DÖNEM : 21 YASAMA YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ CİLT : 51 37 nci
Birleşim 20 . 12 . 2000 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ L E R I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ II.- GELEN KÂĞITLAR III.- YOKLAMALAR IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM), Kuzey Atlantik Anlaşması
Örgütü Parlamenter Asamblesi (NATOPA), Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento
Komisyonu (Türkiye-AB KPK), Parlamentolararası Birlik (PAB), Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Teşkilâtı Parlamenter Asamblesi (AGİTPA), Karadeniz İşbirliği
Parlamenter Asamblesi (KEİPA) ve İslam Konferansı Örgütü Parlamenter
Asamblesinde (İKÖPA) Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grupları
oluşturmak üzere, siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen asıl ve
yedek üyelere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/729) 2.- Fransa Millet Meclisinde gündeme alınmaya çalışılan sözde Ermeni
soykırımı tasarısının yasalaşmasının engellenmesi amacıyla, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde grubu bulunan siyasî partilerden birer milletvekilinin
katılımıyla oluşacak bir heyetin, görüşmelerde bulunmak üzere Fransa'ya gitmesine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/730) V. - ÖNERİLER A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1.- Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın
yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerileri B) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ 1.- 21 Aralık 2000 Perşembe günkü Genel Kurul çalışmalarının
yapılmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/764) (S.Sayısı:552) 2.- 1999 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığıı Tezkeresi
İle 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/740, 3/642) (
S.Sayısı: 554) 3.- 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S.Sayısı:553) 4.- 1999 Malî Yılı Katma Bütçeye
Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/741, 3/643)
(S.Sayısı: 555) 5.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/650, 1/679)
(S.Sayısı: 517) 6.- İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili
Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili
Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep
Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili
Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve
İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu
(2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) 7.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S.Sayısı : 433) 8.- Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkındaki Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu Tasarısı ve Anayasa ve Plan ve Bütçe
Komisyonları raporları (1/790) (S.Sayısı : 566) 9.- 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla
Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair 8.12.2000 Tarihli ve 4610
Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
raporları (1/792) (S.Sayısı : 567) VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1.- Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler'in, Tunceli Milletvekili Kamer
Genç'in, konuşması sırasında Bakanlığına sataşması nedeniyle konuşması VIII.-
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Nevşehir-Kozaklı-Çayıriçi
Köyünden geçen derenin ıslahına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Mustafa Yılmaz'ın cevabı (7/2904) 2.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Futbol Federasyonu
hakkındaki bazı iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Fikret
Ünlü'nün cevabı (7/3092) 3.- Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Şanlıurfa İlinde
yürütülen projelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü'nün cevabı
(7/3102) 4.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğünün Bursa İlindeki köy içme suyu yapımı projesine ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın cevabı (7/3052) 5.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankalara Ziraat Bankasından kredi verildiği iddialarına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/3055) 6.- Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata'nın, bakanlığın et alım
ihalelerine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun
cevabı (7/2988) 7.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, makam araçlarına, telefon
görüşmelerine ve personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/3083) I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 11.00'de açılarak yedi oturum yaptı. Birinci ve İkinci Oturum 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/764; 1/765; 1/740, 3/642; 1/741, 3/643) (S.Sayıları: 552, 553, 554,
555) görüşmelerine devam olunarak; Maliye Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 1999 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Gelir bütçesi üzerinde bir süre görüşüldü. Saat 18.00'de toplanmak üzere, birleşime 15.40'ta son verildi.
Üçüncü,
Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Oturum 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/764, 1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643) (S.Sayıları: 552, 553, 554,
555) görüşmelerine devam olunarak; Maliye Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 1999 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısı kabul edildi. Gelir bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlandı. 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı, 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının ve 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerinin kabul
edildiği ve açık oylamalarının 20 Aralık 2000 Çarşamba günkü birleşimde, son
konuşmalardan sonra yapılacağı açıklandı. Ağrı Milletvekili Nidai Seven, Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün
konuşmasında şahsına sataştığı iddiasıyla bir konuşma yaptı. Alınan karar gereğince, 20 Aralık 2000 Çarşamba günü saat 11.00'de
toplanmak üzere, birleşime 05.10'da son verildi.
No. : 53 II. - GELEN
KÂĞITLAR 20.12.2000
ÇARŞAMBA Tasarılar 1.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında
Kanun Tasarısı (1/793) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.12.2000) 2.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında
Kanun Tasarısı (1/794) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.12.2000) 3.- Emniyet
Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/795)
(İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.12.2000) 4.- Türk Ceza
Kanunu, Cezaların İnfazı Hakkında Kanun ve Karayolları Trafik Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/796) (İçişleri ve Adalet
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.12.2000) 5.-
Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/797)
(Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.12.2000) 6.- Şeker Kanunu
Tasarısı (1/798) (Plan ve Bütçe ve Tarım, Orman ve Köyişleri ve Adalet ve
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.12.2000) Teklifler 1.- Gaziantep
Milletvekili Mehmet Ay ve 11 Arkadaşının; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı
Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/643)
(Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8.12.2000) 2.- Fazilet
Partisi Grup Başkanvekili Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun; Siyasî
Partiler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/644) (Anayasa
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2000) 3.- İzmir
Milletvekili Yıldırım Ulupınar'ın; 5682 sayılı Pasaport Kanununun 14.
Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/645) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12.12.2000) 4.- İzmir
Milletvekili Yıldırım Ulupınar'ın; Esnafın, Halk Bankasına Olan Faiz
Borçlarının Bir Defaya Mahsus Olmak Üzere Affedilmesine Dair Kanun Teklifi
(2/646) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan
ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12.12.2000) 5.- Antalya
Milletvekili Mehmet Baysarı'nın; Esnafın Maliye Bakanlığına Olan Vergi
Borçlarının Faizlerinin Bir Defaya Mahsus Olmak Üzere Affedilmesine Dair Kanun
Teklifi (2/647) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.12.2000) 6.- Antalya
Milletvekili Mehmet Baysarı'nın; Çiftçilerin T.C. Ziraat Bankasına Olan
Borçlarının Faizlerinin Silinmesine Dair Kanun Teklifi (2/648) (Tarım, Orman ve
Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.12.2000) 7.- Antalya
Milletvekili Mehmet Baysarı'nın; 6136 Sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar ile
Diğer Aletler Hakkında Kanuna Bir Bent Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/649)
(İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.12.2000) 8.- Erzincan
Milletvekili Sabahattin Karakelle'nin; Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Sosyal Sigortalar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/650) (Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
12.12.2000) Tezkereler 1.- İstanbul Milletvekili Bülent Ersin Gök'ün Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/724) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.12.2000) 2.- Ekrem Gökçe
ve Mehmet Arı Haklarındaki Ölüm Cezalarının Yerine Getirilmesine Dair Başbakanlık Tezkeresi (3/725) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.12.2000) 3.- Diyarbakır
Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu'nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/726) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.12.2000) 4.- Bingöl
Milletvekili Mahfuz Güler'in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/727) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.12.2000) 5.- Niğde
Milletvekili Eyüp Doğanlar'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/728) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.12.2000) Rapor 1.- 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan
Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair 8.12.2000
Tarihli ve 4610 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve
Anayasa ve Adalet
Komisyonları Raporları (1/792)
(S. Sayısı: 567) (Dağıtma tarihi: 20.12.2000) (GÜNDEME) BİRİNCİ
OTURUM Açılma Saati:
11.00 20 Aralık
2000 Çarşamba BAŞKAN:
Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER:
Hüseyin ÇELİK (Van), Mehmet AY (Gaziantep) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 37 nci Birleşimini açıyorum. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, yoklama talep
ediyoruz efendim. III.- YOKLAMA BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, yoklama yapacağım. Yoklama için 5 dakikalık süre vereceğim. Bu sürede sisteme giremeyen arkadaşımız olur ise,
teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen giremeyen arkadaşlarımızın,
aynı süre içerisinde, yoklama pusulalarını teknik personel vasıtasıyla
Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız
yoktur. Sayın grup başkanvekilleri?.. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, yarım saat ara
verin. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, saat 11.30'a kadar
ara verin. BAŞKAN - Saat 11.30'da toplanmak üzere, birleşime ara
veriyorum. Kapanma
Saati: 11.09 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati:
11.30 BAŞKAN:
Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER:
Hüseyin ÇELİK (Van), Mehmet AY (Gaziantep) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 37 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. III.- YOKLAMA BAŞKAN - Bir önceki oturumda toplantı yetersayısı
bulunamamıştı; şimdi, yeniden yoklama yapacağız. Yoklamayı elektronik cihazla yapacağım. Yoklama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre
içerisinde sisteme giremeyen arkadaşlarımızın teknik personelden yardım
istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen arkadaşımız olur ise, yoklama
pusulalarını, aynı süre içerisinde
Başkanlığa göndermelerini rica ediyorum. Yoklama işlemini başlatıyorum efendim. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, yaptığım sayımda,
185'in üzerinde arkadaşımız Genel Kurulda mevcuttur. O nedenle, yoklama
yetersayımız var diyor ve oturumu açıyorum. Sayın milletvekilleri, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap
Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz; ancak, görüşmelere
başlamadan önce, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir
tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım: IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- Avrupa
Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM), Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü Parlamenter
Asamblesi (NATOPA), Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu
(Türkiye-AB KPK), Parlamentolararası Birlik (PAB), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilâtı Parlamenter Asamblesi (AGİTPA), Karadeniz İşbirliği Parlamenter
Asamblesi (KEİPA) ve İslam Konferansı Örgütü Parlamenter Asamblesinde (İKÖPA)
Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grupları oluşturmak üzere, siyasî
parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen asıl ve yedek üyelere ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/729) 19 Aralık 2000 Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre, Avrupa
Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM), Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü Parlamenter
Asamblesi (NATOPA), Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu (Türkiye-AB
KPK), Parlamentolararası Birlik (PAB), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
Parlamenter Asamblesi (AGİPTA), Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter
Asamblesi (KEİPA) ve İslam Konferansı Örgütü Parlamenter Asamblesinde (İKÖPA)
Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grupları oluşturmak üzere, siyasî
parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen üyelerin isimleri, aynı kanunun 12
nci maddesi uyarınca Başkanlık Divanında yapılan görüşmeyi müteakiben, Genel
Kurulun bilgilerine sunulur. Ömer İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Türk Grubu Asıl
Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü Parlamenter Asamblesi
(NATOPA) Türk Grubu Asıl
YEDEK
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu (Türkiye-AB KPK)
Eş Başkanlığı
Parlamentolararası Birlik (PAB) Türk Grubu
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Parlamenter Asamblesi
(AGİTPA) Türk Grubu Asıl
Yedek
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi
(KEİPA) Türk Grubu
İslam Kalkınma Örgütü Parlamenter Asamblesi (İKÖPA)
Türk Grubu
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir
tezkeresi daha var; okutup, oylarınıza sunacağım: 2.- Fransa Millet Meclisinde gündeme
alınmaya çalışılan sözde Ermeni soykırımı tasarısının yasalaşmasının
engellenmesi amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasî
partilerden birer milletvekilinin katılımıyla oluşacak bir heyetin,
görüşmelerde bulunmak üzere Fransa'ya gitmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/730) 19 Aralık 2000 Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Fransa Millet Meclisinde gündeme alınmaya çalışılan
sözde Ermeni soykırımı tasarısının yasalaşmasının engellenmesi amacıyla Türkiye
Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasî partilerden birer milletvekilinin
katılımıyla oluşacak bir heyetin görüşmelerde bulunmak üzere Fransa'ya gitmesi,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 10 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur. Ömer İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve
Anavatan Partisi gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım: V. - ÖNERİLER A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1.- Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve
ANAP Gruplarının müşterek önerileri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Danışma Kurulunun 20.12.2000 Çarşamba günü (bugün)
yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından,
gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin, Genel Kurulun onayına sunulmasını
arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
Öneriler: 19 Aralık 2000 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan 566
sıra sayılı Yetki Kanunu Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci
sırasına, 20 Aralık 2000 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan 567 sıra sayılı
"23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla
Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair 8.12.2000 tarih ve 4610 sayılı
Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkere"sinin 48 saat geçmeden gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 5 inci sırasına alınması; Genel Kurulun 20 Aralık 2000 Çarşamba günkü
birleşiminde bütçe görüşme programının bitiminden sonra kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşmelerine geçilerek, gündemin 6 ncı sırasına kadar olan
tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi,
20 Aralık 2000 Çarşamba günü saat 24.00'de kadar görüşmelerin tamamlanamaması
halinde, saat 24.00'den sonra da çalışmalara devam edilmesi; tasarı ve
tekliflerin görüşülmesi sırasında soru-cevap işleminin 10 dakikayla
sınırlandırılması; Genel Kurulun 21 Aralık Perşembe günü 11.00-13.00,
14.00-16.00, 18.00-24.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesi
önerilmiştir. BAŞKAN- Öneri üzerinde... TURHAN GÜVEN (İçel)- Aleyhte... YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Aleyhte söz istiyorum Sayın
Başkan. BAŞKAN- Buyurun Sayın Güven. (DYP sıralarından
alkışlar) Süreniz 10 dakika. TURHAN GÜVEN (İçel)- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgi
ve saygıyla selamlıyorum. Bu telaş niye?!. Türkiye'nin gündeminde fevkalade
önemli olaylar var. Bu olaylar cereyan ederken, bunların üzerine daha dikkatle,
daha titizlikle eğilmek, varsa kanayan yara onları sarmak, gerçekten,
Türkiye'de sosyal barışı kurmak gerekliyken, sosyal barışı bozacak nitelikte
birtakım kanun tasarılarını getirmek niye?! Evet, bir yılbaşı geliyor, bir bayram gelmek üzere.
Elbette, cezaevlerinde, gerçekten, birtakım adlî kazalar veya hatalar sonucu
yatabilen insanlar olabilir; ama, dün gördük ki, cezaevinde yatanların büyük
bir bölümü, bu cezayı hak ettikleri için yatıyorlar ve devlete isyan hali var.
Bu isyan hali devam ederken, görevli, gencecik arkadaşlarımız şehit olurken,
siz, bu adamları mı affetmek için af kanunu getiriyorsunuz?! (DYP sıralarından
alkışlar) Bakınız "iyi hali olup olmaksızın" diyorsunuz
getirdiğiniz kanun tasarısında; iyi haline bakılmaksızın adamı bırakacağım
diyorsunuz. Siz... Telefon görüşmeleri sabit. Ne diyor; "düşman"
diyor. Devleti düşman kabul eden zihniyete karşı siz, bunlara mı af
getireceksiniz?! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu
telaş niye?.. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya)- Sizin giremediğiniz
koğuşlara biz girdik Sayın Güven. TURHAN GÜVEN (Devamla)- Efendim, koğuşa girdiniz de ne
oldu? Koğuşa girip girmemek önemli mi?.. Bakınız, cezaevlerinde her zaman olaylar
olur; ama, hiç böyle oldu mu?.. Hiç böyle oldu mu?.. (DYP sıralarından
alkışlar) Ben, bakın, cezaevine kimin girip girmediğini önemsemiyorum. Ben,
neyi önemsiyorum biliyor musunuz; sizin zihniyetinizi önemsiyorum,
zihniyetinizdeki yanlışlığı önemsiyorum, onu dile getirmeye çalışıyorum,
zamanlama bakımından yanlış olduğunu dile getirmeye çalışıyorum. Zamanlamanız
yanlıştır. Af bir atıfettir; siz, bunu yanlış uyguluyorsunuz. Bunun vebali
altında kalırsınız değerli arkadaşlarım, bunun vebali altında kalırsınız! Siz,
kimi affettiğinizi veya kendi deyiminizle... Aslında asıl maksadınız, kanun
tasarısında çok açık seçik belli. Siz, hukuk bilgisi olanlara, evvela saygı
göstermek durumundasınız. Cumhurbaşkanı, sekiz sayfada ve her sayfasında bir
hukuk gerekliliğini, bir hukuk vecibesini size söyleye söyleye, döne döne anlatmaya çalışıyor; siz, bunu yok
farz ediyorsunuz. MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Anlamazlar! TURHAN GÜVEN (Devamla) - Halen getirdiğiniz şey aynı,
virgülüne dahi dokunmadan getiriyorsunuz; Anayasa düzeninden kaynaklanan bir
şeyi kullanmaya çalışıyorsunuz. Yanlıştır; bu yanlıştır, bu yanlıştır! İSMET ATTİLA (Afyon) - Arkadakilere söyle. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Gelin, dönün bu işten, zamanlamasını iyi yapın;
sosyal barışı böyle kuramazsınız. Siz, barış yerine yarayı büyütmek
durumundasınız, kanayan yarayı daha da büyüteceksiniz. Onun için, biz buna
karşıyız. İkincisi, siz, daha evvel yetki kanunu almadınız mı;
aldınız. Yine aynı emsal şeylerde, bu defa kanun numaralarını yazmışsınız
fazladan. Ne oldu o, ne oldu o kanununuz; Anayasa Mahkemesi iptal etmedi mi?!
Kaldı ki, ona benzer bir kanunu, yani, amiyane deyimiyle, memur kıyımı kanununu
getirmediniz mi tasarı olarak, getirdiniz; bütçeden geçmedi mi, gündemde yerini
almadı mı?! Peki, bunu niye getiriyorsunuz; memuru iyileştirme... Neyi
iyileştireceksiniz siz, neyi; memura daha iyi imkânlar mı vereceksiniz?!
Verecekseniz bütçeyle verin canım; verin, bütçeyle verin! (DYP ve FP
sıralarından alkışlar) Siz neyle vermeye çalışıyorsunuz?! Bir şeyin arkasına
saklanıyorsunuz değerli arkadaşlarım, bir şeyin arkasına saklanıyorsunuz. Bu,
getirdiğiniz yetki kanununun amacı, yine kıyımdır. Acısını birlikte çekeceğiniz
şeylere, lütfen, artık, hayır demeyi öğrenelim. Birileri istiyor diye
Türkiye'de kanun çıkarılmaz; birileri istiyor diye... PERİHAN YILMAZ (İstanbul) - Bölücüleri besleyin o
zaman! TURHAN GÜVEN (Devamla) - Ha, bölücüleri tahliye etmekle
ne kazanacaksınız?.. Siz, bölücüleri zaten
tahliye edeceksiniz; bu belli, bu belli, bu belli! Öğleden sonra görüşmeler
başladığında -çünkü, çoğunluğunuza göre, parmak hesabına göre buna karar
vereceksiniz- o zaman anlatacağım sizlere, neyin vebali altına gireceğinizi
anlatacağım. Değerli arkadaşlar, bakın, Türkiye'de çıkarılan
kanunların, Türk toplumunun yararına düzenlenmesi lazım. Siz, öyle
yapmıyorsunuz; bir yara var, siz, onu
kaşıyorsunuz, onu büyütüyorsunuz. Sosyal barışı böyle gerçekleştirmeniz hiçbir
şekilde mümkün olmayacaktır. Eğer, böyle de giderseniz, Türkiye'de -Cenabı Hak
inşallah göstermez; ama- çok daha değişik görüntüler de olabilir. Bakın, görevli olmayan konuşuyor, işi bilmeyen
konuşuyor ve siz, buna ses çıkarmıyorsunuz. Görevli olmayan bir insan konuştuğu
zaman, ben "elinde yetki var mı" diye soruyorum, öğleden sonra
"evet ben izin verdim" deniliyor; ama, akşam konuşan kişi diyor ki
"hayır, ben böyle demedim." Bunlardan vazgeçin, kamu kurumunda
çalışan devlet görevlilerini konuşturmayın; siz siyasî otoritesiniz, siz
hükümetsiniz; siz konuşun. Siyasî otorite boşluğu, siyasette mümkün değildir.
Bu boşluğu kendiniz yarattınız; hareketlerinizle yarattınız, tasarrufla,
yapamamakla yarattınız. O zaman, işte herkesin konuşma hakkı doğar. Bakın
canım, siz, siyaset yapacak mısınız; olumlu siyaset yapın, millet için siyaset
yapın, milletin gerekleri için siyaset yapın; biz de, buna gönülden katkı
sağlayalım. İyi olan şeyi getirdiniz de "hayır" mı dedik... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Maliye affını getirsinler,
maliye affını... TURHAN GÜVEN (Devamla) - Bir şey söyleyin; deyin ki,
memleket ve millet için hayırlı olan şunu getirdik de siz karşı çıktınız...
Hayır, her şeyde beraber olduk, doğru getirdiğiniz her şeyde beraberiz; çünkü,
o, milletin menfaatınadır, ülkenin menfaatınadır; ama, siz, hep yanlış şeyler
getirdiğiniz zaman, evvela millet adına biz karşı çıkacağız, millet adına
doğruları söylemeye devam edeceğiz. Siz yanlışlık yapmaya devam ettiğiniz
sürece de, hep beraber sonucu göreceğiz. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, aleyhinde olmak üzere; buyurun
efendim. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; iktidar gruplarının getirdikleri öneri üzerinde, kişisel
görüşlerimi arz etmek üzere huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Önce, bir hususa temas etmeliyim: El-ilmü tasnifün;
bilim tasniftir, düzenlemedir. Eğer, tasnifte hata ediyorsanız, yani,
önceliklerin belirlenmesinde kusurunuz varsa, faydalı netice almanız, bilimsel
sonuç elde etmeniz olası değildir. Nedir;
burada, usul ile esası bir düzene koymamız, önce usule saygı göstermemiz,
usulde dikkat etmemiz lazım gelen hususlara dikkat kesilmemiz lazım. Buradan nereye varmak istiyorum; varmak istediğim
şudur: Hep söyleye geldik. Biz bir Danışma Kurulu toplantısı istedik,
gruplarımız istediler; hakkıdır. İçtüzüğümüzün 19 uncu maddesi bu imkânı
veriyor. Peki, uygun olan şu değil midir; Danışma Kurulunun toplanmasını,
konunun istişare edilmesini, tartışılmasını, sonra da Genel Kurula
getirilmesini isteyen grupların, neyin tartışılmasını, neyin istişare
edilmesini, neyin danışılmasını istediğini, madde madde -şimdi, buraya
getirdikleri gibi- diğer gruplara göndermek mükellefiyeti yok mu? Eğer, buna
dikkat etmezsek... Yani, bir grubumuz iki satır yazı yazacak Sayın Başkanlığa;
diyecek ki: Efendim, şu Danışma Kurulu bir toplayın. Peki, güzel kardeşim, toplayalım
da ne konuşacağız? Efendim, ben orada söyleyeceğim... Devlet sırrı mı bu?!
Devletin birinci derecede sırları caddelerde, sokaklarda gezerken, biz, bu en
tabiî ve alenen konuşulması lazım gelen hususları nasıl saklarız?! Yüz defa söyledik...
Değerli milletvekilleri, ben, Danışma Kuruluna,
istişare edilecek grup olarak çağırılıyorum; her birimiz öyledir. Peki, benimle
neyi istişare edeceksiniz önce ben bilmeliyim, onun hazırlığını yapmalıyım ve
belki, ben de kendi grubumla onu istişare etmeliyim ki, faydalı bir meşveret
oluşsun. Bu meşveretin hep lafını yapıyoruz da, gereğini yapmıyoruz. İçtüzüğün
19 uncu maddesi gayet açık; Danışma Kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanının başkanlığında siyasî parti grupları veya gönderecekleri vekillerin
toplantısıyla yapılır; gerekirse hükümet üyelerinden biri çağırılabilir, ilgili
insan çağırılabilir deniliyor. Ee, gerçekten, bu, tam dörtbaşı mamur mesele müzakeresidir, istişaresidir. Biz oraya gidiyoruz...
Bu, ilk defa değil, hep böyle oluyor; kim çağırıyorsa, o hep öyle yapıyor.
Yani, kim çağırıyorsadan kastım şu: Hangi grup çağırıyorsa... Sayın Çakan,
bana, böyle acı bir tebessüm göndermeyin lütfen. Yani, buradan, kim çağırıyorsadan
kastım, hangi grup çağırıyor olursa olsun öyle yapıyoruz. Bu doğru değildir;
ama, iktidar, bunu, maşallah, itiyat haline getirdi ve hem de -affedersiniz,
tenzih ediyorum, siyasî anlamda ifade ediyorum- şifa bulmaz bir itiyat haline
getirdi. Bu bakımdan, bu şekilde getirilen... Bakın, sizinle beraber biz de
burada dinledik ne istediklerini. Değerli kardeşim, bizim elimizde basılı
gündemimiz var. Bazen, 250 nci sıradakini 19 uncu sıraya, 230 uncu sıradakini
48 inci sıraya getiriyorsunuz. Neyi neyin önüne, niçin geçiyorsunuz, bunu bizim
bilmemiz lazım ki, size katkıda bulunalım. Korkmayın... İnanınız, bizim siyasî
birikimimizden, grup olarak -konuşmam grup adına değil; ama, bir grubun üyesi
olarak huzurunuzda bulunuyorum- özellikle, anayasa nezdindeki çalışma, çaba ve
başarılarımız konusundaki birikimlerimizden yararlanın; açıktır hepinize. Bu
bakımdan, bu getiriliş biçiminden dolayı, oy vermemiz mümkün değil. Şahsım
adına konuşuyorum. Peki, ne getiriyoruz; şartla salıverme, erteleme. Bu
görüşülmelidir. Bunu tek başına getirseydiniz, şahsen, konuşulmasına oy
verecektim; yani, öneriye oy verecektim. Niye oy verecektim; halk deyimiyle,
çıkmamış canda umut vardır. Ben hâlâ şu
beklenti içerisindeyim: Düşünüyorum ki, şartla salıvermeyi ve ertelemeyi buraya
getirip müzakereye başladığınızda, siyasî akıl avdet edecek ve diyeceksiniz ki,
yahu, biz bunu zaten ayrı ayrı getirmiştik geçmişte; birisi, cezaların... Allah'tan
ki, cumhuriyete nispeti kaldırdınız bari. O zaman takılmıştım, cumhuriyetin
bilmem kaçıncı yılı dolayısıyla af diye... TURHAN GÜVEN (İçel) - O tarafa efendim, o tarafa...
Cumhuriyete nispeti kaldıran onlar. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Efendim, Genel Kurula hitap
ediyorum Sayın Güven; bana güvenin, kastım odur. Değerli milletvekilleri, hâlâ umut içindeyim. Bu tasarı görüşülürken, umuyorum ki, siz bunu
yine eski haline getireceksiniz, ayıracaksınız. Şartla salıvermeyi ayrı
tasarıya dönüştüreceksiniz, ertelemeyi ayrı tasarıya dönüştüreceksiniz; biz de,
gönül rahatlığıyla, enine boyuna konuşacağız. Esasen, Sayın Cumhurbaşkanımızın
isabetli iadesinde buna dokunma var. O da buyuruyor ki, yüksek makam buyuruyor
ki, bunu nasıl bir araya getirdiniz... Bende-i acizaneleri fakir-ü pür taksîr,
hatırlayacaksınız, geçen konuşmamda, bunu nasıl birleştirdiniz, hangi akla
hizmet ederek birleştirdiniz; bak, bu ya köşkten ya Çankaya'dan döner dedim.
Buyurun... Birinci merhaleden döndü. Zabıtlara lütfen bir bakın. Bu bakımdan,
bu umudumu yine muhafaza ediyorum; inşallah bunu bölersiniz doğru dürüst,
tasarı adama benzer hiç olmazsa. İki, yetki kanunu... Bize güven vermiyorsunuz beyler,
iktidar ortakları; bize güven vermiyorsunuz, halka güven vermiyorsunuz. Siz,
memurların, kamu çalışanlarının hangi halini iyileştireceksiniz; bana bir örnek
gösterin. Pancarı 35 000 liraya mal etti benim ekicilerim, 35 000 liraya; siz,
33 700 verdiniz. Bunun neresi iyileştirme?! Memur bir ailenin geçimi için 600
milyon lira lazım, siz verdiniz 102 milyon lira. Bunun neresi iyileştirme?! Bakınız, memurlarınız da size döndü, yani, iktidara
benzedi. Beni bağışlayınız lütfen. Bakınız, şunu görüyor musunuz; bu hepimizin
derdidir, bunun üzerine gitmemiz lazım. Şimdi, Millî Eğitim Bakanına bunu
duyuruyorum; gerekli takibatı derhal yapmalıdır. "Memuru jurnal süreci
başladı. Bartın Millî Eğitim Müdürü, imamhatipli kız öğrencilerin velilerinden
memur olanları fişleyip, haklarında işlem yapılmasını istedi." Dünyanın
neresinde görülmüş?!. Diyor ki Millî Eğitim Müdürümüz, orada belki biraz daha
uzun kalabilmek için: "Millî Eğitim Müdürlüğü, kızları Bartın İmamHatip
Lisesinde okuyan 37 memuru tespit etti. Hazırlanan listeyi Bartın Valiliğine
ulaştıran Müdür Mehmet Gümüş, öğrenci velilerinin cumhuriyet ve laikliğe karşı
örgütlü suç işlediklerini iddia etti." Delilleri?.. Delilleri de çok
kuvvetli maşallah! Nedir? Kızları; evvela, bir kız çocuğu dünyaya gelmesine
vesile oluşları. Bu, zaten en büyük suç[!] Bak, sizi tenzih ediyorum,
Parlamentoyu tenzih ediyorum; ama, bu kafa, cahiliye dönemi kafasıdır. (FP
sıralarından alkışlar) Kız çocuğunun bulunuşundan dolayı ailenin suçlanması,
cahiliye dönemidir. Bunun üzerinde lütfen durun. Buna kimsenin hakkı yoktur.
Bakınız "ilerde oluşabilecek istenmeyen olayların önlenebilmesi için
bugünden her türlü tedbirin alınması, kamu görevlisi veliler hakkında varsa
yasal işlem yapılması hususunu arz ederim" diyor. Bizim korkumuz bundan.
Bir yüksek mahkeme üyesi, delilsiz görevden alınan bir memurun alınışını iptal
eden dairesine karşı itiraz yazıyor, muhalefet şerhi yazıyor, bir yüksek
mahkeme üyesi... Mantığı şu; iki satır, diyor ki: "Bu gibi isnatlarda
delile filan ihtiyaç yok; dolayısıyla, bu davanın reddedilmesi gerekirdi." (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım, delile
ihtiyaç yoksa da, süreye ihtiyaç var; lütfeder misiniz... BAŞKAN - 1 dakika içerisinde toparlarsanız, sevinirim. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Tabiî... Bizim korkumuz bu. Bundan dolayı, bu serapa istendiği
biçimde kullanılacak bir yetkiye bizim geçit vermemiz, elimizden geldiğince,
hukukî çerçeve içerisinde geçit vermemiz mümkün değildir. Bir de, yani, bu konuda geçmişiniz var; geçmişiniz şu:
30 tane kanun hükmünde kararnamenin 27 tanesi gitti, döndü, iptal edildi. Onun
için, güvenimiz yok. Bu bakımdan, bunun müzakeresine de rızamız olmayacaktır. Hepinize saygı sunuyorum efendim. (FP ve DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler. Başka?.. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, söz istiyorum. BAŞKAN - Lehinde olmak üzere, buyurun Sayın Tümen. (DSP
sıralarından alkışlar) AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; konuşmama başlamadan, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve
Anavatan Partisi Gruplarının ortak önerisiyle bugün Danışma Kuruluna bir öneri
götürdük. Danışma Kurulunda bir karar çıkmayınca, grup önerimizi Genel Kurulun
onayına sunmak için buradayız. Bizim bu getirmiş olduğumuz, üç parti grubunun getirmiş
olduğu öneri paketi şu şekildedir, kısaca size açıklamak istiyorum; okundu her
ne kadar; ama, yine de, size kısaca izah etmek istiyorum: 19 Aralık 2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 566
sıra sayılı Yetki Kanunu Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci
sırasına, 20 Aralık 2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 567 sıra sayılı
"23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla
Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair 8.12.2000 tarih ve 4610
sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkere"sinin 48 saat geçmeden gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 5 inci sırasına alınmasını önerdik. Bir de, bunun yanında, Genel Kurulun 21 Aralık Perşembe
günü 11.00-13.00, 14.00-16.00, 18.00-24.00 saatleri arasında çalışmasını
önermiştik ve Danışma Kurulunda kabul edilmedi. Aslında, Sayın Hatiboğlu, Danışma Kurulu toplantımızda,
konuya, özellikle, bu şartla salıverilme konusunda mutabakat sağlanabileceğini
ifade etmeye çalışsa da... Çünkü, şöyle izah edeyim: Bu konunun, özellikle son
günlerde meydana gelen olaylardan dolayı, mutlaka, bir an önce, bayramdan önce
çıkarılması gerektiğini ve toplum huzurunun bir şekilde sağlanması gerektiğini,
haklı olarak ifade etmişlerdir; biz de kendisine aynen katılıyoruz; fakat,
Doğru Yol Partisi, bizim önerimizin hiçbirine katılmamıştır. Şimdi, Danışma Kurulunun çalışma yöntemiyle ilgili
arkadaşlarımız sıkça değiniyorlar. Ben, bu konuda bir çalışma yaptırıp,
sunmuştum. Daha önceki Danışma Kurulu toplantısından önce -dün sanıyorum-
değerli arkadaşlarımızla ayaküstü burada bir istişare etmiştik; ama, çağrı
metninde detay yoktu diye eleştiriyorlar, haklı olabilirler. Ben, geçmişe dönük, şöyle Danışma Kurulu
toplantılarının çağrı şekillerine baktım; inanın, çok enteresan şeylerle
karşılaştım. Biz, 57 nci hükümette, bugüne kadar, yani birbuçuk yılı aşkın
süredir geçen süre içerisinde 37 kez Danışma Kurulunu toplantıya çağırmışız.
Kıyaslama yapmak için, Refahyol dönemindeki bir yıllık süreye baktığımızda, bir
yıllık süre içerisinde 38 kez Danışma Kurulu toplantıya çağrılmış. Yani, bizim
birbuçuk yılı aşkın sürede Danışma Kurulunu 37 kez toplantıya çağırmamız çok
görülüyor; ama, bir yıl içerisinde Refahyol dönemindeki Danışma Kurulu sayısı
nedense burada zikredilmiyor. MEHMET HALİT DAĞLI (Adana) - Demek ki Refahyol hükümeti
daha iyi çalışmış. AYDIN TÜMEN (Devamla) - Çarpıcı bir örnek daha vermek
istiyorum. Şimdi, Doğru Yol Partisi azınlık hükümeti döneminde,
24.10.1995, 26.10.1995, 27.10.1995, 30.10.1995... Peki, hangi gruplarla
istişare ettiniz de, dört gün üst üste toplantıya çağırdınız Danışma Kurulunu?!
Yine, aynı şekilde, DYP-CHP hükümeti zamanında, 1 Kasım
1995, 2 Kasım 1995, bu şekilde gidiyor günler... Onüç gün içerisinde 11 defa
Danışma Kurulu toplantıya çağrılmış. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, o, önemli değil. AYDIN TÜMEN (Devamla) - Tabiî ki önemli... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Çağırdığınız zaman neyi
görüşeceğiz?.. AYDIN TÜMEN (Devamla)-
Her buraya çıkıldığında, bunlar sürekli şekilde gündeme getiriliyor. Bunu
söylüyorum. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Çağrılabilirim; ama, içeriği
önemli... AYDIN TÜMEN (Devamla) - Bakın, biz defaaten, mümkün
olduğunca, bu konuda sizi uzlaşmaya çağırıyoruz. En son, yine Refahyol döneminde, yaklaşık yirmi gün
içerisinde 11 defa toplantıya çağrılmış Danışma Kurulu ve her gün üst üste. Bu
mu, o zamanki muhalefetle istişare içerisinde olup da Danışma Kurulunu
toplantıya çağırmak?!. Neyse, bunları geçiyorum. Bunları örnek olması açısından
söylüyorum; çünkü, tekrar gündeme gelsin istemiyorum. Şimdi, bizim getirmiş olduğumuz iki konu var. Bunlardan
biri, bugün bütçenin görüşülmesinden sonra ele almak istediğimiz, 23 Nisan 1999
tarihine kadar işlenen suçlardan dolayı şartla salıvermeyle ilgili bir konu. Özellikle, cezaevlerinde yapılan müdahaleyle ilgili
hükümetimizi kutlamak istiyorum. İSMET ATTİLA (Afyon) - Günaydın!.. AYDIN TÜMEN (Devamla) - Gayet sabırlı, dikkatli,
insanî, tutarlı ve ödünsüz bir tavır sergilemiştir hükümetimiz; bu açıdan
kutlamak istiyorum. Yani, devlet, bir devlet gibi davranmanın örneğini
sergilemiştir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) İSMET ATTİLA (Afyon) - Günaydın!.. Günaydın!.. AYDIN TÜMEN (Devamla) - On yıldır devletin giremediği
cezaevlerine girmiş ve oralarda gereken düzenlemeyi yaparak otoriteyi
sağlamıştır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Şimdi de kapılarını
açıyorsunuz... AYDIN TÜMEN (Devamla) - Ülkemizde sosyal barışı
sağlamanın amaçlandığı şartla salıvermeyi hükümetimiz uygun görmektedir ve biz
de destekliyoruz ve bunun bayramdan önce çıkmasını arzu ediyoruz. Bir diğer konu, memurlar ve diğer kamu görevlileri
hakkındaki bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun hükmünde
kararname çıkarma konusunda hükümete yetki verilmesiyle ilgili. Bu konuda da
-ki, bu, hükümet programında özellikle yer almıştır- kamu yönetiminde ve kamu
hizmetlerinde adaletli bir yönetim anlayışının benimseneceği ve aynı işi yapan
personel arasındaki ücret farklılıklarının giderileceği ve bu amaçla yapılacak
düzenlemelerde iş, görev ve sorumluluk esasına göre "eşit işe, eşit
ücret" ilkesinin uygulanacağı belirtilmektedir ve hedefimiz budur. İSMET ATTİLA (Afyon) - IMF'den müsaade aldınız mı?!. AYDIN TÜMEN (Devamla) - Şimdi, yıllarca kamu
yönetimindeki, kamu çalışmalarındaki düzensizliklerden bahsedip, bunların
düzeltileceğini gündeme getirdiğimizde, diyorsunuz ki "hangisi halkın
yararına, hangisi vatandaşın yararına..." İşte, buna kamuoyu karar
verecektir. Değerli arkadaşlarım, son kez şunu söylemek istiyorum:
Ramazan bayramının geldiği bu günlerde, yeni bir yüzyıla başlayacağımız şu
günlerde... MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Başlayalı bir sene oldu!.. AYDIN TÜMEN (Devamla) - ...toplumdaki hoşgörüşü ve
sevgi ortamını her zaman için bizlerin dikte etmesi gerektiğini, bizlerin
sunması gerektiğini unutarak, toplumu bir kaosa sürükleyebilecek yanlış
bilgilendirmeleri kamuoyuna sürekli şekilde empoze etmeye çalışmanın hiçbir
anlamı yoktur. Bizim buradaki görevimiz, toplumdaki, halkımızdaki sevgi
duygusunu, hoşgörüyü, daima onlardan esirgemememiz gerekmektedir. Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) TURHAN GÜVEN (İçel) - Cumhurbaşkanı doğru bilgilendirdi
sizi; siz anlayamıyorsunuz. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tümen. ALİ RIZA GÖNÜL(Aydın) - Konuşmacı, konuşmasının son
bölümünde, muhalefet olarak bizi, toplumu yanlış yönlendirmek, topluma yanlış
söylemlerde bulunmak, toplumu yanlış istikametlere sevk etmekle itham etmiştir
ve bu nedenle de, sataşmıştır. İçtüzüğü göre cevap hakkı istiyorum. BAŞKAN - Sayın Gönül, burada herkes, kendi özgün, özgür
görüşlerini ifade eder, millet de buna bir karar verir. Bir yasa tasarısına, 5
grubumuzun tamamı veya 550 milletvekilimizin tamamının katılması da mümkün
değildir. Siz, görüşlerinizi farklı bir şekilde ifade ettiniz, onlar da farklı
bir şekilde ifade ettiler. Herhangi bir sataşma görmedim; o nedenle, söz
vermiyorum. Başka, lehte, aleyhte söz?.. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, biz,
söylediğimizin yalan olmasıyla itham ediyor. BAŞKAN - Hayır efendim, sizinle ilgili yok. (DYP
sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar) Öneriyi tekrar okutup, oylarınıza sunacağım: Öneriler: 19 Aralık 2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 566
sıra sayılı Yetki Kanunu Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci
sırasına, 20 Aralık 2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 567 sıra sayılı
"23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla
Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair 8.12.2000 tarih ve 4610
sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkere"sinin 48 saat geçmeden gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 5 inci sırasına alınması; Genel Kurulun 20 Aralık 2000 Çarşamba günkü
birleşiminde bütçe görüşme programının bitiminden sonra kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşmelerine geçilerek, gündemin 6 ncı sırasına kadar olan
tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını
sürdürmesi, 20 Aralık 2000 Çarşamba günü saat 24.00'de kadar görüşmelerin
tamamlanamaması halinde, saat 24.00'den sonra da çalışmalara devam edilmesi;
tasarı ve tekliflerin görüşülmesi sırasında soru-cevap işleminin 10 dakikayla
sınırlandırılması; Genel Kurulun 21 Aralık Perşembe günü 11.00-13.00,
14.00-16.00, 18.00-24.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesi
önerilmiştir. BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.(FP ve DYP sıralarından gürültüler) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, sayın. BAŞKAN - Saydım efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Ne çabuk saydınız!.. Kompütür
bile sizin kadar hızlı sayamaz. MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Ne zaman saydınız?.. BAŞKAN - Öneri kabul edilmiştir. (DYP sıralarından
gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar) HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Kabadayılığı bırak yalnız
Başkan, kabadayılık yapma, başkanlığını yap. BAŞKAN - Burada biz saydık... HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Nasıl saydınız?!. BAŞKAN - Hükümetin 185 üyesi var, sizin de toplam 92
üyeniz var... Sayın!... Ben görüşmelere başlamadan önce saydım. Yerinizden
konuşmayın! (DYP sıralarından gürültüler) Şimdi, programa göre, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap
Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere başlıyoruz. VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/764) (S. Sayısı: 552) (1) 2.- 1999 Mali Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740, 3/642) ( S. Sayısı: 554) (1) 3.- 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S. Sayısı:553)
(1) 4.-
1999 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile
1999 Malî Yılı
Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı
ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu
(1/741, 3/643) (S. Sayısı: 555) (1) BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. (1) 552, 553,
554, 555 S. Sayılı Basmayazılar ve ödenek cetvelleri 11.12.2000 tarihli 28 inci
Birleşim Tutanağına eklidir. Bu görüşmelerde gruplar ve hükümet adına yapılacak
konuşmalar 45'er dakikayla, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre yapılacak kişisel
konuşmalar ise 10'ar dakikayla sınırlıdır. Şimdi, grupları ve şahısları adına söz alan sayın
üyelerin isimlerini okuyorum: Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili
Tansu Çiller.(DYP sıralarından alkışlar) Fazilet Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Recai
Kutan. AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) - Sayın Başkan, üyelerimizden
"sayın" sıfatını esirgemeyin. BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu henüz
bildirmedi. OKTAY VURAL (İzmir) - Grubumuz adına, İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve Hatay Milletvekili Mehmet Şandır konuşacak. BAŞKAN - DSP Grubu adına, Ankara Milletvekili Aydın
Tümen, Konya Milletvekili Emrehan Halıcı. ANAP Grubu adına, İstanbul Milletvekili Ahat Andican,
Denizli Milletvekili Beyhan Aslan. Şahısları adına, lehinde, Edirne Milletvekili Şadan
Şimşek; aleyhinde, Sakarya Milletvekili Nezir Aydın. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Grubumuz adına
görüşlerimizi, Sayın Cevat Ayhan ifade buyuracaklar. BAŞKAN - İlk söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın
Tansu Çiller'e ait. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta
alkışlar) Süreniz 45 dakika efendim, buyurun. DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum; özellikle de, bugün
televizyonları başında bizi izleyen vatandaşlarıma en derin sevgi ve
saygılarımı sunuyorum. Günlerdir, bu bütçede, bu bütçeye ilişkin
düşüncelerimizi, bu kürsüden
dile getirmeye çalışıyoruz;
ancak, bütün millet bilmektedir ki, artık, 2001 yılı bütçesi diye bir
tutarlılık kalmamıştır. Burada olanlarla, millet ilgilenmiyor; çünkü, milletin
aklında, son derece önemli bir soru var: Ne oluyoruz?! (DYP sıralarından
"Kaçma! Kaçma!" sesleri, gürültüler ) METİN MUSAOĞLU (Mardin) - Ayıp!.. Ayıp!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Ne oluyoruz?!. "Ne
oluyoruz" sorusu var. (DYP sıralarından "Nereye Sayın Başbakan?!"
sesleri, gürültüler) İSMET ATTİLA (Afyon) - Rahatsız oldu!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bugün, battık mı batmadık mı?!
Evet, gözüküyor ki, artık, bütçelerde, Sayın
Başbakanlar konuşmuyor; artık, görülüyor ki, Başbakan Yardımcıları da
konuşmuyor. (DYP sıralarından alkışlar) HASAN EKİNCİ (Artvin) - Konuşmaları da dinlemiyorlar. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Görülüyor ki, sadece, ellerine
tutturulmuş bir yazıyla, ancak buralardan konuşmaya çalışıyorlar. Burası,
milletin kürsüsü, gelin, hesap verin burada!.. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Bu ülkeyi bu hale getirdikten sonra,
gelin!.. (DSP sıralarından gürültüler) Evet, çünkü, millet, battık diyor, battık diyor millet;
siz, hâlâ kaçıyorsunuz! (DSP sıralarından gürültüler) YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Yalan söylüyorsun!.. Yalan
söylüyorsun!..(DYP sıralarından gürültüler) TANSU ÇİLLER (Devamla) - Hâlâ kaçıyorsunuz!.. (DSP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Sayın üyeler... SALİH DAYIOĞLU (İzmir) - Sen, anlamıyorsun
konuşmaları!.. (DYP sıralarından gürültüler) (DSP İçel Milletvekili Akif Serin "Tabiî yalıda
otururum" içerikli bir gazete manşeti gösterdi) SALİH SÜMER (Diyarbakır) - Sayın Başkan, neden müdahale
etmiyorsunuz?! (DYP ve DSP sıralarından birbirleri üzerine yürümeler;
gürültüler) TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bugün... BAŞKAN - Sayın milletvekilleri... Sayın
milletvekilleri... SALİH DAYIOĞLU (İzmir) - Neredeydin sen bütçe
görüşmelerinde?! ÖMER BARUTÇU (Zonguldak) - Oturun yerinize... BAŞKAN - Bir dakika... Sayın milletvekilleri... Bırakın
da, biz müdahale edelim efendim... (DYP ve DSP milletvekillerinin kürsü önünde
toplanmaları) Sayın milletvekilleri, siz, yerinize oturun...(Genel
Kurul salonundan "Ara verin" sesleri, gürültüler) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, nedir bu
hareket?!.. BAŞKAN - Müsaade edin de söyleyelim... Sayın
milletvekilleri, yerinize oturur musunuz... (DYP sıralarından "Yuh" sesleri; gürültüler) ÖMER BARUTÇU (Zonguldak) - Konuşma lan fazla!.. Otur
oturduğun yerde! SALİH SÜMER (Diyarbakır) - Sayın Başkan, yaptığınız
yanlıştır. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri... ÖMER BARUTÇU (Zonguldak) - Ayıp!.. Ayıp!.. Sen nasıl
Başkansın! FETULLAH GÜLTEPE (Van) - Sayın Başkan, yönetmeyi
bilmiyorsun... Niye müdahale etmiyorsun?! Niye öyle duruyorsun?! BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, yerinize oturur
musunuz... Sayın üyeler, yerinize oturur musunuz... (ANAP sıralarından "5
dakika ara verelim" sesleri) FETULLAH GÜLTEPE (Van) - Benim üzerime kabadayılık
yaparak yürüyebiliyorsun; niye Başkanlığı yönetemiyorsun?! BAŞKAN - Sen yerine oturur musun. (Gürültüler) Sayın milletvekilleri, birleşime, 12.30'a kadar ara
veriyorum. Kapanma
Saati: 12.18 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati
: 12.32 BAŞKAN :
Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER
: Hüseyin ÇELİK (Van), Mehmet AY (Gaziantep) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 37 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Değerli milletvekilleri, ben, burada şuna üzüldüm;
özellikle, bir liderimizin bir genel başkanın... (DYP sıralarından gürültüler) HASAN EKİNCİ (Artvin) - Senden Meclis Başkanı olmaz! METİN MUSAOĞLU (Mardin) - Buraya pankartla gelinmez
ki... Ayıp... BAŞKAN - ...konuşmasının bölünmesine üzüldüm. Genel
Kurulumuzda, bugüne kadar her türlü sataşma olmuştur; ama, Genel Kurulda, Genel
Başkanın kürsüde bulunduğu sırada milletvekili arkadaşlarımızın laf atmaları ve
ellerinde gazete kupürleriyle gezmeleri doğru değildir. Bu nedenle, özellikle,
bu tür davranışlardan kaçınmamız gerektiğini arkadaşlarımıza bir kez daha
hatırlatıyorum, buna müsaade etmeyeceğimi bildiriyorum ve... (DYP sıralarından
gürültüler) HASAN EKİNCİ (Artvin) - Kızılay'a gitmelerini söyle,
orada göstersin! BAŞKAN - Şimdi, bu tür davranış biçimlerinden ve
sataşmalardan özellikle milletvekili arkadaşlarımızın kaçınması gerektiğini
hatırlatıyorum; aksi halde, o tür sataşmalara tevessül eden arkadaşlarımız,
uyarılara rağmen sataşmayı sürdürürlerse, İçtüzüğün gereği neyse onu
uygulayacağımı bildiririm. Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1.- 2001
Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/764) (S. Sayısı: 552)
(Devam) 2.- 1999 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740, 3/642) ( S. Sayısı: 554) (Devam) 3.- 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S.
Sayısı:553)(Devam) 4.-
1999 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S. Sayısı: 555) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerinde. Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Tansu Çiller konuşacaklardır. Buyurun. (DYP sıralarından ayakta alkışlar) Konuşma süreniz 45 dakikadır. DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve yine, televizyonları
başında bizi dinleyen vatandaşlarıma da en içten sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. Uzunca bir süredir bütçe tartışmaları Meclisimizde
devam ediyor; ancak, hepimiz biliyoruz ki, aslında, bu bütçe, rakamları ve
dengeleri itibariyle, kendi kendini, bugün itibariyle yok etmiş bir bütçedir,
tutarlı değildir, rakamlar doğru değildir ve daha da önemlisi, görülüyor ki,
millet bunlarla meşgul değil. Milletin endişe içinde sorduğu bir sual var: Ne
oluyoruz, nereye gidiyoruz, neler
oluyor; acaba, batıyor muyuz?.. (DYP sıralarından alkışlar) Hemen söyleyelim ki,
bu ülkenin dinamizminin, bu ülkenin özgüveninin neleri başarabileceğini bilen
bir ekip olarak şunu hemen ifade ederiz ki, Türkiye batmaz; ama, batan, bu
iktidar anlayışıdır; batan, uygulanmakta olan politikalardır. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Devlet, halka yabancılaştırıldı. Bu iktidarın irade
eksikliği ve yokluğu, zaman içinde, Ankara'nın göbeğinde, kimi işadamlarımızın,
kimi kurumların, doğrudan doğruya, iktidara ve hükümete değil, yabancı
kurumlara, IMF'ye, Dünya Bankasına giderek, meselelerini anlattığını gördük;
bu, bir iktidar boşluğunun gerçek anlamdaki bir tescilidir. Şimdi, Türk ekonomisini kurtaracağız, nasıl
kurtaracağız; IMF ile kurtaracağız, Dünya Bankasıyla kurtaracağız... Hepimiz
bilelim ki, bu ülkeyi kurtaracak olan bu Meclisin iradesidir, milletin
özgüvenidir. (DYP sıralarından alkışlar) Hiç kimse, yabancı kayyuma kendini
emanet ederek, ülkesini kurtarabilmiş değildir. Niye millet bu kadar tedirgin? Bakın, kısaca, şu son
bir hafta itibariyle, bazı görüntüleri, ülke görüntülerini, memleket
görüntülerini bir gözden geçirelim. Ülkenin her bir yanı yangın yerine dönmüş. F tipi
cezaevlerini protesto edenler, üniversiteler, Van üniversitesi, hepsi ayakta; o
yetmiyor, açlık grevleri başlamış, Avrupa Parlamentosuna kadar gitmiş;
Ankara'da, ikinci Ecevit döneminde, birinci Ecevit dönemini anımsatan 1980
öncesi manzaraları Kızılay'ın göbeğinde görüyoruz. (DYP sıralarından alkışlar) METİN MUSAOĞLU (Mardin) - Dün gece de aynı... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Kızılay'da taşlı sopalı
tartışmalar ve nihayet, Gaziosmanpaşa'da, hepimizi üzen, polislerimizin şehit
olduğu olaylar, arkasından, polisin yürüyüşü... Memur yürümüş, ta Yalova'dan
Ankara'ya yürümüş, Emek Platformu ayakta, esnaf ayakta, esnaf boy boy gazete
ilanları veriyor; yetmiyor, polisimiz, cumhuriyet tarihinde ilk kez, üstelik
de, elde silahlar, yürüyor ve amirler dinlenmiyor, müdürler dinlenmiyor,
protesto ediliyor, valiler dinlenmiyor, polisin öfkesi her yerde; İstanbul'da,
Ankara'da, Bursa'da, İzmir'de, Adana'da, Mersin'de, Antalya'da, Gaziantep'te
yürüyüşler; devletin kurumları "bu, bir toplu isyandır" diyor. Şimdi, bütün bunların arkasından, nihayet, polisler
elbette açığa alınıyorlar, gereği yapılmaya çalışılıyor; ama, bu arada, ölüm
oruçları devam ederken, cezaevlerine giriliyor -niye bu kadar geç kalındığı
belli değil- ve 18 veya 17 ölünün olduğu, ayrıca, jandarmada 2 şehidin olduğu
ortaya çıkıyor. Böyle bir ortamda, dış dünyada, Türkiye sahipsiz;
Ermeni tasarıları birçok ülkede birbiri ardından geliyor. Ermeni soykırımı
hemen daha bitmeden, birçok ülkede; ABD'de, İtalya'da, Fransa'da, Vatikan'da,
İran'da... Birdenbire görüyoruz ki, Apo davası, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine, tarihinde olmadığı bir hızla intikal ediyor ve Apo diyor ki
"ben, adil yargılanmıyorum, bana birtakım güzel davranışlar içinde
değiller İmralı'da" ve bütün bunlar kabul ediliyor. Palermo'da PKK
propagandası ve o arada Katılım Ortaklığı Belgesi ortaya çıkıyor, Atina
"bütün tavizleri aldık" derken, biz, bu Katılım Ortaklığı Belgesini,
ilk önce, fevkalade bir belge olarak gösteriyoruz; sonra, ne olduğu belli
olmadan bir dönüşle bir zirve, Denktaş çekiliyor ve büyük laflar ediliyor;
arkasından, yine, hiçbir şey değişmeden, tıpış tıpış tekrar gidiliyor Nice'e;
Nice'te "on yıl daha Avrupa Birliğinde yoksunuz, Bulgaristan'ın da
gerisindesiniz" diyorlar. On yıl daha bu büyük devlet, tarihiyle, her
şeyiyle yok ve millet şaşkın "hani 2003 yılında girecektik, ne
olacaktı" sesleri arasında, Nice'ten dönüyoruz; PKK, propagandaya orada
devam ediyor, Dışişleri yok, oradaki bir resme dahi Türkiye giremiyor ve netice
itibariyle "bir ulusal program çıkacak" deniliyor, ulusal program
henüz ortada yok ve netice itibariyle, onu bırakın, NATO'dan dahi Türkiye'nin
zorluklar içinde olduğu ve bırakın onu, NATO'nun içinde olmak durumunu, Avrupa savunma
kimliğinde, ancak, karar organında dahi olmayan, belki, Danışma Kuruluna
girecek bir Türkiye imajı dış dünyada ortaya çıkıyor. Bunların hepsi, son
birkaç günün meseleleri. Yetmiyor,
ekonomi, son derece önemli
sıkıntılar içinde, kriz ardına kriz yaşıyor. Krizler bitiyor,
milyarlarca dolarlık IMF yardımları, bu mevduat garanti altına alınıyor,
yetmiyor, yabancı krediler sigorta altına alınıyor, büyük bankalar, buraya
güvenmiş olanlar patır patır dökülüyor ve bütün Maliyenin hayalî ihracatla
ilgili birtakım verileri kamuoyu önüne geçiyor, krizin faturasını kim ödeyecek
derken, ardı ardına vergiler; ama, nasıl vergiler; yaşam standardı vergisi, şu
vergiyi de vereceksin, bu vergiyi de vereceksin, KDV'yi de yükselttim ve bütün
bunun içinde, Türkiye yine el açıyor. Hazinesi, Maliyesi, 1 milyar doları
bulmak için, bütün dünyayı dolaşıyor, her bir bankadan 100 milyon dolar almak
için 10 banka verecek, altı ay için dahi vermeyecek ve Türkiye'nin faizleri
dünya rekorları kırıyor, reel faizleri dünya rekorları kırıyor ve bütün
bunlardan sonra ortaya çıkan tabloda, bunları ödeyen millet. Bütün bunlar devam ederken af yasa tasarısı gündeme
geliyor. Affı hiç kabul etmeyenler, reddedenler, bir bakıyoruz ki, yine
sahiplenmiş. Bankanın içini boşaltanlar, trafikte bazı masum insanlarımızı
öldürenler, bunların hepsi affın içinde, Anayasa Mahkemesinin bunu iptal
edeceği, birtakım sıkıntılar gündemde "aman dikkat edin, Apo, bu meseleden
yararlanabilir, dikkat edin" diyorlar, savcılar uyarıyor, Cumhurbaşkanı
yazıyor; ama, bütün bunların içerisinde gözler, nihayet, Sayın Başbakana
dönüyor. Millet perişan, ne olacak diyor, neler oluyor!.. Bunu cevabını ve
teşhisini Sayın Başbakan veriyor, diyor ki: "Biri düğmeye bastı." Her
şey bırakılıyor, herkes başlıyor acaba kim düğmeye bastı, kim düğmeye basmadı,
bir düğmeci arıyor iktidar partileri, bütün Türkiye... Böyle bir ortamda şu
mesajı açıkça duyuyoruz, evet, sözde birileri düğmeye basmış. Bakın, bu, tam
bir acz ifadesidir, tam bir acz ifadesidir. (DYP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Eğer, birileri eşzamanlı olarak Başkentin sokaklarını
savaş alanına çevirebiliyorsa, cezaevlerini ayaklandırabiliyorsa, ülke
ekonomisini krizin en dibine sokabiliyorsa ve devletin polisleri, hükümete
karşı gösteri yapmaya aynı anda ikna edilebiliyorsa, bunun tek bir anlamı
vardır; o da, iktidar yoktur. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Şimdi, buradan Sayın Başbakana sesleniyorum. O parmak
kiminse kırın Sayın Başbakan, o parmağı kırın, hemen kırın. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Eğer, gücünüz yetmiyorsa, gelin, bunu hep
birlikte yapalım. Ama, eğer, siz, bütün millet sokaklarda yürürken, memurundan
esnafına kadar "açız" diye bağırırken, vurdum duymaz bir biçimde bu
sese kulak vermiyorsanız; bu parmak sizindir Sayın Başbakan, sizindir. (DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ve eğer, verdiğiniz bütün sözlere rağmen "biz, o
teröristbaşını geldiğimiz gün cezalandırırız" demenize rağmen, verilen
yargı kararının gereğini yapıp, bu kararı, bu Meclise indirmiyorsanız; o
yetmiyor; bakın, burada idam kararını kaldırıyorsunuz, burada bir infaz
imkânını yok ediyorsunuz denmesine rağmen, o Af Yasasını imzalıyorsanız hatta
cumhurbaşkanı çıkıp da, bakın burada eşitlik ilkesi bozuluyor, eğer, bu,
eşitlik ilkesinden bozulursa, herkes bu işin içerisine girer, Apo dahil, bunun
içerisinde değerlendirilir denmesine rağmen, siz bu Af Yasasına imzanızı
basıyorsanız, bu parmak sizindir Devlet Bahçeli, sizindir. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Ve eğer, siz, suçüstü yakalandıysanız, bir pazarlık
yaparken yakalandıysanız, bir Başbakan atanmışlığı kabul etmiş bir Başbakan
olarak suçüstü yakalanıp, sizin pazarlık yapmış olduğunuz, o bankacı
yargıdayken, kendiniz bu tarafta, kendinizi kurtarmak için, o Af Yasasını
imzalıyorsanız, o parmak sizindir Sayın Yılmaz. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Hiç kimse, hiçbir Başbakan bir bürokratın arkasına
saklanmaz. Saklanacaksa, bürokratlar Başbakanın arkasına saklanırlar. (DYP
sıralarından alkışlar) Neden kaçıyorsunuz?.. Demokratikleşme mi... Çıkın
milletin kürsüsüne, ne diyecekseniz söyleyin. Nedir bu korkaklık?.. Nedir onun
bunun arkasına saklanmak?.. Doğru dürüst ne diyecekseniz ifade edin. Ve bütün bunlardan sonra döneceksiniz "Bizim
alternatifimiz yok" diyeceksiniz. Bu, alternatifimiz yok demek; biz,
ülkeyi bu hale getiririz, ekonomisini de bu hale getiririz, milleti de
sokaklarda bu hale getiririz, bütün milleti vergi altında da inletiriz ve bizim
de bunu yapmaya sonsuza kadar yetkimiz var demektir. Bunun anlamı bu. Hiç
yadırgamadım. Demokrasi anlayışı olmayan, demokrasi standardı çok yüksek bir
alanın çok ötesine kendini atmayı, atanmışlığı kabul eden bir iktidar
anlayışının devamının "biz alternatifsiziz" demesini yadırgamadım.
(DYP sıralarından alkışlar) Ama, bilesiniz ki, eğer, siz, burada
"alternatifimiz yok" diyorsanız, o alternatif sokak olur. Bilesiniz
ki, eğer "alternatifimiz yok" diyorsanız, o zaman, o alternatif,
netice itibariyle sandıksız demokrasi olur. İşte o zaman da bütün meydanlar
ayaklanır. İnsanlarda bir bedbinlik, bir umutsuzluk ortaya gelir ve o zaman da
"ne oluyoruz, batıyor muyuz" derler. Şimdi, buradan açıkça ifade ediyorum: Türkiye batmaz;
çünkü, bu işin panzehiri, bilgili ve tecrübeli DYP kadrolarıdır. (DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yıllarca bunu yaptık.
Yıllarca bu ülkeyi her çıkmazda, yüzde 7 büyümeyle, yüzde 5 enflasyonla
götürdük, en zor dönemlerde, terör mücadelesinin yapıldığı dönemlerde, Türkiye
ekonomisinin yine krizde olduğu dönemlerde, bir dolar dış borç bulmadan o
ülkeyi krizden çıkardık. O gün yaptık yine yaparız ve bilesiniz ki, dümende
olalım, altı ay içinde doğru istikamete, o ekonominin, dümenini kırarız ve
doğru yola sokarız. Bundan herkes emin olsun. (DYP sıralarından alkışlar) I. ZİYA
AKTAŞ (İstanbul) - Kırarsınız evet. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Ama, görüyoruz ki, sizinle
krizler bitmiyor. 1998 krizi sizin; yetmedi 1999 krizi, o da sizin; yetmedi
2000 krizi, o da sizin; şimdi 2001 krizi geliyor, o da sizin. Ya bu ülkeyi
doğru dürüst idare edin ya da çekip gidin. (DYP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Bugün bütçe konuşmalarının önemli bir meselesini
demokratikleşme olarak görüyorum. Bu millet iki hedefin arkasında birleşmiştir.
Bunlardan birincisi, demokratikleşmedir; ikincisi, Avrupa Birliğine giden yolda
irade ortaya koymaktır. Bunlar ulusal hedef haline gelmiştir; ama,
demokratikleşmeyi devamlı kullananlar acaba bu demokratikleşme adına ne
yaptılar? Çıkardınız, demokratikleşme adına MİT Müsteşarını konuşturdunuz. MİT
Müsteşarı, neyin doğru, neyin doğru olmadığını anlattı. Dedik ki, bu vahim.
Eğer Başbakan bunu bilmiyorsa bu vahim; ama, biliyorsa daha vahim. Sayın
Başbakan "benim bilgim dahilinde" dedi. Sizin bilginiz dahilindeyse
eğer birbirine kurumları düşürürsünüz dedik. Devletin tepesini bölersiniz. O
zaman başka bölücülüğe, dışarıdan birtakım bölücülere ihtiyaç yok; zaten onu
siz yaparsınız. (DYP sıralarından alkışlar) Niye çıkıp, ne diyecekseniz milletin önünde
söylemiyorsunuz? Niye şeffafça, cesaretle söylemiyorsunuz? Bu ne korkaklık...
Bu ne korkaklık... (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, bütün bunların içerisinde önemli gördüğüm bir
konuya geri dönmek istiyorum. Polislerin yürümesi vahim bir olay. Cumhuriyet
tarihinde ilk kez oluyor. Elbette el konacak, elbette gereği yapılacak. Çünkü,
haklı olsa dahi hukuk dışına çıkan kurumlar haksız konuma düşerler; ancak, bu
sesi dinleyin. Bu ülkenin kendi kendini koruma refleksini tahrip etmeyelim. Bu
seste bakın neler var: Bu ses diyor ki: "Bizi diğer vatandaşlardan
ayırıyorsunuz." Hiç kimse işkencenin yanında olmaz; ama, birini af
kapsamına alacaksınız birini almayacaksınız. Adaletsizlik eğer devam ederse o
toplumda huzur olmaz. Bir yandan diyeceksiniz ki "ben itirafçıları
aldım, yatakçıları da..." Bunlara yataklık yapanları da almanız lazım;
doğrudur; ama, adalet ve eşitlik duygusu... Bundan sapmayacaksınız. "F tipi cezaevlerini biz ortaya koyduk"
diyorsunuz. Güzel, koydunuz. Madem yanlıştı onları niye yaptınız; madem
doğruydu niye "vazgeçtik" diyorsunuz? Devamlı zikzak çizen bir tablo
ve polis bağırıyor "biz açız" diyor. Buna kulak verin. "Gecekondularda
dahi oturamıyoruz, bize kız dahi vermiyorlar" diyorlar. Bunlara dikkat
edin. Ve nihayet, sonuç itibariyle taşıran damla afla birlikte ortaya çıkıyor. Şimdi, bugün görüyoruz, bütün hapishanelerde ve
cezaevlerinde birtakım mahkûmlar cezaevlerine elkoymuşlar. Cezaevlerindeki
sıkıntı yeni değildir, eskidir; ama, şunu bilelim ki, cumhuriyet tarihinin
hiçbir döneminde bu hale de gelmemiştir. Böyle, mahkûmlar rehin alacaklar;
bilmem, diğer mahkûmlara günlerce işkence edecekler; çeteler, uzun süre,
bilmem, ölüm oruçları tutturacaklar içeridekilere -sizin tabirinizle
söylüyorum, Adalet Bakanının açıklamalarıyla söylüyorum- ondan sonra, bir gün
boyunca devlet giremeyecek; o cesetler fırlatılıp atılacak ve görevlilerin
önünde, mahkûmlar, ellerinde tabancalarla geçip gidecekler; istedikleri yere
götürülecekler!.. Bunları Türkiye yaşamadı.
Bunu yapacaktınız madem, niye şimdiye kadar beklediniz, girseydiniz o
cezaevlerine? Bunca insanın, belki, bu kadar daha ayyuka çıkmadan, daha farklı
bir konumda meseleye el atmak mümkün olabilirdi. Tekrar ediyorum, bu Af Yasasına dikkat edin, bu Af
Yasasındaki uyarılara dikkat edin. Herkes diyor ki, savcılar diyor ki: "Bu
Af Yasasından teröristbaşıları da yararlanabilir." Eşitlik ilkesiyle
giderse eğer, Anayasa Mahkemesinde iptal olursa eğer, bir genel affa kadar
götürebilir. Herkes bir adım geri dursun ve meseleye baksın. Şu Türkiye'nin
manzaralarını biraz önce ifade ettik. Böyle bir ortamda, Türkiye'nin, daha
cezaevlerinin içinde kontrol altına alınamayan bu kişileri dışarı
salıverdiğiniz zaman, bunlar, eğer, tek bir masum vatandaşı, yeniden bir suç
unsuru olarak, bir haksızlık karşısında bırakırlar, onların bir kılına
dokunurlarsa onun hesabını kim verecek?! Kim Verecek?!. Bütün bunların son derece hassas olduğunu ve Sayın
Cumhurbaşkanının sesinin dinlenmesinin doğru olduğunu bir kez daha uyararak
söylüyoruz. Hani, siz, Cumhurbaşkanını, hukuk devleti adına
seçmiştiniz?! (DYP sıralarından alkışlar) Hani Anayasayı bildiği için seçmiştiniz?! Hani, hukuk
devletini Türkiye'de istediğiniz için seçmiştiniz?! Şimdi, o hukuk devletinin gereğini yapın; çünkü, endişemiz
büyük; endişemiz, bunun bedelini yine millet ödeyecek; ama, hesabını da, elbet
sizden soracak. Bu sorumluluk ve bu vebal sizin üzerinizdedir. Eğer bir af çıkaracaksanız, gelin çıkaralım; gelin, hep
birlikte bir malî af çıkaralım. Esnaf haciz altında, bu çiftçi borç içinde; ne
Halk Bankasına ödeyebiliyor... Niye gülüyorsunuz?!. O bankaları boşaltanları
affediyorsunuz da niye bunları affetmiyorsunuz?! Niye bunları
affetmiyorsunuz?!(DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Gelin, özellikle vergide... Faizler her ay yüzde 6...
Bu vatandaş bunları ödeyemiyor. Gelin, bir af çıkaracaksak, hep birlikte bir
malî affı çıkaralım. Değerli arkadaşlarım, bu ülkenin ulusal bir hedefi
olarak ortaya çıkan Avrupa Birliği konusunda da çok ciddî endişelerimiz var. BAŞKAN - Sayın Çiller, bir dakikanızı rica etsem mümkün
mü efendim; çalışma süremiz doldu; oylamaya başvuracağım. Sayın Çiller'in konuşması tamamlanıncaya kadar sürenin
uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Buyurun efendim. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, görülüyor ki, Avrupa
Birliği konusunda da çok büyük bir zaaf var. Memnun olduk; uzunca bir süre,
Avrupa Birliği etrafında kenetlenen bir Meclis yoktu. Bir dönem vardı ki, bugün
Avrupa Birliğinin arkasında olan birçok parti bunun karşısındaydı; ama, açıkça
görelim ki, bir samimiyetsizlik var burada. Avrupa Birliğini koruyacağız diye
ortaya çıkanların bir samimiyetsizlik içinde olduklarını görüyoruz ve daha da
önemlisi, bunu fark eden Avrupa'nın, bundan faydalanmasından endişe ediyoruz. Bakın, demokrasi diyorsunuz, demokrasi bayraktarlığını
yapacak olan bir Başbakan Yardımcısı, daha dün atanmışlığı kendi içine
sindirebilen, yegâne, seçilmiş bir liderdir. Böyle bir sicille, acaba,
demokrasinin bayraktarlığını yapmak mümkün mü; sicil müsait değil buna, sicil
müsait değil! (DYP sıralarından alkışlar) Ne yapıyorsunuz; bir şova
döndürüyorsunuz. Demokrasinin, bir yükselen değer olduğunu bildiğiniz için,
buna sarılıyorsunuz; ama, inançla değil, sadece lafla bunları ortaya
çıkarıyorsunuz. Ve daha dün, Avrupa Birliğinde herkesin önünde olan
Türkiye, bugün herkesin arkasına
düşüyor. Daha, gümrük birliğinde... Ondan sonra, 1997 yıllarında Türkiye,
Polonya, Macaristan, Litvanya, Slovakya, Romanya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti,
bunların tümünden daha fazla bir büyüme oranına sahipti, bir yatırım gücüne
sahipti. Bunlardan daha fazla, kişi başına düşen bilgisayar vardı, bunların
önünde, gümrük birliğine girmeyi başarabilmiş bir siyasî irade, bütün Türkiye'nin
sivil toplum örgütleriyle birlikte oluşmuştu. Bugünse görülen şey şu ki,
Helsinki'de yeniden bu millet kenetlendi, bu hedefin arkasında kenetlendi.
Bütün sıkıntıların olmasını görmemize rağmen, o zaman da aynı şekilde Kıbrıs
meselesi, Helsinki zirvesinde ve anlaşmasında vardı. Aynı şekilde, Kıbrıs
meselesinin ötesinde, Yunanistan'la sınır anlaşmazlıkları konusundaki, bizim,
daha sonradan hassasiyet gösterdiğimiz bütün unsurlar vardı. Dedik ki, buna
dikkat edin; dedik ki, bunların gereğini yapın; ama, Helsinki'den bu yana bir
yıl geçti, yapılan hiçbir şey yoktur. Sayın Başbakan, ne zaman atladı da
uçağına, ülke ülke dolaşarak ikna sürecine girdi?! Ne zaman gitti de, o zirveyi
buraya topladı? Bir mekik diplomasisi gerekliyken, yapılan şey, tam tamamına
bir sıfırdır, sıfır! (DYP sıralarından alkışlar) MEHMET HALİT DAĞLI (Adana) - Mektup yazdı, mektup... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bunları söyleyenler de, sizin
içinizdeki uzman kişilerdir, biz değiliz sadece. Evet, maalesef, bugün yapılan
şey bu oldu. Ve sonra dönüp, birtakım şeylerin arkasına saklanma...
Neymiş, efendim, "biz istiyoruz Avrupa Birliğini; ama, o Avrupa Birliğine
Türkiye'nin girmesini istemeyen bazı güçler var." Kimmiş o güçler?! Niye
onlar, gümrük birliğine girmesine evet dediler, niye Helsinki'ye evet dediler;
niçin o zaman evet diyorlardı?! (DYP sıralarından alkışlar) Belki onların
rahatsızlık duyduğu şey, Avrupa Birliğine girmek değil de, sizin, Claudia
Roth'un ağzıyla konuşmanızdır... (DYP sıralarından alkışlar) Belki de,
müstemleke dolaşır gibi dolaşan Claudia Roth'un ağzıyla, bir Başbakan
Yardımcısının konuşmasıdır. Bu ülkenin hassasiyetleri de var, onlara da dikkat
etmek lazım. Bu ülkenin savunma refleksini de tahrip etmemek lazım. Evet,
demokratikleşmeye evet; ama, bu ülkenin Yugoslavyalaştırılmasına hayır, sonuna
kadar hayır. (DYP sıralarından alkışlar) Katılım Ortaklığı Belgesini, ilk önce fevkalade bir
belge olarak ilan ettiniz, sonra geri döndünüz bu işten; hayır dediniz bu defa,
Denktaş'ı çekiyoruz, gitmemesi lazım, kabul edilemez... Kabul edilemez... Birdenbire
bir zikzak... Bir büyük devlet, dediğinin arkasında durur, bir büyük devlet,
böyle bir şeyi kolay söylemez; söylediğiniz zaman ne olur; o zaman, ya onun
arkasında durun veya demeyin bunları. Zorla, Avrupa Birliğinin, bizim
beceriksizliğimizi kullanan bir diplomatik kıskacında bırakıyorsunuz
Türkiye'yi. Netice itibariyle, Nice'e gittik; değişen hiçbir şey
olmadı o katılım ortaklığı belgesinde; bir, diyalog lafı, o da, bir tamamen
makyaj olarak ortaya kondu; ama, hiçbir şey değişmeden, onca birtakım
gerilimleri yaratan Türkiye, netice itibariyle oraya tıpış tıpış gitti, oturdu,
bir de üstelik "siz, bir 10 yıl daha bu genişleme sürecinde yoksunuz"
kararı alındı ve bırakıp, Türkiye'ye geldi. O resmin içine girmeyi dahi
beceremediniz!.. Beceremediniz... (DYP sıralarından alkışlar) Ve endişe ediyorum; çünkü, görülen şey o ki, aynı
beceriksizlik, ciddî ölçüde, bir başka alanda devam ediyor. AGSK için,
Avrupa'nın güvenlik kimliğine ilişkin ve savunma kimliğine ilişkin
gelişmelerden de endişe ediyoruz; çünkü, görülüyor ki, NATO üyesi olan ve
ikinci büyüklükte olan Türkiye, Avrupa, bir acil ordu kuruyor, belki
altyapısında NATO'dan faydalanacak; ama, Türkiye, orada tam söz sahibi değil.
Türkiye, orada, sadece danışılabilecek... Bunu, Türkiye'nin kabul etmesi mümkün
değil ve Türkiye, veto ediyor. Ee, hani, siz, NATO'daki veto gücünüzü
kullanamazdınız?!. 1997 yılında bunu size söylediğimizde, bırakın, NATO'nun
genişlemesi süreciyle Avrupa Birliği genişlemesi sürecini eş anlı götürelim, işte,
o zaman, o noktada direnelim dediğimizde "hayır, Amerika'ya karşı bu
olmaz. Türkiye, bu veto hakkını kullanmaz" dediniz. Ne yaptınız şimdi;
bunu kullandınız, üstelik de, Amerikan Başbakanının, ta uçaktan "bunu
yapmayın" dediği bir ortamda bunu kullandınız. Niçin, o zaman, Avrupa
Birliği için de kullanmadınız bunu?.. Niçin bunu kullanmadınız; Türkiye'nin bir
büyük fırsatı daha kaçırmasına neden oldunuz? Evet, şimdi, sadece, dışpolitika, Avrupa Birliğiyle de
kısıtlı değildir. Ermeni soykırımı... Her bir alanda, bir büyük devlet olan
Türkiye'yi hiçe sayarcasına devam ediyor... Yapılan hiçbir şeyi göremiyoruz.
Ortada, ardı ardına, ilkönce, Fransa, İtalya, Vatikan, İran, Amerika'da tekrar
gelmesi imkân dahilinde, İran'da, Ermeni tasarısı hazırlığının ciddî ölçülerde
genişlediğini duyuyoruz ve bütün bunlarla birlikte, ABD ve Ermenistan, askerî
işbirliğinde anlaşıyor. Altını çiziyorum, ABD ve Ermenistan, askerî
işbirliğinde anlaşıyor. Irak'ta adımız yok. Ankara süreciyle buraya getirtmiş
olduğumuz Talabani, Barzani, oradaki Türkmenler, onlarla bütün her şeyimiz
kopmuş görüntüde. Onlar, orada yaşayanlar, bizim vatandaşlarımızın akrabaları.
Oradaki Kürtler olsun, Türkmenler olsun, bizim vatandaşlarımızın yakınları.
Herkes orada,Türkiye yok ve netice itibariyle, Kafkasları tümüyle boş
bırakıyoruz. Çeçenler, kan ağlıyor. Karda kışta ciddî bir onur mücadelesi
veriliyor, haysiyet mücadelesi veriliyor. Daha 1994 ve 1995'te, Çeçenler,
Sovyet Rusya'nın Devlet Başkanı ve Başbakanıyla ayrı bir devlet gibi görüştü,
konuştu; bunların hiçbiri kendi kendine olmadı. Neredesiniz siz?!.
Neredesiniz?!. Hani Şeyh Şamil türküleriniz nerede?!.. (DYP sıralarından
alkışlar) Azerbaycan, kardeşlerimiz, kaç kez gittiniz, oradaki
kaçkınları gördünüz? Sefalet içinde... Azerbaycan'ın yarısı işgal altında. Ne
zaman Sayın Başbakan gitti oraya? Ne zaman bunların meselelerine el atıldı ve
netice itibariyle, Doğu Türkistan, yıllardan beri komünizm altında; ne yaptınız
oraya? Çin Devlet Başkanına resmî devlet nişanı verdiniz; bunu verirken,
oradaki kardeşlerimizi, o Turan türkülerinin hesabını millete gidip kim
verecek? Susarak mı bütün bunların hesaplarını vereceksiniz?.. (DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ve Putin, Ortaasya'ya el koyuyor; tek para ve tek
ordu... Bunun içine, bugün itibariyle, Kazakistan ve Kırgızistan giriyor,
diğerlerinin hepsi "şimdilik dışarıdayız" diyorlar, hazırlıkları
başlatıyorlar, duyuyoruz. Ne acı;
düşünebiliyor musunuz, yıllarca, Turan türküleriyle göğü, yeri birbirine
katacaksınız, sonra, sizin iktidarınızda, Sovyetlerin güdümüne Türk
cumhuriyetleri yeniden giriyor olacak... Nasıl vereceksiniz bunun hesabını?!
(DYP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler) Susarak prim yapılmaz! BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen... Buyurun Sayın Başbakan, Sayın Genel Başkan. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Allah söyletiyor! BAŞKAN - Efendim, Başbakanlık da yaptı Sayın Çiller. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Ve ekonomi... Ekonomide,
görüyoruz ki, çok ciddî sıkıntılar devam ediyor, hafife alınacak bir boyutta
değil mesele, aştı onları. Bakın, burada, ne dediyseniz haksız çıktınız. Bir
kere, diyorsunuz ki "bu, tablita programı değil." Kim buna tablita
programı değildir diyorsa, gitsin ev ödevini tam yapsın gelsin. Bu, ayan beyan
tablita programıdır. (DYP sıralarından alkışlar) Bundan daha klasik bir örnek
de göremiyorum. Sadece tablita programı değil, bir para kurulu programıdır; ilk
önce örtülü haldeydi, şimdi çok açık hale döndü. Şimdi, bu programda uyardık; dikkat edin bu programa,
bu programın hassas dengeleri vardır, bu program enflasyonu düşürme programı
değildir, enflasyonu belli bir noktaya düşürme programıdır; o noktaya
düşürmezseniz dengeleri kaybedersiniz, çok ciddî sıkıntılar olur, uygulayan her
ülkede böyle olmuştur. Ne dediyseniz yanlış çıktı; bu programın hiçbir hedefi
tutmadı, ama hiçbir hedefi! Cari işlemler açığına dikkat edin dedik, 10 milyar
dolarları bulur dedik; dediniz ki, 2,8 milyar dolar. İşte, açıklamalar; 10
milyar dolara merdiven dayandı, daha bugünden dayandı. Dedik ki,
ticaret açığına dikkat edin bu programda, bu kur programıyla sürmez, bu, 20
milyar dolarları aşar; nitekim, 20 milyar dolarları, bugünden, daha iki ay
öncesinden aşmış durumda; ama, sizin hedefiniz 14 milyar dolardı, 14 milyar
dolar. Şu özelleştirmeyi bu kadar yüksek koyuyorsunuz,
hesapları ona göre yapıyorsunuz, 7,6 milyar dolar; yarısını yapamazsınız dedik;
nitekim, 2,9 milyar dolar girdi girmedi. Nere 7,6 milyar, nere aşağısı! Petrol fiyatlarının arkasına saklanıyorsunuz,
saklanmayın; çünkü, yine yanlış teşhis olur. Eğer, bırakılan fiyatlardan, yani
22 dolardan değil de 24 dolardan hesaplarsanız, yılbaşındaki dolar fiyatından,
cari işlemlerdeki baskı sadece 1 milyar doların altındadır, 750 milyon
dolardır. Bununla ilgisi yok bunun; bunun, kur politikasıyla doğrudan ilgisi
var . Ve dedik ki, bakın, bankalarda çok ciddî sıkıntılar
olur; ne dediysek hepsi oldu. Dediniz ki "hiç ziyanı yok, tahkim yasasını
çıkarıyoruz." Ne oldu tahkim yasasını çıkardınız da; hangi yabancı sermaye
girdi; nerede o umutlar?! Çünkü, bu kur politikasıyla çok zor; cari işlemler
açığının yükseldiği bir dönemde, özellikle yabancı sermaye eksi olur dedik;
nitekim, bakın, eksi 257, eksi 257 milyon dolar. Evet, ve bu ülkeyi fakirleştirdiniz, çok ciddî biçimde
fakirleştirdiniz; Dünya Bankasına göre üst orta gelirli gruptan alt orta
gelirli gruba düştü. O yetmedi, eskiden Fortune 500'e bizim büyük büyük
sanayilerimiz girerdi; bir tanesi yok içinde. Onu bırakın, yine bakıyoruz, Birleşmiş Milletlerin
insan gelişme endeksinde küme düşürdünüz, 89 uncu sıraya; 20 puan düştü
Türkiye, 20 puan, iktidarınızda. Gelir dağılımında keza öyle. Asgarî ücreti ilan
ettiniz, daha dün 102 milyon diyorsunuz; ondan bir hafta önce de, 4 kişilik bir
ailenin sadece gıda masrafı, yani açlık sınırında olmaması için 195 milyon ilan
edildi, 195 milyon... Evet, Türkiye'nin büyük bir bölümü bugün açlık
sınırındadır. Bunun içinde sadece asgarî ücretliler değil, bunun içinde
memurlar var ve bunun içinde en üzülerek gördüğüm ve gerçekten üzüntü
duyduğumuz emekliler var; yazık, yazık!.. Bağ-Kur emeklilerinin 65 milyondan
başlıyor, daha bir hafta öncesine kadar 195 milyon açlık sınırı, açlık sınırı.
SSK emeklisinin 105'ten başlıyor, Emekli Sandığı, keza, onların emeklileri
açlık sınırının altında. Hani, siz fakir babasıydınız?!. Hani fakir
babasıydınız?!. (DYP sıralarından alkışlar) Hem yoksulluk, hem yolsuzluk bir
arada!.. Evet, bir şampiyonluk daha geldi Türkiye'ye. Türkiye,
son klasmanda, en fazla yolsuzlukları yapan 15 ülkenin içinde ve rüşvette de
şampiyonluğa çıkıyor, ilk 8 arasına giriyor bu iktidar döneminde. Evet,
yoksulluk ve yolsuzluk bir arada... Esnafın vergi ödeyemeyeceği açık; yüzde
92'si yatırım yapamıyor. Herkes, yüzde 50'den fazlası, işçi çıkardığını
söylüyor. Kepenkler kapatılıyor. Çiftçilerimiz, keza, her gün, bir başka
sıkıntıyla karşı karşıya. Hep, milletten saklıyorlar. Depremle ilgili, 3
katrilyon civarında, bu millet vergi vermedi mi? Sayın Başbakan, gelsin buraya,
bu hesabı versin. Bu vergiden, öyle, çoğu falan, buraya, deprem bölgesine
gitmedi; açıkça söylüyorum. O gitti dediğiniz, yabancı kurumlardan gelip de
oraya gönderdikleriniz; ama, bu milletin topladığı vergiden ne kadarını
yolladınız oraya, ne kadarını?.. Ben, oradaki 6 yetimin 5'inin hakkını
arıyorum; çünkü, 3 katrilyondan, ifade edilen, sadece, 500 trilyon civarında
-500 ile 600 arası- bir miktarın o vergiden gittiğidir. Gerisi, yine
aldatmacadır, yine, doğruyu söylemiyorlar. Onun için, oradaki insanların
hakkını arıyoruz, hakkını arıyoruz. (DYP sıralarından alkışlar) Verin o
hakkı... Ve çiftçi, çok mağdur durumda. Pancar üreticisi,
buğday, mısır, patates; bunların hepsini geçen sefer söyledim; ama, bugün,
açıkça görülüyor, hatta hatta, bir monopol konumunda olduğumuz fındıkta bile
beceremediniz. Fındıkta, fiyatları belirlemede çok etkindir Türkiye;
ticaretteki yeri, üretimdeki yeri yüzde 80'dir. Bu gücü kullanarak, 2 dolar 27
sente kadar bu fiyatlar yukarı çekilebilmişti. Bugün, görüyoruz ki, 1 dolar 70
sente kadar düştü ve görüyoruz ki, buradan, zeytinyağında, keza, maliyetler
dahi karşılanamadı. Maliyet 1 880 000; ama, verilen onun altında. Bütün
dünyada, 120 sent veriliyor, 120 sent, aynı üretimi yapanlara... 20 sent
istiyor, o 20 senti dahi çok görüyorsunuz, 20 senti dahi çok görüyorsunuz ve 9
sente indiriyorsunuz; geçen sefer 12 sentti hiç olmazsa. Şimdi, bu işin böyle gitmeyeceği açık. Tütünde keza
öyle, pamukta keza
öyle... Eskiden verilen gübre sübvansiyonları, bugün, KDV'yle geri
alınır hale gelmiş ve bir büyük perişanlık; çözüm diye getirdiğiniz şey de,
tekrar ediyorum, dönüm başına 5 dolar. Bu, genel ortalama olarak 20 dönüme
kadar olan bizim çiftçimizde 45 dolarlık sübvansiyon demektir. Avrupa
Birliğinde, bu, 2 600 dolar, Amerika'da, hatta, 4 600 dolarların üzerine çıktı.
Bunun, haklı rekabet için, aynısını vermek lazım. Evet, çözüm için, Avrupa
Birliğinin normlarına dönmek lazım. Gıda sanayii tasfiye ettiriliyor. Tekrar ediyorum, bu
son derece önemlidir, kendi elinizle tasfiye ediyorsunuz ve özellikle, MHP'nin
elindedir bu Tarım Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı. Sizin elinizle, dış dünyaya
tarımı tasfiye ettiriyorsunuz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun efendim. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Buna ilişkin, söyleyecek bir
söz yok mu?.. Susarak mı prim yapılacak?.. Buna devam mı edeceksiniz?.. Yoksa,
bu milletin hakkını, dış dünyanın önünde koruyacak mısınız? (DYP sıralarından
alkışlar) Evet, bütün bunlar için, kaynaklar nereden bulunacak
denebilir. Açıkça ifade edelim; sadece 10,5 milyar dolar, 10 bankaya gitti.
Bunun sorumluluğu bizde değildir diyemezsiniz. Bu 10,5 milyar dolarla,
kilometrelerce yol, sayısız hastane, Türkiye'nin genç nüfusunu eğitmek için
bugünkü bütçede olanın iki misli kaynak ayrılabilirdi. Bunların hiçbir tanesine
ayrılabilmiş değil. Sağlık için ayrılanın iki misli ayrılabilirdi; ama, eğer
siz, göre göre, önünüze gelen bütün Hazine raporlarına rağmen görmezden
geldiyseniz, o müsteşarlarınız istifa ettiyse, bakanlarınız intihar ettiyse,
başbakan yardımcılarınız vekâlet ettiyse, hep üstünü örttüyseniz aylarca ve
ondan sonra çıkıp, bu ülkenin 10,5 milyar dolarını verdik, yetmiyor, daha da
katılacak dediyseniz, o zaman, bunun sorumlusu siz olursunuz, siz! (DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Söyledim, tekrar edeceğim; bu Heyetin önünde, bu,
tarihe tanıklık eden Heyetin önünde ve milletin önünde tekrar ediyorum: Bunun
miladı, o, kurulan havuzlardır, o havuzlardan yapılan milletvekili
transferleridir, onlarla kurulmuş iktidarlardır. Bu iktidarlar da onların
türevidir, başka bir şey değildir. (DYP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla,
bugün, o gün kurulan ahbap-çavuş ilişkilerinin, bu millet, bedelini ödüyor, hem
de büyük ödüyor; vergileriyle ödüyor. Şu hale bakın, her yerde vergi... Bugün,
bütün deprem vergileri devam edecek. Yetmez; bütün, kiralardan alınan,
tahvillerden alınan... Yetmez; bütün Katma Değer Vergileri devam edecek,
artırılacak; yüzde 8 olanlar yüzde 17, yüzde 17-18 ise eğer, yüzde 25; bunların
hepsi ödenecek. Kelle vergileri ödenecek, elektrikte ödenecek. 2001 yılında
Taşıt Alım Vergileri yüzde 60 artacak, Motorlu Taşıtlar Vergisi yüzde 75 artacak.
Bunlar da yetmeyecek, harçlar, Özel İşlem Vergileri yüzde 100 artacak, harçlar
yüzde 212 artacak. Bunların hepsinin bedelini millet ödeyecek. İşte, onun için
buraya gelip, bu hesabı vermek lazım; çünkü, bunun bedelini millet ödüyor,
millet ödüyor! Biz de, onun hakkını arıyoruz. (DYP sıralarından alkışlar). Şimdi, bakın, her şey bitti diyorsunuz; hiçbir şeyin
bittiği yok. Çok ciddî olarak, Türkiye, 2001 yılında tehlikeli bir noktaya
geldi. Dışborç, ocak ve şubatta 1,5 milyar dolar ödenecek. Gittiniz, 1 milyar
doları, altı ay için zor buldunuz. Şimdi, bu 1,5 milyar, ocak ve şubatta
ödenecek. Onun arkasından, 8,3 katrilyon içborç, sadece ocak ve şubatta... Yeni
bir tahvil çıkardı Hazine. O tahvil ufacık bir denemeydi, onu dahi içborç
olarak almadılar. Ve bakın, şurada, İzmir ihracatçılarının karşı karşıya
kaldığı faizler... Bu faizler, şimdi, yüzde 1 700'lere çıktı, 1 900'lere çıktı.
İndi, yüzde 50-60 diyemezsiniz. Yüzde 50-60, reel faiz olarak çok yüksektir,
dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar yüksektir; ama, bakın, bu ihracatçılara
gelen faizler, yüzde 500'lerle, yüzde 300'lerle isteniyor. Bütün kredilerin
uzatılması yüzde 500'lerle, yüzde 300'lerle; bankalardan uzatılıyor. Nasıl bu
reel sektör ayakta kalacak?! Siz, bu imkânlarla, IMF'den aldığınız bu 7,5
milyar doları, 18 ay sonra nasıl ödeyeceksiniz?! Bütün bunların hepsi, bir
büyük sıkıntı olarak karşımızda. Bunun karşısında, Telekom diyorsunuz... Daha bundan on
yıl önce çıkardığımız ve veto ettiğiniz, Anayasa Mahkemesine götürdüğünüz o
projeyi, ondan on yıl sonra, yedi sekiz yıl sonra umut diye ortaya
koyuyorsunuz; ama, o gün 40 milyar dolar olan, o gün bütün içborcu karşılayacak
olan o miktar, bugün yok olmuş, erimiş gitmiş. BAŞKAN - Sayın Çiller, toparlayabilir misiniz efendim. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Evet, bunun çözümü vardır.
Bunun çözümünü, şimdi dikkatle dinleyelim. Bakın, bir kere, hemen, hemen, Türkiye, liberal bir
ekonomiye geçmelidir. Revize etmelidir o programı, ciddî biçimde revizyona tabi
tutmalıdır. Aldığımız her şeyi IMF'den, hemen "contingency line"
alanına çevirmeliyiz, daha uzun vadeye mutlaka götürmeliyiz. Ve yapısal önlemlerde görüyorum ki, Ankara'yı
büyütüyorsunuz. Ankara'yı küçültmek lazım. Partizanca atamalarla Ankara
büyüyor, yük büyüyor. Enflasyonda bakılacak nokta bütçe açığı değildir;
enflasyonda bakılacak nokta, kamu açığıdır; yüzde 14'lerdeydi gayri safî millî
hâsılaya olan oranı, bugün 30'lara kadar çıkmıştır. Bunun, gelin, hesabını
beraber yapalım. Bunların hepsi son derece vahimdir. Liberal bir ekonomi, ihracat... Siz, borç alıyorsunuz,
borçla götürmeye çalışıyorsunuz. Gelin, yeniden dışa açık, yeniden liberal
piyasa ekonomisi... Bütün Asya ülkeleri toplandı; bu tablita programlarını,
sakın ola uygulamayalım diye karar aldılar kendi içlerinde. Dedikleri şey, bu
kur politikasını mutlaka dalgalanır hale getirelim, kontrollü dalgalanır hale
getirelim şeklidir. Bütün bunların hepsinde, Türkiye'nin çok büyük yanlışlarını
görüyoruz. Gelin, şu Seçim Yasasını değiştirelim. Gelin, bir an
önce, millete imkân verelim. Millet, Meclisten koptu; gelin, tercih sistemini
getirelim. Gelin, millet seçsin... Gelin, millet seçsin... (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Ve Türkiye'nin en büyük meselesi sıcak paradır. Bakın,
açıkça söylüyorum. 1994 yılında bu sıcak para, sadece, 10-18 milyar dolardı;
bugün, 26 milyar dolardır. Bu sıcak para gelir; eğer, kur düşükse, faiz
yüksekse, gelir, o faizi alır çıkar, alır çıkar. Birtakım içerideki kurumlar da
bunun içinde; bunlar, bu programın değişmesini istemiyorlar; ama, bilesiniz ki,
bu programın mutlak olarak bedelini millet ödemeye devam edecek. Bütün bunların içinde "alternatifsiziz"
diyorsunuz. Bütün bunları yapan bir iktidar "alternatifsiziz" diyor.
Şunu açıkça söyleyeyim; alternatifsizlik demek, demokrasi demek değildir;
demokrasiden uzaklaşmak demektir. (DYP sıralarından alkışlar) Yapılması gerekli
olan şey, bir an önce, bu Meclisten alternatif çıkarılacağını ortaya koymaktır
ve eğer bu olmuyorsa, sandığı ortaya koymaktır. Bugün
"alternatifsiziz" demek, sokakları alternatif kılar. BAŞKAN - Sayın Çiller... TANSU ÇİLLER (Devamla) -
"Alternatifsizlik" demek,
bugün demokrasi yokluğu demektir. Onun için, çözüm nedir derseniz, gelin, tartışalım. Şu
üç lideri de çağırıyorum; hangi televizyona isterseniz gelin, şu ülkenin
çözümlerini bir arada tartışalım. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Üçü bir arada gelsin, hangi televizyona gelirse gelsin; bu son durak!
Ülkenin çok ciddî sıkıntıları var; üçü de gelsin, istediği televizyona gelsin..
Çözüm üretmek için yapalım; son duraktır bu. Onun için, çözüm demokrasidir. Çözüm, alternatifsiz
değil, tam demokrasidir! Onun için de mücadeleyi demokrasi alanında devam
ettireceğiz. Hepinize saygılarımı sunuyorum ve bütün millete ve
size, hayırlı bir bayram ve iyi bir yeni yıl diliyorum. Teşekkür ederim. (DYP sıralarından "Bravo"
sesleri, ayakta alkışlar) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birleşime, saat
14.00'te toplanmak üzere, ara veriyorum. Kapanma Saati
: 13.28 DÖRDÜNCÜ
OTURUM Açılma Saati
: 14.00 BAŞKAN :
Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER
: Hüseyin ÇELİK (Van), Mehmet AY (Gaziantep) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 37 nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum. 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesabı Kanunu Tasarıları
üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz. VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1.- 2001
Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/764) (S. Sayısı: 552)
(Devam) 2.- 1999 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740, 3/642) ( S. Sayısı: 554) (Devam) 3.- 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S. Sayısı:553)
(Devam) 4.-
1999 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S. Sayısı: 555) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerinde. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Tansu Çiller'in
konuşması tamamlanmıştı. Şimdi, Fazilet Partisi Grubu adına, Sakarya
Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 45 dakika efendim. FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan,
muhterem üyeler; söze başlarken, 2001 yılı bütçesinin milletimiz için hayırlı
olmasını diliyorum. Hepinizi ve televizyonları başında bu müzakereleri takip
eden aziz vatandaşlarımızı hürmetle selamlıyorum ve mübarek ramazanlarını
tebrik ediyorum. Muhterem arkadaşlar, 2001 yılı bütçesinin son
müzakerelerini yapıyoruz. Kasım ayında Plan ve Bütçe Komisyonunda başlayan
müzakereler, 10 gündür Genel Kurulda devam ediyor ve bugün, inşallah, son
bulacak. Değerli arkadaşlar, bütçe, ana rakamları itibariyle,
kısaca arz edersek, 32 katrilyon vergi geliri, 11 katrilyon diğer gelirler
olmak üzere, 43 katrilyon geliri olan bir bütçedir; 5 katrilyon da borç
düşünülmüş; 48 katrilyon. Giderler de, esas kalemler itibariyle, 12 katrilyon
personel giderlerine, yatırıma 3,5 katrilyon ve faizlere de 16,7 katrilyon
kaynak ayrılmıştır. Tarıma ayrılan pay ise, bütçede, 1 katrilyon liradır; yani,
dolar olarak hesaplarsak, 1,4 milyar dolardır. Değerli arkadaşlar, tabiî, bu bütçeye bakıp, bütçeden
kendilerine destek bekleyen toplulukların, vatandaşların, bu bütçeyle tatmin
olmaları mümkün değildir. Tarıma ayrılan payı, 1 katrilyon demiştim; 1,4 milyar
dolar yapar. Bakın, 2000 yılı bütçesinde de, tarıma ayrılan pay, 337 trilyon
liraydı; 540 milyon dolar yapar ve maalesef, bununla da, tabiî, 30 milyon
çiftçiye hizmet götürmek mümkün değil. Bu bütçe -baktığınız rakamlar da söylüyor- bir faiz
bütçesidir, hizmet bütçesi değildir. 2000 yılında, on ayda, ocak-ekim
döneminde, ödenen faizler 31 milyar dolardır, aylık ortalama ödenen faiz 3,1
milyar dolardır, günlük ödenen faiz 103 milyon dolardır, 64 trilyon liradır. Muhterem Maliye Bakanı, bundan çok müteessir tabiî, bu
tablodan, kendileri de ifade ediyorlar. Nitekim, komisyonumuzda da, bir
konuşmasında ifade ettiler "ben, 100 liralık bütçe yapıyorum, bir el
omzuma dokunuyor 'ver bakayım 88 lirayı faiz olarak öde diyor' Geriye kalan 12
liradır." Tabiî, geriye kalan 12 lirayla; yani, yüzde 12'yle millete ne
hizmet yapacaksınız. İşte, Maliyle Bakanının da, hepimizin de üzüntüsünün
sebebi bu. Bir kötü miras devraldı Sayın Maliye Bakanı, tabiî, kimden aldı;
kendi hükümetinden devraldı. Türkiye'yi bu hale getirenler 55, 56 ve 57 nci
hükümetlerdir. Zira, bugünkü hükümetin iki ortağı, 1 Temmuz 1997'den beri
iktidardadır. Size bir iki bilgi arz edeyim. Bakın, vergilerin faize
giden payı, 1995 bütçesinde, 100 lira verginin 53 lirası faize gitmiş; 1996
bütçesinde, 100 liralık toplanan verginin 67 lirası faize gitmiş, 1997
bütçesinde, 100 liralık verginin 48 lirası faize gitmiş, ciddî bir düşüş var;
yani, 19 puan aşağı düşmüş faize giden pay. 1998 bütçesi, tekrar, 100 liralık
verginin 67 lirası faize gitmiş; 1999 bütçesinde, 100 liralık verginin 72
lirası faize gitmiş, tırmanıyor bakın, düşmüş tekrar tırmanıyor. 2000
bütçesinde de, Muhterem Maliye Bakanımızın da ifade ettikleri gibi, 100 liralık
verginin 88 lirası faize gider hale gelmiş. Tabiî, bu tabloya baktığınız zaman,
bu tablonun yıldızı 1997 bütçesini yapan Refahyol hükümetidir, içinde
bulunduğum hükümettir. Yüzde 48'e düşürmüş; ama, yüzde 88'e çıkmış. Değerli arkadaşlar, tabiî, bu tablo karşısında, Fadime
Kalkancı oyuncularının kulakları çınlasın diyorum. Bu tablo karşısında, bugün
"batıyoruz, uçurumdan önceki son çıkış" diye feryat edenlerin, o
zamanki tavırları sebebiyle, kulakları çınlasın diyorum. Yani, Türkiye, bu
tabloya, şüphesiz, bir günde gelmedi; ama, adım adım geldi; bu tabloyu ortaya
koyan da, 55, 56 ve 57 nci hükümetlerdir. Bakın, size, bir rakam daha arz edeyim: Rakamlar yalan
söylemez. Hükümetler döneminde aylık ortalama faiz ödemelerine bakalım. Bir
mukayese için, 1 Temmuz 1995 ilâ 30 Haziran 1996'yı aldım, önceki bir yıllık
dönemi, ödenen faiz, 1 milyar 377 milyon dolar, bunun yüzde 95'i de hep iç
faizdir, sıcak dövizlerin faizidir. 54 ücü hükümet döneminde, 1 Temmuz 1996'dan
30 Haziran 1997'ye, bu, 1 milyar 366 milyon dolara düşmüş, nispî bir azalma
var. Bizden sonra gelen hükümet zamanında, 55 inci hükümet döneminde, 1 Temmuz
1997'den 31 Aralık 1998'e kadar olan dönemde, aylık ödenen ortalama faiz, 1
milyar 745 milyon dolara yükselmiş. 56 ncı hükümet, DSP azınlık hükümeti
zamanında, 1 Ocak 1999'dan 31 Mayıs 1999'a kadar olan dönemde, aylık ortalama
faiz, 2 milyar 395 milyon dolara yükselmiş. 1 Haziran 1999'dan 31 Ekim 2000'e
kadar, içinde bulunduğumuz yıl, 57 nci hükümet dönemidir, 2 milyar 675 milyon
dolara yükselmiş. 2000 yılının 10 aylık döneminde ödenen faiz de, ocak-ekim
döneminde 31 milyar dolardır, ayda ortalama, 3 milyar 100 milyon dolara
yükselmiş bulunmaktadır. Görülüyor ki, bu tabloda da, yine, yıldız, Refahyol
Hükümetinin bütçesidir ve DSP, ANAP, MHP -DTP şimdi yok- faize, rantiyeye çalışan
hükümetler olmuşlardır. Yani, Türkiye, Muhterem Maliye Bakanlığının üzüntüyle
karşıladığı, bu tabloya, haklı olarak, adım adım bizden sonraki üç hükümet
döneminde getirilmiştir. Tabiî, emekli, memur, öğretmen, esnaf, çiftçi,
bütçeden, derdine deva bekliyor; gözlerini Ankara'ya dikmiş bakıyor; ama,
nafile!.. Rantiyeden kendisine sıra gelmiyor; hortumculardan, soygunculardan,
ihracat yolsuzluğundan, KDV yolsuzluğundan, ithalat yolsuzluğundan vatandaşa
sıra gelmiyor. Memur, 150 ilâ 200 milyon arasındaki bir maaşa, emekli 60 milyon
ilâ 200 milyon arasında bir maaşa, asgarî ücretli 100 milyon maaşa talim
yapıyor. Çiftçi, traktörünü, tarlasını satıyor. Esnaf, dükkânını siftahsız
kapatıyor. Maalesef, Türkiye, bu tabloyu yaşıyor... Bütçeden, bakanlar da memnun değil. Bakanların bütçe
takdim konuşmalarına bakılırsa, kendileri de, haklı olarak, tahsil edilen
ödeneklerle bu hizmetleri yapmalarının mümkün olmadığını, devamlı bütçelerinin
küçüldüğünü ifade ediyorlar. Ödenek yetersiz. Sağlık Bakanlığının bütçesi, 2000
yılında ödenen onyedi günlük faiz bedelidir. Millî Eğitimin Bütçesi, 2000
yılında ödenen ellibeş günlük faiz bedelidir. Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin içinde bulunduğu durum
bu. İstikrar programı diye üç yıllık bir programa girdik; tam bir krize
dönüştü. Bakın, enflasyon tutmadı. Toptan ve tüketici fiyatları yüzde 20-25
denildi; gelinen nokta, aralık sonuna baktığımız zaman, bugünden görülen -ki,
enflasyon artış eğilimindedir- toptan eşyada yüzde 35, tüketici fiyatlarında
yüzde 40 mertebesinde bir enflasyonla karşı karşıyayız. Yani, tahminlerin,
hedeflerin yüzde 60 üzerinde, tüketici fiyatlarında hedef sapması var. Gecelik faizler yüzde 1 700'e fırlamış, "böylesi
görülmedi" diye ekonomi basını manşet atıyor. Faize gelen sıcak döviz
kaçıyor; 7 milyar dolar gitmiş. Bankalar batıyor; 10 milyar dolar maliyeti var.
