dakika efendim. III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Denizli Milletvekili M. Kemal
Aykurt'un, bayram tatilinde kapanan karayollarında can ve mal güvenliğinin
sağlanması için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve
Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; bayram öncesi ve bayram sonrası Türkiye'de meydana
gelen trafik kazalarıyla ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak için söz aldım;
bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, herkesin bildiği gibi, geçmiş
dönemlerde, bayramlar için, bayram öncesi bir dizi önlem alınır idi. Bu sene,
bu bayramda, bu bayram öncesinde, ne hikmetse, Sayın İçişleri Bakanımız
kazalara sebebiyet veren ağır tonajlı arabaların seyrüsefere çıkmasına izin
verdi ve bu bayramda, bu araçların trafiğe çıkması sebebiyle de, emsali
görülmemiş, ölümle sonuçlanan, yaralanmayla sonuçlanan kazalar meydana geldi.
Bilançoya baktığımız zaman -ölü sayısı, İsrail-Filistin savaşındakinden fazla-
195 ölü, 362 yaralı ve milyarlarca lira tutarında maddî hasarla sonuçlanan
trafik kazaları... Değerli arkadaşlarım, ben burada başımdan geçen bir
olayı anlatacağım; ama, şunu bilmenizi isterim ki -ben kendimi değil- bizimle
beraber acı çeken, yollarda saatlerce mahsur kalan insanların da hissiyatına
tercüman olmak istiyorum. 23 Aralık 2000 tarihinde, Ankara'dan Denizli'ye
müteveccihen yola çıktık. Saat 15.00'te Afyon'a geldiğimizde, Afyon'un içi
sayılacak bir noktada yollar kapalı. Sorumlu valiyi aradık; vali, şehir dışında
bir otelde yemekte, Emniyet Müdürü de orada. Telefonla kendisine bir şekilde
ulaştık; karayolları araçlarını derhal olay mahalline göndereceğim dedi. Değerli milletvekilleri, tam 30 saat aralıksız kar
yağmış ve 40 santime yükselen kar var. Sayın Vali, kapanan yolu görmüyor.
Kapanan yol, Sayın Valimizin çalıştığı mekâna 2 kilometre mesafede, Afyon'un
içi. 2 saat bekledikten sonra bir greyder geldi. Yol, TIR'lar tarafından kapatılmış, otobüsler tarafından
kapatılmış. O traktörün, o araçları çekmesi mümkün değil. 4,5 saat mahsur
kaldıktan sonra, neyse bir şekilde yola devam ettik. 40 kilometre gittikten
sonra da, 20 kilometrelik bir konvoyla karşı karşıya geldik. Çiğiltepe'de
yollar kapalı. Orada çalışan, koşan, Sandıklı Kaymakamı var; bir de Jandarma
Bölük Komutanı var; ama, hiçbir tedbir yok, hiçbir araç gereç yok. Değerli arkadaşlarım, devletin işleyişini anlatmak
bakımından çarpıcı bir örnek vereceğim. Sayın Kaymakam "bir gün evvel,
Afyon valisinden araç istedim, hâlâ araç gelmedi. Antalya Bölge Müdürlüğüne
araç gönderin diye telefon ettim. Cevap, bizim bölgemiz dışında, Konya'ya
gidin, Konya'ya sorun. Konya'yı aradım, Konya Bölge Müdürüyle konuştum; oradan
da, bizim bölgemize ait değil cevabını aldım" diyor. Sonra, belediyenin
araçlarını getirmiş; ama, belediyenin araçları, o tonajlı, büyük arabaları
çekmeye müsait olmadığı için geri gönderdim diyor ve orada 16,5 saat mahsur
kaldık. Ertesi sabah 6 civarında, bir şekilde tekrar yola çıktık. Değerli arkadaşlarım, bana göre, bu olayda sorumlular
var. Beni mazur görsün, Değerli İçişleri Bakanımız ne hikmetse ilk defa ağır
tonajlı vasıtaları seyrüsefere açmıştır. Bu bir sorumluluktur, bu bir
yanlıştır. Türkiye'nin her yerinde ağır tonajlı vasıtaların yolları kapattığı
görülmüştür, kazalara sebebiyet verdiği görülmüştür, bu hususta bir tedbir
alınmamıştır. Bizim bölgemizde -öbür bölgeleri bilmiyorum- en büyük
sorumlu, o ilin valisidir. Valinin dünyadan haberi yok. Telefon ettim cevap
verdi, sonra telefonları da kapattı, devreden çıktı. Hiçbir tedbir alınmamış.
Bir kamyon tuz atamadınız mı yokuşa?! 2 kilometre mesafede bir yokuş var, bir
kamyon tuz atılsa hiç problem yok. Burnunun dibindeki kapalı yolu görmemiş, 30
saat kar yağmasına rağmen hiçbir tedbir almamış. Huzurlarınızda, Afyon Valisini
kınıyorum. Üçüncü sorumlu, Karayollarıdır. Değerli arkadaşlarım, Karayolları böyle mevsimlerde
yolu boş bırakmaz; çekicilerini sevk eder, araçlarını gönderir, tuzlama yapar. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlayınız. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkanım. Karayollarının hiçbir aracı, hiçbir yolda yok.
Karayolları sorumludur. Dördüncüsü, emniyet müdürlüğü sorumludur; çünkü, hiçbir
trafik tedbiri alınmamıştır ve sonuçta da bahsettiğim, arz ettiğim büyük
bilanço: 195 ölü, 362 yaralı. Böyle bir tablo yaşamıştır Türkiye ve
insanlarımız bayram sevincini yaşayamamıştır; bayram sevinci, yerini acı ve
gözyaşına terk etmiştir. Değerli arkadaşlarım, inşallah bundan sonra bu
tedbirsizlikler yaşanmaz, böylesine acı da, gözyaşı da görülmez diye
düşünüyorum ve hepinizi, bu vesileyle bir defa daha saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim Sayın Başkanım. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aykurt. Sayın Aykurt'un görüşmelerine, hükümet adına, Sayın
Millî Eğitim Bakanı cevap verecekler. Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bu bilgi, bu not, bana, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı tarafından gönderildi. Ben, Bayındırlık ve İskân Bakanı arkadaşım
adına bu bilgileri sunuyorum. Denizli Milletvekili Muhterem Mustafa Kemal Aykurt,un,
bayram tatilinde kapanan karayollarında can ve mal güvenliğini sağlayacak
tedbirlerin alınması hakkında yapmış olduğu gündemdışı konuşmasına, biraz önce
belirttiğim gibi, Bayındırlık ve İskân Bakanı adına, cevap vermek üzere söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisin siz değerli milletvekillerini,
hepinizi, saygıyla selamlıyorum. 22.12.2000 tarihinde başlayan kar yağışı, özellikle,
Afyon, Uşak, Konya, Eskişehir, Kütahya ve Ankara İllerimiz başta olmak üzere,
İç Anadolu Bölgesinde etkili olmuştur. Ramazan Bayramı ve yılbaşı tatilinin
uzun olması nedeniyle, tatil yörelerine giden, bu illerimiz dahilindeki yolları
kullanan vatandaşlarımızın oluşturduğu yoğun trafik, olumsuz hava şartları,
Orta Anadolu'da yağan yoğun kar yağışıyla birleşince, ulaşımda aksamalar
meydana gelmiştir. Ankara'yı, Antalya'ya ve İzmir'e bağlayan yol güzergâhı üzerinde
bulunan Afyon-Uşak, Afyon-Sandıklı yönlerinde, yer yer, taşıtların, özellikle,
ağır taşıtların, zincirsiz yola çıkmaları ve kayarak yolu trafiğe kapatmaları
nedeniyle, yollarımızda beklemeler ve uzun konvoylar oluşmuştur. Kış şartlarında, yol üzerinde, karayolu görevlileri,
yol güvenliği için, kar ve buzla mücadele tedbirlerini alırken, kar yağışının
çok yoğun oluşu nedeniyle tekerlekler altında kalan karın sertleşerek buz
haline gelmesi, yoğun trafik nedeniyle mücadelede ekiplerin çalışamaması, yolun
karla kapanması, yüksek kesimlerde sıcaklığın eksi 7 derecenin altına düşmesi
nedeniyle tuzun etki etmemesi gibi hallerle, araçlar üzerinde tedbirler
alınması zorunludur. Ülkemizde, araçlar üzerinde alınacak en etkili tedbir,
zincir takılmasıdır. Söz konusu kesimde meydana gelen olumsuzluklar benzer
şartlardan oluşmuştur. Karayolları Genel Müdürlüğüne ait yol bakım ve kar
mücadele ekiplerinin 24 saat çalışması, mahallinde hazır bulunmaları ve bütün
çabalarına rağmen, özellikle Afyon Sandıklı kesiminde, zincirsiz taşıtların
kayarak yolu kapamaları -ki, araçların yüzde 95'inin zincirsiz seyrettiği
gözlemlenmiştir- üzerine, yoğun trafik nedeniyle birikmeler olmuş, sabırsız
davranan sürücülerimiz karşı şeritleri kapatarak kar mücadelesi yapan
Karayolları ekiplerinin olay mahalline ulaşmasını güçleştirmiş, yol
şeritlerinin kapalı olması nedeniyle temizlenemeyen kar, lastik altında
sıkışarak buzlanmaya neden olmuştur. Bu durum, birikmenin büyük boyutlara
varmasının ananedenidir. Ekiplerimizce birkaç kez tekrarlanan yolu açma
faaliyetleri, zincirsiz taşıtlar nedeniyle -bunun altını çizerek belirtiyorum-
yeniden kapanmalara sebep olmuş, bu durum da, kamuoyunda olumsuzluk
yaratmıştır. Yol üzerinde alınması gereken önlemlere ilave olarak,
özellikle ağır tonajlı araçlarda alınması gereken zincir takma tedbirlerinin
alınmaması, kurallara uyan ve gereken önlemleri alan sürücülerin de yolda
beklemelerine, ekonomik kayba uğramalarına neden olmuştur. Kurumumuzun, yani
Karayollarının, çeşitli nedenlerle kayarak yolu kapatan araçların bulundukları
yerden kurtarıcı ve benzeri araçlarla çekilerek, belirli bir yol kesimini
açmaları gibi bir görevi ve buna bağlı olarak da teçhizatı yoktur. Küçük
tonajlı araçlarda meydana gelecek kayma, arıza gibi nedenlerle kapanan trafik
şeritleri, teşkilatımız yol bakım makineleri veya işçi gücüyle
açılabilmektedir; ancak, ağır tonajlı araçlara müdahale etmek mümkün
olamamaktadır. Kurumumuzun görevi, bu gibi durumlarda kayan aracı sadece yol
kenara alarak yolu açmaktır. Yoğun trafik, ağır kış şartları gibi hallerde
kritik kesimlerde ağır taşıtların belirli yerlerde bekletilerek trafiğin ağır
taşıtlardan etkilenmemesi sağlanabilir. Belirlenen zaman sonunda da gerekli
tedbirleri aldırmak suretiyle ağır taşıtlara yol verilmesi uygun olmaktadır. Her yıl, Karayolları Genel Müdürlüğünce kar ve buz
mücadelesinde alınacak tedbirler, biraz sonra bilginize sunacağım genelgeyle
valiliklere, Emniyet Genel Müdürlüğüne ve İçişleri Bakanlığına
bildirilmektedir. Genelde, tuz kullanımının hangi kesimlerde ve hangi şartlarda
olacağı belirlenmiştir. Trafiğin yoğun olduğu Afyon-Sandıklı, Afyon-Ankara
güzergâhında hava ve trafik şartlarına bağlı olarak zorluklar yaşanan yol
kesimleri valiliklere gönderilen belgeler ekinde gösterilmiştir. Söz konusu
tarihlerde, merkezde Karayolları Genel Müdürlüğü ve birim amirleri, Afyon Bakım
Şube Şefliği yollarında, bölge yetkilileri başta olmak üzere, tüm bakım
ekipleri 24 saat süreyle görevleri başında olmuşlardır. Karayolları Genel
Müdürlüğünce, bayram öncesi 15.12.2000 tarihinde "Bayram Trafiğine
Dikkat" ve 29.12.2000 tarihinde "Tatil Dönüşü Karayolları Genel
Müdürlüğü Uyarıyor" isimli iki adet basın bildirisi yayımlanmıştır.
Özellikle, sürücülerin seyir zamanı alınacak tedbirler ve sürücü davranışları,
kar ve buzda zincirsiz araç kullanılmaması konularında, bayram tatili
süresince, karayolları yetkilileri tarafından medya aracılığıyla da kamuoyu
bilgilendirilmiştir. Burada, elbette karayollarının görevi vardır, elbette valiliklerin
görevi vardır; ama, asıl görev, o aracı kullanan, o aracı o hava şartlarında
kullanan kişilerin zincir takmasıdır. Araçların yüzde 95'inin zincirsiz
seyrettiği bir ortamda, o hava şartlarında, sayın milletvekilim, istenmeyen o
sonucun doğması da mukadderdir. Aslında yapılması gereken, yolları kesip,
onların, mutlaka, zincirle yola devam etmelerini sağlamaktır; ama, en önünde
de, o yolda, o havada zincir takma şuurunun yerleşmesidir. Saygıyla arz ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bakana teşekkür ediyorum. HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Sayın Başkan, ben de bir
açıklama yapmak istiyorum. BAŞKAN - Evet; oturduğunuz yerden, 60 ncı maddeye göre
çok kısa olmak kaydıyla, buyurun efendim HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Sayın Başkan, çok
teşekkür ediyorum. Gerçekten, sayın milletvekilinin ifade ettikleri gibi,
o gün, Afyon'da, yağan kar nedeniyle çok özel bir gün yaşanmıştır, olağanüstü
bir gün yaşanmıştır. Aslında, Sayın Vali ve ilçe kaymakamları, belediye
başkanları, Köy Hizmetleri İl Müdürü ellerindeki bütün imkânları
kullanmışlardır; fakat, yetersiz kalışlarının nedeni, onların görevlerinden
değil, Afyon gibi karayolu kavşağında bulunan bir ilin devlet karayollarının,
üç veya dört bölge müdürlüğüne bağlı olmasından kaynaklanmaktadır; bir kısmı
Antalya, bir kısmı Konya, bir kısmı da Eskişehir Bölge Müdürlüklerine
bağlanmaktadır. Şimdi, Konya'da da kar yağdığına göre, Konya-Afyon arasındaki
mesafe de göz önüne alınırsa, Konya'daki Bölge Müdürlüğü, kar mücadelesi için
Afyon'a vasıta gönderebilir mi, Antalya gönderebilir mi; nitekim, göndermemişlerdir.
İl, kendi çapında, kendi imkânlarıyla mücadele etmiştir. O yüzden, ben,
huzurlarınızda, başta Sayın Vali olmak üzere, emeği geçen herkese teşekkür
ediyorum. Saygılar sunarım. BAŞKAN - Biz de teşekkür ediyoruz Sayın Özsoy. Sayın milletvekilleri, gündemdışı... ABDÜLKADİR AKCAN (Afyon) - Sayın Başkan, ben de aynı
konuda... BAŞKAN - Siz de söz istiyorsunuz; ancak, sizden önce
Sayın Büyüköztürk'e söz veriyorum. Sayın Öztürk, çok kısa lütfen. BİROL BÜYÜKÖZTÜRK (Osmaniye) - Sayın Başkanım, teşekkür
ediyorum. Bugün saat 14.05'te Osmaniyemizde 4,9 şiddetinde bir
deprem olmuştur. Bu, Osmaniyemizde, dokuz ay içerisinde olan ikinci depremdir,
daha önce de 5,6 şiddetinde bir deprem oldu. Çok şükür, sağlık yönünden
herhangi bir kaybımız yok. Osmaniyemize ve Türkiyemize geçmiş olsun diyor,
teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Efendim, hatırlanacağı üzere, İstanbul'da bir deprem
olmuştu, bugün de, belirttiğiniz gibi, Osmaniye-Erzin arasında 4,9 şiddetinde
bir deprem oldu. Şimdi bir can kaybının olmadığını bildirdiler, Sayın Levent
Mıstıkoğlu Bey de, o bilgiyi aldı. Ben arz edecektim, siz söylediniz; Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına, bu felaketlere maruz kalan değerli
vatandaşlarımıza, büyük geçmiş olsun diyoruz; vesile olmanızdan dolayı, size de
teşekkür ediyorum. Buyurun Sayın Akcan. ABDÜLKADİR AKCAN (Afyon) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan. Ben de, Sayın Büyüköztürk'ün ifade ettiği deprem
nedeniyle, tüm Çukurova halkına geçmiş olsun dileklerimi belirterek, Afyon'daki
karayolu tıkanıklığına değinmek istiyorum, söz verdiğiniz için teşekkür ederim.
Gerçekten, o günkü yoğun kar yağışında, kar mücadelesi
yapılmaya ve yol, sürekli olarak açık tutulmaya çalışılmıştır. Sayın İbrahim
Özsoy'un ifade ettiği gibi, Afyon, çok geniş bir havza; trafik, kavşak bir
noktada bulunması nedeniyle, araçlar, ancak bir tarafa teksif edilebilmektedir.
Bu yüzden, Sayın Millî Eğitim Bakanımız, Sayın Koray Aydın adına konuştuğu
için, Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanımızdan, Afyon'un, tek bölgeli bir il
konumuna getirilmesi konusunda çaba sarf etmesini istirham ediyoruz. Böylece,
karla, tıkanıklıkla ve trafiğin sürekli açık tutulması için verilecek
mücadelede, hadiselerin tekelden idare edilebilir boyut kazanması gerekir. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akcan. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Sayın Başkanım, bana
göre teamüle uygun olmayan şekilde, konuşmamdan sonra birtakım arkadaşlar,
özellikle Afyon milletvekili arkadaşlarımız, beni yalanlar şekilde beyanlarda
bulundular. Açıklık getirmek için, bir cümle söylemek istiyorum, bana da, bu
hakkı verin lütfen. BAŞKAN - Buyurun efendim. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Sayın Başkanım, Afyon
milletvekili değerli arkadaşlarımız -belki, kendi açılarından haklı olarak-
Afyon Valisini savunmaya çalıştılar. Kendileri bakımından doğal karşılanabilir;
ama -söylemeyecektim, şimdi söylemeye mecburum- ben araştırdım ve bu işler
üzerinde durdum. Şuhut yolu açık; yani, bizim güzergâhtan yola çıkan birtakım
insanlar, bu tıkanıklıkları görünce Şuhut'tan geçmişler, memleketlerine
ulaşmışlar. O yollar temizlenmiş; yani, seçim bölgelerindeki yollar
temizlenmiş; ama, bu yoldan -bu karayolundan- giden insanlar Afyon seçmeni
değil, Denizlili, İzmirli, Bodrumlu, Antalyalı. Onun için, bu yol ihmal
edilmiştir. Ben bir defa daha söylüyorum: Afyon Valisi burada sorumludur;
sorumsuz davranmıştır. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Şimdi, gündemdışı ikinci söz, güzel Türkçemiz hakkında
söz isteyen Muğla Milletvekili Sayın Metin Ergun'a aittir. Buyurun Sayın Ergun. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. 2. – Muğla Milletvekili Metin Ergun'un,
çeşitli çevrelerce yozlaştırılan güzel Türkçemizin ya-bancı dillerin etkisinden
kurtarılması için alınması gereken tedbirler konusuna ilişkin gündemdışı
konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı METİN ERGUN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; "Güzel Türkçemiz" adlı bir başlıkla huzurunuzdayım;
ama, ne yazık ki, güzel Türkçemizin hali hakkında güzel şeyler söyleyemeyeceğim.
Dünyanın en zengin ve en yaygın dillerinden biri olan Türk dili, bugün
varlığını devam ettirme mücadelesi içindedir. Yabancı bilim adamlarının da
belirttiği gibi, dünyanın en mantıklı dillerinden biri olan Türkçemizi bu hale
getirmenin mantığını anlamış değilim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dil, insan
gruplarını bir araya getirip milletleştiren en önemli sosyal müessesedir. Eğer,
bu sosyal müessese ortadan kalkar veya tahribata uğrarsa ya millet olma şuuru
büyük oranda yok olur ya da zihnî faaliyet sıkıntısı ortaya çıkar. BAŞKAN - Sayın Ergun, bir dakika müsaade eder misiniz. Sayın milletvekilleri, önemli bir konuda çok değerli
bir arkadaşımız konuşma yapıyor. Lütfen, kendisine biraz kulak verelim. Buyurun efendim. METİN ERGUN (Devamla) - Dil, milletin ve devletin bütün
faaliyet alanı içinde en temiz, en duru, en doğru şekliyle işletilmek
zorundadır; bugün dilimiz, ne yazık ki bu durumda değildir. Türkçe, çarşı,
pazar, cadde, ticaret, turizm, iletişim ve benzeri alanlardan hızla çekilmektedir.
Âdeta, Türkçe, günlük konuşma alanına sıkışmış gibidir. Antalya, Muğla ve
benzeri sahillerimizdeki turistik tesislerimizin tamamına yakınının adı Türkçe
değildir. Yine, aynı şekilde şirket, dükkân ve benzeri ticarethanelerimizin çok
büyük bir bölümünün adları da Türkçe değildir. Ankara, İstanbul, İzmir ve
benzeri şehirlerimizdeki tabelalara bakınca Türkçenin caddelerdeki halini daha
iyi anlarız. Tabelalardan hareket edecek olursak İstanbul ile Ankara'nın, New
York'tan veya Londra'dan veyahut da Paris'ten farkı kalmadığını görürüz. Yüzyıllar önce yaptığımız hataları bugün tekrar
etmekteyiz. Yüzyıllar önce atalarımız Türkçeleri varken veya Türkçesi
türetilebilirken, bizim olan kelimeleri kullanmamış, Arapça veya Farsça
kelimelere yönelmişlerdir. Bu yönelme, dilimizin gerilemesine, yabancı dillerin
etkisi altında kalmasına yol açmıştır. Ulu Önder Atatürk'ün öncülüğünde kurulan
Türk Dil Kurumuna gelinceye kadar birkaç defa dilimizle ilgili öze dönüş
hareketi başlatılmışsa da başarılı olunamamıştır. Günümüzdeki durum, yüzyıllarca önce yaşanan sıkıntının
yeni bir şeklidir. Dün, Arapça ve Farsçanın etkisinde bırakılan dilimiz, bugün
de İngilizcenin baskısı altındadır. Diline özen göstermeyen her tabakadan
insanımız, ne acıdır ki, Türkçemizin kuyusunu kazmaktadır. Pek çokları gerçek
anlamlarını bilmedikleri, söylenişini dahi beceremedikleri İngilizce
kelimelerle konuşmalarını süslemeye çalışmaktadır. Aydınlarımız, 19 uncu
Yüzyılın sonundaki hastalıklarına yeniden tutulmuş gibi görünmektedirler. İşyerlerimizin adlarında görülen "center",
"show room", "plaza" ve benzeri onlarca kelime, bazen
bilerek bazen de mecbur tutularak kullanılmaktadır. Berber, pastane, lokanta
gibi yine yabancı dilden gelen; fakat, yerleşmiş olan kelimelerin yerine bu
sefer başka yabancı kelimeler konulmaktadır. Geçenlerde bir belediye otobüsünün
üzerinde bir çanta reklamı görmüştüm. Reklamda o çanta firmasının kuruluşunu
belirtmek için "Since 1927" yazılmıştı. Gazete ve dergilerimizin dili, özellikle belli
konularla ilgili haber ve yazılarda anlaşılmaz bir hal almıştır. Ekonomi ve
eğlence dünyası bu açıdan kötü örneklerle doludur. Televizyon kanallarının Türkçe'ye karşı olan tavırları
adlarından anlaşılmaktadır. Elbette, sunulan programlar da, adlardan geri
kalmamaktadır. Dün akşam bir televizyon kanalında haberleri dinlerken, hükümeti
oluşturan üç siyasî partinin genel başkanlarının görüşmesiyle ilgili toplantı
haberinin "büyük miting" diye verildiğine şahit oldum. Bu televizyon
kanalının adı da Türkçe değildi. Televizyonlardaki sunucularımız, TRT'den
yetişen sunucuları istisna tutar isek, Türkçe'yi ne yazık ki İngilizce gibi
telaffuz etmeye başlamışlardır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; diller
arasındaki sözcük alışverişi normaldir. Bu manada, dünyada arı dil de yoktur.
Türkçemize yabancı dillerden; başka dillere de Türkçemizden sözcükler
girecektir; bu normaldir; fakat, Türkçemiz, bu ödünç kelime alma anlayışının
ötesine geçmekte, gün geçtikçe, dilcilerin "dil kirlenmesi" dedikleri
hadiseyle karşı karşıya kalmaktadır. Türkçe, bir yaşama savaşı vermektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Ergun, 2 dakika veriyorum; lütfen
tamamlayınız. METİN ERGUN (Devamla) - Dilimize sahip çıkmazsak,
gelecekte, günlük dilde de İngilizce'nin hâkimiyetiyle karşılaşabiliriz. Bunun
önlenmesi için, her şeyden önce, ilk ve orta öğretimde dilimizi çok iyi
öğretmek zorundayız; bugün, bunu tam olarak yaptığımızı söyleyemeyiz. İkinci
olarak, ilköğretimden başlayarak, bütün eğitim-öğretim kurumlarında Türkçe
şuuru verilmelidir, bunun altını özellikle çizmek istiyorum, mutlaka Türkçe
şuuru verilmelidir. Sosyal hayatımızı çok fazla etkileyen görüntülü ve
sesli basın organlarında yayınlanan ve adına "şov" denilen ve çoğu
güldürüye yönelik olarak yapılan programlarda, bilerek ya da bilmeden yapılan
dil yanlışları, özellikle ilköğretim sınıflarında okuyan çocuklarımızı olumsuz
yönde etkilemektedir. Gerek bu ve benzeri programlar gerekse Türkçenin hatalı
kullanıldığı reklamlar, bir Türkçe öğretmenimizin Türkçe adına beş yılda vermeye
çalıştığını beş gün içerisinde alıp götürmektedir. Bu konularda, ya görevini
ciddî yapacak bir denetim mekanizması devreye girmeli ya da Radyo Televizyon
Üst Kuruluna bu konuda da hassas davranması hususunda yetki ve sorumluluk
verilmelidir. Tercüme yoluyla Türkçeye aktarılan görüntülü, sesli ya
da yazılı eserlerde, mütercimlerin, zaman zaman, kendilerince kelime
uydurduklarına da şahit olmaktayız. Ayrıca, yabancı dille eğitime karşı da son derece
dikkatli olmak zorundayız. Son olarak, çok geçmeden, mutlaka yasal düzenlemenin
yapılması şarttır. Yüce Atatürk'ün cumhuriyet projesinin en büyük
unsurlarından biri olan "Türkçecilik" projesine hep beraber sahip
çıkalım. Hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ergun. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) -
Gündemdışı konuşmaya cevap vereceğim Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki efendim. Sayın Millî Eğitim Bakanımız gündemdışı konuşmaya cevap
verecekler. Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika efendim. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) - Sayın
Başkanım, sayın milletvekilleri; Türkçe konusunu gündeme getiren Muğla
Milletvekilimiz Sayın Metin Ergun'a teşekkür ediyorum. Konuşmasının bir yerinde geçen bir cümle hariç,
tamamının altına imza atarım; dilimizin kirlenmesi, dilimize sahip çıkmamız
konusunda, tamamının altına imza atarım. Her şeyden önce, ilk ve orta öğretimde
dilimizi çok iyi öğretmek zorundayız, doğru; ama, katılmadığım cümlecik de şu:
"Bugün bunu tam olarak yaptığımızı söyleyemeyiz." İzin verirseniz,
size, millî eğitimde neler yaptıklarımızı anlatayım, ondan sonra hükmünüzü
veriniz. Sayın milletvekilleri, dil, ulus olmanın, millî birlik
ve bütünlüğün, bağımsızlığın, toplumsal değişme ve gelişmenin en temel
öğesidir. Doğru ve etkili bir iletişim kurulabilmesi için, dilin özellikleri
bozulmadan, kurallarına uygun ve özenli bir şekilde kullanılması zorunludur. Türkçemizin, yabancı dillerin etkisiyle oluşan
kirlenmeden korunabilmesi, geliştirilip zenginleştirilebilmesi, dilimizin
bilinçli bir şekilde kendi kaynak ve kurallarına uygun olarak kullanılmasına
bağlıdır. Bu konuda, herkese ve toplumumuzun her kesimine görevler düşmektedir.
