DÖNEM
: 21 YASAMA
YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ CİLT : 50 33 üncü Birleşim 16 . 12 . 2000 Cumartesi İ
Ç İ N D E K İ L E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – 8.12.2000 tarih ve 4610 sayılı, 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen
Suçlardan Dolayı Şartla Salıvermeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair
Kanunun, Anayasanın 104 üncü maddesine göre bir daha görüşülmek üzere geri
gönderildiğine dair Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/720) 2. – Nakdî Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/461) (S. Sayısı : 55) geri gönderilmesine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/721) 3. – Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/459) (S. Sayısı : 519) geri
gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/722) III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdare-ler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764, 1/765, 1/740, 3/642, 1/741,
3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555) A) KÜLTÜR BAKANLIĞI 1. – Kültür Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Kültür Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı B) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI 1. – İçişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – İçişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı a) EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI 1. – Jandarma Genel Komutanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Jandarma Genel Komutanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı c) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı C) BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANLIĞI 1. – Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı a) KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Karayolları Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Karayolları Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı D) SAĞLIK BAKANLIĞI 1. – Sağlık Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Sağlık Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı IV. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1. – DYP Grup Başkanvekili Turhan Güven’in, MHPGrubu adına konuşan
Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu’nun GenelBaşkanlarına ve Partilerine
sataşması nedeniyle konuşması 2. – MHP Grup Başkanvekili İsmail Köse’nin, DYPGrup Başkanvekili Turhan
Güven’in sataşma sebebiyle yaptığı konuşmasının yanlış anlamalara neden
olabileceği iddiasıyla konuşması I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak dört oturum yaptı. Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre’nin, (6/926) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sorunun geri verildiği
bildirildi. 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/764; 1/765; 1/740, 3/642; 1/741,
3/643) (S. Sayısı : 552, 553, 554, 555) görüşmelerine devam olunarak; Millî Savunma Bakanlığı Ulaştırma Bakanlığı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları, aynı bakanlıklar ile Orman Genel
Müdürlüğü ve Telsiz Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları
kabul edildi. 29 Mayıs-15 Haziran 2000 Tarihleri arasında Cenevre’de yapılan 88 inci
Uluslararası Çalışma Teşkilâtı (ILO) Genel Konferansında kabul edilen 183
sayılı “Çalışan Kadınların Analığının Korunması Sözleşmesinin Yenilenmesine
İlişkin Sözleşme” ile aynı adla anılan 191 sayılı Tavsiye Kararıyla ilgili
olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri
sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık
tezkeresi okundu; Uluslararası Çalışma Teşkilâtı Anayasası gereğince, tezkere
eki üzerinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan tarafından Genel
Kurula bilgi verildi. Alınan karar gereğince, 16 Aralık 2000 Cumartesi günü saat 11.00’de
toplanmak üzere, birleşime 22.24’te son verildi.
BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati : 11.00 16 Aralık 2000 Cumartesi BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33 üncü Birleşimini açı-yorum. 2001 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe
Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz; ancak,
görüşmelere başlamadan önce, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır. Cumhurbaşkanlığının,
8.12.2000 tarihli ve 4610 sayılı Kanunu geri gönderdiğine dair bir tezkeresi
vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım. II. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – 8.12.2000 tarih ve 4610 sayılı, 23 Nisan 1999 Tarihine
Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıvermeye, Dava ve Cezaların
Ertelenmesine Dair Kanunun, Anayasanın 104 üncü maddesine göre bir daha
görüşülmek üzere geri gönderildiğine dair Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/720) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına İlgi : 09 Aralık 2000
günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-8039/19643 sayılı yazınız. Türkiye Büyük Millet
Meclisince 08.12.2000 gününde kabul edilen 4610 sayılı "23 Nisan 1999
Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıvermeye, Dava ve Cezaların
Ertelenmesine Dair Kanun" incelenmiştir. 1. Yasanın 1 inci
maddesinin birinci fıkrası, 23 Nisan 1999 gününe kadar işlenen suçlar nedeniyle
verilen ölüm cezalarının yerine getirilmeyeceğine ilişkindir. Aynı maddenin
ikinci fıkrasında, duraksamaya yol açacak, çelişkili ve karmaşık bir düzenleme
öngörülmektedir. Bu fıkranın birinci bendinde, müebbet ağır hapis cezasına
hükümlü olanların çekmeleri gereken toplam cezalarından, şahsî hürriyeti
bağlayıcı cezaya mahkûm edilenlerin toplam hükümlülük süresinden, bir defaya
mahsus, on yıl indirileceği belirtilmektedir. Aynı fıkranın ikinci bendinde,
yapılan bendinde, yapılan on yıllık indirimden sonra, ceza süresi ya da
hükümlülük süresi dolmuş olanların, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın,
derhal; tabi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezaları
on yıldan fazla olanları ise, fazla olan cezalarını çektikten sonra şartla
salıverilecekleri kurala bağlanmıştır. "Tabi oldukları
infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalardan" söylemiyle, on
yıllık indirim hesaba katılmadan şartla salıvermeden yararlanmak için çekilmesi
gerekli ceza süresinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Buna göre, hükümlünün on
yıllık ceza indiriminden başka, süresi dolduğunda, ayrıca şartla salıverilmeden
de yararlanacağı, dolayısıyla, on yıllık indirim süresinin koşulsuz bir af
niteliğinde olduğu sonucuna varılmaktadır. Ancak, bu sonuç, on yıllık indirimle
hükümlülük süresi dolmuş olanların şartsız salıverilmeleri yerine şartla
salıverilmelerinin öngörülmüş olmasıyla bağdaşmamaktadır. Yasanın 1 inci maddesinin
dördüncü fıkrasında, üst sınırı on yılı geçmeyen şahsî hürriyeti bağlayıcı
cezaları gerektiren suçlardan dolayı, hakkında hazırlık ya da son soruşturma
açılmış ya da hüküm verilip de kesinleşmemiş sanıkların davalarının açılmasının
ya da kesin hükme bağlanmasının erteleneceği öngörülmüştür. Yukarıda açıklanan duruma
göre, yasada üçlü bir sistem oluşturulduğu anlaşılmaktadır : (a) Hükümlülük
sürelerinden on yıllık indirim yapılmasına karşın, çekmeleri gereken cezalar on
yıldan fazla olanlar, on yıllık indirimden yararlanacakları gibi, çekilmesi
gerekli ceza süresini tamamladıklarında, şartla salıvermeden de
yararlanacaklardır. (b) On yıllık indirim
yapıldıktan sonra hükümlülük süresi dolanlar, maddeye göre hükümlülük süreleri
dolmasına karşın şartla salıverme rejimine tabi kılınacaklardır. (c) Cezanın üst sınırı on
yılı geçmeyen bir suç nedeniyle hakkında soruşturma başlatılanlar için de, dava
açılması ya da davanın kesin hükme bağlanması ertelenecektir. İlk iki sistemde
çekilmesi gerekli ceza süresinin kısaltılması, üçüncü sistemde cezanın hiç
çekilmemesi amaçlanmakla birlikte, bu sonuca, ilkinde, afla; ikincisinde, ceza
indirimi sonucu şartla salıvermeden yararlanmak için çekilmesi gerekli ceza
süresinde indirim yapılmasıyla; üçüncüsünde, davaların ertelenmesine olanak
sağlanarak ulaşılmak istenilmiştir. 2. 3713 sayılı Terörle
Mücadele Yasasının, 08.04.1991 gününe kadar işlenen suçların failleri açısından
şartla salıvermeden yararlanabilmek için çekilmesi gerekli ceza süresi
konusunda, suç türüne göre farklı düzenlemeler öngörülmüş olması, Anayasa
Mahkemesince iptal nedeni sayılmıştır. Anayasa Mahkemesinin
19.07.1991 günlü, E.1991/22, K.1991/15 sayılı ve 19.09.2000 günlü, E.1999/39,
K.2000/23 sayılı Kararlarında şu değerlendirmeler yapılmıştır: Suçlu, topluma uyum
zorlukları gösteren ve uyumsuzluğunu suç işlemekle açığa vuran kimsedir.
Cezanın caydırıcılığı ve suçlunun toplumla uyum sağlayabilmesi, başka bir
deyişle, topluma yeniden kazandırılması, ceza politikasının temel ilkesini
oluşturur. Toplumun suça verdiği önem ve suçun ağırlığı, cezanın
farklılaştırılmasına ya da ağırlaştırılmasına esas olur. Bu husus, devletin
cezalandırma politikasına uygun olarak, yasa koyucunun bu konudaki
değerlendirmesine ve takdirine göre belirlenir. Yasa koyucu, kuşkusuz,
Anayasanın ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla,
cezalandırmada güdülen amacı da gözeterek, hangi eylemlerin suç sayılacağını ve
bunlara verilecek cezanın türü ve süresi ile artırım ve indirim nedenlerini
saptayabileceği gibi, kimi suçları işleyenler için şartla salıverme ve erteleme
adı altında düzenlemeler de öngörebilir. Şartla salıverme, cezanın
çektirilmesinin kişiselleştirilmesi, başka bir deyişle, cezaevindeki tutum ve
davranışlarıyla topluma uyum sağlayabileceği izlenimini veren hükümlünün
ödüllendirilmesidir. Şartla salıverme, infaz
hukukuyla ilgili bir kavramdır. Cezanın infazı, işlenen suçun türüne bağlı
olmaksızın, suçlunun topluma uyum sağlamasını ve topluma yeniden
kazandırılmasını amaçlar. Bu amacın
gerçekleştirilmesi, suça bağlı olmadan, ayrı bir programın uygulanmasını
gerektirir. Tüm çabalar, suçlunun uyumsuzluğuna neden olan psikolojik,
çevresel, sosyal ve kişisel etkenlerin belirli bir infaz programı içinde giderilerek,
suça yeniden yönelmesini önlemektir. Bu program, suça göre değil, suçlunun infaz
süresince gösterdiği davranışlarına ve gözlenen iyi durumuna göre
düzenlenecektir. Bu da infazın, mahkûmların işledikleri suçlara göre bir ayırıma
gidilmeden, aynı esaslara ve belirli bir programa göre yapılmasını ve
sonuçlarının gözlenmesini gerektirir. Aynı süre ceza alan iki hükümlüden
birinin, sırf suçunun türü nedeniyle daha uzun ceza çektikten sonra şartla
salıverilmesi, cezaların farklı çektirilmesi sonucunu doğurmakta ve bu iki
mahkûm arasında eşitsizliğe neden olmaktadır. Böylece, infaz süresince
eşit ve aynı durumda bulunan mahkûmlar arasında ayırım yapılması, Anayasanın
hukuk devleti ve yasa önünde eşitlik ilkelerine uygun düşmemektedir. Aynı gerekçelerin bu yasa
yönünden de geçerli olması söz konusudur. Anayasanın 87 nci
maddesinde, 14 üncü maddedeki eylemlerden dolayı hüküm giyenler ayrık olmak
üzere, genel ve özel af ilanına karar vermek yetkisinin Türkiye Büyük Millet
Meclisine ilişkin olduğu belirtilmiştir. Affın kapsamını belirlemek, kimi
suçları işleyenleri aftan yararlandırırken, kimilerini ayrık tutmak ya da daha
az yararlandırmak, yasa koyucunun takdirine bırakılmıştır. takdirine
bırakılmıştır. Ancak, bu yetki kullanılırken, cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan "toplumun huzuru", "adalet anlayışı" ve "hukuk
devleti" kavramlarının ve herkesin yasalar önünde eşit olup, kimseye
ayrıcalık tanınmayacağı ilkesinin gözden uzak tutulmaması, affın adil ve
dengeli sonuçlar vermesine, suçtan zarar görenlerin olabildiğince
incitilmemesine ve yapılan düzenlemenin Anayasaya uygun olmasına özen
gösterilmesi gerekmektedir. Buna karşın, yasanın,
aşağıdaki hukuka aykırı ve çelişkili kuralları kapsadığı görülmektedir: a) Yasanın 1 inci
maddesinin beşinci fıkrasının (a) bendinde, Anayasanın 14 üncü maddesi
kapsamında olması nedeniyle affedilmeyecek suç niteliğinde olan, Türk Ceza
Yasasının 125, 157, 161, 162, 168, 171 ve 172 nci maddeleri ayrık tutulmuştur. Ancak, 3713 sayılı
Terörle Mücadele Yasasının, cumhuriyetin niteliklerini, siyasal, sosyal ve
ekonomik düzenini değiştirmeyi, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez
bütünlüğünü bozmayı amaçlayan örgütleri kuranların, yönetenlerin ve devletin
ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan propaganda
yapanların cezalandırılmasını öngören kuralları, ayrıklık kapsamına
alınmamıştır. b) Yasadaki önemli bir
çelişki, eylemlerin ağırlığı nedeniyle kamu düzenini bozup, kamu vicdanını
incitici nitelikte olan ve karşılığında idam cezası öngörülen Türk Ceza
Yasasının 450 inci maddesi; müebbet ağır hapis cezası öngören 374, 382, 439,
449 ve 499 uncu maddeleri; 24 ve 30 yıl ağır hapis cezası öngörülen 448, 451,
452, 468, 470, 471, 497 nci maddelerinin yasa kapsamına alınmasına karşılık,
Türk Ceza Yasasının birinci fıkrasında yedi günden altı aya, ikinci fıkrasında
altı aydan iki yıla kadar hapis cezası, üçüncü fıkrasında yalnızca para
yaptırımı öngörülen tehdit suçuna ilişkin 191 inci, ilk fıkrasında iki aydan
altı aya kadar, ikinci fıkrasında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası
öngörülen firara ilişkin 298 inci maddeleri gibi kısa süreli hürriyeti
bağlayıcı yaptırım öngören Türk Ceza Yasasının çok sayıda kuralı kapsam dışında
bırakılmıştır. c) Yasadaki bir başka
çelişki, benzer nitelikte suçları birlikte kapsam dışında tutması ya da kapsam
içine alması gerekirken, farklı uygulamalar öngörülmüş olmasıdır. Türk Ceza Yasasının, ırza
geçme ya da ırza tasaddi eylemleri nedeniyle mağdurun ölümüne sebebiyet veren
faile müebbet ağır hapis cezası öngörülen 418 inci maddesi kapsam dışında
bırakılırken, kaçırılan kimsenin ölümüne neden olanlar için müebbet ağır hapis
cezası yaptırımı öngörülen 439 uncu maddeye aykırı davrananların yasadan
yararlanmaları sağlanmıştır. Yine, Türk Ceza Yasasının
240 ıncı maddesi kapsam dışında olduğu için, memuriyet görevini kötüye
kullananlar aftan yararlanamayacak; buna karşılık, nüfuz ve tesir altında karar
veren yargıçlar, 233 üncü madde kapsamı içinde olduğu için yasadan
yararlanabileceklerdir. Yasada buna benzer
çelişkiler içeren pek çok örnek vardır. 3. Yasanın 1 inci
maddesinin dördüncü bendinde, üst sınırı on yılı geçmeyen cezaları gerektiren
suçlarda, dava açılması ve kesin hükme bağlanması ertelenmekte; ancak,
ilgililere, istemeleri durumunda yargılanmalarının sürdürülüp aklanmaları
olanağı tanınmaktadır. 4. Yasanın 1 inci
maddesinin dördüncü fıkrasının birinci bendinde, davanın açılması ve kesin
hükme bağlanmasının erteleneceği; ikinci bendinde de, yeniden başka bir suç
işlenmesi durumunda erteleme konusu suç için dava açılacağı ya da daha önce
açılmış bulunan davanın sürdürüleceği belirtilmiştir. Kapsamdaki tüm suçlar
yönünden yasada öngörülen "davanın ertelenmesi" kavramı, hukukumuza
ilk kez getirilmektedir. Ancak, yasada, davanın ertelenmesinin koşulları
belirlenmemiş, diğer yasa kurallarıyla uyumu gözetilmemiştir. Bu nedenle,
düzenleme, uygulamada farklılıklar ve eşitsizlikler yaratabilecektir. Bu da,
yargıya büyük yük getirecek ve adalete duyulan güvenin yıpranmasına neden
olacaktır. Ayrıca, davanın
ertelenmesi, yasanın diğer düzenlemeleriyle de uyum içinde bulunmamaktadır.
Gerçekten, yasanın 1 inci maddesinin ikinci fıkrasında, hükümlülük süresi
toplamından on yıl indirim yapılması öngörülürken, dördüncü fıkrasında, bir
kişi hakkında suçlamayla ilgili maddelerdeki ceza süreleri toplamına bir
sınırlama getirilmeden açılan davaların tümünün ertelenmesi olanağı
yaratılmaktadır. Böylece, kural, davası erken biten ve hükmü kesinleşen
aleyhine sonuç doğuracaktır. 5. Yasanın 1 inci
maddesinin dokuzuncu fıkrasında, haklarında yakalama, tutuklama ya da
mahkûmiyet kararı bulunup da firar halinde olanların, madde hükmünden
yararlanmaları, bir ay içinde "resmî mercilere başvurup teslim olma"
koşuluna bağlanmıştır. Bu kural, Türk Ceza
Yasasının 229 uncu maddesi uyarınca, yalnızca sorgusunun yapılması için
hakkında gıyabi tutuklama kararı verilen ve bu durumdan haberi olmaması
nedeniyle altı aylık mahkûmiyeti bulunan ve belki de beraat edebilecek kişinin,
bir ay içinde başvurmadığı için yasadan ya-rarlanamamasına neden olacaktır. 6. Yasanın 1 inci
maddesinin altıncı fıkrasında, daha önce şartla salıverme hükümlerinden
yararlandığı halde yeniden suç işleyerek hüküm giyenler ile daha önce
çıkarılmış bir aftan yararlananların, madde hükümlerinden yararlanamayacakları
belirtilmiştir. Geçmişte, birkaç günlük
cezayı gerektiren bir suçtan dolayı şartla salıverme ya da af hükümlerinden
yararlananların, bu yasa hükümlerinden yararlanamamaları, hukuka uygun
düşmemektedir. Ayrıca, iyi halli
olmamaları nedeniyle şartla salıvermeden yararlanamayanlar yasa kapsamına
girerken, bu kuralla, iyi halli olmaları nedeniyle şartla salıverilenler
yasadan yararlanamamaktadır. Olumsuzluğun ödüllendirildiği bir haksızlık ortaya
çıkmaktadır. 7. Yasanın 1 inci
maddesinin beşinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde, Türk Ceza Yasası ile
Askerî Ceza Yasasında öngörülen suçlardan kapsam dışında bırakılanlar
belirtilmiştir. Yasanın 1 inci maddesinin
beşinci fıkrasının (a) bendinde, Türk Ceza Yasasının 240 ıncı maddesinde
düzenlenen görevi kötüye kullanma suçu, kapsam dışında bırakılmıştır. Ne var
ki, görevi savsaklama ya da görevi kötüye kullanma suçunu askerî suç durumuna
getiren Askerî Ceza Yasasının 144 üncü maddesi, yasanın 1 inci maddesinin
beşinci fıkrasının (b) bendinde, Askerî Ceza Yasasıyla ilgili kapsam dışı
bırakılan maddeler arasında sayılmadığından, askerî yargıya bağlı kişilerin
işledikleri görevi kötüye kullanma suçu, kapsama alınmış olmaktadır. Türk Ceza Yasasının 456
ncı maddesinde düzenlenen "müessir fiil" ve 452 nci maddesinde
düzenlenen "kastı aşan adam öldürme" suçları, 4610 sayılı Yasa
kapsamına alınmıştır. Buna koşut olarak, Askerî
Ceza Yasasının 117 nci maddesinde düzenlenen "asta müessir fiil"
suçu, yasa kapsamına alınmıştır. Ancak, Türk Ceza Yasasının, müessir fiilin
nitelikli durumlarını düzenleyen 456 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları
ile Askerî Ceza Yasasının, kastı aşan adam öldürmeyi düzenleyen 118 inci
maddeleri, kapsam dışı bırakılmıştır. 8. Yasada, kapsam dışında
bırakılanlar yönünden nasıl bir ölçüt kullanıldığı ya da değerlendirme
yapıldığı saptanamamıştır. Yapılan incelemede, ceza süresi, hukuksal yarar,
ihlal edilen değer ve konu yönünden bir sıralama ya da tercih ölçütüne
rastlanılamamıştır. Böylece, yasada, hukuk devleti ve eşitlik ilkesine aykırı
düzenlemelere yer verilmiştir. Ayrıca, yasa koyucunun,
suç türünden, suçlunun kişiliğinden ayrı, kesinleşmiş hükümden önceki evreye
dönük suça ve suçluya göre uygulanma öngörmesi, şartla salıverme ve erteleme
kavramlarının hukuksal nitelikleriyle bağdaşmamaktadır. Yukarıda yapılan
açıklamalar ışığında, yasa, Anayasanın eşitlik ilkesine, hukuka, adalete,
toplumun huzurunu sağlamaya yönelik değildir ve toplum vicdanını incitecek
içeriktedir. Cezaevlerinin mevcudunun azaltılması gibi hukuksal değerden yoksun
düşüncelerle af yetkisinin kullanılması, toplumda adalete ve yasalara duyulan
güveni azaltır. Böyle bir yasanın
yayımlanması "devletin temeli adalettir" inancını yok edecek, toplum
düzenini bozacak ve yurttaşların adalete olan güvenini sarsacaktır. Bu nedenle, 4610 sayılı
Yasa yayımlanmayarak, Anayasanın 104 üncü maddesi gereğince, Türkiye Büyük Millet
Meclisince bir kez daha görüşülmek üzere ekte geri gönderilmiştir. Ahmet
Necdet Sezer Cumhurbaşkanı BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur. Başbakanlığın, kanun
tasarılarının geri verilmesine dair tezkereleri vardır, okutup, ayrı ayrı
oylarınıza sunacağım. İlk tezkereyi okutuyorum
: 2. – Nakdî Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/461) (S. Sayısı : 55) geri
gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/721) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına İlgi : 4/31999 tarihli ve
B.02.0.KKG.0.11/101-1311/1113 sayılı yazımız. İlgide kayıtlı yazımız
ekinde Başkanlığınıza sunulan, Nakdî Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının, Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün 75 inci maddesine göre geri verilmesini arz ederim. Bülent
Ecevit Başbakan BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. İkinci tezkereyi
okutuyorum : 3. – Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/459) (S. Sayısı :
519) geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/722) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına İlgi : 9.2.1999 tarih ve
B.02.0.KKG.0.11/101-1447/704 sayılı yazımız. İlgi yazımızla
Başkanlığınıza sunulan Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 75 inci maddesi gereğince geri gönderilmesini arz ederim. Bülent
Ecevit Başbakan BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Gündemde bulunan kanun
tasarıları hükümete geri verilmiştir. Şimdi, bütçe
görüşmelerine başlıyoruz. Program uyarınca, bugün,
iki tur görüşme yapacağız. Dokuzuncu tur görüşmelere
başlıyoruz. Dokuzuncu turda, Kültür
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel
Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçeleri yer almaktadır. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN l. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764; 1/765; 1/740,
3/642; 1/741, 3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555) (1) A) KÜLTÜR BAKANLIĞI 1. – Kültür Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Kültür Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı B) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI 1.– İçişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – İçişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı a) EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.– Emniyet Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2.– Emniyet Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI 1. – Jandarma Genel Komutanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Jandarma Genel Komutanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı c) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon?..
Hazır. Hükümet?.. Hazır. Sayın milletvekilleri,
30.11.2000 tarihli 23 üncü Birleşimde, bütçe görüşmelerinde soruların
gerekçesiz olarak yerinden sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20
dakikayla sınırlandırılması kararlaştırılmıştır. Buna göre, bu turda yer
alan bütçelerle ilgili soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin
bitimine kadar, sorularını sorabilmeleri için, şifrelerini yazıp, parmak
izlerini tanıttıktan sonra, ekrandaki söz isteme butonuna basmaları
gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başlayan sayın
milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır. Tur üzerindeki görüşmeler
bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre sorularını yerlerinden
soracaklardır. Soru sorma işlemi 10
dakika içinde tamamlanacaktır; cevap işlemi için de 10 dakika süre
verilecektir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bittiği takdirde, geri kalan süre
için sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir. Bu hususu özellikle
bilgilerinize sunuyorum. Dokuzuncu turda, grupları
ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum : Grupları adına : Anavatan
Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Agâh Oktay Güner, Adana
Milletvekili Musa Öztürk; Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili
Celal Adan, İstanbul Milletvekili Hayri Kozakçıoğlu; Fazilet Partisi Grubu
adına, Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Erzurum Milletvekili Lütfü
Esengün, Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata; Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına, Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel, Çankırı Milletvekili İrfan Keleş,
Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca, Malatya Milletvekili Basri Coşkun,
Bayburt Milletvekili Şaban Kardeş, Adıyaman Milletvekili Hasari Güler;
Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız, Ankara
Milletvekili Zeki Sezer, Muş Milletvekili Zeki Eker, İstanbul Milletvekili
Bahri Sipahi. Şahsı adına: Lehinde,
Konya Milletvekili Remzi Çetin; aleyhinde, Ankara Milletvekili Zeki Çelik,
İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman. İlk söz, ANAP Grubu
adına, Sayın Agâh Oktay Güner'e aittir. Sayın Grup Başkanvekilim,
süreleri eşit mi paylaşacaklar efendim? BEYHAN ASLAN (Denizli) -
18 Dakika Sayın Güner konuşacak, kalan süreyi Musa Bey kullanacak. BAŞKAN - Peki. Agâh Bey,
kendi isteğiyle süresini bitirdikten sonra kürsüden inecek... Ben, 30 dakikalık süreyi başlatıyorum. Buyurun Sayın Güner. ANAP GRUBU ADINA AGÂH
OKTAY GÜNER (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Kültür Bakanlığı
bütçesi hakkında Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere
huzurunuza gelmiş bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına Muhterem Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
Kültür Bakanlığımızın bütçesi, geçen yıl, bu Yüce Mecliste görüşülürken ifade
ettiğimiz samimî gerçeklerin diğer grupların sayın sözcüleri tarafından da
benimsendiğini ve samimiyetle paylaşıldığını görmüştüm. O gün, Yüce Meclis
huzurunda ortak kanaat olarak ifade edilen gerçekleri, hafızalarımızı
tazelemesi açısından şöyle özetleyebiliriz : Öncelikle, Kültür
Bakanlığı, fevkalade önemli hizmetleri olan ve olması gereken bir bakanlıktır.