Batan bankaları yüzdürmek için de, tekrar, Hazineden, 6 milyar dolar bunlara
borç veriyoruz. Ne hikmeti varsa, bunları yüzdürmenin ne gereği varsa?!. 80
tane banka Türkiye için gerekli midir acaba diye de, bu soruyu sormak lazım.
Fabrikalar batınca, bunları yüzdürüyor musunuz, bunlara para veriyor musunuz,
üretim yapan reel sektöre bu desteği veriyor musunuz; vermiyorsunuz; ama, kendi
hükümetleriniz döneminde, önce, yatırım bankası diye kolay şekilde izin verip,
sonra, hepsini bir gecede mevduat bankası haline getirdiğiniz bu maceracıları
yaşatamaya mecbur değilsiniz; bunların daha birçoğu batacaktır. Yabancı sermaye Türkiye'yi terk ediyor. Önce, faiz için
gelen sıcak döviz terk etti; şimdi, yabancı sermaye terk ediyor; güven
duymuyor, güven bunalımı var; siyasî ve iktisadî istikrar görmüyorlar. 350
çoğunluğu olan bir hükümet, Mecliste her türlü kanunu çıkarmaya müsait gücü
olduğu halde, Türkiye'de siyasî ve iktisadî istikrarı sağlayamıyor. Bakın, isim
vereyim: Uluslararası, büyük, güçlü Philips firması, Türkiye'deki
yatırımını Macaristan'a
taşıyor; Pirelli, Kahire'ye taşıyor; Toyota, yarış modelini
Fransa'ya taşıyor Türkiye'den. Diğerleri de var; bu listeyi çok uzatmak
mümkündür. Reel sektör, Türkiye'de, kapanma noktasına gelmiş.
Tabiî, faizler fırlayınca, bankalar, borçlarını geri istiyorlar, vadesi
gelmeden, borçlarını geri istiyorlar ve faizleri artırıyorlar. Reel sektör
feryat ediyor. Üretim, istihdam tepetaklak gidiyor; sinyaller bunu gösteriyor.
Kepenkler kapanıyor... İstikrar programıyla on yıl ilerisini görmek isteyenler
vardı; şimdi, feryat ediyorlar; bugün "burnumuzun ucunu göremiyoruz; aman,
hükümet, dikkat edin, ne yapacaksanız yapın, uçurumdan önceki bu son
çıkıştır" diye feryat ediyor. Reel sektörün feryadı budur. Anasol-M
hükümeti, uyum içinde, Türkiye'yi batırıyor; bu tablonun manası budur. Şimdi, Değerli Maliye Bakanımız, tabiî, bu bataktan
nasıl kurtuluruz diye çırpınıyor; biz de, başarılı olmasını istiyoruz; biz,
Türkiye'nin, batağa gitmesini istemiyoruz, bu bataktan kurtulmasını istiyoruz;
üreten, satan, ihraç eden, geçinen, kazanan insanların ülkesi, geleceğe umutla
bakan insanların ülkesi olsun istiyoruz; ama, buna da, maalesef, imkân, bu
hükümetle görünmüyor. Bunları söylemek beni üzüyor aslında; millete umut vermek
gerekir, kötümserlik doğru bir psikoloji değildir, insanların şevkini kırar,
umudunu kırar; ama, şairin dediği gibi: "Gördüm de hazanında bu cennet
yurdu, baykuş kesildim; gül devrini göreydim, bülbül kesilirdim." Yani,
Türkiye'yi, bu kötü şartlara siyasî iktidarlar getirdi. Vatandaş nezdinde
sorumlu olan biziz ve iktidarlarla beraber, Meclistir. Bütçelerin yapıldığı
yerler Meclistir, bütçenin denetlendiği yerin de Meclis olması lazım. Türkiye, bu noktaya bir günde gelmedi değerli
arkadaşlar. Yani, birçok şeyle sizi sıkmak istemiyorum; ama, bakınız,
Türkiye'nin, geçmişten bu zamana, adım adım, adım adım bu batağın içine
saplandığını görüyoruz. 1991'den 2000'e yılına kadar gelen dönemde, adım adım
bu batağa saplanmışız biz. On yıllık dönemde ödediğimiz faiz 159 milyar
dolardır; hep, bunlar, sıcak döviz gelmiş, almış götürmüş, almış götürmüş... Şimdi, tabiî, bu krizi açmak için, hükümet, acele
birtakım tedbirler alıyor. Geçenlerde, aldığı tedbirde -bankaların iflasından
sonra- bankaların dışarıdan getirecekleri mevduata da garanti vereceğim dedi,
kredilere garanti vereceğim dedi. Yani, bu ne demektir, biliyor musunuz; en
azından, 11 milyar doları, Hazinenin risk hanesine yazmak demektir. IMF'den
gelecek olan bu 7-8 milyar dolar mertebesindeki kaynağı da, ihtiyaç halinde
içpiyasada kullanamayıp, bu risk karşılığında bloke etmek demektir. Tabiî, bu
kredileri kim getirecek, ne kadar getirecek, kime verecek, bu krediler geri
dönmezse ne olacak?.. Ki, dönmüyor nitekim, bankaların içini boşaltanlar bunu
çok iyi beceriyorlar. Dışarıdan bankaların getireceği kredilere garanti vermek,
bir yeni maceraya, sonu belli olmayan bir maceraya yöneliş demektir. Tabiî, bütün bu tablolar karşısında, bakanlıkların
yaptıkları hizmetlere bakıyoruz, bunlar, yetersiz; çünkü, kaynakları yok. Hükümetin uygulamaları, sadece iktisadî sahada değil,
diğer sahalarda da büyük sıkıntı veriyor. Bakın, Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığının uygulamaları, daha doğrusu hükümetin enerji politikaları tam bir
fiyaskodur. Maalesef, Türkiye, her geçen gün biraz daha büyük bir enerji
krizinin içerisine girmektedir Enerji sektörüne yılda 4-5 milyar dolar yatırım
yapılması lazım; bunlar yapılamıyor. Tahkim denildi, muhalefet partisi olarak
destek verdik, tahkim de çıktı; ama, enerji yatırımlarında ilerleme yok. Daha
önce 54 üncü hükümet zamanında başlamış olan gaz projeleri, maalesef, bizden sonraki
55, 56 ve 57 nci hükümetlerin beceriksizliği sebebiyle, süratle
neticelendirilemedi ve bugün, Türkiye gaz sıkıntısı içerisindedir. Hava
kirliliği bir tarafa, sanayi enerji bulamıyor. Tabiî, bundan memnun olunmaz;
ama, 1999'da millî gelirin yüzde 6,4 küçülmesi; yani, Türkiye'nin daralması
enerji krizini had safhada ortaya çıkarmadı. Bu yıl da, Türkiye, daha 1999
şartlarını aşma noktasındadır, 1998'e, 1997'ye dahi gelememiştir. Onun için,
enerji krizi, önümüzde büyük bir mesele olarak durmaktadır. Hükümet, maalesef,
bu meseleleri ciddî yönetemiyor. Hükümet içerisinde tutarlı bir politika yok, hükümet
içerisinde her bakanlık ayrı bir ses çıkarıyor. Bu hükümetin başbakanı yok mu,
bu hükümetin bir merkezî siyasî iradesi yok mu? Devlet Planlama Teşkilatı
enerjide başka söyler, Enerji Bakanlığı başka bir şey söyler... Basının önünde
bu iki kurum aralarında kavga ederler; yani, bunlar, sadece, idarenin
zafiyetini, güçsüzlüğünü, yönetme kabiliyetinin olmadığını göstermektedir. Yatağan Termik Santralının baca filtreleri 1997'de
başlatılmış, aradan üçbuçuk yıl geçmiş olmasına rağmen bitmemiş ve bu santral,
maalesef, kapanma durumuyla karşı karşıya kalıyor. Likit gaz taşıyan LNG gemileri 5 saat gecikse,
Ankara'da gaz sıkıntısı oluyor, evlerde ısınma problemi oluyor. Yani, Türkiye,
meselelerini yönetemiyor. Bunun bütününe baktığınız zaman, Türkiye, bir yönetim
zafiyeti içindedir. Nükleer enerjiyi yıllarca tartıştık; otuzüç yıllık bir
projedir bu. Sonunda, Sayın Başbakan "rafa kaldırdım" dedi; kim gelip
indirecek bilmiyoruz tabiî; ama, Türkiye de, enerji sıkıntısı içerisinde,
önümüzdeki günlere, karanlık günlere doğru gidiyor; sokaklar karartılmış,
koridorlar karartılmış, şehirler karartılmış; işte, bu şekilde bir enerji
politikası, hükümet politikası, Türkiye'yi bu noktaya getirmiş durumdadır
değerli arkadaşlar. Tabiî, yapılacak şeyler söylenir; ama, önce bunları
yapacak olan hükümetleri bulmak lazım. Ortada bu hükümet yok; siyasî iradesi
olmayan bir hükümet var ortada, yönetemeyen bir hükümet var ortada. Enerji
meselelerimizi uluslararası sermayenin lütfuna terk etmişiz. Kanada gelecek
birini yapacak, ABD gelecek birini yapacak, Rusya gelecek birini yapacak,
Fransa gelecek birini yapacak ve biz de enerjiye kavuşacağız... Gelmezse ne
olacak? İşte, siz, burada, birtakım siyasî meselelerinizde de, ülke
menfaatlarını riske etme durumundasınız. Bu kadar iktisaden sıkışan, manevra
sahası daralan bir ülke, elbette, siyasî meselelerde de, milletin arzu etmediği
tavizleri verme durumunda olur. Üçbuçuk yıldır iktidarsınız; evet, bugünkü hükümet
üçbuçuk yıldır iktidardadır... D gitti, M geldi; ama, üçbuçuk yıldır iktidarda
olan bir hükümet var ortada. Nihayet, bu son hükümetin de, ondokuz aylık,
hükümet ettiği bir dönem var. Değerli arkadaşlar, bütün bunlar, ülkenin iyi
yönetilmediğini göstermektedir. Şimdi bu bütçenin rakamlarına bakarak bu
hükümete güvenoyu vermek neyi çözecek, soruyorum size? Bu hükümetin önüne
"var" koysanız "yok" hale getiriyor, düzgününü koysanız
bozuk hale getiriyor. Onun için, bu hükümetin ülkeyi yönetme kabiliyeti
kalmamıştır. Süratle, bu hükümetin değişmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
de yeni bir hükümetin ortaya çıkması lazım. (FP sıralarından alkışlar) Zaten, hükümet ortakları "uyumlu çalışıyoruz"
diyorlar; ama, uyumlu şekilde işleri batırıyorlar. Nitekim, hükümet ortakları
arasında da homurtular başladı; yani, bu, artık, basının sayfalarına da
yansıdı. Bu hükümetin devam etmesi mümkün değil. Aranızda koltuk mu
değiştireceksiniz, ne yapacaksanız veya beceremiyoruz diye istifa mı edeceksiniz;
Türkiye'nin, kendini yönetecek olan yeni bir hükümete ihtiyacı var. Bu hükümetin -55 inci, 56 ncı, 57 nci hükümetlerin
üçünü de kastederek söylüyorum- millî eğitimde verdiği hizmet, maalesef, millî
eğitimi tahrip etmiştir, milletle kavgalı bir millî eğitim haline
getirilmiştir. YÖK ve Millî Eğitim Bakanlığının uygulamaları, öğretmenler için,
kazanılmış hakları yok etmektedir, kazanılmış denklik haklarını yok etmektedir,
hepsini yok etmektedir, yok saymaktadır. Meslekî ve teknik lise mezunlarının
üniversitelere girişini hatta memur oluşunu dahi önlemektedir. Çeşitli
yönetmeliklere koydukları birtakım maddelerle, meslekî teknik liselerle, genel
liseler arasında ayırım yapmaktadır. Puan sistemini değiştirerek, üniversiteye
girişlerini engellemektedir. Maalesef, hiçbir insafa, akla, izana sığmayan
uygulamalardır bunlar. Bütün beş yıllık planlarda, meslekî ve teknik eğitimin
geliştirilmesine öncelik verilmesi emredildiği halde ve uygulamalar bu
istikamette olduğu halde, bugün bakıyorsunuz, hükümetin bu yanlış tutumu
sebebiyle, endüstri meslek liselerine ve diğer meslek liselerine müracaat eden
öğrenci sayısı azalıyor; açın bakın. Bu uygulamanın başladığı 1999-2000 ile
2000-2001 yıllarında kaydolan öğrenci sayılarına bakın, sadece endüstri meslek
liselerinde, geçen yıl -bu yıl değil- daha önceki yıl 17 000 mertebesinde kayıt
eksikliği var, aileler buraya gitmiyorlar çok haklı olarak gitmiyorlar;
başarılı çocuğun üniversiteye gitmesinin yolu kesiliyor ve Türkiye, vasıflı
işgücüne, yardımcı personele ihtiyacı olduğu halde, bunlar da meslekî ve teknik
liselerden yetişeceği halde, sırf bu uygulama sebebiyle, Türkiye'nin insan
kaynakları kötü yönetiliyor ve kötü kullanılıyor değerli arkadaşlar. Bu hükümet ve önceki hükümetler, maalesef, eğitimi
politize ettiler, eğitimi cepheleştirdiler. Aslında eğitim, millî değerlere
dayalı eğitim olması gerekirken, eğitim içerisinde kavga başlattılar,
cepheleşme başlattılar. Öğretmenler eksik, öğretmenler geçinemiyor, 200-250
milyon maaşla bir öğretmen nasıl geçinir? Tabiî, diğer zamanlarda pazarcılık
yapıyor, başka işler de yapıyor. Bu şekilde geçim sıkıntısı içerisinde olan,
baskısı altında olan bir öğretmenin, eğitimde, çocuklarımız için ne vermesini
bekliyorsunuz? Önümüzdeki 100 yıla nasıl hazırlanacağız, içerisinde
bulunduğumuz yüzyıla nasıl hazırlanacağız? Yani, Türkiye nasıl kalkınacak,
gelişecek; bunun temeli eğitimdir esas itibariyle. Üniversitelerden öğretim üyeleri kaçıyor, bırakıyor,
imkân bulan özel sektöre geçiyor, özel üniversitelere geçiyor. Bir doçente
250-300 milyon vereceksiniz, bir profesöre 600 milyon vereceksiniz; bu şekilde
bu insanlar nasıl ilim yapar, nasıl araştırma yapar, nasıl hizmet eder ve
üniversiteler nasıl güçlenir? İşte bunlar, hükümetin çözmediği, çözemediği
problemlerdir. Biz, bunlar için, hükümete, haziran ayında yetki kanunu çıkardık
buradan; ama, o bunları düzeltecek yerde, üniversitelerde çalışanların özlük
haklarını her tarafta düzeltecek yerde, makul noktaya getirecek yerde, o, hangi
memurun başı örtülü, hangi memur evinde nasıl oturuyor nasıl kalkıyor,
hangisini atayım diye, ideolojik kıyıma yöneldi, maalesef. Tabiî, Anayasa
Mahkemesi de iptal etti, bunu yapamadı. İnşallah, yeni getireceği tasarıda aynı
hatalı yola yönelmez; öncelikle, kamu çalışanlarının özlük haklarını düzeltecek
olan uygulamalara yönelir değerli arkadaşlar. Tabiî, eğitimde binalar da yetersiz. Millî Eğitim
bütçesinde bu uzun uzun tartışıldı. Bakın, bir iki rakam vereyim size. 1997'de
ağustosun sıcak günlerinde, biz, 4306 sayılı, eğitimle ilgili, vergi getiren
bir kanun çıkardık, yeni vergiler getiren. Şimdi, hükümet, bunu iki yıl daha
uzattı; 2000 yılının sonunda sona erecekken tekrar uzattı. 30 kişilik sınıflar
olacaktı, bilgisayarlı eğitim olacaktı; ama, size rakam vereyim. Bakın -Millî
Eğitimin istatistikleri bunlar, ben söylemiyorum- Adana'da sınıflarda ortalama
59 öğrenci var, Ankara'da 51 öğrenci var, Bursa'da 56 öğrenci var,
Diyarbakır'da 62 öğrenci var, Gaziantep'te 62 öğrenci var, Hakkâri'de 70
öğrenci var, İstanbul'da 64 öğrenci var, Kocaeli'de 59 öğrenci var. Bunlar,
Türkiye'nin, Hakkâri hariç, en büyük nüfusu olan yerleşim yerleri. İşte
eğitimin tablosu bu. Siz ne öğreteceksiniz; öğretmeni, geçim imkânı içerisinde
bunalmış, sınıfları 70 kişi olan okullarda ne öğreteceksiniz! İşte, bu
hükümetin eğitimle ilgili bir sicilini de burada görüyoruz. Değerli arkadaşlar, Millî Eğitim Bakanlığına verdiğimiz
bütçe de, biraz önce de ifade ettim, 53 günlük faiz bedelidir, 5,5 milyar
dolardır. İşte, Türkiye'nin tablosu budur; yani, bu hükümetle, Türkiye, nereye
gider? Bu hükümetten, bir an önce, Türkiye'nin kurtulması gerekir. Türkiye,
buna mahkûm değildir. Bizim milletimiz, geçmişi, hakikaten, şanla şerefle
dolu olan, insanlığa örnek tablolar ortaya koyan bir millettir; her bakımdan,
yeryüzünde hâkim olan bir milletti. Tabiî, son 2000 yıllık tarihe baktığınız
zaman, orada, bir putperest Roma, bir Hıristiyan Bizans, bir de Müslüman
Osmanlı var. Bu kadar, yeryüzünde gücü olan, son 2000 yıla damgasını basan bir
büyük milletin çocuklarıyız. Biz, bu kadere mahkûm değiliz; ama, Türkiye'nin,
önce, yönetimini düzeltmesi gerekmektedir ve Türkiye'nin kendini yönetecek
olan siyasî kadroları -yüksek
ahlakta, seciyede, bilgide, kabiliyette- ortaya koyması gerekmektedir.
İnşallah, bu Meclis ve milletimiz, seçimde, şu veya bu şekilde, bunu çözecektir.
Değerli arkadaşlar, tabiî, bugünkü sıkıntıdan nasıl
çıkarız? Müsaade ederseniz, birkaç kelime de onunla ilgili arz etmek istiyorum.
Tabiî, bugün yaşadığımız sıkıntı, Türkiye'nin fakirliği
meselesidir; gelirlerinin ihtiyacı karşılayamaması meselesidir ve milletin
istediği hizmetleri; altyapı hizmetlerini, sosyal güvenliği, eğitimi, sağlığı
finanse edecek olan kaynakları ortaya koyamamış olmamızdır. Borçla bir yere
gitmek mümkün değil. Hükümet, IMF'ye bakmaktan vazgeçsin, Dünya Bankasına
bakmaktan vazgeçsin. Elbette, onlardan birtakım yardımlar gelecektir, yapılmış
anlaşmalar yürüyecektir; ama, bunların hiçbiri kalıcı olmayacaktır. Şimdi,
nasıl iç borçlanmalarla bir felaketin içine gelmişsek, verginin yüzde 88'i
faize giden bir tabloya saplanmışsak; şimdi, bu yüksek faizli içborçları dış
borca tahvil ettiğiniz zaman, aşağı yukarı, 48 milyar dolar mertebesinde içborç
var; siz, şimdi, bunu, dış borca atmaya çalışıyorsunuz; anaparadır bu esas
itibariyle, atınız; ama, bu, hiçbir zaman güvenli olmayacaktır. Türkiye'nin
yapması gereken, üretimi artıran ve bunu ihraç edebilen bir seviyeye gelmektir.
Değerli arkadaşlar, tabiî, Uruguay Rounds, uluslararası
anlaşmalar, Avrupa Birliğiyle gümrük birliği ve Avrupa Birliğine üyelik yolunda
ilerlerken, önümüzdeki mesele, üretim; kaliteli üretim, ihraç edebilen, rekabet
edebilen bir üretim seviyesini yakalamaktır; hükümetin, öncelikle üzerinde
durması gereken budur. Tarıma da bu gözle bakmaya mecburuz, sanayie de bu gözle
bakmaya mecburuz, hizmet sektörüne de bu gözle bakmaya mecburuz; bunu
yapmazsak, ayakta durmamız mümkün değil. Tabiî, çevremizdeki ülkelerle, komşu ülkelerle
ticaretimizi geliştirmemiz gerekir. Maalesef, Türkiye, kendi komşularıyla
kavgalı olan bir ülke haline gelmiştir. Kendi kendiyle kavgalı olan bir
ülkenin, elbette ki, komşularıyla da kavgalı hale gelmesi, başka türlü
düşünülemez. Türkiye'nin, uluslararası pazarlara uzanmak için, ciddî
gayretler sarf etmesi gerekir. Bugün, 10 milyon nüfuslu bir Belçika'nın
ihracatı 180 milyar dolardır; Türkiye'nin, ıkına sıkına geldiği bütün nokta
27-28 milyar dolardır. Nitekim, bu hükümetin uygulamalarında, ihracatın da tepe
aşağı gittiğini görüyoruz. Bu yıl sonunda, muhtemelen, dışticaret açığı 25
milyar dolar mertebesinde olacak; cari işlemler dengesi 10 milyar dolar
mertebesinde açık verecek. Bu tablonun düzelmesi için, hükümetin, ciddî olarak,
bu meselelerin içerisine girmesi lazım. Alt sektörleri, sektörleri, mal
gruplarını, muhtemel ihracat pazarlarını, bölgeleri, gayet iyi değerlendirmesi
lazım. Rahmetli Özal, uçaklara işadamlarını doldurur, ülke
ülke gider, yeni pazarlar arardı. O dönemi yaşadık hep beraber. O dönemlerden,
biz, nihayet, 15 milyar, 20 milyar veya 25-30 milyar dolar mertebesine geldik;
bunu, 50 milyar, 100 milyar dolara çıkarma hedefi içerisinde, hem içeride
üretim ve kalite bakımından hem de dışarıda pazar bulma bakımından, hükümetin,
fevkalade dinamik bir politika ortaya koyması lazım; ama, maalesef, bunları
yapacak hükümet görmüyoruz. Tarım, ayrı bir maceradır; tarıma verilen destekler
yetersizdir. Uluslararası birtakım rakamları, burada, size tek tek arz etmeye,
diğer ülkelerin verdiği destekleri burada tekrar etmeye vaktim yok; buna, esas
itibariyle, lüzum da yok; ama, bugün, en gelişmiş ülkeler, en kalkınmış ülkeler
dahi, tarımına, fevkalade yüksek seviyede destek vermektedirler. Avrupa Topluluğunun, son otuzbeş yılda, 60'lı yıllardan
beri uyguladığı tarım politikaları, bugün, Avrupa Topluluğunu, tarımın her
sahasında, ithalatçı değil, ihracatçı ülke haline getirmiştir; kalite
bakımından, maliyet bakımından, rekabet şartları bakımından, bu altyapıyı
sağlamışlardır. Türkiye'nin önündeki mesele budur; ama; maalesef, biz, tarımı
destekleyecek yerde, tarımdan destekleri çekiyoruz. İstikrar tedbirleri en
büyük darbeyi tarıma ve çiftçiye vurmuştur. Değerli arkadaşlar, biz, tarımı korumazsak 30 milyon
insan aç kalır. 30 milyon insan çalışmazsa, traktörünü çalıştıramazsa, mazot,
gübre alamazsa Türkiye aç kalır. Nitekim, son yıllarda, rakamlara baktığınız
zaman görüyoruz ki, giderek, Türkiye'nin tarım ürünleri ve işlenmiş tarım
ürünleri sanayi malları ithalatının ihracatını aştığını görüyoruz. Tarım meselesi fevkalade mühimdir. Bugün 60 milyonluk
bir Fransa'nın, yıllık tarım ürünleri ve işlenmiş gıda maddeleri ihracatı 41
milyar dolardır, bir Hollanda'nın 39 milyar dolardır; Türkiye'nin, topu topu
4,5-5 milyar dolardır değerli arkadaşlar. Yani, önümüzdeki bu hedefleri
hükümetin görüp, bu hedefler etrafında aşkla, şevkle, gayretle çalışacak siyasî
iktidarlara ihtiyaç var. Hükümetiniz yorulmuş olabilir; bunu değiştirip bunları
çözecek olan siyasî iktidarları getirmek lazımdır. Hükümette gördüğüm bir eksiklik de, iktisadî
meselelerde, ekonomik meselelerde bir ciddî koordinasyon eksikliğidir. Hükümet
âdeta üç başlıdır bu meselelerde. Onun için, bu işlerde dirayetli bir başbakan
yardımcısının getirilip, bütün ekonomik meselelerden sorumlu hale getirilmesi
lazımdır. Üç lider toplanacak, hangi banka özelleşecek, hangisi
özelleşmeyecek... Bir arıza çıktı, tekrar toplanacak. Yani, bu şekilde hükümet
etmek mümkün değildir. Ekonomik meseleleri birinci elden alacak ya başbakan
veya onun bir yardımcısı; ama, bu meselelerde vukuf sahibi, dirayetli, karar
verebilen bir hükümete ihtiyaç var. Hükümetin bu siyasî zafiyeti, irade zafiyetini, biz,
deprem bölgesinde de gördük. Bunu, deprem bölgesinin milletvekili olarak
söylüyorum. Bakın, depremzedeler, Türkiye'nin en gelişmiş bölgesindeki
insanlar, bugün, ikinci kışı barakalarda ve çadırlarda geçiriyorlar. Maalesef,
hükümet bu meseleyi yönetemedi; hükümet, bu meseleye gerekli olan kaynakları
tahsis edememiştir. Dünya Bankası Başkan Yardımcısı, daha 1999 yılının Ekim,
Kasım ayında "ben konut yapacağım arsa verin" diye feryat etmiştir.
Odalar Birliği "5 000 konut yapacağım" dedi; arsa olmadığı için,
bunun sayısını azalttı ve düşürdü "artık yardım toplayamıyorum"
diyor. Yani, hükümetin, maalesef, bu zafiyetini, işte, siyasî olaylarda da
görüyoruz, iktisadî olaylarda da görüyoruz. İşte, hapishanelerin durumu; işte,
yaşadığımız terör, anarşi hadisesi; yani, hapishaneler bir başkasının!.. İşte,
sokaklarda milyonlarca memurun nümayişleri; işte, devletin kurumlarındaki
şevksizlik, ümitsizlik, bıkkınlık! Millete hâkim olan bu hava. Şimdi, hükümetin tek yaptığı şey, habire vergi toplayıp
faize ödemek. Şimdi, geldiniz, 2001 yılı için, 2002 yılı için, tekrar, birsürü
vergi kanunları getirdiniz. Yeniden değerlendirme katsayısı yüzde 56 iken,
maktu olan vergilerde, Gelir Vergisi dilimlerinde aynı şekilde, yüzde 56
oranında dilimleri artırmanız gerekirken -bunu uzman arkadaşlar bilirler- bunu
artırmadınız. Yani, şunu söylemek istiyorum: Bu 2000 yılı için vergi
düzenlemelerimiz, Bakanlar Kurulu kararıyla yaptığınız düzenlemelerle memurdan
ve Gelir Vergisi mükelleflerinden, esnaftan, işçiden, çalışanlardan, görünmeyen
bir elle, gizli olarak, yüzde 5 ilâ yüzde 8 oranında tekrar ilave vergi
aldınız. 2 milyar 500 milyon lira olan Gelir Vergisi en alt dilimini 2 milyar
800 milyona yükselttiniz; halbuki, bunu, en azından 4 milyar liraya
yükseltmeniz gerekirdi; teknik bir meseledir; ama, sırf ortada kalmasın diye
arz ediyorum. Taşıt vergilerine yüzde 60-70 zam getirdiniz. LPG
kullanan, likit gaz kullanan dargelirli vatandaşlar var, üç beş senelik, on
senelik eski bir arabası var, bayramdan bayrama kayınpederine gidecek, dayısına
gidecek, amacasına gidecek, sılai rahm yapacak insanlar. Arabaya binmiş olmak
da bir ailenin en büyük zevkidir, en büyük isteğidir; her ailenin isteğidir
kendi arabasının olması. Buna, getirdiniz korkunç vergiler koydunuz. Yıllık
200-250 milyon, 300 milyon lira Taşıt Vergisi koydunuz, taşıt devir vergilerini
aynı şekilde artırdınız, 4 misli artırdınız. Lüks arabalarınkini artırmadınız,
düşük tuttunuz -vergi tablolarını açın bakın- en küçük arabaları, 900 kilonun
altındaki arabaların vergilerini 4 katı artırdınız. Bu, hangi insafa sığar?
Yazık değil mi, bu insanlar kendilerini idare eden hükümetlerden böyle insafsız
muameleler görmeye müstahak mıdırlar değerli arkadaşlar? Hükümetin
uygulamalarının, neresinden bakarsanız bakınız, Türkiye'nin meselelerini
çözecek uygulamalar olmadığını görürsünüz. Değerli arkadaşlar, tabiî, Türkiye'nin meselesi,
fakirliktir, işsizliktir, gelirlerin geçime yetmemesidir. Onun için de, üretim
artışı şarttır dedim. Evet; ama, bütün bunları yönetmek için de, bütün bunları
yönetecek kadroları işbaşına getirmeniz lazım. Maalesef, Türkiye'de, bugün
yaşadığımız, bu hükümet döneminde yaşadığımız, fevkalade elem verici tablolar
var, manzaralar var. Hiçbir hükümet döneminde olmadığı şekilde, her gün
kalktığımız zaman, yeni bir soygunla, yeni bir yolsuzlukla karşılaşıyoruz.
Üçbuçuk yıldan beri iktidarda olan bir siyasî iktidarın değişen ve birbirini
tamamlayan üç iktidar zamanında Türkiye'nin içine düştüğü bu durum, ümit verici
değildir, şevk kırıcıdır. Onun için, kamu yönetimini ahlakî bakımdan, seciye
bakımından, bilgi bakımından yetenekli, milletine ve devletine bağlı, sadık;
menfaatı için, milletin menfaatlarını satmayacak istikamette insanlarla
yönetmeniz gerekir. Yapılması gereken şey budur. Maalesef, bugün, Türkiye'deki
yolsuzlukların temelinde, gelişmekte olan ülkelerdeki yolsuzlukların temelinde,
yolsuzluğun üç tane ayağı var; bir tanesi, yolsuzluk başoyuncusu, maalesef,
birtakım işadamları; onun yanında, bazı siyasiler; onun yanında da, bazı yüksek
bürokratlardır. İşte, bu üçlü sacayağını dağıtmanın yolu, kamu yönetimini ehil
kadrolarla yönetmek ve millete hizmet edecek hale getirmektir. Değerli arkadaşlar, tabiî, millete genel bir ümitsizlik
verdiniz. Hakikaten, bugün, vatandaş arasında dolaştığımız zaman, siyasî
şahsiyetimizden sıkılır duruma geldik.
Ne söyleseniz, sizi haklı da bulsalar "evet, sizin söylediğiniz doğru;
ama, biz yapılanlardan memnun değiliz" diyor vatandaş. Millet siyasetten
umudu kesmiş vaziyette. Siyasetten umudu kesmek, Allah korusun, Türkiye'yi
karanlık bir diktatörlük dönemine getirir. Onun için, siyasetin seviyesini
yükseltmek, kalitesini iyileştirmek ve millete en güzel hizmet edecek hale
getirmek, öncelikle, siyasî kadroların görevidir. İşte, bu noktada, Muhterem Genel Başkanımızın her zaman
ifada buyurdukları, siyasî kurumlar arasında diyalog olması, işbirliği olması,
dayanışma olması temel meselelerden biridir. Yani, bizim, kavga ederek bir yere
gitmemiz mümkün değildir. Birilerinin gelip, bu işleri çözmesi lazım. Evet,
siyasî iktidarlar yorulur, biri gelir, biri gider; ama, çizginin muhafaza
edilmesi ve iyileştirilmesi gerekir. Batı demokrasilerinin yol almalarının
sebebi de budur. Şimdi, çok yakında, hemen bugünlerde bir Amerikan
seçimini gördük. Bakın, orada, çok fevkalade ciddî bir hukukî tartışma olmasına
rağmen, bir noktadan sonra "ben
kaybettim; bütün Amerika 43 üncü Başkanın arkasına geçmelidir" diye, bizzat,
seçimi kaybeden de, mevcut başkan da aynı beyanda bulundular. Yani, Türkiye'nin
bu dayanışmaya ihtiyacı var. Bulunduğumuz bölge jeopolitik bakımdan, jeostratejik
bakımdan fevkalade mühim bir bölgedir. Yani, bu bölgede zayıf bir milletin
ayakta durması mümkün değil. Bizim, nihayet, bu topraklardaki varlığımız
takriben bin yıldır; bin yıl uzun bir süre değildir ve bu süreler hiç kimse
için de garanti değildir. Bakın, Endülüs'te sekizyüz yıl Endülüs Emevi Devleti
vardı, İslam medeniyeti vardı; ama, bugün, onun sadece yıkık kubbeleri ve
duvarlarında incir ağacı çıkmış medreseleri, sarayları var. Onun için, bu vatan üzerinde onurumuzla yaşamak için,
şerefimizle yaşamak için, bu vatan içinde varlık içinde, refah içinde
yaşayabilmemiz için çok çalışmamız gerekmektedir. Biz, bütçeleri uygulayan
hükümetlerin de bu istikamette düşünmesi ve bu istikamette uygulamalara
yönelmelerini diliyoruz değerli arkadaşlar. Türkiye'nin sıkıntılarını
Türkiye'nin aşması gerekir. Evet, Avrupa Birliğine bugün umutla bakıyoruz. Nüfusun
aşağı yukarı yüzde 70'i, Türkiye'nin, Avrupa Birliğine girmesini istiyor; biz
de istiyoruz, hepimiz istiyoruz. İsteme sebebimiz şudur; iki tane sebep var,
vatandaş gözüyle bakarak söylüyorum: Bunlardan bir tanesi demokratikleşme,
hukuk ve insan hakları meselesidir. Maalesef, bu noktaya gelmiş olmak, bizi de
üzüyor, hepimiz için üzüyor; yani, bizim, bu meseleleri kendimiz inşa etmemiz
lazım; kendi mutfağımızı kendimiz düzene sokmamız lazım. İkinci mesele de refahtır, gelirdir, kalkınma ve
gelişmedir. Evet, Avrupa Topluluğu, bugün 370 milyon nüfusuyla -ki, yarın, yeni
katılımcılarla 500 milyon olacaktır- 20 000 dolar mertebesinde millî geliri
olan, fevkalade yüksek tüketim seviyesi olan, teknolojik seviyesi olan; her
meselede akılla, bilgiyle, ilimle makul şekilde çözüme ulaşan ve hakikaten,
insanlık tarihinde fevkalade başarılı bir projedir. Yani, ben, bu meseleyi,
baştan beri takip eden bir kardeşiniz olarak söylüyorum. Tabiî, gönül isterdi ki, bu noktada Türkiye,
Ortadoğu'nun bir Japonyası olsun; geliriyle, sanayisiyle, her bakımdan güçlü
bir ülkesi olsun; ama, maalesef, biz, ikiyüz yıllık çağdaşlaşma projemizde
başarılı olamadık. Rakamlar ortada; 1960'lı yıllarda, bizim çok gerimizde olan,
bizim mertebemizde olan İspanya, Portekiz, hatta Kore, Malezya bugün millî
gelirde bizi geçmiş durumdadır, bizden çok çok ileri gitmiş ülkelerdir; yani,
aramızdaki fark giderek açılmaktadır. 1971'de, zannederim Üçüncü Beş Yıllık
Kalkınma Planı hazırlanırken, uzun vadeli, orta vadeli strateji yaklaşımında,
1995'te, yirmiiki yıl sonra, Türkiye'nin İtalya seviyesine gelmesi hedef
alınmıştı. Bugün, maalesef, rakamlara baktığımız zaman, millî gelirde fert
başına, İtalya'nın sekizde 1'i seviyesindeyiz. Bütün rakamlara baktığımız
zaman, Türkiye, bu hedeften daha da uzaklaşmıştır; yani, makas açılmaktadır,
açı büyümektedir. Onun için, Avrupa Topluluğuna bu gözle bakıyoruz. Avrupa Topluluğuna girişin zorlukları var, kabul
ediyorum; yani, Avrupa kulübü içine girdiğiniz zaman, tabiî, bu kulüp, fakiri
zengin yapacak bir kulüp değildir; Avrupa Topluluğu, bilgisizi bilgili yapacak,
kabiliyetsizi kabiliyetli yapacak bir topluluk değildir. Tabiî, orada,
fevkalade çetin şartlarda çalışacağız; ama, umut ederim ki, temenni ederim ki,
dua ederim ki, bin yıl önce Orta Asya'dan kalkıp göçlerle Anadolu topraklarına
gelen ecdadımız, nasıl, bu topraklarda hem kendi değerlerini yerleştirirken, bu
toprakları kendi toprakları haline getirirken, bu topraklarda meskûn olan
insanlarla, Sümerleriyle, Akatlarıyla, bütün geçmişten kalan insanlarıyla bir
değer bütünlüğü içinde kaynaşıp, yepyeni bir medeniyetin ufkunu açmışlarsa, ben
inanıyorum ki, Avrupa Topluluğuna eğer girilirse, Türkiye'nin de, kendi
dinamiklerini muhafaza ederek, kendi değerlerini geliştirerek, Avrupa
Topluluğuna ve uluslararası topluma, kendi medenî değerlerini yüksek seviyede
temsil edecek, tanıtacak ve sevdirecek olan bir üslup, kabiliyet ve başarı
çizgisinde olması gerekir. Yani, önümüzdeki mesele, bir teslimiyet meselesi
değildir. Bugün, Türkiye'de yaşadığımız birtakım sıkıntılar, kimlik
bunalımları, kimlik tartışmaları, kimlik üzerindeki değişik yaklaşımlar, Avrupa
Topluluğu içine girdiğimiz zaman, kimliğimizi inkâr ederek ortadan kalkmayacak.
Biz, o topluluk içinde, o toplulukta yerleşmiş olan insan hakları, hukuk,
özgürlükler ve demokrasi çerçevesinde kimliğimiz, kendi değerlerimiz üzerinde
daha da güçlenerek, onlarla rekabet eden; ama, beraber yaşayan bir topluluk
haline gelmek istiyoruz; önümüzdeki hedef budur. Onun için, hükümetin, Katılım
Ortaklığı Belgesinde elini çabuk tutmasında fayda var. Nice zirvesinde
-basından bize intikal eden bilgilere göre, tabiî, hükümet, inşallah, burada
bir açıklama yapar veya yapmıştır belki Dışişleri Bakanlığı bütçesinde- Türkiye'nin,
on yıl sonraya üyeliğinin tehir edilmesi istikametinde bir yaklaşım, Türkiye'ye
umutsuzluk verir. Bizim, uzun vadeli beklemeye tahammülümüz yok. 1960'lı
yıllarda... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) CEVAT AYHAN (Devamla) - Bitiriyorum Muhterem Başkan. BAŞKAN - Buyurun Sayın Ayhan. CEVAT AYHAN (Devamla) - Teşekkür ederim. ...1963'te başlayan Ankara Anlaşmasıyla, aşağı yukarı
otuzyedi yıldır devam eden bu yolda, biz, maalesef, ciddî hazırlanamadık, kendi
ödevimizi iyi yapamadık. İspanya'nın, 1970'li yıllarda topluluğa üyelik
istikametindeki çalışmalarını hatırlıyorum; binlerce uzman, İspanya'yı,
topluluğa üyelik için, gerek topluluk mevzuatı olsun gerekse kendi üretimi,
sanayii olsun, kalitesi olsun, bütün sektörleri ele alıp, topluluğa uyum
noktasına getirdiler; ama, maalesef, biz, bunları yapamadık. Onun için, süreyi
uzatmamak lazım; millî değerlerimizi, millî birliğimizi, vatanımızı, bir arada
yaşama irademizi güçlendirecek istikametteki politikalarımıza da öncelik
vererek, toplulukla bütünleşecek olan yolu süratle açmamız gerekir. Hükümetin
önündeki en öncelikli meselelerden biri budur. Ben, bu istikametteki çalışmaların, bütçe
çalışmalarımızın milletimiz için hayırlı olmasını diliyor ve bütçeye kırmızı oy
vereceğimizi ifade etmek istiyorum. Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP ve DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Ayhan. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına iki konuşmacı
var. İlk söz, İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vural'ın. (MHP
sıralarından alkışlar) Süreyi eşit mi paylaşacaksınız Sayın Başkan? OKTAY VURAL (İzmir) - Evet efendim. BAŞKAN - Peki. Buyurun efendim. MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları hakkında
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
Yüce Heyete saygılar sunuyorum. Bütçe üzerindeki görüşlerimi iletmeden önce,
cezaevlerinde huzuru temin etmeye çalışırken şehit olan güvenlik
görevlilerimize, polislerimize, yapılan menfur bir saldırı sonucu şehit olan
ülküdaşıma, Cenabı Hak'tan rahmet diliyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak,
vatanın ve milletin birlik ve bütünlüğünü sağlama, milletimizin menfaatını ve
huzurunu koruma kararlılığımızdan, istikrardan, uzlaşmadan vazgeçmeyeceğimizi
vurgulamak istiyorum. Sayın milletvekilleri, 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarıları ile ülke meselelerinin tamamı hakkında görüşlerini ifade eden sayın
bakanlara, tüm milletvekili arkadaşlara, bütçenin hazırlanmasında emeği geçen
tüm kamu görevlilerine teşekkür ediyoruz. Esasen, bütçeyi hazırlayan siyasî otoriteyi
değerlendirirken ele alınması gereken husus, ekonomik performanstır. Acaba,
geçmiş dönemlerden bu bütçeye kadar nasıl bir trendin ve tercihin etkisi
olmuştur? Bunları ortaya koyarak 2000 yılındaki gelişmeleri ve 2001 yılı
bütçesi ile hükümetin performansını mukayeseli olarak ortaya koymamız daha
akılcı olacaktır. Bunu yaparken amacım, ülkemizin içinde bulunduğu sorunları,
size, halkımıza anlatmak; bunları, neleri, neden yapmamız gerektiğini ortaya
koymaktır. Bu tabloyu ortaya koyarken, bir devri yargılamak gibi bir amacımız
yoktur; ancak, vatandaşlarımız, bu gerçekleri yaşamıştır. Onun için, sorunların
sebeplerini ortaya koymak, çözüm için de, yapılanları değerlendirmek
gerekmektedir. Bu değerlendirmeyi, geçmiş on yıldaki gelişmeler
ışığında yapmak istiyorum: 1990-1999 arasında, bir önceki yıla göre artışlar
hesaplamasıyla, içborç faiz ödemeleri tam 767 kat artmıştır. Buna mukabil, dışborç
2,1 kat artmıştır. Demek ki, bu dönemin temel tercihi, iç borçlanma olmuştur.
Bu dönemde, dolar 201 kat artarken, dış borcun, sadece, 2,1 kat artması; buna
mukabil, 767 kat iç borç faiz artışı, yurt dışından sıcak paranın ülkemize
girerek, yüksek faiz neticesinde, iç borçlanmaya kanalize olduğunu
göstermektedir. İşte, saadet zincirinin ilk halkaları böyle oluşmuştur.
Şüphesiz, bu rakamlar, bize artık, faizleri ödemek için borçlanma yapıldığını
da ortaya koymaktadır. Bu dönemde ortalama faiz oranı yüzde 108 iken, enflasyon
yüzde 70 kadar olmuştur; yani, rant kesimine, saadet zincirinin halkalarına
reel kaynak aktarılmıştır. Peki, kimden alıp, kime verilmiştir? Bu sorunun
cevabını vermeyi milletimiz de bekliyor. Bu dönemde, benim çiftçime ne verilmiştir ona bakalım?
Bakınız, 1990-1999 arasında, ekmeklik buğdayın destekleme alım fiyatı 166 kat,
şekerpancarının fiyatı 175 kat, tütünün fiyatı 128 kat, yaş çay yaprağının
fiyatı 191 kat, pamuğun fiyatı 160 kat artmıştır. Çiftçimize şunu verdik, bunu
verdik diye böbürlenenlerin rakamları bunlar. Bakın, çiftçilere verdik
diyenler, acaba, çiftçiden ne alıp, götürmüşler?.. Evet, bu dönemde tüketici
fiyatları, tam 306 kat artmıştır; yani, çiftçilerimize verdiklerinin 2 katını
enflasyonla alıp, götürmüşler. İşte, hep, oy deposu olarak gördükleri
çiftçilerimize yaptıkları! Rant kesimine, enflasyonun üzerinde, ortalama yüzde
50'den fazla reel kaynak sağlamışsınız; köylülerimizin, çiftçilerimizin
gelirlerini ise, enflasyonun yarısı kadar artırmışsınız. Buğday ekenin geliri,
enflasyondan yüzde 140 kat, şekerpancarı ekenin, enflasyondan 130 kat, tütün
ekenin 178 kat, pamuk ekenin enflasyondan 146 kat daha az artmış.
Çiftçilerimizin sizde kalmış daha çok alacağı var. İşte, çiftçiden, köylüden
alıp faize, ranta aktardığınız hortum ekonomisi; işte, enflasyon karşısında
ezdirdiğiniz çiftçilerimiz. Peki, bu dönemde memurlarımızın durumu ne olmuştur;
bütçede personel harcamaları 260 kat artmıştır; faizler 767 kat artarken,
memurların harcamaları, evet, sadece 260 kat artmıştır; 306 kat artan enflasyon
karşısında, memurlarımızın maaşları 46 kat daha az artmıştır. İşte, enflasyon
karşısında ezdiğiniz memurun hali; ranta, her yıl faiz olarak yüzde 50 gelir,
memura her yıl reel azalma; işte, bu dönemin tercihi. Enflasyon karşısında
ezilen, hak ettiğini alamayan çiftçilerimiz, memurumuz, harcamalarını
borçlanmak zorunda bırakılmak suretiyle temin etmek zorunda kalmıştır. İşte,
çiftçisini, memurunu hortumcularına teslim eden ekonomik politikası. Bu dönemde gerçekleşen kamu borçları, memura, çiftçiye,
emekliye gitmediğine göre, belki de, bunlar, okul, hastane, yol, içmesuyu gibi
kamu yatırımlarıyla onlara hizmet olarak geri dönmüş olabilir mi; hayır. Bu
dönemde konsolide bütçe yatırım harcamaları 264 kat artmıştır; yani, enflasyon
artışından 42 kat daha az yatırım harcaması yapılmıştır. Borçlanma, ne memura
ne emekliye ne de yatırımlara yansımıştır. Görülen o ki, borçlanma, sadece borç
ödemek için yapılmış. Şüphesiz, hortum ekonomisinin göstergeleri bunlarla
bitmiyor; gelelim, vatandaşlarımızdan alınan vergilere. Bu dönemde vergiler tam
326 kat artmıştır, enflasyonun 20 kat üstünde bir vergi artışı! Peki, bütçede
personel harcamaları, yatırım harcamaları enflasyonun katbe kat altında
gerçekleşirken, vatandaşlardan aldığımız vergi nereye gitmiştir sizce; faizden
başka bir yere değil. İşte, enflasyonun üstünde vergi veren vatandaşlarımızın
vergilerini borç ödemelerine aktaran hortum ekonomisi. Gelelim vergilerin dağılımına: Vergi politikası,
gelirlerin yeniden dağıtılmasının en önemli araçlarından biridir. Gelirlerin
oluşmasında ortaya çıkan bozukluklar vergi politikasıyla düzeltilebilir.
Gelirde, çiftçiyi, memuru, köylüyü, esnafı, enflasyon karşında ezdirdiniz,
faizcileri, rantçıları ihya ettiniz. Gelirin oluşmasındaki bu adaletsizliği, acaba, vergi
politikasıyla giderebildiniz mi, vergiyle kimleri, hangi kesimleri, nasıl
etkilediniz; gelin, bunun cevaplarını arayalım. 1990-1999 arasında vergi gelirleri, 326 kat artarken,
dolaylı vergilerin artışı tam 371 kat artmıştır; yani, vatandaşlarımızın
yaptığı harcamalardan, çiftçimizin yaptığı harcamalardan, esnafımızın yaptığı
harcamalardan alınan vergiler, enflasyonun tam 45 kat üstünde gerçekleşmiştir.
Bu harcamaları yapanlar hangi kesimlerdir; biraz önce ifade ettiğim gibi,
çiftçidir, köylüdür, emeklidir, işçidir, memurdur, öğrencidir. Bu kesimlerin
gelirlerini enflasyonun altında vereceksiniz; ama, iş vergiye gelince, bu
kesime bindireceksiniz. Bu dönemin tercihi, düşük gelirlileri daha fazla
vergilendirmek olmuştur. Harcamalardan alınan vergilerle, düşük gelirliler ağır
bir yük altına sokulurken, bakınız, gelirden alınan vergilerde durum ne
olmuştur; bu dönemde dolaysız vergiler; yani, gelirden alınan vergiler 282 kat
artmıştır, enflasyon artışından tam 24 kat daha az gerçekleşmiştir. İşte,
dargelirlinin harcamalarından 45 kat üstünde, gelirden ise, enflasyonun 25 kat
altında vergi alınması. Bu da gösteriyor ki, faiz ödemelerinin finansman
kaynağı, harcamalardan alınan, dargelirlilerden alınan vergilerden
sağlanmıştır, saadet zincirlerini, dargelirlilerin gelirlerini azaltarak
beslemişler. İşte, hortum ekonomisinin bir boyutu daha. Sayın milletvekilleri, 1990-1999 arasında bankalardaki
mevduat 482 kat artmıştır. Ekonomik manada tasarrufların artması, esasen,
yatırımların artmasına yol açar; ancak, bu dönemde, gayri safî sabit sermaye
yatırımları sadece 187 kat artmıştır. Yani, tasarruflar yatırımlara,
müteşebbislere değil, içborç faizlerine yönelmiştir. Böylece, işadamlarının
ihtiyacı olan finansman imkânları daraltılmış ve üretim ekonomisi sıkıntıya
sokulmuştur. Böyle bir dönemde işadamlarımız ne yapmıştır? 500 büyük
sanayi kuruluşunun net bilanço kârı içinde faiz ve döviz gelirleri gibi
faaliyet dışı gelirlerin payı, 1990 yılında yüzde 33,3 iken, 1999 yılında
faaliyet gelirleri içerisindeki payı, tam olarak, yüzde 219 olmuştur. Yani,
firmalar, normal faaliyetlerinden zarar ederken, döviz ve faiz gibi diğer
alanlardan kazanç sağlayarak varlıklarını sürdürme yoluna gitmişlerdir. Gelelim küçük işletmelere, KOBİ'lere... Halk Bankasının
KOBİ'lere açtığı krediler, bu dönem içerisinde 214 kat artmıştır. Mevduat 482
kat artarken, bu mevduat artışı, KOBİ'lere de gitmemiştir. Kredi artışı,
mevduat artışından 268 kat daha azdır. Şimdi, faizle uyarılan tasarruf,
KOBİ'lerin, esnafın kredilerine yansımadığına göre nereye gitmiş; kamu
faizlerine. Hani nerede KOBİ'lere, esnafa verilen destek? Bir ekonomideki sorunların göstergelerinden bazıları da
karşılıksız çekler, protestolu senetler, icra dairelerindeki iş artışlarıdır.
Bunlar, esnafın durumunun nasıl olduğunu ortaya koyar. İşte, 1990-1999 arasında
karşılıksız çekler tam 2,2 kat artmıştır, protestolu senetler ortalama yüzde 27
artmıştır. 1995 yılında, protestolu senet sayısında, bir yıl içerisinde yüzde
191 artış olmuştur. Kapanan firma sayısında, yine bu dönemde 2,2 kat artış
olmuştur. İşte, özel sektörün durumu ortadadır, günbegün ödeme güçlüğü içine
düşürülmüştür. Oysa, aynı göstergeler, ekonomik program neticesinde,
karşılıksız çeklerde -2000 yılı ilk yedi aylık dönemde- geçen yılın aynı
dönemine göre yüzde 36,2 azalma, protestolu senetlerde ise yüzde 28 azalma
olmuştur. Her bütçe görüşmesinde, enflasyondan bahsederken,
mutfaktaki enflasyon şöyle oldu, böyle oldu diyerek enflasyonun ölçüm hesapları
ve endeksi gözardı edilmektedir. Böylece, güya rakamların çarpıtıldığı ima
edilmektedir. 1990-1999 arasında, ekmek fiyatı 235 kat, makarna 162 kat, peynir
127 kat artmıştır. Bütçenin ilk görüşmelerinde, 2000 yılında ekmeğin
fiyatının yüzde 80 arttığı vurgulanmış, "hani, nerede yüzde 20-25"
diye sorgulanmıştı. Bakınız, 1994 yılında, ekmek fiyatı yüzde 224, enflasyon
yüzde 106; 1995 yılında, ekmek fiyatı yüzde 205, enflasyon yüzde 75 artmıştır;
2000 yılında ise, ekmek fiyatı ortalama yüzde 51,8 artmıştır, bu dönemdeki
enflasyon ise yüzde 43,6'dır. Sayın milletvekilleri, eğer son on yıldaki trend devam
etseydi, ekmeğin on yıl sonraki fiyatı 63 milyon, peynirin 1 kilogramlık fiyatı
da 197 milyon lira olacaktı. Huzurlarınıza getirdiğim bu tablo içinde, esas
olarak, kaynaklarımızın kötü kullanılmasıyla, serbest piyasa ekonomisinin
dinamiği olarak tanımlanan görünmez el, âdeta, paslaşan el mekanizmasına
dönüşmüştür. Bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde partileri adına
görüşlerini dile getirirken, "milletin hakkını arıyorum; halka hizmet
Hakka hizmettir" söylemleri ışığında ben de sesleniyorum: Bütün bu
hususları dikkate aldığınızda, sizce, bu milletin hakkını, kim, ne zaman
kaybettirmiştir? Sizce, bütün bu göstergeler halka mı hizmettir? Milletin
hakkını arayanlar, önce nerede kaybolduğunu öğrenmelidir. (MHP, DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar) Halka hizmet etmeyenleri, milletin haklarını yok
edenleri, millet kendinden, kendi merkezinden uzaklaştırmıştır, bir daha da
yaklaştırmayacaktır. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, milletin hakkını millete veren bir ekonomik programın
kararlı takipçisi olacağız. Sayın milletvekilleri, böyle bir ekonomik tabloyu
doğuran önemli faktörlerden biri de, siyasî istikrarsızlıktır. Her onbir aya
bir hükümetin düştüğü dönemde, siyasî partiler, kısa vadeli başarı arayışlarına
yönelmiştir, sorunların temeline inememiştir. Her hükümet, oy depolarını
ilgilendiren göstergeleri sanal olarak iyileştirerek, ben daha başarılıyım
iddiasını ortaya koymak istemiştir; ama, bu politikaların sonucu ortadadır.
Siyasî istikrarsızlık içinde yaşadığımız ekonomi, popülist demokrasilerin
kontrolünde, köşeli ekonomiye dönüşmüştür. Bu dönemi, esasen, ekonomik ve
politik popülizm dönemi olarak nitelendirmek daha uygundur. Bu husus dikkate
alındığında, sorunların çözümü için, orta vadeli bir programa ve bunu
gerçekleştirecek siyasî istikrara ihtiyaç olduğu açıktır. Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, istikrar ve uzlaşmayı, millete gerçek manada hizmet için
zorunlu görmemizin sebepleri, zannederim, daha iyi anlaşılmıştır. Bütçenin ilk günkü görüşmelerinde konuşma yapan üç
siyasî partinin hatibinin ortak noktalarından biri de DNA reformuydu. Biri,
ürünlerin verimliliğini artırmak için, diğer sayın hatip -muhalefetten-
sağlıklı ürünler elde etmek için, diğeri de kamu yönetim sistemini değiştirmek
için... Belki, bunların hepsi doğru gibi; ama, bence, bu reformu, Milliyetçi
Hareket Partisinin, milletin menfaatını koruyan ekonomi ve siyaset anlayışının
diğerlerine teşmilinde kullanmak daha doğru olacaktır. Sayın milletvekilleri, bütçenin ilk günkü
görüşmelerinde bazı hatipler, bugünkü gelişmeleri, daha bir yıl önceden
gördüklerini ifade etmiştir. Bakın, bir yıl önceden 2000 yılını nasıl
görmüşler: Vergi gelirlerinin yüzde 100'den fazlasının faize gideceğini ifade
etmişler; bu oran, yüzde 76 olmuş. Bütçe açığının 16 katrilyon olacağını
söylemişler; 11,5 katrilyon olmuş. Nasıl büyüteceksiniz bu ülkeyi diye
sormuşlar, yüzde 5'i aşacakmış diye, konulan hedefi küçümsemişler; ama, 2000
yılı son çeyrekte, büyüme yüzde 6,9 gerçekleşmiş. Bakın, bir yıl önce
"hani, o kur var ya; 2,1'den gidecek, enflasyon yüzde 70... Adam, alacak,
getirecek dövizi bozduracak, oradan bu yüksek faizi alacak, yurtdışına
çıkaracak; niye yapmasın ki" denmiş; peki ne olmuş; bir kere, enflasyon
yüzde 43 olmuş, döviz getirmek yerine döviz götürmüş. İşte, yurtdışına
çıkarmayla ilgili kehanetleri ortada. Bu tespitlerin değerlendirmelerini
sizlere bırakıyorum. Sayın milletvekilleri, şüphesiz, bütün bu gelişmeler,
57 nci hükümet dönemindeki gelişmeleri izah edemez; ama, gelişmelerin ne kadar
önemli olduğunu ortaya koyar. Bunu değerlendirebilmek için, bu trendin dışında,
2000 yılında ne olduğunu ve 2001 yılında ne hedeflendiğini, trend devam etseydi
ne olacağını, halka ve siz değerli milletvekillerine göstermek gerektiği
kanaatindeyim. RASİM ZAİMOĞLU (Giresun) - Doğru!.. OKTAY VURAL (Devamla) - Son on yıldaki trend devam
etseydi, 2000 yılında ödediğimiz içborç oranı yüzde 107 olacaktı; oysa, 2000
yılında yüzde 38 olmuştur; böylece 20 milyar dolar daha az faiz verilmiştir.
2001 yılında ise ödenecek faiz miktarı 45 katrilyon olacaktı; oysa, 2001
hedefimiz 16,6 katrilyondur. Yani, eğer hükümet geçmiş dönemlerdeki politikayı
devam ettirseydi 29 katrilyon daha fazla faiz ödeyecektik. Aynı trend devam etseydi, toplam vergi gelirleri 2000
yılında 28 katrilyon olacaktı; oysa, 2000 yılında bundan 4 katrilyon daha az
vergi alınmış olacaktır. Trendin devam etmesi halinde 2001 yılı vergi gelirleri
53 katrilyon olacaktı; oysa, hedefimiz 32 katrilyondur. Yani, vatandaştan
alınan verginin faize aktarılması giderek azalmaktadır. Eğer tedbir
alınmasaydı, vergi gelirlerimizin yüzde 79'u 2000 yılında, yüzde 85'i 2001
yılında faize gidecekti; oysa, bu oran, 2000 yılında yüzde 76, 2001'de ise
yüzde 52,5 olacaktır. Bütün bu gelişmeler, bütçeleri, geçmiş trendlerin
aksine, bir borç ödeme bütçesi olmaktan çıkardığını göstermektedir. Böylece,
bütçenin ekonomi politikasının bir aracı olması, gelir dağılımının
düzeltilmesinde kullanılması mümkün olabilecektir. Bu başarıların kısa dönemde
elde edilmesi kâfi değildir, bunların sürdürülebilir olması gerekmektedir. Eğer
bu temin edilirse, giderek düşen enflasyonla beraber, yatırımlara daha fazla
kaynak aktarmamız mümkün olacak, emeklilerimize, memurlarımıza, çiftçilerimize
daha sağlam kaynaklardan transfer yapabileceğiz. Sayın milletvekilleri, makro ekonomik istikrar
programının temini ve enflasyonun düşürülmesi politikasının en önemli unsuru
güvenilirliktir. Güvenilirlik olmazsa hem üretim hem de enflasyon maliyetleri
meydana gelir. Programın güvenilirliğini temin eden politik faktörler,
iktidarın gereken kanunları yürürlüğe koyma yeteneği, iktidarın programı
uygulamak için zamanı ve iktidarın, gerek kendi içinden gerekse seçmenlerden
gelen politik baskılar sonunda programı değiştirmek zorunda kalıp
kalmayacağıdır. Bütün bu tespitler, Milliyetçi Hareket Partisinin,
Meclisin çalışmasına, istikrara ve programın uygulanmasındaki kararlılığa
verdiği önemin ne kadar stratejik olduğunu ortaya koymaktadır. Bir denge
politikasının başarısı, optimal olmasına, özel sektör açısından da güvenilir
olmasına bağlıdır. Zaten, uygulanan programın temel hedefi, rant ekonomisinden
üretim ekonomisine geçmektir. Bu tür bir dengeyi sağlamaya yönelik antienflasyon
politikasında çıkar çatışmalarının doğması mümkündür. Bu çıkar çatışmasının
esasında, bugüne kadar rant ekonomisinden beslenen kesimler vardır. Bu, kolay
ve haksız çarkların kaybolmasına mâni olmak istemektedirler. İşte, son
haftalardaki gelişmeler, özellikle devalüasyon baskısı, bu zorlamaların
neticesinde meydana gelmiştir. Güvenilirliğin bozulmaması için, hükümet,
bağlayıcı kurallar koymuş, bunları da uluslararası kuruluşlarla yaptığı
anlaşmalarla imza altına almıştır. Hükümetin bu kurallardan vazgeçme güdüsü yoktur. Bu
kararlılık, kısa vadeli kazanç arayışlarının netice almasına da engel olmuştur.
Enflasyonla mücadelede üretici kesim kritik bir öneme sahiptir. Bu bakımdan,
işadamlarımızın bu mücadeleye verdikleri destek son derece önemlidir. Bu
mücadele, aslında, üretimi artırma, işsizliği azaltma mücadelesidir. Bu konuda,
işadamları, üretimden gelen gücünü kullanmalıdır. Ekonomik programın
uygulanmasında kararlı olduğumuzu onlara açıkça ifade etmek istiyorum. Son günlerde ekonomik programa olan güveni azaltmaya
yönelik politik senaryoların, felaket tellallığının "ekonomi kötü
yönetiliyor" şeklindeki yaklaşımların amacını biliyoruz. Ekim ayında
"makro ekonomik uyum programı gerçekleştirenler başarılı, sıra
gerçekleştirilemeyenlerde",
"2000 yılı hedeflerinden çok fazla sapma olmayacağı",
"2001 yılında, yapısal düzenlemelerin siyasî uzlaşma içerisinde hayata
geçirilmesi suretiyle makro ekonomik büyüklüklerde kalıcı bir iyileşme
sağlanması beklenmektedir" diye tespit yapanların, daha sonra, aralık
başında "uçurumun kenarındaki son çıkıştayız" tespitini yadırgadığımızı
ifade ediyorum. Hele hele, Türkiye Büyük Millet Meclisi dışındaki bir iradeye
ekonomi yönetimini bırakmak isteyenlerin sivil toplum örgütünü nasıl temsil
ettikleri de merak konusu olmaktadır. Böyle bir ortamda ekonomik programın uygulanması
kararını veren koalisyon partilerinin, programın hedefe ulaşmasındaki
kararlılıklarını, güvenilirliklerini devam ettirmeleri son derece önemlidir.
Şüphesiz, bunların yanında, programın gerektirdiği yapısal reformlar
gerçekleştirilmelidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ekonomik
dönüşümleri gerçekleştirmek kolay değildir. Yıllardan beri süregelen haksız
gelir oluşumu ve paylaşımını tersine çevirmek, sadece, bunlardan çıkar sağlayan
kesimleri değil, bunlardan beslenen siyaset anlayışlarını da etkilemektedir. Bu sorunların doğmasında dahli olmayan Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, milletimizin içerisinde bulunduğu sorunların derinleşmesine izin vermedik;
çözümü için samimî destek veriyoruz.
İktidar ortaklığını siyasî rekabetin aracı olarak kullanmadık. Milletin hakkını
millete vermeye kararlı olduğumuzu gösterdik. Bunu engellemeye çalışanların
aradığı siyasî istikrarsızlıklara, kavgalara, çatışmalara izin vermeyeceğiz.
Milletimizin bize verdiği sorumluluğu, açık, net ve samimî olarak yerine
getireceğiz. Enflasyonla mücadelede kararlılık, yoksullukla
mücadele, yolsuzluk operasyonları, huzur politikaları, bizim sesimizdir.
Bunları duymayanlara, görmeyenlere sesleniyorum: Bağırıp çağırmakla, kavga
etmekle, suçlamakla, ses tonunu yükseltmekle, sıra kapaklarına vurmakla
milletin sesi olunamaz! (MHP sıralardan "Bravo" sesleri, alkışlar,
DSP sıralarından alkışlar) Millet, gökgürültülerinizi çok duydu; ama, bir türlü
yağmur olmadınız. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Millete hak ettiğini
kazandıracak gelişmelere engel olmayın.
Bırakın, yağmur, yağmasına devam etsin. MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Dolu yağdı, dolu!.. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Buz yağdı!.. OKTAY VURAL (Devamla) - Sayın milletvekilleri, kazanan,
her zaman, çözümün bir parçasıdır; kaybeden, her zaman, problemin bir
parçasıdır. Kazananın, her zaman, bir programı vardır; kaybedenin, her zaman,
bir özrü vardır. Kazanan "bu işi senin için yaparım" der; kaybeden
"benim işim değil ki" der. Kazanan, her sorunda bir çözüm görür;
kaybeden her çözümde bir sorun görür. Kazanan "uzak; ama, yolu
biliyorum" der; kaybeden "yakın; ama, yolu bilmiyorum; der. Kazanan,
çakılların yanındaki çimeni görür; kaybeden, çimenin yanındaki çakılları görür.
(MHP sıralarından alkışlar) Kazanan "zor olabilir; ama, mümkün" der,
kaybeden "mümkün; ama, çok zor" der. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, millet adına
kazanmaya talibiz; Herkesi de bunu paylaşmaya davet ediyoruz; Mutlu insanda,
mutlu toplumda, lider ülkede buluşmaya davet ediyoruz. Bu düşüncelerle, 2001 yılı bütçesinin milletimize
hayırlı olmasını diliyor, cuma günü idrak edeceğimiz mübarek Kadir Gecenizi,
mübarek Ramazan Bayramınızı ve yeni yılınızı tebrik ediyor, Yüce Heyetinize
saygılarımı arz ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci
konuşmacı, Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Şandır; süreniz devam ediyor. MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısının tümü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini
belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; yüce milletimizi ve Meclisimizi
saygılarımla selamlıyorum. İçerisinde bulunduğumuz mübarek Ramazan Ayının ve kısa
süre sonra idrak edeceğimiz Ramazan Bayramının ve yeni yılın, bütün
vatandaşlarımıza, İslam âlemi ve nihayet tüm insanlık için hayırlara vesile
olmasını diliyorum. Her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz uzlaşma,
hoşgörü ve barışı esas alan sevgi ve kardeşlik ikliminin, birlikte yaşamaktan
başka alternatife sahip olmadığımız dünyamıza ve özellikle ülkemize egemen
olmasını diliyorum. Değerli milletvekilleri, bu bütçe kanunu tasarısının
hazırlanmasında emeği geçen herkese, Grubumuz adına Sayın Oktay Vural teşekkür
etti; ben de, bu teşekkürlere yürekten katılıyorum. Değerli milletvekilleri, 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı üzerinde, Sayın Maliye Bakanımızın isabetle ifade ettikleri
"bütçe hakkı" temelinde konuşma yapmak istiyorum. Meclisimizin,
millet adına, devletin izlemeyi amaçladığı ve planladığı sosyoekonomik
politikaları tartışması, müzakere etmesi ve ulaştığı sonuçları bir kanun
disiplinine bağlayarak yürütmeye talimatlaması hakkıdır bütçe hakkı. Bu hakkın
kullanılması bağlamında, bütçe görüşmeleri, ülkemizin ve vatandaşlarımızın
içerisinde bulunduğu durumun, muhatap olduğu sorunların tespiti ve çözüm
önerilerinin geniş bir perspektifle tartışılmasına imkân sağlaması bakımından
önem arz etmektedir. Bu itibarla, konuşmamda, içinde bulunduğumuz çağın siyasî,
sosyal ve ekonomik alandaki temel özelliklerinin genel bir değerlendirmesini
yapmaya çalışacağım. Müteakiben, zaman kalırsa, 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısının makro ekonomik göstergelerinin analiziyle sürdürmeye çalışacağım. Değerli milletvekilleri, benden önce konuşan Grup
Başkanvekili arkadaşımız, gerçekten, çok güzel bir örnek ortaya koydu.
Muhalefete muhalefet yaptı; bütçe rakamlarını, geriye dönük, mukayeseli olarak
ortaya koydu ve bugün içinde bulunduğumuz ve özellikle muhalefetin, birkısım
çevrelerin ısrarla şikâyetlendiği bugünkü halimizin nerelerden kaynaklandığını
rakamlarla ifade etti. Ben, daha çok, bugün içinde bulunduğumuz durumun,
global düzeyde, küresel düzeyde sebeplerini ifade etmeye çalışacağım. Tabiî, bu
bütçe görüşmelerinin buna imkân vermesi, son noktada bir tahlil yapılmasına,
bir analiz yapılmasına ve çözüm önerileri, teklifleri getirilmesine bir imkân
vermesi beklenirdi. Gelenek de buydu; ama, burada, maalesef, bazı muhalefet
sözcüleri, bunu, günlük politikanın hafifliğinde, gündemi istismar ederek,
gerçekten, çok kötü kullanmışlardır. Ben, yine sormak istiyorum burada; yapılan
konuşmalarla, acaba, bizi izleyen millete hangi umutları verdik, hangi
projeleri teklif ettik? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Siz vereceksiniz, biz değil. MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Hükümete "çekin,
gidin" diyorsunuz. Nedir teklifiniz? Altı ayda bu sorunları çözeceğinizi
söylüyorsunuz. Siz, milleti gerçekten, anlamaz, bilmez mi zannediyorsunuz?.. Dolayısıyla, ben, kaçırılmış bir fırsat olarak
görüyorum, muhalefet açısından, bütçe görüşmelerini. Bunun için, müsaadenizle,
içinde bulunduğumuz çağın küresel değerleri ve küresel anlamıyla, ülkemizi,
ülkemizin içinde bulunduğu sorunları arz etmeye, bir tahlil yapmaya çalışacağım.
Başdöndürücü gelişme ve değişmelerin yaşanmakta olduğu
yeni bir yüzyılın başlangıcında bulunmaktayız. Sorunlarla dolu sancılı bir
yüzyılın mirasçısı olan çağımızı anlayabilmek için, geçen yüzyılı kısaca
hatırlatmakta yarar görmekteyim. Bilindiği üzere, 20 nci Yüzyılda, milyonlarca insanın
hayatını kaybettiği, insanlık tarihinin en acılı iki büyük dünya savaşı
yaşanmış; faşizm ve komünizm gibi, temel hak ve hürriyetler ile insan
haysiyetini dikkate almayan rejimler yıkılmış; bir taraftan, millî devlet ve
milliyetçilik olgusu güçlenirken, diğer yandan, sınırların kaldırılması nihaî
amacını öngören yeni birlik ve oluşumlar ortaya çıkmıştır. İnsan emeğinden ve doğal kaynak sömürüsünden beslenen
vahşi kapitalizm ise, yüzyılın sonuna doğru evrim geçirmek zorunda kalarak,
sevimli bir çehreyle mevcudiyetinin devamını sürdürme gayretine girişmiştir. Soğuk savaş döneminin kapanması, doğal kaynakların
aşırı kullanımının getirdiği sorunlar ve özellikle bilgisayar ve iletişim başta
olmak üzere teknolojik alanda sağlanan hızlı gelişmeler, yeni bir dünya
düzeninin oluşumunu zarurî kılmıştır. Küreselleşme olarak tanımlanan bu olgu,
20 nci Yüzyıldan 21 inci Yüzyıla intikal eden ve üzerinde önemle durulması
gereken bir süreç olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır. Küreselleşme olgusu, ulusların, toplumların ve
fertlerin hayatında siyasî, sosyal ve ekonomik ilişkiler bağlamında büyük
değişiklikler yapmış, yeni normlar getirmiş ve yeni değer yargıları geliştirmiş
ise de, kendine özgü birçok problemi de beraberinde taşımıştır. Küreselleşme olgusunun, bildiğiniz gibi, üç temel
dinamiğini kavramadan ne bugünü ne de geleceği tanzim edebilme imkânına sahip
olmadığımız açıktır. Bu dinamiklerden birincisi, sosyoekonomik hayatımızdaki
köklü değişikliklerdir. İkincisi, bilgi teknolojilerinin üretimden iletişime
kadar hayatımızın her alanına nüfuz etmesiyle meydana gelen değişimlerdir.
Üçüncüsü ise, çağımızın alternatifsiz yönetim sistemi olan demokrasilerde,
birey, aile, toplum ve devlet ilişkilerini belirleyen esas unsurun temel hak ve
özgürlükler ile hukukun üstünlüğü ilkesi olduğunun, artık genel kabul görmeye
başlaması olarak ifade edebiliriz. Yine,
bu süreç, her
alanda acımasız bir rekabet ve işbirliğinin birlikte geliştiği kaos ve
düzenin, dengenin çok ince bir çizgiyle ayrıldığı evrensel bir iklim
yaratmıştır. Günümüzde, bu sürecin işleyişine bakıldığında,
maalesef, dünün emperyalizmi veya vahşi kapitalizmi kadar gayri adil olduğu göze çarpmaktadır. Bundan
yirmi yıl önce gezegenimizde 1 milyar yoksul insan varken, günümüzde bu sayı 2
milyara ulaşmıştır. Bu gelişmeler sonucunda, dünya ülkeleri birtakım
tasniflere tabi tutulmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinde hazırlanan dünya
teknoloji haritasına göre, ülkemiz, teknolojiyi, üretimde ve tüketimde
kullanabilen kesimlerin bulunmasına karşılık, bu haritada, teknolojide
dışlanmış ülkeler arasında gösterilmektedir. Özet olarak söylemek gerekirse, sermaye, teknoloji ve
bilginin yanında yoksulluk da küreselleşmiş, küresel ekonomiye uyum
sağlayamayan veya ona entegre olamayan ekonomiler, ülkeler, birçok sorun
yaşamaya, ekonomiler batmaya mahkûm hale gelmiştir. 21 inci Yüzyılın, gerçekten, demokrasi ve insan hakları
yüzyılı olabilmesi için,
küreselleşmeye, yardımlaşma ve dayanışma, adalet kavramlarının da uluslararası
bir sorumluluk anlayışıyla ele alındığı daha bir insanî boyut kazandırılmak,
bir zorunluluk haline gelmiştir. Bilim ve teknolojinin insanlığın ortak mirası
olduğu dikkate alınarak, teknolojik imkânlar, sadece sahipleri yararına değil,
tüm insanların yararına kullanılmalı ve insan hakları kavramı, bireysel hak ve
özgürlüklerle sınırlandırılmamalı, çevre ve gelecek kuşak hakları da dikkate
alınarak, temiz, yaşanabilir ve korunmuş bir çevrenin, gelecek nesillere
intikali sağlanmak mecburiyetindedir. İşte, o zaman, yeni yüzyıl, yıkıcı bir
ekonomik ve teknolojik savaşı değil, beşerî sorumlulukların gözardı edilmediği,
sürdürülebilir bir yarışa dönüşecektir. İşte, o zaman, insan, küreselleşmenin
kölesi değil, efendisi olabilecektir. Ülkemizin, yeni dünya düzenine ve yeni ekonomiye uyum
açısından en önemli avantajlarından biri, coğrafyamızın jeopolitik konumudur;
bir diğeri, genç nüfusumuzdur; bir diğeri, tecrübe birikimimizdir; ama, şunu
ifade etmek lazım; bunlardan faydalanabilmek, genç nüfusumuzun, çağın
gerektirdiği donanıma sahip nitelikli insan kaynağına dönüştürülmesini,
eğitime, bilime ve bilimsel araştırmalara daha fazla kaynak ayrılmasını, yine
önümüze bir zorunluluk olarak getirmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, küresel
olguda oluşan tüm değerlere ve tüm kurumlara, bugüne kadar içinde yer aldığı
her oluşuma, tüm vecibelerini yerine getirerek katılmış bulunmaktadır.
Biliyorsunuz, ülkemizi ve ülkemizin içinde bulunduğu durumu kuşatan, küresel
düzeyde birtakım gelişmeler bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, 6-8 Eylül 2000
tarihinde New York'ta yapılan Milenyum Zirvesinde, küresel yönetim etiği
oluşturma maksadıyla toplanan dünya milletlerinin tespit ettiği kriterlerdir.
Bir diğeri, Avrupa Birliğinin Maastricht ekonomik kriterleri, Kopenhag siyasî
kriterleri, Helsinki Zirvesi kararları ve Katılım Ortaklığı Belgesindeki
hususlardır. Bunlar, ülkemizi kuşatan ve bizim de kabullenmeyi taahhüt
ettiğimiz şartlardır. Bir diğer küresel platform ise, dünyanın gelişmiş
ülkelerinin ve -sevinerek ifade etmek gerekir- ülkemizin de içinde bulunduğu
G-20'ler dediğimiz oluşumdur. Bu oluşumun da, küresel ekonomiye ve küresel
siyasete dikte ettirdiği birtakım kriterler bulunmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; küresel sürece
uyum sağlamak esastır, günümüzün "olmazsa olmaz" şartıdır. Üyesi
bulunduğumuz ve sözleşmelerini kabul ettiğimiz evrensel değerleri reddetmeden,
bize ait, bizi biz yapan, vazgeçilmezleri ve tartışılmazları, öncelikle, hep
beraber, birlikte ifade etmemiz gerekir. Ekonomik, siyasî ve kültürel anlamda
küreselleşme, millî kimlik vasıflarının ortadan kalkmasına sebep olmamalıdır.
İnsanlık ailesi bütünü içinde milliyetçilikler, ortak medeniyetimizi,
insanlığın ortak medeniyetini besleyen zenginlikler olmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Avrupa Birliğinin
dikte ettirdiği ortak yaşam kriterlerini ve Amerika Birleşik Devletleriyle
oluşturduğumuz stratejik ortaklığın Türkiye'ye yüklediği bölgesel
sorumlulukları yüklenmeye "evet" diyoruz. Çağdaş değerlerin ve
küresel değerlerin bize yüklediği tüm sorumluluklara ve bu sorumlulukların
getirdiği değişim taleplerine "evet" diyoruz. Her ölçekte, her
anlamda bunları tartışmaya da "evet" diyoruz. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, 18 Nisan
seçimlerinde halkımıza söz verdik. "Bir şey değişecek, her şey
değişecek" dedik. Değişim, değişim içinde gelişim, Milliyetçi Hareket
Partisinin artık kimliğidir veya bir diğer deyişle, değişim ve değişim içinde
gelişimin adresi artık Milliyetçi Hareket Partisidir. Bizi, derin devletin, kutsal devletin siyasî ayağı
olmakla suçlayan dar görüşlü çevreler, muhtemelen, toplumla ve yüzyılla
yaptığımız bu sözleşmeden ürktüler. Yaptığımız bu sözleşmeden ürkmelerine,
aslında, hiç gerek yok. Halkla mutabakatımızdan korktular. Siyasal merkezin
Milliyetçi Hareket Partisiyle bütünleşmesine, kendileri açısından bir gelecek
kalmadığı endişesiyle itiraz ettiler. Asılsız, tutarsız, ölçüsüz suçlamalar
yaptılar. Evet, değişim içinde gelişim, Milliyetçi Hareket Partisinin topluma
vaadidir, gelecekle ilgili iddiası ve sorumluluğudur. Bu gelişmeyi, bu
değişmeyi, biz, ülkemizin bugünkü sorunlarının çözümünde peşinen kabul edilmesi
gereken bir olgu olarak görüyoruz ve milletimizin dikkatine sunuyoruz. Yüzelli yıldır tartışılan, ancak, bir türlü sonu
gelmeyen sistem arayışları da dahil, geliniz, her şeyi yeniden tartışıp,
yeniden tanzim edelim. Ancak, bunu yapmadan önce bir çerçeve çizelim.
Vazgeçilmez, tartışılmaz kavramlarda bir mutabakat sağlayalım. Unutmayalım,
Büyük Atatürk'ün bize emanet ettiği cumhuriyetin bizzat kendisi, en büyük
toplumsal mutabakatımızdır. Bu mutabakatta, Türkiye'de yaşayan herkes, eşitlik
temelinde vatandaş değil midir? Geliniz, geçmiş günah ve komplekslerimizden
kurtularak, hep beraber, yeniyi birlikte tanzim edelim; bunun için yapılması
gereken ne ise, onu yapalım; ancak, öncelikle, vazgeçilmezlerimizi birlikte
ifade edelim. Anayasamızın başlangıcında belirtilen hususları,
müsaadenizle arz etmek istiyorum: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Türkiye
Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye Devleti,
ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, beyaz ay
yıldızlı al bayraktır. Millî Marşı "İstiklal Marşı"dır. Başkenti
Ankara'dır. Bunlara itiraz eden var mıdır? Varsa, yenileyelim, tekrarlayalım. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bunları, hiçbir hal
ve şartta, hiç kimseyle tartışmayız. Bunlar için, herkesle, her mücadeleye
varız; ancak, bunun dışında, ülkemizin ve halkımızın yararına gördüğümüz her
şeyi, her zeminde tartışmaya açığız. Avrupa Birliğinin, bize göre, bizden istediği, anadilde
yayın ve eğitim talebi, aşama aşama, bir millî dil ve kültür oluşturmaktır. Bu,
özerklik ve müstakil devlete varan bir oluşumun ilk basamaklarıdır. Bunun,
birçok mahfilde ifade edildiğini biliyoruz. "Korkuya gerek yok. Millî
bütünlüğümüze bir zarar gelmez" deniliyor. Bunu söyleyenler, iyiniyetli de
olabilirler; ancak, cehenneme giden yollar iyiniyet taşlarıyla döşenmiştir.
Kürtçe televizyon yayınını savunanlar, birçok Kürtçe lehçeden ortak bir Kürt
dili yaratma düşüncesine hizmet ettiklerinin farkında değiller mi? Yayında
kullanılacak lehçe, diğer lehçeleri kullananlar için anadil mi sayılacaktır?
Türkçeyi kullanmadan yayın hayatını sürdüremeyen bölücü yayınları niçin
görmezlikten geliyoruz? Yoksa, bu bir meşruiyet mücadelesi midir? PKK'nın
siyasallaşma politikalarına katkı sağlayacak böyle bir talebe sonuna kadar
karşı çıkacağız. Kimse aslını inkâr etmesin, anasından öğrendiği dili de
unutmasın; ancak, devlet eliyle bir dil ve millet yaratılmasını kimse bizden
beklemesin. Yaşar Kemal "Kürt asıllı Türk olmak, kime züldür? Ben, Kürt asıllı bir Türk yazarım"
diyor. Bunu kendine zül görenler bunu kabul etmek istemiyorlarsa, onlarla
paylaşacak hiçbir şeyimiz yoktur. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, bu hususları birlikte
düşünmeden, birlikte tekrar etmeden, içinde bulunduğumuz problemleri doğru
algılamak, yeterince algılamak, çözüm yollarını doğru bulmak çok mümkün
değildir diye düşünüyorum. Biliyorum, ülkemizin, günü belirleyen birçok sorunu
da var. Siyaseten, bunların üzerinde de durulması gerekiyor. Ancak, bir şey
söylemek lazım. Hükümetimiz işbaşındadır. Hükümet istikrarı, siyasî istikrar,
her zamankinden çok daha fazla güçlü olarak devam etmektedir. Sorunlar vardır;
ama, sorunların muhatabı da vardır. Dolayısıyla, küresel gelişmeyi yok
saymadan, küresel gelişmenin bize dikte ettirdiği şartları, mecburiyetleri yok
saymadan ülkemizin içinde bulunduğu tüm sorunlara, milletimizin katılımıyla,
Meclisimizin katılımıyla mutlaka çözüm bulunacaktır ve bu hükümetimiz de bu
çözümleri bulmakta muktedirdir, yeterlidir. Bütçemizle ilgili, sayın konuşmacıların birçok
değerlendirmesi oldu, benim de hazırladığım birçok şeyler var; ancak, zaman
kalmadığı için çok fazla ifade etme imkânım yok; ancak, şunu söylemek lazım:
Özellikle, bu hükümetin iki yıl içerisinde yapısal düzeyde gerçekleştirdiği
reformları, ümit ederim ki, Sayın Bakanımız, bir daha burada tekrarlayacaktır
ve bu yapısal yeni düzenlemeler, geleceğin tanziminde, reform düzeyinde yeniyi
tanzim etmekte bize gereken gücü verecektir. Buna bütün samimiyetimizle
inanıyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, biz, 21 inci
Yüzyılın vizyonunda sorumluluklarımızın idrakindeyiz. Ülkemizin, toplumumuzun,
milletimizin sorunlarının çözümü için tüm katkılarımızı, tüm komplekslerimizden
arınarak, bütün gayretimizle vereceğimizi ifade ediyorum. Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Şandır. Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Aydın Tümen.
(DSP sıralarından alkışlar) Yalnız, süremiz, ancak bir konuşmacı arkadaşın
konuşması için yeterli; onu önceden söyleyeyim. Buyurun Sayın Tümen. DSP GRUBU ADINA AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmamın başında hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2001 yılı bütçesi görüşmelerinde 10 uncu günü
tamamlamış durumdayız. Bütçenin başlangıcından itibaren geçen bu 10 günlük
süreç içerisinde, çok değerli konuşmacılar, çok değerli fikirlerini,
katkılarını, esirgemeden bu kürsüden sunmuşlardır. Sayın milletvekilleri, konuşmanın metinden yapılması
veya irticalen yapılması önemli değildir. Önemli olan, konuşmanın doğru olması,
yansız olması ve gerçeklerin çarpıtılmamasıdır. Sabahki konuşmada, Sayın Çiller, şampiyonluklarından
bahsetti bu hükümetin. Evet, çalışmada şampiyon; bunu, bütün dünya kabul
ediyor. Bu hükümet, icraatlarında şampiyon; bunu, herkes kabul ediyor.
Parlamentoyu çalıştırmasında şampiyon; bunu, herkes kabul ediyor; ama, Sayın
Çiller, yıllık enflasyonun yüzde 149 olduğu dönemde şampiyon, bir aylık
enflasyonun yüzde 32 olduğu dönemde şampiyon ve yine aynı dönemde, eksi 6,1
büyümeyle şampiyon. İşte, şampiyonluklar bunlar. (DSP sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Terörü bastırmada da
şampiyon... AYDIN TÜMEN (Devamla) - Peki, o şampiyon oldukları
dönemde, ne vardı; bir dünya krizi mi vardı, bir Asya krizi mi vardı? Durup
dururken, bu ülkeyi bir krize sürükleyip, daha sonradan da, böyle
şampiyonlukları bütün ülkeye gösterdiniz. Sizleri tebrik ediyorum. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, sizinkiler eksik
kaldı. AYDIN TÜMEN (Devamla) - Bir diğer konu: "Sürekli
vergi getiriyorsunuz" ve sonra da "biz, gelip, altı ayda her şeyi
düzeltiriz" diyorlar. Sizin şoförlüğünüzü gayet iyi biliyor bu vatandaş.
Hatta ve de diyorsunuz ki: Biz, bu direksiyonu kırarız. Kırarsınız; bunu,
vatandaş da biliyor (DSP sıralarından alkışlar) ve daha başka neleri
kırdığınızı, vatandaş çok daha iyi biliyor. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Biz, 78'i de 74'ü de
unutmadık. AYDIN TÜMEN (Devamla) - Yıl 1994; ekonomik denge ve net
aktif vergisi... Biz getirmedik diyorsunuz hiçbir şey. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Yolsuzluklardan bahsedin. AYDIN TÜMEN (Devamla) - 4 Mayıs 1994'te... Bunları siz
getirdiniz. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Rüşvetten bahsedin. AYDIN TÜMEN (Devamla) - Biz icat etmedik bunları. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sizin eseriniz... AYDIN TÜMEN (Devamla) - Evet, değerli arkadaşlarım... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Banka soygunlarından bahsedin.
(DSP sıralarından gürültüler) AYDIN TÜMEN (Devamla) - Bilindiği gibi, bütçeler... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - İstanbul
Bankasından mı bahsedelim?! AYDIN TÜMEN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım... BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen... AYDIN TÜMEN (Devamla) - Bilindiği gibi, bütçeler, gelecek
bir yıllık dönemde, hükümetlerin yapacağı harcamalar ve toplayacağı gelirlerle
ilgili olarak, Parlamento tarafından hükümetlerin yetkili kılınmasını ifade
eden yasalardır. Bütün yasalarda olduğu gibi bütçe yasaları da, Yüce Meclisin,
dolayısıyla Türk Ulusunun iradesini ifade eden belgelerdir. Bu anlamda, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin üyeleri ve halkımızın temsilcileri olarak bizlerin
sorumluluğunun, kısa vadeli, dar görüşlü ya da siyasî polemiğe dönük
düşüncelere kapılmadan, halkımızın bize duyduğu güvene ve bizlere verdiği
yetkiye uygun hareket etmek olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle, bütçe hakkı
temelinde, Yüce Meclis çatısı altında yapacağımız tartışmaların, ulus olarak
hepimizi yakından ilgilendiren 2001 yılı bütçesinin şekillenmesine olumlu
katkılarda bulunacağına içtenlikle inanmaktayım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı
bütçesi, 57 nci hükümetin hazırlayıp, siz değerli milletvekillerinin görüş ve
değerlendirmelerine sunduğu ikinci bütçesidir; hükümetin, ödün vermeksizin,
kararlılıkla uyguladığı üç yıllık enflasyonla mücadele ve malî uyum programının
ikinci dilimini oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, 2001 yılı bütçesinin,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının ilk bütçesi olması, bu bütçenin önemini
daha da artırmaktadır. Bu noktada, 2001 yılı bütçesi üzerinde konuşmaya
başlamadan önce, yine, 57 nci hükümet tarafından hazırlanan ve uygulanan 2000
yılı bütçesinin değerlendirilmesinin, yöntem olarak daha doğru bir yaklaşım
olacağını düşünüyorum. Böylece, hükümetin 2000 yılı bütçesinin uygulamalarıyla
ilgili performansını değerlendirebilir ve 2001 yılına ilişkin beklentilerimizi
daha sağlıklı şekillendirebiliriz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe tekniği ve
uygulaması açısından 2000 yılı bütçesi, son derece olumlu bir performans
göstermiştir. Buna yol açan temel etkenleri biliyoruz. En başta, hükümet,
hiçbir siyasî gelecek kaygısına kapılmadan, hiçbir popülist düşünceye
kapılmadan, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarca da desteklenen istikrar
programı uygulamasını büyük bir ciddiyetle sürdürmüştür. Hükümet tarafından
kararlılıkla sürdürülmekte olan ve esasen, 1999 yılının sonundan itibaren
uygulamaya konulan enflasyonla mücadele ve malî uyum programının hedeflerinden
biri ve en önemlisi, son yirmibeş yıllık dönemde, ülkemiz veya halkımızın en
önemli sorunu olan kronik yüksek enflasyonun kaynağını teşkil eden kamu
açıklarının önlenmesi ve kamu finansman dengesinin sağlanmasıdır. Bu programın
uygulanması sonucunda, Türk ekonomisi ve kamu maliyesinin sağlıklı bir yapıya
kavuşacağına, bu yapının kalıcı ve sağlam bir denge durumunu ifade edeceğine
inanıyoruz. 57 nci hükümet, halen ödün vermeksizin uygulamasını
sürdürdüğü ekonomik programla hem büyümeyi hem de istikrarı birlikte götürmeyi
hedeflemiş ve bunu, 2000 yılı içinde başarmıştır. 2000 yılında, temel ekonomik
büyüklüklere ilişkin en son gerçekleşme tahminlerine baktığımızda, büyüme
oranının yüzde 6 ve tüketici fiyatlarındaki artış oranının da yüzde 35'ler
düzeyinde olduğunu görmekteyiz. Bu rakamlar, bize, 2000 yılında tatmin edici
düzeyde bir ekonomik büyüme sağlanırken, aynı anda enflasyonunun da aşağıya
çekileceğini ifade etmektedir. 2000 yılı bütçesi, faiz ödemeleri hariç, gelir-gider
dengesinde gayri safî millî hâsılanın yüzde 5,6'sı oranında fazla vererek
içborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranını azaltmayı, kamu açıklarının
piyasalardaki baskısını hafifletmeyi ve reel faiz oranlarını makul düzeylere
düşürmeyi öngörmüştü. 2000 yılı gerçekleşme tahminleri, bu konuda,
başlangıçtaki hedefin ötesinde bir iyileşme sağladığını ve faiz dışı bütçe
açığının henüz yıl bitmeden gayri safî millî hâsılanın yüzde 7 oranını aştığını
göstermektedir. 2000 yılında, ekonomik programın bir devamı olarak para
politikaları da buna göre belirlenmiş ve Merkez Bankasının döviz girişi olmadan
para arzını artırmaması esas alınmıştır. 2000 yılı için oluşturulan döviz
sepetinin değeri günlük olarak açıklanarak, ekonomide yer alan birimlerin
önlerini görmeleri, orta ve uzun dönemde tahmin ve yapılanma yapabilmeleri
sağlanmıştır. Programın iç ve dış çevrelerde kabul görmesi ve destek bulması,
ülke ekonomisinin ihtiyaç duyduğu dış borçlanmanın yapılabilmesine olanak
vermiş; böylece, piyasa faiz oranlarının hızla düşmesi, reel ekonominin aslî
faaliyetlere dönmesi sağlanmış ve kapasite kullanımı ve üretim bir önceki yıla
göre artış göstermiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümet,
enflasyonla mücadele programı çerçevesinde önemli ve ciddî adımlar atmış, bu
konudaki siyasî kararlılığını devam ettirmiştir. Hükümet, bu yöndeki çabalarının
başarıya ulaşmaması halinde ülkemiz ve halkımız açısından doğacak zararın
bilincindedir ve sorumluluğunu bilmektedir. Aksi halde, kronik yüksek
enflasyonun yol açtığı ekonomik ve sosyal dokudaki tahribat ağırlaşarak devam
edecek, işsizlik artacak, ekonominin büyüme hızı düşecek ve gelir dağılımındaki
dengesizlikler daha da artacaktır. Globalleşen bir dünyada, ülkeler arasındaki ekonomik
rekabetin, ülkelerin üretici güçlerinin kararlılık ve verimlilik düzeyleriyle
belirlendiği, artık, herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Yüksek enflasyon
olgusu ise, işletmeleri, uzun dönemli tahminler ve planlar yapma yeteneğinden
yoksun kılarak, bunları kısa vadeye hapsetmekte, ekonomik aktörlerin,
dolayısıyla, ülkelerin uluslararası ticaret alanında rekabet yeteneğini ortadan
kaldırmaktadır. 57 nci hükümetin bu konudaki kararlı tutumuyla,
enflasyon, uzun yıllardan beri ilk defa, 75-85 arasındaki bir denge
seviyesinden, yüzde 35'ler civarındaki bir dengeye doğru gerilemiştir.
Enflasyondaki bu düşüş seyri, hükümetimizin ve uygulamaya konulan ekonomik
istikrar programının başarılı bir sonucu olarak kaydedilmelidir. Ancak, dünya
petrol fiyatlarında beklenmedik yükseliş, ülkemiz ekonomisindeki canlanma ile
faizlerdeki gerilemenin getirdiği talep artışı nedenleriyle, 2000 yılı sonu
için hedeflenen enflasyon oranının
tutturulması mümkün olmamıştır.
Ancak, biliyoruz ki, petrol fiyatlarındaki artıştan dolayı, dünyanın pek
çok ülkesi de enflasyon hedeflerini revize etmek zorunda kalmışlardır. Her şeye rağmen, enflasyonda bugün gelinen nokta
itibariyle baktığımızda, son ondört yılın en düşük enflasyon oranının
yakalandığını görüyoruz. Ülkemizde uzun yıllardan beri ilk defa yaşanan bu
kararlılığın sonucu olarak, uzun dönemli yüksek kronik enflasyon olgusu, bugün,
ciddî bir düşüş eğilimi içine girmiştir. Bu mücadelede toplumun tüm
kesimlerinden gelen destek, mücadelenin bu çizgiye ulaşmasında, şüphesiz,
gözardı edilmemesi gereken bir unsurdur. Hükümetimiz, karar ve uygulamalarıyla
halkımıza güven telkin etmeyi başarmış ve karşılığını da almıştır. Enflasyon
oranında 2000 yılında yaşayan bu düşüş, bir süre sonra, halkımız tarafından,
cebinde, mutfağında ve pazarında hissedilecektir. Nihaî amacı halkımızın
mutluluğunu ve refahını sağlamak olan ekonomik istikrar programını kararlılıkla
sürdüren hükümetimiz, enflasyon oranını tek haneli rakamlara indirme konusunda
azimli ve ısrarlıdır. Enflasyonun düşürülmesi, kamu finansmanının
güçlendirilmesi ve ekonomik büyümenin hızlandırılması alanlarında başarılı olan
ekonomik programın, başarı ve devamı konusunda, son zamanlarda birtakım şüphe
ve kaygıların ortaya çıktığı görülmektedir. Esasen, malî piyasalarda geçen iki
üç hafta boyunca yaşanan yüksek dalgalanmadan kaynaklanan bu tereddüt ortamının
giderilmesi için, hükümet, süratle
gerekli önlemleri almıştır. Bu çerçevede, bankacılık sektörünün güçlendirilmesi,
döviz girişlerinin artırılması ve enflasyondaki düşüşün hızlandırılması
amacıyla kapsamlı bir tedbirler paketi uygulamaya konulmuştur. Finans
sektöründe ortaya çıkan bu olumsuz gelişmeler veya karşılaşılan güçlükler, IMF
tarafından miktarı 10 milyar doları aşan bir finansman desteği de sağlanarak,
hızla aşılmıştır. Uluslararası kuruluşlardan sağlanan bu destek, bu
kuruluşların, ülke ekonomisine, hükümete ve ekonomik program çerçevesi içinde
yürütülen politikalara duydukları güvenin bir kez daha teyit edilmesi olarak
değerlendirilmelidir. Programın uygulandığı geçen bir yıl içinde elde edilen
başarılar ve kaydedilen olumlu gelişmeler, şüphesiz, uluslararası desteğin
hemen harekete geçmesinde en önemli rolü oynamıştır. Sonuç itibariyle,
hükümetimiz ve uygulamaya koyduğu ekonomik program, bu sınavdan başarıyla ve
güçlenerek çıkmıştır. Yaşanan bu olayda alınması gereken derslerin alındığına
ve tecrübe hanesine kaydedildiğine, programın uygulanması konusundaki
kararlığın artarak ve tavizsiz süreceğine kimsenin şüphesi olmamalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde, yurtiçi tasarrufların yetersiz kalması
nedeniyle, dışarıdan kaynak bulmaya ihtiyacımız vardır. Eğer ihtiyacımız olan
dışkaynakları yeterli miktarlarda bulamazsak, başta, borç, anapara ve faiz
ödemeleri olmak üzere, kamu kesiminin finansmanında sınırlı olan içkaynağa
başvurulmaktadır. Bu durum ise, bir taraftan piyasa faiz oranlarını
yükseltirken, diğer taraftan reel ekonominin finansman ihtiyacının karşılanmasını
güçleştirmekte, sınırlı miktardaki içkaynağın maliyetini yükselterek,
enflasyonu körüklemektedir. Dışkaynak temini ise, malî piyasalardaki kamu baskısını
azaltarak, reel ekonomiye ihtiyacı olan kaynağı bulabilmesine imkân yaratmakta,
faiz oranlarını düşürerek, maliyetlerin ve enflasyonun gerilemesine zemin
hazırlamaktadır. Nitekim, uygulanan ekonomik program, bu alandaki olumlu
etkilerini göstermeye başlamış ve yıllardır net dışborç ödeyeceği olan ülkemize
dışkaynak girişi başlamış ve ülkemiz, net dış borçlanıcı konumuna
gelmiştir. 2000 yılı bütçesinin finansmanı için, yılbaşından bu
yana, programlanan miktarın da üzerinde, 7,5 milyar dolar dış borçlanma
gerçekleştirilmiştir. İlk defa, dolar piyasasında 30 yıl, euro piyasasında ise
10 yıl vadeli tahvil ihracı yapılmış; böylece, dış borçların vadesi uzatılmış,
borçlanma maliyeti de geçen yıllara göre önemli oranda düşürülmüştür.
Uygulamaya konulan istikrar programı kapsamında sağlanan dış kaynakların
ülkemiz ekonomisine girişiyle birlikte piyasa faizleri hızla düşmüş ve bu
gelişmeye bağlı olarak kamu borçlanma maliyetlerinin de önemli oranda düşmesi
sağlanmıştır. Bütün bu olumlu gelişmeler, bir yıl gibi kısa bir süre
içerisinde, kamu finansmanı alanında hem ciddî bir faiz tasarrufuna hem de
bütçe dengelerinde faizdışı fazla hedefinin aşılmasına imkân vermiştir.
Bütçenin faiz baskısından çıkarılarak sağlıklı bir yapıya kavuşturulmasında
önemli bir mesafe alınmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, sizlere
57 nci hükümetimizin öncülüğünde bugüne kadar gerçekleştirilen ve üç yıllık
ekonomik programın başarısı açısından büyük önem taşıyan yapısal reformları,
kısa cümlelerle hatırlatmak istiyorum. Sosyal güvenlik sisteminin finansman yapısını ve dengesini
sağlamlaştırmayı amaçlayan yasal değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Nitekim,
sosyal güvenlik yasasında yapılan bu değişiklikler olumlu etkilerini göstermiş
ve 2000 yılının haziran ayından itibaren ilk defa Sosyal Sigortalar Kurumu
Hazineden yardım alma ihtiyacı duymamıştır. Bütçe dengesini de olumlu etkileyen
bu gelişme, önemli bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Kamu malî yönetiminde de, bütçe uygulamasında
disiplinin ve saydamlığın sağlanması amacıyla, 24 bütçe içi ve 3 bütçe dışı
olmak üzere toplam 27 fon kapatılmıştır. Uluslararası tahkimle ilgili anayasa değişikliğinden
sonra, ilgili kanunlarda da gerekli düzenlemeler yapılmıştır. İletişim ve enerji sektörlerinde devlet imtiyazına son
veren yasal değişiklik yapılmış ve Türk Telekomun Türk Ticaret Kanununa tabi
özel bir şirket olarak faaliyet göstermesi sağlanmış; ayrıca, Telekomünikasyon
Kurulu adıyla, düzenleyici yetkilere sahip bir kurul oluşturulmuştur. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kurularak
faaliyete geçirilmiş; böylece, bankaların denetim ve gözetimi, olası politik
baskılardan uzak, bağımsız bir kuruluşa verilmiştir. Ülkemiz tarımını ve tarımsal destekleme politikalarını
daha etkin ve verimli hale getirerek üretimde devamlılığı ve üretici
gelirlerinde istikrarı sağlayacak tarımsal sistemin yeniden yapılandırılmasını
gerçekleştirmek üzere, Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulu
oluşturulmuştur. Devletimiz tarafından verilen tarımsal desteklerin,
aracılara değil, doğrudan üreticilere ulaşmasına imkân sağlayacak olan doğrudan
gelir desteği uygulaması için hazırlıklar tamamlanmış ve deneme amaçlı
uygulamalara başlanmıştır. Kamu bankalarının özerkleştirilerek üç yıl içerisinde
özelleştirmeye hazır hale getirilmesini öngören yasa yürürlüğe girmiştir. Bütün
bu düzenle-meleri ve uygulamalarıyla, hükümetimiz, yapısal değişikliklere
verdiği önemi ve bunların gerçekleştirilmesindeki kararlılığını ortaya koymuş
bulunmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanan
ekonomik istikrar programının başarıya ulaşması için, bütçede öngörülen
hedefler büyük ö-nem taşımaktadır. Hükümetimizin temel amacı, enflasyonu
düşürüp, sağlıklı bir kamu finansman dengesiyle sürekli gelişme ve refah artışı
sağlamaktır. Bu amaca ulaşmak için, üzerimize düşen sorumluluklardan kaçmadan,
çıkarlarımızın ve geleceğimizin ortak olduğu bilinciyle, birlikte hareket etmek
zorunda olduğumuzu unutmamalıyız. Hükümetimiz, devletin aslî gelirinin ve en sağlam
finansman kaynağının vergiler olduğunun bilincinde hareket ederek, vergi
sisteminde etkinlik ve verimliliği artırmak ve kayıtdışı ekonominin kayda
alınmasını sağlayarak vergi tabanının genişletilmesi çalışmalarına aralıksız
devam etmektedir. Kayıtdışı ekonominin önlenmesi amacıyla, yurt çapında yapılan
yaygın ve yoğun vergi denetimleri aralıksız sürdürülmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamı
bitirmeden önce, gözden kaçabileceğini düşündüğüm, ancak, son derece önemli
gelişmeleri yansıttığına inandığım bazı hususları, özetle dikkatlerinize sunmak
istiyorum. 2001 yılı bütçesinin öngörüleri çerçevesinde,
önümüzdeki bir yıllık süre içerisinde faiz giderlerinin gayri safî millî
hâsılaya oranı yüzde 17'den yüzde 11'e; vergi gelirlerinin nispeti yüzde 88'den
yüzde 52'ye, bütçe giderleri içerisindeki payı yüzde 45'ten yüzde 34'e
çekilmiştir. Bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 11'den yüzde
3,4'e düşürülmektedir. Bu gelişmeler, kamu maliyesinin, yıllardır özlenen bir
yapıya dönüşmekte olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır. 2000 yılı bütçesi, malî politikalar açısından, ekonomik
istikrar programı hedefinin üzerinde olumlu gelişme göstermiştir. 2000 yılı
bütçesinin gelir hedefleri ve faiz dışı fazla miktarı, öngörülen büyüklükleri
ve oranları aşmıştır. 2000 yılı bütçe açığının, başlangıç hedefinin altında
gerçekleşmesi beklenmektedir. 2001 yılı bütçesi, üç yıllık ekonomik programın ikinci
ve en önemli yılının bütçesi olmasının yanı sıra, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planının da başlangıç yılı bütçesidir. Bu bütçeyle, ülkemiz, uzun vadeli
strateji planımızda da tanımlandığı gibi, yapısal dönüşümlerini tamamlamış,
istikrarlı ve sürekli büyüme trendini yakalamış, kişi başına geliri Avrupa
ülkeleri seviyesinde olan ve dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmiş güçlü bir
dünya devleti olma yönündeki hedeflerine bir adım daha yaklaşmış olacaktır. Bu
hedef, bugün, hatırası önünde saygıyla eğildiğimiz ve daima izinde olduğumuz
Büyük Atatürk'ün bize gösterdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün gelinen
noktada, ülkemiz, hepimizin geleceği açısından son derece önemli olduğunu
düşündüğüm bir sürecin içinde bulunmaktadır. Bu sürecin sonunda, Türkiye'nin
önünde iki temel tercih bulunmaktadır. Bunlardan ilki, ülkemizin bir dünya
devleti olarak, dünyanın birinci liginde bulunan devletleri arasında saygın
yerini, hak ettiğini düşündüğümüz yerini almasıdır. İkincisi ise, en iyi
ihtimalle, başladığımız yere geri dönmek olabilir. İnancım odur ki, Türkiye ve
Türk halkı, saygın, güçlü ve çağdaş bir dünya devleti olma yönündeki tercihini
çoktan yapmıştır. Bu ulusun temsilcileri olarak bizlerin temel sorumluluğu, bu
hedefe doğru ilerleyişimizi kolaylaştırmak, bir anlamda, geleceğimizin önünü
açmaktan ibarettir. Bu görev anlayışı ve sorumluluk duygusuyla, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Tümen. Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldik.