Konunun sadece eğitim kurumlarında ele alınarak
çözümlenmesinin beklenmesi doğru değildir. Dil, yaşayan bir olgudur; filizlenip
geliştiği ortam ise, bizzat yaşamın kendisidir. Bu nedenle, okul ortamlarının
yanı sıra, ailede ve toplumun her kesiminde, özellikle, sayın milletvekilimizin
belirttiği gibi, medyada, Türkçe'nin doğru kullanılması ve yabancı sözcüklerden
arındırılmasına özen gösterilmesi beklenmektedir. Türkçe sevgisini aşılamak, iletişim yeterliliklerini
artırmak, birbirleriyle sağlıklı iletişim kurabilen bireyler olarak
yetişmelerini sağlamak için, gençlerimizin dil bilincini geliştirmek en önemli
hedeflerimiz arasındadır. Bu bağlamda, okullarımızdaki Türkçe ve edebiyat ders
programlarının, çağdaş program geliştirme yaklaşımlarına uygun olarak; 1- Gençlerimize, duygu ve düşüncelerini sözlü ve yazılı
olarak anlatabilme, duyduklarını ve okuduklarını kavrayıp yorumlayarak sözlü ve
yazılı ifade edebilme becerilerinin işlevsel olarak kazandırılması, 2- Türk dili ve edebiyatının önde gelen isimlerinin ve
seçkin örneklerinin tanıtılması, 3- Türkçe'deki zenginliğin ve güncelliğin sağlanarak,
dil ve edebiyat zevkinin kazandırılması, 4- Dilimizin, özellikle, magazin basınının temsil
ettiği kültür ve dil kirliliğinden kurtarılması, kurallarına uygun olarak
kullanılmasının özendirilmesi, 5- Teknoloji ve endüstriyel ürünlerin etkisiyle dilimize
giren yabancı kelimelerin dilimize uyumlarının sağlanması, teknik terimler ve
zorunlu haller dışında, Türkçe karşılıkları bulunan yabancı sözcüklere yer
verilmemesi, 6- Özellikle Türkçe'nin kendine özgü söz dizininin
korunarak, yazılı ve sözlü iletişimin kurallarına uygun, duru bir dille
yapılması, Yönündeki çabalarımız yoğun bir şekilde
sürdürülmektedir. Yapılan çalışmalar içerisinde, ilköğretim Türkçe ders
kitapları çağdaş bir anlayışla ele alınarak yeniden yazılmış ve uygulamaya
konulmuştur. Bakanlığım döneminde 218 yeni kitap yazılmıştır. Bunların
arasında, ilköğretim Türkçe kitapları önemli yer tutmaktadır. Yurt dışında yaşayan Türk çocuklarının Türk dili ve
kültürünü tanımaları, Türkçe yeterliliklerinin geliştirilmesi için kendi
koşullarına uygun öğretim programları geliştirilerek uygulamaya konulmuş ve
programa uygun ders kitaplarının yazımına başlanılmıştır. Bakanlığımız, sadece Türkiye'de yaşayan çocuklarımızın
değil, yurt dışında yaşayan Türk çocuklarının da Türk dili ve kültürünü tanımaları
bakımından çok ciddî çalışmalar yapmaktadır. İlköğretim okullarında okutulan Türkçe dersi ile
ortaöğretim Türk dili ve edebiyatı dersleri programlarını geliştirme
çalışmaları, bilimsel destek ve çoklu katılımla sürdürülmektedir. Bu şu
demektir: Bütün çalışmalarımızı üniversitelerle birlikte yapıyoruz. Birlikte
yapıyoruz derken, çoklu, hep birlikte yapıyoruz; sadece biz biliyoruz, biz
yapıyoruz değil, birlikte yapıyoruz; sizin de katkılarınız olmuştur. Bu çalışmalar içerisinde, ortaöğretim kurumlarında
okutulmak üzere, edebiyat, dil ve anlatım dersleri program geliştirme
çalışmaları son aşamasına gelmiştir. Kitap, öğretmen kılavuzu, eğitim araçları
gibi öğeler ders programının devamı olarak görülmektedir. Eğitimin etkili ve
verimli olabilmesi için, öğretmen yetiştirme ve hizmetiçi eğitimlerine gerekli
özen gösterilmektedir. Öğrencilerin Türkçe yazılı ve sözlü anlatımda başarılı
olmalarını desteklemek amacıyla, sınıflar, okullar, eğitim bölgeleri, ilçeler
ve iller arasında olmak üzere, Türkiye ölçeğinde, öykü, şiir, düşünce
yazılarını içeren yazışmaların yaptırılması planlanmakta ve çalışmalar
yapılmaktadır. Bu yarışmalar yoluyla öğrenciler özendirilecek ve
ödüllerle desteklenecektir. Yarışmalarda elde edilen dil ürünleri,
bastırılarak, yayın haline getirilerek dağıtılacaktır. Okullarımızda kullanılacak her türlü ders kitabı ve
eğitim aracının onaylanması aşamasında Türk dili üzerinde de titizlikle
durulmaktadır. Türkçe ve edebiyat ders kitaplarına, Türkçe'yi doğru ve güzel
kullanan çağdaş yazar ve ozanların metinlerinin alınmasına özen
gösterilmektedir. Türk Dil Kurumu ile işbirliği içinde Türkçe Yazım Kılavuzunun
geliştirilmesi çalışmaları yapılmış ve Bakanlığımızca geniş kapsamlı bir sözlük
yayımlanmıştır. Nitelikli yapıtlarla donatılmış derslik kitaplıkları ve
okul kütüphanelerinin yeniden düzenlenmesi amacıyla, Bakanlığımızca, 700
sayfalık, son on yıl içerisinde tavsiye yapılan "Eğitim Araçları
1990-2000" adlı eser bastırılarak bütün okullara dağıtımına başlanmıştır. Öğrenci merkezli eğitimi ilke edinerek, Türkçe eğitim
araçlarıyla, düşünen, anlayan, konuşan, algılayan, tartışan, dinleyen,
yorumlayan ve yeni düşünceler üreten bireyler yetiştirmeyi hedefliyoruz. Türkçe
eğitiminde ulusal ve kültürel değerlerimize öncelik verilmesini amaçlıyoruz.
Son iki öğretim yılında yeniden hazırlanarak okullarımızda okunması sağlanan
kitaplar, okuma beğeni ve alışkanlığını geliştirici niteliktedir. Bu bilgileri verdikten sonra, konuşmanızda geçen, bugün
ilköğretimde dilimizi çok iyi öğretme yolunda, bunu tam olarak yaptığımızı
söyleyip söylemediğimiz konusunda değerlendirmeyi takdirinize sunuyorum.
Ayrıca, bir şeyi daha bilgilerinize sunmak istiyorum. Sayın milletvekilleri, bu gündemdışı konuşmalar,
bakanların yaptığı güzel şeyleri duyurma bakımından bir vesile olmaktadır. Bu
bakımdan da, sayın milletvekilime teşekkür ediyorum. MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan, Meclis dinlesin o
zaman. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) -
Sayın milletvekillerim dinlerlerse, Türkçeye ne kadar önem verdiğimizi, bir
defa daha anlatma imkânını bulmama yardımcı olacaklardır. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) 7.12.2000 tarihinde, illere, valiliklere bir genelge
gönderdik. Genelgenin konusu, yazı dilinin doğru kullanımı. 2000/112 sayılı genelgemiz şudur: "... Valiliğine Genelge Yazışmalar ve yayımlanan eserlerin bazılarında, Türkçe
karşılıkları bulunmasına karşın, zaman zaman, yabancı sözcüklere yer verildiği,
Türk dilinin kurallarına yeterince özen gösterilmediği görülmektedir. Dil, ulus olmanın, millî birlik ve bütünlüğün,
bağımsızlığın, toplumsal değişme ve gelişmenin en temel öğesidir. Doğru ve
etkin bir iletişim kurulabilmesi amacıyla, dilin özellikleri bozulmadan ve
aşırılığa kaçılmadan, bilinçli ve özenli bir şekilde kullanılması zorunludur.
Dilimizin, yabancı dillerin etkisiyle oluşan kirlenmeden korunabilmesi,
geliştirilip zenginleştirilmesi, onun bilinçli bir şekilde kendi kaynak ve
kurallarına uygun olarak kullanılmasına bağlıdır. Dilimizin, yukarıda belirtilen önemli işlevlerini
yerine getirecek ve iletişimi sağlayacak biçimde kullanılmasında öncülük görevi
Bakanlığımıza düşmektedir. Bakanlığımız merkez ve taşra teşkilatınca yapılan
yazışmalarda ve diğer tüm yazılı etkinlik ve yayınlarda, yazıların, Türk Dil
Kurumunca çıkarılan en son baskı yazım kılavuzu ve sözlüklerde yer alan yazım
kurallarına uygun duru bir Türkçe ve kısa cümlelerle hazırlanmasına;
anlatımlarda, yanlış anlaşılmaya neden olmayacak ifadeler kullanılmasına;
metinlerde, akılcılık, tutarlılık ve fikir bütünlüğünün sağlanmasına, dolaylı
anlatımdan kaçınılarak yalın bir anlatıma yer verilmesine; Türkçenin,
özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan doğru kullanılmasına; zorunlu
haller ve teknik terimler dışında, Türkçe karşılıkları bulunan yabancı
sözcüklere yer verilmemesine özen gösterilmelidir. Bilginizi ve gereğini rica ederim." Bu konudaki çalışmalarımızı, sayın milletvekilimin ve
Yüce Meclisin takdirlerine sundum. Saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bostancıoğlu'na teşekkür ediyorum. Gündemdışı son söz, Bursa'daki merinos fabrikalarının
sorunları hakkında söz isteyen Bursa Milletvekili Sayın Faruk Çelik'e aittir. Buyurun Sayın Çelik. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. 3. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in,
özelleştirmelere, özellikle Bursa Merinos Sanayiinin özelleştirilmesine ve
çalışanlarının durumuna ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Yüksel
Yalova'nın cevabı FARUK ÇELİK
(Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bursa Merinos Yünlü Sanayiinin
özelleştirilmesi ve çalışanlarının durumunu arz etmek üzere gündemdışı söz
almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, konuşmamın başında
özelleştirmeden yana olduğumuzu; fakat, özelleştirme adı altında ülke
kaynakları ve milletimizin birikimlerinin "önce kötüleştir sonra
özelleştir" anlayışıyla belli kesimlere peşkeş çekildiği ve gerçek anlamda
bir gelirin de elde edilemediğini belirtmek istiyorum. Bugüne kadar, özelleştirmeden, yaklaşık olarak, 9,5
milyar dolar gelir elde edilmesine rağmen 8,8 milyar dolar da harcama
yapılmıştır. Harcamalar da, ne yazık ki, maksadına uygun yapılamamıştır. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı, maalesef, özelleştirilmesi gereken bir KİT halini almıştır. Özelleştirmelerde sosyal devlet kavramı hiç göz önüne
alınmamaktadır. Hükümet "ver kurtul" mantığıyla ülke kaynaklarını
elden çıkarırken, çalışanlara, emekçilere ise âdeta "öl kurtul"
yaklaşımı sergilenmektedir. Ayrıca, geçtiğimiz yıllarda, özelleştirilecek kurumlar
Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerince belirlenirken, yanlış uygulanan ekonomi
politikaları ve yanlış borçlanma politikaları nedeniyle, milletimizin zor
şartlarda ve zor zamanlarda elde ettiği değerler, artık IMF'nin dayatmalarıyla
satışa çıkarılmaya başlanmıştır. Türk Hava Yolları, Türk Telekom, Eti Holding
örneğinde olduğu gibi. Değerli milletvekilleri, özelleştirmedeki bu sakat
mantık, yani, önce kötüleştir sonra özelleştir mantığı, ne yazık ki, 1935
yılında İsmet İnönü tarafından temeli atılan, 1938 yılında Mustafa Kemal
Atatürk tarafından açılışı yapılan Bursa Merinos Fabrikasını da içine almıştır. Başlangıçta iplik, 1944'ten sonra kumaş imali ve
1957'de yeni binalarıyla Balkanların birinci, Avrupa'nın beşinci büyük
fabrikası olan Bursa Merinos Fabrikası, tüm müştemilatıyla Bursa'nın merkezinde
404 000 metrekarelik bir alanda kuruludur. Merinos, geçtiğimiz yıllarda, 3 500-4 000 çalışanıyla
ülkemize kaliteli iplik, kumaş, elbise üretimi yanında, bir okul gibi de ülke
sanayiine kalifiye tekstil elemanları yetiştirmiştir; bugün ise, ver kurtul
anlayışıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Değerli milletvekilleri, ülke kaynaklarının ve
hazinenin kimlere peşkeş çekildiğini, bizler ve kamuoyu, ibretle izliyoruz.
Keşke, bu kaynaklar, kamuya ait fabrikaların yatırım ve iyileştirmelerine
harcansaydı ve "önce iyileştir, sonra özelleştir" mantığıyla, hem
çalışanlar hem ülke ekonomisi açısından verimli bir durum arz etseydi. Değerli milletvekilleri, devletin çeşitli kurumlarının
Merinos Fabrikasından siparişlerini kesmelerine, makine parkının
iyileştirilmemesine, personelin azaltılmasına, özelleştirme söylentilerinin
çalışanlar üzerindeki psikolojik baskısı gibi olumsuzluklara rağmen, Bursa
Merinos çalışanları, fedakârca üretime devam ettiler ve Sümer Holdingin en
kârlı kuruluşu olma özelliğini ortaya koydular. Nitekim, 1997'de 1 trilyon 365
milyar kâr ettiği gazetelere manşet oldu. Merinosun bu durumu, altmışıncı
kuruluş yılını kutlama törenlerinin iptal edilmesine kadar gitti; çünkü,
Merinos kâr edemezdi, Merinosun böyle bir hakkı yoktu. Bursa merkezindeki 404 dönüm Merinos arazisinin 100
dönümü devletin çeşitli kurumlarına bedelsiz tahsis edilirken, ne yazık ki,
Merinosun vergi borcundan bahsedilebilmiştir. Sapasağlam Merinos hasta ilan edildi ve ortaya
kurtarıcılar çıktı. Oysa, yapılması gereken, Merinosun kurtarıcılardan
kurtarılmasıdır. Bu anlayışla, bilerek ve üretimi azaltarak Merinosu
zarar ettirdiniz. Şimdi de, Bursa Büyükşehir Belediyesine Merinosu devrettiniz.
Rant kesiminin iştahını kabartan bu 310 dönümlük Merinos arazisini, Bursa
Büyükşehir Belediyesine hangi şartlarda verdiniz? Bursa Büyükşehir Belediyesi,
bu 310 dönüm araziyle ve makine parkıyla ilgili ne yapacağını bilememektedir. Başka bir yere taşınması mümkün olmayan tarihî Merinos
Fabrikası, yoksa, ismiyle tarihe mi karışıyor? En önemlisi, çalışanların işgüvencesi ne olacak,
Merinos işçisi sokağa mı atılacak? Türk tekstil sanayiinin öncü ve simge kuruluşu olan
Bursa Merinosun bir tek tuğlasının sökülmesine Bursalılar rıza göstermemektedir. Değerli milletvekilleri, AQAP (Akap) 120 ve ISO 9002
kalite belgesine sahip Merinosun, cumhuriyetin hatırası olarak, fabrika bölümü,
Yıldız Çini ve Porselen Fabrikası, Hereke Halı gibi Millî Saraylara
bağlanabilir veya Millî Savunma Bakanlığına veya İçişleri Bakanlığına bağlı bir
kuruluş olarak 1 milyonu aşkın polis ve askere hizmet verebilir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlayınız. FARUK ÇELİK (Devamla) - Netice olarak, Merinosun,
planı, parası olmayan Bursa Büyükşehir Belediyesine devrinden, ne ülke ne Bursa
ne de Merinos çalışanları istifade edemeyecek. 310 dönüm üzerinde hesabı
olanların kârlı çıkacağı yönünde, Bursalılar olarak, endişe taşımaktayız. Sayın Bakanın bu endişelerimizi gidermesi talebiyle,
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çelik. Gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, Devlet Bakanı
Sayın Yüksel Yalova; buyurun efendim. Süreniz 20 dakika Sayın Yalova. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Muhterem
Başkanım, muhterem milletvekilleri; Bursa Milletvekili Sayın Faruk Çelik'e
huzurlarınızda teşekkür ediyorum; Bursa Merinosa ilişkin bana açıklama yapma
olanağı tanıdığınız için de zatıâlinize teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri, Bursa Merinosa ilişkin somut
bilgi sunmadan önce, Bursa Merinosun da içinde bulunduğu Sümer Holdinge ait bir
bilgiyi takdirlerinize getirmek istiyorum: Sümer Holdingin özelleştirme kapsamına alındığı günden
bu yana birikmiş zararını 1999 yılı sonunda dolar bazında tercüme ettiğimizde,
karşımıza 4 milyar 110 milyon dolarlık bir rakam çıkı-yor; yani, Sümer Holdingi
özelleştirme kapsamına -bizden, şimdiki hükümetten çok önce, Türkiye olarak
diyeyim- almışız ve kapsama alındığı günden bu yana yapılan zararın dolara
çevrilmesinden elde ettiğimiz hesap, 4 milyar 110 milyon dolar. Özelleştirme
İdaresi olarak da, Sümer Holdinge bugüne kadar aktardığımız paranın miktarı, 1
milyar 425 milyon dolar. Diğer kuruluşların da burada rakamı var; ama, konu
Sümer Holding olduğu için, bunu burada dikkatlerinize getiriyorum. Biz Sümer Holdingle ilgili işlemlerimizi yaparken,
bakmışız, geçen yıl ekim sonu itibariyle Sümer Holdingin tüm işletmelerinin
yıllık zararı 83 trilyon küsur. Bunların bir kısmı için birkaç kez ihaleye
çıkmışız; ya hiç müşteri gelmemiş ya ihale şartnamesinde öngörülen sayının
altında katılımcı olduğu için iptal etmişiz ya da ihaleyi açmışız, ama, değer
tespit komisyonuna verilen değer tespit rakamlarının altında olduğu için,
peşkeş çekmiş olmama amacıyla ihaleleri onaylamamışız Özelleştirme İdaresi
olarak ve orası onaylamadığı için de, özelleştirmeden sorumlu Bakan sıfatıyla
ben, Özelleştirme Yüksek Kuruluna sunmamışım yasanın amir hükmü gereği. Merinos bunlardan bir tanesi. Eğer özelinde bakılırsa,
Merinosun, uzun yıllardan bu yana norm kadro uygulamasına sadık kaldığını,
yani, personel alma konusunda norm kadroya riayet ettiğini, norm kadroda
belirtilen kadrodan azalma olmasına rağmen doldurulma yoluna gitmediğini açıkça
söylememiz gerekir. Kendi teknolojik yapısında diğer işletmelere nazaran geçmiş
yıllarda birazcık daha teknolojik yatırım yapılabildiği için, kâr-zarar
hesabında her ne kadar tümüne ait bölmek gibi bir işlem gerekliyse de muhasebe
tekniği açısından, münferit, oraya bakarsanız,
geçen sene 700 milyar civarında kâr ettiğini söylemek mümkün. Bunu da bu
şekilde hesaplamamız gerekir. Şimdi, Sümer Merinosa baktığımız vakit, doğrudur,
cumhuriyetin hatırasıdır; doğrudur, Atatürk'ün hatırasıdır. Sayın Çelik'e, bu
kavramlara duyduğu özen ve saygı nedeniyle de teşekkür ediyorum. Aynı
kavramları biz de hep savunduğumuz için, aynı gözle biz de baktık buraya. Burada Uludağ Üniversitemizin bir talebi vardı. Yurdun
başka yörelerinde olduğu gibi, eğer, özelleştirme uygulamaları çerçevesinde
satamamışsak, yeterli teklif gelmemişse ya da üniversitelerin hakikaten,
belediyelerin hakikaten, kamu kuruluşlarının hakikaten ihtiyacı varsa, devletin
kesesi birdir mantığından hareketle üniversitelerimize vermiştik. Uludağ
Üniversitemiz de, bir tekstil mühendisliği fakültesi ya da bir tekstil müzesi
gibi bir proje sahibi olduğunu ifade etti, gelip bize müracaatını yaptı.
Doğrusu, ben, direkt Uludağ Üniversitesine verilmesinden yanaydım; ama,
Bursa'yla ilgili bir kararı verirken, Bursa milletvekilleri olsun, üniversite
rektörü olsun, belediye başkanı olsun, başka demokratik kitle örgütleri
temsilcileri olsun, benden daha iyi bilebilir düşüncesiyle arkadaşlarıma
danıştım. Sonuçta, Bakanlıkta, Sayın Turhan Tayan, Sayın Hayati Korkmaz, Sayın
Orhan Şen arkadaşlarım ile birkaç arkadaşımıza o gün Meclis sabaha kadar
çalıştığı için... Geleceklerdi; ama, toplantının iptal edileceği şeklinde bilgi
gelmiş- bilgi sundum, Sayın Kenan Sönmez arkadaşıma, Sayın Ertuğrul Yalçınbayır
arkadaşıma da bilgi sundum. Biz, Devlet Bakanımız Recep Önal'la bir mutabakat
sağladık; Bursa'ya gittiğinde kendisinin bu konuyu değerlendirmesi yolunu takip
etmeyi kararlaştırdık. Bursa Valimizin, Uludağ Üniversitesi Rektörümüzün ve
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanımızın katılımıyla, değerli Devlet Bakanımız
görüşmelerini yaptı. Baktık; bir kere, burası SİT alanı. Demek ki, SİT alanı
olan bir yeri, ihaleye çıksanız, satma şansınız baştan kayıp. Hiç olmaz mı;
teorik olarak olabilir, SİT alanı olmasına rağmen, birisi gelip... Parası çok
olacak, ne bileyim, özel bir ilgisi olacak, belki bir hatıra mekânı gibi
düşünebilir mi bilemiyorum... Olursa ancak bu olur. Öyle olduğu zaman da, adı
-Faruk Çelik arkadaşıma katılırım- belki de peşkeş olurdu. Düşündük; biz, yerel yönetimler arasında -özelleştirme
uygulamalarında- parti, belediye başkanı kimliğini bugüne kadar hiç sormamış
bir idareyiz, bir bakanlığız dedik. Bunun örnekleri Nevşehir'de de vardır.
Nevşehir'de, Refah Partisi döneminde yapamadıklarını, Nevşehir milletvekilleri
ifade ettikleri vakit "Refahyol döneminde yapılamayan iş diye bakmayız,
Nevşehir'in şehircilik açısından geleceği bizim için önemlidir" demişiz,
vermişiz. Muhalefet milletvekilidir, muhalefet belediye başkanıdır gibi de
bakmamışız; kamu yararı ilkesi maksimum nerede gerçekleşir, ona bakmışız. "Bursa Büyükşehir Belediyesi şu partinin"
diyenler oldu. Ben de dedim ki "hayır, Bursa'nın halkı bir seçim
yapmıştır, bugün bu partidedir, yarın bir başka partidedir; ama, Bursa'da bir
tek Merinos var ve -Sayın Çelik'in de ifade ettiği gibi- tarihî de bir
mekan." Peki, ne yapacağız o zaman; "birçok kamusal talebi birlikte
değerlendirmemiz gerekir" dedik. Onun için, Özelleştirme Yüksek Kuruluna
ben sundum. Uludağ Üniversitesi, burada -gerekçesinde de yazılıdır,
Özelleştirme Yüksek Kurulu kararlarının gerekçesi de, âdeta, tapuda şerh
fonksiyonu görür- tekstille ilgili arzusunu karşılasın demişim -Büyükşehir
Belediye Başkanımız da "evet, doğrusu budur" dedi- sonra da
Özelleştirme Yüksek Kurulu kararına "öncelikle eğitim -eğitim deyince
orada bir tek devlet üniversitesi var, adı Uludağ Üniversitesi- sonra kültür,
sanat, spor alanlarında kullanılmak şartıyla" diye yazmışım; yani -Bursa
Büyükşehir Belediye Başkanımızı tenzih ederim, son derece bireysel, namusu
itibariyle güvendiğim bir arkadaşımdır- bir belediye başkanı diyelim, bir
belediye meclisi diyelim, ola ki, biz burayı kat karşılığı inşaat şeklinde verirsek
şu kadar para kazanırız düşüncesine esir olabilirse, buna muvaffak olamasın,
yasal engel bulunsun diye Özelleştirme Yüksek Kurulu kararına bunu yazdım. Oraya, ikinci bir şeyi daha yazdım. Şimdi, orada 800
küsur işçimiz var. İşçilerle ilgili, aldıkları ücretler konusunda kamuoyunda
zerre kadar benden şikâyet duymadınız, her seferinde de helali hoş olsun dedim;
ama, ne olursa olsun bunların suçu değildir, yeterince teknolojik yatırım
vaktiyle yapılmamışsa, bu insanlar onbeş yıldır, yirmi yıldır burada
çalışıyorsa, devlet de Anayasasında sosyal devlet ilkesini kabul etmişse, bu
hükümetin adı da 57 nci cumhuriyet hükümeti ise, o zaman bu kurallara riayet
etmesi gerekir dedim ve o 862 işçimizden, kendi arzusuyla emekli olanlar ya da
ayrılanlar dışında, kalanlarla ilgili hukukî statü netleşinceye dek, bu
Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı uygulanamasın dedim; yani -Bursa Teksif
Sendikası temsilcisi arkadaşlarımız da geldiler- sonuçta, buradaki sendikayla
işçilerimizin kaderine ilişkin hukukî bir çözüm bulup, onlarla el sıkışıp
helalleşinceye kadar da bu karar uygulanmasın demişim. Şimdi, Bursa'da 320
dönümdür, şu kadar trilyon edebilir, SİT alanıdır, Büyük Atatürk'ün hatırası
vardır, hakikaten cumhuriyetin ilk yıllarında simge kuruluşlardan birisi
olmuştur; hepsine evet; ama, sonuçta, biz, orada çalışan işçinin kaderiyle
ilgili bir düzenlemeyi öngörmüşsek, sonuçta Büyükşehir Belediyemize, öncelikle
eğitim, sonra kültür, sanat, spor alanlarında Bursalının menfaatı olması amacı
güdülerek düzenleme yapma yetkisini vermişsek; ama, mutlaka da, Uludağ
Üniversitemizin orada tekstil mühendisliğiyle ilgili arzusunu da gerekçemizde
yazmışsak, ben şimdi bunun takdirini, değerli milletvekili arkadaşlarıma,
sizlere bırakıyorum,; adalet anlayışınıza bırakıyorum. Bu, acaba peşkeş çekmek
olarak mı algılanmalıdır; yani, Bursa'nın malını, Bursa'daki yerel
yönetimlerin, valiliğin, üniversitelerin de rızasıyla, üstelik Bursa
milletvekili arkadaşlarımızla da bu şekilde mutabakat sağlandıktan sonra
vermek, acaba peşkeş olarak mı adlandırılmalıdır?! Değerli milletvekilleri, Sayın Faruk Çelik
"efendim, 9 milyar küsur dolar gelir elde edildi, 8 milyar küsur
harcama..." Artık bu klasik söylemi, özelleştirmeyle ilgili kim
konuşacaksa, lütfen bırakmalıdır. Doğrudur; 9 milyar dolara yakın, biraz daha
fazla gelir elde edilmiştir; ama, hepiniz bilirsiniz ki, biz, işte demin
söyledim, 1 milyar 425 milyon dolar sadece Sümer Holdinge para akıtmışız bugüne
kadar -sadece benim dönemim değil, bizim dönemimiz değil, ondan önceki
dönemlerde de verilmiş- Türk Hava Yollarına 466 milyon dolar, Et ve Balık
Kurumuna 360 milyon dolar, ORÜS'e 247 milyon dolar, İSDEMİR'e o dönem
itibariyle 120 milyon dolar... Bunları da eklediğiniz vakit, biz, özelleştirme
kapsamındaki kuruluşlara, sermaye artışları için, bir; bir de, daha önce,
personel maaşını ödeyebilmek için, Hazine'den, KİT genel müdüründen para
isterlerken, kapsama alındıktan itibaren, bize geçince, biz para ödemişiz.