Kalkınmanın iki kanadı vardır; birisi, millî kültür; ikincisi, ekonomik
stratejilerdir. Millî dokunun
güçlendirilmesi, tarih şuuruna sahip olunması, dilimizin korunması ve
geliştirilmesi, musikimizin geniş vatandaş topluluklarına ulaştırılması, tarihî
zenginliklerimizin korunması, güzel sanatların her dalında öncü çalışmalara
girilmesi, ancak, Kültür Bakanlığının özlenen güce ve bu güce dayanan kimliğe
kavuşmasıyla mümkündür. Bir yıl geçti; yeni
bütçeyle karşı karşıyayız. Ne yazık ki, Kültür Bakanlığıyla ilgili, hükümet
çapında, bütçe kaynaklarını artırıcı, geliştirici, beklediğimiz adımlar
atılmamıştır, atılamamıştır. Bütçe Komisyonuna ifade edilen tenkit, takdir ve
birtakım çare beyanlarına rağmen, Bakanlık, yine çok dar maddî şartların
içerisindedir. Değerli arkadaşlarım, bu
darlığı aşma yönünde, Bakanlıkça döner sermayeye ağırlık verilmesi güzel bir
adımdır; ancak, bunun, özlenenin yanında bir ümit zerresi kaldığını ifade etmek
de gerçeğin beyanıdır. Bakanlığımızın sade döner sermayeyle sınırlı kalmayıp,
uluslararası kuruluşlardan, hamiyet sahibi yerli çevrelerden destekleyici
yardımlar sağlaması da, yine, güzel teşebbüslerdir. Sayın Bakanın, 2001 malî
yılı bütçesini sunuş konuşması metni, bütün maddî yetersizliklere rağmen, genel
bütçenin içerisinde binde 3,2 yer verilen kaynak yetersizliğine rağmen,
yapılanları ve yapılmak istenenleri isabetle özetliyor. Öncelikle, Kültür
Bakanlığımızın web sitesi çok önemli bir adımdır. Koroların, tiyatroların,
yurdun her köşesine hizmet vermek için koşmaları takdire şayandır. Sergi
çalışmaları, dikkatle ta-kibi gereken bir bilgi zenginliğidir. Huzurunuzda
bütün bu aziz sanatçıları şükranla selamlıyorum. Zeugma Antik Kentiyle
ilgili gayretleri dikkatle takip ettim. Aziz milletimiz, tarih boyunca, hâkim
olduğu bütün coğrafyalarda, ortak üslubu, hangi dine, hangi medeniyete ait
olursa olsun, ta-rihî eserlere saygı göstermek biçiminde ifadesini bulmuştur. Bu üslupla biz, hâkim
olduğumuz coğrafyalardaki bütün tarihî eserleri koruduk. Hıristiyan Bizans
döneminde ise, Roma devrine ait bütün heykellerin başları kırıldı; omuz
hizasındaki gövdeler ikiye bölünerek, restorasyon çalışmalarında, kale ve sur
bentlerinin tamirinde kullanıldı. Ankara Kalesinde, bunun en yakınımızdaki
örneğini görüyoruz ve kitabelerden bunu tespit ediyoruz. Ne Selçuklu ve ne de
Osmanlı asırlarında böyle bir tahribat yaşanmamıştır. Ne yazık ki, kamuoyumuz,
Zeugma'ya gösterdiği ilgiyi Hasankeyf’e gösterememiştir. Dicle'nin kıyısında,
Anadolu'ya gelen Selçukluların ve sonraki bütün istila güçlerinin eser
bıraktığı bu muhteşem ve fakat virane tarih zenginliği, sular altına sessizce
terk edilebilme yolundadır. Başlıbaşına bu örnek bile, içerisinde bulunduğumuz
kültür buhranını bize yeterince gösterecek güçtedir. Halbuki, cumhuriyetin
kuruluşuyla Atatürk, çok ciddî bir biçimde dünya üzerindeki Türkoloji
araştırmalarına sahip çıkmıştır. Türk Ocaklarının yeniden kurulması ve Türk
Tarihini Tetkik Cemiyeti ile Türk Dilini Tetkik Cemiyetlerinin teşkil
edilmesi, devlete hâkim olan o günkü temel felsefeyi göstermesi açısından
çok dikkate şayandır. Tarihe dönüşle, daha doğrusu, tarihi araştırmalara
dönüşle, köklerimize inmek ve nasıl bir millet olduğumuzu, kurduğumuz
medeniyetlerin sırlarını araştırmak
amaç edinilmiştir. Aziz arkadaşlarım, o
yılların kasaba şartlarındaki Ankarasında, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
binasının haşmetli yapısı ve itinayla seçilmiş bilim adamları kadrosu, Türk
toplumunun, imparatorluktan millî devlete geçme yolundaki kararlı iradeyle
yönlendirilmesinin tam bir ifadesidir. Tarih kitaplarında,
milletin tanımı, önemi, tarihî gelişimi, Türklerin yüksek medeniyet ve kültür
hayatları, sanat ve estetik alanındaki eserleri yer alıyordu. Bir büyük
romantizm, bir büyük millî heyecan vardı; kahvehanelerde toplanan vatandaşlar,
Onuncu Yıl Marşını büyük bir heyecanla söylüyorlardı; ancak, Atatürk'ün
vakitsiz ölümü, Kemalist ideoloji romantizm çizgisinden Anadolu'yu ekonomik
alanda kalkındıracak zaman dilimine geldiğinde, ne yazık ki, son buldu. Atatürk'ten
sonra gelenler, onun şahsına değil, fikirlerine karşı olanların, özellikle
bürokraside ve tesirli noktalarda yer alması, milletin kendi köklerine dönme
hareketine son verdi; kendini kendinde arama yerine karşı, Yunan ve Latin
köklerine dönülmesi gündeme geldi. Bu Grekoromen tezinin
nirengi noktası, kültürde hümanizma akımıdır. Bu tezin taraftarlarına göre,
yeryüzünde tek medeniyet ve tek kültür vardır; Grekolatin kültürü. Türkiye'nin
kültür davası, bu Grekolatin tezi savunanlara göre, sistemli bir tercüme
faaliyeti, bizden önceki milletlerin bu yoldaki gayretleri ve tarihimizi bu
yolda yorumlamak şeklinde ciddî bir çalışma içerisine girildi. Ancak, ne yazık
ki, bu çalışmaların sonunda, bugün içerisine geldiğimiz Zeugma'yı kurtarırken,
Hasankeyf'i terk ettiğimiz kültür buhranında yaşar olduk. Değerli arkadaşlarım,
Grekolatin kültürünü savunanlar, siyasî iradenin de kendilerine desteğiyle,
Kemalist ideolojinin tarihî Türk kodlarından çıkarılmasını ve Grekoromen
kaynaklara yönelinmesini sağladılar. Böylece, tarih ve kültür kitapları, daha
çok rönesans ve reform hareketlerine ayrıldı. Latin-Yunan hümanizması ayrıntılı
bir biçimde ele alınarak, Ortaasya Türk kültürüne, Selçuklu ve Osmanlı
medeniyet hamlelerine, hümanizmanın zirvesi olan Türk mistik düşüncesine,
edebiyatına, sanatına, tasavvuf kültürüne gerekli ölçüde yer verilmedi. Artık,
adı, Türk Dil Kurumu olan müessese de, Türk dili ve gramer yapısını, Grekolatin
dil anlayışına uygun olarak, devrik cümleye çevirme gayretleriyle dil tahribatını
hızlandırdı. Hiç şüphesiz, bugün
karşısında bulunduğumuz sosyal buhran, ekonomik buhran, kültür buhranı
karşısında, öncelikle devleti yönetenler, üniversiteler, düşünenler ve bütün
aydınlar, ciddî bir biçimde, mazinin kültür politikalarındaki yanlışları görmek
ve bizi kültür buhranına sokan sebepleri iyi tahlil etmek zorundadırlar. Avrupa Birliği, öncelikle
bir kültür şuuru ve kültür hareketidir. Avrupa Birliğini sadece ekonomik planda
ele almak, bilgi yetersizliğinden öte bir mana ifade etmez. Batı medeniyeti
için en uygun sömürünün veya kontrol mekanizmasının ne olduğunu aramak ayrı bir
iştir; ama, bugün bizim yapacağımız, Türkiye'de sağlam bir millî kültür
dirilişinin yollarını araştırmaktır. Önemli olan, yerli kültürün, bunlarla
kolayca yön değiştirecek şekilde zayıf kalmasını önlemektir. Batı medeniyetini
almak ve benimsemek isteyen bütün ülkelerin ortak özellikleri, kültürlerinin,
henüz böyle bir medeniyetten gelecek bozucu tesirlere direnecek kadar sağlam
olmayışıdır. Emperyalizmin en acımasız olanının, kültür emperyalizmi olduğunu
unutmayalım. Bir toplumun kültür hayatıyla, kültür değerlerine sahip olma
şuuruyla, kültür şahsiyetiyle, bütün kurumlarının yakın irtibatı vardır. Millî
dilini iyi bilmeyen, millî dilini hor gören, tarihinden ve dolayısıyla tarih
şuurundan mahrum, edebiyatını tanımayan, muhteşem halk kültüründen nasipsiz,
ikinci dünya anlayışı ilahî hesap inancı olmadığı için, tüketim gücüne kavuşma
yolunda her vasıtayı meşru ve mübah sayan bir sermaye sınıfıyla ülkenin
sanayileşmesi mümkün olabilir mi?! Bugün Türkiye'de, eğer sanayi tesisleri
varsa, bunların hepsinin temelinde millî işadamı olma sancısının yattığını iyi
görelim. Değerli arkadaşlarım,
ünlü Amerikalı zengin Rockefeller'in bir çığ gibi büyüyen serveti karşısında,
arkadaşı ve danışmanı olan Gates, ona şöyle sesleniyor: "Sevgili
Rockefeller, servetin bir çığ gibi büyüyor. Bunu, büyümesinden daha çok
dağıtmazsanız..." Dikkat buyurun, "Bunu, büyümesinden daha çok
dağıtmazsanız, bu servet, çocuklarınızı, torunlarınızı ve öncelikle sizi
ezecektir." Yine, Japon sanayi
devriminin üst zengini Toshiba, ünlü aktör Peter Ustinov'a, ayda sadece 400
yenle geçindiğini; bu mütevazı hayatın sebebi sorulduğunda ise, aşırı israf ve
lüksün Japon kültürünü bozabileceğini ifade ediyor. Batı'nın ve Doğu'nun
büyük sermayesi, sadece kâr değil, aynı zamanda kendi mukaddeslerine uygun
çalışmayla başarıyı aramıştır. Türkiye'de birkısım sermayedarların "haydan
gelen huya gider" diyerek, lüks, çılgın, her türlü ahlak ölçüsünün
ötesindeki tüketimlerini, Toshiba'nın sözleri karşısında değerlendirmemiz icap
ettiği kanaatindeyim. Değerli arkadaşlarım,
bizim şu an bile içerisinden çıkmaya çırpındığımız ekonomik buhranın aktörleri,
milletin manevî yapısına yabancı, millî ve manevî değerler sisteminin düşmanı,
sorumsuz, şuursuz, vurguncu türünden kapitalistler ve onları başıboş bırakan
birkısım sorumsuz yöneticilerdir. Her millet için, kendi
millî gayeleri, en büyük ahlakî gerçektir. Bu gerçeğe, ancak şuurlu kültür
hamleleriyle ulaşılabilir. Kültür Bakanlığının bu yoldaki bütün faaliyetlerini,
müzelerden yayıncılığa kadar, takdirle karşılıyoruz. Bu meyanda, Pierre
Loti'nin, "Türkiye İçin Mektuplar", Müstakimzade Süleyman Saadettin
Efendinin "Mecelletül Nisap" adlı eserlerinin tıpkıbasımı,
"Derviş Çeyizi" ve Hattat Karahisarî'nin yazdığı Kur'an-ı Kerim'in
tıpkıbasımı, fevkalade tebrike layık gayretlerdir. Değerli arkadaşlarım,
ayrıca, yurdun her köşesine, Bakanlık, mütevazı maddî imkânlarıyla yardıma
koşuyor; heykel talepleri karşılanıyor. Balıkesir'in Susurluk'un da Şehitler
Anıtı dikildi; Sındırgı, Şerif Pehlivan Heykeline kavuştu; Karapürçek, Atatürk
Anıtını açtı. Balıkesirliler, bu gayretleri eser halinde kendilerine sunan
Sayın Bakanı ve Bakanlık kadrolarını şükranla yâd edecekler. Değerli arkadaşlarım, 16
ncı Asır, bir Türk asrıdır. Viyana önlerinden İran'a, İran'dan Hindistan'a
kadar bütün hanedanlar Türk'tür. Bu muhteşem asırda, sadece, güçlü bir
ekonomiye dayanan askerlikle değil, mimarîde, musikide, edebiyatta zirveye
ulaşılmış ve Muhteşem Kanunî'nin talebiyle, Kahahisarî, bu Kur'an-ı Kerim
şaheserini Türk hat sanatının zirvesi denilmeye layık bir üslupla yazmıştır.
Eseri, mutlaka görmenizi, incelemenizi istirham ediyorum. 415 yıl önce yazılan bu
eserin, 2 360 koltuk tezhibi vardır. Türk süsleme sanatlarının zirve
değerlerini bünyesine almıştır. Bu eser sebebiyle, Sayın Bakanı, bakanlık
kadrolarını, Güzel Sanatlar Genel Müdürü Sayın Mehmet Özel'i, Topkapı Sarayı
Müdürü Sayın Filiz Çağman'ı gönülden tebrik ediyorum. Değerli arkadaşlarım, ne
yazık ki, Kültür Bakanlığına, her zaman, sorumluluk iradesi hâkim olmamış,
bazen popülist yaklaşımlar iktidara gelebilmiştir. Bakanlığın maddî kaynakları
düşünülmeden, Türkiye'nin her köşesine dev çaplı kültür binalarının temelleri
atılmış ve sonra, 3 trilyonluk, 5 trilyonluk projelere yılda 75 milyar, 100
milyar ödenek ayrılarak, tamamen bu iş bir israf vasıtası olmuştur. Balıkesir
de, bu talihsiz yatırımlardan birini 10 yılı aşkın zamandır bünyesinde taşıyor.
Sayın Bakandan istirhamım, bütün maddî kaynakları toplayarak, yılda, hiç
olmazsa, 1 veya 2 kültür binasını bitirmek ve bu 100'er milyar, 75'er milyar
paraların eriyip gitmesini önlemektir. Değerli arkadaşlarım,
hızla gelişen teknoloji, bilgi iletişim sistemleri, televizyon ve göze hitap
eden diğer bütün araçlar, dünyayı çok hızlı bir kültür hareketine ve güçlü
kültürlerin istilasına açık hale getirmiştir. İşte bu noktada, Türkiye'nin,
karşısında bulunduğu tehlikeyi çok iyi görmesi gerekiyor. Avrupa Birliği, son
bir belge gönderdi. Bu, tam bir dayatmadır. Sadece, milletimizi değil,
yönetenleri de şaşkınlığa götürdü. Şu anda millet, bu yoldaki gelişmelerle
ilgili fevkalade ciddî endişeler içerisindedir. Kıbrıs konusunda, kararlı ve
şahsiyetli bir tavırla "hayır" denildi; ancak, Avrupa Birliği
Belgesi, âdeta mağlup olmuş, donanmaları batırılmış, bütün vatan köşeleri işgal
edilmiş bir esir millete talimat verme niteliği taşımaktadır. Bunun,
uluslararası diplomatik nezaketle alakası yoktur ve bütün dünya şunu iyi
bilmelidir, Türk Milleti, tarihin her devrinde görüldüğü gibi, medenî dünyayla
ilişkilerini geliştirecek; ama, asla ve asla, hiçbir gücün kölesi olmayacaktır.
(Alkışlar) Bu noktada, Türkiye
içerisinde yaşayan aziz insanlarımızın büyük bir çoğunluğunun, asla ve kata,
etnik bir ayrışma talep etmediğini, Avrupa Birliğinin ise, kendi kuruluş
felsefesine zıt bir biçimde, Türkiye'de etnik ayrışmaları körüklediğini
görüyoruz. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'deki alt kültürler, üst kültürden büsbütün ayrı ve farklı değildir. Üst
kültür, pek tabiî olarak, her birinden ayrı bir renk almıştır. Etnik
çözülmenin, hiçbir topluma faydası yoktur. Hele, Birleşik Avrupa ideali
etrafında yeni bir yapılanmaya giden Avrupa Birliğinin kendi bindiği dalı
kesmesinin iyiniyetle izahı mümkün değildir. Bütün bu gelişmeler, Türkiye'nin
çevresindeki komşularının millî ideolojilerine dayalı kültür siyasetleri ve
uzun vadeli stratejik hedefleri de göz önüne alınırsa, Kültür Bakanlığımızın ne
derece önemli sorumluluklar taşıdığını, tartışmasız bir biçimde gözler önüne
sermektedir. Biz, kalkınmayı, sadece
ekonomik stratejilerle değil, ekonomik stratejilerin yanında, bir kartal kanadı
gibi, kültür hamleleriyle ela aldığımız zaman erişebileceğimiz bir hedef
bilmeliyiz. Kalkınmayı, sadece ekonominin rakamları içinde sanmak, insanı ve
onun kültür dünyasını ihmal etmek, tek kanadı kırık bir uçağın yere çakılması
sonucunu verir ve uçağın havalandığını asla göremezsiniz. Bütün bu tespitlerin
ışığında, Kültür Bakanlığı bütçesinin milletimize verimli hizmetler sunmasını,
Bakanlık personeline sağlıklı ve huzurlu çalışma şartları temin etmesini
diliyor, muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Güner. Sayın Öztürk, buyurun
efendim. ANAP GRUBU ADINA MUSA
ÖZTÜRK (Adana) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı
bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. İçgüvenliğin sağlanması,
kamu düzeni ve genel ahlakın korunması, mülkî idare bölümlerinin kurulması ve
düzenlenmesiyle ilgili çalışmaların yapılması, mahallî idarelerin
yönlendirilmesi, kaçakçılığın men ve takibi, yurt sathında sivil savunma, nüfus
ve vatandaşlık hizmetlerinin yürütülmesi, bildiğiniz gibi, İçişleri
Bakanlığının sorumluluğuna verilmiş görevlerdir. Hizmet alanının genişliği,
niteliği ve teşkilat yapısıyla İçişleri Bakanlığı, her zaman gündemde olan ve
kamuoyunun yakından takip ettiği bir bakanlıktır. Devletimizin temel
taşlarından en önemlisidir. Öncelikle ve izninizle,
bir görevi yerine getirmek istiyorum. Bir meslektaşı olarak şahsî, ama, daha da
önemlisi, milletimizin duygularına tercüman olduğuma inanarak, başarılı
çalışmalarını gururla takdir ettiğimiz Sayın Bakanımıza takdirlerimizi ve
tebriklerimizi sunuyor (ANAP sıralarından alkışlar) ve yine, kendilerinin
şahsında, polisimizden jandarmamıza, mülkî amirlerimizden diğer Bakanlık
görevlilerine kadar tüm personeli yürekten kutluyor, bu kutsal görevi yerine
getirirken, canlarını vermekte bir an bile tereddüt etmeyen aziz şehitlerimizin
önünde saygıyla eğiliyorum. (Alkışlar) Ülkemiz ve halkımızın
ihtiyaç ve beklentilerine kulak vererek, büyük bir kararlılıkla yürütülen
mücadelede sağlanan bu başarıyı, toplumun her kesiminin takdirle
karşılamasından ve yine, sağlanan bu başarı sayesinde, halkımızın, devletimize
olan güveninin her geçen gün arttığını görmekten ayrı bir haz ve memnuniyet
duyduğumuzu da ayrıca vurgulamak istiyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bildiğiniz üzere, ülkemiz, hassas bir coğrafyada
bulunmaktadır. Bu özelliği dolayısıyla, uluslararası ilişkilerin odaklandığı
bir bölgededir. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleştiği üçgenin ortasında
olan ülkemiz, jeopolitik konumu itibariyle, tarihi boyunca stratejik önemini
hep koruyagelmiştir. Tarihî gelişimi, coğrafî
konumu ve sahip olduğu jeopolitiği itibariyle komşularımızın ve dünya
politikasında söz sahibi olmak isteyen diğer ülkelerin daima ilgi odağı
olmuştur. Ülkemiz üzerinde kötü
emelleri olanlar, yıllardır terörü destekleyerek ve kullanarak amaçlarına
ulaşmaya çalışmışlardır; fakat, güvenlik kuvvetlerimizin başarılı ve özverili
mücadelesi, onların heveslerini kursaklarında bırakmıştır. Bugün, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, büyük şehirlerimizde, kısaca, ülkemizin dört
bir köşesinde sağlanan huzur ve güven ortamı herkesin malumudur. Onbeş yılı aşkın bir
süreden beri, halkımıza ve devletimize karşı acımasızca eylemler gerçekleştiren
bölücü terör örgütü, etkisiz hale getirilmiştir; ancak, yurt içinde etkisiz
hale getirilen ve bölücü başının yakalanmasıyla önemli bir darbe yiyen bölücü
terör örgütü, toparlanabilmek, örgütsel faaliyetlerini aktif hale getirebilmek
amacıyla yeni taktik arayışları içerisindedir -bunu da unutmamak lazım- ve
Türkiye gündemine geldiği günden itibaren, sürdürdüğü silahlı eylem ve bölücü
fikirleri içeren taleplerini hâlâ devam ettirmekte, yurt dışındaki faaliyetleri
ve silahlı yapılanması sürdürülmektedir. Bu vesileyle, bölücü örgütün, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde sağlanan huzur ve güven ortamını bozmaya
dönük terör eylemlerine yeniden
yönelmek için fırsat kolladığının ve bunun, asla atlanılmaması gereken bir
tehlike olarak önümüzde durduğunun altını çizmek istiyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; insanların ve devletlerin en önemli ihtiyacı, güvenliktir.
İnsanların güvenliğinin olmadığı ya da tehlikede olduğu, yani, bir başka manada
varlığının tehdit edildiği toplumlarda, kargaşa ve anarşinin hüküm süreceği
açıktır. Böyle bir noktadan hareketle, güvenliğimizi sağlayan Emniyet
Teşkilatımızın ne durumda olduğunu, bu vesileyle bir kez daha ve bir de ben, bilgilerinize
sunmak istiyorum. Ülkemizin bölünmez bütünlüğünü, vatandaşlarımızın can ve mal
güvenliğini sağlayan polis teşkilatımız, bu görevini 165 357 personelle
yürütmektedir. Avrupa standartlarına göre 250 kişiye 1 polis düşerken, biz de
yaklaşık 423 kişiye 1 polis memuru düşmektedir. Bir yandan eleman eksikliği,
diğer yandan yaşanan yoğun terörle mücadele ve sınırlı teknik imkânlara karşı
polisimizin başarısının bir tek izahı vardır ve bu da, büyük bir cesaret ve
alkışlanacak bir vatan sevgisidir; bunun ötesinde başka bir şey aramamak lazım.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; polis teşkilatımızın tamamını büyük bir içtenlik ve
aralarından gelmiş olmanın gururuyla ve Yüce Meclisimizin de duygularının bu
doğrultuda olduğuna inanarak, bir kez daha tebrik etmeme izin vermenizi rica
ediyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bu arada, son günlerde yaşadığımız bazı olaylara da değinmek
istiyorum. Başarıyla uygulanan ekonomik istikrar programı, Avrupa Birliğine
üyelik süreci içinde yürütülen faaliyetler... MURAT AKIN (Aksaray) - Bu
olmadı işte!.. "Başarıyla uygulanan" olmadı... İyi başladın da... MUSA ÖZTÜRK (Devamla) -
Murat Bey, o, üç sene sürecek; dur bakalım, görelim, daha birinci senesindeyiz. Yolsuzluk ve
suiistimallere karşı mücadeledeki kararlılık ve nihayet ülkede sağlanan huzur
ve güven ortamı, bazı şer çevrelerini rahatsız etmiştir. Gaflet içindeki bu
menfaat çevreleri, emellerini gerçekleştirecek ortamı tekrar oluşturabileceklerini
zannederek, son günlerde, değişik, tahrikkâr ve provokatif faaliyetlere
yönelmişlerdir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü
görevlilerini taşıyan servis otobüsüne yapılan menfur saldırı olayı sonrasında,
arkadaşlarının şehit düşmesinin yarattığı psikolojik atmosferden istifade
etmeyi hiç atlamayan bu şer çevrelerinin, bu fırsatı iyi değerlendirdiklerini
kabul etmek durumunda olduğumuzu itiraf etmeliyiz. Bazı çevik kuvvet personeli
tarafından yapılan yürüyüş ve davranışlar, bu provokasyonun sonucudur. Aslında,
amaç, apaçık ortadadır. Polisin, son dönemde, halk nezdinde gittikçe artan
itibarını, güven duygusunu ve yükselen imajını zedelemek. Sözlerimin, polisimizin
bu tür bir davranışını tasvip ettiğim manasında anlaşılmaması gerektiğinin
altını, özellikle çizmek istiyorum. Bakanlığımız, gerekli tahkikatı zaten
başlatmış bulunmaktadır. Suçlular ve disiplinsizler, gerektiği gibi, yasalar
çerçevesinde değerlendirilip cezalandırılacaktır. Söylemek istediğim, bundan
sonra da olabilecek bu tür provokasyonlara karşı, hem teşkilat hem de millet
olarak uyanık olmamız lazımdır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; daha nitelikli, etkin ve verimli bir güvenlik hizmeti istemek
halkımızın hakkıdır; ama, bunu sağlamak için, Sayın MİT Müsteşarının da
açıkladığı gibi, iç istihbarat İçişleri Bakanlığına devredilmeli ve bunun için
gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır; o da burada yapılmalıdır. 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununa eklenen ek geçici 54 üncü madde ve 3201 sayılı Kanunu
değiştiren 2261 sayılı Kanunda belirtildiği üzere Emniyet Teşkilatı Personel
Kanunu mutlaka Meclisten çıkarılmalı ve bu kanun, polisin tüm özlük haklarını
kapsamalıdır. Emniyet Teşkilatı
Kanununda değişiklik yapılması için çıkarılan ve Anayasa Mahkemesince iptal
edilen 611 sayılı Kanun Hükmünde Kararname Mecliste yasalaştırılarak, yeni malî
haklar verilmek suretiyle, emeklilik özendirilmeli ve bu suretle, Emniyet
Teşkilatındaki emniyet müdürü yığılması önlenmelidir. Polisin eğitim ve
öğretimine özel bir önem verilerek, branşlara göre polis okulları açılması
sağlanmalı ve eğitimin kalitesi yükseltilmelidir. Bu konuda, polis
yükseköğretim kurumları hakkında çıkarılan ve Anayasa Mahkemesince iptal edilen
610 sayılı Kanun hükmündeki kararnamenin Mecliste yasalaşması sağlanmalıdır.