Bu nedenle, alınan karar gereğince, saat 18.00'de toplanmak üzere, birleşime
ara veriyorum. Kapanma Saati
: 15.58 BEŞİNCİ
OTURUM Açılma Saati
: 18.00 BAŞKAN :
Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER
: Hüseyin ÇELİK (Van), Mehmet AY (Gaziantep) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 37 nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz. VI. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1.- 2001 Malî
Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/764) (S. Sayısı: 552) (Devam) 2.- 1999 Malî
Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740, 3/642) (S. Sayısı : 554)
(Devam) 3.- 2001 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/765) (S. Sayısı:553) (Devam) 4.- 1999 Malî
Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/741, 3/643) (S. Sayısı: 555) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesabı Kanunu Tasarıları
üzerindeki görüşmelerde, Doğru Yol Partisi, Fazilet Partisi ve Milliyetçi
Hareket Partisi konuşmalarını tamamlamış, Demokratik Sol Parti adına ilk
konuşmacı Sayın Aydın Tümen görüşlerini ifade etmişti. Şimdi, söz, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Konya
Milletvekili Sayın Emrehan Halıcı'da. Buyurun Sayın Halıcı. (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) Süreniz 23 dakika. DSP GRUBU ADINA MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Bütçeler, uygulanacak ekonomik ve sosyal politikaları
ortaya koyan ve ülkelerin yarınlarını planlayan en önemli belgelerdir. On
gündür, partilerimizin değerli sözcüleri, bütçenin tümü ve detayları üzerinde
eleştirilerini ve önerilerini dile getirdiler; hepsine, huzurlarınızda teşekkür
etmek istiyorum. Ben ise, bütçe ve yeni eğilimlerle ilgili olarak, genel
bir analiz yapmaya çalışacağım. 2001 yılı bütçesinin iki önemli özelliği bulunuyor:
Bunlardan birincisi, hükümet tarafından geçtiğimiz yıl uygulamaya konulan üç
yıllık ekonomik programın ikinci yılına ait olması; ikincisi ise, Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Programı ve cumhuriyetimizin kuruluşunun 100 üncü yılı olan
2023'te dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmeyi hedefleyen uzun vadeli
stratejinin, yine, ilk bütçesi olmasıdır. Bildiğiniz gibi, 57 nci hükümet, uygulamaya koyduğu
ekonomik programda, enflasyonu kesin olarak düşürmeyi, kamu maliyesini sağlıklı
bir yapıya kavuşturmayı, bütçe açıklarını ve faiz giderlerini azaltmayı,
ülkemizde yatırımı, üretimi, istihdamı ve ihracatı artırmayı ve yine ekonomik
program çerçevesinde, dönem içerisinde yapılacak yapısal reformların desteğiyle
de, ekonominin sağlıklı ve istikrarlı bir büyüme ortamına kavuşması hedeflerine
dayanmaktadır. Bu programın en önemli ve en belirgin hedefi
enflasyondur. 1970'li yıllardan beri bir türlü yenemediğimiz enflasyon belası,
ülkemizin ekonomik ve sosyal hayatında, tedavisi çok zor yaralar açmıştır. Üç
yılın sonunda enflasyonu tek haneli rakamlara indirme hedefini 2000 yılı
bütçesinde açıklamış olan hükümetimiz, bu konudaki kararlılığını
sürdürmektedir. Şimdiye kadar birçok hükümet de, tıpkı 57 nci hükümet
gibi, enflasyonu temel bir sorun olarak tanımlamış ve mücadele programlarını
uygulamaya koymaya çalışmışlardır; ancak, başarılı olamamışlardır.
Başarısızlığın nedenini incelememiz gerekir. Enflasyon, tek başına oluşan bir problem değildir,
ekonomideki problemlerin, hastalıkların bir sonucudur. Dolayısıyla, enflasyonla
mücadele demek, onu oluşturan ve büyüten problemlerle, koşullarla mücadele
etmek demektir. Ancak, bu mücadele hiç de kolay değildir; kararlılık
ister, irade ister, azim ister ve en önemlisi, risk alma cesareti ister. İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Bizde var. MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) - Bunların karşısındaki
en büyük engel ise popülizmdir. Şimdiye kadar, iyi niyetle de başlanmış olsa,
popülizmin cazibesinden kendini kurtaramayan siyasî iradeler, enflasyonu
yenememiş, tam tersi, daha da büyümesine neden olmuşlardır. Enflasyon
şampiyonluğu unvanını kazanan kadrolar da, şu an Meclisimizdedir. Popülizm, ekonominin gerektirdiği kuralları uygulamak
yerine, vatandaşa, çok kısa bir süre için bile olsa, sempatik görünecek
tavizleri vermek demektir. Devletin tarım ürünlerini ederinin üstünde bir
fiyatla satın alması, insanlarımıza genç yaşlarda emeklilik hakkının verilmesi,
devletin en önemli gelir kaynağı olan vergi konusunda gerekli düzenlemelerin
yapılmaması, vergi ve sigorta borç ve faizlerinin ertelenmesi popülist
yaklaşımlara verilebilecek örneklerden bazılarıdır. Seçim öncesi dönemler, bu yaklaşımların en üst düzeye
çıktığı dönemler olmuştur. Siyasetçiler, devletin satın alacağı ürünlerle
ilgili âdeta açık artırma yapar gibi fiyat yarıştırmışlardır; ücretlerle ve
yatırımlarla ilgili bol keseden sözler vermişlerdir. Kaynağı olmadan verilen
sözler ve bu sözlerin yerine getirilmesi, bütçe açığı ve onu takip eden
enflasyon demektir. Yaklaşık otuz yıldır devam eden enflasyon serüvenimiz,
bazı vatandaşlarımız ve iş dünyasında da olumsuz alışkanlıkların doğmasına
neden olmuştur. Mal ve hizmet üretenler, girdi fiyatlarında bir artış olduğu
zaman, kendi fiyatlarına bu artışları, üzerine çoğu zaman yeni bir kâr da
ekleyerek otomatik olarak yansıtmışlardır. Kimi kesimler, kimi insanlarımız, enflasyondan tamamen
kurtulmayı hedeflemek yerine, kendi gelirlerinin, enflasyon oranında veya
enflasyon oranının üstünde bir oranda artmasına çabalayan bir tutum
sergilemişlerdir. Fiyatların ve faizlerin sürekli artması, rant kesimini
büyütmüş ve yaygınlaştırmıştır. Yatırımcıların, yatırım yapmak yerine, faiz geliri elde
etmeyi daha kârlı buldukları, hepimizin bildiği bir konudur. Bu faiz ve kâr
ortamının kaybolmaması için, bazı çevrelerin enflasyonla mücadele programına
direnişleri, maalesef devam etmektedir. Daha acı olan, bu direnişlere bazı
siyasî kadroların da destek vermeleridir. İş çevreleri ve iş dünyasını üst düzeyde temsil eden
örgütlerin öneri ve eleştirilerini hükümetimiz saygıyla karşılamakta ve özenle
değerlendirmektedir; ancak, aynı özeni ve saygıyı beklemek, hükümetlerin de,
tüm siyasetçilerin de hakkıdır. Son günlerde bu örgütlerin yaklaşımları, bu
beklentimizden uzak bir görünüm arz etmektedir. Son olarak, İstanbul Ticaret
Odası Başkanlığı sıfatını taşıyan Mehmet Yıldırım adındaki kişi, kendisini ve
kurumunu zor durumda bırakan talihsiz ve sorumsuz beyanlarda bulunmuştur.
İçerik olarak ele alındığında, hitap, üslup, mantık ilişkisi ve anlam bütünlüğü
açısından değerlendirildiğinde sadece mizah malzemesi olabilecek bu konuşmayı
ve konuşmacıyı, ülkemizin en büyük ticaret odası başkanlığı sıfatıyla yapıldığı
için bu kurumun değerli üyelerinin ve kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Milletvekillerini belirlemek, yani seçmek, tüm
milletimizin hakkıdır; ancak, hükümetleri ve onun yapısını belirlemek
Parlamentonun görevidir. Bunun dışındaki beklentiler, ararejim arayışından
başka bir şey değildir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; enflasyonla
mücadelenin sıkıntılı bir dönem sonunda başarılacağı ve her kesimin fedakârlık
yapmak zorunda kalacağı, hükümetimiz ve yetkililer tarafından çok kez dile
getirilmiştir. Bu fedakârlıklara bir yıldır katlanıyoruz ve hedefe doğru önemli
ilerlemeler kaydetmiş durumdayız. Hal böyleyken, bu programa karşı çıkmak, hükümetin
kararlılığını âdeta kırmaya çalışmak, taviz almaya çalışan kesimleri
cesaretlendirmek, doğru bir davranış değildir. Bu millî bir davadır; politik
kaygı ve beklentilerin çok üzerinde tutulmalıdır. Millet adına verilen bu
ekonomik savaş kazanıldığında, bunun galibi, tek başına bu hükümet
olmayacaktır. Bu zaferde en büyük paylardan biri, gece gündüz demeden çalışan,
yapısal reformları ve gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştiren Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Sosyal güvenlik, gümrük, sermaye piyasası, bankacılık ve
tahkim konularında yapılmış olan reform ve yasal düzenlemeleri, hükümetimizin
getireceği yeni reformlar takip edecektir. Yıllık ortalama enflasyon oranları incelendiğinde, bu
oranın, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 10 civarında, gelişmiş olan ülkelerde
ise yüzde 2 civarında olduğu görülür. Ülkemizde, tüketici fiyat endeksine göre,
1998 ve 1999 yıllık artışları, yüzde 70 mertebelerinde gerçekleşmiştir; 2000
yılında ise, bu oranın, yüzde 34 civarında olacağı anlaşılmaktadır; bu, çok
önemli bir gelişmedir. Son ondört yılın en düşük enflasyon oranına erişmiş
olmamız, bu beladan kurtulabileceğimizi, hedefe doğru yaklaştığımızı, bize
göstermektedir. Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'i ve 57 nci hükümeti, bu
başarılarından dolayı kutluyoruz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Daha önce de belirttiğim gibi, 57 nci hükümetin
uyguladığı ekonomik program, kamuda bir bütün olarak genel dengeyi sağlamayı,
harcamaları disiplin altına almayı ve devletin gelir ve gideri arasındaki farkı
kapatmayı amaçlıyor. 2000 yılı bütçesinde yüzde 11,3 olarak hedeflenen bütçe
açığının gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 9,3 olarak gerçekleşeceği
tahmin edilmektedir; aynı oran, 2001 yılı bütçesinde yüzde 3,4 olarak hedeflenmiştir. 2000 yılında yüzde 88'i faize
giden vergi gelirlerimizin, 2001 yılında yüzde 52'ye düşmesi öngörülmüştür. Tüm bu veriler, olumlu gelişmeleri göstermektedir;
tabiî ki, görmek isteyenler için. Maalesef, muhalefet liderleri ve sözcüleri,
olumlu gelişmeleri görmezlikten geliyorlar; onlara göre, hiçbir şey, ama,
hiçbir şey iyi gitmiyor. Değerli arkadaşlar, her şeyin iyi gittiğini söylemek ne
kadar hatalıysa, hiçbir şeyin iyi gitmediğini de söylemek, aynı ölçüde
hatalıdır. Dünya değişiyor, siyaset değişiyor; bizler de, kesin, ama, kesin
değişmeliyiz. Keşke mümkün olsa, bu eskimiş ve milletimizin kanıksadığı siyasî
rolleri bir kenara bırakabilsek. İktidarların pembe, muhalefetlerin simsiyah gözlükleri,
çoğu zaman, gerçekleri görmemize engel oluyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde,
57 nci hükümet güven vermektedir; kararlılığının yanı sıra, gerçekçi bir tutum
da sergilemektedir; sadece iyilerden değil, kötülerden de bahsetmektedir; amaca
ulaşmak için zorluk ve sıkıntılar olduğunu, bu sıkıntılara katlanmamız
gerektiğini ifade etmektedir ve milletimizden sabır istemektedir, destek
beklemektedir. Daha önce enflasyonla mücadeleye başlayıp, sonradan
tavizler vererek başarısız olanlar, şimdi bu hükümeti de taviz vermeye
zorlamaktadırlar, üstelik, taviz almayı bekleyen kesimlerle birlikte hareket
ederek; bu, doğru ve mantıklı bir davranış değildir. Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmelerinde, ne yazık
ki, Meclisimize yakışmayan düzeysiz davranışlara da şahit olduk. Doğru Yol
Partisi sözcüleri, âdeta organize bir biçimde, Başbakanımızın sağlığıyla ilgili
gerçekdışı iddialar dile getirdiler. Bir genel başkan, bir başbakan için
hastalık, ne saklanacak ne de saklanılabilecek bir durumdur. Bu iddialara
muhatap olan kişi belli bir süre ortada olmasa, kamuoyu tarafından görülmese,
iddia sahipleri belki bunu bir gerekçe olarak sunabilirler; ama, basının ve
kamuoyunun huzurunda gece gündüz görev yapan birisi için fütursuzca ortaya
atılan bu iddialar, sadece ve en yumuşak tabirle, bir kötü niyet ürünüdür. (DSP
sıralarından alkışlar) Daha da kötüsü, bir kişinin sağlığının bozulması için
âdeta bir temenni görüntüsü vermektedir. Değerli arkadaşlarım, Yüce Mecliste millet adına görev
yapan tüm milletvekillerinin diğer bir milletvekili için dileyebileceği tek
ortak dilek, iyilik ve sağlık dileği olmalıdır. (DSP sıralarından
"Bravo" sesleri ve alkışlar, MHP sıralarından alkışlar) Dün kulislerde bana, Sayın Başbakanımızın hareketini
yavaş bulduğunu söyleyen arkadaşlarım çıktı. Eğer öyleyse, onu da, 75 yaşında,
günde 14 saat çalışan
Başbakanımızı kem gözlerden koruyacak bir unsur olarak kabul
ediniz. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21 inci Yüzyılı
karşılarken dünyada geçerli olan kavramlar, demokrasi, insan hakları, hukukun
üstünlüğü ve piyasa ekonomisidir. Bilgi teknolojilerinin gelişmesi, ekonominin
küresel bir kimlik kazanması, iletişim ve özellikle internet uygulamalarının
süratle yaygınlaşması, bu kavramların önemini ve etkilerini artırmakta;
dünyamız, kendini hızla geliştiren ve yenileyen bir oluşuma sahne olmaktadır.
Ürün ve hizmetlerin üretim, pazarlama ve tüketiminde yepyeni süreçlerin
tanımlandığı bu oluşum, bilgiye dayalı ekonomi, bilgi ekonomisi ya da daha yeni
bir deyimle yeni ekonomi olarak adlandırılmaktadır. Bilgi toplumu olmayı hedef
olarak kabul eden bir Türkiye, yeni ekonomiyi anlamak ve tüm kurallarıyla
uygulayabilir bir hale gelmek zorundadır. Yeni ekonomiye geçme çabalarımız, eski ekonomimizin
sorunları olan enflasyon, verimsizlik ve kamu kesimindeki hantallıkla
mücadelemizde doğrudan katkı sağlayan itici bir güç oluşturacaktır. Eski ve
yeni ekonomi arasındaki en belirgin fark, bilgi ve iletişimin önemi ve
kullanılış biçiminde ortaya çıkmaktadır. Eski ekonomide işi yöneten ve
sonuçlandıran kurumsal sistemlerde, sadece iş süreçleri ve ilişki süreçleri
bulunur; ürün ve hizmete yönelik olarak üreticiden tüketiciye tek yönlü bir
iletişim söz konusudur; tüketici talepleri ve tercihleri birincil öneme sahip
değildir. Eski ekonomide sürecin bir parçası olan iletişim, yeni
ekonomide sürecin bizzat kendisidir. Bunu sağlayan ise, yeni ekonomide bilginin
başlı başına bir üretim faktörü haline gelmiş olmasıdır. Bilgi, en önemli değer
haline geldiğine göre, bilginin üretim, iletim, paylaşım ve denetiminde çok
yönlü kanallara ihtiyaç duyulacağı açıktır ve bilgiden katmadeğer yaratabilmek,
iletişimin başarısına bağlıdır. Bilgi toplumu hedefine, sadece bilgi ve iletişim
teknolojilerini kullanmakla ulaşamayız; toplumu oluşturan insanların bilişim
kültürüne sahip olmaları gerekir. Düşünen, bilgi üreten ve bilgi
teknolojilerini kullanarak verimli olmasını bilen, zihinsel üretimi yüksek,
girişimci, yaratıcı ve zekî insanlar, bilgi toplumunun örnek insanlarıdır. Bu
amaçla, çocuklarımızın ve gençlerimizin, beden eğitimlerinin yanı sıra, beyin
eğitimlerine de önem vermeli, bilgisayar sistemleriyle erken tanışmalarını,
satranç ve benzeri zekâ oyunlarına ilgi duymalarını sağlamalıyız. İnternetin sağladığı olanaklar, ekonomik, sosyal ve
kültürel hayatımıza, daha önce hayal dahi edemediğimiz uygulamaların girmesini
sağlamıştır. Elektronik posta, kısaca e-posta olarak tanıştığımız bu
uygulamalar, benzer şekilde başına (e) harfi alarak e-iş, e-ticaret olarak
gelişimini sürdürmüş ve e-devlet kavramına kadar bizleri getirmiştir. Kimilerinin dijital, yani sayısal devlet de dedikleri
bu tanım, devlet ve vatandaş ilişkilerinin bilişim teknolojilerine bağlı
olmasına dayanmaktadır. e-ticaret
uygulamalarında, tüketicilerin, üretici ve satıcılardan, ucuzluk, kalite ve sürat
bekledikleri gibi, e-devlet uygulamalarında da, vatandaşlar, devletten,
güvenilir, eşit, şeffaf ve hızlı hizmet beklemektedir. Ülkemizde, bireylerin ve kurumların etkin bir şekilde
kullandığı, hizmet ve içeriklerin adil olarak sunulduğu bir ulusal bilgi
altyapısı kurulmalıdır. Elektrik, yol, su hizmetlerinde olduğu gibi, devlet, her
haneye internet erişim olanağı sağlamalıdır. Kamu kurumlarında üretilen halka açık bilgilerin tamamı
elektronik ortama aktarılarak bütün vatandaşlar için uzaktan erişilebilir hale
getirilmeli-dir. Biraz önce bahsetmiş olduğum demokrasi, insan hakları
ve hukukun üstünlüğü kavramlarının en üst düzeyde geçerlilik kazanması,
e-devlette çok daha kolay gerçekleşir. Ülkemizde bazı problemlerimizi daha yeni çözmeye
başlamışken, böyle bir bilişim devrimi düşünmek, acaba ütopik bir davranış
mıdır? Bence bu-nun cevabı hiç düşünmeden "hayır" olmalıdır. Ülkemiz, genç ve dinamik nüfusuyla, değişime ve
yeniliğe son derece açıktır. Bu devrimi gerçekleştirmek üzere, kendi
kaynaklarımız kısa sürede harekete geçebilir. Özel sektör, kamu, üniversite ve
sivil toplum örgütlerinden oluşan bilişim sektörümüz, bu atılımı yapmaya hazır
haldedir. Yazılım üretiminin, üniversite-sanayi işbirliğinin,
ar-ge ve inovasyon'un, teknoparkların, risk sermayesi ve girişimciliğin
desteklenmesi, bu süreci hızlandıracaktır. Türkiye, bilgi toplumu olmayı, yeni
ekonomiye geçmeyi ve elektronik devlet uygulamalarını gerçekleştirmeyi,
tümleşik bir misyon olarak belirlemelidir. Bu misyon, ancak, amaçlar, ilkeler,
politikalar ve eylem planlarının tanımlandığı bir reform kapsamında
gerçekleştirilebilir. Bu reformun adı "bilişim reformu"dur. Değerli arkadaşlar, sizlere şimdi, içinde 4 adet
"doğru" geçen çok önemli bir hedef dile getireceğim: Doğru kişi,
doğru bilgiye, doğru zamanda, doğru maliyetle ulaşsın. Bilişim reformunun özeti
budur. Tekrar ediyorum: Doğru kişi, doğru bilgiye, doğru zamanda, doğru
maliyetle ulaşsın. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ülkemizin,
tehditler ve fırsatlar arasında çok hassas bir konuma sahip olduğu dönem
geçiriyoruz. Tehditleri bertaraf edebilmemiz ve fırsatları
değerlendirebilmemiz, birlik ve beraberliğimizi koruyabilmemize bağlıdır. Bunu
da en iyi gösterebileceğimiz yer, Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Gece gündüz
demeden mesai yapan Yüce Meclisimizin değerli milletvekilleri, çalışkanlıkta
gösterdikleri başarıyı, uyum ve uzlaşma konusunda da göstermelidir. Hiçbir milletvekili ve siyasî lider, biraz önce Sayın
Çiller'in yaptığı gibi, kaba kuvvetten, parmak kırmaktan bahsetmemelidir. Biz
DSP Grubu olarak, bileği, yüreği ve beyni güçlü bay ve bayan
milletvekillerinden oluşuyoruz; ancak, bırakın parmak kırmayı, gönül kırmayı
bile aklımızdan geçirmeyiz. (DSP sıralarından alkışlar) Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit başkanlığında 57 nci
hükümetin ekonomik programı çerçevesinde özellikle enflasyona karşı yürüttüğü mücadele,
siyasî hesapların ötesinde değerlendirilmeli ve desteklenmelidir. Enflasyonu
yenmiş bir Türkiye'de hizmet yarışı yapmak, çok daha anlamlı ve güzeldir. Daha
iyi düşünen, daha iyi üreten... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun Sayın Halıcı. MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) - ...ve daha iyi
paylaşan bir Türkiye umuduyla, 2001 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyor, tüm vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın ve Yüce Meclisin ramazan
bayramını ve yeni yılını kutluyorum. Saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Halıcı. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, sayın konuşmacı,
sözleri içinde, Sayın Başbakanın sağlığıyla ilgili konuların, Doğru Yol Partisi
yöneticileri tarafından güdümlenen ve onların yönetimi ve direktifleriyle bu
meselenin gündeme getirildiği yolunda bir açıklamada bulundu. Yani, Doğru Yol
Partisinin Genel Başkanı, Genel Başkan Yardımcıları ve Grup Başkanvekillerini
böyle bir suçlamayla karşı karşıya bırakmışlardır. Ben, konuya cevap vermekten
öte, bu hususta bir açıklama yapmayı gerekli görüyorum, bir görev kabul
ediyorum. BAŞKAN - Sayın Gönül, yerinizden, çok kısa olmak üzere,
buyurun, ifade edin. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sayın Başkan, Meclisimizin
değerli üyeleri, Sayın Halıcı'nın konuşmaları içinde yer alan Sayın Ecevit'in
sağlık sorununun, rahatsız veya sağlıklı olma konusunun, Doğru Yol Partisi
yöneticileri tarafından organize edildiği, teşvik edildiği anlamına gelebilecek
sözlerine karşı, gerek Muhterem Heyetinize gerekse kamuoyuna bir açıklamada
bulunmayı görev kabul ediyorum. BAŞKAN - Buyurun. ALİ RIZA GÖNÜL(Aydın)- Sağlıklı olmak sağlıksız olmak,
kısa olmak, uzun olmak, insanoğlunun elinde olan bir hadise değildir, gayet
doğaldır. Sayın Başbakanın sağlığı üzerinden siyaset yapma gibi bir iddiayı,
kastı aşan cümleler olarak mütalaa ediyoruz. Kesinlikle aklımızdan böyle bir
şey geçemez ve böyle bir şeyin bize yakıştırılmış olmasını da şiddetle
reddederim. Herkese sağlık dileriz, herkese huzur dileriz, herkese başarılar
dileriz. Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gönül. Anavatan Partisi Grubu adına iki konuşmacı arkadaşımız
var. Süreyi eşit mi paylaşacaksınız? A. AHAT ANDİCAN (İstanbul)- Evet. BAŞKAN - İlk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Ahat
Andican'ın. Buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA A. AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde,
Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sizleri ve ekranları
başında bu görüşmeleri izleyen değerli vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. İçerisinde bulunduğumuz 2000'li yılların iki temel
belirleyicisi var ve bu kürsüden, konuşmacılar tarafından çok gündeme
getirildi; bunlar, bilgi devrimi ve küreselleşme. Ulus devletleri etkileyen bu
süreçler, bu iki temel eksen üzerinde gelişmekte. Bu süreçlerin en önde geleni,
karşılıklı bağımlılık sürecidir. Artık, hiçbir devletin, kendi kendine yeterli
olma imkânı yoktur ve bu karşılıklı bağımlılık, bütün ekonomileri, diğer
ekonomilere karşı hassas ve hatta çoğu kez kırılgan bir hale getirmektedir ve
bir ülkede başlayan kriz, yakın çevresinden öte, çok uzak ülkeleri de hızla
etkileyebilmektedir. Küreselleşmenin bir diğer boyutu, ekonomik bloklaşmadır
ve artık, bugün, uluslararası rekabet yerine, bloklararası rekabetten söz
edilmektedir. Ulus ölçeğinin çok ötesinde, dünya genelinde üreten ve ticaret
yapan, dev, ulusötesi şirketler ortaya çıkmıştır. Bugün, dünya ticaretinin
büyük bir kısmı, bu, ulusötesi ya da uluslararası dediğimiz çokuluslu şirketler
tarafından gerçekleştirilmektedir. Teknolojideki bu hızlı değişme, ulus devlet
diye tanımladığımız 20 inci Yüzyılın aktörlerini zorlar hale getirmiştir ve
bugüne kadar geçerli olan emek/sermaye yoğun üretim biçiminin yerini, bilgi ve
teknoloji yoğun bir üretim biçimi almak durumundadır. Siyaset ve ekonomi iç içe girmiştir. Artık, klasik
dışişleri kavramı, yerini, uluslararası ekonomi politik kavramına terk
etmektedir ve bu kavramın bir ucunda, klasik uluslararası diplomatik ilişkiler;
diğer ucunda ise, çokuluslu şirketler, bölgesel entegrasyon konuları ve
yatırım, ticaret konuları yer almaktadır. Özellikle ekonomi, çevre ve insan
hakları gibi konularda, millî olanın nerede bittiği, küresel olanın nerede
başladığı, artık, hayli flu hale gelmiştir ve kesin karar vermek çok zor
olmaktadır. Alan Greenspan'in, dolar faizi üzerindeki bir görüşmesi ya da
demeci, bütün dünya tarafından izlenmektedir. Çin millî para birimi yuanın
üzerinde enflasyon olup olmayacağı konusu, Türkiye de dahil olmak üzere birçok
ekonomiler üzerinde baskı ortaya çıkarabilmektedir. Benzer şekilde, Soros
isimli bir spekülatör, Rusya'da krizi başlatan olayı tetikleyebilmektedir ve
insan hakları, çocuk işçi çalıştırmak, demokratik sürecin kesilmesi gibi
kavramlar nedeniyle, ulus devletler üzerinde boykotlar, ambargolar
uygulanabilmektedir. Bütün bu gelişmelerin ortaya çıkardığı bir gerçek
vardır, bunu söyle-mek için bu açıklamaları yaptım. Ekonomisini dünyayla
bütünleştirmek isteyen bir ülke, artık, kendi iç dinamiklerine ve toplumsal
taleplerine göre politikalar üreterek dünyada var olmayı sürdüremeyecektir. Bu
ülkelerin siyasî kadroları da, ülkeleriyle ilgili kararlar alırken, bu
kararların dış dengelerle ne kadar örtüştüğünü, ne kadar uyum içerisinde
olduğunu göze almak zorundadırlar; aksi takdirde, verdikleri sözleri yerine
getiremeyeceklerdir. Bu gelişmeleri içeren küreselleşme olayının,
milletlerin toplumsal yapılarına, tarihsel birikimlerine, sosyal değer
yargılarına göre farklı farklı algılandıkları ve farklı uygulamaları ortaya
çıkardığı da bilinen bir gerçektir. Bazıları için, küreselleşme, bugüne kadar uluslararası
ekonominin ve siyasetin aktörleri olan ulusları çok etkilemeyecektir, ulus
devletler, yine, aktör olma özelliklerini sürdüreceklerdir. Bazılarına göre
ise, artık, ulus devletlerin dönemi kapanmaktadır, ulusötesi ya da ulusüstü
teşkilatlar ve NGO'lar, ulus devletlerin görevlerini büyük ölçüde ellerinden
alacaklardır. Bir kısmına göre ise, globalizm ya da kapitalizm süreci, tamamen
kapitalizmin bir uzantısıdır ve yeni bir yüzüdür. Bütün bu teorik tartışmaları bir tarafa bırakacağım;
ama, burada sizinle paylaşmak istediğim bir gerçek var. Özellikle Doğu Blokunun
dağılmasından sonra, dünyada gerçekleşen bir süreci, Türkiye'nin de geleceğe
yönelik karar alma mekanizmalarını etkilemesi bakımından, burada sizinle
paylaşmak istiyorum. Doğu Blokunun dağılmaya başladığı yıllardan itibaren dünya
ekonomisi, korkunç tabiî, karmaşık bir ekonomi; ama, bir şey var, çok net. Bunu
paylaşmak istiyorum; o da şu: Değerli arkadaşlarım, dünya ekonomik aktivitesinin
büyük bir kısmı, bir üçgene yoğunlaşmış durumda. Bu üçgenin bir ucunda Kuzey
Amerika, bir ucunda Avrupa Birliği, bir ucunda da Pasifik havzası var ve bu
üçgen ekonomileri arasındaki karşılıklı etkileşim giderek artıyor. Çin, Hint ve
Rus ekonomileri de, bu üçgenin kenarlarında bekliyorlar ve değerli
arkadaşlarım, bir gerçek var; arşivlerde duruyor. Bu üçgen, 90'lı yılların
bütün ekonomik aktivitelerinin yüzde 70'ini içeriyor. Sanayi mallarının ithalat
ve ihracatının yüzde 70'ini, bu üçgen ülkeleri kendi aralarında yapıyorlar ve
daha da önemlisi, dünyanın fakir ülkelerini aşağıdan yukarıya doğru
sıraladığınız zaman, 102 tane fakir ülkenin toplam sanayi ihracatı, dünya
sanayi ihracatının yalnızca yüzde 1,4'ü, ithalatı ise, yüzde 5'i kadar. Dünya para, sermaye hareketleri açısından baktığımızda,
yine, çok çarpıcı bir gerçek var; o da şu: Sınırların çok geçirgenleştiği ve
sermayenin, artık, çok kolay hareket ettiği bir dönemde, bu üçgen ülkeleri
içerisinde hareket eden sermaye, dünyada hareket eden sermayenin yaklaşık yüzde
80'i; kalanı, gelişmekte olan ülkelere kalanı, fakir ülkelere kalanı yüzde 5-6
kadar. Dünya ekonomisinin ortaya çıkardığı bir gerçek daha
var: Sembol ekonomisi. Nedir o; üretime ve onu satmaya dayanmayan, sadece, para
hareketine; yani, döviz kurlarına, spekülasyona, kredi bulma ve onun
karşılığında para kazanmaya dayanan bir ekonomi ve reel ekonominin, yani,
üretime ve satmaya dayanan reel ekonominin neredeyse defalarca katı. Sadece
örneklemek açısından söylüyorum: Bu merkezlerden Londra euro-dolar piyasasında,
bir günde olan miktarı söylemeyeyim; ama, bir yılda, dünya reel ekonomisinin
neredeyse 25 katı fazla para dönüşüyor. Bütün bu konuları, malumatfuruşluk
-eskiler öyle derler, biliyorsunuz- ya da, yeni deyimle söylemek gerekirse
bilgiçlik yapmak için söylemiyorum, bütün bu verileri, bir şeyi paylaşmak için
gündeminize getirdim; o da şudur: Bu, bir gerçek artık, istesek de, istemesek
de, görmek istesek de, görmek istemesek de, yukarıda belirtilen üçgen ülkeleri
dışında kalan ülke ekonomileri, bu üçgen içerisinde yer alamadıkları takdirde,
giderek marjinalleşecekler, kenara doğru itilecekler ve zenginlik oluşturma
sürecinin dışında kalacaklardır ve maalesef, bu, dünyanın gerçeğidir. Kuşkusuz,
bu öngörünün bir alternatifi olarak şunu söyleyebilirsiniz, bir dördüncü ayak
yaratarak, bu üçgeni bir dörtgen haline çevirebilir dışarıda kalan ülkeler,
bugünün koşullarında bunun nasıl ve hangi ortamda gerçekleştirilebileceğini de,
sizin takdirlerinize bırakıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kuşkusuz, her
ülke gibi, Türkiye de, bu yüzyılın, 21 inci Yüzyılın acımasız rekabet ortamında
ayakta kalabilmek için, kendi toplumunun doğal kaynaklarını, fizikî
değerlerini, insan sermayesini ve sosyal sermayesini en etkin biçimde kullanmak
zorundadır. Amaç, iyi bir toplumsal yapı ve etkin bir siyasî liderlik temelinde
istikrarlı bir ekonomik sistem oluşturmak ve millet genelinde sürdürülebilir
bir zenginliği ve refahı yakalamaktır. İstikrarlı bir ekonomi kavramından ne
anlaşıldığı tartışmalıdır; ama, ekonomik büyüme, fiyat istikrarı, ödemeler
tablosu denkliği, tam istihdam ve adil gelir dağılımı olarak bunu tanımlamamız
mümkündür. Bütün dünya ekonomilerinde temel amaç, üretilen mal ve hizmetlerin
miktarlarında artış sağlamaktır. Zira, göreli olarak çok mal ve hizmet üretmek,
aynı zamanda kalkınmış ülke olmak anlamına da gelmektedir. Bu üretimin rakamsal göstergeleri ise, hepimizin çok yakından
bildiği gayri safî millî hâsılada artış
ve kişi başına düşen gelirin artmasıdır. Bu parametreler açısından
baktığınızda, hedeflerin ne olması gerektiği ortadadır. Gelişmiş bir ülkeyseniz
eğer, diğer gelişmiş ülkelerin ortalaması kadar bir gayri safî millî hâsıla
artışı gerçekleştiriyorsanız, problem yoktur; ama, gelişmekte olan bir ülkeyseniz,
nüfus artışınızı da göz önüne alarak, bu ortalamanın üzerinde bir gelişme
sağlamak mecburiyetindesiniz. Gelişmiş ülkelerdeki ekonomik büyüme
ortalamasının yüzde 4'ler civarında olduğunu, ülkemizdeki nüfus artışının da
yüzde 2'ler civarında olduğunu hatırlarsak, Türkiye'nin hedefi ortadadır. Yani,
bu farkı kapatabilmek için, en az yüzde 7'lik bir büyüme hızını gündeminde
tutmak, siyasetçilerine düşen görev de bunu gerçekleştirmektir. Ne yazık ki,
Türkiye, ilk planlama dönemlerinden itibaren bu hedefi önüne koymuştur; ama,
1980'li yıllar itibariyle, bugüne kadarki ortalamayı aldığımızda, yüzde 4'ler
civarında bir büyüme yakalanmıştır. Kişi başına düşen millî gelir kavramını da burada çok kısa
konuşmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, ekonomi için 5 000 dolar seviyesi,
bir benzetmeyle bunu gündeminize getirmek istiyorum; pistten kalkan bir uçak
gibidir; yani, bir ekonomi, kişi başına düşen gelirini 5 000 dolara ulaştırdığı
zaman, pistten kalkan uçak konumuna geçmiş demektir ve onun, artık, bir
otomatik pilota bağlanarak, rahatça uçabilmesi; yani, o kalkış ve iniş anındaki
riskten kurtulabilmesinin yolu da 10 000 dolarlar düzeyidir. Bunun, bir şeyle daha çok yakından ilişkisi vardır;
dünyanın hiçbir gelişmiş demokrasisi 7 000-8 000 doların, 10 000 doların
altında kişi başına düşen gelire sahip değildir. Türkiye 3 000 dolarla bunu
başarmaya çalışmaktadır; fakat, o ortamı yaratmak; işte siyasetçiye, işte
Parlamentoya, işte Türkiye'ye düşen görev budur. Ekonominin yapısının ve gelişmişliğinin bir diğer
göstergesi de, üretim sektörlerinin millî gelir içerisindeki payı, onlara ne
pay düştüğüdür. Gelişmiş bir ekonomiye baktığınızda, millî gelire tarımın
katkısı yüzde 5'in altındadır. Sanayi yüzde 30-35'lerde ve hizmet sektörü de
özel sektöre de yüzde 65'ler civarında olmak durumundadır. Türkiye'ye baktığımız zaman, tarım kesiminin
ağırlığının hâlâ yüzde 15-20'lerde olduğunu görüyoruz ve maalesef,
istihdamımızın da yüzde 40'ı bu kesimde yer almaktadır. Uzun bir süreden bu
yana, ikili bazen üçlü rakamlara ulaşan müzmin bir enflasyonla karşı karşıyayız
ve 57 inci cumhuriyet hükümeti tarafından başlatılan üç yıllık istikrar
programıyla enflasyonun son ondört yılın en düşük seviyesine düşmüş olması
sevindirici bir gelişmedir. Sosyal güvenlik, enerji, tarım ve bankacılık
alanlarında yapılan yapısal düzenlemeler, gerçekten, geleceğe yönelik
ümitlerimizi artırmaktadır. Vergi ve harcamalar boyutunda 2000 yılının hedefleri
yakalanmıştır, 2001 yılı açısından da faiz yükünün çok azaldığı görülmektedir.
Bütün bunlar, benden sonraki konuşmacı arkadaşım tarafından, bütçeyle ilgili
olarak, analitik bir biçimde huzurunuza getirilecek; onun için üzerinde durmak
istemiyorum; ama, bir konuya değinmek istiyorum. Özellikle, kasım ayı içerisinde geçirdiğimiz ve şu anda
kontrol altına alınan krizin ışığı altında bir konuyu açıklamamız gerektiğini
düşünüyorum. Özelleştirme konusunda, 2000 yılı için konuşmak gerekirse,
söylemek gerekirse, ikircikli bir tavır sergilenmiştir ve zaman zaman da
çelişkili olan bu tavır, ne yazık ki, 2000 yılı için bütçeye konulan hedeflerin
yakalanmasına imkân vermemiştir. Ayrıca,
bu o kadar önemli değil belki; ama, daha da önemlisi, istikrar programının
sürdürülebilirliğiyle ilgili kuşkulara yol açmıştır. Bu konudaki görüş
farklılıklarının, maalesef, biraz iç politika malzemesi olarak da kullanılması
ve hatta zaman zaman medyanın önünde, sanki bir reality-shov programı gibi
tartışılıyor olması da, zannediyorum buluttan nem kapan dış finans çevreleri
için biraz hassaslaştırıcı, ilite edici, uyarıcı bir ortam yaratmıştır ve
böylece, bu negatif etki, kasım krizinin doğmasına bir zemin hazırlamıştır. 2001 yılı bütçesine, 3,7 katrilyonluk bir özelleştirme
geliri konulmuştur. Dolayısıyla, burada, altını çizerek vurgulamak istediğim
şey, özelleştirmede bir tıkanıklığın olmasına hükümet ortakları izin
vermemelidirler ve bunu, uyum içerisinde, bütçeye konulduğu formatta
gerçekleştirmelidirler. Programın bir diğer temel unsuru da, döviz programıdır
veya döviz uygulamasıdır. Burada da, çipa sisteminin ihracatı zorlaştırıcı
etkisine bağlı olarak, hükümet, bu konuda önlemlerini almalı ve gümrük
birliğinin ve dışticaret rejimimizin izin verdiği ölçülerde, bu noktada da
ihracatçımıza destek sağlamalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye
açısından çok önemli bir diğer konu, Avrupa Birliği meselesidir. 55 inci Mesut
Yılmaz Hükümetinin, 1997 yılında, Lüksemburg Zirvesi kararlarına karşı,
Türkiye, diğer aday ülkelerle aynı statüde kabul edilmedikçe Avrupa Birliğiyle
siyasî ilişkilerin dondurulacağı yönündeki kararlı politikası meyvelerini
vermiştir. Bugün, Katılım Ortaklığı Belgesi ve ardından da ulusal program
hazırlanma noktasına gelmiştir. Avrupa Birliği üyeliği, rahmetli Özal'ın
söylediği gibi, uzun, ince ve zor bir yoldur. Avrupa Birliğini bir Hıristiyan
kulübü olarak bırakmak isteyen, genç ve dinamik Türk nüfusundan çekinen
çevreler, birçok gerekçeler ileri sürerek Türkiye'yi dışarıda bırakmak
istemektedirler. Benzer şekilde, Türkiye'de de, bugüne kadar kazandıkları
siyasî, ekonomik ve sosyal konumu kaybetmekten korkan birçok çevre, benzer
nitelikte engeller yaratmaktadırlar. Türkiye, değişim ve gelişim için tarihî bir fırsatı
yakalamıştır. Konuşmamın başlangıç bölümünde vurguladığım gibi, üçgen
ekonomilerinden biri olma imkânını yakalamıştır. Bu noktada, hem içerideki
dinamikler hem dışarıdaki dinamikler örtüşmektedir. Bize düşen, bu noktadaki
gerekli değişimleri, reformları yaparak, hızla başarıya ulaşacak yönde
çalışmalarımızı sürdürmektir ve ulusal programın mümkün olduğu kadar hızlı
gerçekleştirilmesini sağlamaktır. Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; 1990'lı
yıllarla birlikte bağımsız Türk cumhuriyetlerinin ortaya çıkması, Türkiye için
bir başka büyük fırsat yaratmıştır ve Türkiye'nin Avrupa karşısındaki konumunu
da büyük ölçüde güçlendirmiştir. Türkiye, Avrasya coğrafyasında etkinliğini
artırmak için ciddî bir çaba içerisindedir, günden güne de etkisi artmaktadır;
fakat, burada, duygusal olmaksızın bir gerçeği de sizinle paylaşmamız lazım.
Avrupa Birliğinin alternatifi olarak kısa dönemde bir Türk bloğu
oluşturulabilir mi; ne yazık ki, uzun vadede gerçekleşeceğine kesin olarak
inandığım bu süreç, kısa vadede mümkün olmayacaktır. İşte, bu noktada, tabiî,
bunun gerekçelerini de tartışmamız lazım; çünkü, siyasî veya ekonomik bir
bloklaşma, iki şekilde olmaktadır: Ya bir merkez ülkesi olacaktır ABD gibi,
onun etrafında bloklaşılacaktır ya da siyasî yapısı, ekonomik yapısı, millî
geliri birbirine denk olan ülkeler bir araya gelerek, siyasî ve ekonomik bir
bloklaşma yapacaklardır. Aksine, sadece, dinî, millî, etnik, tarihî ve dil
birliktelikleri olması, bu işin gerçekleşmesi için, biraz önce söylediğim
ekonomik süreçle organik olarak desteklenmedikçe mümkün olamamaktadır. Hepinizin çok yakından takip ettiği Arap dünyasının
durumu, buna, çok yakından bir örnektir; ama, demokrasisini güçlendirmiş,
olgunlaştırmış, ekonomisini küresel rekabete dayanıklı hale getirmiş ve siyasî
gücünü yoğunlaştırmış AB üyesi bir Türkiye, Türk dünyasında hedefimiz olan
büyük dönüşümün merkez ülkesi haline gelebilecektir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyaset kurumu,
ne yapılırsa ülkemiz gelişir, güçlenir sorusu kadar, ne yapılırsa ülkemiz geri
kalır sorusunu da sormak zorundadır ve bu soruya verilecek cevaplara da
inanıyorum ki, hepiniz katılacaksınız- şöyle demek mümkündür: Türkiye,
toplumdan gelen demokratik talep ve beklentileri dikkate almadığı zaman,
insanımız, düşünceleri veya inancı nedeniyle baskı gördüğü zaman, toplum
devletine güvenmediği zaman, adalet kavramı anlamını kaybettiği zaman, siyasî
alan daraldığı zaman, etkisini ve sorun çözme yeteneğini kaybettiği zaman,
özgürlükçü değil, baskıcı ve yasakçı bir anlayış egemen olduğu zaman, değişim
ve yenilikçilik yerine statükoculuk ve bağnazlık hâkim olduğu zaman, temel hak
ve özgürlükler insanımıza fazla görüldüğü zaman, gelir dağılımı bozulduğu zaman
ve bir avuç mutlu azınlık, ülke kaynaklarını haksız bir şekilde sahiplendiği
zaman ve en önemlisi, en önemlisi, gerekçesi ne olursa olsun, dış dünyaya
açılmaktan korkarak kendi içine kapandığı zaman geri kalacak ve bir kaos
içerisinde, bir üçüncü dünya ekonomisi, geri kalmış bir ekonomi olma kaderiyle
karşı karşıya kalacaktır. Bu, Türkiye'nin layık olmadığı bir durumdur. Bizim
görevimiz, bunun olmasını engellemektir. Değerli arkadaşlarım, konuşmamı tamamlamadan önce
-sürem dolmak üzere- bir konuya daha değinmek istiyorum. Sabah saatlerinde
Doğru Yol Partisi adına burada konuşma yapan değerli konuşmacı 55 inci Hükümet
Başbakanını atanmış Başbakan olarak ve dolayısıyla 55 inci Hükümeti de atanmış
hükümet olarak tanımladı. Ben de, o hükümetin bir üyesiydim ve verdiğim
hizmetten onur duyuyorum. Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Bu mukaddes
çatının altında seçilmiş milletvekillerinin oylarıyla görev almış bir hükümet
atanmış hükümet değildir, onun Başbakanı da atanmış Başbakan olmaz, olamaz,
değildir. (ANAP sıralarından alkışlar) AHMET İYİMAYA (Amasya) - Söylediklerinle gerçeği
çarpıtamazsın. A. AHAT ANDİCAN (Devamla) - İkincisi, sayın
konuşmacının da içinde olduğu hükümetin, Türkiye'yi getirdiği uçurumun
kenarında, demokrasinin tartışılır hale geldiği noktada elini taşın altına
koyarak, o güçlüğü, her türlü negatif etkilerinin geleceğini bile bile,
omuzlayan, o cesareti gösteren Anavatan Partisi ve Demokratik Sol Parti
önderliğinde, onların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan hükümetin ve onun
Başbakanı Mesut Yılmaz'ın... NEZİR AYDIN (Sakarya) - Vay anasını!.. A. AHAT ANDİCAN (Devamla) - ...atanmış Başbakan değil,
kutlanması gereken bir Başbakan olduğuna inanıyorum, o hükümetin de kutlanması
gerektiğine inanıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Eğer, o partiler ve
o Başbakan o sıkıntılı dönemde omuzlarına o görevi almamış olsaydı, belki
sabahki sayın konuşmacı şu kürsüden özgür bir şekilde, istediği bir şekilde,
canı nasıl istiyorsa o şekilde tenkitlerini gündeme bile getiremeyecekti; bunu
unutmamamız lazım diye düşünüyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) AHMET İYİMAYA (Amasya) - Ne olacaktı, onu söyle... 28
Şubatın gölgesi!.. RAMAZAN GÜL (Isparta) - 28 Şubat olayını silemezsiniz. A. AHAT ANDİCAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım,
toplumu gerginleştirmememiz gerekiyor. Siyaset gerginleştiği ölçüde, toplum
gerginleşir, kutuplaşmalar olur ve Türkiye'nin en son istemesi gereken şey
budur, Türkiye'yi geri bırakacak gerekli atılımları yapmasını engelleyecek en
önemli şey, siyaset kurumunun klişeleşmiş siyaset yapmasıdır, toplumu
kamplaşmaya götürmesidir ve kavgaya dayalı bir siyaset yapmasıdır; bu eski
siyaset anlayışını bırakmamız lazım. 2001 yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı
olmasını diliyorum. Hepinize ve ekranları başında bizleri izleyen değerli
milletimize, vatandaşlarımıza saygılar sunuyorum. Önümüzdeki bayramın ve yeni
yılın ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Saygılarımla. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Andican. İkinci konuşmacı, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan
Aslan. Buyurun Sayın Aslan. (ANAP ve MHP sıralarından
alkışlar) ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Siz milletvekili arkadaşlarımın ve bizleri
televizyonları başında izleyen değerli vatandaşlarımın bayramlarını ve yeni
yıllarını kutluyorum. Bütçeler, ülkede alınacak tüm ekonomik kararlar için en
temel göstergedir; devletin, ekonomiden aldığı kaynakları nasıl kullanacağını
belirleyen, bu kullanımı bir plan, program ve disipline bağlayan metinlerdir.
Bütçe, bizim, nereye, nasıl, hangi araçla, hangi zamanda ulaşacağımızı gösteren
bir taahhütnamedir. Bütçe görüşmeleri, sadece iktidarın değil, muhalefetin
de geleceğe ilişkin değerlendirme ve beklentilerinin tartışıldığı bir platform
özelliği taşır. Ne var ki, muhalefet, bugün, bütçeyi konuşmak varken, demagojik
ve abartılı beyanlarla, felaket tellallığı yaparak, popülist yaklaşımlarla
ucuza kaçarak bütçeyi konuşmamıştır. Bebek katilini affetmek, Anayasanın 14 üncü maddesi
dururken, kimin haddine! Yanlış beyanlarla milletimizi ve şehit ailelerimizi
tahrik etmekle kimse bir şey kazanamaz. Atanmışlık, seçilmişlik edebiyatı
yapanlar, Genel Başkanımızın demokratik açılımlarını kıskanarak izleyenler, 28
Şubat öncesi Millî Güvenlik Kurulu belgelerinin altındaki imzaların kime ait
olduğunu iyi tetkik etsinler. NEZİR AYDIN (Sakarya) - Vay anasını!.. BEYHAN ASLAN (Devamla) - Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman
Demirel'in veto ederek geri gönderdiği Af Yasasında, ısrarla, affı reddetme
hakkını koyduran Sayın Yılmaz'dır. Bu, afla ilgili iddiayı, Sayın Genel
Başkanıma yakıştıranları, yüce milletimizin takdirine bırakıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomi, kıt
kaynaklarla toplumun refahını maksimuma çıkarmak için kullandığımız politikalar
manzumesidir. Hedef, ekonomiyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmaktır. Görüştüğümüz 2001 yılı bütçesi, üç yıllık ekonomik
programın ikinci aşamasını oluşturmaktadır. Bu bütçenin bir başka özelliği de
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının ilk bütçesi olmasıdır. 2001 yılı
bütçesi, 57 nci hükümetin de sizlere sunduğu ikinci bütçedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son iki yüzyıl
boyunca, dünya, hızla giderek artan bir değişim içerisine girdi. Ülkelerin
geleceği de, sadece bu değişime ne derece öncülük ettikleri veya ayak
uydurabildiklerine göre belirlendi. 21 inci Yüzyıl, bilgi ve iletişim
yüzyılıdır. Dijital devrim, yeni yüzyılda pek çok endüstri kolunu değiştirecek
ve yok edecektir. Örneğin, konvansiyonel kimya teknolojisiyle ilaç üreten
şirketlerin hiçbirisi kalmayacaktır. Bir hastanenin ameliyat odasında, bugün,
kullanılırken gördüğümüz aletlerin hiçbiri onbeş yıl önce yoktu; onbeş yıl
sonra da hiçbiri kalmayacaktır. Benzin sıkıştırmalı motor kullanan otomotiv
endüstrisi de yok olacaktır. Yeni teknoloji, hidrojen tüketen yakıt hücreleri
sistemini hayata geçirecektir. Askerî güç, kitle imha silahlarına sahip olmakla
ölçülmeyecektir. Uluslararası askerî güç, uydu sistemiyle dünyayı gören,
işiten, diğer ülkelerin uydu sistemlerini bozabilen sistemlere sahip olmakla
ölçülecektir. 21 inci Yüzyılda, ülkeler, arz etmeye çalıştığım niteliklere
göre, ekonomide güçlü olabileceklerdir.
Eski teknolojiyle üretim yapan tesisleri, en kısa zamanda kapatabilen
ülkeler, en çabuk olarak zarardan kurtulacaklardır. Bu özellik, iki kaçınılmaz
sonucu beraberinde getirmektedir: Devletçi ekonomik politikaları sürdüren
hiçbir ülkenin başarı şansı yoktur. İşgücü esnekliği bulunmayan hiçbir
ekonominin rekabet gücü olmayacaktır. Yeni sanayi kollarını açma yeteneğini
teknolojiyle bütünleştiren, hizmet sektörünü koruyabilen, tüketime yönlendirebilen
üretim teknolojisini yaratan insanların yeteneklerinden en geniş ölçüde
yararlanan ülkeler, 21 inci Yüzyılın öncü ülkeleri olacaktır. Türkiye, bunun dışında kalamaz. Aşımız da, işimiz de,
çağdaş dünyanın bir parçası olmaktan geçiyor. Bunları yapabilmek için,
öncelikle enflasyon olmak üzere, temel yapısal sorunlarımızı aşmamız ve ülkede,
yeniden, sürdürülebilir bir büyümenin altyapısını kurmamız gerekiyor. Bu nedenle, 2000 yılı başında uygulamaya koyduğumuz 57
nci hükümetin istikrar programı son derece önemlidir. Bu programda
hedeflediklerimizi yapmakta geciktiğimiz zaman ve global bir dünyada
yaşadığımızı unuttuğumuz zaman, başımıza nelerin gelebileceğini, 22 Kasımda
kara çarşambada gördük. Bu olayın, bize, istikrar programından ayrılmamamız
gerektiğinin bir ihtarı olduğunun idraki içerisinde olmamız gerekmektedir. Bu
programın uygulamalarından ve hedeflerinden hiçbir tavizin verilmesi söz konusu
olmamalı; ilaç, acı da olsa, içilmelidir. Popülist yaklaşımdan kesinlikle uzak durulmalıdır. Bu politikadır ki,
ülkede, yatırım şevk ve
iklimini yeniden yaratacak; ekonomi,
sağlıklı bir zemine oturacak, istikrarlı ve sürekli büyüme ortamına
kavuşacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi,
yüksek enflasyon, ülkeye ve topluma çok yönlü zararlar veren ekonomik bir
sorundur; gelir dajğılımını bozduğu gibi, ileriye dönük planlamaların yapılmasını da zorlaştırır. 2001 yılı bütçesinin temel hedeflerinden biri de
enflasyonu düşürmektir. Enflasyonla mücadele programı, tavizsiz uygulanmalıdır.
Enflasyon hedeflerinin tutmadığı noktasındaki eleştirilere kısmen hak veriyor
ve saygı duyuyorsak da, onlarca yıl yüzde 70'ler bandında dolaşan enflasyon,
yıllar sonra, ilk kez yüzde 30'lar bandına indirildi. Bu, ciddiye alınması ve
önemsenmesi gereken bir başarıdır. 2001 bütçesine bakınca, enflasyon hedefi,
toptan eşyada yüzde 10, tüketici fiyatlarında ise yüzde 12'dir. Çıtanın iddialı
bir şekilde aşağıya düşürülmesi, son derece önemli bir hadisedir. Bu hedefin
gerçekleşmesi en büyük dileğimizdir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; faiz
ödemelerinde müspet gelişmeyi, iyileşmeyi görmezlikten gelemeyiz. İç
borçlanmanın vadesi, 1999 yılının ilk on ayında ortalama 296 gün iken, 2000
yılında bu rakam 391 güne çıkmıştır. Daha da önemlisi, iç borçlanmanın ortalama
faiz oranı yüzde 98,8'den yüzde 36,2'ye inmiştir. 2000 yılında vergi gelirlerinin yüzde 88'i faize
giderken, 2001 yılında yüzde 52'ye düşmüştür. Bu durum, kamuda ciddî bir faiz
tasarrufunu sağlamıştır. Faiz ödemelerinin bütçe içindeki payı da, yüzde 45'ten
yüzde 34'e inmiştir. Böylece, uzun yıllar faiz ve personel harcamalarından
ibaret hale bürünmüş olan bütçenin, bu niteliğinden kurtarılması yönünde önemli
ve ciddî adımlar atılmıştır. Kamu kaynakları yeniden devletin aslî hizmet alanlarına
yönelmiştir. 2000 yılında, yatırım ve üretimdeki canlanma ithalatta
büyük artışa yol açmış, bu gelişme, ihracat yerine, iç tüketimde artışa sebep
olmuştur. İhracatta uluslararası rekabet acımasızdır. Öncelik, dünya
standartlarında, kaliteli, ucuz, yani, rekabet gücü yüksek bir üretim
altyapısını kurmaya verilmelidir. Bunu yaptığımızda, ihracattaki tüm eşikler
kendiliğinden aşılacaktır. Aynı zamanda, ithalatın sarsıcı baskısından da
kurtulduğumuzu göreceğiz. Değerli milletvekilleri, bütçe gelirlerinin 3,7
katrilyon lirasının özelleştirmeden sağlanması hedeflenmiştir. Özelleştirme, en
sorunlu hedeftir. Enflasyonun düşürülmesi ve kamu maliyesinde sağlanan
disiplinin devamı, özelleştirmedeki başarıya bağlıdır. Özelleştirme konusunda,
öncelikle, hükümeti oluşturan partiler arasında esaslı bir uzlaşmaya varılması,
sonra, süratle ve kararlı bir uygulama dönemine girilmesi şarttır. Bu konuda,
Anavatan Partisi, üzerine düşeni yapmaya kararlıdır. Kredibiliteyi, yani, inanılırlığı kazanmak zordur; ama,
kaybetmekse çok kolaydır. Biz, sunî gündemler yaratır ve onlarla boğuşursak,
yabancı sermaye ülkemizi yavaş yavaş terk eder. Terk eden, beğenmediğimiz
portföy yatırımları değil de, terk eden, Opel, Isuzu gibi, Türk işçisi
çalıştıran, Türk üretim girdisi kullanan doğrudan yatırımlar olursa, o zaman,
bu hadise, ciddîye alınması gereken bir hadisedir; aşımızın, işimizin gitmesi
demek olur ki, ciddiyetle takip edilmesi gerekir. Bir an önce gerçek
gündemimize dönüp, topyekûn kalkınma seferberliğine girişmeliyiz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, günümüzde,
hiçbir ekonomi, dünyadaki gelişmelerden bağımsız, yönünü tayin etme imkânına
sahip değildir. Türk ekonomisi, 1980'li yıllarda serbest piyasa ekonomisinin
mimarı Anavatan Partisinin başlattığı atılımla dünyayla entegre olma yönünde
önemli ilerlemeler kaydetmiş, çok önemli yapısal reformlar bu dönemde yapılarak
yenilik ve değişim rüzgârları estirilmiş, Türkiye'nin önündeki kara bulutlar
dağıtılmış, Türkiye kabuk değiştirmiş, kalkınma şevk ve heyecanı bütün yurdu
sarmıştır. Bu yıllarda, Türkiye'nin siyasî ve ekonomik ağırlığı artmış, her on
yılda bir içerisine düştüğümüz döviz krizi, yokluk ve kuyruk dönemleri geride
bırakılmış; halkımızın otoyollarla, F-16'larla, bilgisayarlarla tanıştığı;
teleks ve telgrafın yerini faksa bıraktığı; siyah beyaz televizyonların renkli
televizyonlara, ülke içi yayınların küresel yayınlara dönüştüğü yıllar
olmuştur. Enerji ithalinden enerji ihracatına geçtiğimiz, organize sanayi
bölgelerinde fabrika bacalarının tüttüğü, turizmin ayağa kalktığı yıllar
olmuştur. 1983 yılında fert başına düşen millî gelir 1 200
dolardı. Anavatan iktidarlarının 1991'de bırakmasıyla, fert başına düşen millî
gelir 2 605 dolardır. Ne var ki, bu statükocu iktidarlar sayesinde, dokuz yılda
mesafe alınmamış ve bugün, 2 700 dolardadır hâlâ. (ANAP sıralarından alkışlar)
Eğer, o atılım, o şevk devam etseydi, o felsefe devam etseydi, bugün, bu fert
başına düşen gelir, hesaplara göre, 7 000 dolar civarında olmak durumundaydı.
Ne var ki, 1991 yılından sonra, statükocu anlayışın iktidarları döneminde,
kalkınma şevk ve heyecanı, ekonomi yeniden duraklamış; hesaba kitaba sığmaz
vaatler ve popülist yaklaşımlarla ekonominin raydan çıkmasına sebep
olmuşlardır, ta ki 55 inci hükümet imdada yetişene kadar. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 yılı
bütçesiyle uygulamaya konan esasların korunması, elbette takdir edilecek bir
husustur; ancak, daha da önemlisi, dünyanın ve ülkenin değişen şartlarına göre
yeni politikalar geliştirilmesidir. 2001 yılı bütçesinde, bu çerçevede, arzuladığımız
kapsamda ve düzeyde açılımları göremediğimizi belirtmek isterim. Sorunun
kaynağı bütçe kanunu değildir. Sorun, Türk maliyesinin giderek daha da
ağırlaşan sağlıksız yapısından kaynaklanmaktadır. Bugün, Türk siyasetinin
önündeki en ciddî sorun, ekonomik problemlerin çözümü yanında, insan hakları ve
hukuk devleti unsurlarını da içeren, çoğulcu, özgürlükçü demokrasinin
tesisiyle, bu çerçevede devletin yeniden yapılandırılmasıdır. Değerli milletvekilleri, demokratik cumhuriyet,
eşitlik, özgürlük ve uygarlıktır; insan haysiyet ve onurunu her şeyin üstünde
tutmaktır. Cumhuriyetin temelindeki iddia, vatandaşlarını çağdaş vatandaş
yapmaktır. Ne var ki, Türkiye Cumhuriyeti, hâlâ somut muhtevasına kavuşamamış,
şeklî bir cumhuriyet konumundadır. Bugün, cumhuriyetin önündeki görev,
gelenekçi, jakoben devletçi anlayıştan süratle kurtulmak, bireylerin temel hak
ve hürriyetlerinin korunup yaşatılması amacına odaklı, insan unsurunu dikkate
alan bir rejim haline gelmektir. Vatandaş, hakları olan, vatandaşlık hukukuna sahip olan
insandır. Vatandaşın haklarını koruyamazsanız, cumhuriyetin temelini
yıkarsınız. Vatandaşın haklarını korumak, cumhuriyetin en temel görevidir.
Cumhuriyeti, cumhuriyet haline getirmenin yolu, modern insanı yaratmaktan ve
vatandaşımızı her şeyin önüne koymaktan geçer. Modern insan, özgürlüklerine
sahip olan insan, haklarını kullanan insandır. Cumhuriyetin bu insana ihtiyacı
vardır. Cumhuriyeti cumhuriyet haline getirmenin yolu, modern
insanı yaratmaktan ve vatandaşı her şeyin önüne koymaktan geçer. Modern insan,
özgürlüklerine sahip olan insan, haklarını kullanan insandır. Cumhuriyetin bu
insana ciddiyetle ihtiyacı vardır. Büyük Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet, Türk insanını
vatandaş yapma, onu temel hak ve özgürlükleriyle donatma projesiydi.
Cumhuriyet, insanımızı her türlü tahakküm ve tasalluttan kurtaracaktır. Bu
nedenledir ki, cumhuriyet, gerçek bir aydınlanma, bir modernleşmeydi. Ne var
ki, zaman içerisinde, Osmanlıdan kaynaklanan devlete bakış açısı cumhuriyete de
hâkim olmuş, devleti kurtarma anlayışı önplana çıkarak, fert küçümsenmiş, inkâr
edilmiş, yok sayılmış, halksız demokrasilerle vakit harcanmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde çağdaş
uygarlığın gelişim dinamiği hep yanlış yorumlanmıştır. Problemler devlet
merkezli olarak halledilir sanılmıştır. Halbuki çağdaş medeniyeti oluşturan
yapı ferdiyetçi anlayış üzerine kurulmuştur; yani, çağdaş uygarlığı yaratan
bireyselliktir. Ferdi boğan devlet odaklı yapılanmadan uzaklaşmak, demokratik
cumhuriyete yaklaşmaktır, demokrasiyle kucaklaşmaktır. Nazari olarak insanımıza haklar verilmiş olması,
uygulamada, ona hak sahibi bir vatandaş olarak davranıldığı anlamına
gelmemelidir. Bazen de verilen haklar keyfî şekilde askıya alınmıştır. Onun
içindir ki, cumhuriyet, halkın rejimi olmaktan daha çok devletin rejimi haline
getirilmiştir. Siyasî partiler gerektiğinde darbe yapılarak, yasaklar
konularak tasfiye edilmiştir. Gerçi, millet, her defasında bu çabaları sonuçsuz
bırakmıştır. Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisinde olduğu gibi,
ihtilal sonraları jakoben anlayışın değil, halkın arzusu iktidarlara gelmiştir;
ama, devlet, siyaset üzerinde çeşitli yollarla baskı kurmaktan hiç
vazgeçmemiştir. Siyasete biçilen rol, halkın talep ve beklentilerini
cevaplandırmak değildir; otoriter bir dayatmanın toplu mühendisliğini yapmakla
vazifeli kılınmışlardır. Her zamanda ve zeminde siyasetin hareket alanı
sınırlanmakla yetinilmemiş, millî iradenin eseri olan siyaset ve siyasetçi,
daima bir yıpratma gayretinin hedefi olmuştur. Siyasetçi, sürekli itham
altındadır. Ne var ki, varlığını demokrasiye borçlu olan sivil kurumlar dahi
siyasetçiye yönelik saldırılardan zevk almışlardır. Farklılıkları reddeden otoriter zihniyet, oy
mekanizmasından, siyasî rekabetten ve muhalefetten daima nefret eder hale
gelmiştir. Siyasete yönelik bu nefret ve bu korkunun temelinde, millet iradesi
vardır. İçinde yaşadığımız gerçeği teslim etmekten çekinmeyelim. Bugünkü temel mevzuatımızın tamamına yakını millî
iradenin ürünü değil, askerî yönetim dönemlerinin eserleridir. Siyasî irade,
dolayısıyla da demokrasi, çoğu zaman vesayet altında olmuştur. Değerli milletvekilleri, kalkınma çabasına bizden çok
sonra başlayan Güney Asya ülkelerinin ulaştıkları ekonomik seviye ile bizim
aramızdaki farkın sebebi, devletin ekonomi üzerindeki tahakkümüdür. Türkiye'de
devlet ile iş âlemi arasındaki ilişkinin sağlıksızlığına da işaret etmek
isterim. İleri ülkelerde yönetimler, işadamlarının ekonomik faaliyetlerini
destekler, onları koruyan konumdadır. Bütün sorunlarına rağmen, bugün,
geleceğimizde umutlu bir ekonomiye sahipsek, bunu 1980 sonrası uyguladığımız
dışa açık serbest rekabete dayalı büyüme stratejine borçluyuz. Rahmetli Cumhurbaşkanımız Özal'ın kararlı tutumuyla
gerçekleştirilen dışa açılma politikası sayesinde, Türk insanının ufku
genişlemiş, Türk siyaseti evrensel standartları idrak etmiştir. Vatandaşımız,
insanca yaşamanın koşullarının farkına varmıştır. Kurtuluş ya da başarı,
dünyanın gittiği yönde gitmektir; demokraside, özgürlüklerde, insan haklarında,
hukukun üstünlüğünde, çağdaş
standartlara ulaşmaktır. Anavatan Partisinin siyasî programının ilkelerini
oluşturan düşünce hürriyeti, inanç hürriyeti ve teşebbüs hürriyeti, çağdaş
devletin çerçevesidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devlet kapısına
gelen vatandaşlarımızı, itilip kakılan, hakir görülen, onuru kırılan, boynu
bükük, el pençe divan duran bir zavallı insan olmak konumundan çıkarıp, hizmet
edilecek birey konumuna, vatandaş konumuna yüceltmeliyiz. Öyleyse, kendi
vatandaşını tehlike sayan bir anlayışla dizayn edilen bu yapıyı, mutlaka
değiştirmeliyiz. Sadece, şikâyet etmek, manzaranın vahametini tasvir etmek,
birtakım odakları suçlamak çözüm değildir; tespitler doğrultusunda yapılması
gerekenleri hayata geçirmeyi başarmaktır; bunları gerçekleştirecek olan da
Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Asgarîden atacağımız adımlar bellidir.
Anayasa, konjonktürel olaylara göre değil, demokratik ve özgürlükçü açılımlar,
çağdaş hukuk normları ve imzaladığımız uluslararası sözleşmeler çerçevesinde
değiştirilmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Aslan, toparlar mısınız efendim. BEYHAN ASLAN (Devamla) - Sayın Çiller'e 7 dakika
verdiniz Sayın Başkan. Ceza Kanunumuz başta olmak üzere, çağdaş standartlara
uymayan, özgürlükleri kısıtlayan hükümler kaldırılıp, bunların yerine çağdaş
düzenlemeler süratle hayata geçirilmelidir. Adlî sistemimiz, adaletin hızlı ve
adil yargılanma hakkı çerçevesinde reorganize edilmeli, vazgeçilmez, nitelikli
savunma hakkı çerçevesinde avukatlık yasası acilen çıkarılmalıdır. Cezaevlerimize yapılan operasyonla devlet otoritesinin
yeniden tesisi, örgüt reklamına dayalı ölüm oruçlarının sona erdirilmesi,
cezaevlerimizin örgütlerin tasallutundan kurtarılmış olmasını takdirle
karşılıyoruz. Ceza ve infaz kurumlarımızda temel ilke olan suçluların
ıslahı hedefi doğrultusunda, cezaevlerinin şehirlerin dışına, güvenlik alanları
da olacak şekilde yeni baştan değerlendirilmeli ve bunu fırsat bilerek, fizikî
yapıya ağırlık verilmelidir. Koğuş sistemi terk edilmelidir. F tipi cezaevinden
asla taviz verilmemelidir. Eskişehir Cezaevinin kapatılmasındaki yanlış,
hatırlardan çıkmamalıdır. Çağdaş anayasalar ve çağdaş ceza mevzuatında,
Anayasamızın 87 nci maddesinde var olan genel ve özel af yoktur. Bugün, gelin,
Anayasamızın 87 nci maddesini değiştirerek genel ve özel affı mevzuatımızdan
çıkaralım. Hukuk dünyamızın, üniversitelerimizin,
vatandaşlarımızın bizden beklediği, yargının yansızlığı ve bağımsızlığına
teminat olacak yargı reformunu mutlaka gerçekleştirelim. Unutmayalım ki, insan
vicdanında en köklü ve içten duygu, adalet duygusudur. Bir ülkede, adaletten
kaygı duyulmamalıdır; çünkü, yargı, son çözüm yeridir. Hantal devlet yapısını değiştirmenin bir boyutu olan ve
koalisyon protokolünde ve hükümet programında yer alan Mahalli İdareler Reform
Yasa Tasarısı, hızla hayata geçirilmelidir. Bir yıllık süre içerisinde çıkması
taahhüt edilen bu yasanın çıkarılmaması, yerel yönetimleri üzmüştür. Bu
konudaki hassasiyetimi belediye başkanlarımızla paylaştığımı ifade etmek
istiyorum. Sosyal güvenlik sisteminde, geçtiğimiz dönemde
çıkarılan reform yasası, yeni yasalarla tamamlanmalıdır. Sosyal güvenlik
alanındaki eksikliklerimiz giderilmelidir. Sosyal Sigortalar Kurumu, yılların
batağından kurtarılmış ve malî yönden kendisine yeterli olma yönünde önemli
adımlar atılmıştır. Geçen yıl, bütçeden 3 katrilyon kaynak emen Sosyal
Sigortalar Kurumu, bu yıl, bu rakamın beşte 1'ini almıştır. İşsizlik Yasası,
işçi-işveren konsensüsüyle çıkarılmalıdır. Sağlık reformu bir an önce hayata
geçirilmeli, çağdaş ve kalıcı bir sistem kurulmalıdır. Eğitim sistemimiz,
altyapısı ve içeriğiyle, hızla, çağdaş bir anlayışa oturtulmalıdır. Sanayi çabalarımız yanında, ülkemizde, ciddî çevre
sorunları da vardır. Çevreyi koruma ve iyileştirme çabalarımıza yoğunluk
kazandırmalıyız. Trafik, ülkenin en büyük iç düşmanıdır. Kazaların
önlenmesine ilişkin gayretlere rağmen, kazaların önüne geçemiyoruz. Son on
yılda, trafik kazalarında ölenlerin sayısı, yetmiş yılda meydana gelen tabiî
afetlerde, İstiklal Savaşında kaybettiklerimizden ve hatta, Kıbrıs Harekâtında
kaybettiklerimizden fazladır. Her yıl, orta büyüklükte bir ilçemiz kadar
insanımızı toprağa veriyoruz. Her kesimden insanımızı, bu sorunun çözümü
konusunda gayrete çağırıyorum. Devlet olarak, altyapıyı oluşturan karayollarının
düzeltilmesi, kara noktaların kaldırılması, bölünmüş yollara ağırlık verilmesi,
demiryollarının geliştirilmesine acil müdahale, denetim ve eğitime önem
verilmesi gerekiyor. BAŞKAN - Sayın Aslan, toparlar mısınız efendim. BEYHAN ASLAN (Devamla) - Toparlıyorum efendim. Turizmdeki müspet gelişmeleri takdirle izliyoruz. 21
inci Yüzyılın en stratejik unsuru olan enerji alanında gösterilen başarılı
yürüyüş, teşvik ve takdir edilmelidir. Demokrasinin katılımcılık unsuru
güçlendirilmelidir ve halk, rejimin sahibi yapılmalıdır. Bu itibarla, Siyasî
Partiler ve Seçim Yasasında yapılacak iyileştirmeyle, demokrasimiz, daha
sağlıklı hale getirilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özgürlükçü,
çoğulcu, katılımcı demokrasiye, iktidar-birey özgürlüğü dengesine, hukukun
üstünlüğü temeline oturan, dogmalardan uzak, değişime açık, düşünce ve inanç
özgürlüğüne, hür teşebbüse yol veren bir yeniden yapılanma dileklerimle, 2001
yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyor, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Hükümet adına, Başbakan Sayın Bülent Ecevit;
buyurun efendim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar, MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2001 malî yılı bütçesi üzerinde hükümet adına konuşmaya
başlarken, sizlere saygılar sunarım, televizyonları başında bizi izleyen
değerli, aziz yurttaşlarımıza da saygılarımı ve en iyi dileklerimi sunarım. 11 Aralıkta başlayan bütçe görüşmeleri, Genel
Kurulumuzda bugün sona ermektedir. Bu yoğun ve yorucu çalışmaya görüş ve
eleştirileriyle katkılarda bulunan tüm milletvekillerine içten şükranlarımı
sunarım. Sayın milletvekilleri, bir ay kadar önce uygulamaya
konulan üç yıl süreli ekonomik istikrar ve yapısal uyum programının
birinci yılı tamamlanmak
üzeredir. Programla, küçülerek değil, büyüyerek istikrar sağlama
kararındayız. Üç yıl sonunda, enflasyonun tek rakama indirilmesi, sürdürülemez
noktaya gelen kamu maliyesinin düzlüğe çıkarılması, ekonominin
enflasyon-borç-faiz sarmalından kurtarılması ve pek çok yapısal ekonomik
sorunun kalıcı biçimde çözülmesi amacındayız. Ekonomik program öncesinde ve
programın uygulanmaya başlanmasından sonra, bazı olumsuzluklar yaşandı. Dünyada
ortaya çıkan ekonomik krizler ve özellikle Rusya krizi Türkiye'yi de olumsuz
etkiledi. Dünya petrol fiyatlarında olağanüstü artışlar görüldü. 1999 yılı
başlarında 10 dolar civarında olan hampetrolün varil fiyatı, zaman zaman 30
doların üzerine çıktı; bugün de, fiyatlar yüksek düzeyini korumaktadır. Ayrıca,
euronun dolar karşısında değer kaybetmesi de dışticaretimiz üzerinde olumsuz
etkiler yarattı. Son iki yıl içinde euronun değeri dolara göre yaklaşık yüzde 5
oranında azaldı. Türkiye'nin dışsatımının yarıdan çoğu Avrupa Birliği
ülkelerine yapılmaktadır. Buna karşılık, dışalımın büyük bölümü Avrupa Birliği
ülkeleri dışından gerçekleştirilmektedir. Bu olgu, euronun değer kaybıyla
birleştiğinde cari işlemler dengesini olumsuz yönde etkilemektedir. Geçtiğimiz yıl iki büyük deprem yaşadık. En gelişmiş 9
ilimizi vuran depremler ekonomimize ağır yükler getirdi. İki yıldır ülkemizde
oldukça yaygın bir kuraklık yaşanmaktadır. Bu durum, özellikle tarımsal
üretimimizi olumsuz etkilemektedir. Bu arada, bankacılık alanındaki zorunlu
operasyonların yarattığı duyarlı ortama enflasyon ve yüksek faiz lobilerinin
çabaları da eklendi. Bunların sonucu olarak, kasım ayında ortaya çıkan yapay
kriz de, maalesef, ekonomiye belli ölçüde zarar vermiştir. Bu yoğunluktaki krizlerin etkisi genellikle çok uzun
sürer. Türkiye'de ise, kriz, birkaç hafta içinde aşılabilmiştir. Bu da,
kararlılıkla uygulamakta olduğumuz programın sağlamlığını ve başarısını
gösterir. Programın uygulama sonuçları genel olarak olumludur. Bu durum,
gelecek için de umut vericidir, yeter ki, bazı çevreler yersiz bir panik havası
yaratmaya kalkışmasınlar. Kamu maliyesi alanında çok olumlu sonuçlar alındı.
Kasım ayı sonunda gelirler yüzde 86,6; vergi gelirleri yüzde 88,2 oranında
arttı. Buna karşılık, giderlerdeki artış yüzde 66,3'te kaldı. Gelirlerde yıl
sonu hedefinin yakalanacağı anlaşıldı. Vergi gelirleri hedefi kasım ayında
aşıldı. Giderlerin yıl sonu hedefinin altında kalacağı belli oldu. Yıl sonunda
7 katrilyon lira olması öngörülen faiz dışı fazla ise, daha eylül ayından
itibaren hedefi aştı, kasım sonunda 9 katrilyon liraya ulaştı. Aynı şekilde,
yıl sonunda 14 katrilyon lira olması hedeflenen bütçe açığı, kasım ayı sonunda
11 katrilyon oldu. Bu durum, gelirlerin artırılması, giderlerin kısılması için
gösterilen olağanüstü çabaların sonuç verdiğini göstermektedir. Değerli milletvekilleri, programın uygulanmaya
başlamasıyla Türkiye, dışarıdan, uygun koşullarda ve rahatlıkla borçlanabilen
bir ülke konumuna geldi. Bütçenin finansmanı için yılbaşından bu yana 7,5
milyar dolar dışborçlanma gerçekleştirildi; uzun vadeli ve düşük maliyetli
borçlanma olanağı sağlandı -dışkaynak faiz oranlarının ve enflasyonun
gerilemesine katkı sağlamaktadır- faizlerin gerilemesiyle içborçlanma maliyeti
önemli ölçüde azaldı, vadeler uzadı. Borçlanmadaki bu olumlu gelişmeler, kamu
maliyesinde faiz giderlerinin azalmasına olanak sağladı. Enflasyonda da önemli düşmeler oldu. Onbir aylık
dönemde artış, toptan eşya fiyatlarında yüzde 30,2, tüketici fiyatlarında yüzde
35,7 oldu. Son beş yılın enflasyon ortalaması, TEFE'de yüzde 71,7; TÜFE'de
yüzde 78,6 oranına vardı. Buna göre, 2000 yılında enflasyonun, TEFE ve TÜFE'de,
son beş yıl ortalamalarının yarısından bile aşağıda kalacağı belli olmuştur.
Aynı zamanda, enflasyon, son ondört yılın en düşük düzeyine inmiş olmaktadır.
Enflasyon değerlendirmesi bakımından önem taşıyan ve kısaca "çekirdek
enflasyon" adı verilen özel imalat sanayii fiyatlarındaki artış da, onbir
ayda, geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık 20 puan gerileyerek yüzde 31,8'e
düşmüştür. Enflasyon beklentilerinin kırılmasında en önemli etken, yürürlüğe
konulan ekonomik programın kararlılıkla uygulanmasıdır. Bu arada, Türkiye ekonomisi yeniden büyümeye
başlamıştır. Dünyada yaşanan ekonomik krizler, petrol fiyatlarındaki artış ve
depremler dolayısıyla geçen yıl ekonomide görülen küçülme, bu yıl yerini ciddî
bir büyümeye bıraktı. Gayri safî millî hâsıla, 2000 yılının ilk dokuz ayında,
geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,4 arttı. Yıl sonunda, büyümenin yüzde
5,5 olan hedefi aşacağı ve yüzde 6'ya yaklaşacağı hesaplanmaktadır. Bu
beklenti, sanayi üretiminde ve işletmelerin kapasite kullanım oranlarında
saptanan önemli artışlarla da güçlenmektedir; şöyle ki: Ekim ayı itibariyle
sanayi üretimi yüzde 13,2 civarında artış gösterdi, imalat sanayiinde kapasite
kullanım oranı, geçen yılki yüzde 71,3'lük düzeyinden yüzde 81,9'a yükseldi. 2000 yılının ilk dokuz ayında, parasal tutar olarak,
dışsatım yüzde 4 artmıştır; ancak, miktar olarak dışsatımdaki artış yüzde
17'dir. Dışsatımdaki artışın belirli düzeyde kalması, büyük ölçüde, euronun
dolar karşısında değer kaybetmesinden kaynaklanmıştır. Dışalım ise, aynı
dönemde yüzde 35,1 oranında artmıştır. Dışalımın sermaye ve aramallar ağırlıklı
olduğu görülmektedir. Sağlanan güven ve saydamlık, faizlerin düşmesi, talebin
artması, dışalımdaki artışın en önemli nedenleri olmuştur. Kuşkusuz,
dışalımdaki artış, yatırımların ve üretimin canlanmasına katkıda bulunmuştur. Türkiye, turizm bakımından çok olumlu bir yıl geçirmiştir.
Turizm gelirlerimiz, yılın ilk dokuz ayında yüzde 47,9 oranında artarak 5,9
milyar dolar olmuştur. Dışsatımdaki artış sınırlı, buna karşılık dışalımdaki
yüksek artış nedeniyle carî işlemler
dengesi 6,7 milyar dolar açık vermiştir. Bu açık, alınmakta olan önlemlerle
azaltılacaktır ve özellikle üretim ve istihdam bakımından büyük önem taşıyan
dışsatımın daha yüksek oranda artması özendirilecektir. Bu amaçla, bütçeden
dışsatımcılara sağlanan finansman desteği iki katına çıkacaktır. Eximbankın
sağladığı finansman desteği de artırılacaktır. Bankanın verdiği kredilerin faiz
oranları, önemli ölçüde düşürülmüştür. Malî piyasalardaki son dalgalanmalardan
sonra, yaklaşık 400 milyon dolar tutarında kredinin vadesi bir ay uzatılmıştır.
Sayın milletvekilleri, malî piyasalarda, kasım ayının
sonlarında likidite alanında yüksek bir dalgalanma yaşanmıştır. Bu dalgalanma,
ekonominin geleceğine ve ekonomik programın başarısına ilişkin kaygılar
uyandırmıştır. Hükümetimiz, bu olumsuz gelişmelere derhal müdahale etmiştir.
Bankacılık sektörünün güçlendirilmesi, beklenen döviz girişlerinin özelleştirme
yoluyla artırılması ve enflasyondaki düşüşün hızlandırılması amaçlarını taşıyan
bir dizi kapsamlı önlem uygulamaya konulmuştur. Bu bağlamda, bankacılıktaki
mevduat garanti sisteminin sürdürülmesi, ayrıca, bankacılık sektörüne açılan
kredilerin de güvence altına alınması kararlaştırılmıştır. Böylece, bankacılık
sisteminde güven ortamının sağlanması amaçlanmıştır. Türk Telekomun yüzde 33,5 hissesi ile Türk Hava
Yollarının yüzde 51 hissesinin özelleştirilmesi kararlaştırılmış, her iki
özelleştirmeye ilişkin ihale ilanları 14 Aralıkta Resmî Gazetede
yayımlanmıştır. Elektrik sektörünün hızla özelleştirilmesinin yolunu açacak
Elektrik Piyasası Yasa Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. Uluslararası Para Fonu yetkilileriyle yapılan
görüşmeler sonunda 10,4 milyar dolar ek kaynak sağlanmıştır. Bu kaynağın
kullanılmasına bu hafta sonundan itibaren başlanabileceğini umuyoruz. Ayrıca,
Dünya Bankasından alınacak 778 milyon dolar tutarındaki malî sektör uyum
kredisi ve 250 milyon dolar tutarındaki özelleştirme sosyal destek kredisi,
Dünya Bankası Yönetim Kurulunun yarınki toplantısında ele alınacaktır. Bunun
dışında, çeşitli yabancı bankalardan 1 milyar dolar köprü kredisi sağlanmasıyla
ilgili çalışmalar sürdürülmektedir. Böylece, ülkemizde ilk kez bu kadar yüksek
tutarda bir dış kaynak sağlanmış olacaktır. Kuşkusuz, bu durum, Türkiye'nin
güven veren bir ülke olmasının ve istikrar yolunda gösterdiği kararlılığın
sonucudur. Bugüne kadar elde edilen sonuçlar, ekonomik programın
başarılı olduğunu açıkça göstermektedir. Program bir yıllık değil, üç
yıllıktır; dolayısıyla, her şeyin bir yılda düzelmesini beklemek insafsızlık
olur. Hükümetimiz uzun yılların sorunlarını çözmektedir. Uygulanan ekonomik
programla, enflasyon düşünceye, malî yapı ve üretim yapısı tam olarak sağlıklı
bir duruma gelinceye kadar bazı sıkıntılar çekilecektir. Ekonomik program,
sadece bir enflasyon düşürme programı değildir, aynı zamanda, ekonominin her alanda
disiplin altına alınması, yeniden yapılandırılması programıdır. Amaç, hem malî
sektörün hem reel sektörün gerçek işlevlerine kavuşturulmasıdır. Bankalar, yüksek faizli kamu kağıtlarıyla bol para
kazanmak yerine, reel sektöre fon sağlayarak gerçek bankacılığa dönecektir.
Tasarruflar, yatırıma ve üretime yönelecektir. Reel sektör ise, bu yolla daha
çok üretecek, daha çok istihdam sağlayacak, daha çok kazanarak, kazandığıyla
yeni yatırımlar yapacaktır. Bu sağlıklı yapıya geçiş, her kesimin çaba ve özveri
göstermesini gerektirmektedir. Önemli olan, özverinin, toplum kesimleri
arasında olabildiğince adaletli bir biçimde dağıtılmasıdır. Bugüne kadar bunu
yapmaya çalıştık, bundan sonra da amacımız bu olacaktır. Bu amaçla, 2000 yılı bütçesiyle, Türkiye'de ilk kez,
uygulanan ekonomik program dolayısıyla memurların ve memur emeklilerinin zarar
görmesini önleyen bir mekanizma getirilmiştir. Buna göre, memurlara ve memur
emeklilerine yapılan maaş artışları enflasyonun altında kaldığı zaman, aradaki
farkın otomatik olarak maaşlara yansıtılması öngörülmüştür. Bu uygulamanın ilk örneği, geçen haziran ayında
uygulanan ek zamla verilmiştir. Yılın ikinci yarısı için, enflasyondaki
gelişmelere koşut olarak memurların ve emeklilerinin maaşlarına yapılacak ek
zam ise, önümüzdeki günlerde Bakanlar Kurulunda görüşülecektir. Böylece, memur
ve memur emeklileri aylıklarının enflasyonun altında kalmaması sağlanmış
olmaktadır. SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşları ise, geçen yıl
yapılan düzenlemeyle, her ay, bir önceki ayın enflasyon oranına göre
artırılarak ödenmektedir. Ayrıca, 2000 ve 2001 yıllarında kiraların, program
hedeflerine uygun olarak artırılması için bir yasa çıkarılmış, bu yolla
kiracıların zarara uğraması önlenmiştir. Önümüzdeki yıl bütçe gelirlerinin yaklaşık yüzde 24,
harcamaların yüzde 4,3 artması programlanmıştır. Böylece, devletin iki
yakasının bir araya getirilmesi bakımından, 2000 yılında attığımız adımlar,
2001 yılında, daha da hızlandırılarak sürdürülecektir. Bunun sonucu, bu yıl hedefi aşarak, kasım ayı sonunda 9
katrilyon liraya ulaşan faiz dışı fazla, 2001 yılında, yaklaşık, 11,5 katrilyon
liraya yükselecek. Yine, hedefi aşarak, kasım ayı sonunda 11 katrilyon liraya
gerileyen bütçe açığı 5,2 katrilyon liraya inecektir. Böylece, 2000 yılında
gayri safî millî hâsılanın yüzde 9,3'ü olması beklenen bütçe açığı, 2001
yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 3,4'ü düzeyine düşecektir. Bu iddialı, ama, aynı zamanda, bize göre, gerçekçi
hedefleriyle 2001 bütçesi, ekonomik program bakımından, büyük önem
taşımaktadır. Geçen yıl, bugünlerde 2000 yılı bütçesinin hedeflerinin hayalî
olduğundan söz edilmişti. Yıl sonuna yaklaştığımız şu günlerde, açıkça
görülüyor ki, hayalî denilen hedefler, birçok olumsuzluğa rağmen, büyük ölçüde
gerçekleşmiştir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, ekonomik programın yükünün,
toplumsal kesimler arasında adaletli dağıtılması konusunda gösterdiğimiz özen,
2001 yılında da sürdürülecektir. 2001 yılında, ayrıca, büyüme oranının yüzde
4,5; enflasyonun, yıl sonunda, TEFE'de yüzde 10, TÜFE'de yüzde 12 olması
öngörülmüştür. Dışsatımın özendirilerek, dışsatıma dayalı sektörlere canlılık
kazandırılması, böylece, cari işlemler açığının azaltılması hedeflenmiştir. Ekonomik programın önemli bir ayağını da yapısal
reformlar oluşturmaktadır. Bu kapsamda, ekonomik bakımdan önem taşıyan birçok
düzenleme gerçekleştirildi. Bankacılık sistemini sağlıklı bir yapıya
kavuşturmak amacıyla yasalar çıkarıldı. Böylece, bankaların ekonomiye katkısı
özendirildi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu oluşturuldu. Sosyal
güvenlik reformu gerçekleştirildi. Sosyal güvenlik sisteminin finansman
dengesini sağlamaya yönelik önlemler alındı. Bu önlemlerin sonuç vermeye
başlamasıyla, Sosyal Sigortalar Kurumu, haziran ayından itibaren, herhangi bir
bütçe desteği almadan, ödemelerini yapmaya başladı. Ayrıca, ülkemizde, ilk kez,
işsizlik sigortası kuruldu. Dış alımda haksız rekabeti önleyici yasa çıkarıldı. Vergi yasalarında önemli düzenlemeler yapıldı. Gümrük Reformu Yasası yürürlüğe konuldu. Kamu maliyesinde disiplinin ve saydamlığın
sağlanabilmesi amacıyla, 27 fon kaldırıldı. Uluslararası tahkimle ilgili anayasa değişikliği
gerçekleştirildi; ayrıca, bu değişikliğe uyum yasaları çıkarıldı. İletişim sektörünün devlet imtiyazı olmaktan
çıkarılmasına olanak sağlayacak yasa değişikliği yapıldı; Türk Telekomun,
Ticaret Yasasına göre, özel bir şirket olarak hizmet vermesi öngörüldü.
Telekomünikasyon Kurulu adıyla yeni bir kurul oluşturuldu. Sermaye Piyasası Yasası çıkarıldı. Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulu
kuruldu. Tarımsal ürünler için verilen desteklerin, aracılar
yerine doğrudan üreticilere ulaşmasını sağlayacak doğrudan gelir desteği
sistemi pilot bölgelerde uygulanmaya başlandı. Bu sistem, 2001 yılından
itibaren, giderek, ülke çapına yaygınlaştırılacaktır. Ayrıca "Alternatif
Ürün", "Çiftçi Kayıt Sistemi", "Hayvancılığın
Geliştirilmesi ve Desteklenmesi" adıyla çeşitli projeler uygulanmaktadır. Tarım Satış Kooperatifleri ve birliklerine malî ve
idarî özerklik verilmesini öngören düzenlemeler yapıldı. Ürün ihtisas borsaları kurulmasıyla ilgili yasa
yürürlüğe konuldu. Orman Yasasında önemli değişiklikler yapıldı. Organize Sanayi Bölgeleri Yasası çıkarıldı. Petrol boru hatlarıyla ilgili yasal düzenleme yapıldı. Son olarak, kamu bankalarının yeniden yapılandırılarak,
özelleştirilmesine olanak sağlayacak yasalar çıkarıldı. Bankacılık sektöründeki devir ve birleşmelere, geçici
süreyle, vergi bağışıklığı tanındı. Az önce de belirttiğim gibi, elektrik sektörünün hızla
özelleştirilmesine yol açacak yasa tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunuldu. Öte yandan, çok sayıda geçici işçi, sürekli işçiliğe
kavuşturuldu. 2000 yılı, Köy Hizmetlerinde büyük atılım yılı oldu. Ekonomik programın en önemli öğelerinden birini de,
özelleştirme oluşturmaktadır. Geçmiş yıllarla karşılaştırdığımızda, 2000
yılının özelleştirme bakımından en başarılı yıl olduğu açıkça görülmektedir. 57
nci hükümet döneminde gerçekleştirilen özelleştirme tutarı, daha önceki
hükümetler döneminde yapılan özelleştirmelerle karşılaştırılamayacak bir
düzeydedir. Ekonomide sağlıklı bir yapılanma amacıyla, yapısal
düzenlemeler, bundan böyle de, kararlılıkla sürdürülecektir. Bankalarla ilgili yasal düzenlemeler yapıldıktan ve
uygun ekonomik koşullar oluşturulduktan sonra, malî durumu bozuk olan bazı
bankalar, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmiştir. Bu dönemde,
bankalarla ilgili çağdaş düzenlemeler yapılmış, uluslararası standartlar
yürürlüğe konulmuştur. Bankacılık alanında düzenleme, denetleme ve yaptırım
uygulama yetkisine sahip bağımsız bir otorite oluşturulmuştur. Çıkarılan yasalarla, bankaların istismar edilmesinin
yolları kapatılmış, banka sahiplerinin veya yöneticilerinin kişisel
sorumlulukları en geniş duruma getirilmiştir. Dolayısıyla, hükümetimiz,
ekonomik istikrar ve yapısal uyum programını uygulamaya koyarken, en duyarlı
alanlardan birinin bankacılık olduğunu bilerek, gerekli düzenlemeleri yapmaya
başlamıştır. Değerli milletvekilleri, hükümetimiz döneminde, bölücü
ve laik demokratik rejim karşıtı terör örgütleriyle mücadele ve failî meçhul
cinayetlerin aydınlatılması bakımından da önemli başarılar elde edildi.
Böylece, ülkemizde huzur ve güvenin pekiştirilmesi yönünde ciddî gelişmeler
sağlandı. Bölücü terör örgütünün etkinliği, büyük ölçüde geriletilmiş olmakla
birlikte, örgüt, silah bırakmamıştır. Bu nedenle, güvenlik önlemlerinin
sürdürülmesi gereklidir. Terör örgütünün siyasallaşma çabalarına da fırsat
verilmeyecektir. Öte yandan, ülkemizdeki Anayasal düzeni yıkarak, yerine
din esasına dayalı devlet kurma amacıyla çalışan örgütler üzerine de etkili
biçimde gidilmiştir. Yıllardan beri halkımıza büyük acılar veren birçok
hunhar cinayetin üstündeki perde kaldırılmış, sorumluları adalete teslim
edilmiştir. Bu kapsamda, Hizbullah örgütü çökertilmiş, örgütün yeniden canlanma
çabalarına da fırsat verilmemiştir. Bu arada, demokratikleşme ve insan haklarının
geliştirilmesi yolunda atılan adımları da kısaca anımsatmak isterim. Devlet güvenlik mahkemelerinin sivilleşmesi sağlanmıştır.
Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası
çıkarılmıştır. İşkence ve kötü muameleye verilen cezalar
ağırlaştırılmış, bu suçların kapsamı genişletilmiştir. Bu arada, Türk Ceza Yasasının yenilenmesiyle ilgili
çalışmalar sürdürülmektedir. Ayrıca, Medenî Kanunun günümüz koşullarına uygun olarak
yeniden düzenlenmesine ilişkin yasa tasarısı hazırlanarak Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulmuştur. Öte yandan, İnsan Hakları Eğitimi On Yılı Ulusal
Komitesi oluşturulmuş ve bu komite, İnsan Hakları Eğitimi Türkiye Programını
hazırlayarak uygulamaya koymuştur. Anımsanacağı gibi, geçen yıl Siyasî Partiler Yasasında
yapılan düzenlemelerle, partilerin kapatılmasının zorlaştırılması yolunda adım
atılmıştı. Biz, öteden beri, parti kapatmaların, çok sınırlı durumlarda söz
konusu olmasından yanayız. O nedenle, bu konuda, Anayasada gerekli
değişikliklerin yapılarak, soruna köklü bir çözüm getirilmesi için uğraşıyoruz.
Reform niteliği taşıyan pek çok yasal düzenlemede,
bugüne kadar muhalefet partilerimizin de önemli katkıları olmuştur. Yalnız
hükümet içinde değil, muhalefetle de ve sivil toplum örgütleriyle de uzlaşıya
önem veriyoruz, bundan sonra da önem vermeye devam edeceğiz. Sayın milletvekilleri, uzun yılların birikimi ve
devletimizin utancı olan cezaevleri sorunu, hükümetimiz döneminde çözüm yoluna
girmiştir. Cezaevleri koğuşları, dünden beri, devlete meydan okunan terör
karargâhları durumundan çıkarılmıştır. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Bu sonucun alınabilmesi için uyum içinde çalışan tüm
güvenlik güçlerimizi yürekten kutluyorum. Bu sonuca, devlet güçlerimizin aylar
süren hazırlık çalışmaları sayesinde ulaşılabilmiştir. Harekâtın, 20 ayrı
cezaevinde, aynı anda ve aynı yöntemlerle başlamış ve sürdürülmüş olması da, ne
kadar hazırlıklı ve uyumlu çalışıldığının göstergesidir. Bu harekât başlatılmadan önce, teröristleri ölüm
eyleminden caydırabilmek için, hükümetimiz her çabayı göstermiştir, değişik
toplum kesimlerinin de katkılarından da yararlanılmıştır; ama, sonuç
alınamamıştır ve harekât zorunlu olmuştur. Harekât, bütün güçlüklerine karşın,
kısa sürede ve olabildiğince az can kaybıyla sonuçlanmıştır. Harekât sahasında
yaşamını yitiren 2 şehidimize Allah'tan rahmet diliyorum, yaralılarımıza
esenlikler diliyorum. Ölüm eylemcileri ise, daha çok, kendi kendilerini
yakmışlardır. Artık, ülkemizde bu tür çılgınlıklar olmayacağını umarım. F tipi cezaevleriyle ilgili her türlü kaygının yersiz
olduğu da önümüzdeki günlerde ortaya çıkacaktır. Polislerimizin yaptıkları son yürüyüşlere de burada
kısaca değinmek istiyorum. Polislik en zor, en çetin, en tehlikeli mesleklerden
biridir. Polisler zaman zaman bir insan olarak duygularına kapılabilirler. Bazı
olaylara tepki duyabilirler; fakat, eğer, izinsiz olarak sokaklara
dökülürlerse, asayişten sorumlu oldukları halde, asayişsizlik etkeni olurlarsa,
işler çığırından çıkar, halk, güvensizlik ve çaresizlik duygusuna kapılır.
Gelişmelere ilişkin idarî süreç, doğal olarak işletilecektir. Kısa bir süre önce emniyet teşkilâtımızla ilgili olarak
yapılan yasal düzenlemeyle, polisteki atama ve yükselmelerin objektif ölçülere
göre yapılması için, yeni bir sistem geliştirilmiştir, kadrosuzluk tazminatı
uygulanmaya başlamış, fazla çalışma ücretleri artırılmıştır. Polis gücümüze
gösterdiğimiz duyarlılık ve özen bundan sonra da sürecektir. Sayın milletvekilleri, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde
Helsinki'de yapılan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Doruğu,
Türkiye'nin, Avrupa Birliği ile ilişkilerinde önemli dönüm noktalarından birini
oluşturmuştur. Tam üyeliğe adaylığımızın tesciliyle birlikte, Avrupa Birliğiyle
uzun bir geçmişi bulunan ilişkilerimizde yeni bir dönem başlamıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Avrupa kurumları içerisinde yer alan ve
Avrupa Birliğine tam üye olmayı temel dışpolitika hedefleri arasında sayan
Türkiye, 1997'de aday ülkelerle müzakerelerin başlatılması kararının alındığı
Lüksemburg Doruğunda ayrımcı bir muameleye tabi tutulmuştu. Bunun üzerine, Türk
Hükümeti, 14 Aralık 1997 tarihli açıklamasıyla, ülkemize yönelik ayrımcı muamele
sürdükçe, Avrupa Birliğinin önkoşul olarak ileri sürdüğü alanlarda siyasî
diyaloğa girmeyeceğimizi bildirmiştir. Türkiye'nin bu kararlı tutumu sonucunda, Avrupa
Birliği, Lüksemburg'da yaptığı yanlışlığın ayrımına kısa sürede varmış ve
Helsinki'de somutlaşan bir tutum değişikliğine gitmiştir. Helsinki Doruğunda
Türkiye'nin adaylığının tanınması, 1963 yılından başlayan Türkiye-Avrupa
Birliği ortaklık ilişkisinin doğal bir sonucudur. Dolayısıyla, Helsinki Doruğu,
Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin kapsam ve boyutlarını
etkilemiş, geliştirmiştir. Avrupa Birliğinin kurumsal alandaki düzenlemelerinin
ele alındığı hükümetlerarası konferans 7-9 Aralık 2000 tarihlerinde Nice'de
yapılmıştır. Türkiye'nin, genişleme sürecinden dışlanması veya adaylığımızla
ilgili herhangi bir pürüzün varlığı söz konusu değildir. Helsinki Başkanlık Sonuçları uyarınca, üyeliğin
objektif koşullarını karşılama yükümlülüğünü üstlenmiş olan Türkiye, Katılım
Ortaklığı Belgesinin Avrupa Birliği Konseyince benimsendiği 4 Aralık 2000
tarihine kadar geçen süre içinde bu doğrultuda bazı önemli adımlar atmıştır.
Türkiye, bu dönemde, ayrıca, Avrupa Birliği edinimlerinin üstlenilmesi için
ülke içindeki çalışmaların eşgüdümünü ve ulusal programın hazırlanmasını
sağlamak amacıyla, Başbakanlığa bağlı olarak çalışan Avrupa Birliği Genel
Sekreterliğini kurmuştur. Katılım Ortaklığı Belgesi, tüm adaylar için olduğu
gibi, Türkiye için de, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan tek
taraflı ve adaylarla müzakere edilmeyen bir belgedir. Bununla birlikte, belgede
yer alacak konulara ilişkin görüşlerimiz ve duyarlılıklarımız komisyon
yetkililerine iletilmiştir. Ancak, 8 Kasımda açıklanan belgenin kısa vadeli
hedefler bölümünde Kıbrıs'a ilişkin bir paragraf da yer almıştır. Bunun
üzerine, gerek Avrupa Birliği organlarının gerek üye ülkelerin yöneticileriyle
temas kurularak, Kıbrıs konusunun, Türkiye için siyasal bir ölçüt olarak
belirlenemeyeceği, buna, 1999 Helsinki sonuçlarına göre olanak bulunmadığı,
Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği ile Kıbrıs konusu arasında bağlantı
kurulmasını kabul edemeyeceğimiz bildirilmiştir. Katılım Ortaklığı Belgesinin, Kıbrıs ve ikili
sorunlarla ilgili çözümlerine gösterdiğimiz tepki, Türkiye'nin yaşamsal
çıkarları söz konusu olduğunda sorumlu davranmayı temel ilke olarak benimseyen
her hükümetin ortaya koyması gereken bir tepkiydi. Bugün geldiğimiz nokta, her
iki konudaki yaklaşımımızın da olumlu sonuçlar vermekte olduğunu
göstermektedir. Katılım Ortaklığı Belgesinde, Kıbrıs ve ikili
anlaşmazlıkların çözümü, Türkiye'nin karşına bir önkoşul olarak çıkarıldığında,
bunu, kabul edemeyeceğimizi bildirmiştik. Böylesi yanlış yaklaşımların, Avrupa
Birliğiyle ilişkile-rimize olumsuz yansımaları olacağı gibi, gerek Kıbrıs
gerekse Yunanistan'la ikili anlaşmazlıklarımızın çözümünü de zorlaştıracağını
bir kez daha açıklıkla anlattık. Bu tutumumuzu "Avrupa Birliğine meydan
okumak" veya "arkası getirilemeyecek bir blöf" olarak
değerlendirenler oldu; ancak, sonuçta, sözünü ettiğimiz konuların, siyasî birer
ölçüt olmaktan çıkarılarak,
güçlendirilmiş siyasî diyalog kapsamına alındıklarını, hep birlikte gördük. Türkiye'nin bundan sonraki hedefi, Katılım Ortaklığı
Belgesinin kabulünden önce başlatmış olduğu çalışmaları bir an önce
tamamlayarak, ulusal programını açıklamak ve uygulamaya koymaktır. Değerli milletvekilleri, yaklaşık yarım yüzyıldır,
Avrupa'nın güvenlik ve savunmasına önemli katkılarda bulunmuş olan Türkiye'nin,
Avrupa güvenlik ve savunma kimliğinin geliştirilmesinde ve uygulanmasında da
söz sahibi olması gereklidir. Avrupa Birliği, NATO olanaklarından yararlanmak
istediğinde, Türkiye, karar, planlama, hazırlık ve uygulama aşamalarına, tam
yetki ve etkinlikle katılabilmelidir. Çok duyarlı bir bölgede bulunan ülkemiz
için bu gereksinme, yaşamsal önem taşımaktadır; bu konuda herhangi bir ödün
vermemiz söz konusu olmaz. (DSP, MHP ve ANAP sıraların alkışlar) Bu arada, konuyla ilgili NATO toplantısının
ertelenmesi, Başkan Clinton'un anlayışlı bir tutuma yönelmesi, Amerika Birleşik
Devletleri Dışişleri Bakanının "Türkiye'nin duyarlılığını dikkate almak
gerekir" saptaması ve yeni Amerika Birleşik Devletleri yönetiminden de
yapıcı sesler gelmesi, güvenliğimiz açısından, haklılığımızın olumlu yankılar
bulmaya başladığını göstermektedir. Sayın milletvekilleri, beşinci turu kasım ayında
yapılan Kıbrıs aracılı görüşmelerinin son günlerinde, Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri Annan "sözlü ifadeler" adı altında, bir sözde çözüm
çerçevesi sundu. Ancak, bu öneri, Türk tarafının, tüm süreç boyunca ortaya
koyduğu yapıcı düşünce ve önerileri hiç dikkate almıyor, üstelik, Türkiye'nin
garantörlük haklarının sulandırılması ve Kıbrıs Türk Halkını, üniter bir devlet
içinde azınlık konumuna getirme tehlikesini barındırıyordu. Bunun üzerine, 24 Kasım günü, Sayın Cumhurbaşkanımızın
başkanlığında bir toplantı gerçekleştirdik. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş'ın, görüşme süreciyle ilgili verdiği bilgiler
ışığında yapılan değerlendirme sonucu, Sayın Denktaş'ın aldığı "bu çerçeve
değiştirilmedikçe ve iki devlet esasına dayanan bir anlayış benimsenmedikçe
aracılı görüşmelere gitmeme" kararına, Türkiye Cumhuriyeti olarak, tam
destek vermeyi kararlaştırdık. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Bu
kararımızı eleştirenler ve sakıncalı bulduklarını açıklayanlar oldu. Ancak,
Türkiye'nin ulusal çıkarlarını savunmak için attığı adımların olumsuz sonuçlar
doğuracağını sananları; yani, Türkiye'nin dünyadaki ağırlığına, gücüne veya
haklılığına inanmayanları, bundan önce olduğu gibi, gelecek günlerde de, tarih,
haksız çıkaracaktır. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Aslında, Kıbrıs'la ilgili olarak, Türk ve Rum tarafları
arasında bir uzlaşmaya varabilmenin çok basit bir gereği bulunuyor. Hep
söylediğimiz gibi, bu da, Kıbrıs'ta, iki ayrı bağımsız devlet varlığı
gerçeğinin kabul edilmesidir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, en ağır engellemelere
rağmen, bağımsızlığını ve özgürlüğünü korumuş ve kanıtlamıştır. Türkiye
Cumhuriyeti de, her zaman ve her konuda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin
yanında olmuştur ve yanında olmaya devam edecektir. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) Şu gerçek de gözardı edilmemelidir: Türkiye, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin güvenliği için ne kadar gerekliyse, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti de, Türkiye'nin güvenliği için o kadar gereklidir. (DSP, MHP
ve ANAP sıralarından alkışlar) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kalkınmasına da büyük
önem veriyoruz. Bu bağlamda hazırlanan bir ekonomik güçlendirme programıyla,
Türkiye, Kuzey Kıbrıslı soydaşlarına desteğini sürdürecektir. Öte yandan, Türkiye ile Yunanistan arasında geçen yıl
başlayan diyalog ortamının daha verimli ve önemli sorunlara çözüm sağlayıcı bir
biçimde geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu bağlamda Türkiye'nin, Avrupa
Birliğine Katılım Ortaklığı Belgesinde, Yunanistan ile ilişkilerimize siyasal
diyalog kavramının getirilmiş olması ve Yunanistan'ın bunu onaylamış bulunması
olumlu bir gelişme sayılabilir. Hükümetimiz döneminde Türkiye'nin, Ortaasya'daki ve
Kafkasya'daki ülkelerle, Karadeniz ülkeleriyle, Balkan ülkeleriyle, Ortadoğu
ülkeleriyle, öteki komşularıyla ve uzak-yakın çeşitli ülkelerle ilişkileri
olumlu bir ortamda gelişmektedir. Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattının
kesinleşmesiyle Türkiye'nin stratejik önemi çok ileri bir düzeye varmıştır.