Dolayısıyla, bu gelirleri elde etmek için Özelleştirme İdaresinin ne kadar para
harcadığını sorarsanız -ki, sormak da lazım- yüzde 1 değildir; ihale
masrafları, personel masrafları, ilan masrafları gibi yasal zorunluluklar dahil
yüzde 1 değildir. Dolayısıyla, 9 milyar dolar gelir elde etmek için 8,9 milyar
dolar harcadı demek -benim lisanla ilgili tavrımı bilirsiniz, o
"peşkeş" sözünü bile kullanırken, doğrusu, rahatsızlık duyuyorum- en
azından, ya konuyu yeterince incelememektir ya da ne bileyim, önyargılı
olmaktır diyeyim. Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu işçiler
meselesinde, özellikle Merinos meselesinde de, konunun polemik konusu
yapıldığını biliyorum; onun için de, Bursa'da, önümüzdeki günlerde -sözüm var-
Uludağ Üniversitesinde, özelleştirme konferansı vereceğim. Toplumsal adalet dediğimiz zaman, ideolojilerimiz işin
içine karışırsa, rakamlar bizi mahcup eder. Bakınız, Devlet İstatistik
Enstitüsünün "istatistikî bilgiler" başlıklı 2000 yılı rakamlarını
-yazılış sırası böyle olduğu için öyle okuyorum- okuyorum: Bu devlet, emeklilik
ikramiyesi olarak, Genelkurmay Başkanına, yirmibeş yıllık hizmet için 15 852
200 000 lira, milletvekiline öyle,
kuvvet komutanına 15 615 800 000, Anayasa Mahkemesi Başkanına 13 000 961 000,
Diyanet İşleri Başkanına 12 818 400 000, valiye 12 milyar 818 milyon, genel
müdüre, rektöre 12 milyar 582 milyon, profesöre 12 milyar 582 milyon -fazla
uzatmayayım- yirmibeş yıllık hizmet karşılığı bir öğretmene 7 125 100 000, bir
polis memuruna 4 558 190 000 lira ödeyebiliyor. Ben, eğer, Sümer Holdingte,
kendim emekli edersem idare olarak, 17 milyar 567 milyon lira ödüyorum, kıdem
tazminatı olursa 16 milyarı geçiyor. Petkim'de geçen hafta 20 milyar ödedik düz
işçiye. Bugün, Merinos'ta 1 milyarı geçiyor giydirilmiş ücretin devlete,
idareye maliyeti. Ben, bütün milletvekili arkadaşlarıma şunu soruyorum.
Bakın, oradaki 800 işçinin kaderiyle ilgili, idareyi, belediyeyi, başka
kurumları da, bizden sonraki dönemlerde de bir yanlışlık olmasın düşüncesiyle
bağlamış olduğum için, gönül huzuruyla söylüyorum: Bugün, oradaki 800 işçiyi
düşünmek, elbette hepimizin vicdanî borcudur; kabul. Şimdi, Bursa'da tekstilde
80 000 işçi var mı diye sorduğum vakit Bursa milletvekili arkadaşlarıma
"evet, vardır" dediler. Peki, 150 milyon lira maaş alan kaçıdır
dediğim vakit, onun bile altında maaş alan 80 000'e yakın işçimiz var. Peki,
ben, Bursa'da, diyelim belediye hoparlöründen -klasik söylemle- ayda 150 milyon
lira maaşa çalışmak isteyen var mı ey Bursalılar desem, acaba kaç kişi gelir,
300 bin, 400 bin, 500 kişi bin gelir mi dediğim zaman "evet, gelir"
diyorlar. Ben bu rakamları size söyledim; Genelkurmay Başkanından
başlamış, ta polis memuruna kadar, Devlet İstatistik Enstitüsü sıralamış,
içinde valisi var, içinde hâkimi, savcısı, profesörü, öğretmeni, vaizi, Diyanet
İşleri Başkanı gibi, her biri bence şerefli olan bu meslekleri icra edip de
yirmibeş yıl sonunda bu rakamı alabilen insanlar var; acaba, özelleştirme
kapsamındaki bu kuruluşlarda, Petkim'de 20 milyar, Sümer Holdingte 16,5 milyar,
SEKA'da 16,5 milyar; ama buna bir de uyum tazminatı eklendiği vakit, 8 ay
263'er milyon lira; ne dememiz lazım, bunu da dikkatlerinize getirmek
istiyorum!.. Demek ki, biz, bu kamu mallarını, kamu kurumlarını,
geçmişte, özellikle cumhuriyetin ilk dönemlerinde büyük fonksiyon görmüş bu
kurumları, öyle, ver kurtul mantığıyla değerlendiremeyiz; çünkü, biz, kimin
malını kime veriyoruz! Bizi bağlayan, bizden
sonrakileri de bağlaması gereken yasalar var. Haa, biz bunları ne
pahasına olursa olsun satmaya çalışalım da Özelleştirme İdaresi olarak... İşte
Sayın Başbakanımızın bütçe konuşmasında söylediği gibi, bundan önceki hükümetler
dönemindeki, diyelim onbeş yıllık geliri elde etmiştir, başarılıdır, sözünde
yer aldığı gibi, söz gelişi 500 milyon dolar daha fazla özelleştirme geliri
elde etmeyi istemez miydik, 500 milyon dolar daha fazla getirdiğimizde bize
daha fazla başarılı olmuş sayılma şansı getirmez miydi; getirirdi; ama, kabul
edin ki, Nevşehir Belediyesindeki o 30 küsur dönümlük yeri, biz, ihale
mantığıyla, sadece para kaygısıyla satmaya çalışsaydık, satardık, alan insan
da, orada kat karşılığı inşaat yapma arzusunda olan insan olurdu ve belediyenin
karşısına o şekilde dikilirdi. Şimdi, Kayseri'de 1 milyon metrekare yeri verirken,
Bakırköy'de, Beykoz'da, İzmir'de, yurdun değişik yörelerinde, üniversitelere,
kamu kuruluşlarına... Ben söyleyeyim, 50'den fazla yeri Millî Eğitim
Bakanlığına vermişiz, İçişleri Bakanlığına vermişiz. Kayseri'de ilçe emniyet
amirliği yapılacak, bütçe dediğiniz vakit, mevcut bürokratik zihniyet
içerisinde, üç yılda, dört yılda inşaat bitecek, her sene eskalasyonu var,
fiyat artışı var, 15 trilyona gelebilecek... Ben sordum, kaça satabiliriz bunu
diye araştırma yaptım; 1 trilyona ancak satabileceksek, 14 trilyonu, ben bu
devletin kesesinden çıkarmam dedim ve İçişleri Bakanlığına ben kendim müracaat
ederek, bize dilekçe verin, böyle bir yerde, devletin bu görevini de üstlenecek
bir mekânı sağlayalım dedim. Onun için, eğer buna peşkeş diyorsanız, ben de elinsaf
derim! Hepinize saygılar sunarım. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Devlet Bakanımız Sayın
Yalova'ya. Sayın Ahmet Sünnetçioğlu'nun çok kısa bir söz talebi
var. Yalnız, Sayın Sünnetçioğlu, lütfen, Bakanla aranızda bir yeni tartışmaya
meydan verecek şekilde olmasın, soru da olmasın. Fikrinizi saygıyla dinliyoruz;
buyurun. AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım. Çok kısa bir soru şeklinde, Bakanıma soracağım. Kendilerinin, 900 işçinin mağdur edilmeyeceği ve yeni
memur alımlarında bu işçilerin memur olarak değerlendirileceği şeklinde, Bursa
yerel gazetelerinde çıkan bir beyanatları var. Acaba, bu değerlendirme ya kıdem
tazminatı ya memuriyeti seçme şeklinde mi olacak; yani, birinden birini seçme
şeklinde mi olacak; bir. İkincisi, yine, Bursa'da yerel gazetelere yansıyan
şekliyle "Bursalılara en büyük armağanı verdik; Bursalılar, artık, bunları
en güzel şekilde değerlendirirler" diyor. Acaba, Merinos, Büyükşehire
verilirken, herhangi bir fizibilite çalışması yapılmadan, değerlendirme
yapılmadan mı verildi şeklinde soruyorum. Yani "bundan sonra
değerlendirsinler" diyor. Sayın Başkanım, teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Bildiğiniz gibi, gündemdışı soru ve cevap yok. Bunu,
Sayın Bakan, takdir eder, size bildirirler. Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır. Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair önerge
vardır; okutuyorum: B) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Amasya Milletvekili Ahmet
İyimaya'nın (6/1014) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldı-ğına ilişkin
önergesi (4/289) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 401 inci
sırasında yer alan (6/1014) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. Ahmet İyimaya Amasya BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir. Bir gensoru önergesi vardır; önerge, daha önce
bastırılıp, sayın üyelere dağıtılmıştır; şimdi, önergeyi okutuyorum : C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. –
Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız ve 31 arkadaşının, enerji
alanındaki yolsuzluk ve usulsüzlüklerin ortaya çıkarılmasında ve Teftiş Kurulu
raporlarının uygulanmasında görevinin gereklerini zamanında yerine getirmediği
iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer hakkında
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Türkiye, son zamanlarda her gün yeni bir yolsuzluğun ve
operasyonun ayak sesleri ile uyanmaktadır. Bugünkü iktidarın başarılı olduğu
tek icraatı, yapılan yolsuzluk ve usulsüzlükleri örtbas etmek için göstermiş
olduğu dirençtir. Kamuoyu, devleti soyanların nasıl ve kimler tarafından himaye
edildiğini hayret ve ibretle izlemektedir. Enerji darboğazından ve krizinden
nasıl çıkacağımızın plan ve programını yapması gerekenler, bu gerçeği bir
kenara bırakarak, yolsuzluğun ve usulsüzlüğün planını ve programını
yapmışlardır. Bunun en son örneği, enerji alanındaki yolsuzluklarda
görülmüştür. Bu operasyonun sonucunda, enerjideki yolsuzluğun boyutu
ile nasıl görevi kötüye kullanıldığının örnekleri sergilenmiştir. TEAŞ, kendisine ait hidroelektrik, termik ve doğalgaz
çevrim santrallarında elektriği ortalama 6 cente mal ederken, ENER, İDİL, KEY
ve AKSA gibi özel teşebbüslerden kilovat/saat başına 11,104 cent ile 19,183
cent arasında değişen fiyatlardan elektrik almış ve bu kadar yüksek fiyatlarla
aldığı elektriği daha düşük fiyatlarla satmasıyla da, kurum trilyonlarca
liralık zarara uğratılmıştır. Rejim tartışmasına dönüştürülen Beyaz Enerji Operasyonu
kapsamında gözaltına alınan ANAP'lı Devlet eski Bakanı Birsel Sönmez, TEAŞ eski
Genel Müdürü Muzaffer Selvi, TEAŞ eski Genel Müdür Yardımcısı Ünal Peker ile
Karadeniz Enerji Şirketinin sahibi Doğan Karadeniz tutuklanarak cezaevine
konulmuştur. TEAŞ yönetimi ile ilgili olarak ilk bakanlık teftiş
kurulu raporu 1999 yılında Sayın Bakana intikal ettirilmiştir. Söz konusu raporda özetle şu ifadelere yer
verilmektedir: "...dikkati çeken önemli bir hususun da, kurum
zararına sebebiyet veren bu uygulamaların, incelememize konu on yıllık periyot
içinde, sadece 1997 yılı ve sonrasında yoğun bir şekilde aynı kişilerden oluşan
bu yönetim kurulunun, yönetmeliğe aykırı şartnameleri uygulamaya koyup, buna
dayalı olarak yapılan ihalelerde daha ucuz teklifleri gözardı ederek, eskale
edilmemiş fiyatlarla 3,5 trilyon gibi önemli miktarda kurum zararına sebebiyet
verdiği, yapılan ihaleleri son karar mercii olarak onayladığı, bu hususlar göz
önüne alındığında, anılan kişilerin kurum menfaatlarını koruyamadıkları, kurum
kaynaklarını verimlilik ve kârlılık ilkelerine uygun olarak yönetmedikleri
sonucunun ortaya çıktığı, dolayısıyla anılan kişilerin yönetim kurulu üyeliği,
genel müdür ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulunmalarının sakıncalı
olduğu..." Bu kadar inandırıcı ifadelerin yer aldığı teftiş kurulu
başkanlığı raporu ile ilgili olarak, Sayın Bakan, bu raporu gereği yapılmak
üzere TEAŞ Genel Müdürlüğüne gönderdiğini iddia etmektedir. Aradan dokuz ay
geçmesine rağmen müfettiş raporu ile ilgili herhangi bir işlem yapılmadığı
için, Eylül 2000'de bir müfettiş raporu daha Bakanlığa gönderilmiştir. Sayın Bakan Cumhur Ersümer'in davranışlarından
anlaşılıyor ki, ilk müfettiş raporlarındaki gerekçeler, TEAŞ'ın üst yönetimini
görevden almak için yeterli görülmemiş, ayrıca bu konuda ısrarda da
bulunulmamıştır. İkinci müfettiş raporundan sonra, bu adı geçen bürokratları
görevden almak için dört ay daha beklenmiştir. Hakkında düzenlenen müfettiş
raporunu, gereğini yapsın diye, soruşturulan ve görevden alınması talep edilen
Genel Müdüre göndermek, işin gereğini yapmak anlamını taşımaz. Eğer bir bakan,
müfettiş raporunu onaylayıp işleme konulması için sevk edecek kadar ciddî
buluyorsa, hukukun gereği rapora konu olan kişi ya da kişilerin soruşturma
sonuçlarına kadar açığa alınmasıdır. Bu konuda 1999 yılından 2001 yılına kadar
beklenilmiş olması, görevin kötüye kullanılması hususunu ortaya çıkarmıştır. Bugün görevden alınan ve yargılanan bürokratlar, Sayın
Bakanın onayıyla bu makamlara getirilmişlerdir. TEAŞ'ta yapılan hiçbir
uygulama, Sayın Bakanın bilgisi ve isteği dışında gerçekleşemez. Burada önemli
olan, bu kadar ciddî müfettiş raporlarının niçin aylarca bekletilmiş ve gereği
yapılmamış olmasıdır. Ayrıca, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığındaki
usulsüzlüklerle ilgili olarak Başbakanlık Teftiş Kurulunca hazırlanan ve 57
sayfadan ibaret olan 22 Mayıs 2000 tarih ve 18/0002, 20/2000-91 ve 25/00-08
sayılı soruşturma raporunun 55 inci sayfasındaki 3 nolu maddede
"...raporun gereklerinin yerine getirilmesini sağlamayan Sayın Cumhur
Ersümer hakkındaki değerlendirmenin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının
takdirlerine sunulması" gibi bir ifadenin yer aldığı, 24 Mayıs 2000'de
Başbakanlığa sunulmuş olmasına rağmen, suçlanan bakan hakkında herhangi bir
işlem yapılmadığı görülmüştür. Siyasî teamüllerin, demokrasinin gereği ve yapılmakta
olan tahkikatın selameti açısından Sayın Bakanın istifa etmesi gerekirken,
bugüne kadar bu sorumluluğu göstermediği ve hiçbir şey olmamış gibi hâlâ
bakanlık makamını işgal ettiği için, Yüce Meclisin ilgili bakan hakkında
gereğini yapması bir zorunluluk haline gelmiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Sayın M. Cumhur Ersümer hakkında Anayasanın 99, İçtüzüğün 106 ncı
maddeleri gereğince bir gensoru açılmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
BAŞKAN . – Bilgilerinize sunulmuştur. Önergenin görüşme günü, Danışma Kurulunca daha sonra
belirlenerek, oylarınıza sunulacaktır. Sayın Milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer
Alacak İşler" kısmına geçiyoruz. Bu kısımda yer alan, trafik kazalarının nedenlerinin
araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan
(10/139,14,126,132 ve 133) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 547
sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmelere kaldığımız yerden devam
edeceğiz. IV. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI A) GÖRÜŞMELER 1. – İstanbul
Milletvekili M. Murat Sökmenoğlu ve 32 Arkadaşı, Karaman Milletvekili Zeki Ünal
ve 19 Arkadaşı, İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın ve 32 Arkadaşı, DYP Grubu
Adına DYP Grup Başkanvekilleri Ankara
Milletvekili Saffet Arıkan Bedük, Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan ve
İçel Milletvekili Turhan Güven ile İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın ve 20
Arkadaşının Trafik Kazalarının Nedenlerinin Araştırılarak Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
Maddeleri Uyarınca Birer Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve
Meclis Araştırma Komisyonu Raporu (10/139, 14, 126, 132 ve 133) (S. Sayısı : 547) (1) BAŞKAN - Komisyonun ve hükümetin yerini almasını
bekliyoruz. Komisyon ve hükümet hazır. Hatırlanacağı üzere, müzakerelere, önce üç önerge
sahibinin konuşmalarıyla başlamıştık; daha sonra, Demokratik Sol Parti ve
Milliyetçi Hareket Partisi Gruplarının görüşleri ifade edilmişti. Şimdi, sırasıyla, Anavatan Partisi, Fazilet Partisi ve
Doğru Yol Partisi Gruplarının görüşlerini dinleyeceğiz; daha sonra da, iki
sayın milletvekili şahısları adına görüşlerini bildirecekler. İlk söz, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Aydın Ayaydın'a ait. Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. (1) 547 S.
Sayılı Basmayazı 16.1.2001 tarihli 44 üncü Birleşim Tutanağına eklidir. ANAP GRUBU ADINA AYDIN A. AYAYDIN (İstanbul) - Sayın
Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; trafik kazalarının nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi konusunda Yüce Meclisin
oylarıyla kurulmuş bulunan araştırma komisyonunun raporu üzerinde, Anavatan
Partisi Grubu adına, sizlere görüşlerimi sunmak üzere söz almış bulunmaktayım;
bu vesileyle, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. Sayın Başkan, değerli üyeler; bilindiği gibi,
Türkiye'de, yılda 200 000 dolayında trafik kazası, yılda 10 000 dolayında ölü
ve 100 000 dolayında yaralı insanlarımız, her yıl gündeme gelmekte ve
gerçekten, terörden sonra, Türkiye'nin başına en çok bela olan, trafik
kazalarıdır. Trafik kazaları sonucunda, yılda binlerce insanımızın hayatına son
verilmektedir. Bunların tabiî birçok nedenleri vardır. Bunların nedenlerinin
başında, trafik denetimi, karayollarındaki kör noktalar ve buna benzer birçok
nedenler gelmekte ve bu trafik kazalarının önü bir türlü alınamamaktadır. Meclisin gündemine, bu konuda birkaç kez araştırma
önergeleri verilmiş ve araştırmalar yapılmıştır; ama, verilmiş olan bu
araştırma önergeleri üzerine, bugüne kadar, sadece komisyonlar kurulup,
komisyonlarda bütün konu araştırılmakta, ama, onlar, sadece Meclisin
kütüphanesinde kalmaktadır; bu sorunlara çözümler bulmak için son derece önemli
yapısal birtakım tedbirlerin alınmadığı görülmektedir. Yine, sürekli olarak, trafik kazalarıyla ilgili
cezaların azlığı gündeme gelmektedir; ama, unutulmamalıdır ki, hiçbir zaman,
ceza sisteminde yapılacak değişiklikler tek başına trafik kazalarının önlenmesi
için yeterli değildir. Elbette, cezaların ağır olması gerekir; ama, bunun
yanında, bence, en önemli konulardan bir tanesi de eğitim sorunudur. Eğer,
okulöncesi eğitimden itibaren, ilköğretim okullarında, ortaöğretimde ve
yükseköğretimde trafikle ilgili ciddî anlamda eğitim verilmiş olursa, sanıyorum
ki, bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de trafik kazaları
azalacak ve ölümle sonuçlanan bu kazaların sayısında önemli ölçüde düşme
olacaktır. Türkiye'deki istatistikle ilgili size birkaç bilgi
vermek istiyorum. 1955 yılında 7 493 kaza olurken, 2000 yılında 440 000
dolayında kaza olmuştur; yani, aradaki farka bakıyorsunuz, elbette, nüfus artış
hızıyla bunu oranladığınız vakit, çok daha fazla büyüyerek bu sayı
yükselmektedir. Yine, ölüm oranlarına bakıyoruz: 1955 yılında 1 247
ölüm varken Türkiye'de trafik kazalarında, 1999 yılında 4 606 ölümlü trafik
kazası meydana gelmiştir. Vermiş olduğumuz bu rakamlar, sadece trafik
kazalarının meydana getirmiş olduğu ölü sayıları değil, bu trafik kazalarının
hemen sonunda meydana gelen ölümlere ait sayılardır; bir de yaralanan insanlar
vardır; bunlar da, bu tarihi takip eden diğer dönemlerde, bir ay sonra, iki ay
sonra, üç ay sonra trafik kazasından dolayı ölmekte ve bunlar, bu
istatistiklerin içerisinde, maalesef yer almamaktadır. Sadece kaza sayısı ve ölüm sayısı değil, bunun yanında
bir de maddî hasarlarla, ülkemizin ekonomik kaynaklarına olumsuz yönde çok
önemli etkileri olmaktadır. Bir örnek vermek istiyorum: 1999 yılında Türkiye'de
meydana gelmiş olan trafik kazalarından dolayı 142 trilyon liralık maddî hasar
meydana gelmiştir. Bir de, 142 trilyon liralık maddî hasarın yanına, o trafik
kazasına karışan araçların trafikten ayrı kalmasının getireceği ekonomik boyutu
da hesaba kattığımızda, bunun Türk ekonomisini negatif yönde ne kadar etkilemiş
olduğunu çok açık bir şekilde görmekteyiz. Türkiye'deki trafik kazalarını, gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerin istatistiksel rakamlarıyla karşılaştırdığımızda, çok ilginç
sonuçlarla karşılaşmaktayız. 1985 yılında Almanya'da 360 000 yaralanmalı ve
ölümlü trafik kazası meydana gelmiş iken, aynı yıl Türkiye'de 34 774 adet kaza
meydana gelmiştir. 1998 yılında yine Almanya'da 377 000 adet trafik kazası
meydana gelmiş iken, aynı yılda Türkiye'de 65 245 adet trafik kazası meydana
gelmiştir. İlk bakışta bu gelişmiş ülkelerin kaza sayısı Türkiye'den fazla gibi
gözükse de, o ülkelerdeki araç sayısı ve Türkiye'deki araç sayısını mukayese
ettiğinizde, Türkiye'de Almanya'nın onda 1'i oranında araç olmasına rağmen,
nerdeyse kaza adetleri birbirine eşdeğerdir. Bu da, bu istatistiklerin,
Türkiye'deki trafik kazalarının sayısının önümüzdeki dönemlerde alınacak
tedbirlerle ancak düşebileceğini ortaya koymaktadır. Bir de, Türkiye'de meydana gelmiş olan trafik
kazalarının en önemli unsurlarından bir tanesi, dikkatimizi çekenlerinden bir
tanesi, özellikle bayram tatillerinde veyahut uzun süreli tatillerin gidiş ve
dönüşlerinde çok önemli sayıda trafik kazalarının meydana gelmesidir. 1998
yılında sadece ramazan bayramı tatilinde 92 ölü, 173 yaralı; 1999 yılında yine
ramazan bayramı tatilinde 239 ölü, 318 yaralı; 2000 yılında 78 ölü, 177 yaralı.
Üç yıl boyunca, 1998, 1999 ve 2000 yılının ramazan bayramı tatilinde 409 ölü,
668 yaralı. 1998 yılında kurban bayramında 216 ölü, 680 yaralı; 1999 yılının
kurban bayramında 190 ölü, 340 yaralı; 2000 yılının kurban bayramında 177 ölü,
275 yaralı. Görülmektedir ki, uzun süreli tatillerin gidiş ve
dönüşlerinde inanılmaz derecede yüksek rakamlarda kazalar oluşmakta ve birçok
insanımızın hayatına son verilmektedir; bu da, bayram tatillerinde, biraz daha
detaylı ve yapısal boyutta önlem alınmasının gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.
Değerli Meclis üyeleri, trafik kazalarının ölüm
sayılarında Türkiye, gelişmiş ülkelere oranla çok daha yüksek bir istatistik
ortaya koymaktadır. 1985 yılında, Türkiye'de 5 680 ölü varken, Almanya'da 10
070, İngiltere'de 5 342 ölü var; ama, aynı ülkelerin bugünkü sayılarına
bakıyoruz -2000 yılına bakıyoruz- 1998'deki sayılarla mukayese ediyoruz:
Türkiye'de 1998 yılında 4 935 olan ölü sayısı, 1985 yılında 5 680 idi; 1980
yılı ile 1998 yılı arasında ölü sayısında yüzde 14 dolayında bir azalma meydana
gelmiştir; ama, diğer ülkelerinkine bakıyoruz, 1985 yılında Almanya'da ölü
sayısı 10 070 iken, bugün için 7 000 düzeyine gelmiştir; burada yüzde 23
oranında azalma vardır. Trafik kazaları sonucu ölüm oranında, İngiltere
istatistiklerinde yüzde 33, Fransa'da yüzde 36, İspanya'da yüzde 34 oranında
azalma vardır. Değerli milletvekilleri, trafik kazalarının
önlenmesinde, tabiî ekonomik boyut son derece önemlidir. Trafik kazalarının
önlenmesiyle ilgili olarak, gerek İçişleri Bakanlığı ve gerekse Karayolları
Genel Müdürlüğü bütçelerine önemli ölçüde ödenek konulması gerekmektedir.