Polisimizin çalışma şartları yeniden düzenlenmeli; çalışma şartlarının
iyileştirilmesi için, alınacak personele kadro verilmelidir. Emniyet hizmetleri
sınıfında görevli personel ile diğer personelin ücretleri günün şartlarına göre
yeniden gözden geçirilmelidir ve... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Öztürk, 2
dakika içinde toparlayınız. MUSA ÖZTÜRK (Devamla) -
...çok düşük olan ekgöstergeler artırılmalıdır. Yüksek tahsilli polis memurunun
ekgöstergesi 800, emniyet müdürün ekgöstergesi 3000'dir. Bu ekgöstergeler
657'ye tabi bazı hizmet sınıflarında görevli bulunan diğer memurlarda daha
yüksektir. Bu yılın ocak ayında polisimizin aldığı aylık ücretin dolar olarak
hesaplanması halinde, şu tabloyla karşı karşıya kalıyoruz: Şu anda polisin
aylık ücretinde yüzde 35 artış dahi olsa, bu artış, polisimizin Ocak 1999
tarihinde aldığı aylık ücretindeki kaybı karşılayacak durumda dahi değildir.
Oysa, yapılmak istenen artış, sadece yüzde 10'dur. Çok güç koşullarda hizmetini
yürüten polisimizi, görev açısından, diğer kamu görevlileriyle karşılaştırmak
mümkün değildir. Bu nedenle, polisimizin maaşına ek bir düzenleme yapılarak,
ücretlerin mutlaka artırılması sağlanmalıdır. Aksi halde, polisimiz, çalışma
şartlarının ağırlığının yanı sıra, ekonomik yönden de çok güç durumda kalacak
ve hizmetini yürütmekte zorlanacaktır. Bu vesileyle, son
günlerde polislerle ilgili hadiseye de değinecek olursak, bununla ilgili
gerekli tahkikat zaten yapılıyor, bu tahkikat yapıldıktan sonra, netice olarak,
polisin de, bir insan olarak zaman zaman hata yaptığını, ama, bu hatanın da bir
cezasının olduğunu bilmesi lazım; ama, polisin birtakım problemlerinin olduğunu
da bilmek, bu problemlere parmak basmak ve mutlaka bu problemlerin tedavi
cihetine gidilmesi lazım. Ben, bu vesileyle, başta
Başkanımız olmak üzere, bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum; bu bütçenin
hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Öztürk. Doğru Yol Partisi Grubu
adına iki konuşmacı var; süreyi eşit mi kullanacaklar Sayın Başkan? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Evet, eşit kullanacaklar. BAŞKAN - İlk söz,
İstanbul Milletvekili Sayın Celal Adan'a aittir. Buyurun Sayın Adan. (DYP
sıralarından alkışlar) 1 dakika kala uyaracağım,
ona göre Sayın Adan. DYP GRUBU ADINA CELAL
ADAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 yılı bütçe kanun
tasarısının Kültür Bakanlığı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Bin yıllık devlet
geleneğine sahip bir ülkede, devlet kültürünü, devlet etme kültürünü böylesine
yozlaştırmış, yok etmiş bir hükümetin kültür politikalarını tartışmak ne işe
yarayacaktır; takdirlerinize bırakıyorum. Eğer, kültür, bir
toplumun birlikte yaşamasını sağlayan esasları teşkil ediyorsa, Türk toplumunu
bir arada tutan faktörlerin başında, devlet fikri gelir; devlete olan güveni ve
sadakati gelir. Siz, bunları birer birer yok ettiniz. Kendinizin bile sahip
çıkmadığı, her ortağın, ayrı ayrı, içine sindiremediğini ifade ettiği ve
nereden geldiği belli olmayan bir af yasasıyla, halkın, hukuka, yargıya,
adalete olan inancını yok ettiniz. Sayenizde, devletin her
kurumu, ayrı ayrı noktalardan görüş bildirmeye başladı. Siz, her konuşana kafa
sallayarak, devletin ciddiyetini, saygınlığını yok ettiniz. Kızılay Meydanında bir
yıldır feryat eden toplum kesimlerini duymazdan gelirken, cezaevlerinde,
teröristlerle, aracılar göndererek, anlaşma zeminleri aradınız; taviz üzerine
taviz verdiniz. Nerede bir devlet ve halk düşmanı varsa, onlara karşı boynunuz
kıldan ince. Buradan, asgarî
müştereklere dayalı bir yaşama kültürü çıkmaz. Buradan, sadece kaos kültürü
çıkar "altta kalanın canı çıksın" kültürü doğar. Bir ülkede, düşünün ki,
suçlular, devlet idaresine müdahale edebiliyor; yargıya güven kalmamış; hukuk,
devlet eliyle dumura uğratılıyor; banka hesaplarını hortumcular tutuyor;
vatandaşın parası, kapanın elinde kalıyor; akşam zengin yatan, sabah fakir
kalkıyor. Vatandaşları için, hayatın bu alanında paranoya üretin bir devletin,
opera ve balesini konuşsak ne olacak konuşmasak ne olacak?! Değerli milletvekilleri,
tabiî, cemiyet hayatımızın esasını teşkil eden kültür, önemli bir olaydır ve
bizim de kültürümüzü tarif eden bir tek kültür vardır; o da, Türk kültürüdür ve
millî kültür, millet olarak kendisinin tarifini bulur. Sosyoloji bilimi,
milleti, genel olarak "ortak bir kültür etrafında toplanan topluluklara
verilen ad" olarak tarif eder. Bizim ülkemizde, tek kültür kabul ettiğimiz
Türk kültürü ve bunun dışında mahallî ve etnik kültürler vardır. Bizi bir arada
tutan temel kültür olan Türk kültürü, mahallî ve etnik kültürleri de kendi
içerisine alacak şekilde kendisini tamamlamıştır. Eğer, siz, mahallî ve etnik
kültürleri Türk kültürüne eşit hale getirmek isterseniz, federatif kültürlerin
doğmasına sebep olursunuz ve bu da, federatif devletlerin doğmasına sebebiyet
teşkil eder. Değerli milletvekilleri,
Türk Milletinin her günden daha fazla birliğe, beraberliğe ihtiyaç hissettiği
bugünlerde, bildiğiniz gibi, Türkiye Cumhuriyetini oluşturan toplumsal
sözleşmenin temelinde, ülkede yaşayan bütün insanların eşitlik ilkesi vardır.
Geçen yetmişyedi yıllık şu cumhuriyet döneminde, zaman zaman, millî şef ve
demokratik olmayan idareler, demokrasiyle idare edilen dönemler olmasına
rağmen, hiç kimse, mahallî yapısına göre, etnik yapısına göre bir muameleye
tabi tutulmamıştır. Etnik ayırımcılık, Türk Milletinin tanımadığı bir
kavramdır; çünkü, Türk Milleti kavramı, hem Türkiye Cumhuriyetini oluşturan
kamusal iradede hem devletin hukukî yapısında hem de İmparatorluk sonrası yeni
devletin oluşmasına etki eden fikrî harekette, etnik bir kavram değil,
sosyolojik bir kavramdır. Üzülerek ifade etmek
isterim ki, zaman zaman konjonktürel dalgalanmaların önüne çıkan, fikrî
derinlikten yoksun, siyasî ve devletimizi yönetme noktasında imkân sahibi
olanlar, toplumumuzun derinliklerinden, temel değerlerinden habersiz birtakım
değerlendirmeler yapma gafletine düşmüşlerdir; geçenlerde bir siyasîmizin,
Diyarbakır'da "Avrupa Birliği Diyarbakır'dan geçer" ifadesini
kullanma talihsizliği gibi. Değerli milletvekilleri,
millî kültürümüzün temelinde İslam kültürü vardır. İslam kültürü, Müslüman bir
toplum için hiç kurumayacak berrak bir memba gibidir. Bu kültürü doğru anlatıp
doğru yaşatırsak, İslamın inceltici ruhunu, hoşgörüyü, araştırmayı, disiplinli
çalışmayı, muhtaç olduğumuz manevî iklimi buradan telafi edebiliriz.
Doldurulması gereken manevî çukurları bu kaynakla doldurabiliriz. İslam ve
Müslümanlık, bizim tarihî ve sosyolojik bir gerçeğimizdir. Bunu inkâr etmek,
hem kendimizi hem de tarihimizi inkârdır. Laiklik kavramı ile İslamı iki ayrı
kutba çekmenin kimseye bir faydası yoktur. Değerli milletvekilleri,
Anayasa Mahkemesi üyesi, daha sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı olan
Cumhurbaşkanımızı, kamuoyu çok iyi tanımıyordu; ama, Cumhurbaşkanımızın iki
uygulaması oldu: Birincisi, YÖK'ün rektörler kararnamesini geri çevirmek; bir
diğer konu ise, memurlarla ilgili kanun hükmünde kararnameyi geri çevirmek. Her
iki icraatıyla, hele, özellikle bu af yasasını da dün geri çevirmekle,
kamuoyunda yüzde 80 - 90 civarında bir destek sağladığını görüyoruz. Burada önemli olan
hadise, laiklik, farklı düşünceleri bir arada yaşa-tabilen tercihin adı
olmasına rağmen, ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti Dev-letini yönetenler veya
yönetme noktasında iddia sahibi olanlar, Türkiye'nin bazı kurumlarının başında
gaflet içerisinde bulunanlar, başörtülü 5 - 10 çocuğu üniversiteye sokmamakla
cumhuriyeti koruyacaklarını zannediyorlar. Hatta, kendi memuruna düşman, kendi
memurunu takip eden ve bu memurundan kurtulduğu zaman Türkiye'nin kurtuluşuna
öncülük yapacağına inananların, bugün, Türkiye'nin içerisinde bulunduğu
gafleti, Türkiye'nin içerisinde bulunduğu sıkıntıları, ne yazık ki, iyi tahlil
edememiş olduklarını görüyoruz. Türkiye'nin değerleriyle
bütünleşmiş olan dinamiklerle savaşarak, Türkiye'nin elde edeceği hiçbir
anlayış, hiçbir mantık yoktur. Kimseyi, düşüncelerinden, yaşama biçiminden,
giyiminden kuşamından, yani kişisel tercihlerinden dolayı yargılamamayı
öğreneceğiz; aksi takdirde, bugün çözülmüş gibi gördüğümüz problemlerimizi,
yarın yine karşımızda bulacağız. Değerli milletvekilleri,
Batılılaşacağım diye, modernleşeceğim diye, garip, yok edici bir taklitçiliğe
soyunmanın kimseye bir faydası yoktur. Millî kültürümüz, millî benliğimiz,
bundan büyük zarar görür ve görmeye devam edecektir. Bugün, toplumun yaşadığı
sevgisizlik ortamının gerçek kaynağı da, bu yok edici taklitçiliktir. Kıymetli arkadaşlarım, bu
konuda hamaset yapmak, en son düşüneceğimiz şey olmalıdır. Toplumun yaşadığı bu
en ciddî tehdidi görmezden ge-lemeyiz. Ortada bir arıza var ve bu arıza, her
gün başka alanları etkileyerek büyüyor. Toplumun geçmişi ile geleceği, onları
bir araya getirecek asgarî müşterekleri buluşturmakta zorlanıyorsa, bu probleme
sırtımızı dönemeyiz. Yok olan bir teknolojiyi, yeniden, hatta daha üstün tesis
edebiliriz; fakat, yok olan bir kültürü var etmenin güçlüğü tarihle sabittir.
Tarihten bugüne yok olan topluluk ve kültürlerin sonunu hazırlayan ana gerçeği
tahlil ederseniz, karşınıza, bugün dile getirdiğimiz arızanın çıkacağını
görürüz. Bir milleti millet yapan, onu ayakta tutan kültür ve değerleri
yaşatmanın, onları yok etmekten daha zor olduğu gerçeğini aklımızdan
çıkarmamalıyız. Bu noktada, Kültür Bakanlığı her şey midir; elbette hayır.
Sorumluluk taşımayan bir medyanın, dejenerasyon karşısında duyarsız bir entelektüel
dünyanın ve "biz nereye gidiyoruz" sorusunu yüksek sesle sormayan bir
toplumun, yaşanan erozyondaki payı büyüktür. Hiç kimse, hiçbir kurum, bu manada
kendini sorumsuz hissedemez. Bugün, artık,
evlerimizde, ailemizin en çok konuşan ferdi televizyonlarımız. Buradan,
televizyon yönetici ve sahiplerine sesleniyorum: Bakınız, televizyon kanalları,
sanki planlanmış bir dejenerasyonun unsuru gibi çalışıyor. Sizin böyle bir
amacınız olmayabilir; fakat, durumdan vazife çıkarmak zorundasınız. "Halk
bunlardan hoşlanıyor" mantığı, kolaycılıktan öte, külliyen yanlış bir
mantıktır. Toplum dünkü kadar homojen değil; başka kültürleri almaya, gerek
birey gerekse toplum için zaaf sayılacak etkilere açık. Tercihinizi, bu
açıklığı sömürmekten yana değil, kapatmaktan yana kullanmalısınız. Geçtiğimiz günlerde,
değerli RTÜK Başkanının Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı feveran,
doğru bir feverandı. Aynen şunları söylüyordu: Televizyonların daha çok
izlenmenin yo-lunu seviyesizliğe prim vererek bulmasından, ekranlardan evlerin
içine şiddet ve müstehcenlik püskürtülmesinden, birkaç yüz kişinin yoz
ilişkileri, gece âlemleri sanki toplumun genelinin yaşantısıymış gibi, her gün
saatlerce ballandıra ballandıra anlatılmasından, ünlü kişilerin en mahrem
sırlarının kamerayla röntgencilik anlayışıyla deşifre edilmesinden, sonuç
olarak, geleneksel Türk aile yapısının temeline âdeta dinamit
yerleştirilmesinden mustaripti Sayın Başkan. Aydınlar da bu vebalden
kaçamazlar kıymetli arkadaşlar; onlar da toplumun önünde olmalı; bu millete yön
verecek toplumsal kodlamalarda üzerlerine düşen görev büyüktür. Toplum
gerçekleştirdikten sonra yorum yapmanın hiçbir manası yoktur. Önemli olan,
taarruzdan önce kalkanları kaldırmaktır. Aydınlar "bu ülkenin neden hâlâ
sağlam bir demokratik kültürü yok" sorusundan kaçamazlar. Siyasetçiler de
aynı sorudan kaçamazlar. 1960'da, 1971'de, 1980'de, 28 Şubatta sessiz
kalanların, darbecilerle, cuntacılarla işbirliği yapanların, demokrasi
kelimesini ağızlarına bile almaya hakları yoktur. Türkiye'de bugün hâlâ sağlam
bir demokratik kültürümüz yoksa, sebep, demokrasiden istifade edip, zora geldiğinde
bırakıp kaçanlardır. 28 Şubat dayatmasına teslim olan siyasî iradeler, bugün
"28 Şubat, bizi, halk indinde çok hırpalıyor" diye ifadeler
kullanmaktadırlar; ama, o gün, demokrasi mücadelesinde direnç gösterenler
vardı. Çok açık bir ifadeyle söylemek isterim ki,1960 yılında rahmetli Adnan
Menderes asılırken Cumhuriyet Halk Partisine demokrasi gerekli değil miydi?! Bugün, zaman zaman
gazetelerde okuyoruz. Fazilet Partisi kapatılsın diye birtakım iddialar ortaya
atıldığında, siyasî partilerin, Fazilet kapandıktan sonra oylarını nasıl
paylaşacağı heyecanı, hezeyanı iki yüzlü bir demokrat kimliği ortaya
çıkarmaktadır. HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Bingöl) - Leş kargaları... CELAL ADAN (Devamla) -
Bunun hiç kimseye faydası yoktur. Halkın kurduğu partileri ancak halk
kapatmalıdır. (FP sıralarından alkışlar) İki yüzlü demokrasiden
kurtulmadıkça, demokrasi kültürümüzü onurlu bir şekilde temsil etmedikçe,
Türkiye'de yapılabilecek şeylerin bizi ne kadar büyük sıkıntıya düşüreceğinin
altını çizmek gerekmektedir. İşte, geçen günlerde büyük hararetle
alkışladığınız af tasarısı, Türk Halkının yüzde 90'ının karşı çıkmasına rağmen,
sırf değişik iradelere teslim olmuş siyaset yapılanmasının Türkiye'yi ne kadar
güç durumda bıraktığını, bizleri ne kadar güç durumda bıraktığını ortaya
çıkarmıştır. Dolayısıyla, bu iki yüzlü demokratlardan Türkiye'nin kurtulması,
iki yüzlü demokrat yapıdan Türkiye'nin kurtulması gerekmektedir. Değerli arkadaşlarım,
ideolojileri kuran da, yaşatan da kültürdür. Kurtuluş Savaşını yürüten Kuvayı
Milliye'nin de, cumhuriyeti yaşatan iradenin de ideolojisi aynı kültürlerden
beslendi. Cumhuriyet, tesadüfen tesis edilmiş bir ideoloji değildir.
Cumhuriyeti kuran temel değerleri çok fazla anlatmaya gerek yok; ama, ana bir
başlık vermek gerekirse, Zağnos Paşa Camiinde hutbe veren, Hacı Bektaşı Velide
dergâh kuran "muktedir olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur"
diyen ruh, cumhuriyeti kuran ruhtur. Cumhuriyetin kurulduğu dönemlerde, belki
bundan bir sene evvel, iki sene evvel, hatta bugün bile, eğer İstiklal Marşının
sekizinci kıtası olmamış olsaydı, İstiklal Marşında sekizinci kıta olmamış
olsaydı da, birileri çıkıp sekizinci kıtayı söyleseydi, tutuklanıp
hapishanelere atılacağına inandığımız, veciz bir ifadeyle "bu ezanlar ki
şehadetleri dinin temeli, ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli" inancı ve
ruhu, cumhuriyeti kuran temel esasları teşkil etmiştir. Cumhuriyet, kendisi de
dahil, her türlü sömürüden azadedir. Biraz evvel bahsini ettiğim bozuk sistem,
sadece ideoloji değil, devlet ve millet kültürünü tahrip etmektedir. BAŞKAN - Sayın Adan, son
1 dakikanız... Buyurun. CELAL ADAN (Devamla) -
Biz, aşağı yukarı on beş yirmi gün evveline kadar, Türkiye'de bir sistemden
bahsediyorduk; ama, son on beş gündür Türkiye'de bir sistemin olmadığı
gerçeğiyle karşı karşıyayız. Milletin devlete, devletin millete güveni yoksa ve
bu ülkede her dönem en çok ihtiyaç duyulan şey istikrar oluyorsa, problemi,
hâlâ tam olarak tesis edemediğimiz demokrasi kültürümüzde aramak, bizim
açımızdan bir keyfîyet değil, zorunluluktur. Yanlışların hepsi gözümüzün önündedir.
Adaletsiz bir bölüşüm, hukukdışı keyfî ve gayri ahlakî düzenlemelerle inim inim
inleyen bir toplum var karşımızda. "Devlet ve siyaset
bu yozlaşmanın neresinde" sorusunun cevabı hazırdır. Aslında, devlet ve
siyaset, bu hayatın da, bu yozlaşmanın da tam ortasındadır. İdare, bugün
bulunduğu noktada, dağınık, kontrolsüz, sahipsiz bir resim vermektedir. Bu acı
resmi, daha fazla taşıyamayız. Şayet, devlet, kendisine bir görev tarifi
yapacak ve düşünceler karşısında illa ki bir taraf olacaksa, bu, bizi ayakta
tutan dinamikleri besleyen ve koruyan, yaşanan maddî ve manevî çöküşe son
verecek bir taraftarlık olmalıdır, kültürü empoze eden güçlere ve devletlere
karşı açık tavır ve tedbir almaktır. Bakınız, uzunca bir süre
"Adriyatik'ten Çin Seddine" hamasetiyle avunduk durduk. Geldiğimiz
noktada, bu bölgelerde, kimse büyük iddialar taşıdığımızı söyleyemez. Bugün,
ata yurdumuzda iddiası olanlar, Ruslar, Çinliler, Amerikalılar, Almanlar.
Yılların verdiği hasreti bitirmeden yaşadığımız bu mağlubiyet, aslında bize
yeter, artar bile. Yetmiş yıldır komünist rejimin çürütmeye çalıştığı ruha,
taze bir nefes üfleyemedik. Yılların biriktirdiği kültürel açlığı doyuramadık.
Oralarda açılan özel Türk okullarını bile, basit hesaplara alet ettik. Moral
bozmak istemiyorum, mağlubiyet sözünü de ağzıma almak istemiyorum; fakat,
yaşanan gerçekleri de görmezden gelemiyorum. Eğer, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
"Allah bir, ülke bölünmez" diye temel formatını oluşturan değerlerle
bütünleşerek Türk Halkının karşısına siyasetçi çıksa, hem dışborcumuzu hem
içborcumuzu tasfiye edebilecek hem de 250 milyona yakın insanın Türkçe
konuştuğu ve bu ülkeyi Kâbe diye gördüğü Türk dünyasıyla bütünleşirsek,
Türkiye, hem Avrupa Birliğine girer hem çağdaşlaşır ve bu dünyada onurlu bir
dünya devleti olma özelliğini taşır. Bu temel değerlerle,
hepinize en derin saygılarımı sunuyorum ve dün Afyonumuzda cereyan eden deprem
münasebetiyle ölenlere rahmet diliyorum, milletimize başsağlığı diliyorum.
(DYP, MHP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Adan. Sayın Kozakçıoğlu,
buyurun. Efendim, ben, saati
çalıştırdıktan sonra süre işliyor; ona arkadaşlarımızın hassasiyet
göstermelerini özellikle istiyorum. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Yolda da işliyor Sayın Başkan. DYP GRUBU ADINA HAYRİ
KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı
bütçesiyle ilgili olarak, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sizlere takdim
etmek üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce hepinize saygılar
sunarım. Son yirmidört saat
içerisinde, ülkemizin Orta Anadolu bölgesinde meydana gelen ve can kaybına
neden olan deprem nedeniyle, başta Orta Anadolu bölgesindeki insanlarımız olmak
üzere, tüm milletimize geçmiş olsun diyorum, hayatını kaybedenlere Allah'tan
rahmet diliyorum, yaralılara da acil şifalar niyaz ediyorum. Ben sizlere, İçişleri
Bakanlığı bütçesiyle ilgili olarak, devletin temel örgütleriyle birlikte
yeniden ele alınıp düzenlenmesi gereken ve uzun zamandan beri beklediğimiz
iyileştirme hareketlerini kısaca vurgulamak istiyorum. İçişleri Bakanlığı,
benden önce konuşmacı arkadaşlarımın da belirttiği gibi, görevinin niteliği,
görevlerinin çeşitliliği ve çok geniş sahada hizmet vermesi nedeniyle, ayrıca,
bünyesinde bulundurduğu kurumlar nedeniyle de, gerçekten, günün 24 saatinde
insanımıza hitap eden, günün 24 saatinde insanımızla karşı karşıya bulunan
görevlileri çalıştıran temel bakanlıklardan bir tanesidir. Bu Bakanlık bütçesi
görüşülürken, ben size, devletimizin artık yeniden yapılanması gerektiğini
vurgulamak istiyorum; çünkü, devleti yeniden yapılandırmanın içerisinde,
merkezî yönetimle birlikte, yerel yönetimler de var. Devleti yeniden
yapılandırmayı planlamadan, yerel yönetimleri planlayamazsınız. Hükümeti oluşturan 57 nci
koalisyon protokolünün "koalisyon hedefleri" bölümünde de aynı görüşe
yer verilmiştir. "Koalisyon hedefleri " bölümünün "kamu
yönetimi" kısmında "hükümetimiz, kamu yönetiminin yeniden
yapılandırılmasında kararlıdır" denilmek suretiyle, hükümetin de bu olayı
ciddiye aldığı ve kısa zamanda kararlaştırarak uygulamaya koyacağı hedef olarak
alınmıştır. Bizimle birlikte bütün ülkemiz de bunu dört gözle beklemektedir. Aynı koalisyon
protokolünün "öncelikli yasalar" bölümünde "yerel yönetimlerin
yetkilerini genişletici, kaynaklarını artırıcı ve denetimlerini daha etkili
kılıcı yasa bir yıl içinde çıkarılacaktır" denilmektedir. Şimdi, değerli
arkadaşlarım takdir ederler ki, bu bir yıl geçeli bir hayli zaman olmuştur.