G-20'lere katılmamız da, Türkiye'nin uluslararası alanda ulaştığı düzeyin somut
bir göstergesidir. Türkiye, artık, kendi yöresinde yalnızlık çeken bir ülke
durumundan, ilişkileri bütün dünyaya yayılan bir ülke durumuna gelmektedir. Değerli milletvekilleri, son olarak, deprem bölgesiyle
ilgili çalışmalara kısaca değinmek isterim. Geçen yıl, iki büyük felaketi ardı ardına yaşadık.
Depremlerde yitirdiğimiz yurttaşlarımızı, bir kez daha, Allah'tan rahmet
dileğiyle anıyorum, yaralananlara ve sakatlananlara esenlik ve sağlık
diliyorum. Ayrıca, geçen cuma günü Konya ve Afyon'da yaşanan
depremde yitirdiklerimize Allah'tan rahmet, yaralılara şifa diliyor, tüm
yurttaşlarımıza geçmiş olsun diyorum. Geçen süre içinde, Türkiye, böylesine büyük bir doğal
afetin altında kalmayacak kadar güçlü bir ülke olduğunu göstermiştir.
Geçtiğimiz yıl bugünlerde, bölgede prefabrike konutların tamamlanmasıyla ilgili
yoğun bir çaba sürüyordu. Şu günlerde
ise kalıcı konutların bir an önce tamamlanması konusunda özverili çalışmalar
sürdürülüyor. Depremde yıkılan kentlerimiz, şimdi çok daha modern ve
sağlıklı bir biçimde yeniden kuruluyor.
Bölgede 41 000 kadar kalıcı konut yaptırılmaktadır. Konutların dağıtımı
için kura çekimleri başlamıştır. Konutlar, nisan ayına kadar peyderpey
tamamlanacak ve hak sahibi ailelere teslim edilecektir. Oluşturulan yeni yerleşim bölgeleriyle ilgili olarak,
yer seçiminden toprak ve zemin etütlerine, konutların planlanmasından
yapılmasına kadar her konuda büyük bir özen gösterilmiştir ve gösterilmektedir.
Konutlar, her türlü gereksinim düşünülerek titizlikle yapılan konutlardır.
Konutlar, planlanan sürede tamamlanacaktır. Türkiye, prefabrike konutlarda olduğu gibi, kalıcı
konutlarda da dünyada örnek gösterilecek bir başarıyı elde edecektir. Bunun dışında, konutlarını kendi yapmakta olan 16 041
yurttaşımıza, ödemeler, konutların düzeyine göre aşamalı olarak yapılmaktadır.
Hazır konut almak isteyen 3 330 hak sahibi yurttaşımıza ise 20 trilyon lira
tutarında ödemede bulunulmuştur. 54 585 orta hasarlı konutun onarımı için,
yine, inşaatın ilerleme durumuna göre, 49,1 trilyon lira orta hasarlı konut
yardımı yapılmıştır. Ayrıca, 5 077 orta hasarlı işyerinin onarımı için de 1,4
trilyon lira ödenmiş bulunmaktadır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan
yapılan barınma, onarım, ölüm, sakatlık ve işyeri yardımları ile ivedi
yardımların tutarı 260 trilyon liraya, yardım yapılan kişi sayısı da 420 000'e
ulaşmıştır. Böylece, ekonominin yeniden canlandırılması için özel
önlemler alınmış, Ziraat ve Halk Bankalarımız, depremzedelerin 27 trilyon lira
tutarındaki borçlarını ertelemiş, yaklaşık 65 trilyon lira tutarında yeni kredi
açmıştır. 17 Ağustos 1999 depreminden bu yılın ekim ayı sonuna
kadar kamu kurum ve kuruluşlarımızın depremle ilgili harcamaları ise, toplam 1
katrilyon 623 trilyon liraya ulaşmıştır. Öte yandan, bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeği her
alanda göz önünde bulundurularak, olası depremlere karşı hazırlıkların önceden
yapılabilmesi, deprem olduğunda ise gerekli çalışmaların aksaksız bir biçimde
yürütülmesiyle zararın en alt düzeyde tutulabilmesi için sivil savunma
teşkilatında ve Kızılayda yeniden yapılanmaya gidilmiştir. Türkiye Acil Durum
Yönetimi Genel Müdürlüğü ve Ulusal Deprem Konseyi kurulmuş, zorunlu deprem
sigortası ve yapı denetim sistemi oluşturulmuştur. Ülke olarak doğal afetlerle ilgili stratejimiz, artık,
edilgen bir yaklaşımla, yalnızca yara sarmak değil, aynı zamanda, önceden
alınacak önlemelerle doğal afetlerde zararı en aza indirmektir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, 1999 Nisan
seçimlerinden sonra kurulan 57 nci hükümetle, Türkiye, uzun yıllardan beri
eksikliğini duyduğu siyasal istikrara kavuştu. Üç siyasal partinin oluşturduğu
hükümetimiz, çalışmalarını kendi içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisiyle ve
toplum kesimleriyle uyum ve uzlaşı içerisinde sürdürmektedir. 2001 yılı, ülkemizde, kalıcı bir istikrarın sağlanması
yönünde çok daha etkili çalışmalarla değerlendirilecektir. Avrupa Birliği sürecinde attığımız adımlar, bundan
böyle daha da hızlandırılacaktır. Bu bağlamda, demokratikleşme, insan hakları
ve benzeri öteki düzenlemeler gündemimizde ağırlıklı yer alacaktır. Terörün belinin kırılmasının ardından, Güneydoğu ve
Doğu Anadolu'da kalkınma ve yeni yerleşim alanları oluşturma ve eğitim ve
sağlık hizmetlerini yaygınlaştırma çabalarına ivme kazandırılmaya başlanmıştır.
2001 yılı, aynı zamanda, ülke olarak, her bakımdan
aydınlık geleceğimize, kalkınan özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin egemen
olduğu bir Türkiye'ye daha çok yaklaştığımız bir yıl olacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin de katkısıyla
başlattığımız adımlardan, o arada enflasyona karşı açtığımız mücadeleden
çıkarları bozulan kimi çevreler, istikrar programlarımızı dinamitleme ve
demokrasimizin altını oyma hevesine kapılabilirler; fakat, halkımız, böyle
çarpık heveslere fırsat vermeyecektir. (DSP sıralarından alkışlar) Atatürk'ün aydınlık yolunda ve hakça bir düzen
doğrultusunda iktidarıyla muhalefetiyle, hükümetiyle Meclisiyle, halkıyla
devletiyle, özel ve kamu kesimleriyle tüm kurum ve kuruluşlarıyla dayanışma
içinde çalışmaya özen göstereceğiz. Demokrasimizi güçlendirerek yaşatacağız. Bu
kararlılık ve umutla, 2001 yılı bütçesinin halkımıza ve ülkemize hayırlı
olmasını dilerim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar) Bütçenin yasalaşma sürecine katkılarda bulunan tüm
partilere ve milletvekillerine hükümetimiz adına şükranlarımı sunarım. Yaklaşan Ramazan Bayramının
ulusumuza ve tüm
İslam âlemine, yeni yılın da tüm insanlığa mutluluklar, esenlikler ve
sürekli barış getirmesini dilerim. Saygılar sunarım. (DSP sıralarından ayakta, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Başbakanım. EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Başkan, yazıklar olsun, 30
milyon dolarlık bir salonda oturuyoruz, ses düzeninin haline bakın!.. Kınıyoruz
bunu!.. PERİHAN YILMAZ (İstanbul) - Evet, kınıyoruz!..
Kınıyoruz!.. Kesinlikle!.. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gruplar ve hükümet
adına konuşmalar tamamlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin, biliyorsunuz, ses
donanımı birbuçuk yıl önce yapıldı; ama, maalesef, bu donanımdan bugüne kadar
çok verimli bir şekilde yararlandığımızı söyleyemeyiz. (DSP sıralarından
gürültüler) Ses düzeniyle ilgili çalışmaları devam ettiriyoruz. İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Bugünü mü buldu!.. BAŞKAN - Şahısları adına, lehinde, Edirne Milletvekili
Sayın Şadan Şimşek... (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır Sayın Şimşek;buyurun. ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne)- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle, Yüce Meclisi ve televizyonları başında bizleri
izlemekte olan değerli yurttaşlarımızı saygıyla selamlarım. Değerli milletvekilleri, Yüce Meclisimizde on günden
beni 2001 malî yılı bütçesi üzerinde konuşmalar yapılmaktadır. Üzülerek
belirtmek istiyorum ki, muhalefet partileri, tüm konuşmalarında, aynı konuları
dile getirmektedirler. Sanki, kendileri geçmişte bu ülkenin yönetiminde
bulunmamışlar, sorunların çığ gibi büyümesinde pay sahibi değilmişler gibi,
üste çıkmaya çalışıyorlar. Muhalefet partilerimiz, geçmişte, bu ülkeyi
popülist, günü kurtaran politikalarla yönettiklerini ne çabuk unuttular!
Çiftçi, memur, işçi, esnaf ve emeklimizin bugünlere gelmesinde oynadıkları rolü
ve sorumluluğu unutup, Parlamentoya yeni gelmiş gibi konuşmaları halkımız
tarafından yadırganmakta ve hayretle izlenmektedir. Muhalefet partileri adına
konuşan sayın milletvekilleri, çözüm önerilerini belirtmek yerine, maalesef,
her zaman olduğu gibi "seçmene selam, yola devam "mantığıyla hareket
etmektedirler. Bu da, Meclisimizin çok büyük bir kaybıdır. Bizler, buraya uzaydan gelmedik; halkımızın arasından,
içinden geldik; Genel Kurul çalışmalarının dışında kalan zamanlarda, yine
halkımızın arasındayız; çiftçimizin, memurumuzun, işçimizin, esnafımızın ve
emeklimizin içinde bulunduğu durumu biliyor, bu bilinçle, ülkemizin içine
girmiş olduğu ekonomik zorlukları aşmaya çalışıyoruz. Takdir edersiniz ki, almış olduğumuz ekonomik kararlar
ve istikrar tedbirleri sayesinde, enflasyon, son onbeş yılın en düşük
seviyesine ulaşmıştır. Günümüzde bankaları boşaltanların, hortumlayanların ve
daha nice yolsuzlukların üzerine kararlı ve tutarlı bir şekilde gidiliyorsa,
yakalanamayanlar birer birer yakalanıp yargıya havale ediliyorsa; geçmişte ne
hikmetse, bir türlü çıkartılamayan Banka Yasası çıkartılıyorsa, kusura
bakmayın, o zaman, ortada bir gerçek vardır; o da, bütün bu olumlu gelişmeler, 57
nci hükümetin uyumlu, kararlı ve başarılı çalışmaların ürünleridir. Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisi son yirmibeş
yıldır kronik enflasyon, artan kamu açıkları, dalgalı büyüme yapısı ve
istikrarsız bir görünüm arz etmiştir. Kamu açıklarının, yurtiçi malî piyasalar
üzerindeki baskının yanı sıra, yaşanan dış şokların da etkisiyle, reel faizler
yükselmiş, artan faiz oranları, kamu açıklarını daha da artırmış ve borç/faiz
kısırdöngüsü sürdürülemez boyutlara ulaşmıştır. Tarihimize kara bir leke olarak geçmiş olan 5 Nisan
1994 kararlarını biliyorsunuz. Bu kararlarla, banka mevduatlarına sınırsız
devlet güvencesi getirilmiş, esas anlamda, batık bankalar o zaman kurtarılmış,
bankalar yasasının olmaması nedeniyle, ilgililer hakkında gerekli soruşturmalar
açılamamıştır. 1994 yılında kriz yaratılmış, düz giden ekonomi tersine
çevrilmiş, dolar bir gecede yüzde 300 artmış, üç aylık net faiz yüzde 50'lere
çıkmış, bazı yandaşlar zengin edilmiş, ülkenin dış borçları TL bazında
artmıştır. Aşırı faiz ve borçlanmalar, ülkemizde, 100 lira verginin 88
lirasının faize gitmesine neden olmuştur. Yani, milletin parası heba olmuştur,
bu hebanın etkisini hâlâ günümüzde yaşıyoruz. Bütçemizin önemli bir kısmı, o
zamanda başlanan borçların, katlanarak, bugüne ulaşan faizlerine gitmektedir. Ben, inanıyor ve güveniyorum ki, Başbakanımız Sayın
Bülent Ecevit'in başkanlığında oluşturulan 57 nci hükümetimizin, kararlı,
tutarlı, popülist politikalardan uzak yönetim şekli ve üç yıllık istikrar
programının, ödün verilmeden gidildiğinde, uzun yıllardan beri yaşadığımız
yüksek enflasyon rakamlarımız tek hanelere inecek, kamu açıklarımız ve
dolayısıyla bütçe açıklarımız kapanacak, sosyal gelir dengesizliğinin
giderilmesi sağlanacak olup, bir yıllık istikrar programımızın uygulanmasında
önemli gelişmeler mevcuttur. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in dediği gibi,
yolsuzluk varsa, sonuna kadar gidilecektir, gidilmeye devam edilecektir. 57 nci
hükümete destek veren bizler, bu ülkede yolsuzluğun yapılmasına karşı olduğumuz
gibi, şunu soruyoruz: Bu kürsüye çıkılıp, hükümetimiz haksız olarak
eleştiriliyor ve "bankalar hortumlandı, yolsuzluklar meydana çıktı"
deniliyor. Pekala, sizler, yıllarca hükümetteyken akıllarınız neredeydi; bu
yolsuzlukları neden ortaya çıkaramadınız?! Yoksa, şu anda ortaya çıkan
isimlerden bazıları, bir zamanlar partinizde görev yapanlar değil miydi? (DSP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Değerli milletvekilleri, halkımız diyor ki:
"Bizler 'geçmişte enkaz devraldık', 'beyaz sayfa açıyoruz' edebiyatıyla çok kandırıldık. Bu hükümetin
istikrar programına ve enflasyonla mücadele edilmesine toplumun her kesiminden
destek var. Biz, muhalefetin, eleştirilerinin yanında çözüm önerilerini de
görmek istiyoruz. Bizim bugünlere gelmemizde, sanki sorumlulukları yokmuş gibi
davranıyorlar. Bizim tek ümidimiz, Başbakan Sayın Bülent Ecevit'in başında
bulunduğu Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan
Partisinden oluşan 57 nci hükümettir. Ülke ekonomisini düzelteceklerine inanıyor
ve güveniyoruz." Halkımız, bizleri, buraya, ülkemizin sorunlarına çözüm
bulmak ve önünü açacak kanunları çıkarmak için göndermiştir. Bizler, burada,
Yüce Meclisimizin kürsüsüne çıkıp maksadını aşan konuşmalar yaparsak,
birbirimizin ancak kalplerini kırarız ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin
saygınlığının azaltılmasına yol açarız; çözüm üretemeyiz. O yüzden, benim
temennim, 2001 yılı yasama çalışmalarında bunlara dikkat edeceğimizdir. Genel Başkanımız ve Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit,
siyasî yaşamı boyunca almış olduğu kararları ve söylemleriyle her zaman
halkımız tarafından takdir edilmiş, ülkemizin bugünkü gibi en bunalımlı
zamanında görev başına gelerek, laik, demokratik cumhuriyet rejiminden ve
Atatürk ilke ve devrimlerinden, ulusal birlikten taviz vermeden, çalışmalarını,
ülke menfaatına devlet adamı ciddîyetiyle yerine getirmiş, çalışmaları ve
davranışları örnek teşkil etmiş bir kişidir. (DSP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, gün, ülkemiz için, yurttaşımız
için birlik, beraberlik günüdür; gelin çözüm üretelim. Bakınız, ulusal gelirin
coğrafî bölgelerde ve büyük kentlerimizdeki dağılımında büyük bir çarpıklık
var. Kuşkusuz, bu çarpıklık, dünden bugüne, bir gecede ortaya çıkmadı.
Özellikle 1980 sonrası yaşanan sürecin gelir dağılımını ihmal eden girişimi,
tarımda ve büyük kentlerde ciddî bir orta sınıf erozyonu yaratırken, en üstteki
gelir grubunda aşırı bir birikimi de beraberinde getirmiştir. Orta sınıfı aşırı
zayıflamış bir toplumda, siyasî ve ekonomik istikrarı yakalamak çok zordur.
Yaşadığımız bir çok sorunun altında bu gelir çarpıklığının yattığını bir kez
daha hatırlatmak istiyorum. Çiftçilerimiz için gerçekçi tarım politikalarına
ihtiyaç vardır; bu da, 57 inci hükümet programındadır. Çitçimiz, ürün
paritesiyle, ekeceği ürünün fiyatını, ekmeden bilecek; ürün planlamasıyla,
ülkemiz için gerekli ürünü ekecek; doğrudan gelir desteğiyle, gerçek çiftçimize
destekleme primi verilmesi sağlanarak, kayıt altına alınacak; devletimizin
vergi kaybı önlenecek ve tarımsal sigorta kanunuyla, çiftçimizin gelir kaybı
olmayacaktır. Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğine tam üyelik
konusunun gündemde olduğu şu günlerde, Türkiye'nin, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve
Kafkas ülkelerinin yer aldığı bölgedeki lider konumunu, Dünya Bankasının son
verilerini kullanarak gözler önüne sermek mümkündür. Hükümetin ortaya koyduğu
üç yıllık istikrar programında en önemli unsurlardan birisi, konsolide devlet
bütçesi açıklarının azaltılmasıdır. Uygulamaya konulan istikrar programının
başarılı olması ve orta dönemde devletin gerekli altyapı hizmetlerinin
sağlanması yönünden vergi politikası çok önemli bir unsurdur. Ülkemiz, 1999 yılında yaşamış olduğu deprem
felaketiyle, ekonomik krize rağmen ürettiği 188 milyar dolarlık ulusal
geliriyle çok daha büyük bir pazara sahiptir. Türkiye, gelişmesini, Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk'ün belirttiği çağı aşma hedefi doğrultusunda daha ileri aşamalara
ulaştırmakta kararlıdır. Binlerce yıllık tarihî birikiminden gelen
toplumumuzun, zaman dinamiğinde daha etkili olmasını hedefleyen bir yaklaşımla,
orta ve uzun dönem gelişme hedefleri ve stratejileri doğrultusunda
ilerleyecektir. Türkiye'nin yolu, dünya standardında üreten, gelirini adil
paylaşan, insan hak ve sorumluluklarını, katılımcı demokrasiyi, laiklik, din ve
vicdan özgürlüğünü en etkin düzeyde uygulayan, küresel düzeyde etkili bir dünya
devleti olma yoludur. Bu umut verici gelişmeler, kararlı ve istikrarlı
yönetimin ürünleridir. Hükümetimiz tarafından kapsamlı bir ekonomik program
uygulamaya konulmuştur. Hedef, üç yıllık dönemi kapsayan ekonomik program
sonunda, enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek, reel faizi aşağıya çekmek ve
sürdürülebilir bir ekonomik büyümeyi sağlamaktır. Üç yıllık bir dönemi kapsayan ekonomik programın
birinci dilimini oluşturan 2000 yılı bütçesinin ilk uygulamaları, izlenen malî
politikaların geleceği açısından ümit vericidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı
bütçesinin hedefe ulaşması halinde, ülkemizde ekonomik istikrarın sağlanmasında
önemli adımlar atılacaktır. Ben, bu nedenle, 2001 yılı bütçesine beyaz, yani
olumlu oy vereceğim. Bu vesileyle, ulusumuzun ve Yüce Meclisimizin yaklaşan
Ramazan Bayramını kutluyor, yeni yılın, yurttaşlarımıza, devletimize ve
hükümetimize hayırlı ve başarılı olmasını diliyorum. Sözlerime son verirken,
Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizi izleyen yurttaşlarımızı
saygılarımla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Şimşek. Aleyhinde, Sakarya Milletvekili Sayın Nezir Aydın. (FP
sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika Sayın Aydın, buyurun efendim. NEZİR AYDIN (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum. On gündür görüşmekte olduğumuz bütçenin aleyhinde
konuşmak üzere, şahsım adına, söz almış bulunuyorum. Gördüğüm şekliyle, hizmet
aşkı, heyecanı, savunanı ve adaleti bulunmayan 2001 yılı bütçesini görüşüyoruz;
halkımız da, TV'leri başında bizleri seyrediyor; âdeta, gördükleri bir filmi,
tekrar, tekrar seyreder gibi; çünkü, sonucu belli, tabiri caizse senaryosu
belli, oynayanları da aşağı yukarı belli, tecrübe edilmiş. Onunu içindir ki, ne
bu bütçeden ne de hükümetten, halkımızın umudu yoktur, 2001 yılına umutla
bakmaları da mümkün değildir. Değerli milletvekilleri, halkımızın ifadesi şu: Yine
bunlar, bizden toplayacaklar, götürüp, bankacılara, televizyonculara, gazete
patronlarına takdim edecekler. Gerçi, bu saydıklarımız sanki farklı sektörler
gibi görünüyor; ama, aslında, bunlar, aynı kişilerdir." Yine, 2001 yılında
bankalar batacak, Hazineden; yani, halkın cebinden, o paralar, batıranlara
ödenecek; gazeteler sahip değiştirecek; ekonomi yine krizlere girecek; Başbakan
Yardımcısı Sayın Bahçeli, her zamanki ciddîyetiyle "bu kriz çok öğretici
oldu" diyecek; sık sık liderler zirvesi yapılacak "halkın ezilmesini
önleyecek ekonomik politikalar izlenmeye devam edilecektir" açıklamaları
da yapılacaktır. Sayın Başbakan, düğmeye basanları aramaya devam edecektir. Yıllardır uygulanan ekonomik politikalar, zengini daha
zengin, yoksulu ise daha yoksul yapmıştır. Bu bütçe, bu dengeyi nasıl
düzeltecek? Memur için bu bütçede bir şey var mı; emekli için bu bütçede ne
var; KOBİ'ler, esnaf, çiftçiler için ne var? Eğitim, sağlık ve sosyal yardımlar
için içerisinde bir şey yok; temel yatırımlar için bir şey yok. Buna karşın,
bütçede çok önemli bir şey var; vergi gelirlerinin yüzde 86'sı faize gidecek.
65 milyon insanımız, faiz ödemek için, 2001 yılında da devamlı çalışacak. Sayın Bakan garanti veriyor "faiz ödemelerinde
sorun çıkmayacak." Yani, 3 000-5 000 kişiye 16 katrilyon tıkır tıkır
ödenecek. Peki, ezilen kesimlerin garantörü kim; onlara hangi bakan veya hangi
hükümet garanti verecek? Memur sokaklarda, işçi sokaklarda; esnaf yürüyor,
çiftçi yürüyor. 2000 yılında kapanan dükkân sayısı onbinlerle ifade ediliyor.
Hükümet ise, gelir vergisi mükelleflerine hayat standardı getiriyor
"kazansan da, kaybetsen de, ben, almasını bilirim" diyor. Alırken
şahin, verirken güvercin. Asgarî ücret, 2001 yılı için net 102 milyon lira; 5
nüfuslu bir ailenin her öğün ancak 1'er simitle 1'er çay içebileceği bir paraya
eşit. Ülkemizde, maalesef, esnaf huzursuz, öğrenci, öğretmen huzursuz; hâkim,
mahkeme, mahkûm huzursuz; amir, memur huzursuz; doktor, hasta huzursuz; huzuru
sağlayacak polis huzursuz. Kulaklarımız cezaevlerinde, kim kimi rehin aldı, kaç
isyan çıktı, müdahalede kaç kişi öldü, kaç güvenlik görevlisi şehit oldu! Tüm
bunlara rağmen huzur ve uyum, sadece 57 nci hükümette mevcut. Devlet,
dolayısıyla hükümet vatandaş içindir, vatandaşın mutluluk ve refahı içindir. Depremzedelere yardım edilecek diye ilave vergiler
getirdi bu hükümet ve devam ettiriyor. Gerek yazılı olarak gerekse bu kürsüden
defalarca dile getirdik; 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleriyle ilgili yurt
içinden bağış olarak kaç para toplanıldı; yurt dışından şahsî bağış ne kadar
yapıldı; uluslararası kuruluşlar ve dış devletlerden gelen yardım miktarı
nedir; Dünya Bankası ve benzeri kurumlardan sağlanan kredi ne kadardı; 4481
sayılı Kanunla bugüne kadar ne kadar vergi topladınız; velhasıl, depremle ilgili
tüm gelirler toplamı nedir? Depremzedelere aynî ve nakdî ne kadar yardım yaptınız;
geçici iskân barakaları ve çadırlar ile bunların altyapıları için ne kadar
harcandı? Altyapı yenileme, onarım harcamaları, toplam ihale
bedelleri, bugüne kadar ödenen avans ve hakediş miktarları nedir? Bu soruları artırmak mümkün; ama, maalesef, hükümetten
cevap almak mümkün değil. Tüm bu hesapların Sayıştay denetiminden kaçırılmasını
anlamak ise hiç mümkün değil. Değerli milletvekilleri, deprem bölgesindeki insanlarımızın
yaraları çok yavaş sarılıyor. Yöreyi, afet bölgesi ilan etmediniz, bari,
toplanılan yardımları yöreye harcayınız; toplanılan ve harcanan miktarları
açıklayınız, şeffaf olunuz. Değerli milletvekilleri, 2000 yılı enflasyon hedefleri
TEFE'de 20, TÜFE'de 25 olarak tahmin edilmişti. Gerçekleşen rakamlar ise 33 ve
39 civarında; sapma olduğu ortada. Etkilenen kesimlere farklar neden ödenmiyor.
Nakarat yine aynı, ücretliler enflasyona ezdirilmeyecek. Bir tarafta "Avrupa'yla bütünleşeceğiz, ileri
ülkeler seviyesine çıkacağız" diyoruz, diğer taraftan, geri kalmış
ülkelerin sistematiği olan soygun, baskı ve vergi kıskacından da bir türlü
kurtulamıyoruz. 2001 yılında, yine, cumhuriyet döneminin en yoğun ve çeşitli
vergileme rejimiyle, karşı karşıyayız. Her gün, yeni bir kriz yaşıyoruz. Tüm
krizlerin faturasını, vergilerle, düşük ücretlerle tüm halkımıza ödettiriyoruz.
Anadolu'da insanlarımız bekliyor; neyi bekliyor: Ödediği vergilerin yol, su,
elektrik olarak kendine dönmesini bekliyor. Hastane kapılarında bekleyen, ameliyat parası
bulamadığı için ölen insanlardan hiç kimsenin haberi yok. Sağlık Bakanlığına
ayrılan para ise 1,8 milyar dolar; kişi başına 26 dolar, diğer bir ifadeyle
kişi başına sadece 18 milyon lira. Öbür tarafta, 12 banka patronuna 12 milyar
dolar! Rahmetli şairin ifadesiyle "bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir
pul; kurt yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa." Değerli milletvekilleri, son yirmi yılın, personel
ödemeleri en az olan, kamu harcamalarına en düşük pay ayrılan, vergi
gelirlerinin neredeyse tamamı 3 000 - 5 000 kişiye ödenen, çiftçilerimizi âdeta
açlığa mahkûm eden, işte, görüşmesini bugün bitireceğimiz bu bütçedir. Bu
bütçe, esnaf, memur, emekli, dul, yetim, çiftçi velhâsıl tüm toplum tarafından
reddedilmektedir. Sayın Bakan diyor ki "faiz dışında bütçe fazla
veriyor." O zaman, faiz ödemelerini bir yıl erteleyiniz. 2001 yılında,
milyonlarla birlikte rantiyeciler de biraz eksik kazanmış olsun, sıkıntıya
böylece ortak olsunlar. Halkımızın sofrasındaki zeytinden, bir dilim ekmekten;
neredeyse, teneffüs ettiği havadan vergi alacaksınız; götürüp, bankasını
batıranlara, faizcilere ödeyeceksiniz; ondan sonra da, yasal olması için,
gelip, burada, milletin vekillerine, bu bütçeyi onaylattıracaksınız. Değerli milletvekilleri, her zaman yaşadığımız,
ülkemizde gördüğümüz olaylardandır. Sendikalar hak arar, ücretliler hak arar;
ama, böyle bir heyecanla, meydanların ve salonların doldurulduğu veya
doldurdukları, bugüne kadar, hiç görülmemiştir. Gerçi "yollar yürümekle
aşınmaz" denilmektedir; ama, onları bu hale düşürenlerin itibarı da mı
aşınmamaktadır acaba?! Bu ülkenin, emeklisi, dulu, yetimi, işsizler ordusu,
hep geçim zorluğu çekerler. Bu, yaşadığımız yıllar itibariyle, yaşadığımız bir
gerçek; ama, ilk defa "açız" diye bağıran memurlar "açız"
diye bağıran ücretliler bu dönemde olmaktadır ve bu bütçe göstermektedir ki,
2001 yılında da, bu devam edecektir. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sayın Aygün
"Yolsuzluk Kıskacında Türkiye" konulu panelde, bakın ne diyor.
Zabıtlara geçmesi, bizden sonraki nesillerin de ibretle okuması bakımından, bir
cümleyle tekrar etmek istiyorum... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Aydın, 1 dakika içinde toparlayın
efendim. Buyurun. NEZİR AYDIN (Devamla) - Diyor ki; batan bankalara
verilen bu 12 milyar dolarla, Türkiyemizde, en çok ihtiyaç duyulan alanlarda
bakın neler yapılabilirdi: 40 adet boğaz köprüsü, 800 000 konut!.. Değerli milletvekilleri, benim Adapazarımda,
deprem bölgemde, devletimizin imkânlarıyla, 6 000-7 000 konut
yapılabiliyor; ama, esas konut açığı 42 000'dir. Oraya para bulamıyoruz; ama,
bu parayla, eğer yapsaydık, bakın, 800 000 konut, 2 milyon memura ilave 350
milyon daha maaş verebilirdik. 200 yataklı 400 hastane yapabilirdik. 7 milyon
öğrencimize, her ay 100 milyon kredi verebilirdik. Bütün bunların olmadığı bir bütçeye, ben, bir
milletvekili olarak, ezilen insanların buradaki temsilcisi, sesi olarak kabul
oyu; yani, beyaz oy vermem mümkün değildir, oyum reddir. Onun için, memleketime, milletime yaklaşan Ramazan Bayramı
hayırlı olsun diyor, milletimin yeni yılını kutluyor; hepinize saygılar
sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aydın. Sayın milletvekilleri, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap
Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu tasarısının, 1999
Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarısının, 2001 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının, 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli
İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamalarını yapacağız. Her dört kanun tasarısının açık oylamasının sırayla ve
elektronik oylama cihazıyla yapılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 1.- 2001 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/764) (S.
Sayısı:552) (Devam) BAŞKAN - 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık
oylamasını başlatıyorum. Vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar, hangi bakana
vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve imzasını havi oy pusulasını, aynı
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ederim. Oylama için 3 dakikalık süre veriyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2001 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonuçlarını açıklıyorum:
Böylece, 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı kabul
edilmiştir; hayırlı olsun. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) 2.- 1999 Malî
Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740, 3/642) ( S. Sayısı: 554)
(Devam) BAŞKAN - 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının
açık oylamasına başlıyoruz. Oylama için 2 dakikalık süre veriyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 1999 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonuçlarını açıklıyorum:
Böylece, tasarı yasalaşmıştır; hayırlı olsun. (DSP, MHP
ve ANAP sıralarından alkışlar) 3.- 2001 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/765) (S. Sayısı:553) (Devam) BAŞKAN - 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz. Oylama için 2 dakikalık süre veriyorum. Sisteme giremeyen arkadaşlarımızın teknik personelden
yardım istemelerini, giremeyenler olursa, oy pusulalarını aynı süre içerisinde
Başkanlığımıza göndermelerini rica ediyorum. Süre sonunda gelen pusulaları
işleme almadığımızı bildiririm. Bazı arkadaşlarımız, sisteme girerken ret veya kabul
oyu veriyorlar; sonra, değiştirmek amacıyla oy pusulasını Başkanlığımıza
gönderiyorlar. Buna gerek yok. Sisteme girip kabul veya ret oyu verdiğinizde,
en son girdiğiniz oy şekli geçerli olanıdır. O hususu da bilgilerinize arz
ediyorum Sayın İyimaya. (Elektronik
cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2001 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonuçlarını
açıklıyorum:
Böylece, tasarı yasalaşmıştır; hayırlı olsun. (DSP, MHP
ve ANAP sıralarından alkışlar) 4.- 1999 Malî
Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/741, 3/643) (S. Sayısı: 555) (Devam) BAŞKAN- 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz. Oylama için 2 dakikalık süre veriyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 1999 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonuçlarını
açıklıyorum:
Böylece, tasarı yasalaşmıştır; hayırlı olsun diyoruz.
(DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, Yüce Heyetinizce kabul edilerek
kanunlaşmış bulunan Bütçe ve Kesinhesap Kanunlarının, milletimize,
memleketimize hayırlı olmasını temenni ederim. Bu arada, Başkanlık olarak, uygulamalarımızda,
sözlerimizde veya İçtüzükte bir hatamız olduysa, bu aziz günde affolunmasını
dilerim. (Alkışlar) Sayın milletvekilleri, teşekkür konuşmasını yapmak
üzere, Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'i kürsüye davet ediyorum. (DSP ve
Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) Buyurun efendim. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2001 malî yılı bütçesinin hazırlık çalışmaları konusunda sarf
ettiğiniz gayretler için sizlere şükranlarımı, hükümet adına teşekkürlerimi
sunarım. Çok verimli bir çalışma yapıldı, memleket hayrına
olacağına inandığım bir çalışma yapıldı. Buna, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
bütün üyelerinin çok değerli katkıları oldu. Biz de hükümet olarak, bu bütçeyi,
sizlerin bir emaneti olarak kabul edeceğiz ve olabildiğince, dengeli bir
şekilde, verimli bir şekilde, tutumlu bir şekilde, memleket hayrına değerlendirmeyi görev bileceğiz. Tekrar, sizlere şükranlarımı sunarım, saygılar sunarım.
(DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince,
gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmına devam ediyoruz. Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve
Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının müzakeresine kaldığımız yerden devam
edeceğiz. 5.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/650, 1/679) (S. Sayısı: 517) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara
Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın;
Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy'un; Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara
Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42
Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili
Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu raporunun müzakeresine
kaldığımız yerden devam edeceğiz. 6.- İzmir
Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın;
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un;
Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali
Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in;
İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili
Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232,
2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı: 527) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok Ertelenmiştir. Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı
Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu raporunun
müzakeresine başlayacağız. 7.- Kamu Kurum
ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince 2 nci
sıraya alınan, Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkındaki Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu Tasarısı ve Anayasa ve Plan ve Bütçe
Komisyonları raporlarının müzakeresine başlıyoruz. 8.- Memurlar
ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkındaki Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Yetki Kanunu Tasarısı ve Anayasa ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/790) (S. Sayısı:566) (1) BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. Sayın milletvekilleri, komisyon raporunun okunup
okunmaması hususunu oylarınıza sunmadan önce, aynı tasarıyla ilgili olarak
Başkanlığımıza gönderilen Bakanlar Kurulu listesinde, Çevre Bakanı Sayın Fevzi
Aytekin ile Orman Bakanı Sayın Nami Çağan'ın isimleri sehven yer almamıştır;
matbaa hatası olsa gerek; bu hususu düzelterek bilgilerinize sunuyorum. Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu
oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Raporun okunması kabul edilmemiştir. Tasarının tümü üzerinde söz isteyen arkadaşların
isimlerini okuyorum: Fazilet Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Bülent
Arınç; DYP Grubu adına, Samsun Milletvekili Kemal Kabataş. Şahısları adına; Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan,
Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül, İçel Milletvekili Turhan Güven, Aksaray
Milletvekili Murat Akın, Ardahan Milletvekili Saffet Kaya, Eskişehir
Milletvekili Sadri Yıldırım, Isparta Milletvekili Ramazan Gül, Tekirdağ
Milletvekili Nihan İlgün, Bingöl Milletvekili Necati Yöndar, Çorum Milletvekili
Yasin Hatiboğlu, İstanbul Milletvekili Masum Türker, Bursa Milletvekili Hayati
Korkmaz, Erzurum Milletvekili Aslan Polat, Tunceli Milletvekili Kamer Genç,
İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş. Fazilet Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın
Bülent Arınç; buyurun. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika efendim. FP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; hepinizi, saygıyla selamlıyorum, hayırlı akşamlar
diliyorum. Sözlerimin başında, biraz önce, sayın
milletvekillerimizin oylarıyla kabul edilmiş bulunan, 2001 Malî Yılı Bütçe
Kanununun, ülkemiz için, aziz milletimiz için hayırlı olmasını, Cenabı Hak'tan
diliyorum ve Sayın Başbakanın teşekkür konuşmalarında ifade ettiği gibi, bu
bütçenin, aziz milletimize, çiftçisiyle, esnafıyla, çalışanlarıyla,
emeklileriyle, dul ve yetimleriyle, hayırlar getirmesini diliyorum. (1) 566 S.
Sayılı Basmayazı tutanağına eklidir. Bütçe Kanununun, gerek Plan ve Bütçe Komisyonundaki
görüşmeleri sırasında ve gerekse Meclis Genel Kurulundaki görüşmelerinde, hem
değerli milletvekillerimiz hem de Anamuhalefet Partisi olan Fazilet Partimiz,
elinden gelen bütün katkıyı göstermiştir, yapıcı tenkitlerde bulunmuştur,
önergelerle desteklemiştir ve Bütçe Kanununun mükemmel olması için, elinden
gelen gayreti göstermiştir. Her kanunda yaptığımız gibi, Bütçe Kanununun da,
ülkemiz için çok önemli bir belge olduğunu düşünüyoruz ve Bütçe Kanununa
gereken değeri veriyoruz. Değerli arkadaşlarım, görüşmeler sırasında da görüldü
ki, bu on günlük süre, çok yetersiz bir süredir. Bakanlık bütçeleri üzerinde,
bazen 6 dakikaya kadar inen, en fazla 15 dakika olan konuşmalarla, bir bütçe,
yeteri kadar değerlendirilememekte ve değişik konular gündeme
getirilememektedir. Âdeta, bir resmigeçit hüviyeti içerisinde, arkadaşlarımız,
kürsüye çıkıyorlar ve sadece birkaç konuyu ortaya koyabiliyorlar. Yine, Meclisi yöneten Sayın Başkanlarımızın da hemen
hemen ittifakla söyledikleri gibi, soru-cevap süresi de fevkalade kısadır. Bu
soru-cevap süresi içerisinde, milletvekillerimiz, hem bütçeyle doğrudan ilgili
olan hem de seçim bölgeleriyle ilgili olan konuları yeterince gündeme
getirememektedirler. Buna benzer ve bütçeyle ilgili olan pek çok konunun, Allah
kısmet ederse, önümüzdeki yılların görüşmeleri esnasında yeniden
değerlendirilmesinde büyük yarar görmekteyim. Değerli Genel Kurul üyelerimizin
dikkatlerine bunları sunmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, şimdi görüşeceğimiz konu, çok
süratle önümüze gelmiştir. Anayasa Komisyonu tali komisyon olarak, Plan ve
Bütçe Komisyonu asıl komisyon olarak, bir gün içerisinde görüşmelerini
tamamlamış ve bugünkü Danışma Kurulu kararıyla da tasarı üzerinde görüşmeler
başlamış bulunmaktadır. 566 sıra sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri
Hakkındaki Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu Tasarısını
müzakere ediyoruz. Tasarının gerekçesine baktığımız zaman, kamu hizmetlerinde
etkinliğin artırılması ve kamu kesiminde ücret adaletinin sağlanması amacıyla
yürütülen çalışmalar tamamlanıncaya kadar, kamu personelinin hakları arasındaki
dengesizliklerin giderilmesi için bazı ivedi düzenlemeler yapılması
gerekmektedir deniliyor. Sanıyorum, bu gerekçeye pek çok arkadaşımız
katılacaktır; çünkü, kamu kesimindeki ücret adaletsizlikleri giderek yüksek
sesle konuşulmaya başlanmış, bir facia haline gelmiş ve çalışanlar arasında
büyük uçurumlar açılmıştır. Yine, gerekçede, böyle, acil ve ivedi bir çalışmanın,
yani kanun hükmünde kararname için yetki istenmesinin, Meclisin yoğun gündemine
bağlı olduğu söylenmektedir. Yani, bunlar yasa tasarısı olarak Meclise
gelebilirdi; ama, gündem çok yoğun, bunları bir an önce geçirmek mümkün değil;
o yüzden, kanun hükmünde kararname olarak düşünüyoruz diyorlar, bir de, süreyi
üç ayla sınırlı tutuyorlar. Değerli arkadaşlarım, bu tasarı üzerindeki
görüşmelerimizin tamamı, 1 inci maddesinde hemen hemen kendisini gösteriyor. 1
inci madde -yine, özetle söylüyorum- memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
çalışmalarındaki etkinliği artırmak, kamu hizmetlerinin düzenli ve hızlı bir
şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla üç özellik gözetmişler; idarî, malî ve
sosyal haklar arasındaki adaletsizlikleri gidermek üzere Bakanlar Kuruluna
yetki verilmesi deniyor. Dikkatlerinizi çekiyorum; çünkü, bu Parlamento, bu
milletvekilleri, iktidarıyla muhalefetiyle çok yakın bir zamanda, çok tatsız
bir macera yaşamış ve memurlar hakkındaki kanun hükmünde kararname, önce, yaz
aylarında, daha sonra da yasa tasarısı olarak Plan ve Bütçe Komisyonundan çıkan
bir düzenlemeyi hemen aklına getirmektedir. Anadolu tabiri çok güzeldir
"sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş." Acaba, burada da, yine,
sütten ağzımız mı yanacak endişesi bütün milletvekili arkadaşlarımızı bir
tedirginlik, bir endişe içerisine sokmaktadır; çünkü, sadece malî ve sosyal
haklar denilebilse, bunları herkesin anlaması mümkündür; ama, idarî haklar ve
bu konuda yapılacak düzenleme denildiği için, idarî haklar konusunda acaba ne
getirilmek isteniyor, hangi amaç gizlenmek isteniyor, yine aynı trajediyi mi
yaşayacağız, herkesi tedirgin eden, korku içerisine alan bir düzenlemeyle mi
karşı karşıya kalacağız endişesini taşımaktayım. Değerli arkadaşlarım, bu endişemizi hemen tekrar
hatırlamak amacıyla şöyle birkaç ay öncesine dönmek istiyorum. Bildiğiniz gibi,
Meclis, çalışmalarına ara verirken temmuz itibariyle, son günlerde, 29 Haziran
2000'de bir yetki kanunu çıkardı. Bu, meşhur tabiriyle, 4588 sayılı Yetki
Kanunudur. Bu kanunun müzakereleri sırasında da ne gariptir ki, Plan ve Bütçe
Komisyonundaki üye arkadaşlarımız, yine bugün ifade edeceğimiz endişeleri dile
getirdiler ve bunlar, malî düzenlemelerle kalmazlar, mutlaka bunun içerisine
birtakım Anayasa dışı hükümler de konulabilir dediler. Tutanaklar bunun
şahididir. "Hayır" denildi, teminatlar verildi; ama, arkasından
gördük ki, bu, 4588 sayılı Yetki Kanununa dayanılarak yirmiye yakın kararname
çıkarıldı. Bu kararnameler, emniyet teşkilatına, şehit dul ve yetimlerin
aylıklarına, maaşlarına, Emekli Sandığıyla ilgili düzenlemelere, Çalışma
Bakanlığının getirdiği sosyal sigorta kurumları ve sosyal güvenlik kurumlarıyla
ilgili düzenlemelere ilişkin -vaktimi alır diye hepsinin tek tek isimlerini
saymıyorum ama- yirmi civarında kanun hükmünde kararname çıkarıldı. Bunların
içerisinde, kamu iktisadî teşebbüsleri, Emekli Sandığı, esnaf sanatkârlar,
Türkiye iş kurumunun kurulması, millî savunma, polis, yükseköğretim kurumları,
vesaire var; ama, kamuoyunda en çok tartışılan, Sayın Cumhurbaşkanının iki defa
imzalamayarak hükümete iade ettiği bir taslaktır. O taslağın da meşhur ismi,
memurlar hakkında kanun hükmünde kararnamedir. Yani, Anayasanın, yasaların
öngördüğü tedbirlerin dışında, eğer bu kanun hükmünde kararname çıkabilseydi,
memurlar, görevlerinden alınabilecekler, hiçbir kamu kurum ve kuruluşunda
kendilerine görev verilmeyecek, çalıştırılmayacak ve buna bağlı olarak birtakım
haklardan mahrum kalacaklardı. Bu kanun hükmünde kararname tartışması temmuz
ağustos aylarının tamamını kaplamıştır ve Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasaya
uymazlık konusundaki hukukçu tavrını devam ettirmiş ve bunun ancak yasa olarak
Meclisten geçirilmesi gerektiğini, Anayasanın 91 inci maddesinin bunu
öngördüğünü ifade etmiştir. Ne gariptir, Meclis açıldıktan sonra, yine, aynı
inatla, devlet krizi çıkar, şu olur, bu olur sözleri bir kenara bırakılmış ve
özelliği itibariyle Anayasa Komisyonunda görüşülmesi gereken, Anayasa
Komisyonunun görevine giren bir konu -yeni İçtüzük kabul edildiğinde, bununla
ilgili maddede, her komisyonun görev sınırı belirlenmiştir, belki böyle bir
aksama bir daha olmayacaktır- maalesef, Plan ve Bütçe Komisyonu gibi, yasa
gereği iktidar ağırlıklı olan bir komisyondan geçirmeye, büyük tartışmalara
rağmen, muvaffak olmuşlardır. Henüz Genel
Kurula inmeyen ve henüz üzerindeki tartışmalar bitmeyen bir konu
belleklerimizde dururken, şimdi, yeniden, bir yetki kanunu tasarısıyla karşı
karşıyayız ve bunun içerisinde, idarî haklar vesaire düzenleme kapsamına
alınacaktır diye birkaç kelime dikkatimizi çekiyor. Değerli arkadaşlarım, gerek hükümetin gerekse değerli
grup sözcülerinin bu konudaki görüşlerini ve hepimizi ferahlatacak, yasa adına,
Anayasa adına, çalışanlarımız adına ne gibi düzenlemeler yapılacak; bunun temel
sınırlarının çizilmesinde çok büyük önem vardır. Değerli arkadaşlarım, Fazilet Partimiz, bir sorumlu
muhalefet partisidir, anamuhalefet partisidir ve hepiniz biliyorsunuz ki, 4588
sayılı Yetki Kanununun iptali için Anayasa Mahkemesine dava açmıştır ve bu
dava, 5 Ekim 2000 tarihinde, yürürlüğün durdurulmasıyla birlikte iptal
edilmiştir. Daha sonra, bu yetki yasasına dayalı olarak çıkarılan yirmi
civarındaki kanun hükmünde kararnameler de, anayasal dayanaktan mahrum olmaları
sebebiyle, yine Fazilet Partimizin müracaatıyla, bir bir iptal edilmiş
bulunmaktadırlar. Değerli arkadaşlarım, o tarihlerde bize, bazı tarizler
ve serzenişler geldi "canım bu düzenlemelerin içerisinde faydalı olanlar
da vardı, yararlı olanlar da vardı, siz onların iptali için de Anayasa
Mahkemesine gittiniz" dediler. Doğrusu, önce, hepimizi düşündüren bu
konuda, yine hukukun tarafını tuttuk; çünkü, hukuk bize şunu söylüyordu: Siz,
Anayasa Mahkemesine, yetki kanununun, Anayasanın 91 inci maddesine aykırı
olduğu için gitmediniz mi? Gittik. İptal edilmedi mi? Edildi. O zaman,
Anayasaya dayanmayan düzenlemeler ne olursa olsun, Anayasa Mahkemesine
gidilmesi gerekir. Fazilet Partisi, istikrarlı, kararlı tavrını sürdürdü ve bu
kararnamelerin hepsi iptal edilmiş oldu. Ancak, o tarihte kamuoyuna, bir şey daha ifade ettik;
bu düzenlemeler içerisinde iptal edilmiş olmasına rağmen, getirilen haklar
sebebiyle faydalı olduğuna inanacağımız düzenlemeleri biz teklif edeceğiz ve
eğer hükümet, bunları bir yasa olarak getirirse, biz destekleyeceğiz. Bu
sözümüzü tuttuk; değerli arkadaşımız Avni Doğan ve arkadaşlarının, Meclise
getirdikleri yasa teklifleri, komisyonlarda değerlendirildi ve bütün bu
kararnamelerde önemli ve faydalı bulduğumuz konuları da, hükümete açık çek
vermek suretiyle, destekleyeceğimizi ifade ettik. Bakın, elimde, bugün dağıtılan bir gündem var. Plan ve
Bütçe Komisyonu Başkanlığı, 9 Ocak tarihinde gündemine aldığı dört tasarı ve
teklifi görüşmek üzere üyelerine çağrıda bulunuyor. Bunlardan bir tanesi de,
değerli arkadaşlarımın verdiği şehit, dul ve yetimlerin aylık ve maaşlarıyla
ilgili düzenlemedir. Bu, sevinç verici bir olaydır. Hükümete, bir taraftan,
tekliflerde ve yapıcı tenkitlerde bulunurken, faydalı olan her şeyi açıkça
destekleyeceğimizi de ifade ediyoruz. Bizim sorumlu muhalefet anlayışımız bunu
gerektirir. Meclisimizden yasa olarak geçirilecek her faydalı düzenlemeye
şimdiden katkıda bulunmayı vaat ediyoruz ve bu konuda söz veriyoruz. Değerli arkadaşlarım, şimdi, böylesine bir şey
yaşanmışken; yani, Anayasa Mahkemesine gidilmiş ve Anayasa Mahkemesi de
2000/45-27 karar sayılı iptal kararıyla, bir kanun hükmünde kararnamede hangi
unsurların bulunması gerektiğini ifade eden çok güzel bir örnek kararını ortaya
koymuşken, yeni düzenlemeye de bu açıdan bakmamız gerekiyor. Değerli arkadaşlarım, bir defa, konuyu, birtakım
doktriner görüşlerle, birtakım Anayasa Mahkemesi kararlarıyla, bu kararların
içerisine dalıp da hepimizin dikkatlerini dağıtacak bir düzeyde ortaya koymak
istemiyorum. Zaten, mesele, çok basit ve yalın olarak anlatılabilecek
düzeydedir. Bir defa, Anayasanın 87 nci maddesi, kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisine bir görev olarak, bir yetki
olarak veriyor; yani, Meclisin görevleri içerisinde Bakanlar Kuruluna kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisini vermiş. Bunu tartışmıyoruz; ama,
Anayasanın 91 inci maddesi önemli. Anayasanın 91 inci maddesinde sayılan temel
öğelere dikkat edilmediği takdirde, kanun hükmünde kararname şu konularda
çıkaramazsınız deniyor. Bu Anayasanın emri ve çok da doğru bir düzenleme. Bunu
gözardı ederek yapılacak bütün düzenlemeler, bırakın Anayasa Mahkemesi duvarına
çarpmayı... Çünkü -dün de bir vesileyle ifade ettim- biz, burada bir düzenleme
yaparken, Cumhurbaşkanı veto etsin diye bekleyemeyiz, Anayasa Mahkemesi geri
göndersin diye bekleyemeyiz. Bunu yapmak bizim görevimiz ve bu Meclis bu
kanunları, bu kararnameleri en iyi biçimde düzenleyebilecek yetkinliğe sahiptir,
bütün milletvekili arkadaşlarımız bu evsaftadır. Dolayısıyla, biz buradan yarım
çıkaralım da bir başka yer bunu tamamlasın; böyle bir düşünce çok garip bir
düşünce olur. Anayasanın 91 inci maddesi çok açık bir biçimde kanun hükmünde
kararnamelerin hangi konuları düzenleyebileceğini, hangi konularda böyle bir
düzenleme yapılamayacağını çok açık olarak göstermiş. Bize düşen, o maddeyi
açıp okumaktır. Hem hükümete düşün görev budur hem de milletvekili
arkadaşlarımızın ve bu konularda düzenleme yapmak isteyen herkesin böyle bir
düşünceye sahip olması gerekir. Bakınız, sadece şunlara dikkat edeceğiz: Anayasanın
ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan "temel haklar,
kişi hakları ve ödevleri" ile dördüncü bölümünde yer alan siyasî haklar ve
ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez..." Hepimizin elinde
Anayasa var; ikinci bölümünde ne var, dördüncü bölümünde ne var, sanıyorum, 5
dakikalık bir inceleme bunu bize gösterebilir; ama, mesela, Anayasanın 128 inci
maddesini açıp baktığımız zaman, önümüzde konuştuğumuz konuyla da doğrudan bir
ilgisi olması sebebiyle, kafamızda hemen şöyle bir kanaat oluşabilir. 128 inci
madde diyor ki: "Kamu hizmeti görevlileriyle ilgili hükümler." Biz
de, kamu hizmetinde görevli olanlarla ilgili konuyu görüşmüyor muyuz? İşte, 128
inci madde: "Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri
ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir." Kararnamelerle düzenlenir
demiyor "kanunla düzenlenir" diyor. Üzerinde sıkça durduğumuz bir
temel kuralı koyuyor "kanunla düzenlenir" diyor. Diğer fıkralar da,
hemen hemen bunu destekleyen konulardır. İşte, yine, bu düzenlemenin içerisinde mademki
"idarî haklar" diyoruz, sadece maaşlarındaki eşitsizliği gidermek
vesaire değil "idarî haklar" dediğimiz zaman, kamu görevlileri de söz
konusu olunca, bunların işe girmeleri ayrı bir usuldür, çalışırken disiplin
kurallarına uymaları ayrı bir usuldür, memuriyetten çıkarılmaları ayrı bir
usuldür ve bunları tarif etmek için kullanılabilecek kelime de, sadece
"idarî haklar"dır. Dolayısıyla, Anayasanın 38 inci maddesinin sekizinci
fıkrası, Anayasanın 70 inci maddesi ve 91 inci maddesindeki sınırlamalar,
getirilen bu düzenlemedeki idarî hak kavramının... Yine, bundan evvelki 4588
sayılı Yasada olduğu gibi, memurlarla ilgili hepimizin üzülerek hatırladığı bir
düzenlemeyi, yine aradan zaman geçtikten sonra Meclisten geçirmeyelim, Meclisi
by-pass edelim de kanun hükmünde kararnamenin arkasına saklayalım telaşını,
maalesef, görmekteyiz. Değerli arkadaşlarım, 91 inci maddedeki yetkinin,
kanunda bulunması gereken unsurların, kanun hükmünde kararnamenin amacı,
kapsamı, ilkeleri, kullanma süresi ve süresi içinde birden fazla kanun hükmünde
kararname çıkarılıp çıkarılmayacağının gösterilmesi -mutlaka- zorunludur.
Bakanlar Kuruluna verilen yetki yasasında öngörülen konu, amaç, kapsam, ilke ve
süreyle sınırlı bir yetkidir. Anayasa Mahkemesinin, bizim müracaatımız üzerine
verdiği karardan okuyorum bunu. Bu sınırlı, bu ivedi, bu zorunlu konu, mutlaka,
Mecliste çıkarılırken, ne için yetki istendiğinin çok açık olarak gösterilmesi
gerekir. Bu, maalesef, bu kanunda da gösterilmemiş bulunmaktadır. Değerli arkadaşlarım, memurlar arasındaki ücret
dengesizliğinin gerçekten bir faciaya dönüştüğünü başta söylemiştim. Bunu, biz
de söylüyoruz; ama, bununla ilgili yapılacak düzenlemelerin, mutlaka, Meclisten
bir yasa olarak çıkarılması gerekirdi; bir. İkincisi; bu konu çok acil,
Meclisin gündemi de yoğun deniliyorsa, bugün kabul ettiğimiz Bütçe Kanunu
içerisinde de bunların giderilmesi mümkündü. Bütçe Kanunu görüşülürken, memurların maaşlarıyla
ilgili düzenlemeye bir iyileştirme getirmeyen hükümetin, şimdi, kanun hükmünde
kararnameyle bu eksikliği giderebileceğini düşünmek elbette mümkün; ama, bize,
yaşadığımız tecrübeler gösteriyor ki, asıl amaç, herhalde, bu olmamak gerektir. Değerli arkadaşlarım, maalesef, hükümetin, bu konudaki,
açıkça, ısrarcı tavrı, yanlışta ve hatada ısrarcı tavrı ilk değildir. Hem
memurlarla ilgili kanun hükmünde kararnamede bu konuyu gördük hem de biraz
sonra konuşacağımız Af Kanununda bu ısrarı görüyoruz. Anayasa ortada iken,
yasalar ortada iken ve buna uymak çok doğru ve çok mümkün iken, bütün bunları
bir tarafa atarak, ben, yanlış da olsa, söylediğimi yapacağım ve hükümet ile
Cumhurbaşkanlığı makamı arasında veya Meclis ile hükümet arasında, âdeta, bir
güç gösterisini kabul ettireceğim düşüncesi, kabul edilemez bir düşüncedir. Değerli arkadaşlarım, biz, anamuhalefet partisi olarak,
Fazilet Partisi olarak, sosyal hakların ve malî hakların iyileştirilmesi
konusunda getirilecek her düzenlemeye, zaten, kendi programımızda yer
verdiğimiz için, bu konuları her zaman ve zeminde yerine getirip söylediğimiz
için, hükümet bizden destek bulacaktır. Değişik kanunlarda yer almış bulunan bu
özlük ve malî hakların iyileştirilmesini getiriniz, hep beraber, sevinerek,
alkışlarla ve oybirliğiyle bu Meclisten çıkaralım. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun Sayın Arınç; 1 dakika içerisinde
toparlayınız. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Toparlıyorum hemen. Yoksa, buradan kanun hükmünde kararnameyle, sınırları
belli olmayan bir yetki kanununa dayandırmak, sürekli bir münakaşayı, sürekli
bir endişeyi ve korkuyu da beraberinde taşıyacaktır. Türkiye, buna müstahak
değildir. Memurlarla ilgili kararnameler konusunda yaşadığımız ve
ülkeye hâkim olan korku havasını, hâlâ, çalışanlar, üzerlerinde hissediyor.
Gelen mektupları gözyaşları içinde okuyoruz. Bakınız, bir memur arkadaş
"benim evimin içine ajan mı koyacaklar ki, ben, hangi televizyonu
dinliyorum, hangi gazeteyi okuyorum; eşimin ve benim iç yaşamım nereden
bilinecek; artık, ben, karıma ve çocuklarıma evimdeki bir gizli ajan gözüyle mi
bakacağım" gibi, devletinin korkusu altında yaşayan, başkalarına karşı
endişe taşıyan insanları karşımızda görüyoruz. Değerli arkadaşlarım, sürem bitiyor; ama, lütfen, bu
kanunun düzenlemesini yapacaksak "idarî hak" kelimesini ve kavramını
1 inci maddeden çıkarmak zorundayız. Bu konu, Meclisimiz ve hükümetimiz
tarafından, bir endişenin giderilmesi olarak, derhal yerine getirilmelidir. Bunu hepinizin dikkatlerine sunuyor, saygılarla
selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Arınç. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili
Sayın Kemal Kabataş; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. DYP GRUBU ADINA KEMAL KABATAŞ (Samsun) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz yetki tasarısı hakkında, Doğru
Yol Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Hükümetlerin, acil ve kısa sürede çözümlenmesi gereken
sorunlar konusunda kanunla düzenleme yerine, kanun hükmünde kararname çıkarma
ve bu acil sorunları, Anayasanın verdiği yetki içinde çözme konusunda
uygulamaları var, yetkileri var. 57 nci hükümet, bu konudaki ilk denemesini,
yaz aylarında, 4588 sayılı Yasayla aldığı yetkiyle ilk kez kullandı. Hatırlıyorsunuz, bu Yetki Kanununda, kamuda, teşkilat
görev ve yetkiler açısından kamu idaresini bir şekilde yeniden yapılandırma
amacını taşıyan geniş yetkiler vardı. Yine, bu yetkiler içinde, kamu malî
yönetiminde disiplinin sağlanmasına ilişkin yetkiler vardı ve yine, bu Yetki
Kanunu içerisinde, memurlar ve diğer kamu görevlileri arasındaki ücret
adaletsizliklerinin giderilmesini ve "eşit işe eşit ücret" ilkesinin
gerçekleştirilmesini öngören yetkiler vardı. Ücret sisteminde, yine, nitelikli personelin kamu
sisteminde istihdamını sağlayacak düzenlemelere yer verilmişti. Yaz ayları boyunca, hükümetin gündemini, ülkenin
gündemini bu Yetki Kanununun uygulamasıyla ilgili çelişkili kararlar ve
uygulamaya yönelik girişimler oluşturdu. Öncelikle, yirmiye yakın, bu kanun
kapsamında çıkarılan kararnamelerin çoğu, teşkilat konularıyla ilgiliydi; yeni
teşkilatlar, teşkilatlarda değişiklikler yapılmasıyla ilgiliydi değerli
arkadaşlarım. Yine, çok tartışmaya yol açan, cumhuriyetin temel
niteliklerine aykırı tutum ve davranış içinde olan ve sakıncalı diye tarif
ettiğimiz, devlet içindeki her kademede yönetici ya da teknik personel grubunda
olan personelin, disiplin suçlarına işlerlik kazandırılmak suretiyle, devlet
yönetiminden sürekli şekilde uzaklaştırılmasına ilişkin kanun hükmünde
kararname yürürlüğe konulması yönünde hazırlandı, Cumhurbaşkanlığı makamınca
Anayasaya aykırı bulunarak geri çevrildi, ülkede devlet krizi yaşanacağına dair
geniş tartışmalar, yorumlar kamuoyu gündeminde uzun süre kaldı. Değerli arkadaşlarım, bu dönemde ilginç bir gözlemim
var benim. Aradan geçen altı aylık süre içerisinde, kamu personelinin özlük
haklarında iyileştirme, kamu çalışanlarının ücretleri arasındaki adaletsizliği
giderme ve çok iddialı bir tanımla "eşit işe eşit ücret" verilmesi
ilkesine işlerlik kazandırılması anlamında, hükümette hiçbir çalışma, hiçbir
yaklaşım görülmedi, bu yönde bir hazırlık yapılmadı. Dolayısıyla, hızla tasfiye
operasyonuna yönelen çalışmaları yapan hükümet, teşkilatlar kuran hükümet,
yirmiye yakın kanun hükmünde kararname çıkaran hükümet, aldığı yetkiyi, kamu
çalışanlarının ücretlerini düzeltme, iyileştirme ve var olduğunu bildiğimiz
adaletsizliği giderme yönünde hiçbir hazırlık, hiçbir girişim içerisinde
bulunmadı. Bu gecikmeyi bugün telafi etmek istiyor. Nasıl telafi etmek istiyor,
nasıl bir yaklaşım içerisinde telafi etmek istiyor; lütfen, bunlara birlikte
bakalım. Bu arada, kamu görevlilerinin ücretleriyle ilgili iki
temel tespiti de sizlerle paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlarım. Bugün,
hükümet, Türkiye için tek alternatif olarak ortaya koyduğu IMF destekli,
stand-by anlaşmasıyla destekli istikrar programına göre ve bu istikrar
programında yer alan gelirler politikasına göre, kamuda çalışan her seviyedeki
görevlilerin ücretlerini, programda açıkça ifade edilmiş net ve spesifik
rakamlarla ve gelir politikaları içerisinde sabitleştirmiştir. Bu rakam, 2000
yılı için yüzde 25'tir. Bu, çalışanların fakirleştirilmesi ve ülkedeki
enflasyonun düşürülmesi açısından, satınalma güçlerinin budanması, kesilmesi,
daraltılması anlamına gelmekte-dir. 2001 yılı içinde -yine, bu programda
belirtilmiştir- hedef enflasyon olan 10-12'lik limit içinde tutulacaktır. Bu,
hükümetin uluslararası kuruluşlara ve IMF'ye açık, net, imzayla taahhüt ettiği
bir düzenlemedir. Dolayısıyla, bu kararnameyle neyin iyileştirileceği,
hangi oranda, kimlerin ücretinde adaletsizliği giderme, ücretlerdeki var
olduğunu bildiğimiz adaletsizliği, ücret eşitsizliğini giderme yaklaşımı nasıl
telafi edilecektir, doğrusu, ortada bir sorudur. 2001 yılı bitmiştir değerli arkadaşlarım, program
hedefleri ortadadır; ama, hedef diye ortaya koyduğumuz enflasyon, hedefin çok
üstündedir. Yaşanmış enflasyon, bir tanıma göre yüzde 56'dır, bir tanıma göre
yüzde 43,8'dir, bir tanıma göre yüzde 35'tir ve efektif rakam olarak da memur
maaşlarına, kamu çalışanlarının maaşlarına yansıyan rakam yüzde 25'tir. Değerli arkadaşlarım, bu enflasyon tanımında, kamu
çalışanları için getirilmiş tanımda üçlü bir standart var. Devlet gelirlerinin
artırımında ortalama 12 aylık enflasyonu alıyoruz, bu enflasyon yüzde 56; IMF
ile yapılan müzakerelerde tanımlanan enflasyon, 12 aylık enflasyon, kasım sonu
itibariyle yüzde 43,8 ve bir şekilde, sadece kamu çalışanlarının ücretlerini
artırmamak amacıyla ihdas edildiği anlaşılan enflasyon tanımı ise yüzde 25.
Dolayısıyla, bu üçlü kriterler varken ve hükümetin imzasıyla taahhüt altına
alınmışken, hükümet kamu çalışanlarının ücretlerinde nasıl bir iyileştirme
yapacağını açık yüreklilikle ortaya koymak ve Yüce Meclise de bunu açıklamak
durumundadır. İfade ettiğim, bu yaklaşım; yani, 2000 yılında, yüzde
25 hedef enflasyon, yüzde 56 yaşanan enflasyon, yüzde 43 IMF tanımlı enflasyon
üçlüsüyle götürülmüşken, 2001 yılı artışları da, bu yıl bütçesiyle, program
çerçevesinde tespit edilmiş ve az önce Yüce Genel Kurulun oylarıyla yürürlüğe
konulmuştur, yüzde 12'dir. Bu programa, hükümet, her yönden bağlı olduğunu
ifade ettiğine göre, bu hedefi aşma, bu hedefin dışında artış getirme
esnekliği, maalesef, yoktur. Değerli arkadaşlarım, yeni düzenlemeyle, yani, şu anda,
önümüzde, Genel Kurul gündemine getirilen Yetki Yasasıyla daraltılmış -bir
önceki Yetki yasasına göre- bir metin var. Bu metin, 1986 yılında kabul edilmiş
ve ilk başarılı uygulaması gösterilmiş olan 12.3.1986 tarihli ve 3268 sayılı
Yetki Yasasının bir çeşit kopyası gibi. O dönemde bu yasa aleyhine de Anayasa
Mahkemesine gidilmiş ve iptal edilmemiş bir metin. Yine, çok açık ve net tanımlar var. Hükümet, eşit işe
eşit ücret ve kamu çalışanlarının ücretleri arasındaki adaletsizliği gidermek
amacıyla bu Yetki Yasasına ihtiyaç duyduğunu ifade ediyor; yani, yapılacak
düzenlemelerde hükümetin çıkaracağı kanun hükmünde kararnamelerde iş, görev,
sorumluluk esasına göre, eşit işe eşit ücret ilkesi uygulamaya konulacak, bunu
sağlayacak kanun hükmünde kararnameler yürürlüğe konulacak. Doğrusu böyle bir ilkeyi alkışlamamak, böyle bir ilkeye
katılmamak mümkün değil ve böyle bir ilkenin uygulanacağı kitlenin, bugün,
ücret eşitsizlikleri yönünden hangi konumda olduğuna da biraz dikkatle bakmamız
lazım değerli arkadaşlarım. Yani, sadece sloganlarla, gerçekten, kamu
çalışanları arasında ücretlerde eşitsizlik ve adaletsizlik var; bu eşitsizliğin
giderilmesi, bu adaletsizliğin ortadan kaldırılmasını mümkün kılacak yasal
çerçeveyi, yetkiyi oluştururken, hangi kitlenin hangi açıdan eşitsiz olan
ücretleri meselesini doğru ortaya koymamız lazım. Değerli arkadaşlarım, bu düzenleme, yaklaşık 2 700 000
aktif çalışanı ilgilendiriyor ve metinde açıkça ifade edilmiş olmamasına
rağmen-benim yorumuma göre- yaklaşık 5 milyon emekliyi de ilgilendiriyor. Bugün
kamu çalışanları ve emeklilerine ilave, devlet bordrosundan maaş alan ve
devletin emeklisi haline gelmiş Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığı emeklilerinden
oluşan yaklaşık 5 milyonluk bir kitle, emekli kitlesini teşkil ediyor.
Dolayısıyla, hükümet bu geniş çerçeveden bu olaya bakacaksa, 2 700 000 artı 5
milyon kitleyi ilgilendiren, yaklaşık 8 milyonluk bir kitlenin var olan
ücretlerindeki eşitsizliği, adaletsizliği giderecek bir yaklaşım ortaya koymak
zorunda. Evet, bugün emeklilerde emekli aylığının asgarîsi 65-70
milyonla, 80 milyonla başlıyor, 1 milyar 100 milyona kadar çıkıyor; yani, belki
de, cumhuriyet tarihinde ilk defa, emekli statüsünde olan ve hayat
pahalılığının tüm ezici etkilerine maruz insanlarımız arasında 10-12 katlık
emekli maaşı farklılığı yaratmış durumdayız. Bir tarafta 80-85 milyon, bir
tarafta 1 milyarı aşan emekli aylıkları var. Herhalde düzeltilecek kategori,
yani, ücret, emeklilik aylıklarındaki farklılığı, adaletsizliği, eşitsizliği
tarif ederken, buralarda da düzeltme yapılacağını düşünmek ve hükümete önermek
istiyorum. Şimdi, bu haksızlıklar, nasıl bir düzen içinde gidiyor
değerli arkadaşlarım? Önce, çalışanlar arasında "toplusözleşmeli
olan" ve "olmayan" farkları var; artık, bunlar, herkesin
gündeminde, herkesin dilinde. Toplusözleşme içinde kalmış, bundan yararlanmış
kamu çalışanlarının ücretleri ile devletteki yönetici kadroların ücretleri
arasındaki mukayese, hepimizi rahatsız edecek boyutta. Her yerde anlatılan,
müdürü ile şoförü, sekreteri ile
genel müdürü arasındaki maaş farklıları, artık, hepimizi rahatsız
ediyor; herhalde, bu bölgede bir düzeltme yapılacak. Tabiî, başka bir şey yaratılmış bugün kamuda, özellikle
memur statüsünde çalışanlar arasında, yaklaşık 2 milyonluk kitle içinde. Hint
sistemindekine, Hint toplumundakine benzer bir kast sistemi oluşmuş değerli
arkadaşlarım. Ücret yapısında, bugün, Hint toplumundakine benzer bir kast
sistemi oluşmuş; çok ilginç. Bunları, çok kısa başlıklarla ifade etmek
istiyorum değerli arkadaşlarım. Bir, en alttaki kesim var; böyle tarif ediyoruz;
bunlar, sadece, devletin verdiği maaşı alan insanlar. Öyle kurumlarımız var ki,
bunların döner sermayesi yok, fonu yok, ikramiyesi yok, fazla mesaisi yok ve
hiçbir eködemesi yok. Bizim tanımladığımız
memur maaşını alan kesimler bunlar; bunlar en alttakiler. Sözgelimi,
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünde çalışıyorsanız, sadece maaş alıyorsunuz. Bunun üstünde, ikinci kategori var; "kötünün
iyileri" dediğimiz kategori bunlar. Bunlar, devletin verdiği çok yetersiz
olan maaşa ilave eködemeler alıyorlar. İşte, Maliye Bakanlığından ben
biliyorum; orada, bir fon desteği var maaşlarının yüzde 15'i, 20'si kadar;
Sosyal Sigortalar Kurumunda bir eködeme sistemi var. Bunlar da gerçekten,
asgarînin biraz üzerinde, ama, yaşam standartları olarak da fevkalade düşük bir
standart içinde yaşıyorlar. Tabiî, üçüncü grup olarak üsttekiler var. Üsttekiler,
herkesin imrenerek baktığı, Başbakanlık ve bağlı kuruluşlarında çalışan ve
kadro karşılığı maaş alan kamu görevlileri; bunlar, muhtelif müsteşarlıklar
-Hazine, Dış Ticaret, Denizcilik- ve benzeri, Başbakanlık merkez teşkilatına
bağlı kuruluşlar; bunların ücretleri, üst ücret grubunda. Tabiî, üsttekilerin de üstünde, en üsttekiler var
değerli arkadaşlarım; bunu da, son yıllarda, büyük bir özenle yaratmaya devam
ediyoruz. Özel kurullar, üst kurullar, özerk statüde kurullar oluşturuyoruz.
Bunlar, artık, devletteki ücret sisteminin tepe noktasında olanların
ücretlerinin katlarıyla ifade edilen maaşlar alıyorlar değerli arkadaşlarım;
yani, devlette, en yüksek maaşı, bürokrasinin başında olan Başbakanlık
Müsteşarı alıyorsa, bu kurullara mensup yöneticiler ve personel, onun, 1 kat, 2
kat, 3 kat fazlasını, bazen kata da bağlanmadan, istediği kadarını alabiliyor;
böylesine de bir yapı bozukluğu var. En üsttekiler, bu son günlerin çeşitli
şekillerde oluşturulmuş kurul ve kuruluşları; görevlerinde özerk; ama,
ücretlerinde fevkalade imtiyazlı. Böylesine kurullar oluşturmaya devam ediyoruz
ve devletteki büyümeyi de, bu ücret artışlarının, bu büyük ücret farklılığı
yaratan statülerin, imtiyazlı statülerin yarattığı cezbedici motivasyonlarla
büyütmeye devam ediyoruz. Değerli arkadaşlarım, bu kurulların ücretleri konusunda
da büyük adaletsizlikler var. Adalet nispî bir kavram. Bakıyorsunuz, bir
kurulda, Başbakanlık Müsteşarının 1 katı, başka bir kurulda 2 katı, bir
başkasında 3 katı... Tabiî, sadece, kurulun yöneticileri değil; kurulda çalışan
her seviyedeki personel de, bu katlanmış ücretlerden, imtiyazlı bir statüde
yararlanmaya devam ediyor. Yine, devam ediyoruz; bu kuruluşlardaki, yükseltilmiş,
katlarla artırılmış ücretler, maalesef, çalışma veriminde ve devlete katkıda
çok önemli sonuçlar yaratmıyor. Yüksek maaş, aynı zamanda, devlette garantiyi de
beraberinde getiriyor. Devletin gücünü kullanacaksınız, en yüksek maaşı
alacaksınız, iş güvenceniz de olacak; böylece, Hint sistemindeki kast yapısının
tepe noktasında kurumlar oluşturacaksınız. Daha da ilerisi, bu kurumların
yöneticilerine, kendi maiyetlerinde çalışan insanların maaşlarını da, devlet
gibi, devlet adına tespit etme yetkisini de vereceksiniz değerli arkadaşlarım. Bunun daha da ilginç örnekleri var: Bir kurumun
başındaki görevliye, Resmî Gazetede yayımlanmamış kararnamelerle, devletteki
ücret sistemini ayda 100 milyar liraya çıkaracak kadar yetkiler veriyorsunuz.
Yani, o yetkili isterse, öylesine bir gücün sahibi ki, kendisi dahil, kurumda
çalışanların ücretlerini, brüt olarak ayda 100 milyar liraya kadar
yükseltebiliyor ve bütün bunlara kimsenin bakma, bunları görme, devletin,
devlet olarak bu işe müdahale etme, standartlarını koyma, çalışanlar arasındaki
büyük ücret huzursuzluğunu gündeme getirme konusunda hiçbir yetkisi ve doğru,
tutarlı, rasyonel bir çabası da yok değerli arkadaşlarım. Böylesine bir
sistemle karşı karşıya bugün kamu yönetimi. O zaman ben şunu sormak istiyorum: Eğer, hükümet bu
aldığı yetkiyi kullanacaksa, ne yapacaktır, nasıl kullanacaktır? Eğer, bu
kitleyi, yani kast sisteminin en altındakileri ve bir üstündekileri, kötüler
içinde iyileri yukarı doğru çekecekse, bu kitle çok büyük ve böyle bir
düzeltmenin maliyeti de bilinenden çok fazla. Hükümet böyle bir kaynağı bir
kenara koydu mu? Eğer koyduysa, bütçeyi biraz önce oyladık, işin bir ciddiyeti
varsa, bu iş için, bu düzeltme operasyonu için ortaya konulmuş olan kaynağın bu
bütçede tanımlanması gerekiyordu. Bu tanım yok değerli arkadaşlarım. Peki, hükümet acaba, bu çok imtiyazlı kesimin
ücretlerinde ciddî bir kesintiye giderek mi adalet sağlayacak? Bunu, doğrusu,
muhtemel görmüyorum. Ortada, sadece şöyle bir geçiştirme olması riski var
diye düşünüyorum değerli arkadaşlarım, bunu temenni etmemekle beraber. Kamu
çalışanlarından, alt sınıfa girenler, büyük ücret kaybına uğramış olanlar ve
ezilen kesim, artık, sesini duyurmaya, sokakta varlığını göstermeye başladı. BAŞKAN - Sayın Kabataş, 1 dakika içinde toparlayabilir
misiniz. KEMAL KABATAŞ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan. Polis dahil, devletin silahlı güçleri de ücret
konusunda büyük ve ciddî şikâyetler içinde. Acaba, hükümet, bu ciddî şikâyetleri
bir ölçüde kontrol etmek üzere, palyatif, geçici ve bir şekilde avutucu,
tutarlılıktan yoksun düzenlemeler mi yapmak istiyor zaman kazanmak için; yoksa,
kamu ücret rejiminde, biraz önce ifade ettiğim bu içinden çıkılmaz tabloya
ciddî bir teşhis koymak ve bu işi düzeltmek için ciddî bir yaklaşım mı
sergilemek istiyor? Eğer, bu yaklaşımı sergileyecekse, kamu ücret rejimindeki,
herkesi isyan ettiren bu tabloyu düzeltmek istiyorsa, biz, sonuna kadar bu
tasarıya evet diyoruz, bu tasarıyla getirilecek kanun hükmünde kararnamelere de
evet diyoruz; ama, bu, bir önceki örneğinde olduğu gibi, gerçekten bir oyalama,
bir çeşit, insanları ve grupları beklentiye sokmaya neden olacaksa... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KEMAL KABATAŞ (Devamla) - Bağlıyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kabataş. KEMAL KABATAŞ (Devamla) - ... yine de bir şeyler
yapılabileceğini düşünüyorum. Teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Kabataş. Grupları adına başka söz isteği?.. Yok. Şahsı adına, Sayın Ercan, söz talebini Sayın Ramazan
Gül'e devretmiş. Buyurun Sayın Gül. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri
Hakkındaki Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu Tasarısı
hakkındaki görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi
en derin saygılarla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüksek
malumlarınız olduğu üzere, bu hükümet, daha önce de aynı amaçla bir yetki
kanunu çıkarmış; ancak, bu kanun, Anayasa Mahkemesince, Anayasaya aykırılık
gerekçesiyle iptal edilmişti. Bu kanunun da aynı akıbete uğrayacağı açıktır.
Kaldı ki, daha önceki yetki kanunu uzun süre yürürlükte kalmış; ancak, hükümet,
her ne hikmetse, bu konuda bir düzenleme yapmamıştı. Şimdi, burada, izninizle, sayın hükümete sormak
istiyorum: Daha önceki yetki kanunu çerçevesinde, memurlar arasındaki ücret
farklılığını gidermek için niçin yetkinizi kullanmadınız? Milletimizin
huzurunda sizlere soruyorum. Dikkat ederseniz, bu hükümet, önce kendisine masum bir
gerekçe buluyor ve bu masum gerekçeyi göstererek Yüce Meclisten yetki alıyor;
ama, yetkiyi aldıktan sonra da, burada bizlere sunulan gerekçeyi tümüyle
unutarak kendi asıl niyetini ortaya koyuyor. Anayasa Mahkemesince iptal edilen yetki yasasında
memurların durumunu iyileştirecek düzenlemeler yapılmamış; ancak, memurların
görevlerine son verilmesiyle ilgili kanun hükmünde kararname hemen hazırlanıp
Sayın Reisicumhurumuza sunulmuş idi. Bu yetki
yasasında da, hükümet, eski alışkanlığını sürdürecek ve memurların
durumunu düzeltmeyi ihmal ederek yine bildiğini okuyacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bu yetki yasa
tasarısının sınırları da iyi belirlenmemiştir; çünkü, yasa tasarısının 1 inci
maddesinde bazı kanunlar ismen zikredildikten sonra, (f) bendinde "diğer
kanun ve kanun hükmündeki kararnamelerin memurlar ile diğer kamu görevlilerinin
idarî, malî ve sosyal haklarına ilişkin hükümlerinde" ifadesi
kullanılmıştır. Bu ne demektir?
Hükümet, böylesine muğlak bir ifadeyi, niçin kullanma ihtiyacında olmuştur?
Nedeni "şayet atladığım yasa olabilir; o nedenle böyle bir düzenlemeye
ihtiyaç duyuldu" ise, bu, çok daha vahim bir olaydır. Çünkü, hükümet,
hangi yasalarda değişiklik yapacağını dahi tam olarak bilmemektedir. Böyle bir
hükümete yetki verilebilir mi?! Çünkü, daha işin esasını dahi çözümleyememiş
bir hükümet, yetkiyi de yanlış kullanır ve yeni yeni mağdurlar yaratır. Bundan
hiç kimsenin endişesi olmasın. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yetki
yasa tasarısının bize sunulan amacı ne;
memurlar arasındaki ücret dengesizliğini gidermek... Çok güzel. Peki, bu ücret
dengesizliği giderilecekse, bu yetki yasa tasarısı içerisinde idarî yetkiye
neden gerek duyulmaktadır? Malî hakları anlıyoruz; ama, idarî hakları anlamış
değiliz. Yoksa, sizler, bu yetki yasasına dayanarak memurlarla ilgili idarî
düzenlemeler de mi yapacaksınız? Aslında, bu yasa tasarısının gizli amacı da
burada yatmaktadır. Hükümet, kanun olarak bu Meclisten geçiremeyeceği
düzenlemeleri, bu yetki yasasına dayanarak kanun hükmünde kararnamelerle
yapacaktır. Daha açıkçası, memurların işten çıkarılması ve görevlerine son
verilmesi bu yetki yasasıyla yapılmaya çalışılacaktır. Değerli milletvekilleri,
bu doğru mudur? Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada hükümete
ve siz değerli milletvekillerine sormak istiyorum: Acaba hangi milletvekili,
memurlar arasındaki ücret
adaletsizliklerinin kaldırılmasını istemez? Her milletvekili, kamu çalışanlarının
eşit işe eşit ücret anlayışı içinde çalışmalarını ister. Zaten, kamuda
etkinliğin ve verimliliğin artırılmasının temel koşullarından birisi de budur.
Peki, böyle bir anlayış tüm Parlamentoda hâkimken, bu hükümet, niçin bir kanun
tasarısı hazırlayıp bu Parlamentoya sunmuyor da yetki yasası çıkararak sorunu
çözmeye çalıştığını söylüyor? Hükümet, şayet böyle bir konuda yasa tasarısı
hazırlayıp Parlamentoya sunduğunda engelle karşılaşacağını sanıyorsa, yanılıyor;
çünkü, az önce de ifade ettiğim gibi, her sayın milletvekili, kamu çalışanının
daha adil ücret almasını ister ve destekler. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; belki burada
hükümet "Parlamentoyu daha az işgal edelim, Parlamentonun gündemi çok
yoğun, o nedenle, bir yetki yasasıyla bu işi ivedilikle çözelim"diye
düşünmüş olabilir. Aslında, biz, böyle düşünmediğini biliyoruz; ama, yine de
iyi niyetle soruna yaklaşmaya çalışıyoruz. Şayet hükümet böyle düşünüyorsa,
bunda da hata yapıyor; çünkü, bu Parlamento, yeri geldiği zaman, 24 saat bile
çalışmaya hazırdır. Unutulmamalıdır ki, bizim görevimiz, çalışmak ve yasa
yapmaktır. Hele hele, kamu çalışanları arasında ücret dengesizliğini giderecek
bir yasa tasarısı Parlamentoda hiç beklemez ve ivedilikle yasalaştırılır.
Hükümet istiyorsa, tasarıyı getirsin, hep birlikte ivedilikle çıkaralım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; anayasal açıdan
bakıldığında, bu yasa tasarısının Anayasaya aykırı olduğunu görüyoruz.
Anayasanın 91 inci maddesi ve Anayasa Mahkemesinin bu konuyla ilgili
kararlarına baktığımızda, bu yetki yasa tasarısının da Anayasaya uygun olarak
hazırlanmadığını görüyoruz; çünkü, Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, bir
yetki yasasının çıkarılabilmesi için çok ivedi bir durumun olması
gerekmektedir. Oysa, ortada böyle ivedi bir durum yoktur. Kaldı ki, az önce de
belirttiğim gibi, kamu görevlilerinin daha adil bir statüde maaş almalarını
hepimiz istiyoruz ve böyle bir yasayı da ivedilikle görüşmeye, tartışmaya ve
yasalaştırmaya hazırız. Bakınız değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti
bir hukuk devletidir, hukukun üstünlüğü Anayasamızda da yer almaktadır; ancak,
bu hükümetin, zaman zaman hukuka tahammül edemediğini görüyoruz. Geçmişte Sayın
Cumhurbaşkanının iade ettiği kanun hükmünde kararnameler nedeniyle hükümetin
takındığı tavır henüz belleklerimizden silinmedi. Sayın Başbakanın, Sayın
Cumhurbaşkanını âdeta suçlarcasına takındığı tavır, hukuka ne denli önem
verdiğini bize göstermiştir. Nitekim, bu yetki yasası da, aynı anlayışla
hazırlanmış ve Yüce Parlamentonun gündemine getirilmiştir. Hukuka inanmayan,
hukuku ihlal eden, kamu vicdanını rahatsız eden eylemlerden bu hükümetin
kaçınması gerekmektedir. Sayın milletvekilleri, bakınız, bu hükümet, memura daha
fazla maaş vermekte samimîyse, bütçe kanununda kamu görevlileri için daha fazla
ödenek ayırırdı. IMF'nin korkusundan, bütçede daha fazla ödenek ayırmayan bir
hükümet, nasıl olur da, bir yetki yasasıyla memurların durumunu düzeltmeye
çalışır!(DYP sıralarından alkışlar) Böyle bir davranışı samimî görmek, samimiyetle
karşılamak mümkün mü; elbette mümkün değil. Bunun içindir ki, bu yetki
yasasının başka amaçlarla kullanılacağı; ama, memurun içinde bulunduğu durumu
asla düzeltmeyeceği bilinmektedir. Biz, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, bu art
niyetli, samimî olmayan tutum için siz değerli milletvekillerinin dikkatini
çekmeyi bir görev sayıyoruz. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yukarıda da
ifade ettiğim üzere, bu yetki yasasında asıl niyet... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Gül, 1 dakika içinde toparlayın;
buyurun. RAMAZAN GÜL (Devamla) - ...kamu görevlileri arasında
ücret farklılıklarını gidermek değildir; çünkü, buna IMF karşı çıkmaktadır, bu
hükümetin de, IMF'nin bir dediğini
iki etmediğini biliyoruz. O
kadar ki, asgarî ücret bile bu hükümet döneminde anlamını yitirdi; çünkü, IMF
bunu istiyordu. IMF'nin emir ve talimatlarını aynen kabul eden bir hükümetin,
memura daha fazla maaş vermesini beklemek, herhalde aşırı iyimserlik olacaktır.
Bu yetki yasa tasarısıyla yapılacak olan, idarî hak
kavramından hareketle, kamu çalışanlarıyla ilgili olumsuz düzenleme yapmaktır;
çünkü, idarî hak ile memur maaşları arasında bir bağlantı yoktur. Bu yasa
tasarısının samimî olarak hazırlanmadığını biliyoruz. Hükümet, açıkyüreklilikle
ortaya çıkıp, ne yapmak istediğini burada ifade edememektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) RAMAZAN GÜL (Devamla) - Art niyetli bu tür yetki
yasalarının, Türkiye'de huzuru bozmaktan başka bir anlamı yoktur. Bu nedenle,
biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu tür yetki yasalarına karşıyız ve karşı olmaya
devam edeceğiz. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz; sağ olun. Sayın Ali Rıza Gönül, söz hakkını Sayın Sadri
Yıldırım'a devretmiştir. Buyurun Sayın Yıldırım. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 566 sıra sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri
Hakkındaki Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu Tasarısının
1 inci maddesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce
Heyetinize ve yüce milletime saygılar sunarım. Konuşmama başlamadan evvel, mübarek kadir gecenizi ve
mübarek ramazan bayramınızı kutluyor; ayrıca, yeni yılınızın da hayırlı uğurlu
olmasını diliyorum. Tasarı, eşit işe eşit ücret ilkesi ve kamu
hizmetlerinin verimli ve etkin bir şekilde yürütülmesi, ülkenin ekonomik ve
sosyal durumunu dikkate alarak, memurlar arasında idarî, malî ve sosyal haklar
nedeniyle dengesizlikleri ve adaletsizlikleri giderici düzenlemeleri yapmak
amacıyla, Meclise sevk edilmiş bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri, tasarı güzel; ancak, bu
tasarı, Yüce Meclise kanun tasarısı şeklinde gelseydi, enine boyuna
tartışılarak, Mecliste önce komisyonlardan, sonra da Genel Kuruldan geçseydi,
çok daha iyi olurdu. Ama, maalesef, bu tasarı, belirttiğim hususlarda Bakanlar
Kuruluna verilecek yetki tasarısı şeklinde getirilmiştir; onun için, bu tasarı,
çok çok önemlidir. Hatırlarsınız, bu tasarı, 27-28 Haziran 2000'de
görüşüldü ve kabul edildi; ancak, Anayasaya aykırı olması nedeniyle, Anayasa
Mahkemesince iptal edilmiştir. İptal gerekçeleri nazara alınmadan tekrar aynı
hususta Meclise getirilmesiyle, acaba, hükümet, maksatlı olarak, bu tasarının
çıkmaması için Cumhurbaşkanından veya Anayasa Mahkemesinden geri dönmesini mi
istemektedir; yoksa, memur ve çalışanları oyalama taktiğini mi düşünüyorsunuz;
ya da daha evvelki gibi, memur kıyımı mı yapacaksınız? Esas maksadınızda, memura ve kamuda çalışanlara bir şey
vermek veya eşit işe eşit ücret politikasında ve görüşünde samimî iseniz, bütçe
kanununda neden vermediniz? Doğrusu, bizim şüphelerimiz vardır; bunadır. Biz, bu nedenle, Doğru Yol Partisi olarak, bu hususta
hükümete güvenmiyoruz; ama, sadece biz değil, size halk da, memur da ve tüm
kamuda çalışanlar da güvenmiyor. Bu nedenle, 28 Haziran 2000 tarihinde, yine,
Grup adına yaptığım konuşmada da, Doğru Yol Partisi olarak, bu yetki tasarısına
karşıydık; şimdi, yine karşıyız. Zaten, komisyonda da, bu nedenle muhalefet
şerhimiz vardır. Değerli milletvekilleri, bu yetki tasarısına Doğru Yol
Partisi olarak neden karşı olduğumuzu müsaade ederseniz izah etmek istiyorum: Biz, Doğru Yol Partisi olarak, tasarının özüne karşı
değiliz. Biz, esas, tasarının gizli maksadına karşıyız. (DYP sıralarından
alkışlar) Yoksa, tüm kamu görevlilerine ve memurlarına tanınacak sosyal ve malî
hakların her türlüsünün yanındayız. Memurlarımızın ve tüm kamu hizmetlerinde
çalışanların mağdur olduğunu ve dengesizliklerin giderilmesi gerektiğini
bilenlerdeniz; her zaman destekledik; sizin hakkınızı da, sonuna kadar
savunanlardanız; ancak, biz, hükümet yetkiyi aldıktan sonra, yine, kötü niyetli
olarak, memurumuz ve çalışanlarımız hakkında yargısız infaz yapılmasından
korkarız. Anayasamızda "kamu hizmetleri, iş ve işlemleri,
kamu görevlileri eliyle yürütülür" denilmektedir. Ayrıca, atama usulleri,
görev, yetki ve sorumlulukları da, yine, kanunla düzenlenmiştir. Bugün,
Türkiye'de memurlar ve kamu hizmetlerinde çalışanlar arasında ücretlerde büyük
dengesizlik vardır, hem de öylesine büyük dengesizlikler vardır ki, aynı işte
çalışan kişiler farklı ücret almaktadır, hatta amir pozisyonda olan kişilerin
ücretleri, maiyetindekilerden 3 misli daha aşağıdadır. Değerli arkadaşlar, dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine
ücret dengesizliğine, böylesine çarpık ve yanlış bir anlayışa rastlamak mümkün
değildir. Biz de, haksızlığa uğrayan memur ve kamuda çalışanlarımızın hakkının
acilen verilmesine, bunu düzenleyecek ve düzeltecek bir siyasî iradeye ve aynı
zamanda bir devlet anlayışına ihtiyaç olduğunu kabul ediyoruz; ancak, bizim
ikinci itirazımız ve karşı oluşumuz, neden Meclis Genel Kurulunda görüşülerek
kanunlaşmıyor, Meclis çalışırken neden yetki istenmektedir? Yani, yetki
yasasını neden getiriyorsunuz? Milletten vekalet alan vekiller burada; eğer,
Meclis çalışırken size bu yetkiyi verirsek, bize oy verenlere ne diyeceğiz;
millet iradesine ters düşmüş olmuyor muyuz?! Hükümet çıkıp, Meclis çalışırken,
neden yetki istediğini, nasıl izah edecektir?! Anayasanın 2 nci maddesi "Türkiye Cumhuriyeti,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik bir hukuk
devletidir" dediğine göre ve yine Anayasanın 7 nci maddesi "yasama
yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez" dediğine göre, halkı, milleti ve millî iradeyi temsil eden
Türkiye Büyük Millet Meclisi görevi başındayken, yasama yetkisini nasıl
devredecektir?! Öyleyse, bu yetki tasarısı, Anayasaya aykırıdır, hukuk devleti
ilkelerine aykırıdır, demokrasiye aykırıdır. İşte, Doğru Yol Partisi bunun için
yetki yasasına karşıdır. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın hükümet, gelin, bu yetkiyi geri çekin, kanun
tasarısı halinde getirin; hem ülkedeki huzursuzluğu önlersiniz hem de
memurlarımızın, çalışanlarımızın dört gözle beklediği... Ve aylardır
meydanlarda hak arayan memurlarımızı da kurtarmış olursunuz. Bu tasarıyı
kanunlaştıracaksınız; ancak, yine tekrar ediyorum; yetkiyi kötüye
kullanmayınız. Değerli milletvekilleri, ülkede ekonomik kriz vardır; pahalılık
almış yürümüş; memurlarımız, kamuda çalışanlarımız, hakikaten zor durumda,
açlık sınırı içinde hayatlarını devam ettiriyorlar; emekliler perişan. Öyleyse,
gelin, bu ülke bizim, bu memurlar bizim, bu çalışanlar bizim. Zaten, fazla bir
şey istemiyorlar; sadece, insanca yaşamak, evlerine bir dilim ekmek götürmek
istiyorlar. Gelin, aradaki dengesizlikleri giderelim, memurlarımıza
ve emeklilerimize de yüzde 10 ek zam verelim diyor, Yüce Heyetinize Doğru Yol
Partisi ve şahsım adına saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım. Gruplar ve şahıslar adına konuşmalar tamamlanmıştır. Sayın Yöndar, buyurun, sorunuzu sorun. NECATİ YÖNDAR (Bingöl) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakanıma aşağıdaki
soruları tevdi etmek istiyorum. Hükümet olarak ücretler arasındaki
dengesizliğin giderilmesi için gerekli tedbirler alınacak mıdır diye: 1- Genel ve katma bütçeli kurumlarda çalışan personel
ile özel bütçeli kurumlarda çalışan personelin ücretleri arasında oldukça büyük
farklar bulunmaktadır. Bu ücret dengesizliklerini gidermek için düzenlemeler
yapılacak mı? 2 nci sorum: Memur ile işçi ücretleri arasındaki fark
oldukça açılmış durumdadır. Bu dengesizliği giderecek ne türlü tedbirler
alacaksınız? 3 üncü sorum ve son sorum: Anayasamızın 91 inci
maddesinde, yetki kanununda, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin amacının
gösterilmesi gerekir denildiği halde, hükümet, çıkaracağı kanun hükmünde
kararnamenin amacını açık olarak belirtmediğinden, kanun, Anayasaya aykırıdır. Malî haklarda iyileştirme yapmak ve ücret
dengesizliğini gidermek için bütçeye ilave yük getirmesi gerekir. Çünkü, fazla
maaş alanların maaşı düşürülmeyeceğine göre, diğerlerinin de maaşlarının
artırılması yoluyla ancak maaş dengesizliği giderilebilir. Halbuki, hem kabul
edilen 2001 yılı bütçesinde hem de IMF'ye verilen Niyet Mektubunda, personel
giderlerinin artırılacağına ilişkin bir hüküm yoktur. Öyleyse, yapılacak olan, gerçekten malî hakları
iyileştirmek midir, yoksa, idarî düzenlemeler için bu ad altında yetki almak
mıdır? Sayın Bakanım, çıkacak bu kanunun, bu şekilde
kullanılmayacağı ve bu kapsamda kanun hükmünde kararname çıkarılmayacağı,
hükümet tarafından, Genel Kurula beyan edilebilecek mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yöndar. Sayın Malkoç, buyurun. ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Teşekkür ediyorum. Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakanımdan şu
hususun açıklanmasını istiyorum: Bilindiği gibi hükümet, 29 Haziran 2000
tarihinde aldığı yetkiyle, daha sonra memurlar için "yargısız infaz"
veya Sayın Adalet Bakanının deyimiyle "cadı avı" denilen kanun
hükmünde kararnameyi Cumhurbaşkanına sevk etmiştir ve Sayın Cumhurbaşkanı da,
bu kararnameyi geri çevirmiştir. 29 Haziran 2000 tarihinde çıkarılan yetki yasasıyla,
bugün Meclise sevk edilen yetki yasası birbirine benzemektedir. Acaba,
hükümetin sayın yetkilileri, memurlar için "yargısız infaz" diye
adlandırılan veya Sayın Adalet Bakanının deyimiyle "cadı avı" olarak
adlandırılan benzer bir kanun hükmünde kararnameyi sevk etmemeyi veya etmeyi
düşünmekte midir? Bu kanun tasarısının, bu yetkinin gizli bir amacı var mıdır;
yani, kanun hükmünde kararnameyle, memurlara yargısız infaz şeklinde bir
düzenleme düşünülmekte midir? Birinci sorum bu efendim. İkinci sorum: Daha önce, yine 29 Haziran 2000 tarihinde
alınan yetkiyle Sayın Cumhurbaşkanından dönen kanun hükmündeki kararnamenin
sevk tarihi arasında 3 ay 10 günlük bir süre vardır. Acaba, benzer bir
düzenleme, niçin bu üç aylık süre içerisinde yapılmamıştır; şimdi üç aylık yeni
bir süre istenmektedir? BAŞKAN - Sayın Erbaş, buyurun. FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkanım, aracılığınızla
Sayın Bakanıma sormak istiyorum; Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkında
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanun Tasarısıyla, İçişleri
Bakanlığı bünyesinde bulunan Jandarma Genel Komutanlığında görev yapan rütbeli
subay ile Emniyet Genel Müdürlüğünde çalışan rütbeli komiser ve emniyet müdür
muavinleri arasındaki ücret farkı ne kadardır; bu kanun tasarısıyla bu fark
giderilecek midir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkürler. Sayın Parlak, buyurun. EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkanım,
aracılığınızla, Sayın Bakanımdan şunu öğrenmek istiyorum: Haziran ayında
çıkarılan ve sonra iptal edilen yetki kanununa dayalı olarak çıkarılmış bulunan
17 kanun hükmünde kararname iptal edildi. Bunlardan birisi olan 612 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname, üniversitelere bağlı olarak yeni fakülte ve
yüksekokulların kurulmasını öngörüyordu. Bu 612 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname, 10 Kasım 2000 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan kararla iptal
edilmiş. Şimdi, acaba, bu 612 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle kurulması
öngörülen fakülte ve yüksekokulları, yeniden bir yetki kanunuyla mı kurmayı
veya yeni kanun tasarısıyla mı kurmayı veya Meclis gündeminde bulunan, örnek
olarak Yüzüncü Yıl Üniversitesine bağlı Hakkâri Eğitim Fakültesinin kanun
teklifi olarak desteklenmesini mi düşünüyorlar? Bunu öğrenmek istiyorum. Sayın Başkanım, teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Soru sorma işlemi tamamlanmıştır. Sayın Bakan, sorulara cevap verebilirsiniz; buyurun. DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkındaki Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu Tasarısıyla ilgili, gerek
gruplar adına yapılan konuşmalara gerek şahıslar adına yapılan konuşmalara ve
sözlü sorulara, bir bütünlük içerisinde cevap vermeye çalışacağım. Özellikle, kanunun çıkarılış amacıyla ilgili sorular
vardı. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak
ve kamu hizmetlerinin de, düzenli, süratli, verimli ve ekonomik bir şekilde
yürütülmesini temin etmek amacıyla, bu yetki kanunu çıkarılmak istenmektedir.
Ayrıca, konuşmacılar ve soru soran arkadaşlarımız tarafından, bu yetki
yasasıyla ilgili, ne getirmek isteniliyor, ne gizleniyor, gizli amacı nedir
gibi sorular yöneltilmiştir; yasa tasarısındaki muğlak ifadelerden söz
edilmiştir. Yasa tasarısının 1 inci maddesinde, kanunun amacı, çok
açık ve net bir biçimde ifade edilmiştir. Burada amaç, kamuda çalışan
görevliler arasındaki eşitsizliklerin ve mağduriyetlerin giderilmesidir; başka
bir amacı yoktur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmacı
arkadaşlarımızın da ifade ettikleri gibi, daha önce de, 13.12.1986 tarihinde
3268 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkında Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu çıkarılmıştır ve bu yetki kanunuyla
ilgili, dönemin ana muhalefet partisi grubu adına, Anayasa Mahkemesinde iptal
davası açılmıştır ve bu yetki kanununun, Anayasanın 91 inci maddesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi yetki kanununu, Anayasanın ilgili
maddelerini göz önüne alarak ayrıntılı bir şekilde incelemiş ve kanunu
Anayasaya aykırı bulmayarak iptal başvurusunu reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi,
ret gerekçesinde "3268 sayılı Yetki Kanununun 1 inci maddesiyle Bakanlar
Kuruluna verilen düzenleme yetkisinin, 657 sayılı Kanuna tabi memurlar ve kamu
hizmetlileri bakımından idarî, malî ve sosyal haklarda iyileştirmeler yapmakla
sınırlandırıldığı, kanun ile belirlenen amaç göz önünde tutulduğunda 3268
sayılı Kanunun Türk vatandaşlarının devlet memurluğuna alınmalarıyla ilgili bir
alanda yeni olanaklar yaratmak üzere değişiklik ve düzenleme yapılmasını
kapsamadığını" belirterek iptal başvurusunu reddetmiştir. Ayrıca, kadro,
sicil, izin, nakil, ilerleme gibi hakların idarî haklar içerisinde yer aldığı,
bu hususun yetki kanununda yer almasının Anayasaya aykırı olmadığı, çünkü,
dolaylı bir biçimde kişi hak ve özgürlüklerini ilgilendirmeyecek bir
düzenlemenin düşünülemeyeceğini ve dolaylı bir ilginin varlığına dayanılarak
sonuca gitmenin de isabetli sayılamayacağını Anayasa Mahkemesi belirtmiştir. Sayın Gül, konuşmasında 1 inci maddenin (f) bendinin
Anayasaya aykırı olduğunu ifade etmişti. Anayasa Mahkemesi, yine aynı kararda,
bu Anayasaya aykırılık iddiasıyla önüne getirilen bu bendi "burada yasa
koyucu bizzat yapacağı araştırmada devlet memurları ve diğer kamu
görevlileriyle ilgili kimi yasaların gözden kaçmış olabileceği ihtimalinin
yaratabileceği sakıncaları önlemek gibi bir amaçla bu şekilde bir belirlemeyi
tercih etmiş bulunmaktadır. Topyekûn bir yetki devri olarak yorumlanması
isabetli olmaz" gerekçesiyle iptalini uygun görmemiştir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; esasen personel
mevzuatımızda idarî, malî ve sosyal haklar net bir şekilde ayırt edilememiş
hatta söz konusu haklar iç içe girdiğinden genellikle bu üç kelime birlikte
kullanılmaktadır, idarî, malî ve sosyal haklar ifadesi kullanılmaktadır.