Türkiye'de var olan karayollarındaki kara noktaların iyileştirilmesine yönelik
çalışmaların ve çift yolların, otobanların yapılabilmesi için, Karayolları
bütçesine önemli ölçüde ödenek konulması gerekmektedir; ama, son yılların bütçe
ödeneklerine bakıyoruz, Karayolları Genel Müdürlüğüne genel bütçeden ayrılan
pay gittikçe azalma göstermiş. 1960 yılında Karayollarının genel bütçeden almış
olduğu pay yüzde 13,3, 1979 yılında yüzde 7,7, 1985 yılında yüzde 3,5, 2000
yılında Karayollarının genel bütçeden almış olduğu pay yüzde 1,2. Yüzde 1,2'yle
trafik kazalarının önlenmesi konusunda Karayolları Genel Müdürlüğünün yapacağı
iş, ancak bu kadar olacaktır. Bu bakımdan, mutlaka, Karayollarının genel
bütçeden almış olduğu payın artması gerekmektedir. Yüce Meclisin değerli üyeleri, gerçekten, son yıllarda
ulaşım türlerine baktığımızda, karayollarının payı gittikçe artmaktadır.
Karayollarının taşıma payı yüzde 95 seviyesindedir. Dünyanın hiçbir yerinde hem
insan hem de yük taşımasının bu denli karayollarıyla yapıldığı başka bir ülkeye
rastlamak mümkün değildir. Türkiye'de, mutlaka, demiryollarının
geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Ulaşım araçları olarak, mutlaka,
demiryollarından faydalanmamız gerekmektedir. Üç tarafı denizlerle çevrilmiş
olan Türkiye'nin, denizyollarından da, mutlaka, istifade etmesi gerekmektedir.
Karadeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi ve Akdeniz'den yararlanılması; alınacak
feribotlarla, yük gemileriyle, mutlaka, denizyolu taşımacılığına önem verilmesi
gerekmektedir. Çünkü, demiryollarında ve denizyollarında, kaza oranı her zaman
daha azdır. Türkiye'de, 1992 yılında, demiryollarındaki toplam kaza sayısı 954
iken, 1999 yılında, 432'ye düşmüştür; bu da, demiryollarının ne kadar güvenli
olduğunu ortaya koymaktadır. Demiryollarımız, 8 607 kilometresi ana hat olmak üzere,
tali hatlarla birlikte, 10 500 kilometreye ulaşmaktadır. Bunun 4 086
kilometresi, sadece, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılmıştır. Yine, 1923 ve
1950 yılları arasında, 3 271 kilometrelik demiryolu yapılmış, geriye kalan
yaklaşık 2 000 kilometrelik demiryolu da, 1950 yılından 2000 yılına kadar
yapılmıştır; yani, 50 yıl içerisinde de, sadece ve sadece, 2 000 kilometrelik
demiryolu ağı kazandırılmıştır. 1955 yılında, yüzde 24 olan demiryolu yolcu
taşıma payı, 1996 yılında, yüzde 3'lere gerilemiştir; bu da, Türkiye'nin,
demiryoluna ne kadar önem verdiğini, çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Türkiye'de, otomobil sayısı hızla artmaktadır.
Türkiye'de, 4 452 000 adet otomobil ve 3 907 000 adet de diğer araçlar olmak
üzere, toplam 8 359 000 adet araç vardır; bu da, otomobil sayısının gelişmiş
ülkelere göre daha yüksek olduğunu; fakat, otomobil dışındaki diğer nakil
vasıtalarının sayısının da, diğer ülkelere göre daha fazla olduğunu ortaya
koymaktadır. Yani, gelişmiş ülkelere oranla, ters bir orantı ortaya
koymaktadır. Türkiye'de 1 000 kişiye 136, Almanya'da 616, İspanya'da
568, Belçika'da 547, İsveç'te 520 ve İsviçre'de 627 araç düşmektedir. Yani,
Türkiye'de her 1 000 kişiye 136 araç düşmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin
istatistiklerine baktığımızda, genellikle, bu sayı 500'ün üzerindedir. Yani,
gelişmekte olan ülkelerde araç sayısı daha fazla olmasına rağmen, Türkiye'de
olduğu gibi, karayollarında bu kadar sıkışıklığın ve şehiriçi trafiğinde bu
kadar keşmekeşliğin olduğu bir başka ülke görmek mümkün değildir. Bu sorunlar
da, altyapının bozukluğundan meydana gelmektedir. Bugün, İstanbul, Ankara ve
İzmir gibi büyük şehirlere baktığımızda, gerçekten, belediyelerin, üzerine
düşen görevi yapmadıkları görülmektedir; imar durumları yapılırken, bu, gözardı
ediliyor, otoparklara çok fazla önem vermiyoruz. Halbuki, belediyelerin, bir
inşaata izin verildiği vakit, mutlaka, o binanın altında, o binanın ihtiyacına
cevap verebilecek nitelikte ve o sayıda park yeri yapma zorunluluğunu getirmesi
gerekmektedir; ama, maalesef, bu yapılmamaktadır, bütün araçlar yollarda park
etmektedir. Türkiye'deki taşımacılığın türleri... Amerika Birleşik
Devletlerinde karayolu yüzde 27,2, demiryolu yüzde 38,3; Almanya'da karayolu
yüzde 58,2, demiryolu yüzde 22... Türkiye'ye bakı-yoruz: Türkiye'de karayolu
yüzde 95, demiryolu yüzde 3. Başka bir ülkede bu kadar ters bir ilişkiyi görmek
mümkün değildir. Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, trafikle ilgili
birçok bakanlık ve birçok kurum yetkili durumdadır; sorunlarının asıl nedenleri
de buradan kaynaklanmaktadır. Türkiye'de, trafikle ilgili kurum ve kuruluşların
sayısı oldukça yüksektir; Karayolları Güvenliği Yüksek Kurulu vardır,
Başbakanın başkanlığında toplanır; ama, bunu, yeterince işleyen bir kurul
olarak karşımızda görmüyoruz. Bunun dışında, Karayolları Trafik Güvenliği
Kurulu vardır, Emniyet Genel Müdür Yardımcısının başkanlığında toplanan bir
kuruldur, her ay sürekli olarak toplanmaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğünün
trafikle ilgili teşkilatları vardır, Jandarma Genel Komutanlığının trafikle
ilgili birimi, Karayolları Genel Müdürlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı, Sağlık
Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Orman Bakanlığı,
belediye trafik birimleri, il ve ilçe komisyonları ve sivil toplum örgütleri
trafikle ilgili yetkili olan kuruluşlardır. Bu kadar dağınık bir görevlendirme,
bu kadar dağınık bir teşkilatlandırmayla bugünkü trafik sorunlarının üstesinden
gelmemiz mümkün değildir. Bunların mutlaka yasal bir düzenlemeyle gözden
geçirilmesine ihtiyaç vardır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun mutlaka
bu yönüyle değiştirilmesinde yarar vardır. Bunların dışında, trafik kazalarının en önemli
nedenlerinden bir tanesi de, denetimlerle ve karayollarındaki kara noktalarla
ilgilidir. Bunların mutlaka gözden geçirilmesinde yarar vardır ve Türk Ceza
Yasasının mutlaka ilgili maddesinde, 455 inci maddede değişiklik yapılmasında
yarar vardır. Türkiye'de trafik kazasıyla ölümlere sebep olmanın
cezası hemen hemen yok denecek kadar azdır. Zaten, ülkemizde bütün suçların
cezaları azdır. Mevcut yasalar otuz, kırk kez ve hepsi de sanıklar lehine
değiştirilmek suretiyle bu durum yaratılmıştır. Kanun tanımaz insanlar
yüreklendirilmiş, suç özendirilmiştir; ayrıca, çıkarılan aflarla suçlular her
zaman ödüllendirilmiştir. Halen yürürlükte bulunan Türk Ceza Yasasının 455 inci
maddesi; dikkatsizlik ve tedbirsizlikle bir kişinin ölümüne sebep olana 2
seneden 5 seneye kadar, birkaç kişinin ölümüne sebep olana da 4 yıldan 10 yıla
kadar hapis cezası öngörülmektedir; ama, maalesef, genellikle, cezalar alt
limitten verilmektedir. Bir de, kusur oranları eğer 8'de 8 çıktığı takdirde bu
oranlar geçerlidir; 8'de 8 olmazsa, bu cezalar o oranda daha da düşürülmektedir.
Ayrıca, Türk Ceza Yasanının 59 uncu maddesi hemen hemen her halde kullanılmakta
olduğundan ve infaz yasasıyla ilgili işlemlere tabi tutulduğundan, trafik
kazasıyla ölüme sebebiyet veren insanların hemen hemen ceza almadığını söylemek
mümkündür. Son olarak, sürücü kurslarıyla da ilgili birkaç
söylemek istiyorum. Gerçekten, bugün, sürücü kursları arzu edilen seviyede
maalesef eğitim verememekte ve gerekli ölçüde denetlenememektedir. Daha önce,
sürücü belgeleri, Emniyet Genel Müdürlüğü trafik tescil daireleri tarafından... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen, toparlayınız. Buyurun. AYDIN A. AYAYDIN (Devamla) - ... verildiğinde,
gerçekten, insanların büyük bir bölümü hak ederek sürücü belgelerini
almaktaydı; ama, bugün, sürücü kurslarının çoğalmasıyla birlikte -he-pimiz, çok
yakınımızdan bunları kesinlikle açık bir şekilde müşahede edebiliriz ki- hiç
sürücü kurslarına gitmeden sürücü belgesi alan insanlar vardır; hatta, sürücü
belgesi aldıktan sonra araba kullanmasını öğrenen insanlarımız vardır; mutlaka,
bu konunun üzerinde durulmalı ve bununla ilgili yasal düzenleme yapılmalıdır. Sürücü kursları mutlaka denetim altına alınmalı ve
bunlar, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı özel okul hüviyetinde bulundurulmalıdır.
Bugün, Millî Eğitim Bakanlığı, sürücü kursları üzerinde denetim görevi
yapmakta; ama, Millî Eğitim Bakanlığı müfettişleri sürücü kurslarına gidip
denetim yaparken, İstiklal Marşının ne tarafta asılması gerekiyor, tahta nerede
duracak, bunları denetliyor; yoksa, trafiğin içeriğiyle ilgili herhangi bir
denetim yapmamaktadır. Ben, araştırma komisyonunun büyük bir özveriyle hazırlamış olduğu bu araştırma
raporundan gerekli ölçüde yararlanılacağına inanıyorum ve mutlaka, bu rapor
sadece kütüphanede kalmamalı, bununla ilgili yasal düzenlemenin yapılmasında da
yarar olacağına inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ayaydın. Gruplar adına dördüncü söz, Fazilet Partisi Grubu
adına, Bingöl Milletvekili Sayın Hüsamettin Korkutata'ya aittir. Buyurun efendim.(FP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. FP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; trafikle ilgili araştırma komisyonunun raporu
üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, trafik kazalarında, yılda 1 milyon
300 bin ile 1 milyon 500 bin arasında insan hayatını kaybetmekte, 15 milyon ile
20 milyon arasında insan da yaralanmakta ve sakat kalmaktadır. Bu düşünüldüğü
anda, insanın beyni zonklamaya başlıyor. Zira, 1,5 milyon insan ölecek ve
dünyanın sorunu olacak bu sorun; ama, dünyada, bu konuda ciddî bir dayanışmanın
olmayışı, hakikaten beni üzmektedir. Evet, sorun, evrensel bir sorundur,
uluslararası bir sorundur, dünyanın, bu konuda mutlaka dayanışma içine girmesi
şarttır. Eğer bir yerde, herhangi bir afet nedeniyle, 5 000, 10 000 insan
ölürse, dünya halkı oraya koşmakta ve onu düzeltmek için elinden geleni
yapmaktadır. Oysa, bu konu, tedricen olduğu için, sanki hiç kimseye bir şey
olmamış gibi görünüyor. Dünyada, her gün, 2 700 insan hayatını kaybediyor.
Bizim ülkemizde de, 40-45 dakikada -burada 55 dakikada demişiz; ama,
istatistiklere yansımayan çok şey var- 1 insan ölmekte. Şu anda bu Mecliste
olmayan arkadaşlar, trafik konusuna ilgi göstermeyen arkadaşlar eğer
dışarıdaysalar her an bir trafik kazasıyla karşı karşıya gelebilirler. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Allah korusun! HÜSAMETTİN KORKUTATA (Devamla) - Evet, Allah korusun,
herkesi korusun, arkadaşlarımızı da dünyadaki tüm insanları da. Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; elbette, trafiğin bu
memlekete getirdiği, bütün dünyaya getirdiği maddî ve manevî çok büyük sorunlar
vardır. Tabiî ki, evlatlarını, yakınlarını, canlarını ciğerlerini kaybedenler,
olayı yıllar yılı unutamazlar. Belki içlerinde bir ukde olarak kalır ve trafik
denildiği zaman gözlerindeki yaşlar şıpır şıpır akmaya başlar. Maddî yönden
ise, belki, aç, perişan dolaşan binlerce işsizin olduğu bir ülkede
katrilyonlarca para heder olur. Bu konuda, dünyada, gerçekten önlem alan
ülkelerin en başta ulusal planlar yaptıklarını, kendi uluslarına ait ciddî
planlar yaptıklarını görüyoruz. Oysa, bizim ülkemizde ciddî bir plan yoktur;
üzülüyoruz. Ben rakamlara girmeden buna değinmek istiyorum. Bakın değerli arkadaşlar, Ulusu hükümeti zamanında bir
plan yapılmış, ulaştırma anaplanı. Bu planda hedefler konulmuş; ama, bütün
dünyada bir daha emsali yoktur ki, bu plan tam tersine işlemiş; yani,
demiryollarının payını 30'lar civarına çekmek, denizyollarının payını 20'lerin üzerine,
27'lere çekmek, karayollarının payını 36'lara düşürmek gibi konulan hedefler
varken, maalesef, yük taşımacılığında karayolları 90'lara vurmuş ve yolcu
taşımacılığında 96'ya çıkmıştır. Bu, dünyada emsali görülmemiş bir şeydir.
Kendi kendimize acaba niye böyle oluyor diye düşünüyoruz. 1983-1993 arasında ilk defa bir plan yapılmış, sonra,
bu, 1995'e çekilmiş; ama, ondan sonra, her şey rezil rüsva olmuş. Bu
komisyonda, ben, niye böyle olmuş diye en çok bu konunun üzerinde durdum. Değerli arkadaşlar, bir baktık ki ne olmuş; eğer, bu
ülkede, bir planı tatbik etmek istiyor ve başarı elde etmek istiyorsanız, önce,
büyük rant sahibi olanlara pay vereceksiniz. Eğer, Türkiye Cumhuriyeti, ben
demiryollarının gelişmesi için vagon fabrikasını, ray fabrikasını, lokomotif
fabrikasını ya kendim kuruyorum veyahut da teşvik etmek suretiyle işte, Koç,
Sabancı veya birkaç kişiye, siz gidin yapın, ben bunun alıcısıyım, alacağım,
kullanacağım, parasını ben veriyorum deseydi, Türkiye'de karayolları
gelişmezdi, demiryolları gelişirdi, o zaman bu kadar kaza da olmazdı. Yine, Türkiye'de, hepinizin bildiği gibi, Antalya'da
her taraf deniz. 1,5-2 milyon turist geliyor, havaalanına iniyor, orada, bütün
sahil boyunca arabalar dizilmeye başlıyor. Asfalttır, çift yoldur, tek yoldur
diye sıkıntılar oluyor; ama, birkaç deniz otobüsü, gelen bütün bu yabancıları,
tüm kıyı boyunca hiçbir kazaya uğramadan daha emin bir şekilde götürür; ama,
eğer, bunun teşvikini vermiyorsanız, eğer, bazı rant çevrelerine, evet, size
para veriyoruz demezseniz, bu olmaz ve bu sıkıntılar da böyle devam eder. Değerli arkadaşlar, elbette ki her şey icra iledir. Siz
ne plan yaparsanız yapın, eğer bunu uygulayanlar gereğini yapmıyorsa orada
hezimete uğrarsınız ve bu planların, bu büyük rant çevreleri tarafından
etkilendiği, artık, gün kadar aşikârdır, açıktır ve nettir. Karayolundan yıllar
yılı rant elde edenler, karayollarına ne katmış diye bu komisyonda epeyce
araştırdık. Biz, hiç kimsenin karayollarını teşvik, bu karayollarına lastik
satmak, parça satmak, araba satmak, hep yeni modelleri teşvik etmek... 1998
modeli bırakıp 2001 modeli alanların zorlandıklarını gördük. Zorlanarak aldığı
bu arabadan dolayı, uykusuz, perişan; acaba nasıl öderim düşüncesi içinde
olanların da, çok daha büyük kazalar yaptığına şahit olduk, gördük, inceledik
değerli arkadaşlar. Böyle büyük sıkıntıların olduğu bir yerde, mutlaka ve
mutlaka alternatif ulaşım yollarının olması şarttır. Alternatif yolların
olması, birbiriyle rekabet edebilir şekilde olmasına bağlıdır değerli arkadaşlar.
Yani, siz, şimdi, bizim trenlerimiz var, raylı sistemimiz var, denizyollarımız,
gemilerimiz var, niye vatandaş gidip bunlarda seyahat etmiyor, yük taşımıyor
derseniz; bu haksızlıktır, bu yanlışlıktır. Eşyanın bir zaman değeri var
değerli arkadaşlar. Adam, Karadeniz'den balığını yüklediği zaman, belli bir
saatte, belli bir şekilde İstanbul'da veya Ankara'da olması lazım. Bir eşyanın,
belli bir zamanda pazarına ulaşması lazım. Demek ki, bunun, deniz veya
havayoluyla veya raylı sistemde demiryollarıyla ulaşması için zamanında gitmesi
lazım. 21 inci Asırda insanın zaman değeri, eşyanın zaman değerinden daha
azdır. Çünkü, ben, bugün olmazsa yarın giderim diyor ama, benim meyvem, benim
sebzem, benim etim bozulmadan, kokmadan, daha erken, zamanında yerine
gitmelidir; ama, maalesef, ne acıdır ki değerli arkadaşlar, bu yapılmıyor.
Dolayısıyla, karayolları tek başına yürümeye başlıyor. Demiryolları ve
denizyolları bu konuda herhangi bir şey yapamıyor. Değerli arkadaşlar, ayrıca, Türkiye'nin demiryolları 50
yaşında. 50 yaşında bir demiryoluyla zaten seyahat etmek imkânsızdır. Yüzde
70'i 50 yaşın çok çok üzerindedir, yüzde 20 küsurları ancak biraz daha gençtir.
Bunun da, mutlaka, bir an önce yenilenmesi gerekir. Bu konuya fazla girmek
istemiyorum; yalnız, şunu da söylemek istiyorum, ilk defa, İstanbul ve Ankara
arasında hızlı bir raylı sistem yapmak için faaliyete geçmişiz 1985'ten bu
tarafa; ama, kim engelliyor, nasıl engelliyor, bilinmez, bir adım bile
ilerlemiyor; tünellerin yapım işine henüz girişilememiş, rayların yapım işine
doğru dürüst girilememiş ve bu konuda doğru dürüst para da ayrılmamıştır. Değerli arkadaşlar, elbette ki, bu konuda, her şeyden
önce, para önemlidir. Bugün, toplutaşımacılığın teşvik edilmesi için,
Türkiye'nin kılının kıpırdanmadığını söylemek mümkündür. Raylı sistem yapmak
isteyen belediyelere, Karayolları, yolunu vermiyor, yolunu. İstanbul'daki E-5
karayolu üzerinde ben raylı sistem yapacağım diyen belediyeye, Karayolları
diyor ki, bana şu kadar katrilyon veya trilyon lira ver ki, ben, sana, burada
raylı sistem geçirmene müsaade edeyim. Değerli arkadaşlar, belediye, yurt
dışından para alacağım derse, Hazine diyor ki, yurt dışından ancak 500 milyon
dolar, Türkiye'nin bütün belediyeleri toplutaşımacılık için borçlanabilir veya
tüm alacaklar için borçlanabilir; bu, olması mümkün olan bir şey değil ki! Dünyanın en pahalı sistemi, raylı sistemdir ve bunun,
dünyanın hemen hemen bütün ülkelerinde teşvik edildiğini, merkezî hükümetler
tarafından finanse edildiğini de biliyoruz; çünkü, inceledik gördük değerli
arkadaşlar. Onun için, toplutaşıma bilincinin halkta oluştuğu gibi, devlette
de, merkezî hükümette de oluşması lazım. Ben, bunun, ciddî şekilde oluşmadığı
kanaatindeyim; yalnız bugün değil, dün de böyleydi, evvelsi gün de böyleydi,
bugün de böyle değerli arkadaşlar. Bizim, trafikle ilgili mevzuatımız da darmadağınık; 36
tane şu anda değişik değişik kanunlar, değiştirile değiştirile gelmiş; 11 defa
yalnız 2918 sayılı Kanun değiştirilmiş ve diğer kanunlar, yönetmelikler, şunlar
bunlar... Biz, komisyon olarak, bunları bir araya topladık; ama, bizim
amacımız, mevzuatın toplandığı iyi bir eser sunmak değil, hükümete de,
halkımıza da, uygulayanlara da yol göstermektir, yön göstermektir değerli
arkadaşlar. Onun için, ben, dikkat ederseniz, tamamen rakamların dışında, bazı
şeyler söylemek istiyorum: Evet, şunu hep söylemişimdir, yine söylemek
istiyorum; bu Meclis, ne zaman trafikle ilgili bir konu gelmişse buraya,
öncelikle onu çıkarmış; onun için 11 defa şu kanunu değiştirmiş. Niye; vebal
benim üzerimde kalmasın diye; ama, maalesef, bunların hiçbirisi, ciddî şekilde,
dünyanın arzu ettiği veya dünyada öngörülen şekilde, trafik kazalarını
azaltmamıştır. Değerli arkadaşlar, şunu da söylemek istiyorum:
Hakikaten, demin demiryolları dedik... Demiryolları riski en az olan; yani,
karayollarına göre 17 kat, havayollarına göre 27 kat daha az risklidir. .
Dolayısıyla, bu tarafa doğru yatırım yaparsak, ciddî bir plan yaparsak, risk
oranı da çok azalacaktır. Eğer, gerçekten, trafik kazalarında ölenlere değer
veriyorum diyorsa, bu hükümetin yapacağı ilk iş, bir plan yapmaktır, hedefleri
ciddî olarak koymaktır, bu hedefleri de takip etmek için elinden gelen her şeyi
yapmaktır. Maalesef, arkadaşlar demin anlattılar, dediler ki;
işte, bizdeki araç sayısı 9-10 milyon civarında, başka yerlerde bunun beş katı,
altı katı araç var, yolları da bizden çok fazla; ama, işte, bizde, gördüğünüz
gibi sıkıntı var. Değerli arkadaşlar, bizim toplumumuz -şunu açık ve net olarak
gördük ki- araca doymamış bir toplum. Adamın evinin önünde bir ufak arabası
varsa, toplutaşım aracına binip, işine gitmeye utanıyor, illa arabama binip
gideceğim diyor. Bizim toplumumuz aracını devamlı kullanıyor. Almanya'ya gidin,
cumartesi ve pazar günleri dışında sıkı bir trafik göremezsiniz. Fransa'da,
İngiltere'de, nüfusu bizimle eşdeğer olmasına rağmen ve bizden de onbeş kat
daha fazla araç olmasına rağmen, maalesef, bu sıkıntıyı, bu kadar göremezsiniz.
Onun için, bu toplumun, bu konuda, her şeyden önce eğitilmesi gerekiyor. Değerli arkadaşlar, elbette ki, sıkıntılarımız bu
konuda had safhadadır. Evet, polisimiz yeterince yoktur; yani, bir Londra
polisi kadardır veya başka bir ülkenin bir ilinin polisi kadardır. Jandarmamız,
ülkenin coğrafyasının hemen hemen yüzde 90'ına bakıyor; burada olmadı mı, bazen
bakı-yoruz ki -birkaç yerde şahit olduk- karayollarına da müdahale ettiğini
görüyoruz. Tabiî, herkesin kendi görevinin başında olması şarttır. Bu kanun
çıkarılırken özenle üzerinde durduğumuz konu budur; fakat, her şeyden önce bu
iki kesimin çok iyi eğitilmiş olması şarttır. Biz, bunun için bir okul
açılmasını şart koştuk. Okul açılmadı; ama, kurs gibi çalışıyor, o da iyi; ama,
mutlak şekilde okulların açılması şarttır değerli arkadaşlar. Eğitim dedim aklıma geldi değerli arkadaşlar; biz,
komisyona YÖK Başkanını çağırdık, geldi. YÖK Başkanına "10 000 veya 10
000'den fazla insan hayatını kaybediyor, siz, ülkenin üniversiteleri olarak bu
konuda ne yaptınız, ne yapmanız gerektiğini biliyor musunuz" dedik.
"Hiçbir şey yapmadık" dedi. "Ee, peki, ortaöğretimde ders
verecek kimse yok mu, yetiştirmediniz mi" dedik "hayır, böyle bir şey yok. Bir kanun olsaydı, kanun
koysaydınız, ben de yapsaydım" diye, bana göre, böyle yanlış bir ifade
kullandı. O zaman ben kendisine dedim ki: "Sayın Başkan, siz bu işin
farkında değilsiniz. Bu kanunun 125 inci maddesi size diyor ki, öğretmen
yetiştirin, öğretmen..." Ortaöğretimde ders koymuş, mecburî ders koymuş,
mecburî ders... Matematik için kanun yoktur, fizik için, kimya için kanun
yoktur, öğretmen yetiştirin demiyor; ama, 2918 sayılı Kanunun 125 inci maddesi
diyor ki: "Ortaöğretimde mecburen ders vereceksin." Peki kim ders
verecek; efendim, o ilde bulunan bir komiser gitsin bir okula, bir polis gitsin
bir okula, bir assubay gitsin bir okula, ders versin... Değerli arkadaşlar, hiçbir zaman, pedagojik formasyonu
olmayan bir insanın, bir ilkokul veya ortaokul öğrencisine ders vermesi mümkün
değildir. Bu konuda, Millî Eğitim Bakanının da -demin, trafikle ilgili konulara
gelip cevap veriyordu- görevini yapmasını istiyorum. Mutlak şekilde bu konunun
üzerine eğilmeli ve gereğini yapmalıdır değerli arkadaşlarım; çünkü,
memleketimizde en büyük sıkıntımızın eğitim olduğunu herkes söylüyor ve
biliyor. Değerli arkadaşlar, bu konuyla uğraşan sivil toplum
örgütleri var. Bu sivil toplum örgütlerinin yaptığı çalışmaların dışında, ne
radyolar ne televizyonlar ne de dernekler ciddî olarak görevini yapmıyor.