Yerel yöneticiler ve ülkemizin tamamı, yerel yönetim reformunu, yerel
yönetimlerin yeniden düzenlenmesini dört gözle beklemektedirler. Bu, tabiî ki,
sadece İçişleri Bakanının halledebileceği, ortaya koyabileceği bir olay
değildir. İçişleri Bakanıyla birlikte, esasında, tüm hükümetin elbirliğiyle
bunu ele alması ve Parlamentonun da, bir görüş birliği içerisinde, en kısa
zamanda, yerel yönetim reformunu gerçekleştirmesi lazım. Yerel yönetim reformu ve
devletin yeniden yapılandırılmasındaki amacımız, kastımız şudur: Artık merkezî
yönetim çok fazla hantal hale gelmiştir. Merkezî yönetimde, merkeziyetçilik,
anormal şekilde artmıştır. Böyle olunca da, zaman kaybı, kaynak kaybı,
sorunların zamanında giderilememesi, her gün onbin vatandaşın Büyük Millet
Meclisi kapısından içeri girerek parlamenterlerin veya politikacıların
arkasında koşar hale gelmesi, bunun, görünen, ağır ve gerçekten kısa zamanda
giderilmesi gereken sonuçlarıdır. Merkezî yönetim, görev ve
yetkilerinin bir bölümünü, kaynaklarıyla birlikte, yerel yönetimlere
devretmelidir, yerel yönetimlerle birlikte meslek odalarına devretmelidir,
yerel yönetimlerle birlikte sivil toplum örgütlerine de devretmelidir. Böylece,
son çağda, son çağın yirmibeş yılında ortaya çıkan yeni demokratik devlet
anlayışı, artık, ülkemizde yerleşmelidir; yani, katılımcı, şeffaf ve gerçekten
demokrasinin çalıştığı bir sistem. Eğer bir ülkede demokratik kitle örgütleri
kuruluyorsa -ama, kurulması yetmiyor- yerel ve merkezî yöneticiler demokratik
kitle örgütlerine danışarak karar almak zorunda olduklarını hissediyorlarsa,
kararları onlarla beraber paylaşıyorlarsa ve demokratik kitle örgütlerinin,
sivil toplum örgütlerinin, meslekî kuruluşların yönetimde payları varsa,
sorumlulukları varsa, orada gerçek demokrasi var demektir. İşte, biz de, gerçek
demokrasiye hızla gitmek için, bu kurumları süratle devreye sokmak, asırdan
beri gelen kanunlarımızı yenilemek zorundayız. Özel İdare Kanunu Osmanlı
zamanından gelmektedir, Belediye Kanununun tarihi 1930'dur, Köy Kanunumuzun
tarihi 1924'tür. Yine de şunu şükranla
belirtmek istiyorum ki, bu kanunlar, zamanında, çok iyi düzenlenmiştir,
gerçekten çok iyi tertiplenmiştir, hatta bugünkü demokratik anlayıştan daha
fazla onlara yetki veren bir anlayışa sahiptir. O nedenle, bu yasalar bugüne
kadar ayakta kalmıştır; ama, artık bunların hızla giderilmesi ve hızla yeni
devlet anlayışının ülkemize oturması gerekmektedir. İçişleri Bakanlığımızın
ele alacağı bir diğer konu da, mahalle muhtarları meselesidir. Mahalle
muhtarlığı, devletin temelinde görev yapan, bir yönüyle halkın temsilcisi, bir
yönüyle de devletin oradaki temsilcisi olan bir kuruluştur. Mahalle muhtarlığı,
belediye içerisinde genel yönetimde gerçek yerini almalı ve mahallenin gerçek
temsilcisi sıfatıyla birlikte görev ve sorumluluğu da üstlenmelidir. Son günlerde meydana
gelen olaylar nedeniyle polise, mutlaka, ağırlıklı olarak değinmemiz gerekiyor.
Türkiye'de polisin görevi, gereğinden çok daha fazladır. Şöyle sıralayabiliriz:
Klasik görevlerin yanında, yani can güvenliğinin, ırz ve namusu korumanın,
dirlik ve düzenliği sağlamanın yanında, polis neler yapıyor; büyükşehirlerde
pek çok koruma görevleri var; kritik malzeme üreten depoları koruyor,
havalimanlarını koruyor, demiryollarını koruyor, İstanbul'daki Boğaziçi Köprüsünü
koruyor, alışveriş merkezlerini koruyor, müzeleri, sanayi tesislerini,
sergileri koruyor, üniversitelerde güvenlik önlemi alıyor, vakıfların, siyasî
partilerin kongrelerinde kapılarda görev yapıyor; bunu daha da çok artırmak
mümkün. Yani, nerede insanımız varsa, orada, polise, ağırlıklı olarak görev
vermişiz. Polis, vatandaşla o kadar çok karşı karşıya gelmiş ki, bütün
sorunları halleden merci, her olaya müdahale eden bir güç haline gelmiş. Dünyanın pek çok yerinde
polis böyle kullanılmıyor. Özel güvenlik teşkilatları var. İstanbul Boğaziçi
Köprüsünü niye polis koruyor? İstanbul Boğaziçi Köprüsü para kazanan bir
kuruluş. Binlerce lise mezunu da iş bekliyor. Süratle, özel güvenlik teşkilatı
kurulmalı, boğaz köprülerinin korunması onlara verilmeli ve polis tasarruf
edilmeli. Bir taraftan polis sayıca yetmiyor, bir taraftan da polisi her yerde
bol bol kullanıyoruz. Büyük alışveriş merkezleri, üniversiteler, pazar yerleri,
özel güvenlik teşkilatını kurmalı. Buna ilaveten bir de, özel polis teşkilatı
kurulmalı. İçişleri Bakanlığı denetiminde, silahlı bölümü olan, silahsız bölümü
olan özel polis teşkilatı kurulmalı. Kendisinin korunmasını isteyen veya
kendisi hakkında önlem alınmasını isteyen, işyerinde önlem alınmasını isteyen
kuruluşun, bedelini ödemek suretiyle, özel güvenlik polisinden yararlanması
lazım. Efendim, falanca stadyumda bir konser düzenlenecek; konseri düzenleyenin
amacı para kazanmak; ama, iki satırlık bir yazıyla güvenlik önlemi istenildiği
zaman, 1 000 polis, içeride, bomba araması dahil, görev yapıyor, 300 trafik
polisi de dışarıda görev yapıyor; diğer hizmetler ister istemez aksıyor. Bu
nedenle, artık, bu kanunlar süratle devreye girmeli ve polis sistemi yeniden
düzenlenmeli. Polis çalışma sistemi,
çalışma saatleri yeniden düzenlenirken, polisin görev şartları, görev koşulları
ile yaşam şartları ve ekonomik durumunun da yeniden düzenlenmesi lazım. Haftada
76 saat mesai yapan, her türlü toplum olayına müdahale eden polisin ne gibi bir
stres içerisinde bulunduğu ve aybaşına kadar, aldığı aylığıyla geçinemeyen
polisin ne tür psikoloji içerisinde bulunduğunu, artık, herkesin iyi takdir
etmesi lazım. Son olaylarda, polis
şudur budur demek belki çok kolay olur; ama, perdenin arkasını görmek, o
gençleri sokağa çıkaran nedenlerin neler olduğunu iyi değerlendirmek lazım.
Meseleyi hukukî yönden, zaten, yetkili merciler inceliyorlar; buradan kalkıp
da, polis şunu yapmıştır bunu yapmıştır demenin gereği yok. Bence, bu yürüyüşü
bir vesile sayarak, polisle ilgili, ister ekonomik ister çalışma şartları ister
yeniden düzenleme olsun, bütün mevzuatı yeniden gözden geçirmeliyiz. Bence, bu
yürüyüşün böylece bir iyi tarafı çıkmalı ve bunun da bir katkısı olması lazım. Bunun yanında, ülkenin
çok büyük coğrafî alanında hizmet veren jandarma teşkilatı ile denizlerimizde
görev yapan ve geçen gün görevinin çeşidi artan, çevre sorunlarından Telsiz
Kanununun uygulanmasına kadar görevleri olan Sahil Güvenlik Komutanlığının da,
gelişen teknolojilere göre güçlendirilmesi, daha hızlı hizmet yapabilir hale de
mutlaka getirilmesi gerekmektedir. Bu arada, devleti temsil
görevini yüklenen mülkî idare amirlerimiz var; valiler ve kaymakamlar. Bunların
ekonomik durumları da, son zamanlarda düzenlenen yasalarla birlikte, gitgide
aleyhe dönmüştür. Devleti temsil eden, hükümeti temsil eden, her bakanın ayrı
ayrı bölgedeki vekili, mümessili durumunda bulunan bu arkadaşlarımızın
aldıkları makam tazminatının yeniden düzenlenmesi lazım. Her birinin yeteri
miktarda makam tazminatı alması lazım. Birine verilmesi, birine verilmemesi ve
sanki birisi devlet temsil ediyormuş gibi yorumlanması, mutlaka sorunlar
yaratmaktadır. Kaymakam arkadaşlarımızın
bir bölümü temsil ödeneği almamaktadır; oysa, hepsi hükümeti temsil etmektedir.
Bunların kadrolarına göre, bunların maaş durumlarına göre değil de, bunların
hükümeti temsil ettiği görüşünden hareket ederek, bunların, mülkî idare
amirlerinin, ekonomik durumlarının, makam tazminatı, özel hizmet tazminatı ve
temsil tazminatlarının yeniden gözden geçirilmesinin büyük yararı olacağı ve
bunları daha büyük şevkle hizmete sevk edebileceği görüşünde olduğumu,
özellikle belirtmek istiyorum. Bu arada, uzun zamandan
beri gündemde olması gereken, ama gerçekleştirilemeyen bir olay var; adlî polis
meselesi. Adlî polis meselesi ile cezaevlerinin dıştan korunması meselesini,
artık, süratle ele almamız lazım. Bakın, cezaevlerini dışarıdan jandarma
koruyor, içeride kendine göre bir güvenlik sistemi var veya personel sistemi
var. Bu ikibaşlılık, her iki bakanlık tarafından da, yıllardan beri şikâyet
ediliyor. Eğer cezaevi korunacaksa, içiyle dışıyla birlikte, tek bir güvenlik
örgütü tarafından korunmalıdır ve bunun muhatabı da, bunun bağlı olduğu makam
da, cezaevinin bağlı olduğu savcılıktır. Bu olayı, bu şekilde, hızla
düzenlememiz lazım ve savcılarla beraber çalışacak adlî polisin mutlaka kurulmasında;
adlî polisin, savcılarla beraber çalışması ve her sanığın, her suçlunun, her
müracaat sahibinin ifadesinin, savcının denetiminde, savcının nezaretinde,
imkân varsa savcılar tarafından, imkân yoksa, savcının talimatıyla adlî polis
tarafından alınmasında ve yürütülmesinde büyük yarar vardır. Savcının talimatı
olmadan, hiç kimsenin, polis tarafından yakalanması, polis tarafından gözaltına
alınması gibi bir konuyu ortadan kaldırdığımız zaman, polis de rahatlayacaktır,
insanımız da rahatlayacaktır, işkence iddiaları gibi, efrada suimuamele gibi
iddiaların büyük bölümü de ortadan kalkmış olacaktır. Bu arada, Sivil Savunma
Örgütü var; uzun zamandan beri o da, gerçekten himmet bekliyor. Depremler
olduğu zaman, su baskınları olduğu zaman, afetler olduğu zaman aklımıza
geliyor; ama, ortalık sütliman olduğu zaman, bu örgütü unutuyoruz. Dünyanın pek
çok yerinde, sivil savunma örgütleri, itfaiyelerle beraber düzenlenmiştir.
Bizde, itfaiye, yerel hizmet olarak düşünülmüş, belediyelere verilmiş; ama,
sivil savunma hizmetini, mükellefler marifetiyle, vatandaşlara verdiğimiz ek
görevler marifetiyle değil, bu işi görev kabul eden, Türkiye'nin her yerinde
bölge müdürlükleri bulunan, afet zamanı dışında başka görevlerde çalışan... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın
Kozakçıoğlu, 2 dakika içerisinde toparlayınız efendim. Buyurun. HAYRİ KOZAKÇIOĞLU
(Devamla) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım. Afet görevleri dışında,
boş durmayıp, hizmet içi eğitimle birlikte diğer görevleri ifa eden; ama, afet
anında düğmeye bastığınız zaman, afet bölgesine yetişebilecek bir sivil savunma
örgütünü kurmamız lazım. Bizim, bugüne kadar uğraştığımız, çalıştığımız,
kurduğumuz örgüt, afet bölgesinin elemanları afete müdahale edecek!..
Düşünebiliyor musunuz, zaten, çoluğuyla çocuğuyla afete maruz kalmış, yakınını
afette kaybetmiş veya kendisi zaten afetzede olmuş kişilere "sen onları
bırak, kendi aileni, çocuğunu bırak, gel bakalım, başka yerlerde çalış"
diyoruz. Bu, tabiî ki pratikte mümkün değil. Bu nedenle, en yakın bölgelerden,
aracıyla, gereciyle, personeliyle süratle gelerek afetlere müdahale edebilecek
hızlı bir sistemi kurup, bunu gündeme getirmemiz gerekmektedir. Bir diğer önemli olay, iç
istihbarat meselesidir. Şimdi, Türkiye'de olan her olayı Sayın İçişleri
Bakanına ve Bakanlık mensuplarına soruyoruz. Demek ki, yasalara göre de,
Türkiye'de meydana gelen her türlü olaydan, güvenlikten İçişleri Bakanı
sorumlu, o halde, alınacak önlemlere, yapılacak her türlü operasyonlara temel
teşkil eden iç istihbaratın da İçişleri Bakanının emrinde, denetiminde olması,
iç istihbarat hizmet birimlerinin doğrudan doğruya İçişleri Bakanına bağlanması
lazım. Bu, hiçbir örgütü veya kurumu tenkit amacıyla söylenmemiştir; ama,
artık, Türkiye'de, her taşın yerli yerine oturması gerekmektedir. Bunları
yaparken de, kesinlikle, iktidar ve muhalefet olarak bir ayırımımız da yoktur.
İktidardan gelecek, bu ülke insanının yararına olacak ve gerçekten, daha
çağdaş, daha demokratik bir yönetimi bu ülkeye getirecek olan her türlü teklifi
destekleriz, her türlü teklifin gerçekleşmesi için, her türlü çalışmayı yapmaya
da, ortak olmaya da hazır olduğumuzu özellikle belirtmek istiyorum. Bu bütçenin İçişleri
Bakanlığı personeline, bu bütçenin ülkemize hayırlar getirmesini candan temenni
ediyorum. Başta Sayın Bakan olmak üzere, Bakanlığın bütün mensuplarının
başarılarının devamı ve başarılı çalışmalarıyla ülkemize daha iyi hizmetler
vermesi temennisiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Kozakçıoğlu. Fazilet Partisi Grubu
adına, ilk olarak Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Avni Doğan konuşacaklardır. Sayın Doğan, üç konuşmacı
var; süreyi eşit mi kullanacaksınız? AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Eşit kullanacağız Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki efendim. 30
dakikalık süreyi vereceğim. Buyurun Sayın Doğan. (FP
sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 malî yılı Kültür
Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşmek üzere Fazilet Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; hepinize saygılar sunarım. Ülkemizin İç Anadolu
Bölgesinde, Afyon civarında meydana gelen depremden dolayı milletimizin
üzüntülerini partimiz adına paylaşıyoruz, depremzedelere geçmiş olsun
diliyoruz, bir daha inşallah memleketimize böyle bir afet gelmez. Değerli arkadaşlar,
hepimizin kabul ettiği, herkesin kabul ettiği bir gerçek var, insan, kültür
üreten bir varlık. İnsanoğlu kültür üretir ve ürettiği bu kültürün zemininde
yaşar, bu kültürün içerisinde yaşar, onunla birlikte yaşar. İnsan geliştikçe
kültür gelişir, kültür geliştikçe insan gelişir. İnsanın birlikte kültür
üretimi, zaman içerisinde insanlararası topluluklararası farklılaşmaları
meydana getirir. Bu farklılaşmalar, bu farklı hale gelmeler zaman içerisinde
milletleri oluşturur. Her milleti bir diğer milletten ayıran tek temel şey
kültürdür. Biz, buna millî kültür diyoruz. Dünyada terminoloji olarak, dünyanın
bunlara bakışı da bu ayırıma millî kültürler olarak bakış biçiminde tezahür
ediyor; yani, bir milleti diğer milletten onun millî kültürü ayırıyor. Her
millî kültür yeryüzünde bir renktir, bunu, önce kabul etmek lazım. Nasıl,
tabiatta renkler varsa, yedi renk varsa, bu yedi rengin tonları varsa, her millî
kültür de dünyada bir renktir. Onun eksikliğine yeryüzü tahammül edemez, onun
eksikliği insanlığın bir eksikliğidir, bunu çok iyi bilmemiz gerekiyor.
Milletlere düşen görev hem diğer milletlerle olan ortak paydalarını geliştirip
güçlendirmek hem de kendi renklerini geliştirip güçlendirmektir. Bu görevi
yerine getiremeyen milletler, tarih boyunca, ya yok olmuşlar ya da zillet
içerisinde yaşamaya mahkûm olmuşlardır. Türk Milleti, zengin bir
millî kültüre sahip millettir. Varlığının devamının, bu zengin kültürü koruyup
geliştirmekle doğru orantılı olduğunu iyi bilen bir millettir Türk Milleti.
Gerçi, Dokuzuncu Senfoni dinleyip, Mozart'ı dinleyip "işte çağdaş
Türkiye" diye masa yumruklayan cumhurbaşkanları gördü bu millet. Dokuzuncu
Senfoninin çok büyük sanat şaheseri olduğu bir yana -elbette, çok büyük bir
sanat şaheseridir, bir kilise müziğidir Dokuzuncu Senfoni, dinî bir müziktir-
şimdi, ne olacak da, onu dinleyince biz çağdaş olacağız. Mesela, Yunus Emre'nin
bir ilahisini dinlesek, Hacı Arif Bey'den bir şarkı dinlesek, acaba, çağdışı mı
oluruz?! Şimdi, bu toptancı kafa yapısının Türk kültürüne çok ciddî zararlar
verdiğini açıkça söylememiz gerekiyor. Elbette, Mozart büyük bir sanatçıdır,
Dokuzuncu Senfoni çok büyük sanat şaheseridir; ama, bir milleti çağdaş yapmaya
yetmez, hele, çağdaş olmanın gereği olarak Batı musikisi dinlemeyi eğer şart
koşarsanız, siz çağdışı olursunuz. Değerli milletvekilleri,
kültürel bütünlüğünü koruyamayan hiçbir millet, üniter bütünlüğünü koruyamaz.
Bakın, altını çizerek söylüyorum, kültürel bütünlüğünü koruyamayan hiçbir
millet, üniter bütünlüğünü koruyamaz. Geçmişte, Sovyet Rusya'nın bir siyasî
rejim dayatıcısı olduğu kadar, bir kültür dayatıcısı olduğunu da dünya birlikte
yaşadı. Sovyetler Birliğinin kültür dayatıcısı olması, Avrupa'da, kültür
adamlarının, millî kültürün daha kesin, daha keskin olarak farkına varmalarını
sağladı. Biz, şimdi bir başka
olguyla karşı karşıyayız, başka bir gerçekle karşı karşıyayız, kaçamayacağımız
bir gerçek; küreselleşme, globalleşme dediğimiz gerçek, ayrıca, yolumuzun
Avrupa Birliğine doğru devam ediyor olması... Bu küreselleşme gerçeği, dünyanın
çok çeşitli ülkelerinde kültür adamlarını düşündürmeye başladı, acaba millî
kültürler yok mu oluyor. Tabiî, millî kültürler yok olmaz; çünkü, millî
kültürlerin yok olması demek, insanlığın yok olması demektir, yalnız bir
milletin değil, insanlığın yok olması demektir. İnsanlığı güçlü yapan,
insanlığı farklı yapan, insanlığı dinamik yapan millî kültürlerdir,
milletlerarası farklılıklardır. Yani, tek tip bir insan, 28 şubat politikasının,
28 şubat sürecinin meydana getirmeye çalıştığı tek tip bir insan, yalnız bir
ülkede bile gerçekleştirilemez, bırakın dünyayı..., Dünyada, milletler var
olacak, milletlerarası farklılıklar olacak, millî kültürlerarası farklılıklar
olacak, kültürlerarası alışverişler olacak, kültürel değişimler de olacaktır.
Kültürel değişime hiçbir kimse engel olamaz; ancak, ben, cebren kültür
değiştiririm diyen her zihniyet iflas eder. Tarihte, ani kültür değişimlerine,
cebrî kültür değişimlerine dayanabilen hiçbir millet yoktur, her millet de, bu
tür tavırlara karşı direniş göstermiştir, işte Türk Milleti de, böyle bir
direnişi bugünlerde sergiliyor eğer dikkat edilirse. Toplumsal çözülme,
kesinlikle kültürel çözülmeyle başlar. Şimdi, Türkiye'de, Türkçede, dünyanın
hiçbir dilinde olmayan bir kelime duymaya başladık, evrensel kültür. Bu,
dünyanın hiçbir dilinde yok, Almancada yok, İngilizcede yok, bizim gazino
solcularının dilinden düşmüyor bu, evrensel kültür. Değerli arkadaşlar,
evrensel kültür olmaz, evrensel değerler olur. Evlenmek evrensel bir değerdir,
dünyanın her yerinde insanlar evlenir. Kızılderililer evlenir, zenciler
evlenir; Ruslar evlenir, Hintliler evlenir, Türkler evlenir, bu, bir evrensel
değerdir, insan olan her yerde vardır; ama, herkes, her topluluk başka türlü
evlenir. İşte, bu da, kültür dediğimiz şeydir. Şimdi, efendim, birisi,
geçenlerde dedi ki : "Benim hanımın bir caz konseri var, gel de dinle, bir
evrensel musiki dinle." Yahu, dehşet bir şey!.. Aslında, o da, bir
ülkenin, bir milletin millî kültürünün bir unsurudur; evrensel falan da
değildir. Evrensel olan musikinin kendisidir, evrensel olan sanatın kendisidir,
şiirin kendisidir; ama, müsaade edin, Türk musikisi başka olsun, Hint musikisi
başka olsun; Arap musikisi başka olsun; devlet olarak da, başkalarının musikisini,
başkalarının sanat anlayışını, başkalarının kılığını, kıyafetini bize
dayatmayın. (FP sıralarından alkışlar) Böyle çağdaşlık olmaz, bundan çağdaşlık
olmaz. Her şeyden önce bunu, Mozart'ı bize dayatırsanız, Mozart'a saygısızlık etmiş
olursunuz. Alman musikisini bize zorla dayatırsanız, Almanlara saygısızlık
etmiş olursunuz, sanata saygısızlık etmiş olursunuz. Bu millet, nasıl bir
geçmişten geliyorsa, nasıl bir tarihten geliyorsa, sanatını öyle yapacak, kültürünü
öyle oluşturacaktır. Eğer bizim türkülerimizde hüzün varsa, eğer bizim
şiirlerimizde, şarkılarımızda hüzün varsa, hasret varsa, Faruk Nafiz'den,
Fuzulî'ye kadar bütün şairlerimiz, gurbet diyorsa, bu millet, tarihinde bir
göçü yaşadığı için, tarihinde bir hasreti yaşadığı için; tarihinde acıları
yaşadığı için, tarihinde savaşları yaşadığı içindir. Hüznü bizim şiirimizden
zorla kovabilir misiniz; bizim musikimizden zorla kovabilir misiniz? BAŞKAN - Sayın Doğan, son
dakikanız efendim. AVNİ DOĞAN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum. Değerli arkadaşlar, bu
topraklar, zengin bir kültüre, bu toprağın altı da, zengin bir arkeolojik
kültüre sahiptir. Onların hepsi bizimdir. Aslında, zamanım olsa başka şeyler
konuşacaktım ama, Sayın Bakana teşekkür ediyorum; yurtdışına kaçırılan
arkeolojik mirasımızın takibini yaptığı için. Avrupa'nın her müzesinde
Anadolu'dan kopartılmış bir tarihî eser vardır. Onları ait oldukları topraklara
taşımak bizim namus borcumuz; bizim şeref borcumuz. Her bakanımız bunu takip
etmelidir. Değerli arkadaşlar, son
yıllarda, üzülerek söylüyorum, Türkiye'de, sanki farklı kültürler varmış gibi
bir anlayış sürüp gidiyor. Bakın, Türkiye'de bir tek kültür vardır. Yalnız
Türkiye'de değil, bu kültür, Balkanlardan Çin'e kadar uzanan Kuzey Afrika'ya
kadar mührünü vuran önemli bir kültürdür; bunun adı, Türk millî kültürüdür.