Örneğin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 37 nci maddesinde yer alan,
memurların azami yükselebilecekleri derecenin üstünde bir dereceye
yükseltilmesi; 64 üncü maddesinde yer alan, kalkınmada öncelikli yörelerde
çalışanlara iki yılın karşılığında ilave bir kademe verilmesi, 65 inci ve 66
ncı maddelerinde yer alan kademe ilerlemesi ve derece yükselmesinin onay
merciinin belirlenmesi gibi hükümler, malî bir hak doğurmakla beraber, anılan
kanunda ne malî hakların ne de sosyal hakların içerisinde yer almamıştır. Ayrıca, yine bir örnek vermek gerekirse... BAŞKAN - Sayın Bakanım, toparlar mısınız... DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Toparlıyorum
Sayın Başkan. ...bir kamu görevlisinin kadro derecesinin artırılması,
üç hakla da ilgili olabilmektedir. Örneğin, aylıkta artış sonucu
doğuracağından, maddî haklar-la ilgili olmaktadır; görevde ilerlemeyi
kapsadığından idarî haklarla ilgilidir; emekli müktesebinin belirlenmesiyle de
sosyal haklarla ilgilidir. Dolayısıyla böyle bir yetki yasa tasarısında mutlaka
"idarî" kelimesinin de bulunması gerekmektedir. Kaldı ki, bu kanunla
alınması öngörülen yetki, 3268 sayılı Kanunun kapsamından daha sınırlı olup,
sadece ücret adaletsizliklerinin giderilmesini kapsamaktadır. Bu konuda herhangi bir kaygıya gerek olmadığını ifade
ediyor, arz ediyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Bir daha bu kadar süre yok, süreye uyacağız yahut da
yazılı olarak cevap vereceksiniz. Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 1 inci maddeyi okutuyorum: MEMURLAR VE
DİĞER KAMU GÖREVLİLERİ HAKKINDAKİ BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR
YETKİ KANUNU TASARISI Amaç ve kapsam MADDE 1. - Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
çalışmalarında etkinliği artırmak ve kamu hizmetlerinin düzenli, süratli,
verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini temin etmek amacıyla bunların
idarî, malî ve sosyal hakları arasındaki adaletsizlikleri gidermek üzere Bakanlar
Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu Kanuna göre çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler,
kamu kurum ve kuruluşlarında (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilât Kanunları ile diğer kanun ve
kanun hükmünde kararnamelerin bu Teşkilâtlarla ilgili hükümleri hariç) çalışan
memurlarla diğer kamu görevlilerinin idarî, malî ve sosyal haklarına ilişkin
olarak; a) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda, b) 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel
Kanununda, c) 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda, d) 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununda, e) 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede, f) Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin
memurlar ile diğer kamu görevlilerinin idarî, malî, ve sosyal haklarına ilişkin
hükümlerinde, yapılacak değişiklik ve yeni düzenlemeleri kapsar. BAŞKAN - 1 inci maddeyle ilgili olarak, Fazilet Partisi
Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak; buyurun. (FP sıralarından
alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. FP GRUBU ADINA YAKUP BUDAK (Adana) - Sayın Başkan,
değerli üyeler; Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkındaki Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu Tasarısı üzerinde söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Getirilen bu düzenlemeyle, hükümete bir yetki verilmeye
çalışılıyor. Bu yetkiyle de kamuda çalışanların verimliliğini artırmak,
etkinliğini artırmak, bunun yanında, aynı zamanda, rantabl çalışmalarını
sağlayabilmek için malî, idarî ve sosyal konularda gelişmelerin sağlanması
olarak, konu özetlenmeye çalışılıyor. Gerçekten, bu düzenleme yapılırken, Türkiye'nin bir
hukuk devleti olduğu unutulmuştur. Ne demektir, malî, idarî ve sosyal
durumlarıyla ilgili konularda düzenleme yapmak; bununla ilgili bütün kanunlarda
da değişiklik yapma yetkisini hükümete vermek?!. Bu, bir defa, hükümetlerin
kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisiyle ilgili Anayasanın 91 inci
maddesiyle çelişiyor. Burada, bir defa, kapsamı, ilkeleri, süresi, oldukça
belirsizlik... "İdarî" diyoruz, idarî kelimesinin kapsamının
içerisine memurun hangi konusu girmeyecek veya "sosyal" kelimesinin
içerisine hangi manalar sığdırılmayacak; bu mümkün mü?! Dolayısıyla, bu tasarı,
oldukça flu, muğlak bir ifadeyle, kanun yapma tekniğine de aykırı bir tarzda,
kanun hükmünde kararname çıkarmanın ilkelerine, 91 inci maddeye da aykırı
olarak getirilmiştir. Yine, Anayasanın 128 inci maddesine göre, memurların
haklarıyla, ödevleriyle, maaşlarıyla, özlük haklarıyla, yükümlülükleriyle
ilgili konular kanunla düzenlenir. Eğer bu yetki kanunu çıkarsa, âdeta, Büyük
Millet Meclisinin kullanması gerekli olan bir yetkiyi, Meclis, hükümete
devrediyor. Halbuki, Anayasanın 6 ncı maddesinde "Hâkimiyet kayıtsız
şartsız milletindir, bu yetki devredilemez" deniliyor. Anayasanın 7 nci
maddesinde "hiç kimse, Anayasadan kaynaklanmayan bir hususta görev
yapamaz" deniliyor. Böyle denilmesine rağmen, Meclis by-pass ediliyor,
Meclisin yetkileri, üç aylık bir süreyle, belirli bir konunun da sınırları
çizilmeden, hükümete veriliyor. Bu, mevcut mevzuatımıza da, Anayasamıza da
oldukça aykırı bir tutumdur, hukuk devletiyle de bağdaşmamaktadır ve keyfiliğe
de yol açacak mahiyettedir. Anayasa Mahkemesi, buna benzer bir kanun hükmünde
kararnameyi iptal etti ve yıl sonuna geldik. Aradan bu kadar süre geçti; acaba,
memurların durumlarının iyileştirilmesiyle ilgili, yani, ileriye sürüldüğü
gibi, maaşlarının artırılmasıyla, özlük haklarının düzenlenmesiyle ilgili bu
hükümet ne yaptı Anayasa Mahkemesi bu kanun hükmünde kararnameyi iptal ettikten
sonra; hiçbir şey yapmadı. Eğer, hükümet, iyi niyetli olsaydı "Anayasa
Mahkemesi, Anayasaya aykırı bularak bu kanun hükmünde kararnameyi iptal
etmiştir, dolayısıyla bu konuda iyileştirici birtakım tedbirler alayım"
diye çalışırdı, çırpınırdı, Meclisimizin huzuruna da bir yasa tasarısı
getirirdi. Ama, bunların hiçbirisini yapmamıştır. Yine, bunun yanında, eğer,
gerçekten, memurlarının ücret durumlarının düzenlenmesiyle ilgili iyi niyetli
düşünmüş olsalardı, 2001 bütçesinde, memurlarımızın durumlarını iyileştirecek
maddeleri Maliye Bakanlığı bütçesi içerisine koyarlardı. Bütçeye,
memurlarımızın durumlarının düzeltilmesiyle ilgili, mevcut ekonomik şartlara
göre ne konulmuştur; yüzde 10 gibi bir rakam konulmuştur. Geçen yıl, 2000 yılı bütçesinde TEFE yüzde 20 olarak
öngörülmüştü, TÜFE de yüzde 25 olarak öngörülmüştü; ama, 2000 yılı sonunda
gerçekleşme oranı, TEFE'de yüzde 50, TÜFE'de de yüzde 55'tir. 25 puanlık bir
açık vardır. Bunu bile telafi etmeye yanaşmayan bir hükümet, bu yetkiyle
çıkaracağı kanun hükmünde kararnameyle neyi getirecektir allahaşkına?! Dolayısıyla, bu, keyfiliğe yol açacak bir yetki
tasarısıdır. Hükümet, gerçekten, memurlarımızın durumlarını iyileştirmek için
bir kanun hükmünde kararname çıkarmak istiyorsa, açıkça yazardı "biz,
memurların, malî ve özlük haklarını düzenlemek için, kanun hükmünde kararname
çıkarmak için yetki istiyoruz" derdi. Halbuki, böyle, açık bir ifade yok.
Hani, her konuda bu hükümet şeffaf olacaktı; bütün meseleler, halkla, toplumla,
şeffaf bir şekilde değerlendirilecekti. Nerede bu şeffaflık; neyi
kaçırıyorsunuz, neyi gizliyorsunuz, neyi saklıyorsunuz milletten?! Bununla da
memurları aldatacağınızı mı zannediyorsunuz? Milleti aldatmanız mümkün değil. Muhterem arkadaşlar, tasarı muğlaktır, açık değildir.
Bunun yanında, muhtevası da açık değildir. Gelir dağılımı bakımından,
memurların durumlarının iyileştirilmesiyle ilgili, sadra şifa olacak hükümler
de içermemektedir. Maalesef, Türkiye, gelir dağılımı bakımından, dünyanın gelir
dağılımı en bozuk ilk beş ülkesi arasına girmektedir. Maalesef, hükümet bunu
yeniden düzenleyebilmek, bu gelir dağılımı bozukluğunu ortadan kaldırabilmek
için kendi memuruna bile cimri davranmaktadır. Bunun altında ne vardır; idarî birtakım düzenlemeler
yapılacak, sosyal birtakım düzenlemeler yapılacak. Zaten, bunun uçlarını da,
birtakım uygulamalarını da,
YÖK'te, diğer kurumlarda
görüyoruz. Eğer bu kanun çıkarılırsa, bütün devlet dairelerinde jurnaller
başlayacaktır, memurların sicilleriyle oynama başlayacaktır; bir millî eğitim
müdürünün yaptığı gibi... Kendi okulunda, imam-hatip okulunda, öğrencilerin
velileri memursa, onu valiliğe bildiriyor "bunlar, Anayasaya aykırı bir
davranış içindedirler" diyor. Böylesine bir mantığı kabul etmek mümkündür. Yine, hem açıklıktan söz edeceğiz hem insan haklarından
söz edeceğiz ve bizim insan haklarıyla ilgili, sorumlu Devlet Bakanımız, bütün
valiliklere, bütün kaymakamlıklara tamim gönderecek, diyecek ki, efendim,
ilinizde, ilçenizde, insan hakları takip kurulu kurun ve insan hakları
ihlallerini merkeze bildirin; arkasından da, yine, ayrı bir tamimle...
Başbakanlıkta Batı Çalışma Grubu var; onun, ilçelerde ve illerde de şubeleri
var, valiliklerin ve kaymakamlıkların içerisinde. Bir taraftan, insan haklarını
izleme komiteleri kuracaksınız, bir taraftan da, insanları fişleyebilmek için
ayrı kurullar oluşturacaksınız. Bunun, devlet etme mantığıyla, devlet ile
vatandaşı bağdaştırma mantığıyla, hukuk devleti anlayışıyla ne alakası vardır
Allahaşkına?! (FP sıralarından alkışlar) Yani "bu ne perhiz, bu ne lahana
turşusu" derler ya... Bu hükümet, ne yaptığını bilmiyor. Zaten, bu hükümetin
kafası karışık. Bu hükümetin öncelikleri yok, bu hükümetin hedefleri yok,
sahnenin dışındakilerden ne talimat gelirse, ne emir gelirse ancak onu
yasalaştırmaya çalışıyor. Dolayısıyla, her gün kendi icraatlarıyla kriz üzerine
kriz çıkarıyor, ondan sonra da krizi çözmüş gibi kahramanlık taslıyor; büyük
başarılar elde ettim diyor. Muhterem arkadaşlar, getirilecek yasa tasarısı,
gerçekten, memurumuzun, emeklimizin ihtiyaçlarını karşılayacak noktada olmuş
olsa, elbette, bunları konuşmak istemeyiz. Ama, bu hükümetin ekonomik
uygulamaları, Türkiye'nin bir yanındaki insanları Almanya seviyesinde
yaşatıyor, çok az bir kesimi; Türkiye'nin büyük bir bölümü de Tanzanya
seviyesinde yaşıyor. Bu memleketi ortadan, âdeta, ikiye bölmüştür. İnsanların
birkısmı Almanya, birkısmı da Tanzanya'da yaşıyor. Böyle bir mantığı, böyle bir
hükümet etme anlayışını kabul etmek mümkün değildir. Biz, memurumuza, insanımıza güvenmek mecburiyetindeyiz.
Fişlemekle, onların işten atılmasını kolaylaştıracak birtakım yasalar
çıkarmakla çağa ayak uyduramayız, 21 inci Yüzyıla da giremeyiz. Memurunu SS
subayı gibi gören, tek tip insan olarak değerlendiren, devletin, âdeta, bir
subayı gibi bana hizmet etsin diyen zihniyetler 1940'larda kalmıştır, tarihin
karanlığına gömülmüştür. 21 inci Yüzyıl, özgürlükçü ve insan haklarının önplana
çıktığı, demokratik değerlerin yükseldiği bir dönem olacaktır. Dolayısıyla,
hükümet, bu yasayı getirirken, karanlığı Türkiye'de yoğunlaştırmak istiyor,
insan hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırmak istiyor, memuruna güvenmiyor.
Biz, memurumuza güvenmeyeceksek, insanımıza güvenmeyeceksek kime güveneceğiz?!
Peki, bu hükümete kim güvenecek; bu yasaları çıkaran, bu yasaların çıkması için
oy veren insanlara millet niye güvenecek?! Eğer, siz, millete güvenmiyorsanız,
milletin büyük bir bölümünü, kılığından kıyafetinden, düşüncesinden ve
inancından dolayı tehdit unsuru olarak görüyorsanız, bu millete nasıl hizmet
götüreceksiniz; bu milletin nasıl hükümeti olacaksınız, bu milletin nasıl
devleti olacaksınız?! Devlet olabilmek için, ülke olabilmek için, hükümet
olabilmek için, adalete ve insan haklarına saygılı bir ülke olabilmek için,
insanların düşünceleri, fikirleri, kılıkları, kıyafetleri ne olursa olsun,
hayat tarzları ne olursa olsun hepsini kucaklarsak, hepsine çatımız altında yer
var dersek, tehdit unsuru olarak görmeyecek olursak ancak çağdaş bir devlet
olabiliriz. Maalesef, Türkiye'ye yön vermek isteyen insanların büyük
bir kısmı, kendilerini, hâlâ, 1930'lardaki, 1940'lardaki totaliter rejimlerin
yöneticileri olarak görüyorlar ve hâlâ -valilerin partilerin il başkanı olduğu
dönemler vardır, kaymakamların CHP'nin ilçe başkanı olduğu dönemler vardır- o
dönemi, Türkiye'ye tekrar getirmek isteyen kafalar var. Bu kafalar, 1930'lara,
1940'lara takılmış olan kafalardır! Eğer böyle bir kafa, böyle bir zihniyet
olmamış olsaydı, memuruna bu şekilde tek tip düşünceyi, tek tip yaklaşım
tarzını benimsetecek bir yasayı buraya getirmezdik. Adalet Bakanlarımız,
personelle ilgili bakanlarımız da, bu tip kanunlarla kendilerini bile savunacak
durumda değillerdir. Üzülerek söylüyorum; iktidara mensup arkadaşlarımız,
birtakım ifadelerle, değişik yerlerden örnekler vermek suretiyle olayı
değerlendirmeye çalışıyorlar. Keşke, getirilen düzenleme, memurumuzun,
işçimizin durumunu düzeltecek bir düzenleme olmuş olsaydı, yürekten kabul
ederdik... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) YAKUP BUDAK (Devamla) - Hükümet, 1999 yılında, memura
yüzde 50 vermiştir; halbuki, TÜFE de yüzde 70 olmuştur. Memurumuzun,
emeklimizin 1999 yılından 20 puanlık alacağı vardır. Yine, TÜFE, 2000 yılında,
yüzde 25 olarak hükümet tarafından öngörülmüştü; yüzde 55 olmuştur; yine,
burada 30 puanlık bir artış vardır. Eğer, hükümet, gerçekten bu konuda
samimîyse; eğer hükümet, gerçekten, memurun durumunu iyileştirmek istiyorsa,
memurun kayıplarını telafi etsin, ondan sonra memurumuzun ve milletimizin
huzuruna gelsin diyorum ve şunu da açıkça ifade etmek istiyorum: Gerçekten
çalışan, üreten, bu memlekete emeğiyle katkıda bulunmak isteyen çevrelere ve
üretenlere, o beğenmediğiniz ve bu kürsüde, bugün, çok çok itiraz ettiğiniz 54
üncü hükümet, cumhuriyet tarihinin en büyük maaş artışını sağlamıştır. Eğer,
yüreğiniz yetiyorsa, onun yaptığını yapın, alnınızdan öpelim. (FP sıralarından
alkışlar) Evet, 1997 yılında, memura yüzde 116 artış verilmiş; 2000 yılında
memurun eline geçen eksi yüzde 14'tür. Rakamlar önünüzde, memur için hazırlamış
olduğunuz kaynaklar önünüzde!.. Saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Budak. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Dönen;
buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA MEHMET DÖNEN (Hatay) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 1 inci maddesi üzerinde
Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, görüşmekte olduğumuz bu tasarıyı
iki biçimde ele almak gerekir. Birincisi, biçim açısından, şekil açından ele
almak gerekir. Bir de, içerik açısından ele almak gerekir. Şekil olarak ele
aldığımızda, görüşülmekte olan bu tasarı, hükümete, belli alanlarda, belli
yasaları değiştirme yetkisi vermektedir. Elbette ki, biz, Anayasanın 87 nci maddesinin hükümete
tanıdığı, yasama organının yürütme organına devrettiği yetkisine karşı değiliz.
Bu kararnameyle, belirli yetkilerini yürütme organına devretmekte. Buna karşı
değiliz; ama, sonuç olarak, devredilen bu yetki, Anayasanın yine 91 inci
maddesine aykırı bir yetkidir. Biz, biçim olarak buna itiraz ediyoruz ve
önümüzdeki günlerde Anayasa mahkemesine gittiğinde, yine, bir önceki
çıkardığımız, burada emek vererek, üstünde bu kadar çalışarak çıkardığımız yasa
gibi, bu da, Anayasa Mahkemesinden döner diye düşünüyoruz. Hükümeti
düşündüğümüz için, bir daha böyle bir yasayı buraya getirip, Meclisi, önünde
birçok konu varken, bu tür yasalarla, gerçekten, meşgul etmesi konusunda çok
hovardaca davrandığını görüyoruz. Onun için, biz, hükümete bu konuda yardımcı
oluyoruz; diyoruz ki, bu alacağınız yetki, size Meclisin devredemeyeceği
yetkileri de kapsamakta. Onun için, Anayasaya aykırı olduğu için, bu açıdan
karşıyız. İkincisi, içerik olarak baktığımızda, gerçekten, bu
yetkiyle, hükümet, birçok kanunda; 657 sayılı Devlet Memurları Yasasında, 926
sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Yasasında, 2802 sayılı Hâkimler ve
Savcılar Kanunda, 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununda, 399 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamede ve memurları ilgilendiren bütün kanunlarda
değişiklik yapma yetkisi alıyor; ama, hükümet gerekçeyi burada koyarken diyor
ki, biz yalnızca memurlar arasındaki, kamu çalışanları arasındaki ücret
dengesizliğini giderecek bir yetki alıyoruz. Ancak bu devrettiğimiz
yetkiyle, bu tasarının içeriğine baktığımızda, yeni bir personel yasası yapma
yetkisi veriyoruz, her alanda yeni bir personel yasası yapma yetkisini
veriyoruz. Eğer, hükümete yeni bir personel yasası yapma yetkisi veriyorsak ve
üç ay da süre veriyorsak, böyle bir personel yasasını hükümetin üç ayda çıkarma
şansı yoktur. Böyle bir yasayı üç ayda çıkaramaz, çıkarması mümkün değil. Eğer, zaten, var olan ücret eşitsizliğini dengelemek
istiyor ve onun için yetki istiyorsa, bundan önceki, özellikle Anayasa
Mahkemesinden dönen yetki yasasında hükümetin bu hakkı vardı, bunu
çıkarabilirdi, çok kısa sürede çıkarması mümkündü; ama, bunu yapmadı. Şimdi,
hükümet, bizden, Anayasa Mahkemesinden dönen bu yetki yasasının yerine yeni bir
yetki istiyor. Değerli arkadaşlarım, hiç kuşkusuz ki, biz, kamu
çalışanlarının arasında oluşmuş olan ücret dengesizliğini savunan bir siyasî
parti değiliz. Biz, bunun düzeltilmesinden yanayız; ancak, bunu düzeltebilmek
böyle bir kararnameyle de, böyle bir yetkiyle de mümkün değil. Bakın, biz, özellikle Plan ve Bütçe Komisyonunda bir
önerge verdik; dedik ki orada, bakın, kamu çalışanlarının alım güçleri çok
büyük oranda aşındı. Bakın, siz hükümet olarak "bizim gelirlerimiz yüzde
56 aşındı" diyorsunuz; ama, kamu çalışanlarına yüzde 10 zam
veriyorsunuz. Hatta, resmî rakamlara
göre, 2000 yılından bu döneme aktarıldığında yüzde 10 aşınması var; ama, siz,
2001 yılı bütçesinden, kamu çalışanlarına; yani, memurlara, yüzde 10 zam
veriyorsunuz. Resmî rakamlara göre bile yüzde 10 daha eksik veriyorsunuz. Plan
ve Bütçe Komisyonunda, bir önergeyle,
gelin, bu yıl, hiç olmazsa, kamu çalışanlarının ücretlerini yüzde 20 oranında
artıralım; 48 katrilyon liralık bütçe içerisinde -bu sanıyorum, takriben, 800
trilyon lira tutan bir rakamdı- bunun da çok büyük bir önemi yoktur; birtakım
yatırımlardan bunu keserek kamu çalışanlarımıza vermemiz mümkündür dedik; ama,
hükümet ve iktidar grupları, bizim bu önergelerimizi reddettiler ve kamu
çalışanlarına yüzde 12 civarında bir zammın verilmesini bütçeye koydular. Şimdi, önümüze böyle bir yetki kanunu tasarısıyla
geliyorlar. Dün, karşı çıktılar, bugün böyle bir yetki kanunu tasarısı... Şimdi, böyle bir yetki yasasıyla, siz eğer
kamu çalışanlarına daha yüksek ücret verecekseniz; yani, bugün, sokağa çıkmış,
iş bırakmış, hastasını bırakmış doktorlara daha çok ücret vermek istiyorsanız,
okulda dersini bırakmış profesörlere daha çok ücret vermek istiyorsanız ve
sokağa çıkmış polislere daha çok ücret vermek istiyorsanız -bütçede zaten
kaynağınız yok, koymadınız bu kaynağı- bu kaynağı nerden bulup vereceksiniz?
Yok, bir başka açıdan bakıp, biz bazı, çok ufak tefek iyileştirmeler yapacağız
diyorsanız; bu yasa, hükümete fayda yerine zarar getirir. Biz, buradan sizi uyarıyoruz.
Bu hükümetin elinde bu yasa bir saatli bomba gibi olur ve ülkeyi çok ciddî
anlamda huzursuzluklara iter, sokakları kıpır kıpır hale getirir. Niye getirir;
çünkü, siz, doktorlara verirsiniz hâkimler yürür, hâkimlere verirsiniz öğretmenler
yürür, öğretmenlere verirsiniz diğer kamu çalışanları yürür. Siz, eğer
verecekseniz, adaletli bir biçimde, bunu, bütçe yasasıyla vermek
durumundasınız. Şimdi, hükümet, bununla, kime ne verecek, belli değil; kime ne
vereceği belli değil; birine verse, diğeri sokağa çıkacak. Değerli arkadaşlarım, böyle palyatif tedbirlerle bu
sorunları çözemezsiniz. Özellikle, biz, daha önce de bu kürsüden söyledik,
bakın, herkes sokağa çıkmaya başladı; bu insanlar geçinemiyor, bu insanların
sıkıntıları çok büyük, özellikle önümüzde bayram ve yılbaşı var, kamu
çalışanlarına zekat ve fitre düştüğü bir dönemi yaşıyoruz, sıkıntılı bir süreci
yaşıyoruz; bu insanlar, bayramda çocukların sevindiremiyorlar. Eğer, bunların,
bayramdan önce ücretlerini iyileştirecek tedbirler alacak isek, eğer hükümet
gerçekten bunu istiyorsa, bunun, bugün burada, bütçede, müjdesini vermek
durumundaydı. Siz, ileriye dönük, ne vereceğinizin belli olmadığı,
hatta, burada idarî ve sosyal hakları da içine katarak, ne anlama geldiği belli
olmayan, muğlak, idarî olarak başka alanlarda da, onların aleyhine olacak
yetkilerinizi kullanarak, bu yasadan alacağınız yetkileri kullanarak, onları
ödüllendirmek yerine cezalandıracak birtakım olguları buraya koyuyorsanız,
işte, biz, onun için bu tasarıya, bu yetkinin hükümet verilmesine, bu açıdan
karşıyız. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, hükümet, eğer gerçekten,
Türkiye'deki bu gelir uçurumunu düzeltecekse... Daha dün, Asgarî Ücret
Komisyonu toplandı; hükümet kanadı, 102 milyon lira asgarî ücret tespit etti ve
çalışanların oradaki bütün temsilcileri buna muhalefet şerhi koydu. Değerli arkadaşlarım, mademki, kamu çalışanlarının,
ülkede çalışanların malî durumlarını iyileştirecek idiyseniz, neden, asgarî
ücreti bu kadar düşük tuttunuz?! Onun için, özellikle, memurların, kamu
çalışanlarının, sizin, kendi malî durumlarını iyileştireceğinizden umutları
yoktur. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Dönen, 1 dakika içerisinde toparlar
mısınız. MEHMET DÖNEN (Devamla) - Çünkü, daha bu hafta, asgarî
ücreti 102 milyon lira tespit eden bir hükümetin, herhalde, kamu çalışanlarına,
daha fazla ücret vermesini kimse bekleyemez diye düşünüyor ve hepinize, tekrar,
saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Dönen. Gruplar adına başka söz isteği?.. Yok. Şahısları adına, Sayın Ercan, söz isteğini Sayın Genç'e
devretmiştir. Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun. (DYP
sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin statülerinin
düzenlenmesi konusunda, hükümetin istediği bir yetki kanunu tasarısı nedeniyle,
şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinize saygı sunuyorum. Şimdi, değerli milletvekilleri, bugün, saat 04.00'te,
biz, burada konuştuk ve iktidar gruplarından, o kadar çok tepkiler geldi ki,
biraz halden de anlarız, konuşmalarımızı belli bir maddeden sonra kestik ve
bugün, saat 05.30'a kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yani, arkadaşlarımız
buradaydı. Bugün de, işte, akşam saat 10.00'u geçti, yine buradayız. Bu
Parlamento, niye bu kadar sıkıştırılıyor; niçin sıkıştırılıyor? Yani,
parlamenterlik görevi, bu kadar basit midir ki, kanun yapmak bu kadar basit
midir ki, bu hükümet, bu insanları... Yani, bir oyuncak mıdır? Şimdi, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini
hükümet istiyor. Şimdi, burada bile, bu kanun tasarısında bile, bu hükümetin,
böyle bir yetkiye ihtiyacı olmadığı belli. Bakın, kanun kuvvetinde kararname
çıkarma yetkisini isteyen Başbakanlık yazısı 15.12.2000
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine geliyor, bugün ayın 20'si; 5 günde
komisyondan geçmiş, Genel Kurula gelmiş ve burada da müzakere ediliyor. Kanun gücünde kararname çıkarmanın esas amacı ve
felsefesi, parlamentoların yavaş işleyen bünyeleri nedeniyle, özellikle
ekonomik konularda, bunalımlı zamanlarda, hükümete, süratle ekonomik konulara
müdahale etme yetkisini veren bir yetkidir. Daha dün, burada, yani bu sabah saat 04.00'te, kamu
görevlilerinin maaşlarıyla ilgili olarak katsayıyı tartıştık. Eğer, sizin
hükümetinizde ve iktidar grubunda bir keramet vardıysa, orada, o insanlara ne
verecektiyseniz, verseydiniz. Yani, hakikaten, göz boyama taktiği, bir şeyler
yapıyoruz zihniyeti, bu hükümetin en büyük zaafı. Bu hükümete böyle bir yetki
verilemez. Bu hükümet, iki adım önünü görmüyor. İki adım önünü görmeyen
hükümete böyle bir yetki verilemez. (DYP sıralarından alkışlar) Çünkü, bu
hükümet bölücüdür, bu hükümet taraflıdır. Daha bundan üç gün önce... Bakın, en basitinden bir
şey... Çankaya Belediyesine gaz bombası atılıyor; 7 nci katına kadar gidiliyor
ve 7 nci katında, DSP'li belediye meclis üyesi dövülüyor. Şimdi, bir İçişleri
Bakanı, hâlâ bir başkomiser zihniyetinden yukarı çıkmayan bir İçişleri
Bakanı... Soruyorum kendisine: Çankaya Belediyesine bu saldırı niye oldu? Kim
saldırdı? Yani, eğer, tarafsız bir hükümetse, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
Başkentinde, bir belediyenin camları kırılıyor, kim kırıyor; çıksın, hükümet,
buradan söylesin. Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakın, sokakların barut ve
duman koktuğu bir aşamada, bir milletvekili sorumluluğunu taşıyarak, ben de, bu
bombaya bir bomba atmak istemiyorum, sorumluluk taşıyorum; ama, bunu
yapanların, hesabını vermesi lazım. Türkiye'de, barışı sağlamak zorundayız,
birlik ve bütünlüğü sağlamak zorundayız. Şimdi, ayırımcılıkla hareket eden bir hükümete böyle
bir yetki verilemez; verildiği anda da, elbette ki, icraatlarında yine
ayırımcılık yapacaktır. Bakın, devlet memurluğu sınavı yapıldı. Devlet
memurluğu sınavında vatandaşlar imtihanı kazanıyorlar; yani, devlet memurluğu
imtihanını kazanan bir kişinin bilmem ağabeyi veyahut da sülalesinden birisi
bir defa içeriye alınmış, bırakılmış ve devlet memuriyetine alınmıyor. Şimdi,
peki, bu hükümet, bu yetkiyi aldığı zaman bunu düzeltecek mi? Bilakis, kendi
zihniyetinde olmayan, kendi düşüncesinde olmayan kamu görevlilerinin görevine
son verecek. Yani, bu ayırımcılıkla, bu ikilikle bir yere varılmaz, Türkiye'ye
barış getirilmez. Ben soruyorum, bu hükümetin yetkilisi kimse, Çankaya
Belediyesinin camlarını kıran ve orada Belediye Başkanının makamına kadar çıkıp
da gaz bombası atan kimse çıksın bunun hesabını versin. Çankaya Belediyesi, bu
Meclisin de hududu içinde olduğu belediyedir; eğer, Çankaya Belediyesinde böyle
bir olay yapılıyor ve bu hükümet bunun müsebbibini bulamıyorsa, bu hükümet
taraflı bir hükümettir; bu hükümet insanlara şaşı gözle bakıyor, ayırımcılık
yapıyor. Onun için, sevgili milletvekilleri, tabiî, zamanımız çok da az olduğu
için... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Genç, 1 dakika içerisinde toparlar
mısınız efendim. KAMER GENÇ (Devamla) - Onun için, değerli
milletvekilleri, Anayasamıza göre belirli konularda kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi verilebilir. Burada belli konu yok, memurların idarî, malî ve
sosyal hakları konusunda çok geniş bir yetki. Ayrıca, bu sürenin kısa olması
lazım. Şimdi, bakın, daha Meclis dün toplanmış, devam ediyor ve öyle süratle
devam ediyor ki, dediğim gibi, işte, iki gün içinde kanun tasarısı hükümetten
geliyor, Meclis komisyonlarında görüşülüyor, geliyor buraya. Böyle bir,
Mecliste, yetkiye gerek yok değerli milletvekilleri. Şimdi, ben biliyorum, bu
hükümet içinde bazı meslek grupları var. İşte, bu meslek grupları... Her bakan,
kendisinin geldiği belirli meslek gruplarının haklarını korumak için, o meslek
gruplarına birtakım imtiyazlar verecek; ama, öte tarafta, esas bu ülkenin
kalkınmasına hizmet eden, bu ülkeye hakikaten sağlıklı hizmet eden insanların
yine hakkı yenilecek. Ben, özellikle, burada, bir şey daha vurgulamak istiyorum: Bu polis kardeşlerimden rica ediyorum; bakın, sizler, çok kutsal bir
görev yapıyorsunuz. Bu kutsal görevi yaparken, hükümetin emirlerine göre değil,
Türk Halkının menfaatlarına göre hizmet edin. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) - Peki, teşekkür ederim. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Ali Rıza Gönül... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Söz hakkımı Sayın Murat Akın'a
devrediyorum BAŞKAN - Sayın Gönül de, söz sırasını Sayın Akın'a
devretmiştir. Şahsı adına, Sayın Murat Akın; buyurun. (DYP
sıralarından alkışlar) MURAT AKIN (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, 566 sıra sayılı tasarının 1 inci maddesi üzerinde şahsım adına
söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, kamu hizmetlerinde
müessiriyetin artırılması ve kamu kesiminde ücret adaletinin sağlanması
maksadıyla yürütülen çalışmaların tamamlanmasına kadar, kamu personelinin
hakları arasındaki dengesizliğin giderilmesi ve bazı ivedi düzenlemelerin
yapılmasında hükümet zorunluluk görmüş ve bu düzenlemeyi de üç aylık kısa bir
zaman zarfında tamamlamak üzere bu yetki tasarısını huzurunuza getirmiştir. Değerli milletvekilleri, daha bir saat olmadı, 2001
yılı bütçesi burada kabul edildi ve 2000 yılı bütçesi de, bu ayın sonuna kadar
uygulanmak üzere halen meriyettedir. Soruyorum size, memurlara bir refah payı
verilecekti, eğer, yılbaşı itibariyle hedeflenen enflasyon, yılsonu itibariyle
tutmaz ve memurların aleyhine tahakkuk ederse, hedeflenen enflasyon ile
gerçekleşen enflasyon arasındaki farkın, memurlara refah payı olarak
ödeneceğini, bilhassa hükümetin başı, ortakları ve ortaklarından birisi olan
Maliye Bakanı, sık sık ifade etmişti. Hedeflenen enflasyon yüzde 25 idi, verilen refah payı
yüzde 3, yüzde 4'lerle yüzde 28'lere baliğ oldu; ama, bugün, fiilî enflasyon,
şeklî enflasyon, hükümetin şeklen kabul ettiği enflasyon yüzde 30-35'lerdedir.
Fiilî enflasyon yüzde 45'lerde; ama, bilhassa orta, dargelirli, emekli, dul ve
yetimlere sirayet eden, onların geçimlerine taalluk eden o metalarda,
emtialarda ise enflasyon yüzde 60-70'lerde. Şimdi, yüzde 60-70'leri bir tarafa
bırakalım, yüzde 40'ları da bir tarafa bırakalım. Hükümet, yüzde 28'le, beyan
ettiği ve kendisinin kabul ettiği yüzde 35 arasındaki o refah payını ödedi mi
de, acaba, bu üç ay zarfında yapacağı değişiklik sonucunda, ayarlamalar
üzerine, bu memurlara ilave bir ücret verecek; mümkün değildir. Buna, her
şeyden önce, IMF müsaade etmez. Değerli milletvekilleri, enflasyonu düşürmek amacıyla,
IMF'le ekonomik istikrar programı uygulamakta olan 57 nci solcu Ecevit ve onun
ortakları olan ANAP ve MHP Hükümeti, ülkede üretim ve yatırımı askıya alarak,
Türkiye'yi ithalat cenneti yaparak, 2000 yılının ilk on ayında, yaklaşık olarak
20 milyar dolarlık dışticaret açığı ve ülkemizin yirmi yıllık ödemeler dengesini
büyük çıkmaza sürüklediği bir zamanda ve IMF'ten hiçbir şekilde müsaade almadan
bir iş yapamayacağınız, iyiniyet mektubuyla imza altına alındığı bir zamanda
bunu gerçekleştirmeniz mümkün müdür? Biz, burada, işçilere yüzde 28'den fazla,
çiftçilere yüzde 25'ten fazla veremeyeceksiniz dedik ve hakikaten, işçilere,
memurlara yüzde 28'lerde, çiftçilere de -IMF'le yaptığınız iyiniyet mektubunun
40 ıncı ve 41 inci maddelerinde olacak herhalde- yüzde 25'e kadar artırmak
suretiyle pancar üreticilerine daha yeni fiyat tespiti yaptınız. Şimdi, bu
IMF'e, eğer, bağlı kalınmasa, insan, vicdanıyla hareket etmiş olsa, soruyorum,
belki elli kez, mazota, akaryakıta -pancarın girdisi olan, sulamada kullanılan
akaryakıta- zam geliyor ve fiyatı, en az başlangıçtan sonu itibariyle 1 misli
artırdığı bir durumda, sizin 30 000 lira olan pancara 33 000 lira vermeniz,
acaba vicdana sığar mı? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 1 dakika içinde toparlayın efendim. Buyurun. MURAT AKIN (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
bakınız, bunu yapmadan önce, insan kaynaklarının yönetimi diye bir hazırlığınız
var mı? Dünyada, özellikle, son yirmi otuz yıllık dönemde ortaya çıkan hem
teknolojik gelişmeler hem de düşünce devrimi bütün kurumlarda insan
kaynaklarının önemini artırmış ve değişik fonksiyonlar kazanmak suretiyle
insanların yapılan işe göre değerlendirilmesi en az bir birbuçuk yıl bir
çalışmayı gerektirmektedir. Siz bu çalışmayı, insan kaynaklarının yönetimiyle
alakalı bir çalışmayı yapmadıktan sonra, böyle bir hazırlığınız olmadan bunu üç
ay içerisinde gerçekleştirmeniz mümkün değildir. Biraz önce muhalefet sözcülerinin ifade ettiği gibi,
siz, burada değişik maksatları gerçekleştirmek üzere bu tasarıyı
getiriyorsunuz. Bunun doğru olmadığı düşüncesiyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Gruplar ve şahıslar adına konuşmalar
tamamlanmıştır. Soru işlemine geçiyoruz. Sayın Erbaş, buyurun. FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkanım, aracığınızla
Sayın Bakanımıza sormak istiyorum. İçişleri Bakanlığı bünyesinde bulunan Jandarma Genel
Komutanlığında görev yapan personel; yani, subay ve assubaylar ile Emniyet
Genel Müdürlüğünde görev yapan polisler, komiser ve komiser yardımcıları
arasındaki ücret farkları ne kadardır? Bunlar, bu yetki yasasıyla düzeltilecek
mi? İkinci sorum: Bu tasarıyla, devlet memurlarının idarî,
malî ve sosyal hakları üzerindeki adaletsizliklerin giderilmesi
amaçlanmaktadır; ancak, hükümetin adalet anlayışına baktığımız zaman,
Başbakanlık Takip Kurulunun çalışmalarıyla Van İlinden sürülen din adamlarının
durumu ne olacak; yine idarî bir kararla bunlar sürülecek mi? Arz ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın Akçalı, buyurun. RIZA AKÇALI (Manisa) - Sayın Başkan, delaletinizle
Sayın Bakandan bir soruma cevap vermesini arz ediyorum. Haziran ayında çıkarılan yetki yasasına istinaden kanun
hükmünde kararname şeklinde Köşke gönderilen; ancak, Köşkte de veto edilen,
memurların yargı by-pass edilmek suretiyle işten atılmalarını kolaylaştıran
kanun hükmünde kararname, daha sonra, Meclise, bir kanun tasarısı şeklinde
intikal etti. Şimdi, bu yetki yasasıyla kanun tasarısı şeklinde
Meclise intikal eden bu tasarı, kanun hükmünde kararname olarak çıkacak mıdır?
Bu konuyu, Sayın Bakan "evet" "hayır" veya
"bilmiyorum" şeklinde cevaplandırırsa, daha iyi aydınlanmış olacağım. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Akçalı. Sayın Alçelik, buyurun. TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Başkanım, Sayın
Bakandan öğrenmek istediğim husus şudur: Biraz önce bu Mecliste kabul edilen
2001 bütçesi -bir Anayasa hükmü olarak biliyorum- gider artırıcı hiçbir
önergeyi burada kabul etmiyor. Şimdi memurların veya çalışanların özlük
haklarının iyileştirilmesiyle ilgili bir yetki isteniyor. Burada gider artırıcı
bir önerge verilemeyeceğini bildiğimiz halde, hangi kaynaktan bu özlük hakları
iyileştirilecek? Bütçedeki bu konuda ayrılmış olan rakamı kullanmak zaten
hükümetin yetkisinde bir konu. Şöyle bir düşünce olabilir mi, o endişemi
özellikle burada, Genel Kuruldaki arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum. Acaba, hükümetin
kafasının arkasında, birtakım çalışanların işine son verip, onlardan kalan
parayı mı dağıtmak var? Böyle bir düşünce olabilir mi; Sayın Bakandan, özellikle bu konuda çalışanlara
güvence arzu ediyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın Malkoç, buyurun efendim. ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Sayın Başkan, Sayın Bakan,
biraz önce, geneli üzerindeki görüşmelerden sonra sorulan sorulara çok geniş,
detaylı, genel cevaplar vermiştir. Sorulan soruların karşılığını tam olarak
vermemiştir. Şimdi, soracağım sorunun karşılığını tam olarak istiyorum. Bu getirilen tasarı kanunlaşırsa, 2001 yılı bütçesi
üzerine ne kadar yük bindirecektir? Bunun karşılığı var mıdır; karşılığı yoksa,
yeni vergilerle mi, yeni zamlarla mı veya borçlanarak mı, nereden,
karşılanacaktır? BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Malkoç. Evet, sorular bitmiştir. Sayın Bakanım, buyurun. DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; biraz önce yaptığım konuşmada da belirttiğim gibi, bu
yetki kanununun amacı, ülkemizdeki kamu görevlileri arasındaki ücret
dengesizliklerinin giderilmesi ve kamu görevlilerinin durumlarının
iyileştirilmesidir. Biraz önceki konuşmamda da belirttim; sayın
milletvekillerimizin konuşmalarındaki ve sorularındaki endişelerine mahal
yoktur, herhangi bir kaygıya mahal yoktur; amaç, sadece, memurlarımızın
durumlarının iyileştirilmesidir. Sayın Başkan, Sayın Akçalı'nın bir sorusuna cevap
vermek istiyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde memurlarla ilgili
olarak bulunan kanun tasarısının yetki kanunu kapsamında çıkarılarak kanun
hükmünde kararnamelerle düzenlenmesi söz konusu değildir; yetki kanunu kapsamı,
böyle bir düzenlemeyi de öngörmemektedir. Arkadaşlarımızın, bu bütçeyle ilgili, 2001 yılı
bütçesiyle ilgili soruları oldu. Tabiî ki, bu, teknik bir çalışmayı
gerektirmektedir. İlgili kamu kuruluşlarında bu konuda çalışmalar yapılacak ve
Bakanlar Kurulumuzda değerlendirilecektir. Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım. Madde üzerinde 5 adet önerge vardır; önergeleri, geliş
sırasına göre okutup, aykırılık derecelerine göre işleme alacağım. İlk önergeyi okutuyorum: Sayın Başkanlığa Görüşülmekte olan 566 sıra sayılı yasa tasarısının 1
inci maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesindeki "idarî"
kelimesinin metinden çıkarılmasını saygılarımla arz ederim. Kamer Genç Tunceli BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum: Sayın Başkanlığa Görüşülmekte olan 566 sıra sayılı yasa tasarısının 1
inci maddesinin (c) bendinin madde metninden çıkarılmasını saygılarımla arz
ederim. Kamer Genç Tunceli BAŞKAN - Üçüncü önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 566 sıra sayılı Kanunun 1 inci
maddesinin (a) bendinde yer alan "...657 sayılı Devlet Memurları
Kanununda..." ibaresinin "...657 sayılı Devlet Memurları Kanununda
belirtilen..." şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 566 sıra sayılı Kanunun 1 inci
maddesinde geçen "...kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği
artırmak..." ibaresinin "...kamu görevlilerinin çalışmalarında
verimliliği artırmak..." şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Son önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 566 sıra sayılı yasa tasarısının 1
inci maddesinin birinci fıkrasının beşinci satırında bulunan "idarî"
kelimesinin fıkra metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Son okunan önerge en aykırı önergedir; işleme
koyuyorum: Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?.. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) -
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN - Sayın Hükümet?... DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Katılmıyoruz
Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Yalçıntaş, buyurun. (FP sıralarından
alkışlar) NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, biz, niçin "idarî" ibaresinin çıkmasını teklif
ediyoruz, onu arz edeceğim. Sayın Bakanımız teminat veriyor; tamam, bunlara
inanmamak iyi niyet kaidelerine uygun değil. Diğer, bizim komisyonda, Anayasa
Komisyonunda teminatlar verildi; ama, endişelerimiz var, şahsen, kendi
endişelerimiz ve etrafımızın, hem de ciddî ve derin; çünkü, sözler, bir şey,
tatbikat bir şey... Bu uygulamaları görünce, ister istemez, bu endişeler
güçleniyor, kuvvetleniyor. İşte, İstanbul'dan bir örnek; yani, idarî, nerelere
çekilebilecek. Sosyal bir tahkikat açılmış bir hâkim hakkında: "Sosyal ve
ailevî yaşantınız ile eşinizin yakın zamana kadar benimsediği çağdaş olmayan
giyim tarzı itibariyle -zavallı kadın, herhalde, kocasına fazla bir şey
gelmemesi için, yakın zamana kadar benimsediği- laiklik karşıtı düşüncelere
yakınlık duyduğunuz hususunda kanaat uyandırdığınız, bu arada, evinize gelen
misafirleri 'haremlik-selamlık' tabir edilen şekilde ağırladığınız..."
Şahsî, personel yaşama tarzı; Morozov. 1930'lardaki Morozov; yani, anasını,
babasını, dedesini ihbar eden Sovyet kahramanı genç çocuklar. Ve devam ediyor:
"Keza, dairedeki odanızda, radyo ve teypten dinî yayınlar ve ilahi
dinlediğiniz ileri sürüldüğünden, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 84
üncü maddesi..." Yani, bunları dinlerseniz, işte, o tasniflere
giriyorsunuz; yok, metal dinlerseniz rock dinlerseniz, pop dinlerseniz o
tasniflere girmiyorsunuz. Zihin yapısını açığa koyuyor... Efendim, yine bir başka tahkikat konusu 7 hâkim
hakkında. Uzun şeyler; ama, dikkatinize arz ediyorum: "Soruşturma maddesinin izahı: Adı geçen hâkimlerin
-7 hâkim; Karadeniz Bölgesinden, Ankara'daki hâkimlerden bir kısmı da,
bendenize, hocadır, akademisyendir, şu sorunlarımızı açıklayalım diye geldiler
Meclise- eşlerinin, kapalı ve başörtülü giyim tarzını benimsedikleri,
kendilerinin sosyal ve özel yaşantılarında mesleğe yakışmayan davranışlarda
bulundukları, toplu halde ve bir tören havasında cuma ve teravi namazlarına
gittikleri..." Yani, dinî işler yapmak bir tarafa, dinî kültürü olan
bir insan dahi, şu ülkede... Katolik ülkelerde, Fransa'da, İtalya'da,
İspanya'da olduğu gibi, böyle bir Katolik merasimi; sokaklarda, yollarda
ikonları almışlar... Arkadaşlar, 7 hâkim, güya, tören havası içinde cuma
namazına gidiyor. Ya, nasıl gider?!. Selâtin camileri hariç; yani, padişahların adına
yaptırılan camiler hariç, Anadolu'da, camilerin genellikle -bu, Karadeniz
civarında bir olay- tek kapısı vardır; yani, üçlü, beşli kapı yoktur. O kapıya
da, camiye de gidecek olan hâkimlerimiz veyahut herhangi kişiler, herhalde,
tören yapmazlar. Üç beş dakika önce camiye giderler. Giderken, toplu halde
gidecekler; aynı daireden çıkıyorlar. Biz, İstanbul Üniversitesinde,
arkadaşlarla cuma namazına gideceğimiz zaman, yahu, gelin benim odamda,
Ahmet'in odasında... Akıl alacak şeyler değil! Bu vesikalar başka türlü açıklanınca ilgili Sayın Bakan
burada buyurdular ki, bunlar tahkikata, savcılığa girmiştir. Ne kadar iyi bir
bakan olduğunu, ben, şahsen, vicdanen burada söylemek durumundayım; iyi
niyetli, gayretli; devraldığı birtakım yanlışlıkları düzeltmek için uğraşıyor
didiniyor; ama, bu cevap, cevap değil. Elinizin dersiyle iteceksiniz; gayri
ciddî, gayri ilmî, insan hak ve hürriyetlerine aykırı, din ve vicdan
hürriyetine aykırı. Bu, Ortadoğu kafasını, Ortadoğu rejimlerini çağrıştıran,
Baas rejimini... Baas böyle düşünür, böyle yapmıştır. (FP ve DYP sıralarından
alkışlar) Bunlara mı imreneceğiz?! Sürekli devrimcilik... Olacak
iş mi arkadaşlar?! Yani, zihniyeti tahlil etmeye çalışıyorum, bunları niye
yapıyorlar, bu işler neden oluyor dediği zaman, işte, güney komşumuz ortaya
çıkıyor, Ortadoğu tipi bir yönetim tarzı getiriyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Fazla girecek değilim.
Onun için, Sayın Bakandan da rica ediyorum, katılmadılar, yine katılmasınlar;
ama, Türkiye'de bunlar oluyor, bu insanlar hakkında tahkikat açılıyor ve
bunlardan müdafaalar isteniliyor; daha başka şeyler, bunları anlatmaya vakit
yok, şu "idare" gibi, her tarafa çekilebilecek... Biz de idarecilik
yaptık. İdare demek, insan alacaksınız, personel... Çalışma sisteminde birtakım
disiplin kovuşturmaları var, çıkaracaksınız. Bütün bunlar giriyor; yani, bu
ülkede, din ve vicdan hürriyetine, tam böyle tepeden, 180 derece bir saldırı
demek de ağır kelime; ama, öyle geliyor ve bir değerli arkadaşımız muhalefeti
işaret etti "buralarda oturursunuz" dedi. Şimdi, oralarda oturan bir
partiyi söyledi. O partinin orada oturmasının bir sebebi de, dine saygılı,
laiklik fikrinin gelmesidir bu ülkeye; çünkü, vatandaş alternatifi gördü.
Şimdi, bunu nasıl inkâr edeceksiniz? Bu; kutsalsız bir milliyetçilik anlayışı
olur. Hürriyetlerin genişletilmesine yönelik çalışmayla bunu nasıl izah
edeceksiniz? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Hepinize saygılar sunarım.
(FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yalçıntaş. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, benim önergemde
aynı mahiyette, ben de çıkıp konuşayım, ikisini birlikte oylayın efendim. BAŞKAN - Önergenizi işleme alacağım. Bu birinci
önerge... KAMER GENÇ (Tunceli) - Aynı konuda benim de önergem
olduğu için, bununla birlikte oylarsınız... BAŞKAN - Sayın Genç, siz ikinci fıkrayla ilgili olarak
vermişsiniz. RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sayın Başkan (f) fıkrası için
vermiş. KAMER GENÇ (Tunceli) - Hayır, efendim, burada
"idarî" kelimesinin kalkmasını istiyorum, aynı konuda benim de
önergem var. BAŞKAN - Sayın Genç, "ikinci fıkradaki
"idarî" kelimesinin" demişsiniz, yazdığınız önerge orada, ben de
"idarî" kelimesini aynı... KAMER GENÇ (Tunceli) - Arkadaşların istediği de aynı
"idarî" kelimesinin kalkması. BAŞKAN - Efendim, onlar birinci fıkradakini söylüyor,
siz ikinci fıkradakini söylüyorsunuz. KAMER GENÇ (Tunceli) - İkisi de aynı; yani, bilmiyorum,
ama, ben konuşayım, siz ikisini birlikte oylayın. BAŞKAN - Önergeye hükümet ve komisyon katılmadı. Gerekçesini Sayın Yalçıntaş'tan dinlediniz. Önergeyi kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir. Sayın Genç'in önergesini okutuyorum: Sayın Başkanlığa Görüşülmekte olan 566 sıra sayılı yasa tasarısının 1
nci maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesindeki "idarî" kelimesinin
metinden çıkarılmasını saygılarımla arz ederim. Kamer Genç Tunceli BAŞKAN- Sayın komisyon, önergeye katılıyor musunuz? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya)-
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN- Sayın hükümet?.. DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak)- Katılmıyoruz
Sayın Başkan. BAŞKAN- İkinci fıkradaki "idari" kelimesinin
çıkarılmasıyla ilgili önergesindeki görüşlerini belirtmek üzere Kamer Genç;
buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) KAMER GENÇ (Tunceli)- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu Yetki Kanunu Tasarısında istenilen yetkinin çok belli
konuları kapsaması lazım. 1984'ten 1996'ya kadar sekiz yetki kanunu bu Meclis
tarafından çıkarılmış ve bunların altısının iptali için Anayasa Mahkemesine
dava açılmış ve Anayasa Mahkemesi altısının iptaline karar vermiş. Karar
verirken de "yetki geniştir" denilmiş "amaç ve kapsamı
belirtilmemiştir" denilmiştir. Anayasanın 153 üncü maddesine göre de, Anayasa
Mahkemesinin kararları, yargı, yasama ve yürütmeyi ve idare makamlarını
bağlayıcı bir niteliktedir ve bu kararlara aykırı hareket de, Anayasayı ihlal
suçudur. Onun için, buraya getirilen her yetki kanunu tasarısının, Anayasa
Mahkemesince daha önce verilen kararlarla belirlenmesi lazım. Hadi, memurun malî ve sosyal haklarının geliştirilmesi
konusunda hükümete yetki verelim. Verilmesine de gerek yok ya; çünkü, daha
bugün bütçeyi çıkardık. İdari konusunda ne yetki vereceğiz? O zaman, idarî
yönde verdiğimiz yetki, kamu hizmetinde, tamamen, kamu hizmetini yapan
kişilerin, siyasî amaçla ve siyasî iktidarın emrindeki kişileri orada tutacak
bir raya oturtma yolunda belirleyecektir. Bakın, biraz önce "İçişleri Bakanı, daha
başkomiser düşüncesinden yukarı çıkmadı" dedim. Ben bir iki şey
söylüyorum: Hani, şu paraşüt operasyonu vardı ya; bana polisin biri dedi ki:
"Bize, Gaziantep'e ve Kilis'e İçişleri Bakanlığından 'Altınbaş TIR'larını
aramayın' diye her gün faks geliyordu" Bir gün komiserin birisi "dur
bakalım, bu nedir, günde 5-6 faks geliyor, bu TIR'larda ne var" demiş,
TIR'ı durdurup arama yapmış. O komiser görevden alınmış. Şimdi çok iyi İçişleri Bakanımız var ya, şimdi, ben, bu
Bakana soruyorum: Kendisi, Fatih Belediye Başkanıyken, Fatih Belediyesi
hudutları içinde 5 tane Migros mağazasının açılması için yer tahsis etti mi,
etmedi mi?! Kendisinin çocuğu, şu anda, Koç'ta çalışıyor mu, çalışmıyor mu?!
Şimdi, bakın... BEYHAN ASLAN (Denizli) - Senin oğlun nerede çalışıyor?!
Onu konuş!.. KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, neyse... BEYHAN ASLAN (Denizli) - Senin oğlun nerede çalışıyor?!
Meclise aldırdın, Mecliste çalışıyor!... KAMER GENÇ (Devamla) - Sen şimdi konuşma!.. Çıksın,
senin Bakanın konuşsun!.. Ayrıca da, ben öyle görüyorum ki, yapılan bu
uygulamalar, kendi yandaşlarına; kendi yandaşlarının... BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, gündeme gelsin! BAŞKAN - Sayın Genç... Sayın Genç, önergenizle ilgili
konuşursanız... KAMER GENÇ (Devamla) - ... yolları üzerindeki taşları
temizlemek için yapılan birtakım operasyonlardır. BAŞKAN - Sayın Genç, önergenizle ilgili... KAMER GENÇ (Devamla) - Önergeyle ilgili konuşuyorum
canım!.. BAŞKAN - İçişleri Bakanı... KAMER GENÇ (Devamla) - Yani, sizi, niye rahatsız
ediyorum?! Ben diyorum ki, idari yetki verdiğimiz zaman, bu
bakanlar, kendi emirlerine uyan memurları orada tutacaklar; idareyle
ilişkilerini yeniden düzenleyecekler... Kamu hizmetine alınmasında gereken
nitelikleri belirlerken, kendilerine
hizmet ilkesini önde tutacaklar. Şimdi, Gümrükten sorumlu Bakan burada. Kendisinde,
gümrükte yapılan suiistimallerle ilgili 500 sayfayı aşan bir rapor var; niye
açıklamıyor bunu?! Üstelik de, hakkında suiistimal iddiaları olan müsteşar,
bugün, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu üyesi. Arkadaşlar, çıksın, bu hükümet, burada konuşsun! (DYP
sıralarından alkışlar) Şimdi, bunları söylüyoruz da, niye, başkanlar, burada
rahatsız oluyor?! Bakın, kamu hizmetinde çalışanları, köle statüsüne
sokamazsınız. Kamu hizmetinde çalışan insan, vatandaşa, objektif kriterler
çerçevesinde hizmet yapıyorsa, bu insanları "efendim, benim iktidarıma taş
çıkarıyor, benim yoluma taş koyuyor" diye bir statüyle sindiremezsiniz.
Getirilen bu madde, tamamen, hakkıyla, namusuyla, şerefiyle kamu hizmeti yapan
insanlar, siyasî iktidarların emirlerine ve talimatlarına uymadığı takdirde,
bunların görevlerine son vermek amacını güden bir düzenleme. O halde,
Parlamento alarak, bunlara el koyalım. Zaten, Türkiye bitmiş; işte, hayalî
ihracatçılar, banka hortumlayıcıları... NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Dikmendeki arsalar... KAMER GENÇ (Devamla) - Yarın, öbür gün de, namuslu
inceleme yapan müfettişler için "ben idarî düzenleme yapacağım, seni
görevden atacağım" diyecek. Kamu görevlisinin malî haklarının düzeltilmesi
konusunda hükümete yetki verelim. Kaldı ki, şimdiye kadar, kamu personelinin,
idarî yönden düzenleme yetkisi, Parlamento tarafından, hükümete verilmemiştir. Değerli milletvekilleri, siz "350 milletvekiliyle,
biz, kadını erkek, erkeği, kadın yaparız" diyorsanız, o sizin mantığınız;
ama, hukukun da, yetkinin de belli bir aşaması vardır; bir yerde, gidemezsiniz,
hak ihlali yapamazsınız, vatandaşın hakkını elinden alamazsınız. Bu Türkiye
Cumhuriyeti Devletini satılık bir duruma getiremeyiz ve batıramayız. Saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI MEHMET KEÇECİLER (Konya) - Sayın
Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan; konuyla ilgili açıklama
mı yapacaksınız? DEVLET BAKANI MEHMET KEÇECİLER (Konya) - Efendim, sayın
hatip, konuşurken, gümrüklerden sorumlu bakanla ilgili bir iddiada bulundu;
sataşma var. BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan. VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1.- Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler'in,
Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, konuşması sırasında Bakanlığına sataşması
nedeniyle konuşması DEVLET BAKANI MEHMET KEÇECİLER (Konya) - Sayın Başkan,
Yüce Meclisin değerli üyeleri; Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç, biraz
evvel yapmış olduğu konuşmada, eski gümrük müsteşarı hakkında 500 sayfalık bir
raporun bulunduğunu... KAMER GENÇ (Tunceli) - Onun için demiyorum; ben, gümrük
teşkilatı hakkında söyledim. Saptırma!.. Saptırma!.. BAŞKAN - Sayın Genç, yerinizden müdahale etmeyin; Sayın
Bakan açıklık getiriyor. Buyurun Sayın Bakan. DEVLET BAKANI MEHMET KEÇECİLER (Devamla) - ...ve bu
rapora rağmen, bu arkadaşın, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunda
görevlendirildiğini iddia etti. Bakanlığımızda çalışan, görev yapan, hizmet
yapan bu arkadaşımız hakkında, iddia edildiği gibi, öyle 500 sayfalık bir
rapor, Bakanlığımıza intikal etmiş bir rapor söz konusu değil. Bu arkadaşımızın
tayin edildiği göreve, her türlü araştırma yapılarak, inceleme yapılarak
atandığı da bir vakıadır. Burada kendisini savunamayacak insanlar hakkında
herhangi bir iddiada bulunurken, elinizde belge olması lazım. Biz, hiçbir
yolsuzluğun arkasında olmadık, bundan sonra da olmayacağız. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) Hükümetimiz döneminde, daha önceki dönemlerde yapılmış
yolsuzluklar birer birer ortaya çıkarılmakta, sorumluları adlî makamlara sevk
edilmektedir. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Onun için, hiçbir
surette, bu iddiayı kabul etmemiz mümkün değildir; aslı yoktur, tamamen
iftiradan ibarettir. Arz ederim, saygılar sunarım. (ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Bakan konuyu
saptırıyor. Gümrüklerle ilgili
yolsuzluklar hakkındaki 500 sayfalık rapor Başbakanlıktadır; ama, bu Bakanlıkta
mıdır, Başbakanda mıdır?.. Ama, Sayın Bakandan bir teminat istiyorum. BAŞKAN - Sayın Genç, oturur musunuz?.. KAMER GENÇ (Tunceli) - Eğer böyle bir rapor varsa
kendisi istifa etmeyi düşünüyor mu? Yoksa ben istifa edeceğim efendim. Var
mısın?.. Var mısın Bakanım, var mısın?.. Söyle... Söyle... Söyle... (DYP
sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler) VI .- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 8.-
Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri
Hakkındaki Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki
Kanunu Tasarısı ve Anayasa ve Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları (1/790) (S. Sayısı:
566) (Devam) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin
katılmadığı, gerekçesini dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 566 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinde geçen
"...kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak..."
ibaresinin "...kamu görevlilerinin çalışmalarında verimliliği
artırmak..." şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Ziya Aktaş
(İstanbul) ve arkadaşları. A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, önergelerimizi
geri çekiyoruz. BAŞKAN - Önerge geri çekilmiştir. Diğer önergenizi de mi çekiyorsunuz efendim? A. ZİYA
AKTAŞ (İstanbul) - Evet Sayın Başkan. BAŞKAN - Diğer önergeleri de çekiliyor. Son önerge, Sayın Genç'in önergesidir, okutuyorum: Sayın Başkanlığa Görüşülmekte olan 566 sıra sayılı yasa tasarısının 1
inci maddesinin (c) bendinin madde metninden çıkarılmasını saygılarımla arz
ederim. Kamer Genç Tunceli BAŞKAN - Sayın Komisyon?.. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) -
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Hükümet?.. DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Katılmıyoruz
Sayın Başkanım. (DSP sıralarından "geri çekiyor" sesleri) BAŞKAN - Geri mi çekiyorsunuz? KAMER GENÇ (Tunceli) - Benim adıma niye konuşuyorlar?
Ben onlara vekalet vermedim. (Gülüşmeler) BAŞKAN - Sayın Genç, buyurun. (DYP sıralarından
alkışlar, DSP sıralarından "maaş..." sesi) KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın milletvekilleri, benim
maaşım gidebilir; önemli olan bu devletin kurtulmasıdır. Ne olacak, ben bir
kişiyim. Yani, önemli olan, suiistimalcilerin, hortumlayıcıların gün ışığına
çıkmasıdır. Tabiî, güneş balçıkla sıvanmaz. Şimdi, birtakım şeyleri
örtebilirsiniz parmak hesabınızla; ama, yarın, bu halk, sizin o örtüyü çıkarır,
çıplağınızı ortaya koyar; ama, çıplağın altında, o örtünün altından çok kötü
çirkinlikler çıkar ortaya. Onu da vatandaş görecek. (DSP sıralarından
"çiçekler" sesleri) Çiçekleri siz ne yapacaksınız; siz, evvela
suiistimallere bakın. Değerli milletvekilleri, Anayasamıza göre, hâkim ve
savcıların aylık ve ödenekleri, özlük hakları, mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkim teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir. Biliyorsunuz, Anayasamızda
kuvvetler ayrılığı ilkesi vardır. Hâkimlerin, kuvvetler ayrılığı ilkesine göre,
yürütmenin tayin edeceği maaş ve sosyal haklarla yürütmenin emrine girmesi gibi
bir sonuç doğurmaktadır; bu da Anayasaya aykırı bir durumdur. Ben özellikle şunu istiyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi çalışıyor, iktidar partilerinin çok büyük bir çoğunluğu var, en fazla 3
saatte, 5 saatte yasalar çıkıyor. Zaten, iktidarın, koalisyonun 3 ortağı,
maşallah, susmuşlar; hele genel başkanları buraya gelince, böyle çok büyük bir
saygı içinde, konuşmamak ve dışarı çıkmamak nezaketi içinde, çok büyük bir
saygın duygular içinde kalıyorlar. Güzel bir şey de; yalnız, bu kadar saygı da
fazla. ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Siz daha fazlasını
yapıyorsunuz!.. KAMER GENÇ (Devamla) - Çünkü, biz, bu kadar saygıyı
gösterirken memlekette bir şeyler de elden gidiyor. Onun için, diyoruz ki, bu
kadar gücünüz var, bu kadar yasa çıkarma yetkiniz var; hiç olmazsa, hâkim ve
savcılarla ilgili olarak, aylık ve ödenekleriyle, sosyal durumlarıyla
ilgili şimdi de getirmişsiniz
idarî durumlarla ilgili kurallar... Neyse...- kurallar, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde enine boyuna tartışılır, çıkarılır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde,
hâkimler ve savcıların, kamu görevlilerinin, bütün kamu görevlilerinin aylık ve
ödeneklerinin artırılması konusunda, şu Parlamentoda bulunan hiçbir siyasî
parti ve hiçbir milletvekili, buna karşı çıkamaz. Hatta, bu konudaki bizi tatmin
eden kanun tasarılarını getirin ve biz burada hiç söz almayalım, bunları
geçirelim; ama, bunları, biz, yürütmeye verdiğimiz zaman, siyasî iktidara
verdiğimiz zaman, bu siyasî iktidar, siyasî amaçlarla hareket ederek, hâkimlik
ve savcılık mesleğinin tarafsızlığına gölge düşürecek şekilde, icabında, siyasî
iktidarlar, kendisine bağlayacak bir biçimde düzenlemeler yaparlar. Bunun önüne
geçmek istiyoruz. Geçen gün, burada, Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi
müzakere edilirken Sayın Millî Eğitim Bakanımız çıkıyor "öğretmenler az
maaş alıyor" diyor. Kardeşim, sen Millî Eğitim Bakanısın. Öğretmenler az
maaş alıyorsa, getir üç misli, beş misli... Yani, bugünkü hayat standardına
göre uygun bir maaş baremini getir, biz, öğretmenlere elimizden gelen yardımı
yapalım. Şimdi, işin kötü tarafı, hükümet edenler, şikâyet
mercii haline gelmiş. Hükümet edenler şikâyet mercii olabilir mi sayın
milletvekilleri? Hükümet edenler, icra makamıdır. Aslında, devletimizin elinde
imkânlar da var; ama, bu imkânlar, maalesef, yeteri kadar isabetli
kullanılamıyor; maalesef, belirli basın holdinglerine devletin kaynakları
aktarılıyor. O basının gücünü ellerinde tutan insanlar da, hükümetin her kötü
hareketini büyük bir başarı olarak gösteriyor. Bir ülkede de en büyük tehlike
zaten bu; çünkü, bir ülkede gerçekleri halk anlamazsa, kamuoyu, hırsızı,
dürüst; dürüstü, hırsız diye ta-nırsa, o memlekete felaket gelmiştir demektir.
(DYP sıralarından alkışlar) Bu felaketin önüne geçmek için Türkiye Büyük Millet
Meclisi, belki, bunu, bu dönem yapmayabilir; ama, ben inanıyorum ki, gelecekte,
halkımız, bu gerçekleri görür ve bunların gerekli düzeltmesini yapacaktır. Benim bu önergemdeki amaç, hâkimler ve savcılar,
Anayasanın teminatı altındadır ve yürütmenin dışındadır, bağımsız bir organdır.
Bunların aylık ve ödeneklerinin tespitinin Yüce Meclis tarafından yapılması
lazımdır, yürütme tarafından yapılmaması lazımdır. Böyle bir yetki kanununda
onlarla ilgili bir hükme gerek yok. Saygılar sunarım efendim. (DYP ve FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Komisyonun ve hükümetin katılmadığı,
gerekçesini dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... 1 inci madde kabul edilmiştir. 2 nci maddeyi okutuyorum: İlkeler ve yetki süresi MADDE 2. - Bakanlar Kurulu 1 inci madde ile verilen
yetkiyi kullanırken kamu hizmetlerinin verimli ve etkin bir şekilde
yürütülmesini; ülkenin ekonomik ve sosyal durumunu dikkate alarak, memurlar ve
diğer kamu görevlilerinin idarî, malî ve sosyal haklarında hizmEtin özellik ve
gereklerine uygun olarak adaletsizlikleri giderecek düzenlemeler yapılmasını
gözönünde bulundurur. Bu Kanunla Bakanlar Kuruluna verilen yetki, Kanunun
yayımından itibaren üç ay süre ile geçerlidir. Bu süre içinde Bakanlar Kurulu
birden fazla kanun hükmünde kararname çıkarabilir. BAŞKAN - FP Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın
Cevat Ayhan...(FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika efendim; buyurun FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan,
muhterem üyeler; memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında düzenlemeler
yapmak üzere, hükümete kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren 566 sıra
sayılı kanun tasarısının 2 nci maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Muhterem üyeler, tabiî, bu tasarının müzakeresine
negatif bir psikolojiyle girmiş bulunuyoruz. Aslında, bir tasarının
müzakeresine, Meclis üyelerinin, eksikleri belirlemek, daha iyi olması için
gayret etmek ve tasarıyı olgunlaştırmak için girmesi gerekir; ama, bunun da
sebebi, hükümetin, haziran 2000'de, yine, bu Meclisten, memurlarla ilgili yeni
düzenlemeler yapmak üzere, daha şümullü bir yetki kanunu çıkarıp, o yetki
kanununa göre de gerek komisyonda gerekse Genel Kurulda, bu yetki kanunuyla,
memurların malî ve sosyal haklarını; yani, özlük haklarını düzenlemek, ücret
dengesizliklerini -daha açık ifadesiyle- gidermek üzere bu yetkiyi kullanacağız
denilmesine rağmen, alelacele, biraz da 28 Şubat gölgesiyle, hemen, memurlar
arasında tasfiyeye yönelmiş olmasıdır. Bu, maalesef, hükümetin, memurlarla İlgili, kamu
görevlileriyle ilgili çıkarmış olduğu o kanun hükmünde kararname yetkisini,
beklenenin tersine ve efkârı umumiyenin taleplerinin tersine bir istikamette
kullanmış olmasıdır. Şimdi, bu psikolojik zeminde, bu yetki kanunu tasarısını
tartışıyoruz. Şahsen ben inanmak istiyorum; hükümet, daha daraltılmış
olan bu yetki kanununu, sadece kamu görevlilerinin malî ve özlük haklarını
düzenlemek için, onları daha verimli bir çalışma düzenine kavuşturmak için
kullanacaktır, böyle olması gerekir. Bunun dışında bir tasarruf, hükümete olan
güveni daha da sarsar ve memurlar arasında da huzursuzluğa sebep olur. Peki, malî ve sosyal haklarla ilgili kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi gerekli midir; bir bakıma da gerekli olabilir. Şu
bakımdan; şunu ifade etmek istiyorum: Tabiî, memurlar arasında özlük haklarını
düzenleyen bir tasarıyı burada uzun uzun müzakereye açtığınız zaman, kamu
görevlileri arasında büyük gerilim ve kargaşaya sebep olunuyor. 1970'li yıllarda, ben, hatırlıyorum, o zaman, merkez
valilerine kadar, caddelerde nümayiş yapan kamu görevlileri vardı; o, Personel
Kanununun ilk çıktığı yıllardı. Yani, tabiî, iyileştirilirken, huzursuzluğu da
artırmayacak şekilde tedbir almak lazım. Bunu, ben, iyi niyetimle söylüyorum ve
inanıyorum ki, hükümet de böyle düşünecektir, böyle olması gerekir. Aksi
takdirde, Meclisle veya Meclisin bir kısmını teşkil eden muhalefet
partileriyle, hatta, hükümet
içinde birçok milletvekiliyle, hükümet arasında güven
sarsılmış olur; bu, doğru değildir. Nitekim, haziran kararnamesinin ilk çıkışının, biraz
önce arz ettiğim istikamette olması, iktidar partilerine mensup milletvekilleri
arasında da geniş şikâyete ve güvensizliğe sebep olmuştu;.onu aştık. Ben, bu kararnameyle, hükümete verilen yetki
çerçevesinde, kamu kurumlarında yapılması gereken bazı hususları dikkate arz
etmek istiyorum. Tabiî, bunların başında memurların sıkıntısının çok olduğunu
ve bunun da geçim sıkıntısı olduğunu ifade etmek istiyorum. Çoluk çocuklarını
geçindirememek bir aile reisi için en zor meseledir, en ağır meseledir
hakikaten ve bugün de, memurlarımız, büyük ölçüde bununla karşı karşıyadır.
Yani, 170 milyon, 200 milyon maaş alan bir memur, bir ilde, bir ilçede ne kira
ödeyecek, ne giyecek, ne yiyecek, çocuklarının okul masraflarını nasıl
karşılayacak, bunlar mühim meselelerdir, bunları çözmek lazım bu tasarıyla,
bunları rahatlatmak lazım. Biz, memurlara olan zammı yüzde olarak yapıyoruz; bu
yeni bütçede de, memurlara yüzde şu kadar seyyanen zam yapıyoruz, bu, adaletli
bir yaklaşım olmuyor. Yani, 1 milyar maaş alan memur var, yüzde 10 verdiğiniz
zaman 100 milyon alıyor; 150 milyon, 180 milyon maaş alan memura yüzde 10
verdiğiniz zaman da, 18 milyon oluyor. Hükümete teklifim şudur, komisyonda da bunu arz ettim:
Seyyanen, ne veriyorsa, 50 milyon diyorsa, bütün memurlara 50 milyon versin.
Yani, 170-180 milyon alan bir memura 50 milyon verdiğiniz zaman, onun
bütçesinde o, yüzde 25, yüzde 30 bir iyileşme sağlar ki, memnuniyet uyandırır.
Öbür, yüksek maaş alan da, biraz az almış olsun, o zaten geçinme noktasındadır.
Yani, seyyanen bir zam yapmak lazım, birinci söyleyeceğim budur. İkincisi, tabiî, memurlarla ilgili, bilhassa üniversite
hocaları, eğitim, sağlık ve teknik hizmet veren zümrelerde büyük sıkıntılar
var, maaşlar düşüktür. Bugün bir vesileyle daha arz ettim, 250 ila 600 milyon
arasında maaş alan üniversite öğretim üyelerini, verimli olarak, ilimde,
araştırmada istihdam edemezsiniz ve onu orada muhafaza etmeniz de zorlaşır.
Devlet üniversiteleri çöküyor, bunun, özellikle altını çizeyim. Devlette, kamu
kurumlarında, özel bilgiye ve ihtisasa ihtiyaç hissettiren, ihtiyaç olan
görevliler var, bunların ücreti sözleşmeli olur veya bir başka şekilde
dengelenmesi lazım. Birtakım teknik hizmetlerin piyasa şartlarında
yapılabilmesi, o teknik hizmetleri verecek olan uzmanları istihdam etmenize
bağlı, bunu çözmesi lazım kamu hizmetlerinin belli seviyede devam edebilmesi
için. Ayrıca, ücret dengesizliği var, çok konuşuyoruz; şoförü
şunu alıyor, müdürü şunu alıyor; bunlar malum meseleler ve bunların çözülmesi
lazım. Yine, kamu hizmetleriyle ilgili bir diğer husus da,
idarenin hizmet kabiliyetinin geliştirilmesi. Bunun, ana bir proje olarak
hükümetin önünde olması lazım. Bilgi, kabiliyet ve güvenirlik... Uluslararası
toplumla bütünleşen, hatta, Avrupa Topluluğuna üyelik yolunda ilerleyen
Türkiye'de, muhataplarımız, bunu aramaktadırlar. Geçenlerde, üç ay kadar önce, İstanbul'da bir
sempozyumda -Avrupa Topluluğuna giderken daha iyi yönetim arayışı içinde- Dünya
Bankası, Birleşmiş Milletler, Avrupa Topluluğu ve bizim TESEV gibi, TÜSİAD gibi
birta-kım kurulların ortak düzenlediği bir sempozyumda önümüze çıkan şu
meseleyi burada nakletmek istiyorum: Orada, sempozyuma katılan Avrupa
Topluluğunun sözcüleri -tabiî, Türkiye'yi zikretmediler; ama, bunun manası
budur- "biz, topluluğa üye olacak olan Hollanda'nın sınırlarında güvenli
olmak istiyoruz" dediler. Yani, topluluğun aradığı husus -bunda da
haklıdır- bizim kamu yönetimimizin bugünkü şartlara, ihtiyaçlara cevap verecek
bilgi, kabiliyet ve güvenirlik çerçevesinde olmasını gerektirmektedir. Zaten,
Katılım Ortaklığı Belgesine bakılırsa, birçok kamu hizmetlerinde, bilgi
eksikliğinin, düzen eksikliğinin, güven eksikliğinin süratle giderilmesi
istikâmetinde talepler vardır, teklifler vardır; bunlara dikkat etmek lazım.
Tabiî, burada, büyük ölçüde meslekiçi eğitimi geliştirerek, mevcut kamu
görevlilerinin istenilen seviyede ve kabiliyette hizmet verecek noktaya
getirilmesi lazım. Tabiî, çok acele bir meselemiz de önümüzde. Bugün,
yine, bir iktidar grubunun sözcüsü, idarecisi, buradaki konuşmada ifade etti;
şu mahallî idareler kanunu ile hemen arkasından merkezî idarenin yeniden
düzenlenmesine ait kanunu çıkarmamız lazım; zira, mahallî idareler kanununu
çıkardığı-nız zaman, buna paralel olarak, merkezî idarenin de tekrar
düzenlenmesi gerekli olmaktadır. Bu, hakikaten, bugün ihtiyaçtır. Yüzyıl
öncenin şartlarıyla oluşan Türk kamu yönetiminin, bu yüzyılda, dünya
şartlarında ve Türkiye'nin şartlarında ihtiyacı karşılamadığı ortadadır. Son bir mesele olarak da şunu arz etmek istiyorum:
Tabiî, memurlarla ilgili, kamu çalışanlarıyla ilgili ideolojik
yaklaşımın olmaması lazım. Bunun altını çizerek söylüyorum; yani, bir memur
dürüstse, görevine bağlıysa, kurumuna bağlıysa, sadıksa, devlete de sadıksa;
yani, o, hangi siyasî görüşte olursa olsun, hangi inançta olursa olsun, hangi
zümreye mensup olursa olsun, ona başka bir muamele yapılmaması lazım, onun
emeğinden faydalanılması lazım. Bu vasıfları yoksa, onu, tabiî, görevinden de
alabilirsiniz; ama, sırf, fikrî, düşüncesi, inancı ve mensup olduğu zümre
sebebiyle, hiç kimseye karşı ayırımcı bir muamele yapılmaması lazım. Bu,
fevkalade mühimdir tabiî. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) CEVAT AYHAN (Devamla)- Bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN- Buyurun Sayın Ayhan. CEVAT AYHAN (Devamla)- Teşekkür ederim Muhterem Başkan. Tabiî, 1980 darbesinden sonra, memurlarla ilgili
güvenlik tahkikatı vardı. Bu Mecliste uzun uzun müzakere edildi; zannederim,
1994'te kaldırıldı o. Memurlarla ilgili seyyanen uygulanan, herkese uygulanan
güvenlik tahkikatı kaldırıldı. Tabiî, güvenlik tahkikatı yine olabilir. Kozmik
görevlerde çalışacak, çok özel güvenlik isteyen görevlerde çalışacak kişiyle
ilgili güvenlik tahkikatı yapabilirsiniz; ama, herhangi bir görevde çalışacak
memur için bunun olmaması gerekir. Bu kaldırıldı; ama, şimdi, tabiî, 28
Şubat'tan sonra bir tedirginlik var. Batı Çalışma Grubunun tamimleri var;
inşallah uygulanmıyordur. Başbakanlık takip kurulları var; âdeta, memurları,
kaymakamına kadar, mülkî idare amirlerine kadar, ideolojik olarak takip eden,
tasnif eden, onlar hakkında hükümler ve muameleler geliştiren bir yaklaşım var.
Bunun süratle kaldırılması gerekir. Bunlar yanlış şeylerdir. Bunları burada,
daha önce de, muhtelif vesilelerle konuştuk; bunları bertaraf etmek lazım. Teşekkür ederim. BAŞKAN- Doğru Yol Partisi Grubu adına, Bingöl
Milletvekili Necati Yöndar. Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA NECATİ YÖNDAR (Bingöl) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 566 sıra sayılı Memurlar ve Diğer
Kamu Görevlileri Hakkındaki Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki
Kanunu Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde, söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
şahsım ve grubum adına, hepinize saygılar sunarım. Görüşülmekte olan Devlet Memurları ve Diğer Kamu Görevlileri
Hakkında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanun Tasarısıyla
657, 926, 2802, 2914 sayılı Kanunlar, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve
diğer kanun ve kanun hükmünde kararnameler ile memurlar ile diğer kamu
görevlilerin idarî, malî ve sosyal haklarına ilişkin hükümlerinde değişiklik
yapılmak üzere, Bakanlar Kuruluna, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi
verilmektedir. Kanun tasarısının 2 nci maddesinde, memurlar ve diğer
kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak ve kamu hizmetlerinin
düzenli, süratli, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini temin etmek,
bunların idarî, malî ve sosyal hakları arasındaki adaletsizlileri gidermek amaç
olarak gösterilmiştir. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin malî ve sosyal
haklarında iyileştirme yapmak, bunların malî ve sosyal hakları arasındaki
adaletsizliği gidermek, kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği,
verimliliği ve düzeni sağlamak, kimsenin karşı çıkmayacağı hususlardır. Türkiye'de, kamu personel rejimi büyük sorunlar
yaşamaktadır. Personel kanunları olarak tanımladığımız, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Kanunu, 2802 Hâkimler ve
Savcılar Kanunu, 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu gibi çok sayıda
kanun ve kanun hükmünde kararnameler değiştirilmiş, personel rejimi sistemi
bozulmuştur. Kamu personel sisteminin yeniden oluşturulması günümüzde, artık,
bir zorunluluk haline gelmiştir. 29.6.2000 tarihli ve 4588 sayılı yetki
kanunuyla, kamu personeli arasındaki ücret dengesizliklerinin giderilmesi ve
malî yönetiminde disiplin sağlanması konusunda, Bakanlar Kuruluna, kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmiş, bu kanuna dayanılarak çok sayıda
kanun hükmünde kararname çıkarılmıştır; ancak, bu kanun hükmünde kararnamelerin
hiçbirisi kamu personeli rejimine ilişkin olmamış, başka konuları kapsamıştır.
Bu husus, hükümetin, kamu personel rejimini yeniden düzenleme, ücret
adaletsizliklerini giderme konusunda samimî olmadığını göstermektedir. Anayasaya aykırı olan 4588 Sayılı Yetki Kanunu ve bu
kanuna dayalı olarak çıkarılan kanun hükmünde kararnameler, malumunuz, Anayasa
Mahkemesince iptal edilmiştir. Şimdi, hükümet, yeni bir yetki kanunu talebiyle
gelmiş bulunmaktadır. Yetki kanunu tasarısıyla memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin idarî, malî ve sosyal hakları arasındaki adaletsizlikleri
gidermek, amaç olarak gösterilmiştir. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin malî ve sosyal
haklarının neler olduğu, bunlar arasındaki adaletsizlikler kamuoyunca
bilinmektedir; ancak, kanun tasarısında geçen "idarî" kavramından
neyin kastedildiği belli değildir. Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği üzere,
yetki kanunu kapsamının açık bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Aksi
takdirde, Anayasaya aykırılık söz konusu olacaktır. Yetki kanunu tasarısının
kapsamından "idarî" kavramının çıkarılması yahut bu yönde yapılacak
düzenlemenin sınırlarının çizilmesi ve açıkça ortaya konulması gerekmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; memurlar ve
diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak ve kamu
hizmetlerinin düzenli, süratli ve verimli, ekonomik bir şekilde yürütülmesini
temin etmek amacıyla, bunların idarî, malî ve sosyal hakları arasındaki
adaletsizlikleri gidermek üzere, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi talep
edilmekte; ancak, bunu ne şekilde gerçekleştireceği kamuoyuna
açıklanmamaktadır. Bu konuda hükümetin kamuoyuna açıklanmış bir çalışması
bulunmamaktadır. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin malî ve sosyal hakları
arasındaki adaletsizlikler nasıl giderilecektir? Nispeten daha düşük ücret ve
sosyal hakkı bulunanların maaşları artırılacak mıdır? Maaşlarda bir iyileştirme
sağlanacak mı? Hükümetin, bunları açıklaması gerekmektedir. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin malî ve sosyal
haklarına ilişkin düzenlemeler oldukça dağınık bir hal almıştır. Maaş
unsurları, çok sayıda kanunda farklı bir şekilde düzenlenmiştir. Maaş
hesaplamaları karmakarışıktır. Memurlar, kendi maaşlarını hesaplayamamaktadır.
Maaş hesabı, artık, bir uzmanlık alanı haline gelmiştir. Bu dağınıklık ve
karışık uygulama da sorun yaratmaktadır. Kimin, hangi maaş unsurlarından
yararlanacağı konusunda tahakkuk birimleri ve ilgililer arasında tartışma
yaratılmaktadır. Bakın, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 31.7.1970
tarihinde çıkarılmış ve o zaman "Kamu görevlilerine ödenen daha önceki
tazminat, ödenek, vesaire ek ödemeler kaldırılmış ve yerine, tek bir aylık
ödenmesi kararlaştırılmıştır" denilmiş. Bundan sonra, o günden bugüne
kadar biz eskiye gitmişiz. Kamu personelinin şu andaki maaş unsurlarına şöyle
bir göz attığımız zaman, 24 maaş unsurunun olduğunu görürüz. Arkadaşlar, 24 kalemden oluşan bu unsurlar nelerdir;
aylık, taban aylığı, ekgösterge, kıdem aylığı, özel hizmet tazminatı,
yanödemeler, makam tazminatı ve temsil tazminatı, yüksek hâkimlik tazminatı,
lojman tazminatı, yabancı dil tazminatı, dışişleri hizmetleri tazminatı,
emniyet uçuş tazminatı, askerî uçuş tazminatı, yargı ödeneği, denetim
tazminatı, üniversite ödeneği, geliştirme ödeneği, eğitim-öğretim ödeneği,
idarî görev ödeneği, aile yardımı ödeneği, fazla çalışma ücreti, ekders ücreti,
tayın bedeli, fon ücreti. Bu gibi ödemeler, personelin maaş unsurlarından
bazılarıdır. Memurun bu kadar çok sayıda ödeme unsurunu hesaplaması, bilmesi
mümkün değildir. Hatta, konunun uzmanları bile, çoğu zaman, bu konuda tereddüde
düşmektedir. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin maaş unsurları
sadeleştirilmelidir. Maaş hesaplamaları basitleştirilmelidir. Her memur, kendi
maaşını hesaplayabilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; değinilmesi
gereken bir diğer husus da, memur ve diğer kamu görevlilerinin sosyal ve malî
hakları arasındaki adaletsizliklerdir. Bu adaletsizlikler hem statü
farklarından hem de kurumlar arası ücret farklarından kaynaklanmaktadır. Memur,
sözleşmeli personel, geçici işçi, sürekli işçi ve geçici personel arasında,
yapılan iş gözetilmeksizin, ücret adaletsizliği bulunmaktadır. Aynı odada, aynı
işi yapan kamu görevlileri, statüleri farklı olduğu için, farklı ücret
almaktadırlar. Diğer yandan, bazı kamu kurum kuruluşlarında özel
personel rejimi uygulanmakta ve bunlara farklı ücretler ödenmektedir. Bu tür
farklar giderilmelidir; aynı işi yapanların aynı seviyede ücret almaları
sağlanmalıdır. Bu da, ancak, kapsamlı bir personel mevzuatı reformuyla
sağlanabilir. Böylesine kapsamlı personel mevzuatı reformu, kanun hükmünde
kararnameyle düzenlenemez. Kamu personel reformu kapsamlı ve uzun süreli
çalışmayı gerektirir. Kapsamlı ve uzun süreli reform çalışması konusunda kanun
hükmünde kararname çıkarılması, Anayasaya aykırıdır. Ayrıca, Anayasanın 128
inci maddesinde, memurların ve diğer bazı kamu görevlilerinin hakları ve
yükümlülükleri, aylıkları ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin kanunla
düzenlenmesi öngörülmüştür. Kamu görevlilerine tanınacak sosyal ve malî
hakların her türünü destekliyoruz. Kamu görevlilerinin sosyal ve malî
haklarının yanı sıra, çalışma koşullarının da iyileştirilmesi lazımdır. Ancak,
hiçbir gerekçeyle Anayasaya aykırı düzenleme yapılamaz. Değerli arkadaşlarım, bakın, size çok güzel bir örnek vereyim;
kamu görevlilerinin bazı maaş unsurları niteliğini yitirmiştir diyoruz.
Örneğin, "lojman tazminatı" adı altında yapılan yardım,
personelin ekgöstergesine göre,
bugün 200 000 liradır, 400 000 liradır ve 600 000 liradır. Bu
ödemeler devletin itibarını zedelemektedir. Hiçbir devlet, personeline, kira
yardımı adı altında bir paket sigara fiyatının altında ödeme yapmaz. Bu tür
maaş unsurları günümüz koşullarına uygun hale getirilmelidir. Bazı maaş unsurlarıyla, kamu personeli arasındaki ücret
adaletsizlikleri artırılmıştır. Bu unsurlardan biri de, temsil tazminatıdır.
4505 sayılı Sosyal Güvenlikle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve
Temsil Tazminatı Ödenmesi Hakkındaki Kanunda, makam veya yüksek hâkimlik
tazminatı öngörülen kadrolarda bulunanlardan Bakanlar Kurulu kararıyla
belirlenecek olanlara temsil tazminatı ödenmesi hükme bağlanmış, 2000/457
sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla, sadece, göstergeleri 7 000 ve daha fazla
olanlara tazminat ödenmeye başlanılmıştır... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Yöndar, 1 dakika içinde toparlayınız
efendim. NECATİ YÖNDAR (Devamla) - Teşekkür ederim. Bu uygulama, kamu personeli arasındaki ücret
adaletsizliğini artırmıştır. Çok basit bir örnek vereceğim: Adalet
Bakanlığında, iki yıllık bir hâkime 370 milyon lira, on yıllık kıdemli bir
hâkime 400 milyon lira, onbeş yıllık bir hâkime 470 milyon lira maaş veriyoruz.
Birinci sınıfa ayrılmış bir hâkime ise 1 milyar lira maaş veriliyor. Bu, aynı
kurum içerisinde dahi, maaş dengesizliğinin hangi boyutlara ulaştığına çarpıcı
bir örnektir. Kamu personeli reformu ciddî bir iştir. Bu konuda,
kapsamlı ve tutarlı bir çalışma yapılarak, herkesin üzerinde mutabık kalacağı
sistem oluşturulmalıdır. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yöndar. Şahsı adına, Sayın Kamer Genç. Süreniz 5 dakika. Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tabiî, aslında, yani, boş bir işle uğraşıyoruz. Daha
bugün... Yani, işte, siz boş işler getirince, biz de boş emek sarf ediyoruz;
çünkü, niye, bugün bütçeyi çıkarmışız. Bütçede, kamuda çalışanların aylıkları,
ödenekleri, sosyal hakları bütünüyle belirtilmesi lazım ve bu bütçede vardır
da. Bütçeyi bugün çıkarıyoruz, arkasından, hükümetimiz diyor ki, bana üç ay
yetki verin... Ne yapacaksın ey hükümet?.. Efendim, memurların, idarî, malî ve
sosyal haklarını düzelteceğim... Peki, nasıl düzelteceksin?!. Nasıl
düzelteceksin?!. Yahu, daha bugün bütçe çıkardın. Eğer, çıkardınsa, o bütçede
niye düzenlemedin? Ee, yok... Şimdi, değerli arkadaşlarım, yani, bu Türkiye Büyük
Millet Meclisi yasama yetkisine sahip bir kurumdur. Yasama yetkisinin,
yürütmeye devredilmesi çok istisnaî hallerde olması gereken bir sonuçtur ve üç
aylık bir süre isteniyor. Ee, şimdi Meclis de açık... Ayrıca, Meclisin şu
sırada, bu Meclis çalışmıyor, yasa çıkarmıyor gibi bir bahanesi de olamaz; yani
olabilir ki, bir yanda fifty - fifty bir muhalefet iktidar dengesi olur,
Parlamentodan yasa çıkmaz ve çok zorunlu ve ivedi bir yasa olur... Yetki de
istenirken çok zorunlu ve ivedi bir yasanın çıkarılması için ve çok dar
sınırlarla istenen bir yetki olması lazım. Sayın Cumhurbaşkanı, biliyorsunuz, yani kanun hükmünde
kararnamelerin bazılarını imzalamadı, geri iade etti "bunlar Parlamentonun
yetkisindedir" dedi. Sayın milletvekilleri, eğer Parlamento, üç ay, görevini
yürütmeye devredecekse, o zaman, bir teklifte bulunuyorum üç ay maaş almayalım;
bizim yerimize yürütme görev yapacaksa ve biz de bir görev yapmayacaksak o
zaman biz niye maaş alıyoruz? Yani, işin içine girdiğiniz zaman, gerçekten,
istenen yetki fuzuli; ama, bu yetkinin arkasındaki temel amaç nedir ben onu
kavrayamadım. Çünkü, böyle, çok genel ifadelerle, hükümetimiz gelmiş, bizden
yetki istiyor. Bu istenen yetkiyle, işte, kamu görevlilerinin idarî,
malî ve sosyal haklarının düzeltilmesi konusunda da ne yapacağını da
söylemiyor. Şimdi "kamu hizmetlerinin verimli ve etkin bir şekilde
yapılması için" diyor. Kamu hizmetlerinin etkin ve verimli şekilde yapılabilmesi
için, kamuda çalışan insanların tek şeye ihtiyaçları vardır, aylıklarının
artırılmasıdır. Bugün, kamuda çalışan insanların aldıkları maaş sefalet
maaşıdır. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şanına ve şöhretine yakışmayan
bir sefalet sınırı içinde maaş alıyor, çocuğunu okutamıyor, ilacını alamıyor,
normal bir evde oturamıyor. Öte taraftan da, siyasî iktidarlar, kendilerine
yandaş olan kişileri geçici işçi statüsünde veya belirli şeylerde, bir yandan
da işçi olarak alıyorlar, geçici işçi kadrosuyla eleman alıyorlar. Tabiî,
bunlar idarenin zaafları. Tabiî, bu, yalnız bu dönem yapılmıyor, her dönemde
yapılıyor maalesef. Aslında, bunlar, Parlamentoda enine boyuna tartışılsa,
yapılsa, daha sağlıklı bir sonuç olacağına inanıyorum. Tabiî, iktidar çoğunluğu bizim dediklerimizi geçerli
kılmıyor. Anayasa Mahkemesi bunları defalarca iptal etmiştir. Anayasanın 153
üncü maddesi çok açık: Yasama, yürütme ve yargı, Anayasa Mahkemesi kararlarına
uymak zorundadır, aksi takdirde, Anayasa suçu işlemiş olur, Anayasa suçunu
işleyenlerin cezası idamdır... Her gün idamlık suçlar bu Parlamentoda
işleniyor. Bu idamlık suçları parlamenterlerin işlemesi için de, maalesef
hükümetler buna vesile oluyor... Ama, tabiî, parlamenteri yargılayacak güç de
olmayınca... İşte, böyle, gücü olan Anayasayı zaman zaman ihlal ediyor, kimse
de bunu yargılamıyor, gücü olmayan da tabiî, mahkemelere gidiyor, işte
"sen Anayasayı ilga suçunu işledin, değiştirme, ortadan kaldırma suçunu
işledin" denilerek,
yargılanıp belli cezalar alıyor. Tabiî, bu statüdeki, yani milletvekili
dokunulmazlığı olan kişilerin yargılanması mümkün değil; ama, aslında tabiî,
önemli olan, kişilerin yaptıkları işlerin vicdan süzgecinden geçirilmesidir.
Yani, ben, Anayasaya sadakat yemini etmiş bir parlamenter olarak, namusum ve
şerefim üzerine Anayasaya sadakat yemini etmiş bir parlamenter olarak,
yapacağım işlemlerde Anayasaya sadakat göstermek zorundayım. Göstermiyorsam,
demek ki yaptığım yeminde bir çürüklük var demektir. Hepinize saygılar sunarım. (DYP ve FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Aksaray Milletvekili Murat Akın; buyurun Sayın
Akın. MURAT AKIN (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 566 sıra sayılı tasarının 2 nci maddesi üzerinde şahsım adına
söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, 2 nci madde, 1 inci maddeye
atıf yapmak suretiyle, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında
etkinliği artırmak ve kamu hizmetlerinin düzenli, süratli bir şekilde
yürütülmesini sağlamak için, bu yetkiyi kullanırken, 2 nci maddeyi de içerisine
alacak şekilde -zımnen de olsa-
düzenlenmiş bir maddedir. Değerli milletvekilleri, şimdi, 1 inci madde olsun 2
nci madde olsun, bir kere, bu, Anayasanın 7 nci, 87 nci, 91 inci ve 38 inci
maddelerine aykırı hükümler taşımaktadır. Şimdi "verimli ve etkin şekilde yürütülmesi" derken, bunun kriteri
nedir; şartları nedir; memurun yaptığı hangi çalışmalar verimlidir, yaptığı
hangi çalışmalar verimsizdir; bununla ilgili şartları belirlediniz mi? Bir
amire göre, memurun bazı çalışmaları
verimli görülebilir; ama, diğer bir amire göre, diğer bir müdüre göre, o
memurun çalışması verimsiz sayılabilir. Peki, bu kriteri tespit etmeden, siz,
kalkıp, tamamen, bu memurları, belirli insanların eline teslim ederseniz, bu
insanlar, bu uygulamanın neticesinde rencide olurlarsa, bunun vebali kimi
üzerine olacak? Değerli milletvekilleri, ilk önce, bu kriterleri tespit
etmek için, memurlarda bir performans değerlendirmesine gitmek lazım. Bugün,
modern dünyada, bilhassa, insan kaynaklarının yönetiminde, en önemli
fonksiyonlardan birisi, çalışanların başarı düzeyini ölçmek üzere performans
değerlendirmesi yapılmasıdır. En genel şekliyle, performans değerlendirmenin
amacı, çalışanı, tüm yönleriyle değerlendirerek, eksikliklerini ortaya
çıkararak, bunların giderilmesini sağlamak, başarılarını güçlendirmektir.
Performans değerlendirmesinde olması gereken temel öncelik, başarısızlıkların
cezalandırılması değil, başarıların ödüllendirilmesidir; hedeflenen tüm
çalışmaların, kendi başarı ve başarısızlıklarını gözden geçirmektir. Şimdi, bu uygulama sonucunda, bazı insanlar, ola ki,
kabiliyeti itiba-riyle başarılı olamayabilir. Siz, emekliliğine birkaç sene
kalmış veya memuriyetinin onbeşinci, yirminci yılına gelmiş bu insanları
cezalandırma yoluna mı gideceksiniz? Halbuki, yeni alımlarda bu kriterleri
değerlendirmiş olsaydınız, bu kriterler, memurun ilk defa göreve alımında,
seçiminde uygulanmış olsaydı, hiç değilse, bu değerlendirmenin sonucunda,
kriterlere uymayan in-sanların cezalandırılması cihetine gidilmesi yolu da
seçilmemiş olurdu. Değerli milletvekilleri, Anasol - M Hükümeti, 1999
yılında ve 2000 yılında, memurları, enflasyonun altında ücret vermek suretiyle
cezalandırma yoluna gitmiş ve emek platformunun taleplerine kulaklarını
tıkamıştır. Bu talepleri yerine getirmeyen hükümet, acaba, memurlar arasında,
işçiler arasında, çalışanlar arasında yeniden hoşnutsuzluklar mı
oluşturacaktır? 1999 yılı sonu itibariyle TÜFE 68,8; memur ücret zammı
yüzde 55, 2000 yılı sonu itibariyle TÜFE 43,8; kasım sonu itibariyle memur
ücret zammı, ortalama, yüzde 30'ların altında ve memurlarımız, halen, geçen
yıllardan alacaklı durumda bulunmaktayken, hükümet, 2001 bütçesiyle... BAŞKAN - Sayın Akın, 1 dakika içerisinde toparlayınız. MURAT AKIN (Devamla) - ... memurlara yüzde 15 zam
vermeyi kabul etmiş; ancak, yürürlüğe koymakta olduğu vergilerle, memurların ve
diğer çalışanların, işçilerin, emekli, dul ve yetimlerin, sanayici ve esnafın,
ziraatçinin, serbest meslek erbabının; velhasıl, tüm toplum kesimlerinin bütün
gelirlerine el koymuş bulunmaktadır. DYP olarak, 1996-1997 yıllarında memur maaşlarını en
iyi şekilde değerlendirerek, memur maaş katsayısı altı ayda yüzde 195
artırılmış; yine, memurlara, enflasyonun üzerinde, reel olarak yüzde 64,7
oranında artış sağlanmış, asgarî ücret de yüzde 100 oranında artırılmış, gelir
dilimlerinde iyileştirmeler yapılmış, bu artışlar, esnafa, işçiye, emekli, dul
ve yetimlere aynen yansıtılmıştır. Doğru Yol Partisi dönemindeki bu durumun memurlar
üzerinde yansıması... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MURAT AKIN (Devamla) - Halen, memurlar, bu gelirlerle,
temin ettikleri imkânlarla, bugün, ayakta durabilmektedirler. Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Akın. Sayın Gül, buyurun. RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sayın Başkanım, delaletinizle,
Sayın Bakanıma bir soru arz etmek istiyorum. Malumlarınız olduğu üzere, haziran ayında bu kanun
hükmünde kararname Yüce Meclisten geçti. Biz, o zamanın hükümet yetkililerine
bazı sorular sormuştuk. Soru sormamızın nedeni de, özellikle Karayollarında
çalışan mühendisler ile Devlet Su İşlerinde çalışan mühendis arkadaşlarımız,
kardeşlerimiz, beni ziyarete gelmişler ve "Efendim, mühendisler arasında
maaş uçurumu vardır. Örneğin, bir Merkez Bankasında çalışan bir mühendis 1
milyar liraya yakın maaş almakta; ama, Devlet Su İşlerinde veyahut da
Karayollarında çalışan bir mühendis, 240 milyon lira maaş almaktadır. Aslında,
hepimizin yaptığı iş, bir mühendislik görevidir. Bu, bizde huzursuzluk
yaratmaktadır ve görev anlayışımızda da bir üzüntüye neden olmaktadır"
demişlerdi, o zamanın şartları içinde. Ben de, bu konuyla ilgili olarak, sayın
hükümet yetkilileriyle görüştüm ve bu konuyu arz etmiştim. Onların bana vermiş
oldukları cevap şuydu: "Ramazan Bey, tamam, biz kanun hükmünde kararname
çıkarıyoruz ve bu konulara kesinlikle çözüm buluyoruz" dediler. BAŞKAN - Sayın Gül, sorunuzu sorar mısınız... Soru
soracak arkadaşlar var... RAMAZAN GÜL (Isparta) - Bitiriyorum efendim. Bu kanun hükmünde kararname çıktı; maalesef, başka
amaçlarla kullanıldı. Sayın Bakanım, yine, şu anda, Yüce Meclisin huzurunda
bu kanun hükmünde kararname çıkarılma durumunda. Acaba, bu mühendisler
arasındaki ücret dengesizliğini ne zaman çözeceksiniz? Bunun aydınlatılması
konusunda sizden kesin bir tarih rica ediyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın milletvekilleri, sorular kısa ve gerekçesiz
olmalı. Lütfen... Sayın Seven, buyurun. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, uzun zamandır,
farklı kurumlarda farklı ücret grupları arasında büyük adaletsizlikler olduğu
görülmektedir ve bugüne kadar, gelmiş geçmiş hükümette bulunan insanlar,
devamlı, bu memurların durumunun düzeltilmesi konusunda değerlendirmeler
yapmışlardır. Bugün, görüyoruz ki, bu hükümetin getirmiş olduğu kanun
hükmündeki kararnameye karşı çıkmaktadırlar. Sayın Bakanıma soruyorum; acaba, kamuoyunda memur
tepkisini dile getiren bu karşı çıkanlara karşı bir anket düzenlediler mi? İkinci sorum: Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun
Meclise bağlanması konusunda bir çalışma var mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Seven. Sayın Erbaş, buyurun. FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkanım, aracılığınızla,
Sayın Bakanıma aşağıdaki sorularımı sormak istiyorum. Birincisi, kamuda çalışan 657 sayılı Kanuna tabi
mühendisler ve şeflerin, şoförlerinden daha az maaş aldıkları bir vakıadır.
Toplu iş sözleşmesi yapan, kamuda çalışan işçiler ile mühendisler arasındaki bu
ücret adaletsizliği bu yetkiyle giderilecek mi? İkinci sorum: Yüzüncü Yıl Üniversitesinde, 42 öğrenci,
hiçbir uyarıda ve ihbarda bulunulmadan, başları örtülü kampuse geldiler diye
okuldan atıldılar. Bu yasada, bu adaletsizlikleri giderecek düzenlemeler
yapılması göz önünde bulundurulur denildiğine göre, bu adaletsizlik giderilecek
mi? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın Güler, buyurun. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakandan aşağıdaki
sorularımın cevaplandırılmasını istiyorum. Birinci sorum: Hükümet, 1 inci maddeyle verilen yetkiyi
kullanırken adaletsizliği giderecek kriterleri nasıl tespit edecek? Bu
kriterler nelerdir? İkinci sorum da şu: İdarî hakların içeriği nedir? İdarî
haklarla kastedilen bu muğlak terimi açıklar mısınız? Ayrıca, bu maddeyle, neden birden fazla kararnamenin
çıkarılması düşünülmektedir? Teşekkür ederim efendim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın Bakanım, buyurun. DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; ben, daha önce yaptığım açıklamalara ilave olarak tekrar
etmek istiyorum. Öncelikle, şu anda gündemde olan Yetki Kanunu Tasarısına
benzer bir yetki yasası, 1986 yılında, 3268 sayılı Yasayla iki yıllık süre için
alınmış ve bu iki yıllık süre içerisinde, memurlarla ilgili, kamu
görevlileriyle ilgili çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Anayasaya aykırılık
iddiaları var. Bu yasayla ilgili, Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine gidilmiş; fakat, Anayasa Mahkemesi, Anayasaya aykırı bulmamıştır.