Bunların hepsinin, toplum içinde kendisine düşeni yapması şarttır. Biz, sivil toplum örgütlerine azıcık ilgi gösterdik,
topladık kendilerini birkaç yerde; tabiî, daha fazla katılım olsun diye...
Gördük ki, o sivil toplum örgütleri "bize görev verin, biz her şeye
hazırız" dediler. Dedik ki, siz, Türkiye'nin en modern acil kurtarma
istasyonunu kurabilir misiniz; helikopteri olacak, bütün kurtarma aparatları
olacak, anında müdahale edecek? "Evet, biz hazırız" dediler;
göğüslerine vura vura "biz hazırız, paramız da var, hemen yapmaya hazırız..."
Karayollarındaki bir arkadaşa görev verdik; dedik ki, siz, bu sivil toplum
örgütleriyle ilgilenin, bir araya getirin ve bu iş yapılsın. Demek oluyor ki, kimse bunlarla doğru dürüst
ilgilenmiyor. İlgilenildiği zaman, herkes göreve koşacaktır. Hepinizin malumudur, radyoların, televizyonların, kanun
gereğince, haftada yarım saat eğitici programlar yapmaları gerekirken,
programları, sırf YÖK'ten kaçmak için, gece saat 3'te, 5'te, bazen sabaha doğru
yaptıklarına şahit oluyoruz, çok çok üzülüyoruz. Bunların, mutlak şekilde, bir
müeyyideyle karşılaşmaları lazım. Gerekirse, RTÜK bunları kapatmalıdır. Nasıl,
diğer şeylerden dolayı kapatılıyorsa, bu insanların katili olmaktan, görevini
yapmayan bu televizyonlar hakkında da gerçekten gereği yapılmalıdır; aksi
takdirde, bu sıkıntının içinden doğru dürüst çıkamayız. Değerli arkadaşlar, hakikaten, trafik ülkemizin en
büyük sorunudur. Bu sorunun halledilmesi için, hepimizin, toplumsal bir
mutabakat sağlaması ve bu konuda üzerimize düşeni yapmamız şarttır. Bunun için, şu anda, bu dakikada, bu saniyede, desem
ki, ey vatandaşlar, gelin, hepimiz beraberce, Allah'ın huzurunda söz verelim,
bundan sonra, kendim, şahsım olarak kuralları ihlal etmeyeceğim, kurallara
uyacağım dersem ve herkes bu sözüne sadık kalırsa, inanın bir yıl içerisinde,
derhal ve derhal bunların sayısı 10 000'den 4 000'e düşecektir (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız Sayın Korkutata. HÜSAMETTİN KORKUTATA (Devamla) - Ve yine Sayın
Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza gittik, dedik ki, lütfen bu konuyla
ilgilenin, bu ülkede dediğimiz şekilde bir mutabakatın sağlanabilmesi için,
mutlak şekilde 2001 yılının trafik güvenliği yılı olarak ilan edilmesini
istiyoruz ve bununla ilgili ciddî şekilde seminerler, ciddî şekilde programlar
yapılması şartıyla. Hem Sayın Cumhurbaşkanımız söz verdi hem Sayın Başbakanımız
söz verdi. Şimdi, ikisine de diyorum ki, bu sözünüzü yerine getiriniz.
Karayolları Güvenliği Kurulu, maalesef, altı ayda bir toplanması lazımken,
hâlâ, iki yıldan beri toplanamamıştır, lütfen bunu da toplayınız. Eğer, siz,
burada görevinizi yerine getirmezseniz, bu millet sizin yakanıza yapışmalıdır.
Evladını kaybedenler hepimizin yakasına yapışmalıdır değerli arkadaşlar. Sonuç olarak da
şunu söylüyorum değerli arkadaşlar: Şurada bir koordinasyon hatası gördük;
yani, gördük ki, sivil toplum örgütleriyle, resmî kurumlarla Parlamento
arasında veya yatırımcılar arasında ciddî bir koordinasyon eksikliği var. Onun
için Meclis Başkanına gittik, dedik ki, lütfen dostluk gruplarını kurduğunuz
gibi, bu Mecliste de, gelin, trafik güvenliği koordinasyon grubu veya güvenlik grubu
kurunuz. Kendileri de söz verdiler "ben sizin yanınızda olacağım, bunu
kuracağız..." Kendilerine sesleniyorum; lütfen, görevlerini yerine
getirsinler. Eğer, Türkiye'de, Cumhurbaşkanıyla, Başbakanıyla, Meclis
Başkanıyla, milletvekilleriyle biz görevimizi yerine getirmiyorsak... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) HÜSAMETTİN KORKUTATA (Devamla) - ...kesinlikle, ne
polise ne jandarmaya, görevini yerine getirmesi için, hiçbir şey söylemeye
hakkımız yoktur. Hepinizi saygıyla ve hürmetle selamlıyorum. (FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Korkutata, teşekkür ediyorum efendim. Gruplar adına son söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Antalya Milletvekili Sayın Kemal Çelik'e ait. Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. DYP GRUBU ADINA KEMAL ÇELİK (Antalya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; trafik kazalarının nedenlerinin araştırılarak,
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla oluşturulan Meclis
Araştırması Komisyonunun raporu üzerine, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Millî ve insanî bir görev ve kişisel bir sorumluluk duygusu
içerisinde, Meclisin tatil dönemine rastlayan üç aylık dönemde hiç tatil
yapmadan çalışan, başta Sayın Komisyon Başkanı Ahmet Tan olmak üzere, tüm üye
arkadaşlarıma ve bize bu kutsal görevi tevdi eden Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. Değerli milletvekilleri, bu üç aylık dönem içerisinde,
tüm illerin trafikle ilgili görevlileri, karayolları ve şoförler cemiyeti
temsilcileri olmak üzere, tüm sivil toplum örgütleri, dernek, vakıf ve gönüllü
kuruluş temsilcileriyle toplantılar yapılmış ve onların görüş ve önerileri
alınmıştır. Sorunun kaynağına indikçe, sorunun büyüklüğü ve
vahameti karşısında, gerçekten, tedirginliğe ve endişeye düştüğümü belirtmek
istiyorum. Son onbeş yıl içerisinde, trafik kazaları sebebiyle, ülkemizde, her
yıl 10 000 dolayında olmak üzere, toplam 120 000 vatandaşımız hayatını
kaybetmiştir; aynı dönemde, yaklaşık 1,5 milyonu aşkın vatandaşımız da
yaralanmış veya sakat kalmıştır. Bu dönemde, trafik kazalarından, ailesi içerisinde bir
yakınının kaybı ya da sakat kalmasıyla, yaklaşık, 8 milyon kişi etkilenmiştir.
Hurdaya dönen araçlar nedeniyle ülkemiz 10 milyar dolar civarında ekonomik
kayba uğramıştır. Bu tablo ülkemiz açısından son derece üzücüdür. Zira,
trafikteki ölümler bölücü terörün döktüğü kandan ve depremlerin aldığı candan,
maalesef, kat kat daha fazladır. Terörde, 15 yılda 30 000, depremlerde ise son
50 yılda 50 000 vatandaşımız ölmüştür. Oysa, trafik felaketinde kaybettiğimiz
vatandaşlarımızın sayısı, maalesef, 15 yılda, söylediğim gibi, 120 000'i
aşmıştır. 8 milyonu aşan aracın dolaştığı, her yıl 500 000
dolayındaki yeni aracın trafiğe çıktığı ve bir yılda 1 milyon yurttaşımızın
kolayca sürücü belgesi alabildiği bir ülkede elbette trafik sorun olmaya devam
edecektir. Değerli milletvekilleri, sizlere bazı istatistikî
rakamlar vermek suretiyle konuyu açmak istiyorum. Ülkemizdeki araç sayısı, Almanya'nın, yaklaşık, altıda
1'i, Japonya'nın dokuzda 1'i iken meydana gelen kaza sayısı Almanya'ya göre 6
kat ve Japonya'ya göre ise 13 kat daha fazladır. Bu rakamlar düşündürücüdür.
Ölü sayısı bakımından ise, Almanya'ya göre 1,7 kat, Japonya'ya göre ise 2,3 kat
daha fazladır. Bu verilere göre, Türkiye, Almanya'nın sahip olduğu araç
sayısına sahip olsaydı, muhtemelen, ölü sayısı 26 000 civarında olacaktı. Ülkemize ait istatistiklere göre, sürücü, yaya, yolcu,
insan davranışlarının neden olduğu kazalar, tüm kazaların, 1995 yılında yüzde
96'sı, 1996 yılında yüzde 98'i, 1997 yılında yüzde 98'i, 1998'de yine yüzde
98'i dolayındadır. 1999 yılında meydana gelen toplam kazaların yüzde
96,59'unda, ölümlü kazaların yüzde 79,98'inde yaralanma meydana gelmiştir.
Bunların hepsi sürücü kusurlarındandır. Değerli milletvekilleri, bir çelişkiye dikkatinizi
çekmek istiyorum. Maalesef, kusurların çoğu sürücü kusurları olarak
gösterilmektedir. Dünyadaki trafik kazalarında yol faktörü yüzde 20'lerden
aşağı inmezken, bizde, yol kusurları yüzde 2'lerle ifade edilmektedir; ama,
hiçbir şekilde bu konu dikkate getirilmiyor ve maalesef, şöyle bir mantığımız
var: Devlet suçlu olmaz. Biz, eğer, devletimizde bir suç varsa, onları da dile
getirmek zorundayız. Kazalarda yol faktörü yüzde 20'lerde olan ülkelerin
yollarının çok gerisinde olmamıza rağmen, biz, yol kusurunu, maalesef, hâlâ
yüzde 2'lerde tutarak kendimizi aldatmaya devam ediyoruz. Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, 1950 yılından
başlayarak, ulaştırma sektörleri içinde kara-yolu, yük ve yolcu taşımacılığında
lokomotif bir sektör haline gelmiştir. 1999 yılı itibariyle yolcu
taşımacılığında karayolunun payı yüzde 96, yükte ise yüzde 89 olarak
gerçekleşmiştir. Türkiye'deki kamyon sayısı, Avrupa Birliği ülkelerinin kamyon
sayısıyla eşittir. Buna rağmen, Avrupa Birliği ülkeleri, kamyon sayısını
azaltmaya çalışmaktadır; oysa, bizde ise, kamyon sayısı hızla artmaya devam
etmektedir. Değerli milletvekilleri, 1983-1993 Ulaştırma Anaplanı
diye bir plan hazırlandı ve kamuoyunun tartışmasına açıldı. Bu planda, karayolu
ulaşımının taşıma payının yüzde 70'lere çekilmesi hedeflenmişti; ama, görüldü
ki, yüzde 70'leri bırakın, karayolunun taşımadaki payı yüzde 90'lara çıktı. Bu
durum, gelecekle ilgili vizyonumuzun ve plan ve program öngörümüzün ne derece
tutarlı olduğunu göstermesi bakımından da ibret vericidir. Demiryolları bakımından durumumuz son derece kötüdür.
Bugün, mevcut demiryolu ağının 4 086 kilometresi Osmanlı İmparatorluğundan
devralınmış, geri kalan 4 414 kilometrenin 3 271 kilometresi 1923-1950 yılları
arasında yapılmış. Bu da gösteriyor ki, maalesef, 1950'den sonra, demiryolu
konusunda, Türkiye Cumhuriyeti, üzerine düşeni yapmamış ve bugünkü karayolu
ağırlıklı trafiğin oluşmasına sebebiyet verilmiştir. Ülkemizde, denizyoluyla yük ve yolcu taşımacılığı da
son derece düşüktür. Denizyoluyla yük taşımacılığının toplam yük taşımacılığına
oranı, 1999 yılı verilerine göre yüzde 4,88'dir; toplam yolcu taşımacılığındaki
payı ise binde 3'tür. Uluslararası tespitlere göre, denizyolu ulaşımı,
havayoluna göre 22, karayoluna göre 7, demiryoluna göreyse 3,5 kat daha ucuz
durumdadır. Halbuki, Türkiye'de, gemiyle yük taşımanın maliyeti dünya
standartlarının üzerindedir. Değerli milletvekilleri, Türkiye'deki bazı çelişkilere
özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum: Bugün, mevcut durum itibariyle,
Karayolları Genel Müdürlüğünün Bayındırlık Bakanlığına, denizcilik
faaliyetlerinin Denizcilik Müsteşarlığına bağlı olması, ulaştırma sektörünün,
makro planlama aşamasında, daha baştan, sorunlarla karşılaşmasına neden
olmaktadır; yani, ulaştırma anaprogramlarının gerçekleştirilmemesinin en büyük
nedeni, bu kuruluşların değişik bakanlık ve kuruluşlara bağlı olmasındandır. Ayrıca, trafikle ilgili ve görevli bakanlık ve
kuruluşlara baktığımız zaman, orada da büyük bir dağınıklık göze çarpmaktadır.
Maalesef, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Karayolları
Genel Müdürlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı,
Orman Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, belediyeler, vali ve
kaymakamlıklar, hepsi, trafikle ilgili ve yetkili kuruluşlardır. Görüldüğü
gibi, trafik hizmetleriyle görevli bakanlık ve kuruluş sayısı oldukça fazladır;
bu da, görevlinin ve yetkilinin çokluğu, sorumluluğun ise yokluğu anlamına
gelmektedir. Dünyada, trafiği, bu kadar görevli ve yetkili kuruluş ve bakanlığa
bağlı olan başka bir ülke yoktur. Bir çarpıcı örnek daha vermek istiyorum: 10 milyon
nüfuslu İstanbul'da, Anadolu ve Rumeli yakasında olmak üzere, iki adet fennî
muayene istasyonu bulunmaktadır. Bu istasyonlarda hiçbir aracın fennî muayenesi
yapılmamakta, sadece para tahsil edilmektedir. Zaten, bu istasyonların fennî
muayene için zamanları olmadığı gibi, teknik elemanları da yoktur. Kanunda
fennî muayene istasyonlarının özelleştirilebileceği ifade edilmesine rağmen,
yıllardır, Bayındırlık Bakanlığı, bu para kaynağını kimseye kaptırmamaktadır.
Kısacası, Türkiye'deki tüm araçlar fennî muayeneden yoksun olarak aramızda
dolaşmaktadır. Değerli milletvekilleri, şimdi de, kısaca trafik
olayının hukukî ve cezaî boyutuna değinmek istiyorum: Ülkemizde, trafik
cezalarının caydırıcı vasfı hemen hemen yoktur. Şu anda, Türk Ceza Kanununda
trafik kazaları, taksirli kusur veya kabahat nevinde suçlardır. Aslî kusurlu
olup da ölüme sebebiyet verenler hakkında kasıtlı adam öldürmekten haklarında
işlem yapılmamaktadır. Bu konuda Fransız Kanunu, trafik kazalarında doğrudan
etken olabilecek, trafik ihlallerine ait suçlar için çok ağır yaptırımlar,
Türkiye açısından da, gerçekten, dikkate alınması gereken bir hukukî düzenleme
getirmiştir. Şöyle ki, cezalar düzenlenirken, Fransa'da, hâkime takdir hakkı
tanınmıştır. Buradan amaç şudur: Hâkim, hürriyeti bağlayıcı ceza ile para
cezasına birlikte hükmedebileceği gibi, olayın ve kişinin özelliklerine göre bu
cezalardan yalnızca birini uygulayabilecektir. Bu ise, hem cezaların
kişiselleştirilmesi ilkesine uygundur hem de sisteme esneklik sağlayarak bazı
sakıncaları ortadan kaldıracak niteliktedir. Bu cezalardan hiçbirisi bizde
olduğu gibi idarî nitelikte para cezası olmayıp, hepsi adlî mahkemelerin görev
alanında olan suç tipleridir ve cürüm özelliği göstermektedir. Bunlardan,
özellikle, alkollü araç kullanma suçunun çok katı yaptırıma bağlanmış olması ve
buna ilişkin feri cezalardaki esnekliğin dar tutulmuş bulunması dikkat
çekicidir. Fransız sisteminde, trafik polisi, yalnızca, suçluları saptamakla
yükümlüdür; böylece, suçluyla polis arasında istenmeyen bazı ilişkiler
kurulması baştan önlenmiştir. Bu sistemi, kanımızca, ülkemiz açısından dikkatle
incelenmesi gereken bir düzenleme olarak görüyoruz. Belki cezalar çok ağır
bulunabilir; ancak, unutulmamalıdır ki, suç ve ceza politikası açısından
cezanın ağırlığı korunmak istenen hukukî menfaatla yakından ilgilidir. Değerli milletvekilleri, buraya kadar trafik
kazalarıyla ilgili bazı kurumsal ve hukukî tespitlerde bulundum. Ülkemizin her
konuda olduğu gibi, trafik konusunda da bir değişime ihtiyacı olduğu açıktır;
ancak, bu değişim, bir bütünlük içerisinde yapılması gereken yapısal
değişimdir. Bu nedenle, ülkemiz ve Yüce Parlamentomuz, yapısal değişimler
kapsamında, trafik sorununa el atmalı ve kısa, orta ve uzun vadeli stratejik
plan ve projeler geliştirmelidir. Dünyada örnek plan ve projelerle trafik sorunu
gündemden hiç düşmemektedir. Örneğin, İsveç'te karayolu trafik güvenliği
yasasıyla "sıfır hedef politikası" Ekim 1997'de yürürlüğe
konulmuştur. Sıfır hedef politikası, karayolu ulaştırma sistemi içerisinde
hareket eden insanların ölmesi ya da ağır şekilde yaralanmasının kabul edilemez
olduğunu ortaya koyan bir politikadır. İşte, biz de, ülkemizde yeni bir ana ulaşım politikası
izlemeliyiz ve yeni bir ana ulaşım politikası hazırlamalıyız. Bu politika da,
yüksek kaliteli, yüksek güvenlikli yollar, eğitilmiş sürücü ve yayalar, düşük
çevresel etkili bir ulaşım ağı gibi ilkeler çerçevesinde karayolları trafiğinin
azaltılmasını, kazaların sayı, risk ve şiddetinin azaltılmasını hedefleyen bir
politika çerçevesinde olmalıdır. Böylece, önce insan ve yollarda sürdürülebilir
güvenlik kavramlarını toplumun bilincinde yerleştiren bir trafik güvenliği
vizyonu geliştirilmeli ve trafik güvenliğine öncelik tanınmalıdır. Bu
çerçevede, görevin, Yüce Parlamentoda olduğunu bir kez daha ifade ediyor ve
aşağıdaki önerilerimi Yüce Parlamentonun takdirine sunuyorum. Trafik güvenliğinin sağlanmasına yönelik yeni bir
strateji kapsamında hazırlanacak çağdaş bir ulaştırma anaplanı, her türlü
siyasî endişeden uzak, titizlik ve özveriyle hayata geçirilmelidir. Bu planla,
en ucuz ve en güvenli taşımacılık türü olan demiryolu ve denizyolu taşımacılığı
hükümet değişikliklerinden etkilenmeyecek şekilde kalıcı bir devlet
politikasına dönüştürülmeli ve bu kapsamda özendirici tedbir ve teşvikler
devreye sokulmalıdır. Bu çerçevede, elli senedir ihmal edilen demiryollarının,
özellikle, Ankara-İstanbul ve İstanbul-Antalya arası hızlı treni başta olmak
üzere, Ankara-Adana ve Ankara-Kars bağlantılarının yapımı ve
modernleştirilmesi, gerekirse yurtdışı kredilerle gerçekleştirilmelidir.
Şehirlerde toplutaşımacılığı özendiren ve özellikle metro ve raylı taşımacılığı
destekleyen ulaştırma planları üretilmeli ve bu konuda yerel yönetimlere örnek
olunmalıdır. Türkiye'de, yolcu ve yük taşımasında en büyük paya
sahip olan ve karayolu taşımacılığını disipline edecek olan Karayolları Taşıma
Kanunu, dünya standartlarına uygun olarak çıkarılmalıdır. Sürücünün, özellikle alkol alarak ve hız limitini
aşarak, ölümlü kazalara neden olması hali, Türk ceza sistemi içinde düzenlenen
taksirli suçlardan sayılmakta ve Türk Ceza Kanununun 455 ve 459 uncu maddeleri
uygulanmaktadır. Bu durumda, toplumun adalet duyguları incinmektedir. Alkol
alan veya aşırı hız yapan kişi, bilerek ve isteyerek adam öldürmeye veya
yaralamaya sebebiyet vermek istemeyebilecektir; ancak, sürücüden bu haliyle
muhtemel bir ölümlü kazanın sonuçlarını kuvvetle öngörmesini beklemek de
hayatın olağan akışına ve adil hukuk düzeninin gereklerine daha uygun
düşecektir. İşte, bu noktada, bilinçli taksir gündeme gelmektedir.
Bilinçli taksirde, suç fiilen öngörülmüş; ancak, istenmemiş ve fakat, failin
hareketi sonucu meydana gelmiştir. Fail, eylemin tehlike olabileceğini
anlamakta; ama, tehlikenin derecesini anlayamamakta veya yeteneğine ve
bilincine güvenerek hareket etmektedir. Yani, düşünme ve öngörme varsa da
isteme yoktur. Bu nedenle, bilinçli taksir kavramının Türk Ceza Kanununda yer
alması sağlanmalıdır. Kısacası, Trafik Yasasında yapılacak yeni düzenlemede,
paraya çevrilemeyen, tecil edilemeyen ve hapis cezası öngörmek suretiyle,
caydırıcı etkisi çok fazla olan yeni bir sistem getirilmelidir. Ülkemizde, en küçük bir kazada bile saatlerce trafik
polisi beklenmektedir. Özellikle, hasarlı kazalarda polis beklenmemeli,
Avrupa'da olduğu gibi, hasarlı kazalarda taraflar anlaşarak, doğrudan sigortaya
gidebilmeli; ancak, ölümlü ve yaralanmalı kazalarda polis beklenmelidir. Ülkemizde, 1985 yılında yürürlüğe giren 2918 Sayılı
Karayolları Trafik Kanununda, 4196 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle 48, 51
ve 118 inci maddeler kapsamında suç işlemiş ve sürücü belgeleri alınmış
kişilere pisikoteknik değerlendirme ve pisikiyatri uzmanı muayenesi zorunluluğu
getirilmiştir; ancak, çok önemli olmasına rağmen, bu, uygulanmamaktadır. Kanuna bir madde eklenerek, 55 yaşından sonra
sürücülerin yönetmelikteki usul ve esaslar çerçevesinde periyodik olarak
pisikoteknik değerlendirmeye tabi tutulmaları, artık çağdaş bir zaruret haline
gelmiştir. Değerlendirme sonucunda sürücülük yapmasına engel bir hali
bulunanlar, sağlık muayenesine sevk edilmeli, nihaî kararın sonucu da
olumsuzsa, sürücü belgeleri iptal edilmelidir. Otobüs terminallerinden hareket eden otobüs
şoförlerinin kontrolü, belge denetimiyle birlikte alkol ve takograf ağırlıklı
olarak gerçekleştirilmektedir. Oysa, bazı otobüs şoförlerinin uyuşturucu ve
cesaret verici hap aldıkları, bize, bizzat firma yetkililerince ifade
edilmiştir. Polis tarafından gerçekleştirilen bu denetimin yanı sıra, otobüs
terminallerinde kurulacak sağlık merkezlerinde istihdam edilecek doktor
-özellikle göz doktoru- pisikolog ve diğer görevlilerin de bulunduğu bir ekip
tarafından en az her 3 ayda bir genel kontrol yapılması halinde, daha başta
muhtemel kazaların önüne geçilme imkânı bulunabilecektir. Sürücü belgelerimiz, mevcut haliyle araç sürebilme
olanağını veren bir belgeden öteye gidememektedir. Çağdaş ülkelerde, sürücü
belgeleri, bu işlevleri yanında, trafik para cezalarının tahsilinde bir banka
kredi kartı gibi fonksiyon görmekte, sürücünün ceza, araç bilgilerinin elde
edilmesinde hız kazandırmaktadır. Sistem, akıllı kart şeklinde düzenlenen
sürücü belgelerinin, trafik otolarında bulunan post makineleri ve bilgisayar
ortamında kullanılmasını ve iletişim ağının merkezî bilgisayar bağlantısıyla
desteklenmesini getirmektedir. Böylece, polislerle ilgili ithamlara da son
verilmiş olacaktır. Mevcut sürücü kursları, şu haliyle, sadece sürücü
belgesi düzenleyen yerler olarak görülmektedir. Millî eğitim müdürlüklerince
de, sürücü kurslarının denetimi, aslî görev olarak görülmemekte ve dolayısıyla,
etkin bir denetim de yapılmamaktadır. Bu durum, kazaların nedeni olarak kabul
edilmektedir. Bu nedenle, sürücü kursları, sürücü okullarına dönüştürülmeli,
böylece eğitim öğretim faaliyetleri aslî hedef olacak, hizmetin daha etkin ve
verimli sunulması yönünde beklenen kamuoyu baskısı sağlanmış olacaktır. Bu
çerçevede, milli eğitimde yeni bir organizasyon ve uzmanlaşmaya gidilmelidir. Trafikte eğitim, okul öncesi, okul dönemi ve okul
sonrası olmak üzere, sürekli hale getirilmelidir. Trafik derslerinin, mevcut
yasalar çerçevesinde ve eğer gerekiyorsa değişiklik yapılarak, okullarda
zorunlu ders olarak okutulması sağlanmalıdır. Ulusal, bölgesel ve yerel televizyon kanalları, haftada
en az 30 dakika trafik eğitimiyle ilgili program yayınlama yükümlülüklerini,
maalesef, reytinglerin düşük olduğu saatlerde vermektedirler. Bu nedenle,
eğitim programlarının, TV yayınlarının en çok izlendiği saatlerde gösterilmesi
gerektiği yönünde mevzuat düzenlemesi yapılmalıdır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Polis okulu, Polis Koleji ve
Polis Akademisi eğitim ve öğretimi kapsamında, belli sınıflardan sonra trafikte
amir ve memur ihtiyacını karşılamak ve trafikte branşlaşma ve uzmanlaşmayı
sağlamak üzere, yeterli düzeyde teorik ve uygulamaya dönük trafik eğitimi
verilmelidir. Devletin, vatandaşın kimlik ve adres bilgilerine hızlı
ve doğru bir şekilde erişebilmeyi mümkün kılan sistemi kurma zorunluluğu
vardır. Bu doğrultuda, İçişleri Bakanlığınca yürütülen MERNİS Projesi ve
Başbakanlık İdareyi Geliştirme Başkanlığınca yürütülen, vergi, trafik, sürücü
ve adres bilgilerinin en uçta hizmet veren karakol ile merkez arasında ulaşımı
hedefleyen Ulusal Bilgi Sistemi Projesi ile Emniyet Genel Müdürlüğünce
sürdürülen, emniyet birimlerini birbirine bağlayan polis bilgisayar ağı
projesinin uyumlu, birbirini besleyen, kurumlar arasında işbirliğini de
kapsayacak şekilde gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Son yıllarda, Trafik Hizmetleri Geliştirme Fonu,
amacına uygun bir şekilde trafik güvenliği için kullanılmamaktadır ve genel
bütçeye aktarılmaktadır; bu, son derece yanlıştır. Sorunun önemi göz önünde
bulundurularak, Trafik Fonunun ilgili kurumların bütçesine aktarılması
sağlanmalıdır. Değerli milletvekilleri, 2001 yılının trafik güvenliği
yılı olarak ilan edilmesinin, sorunun gündemde kalması bakımından çok yararlı
olacağını düşünüyorum. Bu yıl, öncelikle trafik kazalarının bir önceki yıla
göre, örneğin yüzde 10 azaltılacağı gibi, hem kamuoyuna hem de görevli kurum ve
kuruluşlara bir hedef verilmelidir. Kısacası, trafik sorunu, ülkenin genel sorunlarının en
önemlilerinden birisidir; ülkenin, eğitim, idarî, siyasî ve ekonomik yapısıyla
doğrudan ilgilidir. Bu nedenle, bu sorunun çözümü, başta eğitim olmak üzere,
bir bütünlük içerisinde gerçekleştirmemiz gereken yapısal reformların bir an
önce yapılmasına bağlıdır. Bu raporun gereğinin yapılmasında, en büyük görevin
Yüce Parlamentoda olduğunu bir kez daha hatırlatıyor, trafik terörü
kurbanlarını rahmetle anıyor, yaralılara acil şifalar diliyor ve Yüce Meclise
saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çelik. Sayın milletvekilleri, böylece, gruplar adına yapılan
konuşmalar tamamlanmış oldu. Şimdi, Komisyon adına, Komisyon Başkanı İstanbul
Milletvekili Sayın Ahmet Tan görüş ifade edecekler. (DSP sıralarından alkışlar) KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, ben, bir şey
öğrenmek istiyorum. Bu gündemde, bugün, kanun tasarıları görüşülecekti. BAŞKAN - Yarım kalan işler olarak devam ediyoruz, özel
gündem. KAMER GENÇ (Tunceli) - Özel gündem olur mu; bu, genel
gündem. Daha önce de böyle, kötü, İçtüzüğe aykırı bir uygulama yaptınız; ondan
sonra da, iktidar partileri bundan yararlandı. Gündemde ne deniyor?.. Daha önce
bunun örnekleri var. Araştırma önergesini dün bitiremediğimize göre, önümüzdeki
salıya ertelenmesi gerekir. BAŞKAN - Süreniz 20 dakika efendim. Buyurun Sayın Başkan. KAMER GENÇ (Tunceli) - O kürsüde, öyle, her şeyi boşa
alamazsınız, bu gündemi uygulamak zorundasınız. BAŞKAN - Söz alarak konuşmak, bu gündemin, bu Tüzüğün
gereğidir; siz, önce ona başlayın, olur mu! KAMER GENÇ (Tunceli) - Sizi ikaz ediyorum, gündeme
riayet edin; gündeme uygun hareket etmiyorsunuz. BAŞKAN - Söz alarak konuşun... Siz, beni ikaz
edemezsiniz... Oturun yerinize... KAMER GENÇ (Tunceli) - Nasıl edemem... BAŞKAN - Yerine otur!.. KAMER GENÇ (Tunceli) - Ben milletvekiliyim, seni de
ikaz ederim, yaptığın her hareketi de ikaz ederim. BAŞKAN - Yerine otur!.. Ben seni ikaz ederim;
"yerine otur" diye ikaz ediyorum. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Bu gündemin suyunu kim içecek?.. BAŞKAN - Evet, buyurun Sayın Başkanım. KAMER GENÇ (Tunceli) - Yahu, gündemde kanun tasarıları
var kardeşim... MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) - Haftaya görüşürüz... (10/139, 14, 126, 132, ve 133) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TAN (İstanbul)- Sayın Başkan... KAMER GENÇ (Tunceli) - Ne haftaya?.. O zaman, burada,
gündem niye?.. Gündem burada, kanun tasarıları... MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - İçtüzüğün 103 üncü
maddesi belli. KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim, İçtüzüğü okuyun siz...