(Alkışlar) Kürt, Türk, Çerkez, Laz, Çeçen, bunu, bin yıl içerisinde hep
birlikte oluşturduk. Alevî kültürüdür, Bektaşi
kültürüdür, bilmem ne kültürüdür, bu tür yapma, başkalarının empoze ettiği,
başkalarının bilinçle empoze ettiği, şuurla empoze ettiği, bu ülkeye, geçmişte
çok yaşadığı acı tecrübeleri bir daha yaşatmak için empoze ettiği bu yanlış
tavırlardan kaçınmak zorundayız. Özellikle devlet kaçınacak; özellikle Kültür
Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı kaçınacak. Bizim kültürümüzün mayası
İslamiyet'tir. Bütün kültür bilimciler şunu söyler, yalnız bizim kültürümüz
için değil, dünyanın bütün kültürlerinin, ama, bütün kültürlerinin tek kaynağı,
ilk kaynağı dinlerdir. Bu, benim sözüm değil, Partimi kimse mürteci diye falan
suçlamasın; bunu Eliot söylüyor. Evet, altını çizerek söylüyorum, bütün
kültürlerin hareket noktası dinlerdir. Bizim millî kültürümüzün temel kaynağı,
esas kaynağı, esas mayası da İslamiyettir. BAŞKAN - Sayın Doğan,
sürenizi 3 dakika aştınız; bilgilerinize sunarım. AVNİ DOĞAN (Devamla) -
Peki; ben, arkadaşlarımdan çok özür diliyorum; saate yanlış bakmışım... Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Esengün,
buyurun. (FP sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA LÜTFÜ
ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Doğan'ı zevkle
dinlerken, maalesef, bu çarpık düzenlemeden dolayı sözünü kesmek ve başka bir
konuya geçmek mecburiyetinde kaldık; bu bütçe görüşmelerinin böyle olmaması
lazım. Farzımuhal, Kültür Bakanlığı bir bölümde görüşülmeli, bütün partiler,
Kültür Bakanlığı üzerinde düşüncelerini ifade etmeli; sonra, bir başka bütçeye
geçilmeli. Şimdi, Sayın Doğan'ı, kültür politikamızla ilgili gerçekten zevkle
izlerken, dinlerken, ben, şimdi gelip, size, polisten, emniyetten, içişlerinden
bahsedeceğim; biraz sonra bir başka arkadaş, tekrar, kültür konusuna gelecek.
Bu görüşmelerin daha yararlı olması için, bunun düzeltilmesi lazım. Değerli arkadaşlar,
İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Grubumuz adına düşüncelerimi açıklayacağım;
sözümün hemen başında, görevi başında şehit olan, şehit edilen bütün güvenlik
görevlilerimizi rahmetle anıyorum; özellikle daha geçen hafta aracın taranması
suretiyle şehit edilen polis kardeşlerimizi rahmetle anıyor, bütün milletimize
ve yakınlarına başsağlığı diliyorum. Değerli arkadaşlar,
vakit, fevkalade kısa; mümkün mertebe, düşüncelerimi kısa ve özet olarak arz
edeceğim. İçişleri Bakanlığı
bütçesi üzerinde çok şey söylemek mümkün; ama, öncelikle, Türkiye'nin halini
dile getirmemiz lazım. Türkiye, bugün, maalesef, bir yolsuzluklar, hırsızlıklar
ülkesi haline gelmiş durumda. O kadar büyük çapta yolsuzluklar yapılmış ki,
operasyon üzerine operasyon düzenleniyor; ama, bir türlü sonu gelmiyor ve her
operasyona bir isim takılıyor. Gözaltına alınanlar, tutuklananlar, hayalî
ihracatlar, banka hortumlamaları, naylon faturalar; sonuçta da, devlet
hazinesinin soyulması, hırsızların, yolsuzların kasalarına gitmesi. Operasyonlarda sanıklar
ele geçiriliyor; ama, herkesin ortak bir dileği var; bu işler, bütün bu
yolsuzluklar, bütün dayanaklarıyla, bütün bağlantılarıyla ortaya çıkarılsın.
Bürokraside, siyasette yolsuzlukların uzantısı nedir; kim kime destek olmuştur,
göz yummuştur, kim görevini ihmal veya suiistimal etmiştir, rüşvet, ihtilâs,
irtikâp; bütün bunların sonu nereye varıyor, derinlerde kimler var; bütün
bunların ortaya çıkarılmasını, milletimiz, hararetle, heyecanla bekliyor.
Yoksa, operasyonlar belli bir çerçevede kalırsa, bu işin asıl bağlantıları
meydana çıkarılmazsa, maalesef, kamuoyu tatmin olmaz, bu suçlar da uzar gider.
Son günlerde operasyonların durduğunu, polis eylemlerinin öne çıkarıldığını da
üzüntüyle izliyoruz, endişeyle izliyoruz. Tabiî, bütün bu
operasyonlar yapılırken, akla şu sual geliyor: Bütün bu suçlar işlenirken
devlet nerede, emniyet nerede, güvenlik güçleri nerede? 4 000 civarında kaçak
Mercedes gümrüklerden geçerken nerede yetkililer, görevliler? Bankalar
hortumlanırken, yıllar süren bütün bu yolsuzluklar yapılırken, niçin, öncelikle
tedbir alınmıyor, niçin bu işler sona bırakılıyor ve sonuçta da "şu kadar
suçlu ele geçti" deniliyor. Suçluların ele geçirilmesi fevkalade önemli;
ama, daha da önemlisi, suçlara mani olmak, suçu, daha başlarken, failiyle
birlikte, delilleriyle birlikte ortaya çıkarmak. Değerli arkadaşlar, bütün
bunlar, ülkemize yakışmayan manzaralar, Türkiye'ye yakışmayan manzaralar.
Türkiye, demokratikleşmek mecburiyetinde, başkaca çıkar yol yok. Anayasada bu
yolda yapılması gereken değişikliklerin süratle yapılması lazım. Anayasayı bir
tarafa bırakın, birçok yasada değişiklik yapmak suretiyle demokratikleşmede,
insan haklarında mesafe alabiliriz. 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu çağdışı bir yasadır; bunun, süratle değiştirilmesi lazım. Memurların
coplanmasını, okul önlerinde öğrencilerin coplanmasını artık görmek
istemiyoruz. Siyasî parti toplantılarında emniyet kameralarını artık görmek
istemiyoruz. Milletvekilleri, parti yöneticileri, her türlü toplantıda,
polislerin tuttuğu zabıtlara, çektiği kameralara, videolara muhatap oluyor;
yazıktır, Türkiye'ye yakışmaz bütün bunlar. Değerli arkadaşlar, Sayın Bakana
hitap ediyorum: Siyasileri izlemekten vazgeçin. İmkânlarınızı, gücünüzü, siyasilere,
parti mensuplarına değil, çete mensuplarına, hırsızlara, banka soyguncularına
yöneltin. Siyasilerin konuşmalarından bu memlekete zarar gelmez. Muhterem milletvekilleri,
değerli arkadaşlar; son günlerde, bugüne kadar görmediğimiz bir tabloyla
karşılaştık; polisler ayaklandı, yürüdüler, kimse engel olamadı, toplum olarak
hayretle ve üzüntüyle izledik. Sayın İçişleri Bakanı, emniyet müdürleri
protesto edildi, hükümet protesto edildi. Tabiî, bütün bu olaylardan sonra,
hükümetin, hâlâ, istifa etmemiş olmasını hayretle izliyoruz. Bakınız, bu konuda Sayın
Ecevit ne diyor: "İnsanın aklına bir yerlerden düğmeye basıldığı olasılığı
geliyor. Polisler, zaman zaman, duygularına kapılabilirler, tepki duyabilirler;
fakat, izinsiz olarak sokaklara dökülürlerse, işler çığırından çıkar."
Bunu, Sayın Başbakan ifade ediyor. Sayın Başbakana soruyoruz
: Sayın Başbakan, düğmeye basılan bir yerleri açıklamak zorundasınız. Bir
yerler neresidir? Düğmeye kimler basmıştır? Düğmeye basılan yer ve düğmeye
basanlar hükümetin egemenlik alanı dışında mıdır? Hükümetin bunlara gücü
yetmemekte midir? Eğer sözümüz geçmiyor, gücümüz çatmıyor diyorsanız, koltukta
niçin oturuyorsunuz? (FP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri,
olayları tasvip etmek kesinlikle doğru değil. Ancak, sebeplerini iyi tespit
etmek, bu yanlış gidişatın önüne geçecek tedbirleri almak mecburiyeti var.
Ancak, bu hükümetin de bu noktada hiçbir şey yapması, maalesef, mümkün değil. Bu polislerin en önemli
sorunu ekonomiktir. 300 milyon lira maaşla, İstanbul'da ev kirası verip aile
geçindirmek zorunda kalan bir polis memurunun bir gün patlayacağını önceden
tahmin etmek gerekirdi. Karda kışta, trafikte, toplumsal olaylarda canı
pahasına görev yapan polisin, karnının doyması, çoluk çocuğunun nafakasını
düşünmemesi, kafasının rahat olması lazım. Bu olayların tekerrür etmemesi için
yapılacak tek şey, polisin alınterinin karşılığını, emeğinin hakkını vermektir.
Faize verdiğiniz paraları polise verin, morali de düzelir, olaylar da son bulur. Değerli arkadaşlar, tabiî
ki, bir önemli nokta da, polisin silahlandırılması, kullandığı silahlar. 50
000'den fazla polisin belinde, bugün, sadece, Kırıkkale tabancası var. Otomatik
silahlar niçin toplandı? Teröristte, anarşistte her türlü silah varken, polise
Kırıkkale tabancasıyla görev yaptırmak haksızlıktır. Değerli arkadaşlar,
mahallî idarelerin üzerinde durmamız lazım, daha birçok konu var; ama, vakit
alabildiğine daraldı. Ben, özet olarak, birer cümle halinde şunları ifade etmek
istiyorum: Mahallî idareler yasa tasarısını muhakkak Meclise getirin,
yasalaştıralım. Belediyeler hakkında
yaptığınız partizanca tutumdan vazgeçin. Şu Afet Kararnamesi, bu hükümetin
yüzkarasıdır. Afete uğramayan bölgeye afetten yardım yapın, öteki belediyenin
hakkını alın, ötekine verin. SSK borçlarından dolayı
belediye başkanlarının maaşlarının haczi, ev eşyalarının haczi, dünyanın hiçbir
yerinde görülmeyen, utanç verici bir uygulamadır. O zaman, sayın bakanların da,
sayın genel müdürlerin de, devlet borçlarından dolayı maaşlarının haczi hatıra
gelir, ev eşyalarının haczi hatıra gelir; bu, devlet uygulamasına yakışmaz. BAŞKAN - Sayın Esengün,
süreyi 2 dakika aştınız. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) -
Hemen bitiriyorum Sayın Başkan. Kurban bayramı geliyor.
Sayın Bakanım, kurban derisine el atmaktan lütfen vazgeçin. Milletin ibadet
için kestiği ve istediği yere vermek durumunda olduğu, anayasal teminat altında
olan mülkiyet hakkının bir uygulaması olan ve uygulamada, yargısız zoralım
haline dönüştürülen kurban derilerine tecavüzden vazgeçin. "Kıyım yasası"
diye Meclise getirdiğiniz o yasayı, inşallah -bayram ertesine attınız- hiç
getirmezsiniz. Şu anda İçişleri Bakanlığında, biliyoruz, kaymakamlar, çeşitli
görevliler, bu yasadan dolayı tedirgin durumdalar ve bu yasanın da -herkes
tarafından ifade ediliyor- ilk hedefi, mütedeyyin, vatansever, çalışkan
kaymakamlar, hâkimler, savcılar. Bunun vebalinin altından kalkamazsınız. Ben, sözümü burada
bitirmek mecburiyetindeyim. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bütçe, İçişleri Bakanlığı camiasına, Jandarmamıza, Emniyetimize
hayırlı olsun diyorum; hürmetlerimi arz ediyorum efendim. (FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler
Sayın Esengün. Sayın Korkutata, buyurun. Siz, 7 dakikada çok iş
başarırsınız Sayın Korkutata. FP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN
KORKUTATA (Bingöl) -Ben, size inanıyor, güveniyorum Sayın Başkanım. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Partim adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Yaklaşmakta olan Ramazan Bayramı
dolayısıyla bütün vatandaşlarımızın ve İslam âleminin bayramını kutluyorum.
Yine, Afyon'da meydana gelen depremden dolayı bütün vatandaşlara ve ülkemize
başsağlığı diliyorum. Değerli arkadaşlar,
içişleri denince, akla, ülkenin bütünü geliyor, valisiyle, kaymakamıyla,
muhtarıyla, il genel meclisiyle, ülkenin tamamı geliyor. Dünyada, ülkenin
tamamına hitap eden, alanı bu kadar geniş olan, başka bir bakanlık da yoktur ve
dünyada, bu kadar merkeziyetçi bir başka ülke de yoktur. Zaten bu asırda, artık
ülkeler yönetimleri yerinden yapıyor. Yerinden yönetimler daha katılımcı, daha
gerçekçi, daha isabetli karar almakta, daha tasarrufçu ve daha hızlı
olmaktadır. Maalesef bizim ülkemizde de, yıllar yılıdır
yazarı, çizeri, siyasetçisi, siyasî partisi, herkes bu ülkenin artık yeniden
yapılanması gerektiğine inandığını basa basa söylüyor; ama, ne acıdır ki,
İçişleri Komisyonunda müteaddit defalar, bütün partilerin de ittifakı sağlanmak
suretiyle, bir tasarı hazırlandığı halde, bu Meclise gönderildiği halde ve şu
anda da var olduğu halde, sonradan da yine, yeni İçişleri Bakanıyla birlikte
tasarılar on defa elden geçtiği halde, bir türlü bu Genel Kurula getirmek nasip
olmadı. Hani, Sayın Başbakan "düğmeye bir yerden basılıyor" diyorya,
bana göre bir yerden değil, birkaç yerden basılıyor; ama, nasıl basıldığını biz
de bilmiyoruz; bunu bulmak da iktidarın görevidir. Gerçekten var; ama, ben
şunu söylemek istiyorum ki, evet, bu ülkenin yeniden yapılanmasını istemeyen
kronikleşmiş hastalar vardır ve yıllar yılıdır vardır. Nasıl; takatsiz
siyasetçiler bunların başında geliyor, yetkileri eline geçirmiş, imparator gibi
kullanan kurum ve kuruluşlar bunun başında geliyor, küçülen; fakat, çelikleşen
bir devletten çok, yetkileri kendi elinde olan, kargaşa içinde olsa dahi
kendisinin inisiyatifinde olan bir devlet isteyenler bunun başında geliyor.
Yine, kargaşadan istifade eden ve karanlık dehlizlerde kendilerine rahatlıkla
yol bulan insanlar bu yasanın çıkmasını istemiyor. Yani, bu ülkenin hep
merkezden yönetilmesini, yetkilerin ellerinde olmasını ve her yere onların
talimat vermesini isterler. Onlar, onlar olmasa bu ülke batar şeklinde imaj
yaratmasını bilenlerdir. Ayrıca, bu insanlar, Meclis içinde ve Meclis dışında
bu konuyu dillendiren insanları zaman zaman vatan hainliğiyle dahi itham
etmektedirler. Değerli arkadaşlar, bu
asırda, artık, bürokratik devletten demokratik devlete geçmek
mecburiyetindeyiz; kendimizden yönetim değil, yerinden yönetime geçmek
mecburiyetindeyiz. Aklın yolu birdir, bütün dünya da böyle hareket etmektedir.
On yıldır dünyanın birçok yerel yönetimini, komisyon olarak da, şahsım olarak
da tetkik ettik; bütün dünyada artık herkes yerinden yönetime değer veriyor. Yerinden yönetimin
getirdiği çok farklı bir şey de şudur : yerel yönetimler aynı zamanda siyasetin
okuludur, anasıdır. Burada, il genel meclislerinde, belediye meclislerinde
siyasî terbiye alanlar, merkezî hükümetlere geldikleri zaman da daha çok
başarılı olurlar; ama, bu, maalesef bizim ülkemizde bir türlü kabul edilemiyor.
Değerli arkadaşlar, bizim
ülkemiz, kargaşadan, sıkıntıdan çok çeken bir ülke. Evet, yüzlerce milyar dolar
paramız havaya atıldı. Ben, bu vesileyle, doğu ve güneydoğuda meydana gelen
ciddî sıkıntılardan sonra, 1999 yılında, seçim sonrası dedim ki, bu memlekette,
artık, nispî bir huzur var; ama, bu huzurun devam edebilmesi, kalıcı olması
için, mutlak şekilde, bu bölgenin, bu Meclis tarafından kurulan bir komisyon
marifetiyle... BAŞKAN - Sayın Korkutata, bir dakikanızı rica edeyim.
Arkadaşlar, çalışma
süremizin sonuna geldik; Sayın Korkutata'nın konuşmasının bitimine kadar
sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Buyurun Sayın Korkutata. HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Baş-kanım. Bir araştırma komisyonu
kurulması talebim oldu. Önergeyi hazırladım; sağ olsun, bütün partiler
imzaladı. MHP'deki arkadaşlar "biz de buna katılı-yoruz, sonra
imzalarız" dediler; bunu, Meclise verdik; 21.10.1999; bütün siyasî
partiler de imzaladılar. Burada diyoruz ki: Artık, Olağanüstü Hal Bölge
Valiliği, bölge kalkınma valiliğine dönüşmelidir. Bu bölgenin sorunları ciddî
olarak tespit edilmelidir. Bu ülkede, yüzde 50'ler nispetinde işsizlik var;
eğer, korucular çıkarılırsa... Bu ülkede, millî gelir, değişik illerde, 454'ten
1 000-1 200 dolara kadar çıkıyor; ciddî sıkıntılar var; yıllar yılıdır yatırım
yapılamadı. O zaman, şimdi, bir şeyler yapalım, kalıcı bir şeyler yapalım ve
bir daha, burada, terör, ülkenin her tarafını göz yaşına boğmasın. Gerçekten,
yapılanlar yapılmış; hizmet yapılacak durum şu anda bölgede var; fakat, bugüne
kadar, ne acıdır ki, gündemdışı bir iki konuşmama rağmen ve zaman zaman
hatırlatmama rağmen, bir türlü, bu önerge ele alınmadı. Bu önergenin, bir an
önce ele alınması şarttır. Değerli arkadaşlar, zaman
çok az; fakat, söylenmesi gereken çok şey var. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Korkutata,
2 dakika içerisinde toparlayınız efendim. Buyurun. HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Değerli arkadaşlar,
birincisi, acaba asayiş berkemal mi diyoruz; fakat, maalesef, kırmızı ışık
yanıyor; hiç de berkemal değil; çünkü, yollar belli, yürüyenler belli,
hapishaneler belli, çeteler belli; çeşitli sıkıntılarımız var; üstüne üstlük,
polisler yürüyor. Bu, ne Adalet Bakanının ne de İçişleri Bakanının kusuru
değildir; bu, bir yapılanma sorunudur; yeniden yapılanma olmadıkça, bu sorunlar
zaman zaman olacaktır ve bize de pahalıya mal olacaktır. Değerli arkadaşlar,
süremin sonunda, mutlak şekilde, hiçbir arkadaşın değinmediği bir konuya
değinmek istiyorum. İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Trafik... HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Devamla) - Evet; trafik konusu. Gerçekten, günde 20 insanın hayatını
kaybettiği ciddî bir terörle karşı karşıyayız; ama, ne hükümetimiz ne
Meclisimiz ne ülkemiz ne insanımız, buna yeterince önem vermiyor; bunu açıkça
söylüyorum. Zira, Maliye Bakanlığı, kanun emredici olmasına rağmen, bu fona
ayrılan paranın yüzde 10'unu vermiyor; 1999 yılında, 30 trilyon-31 trilyona
yakın paranın, ancak 980 milyarını veriyor; olmaz, kabul edilemez bir şey. Bunun yanında, yine,
bugün, 125 inci madde, kesin olarak, orta dereceli okullara ders konulmasını
emretmiş; okulların tamamında yoktur, bir kısmında vardır. Bu da yetmiyormuş
gibi, bu dersi verecek hiçbir insan, bu ülkede, üniversiteler tarafından
yetiştirilmemiştir; acı bir şey. Herkes, gidip, ilkokul öğrencisine, ortaokul
öğrencisine, bilse dahi, ders veremez; ancak, yetişmiş öğretmenler buna ders
verebilir; buna, polis de veremez, bilen insan da veremez. Bunu, kendileriyle
de, müteaddit defalar konuştum; ama, yeni yeni... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Devamla) - Sayın Başkan, hemen bitiriyorum; çok önemli. Ülke trafiğiyle ilgili
tek kelime... BAŞKAN - Teşekkür ederim.
FETHULLAH ERBAŞ (Van) -
Sayın Başkan, dersini tamamlasın... BAŞKAN - Efendim, benim
prensibim... Teşekkür ediyorum. HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Devamla) - Ben, belki duyarlar diye, şunu söylemek istiyorum, söylüyorum.
Bayram geliyor, bütün vatandaşlarımız yollarda dikkatli olsun hem kendilerini
hem de karşıdaki insanları korusun. Saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Korkutata. Saat 14.00'te toplanmak
üzere birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 13.06 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 14.00 BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER : Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33 üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız
yerden devam edeceğiz. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN 1. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764,
1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555) (Devam) A) KÜLTÜR BAKANLIĞI (Devam) 1. – Kültür Bakanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi 2. – Kültür Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı B) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam) 1. – İçişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi 2. – İçişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı a) EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 2001 Malî
Yılı Bütçesi 2. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI (Devam) 1. – Jandarma Genel Komutanlığı 2001 Malî
Yılı Bütçesi 2. – Jandarma Genel Komutanlığı 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı c) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI (Devam) 1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 2001 Malî
Yılı Bütçesi 2. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet hazır. Dokuzuncu turda, ANAP,
DYP ve Fazilet Partisi grupları adına konuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına 6 konuşmacı arkadaşımız var. Süreler 5'er dakika mı
efendim? İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Eşit efendim. BAŞKAN - Ben,
arkadaşlarımdan özellikle rica ediyorum; çünkü, 30 dakika içerisinde
bölündüğünde 5 dakikalık süreler hassas; bu 5 dakikalık süreye riayet
etmelerini; çünkü, uzatmanın fazla sıkıntı yaratacağını düşünüyorum. O nedenle,
takip eden arkadaşımızın da hazır olmasını özellikle istirham ediyorum. Konuşma sırasını
söylüyorum: Abbas Bozyel, İrfan Keleş, Melek Karaca, Basri Coşkun, Şaban
Kardeş, Hasari Güler. İlk söz, Iğdır
Milletvekili Abbas Bozyel'e aittir. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Bozyel, süreniz 5
dakika; sizi uyaracağım. Buyurun. MHP GRUBU ADINA ABBAS
BOZYEL (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepi-nizi saygıyla
selamlıyorum. Türk kültürünü, dünyadaki
hâkim mevcut kültürlerin üzerine çıkarma mücadelesini veren Mustafa Kemal
Atatürk, Mart 1923'te yaptığı konuşmada aynen şunları söylemiştir:
"Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela, bizim, kendi
benliğimize ve milletimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün ef'al ve
hareketimizle gösterelim. Bilelim ki, millî benliğini bulmayan milletler başka
milletlerin esiridir ve asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve
yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır." Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, yaklaşık ikiyüz yıldır, doğu, batı ve bütün değişik
medeniyetlerin kültür, siyasî, ekonomik ve askerî taarruzlarına muhatap olmuş
milletimiz, bugün de aynı zihniyetlerle karşı karşıyadır. Sadece metotlarını
değiştiren bu yabancı, müdahaleci zihniyetler karşısında ancak millî
kültürümüzün yaratacağı güçlü fikir ve mefkûrelerle bize kazandıracağı millî
şahsiyet ve hassasiyetle ayakta kalır ve mutlu oluruz. Her türlü kopyacılık ve
taklitçilik, millet gerçeğimize ihanettir. Gelişmek ve mutlu olmak sırrını,
başkalarının dünyasını ısrarla araştırmak yerine, kendi mukaddeslerimize, kendi
kavrayışlarımıza dönerek, büyük bir millî kültür hareketi başlatarak çözeriz.