Şu anda bizim getirdiğimiz yetki yasası da, daha önceki 3268 sayılı Yetki
Yasasına benzer bir yasadır ve daha sınırlıdır, süresi de daha kısadır, üç
aylık bir süre için çıkarılmaktadır. Şimdi, biraz önce de ifade ettiğim gibi, bu yasanın
amacı, kamu görevlileri arasındaki ücret dengesizliklerinin,
adaletsizliklerinin giderilmesi ve kamu çalışanlarının durumlarının
olabildiğince iyileştirilmesidir. Tabiî ki, kamu personeli arasındaki ücret
dengesizliği bir anda oluşmamıştır. Dolayısıyla, bu düzensizliğin ve bu
dengesizliğin tamamen giderilmesini, bu 57 nci hükümetten beklemek de doğru
değildir; ama, hükümetimiz, olanaklar elverdiği ölçüde bu adaletsizliği
giderecek ve kamu görevlilerinin durumlarını iyileştirmeye çalışacaktır. Biraz önce de ifade ettiğim gibi, arkadaşlarımızın,
Sayın Gül'ün, Sayın Erbaş'ın ve Mahfuz Güler'in sorularında, tabiî ki, teknik
konular var. O teknik konular, bu yetki yasasıyla birlikte yapılacak
çalışmalarla belirlenecektir. Onun dışında, kanunun kapsamıyla ilgili çeşitli meslek
gruplarından söz edilmektedir. Tabiî ki, kanun, bütün kamu görevlilerini
kapsayacaktır. Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Arz ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım. Maddeyle ilgili 4 önerge vardır; önergeleri, geliş
sırasına göre okutup, aykırılık derecesine göre işleme alacağım. İlk önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 566 sıra sayılı kanun tasarısının 2
nci maddesinde geçen "sosyal haklarında hizmetin özellik ve
gereklerine" ibaresinin "sosyal haklarında hizmetin nicelik, nitelik
ve gereklerine" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 566 sıra sayılı kanun tasarısının 2
nci maddesinde geçen "ülkenin ekonomik ve sosyal durumunu" ibaresinin
"ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmişlik durumunu" şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
AYDIN TÜMEN (Ankara) - Arkadaşlar önergelerini çektiler
Sayın Başkan. A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) - Önergemizi geri çekiyoruz
efendim. BAŞKAN - Önergelerini geri alıyorlar. Madde üzerinde önerge yok. Maddeyi oylarınıza sunuyorum... TURHAN GÜVEN (İçel) - Önerge sahipleri kalksın da
söylesinler... Grup başkanvekilleri "arkadaşlar önergelerini geri
alıyorlar" der mi yani! BAŞKAN - Önerge sahibinin görüşünü de aldım... Kalktı,
söyledi Sayın Güven. TURHAN GÜVEN (İçel) - Kalksın, Sayın Aktaş söylesin
"ben, önergemi geri alıyorum" desin. BAŞKAN - Söyledi efendim, geri aldığını ifade etti. 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 üncü maddeyi okutuyorum: Yürürlük Madde 3.
- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - 3 üncü maddeyle ilgili olarak, Fazilet Partisi
Grubu adına, Sayın Yasin Hatiboğlu. (FP sıralarından alkışlar) TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, müsaade eder
misiniz... Şimdi, bu önergelerde 5 imza var. Bir imzanın geri
çekilmesi yeterli değil. BAŞKAN - Sayın Güven, bunlardan biri çekildiği zaman
imza eksik oluyor... TURHAN GÜVEN (İçel) - Efendim, neden? Bunlar önceden
verilmiş önergeler... BAŞKAN - Hayır efendim, yeni verildi. Sayın Güven, buraya güvenin. TURHAN GÜVEN (İçel) - Genel Kurulda mı verildi bunlar? BAŞKAN - Evet... TURHAN GÜVEN (İçel) - Mesela, Nidai Beye sormuyorsunuz.
Çektiniz mi efendim? NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Çektim efendim; siz görmediniz... TURHAN GÜVEN (İçel) - Tamam, söyleyin o zaman... BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, buyurun efendim. FP GRUBU ADINA YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan,
Yüce Heyetin değerli üyeleri; görüşülmekte olan Yetki Tasarısıyla ilgili olarak
Grubum adına huzurunuzda bulunuyorum; Grubum adına ve şahsım itibariyle Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sözü uzatacak değilim; ama, bir iki hususa temas etmek
istiyorum. Değerli milletvekilleri, elbette, Anayasanın 87 nci
maddesi ile 91 inci maddesi birlikte mütalaa edildiği takdirde, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin, kanun hükmünde kararname çıkarabilmesi için hükümete yetki
vermesi mümkün. Bu, anayasal bir düzenlemedir; buna bir itirazımız yok. Bir hukukçu olarak ve grup başkanvekili sorumluluğunu
hissederek ifade ediyorum; bizim itirazımız şuna: Bizde, maalesef, kurallar
istisna, istisnalar kural haline getiriliyor. Olağanüstü hal diyorsunuz, olağan
hale geliyor; işte sıkıyönetim diyorsunuz, sanki normal yönetim gibi. Yani,
Anayasada haklar düzenliyorsunuz, falan falan "amma",
"ancak" diyorsunuz, istisnalar getiriyorsunuz. Takibat açısından
istisnalar, sanki, kuralmış, kaidelermiş
gibi, olağan kurallarmış gibi, hayatımızı onlar kapsıyor, onlar çevreliyor, onlar
çerçeveliyor. Bizim itirazımız buna. Bakın, bir örnek vereyim: Anayasanın 91 inci maddesinin
lafzında yok ise bile, müzakere tutanaklarına baktığımız zaman görürüz; 91 inci
madde neden düzenlendi... İhtiyaç hâsıl olabilir -bu, gayet doğaldır- Meclis,
toplantıda olmayabilir, çok acil meseleler olabilir, zaruret hali olabilir; o
takdirde, hükümetlere kanun kuvvetinde, gücünde kararname çıkarma imkânı
verilebilir. 91 inci madde de zaten bunun için düzenlenmiştir. Peki, şimdi, biz, olayımıza bakalım. Biz, haziran
ayından beri, altı aydır bu
meseleyi konuşuyoruz. Yani, biz -ben hatırlıyorum- 240 maddelik Gümrük
Kanununu, benim kürsüde bulunduğum dönemde çıkardığımız 153 maddelik Trafik
Kanununu, altı saatte çıkardık, bir günde çıkardık. Yani, şu kanun hükmünde
kararnameye dayanarak, Bakanlar Kurulu kararıyla, kişisel hakları, temel
hakları, siyasî hakları düzenleyeceğinize, doğrudan tasarı olarak getirseniz,
şimdiye kadar kırk defa çıkardı. Bunun neresinde müstaceliyet; hiçbir
tarafında. Zaruret hali neresinde; hiçbir tarafında. Şimdiye kadar kırk defa
çıkardı. Ne düzenlenmek isteniyor, ne yapılmak isteniyor; bunu anlayamıyoruz.
Anlayamadığımız için de, acaba diyoruz, -affedersiniz, amiyane tabiriyle- yine,
bir tezgâh mı var diye insan korkuyor. Bakınız, bir örnek vereyim: Değerli milletvekilleri,
gerçekten, Türkiye Büyük Millet Meclisinin düzenlemeleri düzgün olmalıdır.
Yani, Anayasa Mahkemesi, elbette, anayasal bir kurumdur; kanunlarda aykırılık
varsa onları iptal eder, en doğal hakkıdır; ama, ben istiyorum ki, eserleri,
düzenlemeleri, her gittiğinde geri dönen bir Parlamento olmasın. Benim
istediğim budur. Bu çabayı bunun için sarf ediyorum ben. Ben, korkuyorum ki, bu
düzenlemeniz -unutmayın, şuraya da bir çizgi çekiyorum, benim bölgemde iyi
bilirler şuraya bir çizgi çekmeyi- bakın, iptal edilecektir. Bizi
dinlemiyorsunuz; ne olursunuz, şu iktidar-muhalefet ayrılığını, peşin
hükümlülüğünü bir kenara koyun, bir dinleyin. Bakın, bu, iptal edilecektir ve
biz, iptal edilmesi için müracaat edeceğiz. Onun için, bunu biraz düzgün
yapalım. Bir örnek vereceğim: Kanun hükmünde kararnameler, çok
ihtiyaç halinde çıkarılır, yetki kanunları ender ahvalde, "enderi
nadirat" denilen ahvalda alınır. Ender ahvalde yetki... Şimdi, sizinki
öyle mi; hayır, sizinki öyle değil. Ben size rakam vereyim; bu hükümet, 21 inci
Dönem içerisinde... Şimdi, değerli milletvekilleri, ciddî bir şey
söylüyorum; bazı arkadaşlarımız, belki bu meseleyi kavrayamadığı için tebessüm
ediyorlar. Bunu, mazur görüyorum; olabilir. Bir şey söylüyorum; 770 tane tasarı
sevk etmiş, 228 tanesi kanunlaşmış, 228 tane tasarı... Peki, kanun hükmünde
kararname kaç tane; 290 tane. Beyler, yasa meclisi biziz. Eğer, şu rakamlar, 770'e
karşı 10, 3 yahut 15, 18, 6 olsa, bunun izahı mümkündür. Asıl kanun yapması
lazım gelen merciin görüştüğü, konuştuğu, kanunlaştırdığı tasarı sayısı 228,
Bakanlar Kurulunun kanun hükmünde yaptığı yasa, yasa gücünde düzenlediği belge
290. Şimdi, yasama kurulu, yasa yapan kurul, biz miyiz,
hükümet mi?! Bizim sıkıntımız burdadır. Bizim başka bir sıkıntımız daha var;
işte, siz, yine -İktidar kanatları için söylüyorum; beni, lütfen, anlayışla
karşılayınız- bu tasarıyı, Plan ve Bütçe Komisyonundan aldınız, getirdiniz...
Yapmayın!.. Biz, sizin, hangi sözünüze güveneceğiz; söyleyin bize lütfen...
Biz, anlayışsız falan değiliz; yanlış anlamayınız. Bakın, sizin bile
anlayışsızlık göstereceğinize, biz inanmıyoruz. Lütfen, bizim anlayışsız
olduğumuzu vehmetmeyiniz. Neden, siz, hâlâ... Tarihi şu: 15.12.2000. Hâlâ, Plan
ve Bütçe Komisyonundan getirdiniz. Halbuki, bizim düzenlediğimiz, yarı kalan
İçtüzük düzenlememiz var. 5 inci maddesinde bir düzenleme yaptık. 5 inci
maddesinde ne deniliyor?.. Komisyonların görevlerini belirledik beyler. Hükümet
üyelerimiz oy verdi buna; böyle olsun dedi. Siz oy verdiniz, biz oy verdik,
böyle olsun dedik. Nasıl olsun dedik; demişiz ki: "Anayasa Komisyonunun
görevi: Anayasa yapımına, değiştirilmesine veya kaldırılmasına yönelik kanun
tekliflerini, yetki kanunlarıyla ilgili tasarıları Anayasa Komisyonu
görüşür" demişiz. Oy verdik, onbeş gün önce oy verdik; onbeş gün önce oy
verdiğiniz şeye kendiniz uymuyorsunuz; gidiyorsunuz, Plan ve Bütçe
Komisyonundan toplayıp getiriyorsunuz; sonra da, bize diyorsunuz ki, ne
olursunuz, bize güvenin. Ee, biz, size güvenemiyoruz; amellerinizden dolayı,
amalinizden dolayı güvenemiyoruz. Yoksa, sizin kaşınızı, gözünüzü seviyoruz,
bir itirazımız da yok. Boyunuz, posunuz iyi. Boyunuz iyi, huyunuz iyi değil,
huyunuz!.. (FP sıralarından alkışlar) Bizim üzüntümüz bu. Bırakın artık bu
huyu; yani, canınızla can gardaşı olmasın huyunuz. Canınız uzasın, uzun olsun
ömrünüz; ama, şu huyunuz, çıksın artık, bırakın şu huyunuzu. Değerli milletvekilleri, gerçekten, bakınız, Anayasanın
sadece maddelerini söyleyeceğim, sürem doldu... Lütfen bir tetkik buyurunuz,
ciddî bir mesele görüşüyoruz. Anayasanın 2 nci, 7 nci, 11 inci, 87 nci, 91 inci
ve 153 üncü maddelerini bir inceleyiniz. Biz, yasa yapıyoruz, anayasa yapıcıyız
aynı zamanda. Peki, biz kendimiz uymazsak, buna kim uyar?.. Kimin uymasını
isteyebiliriz?.. Değerli milletvekilleri, teşekkür ediyorum. Grubumun
görüşlerini arz ve ifade ettim Heyetinize. Bu düzenleme içimize sinmiyor;
içimize sinmediği için de oyumuz olumsuz olacaktır. BAŞKAN - 1 dakika içerisinde toparlayınız efendim. YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - 1 dakika verildiğine göre,
zaman boşa geçmesin. (Gülüşmeler) Kanun hükmünde kararname için yetki alıyorsunuz değil
mi efendim? Kararname çıkaracaksınız; kararname Resmî Gazetede yayımlandığı gün
yürürlüğe girecek, öyle değil mi efendim?.. Yürürlüğe girecek... Peki, siz ne
yapacaksınız; o gün Meclis Başkanlığına vereceksiniz. Böylece, görevinizi
yapmış olacaksınız. Kaç sene kalacak? 297 tane kanun hükmünde kararname burada
bekliyor. Kaç sene olmuş? Otuz senelik kanun hükmünde kararnameler var. Bundan sizi sorumlu tutuyorum falan zannetmeyin.
Hep böyle gelmiş geçmiş. Yani, olmaz bu. Onun için, biz, bir anayasa taslağı
hazırladık, orada diyoruz ki:"Resmî Gazetede yayımlandığı günden itibaren,
tatiller, ara vermeler dahil, kanun hükmünde kararnameler, altı ay içerisinde
neticelendirilmelidir; neticelendirilmiyorsa eğer, düzenlenmemiş
sayılmalıdır." Efendim, saygı sunuyorum, Sayın Başkanlığı da zorlamak
istemiyorum. Teşekkür ediyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN -Teşekkür ederiz Sayın Hatiboğlu. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili
Sayın Ali Naci Tuncer, buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA ALİ NACİ TUNCER (Trabzon) - Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının 3
üncü maddesi hakkında Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi Grubum ve
şahsım adına selamlıyorum. Vakit çok geçti; oruç nedeniyle dudaklarımız kuruyor;
onun için, sürçülisan edersek kusura bakmayın. Saygıdeğer milletvekilleri, iki gün önce, bir
seyahatten döndüğümde tasarıyı bize verdiler, Anayasa Komisyonunda
görüşülecekti. İnanın, iki yıla yaklaşan yasama dönemimde, en haz aldığım yasa
tasarısı olarak gördüm. Ömrünü bürokraside geçirmiş, saçlarını bürokraside
ağartmış bir arkadaşınız olarak, memurlara yapılacak iyiliği duyunca nasıl haz
duymazdım... Ama, tasarıyı inceledikçe bu duygularım değişmeye başladı. Saygıdeğer arkadaşlar, tasarıyı, bir kere, hukukî
yönden incelememiz lazım. Yüce Meclisimiz, yasama yetkisini kullanırken Anayasaya
bağlı olarak görev yapmalıdır. Anayasanın 91 inci maddesi, Yüce Meclise, kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisini hükümete verme hakkını vermiştir. Çok net
yazılmamış, birçok hükümet, bu hükümden istifade ederek, yasama meclisine
gelmeden bazı tasarrufları yapmak için yetki istemiş. Bunlar Anayasa
Mahkemesine gitmiş ve artık Anayasa Mahkemesinin takarrüreten içtihatlarına
göre, üç fonksiyon aramaktadır bunda. Birincisi, çok acil ve ivedi olacak;
ikincisi, zamanla mukayyet olacak; üçüncüsü, yetki aldığınız sahaları tadadî
olarak belirtmeniz lazım diyor. Şimdi, biz, yasada ne yapıyoruz; kamuda çalışan
tüm insanların özlük haklarını, sosyal haklarını ve bu tasarıyla getirilen,
hukuk literatüründe olmayan, idarî haklarını... İdarî hak nedir; izah edeceğim.
İdarî hak diye bir şey olmaz, idarî sorumluluk olur. Peki, ne kadar zümreyi
ilgilendiriyor; 1 milyon 900 bin memur, 200 000 sözleşmeli, 600 000 işçi; yani,
3 milyona yakın bir topluluğun özlük haklarını, sosyal haklarını, idarî
haklarını düzenleyeceğiz. Ne kadar zaman içerisinde; üç ay içerisinde. Saygıdeğer milletvekilleri, daha önce de bu hususlar
gündeme gelmiş -kamuda çalışanlar arasındaki ücret dengesizliği her hükümet
döneminde gündeme gelmiş- ve uzun çalışmalar yapılmıştır. Benim dönemimde
yaptığım çalışmada -rakam şimdi tam aklımda değil- ya 111 ya 115 mevzuattan
kamu çalışanlarına ücret ödüyoruz, bir kısmı kanunla, bir kısmı tüzükle, bir
kısmı yönetmelikle, bir kısmı da bakan oluruylaydı. Şimdi, bu kadar girift bir mevzuu üç ay içerisinde düzenleyebileceğiz!..
Eğer, hükümetin böyle bir sihirli değneği varsa, mutluluk duymamak mümkün
değil; ama, tasarıyı incelediğimizde, ağırlıkla, baştaki kelimelere takılıyoruz
"idarî haklar..." Sayın Bakana Anayasa Komisyonunda sorduk "bu
idarî haklar nedir" dedik "teknik bir mevzudur, buradaki bürokrat
arkadaş açıklasın" dedi. Beraber çalıştığım, çalışmasına inandığım,
mevzuatı bilen Sayın Genel Müdür "disiplinle ilgili" dedi. Demek ki,
arkadaşlar, buradaki ağırlık disipline dayanıyor. Şimdi, sayın hükümete soruyorum:
657 sayılı Devlet Memurları Kanununda, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanununda, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda, disiplin
yönünden ne eksiklik var? Eğer varsa, o maddeleri burada tadaden sayacak, ben
şurada eksiklik görüyorum, bunları düzeltmek için getiriyorum diyecek. Malî mevzuda spesifik örnekler verdiler, doğrudur. 2802
sayılı Hâkimler Kanununda -zamanında çıkarılmıştır- birinci sınıf hâkimler ile
birinci sınıfa ayrılmayan hâkimler arasında bir uçurum meydana gelmiştir. Madde
konulduğunda böyle bir uçurum yoktu, ufak bir fark vardı. Birinci sınıf hâkim
demek, on yılını, oniki yılını dolduracak -bir zamanlar on yıldı- sicilleri
müsait olacak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca birinci sınıfa ayrılacak.
Kitap üzerinde yapılan bir işlemdir. Birinci sınıfa ayrılan hâkim ile birinci
sınıfa ayrılmayan hâkimin oyları aynıdır, aynı yargılamayı yapar, savcı olarak
aynı görevi yapar, aynı iddianameyi yazar. Bu uçurumların kaldırılması
doğrudur; ama, burada tadaden belirteceksin. 3 milyona yakın insanın hakkını
koruyacağım ve üç ay içerisinde yapacağım demek, gerçekçi bir ifade tarzı olmaz
ve acil olmaz. Tamam, hükümet,
gerekçesinde "ben, çalışmaları yapıyorum" diyor. Bugün, Bütçe Kanunu
çıktı, oraya hiçbir şey koymuyorsun; bu, malî bir külfet getirecek. Sosyal
haklarını sorduk, nedir; "lojman yapmaktır" denildi. Üç ay içerisinde
hangi memura lojman yapacaksın?.. Demek ki, gerçekçi bir ifade değil. İlk aklıma gelen, acaba, bu "idarî hak"
dedikleri, disiplini, bazı güçlerin veya bazı organlar nedeniyle kamufle mi
etmek istiyorlar?.. Ramazan günü, şeytan, insanın aklına getiriyor. Ondan
sonra, yok canım, onlar da bizim gibi yemin etmiş, bu Parlamentonun üyeleri,
yüce bakanlar, böyle bir şey yapamazlar dedim; ama, bugün, o şeytanın kafama
soktuğu fikir, biraz daha yeşermeye başladı. Yüksek oylarınızla, o cümle
çıkarılmadı. Eğer öyle bir endişemizi gidermek isteseydiniz, "arkadaşlar,
bizim düşüncemiz, memuru biraz daha iyi hale getirmek... Belki, tamamını
yapamayacağız; ama,100, 200, 300 tanesini düzeltirsek, bu da bir kârdır. Sizin
endişenizi ortadan kaldırmak için de, bu "idarî" kelimesini kaldırıyoruz"
diyebilmeliydiniz. Ama, mazur görün beni, şüphemiz, hep, idarî haklar içerisine
saklanmaktadır. İdarî haklar... Hukuk literatüründe böyle bir kelime dahi
yoktur. Ama, bu kanun çıktığı takdirde, bu da bir kanun terimi haline gelecek
ve yasalaşacaktır. Saygıdeğer milletvekilleri, bilhassa hükümet kanadının
sıkıntısı muhalefete nazaran daha çok. Biz de bu ıstırabı duyuyoruz sizin
kadar; ama, sizin, bir de mesuliyetiniz var, sokaklar kan gölüne döndü. Bugün, memurlarımızın yüzde 50'si yoksulluk çizgisinin
altında. Getirin buraya, imkânlarımız neye elveriyorsa yapalım; ama, böyle,
muğlak kelimelerle gelmeyin. Zaten, ikinci fıkrada, onu kamufle edecek bir
hüküm de getirmişsiniz: "Devletin malî imkânları müsaade ettiği
nispette..." Zaten, devletin malî imkânlarının müsaade etmediğini her gün
söylüyorsunuz. "Ben, yüzde 10'dan fazla veremem, devletin malî imkânı
yoktur, IMF'den aldığım program budur, benim istikrar programım bozulur"
diyorsunuz. Peki, bunu, şimdi, nereden getireceksiniz?.. Ha, oraya
sığınacaksınız "malî imkânlarım müsaade etmiyor..." O zaman aciliyeti
nerede?.. Kanunları değiştirelim... Bundan önce de yapılmıştır.
Yıllara sâri malî iyileştirmeler getirilmiştir. Ek göstergeleri hatırlayın.
İşte "1980 yılında şu kadar girecek..." 1981, 1983, 1985'e kadar
gitmişti. Öyle hükümler getirin; ama, Meclise getirin. Kanun hükmünde kararname demek, çok acil, anında
alınması gereken tedbir demek ve ana gerekçede de öyle yazıyorsunuz. "Kamu
kesiminde ücret adaletinin sağlanması amacıyla yürütülen çalışmaların
tamamlanmasına kadar kamu personelinin hakları arasında dengesizliklerin
giderilmesi için bazı ivedi düzenlemeler..." İşte, bu ivedileri sayın;
nerede ivedilik var, hangisinde çok büyük zaruret var. "Efendim, örnek:
Şoförü, genel müdüründen çok maaş alıyor..." Yeni bir olay değil; şoför,
toplusözleşmeden alıyor. Toplusözleşmeyi de mi kaldıracaksınız?.. Saygıdeğer milletvekilleri, şimdi, bu gerekçeler, ne
bana ne Grubuma inandırıcı gelmiyor. İnandırıcı gelmeyince de, müsaade buyurun
da, kabul değil, ret oyu verelim. Biz, bu ret oyunu verirken de üzülüyoruz.
Keşke, burada inansam ki, on tane memurun durumu düzelecek, yine evet oyu
vereceğim; ama, bu da yapılmayacak; çünkü, burada, kamufle edilen bir amaç var.
Bu amacı da, yüksek oylarınızla, belki bilerek belki bilmeyerek -bilmiyorum-
siz de bunu tasdik ettiniz, Yüce Meclis olarak. Ne olurdu o kelimeyi oradan
çıkarsaydık da, huzur içerisinde, Anayasaya aykırı olmasına rağmen, belki,
Anayasa Mahkemesi görüş değiştirir de, bunu bozmaz diye biz de oy verir-dik;
ama, maalesef... Bu duygular içerisinde, biz, evet diyemeyeceğiz;
üzülerek diyemeyeceğiz. Keşke, memurlar için daha düzenli kanunlar getirseniz
de, biz de, sizinle beraber burada evet diyebilsek. Bu duygular içinde, hepinize saygılarımı sunuyorum.
(DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Tuncer. Şahsı adına, Balıkesir Milletvekili Sayın İlyas
Yılmazyıldız. (DYP sıralarından alkışlar) Buyurun efendim. Süreniz 5 dakika Sayın Yılmazyıldız. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanıp,
hükümetçe uygulamaya konulan, 2001 yılı yatırım programında da yer aldığı gibi,
2000 yılında memurlar, emekliler ve düşük ücretli çalışan işçilerin
gelirlerinde ciddî gerilemeler olmuş ve bu kesimler, önemli ölçüde gelir
kaybına uğratılmıştır. 2000 yılında, memur maaşlarında en az yüzde 11,2'lik;
asgarî ücretli işçilerde en yüzde 14,1'lik; Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur
emeklilerinde ise, en az yüzde 12 ilâ 14 oranında reel gelir azalması
gerçekleşmiştir. Uygulanan ekonomik programın sıkıntısını dar ve sabit
gelirliler çekmektedir. Bu kesimlerin satın alma gücü ciddî şekilde kayba
uğramıştır ve enflasyona ezdirilmişlerdir. Hükümetin gelirler politikası sosyal
içerikten yoksundur. Bu yanlış politikalar, dar ve sabit gelirlilerin geçim
sıkıntısını günbegün artırmaktadır. Memurlara onurlu bir yaşam düzeyi
sağlayacak ölçüde yeterli maaş artışı verilmemiştir. Kasım ayında, 4 kişilik bir ailenin asgarî gıda
harcaması 171 milyon liradır. Bu rakama, elektrik, su, giyecek, ulaşım, sağlık,
eğitim ve kira gibi harcamalar da eklendiğinde, ihtiyaç duyulan gelir tutarı
katbekat artacaktır. Nitekim, son verilere göre, yoksulluk sınırı 520 milyon
liraya çıkmıştır. Oysa, bugün, ele geçen asgarî ücret sadece 102 milyon
liradır. İşçi, memur ve emeklilerin, bugün, almakta oldukları ücretle geçinmeleri
mümkün değildir. Dar ve sabit gelirlileri geçim sıkıntısıyla karşı karşıya
bırakan bu hükümet, acaba, hiç vicdan azabı çekmiyor mu diye kendi kendime
sorarken, bir de baktım, bir kanun tasarısı geldi; Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlileri Hakkındaki Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu
Tasarısı geldi. Galiba, bu hükümet, biraz ramazan ayının da verdiği o ulvî
havayla bir vicdan azabı çekti, hah, güzel bir yasa çıkaracağız dedim; ancak,
içini okumaya başladığınızda, bu hükümetin yaptığı her iş gibi, milletin
hayrına bir iş olmadığını hemen anlıyorsunuz. Daha önce, bu yasayla, bu tür kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisini -üç aylık koca yaz tatilinde- bu hükümet almış; bunları
düzeltecekken, bir bakıyoruz, memur kıyımı diye kamuoyunda bilinen kanun
hükmünde kararnameleri getirdiler ve ondan sonra, başladılar, Cumhurbaşkanını
zorlamaya: İmzala... İmzala... Seni biz seçtik; imzalamazsan, devlet krizi
çıkar ha!.. Haklı olarak bir gazeteci yazar diyor ki: "Kanun hükmünde
kararnamenin Çankaya'dan dönmesi sırasında, Başbakan Ecevit, günlerce aynı sözü
söylüyor; 'Cumhurbaşkanı bu kararnameyi imzalamazsa, devlet krizi çıkar.' O
günlerde, Ecevit ile bir görüşmemizde, devlet krizi nedir, devlet krizi çıkınca
ne olacak diye soruyorum; Ecevit, yeniden başa dönüyor -bu gazeteci, merak
ederseniz, söyleyeyim, Yalçın Doğan'dır- cevap veriyor yine 'imzalamazsa,
devlet krizi çıkar.' Ben sorumu tekrarlıyorum: Devlet krizi çıkınca ne olacak?
Başbakan 'bunu düşünmek bile istemiyorum' diye karşılık veriyor."
Cumhurbaşkanı Sezer, kararnameyi imzalamıyor; ama, ne olduğunu bilemediğimiz o
devlet krizi filan çıkmıyor; ortada bu... Ama, devlet krizi, başka konularda
çıkıyor. Polisler yürüyünce devlet krizi çıkıyor. Başbakan "Kürtçe TV'yi
-yayın olsun olmasın- ben destekledim" diyor, müsteşarına açıklatıyor; bir
taraftan, diğer Başbakan Yardımcısı "olmaz" diyor; devlet krizi o
zaman çıkıyor. Yine, bakıyoruz, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girişi 10 yıl
sonraya ertelenince, devlet krizi çıkıyor. Yine, bakıyoruz, cezaevlerinde
otorite kalmadığı zaman devlet krizi çıkıyor. Kısacası, bu iktidar, sorun
çözmek yerine, kendi eliyle sorun üretiyor; insanlarımızı huzura kavuşturmak
yerine, maalesef, sorun yaratıyor. Burada, malî ve sosyal haklarla ilgili bir düzenleme
olsa, oyumu veririm. Evet, memurun hakkı düzelmelidir; ama, idarî konularla
gelince, ne idiği belirsiz bu tanıma oy vermem mümkün değil. Bir sonraki maddede, diğer 5 dakikada, ne olduğunu,
niye oy vermeyeceğimi bir daha anlatacağım; kişisel söz hakkımı aldım. Teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve
FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Yılmazyıldız. İkinci söz, Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri
Yıldırım'ın. Buyurun Sayın Yıldırım. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Konuşmayacağım
efendim. BAŞKAN - Sayın Turhan Güven?.. TURHAN GÜVEN (İçel) - Konuşmayacağım efendim. BAŞKAN - Sayın Murat Akın?.. MURAT AKIN (Aksaray) - Konuşmayacağım. BAŞKAN - Sayın Saffet Kaya?.. Yok. Sayın Ramazan Gül?.. RAMAZAN GÜL (Isparta) - Konuşmayacağım. BAŞKAN - Sayın Nihan İlgün?.. Yok. Sayın Necati Yöndar?.. Yok. Sayın Yasin Hatiboğlu?.. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Konuşmuyorum efendim. BAŞKAN - Sayın Masum Türker?.. Yok. Sayın Hayati Korkmaz?.. Yok. Sayın Aslan Polat?.. Yok. Sayın Kamer Genç?.. Yok. Sayın Ahmet Derin?.. Yok. Evet, maddeyle ilgili başka konuşmacı yok. Maddeyle ilgili önergeler geri çekilmiştir. 3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir. 4 üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 4.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN - 4 üncü maddeyle ilgili olarak, Fazilet Partisi
Grubu adına, Hatay Milletvekili Mustafa Geçer; buyurun. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, Sayın Sünnetçioğlu
konuşacaklar. BAŞKAN - Buyurun Sayın Sünnetçioğlu. (FP sıralarından
alkışlar) FP GRUBU ADINA AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 566 sıra sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlileri Hakkındaki Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu
Tasarısının 4 üncü maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi selamlıyorum. Bu tasarının 4 üncü maddesinde "Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür" deniliyor; ama, bence, Anayasa
Mahkemesi iptal etmezse demek daha doğru olur kanaatindeyim; çünkü, daha önce,
çoğunluğunuza, sayınıza güvenerek çıkardığınız bir yetki kanununa dayanan 20
kanun hükmünde kararnameden 17'sini ve yetki yasasını Anayasa Mahkemesi iptal
etti, yürütemediniz. Yetki yasası iptal edilince, 540 sıra sayılı tasarıyı,
yine sayınıza ve çoğunluğunuza güvenerek, esas komisyon olan Anayasa Komisyonu
yerine Plan ve Bütçe Komisyonundan telefonlarla geçirip, Meclis gündeminde ön
sıralarda yer almışken, nerelerden düğmeye basıldı ki -ki, bu düğmeye basma
bugünlerde çok moda olduğu için söylüyorum- ve aceleniz nedir ki, yine bir
yetki tasarısı hazırladınız ve yürütemeyeceğinizi bile bile, bugün Meclisin
gündemine getiriyorsunuz. Gerekçede, kamu hizmetlerinde adaletli bir yönetim
anlayışının benimseneceği ve aynı işi yapan personel arasındaki ücret
farklılıklarının giderileceği, eşit işe eşit ücret ilkesinin uygulanacağı, kamu
kurum ve kuruluşlarında görev yapan memurlar ile diğer kamu görevlilerinin
idarî, malî, sosyal haklarında değişiklikler yapılacağı ifade ediliyor. Biz, bu
filmi daha önce de seyrettik. O zaman da ekonomik iyileştirmeler diyordunuz,
malî yapıdan söz ediyordunuz; ancak, idarî ve sosyal yapının, iki müfettiş
raporuyla memurların bir daha dönmemek üzere işten atılması demek olduğunu
gördük. O zaman size anlatamadık; ama, Anayasa Mahkemesi, haklı olduğumuzu,
birçok yasada olduğu gibi, bunda da ispatladı. Zaten, bazı konuları sizlere anlatmanın yolunun, ya her
çıkışta bu kürsüde tekrarlamak ya da magazin türü konuşma yaparak basında yer
almasını sağlamak şeklinde olduğuna inanıyorum. Bakın, bunun en güzel örneğini
Sayın Karakoyunlu vermiştir. Bu kürsüye her çıkışında, yapacağı konuşmalarda bu
kürsüye zamanı gösteren bir aygıt -bir saat- konuluncaya kadar onu tekrar
edeceğini söylemişti ve söyledi; her çıkışında konuştu, hatta gündemdışı
konuşmalarda, beş dakika olan konuşmanın iki, üç dakikasını buraya ayırarak, bu
konuya zamanı gösteren bir aygıt koydurttu ve çok da güzel oldu. Ben de, bazı konuların ancak burada tekrarlanarak
anlaşılacağı, muhalefetin yaptığı tekrarları iktidarın ancak anlayacağı
kanaatini taşıyorum. Geçen gün, Ulaştırma Bakanlığı bütçesi görüşülürken tekrar
ettim, söyledim; cevabını alamadığım için, tekrar aynı konuyu burada gündeme
getirmek istiyorum. Bir değerli grup başkanvekilimiz, daha önceki günlerde,
Meclis İçtüzüğüyle ilgili teklifler görüşülürken "muhalefetin söyleyeceği
hiçbir şey yok ve gürültü yaparak bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar"
diyordu ve yine aynı grup başkanvekili, daha sonra, bütçe sunuş konuşmasında
"bütçe konuşmaları sessiz geçiyor, muhalefetin konuşacağı hiçbir şey
yok" diyordu. Bugün yapılan bir konuşmada, yine değerli bir grup
başkanvekili de "sıra kapaklarına vurmakla muhalefet yapılmaz"
diyorlardı. Şimdi, siz hangisinden anlıyorsanız, ben o şekilde
söylemek istiyorum. Geçen gün sordum, cevap alamadım ve bugün, Sayın Ulaştırma
Bakanının ağzından ve Türk Telekomun özelleştirilmesiyle ilgili konuları tekrar
gündeme getirmek istiyorum. Sayın Ulaştırma Bakanı -ki, bu konuda görüşlerine
katıldığım Ulaştırma Bakanı- aynen şöyle diyor: "10 milyar dolar denilmiş.
Dünden bugüne değişen şartlarda, bu değerin çok artması gerekir. Razı mısınız,
10 milyar dolara bütün Telekomu satalım? Yüzde 25'i 2,3 milyar dolar eder
diye, devletin belirli kademelerinde
başkan veya müsteşar mevkiindeki insanlar basına açıklama yapıyorlar, tekzip
edin diye yazı gönderiyorum, tekzip etmedikleri gibi ısrarla bunu konuşmaya
devam ediyorlar. Lanet olsun, gidiyor, çürüyor bu iş; aman verip kurtulalım
havası içerisinde kim ne yapmak istiyorsa... Bunu da bilgilerinize sunuyorum.
Böyle özelleştirme olmaz. Bilinen bir stratejik ortak varsa, falan holding
deyiverin, biz de anlayalım, kime satmak istiyorsunuz, kaça söz verdiniz. Ben,
yağmacılık, şusu busu peşinde koşan, duvarların arkasına veya birilerinin
arkasına saklanmış yatan tilkilere benzettim bazı insanları. Bundan alınanlar
olmuş. Sırf bunun için yazı yazan kalemler vardır, sırf bunun için finanse
edilen gazeteler vardır Türkiye'de. Bunlar yalan mı?" Bakın bunları ben
söylemiyorum, feryat eden, Türkiye Cumhuriyetinin bir bakanı, o söylüyor.
Bunlara karşılık almış olduğu cevap da "cıvık popülist" ve "şark
kurnazı." Ben bu ifadeleri Türkiye Cumhuriyetinin bir bakanına
yakıştıramıyorum; ama, bir iki gün sonra bu ülkede ekonomik kriz patlıyor,
yabancılar piyasadan çekilme eğilimine giriyor, faizler yüzde 1 700-2 000
civarına çıkıyor ve hemen IMF heyetleriyle toplantılar yapılıyor ve imzalar
atılıyor; "Türk Telekom 14 Aralık tarihine kadar ihaleye çıkarılacak"
deniliyor ve "Türk Hava Yollarının da yüzde 51 hissesi, hemen, 14 Aralığa
kadar ihaleye çıkılacak, işlemlere başlanacak" deniliyor ve Sayın
Başbakanımız da, bugün yapmış olduğu bütçe kapanış konuşmasında, bu şekildeki
bir ihaleyi, Türk Telekom ihalesini çok güzel bir işmiş gibi burada takdim
ediyorlar. Şimdi tekrar soruyorum sayın grup başkanvekillerine;
yani "sıra kapaklarına vurmakla muhalefet olmaz" diyen grup
başkanvekillerine tekrar soruyorum: Bu yağmacılık peşinde koşan, yatan tilkiler
kim; arkasına saklandıkları duvarlar ne; arkasına saklandıkları insanlar kim;
kime satmak istiyorsunuz, kaça söz verdiniz?.. Bakanın ifadesiyle "dilimde
tüy bitti" demekle olmaz; gelin, hep beraber, bunların hakkında bir yetki
yasası çıkaralım. Bunlardan sorgulayalım, ne yapacaksak bunlara soralım ve
haydi biraz da -bugünkü ifadenizle söylüyorum- bunlara gürleyin, Bakanımızın
feryatlarını da hep beraber dindirelim. Bir yetki yasasını bunlar için
çıkaralım. Bugün, artık, yağmaktan söz ediyordunuz "yağıyoruz"
diyordunuz. Sadece memura, garibana yağmayın da, şu tilkilere de bir yağın da
görelim bakalım, hep beraber görelim. (FP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, Amerika Birleşik Devletleri
Başkanı Bill Clinton, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bu kürsüde yapmış olduğu
bir konuşmada Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözü olarak, çoğumuzun belki de ilk
defa duyduğu "egemenlikler korkular üzerine kurulmamalıdır" cümlesini
kullanmıştı, bu kürsüde kullanmıştı. Sonradan bu sözleri çok düşündüm.
Gerçekten, insanlar hep korkmuştu, korkutulmuştu. Yıllarca "komünistler
geliyor" diye halkı sağcı, solcu olarak kamplara bölmüşlerdi, her iki
taraftan da gencecik fidanlar birbirine kırdırılmıştı. Bunun acısını 1968
kuşağı çok iyi biliyor. Sonunda, 11 Eylül günü var olan tehlike 13 Eylül günü yok
oldu. Her iki tarafın da silahları aynı fabrikanın çıktı. Daha sonra, terör
büyük tehlike oldu. Hep korktuk, korkutulduk. 14 yılda 30 000 insanımızı, 150
milyar dolarımızı kaybettik. Daha sonra, rolünü tamamlayan terörün başı, bir
gecede paketlenip teslim edildi. Bu kadar korku, toz duman içinde hep birileri
de egemenlikler kurdu. Bankaların içi boşaltıldı, aile fotoğrafları çekildi,
çete, mafya ilişkileri apaçık ortaya çıktı, iş takipçisi medya mensupları
türedi, faili meçhul cinayetler ülke gündemini işgal etti, andıçlardan söz
edilir oldu. Şimdi yeni korku irtica; ama, halkın gündeminde böyle
bir olay yok. Halk, işsizlik, açlık, enflasyon, gelir dağılımı bozukluğu, batık
bankalarla ilgili ve bu ülkede "ne olacak bu ülkenin hali?" diyenler
çoğunlukta. Artık bu sihirli kelime insanları etkilemiyor. Tabiî ki, yasaların
suç saydığı, yıkıcı, bölücü, irticai eylemlere katılanların, ister devlette
ister özel sektörde çalışsınlar, yargılanmaları, cezalandırılmaları gerekir.
Burada sorun, irticai ve bölücü eylemin kim tarafından ve nasıl
tanımlanacağıdır. Suçun tespitini bağımsız mahkemelerden alıp idarenin
müfettişlerine verirseniz, bu, insanları ekmekle, işi kaybetmekle korkutup yeni
egemenlikler kurmaktır. Bu konuda olumsuz örnekler de mevcuttur. Sayın
Yalçıntaş Hocam biraz evvel okudular; ama, tekrarında fayda var diye çok kısa
olarak söylüyorum ve bugün Adalet Bakanlığı müfettişleri İsmail Turgut ve
Mustafa Kılıçhan, 3 Ekim 2000'de, İstanbul Sekizinci Vergi Mahkemesi üyesi
Ahmet Güler hakkında "ailevi yaşantınız, eşinizin giydiği
elbiseler..." BAŞKAN - Sayın Sünnetçioğlu, 1 dakika içinde toparlar
mısınız. AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) - Hemen toparlıyorum
efendim. "...evinize gelen misafirleri, haremlik selamlık
tabir edilen şekilde ağırlamanız ve dairenizdeki odanızda radyo ve teypten dinî
yayınlar ve ilahi dinlediğiniz için savunmanızı verin" diyorlar. Şimdi,
aranan, soruşturulan şeyin, inanç, yaşam tarzı, mezun olduğu okul olduğu apaçık
ortada. Değerli milletvekilleri, bu konuda, ben de, benden
evvel konuşan arkadaşlarım gibi, eğer, meselenin malî yönü ise, tamam, bunu
konuşalım, tartışalım ve hep beraber bunu görüşelim; ama, idarî noktada, daha
önce yaşanmış olan bu durumlardan dolayı bundan şüphemiz vardır. Onun için, bu
tasarıya oy vermeyeceğimizi belirtip, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sünnetçioğlu. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili
Sayın Saffet Arıkan Bedük. Buyurun Sayın Bedük. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 566 sıra sayılı Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlileri Hakkındaki Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Yetki Kanunu Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisinin görüşlerini sunmak üzere
söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bugün Türkiye'de en önemli
husus, demokrasinin en temel ilkesi olan şeffaflıktır ve açıklıktır.
Demokrasinin şeffaflığında ve açıklığında, millete, eğer, güven telkin
etmezsek, getireceğimiz her düzenlemeyle ilgili yanlış veya doğru birkısım
değerlendirmelere de sebebiyet vermiş oluruz. Bu itibarla, benzeri bir kanun hükmünde kararnamenin
veya yetkinin, gelip de, daha sonra, bahsedildiği gibi olmaması ve bizim burada
ısrarla ifade etmiş olmamıza rağmen, kamuoyunda da makes bulduğu gibi, Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilmesi; ekonomik maksatla getirilmiş olmasına
rağmen, eşit işe eşit ücret denilmiş olmasına rağmen, onun yerine, memurların,
süratle ve çok kısa bir zaman içerisinde iki müfettişin raporu üzerine
memuriyetten ihraç sistemini gündeme getirdiğiniz için, bu yasada da benzeri
bir düzenlemenin gelme ihtimaline binaen fevkalade rahatsızlık duyduğumuzu ve
kamu çalışanları bakımından da, gerçekten büyük bir tereddütün mevcut olduğunu,
bilhassa huzurlarınıza getirmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, biz, üzerinde hassasiyetle
durduğumuz demokrasi ve standartlarını, ileri ülkeler standartlarına getirelim.
Biraz evvel Sayın Başbakan, sivil toplum örgütleriyle birlikte hizmet
yapacağımızı ifade etti. Ben, şimdi, buradan seslenmek istiyorum. Kamu
çalışanlarının ekonomik ve sosyal durumlarını dile getirmek, kamu çalışanları
sendika kanun tasarısının bir an evvel görüşülmesini temin etmek üzere
Yalova'dan çıkarak Ankara'ya kadar yürüyen Kamu-Sen Genel Başkanı dahil,
Mem-Sen, KESK Başkanlarının da içerisinde bulunduğu Emek Platformu, Sayın
Başbakanımızdan randevu istedi ve hitap ettikleri kitlenin sorunlarını,
özellikle Sayın Başbakana arz etmek istemişler; ama, ne yazık ki, randevu
alamamışlar. Öyle zannediyorum ki, herhalde haberleri yoktur; ama, eğer, sivil
toplum örgütleriyle birlikte yönetimde etkili olmak istediği hususu gerçekten
samimiyse, o zaman, Emek Platformunun bu çalışanlarını, mutlak surette Sayın
Başbakanın dinlemesi gerekmektedir. Değerli arkadaşlarım, ben, bu anlayış içerisinde şunu
dile getirmek istiyorum: Ana prensip nedir; kamu hizmetlerinin, aslî ve sürekli
görevler itibariyle, memurlar ve diğer çalışanlar aracılığıyla yürütülmesi
hadisesidir. Dünya, mükemmelliğe doğru gidiyor, hizmetlerde kalite ve
standardın yükseltilmesi için kamu çalışanları, kamu teşkilatı dahil olmak
üzere kendini yenileme ihtiyacını duyuyor. Mükemmelliğe doğru giden bir
dünyada, kamu çalışanlarının hayat standardını düzenlemek, ekonomik ve sosyal
meselelerini tespit ve onu çözümlemek, mükemmelliğe gidişin yolunu da
açacaktır. Eğer biz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, milletimizin
hizmetlerini ileri ülkeler standardına getirmek istiyorsak, mükemmelliği
yakalamak istiyorsak, kamu çalışanlarının da ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının,
sorunlarının, mutlak surette, çözümlenmesi gerektiği muhakkaktır. İşte, bu
anlayış içerisinde, biz, çalışanların meselelerinin çözümlenmesinden yanayız ve
bu anlayış içerisinde, eşit işe eşit
ücretin, mutlak surette tespit edilmesinden yanayız ve yine, biz
diyoruz ki, bugün, öğretmen, 220 milyon lira para alıyor, 200 milyon lira ev
kirası ödüyor; bir polis memuru, keza, aynı şekilde, ev kirası olarak, 150 ilâ 200
milyon lira arasında veriyor, aldığı para 200 ilâ 230 milyon lira arasında;
mühendislere bakıyorsunuz, mühendisler, emrinde çalışanlara -mutlaka
vereceksiniz, hakkını alıyor; hiçbir surette onlarla ilgili olarak bir itirazım
yok- 800-900 milyon lira, mühendise ise, 270 milyon lira para veriyorsunuz.
Yine, doktora bakıyorsunuz, 6 yıl hizmet etmiş, 350 milyon lira veriyorsunuz.
Sağlık çalışanlarından ebe, hemşireye bakıyorsunuz, tatili yok, cumartesi,
pazarı yok, sabaha kadar çalışıyor ve aldığı ücret, 200 milyon lira; gülünç bir
rakam. Bütün bu şartlar altında memurlara bakıyorsunuz, 150 milyon lirayla
geçiniyor. Değerli arkadaşlar, 150 milyon lirayı bir gecede, bir
öğün yemekte veren birkısım insan varken, bu çalışanların meselelerini eğer
çözümlemezsek, bu ülkede ne mükemmelliği yakalayabiliriz ne de Avrupa Birliği
standartlarını yakalayabiliriz. İşte, onun içindir ki, bu kanun tasarısı, bu
yetkiyle ilgili olan kanun tasarısında en önemli husus, eşit işe eşit ücreti
mutlak vermektir. Daha evvelden de bu yetki kanunu verildi, yetki alındı; ama,
ne yazık ki, o kanun hükmünde kararname, yani, eşit işe eşit ücreti verecek
olan kanun hükmünde kararname çıkmadı. Çıkmadı bu ve hükümet bu konuda
hazırlıksızdı; ama, ısrar etti "fevkalade önemlidir, mutlak surette, bunu
gerçekleştirmek istiyorum" dedi. Değerli arkadaşlar, işte, bizim üzerinde durduğumuz
nokta şu: Önceki Yetki Kanununa, şu andaki Yetki Kanunu Tasarısına da
bakıyorsunuz, 91 inci maddeye dayalı olarak çıkarılıyor. Değerli arkadaşlar, eğer, siz, idarî, malî ve sosyal
adaletsizlikleri gidermek maksadıyla kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi
alıyorsanız ve bunun içerisine de "idarî" terimini koyuyorsanız...
İdarî, nedir; idarî, bir memurun işe alınmasıdır, terfiidir ve daha sonra
disiplin suçları ve cezalarıdır; idarî budur. Bunu koyduktan sonra arkasından
da, siz, mutlaka, yine, memurların ihracıyla veya disiplinle ilgili hükümleri
getireceksiniz diye endişemiz var. Eğer, bunu getirirseniz... Değerli arkadaşlarım, çok açık olarak ifade etmek
istiyorum, Anayasanın 91 inci maddesine göre, Anayasanın ikinci kısmının
birinci, ikinci ve dördüncü bölümlerindeki kısımlar, hiçbir surette, kanun
hükmünde kararnameyle düzenlenemezler, kanunla düzenlenirler. Yine, Anayasamızın 70 nci maddesini açın, inceleyin,
bakın. 70 nci maddede "Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.
Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım
gözetilemez" deniliyor. Bu, kanun hükmünde kararnameyle düzenlenemeyecek,
ancak, kanunla düzenlenebilecek olan hükümleri ihtiva ediyor. Yine, Anayasanın 38 inci maddesine bakıyorsunuz; bu
madde de "İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir
müeyyide uygulayamaz. Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla
istisnalar getirilebilir." Yani, yaşla ilgili olan hükümler, Anayasanın bu
hükmünden istifade edebilir; ama, memurlarla ilgili, yani, hâkimlerle,
savcılarla, valilerle, kaymakamlarla ve diğer bütün memurlarla ilgili
getireceğiniz bir hüküm bu anlamda olursa, Anayasaya aykırı olur ve Anayasaya
aykırı olduğu için de, iptal edilir. Yazık olur; çünkü, o zaman, biz, Anayasaya
uygun hareket edeceğimize dair, bütün milletvekilleri olarak, yemin ettik, bu
yeminimizin gereğini yerine getirmemiz lazım. Dolayısıyla, Anayasaya aykırı
olan böyle bir düzenlemeyi gündeme getirmememiz lazım, "idarî"
terimini oraya koymamak lazım. "İdarî" teriminin çıkarılması için
vermiş olduğumuz önergeyi reddettiniz, yanlış yaptınız. Dolayısıyla, şunu da belirtmek istiyorum: "Ceza ve
ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur" diyor. Bu,
aynı zamanda, ceza yerine geçen güvenlik tedbiridir; eğer, o anlama
gidecekseniz. Her ne kadar Sayın Bakan onu söylediyse de, halen
"idarî" yi kaldırmadı. Dolayısıyla, bu yön itibariyle de Anayasaya
aykırıdır. Anayasanın 7 nci maddesine; yani, egemenliğin, yani yasama
yetkisinin sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinde olduğu, bunun
devredilemeyeceği hususundaki maddeye de aykırı olduğunu, bilhassa
huzurlarınıza getirmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, madem bunu getirdiniz, eşit işe
eşit ücreti getirdiniz, bütçe düzenlemesinde dikkate almadınız. Peki, bir şey
sormak istiyorum. IMF, acaba, size, bu eşitsizlikleri -biraz evvelki söylediğim
eşitsizlikleri- yani, emrinde çalışan işçilerimizin alması gereken paranın
nispetine kadar artırmaya imkân verebilecek bir izni verdi mi? Bu anlaşmayı
imzaladınız mı? Eğer, bizim bildiğimiz anlaşmalarsa, orada memurların
maaşlarının artırılmayacağı hususunda bir mutabakat var. Biz öyle biliyoruz;
yanlış da bilebiliriz. BAŞKAN - Sayın Bedük, toparlar mısınız efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Bunu, lütfen, bu
kürsüden büyük milletimize, yüce milletimize ve kamu çalışanlarımıza
duyurmanızı dile getirmek istiyoruz, onu rica ediyoruz. Bilhassa, sizleri, bu
konuda açıklığa davet ediyoruz. Değerli arkadaşlar, eşit işe eşit ücret anlayışı
içerisinde, ekonomik bakımdan, kamu çalışanlarının hakkının teslim edilmesinden
yanayız, mutlaka bunun verilmesinden yanayız; ama, Anayasaya aykırı
düzenlemeler getirildiği takdirde -kanun hükmünde kararnameler gelecek, öyle
görünüyor- biz, özellikle Anayasa Mahkemesinin daha evvel -1987'de aldı; ama,
2000 yılında- aldığı "sürekli ve ivedi hallerde ancak yetki kanunu
çıkarılabilir" denilen o kararını da dikkate almak mecburiyetinde olduğunu
hükümete duyuruyor, bu yasanın Anayasaya aykırı olacağı düşüncesiyle ve
özellikle karşı olduğumuzu belirtiyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şahsı adına, Sayın İlyas Yılmazyıldız. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu kanuna niye karşı olduğumuzu, bundan önceki maddede
anlatmıştım. Değerli arkadaşlarım, eğer, hükümet, hakikaten
memurların durumun düzeltmek istese, dün akşam, burada, katsayıyla ilgili 44
üncü madde görüşülürken verilen önerge kabul edilirdi, kabul edilmedi; çünkü,
IMF müsaade etmiyor. Tamam, IMF'yle görüşülmesine bir şey söylemiyoruz, krizde
olan her ülke mutlaka konuşur, görüşür; ama, IMF'nin verdiği talimatlardan bir
milim öteye çıkamıyor; dolayısıyla, alınan bu yetkiyle de, memurların durumunu
düzeltici en küçük bir şey yapılması mümkün değil. Zaten, hükümet, eğer samimi olsaydı, bakın, kaç gündür
gece sabah 05.00'e kadar çalışıyoruz, hayhay getirsinler yine sabah 05.00'lere
kadar çalışalım, hani nerede şu memur sendikaları yasası? Anasol hükümeti
zamanında, geçen dönem, 24 üncü maddeye kadar getirmiştik, bugün dışarıda kalan
ortağın engellemeleri, dışarıdan destekleyen ortağın engellemeleri sonucunda 24
üncü maddede kalmıştı. Ancak, yeni gelen ortakta, bir memur sendikasının kurucu
başkanı var, bu memur sendikasında şube
başkanlığı yapmış en az onbeş milletvekili var; ama, gelin görün ki, memurlar
Yalova'dan kalkıyor, Sayın Bakanın adını taktıkları etapları ortaya koyuyor, bu
yasayı çıkarın diyorlar, Sayın Başbakanla görüşelim diyorlar; ancak, bir dakika
bile görüşmek mümkün olmuyor. Getirin bu yasayı, çıkaralım; bakın ondan sonra,
memurlar kendi haklarını nasıl koruyorlar, kendi yasaları nasıl düzeliyor.
Bakınız, bu yasayla ne olacak; ben size söyleyeyim, maalesef... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Söyle de öğrenelim! İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) - Öğrenirsin; merak
ediyorsan dinle, anlatacağım. Burada, Bütçe Komisyonu Başkanına Telekomda çalışan bir
vatandaş yüz sayfalık bir doküman getirmiş. Diyor ki; bakın, böyle böyle böyle
durumlar var; ben de DSP'den aday oldum, benim durumuma çare... Aldığı cevap:
Kusura bakma, ben senin dosyanı bile alamam; çünkü, Telekom koalisyonun diğer
ortağına ait, dolayısıyla biz ona karışmıyoruz, ne halin varsa gör. Müsaade
alarak konuştum; çünkü, ola ki kıyıma uğrar diye; korkmuyor. Şimdi, ondan sonra bakıyoruz, özellikle Millî Eğitim
Bakanlığında pek çok milliyetçi öğretmenin yönetici kadrolara atanmadığını
görüyoruz. Şikâyetleri var... İsimlerini söylerim; ama, zarar görmelerinden
korkarım. Niye?.. Bakıyoruz, burada Balıkesir milletvekili arkadaşlarımız var,
bu şikâyetler kendilerine de gelmiştir. Şimdi, sanki bu bir koalisyon değil de, bağımsız
konfederal bir hükümet gibi, uyumsuz, herkes birbirinden bağımsız çalışıyor;
dolayısıyla, tabiî ki, memur kıyımıyla ilgili yasa teklifini getirseler, bu
Meclisten, ben, geçmeyeceğine inanıyorum. Bunun acılarını 1980'den önce
yaşadık. Bir hükümet geldi; milliyetçi muhafazakâr memurları, o gün için sol
görüşlülerin hâkim olduğu yere sürdü, istifa etsinler diye, can güvenliğini
kaldırdı; daha sonra, bir başka hükümet geldi, sol görüşlü memurları sağ
görüşlülerin hâkim olduğu illere sürdü ve Türkiye iç savaşın eşiğinden döndü.
Eğer yine bu tür memur kıyımı kararnamesini çıkarırsanız, Türkiye'yi yine o
günlere getirirsiniz, Türkiye'yi yine huzursuz edersiniz, kargaşaya
götürürsünüz. Birkısım memurları, sırf siyasî inancı veya dinî inancı nedeniyle
yok ederseniz, o zaman, Türkiye'nin nüfusu 70 milyon olmaz! Türkiye, 70
milyonluk bir büyük ülke olmaz! Türkiye, 50 milyonluk, 40 milyonluk bir ülke
olur; çünkü, yarısını yok varsayıyorsunuz. Türkiye'nin bu beyin gücünü
harcamaya kimin ne hakkı var?! Bakın, üniversitelerde, bir darbe geliyor, işte 1402'ye
göre sol görüşlüler temizleniyor, bir başka hükümet geliyor veya darbe geliyor,
sağ görüşlüler temizleniyor. Üniversitelerde, doğru düzgün öğretim elemanı yok;
dünya standartlarında bir araştırma yok ve insanlarımız iyi yetişmiyor,
doktorlarımız iyi yetişmiyor. Ondan sonra, ameliyat olan bir hastanın
omuriliğinde bisturi unutuluyor veyahut iğne olan bir vatandaşın kolu
kesiliyor. Bu şekilde, Türkiye düzelmez!.. Değerli arkadaşlarım, olabilir; eğer, böyle bir
iddianız varsa, gelin buraya, o kanunu getirin, açık açık herkes görüşünü dile
getirsin, kabul edelim veya reddedelim; ama, sonuçta Meclisin olsun. Meclisin
kabul etmeyeceği bir kanunu, kabul edilmesinden endişe ettiğiniz bir kanunu,
arkadan dolaşarak, takıyyeyle geçirmeye çalışmak doğru bir şey değil ve yine,
alacağınız bu yetkiyle -size şu kadarını söyleyeyim- siz memurun durumunu
düzeltecek bir şey getirmiyorsunuz... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) - Alacağınız bu yetkiyle,
sadece ve sadece -size şu kadarını söyleyeyim- bu milleti daha sıkıntıya
sokacak bir düzenleme getireceksiniz. Bakınız, İbn-i Sina diyor ki: "Hiç kimse, görmek
istemeyen kadar kör değildir" Ben şu kadarını söyleyeyim: Bazen, görmeyen
vatandaşlarımızın gönül gözü daha açıktır. Bu hükümet, bir devlet memurluğu
sınavı yapıyor -herhalde, gözü görmeyen insanın yazması çizmesi için bir
görevli var yanın-da- göreve atıyor "sınavı kazandın, 90 puan aldın"
diyor -Balıkesir'den Mehmet Salih Aslan yazıyor- ondan sonra cevap yazıyor:
"Gözün görmediği için, kör olduğun için çalışamazsın" diyor. Soruyorum,
be hükümet, ey hükümet: Onun gözü kör değil, senin gözün kör; çünkü, kimi
sınava aldığını bilmiyorsun, kimi atadığını bilmiyorsun ve atadığın insanı
göreve başlatmıyorsun, özürlüler için ayrımcılık yapıyorsun, ondan sonra Özürlüler
Haftasında nutuk atıyorsun! Yazıklar olsun diyorum!.. Bu kanun tasarısını desteklemediğimi bildirir, saygılar
sunarım. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şahsı adına, Antalya Milletvekili Sayın Salih
Çelen, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) SALİH ÇELEN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 566 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü
maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, tasarının 4 üncü maddesi,
kanunun Bakanlar Kurulu tarafından yürütüleceğini düzenlemektedir. Yürütecek
olan Bakanlar Kuruluna, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren bir
yetki kanunudur. Yetki kanunu ve kanun hükmünde kararnameler, Anayasamızın 87
nci ve 91 inci maddelerinde düzenlenmiştir. Ayrıca, Anayasamızın 6 ncı maddesi, Türk Milletinin
egemenliğini, yetkili organları eliyle kullanacağını düzenlemiştir. Yetkili
organlardan kasıt, yasama, yargı, yürütmedir. Yasama yetkisinin, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde olduğu ve devredilemeyeceği Anayasamızın 7 nci maddesinde;
yürütme yetkisi ve görevinin Sayın Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulunda olduğu,
8 inci maddesinde, 9 uncu maddesinde de, yargı yetkisinin, bağımsız mahkemeler
tarafından kullanılacağı düzenlenmiştir. Ayrıca, Anayasamızın Başlangıç
bölümünün dördüncü paragrafında da, kuvvetler ayrılığının, devlet organları
arasında üstünlük sıralaması değil, belli bir devlet yetkisinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı bir işbölümü ve işbirliği olduğu,
üstünlüğün de, ancak ve ancak, Anayasa ve yasalarda olduğu düzenlenmiş-tir. Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan kanun
tasarısının 1 inci maddesinin (c) bendinde, bu yetki yasasına dayanılarak
çıkarılacak olan kanun hükmünde kararnameyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanununa tabi olanların da bazı haklarında düzenleme yapılabileceği hüküm
altına alınmıştır. Anayasamızın başlangıç hükümlerinde de ifade edildiği üzere,
kuvvetler ayrılığı ilişkisinin, bir ast-üst ilişkisi olmayıp, kuvvetler
arasında bir işbirliği ve dayanışma olduğu düzenlenmiştir. Şimdi, kuvvetler ayrılığından, yasama, yargı ve yürütme
kuvvetlerinin birbirine eşit olduğu, birinin diğerine karşı üstün
olmayacağından bizim anladığımız, kanunumuza göre, Anayasamıza göre, bir
sacayağıdır. Bu sacayağının üç tane ayağı vardır; bir tanesi yasama, bir tanesi
yürütme, bir tanesi de yargıdır. Bunlardan bir tanesi eğer zayıf, güçsüz
olursa, maalesef, bu sac dik durmaz, düşer. İşte, düzenlenecek olan kanun
hükmünde kararnameyle, eğer biz, bağımsız yargının birtakım özlük haklarını
düzenlersek, o takdirde, yargı, yürütme karşısında zayıf konuma düşer ve
sacayağındaki denge bozulur. Şimdi, tasarının 1 inci maddesinde, ayrıca, idarî, malî
ve sosyal haklarına ilişkin olarak da düzenleme yapılacağı düzenlenmiştir.
Buradaki idarî hak kavramı, birtakım istifhamlara neden olmaktadır. Zira,
idare, statü düzenler, hak düzenlemez. Kaldı ki, tasarının tasarruf alanı
fevkalade geniş tutulmuş, sınırsız ve belirsiz olmuş, sonradan daha da
genişlemesi mümkün olacak tarzda düzenleme yapılmıştır. Değerli milletvekilleri, hatırlayacaksınız, bu kanun
tasarısıyla düzenlenen hususlar, daha önce, haziran ayında da, Meclis yasama
yılının tatile gireceği sırada da, yine, son dakika kanunu olarak gündeme
getirilmişti; ancak, o yetki kanununa dayanılarak çıkarılan kanun hükmünde
kararname Sayın Cumhurbaşkanı tarafından imzalanmamış, geri çevrilmiştir. Şimdi, biz, hükümetimize güven duyuyoruz;
hükümetimizin, kanun hükmünde kararnamede sözünü ettiği şekilde, sadece
memurların maaşlarına ilişkin düzenleme yapacağına inanıyoruz, bunun dışına
çıkmayacağına inanıyoruz; ancak, kamuoyunda vatandaşlar arasında deniliyor ki:
"Bu kanunla yapılan düzenleme, haziranda getirilen düzenlemeyle yapılmak
istenilenleri yapacaktır; yani, hükümet, haziran ayında getirdiği kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren kanunla neyi yapmayı planlamışsa, bu
kanunla da onu yapmaya çalışacaktır." Hatta, yine deniliyor ki: "Bu kanun,
Cumhurbaşkanından geri döner; Cumhurbaşkanı bu kanunu da iade eder; çünkü, bu
kanun Anayasaya aykırıdır." Kanunda ifadesini bulan "idarî"
kelimesinden, "idarî, malî ve sosyal haklar" cümlesinde yer alan
"idarî" kelimesinden dolayı birtakım devlet memurlarının özlük
haklarına, disiplin hukukuna ilişkin düzenlemeler yapılacaktır ki, işte,
bundan, maalesef, vatandaşlarımız şüphe etmektedir. Bu kanunun bu yönü
itibariyle Anayasaya aykırı olduğu inancındayım. Bu kanuna, o yüzden, maalesef
kırmızı oy vereceğim. Sözlerimi bu şekilde noktalıyorum; hepinize saygılar
sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Çelen. Madde üzerinde önerge yok. KAMER GENÇ (Tunceli) - Oylama sırasında karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum. BAŞKAN - İsteyebilirsiniz Sayın Genç. 4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum ve karar
yetersayısını Sayın Genç'in isteği üzerine arayacağım: 4 üncü maddeyi kabul
edenler... Kabul etmeyenler... 4 üncü madde kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylamadan önce,
İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, aleyhte, Çorum Milletvekili Sayın Yasin
Hatiboğlu... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Konuşmayacağım. BAŞKAN - Sayın Saffet Arıkan Bedük... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Konuşmayacağım. BAŞKAN - Sayın Masum Türker... MASUM TÜRKER (İstanbul) - Konuşmayacağım. BAŞKAN - Lehte, Sayın Fırat dayanıklı... BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) - Konuşmayacağım
efendim. BAŞKAN - Konuşmuyor... Sayın Musa Uzunkaya... Aleyhte, buyurun efendim; 3 dakika içerisinde, oyunuzun
rengini belirterek, görüşlerinizi bildirin. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Değerli Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkındaki Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 566 sıra sayılı Yetki Kanunu Tasarısı
üzerinde söz almış bulunuyorum ve aldığım söz de, tasarının aleyhinde, yani
kırmızı oy kullanacağıma dairdir. Tabiî, deminden beri, değerli konuşmacı arkadaşlarım
ifade ettiler; muhalfarz, biz, bu yasada hükümetin samimiyetine inanırdık,
inanmak isterdik Sayın Çelen'in dediği gibi. Bu tasarının, daha önce buraya
getirilip, oylayıp geçirildikten sonra, Çankaya'ya çıkıp geri dönmesi yaşanmış
olmasaydı, böyle bir şeye inanabilirdik; ama, biz, bu filmi beş ay önce
yaşadık, bu ülke insanları gördü ve yaşadı. Eskiden bir tabir vardı, yanlış hesap Bağdat'tan
dönüyordu. Elhamdülillah, şimdi, yanlış hesap Çankaya'dan dönüyor. Bu, yine
Çankaya'dan dönecek. Bana sorarsanız, bugüne kadar bu hükümetin kişisel olarak
onayladığım tek bir tasarrufu var -ki, ona da şu anda hükümet katılmıyor-
Çankaya'daki Cumhurbaşkanının seçiminde gösterdiği tavırdır. Hükümeti ve
arkasındaki oy desteğini tebrik ediyorum; ama, bu hükümet, o desteğini, onun
arkasından çekme azminde olduğunu, yani birbuçuk yıllık iktidarı dönenimde
yaptığı tek bir uygulamanın, müspet uygulamanın da arkasında olmadığını ortaya
koyuyor. Değerli arkadaşlar, hükümetimiz, bu yasayla, eğer
memura gerçekten hak verecekse, özlük haklarını düzeltecekse, bunun bütçede
yansımalarını görmemiz mümkündü. Daha bütçenin kabulü üzerinden birkaç saat
geçmedi, neyi nereden vereceksiniz? Cottarelli'yi, IMF'yi razı mı ettiniz?
Memura kaç kuruş daha ilave verebileceksiniz? Daha dün akşam söyledim burada;
memura verdiğiniz yakacak yardımı, kira yardımı, çocuk yardımı, aile yardımının
miktarını bana hükümet söyleyebilir mi? Kaç kuruş olduğunu biliyor mu hükümet? Değerli arkadaşlar, üzülerek söylüyorum, hükümet,
burada, bu talebinde samimî değildir; üzülerek ifade ediyorum. Keşke samimî
olabilseydi, hakikaten memurumuz için iyi bir tasarruf yapmayı, maaşını, malî
durumunu, sosyal durumun iyileştirmeyi düşünseydi, muhalefet partileri, şu
sıralarda bulanan arkadaşlarımızdan değil parti olarak, tek bir ferdin,
getireceğiniz bu konudaki yasaya aleyhte oy kullanması mümkün değildi, söz de
almazdı, kanunlarınızı takır takır, istediğiniz süre içerisinde geçirebilirdi. Şu ana kadar, iyileştirme konusunda bir yasa
getirmediniz, memurun maaşını iyileştirelim diye. Niye kanun kuvvetinde
kararname... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, oyunuzun rengini belli eder
misiniz... Oyunuzun rengini belli etmeniz için mikrofonu açıyorum, sadece o
kadar. Buyurun. MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Niçin sadece... BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, oyunuzun rengini belli edin;
süreniz geçti efendim. MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben başta söyledim oyumun
rengi kırmızıdır dedim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Buyurun efendim. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben, daha başta oyumun
rengini söyledim ve Yüce Heyetinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (FP
sıralarından alkışlar) MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, oyunun rengini
anlamadık.. BAŞKAN - Oyunun rengi kırmızıymış efendim, duyurulur. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Oyumun rengi, hükümetin
yüzünün rengi gibi... BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Tasarı açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın şekli konusunda Genel Kurulun kararını
alacağım. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Oylama için 2 dakikalık süre vereceğim. Bu süre
içerisinde sisteme giremeyen milletvekillerimizin, teknik personelden yardım
istemelerini; buna rağmen giremeyen arkadaşlarımız olur ise, yine aynı süre
içerisinde, Başkanlığımıza oy pusulalarını göndermelerini; vekâleten oy
kullanacak sayın bakanların, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun
rengini ve imzasını taşıyan oy pusulasını, yine aynı süre içerisinde,
Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyorum. Oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlileri Hakkındaki Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu
Tasarısının yapılan açık oylamasına 378 milletvekili katılmış; 250 kabul, 127
ret, 1 mükerrer oy kullanılmıştır. Bu sonuca göre, tasarı yasalaşmıştır. Hayırlı olsun
diyoruz. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Bakanım. DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Sayın Başkana
ve sayın milletvekillerine, Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkındaki Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanununa vermiş oldukları destek
ve katkıları için, hükümetimiz ve şahsım adına teşekkür ediyorum. Kabul edilen bu yetki kanununun, ülkemize ve
ülkemizdeki kamu görevlilerine hayırlı uğurlu olmasın diliyorum. Teşekkür ederim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım. 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı
Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair 8.12.2000 Tarihli ve
4610 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir
Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
raporlarının görüşmelerine başlıyoruz. 9.-23 Nisan
1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve
Cezaların Ertelenmesine Dair 8.12.2000 Tarihli ve 4610 Sayılı Kanun ve
Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere
Geri Gönderme Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Raporları (1/792)(S.
Sayısı:567)(1)(2) (1) 564 S.
Sayılı Basmayazı 8.12.2000 tarihli 27 nci Birleşim tutanağına eklidir. (2) 567 S.
Sayılı Basmayazı bu birleşim tutanağına eklidir. BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu
oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Etmeyenler... Raporun
okunması kabul edilmemiştir. Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerinde söz
isteyen sayın üyelerin isimlerini okuduktan sonra, birleşime 10 dakika ara
vereceğim. Fazilet Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili
Sayın Mustafa Kamalak; şahısları adına, Sakarya Milletvekili Sayın Nevzat
Ercan, Aydın Milletvekili Sayın Ali Rıza Gönül, İçel Milletvekili Sayın Turhan
Güven, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Sağlam, Antalya Milletvekili
Sayın Kemal Çelik, Antalya Milletvekili Sayın Salih Çelen, Eskişehir
Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım, Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan
Bedük, Burdur Milletvekili Sayın Mustafa Örs, Denizli Milletvekili Sayın Mehmet
Gözlükaya, Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen, Samsun Milletvekili Sayın
Erdoğan Sezgin, Çorum Milletvekili Sayın Bekir Aksoy, Tokat Milletvekili Sayın
Ali Şevki Erek, Tekirdağ Milletvekili Sayın Nihan İlgün, Amasya Milletvekili
Sayın Ahmet İyimaya, Adıyaman Milletvekili Sayın Nedim Bilgiç, İstanbul
Milletvekili Sayın Nazlı Ilıcak, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al, İstanbul
Milletvekili Sayın Yekta Açıkgöz... Bu arkadaşlar aynı saatte başvurdukları için, kura
çekimiyle, birinci ve ikinci sıradaki konuşmacı sanıyorum belirlenecek. ...Rize Milletvekili Sayın Mehmet Bekâroğlu, Çorum
Milletvekili Sayın Yasin Hatiboğlu, Muş Milletvekili Sayın Zeki Eker. Sayın milletvekilleri, birleşime, 01.35'te toplanmak
üzere, ara veriyorum. Kapanma Saati : 01.25 Açılma Saati: 01.40 BAŞKAN: Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Sebahattin KARAKELLE
(Erzincan), Mehmet AY (Gaziantep) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 37 nci Birleşimin Altıncı Oturumunu
açıyorum. Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz. VI. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 9. - 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen
Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair
8.12.2000 Tarihli ve 4610 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Raporları (1/792) (S. Sayısı : 567) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. Fazilet Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mustafa
Kamalak, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi hürmetle selamlıyorum. Anlatımda kolaylık sağlamak için, kanun hakkındaki görüşlerimi başlıklar
halinde sunacağım. Her şeyden önce, kanunun yapısı kanun tekniğine aykırı bir şekilde
tanzim edilmiştir. Karma bir yapıya sahiptir. Bir bölümüyle şartlı tahliyeyi
öngörürken, 2 nci maddesiyle ertelemeyi düzenlemekte. 4454 sayılı Kanunda
değişiklik yapmaktadır. İkinci olarak, kanun, birtakım çelişkilerle doludur. 1 inci maddenin
ikinci fıkrası, bir sanık veya mahkûmun cezalarından toplam on yıl indirim
öngörürken, aynı maddenin dördüncü fıkrası cezasının üst sınırı on yılı aşmayan
her bir davanın ertelenmesini hükme bağlıyor. Değerli arkadaşlarım, iki sanık düşününüz, birisinin cezası oniki yıl,
on yıl indirildikten sonra iki yıl daha hapis yatacak demektir. İkinci bir
mahkûm düşünün, onun da, on ayrı davası var. Birinden on yıla mahkûm olmuş,
diğerlerinin cezasının üst sınırı da on yılı aşmıyor, sınırda. Kesinleşmiş
olsa, her bir fiilinden dolayı yüz yıla mahkûm olacaktır; ancak, kesinleşen
birisi, ondan dolayı 1 inci maddenin ikinci fıkrasının (b) bendine göre cezası
erteleneceği için, zaten, ilk etapta on yıldan istifade ediyor, diğerleri de
dördüncü fıkraya göre erteleneceği için, onlardan da istifade ediyor. Fıkra
aynen şöyle: "23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun
maddesinde öngörülen şahsî hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı
geçmeyen suçlardan dolayı -ara kısımları atlıyorum- dosya ve deliller, bu
bentte öngörülen sürelerin sonuna kadar muhafaza edilir." Yani, hükmü
kesinleşmiş olanlar oniki yıla mahkûm olduğu takdirde iki yıl yatacak; ama,
toplam cezası yüz yılı bulan, davasının sadece birisi kesinleştiği, o da on
yılı aşmadığı için, tümünden istifade edecektir. Değerli arkadaşlarım, diğer bir örnek: 1 inci maddenin üçüncü fıkrasının
(b) bendine göre "son soruşturmada, iddianamede yazılı suça veya değişen
suç niteliğine göre kanunda belirtilen cezanın asgarî haddi esas alınmak
suretiyle, tabi oldukları infaz hükümlerine göre on yıllık indirim göz önüne
alınarak, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren otuz gün içinde .....
tutukluluk halinin devamı veya kaldırılması hakkında karar verilir." Aynı üçüncü fıkranın ikinci paragrafına göre ise: "23 Nisan 1999
tarihine kadar işlenmiş -ara kısımları atlıyorum- ve üst sınırı on yılı aşan
şahsî hürriyeti bağlayıcı ceza öngörülen suçlardan dolayı haklarında henüz
takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girilmiş olmakla beraber, dava
açılmamış olan sanıkların yargılanmaları yapılır." Anayasa Komisyonunda da soruyu yönelttik; ama, Sayın Bakanımız, Genel
Kurula inme durumunda kaldıkları için sorunun cevabını alamamıştık. Şimdi, bu
durumda, cezasının altsınırı on yılı geçmeyen; ancak, ağırlaştırıcı sebeplerden
dolayı üstsınırı on yılı aşan birçok suç vardır. Bu durumda nasıl bir işlem
tesis edilecektir; yani, altsınırı on yılı aşmadığından dolayı dava ertelenecek
mi, yoksa ağırlaştırılmış şekliyle üstsınırı on yılı aştığı için yargılanmasına
devam mı edilecektir? Bu hususun da, kanaatimce açıklanması gerekiyor. Değerli arkadaşlarım, üçüncü olarak; kanunun mahiyeti... Bu kanun, bir
af kanunu mudur, bir erteleme kanunu mudur, bir şartlı tahliye kanunu mudur?
Mahiyeti itibariyle Anayasa Mahkemesi kararlarını esas aldığımızda, bu kanun
bir af kanunu değildir. Af kanunu olmaması, Anayasanın 87 nci ve 14 üncü
maddesi bakımından önem arz etmektedir. Bilindiği gibi, Anayasanın 87 nci
maddesinin yollamasıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasanın 14 üncü
maddesi kapsamına giren fiillerden dolayı genel ve kısmi af çıkaramıyor.
Halbuki, erteleme ve şartlı tahliye bakımından böyle bir engel yoktur. Değerli arkadaşlarım, dördüncü olarak; özellikle kanunun 1 inci maddesi,
birçok bakımdan Anayasaya aykırıdır.
Anayasamızın 12 nci maddesine göre,
herkes, temel hak ve hürriyetlere sahiptir. 13 üncü maddesine göre de, bu, temel hak ve hürriyetler, belirli şartlar
dahilinde, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olmak kaydıyla, ancak kanunla
düzenlenebilir. Başka bir ifadeyle, hukuken insan hür doğar, ne ki yasak değil,
serbesttir. Eğer, hukuk devletinde kanun koyucu, bazı değerleri korumak
istiyorsa, muhafaza altına almak istiyorsa, bunları önceden genel, objektif,
soyut ve sürekli kurallarla belirtmek durumundadır. Masumiyet ve masuniyet
ilkesinden istifade eden insanların önüne yasak alanı önceden koymak
mecburiyetindedir. Bu yasak alanı ihlal eden kişiye sanık denir. Başka bir
ifadeyle, yasak alana giren kişi, yeni bir statüye, sanık statüsüne girmiştir. Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkememizin ifadesine göre, suçlu,
topluma uyum zorlukları gösteren ve uyumsuzluğunu suç işlemekle açığa vuran
kimsedir. Toplumun suça verdiği önem ve suçun ağırlığı, cezanın
ağırlaştırılmasıyla kendisini gösterir. Bu alanda; yani, masumiyet alanı ile
sanık statüsü arasında vatandaş, çeşitli müeyyidelere tabi tutulabilir. Burada,
farklı muamele, farklı kural öngörülebilir; ama, sanık hüküm giyince veya
mahkûm olunca, yeni bir alana girer, yeni bir statüye kavuşur. Bu, mahkûmiyet
alanıdır, mahkûm statüsüdür, hükümlü statüsüdür. Devlet, burada, farklı
davranamaz. İnfazı şahsîleştiremez. Orada, herkese eşit muamele yapmak
mecburiyetindedir. Halbuki, elimizdeki kanun, maalesef, şahsîleştiriyor, ayırım
yapıyor. Bu ayırımı yaparken de, hangi ölçüyü benimsediğini belirtmiyor.
Gerçekten, hangi değere daha fazla önem verdiğini ifade etmiyor. Bu sebepten
dolayı, bundan on gün önce yine burada, âdeta, yalvardım. "Arkadaşlar, bu
kanun, son tahlilde, bu Meclisin bir eseri olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
bir kanunu olacaktır. Ne olur; gelin, mümkün mertebe düzgün bir kanun çıkaralım
dedik; dinletemedik. Anayasa Mahkemesinden döner" dedik; anlatamadık.
Anayasa Mahkemesine varmadan, köşkten döndü. Değerli arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanının belirgin vasfı, temel
özelliği hukukçu olması değil mi? Hatta, bu niteliğinden dolayı, Türkiye'nin
hukuk devleti alanında mesafe kat etmesinde hukukçu Cumhurbaşkanı önemli rol
oynayacak demedik mi? Hatta, bu vasfından dolayı, Sayın Anayasa Mahkemesi
Başkanı, Cumhurbaşkanlığına aday olarak gösterilmedi mi? Değerli arkadaşlarım, öbür taraftan, Anayasamızın 8 inci maddesine göre,
yürütme yetki ve görevi, Cumhurbaşkanı ile Bakanlar Kurulu tarafından Anayasaya
ve kanunlara uygun olarak yerine getirilir. Değerli arkadaşlarım, bizim sistemimize göre, Anayasamıza göre, yürütme
iki başlıdır; bir tarafta Bakanlar Kurulu, diğer tarafta Cumhurbaşkanı. Bunlar,
birbirleriyle çatışan organlar değil, birbirini tamamlayan mercilerdir. Değerli
arkadaşlarım, Sayın Başbakanımız, ne olur, Cumhurbaşkanıyla bir araya gelinse,
devletin iki yüksek organı arasında bir çatışma görünümü verilmese çok daha iyi
olmaz mı?! Bakın, bundan birbuçuk yıl önce, bu Meclise üç ayrı tasarı getirildi.
Kanaatimce, bu üç ayrı tasarının getirilmesini iyiniyetle bağdaştırmak mümkün
değildi. İnfaz aşamasında farklılık meydana geleceği bilindiği için, Anayasa
Mahkemesinden dönmesin, parçalayalım diye, üç ayrı tasarı getirildi. Bunlardan
birine genel af kanunu, bir kısmına memur af kanunu, bir diğerine de basın af
kanunu denildi. O zaman da çırpındık; bu uygulama, Anayasaya aykırıdır, eşitlik
prensibine aykırıdır, insan haklarına aykırıdır, adalet ilkesine aykırıdır
dedik; dinletemedik. Genel af kanunu diye bilinen kanun Çankaya'dan geri döndü.
Basın af kanunu diye bilinen 4454 sayılı Kanunun bir kısmı Anayasa Mahkemesince
iptal edildi. Şu an karşımıza bir hilkat garibesi getiriliyor. Birbuçuk yıl
önce, ayrı ayrı getirilen tasarılar ne oldu da şimdi birleştiriliyor? Bundan
birbuçuk yıl önce siz ayırmadınız mı; siz ayrı ayrı getirmediniz mi? Şu an,
birbiriyle ilgisi olmayan kanunları birleştirmenin hukuk tekniği bakımından ne
anlamı var? Deniliyor ki, efendim, yasama ekonomisinden dolayı böyle yaptık.
Efendim, özden gelmeyen söz inandırıcı olamaz ve niyeti düzgün olmayanın da,
sanıyorum, ameli düzgün olamaz. Burada yapılması gereken, kanaatimce, iki maddeyi birbirinden ayırmaktı.
Sayın Cumhurbaşkanının 2 nci maddeye herhangi bir itirazı yoktu. Zaten, Anayasa
Mahkemesinin gereği de 2 nci maddeyi tanzim etmekti; fakat, şu an, yazık ki,
Cumhurbaşkanına rağmen, kanun, olduğu gibi köşke gönderiliyor. Anayasa gereği,
elbette, Cumhurbaşkanı imzalayacaktır; ama, bu imzalama, son tahlilde, devletin
iki yüksek kurumu arasında bir çatışmanın olduğunu bariz bir biçimde gözler önüne
sermeyecek mi? Değerli arkadaşlarım, kanaatimce, Sayın Başbakanımız birçok konuda,
özellikle bu kanun hususunda yanıltılmıştır. Yoksa, böylesine çapraşık bir
kanuna, kanaatimce, olur vermezdi. Mesela, geçenlerde de bahsettim,
konunun bütünlüğü bakımından arz
edeyim; Türk Ceza Kanununun 191 inci
maddesine göre tehdidin cezası, nihayet, altı aydan iki yıla kadar hapsi
gerektiriyor. Kapsam dışıdır; burada kapsam dışı. 440'a göre adam öldürmek 24
yıla kadar hapsi icap ettiriyor, burada kapsam içidir. Değerli arkadaşlarım, bir memurun, sıradan bir memurun görevini ihmal
etmesi mi daha ağır, daha vahim bir suçtur, hatadır, yoksa, bir hâkimin
görevini kötüye kullanması mı? Elbette, bir hâkimin görevini kötüye kullanması
daha vahimdir. Bu kanuna göre, bir memurun görevini kötüye kullanması; yani,
240 kapsamdışı, hâkimin görevini kötüye kullanması ise, yazık ki, kapsamiçidir.
Öbür taraftan, Türk Ceza Kanununun 343 üncü maddesine göre, işkence -ki,
bütün ruhumla telin ediyorum- burada kapsam dışıdır; ama, Türk Ceza Kanununun
450 nci maddesinin üçüncü bendine göre, işkenceyle adam öldürmek, hem de birkaç
kişiyi öldürmek kapsam içidir. Açın, bakın, 450/3... İşkenceyle adam öldürmek,
burada kapsam içidir. Değerli arkadaşlarım, bu hususu mutlak surette düzeltmek gerekiyordu;
ama, sanıyorum, vakit çok geç. Fakat, ne olur?.. Olacak şey şudur: Anayasa
Mahkemesi, öyle sanıyorum ki, cezasının üst sınırı 10 yılı aşmayan bütün
fiilleri kapsama dahil edecektir. Şu an, Meclis, kanaatimce, dönüşü pek de
mümkün olmayan bir noktaya gelmiş vaziyettedir; çünkü, cezaevlerinin durumu
ortadadır, af, görebildiğimiz kadarıyla sosyal bir mecburiyet haline gelmiştir. Şimdi, burada, beşinci fıkrada, birkısım maddeleri kapsamdışı tutmanın,
istisna etmenin Anayasa bakımından hiçbir anlamı yoktur. (Mikrofon elektronik cihaz tarafından kapatıldı) MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Efendim, 403 ilâ 418 inci maddeleri, yani ırza tecavüzü kapsamdışı
tuttuk diyeceksiniz; doğrudur, ama, bakın, Anayasa Mahkemesi, daha önce, 1991
yılında da bu maddeler kapsamdışı tutulmuştu, iptal etmiştir. 146 ncı madde
1991'de kapsamdışı tutulmuştur, burada da öyle, Anayasa Mahkemesi iptal
etmiştir. Burada, kapsamdışı tutulan, yani, istisna edilen hükümleri de öyle
sanıyorum ki, Yüksek Mahkeme yine iptal edecektir. Sayın Başkanım, Sayın Başbakanım, değerli milletvekilleri; burada bir de
tezatla karşılaşıyoruz. Bir tarafta idamlıklar af kapsamına alınırken, öbür
taraftan, hukuku uygulayan, vicdanî kanaatine göre karar veren, yani Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 138 inci maddesine göre hüküm tesis eden birtakım
mahkemeler, daha doğrusu hâkimler hakkında da soruşturma açılıyor. Mesela,
elimdeki belgeye göre, soruşturma maddesi... BAŞKAN - Sayın Kamalak, toparlayacak mısınız efendim. MUSTAFA KAMALAK (Devamla) - Teşekkür ederim, hemen toparlayacağım Sayın
Başkanım. 7 hâkim hakkında soruşturma açılmış; sunuluyor. Soruşturma maddesinin
izahı, eşlerinin kapalı ve başörtülü giyim tarzını benimsedikleri, kendilerinin
toplu halde cuma ve teravi namazına gittikleri... (DSP sıralarından "Süre
bitti" sesleri) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN- Bir dakika... Karşılıklı konuşmayın efendim. Sabahın bu
saatinde... Lütfen, müsaade buyurun, idareyi bana bırakın efendim. AHMET İYİMAYA (Amasya)- Sabredin canım. BAŞKAN- Sabredin. Sayın Kamalak, toparlar mısınız lütfen. MUSTAFA KAMALAK (Devamla)- Teşekkür ederim Başkanım, bir cümleyle... (FP
sıralarından "Mikrofon kapalı" sesleri) BAŞKAN- Siz de müsaade edin bize yani. İstirham ederim. MUSTAFA KAMALAK (Devamla)- Sayın milletvekilleri, cuma namazına tek
gidildiğini veya tek başına cuma namazı kılındığını biliyor musunuz! Olmaz
böyle şey. Yazık ki, bütün bunlar da "başörtüsü zulmünü biz
halledeceğiz" diyen değerli dostlarımızın iktidarda bulunduğu bir dönemde
icra olunuyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MUSTAFA KAMALAK (Devamla)- Hepinize arz ederim efendim. Teşekkür eder, saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Kamalak. Efendim, şimdi söz sırası Doğru Yol Partisi Grubu adına Amasya
Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya'da; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) Malumunuz, süreniz 20 dakika efendim. DYP GRUBU ADINA AHMET İYİMAYA (Amasya)- Uzatmalı bir hoşgörünüz olacak
Başkanım, zannediyorum. Değerli Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; görüşülmekte olan
tasarıyla ilgili olarak Doğru Yol Partisinin görüşlerini arz ederken, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Burada oturan bütün arkadaşlarımızın, vücutlarıyla burada olduğunda
tartışma yok, kuşku yok. Aynı kesinlikte,
ben dahil burada oturan bütün
arkadaşlarımızın beyinlerinin ve
ruhlarının en az 1 bölü 2'sinin de uykuda olduğu noktasında bir tartışma yok.
(DYP sıralarından alkışlar) Sorulmalıdır; bu, kamuoyunu, milletin hukukunu çok yakından ilgilendiren
kanun için ayrılan müzakere süresinin şu saatlere tesadüf ettirilmesinin sebebi
sorulmalıdır. Acaba, milletin önüne, kulağına Parlamentodan gerekli mesajlar
ulaşmasın için mi bu yapıldı; ürküldüğü için mi bu yapıldı, sorulmalıdır. Değerli arkadaşlar, şu anda yaptığımız iş "yasama psikolojisi"
adı altında tarifi tektir; uyanık uykulu bir kanundur bu kanun. (DYP
sıralarından alkışlar) Neyi müzakere ediyoruz?.. Değerli arkadaşlar, kanun kılıfına büründürülmüş bir inadın müzakeresini
yapıyoruz. Millî vicdanı kanatacak iradeyi tekrar kanunlaştıracak emrivakiyle
karşı karşıyayız. Üçüncü defa aynı tasarıyı -şu anda kanundur- müzakere
ediyoruz, 3 defa da partim adına geneli üzerinde söz aldım. Eski sözlerimi
tekrarlayacak değilim; ama, o zaman, affın sosyal şartı yok, barışa hizmet
etmez demiştik; kulak asılmadı. Hukuk askıya alınıyor demiştik; dinlenilmedi.
Adalete güven, devlete güven yok ediliyor demiştik, yabancılaşmanın tohumları
ekiliyor demiştik; güvenilmedi çünkü, başka amaçlar vardı, başka hedefler
vardı. Doğrudur, suçluluk psikolojisini, tutukluluk ve hükümlülük psikolojisini
anlamamak mümkün değil. Elbette ki onları kendi halleri içerisinde kararlarında
makul kabul etmek mümkün; ama, 60 000 suçlu, mahkûm, katsayıyla çarpın, diyelim
ki 600 000; Türkiye bundan ibaret değil. Mağdurları yok mu, millet yok mu?
Bunları düşünmemeli miydik?. Değerli arkadaşlar, belki dinlediniz, belki bakışlarınızla onayladınız;
ama, gereğini yapamadınız. Çünkü, kanaatlerinizle kararlarınız,
düşüncelerinizle oylarınız arasında dayatmanın duvarları örülmüştü. Haksız
çoğunluk haklı azınlığın mesajının gereğini yapmamıştı. Değerli Başbakanımız, özgün Türkçesiyle, mavi bir Türkiye tablosu
çizdiler; ama, statik anlatımlar, Türkiye'nin içinde var olduğu dinamik
krizleri izah etmekten, onlara mazeret üretmekten tamamen uzaktır. Değerli arkadaşlar, güzel Türkiyemiz, kaynakları bol, nüfusu dinamik
Türkiyemiz bir krizler ülkesi haline gelmiştir. Tarif etmek istemiyorum;
ekonomi kriz içerisinde, öteki Türkiye'yi, yoksul Türkiye'yi, aç Türkiye'yi
düşünen yok. Yönetim kriz içerisinde. Bakınız, siyaset biliminin temel,
sloganlaşmış bir kavramı var "kullanılmayan iktidar, iktidar
değildir" deniyor; hele, kullandırılan iktidar, hiçbir zaman iktidar
olamaz değerli arkadaşlar. (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, Başbakan olacak saygı duyduğumuz değerli bir zat, Başbakanlığa
ramak kalmış günlerde "düdüğü çalanlar var" veya "düdük
çalınacak" diyebiliyorsa; saygı duyduğumuz Başbakan "düğmeye
basıldığı yönünde kaygılarım var" diyebiliyorsa, orada, yönetim krizinin
inkâr edilmez açık itirafları var demektir. Hukuk kriz içerisinde arkadaşlar.
Anayasası ayıplı, hukuku ayıplı bir ülkede, hangi milletvekili, hangimiz, hangi
parti mutluluk duyabilir! Bugün, af, iddia ediyorum, Türk hukuk sistemindeki krizin dışa
vurumudur. Şu anda yaptığımız, krizi derinleştirme çabasıdır, kriz
mühendisliğidir, kriz müteahhitliğidir. Bir hukukçu ve siyasetçi olarak
gerçekten kaygı duyuyorum. Kutuplaşmaya yönelen bir Türkiye'nin yol taşlarını döşüyoruz,
kamplaşmaya çanak tutuyoruz, hoşgörünün temelini yok ediyoruz. Türkiye, bunu
hak etmiyor; bu kötü günleri aşacaktır. Af konusunda, geçen, müzakere oldu; hayretle karşıladım; bu affı, duru
şekilde, katıksız şekilde savunan tek bir partimiz var, DSP; ama, diğer
partileri, sahiplenmeme anlayışı içerisinde gördüm, milletin kafalarını af
karşıtı sözlerle karıştırabilecekleri inançları içerisinde gördüm. (DYP
sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, millet kör, âlem serseri değildir. Bakınız, önceki
değerli Başbakanımız Mesut Yılmaz ve Kabinedeki değerli arkadaşları, yani, bu
tasarıya imza atanlar, Anavatan Partisinin bir unsuru değil mi? Değerli
Başbakan Yardımcımız Devlet Bahçeli ve Kabinesindeki değerli arkadaşlar,
Milliyetçi Hareket Partisinin ayrılmaz unsurları değil mi? O zaman, bu tasarıya
imza atarken, gerekçeleri yazarken benimsenen bu af tasarısı, nasıl olur da
reddedilebilir parti sözcüleri tarafından, nasıl karşı mesajlar verilebilir?!.
(DYP sıralarından alkışlar) Soruyorum değerli arkadaşlar; bu kanuna, bu
partiden evet diyen arkadaşların parmakları, kendi parmakları değil mi? O
üyeler, o partilerin üyeleri değil mi? Nasıl inkâr edilebilir? Ha, şu gerçeği
inkâr etmeyelim; bu afta partileri kategorize edecek olursak, sürükleyen parti,
sürüklenen partiler var. (DYP sıralarından alkışlar) Sürükleyen vagon DSP,
sürüklenen MHP, sürüklenen ANAP ve belli ölçüde de, itiraf edeyim ki, 1974
affında aynı hareket içerisinde olan Anamuhalefet Partisi. Değerli arkadaşlar, yarın iptal durumu ortaya çıktığı zaman, iptalle
umuma teşmil edilen af ortaya çıktığı zaman, şu savunmaya sığınmayınız: Anayasa
Mahkemesi iptal etti, ne yapalım; değil; Anayasa Mahkemesinin, birden fazla,
siyasete verdiği ders var; o dersten, elbette ki, siyasetin, ders çıkarması
lazımdır. İşte, Anayasa Mahkemesinin muhtemel iptallerinin mimarları da,
sorumluları da, şu anda affı, söylemleriyle değil, reyleriyle destekleyen
iktidar çoğunluğu ve Parlamentonun diğer kanadıdır. Bu af, affı destekleyenlerin yüce millete sunacağı ambalajlı bir bayram
hediyesidir değerli arkadaşlar. (DYP sıralarından alkışlar) Bakınız, anayasal
süreçler işliyor, her zaman Parlamentonun dediği olmayabilir, olmaması da
doğaldır. İçinde bulunduğumuz krizden çıkmak için, Cumhurbaşkanımız hamlelere
girişmiştir. Nasıl; düşük yoğunluklu demokrasiden beslenen saltanat savaşına
son vererek hamleye girişmiştir ve bu Kanunu, anayasal açıklık ve uyarı
içerisinde Yüce Parlamentoya iade ederek, kriz çözücülüğünde öncülük yaparak
hamleye girişmiştir. Değerli arkadaşlarım, ne diyor Cumhurbaşkanımız: "Af Kanununuz,
kapalı, duraksamalı ifadelerle tanzim edilmiştir; uygulamada tereddütlere yol
açabilir. Toplumun huzuru bozulur, adalet anlayışı ve eşitlik çiğnenmiş olur.
Suçtan zarar görenleri de tatmin edin, ret hakkını verin." Ölçütleri ne?.. Aynı fasılda düzenlenmiş; birisi af kapsamında, birisi
dışında. Gerekçede yok. Bakanımız, komisyonda açıklıyor. Bir veri değil, veri
tabanı değil. Bu af, ölçütleri itibariyle, keyfî olan bir aftır. Bir madde affa
girmiş, piyango ona vurmuştur, bir madde af dışında kalmış, piyango ona
vurmamıştır; onun için, piyangolu af kanunu demekte bilimsel bir sakınca dahi
olmadığını düşünüyorum sevgili arkadaşlarım. Bakınız, bu iktidarın gerçekten övünebileceği bir eylemi, bir işlevi,
bir tasarrufu olmuştur; devletin başına hukuku geçirme tasarrufu, hukuku seçme
tasarrufu. Bugün Cumhurbaşkanımız, yükselen değerlerin yanında olarak, iktidarı
da, Başbakanı da, çoğu siyasîleri de
geride bırakan bir kredibiliteye ulaşmıştır. Bu mesajı öfkeyle okumamak lazım değerli arkadaşlar, hiddetle okumamak
lazım. Anayasadaki süreçleri doğru okumak lazım. Denge-fren sistemidir.
Parlamento kabul eder, Cumhurbaşkanı uyarır. Bu hava içerisinde değerlendirerek
meseleye yaklaşmak lazım. Siyaset ne yaptı? Üç değerli liderimiz toplandı ve bir gerekçe buldu
yarım saat içerisinde; sosyal fayda, sosyal boyut, sosyal zaruret gerekçesi.
Kim ölçüyor? Hangi bilimsel veya siyasal derinlikle ölçülüyor? Değerli arkadaşlar, Anayasa ile sosyal fayda çatıştığı zaman, hukuk
devletinde, demokratik hukuk devletinde seçilecek tek seçenek Anayasadır. (DYP
sıralarından alkışlar) Rahmetli Özal "Anayasayı bir defa ihlal etmekle bir şey olmaz"
dediği zaman, en fazla, Başbakanımız, ona karşı koymuştu. Bugün, Anayasa ile
sosyal fayda çatışırken, aynen darbecilerin, aynen Refahyol Hükümetinde iktidar
devrini önleyen gerekçede kullanılan motifle, sosyal faydaya dayanılmıştır. Değerli arkadaşlarım, nasıl bir terazi; bu sosyal faydada, hep
sanıkların, hep onların yakınlarının ağırlığı mı olacaktır? Mağdurlarınki
nerede? Babaları mezarda olan küçüklerin feryadı nerede? Anayasa Mahkemesinin
iptali halinde yaşayacağı toplumsal kaosun tehlikesi nerede? Milletin kendisi
nerede? Böyle noksan ölçülerle ne siyaset yapılır, ne millete hukuk uygarlığı,
demokrasi uygarlığı tattırılabilir. Ha, ok yaydan fırladı... Fırlatmasaydınız arkadaşlar. (DYP sıralarından
alkışlar) Ok yaydan fırlasa bile, sosyal faydaya göre yapılacak bir tahlilde,
akıl, ortak akıl, bu kanunun şu anda çekilmesinden yanadır. Neden bu ısrar?! Görüntü açık. İptal yoluyla genişleteceksiniz, kamu
yetkisini kişisel çıkarlara peşkeş çeken bürokratları, her kimse, siyasîleri
affedeceksiniz ve bu yetkiyi sömürerek Hazineyi söğüşleyenleri affedeceksiniz,
(DYP sıralarından alkışlar) banka hortumcularını affedeceksiniz, havuz
müteahhitlerini affedeceksiniz, çeteleri affedeceksiniz. Doğru Yol Partisi, aynen 1974 yılındaki afta, Adalet Partisinin
felsefesinde olduğu gibi, doğruyu yapmıştır, hukukun ve doğrunun yanında
olmuştur ve komisyonlarda, Genel Kurulda önergeleriyle, oylarıyla,
müzakereleriyle milletin sesi olmuş, milletin geleceğinin, istikbalinin
teminatı olan bir tavrı sergilemiştir ve biz bu tavrı her halukârda devam
ettireceğiz. Değerli arkadaşlar, hukukçu olarak, ölüm cezasının infaz
edilemeyeceğinin anlamı üzerinde bir cümleyle durmak isterim. Bu kural sürekli
bir kuraldır, af kanunu geçici bir kanundur. Geçici kanuna koyacağınız sürekli
kurallar sürekli yaşarlar, (X) kişi, (A) kişi, (B) kişi artık idam edilemeyecek
demektir. Ben, bir öneri geliştirdim, emek mahsulü bir öneri, çalışarak
geliştirdiğim bir öneri, mukayeseli hukuku inceleyerek geliştirdiğim bir öneri.
Yarattığınız krizden çıkışın bir yolu var; yürürlüğü durdurma kararı içtihatla
geliştirilen bir formül; ama, şu ana kadarki uygulamaya göre, davanın
açılmasından sonra ancak Anayasa Mahkemesinin karara bağlayacağı bir süreç, bir
talep. Halbuki, tedbir, kurulan tasarrufun etkinliğe girdiği, yürürlüğe girdiği
andan itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuran hukukî bir kavram, üst kavram.
Sorun, aynen bizde olduğu gibi, içtihatla, Alman Anayasa Mahkemesi içtihatla
kurdu bunu, faşist Almanya'dan sonra, zannediyorum 1947 yılında, Alman Anayasa
Mahkemesi, dava açmadan "ben tedbire karar verebilirim" dedi. Türkiye
bunu daha tartışmadı; ama, her kim açacaksa, her kim Anayasa Mahkemesine
gidecekse -parti olarak bizim gücümüz yok- temel maddeleri; yani, 1 inci
maddenin birinci bendinden -Cumhurbaşkanı fıkra diyor- dördüncü bendine kadar
temel maddeleri iptal için dava açmadan evvel, tedbir için rahat rahat
başvurulabilir. Sık sık af, hukuk devletinin içini boşaltıyor. Hukuk devletinin
içinin boşaltıldığı gerekçesiyle -Cumhurbaşkanının gerekçelerinden birisi o,
benim geçende ortaya attığım gerekçelerden birisi o- rahat rahat bu tedbir
kararını verebilir diye düşünüyorum. Sevgili Bakanımız, bir talimat nitelemesinde bulundu. Bu Parlamento,
millete ait bir kürsüdür, ne Anayasa Mahkemesine ne Cumhurbaşkanına talimat
vermek gibi bir anlayışın içerisinde olmayız; ama millete, ama siyasete, ama
yargı organlarına, bağımsız anlatım içerisinde, bireysel yaratıcılık
içerisinde, formülleri, bu kürsüden, millete ait olan kürsüden ifade etmek
mümkündür. Anayasanın, derdest bir dava olmadığı için, 138 inci maddesinin de
buna bir engel yapısının olmadığını düşünüyorum değerli arkadaşlar. Geliniz, bu süreçten bir ders alalım. Cumhurbaşkanı, evet, geri
gönderdi, yürürlüğü durdurma verdi, iptal etti, geri yürüdü, yürümedi... Bu
tartışmalara son verecek bir hukuk ölçütü var arkadaşlar. Bu gibi temel
konularda, kanun hükmündeki kararnamelerde, afta, kamusal alandaki
düzenlemelerde, yürürlük öncesi Anayasa
denetimini -Fransa'da var, diğer ülkelerde var- getirelim ve bu nahoş
tartışmaların, milattan önce, milattan sonra gibi, karardan önce, karardan sonra
gibi adaletsizlikleri yaratmayacak uygulamaların önüne geçelim. Millet, ancak
bu gibi kabulleri, bu gibi formülleri sürece eklediğimiz, sisteme monte
ettiğimiz zaman bizim itibarımızın yüceldiğini görecek; Parlamentonun itibarını
yüceltebileceğiz değerli arkadaşlar. Söylenecek çok şey var; üç oturum konuştuk. Değerli arkadaşlar, bu af, sadece iktidar çoğunluğuna ve destekleyen
iradeye değil, hukuka darbedir, Parlamentonun itibarına darbedir. Doğru Yol
Partisi, gizli oy önergesi verecektir. Biliniyor, komisyondaki çalışmalardan,
milletvekilleri üzerindeki baskılardan -kamuoyuna yansıdı, basına yansıdı-
herkesin haberi var; sözcüleri geldi. Geliniz, gizli oylamayı kabul ediniz ve
millî iradenin, millî vicdanın tecellisine imkân sağlayınız. Biz, Doğru Yol
Partisi olarak, ayrıca açık oy isteyeceğiz ve milletin iradesinde olduğu gibi,
onun kabulünde olduğu gibi, tertemiz bir ret oyu vereceğiz. Bu konuşmayı tamamlarken, tarihimizden bir kesit vermek istiyorum, bize
dersler akıtan bir süreç vermek istiyorum. O, şimdi, Anıtkabirdeki mahsus mekânında yatıyor. Değerli Başbakanımız,
siyasete onun himayesinde başlamış, siyaset pratiğine onun yanında gayret
göstermişti. İnönü, ruhaniyetiyle, şu anda, âdeta Meclistedir. Türkiye'nin
umumî manzarasını seyrediyor. Öğrencisi, Başbakanın vaziyetini müşahede ediyor
ve diyor ki, kamu vicdanının, geçti sanılan her işte bir yargısı vardır.
Onları, hep içine atar, birikir, birikir, sonunda kızgınlık oluşur.
Kızgınlıklar, toplana toplana, günün birinde, çığ halinde öyle patlar ki... Evet arkadaşlar, millet, zamanı ve yeri geldiğinde cevabını verecektir.