İçtüzüğü, size çok öğretemedik şimdiye kadar... Ayıp yahu... Şu gündemi
öğrenirsiniz, burada ne var?.. Ne var?.. MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Siz öğrenemediniz, özel
gündem bu. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Buyurun. (10/139, 14, 126, 132, ve 133) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Sayın Kamer Genç hatalı sollama yaptı (DSP
sıralarından alkışlar) ve benim 60 - 70 saniyemi yok etti. KAMER GENÇ (Tunceli) - Ne hatalı sollaması... Asıl,
Meclis Başkanı hatalı sollama yaptı!.. (10/139, 14, 126, 132 ve 133) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TAN (Devamla) - Halbuki, kendisinin en
fazla söz hakkına riayet ettiği rivayet olunur. O yüzden, Sayın Başkanın, bu
hatalı sollamayı dikkate alacağı ve ortadan kaldırılan zamanımı süreme
ekleyeceğini diliyorum. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, benim, sizinle bir
hesabım yok; Sayın Başkan gündemi uygulamıyor. (10/139, 14, 126, 132 ve 133) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisi Trafik Güvenliği
Araştırma Komisyonu adına ve komisyonun çalışmalarıyla, rapor üzerindeki
görüşlerimi açıklamak üzere huzurunuzdayım, Genel Kurulunuzu saygıyla
selamlıyorum. Aslında, bu, Meclis araştırması önergesi olmayıp da
Meclis soruşturması önergesi olsaydı, komisyon sıralarındaki manzara şöyle
olacaktı: 8 sayın bakan ve ilgili kuruluşların genel müdürleri ile trafik
komisyonunun üyeleri... Belki yer darlığından, belki de hâlâ trafiğin çok
karmaşık ve sorumlusu bulunamayan bir ortam olmasından dolayı, maalesef, yine
yük, Sayın İçişleri Bakanının sırtına yüklenmiş durumda. Çünkü, trafik ortamı,
İçişleri Bakanının sorumluluğunda değil, aynı zamanda yedi ayrı bakanlığın da
sorumluluğunda bulunan bir sistem; ama, bunu maalesef ne İçtüzük ne de bugünkü
devlet sistemimiz kabul etmiş değil. O yüzden öteki bakanları burada
göremiyoruz, sadece İçişleri Bakanını görüyoruz. Bunu, çalışmalarımız boyunca
karşılaştığımız manzaranın küçük bir simgesi olarak dikkatinize sunmak istedim.
Çünkü, trafikteki sorumlular eğer burada hesap verecek olsa, 8 ayrı bakanın
burada hesap veriyor olması gerekir. Çok şükür, böyle bir hesap verme durumu şu
ana kadar çıkmadı. Çok şükür diyorum, çünkü o zaman bir kaos çıkacaktı, gerçek
anlamda bir trafik sıkışıklığı çıkacaktı; hem hükümette, hem Mecliste. Önce, trajik bir gerçeği belirtmek istiyorum. Göreve
başlarken, bir gönül ve vefa borcu olmak üzere görevleri başındayken trafik
kazalarında ölen değerli milletvekili arkadaşlarımızın aziz anılarını da,
komisyon olarak şad etmek ve yad etmek üzere, onların isimlerini öğrenmek
istedik. Meclisin başlangıcından, yani Meclisin kuruluşundan itibaren değil de,
son 10 yıl için, Büyük Millet Meclisi yönetimine başvurduk, dedik ki, son 10
yılda, Büyük Millet Meclisi üyelerinden, değerli milletvekili arkadaşlarımızdan
trafikte ölenlerin isimlerini ve partilerini verir misiniz? Bize verdikleri
cevap şu oldu: Bizde ölüm nedenlerine göre bir kayıt olmadığı için, trafikte
kaç milletvekilinin öldüğünü bilemiyoruz. Şimdi, belki trajik gerçek şu: İyi ki de bilemiyoruz dedi
Meclis yönetimi, iyi ki de bizler kaç milletvekilimizin öldüğüne dair bir kayıt
tutamıyoruz Mecliste. Eğer tutsaydık, o zaman milletten kopmuş olurduk; çünkü,
milletteki manzara da şudur; milletimizden kaç kişinin her gün, her hafta, her
ay öldüğünü net olarak bilemiyoruz. Tıpkı, yaşayanlarımızın sayısını
bilemediğimiz gibi, evlere kapattığımız
halde bilemediğimiz gibi, ölülerimizin sayısını da, mezarlara kapattığımız
halde bilemiyoruz; çünkü, Türkiye, bir istatistik ayıbı yaşıyor. Bu ayıp, her
yıl kaç kişinin öldüğünü bilememe ayıbıdır; çünkü, önümüze konulan
istatistikler, trafikteki, polisteki kayıtları yansıtıyor, jandarma bölgeleri
bunun dışında, hastane kayıtları bunun dışında ve bir başka gerçek de şu: İlk
beş dakika veya yarım saat içinde ölümler oluyor, hastane yolunda veyahut da
hastanede ölen yurttaşlarımız hesaba katılmıyor. Bunu şunun için söylüyorum: Sürekli olarak sayı ifade
ediliyor trafikte. Eğer, insan sağlığını ve insan bedenini sayıya indirgersek
büyük bir insanlık hatası yaparız. Çünkü, insan, mislî bir eşya değildir, başka
bir şeyle doldurulamayacağı için sayı tartışmamamız gerekir. Zaten sayıların
sağlıksız olduğu yerde hiç sayı tartışmamamız gerekir. "Daha az insan
öldü" gibi bir mantığın yanlışlığını da, komisyon olarak biz, burada acı
çeken yurttaşlarımızı, trafik mağduru yurttaşlarımızı dinlerken gördük. Hepsi,
evlatlarını, babalarını, annelerini, kardeşlerini kaybetmiş insanlar olarak
geldiler, komisyonumuzda gözleri yaşlı ifade verdiler, mektuplar gönderdiler ve
içlerindeki ıstırabı komisyona yansıttılar. Ben de burada, Genel Kurula,
Komisyon Başkanı olarak, sizlere yansıtmış oluyorum. Bu nedenle, istatistik konusunu kapatırken,
devletimizin TEFE'ye, TÜFE'ye verdiği önemi, trafikte ölen yurttaşlarımıza da
vermesini... Kaç yurttaşımızın öldüğünün hesabını bilmemiz gerekiyor; çünkü,
ölüm nedenleri, ölüm yerleri ve ölüm saatleri, trafiğe karşı alınacak önlemler
konusunda çok önem arz ediyor. Araştırma Komisyonunun çalışmalarıyla ilgili, benden
önce konuşan değerli konuşmacılar, komisyon üyesi olup da partiler adına
konuşan arkadaşlarım ifade ettiler. Buradan, dehşet manzaraları, facia sayıları
vermek, belki de artık gereksiz; çünkü, bu rakamlar, bizleri
duyarsızlaştırıyor. Tıpkı, halkımızın, her akşam, haberlerde, parçalanmış,
hurdaya çıkan araçların içerisinden kanlı manzaralar görerek, biz, artık,
kanıksadık duygusu içerisine düşmesi gibi, bizim de artık, bu feci
manzaralardan bahsetmeyip, önümüze hedefler koymamız gerekiyor. Bu hedefler
arasında, yine komisyon çalışmaları sırasında, doğrudan bize gelen bilgelerde
yer almamıştı; ama, daha sonra başvuran akademisyen arkadaşlarımızdan edindiğimiz bir bilgiden yola çıkarak, üç
yıldan beri, bir Dünya Bankası projesinin olduğu bize bildirildi. Bu projeye
göre, trafik güvenliği, ancak ve ancak, hükümetlerin, meclislerin önlerine
somut bir hedef koymaları halinde sağlanabilir. Nasıl ki, enflasyona... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, çok
gürültü var, duyamıyoruz. (10/139,14,126,132 ve 133) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TAN (Devamla) - Efendim, trafikteki
gürültüyü önlemeden önce, herhalde, trafiğin, Meclise, doğru ve sağlıklı
yansıması için, arkadaşlarımızın, söylenenleri... BAŞKAN - Bir dakika müsaade eder misiniz Sayın Başkan. Sayın milletvekilleri, gerçekten, bütün bir yazını,
tatil yapmadan, mesai yaparak geçiren çok değerli bir komisyonun Sayın Başkanı
konuşuyor. Onun elde ettiği bilgileri, onun ulaştığı neticeleri, özet olarak
dinlemek bizim için bir şans. Bu şansı, lütfen, kullanalım. Buyurun efendim. (10/139, 14, 126, 132 ve 133) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TAN (Devamla) - Sayın Başkanım,
hissiyatınıza çok teşekkür ederim. Efendim, şimdi, elbette, trafik son derece sokaktaki
bir konu. O yüzden, işin içine entelektüel boyut katılamadığı için, işin içinde
sadece gözyaşı ve kan olduğu için kulak verilmiyor. O nedenle, gerek
Meclisimizin manzarası gerek medyamızın manzarası, sadece ve sadece ölümler
olduğu zaman gözyaşı dökme biçiminde ve bu, demin söylediğim feci manzaraları
yansıtma biçiminde oluyor. O da, bizi primitif bir ilkel toplum manzarasına
sürüklüyor. Gözyaşı dökmek değil, tedbir alarak, dökülecek gözyaşlarını önlemek
durumundayız. Demin bahsettiğim Dünya Bankasının, bir beyin
cerrahının, beyin cerrahi kongresine hazırlanır gibi; bir astronomun, astronomi
kongresine hazırlanır gibi hazırladığı rapordan bir iki satırbaşı söyleyeceğim.
Bunları, belki medyada, belki başka kaynaklarda da edinme imkanınız, maalesef
yok, bizim de yoktu; ama, bu dört aylık çalışma boyunca bilim adamlarını, acı
çekenleri, uzmanları, 15 Avrupa Birliği ülkesinden, Dışişleri Bakanlığımız
kanalıyla, ilgili başkentlerdeki değerli büyükelçilerimizin katkılarıyla
topladığımız, ilgili ülkelerin mevzuatını, Japonya, Amerika dahil bütün uygar
ülkelerin mevzuatını getirip, 10 000 sayfaya yakın bir arşivden tarayarak, 260
sayfalık bir rapor oluşturduk. Bu raporu, elbette ki, sizlerin vakitleri değerli
olduğu için okuma imkânınız olmayacak; ama, çok güzel bir fihristi var; bu
fihristten, işin içinde ve eğer ilgi duyuyorsanız, seçim bölgelerinizdeki
vatandaşlarımızın can güvenliğini, kendi can güvenliğinizi okuyup
öğreneceksiniz; ama, bunun dışında, burada söylemek istediğim şey, tıpkı
hükümetin, yıllara göre enflasyon oranı belirler gibi, eğer Türkiye'de de, biz,
Meclis olarak, hükümet olarak, sivil toplum kuruluşları olarak, önümüze
hedefler koyup, önümüzdeki yıl sayıyı 100 azaltacağız, daha sonraki yılda 150
azaltacağız diye yahut da 1 050 azaltacağız diye rakamlar, hedefler koyamazsak,
bu işin üstesinde gelemeyeceğimiz gibi, sadece demin belirttiğim gibi, ilkel
toplumlarda olduğu üzere elimizi dizimize vurarak, gözyaşı dökerek, bu trafik
manzarasının içerisinden çıkamayacağız, çıkmamıza imkân yok; çünkü, trafik
kazasını, toplumsal algılarımız, toplumsal geleneklerimiz, maalesef, kader gibi
algılıyor; oysaki, kader değil. Dünyada ve tabiî ki, ülkemizde, önlenebilir tek
ölüm nedeni var; o da, trafik kazaları. Trafik kazalarını önlediğimiz zaman,
vatandaşlarımızın, her akşam evlerine esenlikle dönmelerini sağlamış olacağız.
Bir ailenin ocağının sönmesini önlemiş olursak, herhalde bu Meclis, görevini
önemli bir ölçüde yapmış olacak. Bunun heyecanını hissetmemiz lazım. Bu
heyecanı, 1 kişi, 2 kişi, 5 kişinin değil, hepimizin hissetmemiz lazım; çünkü,
hepimiz araba kullanıyoruz. Komisyon Başkanlığı sırasında, komisyon çalışmaları
sırasında bir başka yanlış anlamayı da gördük, o da şu: Kamuoyu,
milletvekillerinin makam aracı kullandığını zannediyor, en azından bir bölümü
öyle zannediyor. Milletvekilleri, makam aracı kullanmıyorlar;
milletvekillerinin büyük çoğunluğu kendi araçlarını kullanıyorlar ve
öldüklerinde de, kendi araçlarının direksiyonu başında oluyorlar. O yüzden,
burada konuşulan, aynı zamanda, milletvekili olarak kendi meselemiz. Dileyene şunu sağlayabilirim: Size, 81 vilayetin trafik
manzarasını -kaç kişinin öldüğünü, kaç kişinin yaralandığını- verebilirim.
Eğer, kendi seçim bölgelerinize hedef koyabilirseniz, Artvin İlinde, Iğdır
İlinde, Tunceli İlinde... Ki, Tunceli ile Bayburt'un böyle bir hedef koymasına
gerek yok; çok şükür, bu iki ilimizde de, 1999 yılında, ölümlü tek bir trafik
kazası olmamıştır. Vatandaşlarımıza, eğer doğrudan hizmet etmek istiyorsanız,
istiyorsak milletvekilleri olarak, seçim bölgemizdeki trafik istatistiklerini
ve trafik yöneticilerinin durumlarını yakından izlememiz lazım. Oralara
üniversite açmaktan, oralardaki vatandaşlarımızın bazılarına iş aramaktan,
onları hastaneye yatırmaktan çok daha önemlidir bu hadise. O yüzden, eğer, ülke
için yapma imkânımız yoksa, bunu, her ilimiz için yapmalıyız ve her
milletvekilinin, kendi ili için, bir önceki yıldaki ölümlü kaza rakamını
azaltmak gibi bir hedefi olmalıdır. Ancak, böyle, tek tek milletvekillerinin
kendilerine iş edinmeleri, vazife edinmeleri söz konusu olursa, bu
gerçekleşirse, o zaman, trafikte güvenliği, esenliği sağlama imkânı olur.
Yoksa, işte, üç yılda bir, beş yılda bir kurulacak komisyonlarda oluşturulacak
raporların, burada, üç saat dudak -dudak servisi diye tercüme edilebilir
Türkçeye- servisini kamuoyuna sunmak, hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Yararlandığımız kaynaklar, belirttiğim gibi, çağdaş
ülkelerin kaynakları, burada, kötümserlikten sıyrılıp, hemen harekete geçmemizi
öngörmektedir. Biraz önce belirttiğim Dünya Bankası projesi, 50 milyon dolar ve
bazı bakanlıklarımız bu projeden istifade ediyorlar. Projenin yürütücüsü bir
İsveçli firma. İsveçli firmanın, kuruluşun genel müdürünü, Türkiye'deki
sorumlusunu Meclise çağırdık; burada, bize, İngilizce expose yaptı. Orada,
dünyada, trafik güvenliği konusunda alınan hedefleri, konulan vizyonları ortaya
koydular. İsveç Devleti, İsveç toplumu, önümüzdeki yıllar için sıfır hedefini,
sıfır vizyonunu ortaya koyuyor. İsveç'teki otomobil sayısı, Türkiye'deki
otomobil sayısına yakın; ama, İsveç'teki ölümlü kaza sayısı, Türkiye'nin yüzde
1'i kadar aşağıda. O yüzden, bizim bir ilimizde, hatta, İstanbul'un bir
yakasında, bir ilçesindeki ölümlü kazalarda, Avrupa'nın bir devletindeki
vatandaşların sayısı kadar şehit veriyoruz, zayiat veriyoruz. Trafikle ilgili söylenecekler çok geniş; ancak,
trafiğin, elbette ki, yasayla düzelmeyeceğini de bilmemiz lazım. Trafik, hep
belirttiğimiz gibi çalışmalar sırasında, yasa değişikliği kadar, kafa
değişikliğini de istiyor, gerektiriyor. Bize gelen hükümet tasarıları içinde,
bu kafa değişikliğinin olamayacağını, bugünkü Adalet Komisyonu alt komisyon
toplantısında tespit ettik. Burada sadece para cezaları öngörülmüş. Para
cezasıyla üstesinden gelinemez. Burada, farklı ceza kavramları, farklı ceza
anlayışları ortaya koymamız gerekir. Araca el konulması; suçlunun, trafik
hastanesinde, bacağı kopan, ciğerleri yırtılan hastaların servisine, onlara
yardım etmelerine ilişkin cezalar sunulması... Bütün uygar ülkelerde uygulanan
sistemi bizim de adapte etmemiz gerekiyor. Yoksa, 1953 yılında çıkarılmış, daha
doğrusu değiştirilmiş Ceza Kanunumuzun iki maddesiyle, Türkiye trafiğini düzene
sokamayız. Türkiye'de, bundan önceki af çalışması sırasında,
komisyon olarak bize de görev düştü. Komisyon olarak, günlerce, acaba bu af
kararıyla, trafik canavarları affedilecek mi diye bir araştırma yaptık.
Maalesef, içeriden, aftan yararlanıp çıkan bir tek canavar -bu
"canavar" sözcüğünü sevmiyorum, ama- bulamadık. Hepsi, zaten beraat
etmişler, affedilmişler, zaten terk etmişler hapishaneyi; çünkü, en ağır ceza,
20, 30, 40 insanın ölümüne bile sebep olsanız, iki yılı geçmiyor. Cezanın,
zaten, 23 Nisan 1999'dan öncesi kapsama alındığı için, onlar, çoktan bitirmiş
gitmişler. Evlatlarını kaybeden yurttaşlarımız biliyorlar ki, içeride,
evlatlarının katilleri, en fazla sekiz ay, on ay yatıyorlar. Bu faciayı da önlememiz
lazım; çünkü, burada, insan hayatı kadar vatandaşlarımızın vicdanları,
yürekleri de yanıyor, kanıyor. O bakımdan, önümüzdeki günlerde gelecek trafik
kanun tasarısının, bu anlayışla, çok sistemli olarak ele alınması gerekiyor.
Bu, sadece ceza artırarak olmayacaktır. Cezaya ilişkin anlayış değişikliğini de
tahakkuk ettirmemiz gerekiyor. Millî Eğitim Bakanlığının sürücü kursları, en büyük
şikâyet konularının başında geldi. Hatta, Ankara dışında yaptığımız
toplantılarda, bir ilimizin değerli valisi "ben, hepsini kapattım; ilimin
sınırları içinde tek bir sürücü kursu yok" dedi. Sürücü kurslarından bir
terör yuvası gibi bahsediyordu. Belki de haklıydı; çünkü, orada, hiçbir
sorumluluk taşımayan, denetime tabi olmadan kurtulan, kaçan, ehliyet ele
geçirip yollarda cinayet işleyen, her yıl 1 milyon sürücünün arasına sızan çok
sayıda psikopat olabiliyor, oluyor ve bunu da gördük. Trafik, bir erkek ortamı maalesef. Türkiye, trafikte,
her yıl, Çin Halk Cumhuriyetinde bile rastlanmayan rakamlara vasatlık ediyor. 1
milyon yeni sürücü, her yıl, bu ülkede trafiğe çıkıyor. Bir başka araştırmada adlî tıbla da görüşmelerimiz
oldu; orada sayın profesörler komisyona bilgi verdiler. Ülkemizde nüfusumuzun
en az yüzde 1'inin bedensel bir işaret taşımayan psikopatolojik özellikleri
olduğunu, sakatlıkları olduğunu belirttiler. Bu 1 milyonun içinde eğer
böyleleri varsa -ki, vardır- sağlık muayeneleri son derece sathi yapılıyor.
Onbin kafadan kontak -vatandaşımızın deyimiyle- şoförün trafikte dolaştığını,
her yıl onbin manyağın, psikopatın trafiğe çıktığını görüyoruz. Bu, böyle bir
gerçek. Onun için, çok dikkatli olmamız gerekiyor. Buna ilişkin son derece geniş rakamlar yer alıyor. Bunu
eğer dikkatli okursanız, bir korku romanı gibi bizim yollarımız. Buna karşı,
Amerika Dışişleri Bakanlığının, ülkemize gelen turistlere, Amerikan
diplomatlarına ve askerlerine yaptığı uyarılar da yer alıyor. "Ramazan
ayında Türkiye trafiğine öğleden sonra çıkmayın yahut da çıkarsanız dikkatli
olun" biçiminde uyarılar var; çünkü, ramazan ayında yurttaşlarımızın
oruçlu olmaları dolayısıyla dalgın oldukları yahut da sarhoşluğun yaygın
olduğu... Yani, ülkemizin, ekonomisiyle, toplumsal yaşamıyla
sergilediği yahut da içinde aranan bu eksikliklere paralel olarak, trafiğindeki
eksiklikler, başka ülkelerin malumu olmuştur. Yarın bir gün önümüze konacak
bazı yapay engellere, eğer trafikteki engeller eklenirse, bizim, hedef
koyduğumuz uygar dünyayla bütünleşme imkânımız olmayacak. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Başkan, size 4 dakika süre veriyorum,
inkıtaları da dikkate alarak. Buyurun efendim. (10/139, 14, 126, 132 ve 133) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TAN (Devamla) - Çünkü, hatalı sollamalar,
arkadan çarpa suretiyle kazalar, dünyada eşi görülmemiş bir manzara arz ediyor
Türkiyemizde. 1999 yılında 440 000 küsur trafik kazası oldu
Türkiye'de. Bunun 110 000'i arkadan çarpa suretiyle oldu; yani, kendi yolunuzda
gidiyorsunuz ve arkadan gelip size bindiriyorlar. Her 4 kazadan 1 tanesi
arkadan çarpa suretiyle. Şimdi, son haftalarda, aylarda, yeni bir salgın LPG
ile çalışan otomobiller... Arkadan çarpmalarda, korkunç tehlikeler taşıyor bu. Sakatlar Federasyonunu dinledik. Onlar kendilerine
işkence edildiğini söylediler. O işkencenin ayrıntısı fazla değil, çok basit:
"Biz, tekerlekli sandalyemizle -ki, buna anneler de katıldılar,
çocuklarını arabalarıyla taşıyan anneler- taksiye binemiyoruz; çünkü,
taksiciler bizleri almıyorlar, arabaları katlayıp koyacağımız bagajlar dolu
olduğu için" diyorlar. Yani, trafik, üzerinde özel bir strateji, özel bir
kurmaylık hizmeti harcanacak kadar çok kapsamlı bir sorun haline gelmiştir.