Çağdaşlaşmak, asla, insanın, millî-manevî ikliminden uzaklaşıp, kendini
reddedip başka medeniyetlerin istek, arzu ve menfaatlarını gerçekleştirmek
demek değildir. Sayın Başkan değerli
milletvekilleri, kültür, geçmiş nesillerin sonrakilere miras bıraktıkları bir
millî ve manevî değerler bütünü ise, bizim de, yarınlara neler bırakacağımızın
hesabını iyi yapmamız gerekiyor. Şayet, bir millet varsa, bir kültür ve tarih
olacaktır. Tarihini ve kültürünü yaşatamayan milletlerin ömrü az olur. Öyle
ise, binlerce yıllık Türk tarihini ve kültürünü hiçe sayan, yok sayan dahilî,
haricî bütün güçlere karşı devletimiz, Türkiyemizde çağdaş bir millî kültürün
teşekkülü ve kuvvetlendirilmesi yolunda öncülük etmelidir; çünkü, devlet,
milletimizce kabullenilmiş, asırların süzgecinden geçerek bu günlere kadar
getirdiği hem devlet idaresinde hem millet hayatında çok mühim olan bu
zenginliklerini korumak ve kollamak mecburiyetindedir. Dolayısıyla, milletin
kendini adaletle idare etme, kendini tehlikelerden muhafaza kılmak ve saire
gibi maksatlarla organize olarak kurduğu sosyal müesseseler bütünü olan
devletimizin kurumlarından biri olan Kültür Bakanlığı, bir taraftan, Türk
Milletinin kaynaklarına uzanabildiğimiz her çağda ve coğrafyada yarattığı
fikir, sanat, edebiyat gibi eserlerini milletin hizmetine sunarken, diğer
taraftan, kültürümüzün gelişmesine ve beslenmesine faydalı olabilecek bütün eserleri,
malzemeleri, yaşayan nesillerimizin istifadesine sunmalıdır. Böyle bir kültür
politikası, devleti meydana getiren bütün kurumların da yolunu aydınlatıcı bir
görev üstlenmiş olur ve aynı zamanda,
millî kültür siyasetimiz, hem milletimizin bütün fertlerini kaderde, kıvançta
ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde millî şuur ve ülküler etrafında
toplama hassasiyetini ve çalışmasını uygulamalı, hem de milletimizi, dünya
milletleri içinde, diğer milletlerle eşit haklara sahip, onurlu, itibarlı bir
mevkide, millî birlik içinde yüceltmeyi daimî bir gaye ve hedef bilmelidir. Bunun da öncelikle ve
ehemmiyetli olanı da kuşkusuz ki, dil müşterekliğidir. Milletin bölünmezliği,
bölünmeyen diliyle sağlanır. Tarihi, kültürü her şeyi onunla yaşar. Milletin
birliği, bir olan diliyle kaimdir. Dolayısıyla, Türk Milletinin bayrağı,
vatanı, dini, devleti, ezanı, Kur'anı, tarihi nasıl birse, dili de birdir. Bu noktada bir diğer
önemli husus, "dilde sadeleştirme" adı altında, güzel Türkçemizin
fakirleşmesine asla müsaade etmemeliyiz. Çünkü, dilden koparılan her kelime,
beraberinde yüzlerce yıllık hazineyi götürür. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk Milleti, çok köklü bir tarihe ve çok yüklü bir kültür
birikimine sahiptir; çok geniş bir coğrafyayı kendisine yurt edinmiştir... BAŞKAN - Sayın Bozyel,
son dakikanız, bitiyor efendim. ABBAS BOZYEL (Devamla) -
Kültürümüzün muhtevalarını işlerken, yorumlarken ve zenginleştirirken bu temel
karakterlere müracaat etmek gerekir. Bu münasebetle, kültürümüzün ve
tarihimizin bin yıldır yurt edindiği Anadolu topraklarının ötesindeki Türkistan
ve Azerbaycan'ı asla unutmamalıyız. Türkistan diyarından kopup, Azerbaycan
üzerinden geldiğimiz ve vatanlaştırdığımız Anadolu'nun, yani, bizlerin tarihî
ve kültürel kökleri, hayat damarları, kaynakları oradadır. Oralar bizim
şahdamarımızdır; ideallerimizi süsleyen Türk millî mefkûresinin temel taşlarıdır. Türkiye dışındaki Türk
cumhuriyetleri ve topluluklarıyla ve Avrupa'daki vatandaşlarımızla her türlü
kültürel münasebetleri kurmalıyız temennisiyle hepinize saygılar sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz.
Sayın Keleş, buyurun.
(MHP sıralarından alkışlar) Son konuşmacıya süre
bırakırsanız sevinirim. MHP GRUBU ADINA İRFAN
KELEŞ (Çankırı)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, bugün müzakerelerini yaptığımız Kültür Bakanlığının
bütçesi hakkında görüşlerimizi ifade etmek üzere huzurunuzdayım. Yüce Meclisi
ve televizyonları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı saygı ve
sevgilerimle selamlıyorum. Bu arada, depremde hayatını kaybeden aziz
vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Bir milletin kendine özgü
değerlerini, yani, millî kültürünü muhafaza ederek, onu, tabiî şekilde
geliştirerek medenî dünyada yerini alması gerekir. Bu bakımdan, din, dil,
ahlâk, tarih, sanat, dünya görüşü gibi unsurlar, bir milletin kültürünü teşkil
eder, ancak bu unsurların korunmasıyla millet hayatı yabancılaşmaktan korunmuş
olur. Bu değerler, aynı zamanda, diğer milletlerden farklılığımızı da ortaya
koymaktadır. Kültürümüz, milletimizi bir taraftan geçmişe bağlarken diğer
taraftan da geleceğe taşımaktadır. Coğrafyayı vatan yapan, şehit kanlarıyla
birlikte, o topraklar üzerindeki kültür varlıklarımızdır. Hangi türden olursa
olsun, bu eserler korunmadan, onlara sahip çıkmadan, vatandan söz edilemez.
Anadolu'dan Balkanlar'a kadar, hangi ilimize gidersek gidelim, sanat
eserlerimiz Türk çocuklarının geçmişle bağ kurmasının en önemli belgeleridir.
Bu sanat eserlerimizi korumak hepimizin görevidir. Ancak, Kültür
Bakanlığımızdan sanatın ve sanatçılarımızın korunması ve desteklenmesi
konusunda daha etkin çalışmalar bekliyoruz; yurtiçi ve yurtdışındaki
eserlerimizin öksüz bırakılmamasını diliyoruz. Son yıllarda sıkça tartışılan ve
gündemden düşmeyen yeni dünya düzeni ve küreselleşme gibi kavramlar, yeni
siyasî ve sosyal modeller oluşturma çabalarının birer ifadesidir. Nitekim, gelişmiş
ülkeler, küreselleşme sürecinde kendi kimliklerini koruyarak dünyaya daha fazla
açılma, dünya ticaret hacminden daha fazla pay kapma peşindeyken, Türkiye gibi
ülkelere, bunun tersi aşılanmaya çalışılmaktadır. Millî bağımsızlık yerine,
bağımlılık; hükümranlık haklarından, yeni dünya düzeni uğruna fedakârlık,
anadilimiz Türkçe gibi, temel kültür unsurlarından uzaklaşma veya bunları
yozlaştırma, üniter devlet yapımızı zedeleme, idarî yapımızda eyalet sistemi
gibi, garip yapılanma örneklerinin telaffuz edilmeye başlanması, bu çerçeve
içerisinde mütalaa edilmelidir. Son zamanlarda ortaya
konulan ve ülkemiz için önemli bir tür tehlike unsuru haline gelen kültür
mozaiği yakıştırmaları, maalesef, birtakım aydın ve politikacılar tarafından
dile getirilmektedir. Halbuki, bu niteleme, Türkiye gerçeğiyle hiç
bağdaşmamaktadır. Mozaik özelliği taşıyan bir toplumun sosyal yapısında,
milletleşme süreci gerçekleşemez. Ülkemiz açısından
meseleye baktığımızda, sadece iman bakımından değil, taşını toprağını şehit
kanlarıyla yoğurduğumuz, Müslüman Türk kültürünü nakış nakış işlediğimiz bu
vatanın mozaik olduğunu iddia etmek, ilme de, akla da ters düşmektedir. Bu
iddia sahipleri, gaflet içinde değillerse, hıyanet içindedirler. Bazı kafası
karışık aydınların, Türk kültürünü, mozaik bir kültür olarak görmelerine
müsaade edemeyiz. Elbette, kültürler arasında alışverişler olmuştur; ancak,
ta-rihin en eski milleti ve en eski kültürlerinden biri olan Türk kültürü,
tarihin hiçbir döneminde millilik vasfını kaybetmemiştir. Dalından kopmuş bir
yaprağın akıbetini rüzgârın tayin ettiği gibi, bu mozaik kafalı aydınlar da,
dün Rusçuydu, bugün de Batılı olmuşlardır. Biz, kökü mazide olan
atiyiz. BAŞKAN - Sayın Keleş, son
dakikanızı geçiyorsunuz. İRFAN KELEŞ (Devamla) -
Gıdamızı köklerimizden alacak, milletimizin sorunlarını da aklın ve ilmin
aydınlık ışığında çözeceğiz. 2000'li yıllara girerken, çağın gerisinde
kalamayız. İlimde, teknikte, medeniyet yarışında en ileri ülkeler seviyesine
gelmek zorundayız. Milletçe, Avrupa
Birliğine girme noktasına geldik. Avrupa Birliğine girerken, Türklüğümüzden, inançlarımızdan
ödün veremeyiz. Burada, Kültür Bakanlığımıza çok önemli görevler düşmektedir.
Gelişen dünya şartları içerisinde, Türk kültürünü koruma, yaşatma, yayma
konusunda, nereden gelirse gelsin, her türlü bozguncu çalışmaya karşı zamanında
etkin tedbirler alınmalıdır. Kültür Bakanlığımız, Türk
kültürünü, temel ve aslî politika olarak değerlendirmelidir. Türk kültürünü
tahlil ve tetkik edici çalışmalar teşvik edilmeli, Türk kültürünün, nesilden
nesile en mükemmel bir şekilde aktarılması, tanıtılıp, yaygınlaştırılması
çalışmalarına hız verilmelidir. Kısa zamanda Türk dünyası kültür merkezleri
kurulmalı, dış ülkelerde kültür merkezleri açılmalı, Türk kültürünün elkitabı
hazırlanmalı, kültür varlığımızın arşiv çalışmaları yapılarak, bunlar üzerinde
çalışmalar yoğunlaştırılmalıdır. Milliyetçi Hareket
Partisi, her zaman, unutulmaması gereken ilk şeyin, tarihiyle, diniyle,
kültürüyle barışık olmayan ya da barışık olmayı beceremeyen... BAŞKAN - Sayın Keleş, 2
dakikayı aştınız... İRFAN KELEŞ (Devamla) -
...toplulukların millet olarak kalamayacağı gerçeğine inanmaktadır. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum efendim. (MHP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Karaca,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MELEK
DENLİ KARACA (Çorum) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin sayın üyeleri; Kültür
Bakanlığının 2001 yılı bütçesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuzun
görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına
hepi-nizi saygılarımla selamlıyorum. Buraya gelmeden önce,
Sayın Bakanın bütçe sunuş konuşmasını dikkatle okudum. Hakikaten, bütçe
imkânlarının müsaade ettiği nispette, kültürümüzü ve millî değerlerimizi
korumada gösterdiği gayretten dolayı kendisini ve Bakanlık çalışanlarını tebrik
ediyorum; ancak, yeni bir yüzyılın ilk yarılarını ifa ettiğimiz şu dönemlerde,
Kültür Bakanlığına, her zamankinden daha çok sorumluluk düştüğüne ve daha da
çok özen gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Bugün, onca yıl geride kalan
nesillerin hayallerini bile süsleyememiş olan birçok teknolojik gelişmeler,
günlük hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Geometrik hızla gelişen
bilgi ve teknolojiye uyum sağlamak mecburiyetinin yanı sıra, kendi kimliğimizin
ve öz benliğimizin kaybolmamasına dikkat etmek, geleceğimiz açısından çok ciddî
önem arz etmektedir. Bu bilgi çağının nimetlerini, devletimizin ve milletimizin
yüce menfaatleri doğrultusunda kullanabilmemiz için, millî kimliğimiz olan
kültür değerlerimize daha sıkı sarılmamız, kültürümüzü gelecek nesillere
aktarırken, geçmişimizle de barışık olmamız gerekmektedir. Zira, dünyamızda,
silahla yapılan savaşların yerini, artık, kültür savaşları almıştır. Bir
milleti tarih sayfasından silmenin en kolay yolu, onu kişiliksiz bırakmaktan;
yani, kültüründen, benliğinden koparmaktan geçmektedir. İşte, ülkemiz de böyle
bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Batılı olmadan
modernleşmek... Yine, rahmetli Osman Turan Hocamızın dediği gibi, Batı'nın
ilmini, tekniğini alırken, İslam ve Türklüğün potasından geçirip müzahrefatı
atmak mümkün iken, Batılı olmak uğruna nesiller birbirine yabancılaştırılmış,
yabancı hayranlığı nesillere egemen kılınmış, kültürel yozlaşmanın da temelleri
atılmıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kültürel yozlaşmamızın en önemli kriterlerinden biri de,
dilimizin yok edilmeye çalışılmasıdır. Halbuki, dil, insan topluluklarını bir
araya getirerek millet olma özelliğini kazandıran en güçlü vasıtadır. Oysaki,
bugün sayısız televizyon kanallarının yayın yaptığı ülkemizde, dilimizin nasıl
katledildiğini, Batı hayranlığı uğruna caddelerimizin, işyerlerimizin nasıl
yabancı kelimelerin istilasına uğradığını dehşetle görmekteyiz. Evet, Batı'nın kültür
angajmanı altında tutulan devletin eğitimi ve kültür kurumlarını, televizyon ve
diğer iletişim araçlarını, millî kültür lehine değiştiremediğimiz takdirde,
millî karakterimizi kaybedeceğimiz endişesini taşımaktayız; çünkü, bugün
ulaştığımız iletişim teknolojisi, bir milleti ihya edebileceği gibi, kendi
benliğinden uzaklaştırıp, bir sürü haline dönüştürme gücüne de sahiptir. Çağlar boyu üç kıtaya
medeniyet götürmüş milletimiz, birçok badirelerden, millî kültür ve şuuruyla
kurtulmuştur. Bugün, emperyalist ülkeler, hedef aldıkları ülkelerde, kendi
kültürlerinin yayılmasının ve yaşatılmasının planlarını yapmaktadırlar; bunu
da, uygarlık, ilericilik veya Batılılaşma kalıplarına oturtmaktadırlar. BAŞKAN - Sayın Karaca,
son dakikaya... MELEK DENLİ KARACA
(Devamla) - Sayın Başkan, daha 2 dakika oldu. Dolayısıyla, millî
kültürel değerlere saygılı olan kitlelerin karşısında tamamen yabancılaşmış,
millî, tarihî, kültürel zenginliklere düşman kitleler oluşturulmuştur ki,
birbirleriyle düşman cephelerin varlığı "böl parçala yut" taktiği
için en müsait ortamı teşkil etmektedir. En son dönemde yaşadığımız olaylar,
işte, bu taktiğin bir tezahürüdür. Kültür yozlaşmasının ve kaybının önüne
geçilmedikçe, güçlü iktidar, güçlü devlete ulaşmamız mümkün değildir; oysaki,
bugünkü hedefimiz, kökü mazide olan bir ati; yani, nihai hedefte, lider
Türkiye'nin inşasıdır. Değerli milletvekilleri,
bu noktadan hareketle birkaç öneride bulunmak istiyorum: Kültürümüz, bizim için
en önemli mirasımızdır; geleneklerimizi, göreneklerimizi, törelerimizi, inanç
sistemimizi, sanatımızı, müziğimizi, estetik anlayışımızı ve sosyal
ilişkilerimizi bozmadan, çağın yeniliklerini de katarak, bizden sonraki
kuşaklara devretmek zorunda olduğumuz unutulmamalıdır. Nesiller arası kültür
kopukluğunu giderici tedbirler alınmalıdır. Evrensel kültüre, millî motiflerle
katılabileceğimiz asla unutulmamalıdır. TV yayınlarının millî
kültürümüze zararları açısından, Kültür Bakanlığı-RTÜK işbirliği için gerekli
yasal düzenlemeler yapılmalıdır. TV kanalları, günlük dedikodular, özel
hayatların mahremiyeti, kavga, zaman zaman da Türk motifleriyle alay edilen
programlarla doludur. Diğer taraftan, günlük
basınımız da, maalesef, meşru olmayan hayat biçimini özendirici ve teşvik
edici; diğer yandan, "haftalık ilave" adı altında, evlerimizin
haremine sokulan, Türk toplumumu-zun ahlak anlayışına ters düşen yayınlarla
doludur. BAŞKAN- Sayın Karaca, son
konuşmacıya zaman kalmıyor;
bilgilerinize sunuyorum. MELEK DENLİ KARACA
(Devamla)- Bütçelerin yetersizliği düşünülerek, Türk Kültürünü Tanıtma Vakfı
gibi vakıf kurulmalı ve bu vakıf, Türk cumhuriyetleriyle işbirliği yapmalıdır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; derya, deniz bir alanda, kısıtlı bir zaman diliminde konuşmak
hayli zor oluyor. Bu bakımdan, yöremle ilgili sorunlara kısaca değineceğim: Kültürümüzün bir parçası
olan sanatsal faaliyetlerin, nesillere intikalinde tiyatroların önemli bir yeri
olduğu malumunuzdur. Benim memleketim Çorum'da da bir devlet tiyatrosu vardır;
ancak, Çorum Devlet Tiyatrosu, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne bağlı,
merkezden yönetilen taşra birimi niteliğindedir. İdarî ve malî konulardaki
ihtiyaçları Genel Müdürlükçe karşılanmaktadır. Tiyatromuz, altyapısı
itibariyle, yerleşik olmaya aday tiyatrolardan birisidir. Tiyatromuz, gerekli
ve eksik olan kadroların verilmesiyle, bölge tiyatrosu halinde hemen faaliyete
geçebilecek düzeyde bir yapıya sahiptir. Sayın Bakanımızın bütçe
sunuş konuşmasına istinaden, Yeni Çorum Müzesinin 2000 yılı sonuna kadar
açılacağına dair sözü vardır. Bu sözüne, yerleşik Çorum Devlet Tiyatrosunun da
eklenmesi bütün hemşerilerimizi memnun edecektir. Diğer bir husus da şudur:
Anadolumuzun kültür mozaiğinin, tarihin katmanları içerisindeki büyük
medeniyetlere ait kalıntılarının çoğunu Çorum İlimiz bağrında taşımaktadır.
Bunlardan en önemlisi de, Ortaköy İlçemiz dahilinde 9 kilometrekare alana
yayılan ve çağında adının Şapinova olduğu tespit edilen Hitit Şehridir. Kültür
Bakanlığının izniyle, Ankara Üniversitesi adına yapılan kazı çalışmalarında
bulunan 3 500 adet çivi yazılı tabletler, çok önemli bilgilerle, Anadolu tarihine
ışık tutmaktadır. Anadolumuzun kültürel çalışmalarına kendisini adamış olan
Sayın Bakandan, çok az bir ödenekle yürütülmeye çalışılan bu arkeolojik
hizmetin ödeneğinin en az 2 katına çıkarılması ve Bakanlık kaynaklarından 2001
yılı için 10 milyarlık bir destek sağlanması, en büyük isteğimiz ve ricamızdır.
Sözlerimi, Büyük
Atatürk'ün bir ifadesiyle bitirmek istiyorum. "Cumhuriyetimizin temeli
yüksek Türk kültürü ve Türk kahramanlığıdır." Bu sözü yüreğimizden hiç
çıkarmayalım. Atalarımızdan miras
aldığımız kültürümüzü, torunlarımıza, yozlaştırmadan emanet etme duygu ve
düşüncesiyle, Kültür Bakanlığı bütçesinin, memleketimize ve milletimize
hayırlar getirmesini diliyor, tekrar saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Karaca. Buyurun Sayın Coşkun.(MHP
sıralarından alkışlar) Tabiî, bu arada da, Sayın
Hasari Güler'e de zaman kalmayacağı kanısındayım. MHP GRUBU ADINA BASRİ
COŞKUN (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı ve
bağlı kuruluşları hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere huzurunuzda bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, hepinizi
saygıyla selamlarken, içinde bulunduğumuz ramazan ayını ve idrak edeceğimiz
Ramazan Bayramınızı da şimdiden tebrik ediyorum. İçişleri Bakanlığı,
kanunda sayılı görevleri yerine getirmekle görevli bir kuruluşumuzdur. Bu
görevleri yerine getirirken, gerek araç gereç gerekse kalifiye eleman eksikliği
de bilinen gerçeklerimizdendir. Uluslararası kalitede hizmet beklediğimiz
İçişleri Bakanlığımıza, gerekli altyapıyı ve şartları hazırlayacak imkânları da
vermek Meclisimize düşmektedir. Burada, hafta başında
kaybettiğimiz polislerimiz ile şimdiye kadar kaybettiğimiz güvenlik kuvvetleri
mensupları ile vatandaşlarımızdan şehitlerimize Allah'tan rahmet, acılı
yakınlarına sabırlar, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum. Son olaylar da
göstermiştir ki, güvenlikle ilgili görevlendirdiğimiz personelimizin eğitiminde
eksikliklerimiz bulunmaktadır. Bunun süratle telafisine gidilmelidir. Bunu
söylerken, personelin çalışma şartları ve imkânları, günümüz şartları da göz
önüne alınarak iyileştirilmelidir. Daha etkin ve verimli
güvenlik gücü istiyorsak, insan hakları uygulamasına önce polisimizden
başlamamız lazımdır. Bunun için, polis çalışma saatleri yeniden düzenlenmeli,
alınacak personel için kadro verilmelidir. Emniyet Teşkilatı
Personel Kanununun mutlaka çıkarılması gerekmektedir. Emniyet hizmetleri,
sınıfı ve diğer personelin ücretleri günün şartlarına göre yeniden
düzenlenmeli, ekgöstergeleri artırılmalıdır. Polisimiz emekli olunca maaşları
yarı yarıya düştüğünden dolayı, emekliliği hak edenler dahi emekli olmayı
istememektedirler. Emekliliklerinde de geçinebilmelerini teminen,
ekgöstergelerinin artırılması sağlanmalıdır. Emniyet hizmetleri tazminatının,
hiç değilse yüzde 50'sinin emekli maaşına yansıtılması gerekmektedir. Polise 4
üncü dereceden itibaren uygulanmakta olan ekgösterge, sağlık personeli, eğitim
personeli ve askerî personele uygulandığı gibi, 8 inci dereceden itibaren uygulanmalıdır.
Lojman verilmeyen polislere, görev şartları göz önüne alınarak, gerçekçi bir
kira yardımı yapılmalı; böylece polisin, suç işlenen, suç potansiyeli yüksek
varoşlardan kurtarılıp, meslek şeref, haysiyet ve onuruna yakışacak yerlerde
yaşaması temin edilmelidir. Aylık ücretlerdeki
düşüklük sebebiyle polisler başka kuruma geçmek istemektedirler. Bu sebeple,
maaşlarının mutlaka yükseltilmesi gerekmektedir. Askerliğini yapmamış polis
memurlarına da mutlaka, Meclisimizin bir kolaylık sağlaması gerekmektedir. Emniyet teşkilatının
genel bütçeden aldığı pay yüzde 2,5 civarındadır. Eğer, bu teşkilattan etkin ve
memnuniyet verici bir görev bekliyorsak, bu payın yüzde 7'ler seviyesine
yükseltilmesi gerekmektedir. Malumlarınız olduğu
üzere, uzun süredir terör belasıyla mücadele eden güvenlik güçlerimiz önemli
başarılar elde etmiş, hele teröristbaşının ele geçirilmesiyle, doğu ve
güneydoğuda bozulan sosyal ve ekonomik dengelerin yeniden kurulabilmesi,
hükümetimizin gerekli tedbiri alması, güvenlik güçlerine tekrar yoğun bir
ihtiyaç duyulmasını önlemek amacıyla güven ortamının tesisi yönünde göstermiş
olduğu gayreti takdirle karşılıyoruz. Karşılaşılan sorunların
çözümü için hızla gelişen polis teşkilatımızın, altmışüç yıllık kanunla
idaresinin zor olduğu, söz konusu kanunda yapılan değişikliklerin günümüzdeki
gelişmelere tam olarak cevap veremediği için tekrar gözden geçirilmesi,
özellikle, enformasyon hukukunda doğan boşlukların, akademik düzeyde
üniversitelerle işbirliğine gidilmek suretiyle doldurulması, böylelikle,
bilgisayar ve telekomünikasyon suçları ile organize suçların önlenmesi konusunda
eksiklikler hızla giderilmelidir. Son günlerde yapılan
başarılı yolsuzluk ve hırsızlık operasyonları, milletin, devlete olan güvenini
sağlamıştır. Burada, Sayın Bakanımıza ve operasyonları gerçekleştiren emniyet
güçlerine teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. Muhtarlarımızın, il genel
meclislerinin ve belediyelerin sorunları, gün geçtikçe çoğalmaktadır.