Belki yarın, belki birilerine siyasî mezar olacak oy sandığında!.. Saygılar sunuyorum efendim. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok. Şimdi, şahısları adına, malumunuz, 20 üye söz istemişti; aynı anda, aynı
saatte, kura çekeceğiz efendim. Sakarya Milletvekili Sayın Nevzat Ercan. Burdur Milletvekili Sayın Mustafa Örs. Buyurun Sayın Ercan. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Türkiye ve Türk insanı, çok ağır sorunlarla karşı karşıya. Ülkenin bu
zor günlerinde, her şey bir kenara bırakılarak, afla uğraşmanın mantığını
anlamak kolay değildir. Hele hele, iki yıla yakın bir süredir af konusunun
Türkiye'nin gündemini işgal etmiş olmasını anlamak mümkün değildir. Hükümet ve Meclis çoğunluğu, âdeta millete kulaklarını tıkamış,
soyguncuyu, vurguncuyu, çete mensuplarını, hırsızı, arsızı, yolsuzu, caniyi
affetmek gibi bir modeli geliştirerek, Türkiye'nin gündemini işgal etmektedir.
Türkiye, âdeta, bir açık cezaevine döndürülmenin gayreti içine sokulmuştur.
(DYP sıralarından alkışlar) Elbette ki, bunun bir gün hesabı sorulacaktır. Değerli milletvekilleri, bu hükümet, bütün icraatlarıyla halkın
çıkarlarına ters düşen bir hükümettir. Sadece af konusuyla ilgili bir
değerlendirme değil bu, uygulanan bütün ekonomik politikalar, sosyal
politikalar itibariyle, bu hükümet, halkın çıkarlarına ters bir icraat
sergilemiştir ve sonuç, yoksullaşan, fakirleşen bir halk, daralan bir ekonomi,
küçülen bir ekonomi... Değerli milletvekilleri, halk feryat ediyor, halk geçim sıkıntısı
içerisinde ve insanlar işsiz, yoksul, perişan. Toplumun bütün kesimleri,
hükümete karşı toplumsal bir tepki koyuyor ve meydanlara iniyor. Sokaklar,
meydanlar, halkın çığlıklarıyla dolu; ama, dedim ya, bu hükümet, kulaklarını
tıkamış, halkın eğilimlerine, isteklerine kulaklarını tıkamış; çünkü, bu
hükümetin gündeminde halk yok, bu hükümetin gündeminde vatandaş yok, bu
hükümetin gündeminde milletimiz yok. (DYP sıralarından alkışlar) Ya kim var; bu
hükümeti besleyen çevreler var, devletin serasında beslenenler var. (DYP
sıralarından alkışlar) Bu hükümetin gündeminde, devletle ortak çalışmaya
alışmış, iki eli de devletin cebinde, devletten beslenen belli kesimler var. O
bakımdan, bu hükümetin gündeminde vatandaş yok diyorum, halk yok diyorum. İşte,
bu af yasası da öyle, bu af yasasının içeriği itibariyle de öyle. Değerli milletvekilleri, millet, kötü idareden şikâyetçi. O kadar
şikâyetçi ki; hükümet Türkiye'yi iyi idare edememiş, hükümet meselelerin
altında kalmış, sorunların altında kalmış, ezilmiş. Aslında, asıl sorun,
bugünkü 57 nci hükümet, bundan önceki, 55 inci, 56 ncı hükümetler. Türkiye'nin
asıl sorunu, halktan kopmuş, halkın sorunlarından kopmuş, sanal gündemlerle
ülkeyi meşgul eden bugünkü hükümet. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, şimdi, üç partili bir koalisyon, bir Af Yasası
getiriyorsunuz; halk yok; halkın böyle bir talebi yok, halkın isteği yok. Halk,
aksine, bütünüyle bu Af Yasasına karşı. Kamu vicdanı son derece rahatsız ve
tepkili. Muhalefet tepkili ve devletin başındaki Cumhurbaşkanı bir hukuk dersi
veriyor. Daha önceki Cumhurbaşkanı, yine, Af Yasasını iade ediyor, çok haklı
gerekçeler ortaya koyuyor ve bu son iade, veto keyfiyetinde de çok haklı
anayasal ve hukukî dayanaklar ortaya konuluyor; ama, sizin kılınız
kıpırdamıyor!.. TURHAN GÜVEN (İçel) - Bir inattır, bir inat!.. NEVZAT ERCAN (Devamla) - Nedir acaba diye soruyorum. Burada bizim
bilebildiğimiz açık birtakım hesapları görebiliyoruz; ama, bir parantez
açıyorum; gizli hesaplar da var bunun içerisinde. (DYP sıralarından alkışlar)
Evet, çok gizli hesaplar da var. Nasıl bir hesap var; değerli milletvekilleri,
çok açık söylüyorum; 1 inci maddesinde yatıyor bunun gizli hesabı. Siz diyor
musunuz ki, ölüm cezaları yerine getirilmez; diyorsunuz. Diyor mu ki, Sayın
Cumhurbaşkanı, bu Af Yasası eşitlik ilkesine aykırıdır ve bu gerekçe, yarın, bu
Af Yasasının bir Anayasa Mahkemesine gitmesi ve iptali halinde, teröristbaşı
Apo'nun da içinde bulunduğu bir genel affa dönüştüğü takdirde, siz, bu
teröristbaşını, 30 000 kişinin katilini, teröristleri de bu aftan
yararlandırmak gibi bir büyük hataya düşmek noktasında mısınız ve bizi de
düşürmek noktasında mısınız; öylesiniz. (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, ben soruyorum; DSP'ye soracağım da, öncelikle MHP'li
arkadaşlarıma soruyorum. (MHP sıralarından "Sor" sesleri) BAŞKAN - Bir dakika efendim... NEVZAT ERCAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, seçimden önce Apo'nun
ipine sarılıp siyaset yapanlar, acı ve gözyaşı üzerine siyaset yapanlar ve
Apo'yu malzeme kılıp, siyasî oya tahvil etmek gayreti içinde olanlar... SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Onu siz yapıyorsunuz... BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayın lütfen... NEVZAT ERCAN (Devamla) - ...bugün nasıl oluyor da, siz, bir parti
taassubu içinde, anlayışı içinde bir dayatmaya boyun eğiyor, teslimiyet
gösteriyorsunuz, baş eğiyorsunuz ve bu Af Yasasına oy veriyorsunuz. (DYP
sıralarından alkışlar) Nasıl?!. Nasıl oy veriyorsunuz bu Af Yasasına?!.. Değerli milletvekilleri, ikna odaları devreye giriyor. Evet, vicdanınız
sızlıyor biliyorum arkadaşlar, Anavatan Partili arkadaşlarım, buna vicdanınız
razı değil, gönlünüz rıza göstermiyor... YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Nereden biliyorsun?.. BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim. Lütfen... NEVZAT ERCAN (Devamla) - Ama, devreye giriyor liderler... Yeni oluştu
bu, ikna odaları var, ikna odaları... Liderler bir araya geliyor, komisyonda
serbest oylar üzerine ambargo uygulanıyor, tek tek komisyon üyeleri çağrılıyor
"durun bakalım" deniliyor "şu istikamette oy vereceksiniz"
diye emrediliyor, vicdanlara baskı uygulanıyor. (DYP sıralarından alkışlar) Evet, son Adalet Komisyonunda, bir arkadaşımız, DSP'li arkadaşımız
"ben, daha önce 'evet' dedim; ama, rahatsızım, vicdanen rahatsızım; şimdi,
bugün "hayır" diyeceğim" diyor; dediği an, ikna odası devreye
giriyor ve çağrılıyor, dikte ediliyor, dayatılıyor ve arkadaşımızın, ister
istemez, oyuna ambargo konuluyor ve vicdanına aykırı -arkadaşımızın dediği
gibi, vicdanı başka- ama, oy, vicdanına aykırı bir biçimde tecelli ediyor. Değerli arkadaşlar, tekriri müzakere yolu, sizin bu dönemizde çok sık
tekrarlandı komisyonlarda. Talimatlar geldi, telefon muhabereleri, istişareler
çalıştı, dayatmalar, baskılar ve ona göre oylar, o istikamette kullanıldı ve
öyle geldi bütün tasarılar. Millet yok bu tasarıların yanında, içinde de yok,
dışında da yok, yanında da yok. Değerli arkadaşlarım, geçen konuşmamda söylemiştim, merhamet hisleriniz
dorukta demiştim. Bakın, ben, birçok defa, Sayın Başbakana, Sayın Bahçeli'ye,
Sayın Yılmaz'a, deprem bölgesi milletvekilleriyle beraber gittim; dedim ki,
bakın, bu bölge yıkıldı, ekonomi çöktü, bir büyük felaketi, asrın felaketini
yaşadı bu insanlar, işini, aşını kaybetti... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Ercan, toparlar mısınız lütfen... NEVZAT ERCAN (Devamla) - Bütün bölge milletvekilleriyle birlikte sayın
liderleri ziyaret ettik, bir malî af talebinde bulunduk. (DYP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlar, çiftçiyle ilgili, esnafla ilgili, küçük tüccarla,
sanayiciyle ilgili taleplerimizi ilettik. Geriye dönük vergi borçlarını terkin
edin dedik. Belli bir süre ileriye dönük vergi muafiyeti, istisnalar getirin
dedik. Çiftçilerimizin Tarım Kredi Kooperatiflerinden, Ziraat Bankalarından
kullandıkları kredi borçlarının faizlerini erteleyin dedik, gecikme zamlarını
erteleyin dedik. Vergi borçlarını, Bağ-Kurluların, sigorta primlerini ödeyemez
durumda vatandaşlarımıza, gelin, bunlara, bir malî af getirin dedik. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) - Deprem
bölgesindekilerin hepsi ertelendi. NEVZAT ERCAN (Devamla) - Bunlar hakkında, hükümet olarak şefkat elinizi
uzatın dedik. Bunu esirgediniz insanlarımızdan! BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız lütfen... NEVZAT ERCAN (Devamla) - Ama hırsızı, vurguncuyu, soyguncuyu, çeteciyi,
teröristi affetmek gibi, maalesef, bir yanlış içine düştünüz... Sizi millet
affetmeyecek, ama, tarih de affetmeyecek... Saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ercan. Sayın Bakan, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhurbaşkanının, bir kez daha görüşülmek üzere Yüce Meclise
geri gönderdiği, 8.12.2000 tarih ve 4610 sayılı Kanunu müzakere ediyoruz. Söz alan grup sözcüleri ve şahsı adına konuşan arkadaşımız, kanunla
ilgili çeşitli eleştirilerini dile getirdiler. Bu kanun, bir arkadaşımızın da
ifade ettiği gibi, bir af kanunu değildir; bir şartla salıverilme kanunudur.
Anayasa Mahkemesi, 1991 yılında, Terörle Mücadele Kanununun geçici maddeleriyle
getirilen benzeri bir düzenlemeyle yaptığı karşılaştırmada o düzenlemenin afla
bazı ortak noktaları bulunmakla birlikte, bir şartla salıverilme olduğunu ifade
etmiştir. Gerçekten, şartla salıverilme, aslında, infaz hukukunun bir kurumudur;
bunun koşulları, hükümlünün, cezanın belli bir süresini çekmiş olması, iyi hal
göstermesidir. Oysa, burada, yasayla düzenlenen bir şartla salıverme vardır ve
bu düzenlemede, belli bir sürenin geçmiş olması, işin doğasında bulunmakla
birlikte, iyi hal gösterme koşulu aranmamaktadır. İyi hal gösterme koşulunun
aranmaması, afla da ortak olan noktadır. Gerçekten, özel affın niteliği, bir
suçun cezasının indirilmesi veya başka bir türe çevrilmesidir; genel af ise,
bir suçla ilgili cezanın bütün hüküm ve sonuçlarıyla kaldırılmasıdır. Demek ki, burada, özel afla bir benzerlik vardır; ama, aftan farklı
olarak, şartla salıverilme kurumunun özelliği, belli bir süre içinde; yani,
bihakkın tahliye tarihine kadar, kasta dayalı bir fiilden dolayı, hürriyeti
bağlayıcı cezayı gerektiren bir cürüm işlendiği takdirde, şartla salıverilmenin
hükümsüz kalınması ve cezanın infaz edilmeyen kısmının infaz edilmesidir.
Burada da, yapılan budur ve bu modelin seçilmesinin nedeni de, suçlarda
tekerrürü önleme düşüncesi bakımından daha elverişli görülmesidir. Bu kanunda, ayrıca, dava ve cezaların ertelenmesi de söz konusudur. Bu,
2 nci madde bakımından geçerlidir. Ayrıca, 1 inci maddede, üst sınırı 10 yıla
kadar olan hürriyeti bağlayıcı cezalarla cezalandırılmış fiiller bakımından da
bir dava ertelemesi söz konusudur. Bu, Türk hukukunda ilk kez düzenlenmiş olan
bir kurum değildir. Daha önce de, basın ve yayın yoluyla işlenmiş olan
suçlardan dolayı sorumlu yazı işleri müdürleri hakkında çıkarılan kanunda ve
son olarak, şimdi, Anayasa Mahkemesinin bir maddesinde yaptığı iptal
dolayısıyla, yeniden, bir fıkrası düzenleme konusu olan 4454 sayılı Basın ve
Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair
Kanunda benimsenmiş olan bir modeldir. Burada, konuşan bazı arkadaşlarımız, infaz rejimine girildikten sonra,
artık, bir ayırım yapılamayacağı, dolayısıyla, bir istisna konulamayacağı, bu
yapıldığı takdirde, eşitlik ilkesine aykırı hareket edileceği görüşünü ifade
etmişlerdir. Bu görüş, hem Anayasa Mahkemesinin, 1991 yılında çıkarılan Terörle
Mücadele Kanununun geçici 4 üncü maddesiyle ilgili bazı kararlarında hem Sayın
Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçesinde de vurgulanmıştır. Ancak, şunu
belirtmekte yarar var: Her şeyden önce, gerek Anayasa Mahkemesinin gerek Sayın
Cumhurbaşkanının da kabul ettiği gibi, yasa koyucu, bu çeşit uygulamalar; yani,
başta, af olmak üzere, af sonucu doğuracak uygulamalar bakımından, suçlar
arasında bir ayırım yapabilir. Nitekim, her suç için farklı cezalar
öngörülmüştür. Anayasa, doğrudan doğruya, 87 nci maddede, 14 üncü madde
kapsamına giren suçlar ile 14 üncü madde kapsamı dışındaki suçlar arasında bir
ayırım yapmıştır. Yine, Anayasa, 169 uncu maddesinde, orman yakma veya yok etme
fiilleri bakımından bir ayırım yapmıştır. Anayasanın, gerek 87 nci gerek 169
uncu maddeleriyle sözü edilen fiiller, af konusu olamaz. Şimdi, bu, infaz rejimine yansıyacak mıdır? Anayasa Mahkemesi, bazı
kararlarında, infaz rejimi başladıktan sonra, yeni bir statüye girildiği ve bu
rejimde bulunanlar arasında bir ayırım yapılmayacağı görüşünü dile getirmiştir;
ama, farklı düşünceyi de benimsediği kararlar vardır. Anayasa Mahkemesinin,
benzeri davalar açılması durumunda, eşitlik ilkesinden hareket ederek, infaz
rejiminde aynı konumda bulunulduğu gerekçesinden yola çıkarak, şimdi, bu
kanunla, şartla salıverilme ve erteleme uygulaması dışında bırakılan fiillerle
ilgili maddeleri de iptal edeceğini dile getirmektedirler ve bu çerçeve içinde,
burada, bölücübaşının cezasıyla ilgili Türk Ceza Kanunu maddesinin dahi iptal
edilebileceğini ve bundan bölücübaşının da yararlandırılacağını
söylemektedirler. Her şeyden önce, şunu söyleyeyim ki, Anayasa Mahkemesi, bazı
kararlarında, infaz rejiminde, eşit konumda bulunulduğunu kabul etmekle
birlikte, bazı kararlarında farklı görüşü benimsemiştir. Bu kararların hepsi
de, Terörle Mücadele Kanununun geçici 4 üncü maddesi kapsamındaki fiillerle
ilgilidir. Şimdi, burada, Anayasa Mahkemesinin bu konudaki görüşünü belirtmekte
yarar görüyorum. Bu madde, bölücübaşının da mahkûm edildiği Türk Ceza Kanununun
125 inci maddesi dolayısıyla, Anayasa Mahkemesinin verdiği bir kararla
ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, 31.3.1992 tarih ve esas 1991/18, karar 1992/20
sayılı kararında, konuyu değerlendirirken şöyle demektedir: "Anayasanın 38
inci maddesinde, ceza hukuku alanında yapılacak düzenlemelerde, yasa koyucunun
suç ve cezalara ilişkin uyması gereken temel ilkeler belirlenmiştir. Suç ve
cezalara ilişkin bu ilkelerin dışında ne tür eylemlerin suç sayılacağı, suç
sayılan eylemlere ne kadar ve ne tür ceza verileceği, nelerin cezayı
ağırlaştırıcı ya da hafifletici neden sayılacağı, yasa koyucunun takdir alanı
içindedir. Suç ve ceza yönünden sınırları belirtilen bu takdir alanı, ceza
sisteminin tamamlayıcı bölümünü oluşturan infaz hukuku için de geçerlidir. Bu
nedenle, yasa koyucu, şartla salıvermede hükümlünün yararlanma koşullarını suç
türüne göre ayırım yaparak, zaman içinde, toplumun gelişmesine göre serbestçe
farklı biçimde takdir edebilir. Şartla salıverilmeye ilişkin geçici 1 inci
maddede belirtilen sürelere oranla, geçici 4 üncü maddede, Türk Ceza Yasasının
125 inci maddesinde belirtilen suçları işleyenler için, daha uzun süre
cezaevinde tutulmalarının öngörülmesi, Anayasanın eşitlik ilkesine aykırılık
oluşturmaz. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği gibi, yasa
önünde eşitlik, herkesin, her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına
gelmez. Anayasanın 10 uncu maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda bir
eşitlik olmayıp, haklı nedenlerin ve ayrı konumların bulunmaması durumunda
uygulanacak bir ilkedir. Türk Ceza Yasasının 125 inci maddesinde belirtilen suçları işleyenlerin,
daha uzun süre cezaevinde tutularak, şartla tahliyesini öngören dava konusu
kuralda, yasa koyucuyu farklı düzenleme yapmaya iten haklı nedenler vardır.
Hükümlünün şartla salıvermeden yararlanabilmesi için gerekli olan iyi durumda
olma ve cezaevi kurallarına uyma koşulları, maddede belirtilen suçları
işleyenler için aranmamıştır. Toplum düzeni ve kamu yararı gözetilerek suç
türüne göre ayırım yapılmış ve bazı hükümlülerin şartla salıverilmesi için,
cezaevinde geçirecekleri süre daha uzun tutulmuştur." Değerli milletvekilleri, görülüyor ki, Anayasa Mahkemesi, infaz rejimi
bakımından dahi suçlar arasında ayırım yapılabileceği görüşündedir. Terörle
Mücadele Kanununun geçici 4 üncü maddesinde, 1 inci maddeye göre farklı hükme
tabi tutulan, 1 inci maddede idam cezası yerine, öngörülen on yıllık ağır hapis
cezası yerine, yirmi yıllık ağır hapis cezası öngörülen 125 inci madde
bakımından böyle bir ayırım yapılabileceğini belirtmiştir. Şimdi, Türk Ceza Kanununun 125 inci maddesi dolayısıyla verilen hükümler
bakımından Anayasa Mahkemesinin bu içtihadı, geçmişteki uygulamaya baktığımız
zaman, önemle dikkate alınması gereken bir içtihattır. Anayasa Mahkemesi, bu
içtihadını, yine, 1991 ve 1992 yıllarında verdiği kararlarda, Türk Ceza Kanunun
202 nci maddesi ve Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun bakımından da ifade
etmiştir. Dolayısıyla, infaz rejiminde eşitlik olduğu görüşü, doğrudan doğruya,
Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarıyla tartışmaya açık duruma getirilmiş bir
görüştür. Burada çok ucuz demagojilerle, insanlarımızın, şehit annelerinin
duygularını istismar etmeye kalkışmak, Anayasa Mahkemesinin bu gerekçesine, bu
görüşüne aykırı bir tutumu ifade etmektedir. Şimdi, burada, bazı arkadaşlarımız, bir yandan, işkence af kapsamı
dışında bırakılırken, Türk Ceza Kanunun 450 nci maddesinin üçüncü bendinde,
işkenceyle adam öldürmenin af kapsamı ya da şartlı salıverme kapsamı içinde
olduğunu ifade etmişlerdir. Bu, gerçeği yansıtmamaktadır; çünkü, Türk Ceza
Kanununun 450 nci maddesindeki bütün fiiller için, bu arada, canavarca bir
hissin tatmini veya işkenceyle adam öldürmek için öngörülen ceza idamdır. Bu
kanunda idam cezası için getirilen hüküm, tıpkı, 1991 yılında çıkarılan Terörle
Mücadele Kanununun geçici 1 inci maddesinde olduğu gibi, belli bir tarihe kadar
işlenmiş olan suçlardan dolayı idam cezasının uygulanmayacağıdır; ama, 1991
yılındaki kanunda, idam cezası yerine on yıllık ağır hapis cezası
öngörülmüştür. Burada ise, ilgili kanun hükümlerinin; yani, Cezaların İnfazı
Hakkında Kanunun 19 uncu maddesinin veya Terörle Mücadele Kanununun 17 nci
maddesinin uygulanması söz konusudur; ama, Türk Ceza Kanununun 125 inci
maddesi, kesin olarak af kapsamı dışında bırakılmıştır. Burada, ayrıca, Bankalar Kanununun af kapsamı dışında bırakıldığı, Türk
Ceza Kanununun çetelerle ilgili 168 inci ve 313 üncü maddelerinin af kapsamı
dışında bırakılmasına rağmen, bankaları hortumlayanların ya da çetecilerin bu
kanundan yararlanacakları söylenmiştir. Bunların hiçbirisi, gerçeklere
uymamaktadır. Öte yandan, burada, geçen sefer, Anayasa Mahkemesinin ne yolda karar
vermesi gerektiğini, yürütmeyi durdurma kararı vermesi gerektiğini söyleyen
arkadaşımız, şimdi, dava açılması gerektiği konusundaki düşüncesini açıklarken,
bunun nasıl yapılması gerektiğini de ifade etmektedir. Şüphesiz, davayı açacak
olanlar, bu değerli arkadaşımıza şükran borçlu olacaklardır; ama... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Bakan, herkesin bildiğini
konuşuyor. BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız... Sayın Yılmazyıldız... Sayın Bakanın ne
konuşacağını siz mi takdir edeceksiniz. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Yasanın özüne gel, kimsenin kimseye
öğrettiği bir şey yok. (DSP sıralarından "sen sus" sesleri,
gürültüler) BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız lütfen!.. Siz susar mısınız efendim. Ben varken siz niye karışıyorsunuz?! Hayırdır
inşallah... Devam edin Sayın Bakan. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Şunu söylemek isterim ki:
Anayasanın 138 nci maddesinde, yargıya, hiç kimsenin talimat veremeyeceği,
genelge gönderemeyeceği, telkinde bulunamayacağı söylenirken, bunun, mutlaka
derdest bir dava olması koşulu aranmamıştır. Yargı yetkisinin kullanılmasıyla
ilgili olması yeterlidir. Şimdi, bu Kanun, son 25 yılda Türkiye'nin geçirdiği evrim içerisinde,
çeşitli nedenlerle suç işlemiş olan insanlara, şartla salıverme veya davaların
ertelenmesi yoluyla yeni bir fırsat vermektedir, yeni bir şans vermektedir ve
bunlar da, eğer, yararlananlar, tekrar suç işleyecek olurlarsa, bu olanaklar
geçersiz kalacaktır. Dolayısıyla, bu şansın, bu fırsatın, bu kanundan
yararlanacak olanlar tarafından çok iyi kullanılması gerektiğini buradan
vurgulamak isterim. Kanunun, Yüce Meclis tarafından kabul edilmesi durumunda, onu
bekleyenlere ve bütün milletimize hayırlı olmasını dilerim. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Efendim, Sayın Mustafa Örs, söz sırasını, Sayın Mahmut Nedim Bilgiç'e
vermişlerdir. Sayın Bilgiç, buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Adıyaman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu af kanunu üzerinde söylenebilecek çok şey söylendi; yalnız bir defa daha
belirtmek isterim ki, bu yasa, Anayasanın eşitlik, adalet ve genellik ilkesine
aykırıdır. Aynı zamanda, ülkenin hiçbir sosyal sorununu çözecek nitelikte
değildir. Üstelik, ülkenin, birçok sosyal soruna daha gebe olmasına sebep olacaktır;
ama, görüyoruz ki, muhalefete rağmen, bu af yasasını buradan geçirmekte. Değerli milletvekilleri, bu tür af yasaları genel bir uzlaşmayla, genel
bir sosyal uzlaşmanın ve talebin birleşmesiyle çıkar. Maalesef, bugün,
ülkemizde, bu af yasasıyla ilgili genel bir uzlaşma, bir konsensüs yok. Tam
tersine, bu talebin dışında, af yasasına karşı, kamuoyunda, çıkmaması yönünde
bir uzlaşma var; ama, bu af yasasını, ısrarla, 1999 yılından bu tarafa,
defalarca, Türkiye'nin gündemine ve Meclisin gündemine getirdiniz ve bugün de,
maalesef, çıkaracaksınız. Ümit ediyoruz ki ve temenni ediyoruz ki, 1974 yılında çıkarılan affın
getirmiş olduğu sıkıntıları bu af yasası getirmez; o af yasasının getirmiş
olduğu ve ülkenin yıllarca çekmiş olduğu sıkıntıları bu ülke insanı tekrar
çekmez. Temennimiz bu. Çünkü, çıkaracaksınız, çaresi yok. Değerli milletvekilleri, af yasasından ne bekliyorsunuz, anlamakta
zorluk çekiyoruz. Siyasî bir prim bekliyoruz derseniz, herhalde, siz de
biliyorsunuz ki, vatandaş yanlışa prim vermiyor. Bundan da, bir prim
alamayacağınız açık seçik görülüyor; ama, ısrarla, af yasasına sarılmışsınız,
af yasasını çıkaracağız diyorsunuz. Acaba, diyoruz, bu af yasası, ülkenin,
sosyal, ekonomik meselelerini mi çözecek; yoksa, çiftçinin, esnafın, memurun,
dulun, yetimin sıkıntılarını mı çözecek diye düşünmeye başladık; fakat, değerli
milletvekilleri, bakıyoruz, meydanlar ve sokaklar, çiftçilerle, esnafla,
memurla, işçilerle dolup taşıyor. Bunlara kulak vermek lazım, acaba, neden
meydanları dolduruyorlar?! Tabiî ki, bunlar, bir olayın neticesi olarak bu
meydanlardalar. Biz, kendi devlet geleneğimizde, bu tür çözümlerin sokaklarda ve
meydanlarda olmasından yana olmadık. Bu tür sorunların, ekonomik, sosyal ve
kültürel sorunların çözüm yeri, meşru zeminlerdir ve bu zemin de Türkiye Büyük
Millet Meclisidir. Tabiî ki, biz de, ülkenin çoğunluğu da, bu sokak
hareketlerinden rahatsızdır. Hükümet, bu sokak hareketlerine kulak vererek, ne istediklerini dinleyip
çözüm arayacağı yerde, af yasasına kafasını takmış, hep onunla uğraşıyor.
Acaba, bunlar ne istiyorlar? Yani, bu çiftçi, memur, işçi, köylü, keyiflerinden
mi meydanlara çıkıyorlar, yürüyüşler yapıyorlar; yoksa, açlık sınırına
gelmişler, ondan mı yapıyorlar?.. Arkadaşlar, bu, bir olayın neticesidir, yani,
bu sokak hareketleri, yapmış olduğunuz ekonomik ve sosyal politikalarınızın bir
neticesidir; fakat, hükümetimiz, bunun teşvikçilerini arar duruma geliyor;
acaba, bunları kim teşvik ediyor, meydanlara çıkarıyor diyor. Değerli milletvekilleri, herhalde, bunların meydana çıkmasının sebebi,
hükümetin uygulamış olduğu ekonomik politikalar olsa gerek. Vatandaş, canından
bizar olmuş, Anadolu'nun her köşesinden feryatlar geliyor, can boğaza gelmiş,
vatandaşın umudu tükenmiş, çaresizlik içerisinde bir güvensizlik ortamına doğru
sürüklenip gidiyor. Peki, nasıl oldu da bu noktaya geldik diye düşünürseniz; hiçbir
cumhuriyet hükümetine nasip olmayan bir destekle, çok müsait bir ortam
içerisinde, 18 ay önce, bugünkü cumhuriyet hükümetimiz, ülkenin idaresini ele
aldı ve aldığında, genel bir kamuoyu desteği, Meclisin büyük bir çoğunlukla
güvenoyu vermesi, medyanın desteği, iş dünyasının desteği ve hatta ve hatta,
dışarıdaki bütün finans kuruluşlarının desteğiyle çok büyük bir rüzgâr almak
suretiyle, ülkenin meselelerini halletmemesi için hiçbir sebep yokken ve
bunları halletmek için doğru adımlar atması gerekirken, nedense, ülkeyi bu
noktaya getirdi. Nedenini aradığımız zaman görüyoruz ki, geçen yıl buna
ilaveten, IMF'yle yapmış olduğu stand-by anlaşmasının getirmiş olduğu dövizlerin
de Merkez Bankasını rahatlattığını, bu arada, Avrupa Birliğine üye olma gibi,
11-12 Aralıktaki manevî ve moral güç de hükümetin arkasına geçince, biz de,
muhalefet olarak, inşallah becerirler başarırlar, bu ülke bizim ülkemizdir
temennisinde bulunup bir marj verdik; yani, çalışsınlar gayret etsinler, bu
ülkenin insanı bizim insanımızdır, yirmi yıldır kronikleşen bu enflasyon
inmelidir, gelir dağılımındaki sıkıntılar giderilmelidir, yaparlarsa memnun
oluruz dedik; fakat, IMF'yle yapılan anlaşmanın temel meselelerde sıkıntılar
yarattığını gördük ve bunu, Genel Başkanımız ve Partinin sözcüleri, hükümeti
uyarı mahiyetinde, defalarca, çok açık seçik şekilde, çeşitli mahfellerde
söylediler. Yani, bu anlaşmanın sosyal boyutu yoktur; bu IMF anlaşmasıyla, siz,
çiftçiyi, esnafı, dargelirliyi ezersiniz, incitirsiniz, bu dar, bu sabit kur
politikasıyla, çok kısa süre içerisinde cari açıklar artar, ödemeler dengesinde
sıkıntı çıkar, bunun bedelini, daha fazla, daha ağır bir şekilde millete
ödetirsiniz diye, çeşitli yerlerde uyarı mahiyetinde söylenildi; fakat, çok
yıkıcı bir muhalefet yapılmadı. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Değerli milletvekilleri, buraya nasıl geldiğimizi anlatıyorum; yani,
milleti buraya getirmek için çok becerikli olmak lazım. Hakikaten, bu kadar
imkânla işe başlayan hükümetin, bu noktaya nasıl getirdiğini anlamakta güçlük
çekiyoruz. İlk altı aylık cicim ayından sonra, bakıyoruz, hükümet ayak sürümeye
başladı. Bu temel sıkıntıların dışında, benim gözlemim o ki, nedense, sanki bir
sihirli el bu işi sıkıntıya sokuyor hükümet içerisinde gibi geldi. Baktığımız
zaman, hükümet içerisinde, halen, birtakım meselelere inançlı görülmediğini
tespit ettim. Ne olabilir bunlar; mesela, özelleştirme. Hükümetin istikrar
programının bir ayağı da özelleştirme. Özelleştirmeden Hazine'ye 7,2 milyar
dolar para gidecek ve bu parayla da giderlerin bir kısmı karşılanacak; ama,
bugün, bakıyoruz 8,2 milyar dolar Hazine'ye girmiş, 5 küsur milyar dolar
girememiş. Neden diye baktığımız zaman, hükümet içerisine bakıyoruz ve eskiye
gittiğimiz zaman, 1983 yılında televizyonlardan izlediğimiz "köprüyü
sattırırım, sattırmam" iddialaşmasının, hükümet içerisinde de
"Telekomu sattırırız, sattırmam" zihniyetiyle bağdaştığını görüyoruz.
Yani, devletçi zihniyetle, piyasa ekonomisinin, liberal zihniyetin çatıştığını
maalesef görüyoruz ki, bu zihniyetin dünyada iflas ettiğini ve bu devletçi
zihniyetle, hiçbir ülkenin, kendi insanına yüksek hayat standardı sağlama imkanına
sahip olmadığını görüyoruz. Değerli milletvekilleri, 1984'ten bu tarafa, Telekomun satılması için
gayret ediliyor; ama, yine o günkü zihniyet, bu satışı da Anayasa Mahkemesinden
durdurarak, 40 milyar dolara gibi bir fiyata gidecekken -çünkü, Telekomun
değeri, daha, dünyada istenilen rakama gidecek noktada- ve Türkiye'nin
içborcunu karşılayacak bir rakama gidecekken, bugün 3,5 milyar dolara rıza
gösteriyoruz; fakat, maalesef, onda da ayak sürümek suretiyle, bunu satmayarak,
satamayarak, herhalde, artık, GSM'lerin çıkmasıyla, modası geçmiş bir
teknolojiyi... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bilgiç, toparlar mısınız lütfen. MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Devamla) - ...mahzene kaldırıp, bunu, gelinlik kız
gibi evde bırakacağız; öyle görülüyor arkadaşlar. Değerli milletvekilleri, ikinci şeye bakıyoruz, zenginleşen ülkeler
sermaye terakümü olan ülkeler, yabancı sermayeyi çeken Uzakdoğu zenginleşmiş,
yabancı sermaye çeken az gelişmiş ülkelerde kısa süre içerisinde atılım
yapılmış. Yabancı sermayenin nasıl bir ortam istediğini sizler çok iyi bilirsiniz.
Yabancı sermaye, mikro klima bir iklim ister; yeşereceği, göreceği, meyve
vereceği bir iklim ister; huzurlu bir ortam ister, yabancı sermaye hassastır.
Bakıyoruz, yabancı sermayenin bu hassasiyetine, bu hükümetimiz gerekli özeni
gösteriyor ve dünyanın küçüldüğü, internet döneminin her tarafta çok rahat
izlendiği dönemde, işadamlarının eli kolu bağlanmak suretiyle dünya ve dünya
piyasalarına gösteriliyor ve kısa süre içerisinde bu yabancı sermaye 7 milyar
dolarını alıp, ülkeden gidiyor arkadaşlar... BAŞKAN - Bilgiç toparlar mısınız lütfen. MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Devamla) - Ondan sonra da, hükümetimiz para
toplamak için... (DSP ve MHP sıralarından "süre bitti" sesleri) BAŞKAN - Sayın Bilgiç, bir dakika efendim. Niye itiraz ediyorsunuz, herkese biraz uzatma verdik, 1 dakikada
toparlayacak efendim. Buyurun. MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Devamla) - Beyler, sebebi bu; tabiî ki, ekonomiyi
de konuşacağız. Ondan sonra da, para toplamak için, ülke ülke geziyorsunuz; 4
milyar dolar, bu hafta sonunda para gelecek diye övünüyorsunuz. Değerli milletvekilleri, ülkede moral sıfırdır, ülkenin her kesiminde,
insanlar, açlıktan sersefildir. Ondan da önemlisi... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bilgiç, lütfen... MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Devamla) - Güven ortamını yaratacak şartları
yaratmak bundan sonra çok daha zordur; güven ortamını yaratacak şartlar
gitmiştir. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Bu hükümet, Yüce Meclisimizden
aldığı iradeyi, getirip, teslim etmelidir. Bu yüce Meclisten başka alternatifler
çıkacaktır... (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Evet, teşekkür ediyoruz efendim. MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Devamla) - Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım... AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Sorularımız var Sayın Başkan. BAŞKAN - Pardon efendim. Ne yapalım, gecenin 3.30'unda müsaade edin de, biz de yanlış yapalım yani!..
Sırayla bu, parayla değil! Sayın Yöndar, buyurun. NECATİ YÖNDAR (Bingöl) - Sayın Başkan, delaletinizle, aşağıdaki
sorularımın Sayın Adalet Bakanı tarafından cevaplanmasını arz ediyorum: Soru 1- 3/b maddesinin son cümlesindeki tutukluluk halinin devamına
başsavcılıklarca karar verilmesi Anayasanın 19 uncu maddesine aykırı değil
midir? Soru 2- Altıncı bentteki şartlı salıverilme hükümlerinden veya daha önce
bir aftan yararlananların bu madde hükümlerinden yararlanamayacağı hususu; bu
konuda sağlıklı adlî sicil kayıtları bulunmadığına göre, uygulama nasıl
yapılacak ve kanun karşısında eşitlik nasıl sağlanacaktır? Soru 3- Ertelenen davalardaki maddî ve manevî tazminat istemleri ne
olacaktır? Soru 4- Ödenmeyen para cezalarının hürriyeti bağlayıcı cezaya çevrilmesi
halinde, bu yasalardan yararlanmak mümkün olacak mıdır? Soru 5- Para cezaları bu yasa kapsamında görülmemektedir. Bu husustaki
görüşünüz nedir? Arz ederim. BAŞKAN- Sayın Paçacı, buyurun. MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Sayın Başkanım, aracılığınızla ve tarihe
not düşmek üzere (DSP ve MHP sıralarından alkışlar [!]) net ve kesin cevap
verilmesini rica ediyorum. BAŞKAN- Ne bu tezahürat! Hayırdır inşallah! Buyurun efendim. MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Milletin vicdanını rahatsız eden, Sayın
Cumhurbaşkanından sokaktaki sade vatandaşa kadar her kesimin tüm uyarılarına
rağmen, yasayı çıkarmak üzeresiniz. Sayın Bakan, Terörle Mücadele Kanunundaki
suçlar, devlete karşı işlenen suçlardır. Anayasaya göre, devlete karşı işlenen
suçlar affedilemediğine göre, Sayın Cumhurbaşkanının bu konudaki vetosu da
gözardı edilerek, siz, bu konuda işlenen suçları neden af kapsamına aldınız? Ayrıca, yasanın 1 inci maddesinde yer alan "ölüm cezaları
uygulanmaz" kuralı, suç ve cezayla ilgili olmaktan çok, infaza ait bir
hükümdür. Bugün İmralı'da hayatının en güzel ve rahat günlerini geçiren,
binlerce güvenlik görevlisinin şehit olmasına ve 30 000 vatandaşımızın ölümüne
sebep olan bölücübaşı Apo'nun bu hükümden yararlanacağını düşünüyor musunuz? Bu
konuda, DGM savcılarının, basına yansıyan demeçleri yer aldı. Acaba onlar mı
doğru düşünüyor, yoksa siz mi doğru düşünüyorsunuz? Saygılarımla. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Paçacı. Buyurun Sayın Zeki Ertugay. Sayın Ertugay, kısa ve öz olursa minnettar kalacağım. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Teşekkür ederim. Sayın Bakana sorumu arz ediyorum: Bu soracağım soruya Sayın Bakan
çeşitli vesilelerle muhatap olmuştur;
ama, bir kez daha, millet önünde
cevaplandırmasını arzu ettiğim için ifade ediyorum. BAŞKAN - Demin de Sayın Bakan milletin önünde konuştu. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Çıkarılan yasa, üçüncü defa bu Yüce Mecliste
görüşülen yasa, iki farklı açıdan meseleye bakan ve her ikisinin de veto
gerekçeleri son derece güçlü ve haklı olan, iki Sayın Cumhurbaşkanımız
tarafından veto edilmiştir ve bu veto gerekçeleri de Türk Milleti tarafından,
toplumun büyük kesimleri tarafından alkışlanmıştır; büyük hüsnükabul
görmüştür... BAŞKAN - Soru?.. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - ...ve son derece objektif gerekçelerdir bunlar.
Zaman zaman kamuoyuna yansıyan beyanatlarıyla Sayın Bakanın iyi bir hukukçu
olduğunu düşünüyorum. Zaman zaman özeleştiri yaparak bazı meseleleri
kabulleniyor, bu tip açıklamaları var. Bu hukukçuluğuna güvenerek ifade
ediyorum: BAŞKAN - Hocam, lütfen, soruyu sorar mısınız?!.. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Bu çıkarılan yasanın, toplum için yararlı
olduğuna ve kamunun yararına olan bir yasa olduğuna, topluma huzur getireceğine
gerçekten inanıyor mu? Hukuk ve halkın beklentileriyle çelişkili olmadığına
Sayın Bakan inanıyorlar mı? Bunu açıklamasını rica ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Bedük, buyurun. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın
Bakanımıza şu sorularımı sormak istiyorum: On yıllık indirim süresinin koşulsuz bir af niteliğinde olduğu muhakkak;
çünkü, hem on yıl iniyor, arkasından da şartlı salıverme hakkını da yine
kullanabiliyor. Sayın Bakanımız, bütün bunlara rağmen "bu yasa bir af kanunu
değildir, şartlı salıvermedir" diyor. Bu, hukukla bağdaşır mı? Birincisi
sorum bu. İkinci sorum: Affın doğuşunda bir çocuğun etkisi olduğunu biliyoruz. Bu
afta çocuklara ilişkin bir atıfetin olmayışı acaba bir unutkanlıktan mıdır;
yoksa esas maksat başka mıydı? Üçüncü sorum: İnfaz sistemi, şartla salıverme hali, suçlu gözetilerek
uygulanır, hukuk sistemi bunu gerektirir; bütün ülkelerde de bu böyledir. Oysa,
bu tasarıyla, suçlu değil, suç esas alınıyor. Bu, açık bir aykırılıktır,
eşitsizlik nedenidir; çünkü, infazda, şahıslar arasında herhangi bir farklılık,
eşitsizlik düşünmemeniz gerekir. Son sorum: Anayasamızın 87 nci maddesinde, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, şartla salıvermeyle ilgili af mahiyetinde bir kanun çıkarma hakkı yoktur; sadece af kanunu
çıkarabilir. Bütün bunlara rağmen, af niteliğinde olan, gerçekten de af olan,
teröristleri de içerisine koyabilecek kadar da düşünebildiğiniz... BAŞKAN - Efendim, soruyu sorsanız!.. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - ... bu Af Kanunuyla ilgili olarak,
özellikle şartlı salıverme yetkisi olmayan böyle bir kanunu getirmeyi, acaba,
hukuk anlayışıyla bağdaştırabiliyor musunuz? BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Buyurun Sayın Ilıcak. AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakana
aşağıdaki iki soruyu sormak istiyorum. Ağustos 1999'da af çıkarılırken, 169 uncu maddeyi, yani çeteye yardım,
yataklığı Pişmanlık Yasasına koymuştunuz, Af Yasasına koymamıştınız. O zaman,
gerekçe olarak, Anayasanın 14 üncü maddesini gösteriyordunuz. Bu defa
memnuniyetle gördük ki, 169 uncu madde şartla salıverme kapsamına alınabilmiş. Şimdi, bu defa, biz, tekrar 168/2 için ısrarlı davrandık; yani, çetenin
sair efradı, pankart asan veya afiş asan insanların da şartla salıvermeden
yararlandırılmasını istedik. Bu defa, yine, siz, Anayasanın 14 üncü maddesini
gerekçe olarak göstererek, 168/2'yi şartla salıverme kapsamına almıyorsunuz.
Acaba, tıpkı 169 uncu maddede olduğu gibi, yine yanılmış olamaz mısınız? Bununla bağlantılı olarak, Meclisi 5 artı 5 ile meşgul ettiniz epeyce
bir süre... BAŞKAN - Efendim suale gelir misiniz. AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Bununla meşgul olacağınıza, acaba,
Anayasanın 14 üncü madde değişikliğini niye gündeme getirmediniz ki, bu
engelleri aşalım diye ve Ağustos 1999'da çıkardığınız, işte, basın yoluyla
işlenen suçları erteleme kanununda, bariz bir eşitsizlik vardı. Siz ki, bütün
Anayasa Mahkemesi kararlarının hepsini aşağı yukarı biliyorsunuz ve tabiî, son
derece bilgili bir profesörsünüz; o zaman, acaba, bu eşitsizlik sizin
gözünüzden kaçmış mıydı? Yoksa sizde mi, o zaman, ikna odalarında ikna
edilmişsiniz?! Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Buyurun Sayın Bakan. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi, Sayın Necati Yöndar'ın sorularıyla başlıyorum. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 126 ncı maddesine göre "cumhuriyet
savcısı kamu davasını açmadığı veya sanığın tutukluluğunun devamına lüzum
görmediği takdirde, tutuklama müzekkeresi hükümsüz kalır. Bu hallerde
cumhuriyet savcısı sanığı hemen salıverir" hükmü yer almaktadır.
Dolayısıyla, 4610 sayılı Kanunda, cumhuriyet savcıları bakımından konulan hüküm
bu çerçevede düşünülmelidir. Burada, hâkimlerin kullanacağı bir yetkinin,
cumhuriyet savcısı tarafından kullanılması söz konusu değildir, Anayasaya
aykırı bir durum yoktur. Daha önce bir aftan yararlananlar veya şartla salıvermeden
yararlananların, yeni bir şartla salıvermeden yararlanamamaları hakkındaki
hüküm, suçların tekerrürünü önleme düşüncesine dayanmaktadır. Bu hükmün
işlerliği bakımından, elbette, adlî sicil kayıtlarından yararlanılabilir, adlî
sicil kayıtlarımız gayet düzenlidir. Ertelemeyle, özel hukuka ilişkin bir kurum olan maddî tazminat ya da
manevî tazminat arasında herhangi bir ilişki yoktur. Burada, ceza hukuku
bakımından getirilen hükümler söz konusudur. Özel hukuka ilişkin hükümler
çerçevesinde, maddî ve manevî tazminat talepleri, elbette, öne sürülebilir ve
bunlar da, mahkemelerce karara bağlanabilir. Bu konuda herhangi bir engel söz
konusu değildir. Burada, sadece, hürriyeti bağlayıcı cezalar bakımından bir uygulama
yapılmaktadır. Para cezaları, şartla salıverme konusu olamaz. Eğer, bir af
kanunu çıkarılsaydı, o zaman, para cezaları bakımından da hüküm
getirilebilirdi; ama, bu, bir şartla salıverilme uygulamasıdır, bir erteleme
uygulamasıdır. Erteleme çerçevesinde para cezası söz konusuysa, o da tabiî,
davanın ertelenmesiyle birlikte erteleme kapsamına girebilecektir; ama, temelde
bu kanun, hürriyeti bağlayıcı cezalar bakımından getirilmiş olan bir kanundur. Sayın Cihan Paçacı'nın sorusuna cevap veriyorum: Şimdi, Terörle Mücadele
Kanununda, hangi suçların terör suçu olduğu ve hangi suçların terör amacıyla
işlenmesi durumunda terör suçu sayılacağı gösterilmiştir. Şimdi, çıkarılmakta
olan kanunda da, Türk Ceza Kanununun 125 inci maddesinden başlayan 172 nci
maddesine kadar giden çeşitli maddeleri içeren hüküm, bu, Terörle Mücadele
Kanununda terör suçu olarak veya terör amacıyla işlendiği takdirde terör suçu
kabul edilen maddelerle ilgilidir. Bunların hemen hepsi burada yer almaktadır;
dolayısıyla, ikinci kez, bu kapsamda Terörle Mücadele Kanununun belirtilmesine
gerek görülmemiştir. Şimdi, burada, bir kez daha, daha önce bir arkadaşımızın yaptığı gibi,
yine, şehit annelerinin duyguları ucuz bir demagojiyle istismar edilmek
istenmektedir. TURHAN GÜVEN (İçel)- Şehit anaları da var Sayın Bakan!.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)- Öcalan, İmralı'da cezasını
çekmektedir. Cezasını çekmektedir... (DYP sıralarından sıra kapaklarına
vurmalar, alkışlar [!]) Orada beklemektedir... Siz, o duyguları istismar
ediyorsunuz. NEVZAT ERCAN (Sakarya)- Ayıp, ayıp!.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)- Bu Kanun konusunda sizlerin
söyleyeceği başka sözler olmasını beklerdim; söyleyebileceğiniz, sadece, bu ve
o da doğru değil; o da, gerçekdışı. (DYP sıralarından sıra kapaklarına
vurmalar, gürültüler; DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Yapmayın efendim... RAMAZAN GÜL (Isparta) - Halkın yüzde 95'i tasvip etmiyor bunu. BAŞKAN - Sayın Gül, lütfen... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Bölücübaşı hakkında
uygulanması söz konusu olan madde hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararını da
burada kürsüden okudum, Sayın Cihan Paçacı'nın bunu, dinlemiş olmasını temenni
ederdim. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar, DYP
sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler) BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ederim. MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Ölenler ne olacak? BAŞKAN - Soru-cevap kısmı bitmiştir efendim, teşekkür ederim. MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Sayın Başkan, Sayın Bakanın buradaki
konuşmasında... BAŞKAN - Efendim, duyulmuyor, afedersiniz... MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Benim burada ifade ettiğim, infazın
durdurulması... BAŞKAN - Efendim, burayı teşrif eder misiniz; meramınızı anlatır
mısınız? (DSP sıralarından gürültüler) AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, niye söz veriyorsunuz? BAŞKAN - Bir dakika efendim... yerinden söz istedi, anlayacağım ne
istediğini. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Soru sordu, cevabını verdiler. BAŞKAN - Söz vermiyorum Sayın Aydın; ne istediğini anlayayım. MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Sayın Başkan, benim burada söylemek
istediğimi, Sayın Bakan, herhalde anlayamamış... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Siz, söylemeyeceksiniz, soru
soracaksınız. MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Ben, infazı önleyen bir yasa olduğunu
ifade ettim... BAŞKAN - Efendim, siz, Sayın Bakanı dinlememişsiniz, Sayın Bakan,
kürsüden onu ifade ettiler.(DYP sıralarından gürültüler, DSP sıralarından
alkışlar) Tamam, efendim anlaşılmıştır... Lütfen... Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan sorularımız ne olacak? BAŞKAN - Sayın Bakan yazılı cevap verecek efendim ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Olur mu ama, Sayın Başkan!.. BAŞKAN - Hocam, soru-cevap 10 dakika dedik... İstirham ederim... Yazılı
cevap verecek. (DSP sıralarından alkışlar) Lütfen... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Niye bağırıyorsunuz efendim? BAŞKAN - Size bağırmadım efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Niye bağırıyorsunuz efendim? BAŞKAN - Bağırmadım. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Bizi azarlamaya hakkın yok. BAŞKAN - Ben, sizi azarlamıyorum. Sayın milletvekilleri, tasarının maddelerine geçilmesinde gizli oylama
yapılmasına ilişkin bir önerge ile açık oylama yapılmasına dair bir önerge
vardır. Tasarının maddelerine geçilmesine dair gizli oylama istemli önergeyi,
İçtüzüğümüzün 147 nci maddesinin "açık oylamanın İçtüzük uyarınca istem
üzerine yapıldığı hallerde, gizli oylama yapılmaz" hükmü karşısında işleme
almam, koymam mümkün değildir. Ayrıca, Dahili Nizamnamenin 138 inci maddesine göre, açık oylamanın
mümkün olduğu hallerde gizli oylama şekline başvurmak mümkün idi. 1973 yılında
yürürlüğe giren bugünkü İçtüzüğümüzün gizli oylama şekliyle ilgili maddesinin
gerekçesinde "açık oylamayı gizli oylamaya çevirme imkânı veren Dahili
Nizamnamedeki tatbikatın tekrar edilmesinin önlendiği" vurgulanmıştır. Bu
nedenle, gizli oylama yapılmasına dair önergeyi işleme koymayacağım. Tasarının maddelerine geçilmesinin açık oylama şeklinde yapılmasına dair
önergeyi işleme alıyorum efendim. Önergeyi okutup, önergede imzası bulunan
arkadaşların salonda olup olmadıklarını tespit edeceğim. Önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 567 sıra sayısıyla görüşülmekte olan kanunun maddelerine geçiş
oylamasının açık oylamayla yapılması talep olunur. Saygılarımızla. Ali Rıza Gönül?.. Burada. Nevzat Ercan?.. Burada. Nevfel Şahin?..Yok. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Tekabbül ediyorum. BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız tekabbül etti efendim. Ali Şevki Erek?.. Burada. Mehmet Gözlükaya?.. Burada. Kadir Bozkurt?.. Burada. Hakkı Töre?.. (DSP sıralarından "yok" sesleri) Yok. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Tekabbül ediyorum. BAŞKAN - Tekabbül ettiler efendim "yok" demeyin. Sayın İyimaya
tekabbül etti. Murat Akın?.. Burada. Mehmet Sadri Yıldırım?.. Burada. Ali Naci Tuncer?.. Burada. Mehmet Baysarı?.. Burada. Yahya Çevik?.. Burada. Kemal Çelik?.. Burada. Zeki Ertugay?.. Burada. Saffet Arıkan Bedük?.. Burada. Erdoğan Sezgin?.. Burada. Ramazan Gül?.. Burada. Sevgi Esen?.. Burada. (DSP sıralarından "yok, yok" sesleri) Tamam efendim var, ben görüyorum...
Rica ederim... TURHAN GÜVEN (İçel) - Var veya yok; oraya ne oluyor?! BAŞKAN - İstirham ederim Sayın Başkanım... Sabahattin Karakelle?.. Burada. Mehmet Ali Yavuz?.. Burada. Mehmet Salih Ensarioğlu?.. (DSP sıralarından "o da yok"
sesleri) TURHAN GÜVEN (İçel) - 50-60 kişi var; tekabbül ediyoruz. ÖMER BARUTÇU (Zonguldak) - Tekabbül ediyorum. BAŞKAN - Sayın Barutçu tekabbül etti efendim; yapmayın, istirham ederim. Mehmet Yalçınkaya?.. Burada. Mustafa Örs?.. Burada. Nurettin Atik?.. (DSP sıralarından "o da yok" sesleri) NECATİ YÖNDAR (Bitlis) - Tekabbül ediyorum. BAŞKAN - Tamam efendim. Hacı Filiz?.. Burada. Musa Konyar?.. Burada. Mehmet Fevzi Şıhanlıoğlu?.. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Tekabbül ediyorum. BAŞKAN - Tamam efendim. Açık oylamanın elektronik cihazla yapılmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Açık oylama için 2 dakika süre veriyorum. Oy verme işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, görüşülmekte olan 567 sıra sayılı
tasarının maddelerine geçilmesinin açık oylamasına 374 sayın milletvekili
katılmış, 286 kabul, 86 ret, 1 çekimser, 1 mükerrer oy kullanılmıştır; böylece,
tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir efendim. 1 inci maddeyi okutuyorum: 23 NİSAN 1999 TARİHİNE KADAR İŞLENEN
SUÇLARDAN DOLAYI ŞARTLA SALIVERİLMEYE, DAVA VE CEZALARIN
ERTELENMESİNE DAİR KANUN Kanun No. : 4610 Kabul Tarihi :8.12.2000 MADDE 1. - 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle; 1. Verilen ölüm cezaları yerine getirilmez. Bu durumda olanlar hakkında
tâbi oldukları kanunlardaki infaz hükümleri aynen uygulanır. 2. Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü olanların çekmeleri gereken
toplam cezalarından; şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilenler ile
aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya
dönüştürülenlerin toplam hükümlülük süresinden on yıl indirilir. İndirim,
verilen her bir ceza için ayrı ayrı değil, toplam ceza üzerinden bir defaya
mahsus yapılır. Ancak bir kişinin muhtelif suçlarından dolayı cezaları ayrı
ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile, bu cezalarının toplamı üzerinden yapılacak
indirim on yılı geçemez. Tâbi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam
cezalarından veya toplam hükümlülük sürelerinden on yıllık indirim yapıldıktan
sonra ceza süresi veya hükümlülük süresi dolmuş olanlar, iyi halli olup
olmadıklarına bakılmaksızın ve istemleri olmaksızın derhal; toplam cezaları on
yıldan fazla olanlar ise tâbi oldukları infaz hükümlerine göre fazla olan
cezalarını çektikten sonra şartla salıverilirler. 3. 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle tutuklu olan
sanıklardan; a) Hazırlık soruşturmasında, iddianameye esas olan suçun niteliğine, b) Son soruşturmada, iddianamede yazılı suça veya değişen suç niteliğine göre kanunda belirtilen cezanın asgarî haddi esas alınmak suretiyle,
tâbi oldukları infaz hükümlerine göre on yıllık indirim göz önüne alınarak, bu
Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren otuz gün içinde, kamu davası
açılmamışlar için savcılıklarca, kamu davası açılan tutuklu sanıklar için
mahkemelerce, dosyaları Yargıtayda veya Askerî Yargıtayda bulunanlar ilgili
dairesince veya başsavcılıklarınca bu Kanuna göre hesaplamalar yapılarak;
tutukluluk halinin devamı veya kaldırılması hakkında karar verilir. 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde ölüm,
müebbet ağır hapis ve üst sınırı on yılı aşan şahsî hürriyeti bağlayıcı ceza
öngörülen suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık
soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış olan sanıkların
yargılamaları yapılır. Yapılan yargılama sonunda mahkûmiyetine karar
verilenlere de hükmün kesinleşmesinden sonra bu maddedeki şartla salıverilme
hükümleri uygulanır. 4. 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde
öngörülen şahsî hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen
suçlardan dolayı haklarında henüz tabikata geçilmemiş veya hazırlık
soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma
aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm
kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir;
varsa tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilir. Bu suçlarla ilgili dosya
ve deliller, bu bentte öngörülen sürelerin sonuna kadar muhafaza edilir. Erteleme konusu suç, kabahat ise bir yıl, cürüm ise beş yıl içinde bu
kabahat veya cürüm ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı
cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, erteleme konusu suçtan dolayı da dava
açılır veya daha önce açılmış bulunan davaya devam edilerek hüküm verilir.
Öngörülen süreler, erteleme konusu kabahat veya cürüm ile aynı cins veya daha
ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin
geçirildiğinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davası açılmaz, açılmış
olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir. 5. Ancak; a) Türk Ceza Kanununun 125 ilâ 157, 161, 162, 168, 171, 172, 188, 191,
192, 202, 205, 208, 209, 211 ilâ 214, 216 ilâ 219, 240, 243, 264, 298, 301 ilâ
303, 305 inci maddelerinde, 312 nci maddenin ikinci fıkrasında, 313 üncü
maddesinde, 314 üncü maddesinin birinci fıkrasında, 339 ilâ 349, 366, 367, 383,
394, 403 ilâ 408, 414 ilâ 418 ve 503 ilâ 506 ncı maddelerinde, b) Askerî Ceza Kanununun 54 ilâ 62, 69, 76, 78, 79 ilâ 82, 85, 87 ilâ
102, 118, 121 ilâ 129, 131, 134, 135, 140, 148, 153, 159 ve 160 ıncı
maddelerinde, c) Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanunun 26 ilâ 30, 33, ve 36 ncı
maddelerinde, d) Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda, e) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun 12 nci
maddesinde, f) Orman Kanununun 91 ilâ 94, 104 ilâ 114 üncü maddelerinde, g) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 inci maddesinde, h) Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele
Kanununda, ı) Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine, 2313 Sayılı Uyuşturucu
Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunda, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda
ve 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 7 nci maddesinde, i) Bankalar Kanununda, j) Vergi, resim ve harçlara ilişkin kanunlarda yer alan suçları işleyenler hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz. 6. Daha önce şartla salıverilme hükümlerinden yararlandığı halde yeniden
suç işleyerek hüküm giyenler ile daha önce çıkarılmış bir aftan yararlananlar,
bu madde hükümlerinden yararlanamazlar. 7. Bu maddeden yararlanacaklar hakkında 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkında Kanunun ek 2 nci maddesindeki indirim hükümleri uygulanmaz. 8. Bu Kanunun yayımı tarihinden sonra, cezaevinin disiplinini bozucu
hareketlerinden dolayı disiplin cezası alanlar, Ceza İnfaz Kurumları ile
Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük hükümlerine göre
disiplin cezaları kaldırılmadığı sürece, bu madde hükümlerinden
yararlanamazlar. 9. Haklarında yakalama, tutuklama veya mahkûmiyet kararı bulunup da
firar halinde olanlar bu Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren bir ay içinde
resmî mercilere başvurup teslim olmadıkları takdirde bu madde hükümlerinden
yararlanamazlar. BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Trabzon
Milletvekili Sayın Şeref Malkoç; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 567 sıra sayılı tasarının 1 inci maddesi üzerinde Fazilet
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bu tasarının adına, ister dava veya cezaların
ertelenmesi diyelim ister şartla salıverilme diyelim; netice itibariyle,
vatandaşın zihninde, bu tasarının adı, af tasarısı veya af kanunudur. Af
konusu, çok çetin, çok zor bir konudur. Eğer, af çıkarmak düşünülüyorsa -şu
anda, toplumsal şartlar itibariyle çıkarma mecburiyeti durumuna gelmiştir
Meclis- İşte, af çıkaracak olanlar, çok titiz davranmak zorundalar. Anayasada
yazılı "adalet" ve "eşitlik" ilkesine uymak zorundalar.
Objektif olmak zorundalar. Kamu vicdanını rahatsız etmemek için elden gelen
çabayı göstermek zorundalar. Geniş bir uzlaşma, geniş bir mutabakat aramak
zorundalar. Eğer dikkatli davranılmazsa, uzlaşma için diyalog kurulmaz,
mutabakat aranmazsa, özellikle, toplumun geniş kesimlerine kulak verilmezse,
muhalefetin sözü dinlenmezse -affın kendisi zaten bir sıkıntıdır- bunlar
yapılmazsa, sıkıntı daha da büyür; âdeta, kaş yapayım derken göz çıkarılmış
olur. Değerli arkadaşlarım, bütün bunları şunun için söylüyorum: Hatırlanacağı
gibi, 1999 yılının ağustos ayında, yine, bu Mecliste, bu konular tartışıldı ve
konuşuldu. O dönemde, komisyonlarda günlerce konuşuldu ve Genel Kurulda
konuşuldu. Muhalefetteki arkadaşlarımız bu kürsüden afla ilgili tasarılar
üzerinde çok güzel görüşler serdettiler. Gönül arzu ederdi ki, o zaman
serdedilen bu görüşler ve özellikle de verilen önergeler dikkate alınsaydı;
keşke, 4453 sayılı Kanun, o zamanki Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
tarafından geri çevrilmemiş olsaydı; keşke, 1999'un ağustos ayında, muhalefet
partilerinin burada verdiği önergeler dikkate alınsaydı, 4454 sayılı Kanun
Anayasa Mahkemesinden dönmemiş olsaydı. Bugünkü mevcut iktidarın gücü 350 kişilik çoğunluğundan geliyor. 550
kişilik Mecliste 350 kişilik çoğunluk önemli bir güçtür; ama, aynı zamanda da,
bu, ciddî bir zaaftır. Eğer, iktidara mensup olan partiler, iktidara mensup
olan partilerin grup yöneticileri, sadece, parmak hesabına, oy sayısına
güvenerek, burada, muhalefet sözcülerinin söylediklerine veya verdiği
önergelere yeteri kadar kulak vermezlerse, netice itibariyle, iki yıl boyunca
tartışılan, cezaevlerinde huzursuzluğa yol açan ve mağdurların, iki yıl boyunca
affın her gündeme gelişinde vicdanlarını rahatsız eden, yaralarını belki de
yeniden depreştiren olaylar meydana gelir. Gönül arzu ederdi ki, Ağustos 1999'daki bu tartışmalardan, bu çalışmalardan sonra, gerek Anayasa
Mahkemesinden dönen, gerekse o zamanki Cumhurbaşkanı tarafından geri çevrilen
bu kanunlardan, iktidar partileri gerekli dersi çıkarmış olsunlar. Ancak,
gerekli ders çıkarılmadığı gibi, mevcut olan tasarı ilk sevk edildiğinde, yine
Anayasa Komisyonunda, yine Adalet Komisyonunda, muhalefete mensup arkadaşlar,
Anayasaya aykırılıkla, Anayasanın özellikle 2 nci maddesine, Anayasanın
özellikle 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırılıkla ilgili sözler sarf
ettikleri gibi, önergeler de verdiler; ancak, yine iktidar partileri, üzülerek
ifade ediyorum ki, komisyonlardaki
çoğunluğuna, Genel Kuruldaki çoğunluğuna güvenerek milletin sesine kulak
vermediler, muhalefetin önergelerini reddettiler. Aynı yanlışı sürdürmekte
ısrar edildi. Yani, iktidar şunu söylüyordu: "Arkadaş, bizim çoğunluğumuz
var; o açıdan, ne söylerseniz söyleyin, biz, bildiğimizi okuruz." Evet,
belki bildiğinizi okuyabilirsiniz; ancak, bu kanun, Cumhurbaşkanından dönerdi,
Cumhurbaşkanını aşmış olsaydı, mutlaka, Anayasa Mahkemesinden dönerdi. Biz şunu arzu ediyoruz: Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçen her
kanun, Cumhurbaşkanından da dönmesin, Anayasa Mahkemesinden de dönmesin; çünkü,
bu milletin en güçlü kurumu, milletin iradesinin tecelligâhı olan Türkiye Büyük
Millet Meclisidir. Hâkimiyetin kayıtsız-şartsız olarak tecelli ettiği mekân,
burasıdır. O açıdan, bu Meclisin yapmış olduğu çalışmaların, bu Meclisin yapmış
olduğu kanunların hiçbiri, ne Cumhurbaşkanı tarafından veto edilsin ne de
Anayasa Mahkemesinden dönsün. Bizim gönlümüz bunu arzu ediyor. Ancak, biz bunu
arzu ederken, iktidara da önemli vazifeler düşüyor. En haklı önergeleri bile
geri çeviriyorlar; hükümetin sevk ettiği tasarıların noktasına ve virgülüne
dokunmadan, bu Meclisten geçirmeye çalışıyorlar. Değerli arkadaşlarım, hatırlarsınız, bundan yirmi gün önce, burada,
Meclis İçtüzüğüyle ilgili bir değişiklik tartışıldı ve Fazilet Partisine mensup
olan arkadaşlar şöyle bir önerge verdiler: "Meclisin her açılışında,
yasama yılının başında İstiklal Marşı okunuyor, bunu, İçtüzüğe koyalım"
dediler ve burada tartışıldı; çok ilginçtir, bu kadar haklı bir önerge, iktidar
partilerine mensup olan arkadaşlar tarafından reddedildi. Sayın Cumhurbaşkanının, bu kanunu geri çevirme gerekçesi okunduğunda,
çok açık olarak şu görünüyor: Âdeta, muhalefet partilerine mensup arkadaşların,
özellikle Fazilet Partisine mensup arkadaşların bu kürsüden söylediklerini,
Sayın Cumhurbaşkanı, geri çevirme gerekçesi olarak yazmış. Burada, aklın
yolunun da bir, hukukun yolunun da bir olduğu açıkça görülmektedir. İktidara
düşen görev, aklın yolunun bir olduğunu, hukukun yolunun bir olduğunu görmesi
ve kabul etmesidir. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Aynı gerekçeler mi yazılmış?.. ŞEREF MALKOÇ (Devamla) - Evet, Sayın Grup Başkanvekilim, bizim, burada
geçen sefer söylediğimiz sözlerle Sayın Cumhurbaşkanının geri çevirme
gerekçelerini karşılaştırırsanız, aynısı olduğunu çok açık ve net olarak görmek
mümkün. Değerli arkadaşlarım, bu tasarının 1 inci maddesinde çok açık
haksızlıklar var. Affın kendisi zaten bir adaletsizliktir. Ne kadar tamir
etmeye çalışırsanız çalışın, bunu düzeltmek zordur; ancak, keşke, şu olsaydı: 1
inci madde ile 2 nci madde, ayrı ayrı tasarılar şeklinde gelseydi; çünkü, 1999
yılının ağustos ayında olan da buydu; fakat, nedense -sebebini biz, açıkça,
anlayamadık- İktidar partileri tarafından, daha doğrusu, hükümet tarafından, 1
inci madde, çok geniş olarak -ben, burada, kâtip arkadaşım okurken zaman
tuttum, tam 9,5 dakika sürdü- torba bir madde olarak düzenlenmiş. Anayasa
Mahkemesinin bozma kararından haklı olarak konulması gereken 2 nci madde de
getirilmiş, bu torbaya bitiştirilmiş. Türkiye'de, fikir ve ifade hürriyetinin önündeki engellerin kaldırılması
gerekir; ancak, bu tasarıyla birlikte, sadece, fikrini ifade eden, düşüncesini
söyleyen insanlara verilen cezalar ertelenmektedir; sadece, bunlarla ilgili
açılan davalar ertelenmektedir. Biz, şunu arzu ediyoruz: Türkiye, fikir ve
düşünce hürriyeti açısından, uluslararası hukuk standartlarına, inşallah, bir
an önce kavuşur. Bu, hepimizin temennisi. Türkiye'nin içerisinde bulunduğu zor
durumdan kurtulmak için aranan çözüm yollarının başında bu geliyor. Tasarının 2 nci maddesiyle ilgili, şunu da ifade etmek istiyorum:
Değerli arkadaşlarım, bu tasarının 2 nci maddesi, Anayasa Mahkemesinin bozma
kararıyla birlikte, mecburen buraya konuldu. Dolayısıyla, bu 2 nci maddenin
yürürlük tarihinin, asıl kanun olan 4454 sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 3
Eylül 1999 olması gerekir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Malkoç, toparlar mısınız lütfen efendim. ŞEREF MALKOÇ (Devamla) - Anayasanın adalet ve eşitlik ilkesi, hak ve
nesafet kuralları, bunun gereğidir. Ben, umut ediyorum ki, 21 inci Dönemde bu
Yüce Kurumda görev alan arkadaşlar, düşünce ve ifade hürriyetinin önündeki
engelleri kaldırmak için çalışacaktır; yasal engellerin tümünü kaldırırken,
başta 312 nci maddenin değiştirilmesi için çaba sarf edilecektir. Yine, bu
meyanda, Siyasî Partiler Kanununun 11 inci maddesinin beşinci bendi, yine,
Milletvekili Seçimi Kanununun 11 inci maddesinin (f) fıkrasının üçüncü bendi,
Anayasaya açıkça aykırı olduğu için kaldırılacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle, şahsım ve Grubum adına, tekrar hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İçel
Milletvekili Sayın Turhan Güven'de. Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinizi sevgi ve saygıyla
selamlıyorum. Aslında, şu anda, tabiî, Meclisin büyük çoğunluğu ya istirahat halinde
yahut da dışarıda, sadece oylama sonucunu bekleyecek, gelecek. Ben, o nedenle,
şu anda televizyonları başında bizleri izleyen milyonlarca vatandaşa seslenmek
istiyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Bu Af Yasası kimin? Bu Af Yasası sizin mi? Sizin mi?.. NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Hepimizin... TURHAN GÜVEN (Devamla) - Peki, bundan evvelki Af Yasası kimindi? ZEKİ EKER (Muş) - O da bizim... TURHAN GÜVEN (Devamla) - Peki, hangisi doğru? ZEKİ EKER (Muş) - İkisi de doğru... TURHAN GÜVEN (Devamla) - O zaman, niye ikisini birlikte getirmediniz,
birinden vazgeçtiniz de birini getirdiniz. Demek ki, birinci yanlıştı. Yanlış
olduğu, zaten, Cumhurbaşkanından geri dönmesiyle belli oldu. İkincisi derseniz,
o sizin değil. O, üç başkanın oturup kararlaştırdığı bir metindir. Siz, burada,
sadece oylarınızla, parmağınızla ona evet diyorsunuz. O, sizin değil. Neden;
çünkü, sahiplenen insan yok! Var mı birisi içinizde, çıkıp da bu Af Yasası
benimdir diyen var mı?! (DYP sıralarından alkışlar) Yok!.. Yok!.. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Var... Var... TURHAN GÜVEN (Devamla) - Hiç kimse üstüne almadı. Birinci Af Yasasında
olduğu gibi, nesebi belli olmayan bir insan gibi, şu anda komisyonun raflarında
bekliyor o, boynu bükük bekliyor. Bakın, değerli arkadaşlarım, birincisi af yasası. Peki, bunun adına niye
af yasası diyemiyorsunuz da, çok değişik yönlerden bir şeyler söylemeye
çalışıyorsunuz? NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Üstünde öyle yazıyor. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Şartlı tahliye, erteleme falan filan...
Neden?.. Onun sebebini ben size söyleyeyim de işin gerçeğini anlayın. Verilmiş
olan bir sözün yerine getirilmesidir bu. Bu, bir teröristin asılmasının
engellenmesi için, paket teslimi halinde Türkiye'ye verildikten sonra onun ölüm
cezasının infazının ertelenmesidir. (DYP sıralarından alkışlar) 1 inci madde
budur. Bunu bilin, bilin... Bakın,
infaz hükümleri diyorsunuz; af
demiyorsunuz 1 inci maddede, af
demiyorsunuz. 125 inci madde affa girmez; doğru, affa girmez; ama, siz, afla
infazı ayırt etmiyor musunuz? Edin, edin; infaz başka şeydir, af başka şeydir.
3713'te de aynı işlem yapılmıştır. Rahmetli Özal, o zekâsıyla, onu öyle getirmiştir.
Ölüm cezalarının infazını ertelemiştir. Herkes yararlanmıştır. Bu da böyle
olacaktır. Kaldı ki, bir an için böyle olmadığını düşünün; bir dava devam
ederken, mahkeme... NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Öyle olmasını mı istiyorsunuz? TURHAN GÜVEN (Devamla) - Hayır,
siz öyle olmasını istiyorsunuz. Sizi şunun için uyarıyorum, neye oy verdiğinizi bilin diye
uyarıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Sayın Bakanı dinlemediniz mi?.. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Çünkü, bunun vebali altında kalacak olan biz
değiliz, sizlersiniz. Yarın... NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Sayın Bakan açıklamada bulundu. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Sayın Bakanı, ben severim, takdir ederim; ama,
bakınız, tıpta olduğu gibi, her iş uzmanlık ister. NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Uzman o... Anayasa profesörü, Turhan Bey!.. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Bu kadar acayip, garaip bir kanunu Sayın
Bakanın getirdiğine de inanmıyorum ben. Sırf bozulsun diye mi hazırlandı bu
kanun acaba? Evet, bozulsun diye hazırlandı; yani, Anayasa Mahkemesine gittiği
zaman, her maddesi, her fıkrası bozulsun diye hazırlandı. Hiçbir hukukçunun
elinden çıkmışa benzemeyen bir tasarıdır bu. Hukukçu böyle tasarı hazırlamaz
değerli arkadaşlarım. Biz de az çok orada bulunduk; yıllarca, ben, genel
müdürlük yaptım o Bakanlıkta; hiç böyle bir kanun hazırlamadık ben Kanunlar
Genel Müdürlüğünde çalışırken. Bunu, iyi bilin, iyi bilin; bu, sureti
mahsusada, Apo'yu kurtarma yasasıdır; onun ötesindeki, ahmet, mehmet, hiç önem
arz etmiyor. (DYP sıralarından alkışlar) Ahmet içeride kalmış, mehmet dışarı
çıkmış... Rahmetli Faruk Erim'i şu anda saygıyla yâd ediyorum; çünkü, bize ceza
dersinde öyle derdi, ahmet ile mehmet'i örnek verirdi. Şimdi, ben de size
oradan bir örnek vereyim. Ahmet ile mehmet adam öldürüyor; ahmet kaçıyor,
mehmet yakalanıyor. Mehmet cezasını çekiyor, meşruten tahliyeden çıkıyor. Ahmet
duyuyor bu çıkaracağınız yasayı, geliyor, teslim oluyor. Mehmet hiçbir şeyden
yararlanmadan çıkıyor. Ahmet de, sizin getirdiğiniz bu kanundan yararlanıyor.
Siz, kaçağa prim veriyorsunuz! (DYP sıralarından alkışlar) Bunu bilin canım,
ceza hukukunu bilin. Uzmanlık ister. Herkes kendi sahasında çalışmayı bilsin,
uzmanlığını bilsin. NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Sayın Bakana güveniyoruz. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, sizler... NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Ondan ders aldın... Ondan uzmanı var mı?!. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Olsa olsa, o, benim talebem olurdu canım, benim
yaşıma da saygı duyun. Bilmediğiniz konuya da girmeyin, mahcup olursunuz;
girmeyin... NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Hocamıza güveniyoruz. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Neye parmak kaldırdığınızı bilin diye anlatmaya
çalışıyorum. Siz, Anayasayı Cumhurbaşkanından daha iyi mi biliyorsunuz?! (DYP
sıralarından alkışlar) NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Hocamıza güveniyoruz. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Anayasaya göre, Cumhurbaşkanı bozdu. Siz,
Anayasayı, Cumhurbaşkanından, Anayasa Mahkemesi Üyesi ve Başkanı olduğu
zamandan daha mı iyi biliyorsunuz?! Hangi maddesini biliyorsunuz siz
Anayasanın?! (DYP sıralarından alkışlar) NAİL ÇELEBİ (Trabzon) - Hocamıza güveniyoruz. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Siz, kanunları daha mı iyi biliyorsunuz?! Sabahki konuşmamda dedim ki, aceleniz niye, telaşınız niye?.. Bakın,
değerli arkadaşlarım, bu kanun başlangıçta maluldür. Söyleyeyim, bakın.
İçtüzüğü açın, çok açık hükümleri var İçtüzüğün. 36 ncı maddesini açın, ne
diyor; Başkanlık bir kanun tasarısın sevk ettikten kaç saat sonra komisyon
görüşmeye başlar; kırksekiz saat sonra. HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Bağırma... Bağırma... Gecenin bu saatinde
bağırılmaz. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Sesim gür de, ondan canım... Yani, alınma. O
zaman, biraz arkada oturursun. Bakın, sevkinden itibaren... AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sevkinden değil... TURHAN GÜVEN (Devamla) - Sevkinden itibaren... Açar, okurum;
öğreneceğiniz daha çok şey var. Ben, az çok, bu İçtüzüğü hazırlayanlardan
biriyim. Onun için, müsaade ederseniz, bizim de bilgimize biraz itibar
gösterin. Okuyalım o zaman... Okuyalım da, komisyonun, o yıldırım hızıyla
geçirdiği şeyi, bir kere daha görün, anlayın. Değerli arkadaşlarım "komisyonlara havale edilen işlerin
görüşülmesine, havale tarihinden başlayarak 48 saat sonra başlanır"
deniliyor. Adalet Komisyonu ne zaman başladı, 48 saat sonra mı başladı; hayır,
48 saat sonra başlamadı, bir gün sonra görüştü bunu. Olur mu; olmaz, İçtüzüğü
ihlal ettiniz. Sayın Başkan, bu kürsü de zaten çok berbat, onu söyleyeyim yani. Yani,
ben, Başkana dönmek için, mikrofondan bir metre uzaklaşıyorum, Sayın Başbakana
veya hükümete bir şey diyeceğim, mikrofondan iki metre uzaklaşıyorum. Değerli
arkadaşlar, bunun için beş defa yazı yazdım. (DYP sıralarından alkışlar) Üç
Meclis Başkanı değişti "bir şey yapamayız" diye daha dün bir cevap
geldi. Yapın efendim, şu kürsünün mehabetini de kurtarın, kürsünün yerini de
kurtarın; şuraya çıkarın canım, rahat rahat konuşalım. Olaylara el tutan,
olaylara cevaz veren bir yapıdır bu. Onu geçiyorum. Ha, demek ki, İçtüzük bu kadar açıkken, siz, İçtüzüğü ihlalle başladınız
bu işe. Sabredin canım, 48 saat geçsin, ondan sonra görüşün, ne olur?! Yani,
yarın görüşseydik ne kaybederdiniz?! Bu, acaba, bir an evvel tatile gitme arzunuzdan mı kaynaklanıyor? Değerli arkadaşlarım, bakınız, Cumhurbaşkanını siz seçtiniz, biz de
seçtik; oy verdik, gönülden oy verdik. Siz, iyi hukukçu olduğu için oy
verdiniz, Cumhurbaşkanının hukukî değerlerine önem vermiyorsunuz. Eğer önem
verseniz, bu kanunu virgülüne kadar bir daha getirmezsiniz; siz önem
vermiyorsunuz. Siz, Cumhurbaşkanının geri çevirdiği, hem de madde madde geri
çevirdiği bir kanunu tekrar getirerek, Anayasanın arkasına saklanıyorsunuz;
mecbur kalacak... Peki, ne olacak?.. Ha, demek ki, siz, onun genişlemesini istiyorsunuz.
Şu hazırlık, bu af kanununun bir genel af niteliğine dönmesi demektir. Yarın,
her mahkeme, bakın, bunu, anayasaya aykırılıktan Anayasa Mahkemesine götürecek,
her madde iptal görecek ve sonunda, cezaevlerinde -ki, arzunuzun o olduğu
anlaşılıyor- bir kişi kalmayacak; çünkü, zaten, gerekçede "cezaevlerinde
çok adam var, bunu boşaltmak istiyoruz" deniliyor. Böyle gerekçe olur mu?!
Cumhurbaşkanı ne diyor; bu kadar sudan gerekçeyle, bunu bana göndermeyin diyor.
Hayır mı diyeceksiniz; açın da, Cumhurbaşkanının gönderdiği yazıyı okuyun
canım! Ben demiyorum bunu, Sayın Cumhurbaşkanı söylüyor. O nedenle, değerli arkadaşlarım, bakınız, kanunda çok şey var, kanunda
hiçbir şey yok. Kanun düzenleme olayı bir uzmanlık işi idi; ama, görüyorum ki,
bir süreden beri gelen kanunlar, yanlış veya kasıtla hazırlanarak geliyor. Şimdi örnekler vereyim mi ben size? Örnek mi istiyorsunuz; bakın,
yaptığınız işlere bir bakın da, neye oy verdiğinize bir kere daha dikkat
edin... (DSP sıralarından "Biz biliyoruz" sesleri) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) TURHAN GÜVEN (Devamla) - Bilmiyorsun... Bilsen, bana böyle cevap
vermezdin; bilsen, bunları söylemezdin. Dinle... Dinlemeyi bilmek de birinci bir meziyettir. BAŞKAN - Sayın Güven, toparlar mısınız. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım. Şimdi, bakın, görevi kötüye kullanma; 228, 229, hatta 241 inci maddeler
affın içerisinde. Tamam mı?.. Bunlar, görevi nitelikli olarak kötüye
kullanmaktır değerli arkadaşlarım. Bir, görevi düz kötüye kullanma vardır; bir
de, nitelikli olarak görevi... Bunlar afta; ama, öbürü afta değil. Niye
diyeceksin; doğru, ona rufailer karışır da, onun için. Ya?.. Demek ki, getiren
bir şey var. Bir şey daha var. Siyasetçinin kendisini affetmesi mümkün değildir
arkadaşlar; siyasetçiyi millet affeder, sizi affetmeyecektir. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, yine aynı yöntemi uygulayacağız. 20 arkadaşımız, aynı
saatte söz istemişlerdir. Birinci kurayı çekiyorum. Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım. Sakarya Milletvekili Sayın Nevzat Ercan. Buyurun Sayın Yıldırım. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, söz hakkımı Bekir
Aksoy'a devrediyorum. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Ben de, söz hakkımı Kemal Çelik'e veriyorum
efendim. BAŞKAN - Peki efendim. Buyurun Sayın Aksoy. (DYP sıralarından alkışlar) BEKİR AKSOY (Çorum) - Sayın Başkan, muhterem milletvekili arkadaşlarım;
şahsım ve Doğru Yol Partisi adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Muhterem arkadaşlarım, cumhuriyet hükümetlerinin vazifesi, şahsî
inisiyatifleri öne çıkarmak değil, hukuku öne çıkarmaktır. (DYP sıralarından
alkışlar) Bu dayatma kanunla hukuk, kamu vicdanı bir köşeye bırakılmış, Sayın
Başbakanın şahsî inisiyatifi öne çıkarılmıştır. Şahsî inisiyatiflerin öne
çıkarılması, rejim için tehlikelidir. Cumhuriyet hükümetlerinin vazifesi,
devletle, milletle ve Meclisle inatlaşmak değil, uzlaşmaktır. (DYP sıralarından
alkışlar) Bu kanunla, hükümet, devletle inatlaşmıştır; çünkü, iki Sayın
Cumhurbaşkanı bu kanunu veto etmiştir. Bu vetoya rağmen, Meclisin önüne
getirilmiştir. Bu kanunla, hükümet, milletle inatlaşmıştır; çünkü, milletin
yüzde 80'i bu kanunun çıkmasını istemiyor ve nihayet, hükümet, bu kanunla,
Meclisle inatlaşmıştır. Tek tek gizli oylama yapıldığında, bu Meclisin
reddedeceğine eminim; fakat, parti disiplini nedeniyle, iktidardaki
arkadaşlarımız, mecburen oy veriyorlar; bunun için inatlaşmıştır. Meclis,
millet ve devletle inatlaşma, rejimi tehlikeye sokar. Bütün bu inatlaşmalara rağmen, bu hükümet, gerek iktisadî alanda gerek
siyasî alanda gerek idarî alanda bir oyun kurup, milletin önüne bir hedef de
koyamamıştır. En sıkıntılı olduğumuz alan, iktisadî alan. İktisadî alanda kendi
ürettiği bir program yoktur; IMF'ye havale etmiştir; IMF, bir program
hazırlamış, önüne koymuştur, hükümete de bekçilik vermiştir. Hükümet, bu
bekçiliğin onikinci ayında, uyumuştur nöbette; bir hafta içerisinde her şey
allak bullak olmuştur; faizler yüzde 1 900'e çıkmıştır. Siyasî alanda bir şey üretmemiştir; Avrupa Birliği, siyasî kriterlerle
önüne koymuştur. Nihayet, idarî alanda ülke bir kaos içerisindedir; işçi yürüyor, memur
yürüyor, sağlık personeli yürüyor, işi yavaşlatıyor; Sayın Sağlık Bakanı,
personele diyor ki "lütfen, bu işi vardiyalı yapın." Arkadaşlar,
nihayet, polis yürüyor. Polisin yürüdüğü bir ülkede, tuz kokmuştur, tuz!..
Hükümet, tuzu kokutmuştur.(DYP sıralarından alkışlar) Muhterem arkadaşlarım, polis yürüyor, düğmeye basanı arıyorlar, düğmeyi
arıyorlar; niye yürüyor, bunun gerçeklerini araştırma lüzumunu hissetmiyorlar.
Onsekiz aydır o düğmenin üzerinde siz oturuyorsunuz. O düğmeye basan da sizin
beceriksizliğinizdir, hükümetin beceriksizliğidir. (DYP sıralarından alkışlar) Muhterem arkadaşlarım, polis yürüyor, polisin yürüyüşünü İçişleri
kökenli, emniyet kökenli milletvekillerinin tahrikinde arıyorlar. Şapkanızı
önünüze bir koyun da, polis ne durumda, niye yürüyor, ona bir bakın; polis aç,
250 milyon lira maaş alıyor, ev tutamıyor, ev tutamıyor... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Konumuz bu değil. Konumuz başka sayın
konuşmacı. BEKİR AKSOY (Devamla) - Konumuz bu kardeşim. 250 milyon lira maaş alan polis;
bunun yanında, her demokrat geçinmek isteyen, polisin üzerine gidiyor, polisi tukaka ilan ediyor. Af Kanunuyla
polis saf dışı bırakılıyor. Teröristlerle pazarlık yapılıyor, polis tukaka ilan
ediliyor. Bunlar birike birike, birike birike, birtakım hadiseler ortaya
çıkıyor. Şimdi, polisin içerisindeki
yönetim zafiyetini de dikkate almıyorlar.
Eğer, İstanbul'da 4 000-5 000 polis yürüyecekse, bunun istihbaratını bir
gün önceden alamayan bir yönetim, suçu, emniyet kökenli milletvekillerinde falan aramasın, kendi
aczinde arasın, aczinde. (DYP
sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, bu kanun önümüze geldi. Bu kanunu, ne biz ne
millet, kimse içine sindiremiyor, içine sindiremiyor... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Aksoy, toparlar mısınız lütfen efendim. BEKİR AKSOY (Devamla) - Bu kanun çıktığı zaman, herkesin pişman
olacağına inanıyorum. Gelin, Meclis olarak, gerçekten, millî irademizi ortaya
koyalım, bu akşam bu kanunu burada gömelim ve millet de rahat etsin, devlet de
rahat etsin, Meclis de rahat etsin. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aksoy. İkinci söz, Antalya Milletvekili Sayın Kemal Çelik'te. Buyurun Sayın Çelik. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Çelik, süreniz 5 dakika efendim. KEMAL ÇELİK (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Ben, iki aftan beri izliyorum, bu affın gerekçesini bulamadım. Ülkemizde
de bu affın gerçekten haklı bir gerekçesini bulanı görmedim, bulabileceğini de
zannetmiyorum. Evet, bu affın mucidi var. Bu affın mucidi, geçmiş tecrübelerinden de
biliyoruz ki, Sayın Ecevitlerdir; ama, bu affın sahibi sadece Ecevitler
değildir. Bu affın sahipleri vardır; bu affın sahipleri de, maalesef, başta
Sayın Başbakan olmak üzere, Sayın Yılmaz, Sayın Bahçeli; ama, kaderin bir
cilvesi olarak da, üzülerek söylüyorum, Sayın Recai Kutan'dır. Değerli arkadaşlarım, affın sonuçları olur; yani, bu aftan bir beklenen
olur. Affın sonucu şudur: Aftan, bir toplumsal uzlaşma çıkar. Bu toplumsal
uzlaşma, maalesef, çıkmayacaktır, çıkmayacağı da şimdiden anlaşılmıştır; daha,
bu af çıkmadan, bu aftan toplumsal uzlaşma çıkmayacağı anlaşılmıştır.
Arkadaşlarımız ifade ettiler; bunun sonuçlarını, burada bulunan arkadaşlarımız
gayet iyi biliyor. Demokratik ülkelerde af zaman zaman olur; ama, tam demokrasiye geçiş
için olur, adalet reformu için olur, yapısal reformlar için olur. Bunlar için
af daima çıkabilir ve bunun sonucunda da bir toplumsal uzlaşma vardır,
demokratikleşme vardır, tam demokrasinin kurulması vardır; ama, geçmiş
tecrübemizden görüyoruz ki, bu af, toplumsal uzlaşmaya neden olmayacaktır. Buradaki arkadaşlarımız gayet iyi biliyorlar. 1974 affı, yapısal
reformlarla birlikte, adalet reformuyla birlikte gerçekleşmediği için,
toplumsal barışı sağlamamış, toplumsal barışı bozmuştur. Burada oturan
arkadaşlarımız da, bu toplumsal barışın bozulmasından çok büyük sıkıntı
çekmişlerdir. Bunu kimlere söylediğimi, herkes, gayet iyi biliyor. Ama, bakınız ki, kaderin bir cilvesi, tarihe bir not düşüyoruz hep; ama,
tarih hep tekerrür ediyor. Şu bir gerçek ki, biraz önce DSP'nin temsilcisi
Sayın Halıcı güzel bir konuşma yaptı; konuşmalarının bazı yerleri çok güzeldi.
Bilgi toplumundan bahsetti, bilgi teknolojisinden bahsetti, yeni yönetimden
bahsetti; ama, bilgi toplumunda tarih tekerrür etmiyor artık. Ne yazık ki,
bugün tarih tekerrür ediyor, bugün 1974 affı gibi tarih tekerrür ediyor. Sebebi
de şudur: Maalesef, geleceğe dünün gözüyle bakanlar, tarihî tekerrür
ettirirler. İşin doğrusu ve aslı budur. (DYP sıralarından alkışlar) Bugün,
geleceğe, dünün gözüyle bakılmıştır. Dünün gözüyle demeyelim, dünün gözlüğüyle
bakılmıştır. Onun için, hiç şüpheniz olmasın ki, şu affedilir mi, bu affedilir
mi, bunu hiç düşünmeyin, tarih tekerrür edecek; 1974 ile 1980 arasında ne
olduysa, benzer şeyler olmasından korkuyorum. Bizim tereddüdümüz budur, Doğru
Yol Partisi olarak bizim üzerinde hassasiyetle durmamızın nedeni budur. Buradan beklenen şuydu; bu Meclisten, 352 sandalyesi olan bu Meclisten
beklenen şuydu: Yapısal reformları yapalım, şu çek-senet tahsilatını bir
bitirelim, Sayın Bakan çek-senet tahsilatıyla ilgili bir düzenleme yapsın,
Meclisin önüne getirsin, mafyanın kaynağı kurutulsun; ama, Sayın Bakan bunlarla
meşgul değil. Sayın Başbakan yeni ekonominin temellerini atsın, yeni ekonomi
için iş dünyasına ufuk versin, yeni ekonomi için bilgi teknolojisine geçsin,
Avrupa ülkeleri gibi internetli eğitim projesi getirsin, anayasa değişiklikleri
yapsın; ama, bu çoğunluk bu şekilde heba ediliyor, iki defa inatlaşarak af
getiriliyor. Sonuçta da toplumsal uzlaşma hiçbir şekilde sağlanmayacaktır. Bunu
bilmenizi özellikle istiyorum. Buradaki arkadaşların vicdanına sesleniyorum. Bu
af, toplumsal barışı bozacaktır. Bu nedenle, lütfen elinizi vicdanınıza
koyun... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Çelik toparlar mısınız lütfen. KEMAL ÇELİK (Devamla) - ...bir kez daha düşünün. İktidardaki bazı arkadaşlar, bana "telefonlarımız susmuyor",
daha çıkmadan iki gün önceden "telefonlarımız susmuyor" dediler.
Bundan sonra telefonları değiştirmek zorunda kalacağınızı bir kez daha
hatırlatıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Çelik. Efendim, madde üzerinde konuşmalar bitmiştir. Şimdi sorulara geçiyoruz. Sayın Mustafa Örs, buyurun efendim. MUSTAFA ÖRS (Burdur)- Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanıma
aşağıdaki sorularımı yöneltiyorum. Bilindiği gibi, 1974 affında mahkûmların, daha doğrusu, salıverilen
mahkûmların yüzde 25'i, yani, yaklaşık 20 000 kişi -ki, çok büyük bir rakam-
potansiyel suçlu olarak çıktıktan sonra, yine suç işleyerek geri girdiler. Şu
anda bırakmak istedikleri mahkûmlar o güne göre çok daha eğitimli, çok daha
güçlü ve çok daha tecrübeli olduklarına göre -bunların, daha önceki
görüşmelerde sorduğum soruda içeride eğitilmediklerini, dışarıda da böyle bir
sistem olmadığına göre- bunlarla ilgili emniyeti nasıl sağlayacak ve
vatandaşları, bizleri nasıl koruyacaksınız? Birinci sorum bu. İkincisi: Bundan önceki görüşmelerde sorduğum soruya karşılık, bu
kişilere hükümlü kadrosuyla iş vereceklerini söylemişlerdi. Peki, bu kadar
mazlum kişi varken, bu kadar dürüst ve masum insanlar varken, işsizken ve
ayrıca, bu suçlu kişilerin öldürdüğü veya suç işlediği, mağdur ettiği kişiler
açken, onlara iş vermezken, hem suçluyu affedip hem onlara iş vermek hangi
vicdanî kanaate sığacaktır? Suçlu olan bu kişilerin mağdur ettiği kişilerin
hakkını nasıl ödeyeceksiniz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN- Teşekkür ederim efendim. Sayın Bedük, buyurun. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara)- Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın
Bakanıma şu sorularımı arz ediyorum: Bu af kanunundaki ısrar neden? Anayasanın 14 üncü maddesinde, af kanunu
var -biraz evvel sormuştum- şartlı salıverilme yok. Acaba, af kanunuyla, 87 nci
maddedeki, devlet aleyhine işlenen cürümlerle ilgili af kanunu çıkarılamayacağı
hükmünden dolayı mı af kanunu demiyorsunuz, şartla salıverme diyorsunuz? Bunu
öğrenmek istiyorum. İkinci sorum: Bir anayasa hukukçusu olan Cumhurbaşkanının, hukuka,
eşitlik ilkeleri ve adalete ve toplumsal huzuru sağlamaya yönelik bulmadığı bu
af kanununu ısrarla gündeme getirmenizin sebebi nedir ve Sayın
Cumhurbaşkanımızın ileri sürdüğü, bizim de haklı bulduğumuz gerekçeler üzerinde
neden durmaya lüzum görmüyorsunuz? Toplumsal barışı sağlayacağına inanıyor
musunuz? Kamuoyu yoklamalarında, yüzde 90'ın üzerinde, vatandaşlar bu af
kanununa karşı. Hatta, siz de karşısınız, biz öyle anlıyoruz konuşmalarınızdan
ve hatta, sizin ve Komisyon Başkanımızın bulunduğu bir ortamda, televizyonların
kapanmamış olan mikrofonlardan aldığı bilgilerle "bu af kanunu Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilecek" diyorsunuz. O halde, bunu tekrar
gündeme getirmek neden? Sanığa, suçluya, hükümlüye affı kabul etmeme noktasında
bir hükmü niye getirmiyorsunuz? Bazı hükümlüler ve suçlulara "ben bu aftan
yararlanmak istemiyorum" veya bir kısım siyasilere, bu af kanununun bazı
maddelerine gireceği için, "ben bu yasadan istifade etmek
istemiyorum" deme hakkını niye vermiyorsunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Sayın Çiçek, buyurun efendim. MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanıma
suallerimi yöneltmek istiyorum. Anlaşılıyor ki, yasa çıkacak ve Cumhurbaşkanımızın imzasından sonra
yürürlüğe girecek. Malumlarınız olduğu üzere, üç dört gündür emniyet güçleri
cezaevinde mahkûmlarla savaşıyor. Hâlâ iki cezaevinde direniş sürüyor.
Cezaevinde bu insanlarla başa çıkamayan hükümet, 40 000 civarında mahkûmu
sokağa saldıktan sonra onlarla nasıl başa çıkacak; bu konuda hazırlıkları tamam mı? İkinci sorum: Affedilen kişilerin mağdurları maddî ve manevî zarara uğradılar; bu zararlarını hükümetimiz tazmin etmeyi düşünüyor mu?
Bu konuda herhangi bir çalışması var mı? Üçüncü sorum: Ülkemiz, topyekûn imkânlarıyla onsekiz yirmi yıldan beri,
suçluları yakalayıp cezaevine koymak için maddî manevî fedakârlıkta bulundu;
can verdi, mallar ziyana uğradı. Bu zarardide vatandaşların ellerinden, dünyada
ve ahrette, bu insanları sokağa veren insanlar nasıl kurtulacaklar? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim. Sayın Bakan, buyurun efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1974 affından yararlananlardan, tekrar suç işleyip
cezaevlerine geri dönenlerin oranı yüzde 25 değil, yüzde 20'dir. Yürürlükteki mevzuata göre, belirli büyüklükteki işletmeler yüzde 3
oranında eski hükümlü çalıştırmak durumundadır; yoksa, hükümetin, herkese iş
vermesi gibi bir sözü yoktur, böyle bir yükümlülüğü de yoktur; ama, belirli
büyüklükteki işletmeler için böyle bir yükümlülük vardır. Sayın Bedük'ün sorusuna geçiyorum. Af Kanununun ne zamandan beri Türkiye
gündeminde olduğu bellidir. Af Kanunu, büyük bir beklenti yaratmıştır; bu
beklentiyi karşılamak durumundayız. O nedenle, Af Kanunu veya onunla benzer
sonuçlar doğurabilecek bir şartla salıverme, erteleme kanunu çıkarılması bir
sosyal zorunluluk haline gelmiştir. Anayasanın 87 nci maddesindeki yasakları, biz, bu tasarıyı hazırlarken
de, afla benzer sonuçlar doğuran bir tasarı hazırladığımız düşüncesiyle dikkate
almış bulunuyoruz. O yasaktan kurtulma çabası söz konusu olmamıştır. Sayın Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçesindeki düşünceler,
tarafımdan, gerek Anayasa Komisyonunda gerek Adalet Komisyonunda ayrıntılı
olarak değerlendirilmiştir; ama, buradaki sınırlı süre içerisinde böyle bir
değerlendirmeyi yapma olanağı yoktur. Ben, af kanunu veya onun yerini tutan bir şartlı salıverme ya da
erteleme kanununun çıkmasının gerekliliğine, zorunluluğuna inanıyorum. Bu kanun
çıktığı zaman, Anayasa Mahkemesi önüne gelecek olursa, bu konuda karar verme
yetkisi Anayasa Mahkemesindedir. Ben, bu kanunu Anayasa Mahkemesi iptal eder
şeklinde bir söz hiçbir yerde söylemedim. Basında yer alan haber, tamamıyla
yanlıştır; söz konusu konuşmada da, böyle bir diyalog geçmemiştir. Sanığın, affı kabul etmeme yetkisi, geçmişte iki kanunda kabul
edilmiştir, bir de, 1999 yılında çıkarılan Memurlar ile Diğer Kamu
Görevlilerinin Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanunda böyle bir hükme yer
verilmiştir; ancak, böyle bir durumda, dava mahkûmiyetle de sonuçlansa yine af
hükümleri işleyecektir. O bakımdan, zaten ağır bir iş yükü altında bulunan
mahkemelerimizi, gereksiz bir yeni yük altında bırakmamak için, böyle bir hüküm
bu tasarıda yer almamıştır. Zaten, af veya şartlı salıverme, zorunlu olarak
uygulanacak olan bir işlemdir. Dolayısıyla, bu yönde bir hükmün, tasarıda veya
kanunda yer almasına gerek görülmemiştir. Şimdi, cezaevlerimizde sorunlar oldu ve iki gündür de, güvenlik
güçlerimizin çok başarılı bir operasyonla, cezaevlerinde bir müdahale
yürüttükleri bir gerçektir; ama, güvenlik güçlerimiz, sadece burada görev
yapmıyor, güvenlik güçlerimiz dışarıda da görev yapıyor. Ayrıca, biz, bu kanunla, insanlara yeni bir fırsat veriyoruz ve gerek
bizde gerek başka ülkelerdeki deneyimler, suç işleme oranının en çok yüzde 20
dolayında olduğunu gösteriyor. Bu oran, cezasını tamamlayıp, dışarı
çıkanlardaki mükerrerlik oranıyla da paraleldir. O bakımdan, burada farklı bir
durum söz konusu değildir. Cezalar infaz edilse de edilmese de, hükümetlerin, idarenin
sorumluluğuna giren bir durum söz konusu olmadıkça bir tazminat ödeme
yükümlülüğü söz konusu değildir; ama, bir kimseye zarar veren kimse, özel hukuk
çerçevesinde, o zararı maddî ve
manevî yönden ödemekle yükümlü kılınabilir.
Teşekkür ederim. BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Bakan. Madde üzerinde 18 adet önerge vardır. Madde bir fıkra olduğundan, 4 önergeyi önce, geliş sıralarına göre
okutacağım, sonra, aykırılıklarına göre işleme alacağım. İlk önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 567 sıra sayılı Kanun Tasarısının 5/a bendindeki
"219" ibaresinden sonra gelmek üzere "230" ibaresinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN- İkinci önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 567 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1
inci maddesinin 3 numaralı bendinin b fıkrasında geçen "yürürlüğe
girmesinden itibaren otuz gün içinde" ibaresinin "yürürlüğe
girmesinden itibaren kırkbeş gün içinde" şeklinde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan, 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen
Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair
8.12.2000 tarih ve 4610 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin 2 nci bendinin sonuna
aşağıdaki metnin eklenmesini arz ve teklif ederim. Ayşe Nazlı Ilıcak İstanbul "Bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce şartla
salıverilenlere, şartla salıverme tarihinden iki yıl, mükerrirlere ise dört yıl
içinde, iyi hal gösterdikleri takdirde, Türk Ceza Kanununun 121, 122 ve 123
üncü maddeleri gereğince memnu hakları iade edilir." Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 567 sıra sayılı kanun tasarısının 1
inci maddesinin 5 inci bendinin son cümlesine "çiftçilerin, esnaf ve
sanatkârların kredi borçları faiz ve gecikme cezalarıyla birlikte,
belediyelerin ise sigorta prim ve vergi borçlarının faizleri
affedilmiştir" hükmünün eklenmesini arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birleşime saat 04.50'ye
kadar ara veriyorum. Kapanma Saati
: 04.32 YEDİNCİ
OTURUM Açılma Saati
: 04.58 BAŞKAN :
Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER
: Hüseyin ÇELİK (Van), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 37 nci Birleşimin
Yedinci Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz. VI. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 9. - 23 Nisan
1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve
Cezaların Ertelenmesine Dair 8.12.2000 Tarihli ve 4610 Sayılı Kanun ve
Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere
Geri Gönderme Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Raporları (1/792) (S.
Sayısı : 567) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. Önergeleri okutmuştuk. Şimdi, önergeleri
aykırılıklarına göre tekrar okutup, işleme koyacağım: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 567 sıra sayılı kanun tasarısının 1
inci maddesinin 5 inci bendinin son cümlesine "çiftçilerin, esnaf ve
sanatkârların kredi borçları faiz ve gecikme cezalarıyla birlikte,
belediyelerin ise sigorta prim ve vergi borçlarının faizleri
affedilmiştir" hükmünün eklenmesini arz ve teklif ederiz. Musa Konyar (Ağrı) ve arkadaşları BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu efendim? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) -
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -
Katılmıyoruz. BAŞKAN - Konuşacak mısınız efendim? İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Evet. BAŞKAN - Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Biz, Sayın Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçesinin
son cümlesinde "böyle bir yasanın yayımlanması 'devletin temeli adalettir'
inancını yok edecek, toplum düzenini bozacak ve yurttaşların adalete olan
güvenini sarsacaktır" diye, son derece veciz şekilde özetlediği
gerekçeyle, bu af yasasına hiçbir şekilde katılmıyoruz. Zaten, sık sık af,
hukuk devletinin içini boşaltmaktadır; ancak, bu adaletsiz affın, acaba bir
kısmında bir düzeltme yapabilir miyiz diye bir önerge verdik. Türkiye Esnaf ve
Sanatkârlar Konfederasyonunun kayıtlarına göre, 1999 yılı içerisinde 60 000
esnaf ve sanatkâr işyerini kapatmış; 2000 yılının ilk on ayında da 50 000'i
aşmış. Yine, Sayın Cumhurbaşkanı, burada, bu yasama yılının
açılış konuşmasında, çiftçilerin yüzde 25 reel değer gelir kaybına uğradığını
söylemişti. Bir başka şey daha var, bunu özellikle göstermek
istiyorum; Balıkesir'de yayımlanan bir gazetede şu manşet var: "Başkan
Tan'ın mallarına haciz." Sayın hükümet de görsün, Sayın Bakanım da görsün.