Bunun için, artık, Mecliste -daha önce, Komisyon Sözcümüz Sayın Hüsamettin
Korkutata'nın da söylediği gibi- bir daimî; ama, fahrî, yeni bir bürokrasi
yaratmayacak grupçuklar, komisyoncuklar oluşturup dinlememiz lazım; çünkü,
Büyük Millet Meclisi ve milletvekilleri, öncelikle ve öncelikle vatandaşların
can güvenliğini sağlamak zorundadırlar; onlara iş güvencesi, onlara
demokrasiden önce, onların canlarını garanti altına almalıdırlar; çünkü,
demokrasi de, iş güvencesi de hayatta olacak, hayatta kalacak olan yurttaşlar
için gereklidir. İşin çok boyutu var. Ele alınmayan birkaç küçük noktaya
da işaret etmek istiyorum. Türkiye'de trafikte bir fecaat yaşıyoruz; ama, bu
yaşanan fecaatin içinden, hiç değilse, kısmî ve küçük saadetler çıkarma
imkânımız da var. O da şudur: Herhalde dünyada en fazla böbrek bekleyen
ülkelerden biriyiz. Şu anda, en son rakamı aldım, 20 000 dolayında yurttaşımız
ölümü bekliyor, taze böbrek bulamazsa, eğer böbrek nakli yapılamazsa ölüme
mahkûm durumdalar. Aynı şekilde, karaciğer nakli bekleyen, kalp nakli bekleyen
insanlarımız da var. Türkiye gibi bir ülkede -belirttiğim kazalar dolayısıyla-
insanları, hastaneye taşırken kaybetmemiz dolayısıyla, beyin ölümünün önceden
gerçekleşmesi dolayısıyla, taze bedenleri, daha sıcakken toprağa gömüyoruz.
Oysa, bu bedenleri, iyi bir sistemle, düzenli bir organizasyonla, gözleri yaşlı
bazı aileleri sevindirmek, o yurttaşlarımızın sevgili, aziz bedenlerini de
başka bir yurttaşımızın canını kurtarma konusunda bir imkâna kavuşturabiliriz. Demin de belirttiğim gibi, trafik konusu, akıl
almayacak kadar, toplumun bütün kesimlerini, bütün hallerini içine alacak kadar
kapsamlı, ayrıntılı bir konu. Türkiye'de, şu anda, bunun üzerine zihnî enerji
sağlayacak hiçbir kurum yok; buna, üniversiteler de dahildir; buna, devlet
kuruluşları da dahildir. 8 sayın bakanlık işin sorumlusudur; ama, sorumlu
aradığımız zaman, sadece ve sadece İçişleri Bakanlığı karşımıza çıkıyor.
İçişleri Bakanlığı, Türkiye'de her yıl verilen milyonlarca ehliyetin yahut da
sürücünün peşinden gidemeyecek, her ay trafiğe çıkan binlerce onbinlerce aracı
takip edemeyecek imkânsızlıklar içindedir; o yüzden, burada, sivil
örgütlenmeye, sivil kuruluşların katkısına, desteğine de ihtiyaç olduğunu
belirtmek istiyorum. Sivil kuruluşların, evvela, yurttaşlarının can güvenliğini
temin etmek konusunda hizmet sunması gerekiyor. Bu anlamda, meslek
kuruluşlarına da, sivil kuruluşlara da... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Son cümleniz için mikrofonu açıyorum Sayın
Başkan. Buyurun efendim. (10/139, 14, 126, 132 ve 133) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TAN (Devamla) - Trafik konusunda sabahlara
kadar özel oturum yapılsa herhalde söylenecek laf bulunabilir. Hele,
belirttiğim gibi, binlerce sayfanın özeti olan bir raporun, burada, herhalde
yüzde 1'ini bile söylemek, dile getirmek için 20 dakikanın kâfi olmayacağını;
ama, toleransınızın yine de sadra şifa olduğunu belirtmek isterim Sayın Başkan.
Yalnız, arkadaşlarımın sabrını da azaltmadan... Zaten, konuya ilgi duyan
arkadaşlarımızın buradaki varlığı şükrana değer; çünkü, trafik, belirttiğim
gibi, maalesef, kamuoyunda olduğu gibi, milletvekilleri arasında da fazla ilgi
uyandıran bir konu değil. Sözlerimi şöyle toparlamak istiyorum: Hızla
zedeleşiyoruz;. zede bir toplum oluyoruz. Bankerzedelik, off shorezedelik,
depremzedelik; ama, herhalde trafikzedelik bu toplumun nitelikleri içinde en
yüzkızartıcı olanı. İnsanlık, yüzyıllarla ifade edilen bir ömre doğru gidiyor.
Biz, çocuklarımızın, onbeş yaşından aşağıda olanlarının üçte 1'ini trafik
kazalarında, yollarda kaybediyoruz; çocuklarımızı yaşatamıyoruz. Her yıl en az
3 000 dolayında 18-25 yaş arasındaki sürücümüz yollarda ölüyor. Bizim, Meclis olarak da, hükümet olarak da, sivil
kuruluşlar olarak da ilk görevimiz, her yıl, her ay, her hafta ölen bu
yurttaşlarımızın birine, birkaçına birden sahip olacak enerjiyi, zihnî
enerjiyi, duygusal enerjiyi yaymamız, yoğunlaştırmamız ve bunun önlemlerini
almamızdır. Bunun için de, 550 milletvekilinin -81 vilayeti temsil ettiğini göz
önüne alırsak- hepsinin birinci görevi, bence, o bölgelerdeki vatandaşların can
güvenliklerine sahip olmalarıdır. Son sözüm bir temenni olacak; bu temennime, Genel
Kurulun iştirak edeceğini ümit ediyorum. O da şudur: Türkiye'de en büyük
kütüphaneye, en büyük kitapçıya gidin, trafikle ilgili bir eser sorun, sizin
önünüze, sadece 2918 sayılı Yasayı ve ilgili yönetmelikleri yahut da ceza
hukuku profesörlerinin yazdıkları küçük kitapçıkları koyacaklardır. Bu konuda
hiçbir kaynak yok; 2 000 dolayında sürücü kursunda okutulan hiçbir kaynak yok;
belediyeler önemli bir sorumlu olduğu halde, belediyelerin elinde bir kaynak
yok; bakanlıkların elinde yok. O yüzden, Büyük Millet Meclisinin yapması
gereken, bu soruna el koyarak, bu raporumuzu, buradaki konuşmaları, parti
temsilcilerinin sözlerini de içeren tutanakları da içine alarak, bir kitapçık
hazırlaması ve bu topluma sunması olacaktır. Böylece, bir toplumsal belge
sunmuş olacak ve bu konuya eğildiğini de göstermiş olacaktır. Henüz ikinci haftasında bulunduğumuz yeni yılın
"trafikte güvenlik yılı" olmasını, sayın hükümetten istemiştik.
Sanıyorum, komisyon olarak bu isteğimiz, sizin de desteğinizle yerine
getirilecek ve herkes kendi üstüne düşenleri yapmak için bir heyecanla trafiğe
çıkacak; her akşam evine esenlikle, güvenlikle dönmesi için, dua etmekten
ziyade, bir şeyler yapmanın heyecanını ve ihtiyacını duyacaktır. Beni dinlediğiniz ve Komisyonumuz için iltifatkâr
sözler söylediğinizden dolayı, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum, sağ olun. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Başkana teşekkür ediyoruz. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, bir soru sorabilir
miyim yerimden? BAŞKAN - Hay hay... KAMER GENÇ (Tunceli) - Siz, komisyona, hangi maddeye
göre söz verdiniz? BAŞKAN - Genel hükümlere göre, 60 ıncı maddenin son
fıkrasına göre... KAMER GENÇ (Tunceli) - Hayır efendim, bakın... Hangi
maddenin?.. BAŞKAN - 60 ıncı maddeye göre... KAMER GENÇ (Tunceli) - 72 nci madde bu. Şimdi, bakın,
Meclis araştırmasının Türkiye Büyük Millet Meclisinde müzakeresi, genel görüşme
usullerine... BAŞKAN - Efendim, eğer, başta gelseydiniz; yani,
müzakerelerin başında gelseydiniz... KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim, ben, baştan buradaydım. BAŞKAN - ...ben, zatıâlinizin ikazını dikkate alırdım;
ama, müzakereye başladıktan sonra geldiniz ve siz, Başkana söz verdiğim sırada
müdahale ettiniz. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Siz, beni dinlemiyorsunuz... KAMER GENÇ (Tunceli) - Sözümü bir dinleyin... Şimdi,
102 nci maddede deniliyor ki, Meclis araştırmaları, genel görüşmede, hükümete,
parti gruplarına ve milletvekillerine söz verilir... Komisyona söz verilir
denilmiyor. Arkasından, bunların görüşülmesi de, genel hükümlere göre
deniliyor. BAŞKAN - Genel hükümlere göre, söz verilir komisyona... KAMER GENÇ (Tunceli) - Genel hükümler de, 72 nci
maddede; her görüşmede, parti gruplarına ve iki milletvekiline söz verildikten
sonra görüşme tamamlanır deniliyor; yani, burada, yanlışlar yapılıp da ikaz
edilince... Ben o kürsüde oturduğum zaman, birisi benim yanlışımı söylediğinde,
kendisine teşekkür ederdim; "otur yerine" demezdim; ama, siz,
maalesef, bakın, hem gündemi kale almadınız hem yanlış... BAŞKAN - Sayın Genç, gündeme başlarken söyleseydiniz,
dikkate alırdım. KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim, ben niye söyleyeyim;
yani, ben burada bekçi değilim ki... BAŞKAN - Gündeme başlarken söylemediniz. KAMER GENÇ (Tunceli) - Ben bekçi değilim burada. Orada
Kanunlar Müdürlüğü var, burada grup başkanvekilleri var. BAŞKAN - Sayın Başkana söz verdiğim zaman müdahale
ettiniz. Onun için, ben, sizin müdahalenizi normal karşılamadım. KAMER GENÇ (Tunceli) - Olmaz böyle, gündemi keyfî
uygulayamazsınız. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Yine doğrusun Sayın
Genç!.. KAMER GENÇ (Tunceli) - Her zaman doğruyum... (10/139, 14, 126, 132 ve 133) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TAN (İzmir) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Usul tartışması açmadık; yalnızca, sayın
milletvekilinin fikrini dinledik, o kadar efendim. Sayın Hükümet, şimdi mi konuşacak, şahıslardan sonra
mı?.. İÇİŞLERİ BAKANI SADETTİN TANTAN (İstanbul) -
Şahıslardan sonra, Sayın Başkan. BAŞKAN - Şahsı adına, ilk söz, İstanbul Milletvekili
Murat Sökmenoğlu'na ait. Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın
Başkanım. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Komisyon
Başkanımız Sayın Tantan'dan sonra ve... (DSP sıralarından "Tan"
sesleri) Efendim, getireceğim lafımı, müsaade buyurursanız... Sayın Tantan ile Sayın Tan'ın müşterek oturması ve bu
konuya, bu şekilde, ciddîyetle eğilmesinden sonra, bizim konuşmamız biraz
yersiz de olsa, geçen günkü konuşmamda eksik kalan bazı kısımları, müsaade
ederseniz, ifade etmek istiyorum. Sayın milletvekilleri, ülkemizin yıllardır kanayan bir
yarasına artık son vermeliyiz. Binlerce insanımızın hayatını kaybetmesine,
yaralanmasına, sakat kalmasına yol açan, ülkemiz ekonomisine çok büyük
boyutlarda zarar veren trafik kazalarının nedenlerini ortadan kaldırmalıyız.
Artık, nutuk atma zamanı değildir. Vatandaşlarımızın bu konudaki beklentilerini
daha fazla geciktirmeden, gerekli yasal ve idarî düzenlemeleri öncelik ve
ivedilikle gerçekleştirmeliyiz; ama, mantalite değişikliği için, var gücümüzle
de bir taraftan çalışmalıyız. Ben yaparım, yaptığım da yanımda kâr kalır
düşüncesi, artık iflas etmelidir. Herkes, yaptığı yanlışlıkların bedelini
ödemelidir. Meclis araştırması komisyonumuzun hazırlamış olduğu
raporda, ülkemizin trafik ve ulaşım şartları ile trafik kazalarına sebep olan
unsurlar açıkça ortaya konulmuş, alınması gerekli tedbirlerle ilgili öneriler
de sıralanmıştır. Ayrıca, Trafik Hizmetleri Başkanlığının önerileri gözardı
edilmemelidir. Şimdi, Meclise düşen, yeni düzenlemeleri süratle hayata geçirmek
olmalıdır. Sayın milletvekilleri, son beş yıl içerisinde, 28 000'i
aşkın vatandaşımız trafik kurbanı olmuştur, ekonomik kayıplarımız da
katrilyonlarla ifade edilmektedir. Karayollarımızın durumu iyi değildir.
Trafiğe çıkan araç sayısında büyük bir patlama meydana gelmiştir. Bugün,
trafikteki toplam araç sayısı 9 milyonun üzerindedir. Buna mukabil, altyapıda
önemli eksiklik ve aksaklıkların da olduğu herkesin malumlarıdır. Trafik kazalarının başta gelen sebeplerinden biri, her
gün televizyon ekranlarına yansıyan, alkollü araç kullanımıdır. Trafik
eğitiminin eksikliği, trafik kurallarını çiğneme, dikkatsizlik, uykusuzluk,
araçların yaşlı ve bakımsız olması en önemli sebepler arasındadır. Üstelik, bu
unsurlarla mücadele için kontrol ve denetimlerinin de yetersiz kalması,
kazaları artırmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde, âdeta
bir katliam halini alan trafik kazalarının sadece para cezalarıyla ve geçici
tedbirlerle önlenemeyeceği açık bir gerçektir. Basında ifadesini bulan
"çorba parası", "müdür hakkı" adı altında verilen rüşvet,
kokuşmuşluğun bir diğer örneği. Bu zihniyet devam ettiği müddetçe, alan ve
veren olduğu müddetçe, Türkiye'de kanun yapmakla sorunlarımızı çözemeyiz.
"Biz, iki 10'luğa bu işi hallederiz" zihniyeti artık iflas etmelidir.
"Rüşveti verir meseleyi hallederim, kurtulurum" düşüncesi topluma
hâkim oldukça sonuç almamız da mümkün değildir. Karayolları müteahhitlerini denetlemekle görevli
olanlar, yapılan eksiklik ve yanlışlıklara anında müdahale etmez, görmezlikten
gelerek gereğini yapmazlarsa hiçbir yere varamayız. Daha fazla para kazanma
uğruna asfaltın ziftini ceplerinde taşıyanlardan, hatalı ve eksik yapımdan
kaynaklanan otobanlarda meydana gelen faciaların bedeli sorulmaz, sorgulanmaz
ise çabalarımız da bir neticeye ulaşamaz. Otoban kadar önemli olan bölünmüş
yol; yani, çift yol anlayışı karayollarımızda hâkim olmalıdır. Ödenek yokluğu
bu çabalara mani olmamalıdır. Sayın milletvekilleri, geçen yıl haziran ayında, bütün
siyasî partilerimizin ortak duygu ve iradesiyle başlattığımız trafik sorununa
köklü ve kalıcı çözümler bulma çabalarımızı kısa zamanda artık
sonuçlandırmalıyız. Millete verilen sözü yerine getirmeliyiz. Polis devleti
zihniyetiyle bir yere varamayız, hukukun üstünlüğünü de esas almalıyız. Hedef
ve önceliklerimizi tespit etmeliyiz. Trafik kazalarına sebep olan bütün
altyapı, teknoloji, eğitim eksikliği ve yanlışlıklarını da düzeltmeliyiz. Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu denetim fonksiyonunun
tam olarak sağlanması için 3A formülü bence önemlidir. Denetçide ahlak,
sürücüde ahlak, müsebbipte ahlak esas olmalıdır. Sürücü kursları mercek altına alınmalı, geç kalınmış
olan bu denetimler sağlanmalı, 10 derste veyahut da 20 saatte ehliyet verme
zihniyeti biraz daha değişik yöntemlerle uygulanmalıdır. Esas olan pratiktir,
pratikte 20 saatte çözmemiz mümkün değil. Her şeyden önemlisi de, toplumumuzda çağdaş bir
zihniyet değişikliği yaratılması, trafik bilinci ve görev anlayışının
oluşturulması yönündeki siyasî desteği kararlılıkla ortaya koymalıyız. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütün sayın
milletvekillerinin aynı duygular ve duyarlılık içinde bulunduğu inancıyla, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. İçel Milletvekili Sayın Edip Özgenç; buyurun efendim.
(DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Sayın Başkan, muhterem
milletvekilleri; 547 sıra sayılı trafik kazalarının önlenmesiyle ilgili Meclis
araştırması önergesi ve bu konuda verilmiş olan komisyon raporu üzerinde,
duygularımı sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinize, en derin
sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Öncelikle, Türkiye'yi oldukça büyük ölçüde ilgilendiren
ve her yıl binlerce insanımızın vefatı, yaralanması ve maddî hasarlarla
sonuçlanan bu olay, gerçekten, büyük boyutta bir savaş gibi insan kaybına neden
olmaktadır. Öncelikle, bu önergeyi veren, değerli arkadaşlarımızdan Sayın Murat
Sökmenoğlu, Sayın Aydın Ayaydın, Sayın Zeki Ünal ve değerli milletvekili
arkadaşımız Turhan Güven ve arkadaşlarına, huzurunuzda, burada, bir defa daha
teşekkür etme durumundayım ve saniyen, çok değerli bir araştırma yapmak suretiyle
-güzel bir komisyon raporu- oldukça değerli, oldukça incelemeli bir eser
halinde tezahür eden bu raporun hazırlanmasında da emeği geçen, başta İstanbul
Milletvekili Sayın Ahmet Tan ve arkadaşlarına, huzurunuzda, yine teşekkürlerimi
arz etmek istiyorum. Trafik, ülkemizde, gerçekten en büyük sorun olarak
devam ediyor ve her yıl, neredeyse, İstiklal Harbinde şehit düşen ecdadımızın
sayısı kadar trafiğe kurban veriyoruz. Bu kadar önemli bir konuda, şimdiye
kadar çok çeşitli yasalar hazırlanmış, çok çeşitli konuşmalar yapılmıştır.
Bugün burada benim dileğim, son derecede ince, son derecede hassas ve titiz
biçimde hazırlanmış bulunan bu rapordan sonra, Türkiye'nin trafik kazalarıyla
ilgili mevcut sıkıntılarını ortadan kaldırabilecek nitelikli bir yasa tasarısı
hazırlamak ve böylece trafik güvenliğinin sağlanması gerektiği düşüncesini arz
etmek istiyorum. Bu konuda, Türkiye Büyük Millet Meclisine son derecede önemli
hizmet düşüyor. Bu konuda bir an evvel yasa tasarısı hazırlanıp, toplumun
ihtiyacına cevap verebilecek nitelikte bir çalışma yapılması gerektiğini
düşünüyorum. Bu konuyla ilgili olarak, şüphesiz, Karayolları
Güvenliği Yüksek Kurulu var; ama, bu kurul, istediğimiz ölçüde, istediğimiz
manada bir çalışma, maalesef, arz edememektedir. Jandarma Genel Komutanlığımız,
Karayolları Genel Müdürlüğümüz, Millî Eğitim Bakanlığımız, Sağlık Bakanlığımız,
Ulaştırma Bakanlığımız, Tarım Bakanlığımız, Orman Bakanlığımız ve
belediyelerimizin trafik birimleri, bu konudaki çalışmalara yardımcı olmaya
çalışıyorlar; ama, bu konu, o kadar çok dağınık bir şekilde tezahür ediyor ki,
bunlar, yeni bir değerlendirmeyle birleştirilerek, yeni bir kurumsal
yapılanmaya ihtiyaç gösteriyor. Her şeyde olduğu gibi, burada da, yine, maddî
imkânların ve diğer meselelerin büyük bir problem olarak ortada olduğu açık. Enflasyonla olabildiğince mücadele ettiğimiz bu
ortamda, ne olursa olsun, bu rapordan sonra, mutlaka, bu güvenliğin sağlanması
açısından, gerekli fonun, gerekli kaynağın hazırlanarak trafik güvenliğinin bir
an evvel sağlanması son derece de önem arz ediyor. Bu konuyla ilgili duygularımı sizlere şöyle ifade etmek
istiyorum: Uygarlığın ve tekniğin hızlı gelişimine paralel olarak çağımızda
hızlı araçlara gereksinim duyulması, çok süratli taşıtlar üretilmesine ve
motorlu araç sayısının da giderek hızla artmasına yol açtığı hepinizce malum.
Sayısı ve hızı artan motorlu araçlar yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası
olurken, birçok insanın yaşamını kaybetmesi, sakat kalması ve büyük maddî
zararlara neden olması söz konusu. İstatistiklere göre dünyada ölüm nedenleri arasında
çocuk ölümlerinden sonra trafik kazalarının ikinci sırayı aldığı ifade
ediliyor. Her depremin ağıtı dillerimizden, acısı yüreklerimizden hiç
gitmezken, âdeta, her gün trafik depremi geçiren ülkemizde, bu en önemli
sorunumuzun içtenlikle, ciddîyetle ve kalıcı olarak ele alınması gerektiğini
düşünüyorum. Trafik kazalarının nedenini oluşturan faktörler, ister
olaya neden olan kişi veya kişiler ister olaya neden olan araç ve gereç isterse
bu olayın oluşumuna yardım eden çevre faktörü olsun trafik kazalarının
günümüzde ulaştığı boyut korkunçtur ve bu konuda çözüm tarzı getirmek Türkiye
Büyük Millet Meclisinin aslî görevlerinden bir tanesidir, bu yadsınamaz. Ne
olursa olsun bu konuya çözüm tarzı getirmemiz gerekiyor, maddî imkân bulmamız
gerekiyor, yasal düzenleme yapmamız gerekiyor, gerekirse fon ayırmak suretiyle
bu konuya mutlaka düzenleme getirme ihtiyacı içerisinde olduğumuzu arz etmek
istiyorum. Nitekim, trafik kazaları, ülkemizde, artık, sorunun,
boyutları çok aşıp, bir doğal afet, bir facia durumuna geldiği hepinizce
izleniyor. Cezaları istediğimiz kadar artıralım, trafik ekiplerinin sayısını 2
katına çıkaralım, denetimleri yoğunlaştıralım; hiçbiri, bu faciayı olağan sorun
boyutlarına çekememektedir. Başka bir deyişle, ne içimizde ve ne de dışımızdaki
trafik canavarını bir türlü durduramıyoruz. Bir toplumda sorunlara kısa ve uzun vadeli olarak iki
tür çözüm önerileri getirilebilir; doğal afet ya da faciaya dönüşmüş sorunlarda
toplumu kurtarmak için bir yandan kısa dönemli önlemler alınırken, diğer yandan
da uzun dönemli önlemler düşünülmelidir. Taşıt araçlarının yaşamımıza tüm boyutlarıyla girdiği
malumdur. Artık, yollarda yaya, yolcu ya da sürücüyüz. Durum böyle olunca,
trafik konusunda hem aile çevresinde hem de okullarda eğitime yönelik plan ve
programların yürürlüğe konulması, trafiğin, eğitim ve öğretimin her düzeyinde
ders ve kurs olarak yer alması gerektiği açıktır, bu da eğitimden geçiyor. Ulaşım ve trafik konusunda üretilecek ve alınacak doğru
kararların ülkenin sosyal ve ekonomik yaşamının gelişmesine paralel olarak
alınabilmesi için, başta üniversiteler olmak üzere, diğer kurum ve kuruluşlar
ile uzman kişi ve grupların ortak bir çalışma içerisine girmesi gereklidir.
Burada, Sağlık Bakanlığımıza da son derece önemli görevler düştüğünü söylemek
istiyorum. Özellikle karayolları üzerinde canımızın ve malımızın emniyetini
sağlayabilecek nitelikte gerekli istasyonların kurulması, ambülansların
sağlanması, iletişim araçlarının kurulması, helikopterlerin düzenlenmesiyle
ilgili ve özellikle kara noktaların tespit edildiği bölgelerde, bu hizmetlerin
yoğunlaştırılarak, bir an evvel devreye sokulması gerektiğini düşünüyorum.
Yine, sağlık kurumlarında doktorlarımız ve bu konuda uzman kişilerimiz, ehliyet
verirken, sağlık kurulundan geçirdiği insanların ruh ve sağlık durumlarını son
derece hassas ve titiz bir biçimde değerlendirerek, bu konuyla ilgili sağlık
raporlarının değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. En önemli konulardan bir tanesi olarak sizlere arz etmek
istediğim konu şudur: Üç tarafı denizlerle çevrili bir bölgede yaşıyoruz; bir
ülkede, bir güzel ülkede yaşıyoruz. 8 300 kilometrelik bir sahil şeridinde,
yaşadığımız bu bölgede, yapmış olduğum tespitlerde, 25 milyon hektarlık
karasularında, 1 milyon hektarı aşan 200 doğal gölünde, 158 baraj gölünde,
750'den fazla gölette ve 177 714 kilometre uzunluğunda 33 akarsu kaynağımızın
bulunduğu yerde, olabildiğince, bu karayollarındaki mevcut yoğunluğun,
denizyollarına ve demiryollarına ulaşması ve aktarılması gerektiğini
düşünüyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlayınız Sayın Özgenç. EDİP ÖZGENÇ (Devamla) - Bu açıdan, devletimiz,
hükümetimiz, Parlamentomuz bu konuyla ilgili değerli çalışmalarını arz etmek
suretiyle, önümüzdeki günlerin sosyoekonomik değerlendirmelerini de yapmak
suretiyle bu konuya çözüm tarzı getirmek ve böylece, bu trafik güvenliğinin
sağlanması konusunda gerekli yardımın yapılması gerektiğini düşünüyorum. Sözlerime son verme durumundayım. Sözlerime son
verirken, değerli komisyon üyesi arkadaşlarıma, bu değerli hizmetlerinden
dolayı, tekrar, teşekkürlerimi arz etmek istiyorum ve diyorum ki, onların
ifadesiyle, her 55 dakikada yollarda can veren aziz yurttaşlarımız ile
görevleri sırasında trafiğe kurban verdiğimiz sevgili milletvekili
arkadaşlarımızın aziz anısına ve bu konuda acılarıyla trafik konusunu gündeme
getirmiş bulunun Sayın Boray Uras ve onun iki sevgili evladı Selin ve Erdem
kardeşimize Tanrıdan rahmet diliyorum ve aziz anıları önünde, güvenli, uygar
bir trafik ortamına kavuşma dileğiyle, hepinize en derin sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özgenç. Hükümet adına, İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan
görüşlerini ifade edecekler. Buyurun Sayın Bakanım. (ANAP sıralarından alkışlar) KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, hangi maddeye göre
söz verdiniz? BAŞKAN - 60 ve 61 inci maddeler... KAMER GENÇ (Tunceli) - 60 ıncı maddede öyle bir şey
yok; açın okuyun; rica ediyorum... 60 ıncı maddede, konuşma süreleri ve soru
sorma hususları var. BAŞKAN - 61 inci maddeye bakın. KAMER GENÇ (Tunceli) - 61 inci maddede de öyle bir şey
yok; rica ediyorum... Bu Meclisi çok keyfî yönetiyorsunuz. Hükümetin söz hakkı
yok burada. BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan. Süreniz 20 dakika. İÇİŞLERİ BAKANI SADETTİN TANTAN (İstanbul) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun
30.6.2000 tarihli 700 sayılı kararıyla kurulmuş olan trafik kazalarının
nedenleriyle ilgili Meclis araştırması komisyonun hazırlamış olduğu rapor
doğrultusunda sözlerimi ifade etmek istiyor, Yüce Meclisi saygı ve sevgiyle
selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1826 yılında
Yeniçeri Ocağının ortadan kaldırılmasıyla, gerek Osmanlı başkentinde ve gerekse
Osmanlı'nın diğer merkezlerinde güvenliğin sağlanması, o günkü koşullarda,
değişik makamlara ve kişilere tevdi edilmiş; fakat, uygulamada birtakım
aksaklıklar dikkate geldiğinde, Sultan Birinci Abdülmecid döneminde, 10 Nisan
1845'te, "Polis Teşkilatı" adıyla bir teşkilat kurulmuş ve aynı yıl
bir nizamname çıkarılmak suretiyle de, görev ve yetkileri belirlenmiştir. Osmanlı döneminde ve cumhuriyetin ilk yıllarında, o
günkü koşullarda bakıldığında, at arabası ve öküz arabası kullanan bu toplumda,
faytoncubaşının Osmanlı sarayının yanında, bir saray büyüklüğündeki yerde
ikamet etmesi ve faytonların da, orada, bir disiplin içerisinde beklemeleri ve
aynı zamanda, İstanbul sokaklarındaki seyrüseferi dikkate alındığında,
trafiğin, yönetimin, düzenlemenin o tarihlerde de var olduğunu, motorlu
taşıtların devreye girmesiyle de -ki, yüz yıllık bir tarihî içeriyor- diğer
ülkelerde olduğu gibi, bizim ülkemizde de, trafiğin düzenlenmesi noktasında,
artık, ihtiyacın hâsıl olduğu dikkatlere gelmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında, 1930 tarihli 1580 sayılı
Belediye Yasası çıkarılırken trafikle ilgili hükümler oraya derç edilmiş ve
böylece de, o tarihlerde, belediye başkanlıklarına görevler tevdi edilmiştir.