Belediyeler, personellerine maaş dahi ödeyemez hale gelmiştir. BAŞKAN - Sayın Coşkun,
Sayın Hasari Güler'in süresi zaten gitti; ama, hiç olmazsa Sayın Kardeş'in
süresini bitirmeyelim. BASRİ COŞKUN (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım. Mecliste bekleyen ve
büyükşehir olmak isteyen belediyelerimizin bir an önce günde alınarak, daha iyi
hizmet verebilmeleri için büyükşehir olmaları sağlanmalıdır. Hızla büyümekte
olan Malatyamızın da, büyükşehir statüsüne kavuşturulmasını önemle arz
ediyoruz. Sözlerime son verirken,
İçişleri Bakanlığımızın 2001 yılı bütçesinin hayırlı olmasını dileğimle, şahsım
ve Grubum adına saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Coşkun. Sayın Kardeş, buyurun
efendim.(MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ŞABAN
KARDEŞ (Bayburt) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığına
bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü 2001 yılı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Türk Milletinin ve
devletinin bekası, iç ve dış güvenliğimiz için cansiparane mücadele esnasında
şehit düşen tüm güvenlik güçlerimize ve son olaylarda haince, kalleşçe bir
saldırı sonucu şehit olan polislerimize Cenabı Allah'tan rahmet, kederli
ailelerine, emniyet camiasına ve necip milletimize sabırlar diliyorum. Görüşmekte olduğumuz
İçişleri Bakanlığı Bütçe Kanun Tasarısı, ülkemizin güvenliği açısından büyük
önem arz etmektedir. Ülkelerin millî savunması, her ülke açısından büyük önem taşımasına rağmen,
ülkemizin üç tarafının denizlerle çevrili olması, sınır komşularımızın hasmane
tavırları, Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan köprü konumunda olması,
küresel anlamda, ekonomik, sosyal ve kültürel entegrasyonda büyük bir öneme
haiz olması nedenlerine bağlı olarak, uygulanacak stratejilerin itinayla
belirlenmesi gerekmektedir. Bu konulara bağlı olarak, genel bütçeden, Millî
Savunma Bakanlığı da dahil edildiğinde, 2000 yılında 5 katrilyon 976 trilyon
904 milyar lira pay alırken, 2001 yılında öngörülen 7 katrilyon 433 trilyon 100
milyar liralık bir pay almıştır. Güvenlik harcamaları, genel bütçemizin yüzde
15,48'ine tekabül etmektedir. Bu rakam, ülkemiz gibi kalkınmakta olan ülkeler
açısından büyük rakam olmasına rağmen, ülkemizin konumu itibariyle savunma
ihtiyaçlarının karşılanması açısından fazla bir rakam değildir. Keşke, bu
harcamalara ihtiyaç duyulmasa da, yüzde 15-16'lık bu miktar, bütçemizde yatırım
harcamalarına ayrılabilse; fakat, görünen odur ki, Türkiye, iç ve dış
güvenliğine her zamankinden daha fazla önem vermek durumundadır. Emniyet Genel Müdürlüğü,
2000 yılı rakamlarına göre, 188 636 personeliyle hizmet vermektedir. Osmanlı
İmparatorluğundan bu yana, kutsî bir görevi ifa etmekte olan teşkilatımız,
kuruluş amacına uygun bir şekilde, emniyet ve asayişi sağlamaktadır. 2001 yılı
bütçesinden emniyet teşkilatımıza ayrılan pay, cari harcamalar, personel
giderleri, yatırım harcamaları, transfer harcamaları ve diğer cariler olmak
üzere, toplam 1 katrilyon 176 trilyon 463 milyar liradır. Genel bütçeden aldığı
pay yüzde 2,4'tür. 2000 yılına göre, artış oranı yüzde 25,7'dir. Ülkemizin
emniyet ve asayişinin sağlanmasında, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğinin
korunmasında, terörün her türlüsüyle, hayatını ortaya koyarak mücadele veren
emniyet mensuplarımızın malî ve sosyal haklarında, son yıllarda, reel olarak
bir gerileme söz konusudur. Emniyet görevlilerinin tehlikeli görevleri dikkate
alınarak, bu mağduriyetlerinin giderilmesi gerektiğine inanıyorum. Emniyet
Teşkilatı Kanunu, Personel Kanunu ve Trafik Kanununda gerekli düzenlemelerin ve
teşkilatın, özlük haklarına yönelik, emekliliklerine yansıyacak şekilde, yasal
düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Ülkemizin tarihî,
kültürel zenginliklerle dolu olması, çeşitli mihrakların iştahını
kabartmaktadır. Dolayısıyla, ülke içerisinde, bu mihraklarca, çeşitli olayların
gelişmesi ve ülkemizin bu karışıklıklarla uğraşarak lider ülke olma yolundaki
girişimleri engellenmeye çalışılmaktadır. Türk Milleti olarak, bu oyunlara
gelmemeliyiz ve gelmeyeceğiz. Bozguncuların emellerine ulaşmasına müsaade
etmemeliyiz. Bilhassa, son günlerdeki gelişmeler dolayısıyla, emniyet
güçlerimizin, tahrik ve provokasyonlara gelmeden, daha itidalli olarak
görevlerini yapmaları gerekmektedir. 57 nci hükümetin,
yolsuzluklarla mücadele konusundaki kararlı tutumu, Sayın Bakanımızın cesareti,
emniyet güçlerimizin operasyonlardaki var olan gücünün ortaya çıkmasına vesile
olmuş ve sonuçları alınmaya başlanmıştır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Kardeş, 2
dakika içerisinde toparlayınız lütfen. ŞABAN KARDEŞ (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Ülkemizi, ekonomimizi
kemiren yolsuzluk ve ekonomik terörle mücadeleyle ilgili yapılan operasyonlar
dolayısıyla, Sayın Bakana ve güvenlik güçlerimize şükranlarımızı sunuyoruz. Trafik konusu da,
ülkemizde, başlı başına, maalesef, büyük bir problem haline gelmiştir.
Ülkemizde, şehirlerarası taşımacılığın yüzde 95'i karayoluyla yapılmaktadır.
Avrupa'da ise yüzde 60'lar civarındadır, karayollarımız bunu kaldıramamaktadır.
Yolcu ve yük taşımacılığı artık demiryoluna ve denizyoluna dengeli bir şekilde
dağıtılmalıdır. Maalesef, her yıl 3 - 4 bin civarında insanımız trafik
kazalarında can vermektedir. Maddî külfeti ise 1999 yılı rakamlarına göre 5 katrilyon
civarındadır. Bu rakam, savunma giderlerimize yetecek düzeydedir. Değerli arkadaşlar,
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kurulan Trafik Komisyonumuzun
araştırmalarına göre, maalesef, son onbeş yıl içerisinde ülkemizde 120 000
insanımız trafik kazası neticesinde can vermiştir. Temennimiz, yasal düzenlemeler
ve uygulama alanındaki tedbirlerin artırılarak trafik canavarının önüne
geçilmesidir. Bu duygu ve düşüncelerle
2001 yılı bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlara vesile olmasını diliyor,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın milletvekilleri,
İçtüzüğün ve benim kullanabileceğim süreler tamamlanmıştır. Bu nedenle, Sayın
Güler, arkadaşlarınız, sanıyorum, sizin meramınızı Grubunuz adına en iyi
şekilde ifade ettiler; artık, bir başka zamana diyoruz; teşekkür ederiz. Demokratik Sol Parti
Grubu adına dört konuşmacı var Sayın Başkan, eşit sürelerle mi konuşacaklar? AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Eşit olarak Sayın Başkan. BAŞKAN - Evet. DSP Grubu adına Sayın
Süleyman Yağız, Sayın Zeki Sezer, Sayın Zeki Eker ve Sayın Bahri Sipahi
konuşacaklar. Buyurun Sayın Süleyman
Yağız. DSP GRUBU ADINA SÜLEYMAN
YAĞIZ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kültür Bakanlığımızın
bütçesiyle ilgili konuşmama başlarken, önce şahsım ve mensubu olmaktan onur
duyduğum Demokratik Sol Parti adına değerli halkımıza ve Yüce Heyetinize
saygılarımı sunuyorum. Bu arada, Sayın Fazilet
Partisi sözcüsünün bir iddiasına değinmek istiyorum. Kuşkusuz, kültürlerin
temelinde dinin çok önemli bir yeri vardır; ancak, sözcünün iddia ettiği gibi,
Türk kültürünün temelini, çok saygı duyduğumuz yüce dinimiz İslamiyet
oluşturmamaktadır; çünkü, Türk kültürünün İslamiyet öncesi dönemi de vardır;
bunu yadsıyamayız. Değerli üyeler, bilindiği
gibi, her bakanlık, haklı olarak, kendi bütçesinin yetersizliğinden yakınıyor,
Kültür Bakanlığımız da öyle; ancak, bu vesileyle şunun altını özellikle çizmek
istiyorum : Birçok sorunun olduğu gibi, bütçe yetersizliklerinin de sorumlusu
bu hükümet değildir; 55 inci ve 56 ncı hükümetler de değildir. Bunu, şunun için
anımsatıyorum: Bazıları, 55 inci ve 56 ncı hükümet dönemlerini de kastederek
"efendim, yaklaşık dört yıldır işbaşındasınız, neden gerekeni
yapmadınız" diyerek ucuz siyaset yapıyorlar. Evet, biz, Demokratik Sol
Parti olarak, 55 inci ve 56 ncı hükümet dönemlerinde de iş başındaydık; ancak,
insafla anımsayalım ki, 55 inci hükümet, 1999 seçimlerinde halktan kırmızı kart
gören yeni CHP'nin kaypak desteğiyle işbaşındaydı. Bu parti, 55 inci hükümete
sabah destek, öğleden sonra ise köstek oluyordu. Dolayısıyla 55 inci hükümetin
istediklerini yapması olası değildi. 56 ncı hükümet ise, bildiğiniz gibi, bir
azınlık hükümetiydi, ki bu hükümetin bütçesi bile yoktu. Bütçesi olmayan bir
hükümet, ülkeyi sağ salim seçime götürmekten öte ne yapabilirdi?! Bütçesi
olmayan bir hükümeti, hiçbir şey yapmamakla suçlamak, insafa ve siyasal etiğe
sığar mı?! Sığmaz; ama, siyaseti düdük yarışı gibi görenlerin insaflı
olmalarını bekleyecek kadar da aymaz değiliz. Ne yazık ki, düdük
yarışı, bu tür siyasetçilerin, âdeta yaşama biçimi haline gelmiştir. Bunların
bildiği, anladığı sadece demagojidir, âdeta kandırmacadır... HACI FİLİZ (Kırıkkale) -
O parti Parlamentoda yok. SÜLEYMAN YAĞIZ (Devamla)
- ...popülizmdir; yani, halk dalkavukçuluğudur. HACI FİLİZ (Kırıkkale) -
Kim savunacak onları?! BEKİR SOBACI (Tokat) -
Aynı şimdi yapıldığı gibi. SÜLEYMAN YAĞIZ (Devamla)
- Dinlerseniz, şimdi söyleyeceğim; çok önemli bir şey söyleyeceğim şimdi. BEKİR SOBACI (Tokat) -
Konuya gel. BAŞKAN - Siz devam edin
Sayın Yağız. SÜLEYMAN YAĞIZ (Devamla)
- Onun için de, halkımız, bunlara 1999'da sarı kart göstermiştir. Halkımız,
bunlara, yeni CHP'ye gösterdiği kırmızı kartı da, önümüzdeki ilk seçimde
gösterecektir. (DSP sıralarından alkışlar) Bunlar da, yine, yeni CHP gibi,
Meclis çalışmalarını balkondan izlemek zorunda kalacaktır, şuradan! (DSP
sıralarından alkışlar) Bunlar da balkon partileri olacaktır ya da loca
partileri! ( FP sıralarından alkışlar [!]) Sayın milletvekilleri,
hatırlarsanız, Sayın Ecevit, 56 ncı hükümetin Başbakanı olarak bir çağrıda
bulunmuştu "gelin, hiç olmazsa şu bütçeyi ve Bankalar Yasasını
çıkaralım" demişti. Kimsenin gıkı
çıkmamıştı, kimsenin kılı kıpırdamamıştı; herkes, kendi derdine düşmüştü.
Şimdi, bu çağrıyı umursamayanların ortaya çıkıp da "efendim, yaklaşık dört
yıldır iktidardasınız, neden sorunları çözmediniz" demeye hakları da
yoktur, hadleri de yoktur. (FP sıralarından alkışlar [!]) Diyenlerin,
kendileri, zaten, yıllardır iktidardaydılar. Ne yaptılar; yaptıkları şu: Kir ve
pas!.. Evet, bunların bıraktığı sadece bu. Biz, şimdi, üç partili koalisyon olarak,
sağladığımız siyasal uzlaşı ve istikrar sayesinde, bu kirleri ve pasları
temizlemenin çabası içerisindeyiz. Siyaseti düdük yarışı gibi görenlerin
yüzünden soygunla eşanlamlı hale gelen bozuk düzeni değiştirmeye çalışıyoruz.
Bozuk düzeni değiştirmeye çalışıyoruz; bu, çok önemli. Hırsızların,
talancıların önünü kesiyoruz. Artık, kimsenin yaptığı yanına kâr bırakılmıyor.
Artık, kimse korunmuyor. Artık, kimse kayrılmıyor. Bu değişime, bazıları
bilerek, bazıları da bilmeyerek direnmeye çalışıyor; ama, bu direnişler
beyhudedir. Talancılara, hayalîcilere ve naylonculara hortumlanan kaynaklar, bu
mücadelenin sonunda, halkımıza yönlendirilecektir. (FP sıralarından alkışlar
[!]) O zaman, bakanlarımız da bütçe yetersizliklerinden yakınmayacaktır. Tabiî,
bu, biraz zaman alacaktır; ama, bu noktaya, önünde sonunda varılacaktır. Bu
hükümetin tekerine takoz koymak isteyenler, başarılı olamayacaktır; hüsrana
uğrayacaktır. (DSP sıralarından alkışlar, FP sıralarından alkışlar [!]) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Herhalde kendini anlatıyorsun. SÜLEYMAN YAĞIZ (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım... Yeriniz, gelecek seçimde,
şurası olacak! Şurası olacak, Şurası!.. Balkondan izleyeceksiniz! Balkon
partisi olacaksınız! (DSP sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Tam sana yakışan üslup!.. Kendini tarif ediyorsun sen!.. SAFFET ARIKAN BEDÜK
(Ankara) - Halka gidin de görün, durumunuzu görün. HACI FİLİZ (Kırıkkale) -
Sen, Türkiye'de mi yaşıyorsun, başka yerde mi yaşıyorsun? SÜLEYMAN YAĞIZ (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, Kültür Bakanlığımız, bütçesinin yetersizliğine karşın,
Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler sırasında, hemen her konuşmacının da
takdirle vurguladığı gibi, çok önemli ve ciddî çalışmalar yapmaktadır. Sayın
Bakanımızı, bunca olanaksızlıklar içerisinde muhalefetin de takdir ettiği
çalışmalara imza attığı için kutlamak istiyorum. Bu arada, bazı önerilerde de
bulunmak istiyorum. İlk önerim şu : Gerek
kültürümüzün yaygınlaştırılması gerekse ülkemizin tanıtımına daha kapsamlı
katkıda bulunabilmesi için, yabancı yazarlara, Türkiye'yi anlatan kitapların
yazdırılmasıdır. Bilindiği gibi, Mısır, bu konuda çok önemli adımlar atıyor.
Ülkesini tanıtan ve dünya listelerinde çok satan yayınlar arasında yer alan
kitaplar yazdırıyor. Bu kitapların yayımından sonra, Mısır'a yönelik turistik
ziyaretlerde patlama olduğu söyleniliyor. Kültür Bakanlığımızın,
bunu, şu aşamada, bütçe yetersizliği nedeniyle yapması olası görülmüyor; ancak,
bakanlığımızın ilerideki planları arasında yer alabilir. Sayın Talay'dan, bu
konuyu gündemine almasını ve olanakları elverdiği süreçte devreye sokmasını
rica ediyorum. BAŞKAN - Son 1 dakikanız
Sayın Yağız. SÜLEYMAN YAĞIZ (Devamla)
- İkinci önerim ise şu: Kültür Bakanlığı, gerçekten çok değerli kitaplar
yayımlıyor. Dediğim gibi, bunu, muhalefet sözcüleri de takdir ediyor; ama, bu
kitapların bir kısmının geniş halk kesimlerine ulaşması mümkün olmuyor. Bu
nedenle, Sayın Talay'dan, birer ikişer formalık kitapçıklar yayımlamasını da
öneriyorum. Bu kitapçıkların, en başta, halkımızın okuma alışkanlığını
sağlamasına büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Bu kitapçıklar, hemen her
konuyu içerebilir. Ben, aynı zamanda halk bilimci olduğum için, tabiî, aklıma
hemen halk kültürü geliyor; ama, sadece bununla sınırlı kalınmamalıdır; ilave
kültürlere ilişkin bilgiler içeren kitapçıklar da yayımlanmalıdır. Üçüncü önerim ise dinsel
konuda. Dinsel deyince, konu, ilk bakışta Diyanet İşleri Başkanlığının görev
alanına giriyor; ama, bana göre Kültür Bakanlığımızı da ilgilendiriyor. Konu
şu: Son zamanlarda, dinsel konularda, son derece uyarıcı bilgiler içeren
kitaplar yayımlanıyor. Uzman kişi-ler tarafından hazırlanan ve dinimizi gerçek
kaynaklarından anlatan bu kitaplar, halkımızı, hurafelerin baskısından
kurtarmayı amaçlıyor. Bu kitaplar, dini siyasete alet edenleri ve laiklik
karşıtı kesimleri şiddetle rahatsız ediyor. Ben, bu tür kitaplardan, belli
miktarlarda alınarak, kütüphanelere dağıtılmasını öneriyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; tabiî, anlatmak istediğim daha çok konu var; ancak, yarım
bırakmak istemediğim için değinmek istemiyorum; fakat, bir konu var ki, kısa da
olsa, mutlaka değinmeliyim: Kültür Bakanlığımızın, ulusal ve uluslararası
hizmet veren bir web sitesi var. Geçen yıl hizmete açılan bu site, aslında tek
başına bir konuşma konusudur. Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Rusça dillerinde
hizmet veren web sitesi, Kültür Bakanlığımızın bir aynası gibidir. Hem bu
sitenin ayrıntılarına hem de başka konulara, şu anda değinmem olanaksız; ancak,
Bakanlığımızın, hem bu konuda, hem diğer konularda çalışan bürokrat ve emekçi
kesimlerini kutlamak istiyorum. Konuşmama burada son
verirken, değerli halkımıza ve Yüce Heyetinize bir kere daha saygılarımı
sunuyor, Bakanlığımızın bütçesinin hayırlı ol-masını diliyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Yağız. Sayın Zeki Sezer... AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Bir dakika
efendim... Konuşma süresini bölmeyelim; süre devam ediyor, kesemem... AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Ama, bana sataşıldı efendim; söz hakkım... BAŞKAN - Sonra efendim;
sonra görüşeceğiz... Buyurun Sayın Sezer. DSP GRUBU ADINA M. ZEKİ
SEZER (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toplumumuzun, barış,
huzur, güven ve dayanışma ortamı içerisinde ilerlemesi, ülkemizin kültür,
sanatının yaşatılması, tanıtılması, geliştirilmesi ve uygar geleceğe taşınması
görevini üstlenmiş bulunan Kültür Bakanlığımızın ilgi alanı oldukça geniştir.
Sınırlı süre içerisinde, belli konularda, görüşlerimizi açıklamaya çalışacağım. Daha 1950'lerde
yayımlanan bir kültür antolojisinde, kültürün, 164 adet tarifi yapılmış ve
tartışılmıştır. Günümüzde, bunlara, yeni tarifler eklemek mümkündür diye
düşünüyorum. "Bir toplumun ruhsal özelliğini, duyuş ve düşünüş birliğini
oluşturan her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının tümüdür"
şeklindeki tarifi, kültürün, bir topluma kimlik kazandırdığını, ulusal kimliği
pekiştirmenin harcı olduğunu önemle ifade etmektedir. Toplum üyelerinin ortak
alışkanlık, tutum ve değerlere dayalı davranış sergilemesi, ulusların sahip
oldukları ortak kültürlerden kaynaklanmaktadır. Diğer bir yanıyla ve
özelliğiyle kültür, yaşayan bir organizmadır; tarihin bir döneminde oluşmuş,
sonra da, oluştuğu gibi ebediyen korunacak bir varlık değildir. Öyle olsaydı,
uygarlık, tarihteki başlangıç noktasında olurdu. Bu nedenle, kültür, her an
değişmekte ve gelişmektedir. Bizim kültürümüz de,
tarihimiz boyunca, temel değerler korunarak, coğrafyamızın bize verdiği
değerlerle zenginleşerek ve dünya kültüründen alıntılar yapılarak gelişmiş ve
dünyanın en zengin kültürü ortaya çıkmıştır. Tarihimizden, coğrafyamızdan ve
dünyaya açık evrensel kültür kaynağından oluşan bu üç temel unsur sayesinde,
dünyanın en zengin kültürünün sahibiyiz. Bunların birisinden vazgeçtiğimiz
zaman, kültürümüzün önemli bir bölümünden de vazgeçmiş oluruz. Anadolumuzda, Hititlerin,
Frigyalıların, Helenistik Çağın, Romalıların, Selçukluların yapıtları, kültürel
kalıntıları iç içe. Bu, son derece zengin bir kültürel armoniye işaret
etmektedir. Sayın milletvekilleri,
kültürün bu boyutuna, Hitit güneşini "bizim değildir" diyerek
dışlayanların yanılgı içinde olduklarını ifade etmek için değiniyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) Türk Milleti, değişik
soylardan, ülkelerden, kültürlerden kaynaklanan köklerini, Anadolu tarihinin ve
toprağının en derinlerine salmış, ışığını Ahmet Yesevi'den, Hacı Bektaş
Veli'den, Mevlana'dan, Yunus Emre'den, Âşık Veysel'den ve nihayet Büyük
Atatürk'ten almış, yüzünü geleceğe dönmüştür. Sayın milletvekilleri,
bir anlamda, millî kültür - evrensel kültür tartışmalarını üzülerek izliyoruz.
Aslında, cumhuriyet tarihimiz, bu tür talihsiz tartışmalara son noktayı koyacak
gelişmelerle doludur. Sonuçta, insanla birlikte var olan kültür ve sanat,
insanlık tarihi geliştikçe onunla birlikte gelişmiş evrensel bir olgudur. Sayın milletvekilleri,
ulusal kültür siyaseti, her şeyden önce, sınıfsal olmamak durumundadır. Kültür
ve sanat, tüm toplumu ve insanlığı kucaklar. Başka bir söyleyişle, ulusal
kültür, tüm toplum kesimlerinin ortak gereksinmelerine cevap vermek durumundadır.
Bu nedenle, izlenecek kültür siyasetinin ulusal olabilmesi, ancak siyasal
iktidarlarla değişmeyecek, toplumla paralel olarak gelişecek bir yapıya
kavuştuğunda söz konusu olabilir. Bu yapı, kültür ve sanatı tüm toplum
kesimlerinin gereksinmelerine açık tutacağı için, kültürel gelişmeye en uygun
ortamı yaratacaktır diye düşünüyorum. Günümüzde uluslararası
alanda ortaya çıkan baş döndürücü gelişmeler ve oluşumlar, ülkemizde etkisini
hissettiren iç dinamikler, devletin kültür ve sanat alanındaki işlevi, bu
alanda tartışmaların ve yeni arayışların sürekli gündemde kalması sonucunu
getirmiştir. Toplumun kültürleşme ihtiyacı sağlıklı kültür politikalarıyla
yönlendirilemediğinden, bireyler, kendi kişisel değerlerini önplana
çıkarmışlar, dolayısıyla, bir kültürel değerler kargaşası ortaya çıkmıştır. Bu
kargaşayı önlemek üzere uygulanacak kültür politikası, bugünkü koşullarda,
geçmişe dönük kültür değerlerimizi koruyarak, daha üst düzeydeki, geleceğin
kültür değerlerini ve politikasını oluşturmalıdır. Geleceğin kültür politikası,
yeni şekillenen bilgi toplumunu dikkate almak zorundadır. Geleceğe yönelik
kültür politikası, yenilikçi ve yaratıcı olmalıdır. Türkiye'nin kültür
politikası, tüm dünyada etkili olabilmek için, yerel değerleri de içerecek
şekilde ve biraz önce ifade etmeye çalıştığım ulusal kültürün temelinde,
evrensel ve küresel değerleri kucaklamalıdır. Kısacası, Türkiye'nin kültür
politikası, artık, geleceğe yönelik olmak durumundadır. Kültürün diğer bir öğesi
olan sanat, Bakanlığın en etkili alanıdır değerli milletvekilleri. Dünyamızı
değiştiren, yaşamımızı zenginleştiren sanatın gücünü anlatmaya gerek yoktur
diye düşünü-yorum. BAŞKAN - Sayın Sezer, son
1 dakikanız efendim... M. ZEKİ SEZER (Devamla) -
Sayın milletvekilleri, kültür merkezlerimiz ve kültür sanat mekânlarımızla
ilgili sıkıntılarımız bilinmektedir. Genelde örnek olması için, özelde de
Ankara Milletvekili olarak, Ankara'daki kültür sanat mekânlarına kısaca
değinmek istiyorum. Öncelikle, Ulus'taki
Sayıştay binasının müze yapılmak üzere, tarihî Sümerbank binasının kültür
çalışmalarında kullanılmak üzere Kültür Bakanlığımıza devredilmesini ve Gölbaşı
Haymana yolundaki 1 787 dönümlük bir arazinin de açık hava müzesi yapılmak
üzere alınmış olmasını sevinçle karşılıyorum; bunların gerçekleşmesinde katkısı
olanları kutluyorum. Sayın milletvekilleri,
Atatürk'ün amacı, Ankara'nın yalnız bir siyaset başkenti değil, kültür başkenti
niteliğine de sahip olmasıydı. Cumhuriyetin kurulmasıyla filizlenen sanat
hareketi, Ankara'ya, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Devlet Opera ve
Balesi ve Devlet Tiyatroları gibi önemli sanat kurumlarını getirmiştir; ancak,
bugün, başkentin ulaştığı nüfus yoğunluğu, bu eski mekânları yetersiz duruma
düşürmüştür. İşte, Ankaramızın kültür
başkenti olabilmesi için gerekli önemli tesislerden birisi, bugünkü hipodrom
alanında kurulması planlanan Ankara Kültür ve Kongre Merkezidir. Bu projenin
süratle hayata geçirilmesi çok önemlidir diye düşünüyorum. Ayrıca, ihalesi
yapılmış olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu inşaatının da
bir an önce tamamlanması çok önemlidir diye düşünüyorum. Bunlardan başka, nüfusu
300 000'e ulaşan Batıkent'e de bir kültür merkezi yapılmalıdır; bunun için,
kültür merkezi yeri de mevcuttur. Ayrıca, Çayyolu'nda
yapımı devam eden tiyatro binasının da bir an önce bitirilmesini önemsiyorum.