Sayın Başkan da "böbreğimi satacağım" diyor. Sebebi ne; sebebi,
SSK'ya olan borçlarından dolayı, ödeyememiş. Sırf Balıkesir değil, Gönen de
var. Niye özellikle Balıkesir'i söylüyorum; çünkü, Balıkesir, Anavatan
Partisinden bir belediye başkanına sahiptir. İktidarın belediye başkanı böbreğini
satmak mecburiyetinde kalıyorsa, demek ki, bu hükümetin uygulamalarında
yanlışlar var. Bu gerekçeyle, hiç olmazsa belediye başkanlarımız
sağlıklarını koruyabilsin, hizmet edebilsinler diye; hiç olmazsa çiftçilerimiz,
esnafımız, son derece ağır ekonomik koşullar altında yıpranmaları sebebiyle,
bir nebze olsun nefes alabilsinler diye, çiftçilerin, esnaf ve sanatkârların
kredi borçları faiz ve gecikme cezalarıyla birlikte, belediyelerin ise sigorta
prim ve vergi borçlarının faizlerinin affedildiğine dair bir cümle eklemek
istedik. Ümit ediyorum ki -burada, hepinize bu şikâyetler geliyor- bunu
destekleyeceksiniz. Pek çok örnek var; 3 000 esnaf kepenk kapatmış, zekâta
muhtaç olmuşlar... Bunları tek tek söylemeyeceğim. Kalan iki dakikamda da, özellikle bir konuya değinmek
istiyorum; Sayın Bakan konuşmalarında "efendim, işte, şehit ailelerinin
duygularını istismar ediyorsunuz" diyor. Daha önceki konuşmamda
söylemiştim; hiç kimse, görmek istemeyen kadar kör değildir, duymak istemeyen
kadar sağır değildir; İbni Sina'nın sözü. Sayın Bakanın da, anlaşılıyor ki, hem
gözleri kör olmuş hem kulakları sağır olmuş, her şeyden önce, vicdanı
mühürlenmiştir; şehit ailelerinin ıstırabını anlamamakta ısrar ediyor. Bakın,
soruyor "eğer teröristleri affedecekseniz, eğer bu teröristlerin başını
affedecekseniz, niye dağlarda benim çocuğumun canını almasına sebep oldunuz,
şehit yaptınız" diyor. Ne gerek vardı o zaman?.. Şimdi, bu konuda çok yazı var. Sayın Melih Âşık,
köşesinde diyor ki: "Tamam, inat ettiniz, bunu çıkardınız. Ahmet Necdet
Sezer de, bunu, Anayasa Mahkemesine götürdü, kapsamını bir şekilde genişletti
ve o istenmeyen neticeler çıktı. Mehmet Ali Ağca'dan Haluk Kırcısına, Apo'ya
kadar hepsi affedildi. Bunun suçu, Sayın Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz'ın mıdır,
Anayasa Mahkemesinin midir, yoksa Sezer'in midir? Hemen yakınımda oturan bir
DSP'li milletvekili de cevap veriyor, diyor ki: 'Sorumlu, Cumhurbaşkanı olur;
Meclis olarak, böyle bir sonucun faturasını ona çıkarırız.' İyi ama, bu,
ahlaken doğru olur mu? 'Ahlaken doğru olmaz; ama, siyaseten doğru olur.' Samimî
bir cevap." İşte, Sayın Bakan da bunu biliyor. Biliyor; ama,
kendisi de çok iyi bir bilim adamı; Türkiye'de, dünya çapında, hukukta kendini
kabul ettirmiş anayasa profesörü. Bildiği bu gerçekleri, ne yazık ki
"canım, bu affı ben mi istedim; kucağımda buldum" diyecek kadar
itiraf etmiş ve Cumhurbaşkanının bütün iyi niyetine rağmen, söylediği hiçbir
şey dikkate alınmamış. İşte, hiç olmazsa, bu kadar adaletsiz affın kapsamında,
hiç olmazsa, çiftçi, esnaf gibi kişileri de, belediye başkanlarımız gibi,
hizmetini engelleyen borç batağından kurtarmak için, onların bu aldıkları
kredilerin faizlerinin ve cezalarının affedilmesiyle ilgili bu önergemin
kabulünü arz ederim. Hepinize saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir efendim. İkinci önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan, 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen
Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair
8.12.2000 tarih ve 4610 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin 2 nci bendinin sonuna
aşağıdaki metnin eklenmesini arz ve teklif ederim. A.Nazlı Ilıcak (İstanbul) ve arkadaşları "Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce şartla
salıverilenlere, şartla salıverme tarihinden iki yıl, mükerrirlere ise dört yıl
içinde, iyi hal gösterdikleri takdirde, Türk Ceza Kanununun 121, 122 ve 123
üncü maddeleri gereğince memnu hakları iade edilir" BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) -
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz. BAŞKAN - Sayın Ilıcak, buyurun. AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 567 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesine ilişkin
değişiklik önergem üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Aslında, çok sayıda önerge vermiştim -5 tane- fakat,
maalesef, 1 inci madde bir fıkra biçiminde düzenlendiği ve bu şekilde
muhalefetin de sesi kesildiği için, ancak 1 önergem işleme alınmak üzere kabul
gördü. Ben, bunun sebebini daha önce Komisyonda Sayın Bakanımıza sormuştum, o
da "biz, yasama ekonomisi yapıyoruz, yani zamandan tasarruf ediyoruz"
demişti. Halbuki, bu ne biçim zamandan tasarruf; ondört ay önce bir af kanunu
çıktı, geri döndü, geçen haftalarda yine bir daha çıkardık, yine geri döndü.
Oysa, bu birbuçuk yıl içerisinde, uzlaşarak, anlaşarak, herkesin kabul edeceği
ve vicdanlara da sinecek bir kanun çıkarmak mümkündü. Birbuçuk yıl önce yine bir geceyarısı bu af tasarısını
kanunlaştırmıştık; şimdi yine geceyarısı çalışıyoruz. Acaba, bu bir tesadüf mü,
yoksa milletten hicap duyulduğu için mi bu kanun tasarısı karanlıkta böylesine
geçirilmek isteniyor? Doğrusu, bu soruyu sormak istiyorum. Aslında, diğer önergelerim kabul görseydi, mesela bir
Eşber Yağmurdereli meselesine çözüm getirmek; yani, kısa süreli, hürriyeti
bağlayıcı bir ceza alan kişinin infazının tümüyle yanmamasını sağlamak mümkün
olabilecekti. 168'in 2'sinden mahkûm olanların ceza indiriminden
yararlanmasını sağlamak üzere de bir değişiklik önergesi vermiştim. Pankart
asıyorsunuz veyahut duvarlara afiş asıyorsunuz; böyle, çok sayıda genç var,
binlerce kişi bu nedenle hapiste yatıyor ve maalesef, terör liderlerinin eline
geçiyor, orada eğitiliyor ve yüzde yüz terörist olarak çıkıyorlar. Onların
yararlanmasını sağlamak üzere bir önerge vermiştim; ama, tabiî, zaman darlığı
ve bir tek fıkra olduğu için, o önergem de kabul görmedi. Şimdi savunmakta olduğum önerge, memnu hakların
iadesini süratlendiren bir önergedir; çünkü, bu kanundan, ilk aşamada 35 000
kişi yararlanacak, iyi halli olup olmadığına bakılmadan. Biz de diyoruz ki, hiç
değilse, cezalarını çekenlere de bir imkân tanıyalım, hiç değilse, cezalarını
çekenler, iyi halli oldukları takdirde, Türk Ceza Kanununun 121, 122 ve 123
üncü maddeleri gereğince, memnu haklarının iadesinden daha süratle
yararlansınlar. Değerli arkadaşlar, şimdi, şu tenkit yapılıyor
kamuoyunda: Devlete karşı işlenen suçlar affedilmiyor... Elbette affedilemez;
çünkü, Anayasanın 87 nci maddesi var, Anayasanın 14 üncü maddesi var; bunlar
mâni. Esasında ne yapmamız gerekirdi; önce, Ceza Yasasını değiştirerek, ayıplı
demokrasiden kurtulmamız gerekirdi. Sonra, Anayasanın 87 nci ve 14 üncü
maddelerini değiştirerek, yasama organının af yetkisinin sınırlarını
genişletmemiz gerekirdi. Bütün bunlardan sonra, bu ayıplı demokrasiden de
kurtulduktan sonra, yaraları sarmaya sıra gelecekti; ama, maalesef, bu
yapılmamıştır. Niçin yapılmamıştır; çünkü, ülkemizde tabular vardır, ülkemizde
korkular vardır, ülkemizde konjonktür hazretleri vardır, ülkemizde vasiler
vardır. Bu yüzden, Ceza Yasasını bir türlü değiştiremiyoruz; hep gündemde. Bu
yüzden, bir türlü, Anayasayı daha demokratik bir anayasa haline getiremiyoruz.
Bu yüzden, parti kapatma ayıbından kurtulamıyoruz. Tam tersine "aman,
parti kapatmayı sakın zorlaştırmayın" gibi telkinler alıyoruz ve maalesef,
bu telkinlere açık duruyoruz. Aslında, Avrupa Birliğine girmemizin önündeki
engel Kıbrıs değil, Yunanistan değil; devleti, milletin sahibi gibi gören
zihniyet. Değerli arkadaşlar, sözlerimi birkaç cümleyle
tamamlamak istiyorum. Esasında, bu tasarıda iyi noktalar var; 2 nci madde iyi,
169 uncu maddeyle ilgili bent iyi; fakat, hükümette, maalesef, iyi niyet yok. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Ilıcak, toparlar mısınız... AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) - Burada "kanun,
hükümetten geldiği gibi Komisyonumuzca kabul edilmiştir" denilmekte; yani,
bembeyaz bir sayfa var. Burada da hiçbir önerge kabul görmüyor. Demek ki, bir
iyi niyet yok. Aslında, Komisyonda arkadaşlarımız, burada diğer partilerden
arkadaşlarımız önergelere destek vermeye çalıştılar; fakat, biraz önce de
belirtildiği gibi, ikna odalarında ikna edildiler. Biz, ihtisas komisyonlarının
ikna odalarıyla yönlendirilmesini değil, bilgiyle ve ortak akılla
yönlendirilmesini talep ediyoruz. Saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Komisyonun ve Hükümetin katılmadıkları önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 567 sıra sayılı kanun tasarısının 5/a
bendindeki "219" ibaresinden sonra gelmek üzere "230"
ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. Nevzat Ercan (Sakarya) ve arkadaşları BAŞKAN - Önergeye komisyon katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) -
Katılmıyoruz. BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -
Katılmıyoruz. BAŞKAN - Sayın Ercan?.. Yok. Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: TCK'nın 230 uncu madde hükmü, bürokrasi yolsuzluklarını
cezalandıran bir hükümdür. Diğer yolsuzluk suçlarıyla bağlantılıdır. Söz gelimi, içi boşaltılan bankalara ilişkin
denetim raporları üzerine işlem yapmayarak görevlerini ihmal eden bürokratlar
ve varsa bakanlar, tasarıya göre affedilecektir. Yasama organı, siyasî
yolsuzlukları örtecek bir af kuralına yol veremez. Bu tür kullar, temiz siyaset
iddiasının içini boşaltır. BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 567 sıra sayılı kanun tasarısının 1
inci maddesinin 3 numaralı bendinin (b) fıkrasında geçen "yürürlüğe
girmesinden itibaren otuz gün içinde" ibaresinin "yürürlüğe
girmesinden itibaren kırkbeş gün içinde" şeklinde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz. Orhan Ocak (Bursa) ve arkadaşları ORHAN OCAK (Bursa) - Önergemizi geri çekiyoruz efendim. BAŞKAN - Efendim, Sayın Ocak önergesini geri çekti. 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... 1 inci madde kabul edilmiştir. 2 nci maddeyi okutuyorum: MADDE2. - 28.8.1999 tarihli ve 4454 sayılı Basın ve
Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair
Kanunun 1 inci maddesinin Anayasa Mahkemesince bir bölümü iptal edilen birinci
fıkrası aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir. 23 Nisan 1999 tarihine kadar sorumlu müdür sıfatı ile
işlenmiş suçlar dahil, basın yoluyla veya sözlü veya görüntülü yayın
araçlarıyla yahut miting, kongre, konferans, seminer, sempozyum, açık oturum
veya panel gibi her türlü toplantılarda yapılan konuşmalarla işlenmiş olup;
ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsî hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı
oniki yılı geçmeyen suçlardan dolayı oniki yıl veya daha az şahsî hürriyeti
bağlayıcı bir cezaya mahkûm edilmiş bulunan kimselerin cezalarının infazı
ertelenmiştir. BAŞKAN - 2 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu
adına, Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı. Buyurun efendim. (FP
sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA FAHRETTİN KUKARACI (Erzurum) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; yeniden görüşülmekte olan 4610 sayılı Kanunun 2
nci maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Muhterem milletvekilleri, çok kısa bir zaman önce bu
kanun Meclisimizde görüşülmüş ve sonuçlanmıştı; ancak, Sayın Cumhurbaşkanı,
özellikle ve öncelikle, eşitlik ve adalet prensiplerine aykırı bulduğu bu
kanunu iade etmek zorunda kalmıştır. Toplumda iç huzur ve güveni sağlamak, barış ortamı
tesis etmek amacıyla çıkarılmış olan bu kanun, iki yıldan beri yılan hikâyesine
dönmüştür. Bu nedenle, toplumun huzur ve barışını temin etmek şöyle dursun, hem
mağdurların hem mahkûmların, hatta bütün milletin huzursuz olmasına neden
olmuştur. Af meselesinin iki tarafı keskin bir bıçak olduğu
düşünülmeden, duygusal nedenlerle başlayan bu sorun büyüyerek bugünlere
gelmiştir. Bunun sorumlusu, elbette bu hükümettir. Kanunu hazırlayan Adalet
Bakanlığında yeterli ve yetenekli hukukçu olmadığını düşünmek, elbette
haksızlık olacaktır. Çok saygı duyduğumuz Sayın Bakanımızın ilmî hüviyetinden
ve uzmanlığından asla şüphemiz yoktur. O halde, neden bu tasarı iade
edilmiştir; bunun cevabını aramak lazımdır. Meclisimize intikal eden tasarı, bir virgülü dahi
değiştirilmeden komisyonlardan ve Genel Kurulumuzdan geçirilmiştir. Gerek
komisyonlarda gerekse Genel Kurulda muhalefet, kanun tasarısının sakatlıklarını
madde madde göstermiş, geçmişten örnekler vererek, bu kanunun hukuka,
Anayasaya, eşitlik ve adalet prensiplerine aykırı olduğunu ısrarla
vurgulamıştır; ancak, parmak sayısı karşısında, maalesef, başarılı olamamıştır.
Anlaşılan odur ki, iktidarı oluşturan üç partinin sayın liderleri, aralarında
anlaştıkları konularda, kendi bakanlarının dahi fikrini alma ihtiyacı
duymamışlar, uzman görüşüne itibar etmemişlerdir. Direktifle hareket eden bir
oy çoğunluğuna sahip olmakla her istediklerini yapabileceklerini zannetmişlerdir.
Muhalefetin bilgi ve birikiminden yararlanmadıkları gibi, Cumhurbaşkanından ve
Anayasa Mahkemesinden dönen onlarca düzenlemeyi de dikkate almamışlardır.
Hukukun üstünlüğüne inanmış bir Cumhurbaşkanının olduğunu da unutmuşlardır ve
nihayet yanlış hesap, Çankaya'dan dönmüştür. Muhalefetin yardımına sırt
çeviren, onun haklı düşünce ve taleplerine cevap vermeyen bu iktidar, her
düzenlemesinde yara almakta, hata üstüne hata yapmaktadır. Buna rağmen, bu
beceriksiz hükümetin ayakta kalması, her uygulamasını alkışlayan, çirkini
güzel, yanlışı doğru, kötüyü iyi gösteren birkısım medya, etkin güç odakları ve
rantiye kesimi sayesinde mümkün olmaktadır. Ancak, bunun ilânihaye devam
etmeyeceği bilinmelidir ve işte, yolun sonu görülmeye başlamıştır. Bütün
işaretler bunu göstermekte, düğmeye basan parmağın sahibi aranmaktadır. Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz 2 nci
madde, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle yeniden
düzenlenmektedir. Değerli arkadaşlarım, bu kanun Meclisimizde görüşülürken,
sözcülerimizin ısrarla "bu ertelemenin sadece basın yoluyla işlenmiş
suçlara inhisar ettirilmesi, Anayasanın eşitlik prensibine aykırıdır; bir suçun
basın yoluyla işlenmiş olması, ağırlaştırma sebebidir" demişler, bütün
düşünce ve fikir suçlarının kapsam içine alınması gereğini ısrarla
vurgulamışlardır; ancak, iktidar, muhalefete kulaklarını kapadığı için,
yapılacak işi doğru yapmak mümkün olmamıştır. Bu kanun, önce Anayasa Mahkemesi tarafından dava konusu
düzenlemeyle, düşünceye açıklama özgürlüğü bağlamında, basın yoluyla, yahut
sözlü veya görüntülü yayın araçlarıyla işlenen suçlar yönünden
"erteleme" adı altında bir olanak getirilmiş; ancak, aynı tür
suçların daha az cezayı gerektiren basın yoluyla yahut sözlü veya görüntülü
yayın araçlarıyla işlenmemiş olanları kapsam dışı bırakılmıştır. Aynı tür suçu
işleyenler için farklı uygulama öngören bu düzenlemenin haklı bir nedeni
bulunmadığı açıktır. Dava konusu düzenlemeyle, aynı tür suçun daha ağırını
erteleme kapsamına alıp, hafif olanını bu olanaktan yararlandırmamanın adil
olduğu ileri sürülemez gerekçesiyle, Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddesine
aykırı bulunmuştur. Şimdi, bu iptal kararıyla üzerimize yüklenen bir görevi
yerine getirmeye çalışıyoruz. Yeniden kimseyi affetmiyor veya cezasını
ertelemiyoruz, sadece, geciktirilmiş olan adaleti sağlamaya çalışıyoruz.
Tamamen ayrı bir kanunî düzenlemeyle bu boşluğun doldurulması daha uygun
olacakken, Cumhurbaşkanının iade ettiği 4610 sayılı Kanunun içine monte
edilmesi de, haklı gerekçesi bulunmayan bir uygulamadır. Bu husus dahi,
tarafımızdan vurgulanmış olmasına rağmen, itibar görmemiştir. Huzurunuzu tekrar
işgal ederek zaman, işgücü ve efor kaybına sebep olmaktadır. Muhterem arkadaşlarım, kanunun gerekçesinde
"çağdaş toplumların anayasalarında güvence altına alınan düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğü, demokratik toplumu oluşturan en temel unsurlardan
biridir. Bu özgürlüğün kullanım yollarından biri de, basın yahut sözlü veya
görüntülü yayın araçlarıdır. Bu araçların korunmaları asıl olup, basın ve yayın
özgürlüğü önündeki engeller kaldırılarak, düşünceyi özgür kılmak
hedeflenmektedir" denilmektedir. Eğer, iktidar, bu gerekçede belirttiği, düşünceyi özgür
kılma amacında samimî ise, tam zamanıdır. Hem Avrupa Birliği umdelerine,
Kopenhag kritlerine uygun olarak gereken düzenlemeleri yapalım hem de yazar
çizerini, ilim ve fikir, sanat ve siyaset adamlarını, bakan ve başbakanlarını,
sırf düşüncelerinden dolayı mahkûm eden demokrasimizi, bu ayıptan kurtaralım. Geliniz, değerli arkadaşlarım, düşünceyi suç olmaktan
çıkaracak tüm tedbirleri alalım. Çağdaş dediğimiz ülke insanlarının sahip
olduğu bu tabiî insan hakkını, kendi insanımızdan esirgemeyelim. Vehimlerimizi
bir tarafa bırakıp, bize özgü şartlar anlayışından vazgeçelim. Bazı düşünceleri
suç sayıp, birkısım insanları mahkûm ettikten sonra, af veya ceza erteleme
kanunları çıkarmak gibi bir garabetten kurtulalım. Değerli arkadaşlarım, açığa vurulan düşünceler, ancak,
suçu övmesi, şiddeti teşvik etmesi, toplum ahlakını bozması söz konusu olduğu
zaman cezaya muhatap olmalıdır. Zaten, bunlar da, ceza kanunlarında, fikir
değil, suç olarak nitelendirilmektedir. Lahey Adalet Divanı "ifade
özgürlüğü, demokratik bir toplumun en esaslı temellerinden birini oluşturur. Bu
özgürlük, toplumda sadece beğeni ve hoşgörüyle karşılanan bilgi veya
düşüncelerin açığa vurulmasını değil, devleti veya halkın bir kesimini rahatsız
eden, şoka uğratan bilgi veya fikirleri de kapsar. Çoğulculuğun, hoşgörü ve
açıkfikirliliğin gereği olan bunlar olmaksızın, demokratik bir toplum düşünülemez"
şeklinde karar vermiş, ifade özgürlüğünün kapsamını göstermiştir. Değerli milletvekilleri, Galileo'nun dediği gibi, dünya
dönmeye devam ediyor ve biz, onun hızını sınırlamaya muktedir değiliz.
Korkularımızla etrafına duvar örmeye de çalışmış olsak, Türkiye'yi, dünyaya
yine de kapatmamız mümkün olmayacaktır. Unutmayın ki, demirperdeler yırtılmış,
Berlin duvarları yıkılmıştır. Düşünce sınır tanımaz. O nedenle, düşünenler
hapsedilse de, düşünce hapsedilemez. Düşünceye kapı kapatılamaz. Açık toplumdan
kimseye zarar gelmez; çünkü, ataların dediği gibi, açık yara kurt tutmaz.
Türkiye'nin, düşünceyi yasaklamakla, çağdaş dünyada varacağı hiçbir yer
olmadığı gibi, düşünceden korkması, çekinmesi için hiçbir neden de yoktur. Bu duygularla, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Trabzon
Milletvekili Sayın Ali Naci Tuncer, buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA ALİ NACİ TUNCER (Trabzon) - Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanunun 2 nci maddesi
üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi Grubum ve şahsım adına
selamlıyorum. Saygıdeğer milletvekilleri, 2 nci maddeye başlamadan
önce, kanunun geneli hakkında anayasal kısa bir tahlil yapmak istiyorum. Af,
devletin bir atıfetidir ve Yüce Meclise bu görevi, Anayasanın 87 nci maddesi
vermiştir. Anayasanın 87 nci maddesi, Yüce Meclisin genel ve özel af
çıkaracağını vurgulamıştır, istisnalarını da 14 üncü maddede koymuştur. Genel
affın ne olduğu, Ceza Kanununun 97 nci maddesinde belirlenmektedir ve orada,
genel affı, bir suçun bütün neticeleriyle ortadan kaldırılmasıdır diye tarif
eder. 98 inci madde de, özel affı tarif etmektedir; özel afta cezadan birkısım
indirim yapmak, cezanın yerine başka bir cezayı kaim etmek gibi, tadaden
saymıştır. Hukuk mevzuatımızda, şartlı salıverme ve tecil, infaz
hukukunda, 647 sayılı Kanunda ve bir de Terörle Mücadele Kanununda mevcuttur ve
bu, tamamen yargıyı ilgilendiren bir husustur. 1924 Anayasasının 26 ncı
maddesinde buna benzer hükümler vardı. 1961 Anayasası kabul edilirken, 62 nci
maddede ve Anayasa Komisyonu raporunda şartlı salıvermenin, tecilin, yargının
görevi olduğunu, kuvvet ayrılığı nedeniyle yargının görevine yasamanın müdahale
edemeyeceği nedeniyle Anayasadan çıkarılmış ve 62 nci maddeye konulmamıştır;
1982 Anayasası da, bu çerçevede yapılmıştır. Şimdi, biz, hukukta olmayan bir
kurumu yaratıyoruz. Sayın hocam, Bakanım, belki kızacak, ben, size anlatıyorum,
yine anlamıyorsunuz diyecek; 1991'deki Anayasa Mahkemesi kararında bu
belirlenmiştir diyecek. 1991 Anayasa Mahkemesi kararında, Terörle Mücadele
yasasındaki daha ağırlı olarak infazla ilgili olan bir kısmı gündeme getirmiş
ve onu Anayasaya aykırı bulmamıştır. Ayrıca, şimdi önümüze gelen 2 nci maddenin
konulmasına neden olan Anayasa Mahkemesinin bozma kararının azınlık oylarında
bu husus özellikle vurgulanmıştır ve biliyorsunuz, bu karar, 6'ya 5 olarak
çıkmıştır. Saygıdeğer milletvekilleri, Anayasa Mahkemesince
bozulan -kısa geçiyorum; çünkü, zamanım az- basın affıyla ilgili bir kısma
ilişkin anamuhalefet partisi müracaat etmişve Anayasa Mahkemesi de 1 inci
maddenin bir cümlesini Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı bulmuş ve bozmuştur
bunu. Bu müstakil bir kanun olarak gitmişti. Neden, şimdi, bu kanuna gelip
monte edildi; bu, bir teknik zaruretten miydi; hayır; teknik zaruretten
olsaydı, buraya gelemezdi. Zira, kanunlarda bütünlük yoktur. Basın Yasasında
azamî 12 yıla kadar olan suçlar tecile veya şartlı salıverilmeye tabi
tutuluyor, diğerinde 10 yıldan fazla dahi olsa, 10 yıla indiriliyor. Peki,
neden buraya getirilmiştir? Bir vefa borcu muydu; yoksa, bir şark kurnazlığı
mıydı? Neden, vefa borcu dedim; hatırlayacaksınız -sayın DSP'li arkadaşların
çoğu genç, MHP'lilerin de bir kısmı genç, belki, 1973 affını hatırlayamazlar-
şurada bir gazeteden alıntı gösteriyorum "af kesinleşti" -Başbakan,
Sayın Ecevit; Başbakan Yardımcısı, o zamanlar bir partinin genel başkanı olan
Erbakan Hoca- ve "koalisyonu kurtaracak formülü MSP'liler buldu"
diyor. Şimdi, acaba diyorum, o zamanın vefa borcu olarak mı buraya getirildi? O
düşüncede değilim arkadaşlar. Buradaki gaye, bir eski genel başkanın mahkûm
olmasına mâni olmaktır. Bugünkü partinin, tabiî, o partiyle hiçbir ilgisi yok;
ama, eski genel başkanlarıdır, bir vefa borcudur, belki oy verebilirler
düşüncesiyle, hükümet kendi gruplarına güvenemediği için, onların desteğini
sağlamak için bunu yapmıştır. Saygıdeğer milletvekilleri, affa bir zaruret var mıydı;
kesinlikle yoktu. Kamuoyu yoklamalarında, yüzde 90'ın üzerinde halk buna karşı
çıkmaktadır. Öyle bir kanun getiriyoruz ki, af kapsamına girerse, 14 üncü
maddenin istisnalarını içine alamayacağı için, af kapsamında göstermiyoruz;
bunu, şartlı salıverme ve tecile getiriyoruz. Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 10
uncu maddesindeki eşitliğe aykırıdır diye bozarsa, dolayısıyla, onlar da -bu af
değil; ama, kamuoyunda af olarak tanınan- bu kanun kapsamına girecektir. Bugün, güvenlik güçleri ile makinelerle dışarı
alamadığımız o teröristleri, bu yasayla dışarı bırakma imkânını sağlıyoruz.
Zaruretimiz nedir arkadaşlar? Yasalar, kamunun huzuru için konulur; kamunun
huzurunu bozacak bir yasaya, bu Yüce Meclisten okey vermememiz lazım. Mahkûmu
dışarı alamıyoruz biz, makinelerle duvarları yıkıyoruz; şimdi,onları dışarı
salıvereceğiz ve onlara dışarıda hâkim olacağız. İnfaz (!) hukukunun ana
umdelerinden biri, mahkûmu rehabilite edip, sağlıklı olarak cemiyete iade
etmektir. Biz, koğuşlarına giremedik; biz, bu insanlarımıza
gardiyanlarımızı gönderemedik, öğretmenlerimizi gönderemedik, psikologlarımızı
gönderemedik, neyi rehabilite edip de bunları dışarı çıkaracağız? Daha dün,
askerimi şehit etmişler... Nedir bu zaruret; bize de anlatın, biz de anlayalım,
biz de oy verelim. (DYP sıralarından alkışlar) Bunlara, bayramda, bayramın tadını tattıracaksınız,
çocukları, kardeşleri ölenler de mezarlara gidecek, onlara ne vereceğiz
saygıdeğer milletvekilleri? Biz de bu topraklarda yaşıyoruz. Bir inatlaşmanın
uğruna, toplumu bir kaosa sürüklemeyelim. Zaman da geçmedi. Fazilet Partisi
temsilcisi arkadaşımız konuşurken "artık, ok, yaydan fırladı" dedi.
Hayır, son dakikaya kadar, bu Meclis, bu kanun üzerinde, vicdanının sesini
dinleyerek en isabetli kararı alabilir; hiçbir şey geçmemiştir. Bu kadar insanı sokağa dökeceğiz, hangisinin işi, aşı
var? Sayın Adalet Bakanı, bunları tahlil edip, bir rapor hazırladı mı, bir
tedbir aldı mı? Sayın Hocam "böyle bir taahhüdüm yoktur" dedi. Sayın
Hocam suallere cevap verirken kanunda olmayan hususları söyledi. Hocam, dersini
çok iyi çalışan, öğrencisine de çok iyi öğreten bir hocadır, bu kanuna
inanmadığı için çalışmadı. "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 126 ncı
maddesine göre savcılar bırakabilir" dedi. Evet, bırakabilir; ama,
kesinlikle suç mahiyeti olmayan, delil olmayan, takipsizlik kararı verilecek
olan hallerde bırakır, bu yasayla ne ilgisi var? Adlî sicil kanunlarında, 1973'te, herhangi nedenle
icraya gitmiş, mal beyanında bulunmamış, bir gün hafif hapis almış bir mahkûm,
aftan istifade etti diye, şimdi, otuz yıl mahkûmiyet almış, aftan istifade
edemeyecek. Nereden bulacağız dedik? "Adlî sicilde vardır" dedi. Adlî
sicilde böyle bir kayıt yok arkadaşlar. Ben, oranın iki sene genel müdürlüğünü
yaptım ve kayıtların hepsini oraya geçtim. Demek ki, Hocam, bu hususlara iyi
çalışmadı; çünkü, buna inanmıyordu; Hocam, inandığını çok iyi getirir buraya.
Benim hemşerimdir, yakın köylümdür, gayet iyi tanıyorum kendisini; ama, ne
yazık ki, bazen insanlar, inanmadıkları şeylere de evet demek durumunda
kalıyordur. Niye politika bizi bu duruma
getiriyor? Okumuşsunuzdur, Kennedy'nin Fazilet Mücadelesi adlı kitabında... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlar mısınız efendim, lütfen... ALİ NACİ TUNCER (Devamla) - ...politikayı, en erdemli
bir meslek olarak gösteriyordu ve bu, dünyada da böyleydi; ama, biz ne hallere
düştük. İnşallah bundan sonra, o erdemli mesleğe yakışır bir politika güderiz,
inandığımız gibi oy veririz. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Şahıslar için, yine, kura çekeceğim. Sakarya Milletvekili Sayın Nevzat Ercan, Denizli
Milletvekili Sayın Mehmet Gözlükaya. Sayın Ercan, siz mi konuşacaksınız efendim? NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Söz hakkımı Sayın Çelen'e
devrediyorum efendim. Sayın Çelen, buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar) SALİH ÇELEN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, önceki konuşmamda da
açıkladığım üzere, adı, ister af olsun, ister şartla tahliye olsun, ister
tecil, ister erteleme olsun, biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu af kanuna,
başından sonuna kadar karşıyız. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, neden karşıyız; 1974 yılında
çıkarılan affın da, 1991 yılında çıkarılan affın da, af kapsamı dışında
bırakılan istisnaî hükümleri, Anayasa Mahkemesi tarafından, Anayasanın eşitlik
ilkesine aykırı bulunarak iptal edilmiş, af kapsamı genişletilmiştir. Bakınız, hukukçu olmayanlar dahi anlayacaklardır, bu
kanun iptal edilirse ne olur; bu kanunun 1 inci maddesinin birinci bendinde
deniyor ki: İdam cezaları uygulanmaz. 2, 3, 4 üncü bentlerinde özetle deniyor
ki, on yıllık hapis cezaları affedilmiştir; şartla tahliye veya af. 5 inci
maddesinde deniyor ki, Türk Ceza Kanununun şu, şu, şu bentlerinde sayılan, şu,
şu, şu maddelerinde tarif edilen suçları işleyen kişiler, bu aftan istifade
etmezler; istisna edilmişlerdir. Anayasa Mahkemesi, bu kanunun 1 inci maddesinin beşinci
bendini Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı bulur da iptal ederse ne olur;
Türkiye'de bulunan bütün mahkûmların idam cezaları infaz edilemez. Yani, af
kanununun tamamından bütün mahkûmlar istifade eder. Ayrıca, bütün mahkûmların
on yıllık hapis cezaları da affa uğramış olur. Sayın Bakan diyor ki: Burada ucuz demagoji
yapıyorsunuz. Hayır, Sayın Bakan, biz, burada ucuz demagoji yapmıyoruz. Eğer,
bu kanunun 1 inci maddesinin beşinci bendi iptal edilirse, PKK da, Apo da... BAŞKAN - Sayın Çelen, affedersiniz; görüştüğümüz madde
2 nci madde biliyorsunuz. SALİH ÇELEN (Devamla) - Tamam efendim. 2 nci maddeyle
ilgili de konuşacağım. BAŞKAN - Lütfen... SALİH ÇELEN (Devamla) - Bu kanun iptal edildiği zaman,
2 nci madde de iptal edilmiş olacaktır. 2 nci maddeyle ilgili olarak da af
kapsamı genişletilecektir. O yüzden, bu beşinci bent iptal edildiği takdirde,
bundan, PKK da, bankaların içini boşaltanlar da, dolandırıcılar da, hırsızlar
da, katiller de, hepsi istifade edecektir. Sayın Bakanım, bu, bizim demagojimiz değil. Bu, Türk
Milletinin endişesidir; bu, Doğru Yol Partisinin endişesidir; bu, Türkiye'nin
en tepesinin endişesidir Sayın Cumhurbaşkanın dahi endişesidir. Sayın
Cumhurbaşkanı, burada, demagoji mi yapıyor Sayın Bakan?! (DYP sıralarından
alkışlar) Doğru Yol Partisi, işte, bu yüzden bu af kanununa karşıdır. Dünkü gazetelerde Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekili Sayın Şandır'ın bir açıklaması vardı, orada, Anayasa Mahkemesinin
affı genişletmesi endişesi karşısında, halkın devreye girmesini ve Apo'yu nasıl
çıkarırsın diye hesap sormasını istemiştir; bunu önermiştir Sayın Şandır. Sayın Şandır, sizi şu an göremiyorum; ama, orman
mühendisi olmanıza rağmen, siz eğitimcisiniz; böyle yanlış eğitim mi
veriyorsunuz?! Burada, biz, şayet, Anayasa aykırı kanun çıkarırsak, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Anayasaya aykırı kanun çıkarırsa, Anayasa Mahkemesi
üyeleri, hâkimler, kanunu uygulamakla yükümlüdürler, Anayasanın kendilerine
vermiş olduğu bir görevi yerine getireceklerdir. Çıkarmış olduğunuz kanun,
kabul oyu vermiş olduğunuz kanun eğer Anayasaya aykırıysa, Anayasa Mahkemesi
üyeleri bunu nasıl engellesinler, bunu engellemeleri mümkün mü Anayasa
Mahkemesi üyelerinin?!. Değerli milletvekilleri, diğer taraftan, kanun
tasarısının geneli üzerinde, iktidar partisi mensupları, maalesef, söz dahi
alamamışlardır. Neden alamamışlardır; kanunun geneli üzerindeki konuşmalarda,
genel olarak, kanunun ne kadar gerekli olduğu, ne kadar elzem olduğu, Türk
Milletinin bu kanuna ne kadar ihtiyacı olduğu... BAŞKAN - Sayın Çelen, bu, 2 nci maddenin neresine
giriyor Allahaşkına! SALİH ÇELEN (Devamla) - Kanunun 2 nci maddesi de
kanunun geneli üzerinde etkili değil midir efendim?! BAŞKAN - Sayın Çelen, lütfen, 2 nci madde üzerinde
konuşun; sinirler gergin... SALİH ÇELEN (Devamla) - Sayın Başkanım, ben, şimdi
diyorum ki burada, iktidar partisi milletvekilleri, kanunun geneli üzerinde
konuşmamışlardır, söz almamışlardır, alamamışlardır. Kanunun geneli üzerindeki
konuşmalarda, 2 nci madde bu kapsamda değil midir efendim?! BAŞKAN - Efendim, isterse alır isterse almaz; söz hakkı
herkesin... Anayasal hakkını kullanıyor yani. SALİH ÇELEN (Devamla) - Efendim, ben de diyorum ki,
kanunun geneli üzerinde de, 2 nci maddesi üzerinde de iktidar partisi
mensuplarının söz alamamış olmaları, bu kanunun gerekli olmadığını bilmeleri
anlamına gelir.(DYP sıralarından alkışlar) Bu kanun eğer gerekliyse, neden söz
alıp da Türk Milletine bu kürsüden bu kanunun ne kadar gerekli olduğunu
anlatmamışlardır? İktidar partisi... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) SALİH ÇELEN (Devamla) - Söz alamamalarından da bu
kanunun gerekli olmadığına inandıklarını görüyoruz. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelen. Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Gözlükaya, buyurun
efendim. (DYP sıralarından alkışlar) 2 nci maddeyi konuşuyoruz biliyorsunuz. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2 nci madde üzerinde söz aldım; Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Bu yasanın doğru olan yeri yok da, 2 nci maddenin,
belki, bir dereceye kadar doğruluğu tartışılabilir; ama, bu yasanın tümü,
gerçekten bir hukuk ucubesidir, bu, bir inat yasasıdır. Hükümetin inadı....
Yani, yanlış yere yola çıktılar, bu yanlışlıktan cayamıyorlar ve inat
ediyorlar. Bu yasayı, bu sabahın erken saatlerinde çıkarmaya çalışıyorlar. Değerli arkadaşlarım, hükümetimiz, bu yasayı, belki,
prestijini kurtarmak için çıkarmaya gayret ediyor, inat ediyor olabilir; ama,
şunu gayet samimî olarak biliyoruz ki, bu yasa, ne hükümet ortaklarının ne
Meclis üyesi arkadaşlarımızın -hangi partiden olursa olsun- içine sinmeyen,
tasvip görmeyen, milletimizin de yüzde 93'ünün tepkisiyle, hayır oyuyla karşı
karşıya olan bir yasadır. Şimdi, köylü perişan olmuş, ekonomi felç olmuş, tüccar,
memur, emekli, öğrenci sefil. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, maddeye
gelsin maddeye... MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) - İşsizler derseniz 10
milyonları geçmiş. Şimdi bu hükümetin prestiji mi var? Nereden gelmiş prestiji?
(DYP sıralarından alkışlar) Bu hükümetin yerine, bu ülkede konuşmaması gereken MİT
konuşuyor, Cottarelli konuşuyor, asker konuşuyor, bugüne kadar bu hükümete
kayıtsız şartsız destek veren oda başkanları konuşuyor, TÜSİAD konuşuyor. Bu
hükümetin prestiji mi kalmış? Bunlar niye konuşsunlar? Bugüne kadar
desteklemeye devam eden, Türkiye'yi güllük gülistanlık gösteren basın
konuşuyor. Nerede bunun prestiji? Değerli arkadaşlarım, partiler basılıyor, polisler
şehit ediliyor, askerler şehit ediliyor ve polis sokakta. İşin en acı tarafı,
erkekler ürkek olmuş, korkak olmuş. Nerede bu hükümetin prestiji?! (DYP
sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, gelin, yol yakınken, bu tasarıyı
geri çekin; çünkü, Yüce Allah diyor ki: "Bana kul hakkıyla gelmeyin. Ben,
bana olan borçlarınızı affederim; ama, kul hakkı olanlarla helallaşın."
Burada mağdurların ve Türk Milletinin hakkı vardır. Onun için, gelin, bu yasayı çekin ve bu millet de, siz
de, vicdan azabından kurtulun. Saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gözlükaya. Efendim, soru-cevap kısmına geçiyoruz. Sayın Paçacı, buyurun efendim. MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Ankara) - Sayın Başkan,
delaletinizle, Sayın Bakandan, cevaplanması amacıyla aşağıdaki soruyu
soruyorum. Sayın Bakan, bizler milletin vekilleriyiz ve milletin
hassasiyetlerini dile getirmekle de yükümlüyüz. Bu hassasiyet içerisinde
soruyorum: Bilindiği üzere, 312 nci maddenin değiştirilmesini öngören tasarının
mimarı sizsiniz. Bu tasarıdan vazgeçip, af ile yetinmeyi, bir hukukçu bakan
olarak nasıl açıklıyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Paçacı. Sayın Çelen, buyurun efendim. SALİH ÇELEN (Antalya) - Sayın Başkanım, aracılığınızla
Sayın Bakandan sormak istediğim soru şudur: Şimdi, Sayın Bakanım iki suçluyu
ele alalım. Bir tanesi beş ayrı suçtan, beş ayrı mahkemeden ceza almış,5'er
yıl, toplam 25 yıl. Bu kişi, af kanunundan istifade ettikten sonra ne kadar
yatacaktır? İkinci sorum; aynı suçları işleyip, aynı beş suçtan
yargılanan; fakat, henüz yargılaması bitmemiş olan bir kişi, değişik şehirlerde
yargılandığı takdirde, bu hangi suçlardan istifade edecektir, aftan nasıl
etkilenecektir? BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Enginyurt, buyurun efendim. CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sayın Başkan, aracılığınızla
Sayın Bakana sormak istiyorum. Biraz önce Ali Naci Tuncer bey
"politikacıların faziletli olması gerektiğini söyledi" çok yerinde
bir tespit. Geçen defa bu şartla salıverme oylanırken, başından sonuna kadar
karşı oldukları af yasa tasarısına 83 milletvekilinden 42 tanesi ret vermiş, 4
tanesi kabul vermiş, 2 tanesi çekimser vermiş; bu, faziletli politikanın
neresine sığıyor? BAŞKAN - Bunu Sayın Bakana sorulmamış addediyorum
efendim, sual bana sorulmuştur. Sayın Bakan, bunu sorulmamış addediyorum. Sayın Başkan, buyurun efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, işin ciddiyeti
kalmıyor efendim, bunlar zabıtlardan çıkartılsın efendim. İşin ciddiyeti
kalmıyor, evvela herkes bunu öğrensin. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Sayın Başkan, bu soruyu
sorulmamış kabul edin. BAŞKAN - Sorulmamış kabul ettim Sayın Güven. Lütfen, siz müdahale etmeyin. Lütfen... Sayın Güven, siz müdahale etmeyin efendim. Sayın Güven soru için söz istediniz, sıra sizde
efendim. Buyurun sorun efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkanım, bu kanun
düzenlenirken 2 nci madde özellikle "sorumlu müdür sıfatıyla işlenmiş
suçlar dahil" diye başlarken, ^"sözlü veya görüntülü yayın araçları,
yahut miting, kongre, konferans, seminer, sempozyum, açıkoturum ve panel
gibi" demek suretiyle, izin alınmak suretiyle yapılan toplantılar mı
kastediliyor? Yani, bunun dışında, bir kahvehanede bir sohbet anında yapılan
konuşmalardan ötürü hakkında işlem yapılan ve hüküm giyen insanlar için de bu
madde teşmil edilecek mi? Edilmeyecekse, sadece resmî izinle yapılan
toplantılar için mi geçerlidir? Ben onu sormak istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN- Teşekkür ederim. Sayın Bedük, buyurun efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara)- Sayın Başkan,
delaletinizle, Sayın Bakanıma şu sorumu tevdi ediyorum: İnfaz, yargıyı ilgilendiren bir konudur. İnfaz
sistemiyle ilgili getirilen bu şartla tahliyenin, acaba yargıya müdahale anlamı
yok mudur? Yasamanın yargıya müdahalesini bir hukukçu olarak Sayın Bakan nasıl
değerlendiriyor? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN- Teşekkür ederim. Sayın Yılmazyıldız, buyurun efendim. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir)- Sayın Başkan, Sayın
Bakanın aşağıdaki sorularımı yanıtlamasını rica ediyorum. Sayın Bakan, ısrarla, bu affın teröristbaşını
kapsamayacağını, banka soyguncularını kapsamayacağını, genişletilmeyeceğini
iddia etti. Eğer bir şekilde Anayasa Mahkemesi bu af kapsamını genişletirse,
Sayın Bakan ve hükümet, sorumluluğu alıp istifa edecek mi? Teşekkür ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Böyle bir soru olmaz. Bu soruyu saymıyorum
efendim. Cevap vermeyin Sayın Bakanım. (DYP sıralarından gürültüler) Siz benim delaletimle soruyorsunuz efendim. TURHAN GÜVEN (İçel)- Öbürünü saydınız mı? BAŞKAN- Efendim, o da yanlış yapmış. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir)- Sayın Başkan, İçtüzüğe
uygun bir sorudur bu. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara)- Sayın Bakan biraz evvel
"olmaz" dedi. Anayasa Mahkemesinin kararından bahsetti efendim. Yani,
Anayasa Mahkemesini yönlendirici mahiyette açıklama yapan bir Sayın Bakana
böyle bir soru tevcih edildiği zaman niye itiraz ediyorsunuz Sayın Başkan? BAŞKAN- Şimdi, Sayın Bakan sorulara cevap verecek
efendim. Buyurun. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 20 nci Yasama Döneminde, Türk Ceza Kanununun bazı
maddeleri ile Terörle Mücadele Kanununun bir maddesinin değiştirilmesi hakkında
bir kanun tasarısı hazırlanmıştı. Bu tasarı, benim insan haklarından sorumlu
Devlet Bakanlığım zamanında hazırlanmıştı; 312 nci madde konusunda da yeni bir
düzenleme getirilmişti, bu doğrudur. O tasarı, milletvekili erken genel seçimi
nedeniyle kadük olmuştur; ancak, bu dönem bir milletvekilimiz tarafından teklif
olarak yenilenmiştir. Biz konuyu, şimdi, yeni Türk Ceza Kanunu tasarısı içinde
ele alıyoruz. Hükümet olarak sunacağımız yeni düzenleme bu tasarı içerisinde
olacaktır; ama, bir milletvekilimizin yenilemiş olduğu teklifi değerlendirmek
ve kabul etmek Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdirindedir. Sayın Çelen'in sorusu aslında 1 inci maddeyle
ilgilidir. 1 inci maddede, şartla salıverme bakımından, cezaların
birleştirilmesi ve onun üzerinden 10 yıllık bir indirim yapılması söz
konusudur. Kanunda öngörülen ertelemede ise davaların ertelenmesi, her bir suç
bakımından ayrı ayrı değerlendirilecektir; ama, öngörülen süre içinde yeniden
bir suç işlendiği takdirde, ertelenen suçların yargılama konusu olması ve ceza
verilmesi ve onun sonucunda da bu cezaların birleştirilmesi, içtima ettirilmesi
söz konusu olabilir. Sayın Güven'in sorusuna gelince: 2 nci maddede
"miting, kongre, konferans, seminer, sempozyum, açık oturum veya
panel" örnek olarak verilmiştir. TURHAN GÜVEN (İçel) - "... gibi..." ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Daha sonra
gelen "gibi" sözcüğü de bunu açıkça göstermektedir. Dolayısıyla,
burada, izinli veya izinsiz her türlü toplantı kastedilmekdedir. Maddede açık
olarak, "her türlü toplantılarda" sözcüğüyle, bu durum
belirtilmiştir. Sayın Bedük'ün sorusuna geliyorum: Bizim hukukumuzda
şartla salıverilme, infaz hukukunun önemli bir kurumudur; ancak, genel olarak
yasayla da şartla salıverilmenin, Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda düzenlenen
şeklinden farklı olarak; yani, iyi hal koşulu aranmaksızın işletilmesi, gerek
1991 yılında kabul edilen Terörle Mücadele Kanununda, gerek bu kanunda
öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, 1991 yılında, Terörle Mücadele
Kanunu dolayısıyla bu şartla salıverilme ve af kavramlarını karşılaştırmıştır.
Bunlar arasındaki karşılaştırmada, ortak noktaları ve farklı noktaları
belirtmiş; sonunda, getirilen düzenlemenin bir şartla salıverilme olduğunu
kabul etmiştir; ama, bunlarda, Anayasaya aykırı hiçbir yön görmemiştir. Son soru kabul edilmediği için ona cevap vermiyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - İçtüzüğe uygun soru
soruyorum Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, var mı böyle bir şey?! İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Demagoji yapıyorsunuz
diye burada milletvekillerini suçluyorlar. Bunun sorumluluğunu alıp istifa edecekler mi
etmeyecekler mi; yoksa, burada pişkin pişkin oturacaklar mı? BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 4 adet
önerge vardır; önergeleri, sahipleri geri aldığı için işleme koymuyorum. 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Yeni geçici madde eklenmesine dair bir önerge vardır;
önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 567 sıra sayılı Kanun Tasarısının 2
nci maddesinden sonra gelmek üzere, aşağıdaki geçici maddenin eklenmesini arz
ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
"Geçici Madde 1.- 21.7.1953 tarihli, 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamına giren amme alacakları
ile 4.1.1961 tarihli, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına giren ve
31.12.1999 tarihinden önceki dönemlere ait veya bu tarihe kadar beyan edilmesi
gereken vergi, resim ve harçlara ilişkin olarak; a) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle
vadesi geldiği halde ödenmemiş bulunan amme alacakları asıllarının tamamı ile
bunlara bağlı gecikme zammı, gecikme faizi ve vergi cezaları ile diğer ceza
mahiyetindeki amme alacaklarının yüzde 20'sinin; ilk taksiti bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihi izleyen aydan başlamak üzere 24 ayda üçer aylık
dönemler itibariyle eşit taksitler halinde ödenmesi, ilk taksit ödeme süresinin
son gününe kadar yazılı başvuruda bulunulması ve bu alacaklar için ihtilafa
gidilmemesi veya ihtilaftan vazgeçilmesi şartıyla, gecikme zammı, gecikme faizi
ve vergi cezaları ile diğer ceza mahiyetindeki amme alacaklarının kalan
kısmının tahsilinden vazgeçilir. Borçlarını 6183 sayılı Kanunun 48 inci maddesi
hükmüne göre ödemekte olan mükellefler de diledikleri takdirde bu madde
hükmünden yararlanabilirler. b) Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre ikmalen, re'sen
veya idarece tarh edilmiş olup, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle
yargı mercileri nezdinde ihtilaflı hale getirilmiş ya da dava açma süresi
geçmemiş bulunan vergi, resim ve harçların tamamı ile bunlara bağlı gecikme
zammı, gecikme faizi ve vergi cezalarının yüzde 20'sinin; bu bentte belirtilen
süre ve şekilde ödenmesi halinde, gecikme zammı, faizi ve vergi cezalarının
kalan kısmının tahsilinden vazgeçilir. Bu takdirde, dava açılmaması ve açılmış
bulunan davalardan vazgeçilmesi, buna ilişkin talebin başvuru süresi içinde
yazılı olarak yapılması şarttır. Bu şekilde ödenen alacaklara maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten sonra herhangi bir zam veya faiz uygulanmaz.
Tarhiyata ilişkin ihtilaflarda alacak asılları; tarhiyatın bulunduğu en son
safhadaki tutar, ancak bu safhada bozma ya da terkin kararı bulunması halinde
ilk tarhiyat tutarı esas alınarak belirlenir. Bu hüküm, maddenin yürürlüğe
girdiği tarihe kadar uzlaşma talebinde bulunulmuş olup, uzlaşma günü verilmemiş
veya uzlaşma günü verilmekle birlikte uzlaşma görüşmesi henüz yapılmamış
alacaklar için de geçerlidir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle
tahakkuk etmemiş vergi, resim ve harç asıllarına ilişkin tarhiyatta, gecikme
faizleri maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen süre için hesaplanır.
Asılları kısmen veya tamamen ödenmiş bulunan fer'i alacaklar ile bir asla bağlı
olsun veya olmasın ceza mahiyetindeki alacaklar için de bu bent hükümleri
uygulanır. Vergi Usul Kanunu kapsamı dışındaki diğer amme alacaklarının
tahsilat işlemlerinden dolayı meydana gelen ihtilaflarda da bu bentte
belirtilen şekilde işlem yapılır. c) Bu maddeye göre ödenmesi gereken taksitlerin ödeme
süresi içerisinde hiç ödenmemesi ya da eksik ödenmesi halinde, alacağın tamamı
muaccel olur ve cebren tahsil olunur. Ancak, amme borçlularının alacağın
tamamını muaccel kılan taksit tutarını; taksit ödeme süresinin son gününden
itibaren geçen süre için tecil faizi oranında hesaplanacak bir faiz ile
birlikte rızaen ödemeleri şartıyla, madde hükümlerinden yararlanılmaya devam
olunur ve ödeme süresi geçmemiş taksitler sürelerinde ödenir. Bu madde
kapsamına giren alacakların maddede belirtilen şekillerde tamamen ödenmemiş
olması halinde, ödenen tutar kadar madde hükümlerinden yararlanılır. d) Devlete ait olup, vergi dairelerince tahsil olunan
ve miktarı 5 milyon lirayı aşmayan asılları ödenmiş fer'i alacaklar ve cezalar
ile aslı bu miktarı aşmayan amme alacaklarının, fer'ilerinin miktarına
bakılmaksızın fer'ileri ile birlikte tahsilinden vazgeçilir. Tahsilinden vazgeçilecek
amme alacakları nev'a ve dönemleri itibariyle ayrı ayrı dikkate alınır. Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılan ödemeler her ne surette olursa
olsun ret, iade ve mahsup edilemez. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve
esasları belirlemeye, maddede belirtilen başvuru süresini gerektiğinde bir aya
kadar uzatmaya Maliye Bakanlığı yetkilidir. e) 17.7.1964 tarihli, 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanunu ve 2.9.1971 tarihli, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile 17.10.1983 tarihli, 2926 sayılı
Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa göre
prim, sosyal yardım zammı, idarî para cezası, gecikme zammı ve faiz borcu
bulunan işverenler ile topluluk sigortasına ve isteğe bağlı sigortaya devam
edenler ve sigortalılar ile ölen borçlu sigortalıların hak sahipleri;
31.12.1999 tarihine kadar tahakkuk etmiş olan prim ve sosyal yardım zammı
borçlarının tamamı ile idarî para cezalarının ve bu kanunun yürürlüğe girdiği
tarihe kadarki gecikme zammı ve faizlerinin yüzde 20'sini, bu kanunun yürürlüğe
girdiği tarihi izleyen ay başından itibaren 24 ay içinde üçer aylık dönemler
itibariyle eşit taksitler halinde ödedikleri takdirde, ilgili kurumların
alacaklarından her birine ait kalan gecikme zammı ve faizleri ile idarî para
cezalarının bakiyesi terkin edilir. Bu madde hükmünden yararlanmak üzere
başvuranlardan taksitlerini süresi içinde ödemeyenlerin, süresinde ödenmeyen
her bir taksiti bu kanunun uygulama süresinde rızaen tecil faiziyle birlikte
ödemeleri halinde bu kanundan yararlanma hakları saklıdır. f) Bu madde kapsamına girenlerden 31.12.1999 tarihine
kadar tahakkuk etmiş prim, sosyal yardım zammı ile idarî para cezası
bulunmayıp, sadece gecikme zammı ve faiz bulunanlar, bu borçlarının yüzde
20'sini bu maddede belirtilen süre ve şekilde ödemeleri halinde kalan borçları
terkin edilir. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce tahsil edilmiş
gecikme zammı ve faizleri iade ve mahsup edilmez. g) Bu madde kapsamına girenlerden prim,sosyal yardım
zammı ve idarî para cezası ile gecikme zammı ve faiz borçları için aleyhine
icra takibi yapılanlar, yukarıdaki fıkralar hükümlerine göre hesaplanacak
borçların bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihi takip eden aybaşından itibaren 24
aylık süre içinde ve üçer aylık dönemler itibariyle eşit taksitler halinde icra
masraflarıyla birlikte icra müdürlüklerine veya kurumlara ödemeleri şartıyla,
bu madde hükümlerinden yararlanabilirler. İcra takibine konu olan borcun
yirmidörtte birini bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihi izleyen aybaşından
itibaren bir ay içinde ödeyenlerin hacizleri kaldırılır. Bu süreler içerisinde
icra takipleri ile ceza ve hukuk davalarına devam edilmez, bu davalara ilişkin
kanunî süreler işlemez." BAŞKAN - Önergeye Komisyon katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) -
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu efendim? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -
Katılmıyoruz. BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, gerekçesini okutun. BAŞKAN - Sayın Güven ifade etmek istemedim; ama, ifade
edeyim: Geçen sefer bendeniz yoktum burada, bu önerge alelacele verilmiş. Bu,
geçen seferkinin aynısı ve 850 kelime; ama, bunu okuttum, tabiî ki bir
gerginlik olmasın diye. TURHAN GÜVEN (İçel) - Bu bir madde tedvinidir,
çiftçiyi, üreticiyi, esnafı kurtarma maddesidir, nefes aldırma maddesidir. BAŞKAN - Okutuyorum efendim, ziyanı yok, 150 kelimeden
bir şey çıkmaz. Peki efendim, doğrudur; ama, malumunuz, siz daha iyi
biliyorsunuz; 500 kelimeyi geçmemesi lazım. TURHAN GÜVEN (İçel) - Geçebilir, olabilir efendim. BAŞKAN - Ama, geçmiş; 800 kelime. TURHAN GÜVEN (İçel) - Komisyon 48 saat geçmeden görüşüyor da, biz bunu
vermişiz çok mu? BAŞKAN - Peki efendim. Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Bilindiği gibi, son yıllarda ciddî ekonomik sorunlar
yaşanmakta, ülkemizin sanayi ve ticaret hayatı olumsuz etkilenmektedir.
Özellikle geçtiğimiz yıl Türk ekonomisinde yaşanan durgunluk ve daralma
sonucunda millî gelir büyümeyip, aksine küçülmüştür. Toplumda gelir dağılımı
bozulmuş ve işsizlik artmıştır. Yaşanan ekonomik sıkıntılardan dolayı sanayici,
ticaret ve meslek erbabı, esnaf ve sanatkârlar, çiftçiler, dar ve sabit
gelirliler başta olmak üzere, toplumun bütün kesimleri ciddî sorunlarla karşı
karşıya kalmıştır. Bunun sonucunda vergi mükellefleri tahakkuk eden
vergilerini zamanında ödeyemez duruma düşmüşlerdir. Aynı şekilde SSK, Bağ-Kur
ve tarım kesimi sosyal güvenlik kurumuna tabi işverenler ve sigortalılar da
prim ödeme yükümlülüklerini aksatmak zorunda kalmışlardır. Öte yandan, ekonomik sıkıntılardan dolayı ödeme zorluğu
çeken söz konusu kesimler, fiskal ve parafiskal yükümlülüklerini yerine
getirememekten dolayı aylık yüzde 12'ye, yıllık yüzde 144'e varan gecikme
zammına maruz kalmışlardır. Böylece milyonlarla ifade edilebilecek vatandaşımız
ağır bir vergi ve sigorta primi ve cezasından kaynaklanan borç yükü altına
girmişler ve haciz uygulamaları sonucu ticarî faaliyetlerini idame ettiremez
hale gelmişlerdir. İşte, bu çarpık durumun giderilerek, vatandaşın devlete
karşı ihtilaflı olmaktan çıkarılması, sosyal barışın temini ve bunlara tekrar
ödeme kabiliyeti kazandırılarak, yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri ve
böylece ekonomik ve ticarî faaliyetlerini devam ettirebilmeleri imkânı
sağlanmaktadır. Getirilen bu kolaylıklar sayesinde gerek vergi mükellefleri ve
gerekse prim borcu olanlar, bir yandan birikmiş vergi ve sigorta primlerini
taksitler halinde kolaylıkla ödeme imkânına kavuşacak, birikmiş gecikme zammı
ve faizleri ile cezaların yüzde 80'inden kurtulmuş olacaklar; diğer yandan da,
Hazine, birikmiş alacaklarını tahsil etme ve
donmuş alacaklarını nakde dönüştürerek gelir elde etme imkânı
sağlayacaktır. Söz konusu önerge, bu amaçlara yöneliktir. BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. 3 üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3.- Bu Kanun, yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - 3 üncü madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu
adına Manisa Milletvekili Rıza Akçalı. Sayın Rıza Akçalı, buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA RIZA AKÇALI (Manisa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sabahın bu ilk ışıklarıyla beraber hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Milletvekillerimiz, bu saate kadar af yasasıyla ilgili
konuştular, milletin kanaatlerini ifade etmeye gayret ettiler. Ben de, doğrudan
doğruya millet ne diyor, size onlardan bir demet sunmak istiyorum. Elektronik
posta yoluyla Meclisteki milletvekili arkadaşlarımızın hepsine gelen e-mailler
var ve burada, vatandaşlar, aftan mağdur olanlar, aftan rahatsız olanlar
düşüncelerini, kanaatlerini ifade ediyorlar. Bunlarla ilgili çok kısa birkaç
tanesini sizlere sunmak istiyorum. Orta Doğu Teknik Üniversitesinden bir grup öğretim
üyesinin gönderdiği bir elektronik posta: "Allah bile kul hakkını
affedemiyor. Hiç kimsenin, bana karşı işlenmiş bir suçu affetmeye hakkı olamaz.
Devlet, sadece, kendisine karşı işlenmiş suçları affetmelidir. Bizler, yargılanmış
ve hüküm giymiş insanların, cezalarını sonuna kadar çekmelerinin taraftarı
insanlarız. Lütfen, sizler de bize yardımcı olunuz. Öğrenci aflarıyla kalitesiz
işgücünü oluşturanların, imar aflarıyla da yaptıklarını geçen sene depremde,
hep birlikte gördük. Bunların faturasını hep biz ödemedik mi? Polisimizin,
jandarmamızın binbir güçlükle yakaladığı ve hatta, belki bizim huzurumuz uğruna
o esnada şehitler verdiği, hâkimimizin, yargıcımızın suçlu bulduğu ve dahi
mahkûmken bile toplumun huzurunu bozmayı başarabilen bu canileri, ben, iyi bir
vatandaş olarak büyüttüğümü düşündüğüm çocuklarımın yanında, oy verenler
istiyor diye görmek istemiyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Siz, değerli
arkadaşlar, lütfen, bu kez, yine, katilleri, ırz düşmanlarını, aykırı
insanları, tekrar aramıza salmalarına mani olun. Bu ülkenin her şeyine zaten
inancını yitirmiş olan bizleri adaletten de soğutmalarına karşı çıkın ve hâlâ,
hür olduğuna inandığımız adaletten ellerini çekmelerini sağlayın. Uyuma
Türkiye, ben uyuyamıyorum!" Evet, biz de uyuyamıyoruz. (DYP sıralarından
alkışlar) Yine, bir acılı
anne "Kızımın Katilini Kimse
Affedemez" başlığıyla bir
başka e-mail göndermiş. Yine, bir başka e-mailden "af yasası; bir kişi
'af' kelimesini telaffuz etti diye, cezaevlerinde yer kalmadı diye,
cezaevlerinde tadilat yapılabilmesi için boşaltılması gerekir diye,
mahkemelerde dosya sayısı milyonlara ulaştı, içinden çıkılamıyor diye, seçim
yatırımı olsun diye, hele bazı kişilerin kayrılacağı kuşkularını toplayacak
şekilde çıkarılmamalıdır. Sonuçta, bir kez daha cezalandırılan, dürüst, namuslu
ve mağdur olan bizler olacağız. Kendi oylarımızla seçtiğimiz siz
milletvekillerimizin, dürüst yurttaşı ve toplum düzenini korumanızı, kargaşalık
ve isyan yaratacak bu Af Yasasının bahsedildiği şekliyle kesinlikle geçmemesi
için elinizden geleni yapmanızı istiyoruz -biz de bunu yapıyoruz- cezayı veren
de devlet, affeden de devlet değildir. Devletimizin hukuk devleti olmasını
istiyoruz. Saygılarımızla." Daha pek çok var, bir tanesinden daha kısa bir metin
okuyacağım: "Sonuç olarak, ülke gündemine yeniden getirilmekte
olan af tasarısının hiç kimseye bir yararının olmayacağı, aksine, yurttaşların,
devlete, yargıya ve adalete olan inancını zedeleyeceği, yurttaşlar arasında
yeni kavgalara, öç alma eylemlerine neden olacağı ve bu şekilde toplumsal
barışın daha çok zarar göreceği, yeni bir affın ileride de benzer af
taleplerine zemin yaratacağı, aftan yararlanacak kişi sayısı ile söz konusu
yasayla ilgisi bulunmayan toplumun diğer kesimlerinin sayısı kıyaslandığında,
oluşacak toplumsal tepki nedeniyle af tasarısının siyasî partilere, seçim
yönünden de bir getirisinin olmayacağı hususları göz önüne alındığında, af
tasarısının süratle ülke gündeminden uzaklaştırılması gerektiği açıktır. Af tasarısının yasalaşması halinde, yukarıda belirtilen
sakıncalarının ve söz konusu tasarının vebalinin, söz konusu tasarıyı ülke
gündemine getirenlerin ve yasalaşmasını sağlayanların üzerinde kalacağı
şüphesizdir. Genel af tasarısıyla ilgili girişimlere destek
olmayacağınızı umar, saygılar sunarım." (DYP sıralarından alkışlar) Yine, Cumhuriyet Gazetesinde de yayımlanmış bir şiirin
son üç satırını sizlere okumak istiyorum: "Gökten üç af düştü; Paylaştı yolsuzlar, soysuzlar, hırsızlar. Ülkem üzgün, herkesin yüreği sızlar" Değerli milletvekilleri, şimdi, bu katıksız, doğrudan
doğruya Anadolu insanımızın kendi hissiyatları, düşünceleri ve Türkiye Büyük
Millet Meclisine bakarak, ondan talep ettikleri, istedikleri. Bunları, gecenin bu saatinde, daha doğrusu sabahın bu
saatinde, bir kere daha vicdanlarımıza sorarak, bir kere daha, bu acılı
insanların ne demek istediğini değerlendirerek, düşünerek, bir nefis muhasebesi
yapmak gerekmez mi diye düşünüyorum. Af yasasıyla ilgili kanun Meclisten çıktıktan sonra,
Sayın Başbakan, gazetecilere verdiği beyanatta, cezaevlerindeki aşırı izdihamın
da bu sayede önleneceğini ifade etmişti. Daha sonra, af yasası veto edildiğinde
"hukuk, tamam; ama, sosyal durum da önemlidir" diye ifade etmişti.
Aşağı yukarı 45 000 kişi civarında bu aftan faydalanacağını düşünsek,
yakınlarını da 10'ar kişi olarak kabul
etsek 450 000, hadi 20'şer
kişi kabul ettik, 900 000... 60 milyonluk bir sosyal durumla, 900 000'lik bir sosyal
durumun muhakemesinde, muhasebesinde, bu affın buradan çıkmaması lazım.
Meclisin buradaki kanaatinin ve kararının, milletin vicdanıyla örtüşmesi lazım. Bu arada, tabiî, af çıktıktan sonra, ne hikmetse, koro
halinde "bu af, bizim affımız değil" şeklinde beyanlarla da
karşılaştık. Hatta, işte, affın gerçek sahibi olan Rahşan Hanımın da, bir
beyanatıyla, bir basın toplantısıyla "bu af, benim istediğim gibi bir af
değil" şeklindeki beyanını da gördük. Bunları okuyunca, bir sindirim probleminin tekrar
nüksettiğini ben sandım, hissettim burada. Böyle bir sindirim rahatsızlığı
olabilir, bu son derece de doğaldır. Bundan kurtulmanın yolu, tabiî, parti
disiplini ve parti hegemonyası altında burada oy vermek mecburiyeti söz
konusuysa, bu sindirim rahatsızlığı bahane edilerek, arkadaşlarımız, evlerine
istirahata çekilebilirler. Hiç merak etmesinler, biz buradayız ve affın
reddedilmesi konusunda arkadaşlarımızla birlikte oyumuzu kullanacağız. Bu
rahatsızlık, bütün milleti de, sizler ve bizler adına memnun edecek bir
rahatsızlık olur. Bunu bir kere daha düşünmenizi rica ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Kura torbasını verir misiniz... Sayın Turhan Güven... TURHAN GÜVEN (İçel) - Benim yerime Sayın Kaya
konuşacaklar. BAŞKAN - Peki efendim. Tekirdağ Milletvekili Sayın Nihan İlgün... Nihan İlgün Bey yoklar. Onun yerine başka bir tane daha çekiyorum: Amasya
Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya... AHMET İYİMAYA (Amasya) - Benim yerime Sayın İlyas
Yılmazyıldız konuşacaklar. BAŞKAN - Peki. Buyurun Sayın Kaya. (DYP sıralarından alkışlar) SAFFET KAYA (Ardahan) - Sayın Başkanım, çok değerli
milletvekili arkadaşlarım; bugünkü gündemimizde yaklaşık olarak 10 saattir
süregelen, af yasasıyla ilgili, Doğru Yol Partisi adına, tüm milletvekili
arkadaşlarımızın özellikle vicdanına seslenerek, bu yasanın, gerçekten,
Türkiye'nin sosyal barışına, toplumsal huzuruna çok büyük bir yara açacağını,
buradan, hatip arkadaşlarımız gündeme getirdiler. Ben de, huzurunuzda bir kez
daha, tüm değerli arkadaşlarımıza, buradan, halk adına, millet adına
sesleniyorum; diyorum ki: Bu içinize sinmeyen, vicdanınıza sinmeyen bu yasayı,
bugün, buradan lütfen çıkarmayın. İki yıldan beri süregelen ve iki
Cumhurbaşkanımızın da sürekli olarak reddettiği, eşitlik ilkesine ters, hukuk
normlarına ters olan bu yasanın, mutlak ve mutlak yeniden gözden geçirilmesi
noktasında, Yüce Parlamentoya sevkinden halen daha ilham alamıyorsak, ülkeyi
iyiye sürüklüyoruz diyebilmek mümkün değildir. 57 nci hükümete tekrar sesleniyorum, Sayın Başbakana
sesleniyorum, Başbakan Yardımcılarına sesleniyorum, sayın bakanlara ve
milletvekillerine sesleniyorum: Yanlış yoldan dönmek fazilettir, erdemdir; bu
kararlılığı gösterin lütfen. (DYP sıralarından alkışlar) Toplumun bugün nabzını
tutup, nefesini tuttuğu şu ortamda, şu saatlerde tüm milletvekillerinin
vicdanlarına seslenerek buradan haykırıyorum: Yanlış yapıyorsunuz;
yanlışınızdan dönmek, sizin erdeminiz olacaktır; ülkenin geleceği ve bekası
için, mutlaka ve mutlaka vicdanî bir kararınız olacaktır. Bu kararınızı, bugün,
gerçekten, tarihî oylama süresi içinde vermeniz en doğru bir usuldür. Bugün, Rahşan Hanım, reddettiği bu Af Yasasına, hepimiz
çok açık olarak gördük ki "bu yasa benim istediğim gibi çıkmadı, bu Af
Yasası benim istediğim gibi değil" diyor ve yine liderlerimizden "bu
yasayı biz tasvip etmedik, bu yasayı içimize sindiremiyoruz" diyorlar.
Halen, daha, yine MHP'nin çok değerli hatiplerinden, burada, geçen, İçel
milletvekilimizin hitap ettiği şekliyle "bu yasayı kabul etmiyoruz. Bu
yasa, 1974 yılında ve geçmiş dönemde yaşandığı gibi, vatan hainlerinin
affıdır." Sayın Bakana da buradan sesleniyorum, Sayın Bakana da
diyorum ki: Yarın, bu yasa, eğer Anayasa Mahkemesinde genişletilirse; yarın, bu
yasa, eğer gerçekten teröristleri dışarıya salmak olursa.... Bugün
cezaevlerinde iki şehit daha verdik ve oradaki vatandaşlarımız, hükümlülerimiz
ve tutuklularımız öldü. Bunlardan ders alarak, halen daha bu yanlışımızı
bertaraf etmenin yoluna gitmeyecek miyiz; bu tarihî sorumluluğu halen daha
gözardı etmiş olacak mıyız diye, burada, huzurunuzda seslenmek istiyorum. 1974 yılında yapılan ve bugün vatan hainlerini
gerçekten sokağa döken o yasa, Türkiye'yi ihtilallere götürmüştür. Türkiye'de
kardeşin kardeşi vurmasına sebep olmuştur. Türkiye'yi kaosa sürüklemiştir.
Halen daha 1974 yılında çıkarılan o aftan, bugünkü milletvekili
arkadaşlarımızın vicdanları rahat mı acaba? 1974 yılında yaşanan bu olumsuz
badireyi, ülke, çok büyük bir bedelle ödemedi mi? O bedeli, yine, Türkiye'nin
gündemine ısıtarak getirmek, Türkiye'nin sosyal barışını, toplumsal barışını
etkilemek acaba hangimizin vicdanıyla eşdeğer olacak? Tüm milletvekili arkadaşlarımızın vicdanına
sesleniyorum. Bakın, bu hükümet iki yıldan beri icraatlarında 204 tane yasa
çıkardı. Çıkardığı 204 yasadan hiçbir tanesi -iddia ediyorum- kesinlikle bu ülkenin
yararına olmamıştır. Acemi bir şoför olarak otobüsü bataklığa batırdınız ve
sürekli olarak o otobüs o bataklıkta patinaj yaptıkça, ülkeyi de
batırıyorsunuz, milleti de batırıyorsunuz. İnat adına getirdiğiniz bu yasadan dönmeniz sizlerin
vebalidir, tarihî vebalidir. Bu vebali, mutlaka ve mutlaka yerine getirmeniz,
gerçekten, yarın, sizin, tarih nezdinde en ciddî vicdanî rahatlığınız
olacaktır; ama, eğer, kamuoyunun istemediği, halkın istemediği ve halkın
vicdanında derin yaralar açan bu af yasasını, vicdanlarınızla bağdaştırarak
bugün kabul ederseniz, yarın, Türkiye'nin, gerçekten, büyük sıkıntılarla karşı
karşıya geleceğini hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Bu mantıktan yola çıkarak, cezaevlerinden bugün yaşanan
olaylarda... Biz, geçmiş dönemlerde cezaevlerine gönderdiğimiz hırsızları,
teröristleri ıslah ettik de mi, o insanları affediyoruz; ıslak etmedik o
insanları. Cezaevine gönderdiğimiz o insanlar teröristse, cezaevinde daha azılı
terörist oldu; hırsızsa, daha çok hırsız oldu, profesyonel oldu ve o insanları
1974'te olduğu gibi sokağa saldığınız da... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Kaya, teşekkür edeceğinizi umut ediyorum
efendim. SAFFET KAYA (Devamla) - Sayın Başkan, tamamlayabilir
miyim... Bu yasanın, Yüce Parlamentodan çıkmamasını umuyor,
Doğru Yol Partisi olarak bu yasaya ret oyu kullanacağımızı söylüyor; hepinize
saygı sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN -
Teşekkür ederim. Şahsınız adına aldınız sözü. Şahsı adına Sayın Yılmazyıldız; buyurun. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Az önce, çok değerli bir konuşmacımız Sayın Akçalı,
dedi ki "Türkiye uyumuyor, biz uyumuyoruz; siz de uyumayın."
Hakikaten, mağdur yakınları, mağdur aileleri uyumuyor, uykuları kaçmış.
Dolayısıyla, tekrar tekrar düşünmemiz gerekiyor bu yasa üzerinde. Ben, az önce, Sayın Bakana sormak istemiştim, olabilir,
siyasiler bir karar alır, kanun çıkarır, çıkardığı bu kanunun neticesinde de
şunlar şunlar olur der... Nitekim, Sayın Bakanın, bu Af Yasasında polislerle
ilgili bir konunun yer almaması için, istifa tehdidinde bulunduğu basında yer
aldı; doğrudur yanlıştır, bilmiyorum, kendisi burada. Ben aynı şeyi sormak
istiyorum, eğer bu Af Yasası Anayasa Mahkemesine gidip kapsamı
genişletildiğinde, banka soyguncuları, hortumcular, tecavüzcüler, teröristler,
ülkeyi yıkmaya çalışanlar, af kapsamına alındığı takdirde siyasî sorumluluğu
alıp istifa edecek mi? (DYP sıralarından alkışlar) Buraya çıkan hatipleri, soru soran milletvekillerini,
millet adına kaygı duyan, milletin kaygılarını dile getiren hatipleri demagoji
yapıyorsun gibi bir ifadeyle, bir Sayın Bakana hiç yakışmayacak bir ifadeyle
itham etmesini de anlamak mümkün değil; ama, Sayın Bakan, ısrarla yaptığı
hareketin, anayasa profesörü olduğu için, nereye gideceğini biliyor; bunu
bildiği için de, bir türlü bu işin sorumluluğunu almak istemiyor. Eğer, öyle
olmuş olsaydı "evet, bu yasa bunu kapsamaz, genişletilmez. Genişlerse, ben
de istifa ediyorum; üstelik, siyasî hayattan da çekiliyorum" deyip,
millete garantiyi vermesi lazımdı; ama, nerede o garanti?!. Nerede o
yürek?!.(DYP sıralarından alkışlar) Yine, söylüyorum, önerge verdik; tamam, bu Af Yasası
çıkıyor, adil değil. Gösterdim, Balıkesir Belediye Başkanı Anavatan Partisinden
seçilmiş, haciz gelmiş bütün mallarına. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Balıkesir değil... İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) - Yine, bakıyoruz,
belediye başkanı diyor ki: "Böbreğimi satacağım." Yani, kendi
belediye başkanınızı, böbreğini satmak mecburiyetinde bırakmışsınız. Bakıyoruz, geçen yıl 60 000 esnaf, bu yıl ilk 10 ayda
50 000 esnaf kepenk kapatmış. Sayın Cumhurbaşkanının bu yılki Meclis açılış
konuşmasında... Çiftçiler yüzde 25 reel gelir kaybına uğramışlar. TÜSİAD diyor
ki "kapatıyorum dükkânlarımı, bütün fabrikalarımı." Nitekim, en son
Sayın Bodur "Çanakkale Seramik Fabrikalarını 1 ay kapatıyorum, hiçbir şey
satamıyorum" diyor. İşte, bütün bunlara baktığımızda diyoruz ki, gelin, bu
yasa kapsamıyla, hiç olmazsa çiftçilerin, esnafın aldığı kredilerin faizlerini
affedelim; hiç olmazsa, belediyelerin aldığı borçları ve cezaları affedelim;
hizmet edebilsinler.(DYP sıralarından alkışlar) Bunlar, sizin de belediye
başkanlarınız; ama, ne yazık ki, maalesef, inadım inat, ille ben bunu böyle
çıkaracağım... HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Bağırma... TURHAN GÜVEN (İçel) - Uyandırıyor... İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) - Sayın Cumhurbaşkanı
diyor ki, "eğer, bu yasa, bu haliyle çıkarsa, devletin, temeli adalettir
inancını yok edecek, toplum düzenini bozacak ve yurttaşların adalete olan
güvenini sarsacaktır." Bunun hukuk bilgisine, adalet bilgisine
güvendiğiniz için oy vermediniz mi; o halde, güvenerek oy verdiyseniz, şimdi
dediğine niye itibar etmiyorsunuz?.. Niye; yoksa, bu toplumun huzurunu,
güvenini sükûnunu bozmak mı istiyorsunuz? Yarın toplumda terör arttığı zaman,
yarın soygunlar arttığı zaman, kime ne anlatacaksınız, nasıl anlatacaksınız? Değerli arkadaşlarım, bütün bunları... Eminim ki, pek
çoğunuza telefonlar geliyordur, telefonlarla da, ısrarla, affın çıkmaması
gerektiği konusunda mesajlar geliyordur. (MHP sıralarından gürültüler)
Kapatırsanız, gelmez! Benim telefonlarım susmuyor. Neyse... Bunun dışında, yine şu kadarını söylemek istiyorum.
Televizyon programlarında, ısrarla, yine bu konular dile getirilmektedir.
Gelin, bu affı reddedelim diyorum, hayırlı bir iş yapalım diyorum içerisinde
bulunduğumuz mübarek aya uygun olarak. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Soru kısmına geçiyoruz. Sayın Enginyurt, buyurun. CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sayın Başkan, delaletinizle
Sayın Bakanıma sormak istiyorum. Muhalefet sözcüleri vicdanımıza seslendikçe,
vicdanımızı dinlemek mecburiyetinde olduğumuzun farkına vardım ve hemen aklıma
bir soru geldi, onu sormak istiyorum. Köyden gelmediğim için, yani köylü olmadığım için,
yalıda oturuyorum Boğazda. Yalı komşum, bir araziyi, hazine arazisini... (DYP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Sorunuzu kesiyorum efendim... Sorunuzu
kesiyorum Sayın Enginyurt. Lütfen... TURHAN GÜVEN (İçel) - Aynen Cemal'e yakışan bir soru! BAŞKAN - Müsaade edin... Ben varım... NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) - Tam adamına göre bir soru! BAŞKAN - Efendim, tamam... Kestim sorusunu... Sayın Cezmi Polat, buyurun efendim. CEZMİ POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, delaletinizle
Sayın Bakana sormak istediğim sorularımı arz etmek istiyorum. Terör akademisi haline dönüştürülen cezaevlerine
yapılan operasyonlardan dolayı, başta hükümetimiz olmak üzere, zatıâlinizi
tebrik ediyorum. Basın ve televizyonlardan öğrendiğimize göre, cezaevlerine
silah, uyuşturucu ve cep telefonlarının, infaz memurları tarafından sokulduğu
veya menfaat karşılığı yaptıkları söylenmektedir; doğru mudur? Bu personel, hangi iktidar döneminde göreve alınmıştır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ederim. Sayın Bakan, buyurun efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Görüşülmekte
olan konuyla bu sorunun hiçbir ilgisi yoktur. Daha önce, cezaevlerinin durumu
bir genel görüşme konusu olmuştu, bütün bunlar tartışılmıştı. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Soru kısmı da bitti efendim. Önerge yok. 3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 4 üncü maddeyi okutuyorum: MADDE4. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN - Madde üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına
Samsun Milletvekili Sayın Erdoğan Sezgin. Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA ERDOĞAN SEZGİN (Samsun) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; iyi sabahlar diliyorum ve yine, bu Mecliste affı
konuşuyoruz. Yirmi ayı aşkın bir süreden beri, Türkiye'de bir af serüveni
yaşanmaktadır. Cezaevleri de dahil toplumun bütün katmanları bir gerilim
içerisine girmiştir. Türkiye, sanki bir korku filmi, bir gerilim filmi seyreder
hale gelmiştir. Siyasette bir ustalık vardır, gündem değiştirmek... Anladığımız
ve gördüğümüz kadarıyla, görünen ve yaşanan olaylar, bir gündem değişikliğinden
ziyade, gerilimle, hırsla ve kinle bir yönetim tarzı sergilenmektedir. Bu
gidiş, hiç kimsenin içine sinmeyen, tehlikeli, kör bir gidiştir. Buna birkaç
örnek vermek istiyorum: Meclis, tatile girdiği zaman, memur kıyımı kanunu diye
ifade edilen kanun hükmünde kararname getirdiniz. Cumhurbaşkanı tafsilatlı
gerekçelerle reddetmesine rağmen, Sayın Başbakan, iki tane Sayın Başbakan
Yardımcısı, Cumhurbaşkanının şahsına ve makamına söylemedik laf bırakmadılar;
"burası Anayasa Mahkemesi Başkanlığı değil hâkim bey" vesaire.
Hükümet ile Cumhurbaşkanı arasındaki gerilimin, bu affın geri çevrilmesiyle
devam ettiğini üzülerek görmekteyiz. Türkiye'nin önemli devlet kurumlarından biri olan Millî
İstihbarat Teşkilatının Başkanına, devlet politikasını yönlendirecek şekilde
talimat veriyorsunuz; bu kurum ile milletin arasını, daha önemlisi,
gözbebeğimiz olan Silahlı Kuvvetlerin arasını açıyorsunuz. Bu, gerilim değil
de, nedir? Devletin bekası ve milletin huzuru için çıkardığınız
kanun gücünde kararnameyi, neden zamanında Meclise indirmiyorsunuz?
Argümanlarınızı söylemek şartıyla, bu Meclis, size, hangi kanunda zorluk
çıkardı? Neden, gözbebeğimiz olan Türk Silahlı Kuvvetlerini görüş belirtmek
mecburiyetinde bırakıyorsunuz? Sizin bu politikalarınız yüzünden, Türkiye,
artık, siyaseti arar hale geldi ve Türkiye'yi yüksek tansiyon hastası yaptınız.
Şimdi, bu af kanunu... Bir kere, Anayasanın 89 uncu
maddesine göre, af yetkisi münhasıran Türkiye Büyük Millet Meclisine
verilmiştir. Siz ne yaptınız; üç lider bir araya gelerek, bir metin üzerinde
mutabık kalıp, parafe ettiğiniz metni Bakanlar Kuruluna imzalatarak,
komisyonlara ve Meclis Genel Kuruluna indirdiniz. İşin bu şekli, gelişi bile,
açıkça, Anayasa ihlalidir. Şimdi, bu af kanunu komisyonlarda görüşüldü, bir
virgülünü dahi değiştirmediniz. Şu anda, Meclis Genel Kurulunda görüşülüyor,
yine aynı şey. Bu Meclisi, bir siyasî heyet olarak ya kabul etmiyorsunuz ya da
bu sıralarda oturanlar, kendilerini bir siyasî heyet olarak kabul etmiyorlar.
Onun için, Yüce Meclise sesleniyorum; bu kırmızı koltuklarda oturmanın bir
mesuliyeti, bir vebali vardır. Bu koltuklar, demokrasilerde daimidir; ama, hiç
kimse daimi değildir. Ceza siyasetinde bir amaç vardır; o amaç, cezanın
caydırıcı niteliğidir. İnfaz yasaları, ceza politikalarının sigortasıdır. Af
çıkarabilirsiniz; ama, infaz sistemleriyle bu şekilde oynarsanız, devletin
verdiği cezaların caydırıcılık vasfını elinizle heba etmiş olursunuz. "Biz, cezaların on yıllık kısmını
erteliyoruz" diyorsunuz. Bu, tamamen infazla ilgili husus olup, bir kere
uygulanmaktadır. Bir kere uygulanan yasalara af yasası denilir. O nedenle bu
yasa, örtülü af yasası niteliğindedir. İnfaz hukukunda eşitlik vardır. Bu kanun, herkese eşit
olarak uygulanır. Bu yasanın neresinde eşitlik? Bir önceki yasada af kapsamına aldığınız bazı
maddeleri, bu en son getirdiğiniz yasada, af kapsamı dışına çıkardınız.
Türkiye'nin, iki ayda, bu kadar kabulünde, konjonktüründe hangi değişiklikler
oldu? Sayın Cumhurbaşkanı, bu konuyu, açık ve net bir şekilde
ifade etmiştir, biz de çok kez ifade ettik; ama, siz ne diyorsunuz;
Cumhurbaşkanının bu gerekçelerine, biz asla katılmayız ve hatta ikinci kez veto
hakkı olmadığı için ve bundan kurtulmak için, kanunun virgülüne dokunmadan yine
geçiriyorsunuz. İşte, bunun vebali, yalnız koalisyon partilerinin liderleri ve
hükümete ait değil; siyasî heyet olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin de vebali
olacaktır. Diliyorum ve istiyorum ki, çıkardığınız bu af yasasının
akıbeti 1974'te çıkarılan Sayın Ecevit'in affı gibi herkese şamil, üstü kapalı
bir af olmasın ve bundan sonra bir hukuk reformu, bir değişim ve dönüşüm
olmadan Türkiye bir daha bunları yaşamasın. Evet, bu af yasasıyla eşitlik sağlanmıştır; 1974 affı,
Sayın Ecevit'in affı olarak anılır. 2000 yılının şu son günlerinde çıkarılan bu
af yasası da, Sayın Bayan Ecevit'in affı olacak ve böylece, eşitlik, aile
içerisinde sağlanmış olacaktır. Bu Yüce Parlamento huzurunda, af kanununun teknik,
hukukî, anayasal kurumlarıyla ne şekilde özdeşleştiğini değerli arkadaşlarım
ifade ettiler, bunların hepsine katılıyorum. Eğer, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gelen yasaların virgülüne dokunmadan bu şekilde geçirirse; bu, aynen şuna
benziyor: IMF'nin ekonomik programı, bir paket olarak önümüze geldi, sayın
hükümet, bunu, bu konuya hiçbir katkısı olmadan harfiyen uygulamaya devam
etmektedir. Bizim esas korkumuz, bu ekonomik paketin arkasından bir siyasî
paketin geleceğiydi ve nitekim Türkiye'nin korktuğu da başına gelmiştir. Nice
Toplantısıyla her şey açıklığa kavuşmuştur. Daha dün, bu kürsülerde, en kısa
zamanda Avrupa Birliği nağmeleri söyleyenler, nutuklar atanlar, bugün, bu
siyasî paketle birlikte kaybolup gitmişlerdir. SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Sayın Başkan, maddeyle ne
alakası var bunların? Demin soruyu kesmiştiniz... ERDOĞAN SEZGİN (Devamla) - Onun için, paket programlara
sakın ola ki inanmayın; iradenizi kullanın, aklınızı kullanın. Bu yasanın hayırlara vesile olacağına sureti katiyede
inanmıyorum; ama, temennim, devlete, millete, herkese hayırlı olsun. Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. 4 üncü madde üzerinde kişisel söz talebi?.. Yok. 4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. HASAN EKİNCİ (Artvin) - Sayın Başkan, biraz da bu
tarafa bak. BAŞKAN - Hep gözüm sizde zaten. Başka bir yere
bakmıyorum ki! Ben bakıyorum efendim, hiç korkmayın; hiç korkmayın Sayın
Bakanım. Kimin uyuduğunu da gördüm, kim uyumuyor ona da baktım. İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, aleyhte, Erzincan
Milletvekili Sebahattin Karakelle. Buyurun Sayın Karakelle. (DYP sıralarından alkışlar) SEBAHATTİN KARAKELLE (Erzincan) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kamu vicdanında, kader mahkûmlarını affetme adı altında,
canileri affetme yasası olarak değerlendirilen af yasasının aleyhinde olmak
üzere, söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyor, mimarı,
Sayın Başbakanın eşlerinin olduğu af yasasına geçmeden, birçok ilkin sahibi
olan hükümetten biraz söz etmek istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın, hemen hemen bütün ilkleri,
devletin halk nezdindeki itibarını yükseltirken, 57 nci hükümetin bütün ilkleri
de, devletle milleti karşı karşıya getirmiştir. Cumhuriyet tarihinde, ilk defa, hapishanelerden,
"basın yoluyla işlenen suçlar" adı altında PKK'lılar salıverilerek,
onların yerine, Atatürk'ün "milletin efendisi köylüdür" dediği
çiftçileri mahkûm ettiniz. Cumhuriyet tarihinde, ilk defa, bir Sayın Başbakanın
eşleri, hükümete af talimatı veriyor; alınan talimat üzerine hazırlanan ve
çıkarılan af yasası, iki farklı cumhurbaşkanından, sayfalar dolusu gerekçelerle
veto ediliyor. Hükümet, Anayasaya uymak yerine, cumhurun başkanı olan Sayın
Cumhurbaşkanımızla da âdeta restleşerek, Meclisin de gücünü kullanıp, Anayasa
ile hukukun üstünlüğünü de çiğneyerek, "ben yaptım oldu. Ben ne dersem o
olur" mantığıyla, af yasasını, yangından mal kaçırırcasına, virgülüne dahi
dokunmadan, vicdanlara da dinamit koyarak, gecenin karanlığından istifade
ederek çıkarmaya çalışıyor. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sabah oldu, sabah!.. SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biz, bu milletin gözüyüz, gönlüyüz. Bu milletin aleyhine
kararlar almak gibi bir lüksümüz olamaz. Ben, sizlerin vicdanlarınıza
sesleniyorum; virgülüne dahi dokunma hakkınız olmayan bu affa evet demeye
mahkûm değilsiniz; yoksa, bu süreçte, çok kullanıldığı gibi, kader mahkûmu
durumuna düşersiniz. Değerli arkadaşlar, evlat acısı çekmeyenler, şehit
analarının feryadını anlayamazlar. Onlar, bakkaldan ekmek almak veya okula
gitmek için yola çıkan ve sapık canilerce tecavüz edilerek vahşice öldürülen 9
yaşındaki Hüseyin Akbaş'ın, 14 yaşındaki Hatice Başar'ın anne ve babalarının
feryadını da anlayamazlar. Onlar, Türkiye'yi ağlatan Yıldız hemşirenin,
kucağında askeri ölen komutanın da feryadından anlamazlar. (DYP sıralarından
alkışlar) Sayın Ecevitler, bunu, hep böyle yaparlar. 1974'te
kader mahkûmlarından ziyade, bütün vatan hainlerini, ihanet çetelerini serbest
bıraktılar. Bugün de, aynı film yine gösterimde. (DSP sıralarından gürültüler,
DYP sıralarından "Dinle, dinle" sesleri) Tarih tekerrür ediyor. 1974
affına imza atanlar, iki adım ötesini göremediler... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Amacımızı kimse
bozamayacak... BAŞKAN - Sayın Karakelle... SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - Eli silahlı binlerce
katili, yasadışı örgüt militanlarını sokağa salıverdiler. BAŞKAN - Sayın Karakelle... Sayın Karakelle... SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - Sonra, şehirlerde
kurtarılmış bölgeler ilan edildi. (DSP sıralarından gürültüler) Direklere, yasadışı örgütlerin orak-çekiçli bayrakları
asıldı. Kimdi bunları yapanlar; afla cezaevinden çıkarılanlardı. 1974 affı,
sonuçta 12 Eylülü getirmiştir. Şimdi oy verdiğiniz affın neleri doğuracağını
biliyor musunuz? İki adım ötesini görüyor musunuz? İşte, 1974 affından hemen sonra Sayın Başbakanın hali;
16 Mayıs 1974 tarihli Milliyet Gazetesinde, Hasan Pulur "Olaylar ve
İnsanlar" köşesinde, elleri çenesinde kara kara düşünen Sayın Başbakanın
büyük fotoğrafını koymuş, altına da şunu yazmış: MEHMET EMREHAN HALICI (Manisa) - Kendini bitiriyorsun,
kendini... BAŞKAN - Sayın Karakelle... Sayın Karakelle... SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - "Alçaklara kar
yağıyor üşümedin mi/ Sen bu işin sonunu düşünmedin mi" HASAN GÜLAY (Manisa) - Saygılı ol saygılı... SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - Bugün de, 30 000
insanımızın katili Apo ve onun yandaşları affediliyor.(DSP sıralarından
gürültüler) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Karakelle... SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; millet iradesini, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını,
Anayasamızı hiçe sayan, kamu vicdanını yaralayan bu af yasasını, gelin,
mimarına geri gönderelim. (DSP sıralarından gürültüler) MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Başkan, sözünü kesin
bunun... BAŞKAN - Efendim, müsaade edin, toparlıyor, bitiyor. SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - Gelin, bu sefer,
müjdeyi biz verelim; ama, farklı bir anaya, şehit analarına, mağdur analarına
müjdeyi verelim. Üstad Sezai Karakoç Hocamdan bir esintiyle... BAŞKAN - Sayın Karakelle... SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - ... bir kez daha vicdanlarınıza
seslenmek istiyorum: Siz sanıyorsunuz ki, Doğru Yol Partisi sussa mesele
kalmayacak. Halbuki, biz sussak... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Kendini bitiriyorsun,
yeter... BAŞKAN - Siz bir Divan Üyesisiniz, sözünüzü kesmek
istemiyorum. Toparlayın bitirin lütfen. Rica ederim... Beni çok müşkül duruma
sokuyorsunuz. SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - ... tarih susmayacak;
tarih sussa, hakikat susmayacak. Siz sanıyorsunuz ki, bizden kurtulsanız,
mesele kalmayacak... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Karakelle, lütfen... İstirham ediyorum
efendim... SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - Halbuki, bizden
kurtulsanız, vicdan azabından kurtulamayacaksınız; vicdan azabından
kurtulsanız, şehit analarının ahından kurtulamayacaksınız; şehit analarının
ahından kurtulsanız, tarihin azabından kurtulamayacaksanız; tarihin azabından
kurtulsanız, Allah'ın gazabından kurtulamayacaksınız. Bu af yasasına ret oyu vereceğimi açıklıyor; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Lehinde, İzmir Milletvekili Sayın Hayri Diri; buyurun.
(DSP sıralarından alkışlar) HAYRİ DİRİ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ne yazık ki, bugün, burada, altı saati aşkın bir
süreden beri, bazı konuşmacılar, eşitlik ilkesi üzerine, Anayasa Mahkemesinin
bazı kararlarını yok farz ederek, eksik beyanlarla, yanlış sözlerle, şehit
kanları üzerine demagoji yapmışlar, mağdurların acılarını, siyasî istikrarları
yüzünden, ağızlarında sakız yapmışlardır, duygu sömürüsü yapmışlardır. (DYP
sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler; DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, lütfen... Sayın milletvekilleri... HAYRİ DİRİ (Devamla) - Biz, yedi saat dinledik, siz de
dinleyeceksiniz efendim, saygılı olacaksınız. (DYP sıralarından "Sen
saygılı ol" sesleri) BAŞKAN - Efendim, lütfen... HAYRİ DİRİ (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
sürekli, bir iki örnek üzerinde duruluyor; onbinlerce, pişmanlık duyan kader
mahkûmu gözardı ediliyor. Anayasa Mahkemesinin işlerine gelen kararları,
işlerine geldiği gibi yorumlanıyor. 125 inci madde hakkında, Anayasa
Mahkemesinin 1991 yılında çıkan bir yasayla ilgili verdiği net bir karar var.
Niçin bunu görmüyorsunuz? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Biz görüyoruz... Biz
görüyoruz... HAYRİ DİRİ (Devamla) - Yoksa, Anayasa Mahkemesi üyeleri
sizden daha az mı vatansever? Asla, böyle bir şey olamaz. TURHAN GÜVEN (İçel) - Karıştırma... 125 inci maddeyi
nereden çıkardın? HAYRİ DİRİ (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
hepimiz, mağdurlarımızın ve yakınlarının duygularını biliyoruz ve saygıyla
karşılıyoruz. Ancak, gerçek dışı iddialarla kamuoyunu yanıltmak ve bu yasadan
yararlanarak özgürlüklerine kavuşacak, yaptıklarından pişman olmuş...(DYP
sıralarından gürültüler) İLYAS YILMAZYILDIZ
(Balıkesir) -Bırak demogoji yapmayı, burada demogoji yapıyorsun... BAŞKAN - Lütfen efendim, hatibin sözünü lütfen kesmeyin
efendim. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Katilleri
affediyorsunuz... Hırsızları affediyorsunuz... BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız, lütfen, efendim... HAYRİ DİRİ (Devam) - Ancak, gerçekdışı iddialarla
kamuoyunu yanıltmak ve bu yasadan yararlanarak özgürlüklerine kavuşacak,
yaptıklarından pişman olmuş onbinlerce kader mahkûmunu cani olarak göstermek
gayretine bir anlam veremiyoruz. Bu şekilde davranarak, pişman olmuş bu
insanları, daha özgürlüklerine kavuşmadan dışlarsanız, kamuoyunu bu yönde
etkilerseniz, önyargılı bir toplum yaratmış olursunuz... (DYP sıralarından
gürültüler) BAŞKAN - Lütfen efendim... HAYRİ DİRİ (Devam) -Bu takdirde onları yeniden
kazanmamız çok daha zor olur. (DYP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Bırakın efendim, hatip konuşsun... MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Devletin arabalarını
yakıyorlar. Devletin binalarını yakıyorlar... Utan... RAMAZAN GÜL (Isparta) - Daha dün 2 erimiz şehit oldu,
polisimiz şehit oldu, gencecik çocuklar bunlar... BAŞKAN - Lütfen efendim... Sayın Gül, lütfen efendim. HAYRİ DİRİ (Devamla) - Böyle bir durumda sizler
kaybedersiniz. Zaten her zaman kaybetmeye alışkınsınız; ama, toplum da
kaybeder, o mahkûmlar da kaybeder. (DSP sıralarından bir grup milletvekili
ellerindeki pankartları gösterdiler)(DYP sıralarından gürültüler) FETULLAH GÜLTEPE (Van) -Terbiyesiz... Terbiyesiz
herif... Otur!.. Otur yerine!.. BAŞKAN - Lütfen, o pankartı indirin... Lütfen... HAYRİ DİRİ (Devamla) - Değerli milletvekilleri,... RAMAZAN GÜL (Isparta) - Terbiyesiz herif, otur yerine. HAYRİ DİRİ (Devamla) - Biz yedi saat dinledik, siz de
dinleyin... (DYP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Lütfen efendim... Bir dakika efendim. FETULLAH GÜLTEPE (Van) - Sayın Başkan, burası sokak
değil, burayı sokak zannedenleri atın dışarıya...Sokak mı zannettiniz burayı... BAŞKAN - Sayın Gültepe oturun... Oturun lütfen... HAYRİ GÜL (Devamla) - Ben buraya milletin oyuyla
geldim, beni buradan milletten başka kimse atamaz... FETULLAH GÜLTEPE(Van) - Sokak mı zannediyorlar burayı? BAŞKAN - Oturun lütfen... Oturun lütfen dedim size... FETULLAH GÜLTEPE (Van)- Babasının yaylası mı burası? BAŞKAN - Nerede sizin İdare Âmiriniz. FETHULLAH GÜLTEPE (Van) - Yaylaya çık yaylaya... Seni
yayla besler... BAŞKAN- Sayın Gültepe, lütfen... Sayın hatip, devam edin lütfen. HAYRİ DİRİ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bugün
toplumumuzun ve bizler yasa koyucunun önünde iki büyük görev vardır... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) HAYRİ DİRİ (Devamla) -Toplumumuz şartla salıverilen,
yalnızca özgürlüklerine ve yuvalarına kavuşan... (DYP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Lütfen efendim... RAMAZAN GÜL (Isparta) - Katilleri affedemezsiniz,
bunları affediyorsunuz... HAYRİ DİRİ (Devamla) - ... ama, işlediği suç
nedeniyle... BAŞKAN - Sayın Gül... RAMAZAN GÜL (Isparta)- Onları affediyorsunuz. BAŞKAN- Sayın Gül, lütfen... Sabahın seherinde
yakışmıyor size. Lütfen... (DYP sıralarından gürültüler) RAMAZAN GÜL (Isparta)- 20 yaşındaki şehitlerin
katillerini affediyorsunuz... BAŞKAN- Lütfen efendim... Sayın Gül... (DSP
sıralarından gürültüler) Siz de susar mısınız efendim. Lütfen... HAYRİ DİRİ (Devamla)- Değerli milletvekilleri, bugün
toplumumuzun ve yasa koyucunun önünde iki büyük görev vardır. Toplumumuz,
şartla salıverilen, yalnızca özgürlüklerine ve yuvalarına kavuşan; ama,
işlediği suç nedeniyle, ceza süresinin dolması, bir de üzerine, üç yılı daha,
iyi halli geçirinceye kadar bazı haklarından mahrum kalan bu kişilerin ıslahına
yardımcı olmak ve topluma kazandırmak için elinden geleni yapmalıdır. (DYP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN- Lütfen dedim. NURHAN TEKİNEL (Kastamonu)- Kaç dakika konuşacak bu
Sayın Başkan? BAŞKAN- Sayın Karakelle'ye kaç dakika verdiysem, o
kadar verdim. NURHAN TEKİNEL (Kastamonu)- Ver... Ver... HAYRİ DİRİ (Devamla)- Bunun için, bu kişilere kucak
açmalı, kucak açmasını bilmeyenler ise, en azından farklı gözle bakmamalı,
önyargılı davranmamalıdır. NURHAN TEKİNEL (Kastamonu)- Konuşsun... Konuşsun...
Konuştukça batıyorsunuz, konuşsun... BAŞKAN- Sayın Karakelle'ye kaç dakika verdiysem o
kadar, arkadaşım. NURHAN TEKİNEL (Kastamonu)- Olur... Olur... Konuşsun. HAYRİ DİRİ (Devamla)- Hükümetimiz ve yasa koyucularımız
ise, derhal, yıllarca haklı eleştirilere maruz kalan Türk Ceza Kanununu
değiştirerek, çağdaş bir ceza yasası haline getirmeli, suç ve ceza arasındaki
dengeyi sağlamalıdır. NURHAN TEKİNEL (Kastamonu)- Ne kadar çok konuşursa, o
kadar iyi olur!.. HAYRİ DİRİ (Devamla)- Aynı şekilde, cezaların infazı
hakkındaki yasa da, yeniden yapılandırılmalı, suçluları ıslah ve topluma
kazandırma yönünde gerçekçi hükümler getirilmelidir. BAŞKAN- Sayın Diri, oyunuzun rengini açıklar mısınız
artık. Lütfen... HAYRİ DİRİ (Devamla)- Türk halkı, merhametli olmasıyla
tanınır. NURHAN TEKİNEL (Kastamonu)- Uçurma!.. Uçurma!.. HAYRİ DİRİ (Devamla)- Halkımız, merhameti ve sağduyusu
sayesinde, bu onbinlerce yurttaşımızı ailesine kavuşturmakla kalmayacak, onları
topluma yeniden kazandıracaktır. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ediyorum. MUSTAFA GÜL (Elazığ)- Sayın Başkan, müsaade eder
misiniz? BAŞKAN- Sayın Mustafa Gül, lütfen... MUSTAFA GÜL (Elazığ)- Sayın Başkan... NURHAN TEKİNEL (Kastamonu)- Yeni âdet mi bu? BAŞKAN- Lütfen efendim... Sayın Gül, lütfen... Efendim, görüşülmekte olan 567 sıra sayılı kanunun
tümünün oylamasının gizli oylamayla yapılmasına dair bir talep vardır. Bu
talebi işleme koyamayacağımı maddelere geçerken ifade etmiştim, aynı gerekçeyle
önergeyi işleme koymuyorum efendim. Sayın milletvekilleri, kanunun tümünün oylamasının açık
oylama şeklinde yapılması için bir önerge vardır; önergeyi okuyup, önerge sahiplerinin
salonda olup olmadıklarını tespit edeceğim. Türkiye Büyük Millet meclisi Başkanlığına 567 sıra sayısıyla görüşülmekte olan kanunun tümünün
oylamasının açık oylamayla yapılması talep olunur. Saygılarımızla. Turhan Güven?.. Burada. Zeki Ertugay?.. Burada Hacı Filiz?.. Burada. Ali Rıza Gönül?.. Burada. Mehmet Gözlükaya?.. Burada. Bekir Aksoy?.. Burada. Erdoğan Sezgin?.. Burada. Mehmet Sadri Yıldırım?.. Burada. Nurettin Atik?.. Burada. Ramazan Gül?.. Burada. Necati Yöndar?.. Burada. Sebahattin Karakelle?.. Burada. Nevzat Ercan?.. Burada. Saffet Arıkan Bedük?.. Burada. Nihan İlgün?.. Burada. Murat Akın?.. Burada. Mustafa Eren?.. Burada. Kamer Genç?... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Tekabbül ediyorum. BAŞKAN - Mehmet Gölhan?.. Burada. Mehmet Salim Ensarioğlu?.. Burada. Mehmet Ali Yavuz?.. Burada. Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını
alacağım. Açık oylamanın elektronik cihazla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul.edilmiştir; oylama
elektronik cihazla yapılacaktır. Oylama için 2 dakikalık süre veriyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun efendim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Şu ana kadar, milletin sesi
olarak, af yasasına karşı, millet için mücadele ettik; buna inanıyoruz, ama,
iktidar ve iktidar partisi grupları, bizim bu haklı, milletin bu haklı
sözlerine itibar etmedi. Vebal kendilerinindir, sorumluluk kendilerinindir.
(DSP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler) (DYP milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk etti)
(DSP sıralarından alkışlar[!]) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri... Lütfen... Sayın
milletvekilleri... Sayın milletvekilleri, görüşülmekte olan 567 sıra
sayılı tasarının tümünün açıkoylamasına 370 milletvekili katılmış, 283 kabul,
85 ret, 2 çekimser oy kullanılmıştır; böylece, tasarı kanunlaşmıştır. Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi
vardır; okutup, oylarınıza sunacağım: V. - ÖNERİLER
(Devam) B) DANIŞMA
KURULU ÖNERİSİ 1. - 21 Aralık
2000 Perşembe günkü Genel Kurul çalışmalarının yapılmamasına ilişkin Danışma
Kurulu önerisi Danışma Kurulu Önerisi: No. : 58 Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına 21 Aralık 2000 Perşembe günkü Genel Kurul
çalışmalarının yapılmamasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca
uygun görülmüştür.
BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü
sorular ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için 2 Ocak 2001 Salı
günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Hayırlı bayramlar, hayırlı seneler efendim. Kapanma Saati
: 07.04 |
|