Ancak, uygulamaya bakıldığında, belediye başkanlıkları arasındaki ilişkilerde birtakım
farklılıklar dikkate geldiğinden, amacına uygun olarak trafik düzenlemesi ve
hizmeti sağlanamamıştır. Bir ihtiyaç doğrultusunda, 1950 tarihli 5539 sayılı ve
1953 tarihinde yürürlüğe giren Trafik Kanunuyla da, bu görevler polis
zabıtasına verilmiş ve böylece de, trafik hizmetleri, o tarihten itibaren,
emniyet teşkilatının ilgili birimleri tarafından yürürlüğe konulmuştur. Zamanla ihtiyaçlar artmış ve o günkü koşullarda ve
özellikle de, 1983 yılında 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu yürürlüğe
girmiştir; fakat, Trafik Kanununun yürürlüğe girdiği günden bugüne kadar
-değişik zamanlarda ve mekânlarda, trafik kazaları halkı rahatsız ettiğinden;
yasaların uygulamadan kaynaklanan eksiklikleri de dikkate geldiğinden- 11
değişiklik yapılmıştır. Bugün de, burada, Yüce Meclisin oluşturmuş olduğu
Araştırma Komisyonu çok önemli bir araştırmayı gündemimize ve dikkatimize
getirmiştir. Öncelikle, Komisyon Başkanını ve komisyonun çok
saygıdeğer üyelerini ve ona destek veren bütün görevlileri kutluyorum; çünkü,
son derece önemli bir araştırma yapmışlar ve bu araştırmayı dikkatlerimize
getirmişlerdir. Bu araştırmaya bakıldığında, sadece trafiği düzenlemek,
denetlemek, uygulamaya sokmak ve diğer bakanlıkların ilgili konu üzerindeki
bugüne kadar uygulamadan kaynaklanan eksiklikleri ve yapılması gerekenleri
dikkate getirmiş olmakla birlikte, asıl önemli olan, insan şeref ve
haysiyetinin vazgeçilemeyeceğini, insan unsurunu öne çıkaran bir yaklaşımı da
sergilemişlerdir; o konuda da kendilerine teşekkür ediyorum. Bununla, sadece
polisiye bir yaklaşım sergilememişler; çünkü, halkın dikkatlerinde ve Yüce
Meclisin de dikkatlerinde bakıldığında, trafik kazalarını sadece polisiye bir
vaka olarak algıladığımız ve öyle de aktardığımız hepimizin malumudur; ama,
halkımız, bütün bu olumsuzluklara rağmen, Yüce Parlamentodan bir çözüm
beklemektedir. Bu nasıl çözülecektir? Bunu, sadece İçişleri Bakanlığının
kendisine bugünkü meri mevzuatta verilen yetkiler doğrultusunda ki, bu yetkiler
üst üste konulduğunda yüzde 12 kapsamı içerisindedir, bu yüzde 12 kapsamı
içerisinde mi çözebilecektir? Bunu böyle çözmesi mümkün müdür; bunu böyle
çözmesi mümkün değildir. Peki, ne yapılması gerekmektedir? O şekilde
bakıldığında, İçişleri Bakanlığı, halkına daha iyi hizmet verebilmek için, bu
konudaki görevlilerini daha iyi yetiştirebilmek, daha nitelikli konuma
getirebilmek açısından, önümüzdeki günlerde, Genel Kurula gelmiş olan... Polis
yüksekokulları ve polis akademisi üniversite yasa tasarısı, buraya, Yüce Meclise
gelmiştir ve böylece, sadece nitelikli personel yetiştirme açısından değil,
üniversite çerçevesi içerisinde bütün Türkiye genelindeki olumsuzlukları içeren
araştırma kurumları da kurulacaktır. Türkiye'nin en büyük eksiği, bilime
müracaat etmemesinden kaynaklanmaktadır. Bilime müracaat edilmeden ortaya
çıkarılacak ürünlerin topluma hiçbir faydası yoktur. Bu gerçeği gören İçişleri Bakanlığı, onun için, polis
teşkilatındaki üniversite ve yüksekokul olma tasarısına büyük önem vermektedir;
çünkü, biz biliyoruz ki, devletin aslî görevi, kendi vatandaşının güvenliğini
sağlamak, güvenli bir ortam içerisinde, rahat nefes almasını, rahatça hareket
edebilmesini sağlamaktır. Eğer, bir ülkede güvenli ortamı sağlayamazsanız,
ekonomik güce ulaşma şansınız sıfırdır. Peki, güvenli ortam nasıl sağlanacaktır? İnsanlar,
kendilerini yönetenlere karşı nasıl saygılı ve disiplinli hareket edecektir,
nasıl güvenecektir? Bunlar dikkate alındığında, üzerimizde çok büyük görevlerin
olduğu bilinci içerisinde, yapacak daha çok işlerimizin olduğuna inanıyoruz. Güvenli ortamın yaratılması için her köşe başına bir
güvenlik gücü, kolluk gücü koymanız asla meseleyi çözmez. Oysa, uygulamada
bakıldığı zaman, suç ve suçlularla mücadelenin aslî görevinin cumhuriyet
savcılarının aslî görevi olduğu bir gerçektir; çünkü, yasa koyucu, o görevi ona
vermiştir; kolluk kuvvetleri de, onun emrinde, ona niyabeten görev
yapmaktadırlar. Şimdi, şöyle bir bakın; uygulamaya bakın... Bir bölgede
herhangi bir suçtaki gelişmişlik, artış, ister mala karşı işlenen suçlarda
olsun isterse ekonomiyle ilgili suçlarda olsun isterse uyuşturucu ve isterse
diğer suçlarda olsun, bunun, sosyolojik araştırması yapılmadan, o bilgi ve veri
Yüce Parlamentoya gelmeden, Yüce Parlamento hangi konuda karar verecektir;
verebilme şansı yoktur. Ben diyorum ki, önümüze gelmiş bu kadar güzel bu
ürünün, sadece burada, Parlamentoda, söylem içerisinde kalmaması, bunun
uygulamaya geçilmesi için bir seferberliğin başlatılmasının, artık çok geç
kaldığını ve bunun öncüsü olarak da, Yüce Meclis bu araştırmanın öncülüğünü yapmış
olduğundan dolayı, bütün milletvekillerimize ve Parlamentoya düşen bir görev
içerisinde il il, kaza kaza, köy köy dolaşarak, trafik kazalarına neden olan
eğitimsizliğimizi, cehaleti ortadan kaldıran bir yaklaşımı sergilememiz
gerekmektedir. Eğer, biz zihinsel devrimi gerçekleştiremezsek, burada
ne kadar alt komisyon kurulursa kurulsun ne kadar yasal düzenlemesi yapılırsa
yapılsın zihinsel devrim gerçekleşmediği sürece; sadece insanlarımızı cezaevine
koyan bir yaklaşımı sergileriz. Devletin görevi, suç olmadan önce, onu önleyen sistemi
devreye sokmaktır. Suç olduktan sonra insanları yakalayıp, yargılayıp, orada
insanları ölüme mahkûm etmek devletin aslî görevi değildir. Onun için diyorum
ki, sadece trafik kazalarında değil, bütün, her türlü suç hareketinde, bütün
herkes kendi gerçeğini kendi önüne koyup, nerede hata yaptığı ve niçin bu
uygulamayı geciktirdiği ve niçin insanların önünü kapattığı, niçin umutsuzluk
kaynağı içerisine soktuğu düşüncesi içerisinde kendi kendini yargılamak
mecburiyetindedir. Yine diyorum ki, bu Yüce Parlamento çok şeyleri yapmaya
kadirdir; çünkü, göreve geldiğimiz günden bugüne kadar Yüce Parlamentonun bize
verdiği destek, uygulamada kendini göstermektedir. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Bravo Sayın Bakan. İÇİŞLERİ BAKANI SADETTİN TANTAN (Devamla) - Yapılan
bütün işlemler, hukukun bize vermiş olduğu disiplin içerisinde
yapılagelmektedir. Hiçbir vatandaşımız, hiçbir bürokratımız, hiçbir şekilde
şüphe etmesin ki, namuslu, dürüst, vatanperver insanlar, asla bizim
uygulamalarımızdan zarar görmezler. Biz diyoruz ki, bugüne kadar yanlışlık
içerisinde olanlar varsa, geçmişten kaynaklanan, ben de bunu yaparsam yanıma
kâr kalır, bunu çözerim zihniyetinin artık kalktığını bilmeleri gerekmektedir.
(ANAP, DSP ve MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Çünkü,
hükümetimizin bize verdiği, Parlamentomuzun bize verdiği güç ve halkımızın da
isteği bu doğrultudadır. Ben, ülkemiz açısından büyük maddî ve manevî zararlara
ve bir katliama dönüşen bu trafikle ilgili, trafik kazalarıyla ilgili, trafik
hareketleriyle ilgili ve bütün bakanlıklarımızı ilgilendiren konularla ilgili
çalışmayı hep beraber başlattığımızda, büyük yol alacağımıza inanıyorum. Bu ülke, halkının gelişmesi için ve halkına görevi
tevdi ettiğinden dolayı, sivil toplum örgütlerini, meslek odalarını kurmuştur.
Şimdi, kendi kendimize soralım: Meslek odaları halkına geri dönmüş müdür?
Meslek odaları, bu Parlamentonun kendisine vermiş olduğu yetki doğrultusunda
halkına geri dönerek, kendi meslek mensubuna geri dönerek, onu aydınlatan, onun
niteliğini geliştiren bir yaklaşımı sergilemiş midir? Ama, uygulamada
gördüğünüz zaman, bakıyorsunuz ki, meslek odaları, Parlamentoyu, siyaseti yok
sayarcasına, onu tehdit eder bir söylem içerisinde yaklaşmakta, kendi halkına
hizmeti götürmemektedir. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) NİDAİ SEVEN (Ağrı)- Onlar, karanlık günler arıyorlar. İÇİŞLERİ BAKANI SADETTİN TANTAN (Devamla)- Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; yasaların çıkması da önemli değildir. Önemli
olan, bu yasaların uygulayıcılara anlatılması ve esas olan da, halka iyi
anlatılmasıdır. Şimdi, Türkiye'nin, yeme içme, nefes alma gibi önemli
ve aslî konularından, yapması gereken konularından ve Yüce Parlamentonun önemli
görevlerinden biri, temel yasalarını çıkarma mecburiyetidir. Bu temel yasalar
çıkmadığı sürece, Türkiye'de, hukuk devletinden, Türkiye'de gelişmişlikten,
asla, söz edemeyiz. Adalet Bakanlığımız, temel yasaların büyük bir bölümünü
hazırlamış vaziyettedir. İnfaz yasası da, bugün yarın, komisyon tarafından
hazırlanıp, Adalet Bakanlığına teslim edilecektir. Yani, bakıldığı zaman, Türk
Ceza Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, uyum kanunları, Cezaların İnfazı
Hakkında Kanun, bütün bunlar, bir sistem içerisinde Yüce Parlamentodan
geçmediği sürece, teker teker, münferiden çıkan yasaların, topluma hiçbir
menfaatı olmaz. Onun için, Yüce Parlamentonun önemli görevlerinden biri,
süratle bu yasaları çıkaran bir yaklaşımı ve birlikteliği sergilemektir. Bu yapıldığı zaman, bu yasaların çıkması da kâfi
değildir. Niçin değildir?.. Ülkemiz, yıllardan beri, kendini Avrupa Birliğine
sokmak için mücadele vermektedir. Peki, Avrupa Birliğine yarın girdiğimiz
zaman, Avrupa Birliğinde bizim haklarımızı savunacak -ki en büyük hakkı
savunacak hukuktur- hukukun yetiştirdiği hukukçular, bizi savunacak nitelik ve
güçte midir? Kaçı lisan bilmektedir? Hangi konuda bizi savunacaktır?
Uluslararası karşılaştırmalı hukuk açısından kaç bilim adamımız vardır?
Bakıldığı zaman, bu kadar üniversitemiz olması açısından, sayıları parmakla
gösterilebilecek kadar az hukuk adamımız vardır. Oysa, çok az gelişmiş
ülkelerde dahi, bakıyorsunuz ki, orada hukukçulara verilen değer, son derece
üst seviyededir. Çünkü, bir hakkın savunması, savunacak olan savunmadan
geçecektir. Eğer, bir yerde savunma niteliksizse, o savunmanın, yargının
vereceği karara katkısı azsa, o karardan adalet bekleyebilir misiniz; hiçbir
zaman bekleyemezsiniz. Eğer bir ülkede adaleti hâkim kılamazsanız, peki,
güvenli ortamı nasıl yaratabilirsiniz?.. Güvenli ortamı yaratmamız mümkün
değildir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu konuda
konuşulacak çok şey vardır; ben, fazla vaktinizi almak istemiyorum. Trafik kazalarıyla ilgili bu konuyu gündeme getiren ve
araştırma önergesi veren bütün partilerimizin milletvekillerine, komisyonumuza,
Parlamentomuza, bu çalışmalarından, bu dikkatlerinden ve bu hassasiyetlerinden
dolayı teşekkür ediyorum. İçişleri Bakanlığı olarak, vali ve kaymakamlarımız,
kolluk güçlerimiz, emniyet teşkilatı ve jandarma teşkilatı, bu seferberliğin
öncüsüdür ve emrinizdedir. Köy köy, kasaba kasaba, kent kent dolaşarak, önce,
halka ceza yazmak değil, halkı aydınlatmaktan geçen bir anlayış içerisinde, hep
beraber bu seferberliği başlatalım ve bu kazaları en aza indiren bir yaklaşımı
hep beraber sergileyelim. Ben, bu destek ve dikkatleriniz, Bakanlığımıza karşı
göstermiş olduğunuz sıcak yaklaşım ve destekler doğrultusunda, hepinize saygı
ve sevgilerimi sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın İçişleri Bakanımıza teşekkür ediyoruz. Sayın milletvekilleri, şahıslar adına tek bir söz
kaldı, o da 61 inci maddeden kaynaklanıyor, son söz milletvekilinin olduğu
için. Trabzon milletvekili Sayın Orhan Bıçakçıoğlu; buyurun
efendin. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. ASLAN POLAT (Erzurum) - Sen de sade konuş ben de
anlayayım! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli
milletvekillerim; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Önce, bu araştırma önergesini veren İstanbul
Milletvekilimiz Sayın Murat Sökmenoğlu'na, -ki, kendisi fahri trafik
müfettişidir- şahsında tüm arkadaşlara, çok titiz bir çalışma yapan Trafik
Komisyonu Başkanımız Sayın Ahmet Tan'ın şahsında, komisyonda görev almış olan
bütün arkadaşlarıma, huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Diğer partili arkadaşların da
önergeleri var! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - "Murat Beyin
şahsında, önergeyi verenlerin tümüne" dedim Sayın Grup Başkanvekilim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sağol. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - Bu çalışmanın sonunda
ortaya çıkmış olan 250 sayfalık bu raporun, öncelikle, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığınca, kaynak kitap olarak bastırılıp, trafikle ilgili bütün
birimlere dağıtılması arzusuyla sözlerime başlıyorum. Yine, 2001 yılının, hükümetimiz ve Yüce Parlamento
tarafından, trafikte güvenlik yılı ilan edileceği beklentisini taşıdığımı da
huzurlarınızda ifade ediyorum. Bu kitapta, hazırlanan rapordaki birtakım
istatistiklere ve rakamlara, inanıyorum ki, bu raporu hazırlayan komisyon da
inanmıyor; çünkü, Türkiye'de bir istatistik keşmekeşi sürüp gidiyor. Benden
önce konuşan bütün değerli hatipler, bu kitaptan ve devletin diğer ilgili
birimlerinden almış oldukları rakamları konuşmalarında yansıttılar. Ben, burada
bu rakamlara girmeyeceğim; çünkü, büyük bir bölümüne inanmıyorum. Türkiye'de 62 000 kilometre civarında karayolu ağımız
var. Eğer, biz, 2001 yılı bütçesinin yüzde 1,2'sini karayolları için
ayırıyorsak ve yine, 14 milyon sürücü ile 8 milyonu aşkın araca bu bütçeyle hizmet
vereceğimizi düşünüyorsak ve bu bütçeyle, bunu iyileştirmeye dönük beklentimiz
varsa, bunların da boş olduğunu belirtmek isterim. Hükümetimiz, gerek kamuoyunun gerekse Türkiye Büyük
Millet Meclisinin bu haklı duyarlılığına kulak vermiş ve komisyonlara, gerek
Türk Ceza Kanunuyla ilgili gerekse 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunuyla
ilgili bir değişiklik tasarısını sunmuştur. Bugünlerde komisyonda görüşülmekte
olan bu tasarı, ümit ediyorum ki, bir an önce Yüce Parlamentonun huzuruna gelir
ve kanunlaşır. Tabiî, hazırlanan tasarıya, sayın parlamenterlerimizin, gerek
Adalet Komisyonunda gerekse diğer komisyonlarda katkı yapması da en büyük
temennimizdir. Şimdi, bir insan tetiğe basıp, bir insanın hayatına
kıyıyor; fakat, bir insan gaza basıp, bir insanın hayatına kastediyorsa,
bunlar, farklı farklı algılanmamalı ve farklı farklı cezalara
çarptırılmamalıdır. Türk Ceza Kanununun 455-459 uncu maddeleri, bunlara verilen
ceza oranlarını belirtmiştir. 1953 yılında, Türk Ceza Kanunumuz hazırlandığı
zaman, bu maddelerdeki para miktarı, günün şartlarına göre gayet komik
kalmıştır. Eğer, Ceza Kanununun hazırlandığı zamanki dolar kurunu baz
alırsanız, bugün, o maddelerde 50 000-100 000 lira gibi gözüken cezaların
miktarı 600-700 milyon lira civarında olması gerekir. Bakınız, ülkemizde alkollü araç kullananlara verilen
para cezası 34 800 000 lira iken, bu, Avrupa Birliği ülkelerinde, Avrupa
ülkelerinde ortalama olarak 3 ilâ 5 milyar Türk Lirası civarındadır. Ben, burada, cezaların artırılmasını, maddî cezaların
yükseltilmesini savunuyor pozisyonuna da düşmek istemiyorum; ama, kanunlar,
eğer günün şartlarına uygun değilse, caydırıcılık özelliğini maalesef
kaybetmektedir. Tabiî, bu cezalardan gelecek olan gelir, dolaylı bir vergidir,
malumuâliniz; hiç kimse, şoför esnafını bir vergi ağacı gibi de görmemelidir.
Çünkü, çoluk çocuğunun rızkı, nafakası için direksiyon sallayan şoför esnafı,
zaten, çifte sigorta vurgunuyla, yeni araçtan az vergi alınacağına eski araçtan
daha az vergi alınmakla; bir de, oradan dolayı bir vurgunla, zaten, gerektiği
kadar vergisini ödemektedir. Şimdi, bakınız, bir doktor, eğer meslekî hatasından
dolayı hastasının hayatını sonlandırıyorsa, hastasını öldürüyorsa, bunu, ilgili
meslekî kuruluşlar, o mesleği yapmaktan men ediyorlar; ama, siz, 30 kişinin, 40
kişinin hayatını sona erdiren bir otobüs şoförüne cezayı veriyorsunuz; bir sene
sonra, yatıp, çıkıyor ve yine aynı direksiyonun başına geçiyor. Bu yeni gelen
tasarıda, mutlaka ve mutlaka bunlar dikkate alınmalıdır. Yine, bu "bilinçli taksir" ilk defa bu
elimizdeki raporda yer almaktadır. Bu, Türk Ceza Kanununa mutlaka girmelidir
diye düşünüyoruz ve girecektir inşallah. Şimdi, bu karayollarının kusuru, genelde, istatistikî
rakamlarda yüzde 2 gibi gözükmektedir. Yani, bu işte, bu trafik kazalarında
karayollarının hiç suçu yokmuş gibi bir rakam ortaya çıkmakta; ama, risk oranı
yüksek olan bu kara noktalardan bütün konuşmacılar bahsetti. Ülkemizde, bırakın
siz kara noktaları, kara yollar var değerli parlamenter arkadaşlarım, kara
yollar var! Bugün bir Antalya-Alanya arası bir kara yoldur. Bugün, Samsun-Sarp
arası -ki, 8-10 vilayetin Ankara'ya bağlandığı tek yoldur- bir kara yoldur. Karadeniz milletvekilleri olarak ve o bölgenin
çocukları olarak, biz iddia ediyoruz ki, hükümetimiz, şayet, Samsun-Sarp
arasındaki, 1984'te ilk ihalesi yapılmış olan bu 300 kilometrelik yolu bir an
önce bölünmüş yola çevirsin, bir an önce bölünmüş yol haline getirsin, bu yolda
her yıl hayatını kaybeden 500 vatandaşımızdan, iddia ediyorum, 50 tane
olmayacaktır. Bu, en az yüzde 90 oranında azalacaktır. Bu bağlamda,
Türkiye'deki karayolları ağındaki şehirlerarası yolların bir an önce bölünmüş
yola dönüştürülmesi şarttır. Ben burada, konuşmamın sonuna gelmişken, Sayın Meclis
Başkanlığından bir dilekte bulunmak istiyorum. Bir düşünür şöyle diyor:
"Düşünceli olarak araba kullanmak, sarhoş olarak araba kullanmaktan daha
tehlikelidir." Bu Parlamentodan milletvekili arkadaşlarımızı trafiğe
kurban verdik. Şimdi, son günlerde basından okuyoruz, Sayın Meclis
Başkanlığımız "norm kadro uygulaması yapacağım" diyor. Bize,
milletvekillerine, bu 5 500 kişilik kadro içerisinden sekreter tahsis etsinler,
sekreter versinler; dışarıdan getirme hakkımız olan sekreteri, şoför olarak
kullanma hakkını bize versinler. (MHP sıralarından alkışlar) İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Bıçakçıoğlu,
sekreterlerin çoğunluğu bayan; yanlış anlaşılmasın... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - Milletvekilinin, bu
parlamentonun itibarını, eğer, ülke genelinde yükseltmek istiyorsak, bu
parlamenterlere değer veriyorsak, en az bir şube müdürü kadar, bir genel müdür
yardımcısı kadar, bir genel müdür kadar, bu Parlamentoda göre yapan insanların
da şoför kullanma hakkını lütfen bize versinler. (MHP, DSP, ANAP ve FP
sıralarından alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu, lütfen tamamlayınız. İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Bıçakçıoğlu,
sekreterlerin çoğunluğu bayan, söyledikleriniz yanlış anlaşılmasın... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - Tabiî, yanlış
anlaşılmasın. Bizim, sekreterleri dışarıdan getirme hakkımız var. Sekreterleri
Meclisin kadrosu içerisinden alalım, 5 500 kişi içerisinden sekreterleri
alalım; sekreter yerine, dışarıdan şoför getirelim diyorum. Son söz olarak, bütün bu konuşmaların, yapılan bu
değerli çalışmanın, bu Parlamento çatısı altında bir söylem olarak kalmaması
dileğiyle, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (MHP, DSP, ANAP ve FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bıçakçıoğlu. Sayın milletvekilleri, Meclis Trafik Araştırma
Komisyonunun 547 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır. Bütün partilerin üye vermeleri ve bu üyelerin çok
dikkatli ve gayretli çalışmaları sonucu, binlerce sayfadan özetlenerek önümüze
gelen 250 sayfalık bu raporun, Meclis daimî komisyonlarınca ve bakanlıklarca
dikkate alınacağını ümit ediyor ve Komisyona, Sayın Komisyon Başkanına, Sayın
Bakana teşekkür ediyoruz efendim. (DSP, MHP, ANAP ve FP sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, gündemin "Seçim"
kısmına geçiyoruz. V.- SEÇİMLER A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE
SEÇİM 1. – Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim BAŞKAN - Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonunda boş bulunan ve Fazilet Partisi Grubuna düşen bir üyeliğe, Bingöl
Milletvekili Sayın Hüsamettin Korkutata aday gösterilmiştir. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. B) KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ 1. – Tekstil ve Konfeksiyon Sektörünün
Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla
Kurulan (10/10) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine seçim BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, tekstil ve konfeksiyon
sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi
amacıyla, Genel Kurulun 9.1.2001 tarihli 41 inci Birleşiminde kurulan (10/10)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine, siyasî parti
gruplarınca gösterilen adayların listesi bastırılıp, sayın üyelere
dağıtılmıştır. Şimdi, listeyi okutup, oylarınıza sunacağım: Tekstil ve Konfeksiyon Sektörünün Sorunlarının
Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis
Araştırması Komisyonu Üyelikleri Aday Listesi (10/10)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, okunmuş bulunan listeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Liste, geldiği
şekliyle kabul edilmiştir. Meclis Araştırması Komisyonuna, biraz evvel arz
ettiğimiz ve sizler tarafından seçilmiş bulunan sayın üyelerin, 18.1.2001
Perşembe günü, yani yarın saat 13.30'da, ana bina PTT karşısı Meclis
Araştırması Komisyonları Toplantı Salonunda toplanarak başkan, başkanvekili,
sözcü ve kâtip seçimini yapmaları rica edilmektedir. Komisyonun toplantı yer ve saati, ayrıca, ilan
tahtalarına asılmıştır. Sayın milletvekilleri, gündemin yeni bir maddesine
geçmeye çalışma saatimiz ve zamanımız müsait olmadığından, kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 18 Ocak 2001 Perşembe günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşimi kapatıyor, hepinize iyi akşamlar diliyorum. Kapanma Saati
: 18.51 |
|