Sayın Bakanın ve mesai arkadaşlarının bu konulardaki iyiniyeti ve çabalarını
biliyor, kendilerine şimdiden teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri,
son dönemde açılan Erzurum, Van, Konya, Sıvas Devlet Tiyatroları ile Bursa
Bölge Senfoni Orkestrasını, Antalya Devlet Opera ve Balesini, Kültür
Bakanlığının çok önemli çalışmaları olarak görüyor, Sayın Bakanı ve Kültür
Bakanlığını kutluyorum. Sanatın üç büyük ilimizin egemenliğinden çıkarak,
Anadolu'nun her yerine yayılması düşüncesi çok olumludur. Kitle iletişim
araçlarının yarattığı ortam, şimdi, bunu, hem kolaylaştırıyor hem de artık
zorunlu kılıyor. Bu duygu ve düşüncelerle,
Kültür Bakanlığı bütçemizin, Kültür Bakanlığımıza, ulusumuza ve ülkemize hayırlı
olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Muş Milletvekili Sayın
Zeki Eker. Buyurun efendim. DSP GRUBU ADINA ZEKİ EKER
(Muş)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığının 2001 malî
yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum;
bu vesileyle, grubum ve şahsım adına
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sözlerime başlarken, görevi başında şehit olan bütün güvenlik
güçlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. Güvenlik güçlerinin,
yıllar süren terör eylemlerinde ve toplumsal olaylardaki başarısı hepi-mizin
malumudur. Güvenlik güçlerimiz, özellikle Sayın Ecevit'in Başbakanlığı
dönemindeki 57 nci hükümet döneminde, Hizbullah, balina, kasırga, umut, temiz
eller, buffalo ve sis operasyonlarındaki başarısı nedeniyle, geçmiş hükümetler
döneminde kaybettiği güveni kazanmış, halkın gönlünde taht kurmayı başarmıştır.
(DSP sıralarından alkışlar) Ancak, bu kadar başarılı
bir çalışmadan sonra, Çevik Kuvvet polisinin son günlerde yaptığı protestolar,
hele hele atmış olduğu sloganlar, Atatürk cumhuriyeti polisine yakıştırılması
mümkün olmayan bir harekettir. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; son dönemlerde atılan sloganlar, 21 inci Yüzyılda, kan davası
güden aşiretlerde bile rastlanması mümkün olmayan hareketlerdir. Atatürk
cumhuriyetinde "dişe diş, kana kan, intikam" sloganlarının atılmasını
doğru bulmadığımızı ifade ediyorum. Cezaevlerindeki ölüm
oruçları, sokaklardaki yürüyüşler ve polis yürüyüşleri, bütün bu olayların
aniden çıkması; Avrupa Birliğine girilmeye çalışıldığı, bu görüşmelerin devam
ettiği süreçte bu olayların aniden ortaya çıkması bir rastlantı değildir. Halkın mal ve can
güvenliğinden sorumlu olan polisimiz, herhangi bir sivil toplum örgütü gibi
mitingler düzenleyip, protesto yapamaz. Polisin protestolar, yürüyüşler
düzenlemesi, meşru ve normal görülebilecek bir davranış olmadığı gibi, sokağa
dökülen polisin güvenliğinin kimler tarafından sağlanacağı düşündürücüdür. 5 000 güvenlik
görevlisinin şehit olduğu, onbeş yıl süren terör eylemlerinde bile sabrını
koruyan polisin, 2 meslektaşının şehit edilmesi nedeniyle sokağa dökülmesi,
herkesin malumudur... 3 000-4 000 bin polisin
aniden bir araya gelip, organize bir şekilde, amirlerini ve mülkî idare
amirlerini hiçe sayarak yürümesini, Gaziosmanpaşa'daki olaylarla açıklama
inandırıcı değildir. Yapılan bu yürüyüşte ve atılan sloganlarda özlük
haklarından hiç söz edilmemiş olması, bu hareketin amacının farklı olmasıdır. Bununla birlikte,
polisimizin de, diğer devlet memurları gibi, özlük haklarından kaynaklanan
sıkıntıları olduğunu biliyoruz; ancak, bunu herkesten daha iyi bilen polis
kökenli İçişleri Bakanımız Sayın Sadettin Tantan'dır. Bu konuda, devlet
imkânları dahilinde, özlük haklarının iyileştirilmesi yönündeki çalışmaları
destekliyoruz. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri "tehlikeli öfke" olarak adlandırılan bu protesto
yürüyüşlerine katılanlar ve tahrik edenler hakkında İçişleri Bakanımız Sayın
Tantan'ın talimatıyla başlatılan soruşturmaların sözde kalmayacağını umuyoruz. Geçmiş dönemlerde bu
sorumluluklarını unutan hükümetler olmuştur. Özellikle 54 üncü hükümet
döneminde, ülkemiz, büyük bir kaosa sürüklenmiş; silah ve uyuşturucu
ticaretiyle bağlantılı çeteler, devletin karar mekanizmalarına kadar sızarak,
her türlü yasadışı ilişkileri kurmuşlardır. Mafya-terör-siyasetçi
üçgeni, bir yandan, devleti zarara uğratırken; bir yandan da, toplumsal
çürümeye neden olmuştur. Kimin halk adına, kimin devlet adına, kimin mafya
adına çalıştığının belli olmadığı bu dönemden yeni çıkmaya çalışılırken, bu
güçler, aynı karanlık senaryoları tekrar sahneye koymaya çalışmaktadır; ama,
Sayın Ecevit Başkanlığındaki Hükümetin geriye dönüşe ve karanlık günlere geri
dönülmesine izin vermeyeceği açıktır. Geçmiş hükümetler
döneminde terörü fırsat bilen karanlık güçler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgemizde ve büyük şehirlerimizde yüzlerce faili meçhul cinayet işlemiştir. Bu
ülkede, insanlarımız, sabah ailesiyle vedalaşıp, evinden korkuyla çıkıp, akşam
eve dönüp dönmeyeceği meçhul günler yaşamışlardır. BAŞKAN - Sayın Eker, son
1 dakikanız... ZEKİ EKER (Devamla) -
Hizbullah terör örgütünün doğu ve güneydoğuda gerçekleştirdiği tüyler ürpertici
görüntüler yıllar sonra ortaya çıktığında, bu gerçek, tüm çıplaklığıyla
hafızalarımızda kazınmıştır. Domuz bağı yöntemiyle öldürülen insanlarımızın
cesetleri yıllar sonra ölüm evlerinden çıkarıldığında, vahşetin boyutları
herkesi hayrete düşürmüştür. Hizbullah terör örgütünün
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde gerçekleştirdiği insanlık dışı işkence
yöntemleri ve sindirme hareketlerine geçmiş dönemlerde göz yuman siyasî idare,
bu görüntülerden acaba ders almış mıdır; sanmıyorum!.. (Gülmeler) Ancak, artık,
faili meçhul cinayetler ve Hizbulvahşet, özellikle 57 nci dönem hükümetimizde
bitme noktasına gelmiştir. Sayın Ecevit'in başkanı
olduğu 57 nci hükümet döneminde çete- mafya ve örgütlü suçlara yönelik
yürütülen operasyonlar sınır tanımaz bir hızla devam etmektedir. Muhalefet partilerinin
sözcüleri, 57 nci hükümet döneminde başlatılan temiz eller operasyonundan
bahsederken, özellikle, bankaların içinin boşaltılmasıyla ilgili, hükümete,
yönelik akla hayale gelmeyecek eleştiriler yöneltmektedirler. Bunu da,
kamuoyuna, bankaların içini bu hükümet boşaltmış gibi sunmaktadırlar. Eğer, bu
bankaların içini boşaltan bu hükümet ise, gözü kara bir şekilde bunların
üzerine gitmesini anlamakta güçlük çekiyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar;
FP sıralarından alkışlar [!]) Sayın Doğru Yol Partili
arkadaşlarım bana dokunmadıkları için şunları kapatıp öbür tarafa atıyorum;
geçiyorum onu. (Gülmeler) Kendilerine de teşekkür ediyorum. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Biraz sonra... Biraz sonra... ZEKİ EKER (Devamla) -
Başkan, eğer süre verecekseniz, bunları geçmeyeyim?.. Değerli arkadaşlarım,
-şimdi, arkadaşlarım ikaz edip duruyorlar, süremin bittiğini söylüyorlar- bu
ülke, hepimizin. Hiçbirimizin gideceği başka bir yer yoktur. Gidebileceğimiz
başka bir ülke de yoktur. Onun için, 7'den 77'ye kadar, onuru, şerefi,
haysiyeti olan herkesin, her kimsenin bu ülkeye sekiz elle sarılması
gerektiğini düşünüyorum. (DSP, ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) Dört el
değil, sekiz elle sarılması gerektiğini düşünüyorum. Bu ülkede hiç kimse
diğerinden daha fazla milliyetçi değildir, olması da mümkün değildir. (DSP,
ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) Herkes milliyetçidir, herkes bu ülkeyi
sevmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu kısa zamana bütün sorunları sığdırmanın mümkün olmadığını
görüyorum. Herkesin düğmeye nereden basıldığını merak ettiği bu ortamda, bütün
bu olayların aniden ortaya çıkmasının sebebini, izninizle... HACI FİLİZ (Kırıkkale) -
Rahşan Hanım evden basmış düğmeye. ZEKİ EKER (Devamla) -
Başlatmayın... Söz verdim, başlamayacağım. AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - 28 Şubatçılar bastı... ZEKİ EKER (Devamla) -
İzin verirseniz, açıklamasını yapayım. BAŞKAN - Sayın Eker,
süreniz bitti, arkadaşınıza 3 dakika süre kaldı. ZEKİ EKER (Devamla) - Sayın
Başkanım, izahını yapıp bırakıyorum... İzin verirseniz, açıklamasını yapayım;
lütfen. Yıllardan beri... (DYP
sıralarından gürültüler) Hepinizi ilgilendiren bir
konudur; yani, lütfen, bunu bir dinleyin. BEKİR SOBACI (Tokat) -
Dinliyoruz. ZEKİ EKER (Devamla) -
Yıllardan beri faiz mamasıyla beslenen, kan ve gözyaşının olmadığı ortamlarda
siyaset yapmayı beceremeyen, geleceğini ve siyaseti insanların mağduriyeti
üzerine kuranların, ülkede huzur, barış, kardeşlik ve güven ortamında rantını
kaybetmekten korkanların bir araya gelip değişime karşı direnişinden başka bir
şey değildir. (DSP sıralarından Bravo" sesleri, alkışlar) Aynen
katılıyorsunuz, sanırım... Yani, bu düğme olayı
buradan gelmiştir. Düğmenin nereden basıldığını fazla merak etmemenizi
öneriyorum. Son okuduğum metinde hepsi mevcuttur. Bunu, isterseniz, hep beraber
arayıp bulalım. Saygılar sunarım. (DSP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; FP ve DYP sıralarından
alkışlar [!]) BAŞKAN - Sayın Sipahi,
buyurun. 3 dakika konuşma süreniz
var; ama, artık bir şeyler yaparsınız. DSP GRUBU ADINA BAHRİ
SİPAHİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan
önce, Yüce Meclisi ve şu anda televizyonları başında bizi izleyen tüm
yurttaşlarımızı şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına saygıyla
selamlıyorum. Bugün bütçesini
görüştüğümüz İçişleri Bakanlığı, toplum hayatı bakımından önemli bir
bakanlıktır. Özellikle, kamu düzeninin korunması ve içgüvenliğin sağlanmasını,
İçişleri Bakanlığı düzenlemektedir. Bakanlığın, huzur ve güven ortamının tesisi
ve bunu sürdürmesi açısından, hem sağlıklı bir yönetim sistemini muhafazası hem
de ekonomik kalkınmamızın başarıya ulaşmasının temel şartı, daha iyi bir
bütçeye sahip olmasından kaynaklanır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, her türlü şiddet ve terör olaylarını, özellikle dışkaynaklı
bölücü terör eylemlerini, partilerüstü bir sorun olarak görmekteyiz. Şiddet ve
terör yoluyla devletin varlığına, milletin bölünmez bütünlüğüne ve demokratik,
laik düzene yapılan saldırılar, asla kabul edilemez. Hiçbir hukuk sisteminin
kabul etmeyeceği bu husus, insan hak ve hürriyetleriyle de asla bağdaşmaz.
Şiddet ve terörü yaratanlar, en sert ve en kararlı cevabı, bugün olduğu gibi,
her zaman Yüce Türk Milletinden alacaklardır. Son dönemde, milletimizin
alınteri dökerek ve bin bir zorluklar çekerek elde ettiği birikimleri
soyanlara, talan edenlere karşı hükümetçe yürütülen kararlı mücadele, takdire
şayandır. Bu vesileyle, elde edilen başarı nedeniyle, kararlı tutumundan dolayı
hükümete, Sayın İçişleri Bakanıma, bürokratlarına ve güvenlik güçlerimize,
huzurunuzda bir kez daha teşekkür ediyor ve yürekten kutluyorum. Terörle mücadele,
uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlar konusunda dünyaya örnek teşkil edecek
derecede uzmanlaşmış bir güvenlik birimimiz mevcuttur. Yıllarca karanlıkta
kalan olaylar bir bir aydınlatılmış ve bugün, hepimizin de malumu olduğu üzere,
ülkemizde huzur ve güvenlik ortamının sağlanmasına yönelik çabalar önemli bir
sonuca ulaşmıştır. Maalesef, güvenlik
güçlerimizin sürdürdüğü bu amansız mücadelenin, elbette, ağır bir bedeli
olmuştur. Bu bedel, kaybedilen maddî kaynaklardan öteye, aziz şehitlerimizdir.
Bu ülkenin bölünmez bütünlüğü için yapılan mücadelede hayatlarını kaybeden aziz
şehitlerimize, birkaç gün önce şehit olan 2 polisimize ve dün de Bitlis Tatvan
yakınlarında düşen helikopterde şehit olan Silahlı Kuvvetlerimizin çok değerli
2 subayına Allah'tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı dili-yorum. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Sipahi, 2
dakika içinde toparlayın efendim. BAHRİ SİPAHİ (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümetimiz döneminde çıkarılan
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Kanunu neticesinde yürütülen
operasyonlarda büyük başarılar sağlanmıştır. Bu başarılar, tamamen 57 nci
hükümetin eseridir; çünkü, yıllar itibariyle suç istatistiklerine baktığımızda,
bu, net olarak görülmektedir. Bu bağlamda, yıllardır devleti kullanan çete
reisleri bir bir yakalanmış, adalete teslim edilmiştir. Bankaların içini boşaltan
kişiler yakalanmış, temiz toplum özlemi, 57 nci hükümetle ortaya çıkmıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; İçişleri Bakanlığının diğer bir görevi de, mahallî
idarele-rimize yön verici düzenlemeler yapmasıdır; yani, idarî vesayetin
getirilmesidir. Merkeziyetçi yönetim, halkın yerel ihtiyaç önceliklerinin belirlenememesine,
halkın gerçek ihtiyaçları doğrultusunda etkili bir programlama yapılamamasına
neden olmaktadır. Bununla beraber, karar vermede ve uygulamada gecikmeye yol
açıldığı gibi, duyarsızlık ve kırtasiyecilik gibi, idarî etkinliği azaltacak,
verimliliği olumsuz etkileyen sorunlara neden olmaktadır. Bugün, merkez ve
mahallî idareler arasında hizmet ve kaynak dengesinin kurulmaması, çarpık bir
örnektir. Hele, koordinasyon eksikliğinin giderilememesi sonucu, görev, yetki,
sorumluluk ve kaynak paylaşımı açısından karmaşık bir durumu ortaya çıkardığı
gibi, hukukî, malî ve idarî yapı, istenildiği gibi kurulamamaktadır. Kuşkusuz,
bu durum, idarenin bütünlüğü ve yerinden yönetim ilkelerini etkilemektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; zamanımın azlığı nedeniyle, daha birçok konuya değinmek
gereğini duyuyordum; fakat, bunları yarıda keseceğim için, şu an, konuyu
bitirmek zorundayım... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAHRİ SİPAHİ (Devamla) -
Sayın Başkan... AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, 1 dakika verin... BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Sipahi; İçtüzüğün ve benim kullanabileceğim süre tamamlandı. BAHRİ SİPAHİ (Devamla) -
Hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın
Doğan. AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; DSP Milletvekili Süleyman
Yağız Arkadaşımız, öyle zannediyorum ki, beni yanlış anlamış ya da sözlerimi
maksatlı saptırıyor olabilir. Ben, şunu söyledim: Bütün kültürlerin kaynağı
dinlerdir. Bunu ben söylemiyorum, bunu Eliot söylüyor, bunu bütün kültür
bilimciler söylüyor dedim. Tutanaktan okuyorum: "Bizim kültürümüzün mayası
İslamiyettir" dedim. Ayrıca, İslamiyet öncesi dönemdeki büyük göçlerin
bizim kültürümüze çok önemli katkıları olduğunu, İslamiyetten önceki Türk
tarihinin de kültürümüzde bir önemi olduğunu söyledim; bunu inkâr etmedim; ama,
altını çizerek söylüyorum; burada, İslamiyet lafı şöyle geçti : "Bizim
kültürümüzün mayası İslamiyettir" dedim. Ben de, onun doğru olduğuna
inanıyorum, bunu savunuyorum. Hükümete hiçbir eleştiri getirmedim; çünkü, ben,
kültürü, siyasetüstü görüyorum; özellikle, Türk millî kültürünü siyasetin çok
çok üzerinde görüyorum. EROL AL (İstanbul) -
Sataşma yok ki, niye konuşuyor?! AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) - Hükümete bir eleştiri getirmedik. Bundan sonra da, kolay
kolay, kültür konusunda hükümete eleştiri getirmemeye devam edeceğiz. Kaldı ki,
Kültür Bakanlığının politikaları da, yani bizim çok fazla eleştireceğimiz
biçimde gelişmiyor. Ben, bunu hatırlatıyor,
teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Doğan. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Esengün,
hangi konuda sataşma vardı efendim? ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Efendim, biliyorsunuz ki, 54 üncü hükümetin ortağı Doğru Yol Partisidir.
Burada, değerli konuşmacılar, Doğru Yol Partisinin ortak olduğu 54 üncü
hükümeti, yolsuzluk, rüşvet, çıkar sağlama gibi, bugün takibatı yapılan ve
soruşturulan konularla ilgili itham ettiler. BAŞKAN - Mikrofonunuzu
açtık efendim; oturarak konuşabilirsiniz. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) -
Sayın Başkanım, bu sataşmadan dolayı bana söz hakkı tanıdığınız için teşekkür
ediyorum. Sayın Yağız ve Sayın
Eker, çok veciz konuşmalar yaptılar. Büyük bir emek, gayret ve çalışmanın ürünü
olduğu da belli; ama, Sayın Eker'in, bir bölümünü okumamış olmasından dolayı
üzgünüm; çünkü, söz atma gibi haksız bir talebimiz olamaz, bir davranışımız da
olamaz, inşallah, başka bir zaman dinleriz; ancak, şunu belirtmek isterim ki,
kendilerinin kürsüden söylemiş oldukları ve 54 üncü hükümet döneminde vuku
bulduğunu ifade ettikleri birtakım suçlar, ölümler, akşamleyin eve dönmedeki
tedirginlikler bir çağrışım yapıyor. Herhalde, Sayın Eker, bu 54 üncü dönem
hükümet icraatını değil, çok gerilerde kalmış olan 1978-1979 dönemini anlatıyor
gibi geldi bana. Sayın Yağız'a şunu
söylemek isteriz ki, biz, milletimizden her zaman bu salonda oturmak için
gerekli bileti alırız; ama, unutmayınız ki, dışarıda CHP bekliyor, siz, yeni
seçimde balkon biletini bile bulamazsınız Sayın Yağız. Teşekkür ediyorum,
saygılar sunuyorum. SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul)
- Yeni yeriniz burası. HACI FİLİZ (Kırıkkale) -
Orada Cumhurbaşkanı, burada Genelkurmay Başkanı oturuyor, yanlış yeri işaret
ediyorsun. SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul)
- Buraya oturmaya bile cesaret edemeyeceksiniz. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Esengün,
aynı şey herhalde... Buyurun. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; DSP sözcüsü Sayın Eker, benim de bakan olarak
görev yaptığım 54 üncü hükümet hakkında yersiz, mesnetsiz, asılsız ve tamamen
gerçekdışı olan birtakım ithamlarda bulundu. ZEKİ EKER (Muş) - Sayın
Başkan, tekrar konuşabilir miyim? LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) -
Şerefle hizmet ettiğimiz 54 üncü hükümet döneminde hiçbir yolsuzluk olmamıştır,
hiçbir yolsuzluk, hırsızlık iddiası dahi olmamıştır. O hükümet zamanında
köylünün, işçinin, dar-gelirlinin, memurun yüzü gülmüştür; hâlâ, o hükümetteki
icraatımızdan dolayı milletimizden dua almaktayız. Bugün ortaya çıkan
yolsuzluklar, buffalolar, banka hortumlamaları, benzeri olaylar, maalesef, 55
inci, 56 ncı, 57 nci hükümetlerin mahsulüdür. 54 üncü hükümetin alnı açık, yüzü
aktır; hesabını da her yerde vermiştir, vermeye de hazırdır. Saygıyla arz ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Esengün. Efendim, herkes kendi
dönemini, elbette ki savunacaktır; bu, doğaldır. Gruplar adına konuşmalar
tamamlanmıştır. Şahsı adına, lehinde
olmak üzere, Sayın Remzi Çetin; buyurun.(FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika Sayın
Çetin. REMZİ ÇETİN (Konya) -
Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; Kültür Bakanlığı bütçesi üzerinde,
şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım Kültür, bir milleti
ayakta tutan, farklılıklar kazandıran değerler toplamıdır. Milletler, topla,
tüfekle, kılıçla tarihten silinememiştir; fakat, kültür değerlerinin yok
edilmesiyle yok olup giden çok sayıda millet vardır. Milletlerin gücü, sahip
oldukları kültürel değerlere bağlılıkları ve bu kültürün dünya insanlık
ailesine kazandırdıklarıyla eşdeğerdir. Tarihen sabit ki, maddî ve fizikî
unsurlar yönünden güçlü olan milletler, inancını, ahlakını ve kültür
değerlerini kaybettiği zaman varlıklarını sürdürememişler, yok olup
gitmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul kapılarına dayandığı zaman, Bizans,
güçlü bir orduya, iyi organize olmuş bir devlet yapısına ve güçlü bir ekonomiye
sahipti; fakat, inanç, ahlak ve insanî hasletler yönünden çok fazla dejenere
olmuştu, maddî refahın sağladığı imkânlarla azgınlaşmış bir hayatı
yaşıyorlardı. Neticede, hem maddî hem de manevî üstün niteliklere sahip büyük
Türk medeniyetinin şerefli temsilcileri, bu güzel beldeyi fethetti. Esasen, büyük
milletimizin kültür değerleri, tarih boyunca, bizi ayakta tutan, birliğimizi ve
bütünlüğümüzü sağlayan güçlü değerlerdir. Milletimizin güçlü aile yapısı,
ahlakî değerlerimiz, sağlam bir sosyal yapıya sahip olmamızdaki en önemli
öğelerdir. Mevlanalar, Yunuslar, her iklimde yetişmez. Bu büyük değerleri
yetiştirebilecek bir millî bünyeye sahip olmamız; ayrıca, bu değerlere vücut
veren kültür iklimimiz, en büyük övünç kaynaklarımızdandır. Mevlanalara, Yunuslara
vücut veren bu kültür iklimimizi muhafaza etmemiz, en büyük meselemizdir. Anadolu topraklarına
Müslüman olarak ayak basan milletimiz, bu topraklarda kurduğu büyük
medeniyetle, dünya insanlık âlemine ışık tuttu ve insanlık ailesi arasında
şerefli bir yer edindi. Anadolu'daki bin yıllık varlığımız esnasında, İslamın,
gönülleri dolduran sevgi ve barış ortamında yaşayageldik. Milletimizin bütün
unsurlarını birbirine bağlayan, millî harcımızın çimentosu ve he-pimizin en
büyük ortak paydası, İslam olagelmiştir. Böylece İslam, en büyük kültür öğemiz
olmuştur. Zaten, önemli ve kalıcı olan, biyolojik genler değil, kültür
genleridir; milletimizin devamlılığı bu değerler üzerinde olacaktır. Değerli arkadaşlarım, bir
bilim adamımız, dili şöyle tarif ediyor: "Dil, gönlü yüzdüren gemidir.
Batı dillerinde, gönül sözcüğünün karşılığı bile yok; çünkü, böyle kavramları
yok. Batı'nın medeniyeti eksik ve yüzeyseldir." Türkçe gibi çok güçlü bir
dili muhafaza edemediğimiz yönünde sık sık tartışmalar yaparız. Türkçe,
asırlarca ilim dili olarak insanlığa hizmet etti. Bugün, Batı dillerinde,
400'ün üzerinde bilimsel Türkçe kelime vardır; ancak, yanlış tutumumuz nedeniyle,
güçlü bir ifade derinliğine sahip olan Türkçemiz, bilim dili olma özelliğini
büyük oranda kaybetti. Yabancı dille eğitimle, yabancı dil eğitimini
karıştırdık. İnsanımız, mutlaka yabancı dil öğrenmeliydi; ama, Türkçemizle eğitim
yapmalıydık. Bilimsel yayınlar,
mutlaka Türkçe olmalıydı. Bu konuda yeteri kadar hassas olamadık. Dil,
gönlümüzü yüzdüren gemidir dedik. Hiç olmazsa bundan sonra hassas olalım,
hatadan dönelim. Değerli arkadaşlar,
kendimize ait kültürel değerlerimizi tanıtım çalışmalarımız yeterli değildir.
Filmlere, tiyatrolara, eserlere konu olabilecek çok büyük bir tarihe ve kültür
mirasına sahibiz; fakat, bunu, hem kendi içimizde, eğitimle nesillere aktarmada
hem de insanlık ailesine sunmada yeterli gayreti ve çalışmayı yapmış değiliz.
Bilhassa, çeşitli dillerde yayınlanmış tanıtım kitapları yeterli değildir.
Dışarıdaki kültür ataşelerimizin imkân ve kadro yönünden takviye edilmesi
gerekir. Yabancı lobilere yüklü paralar ödeyeceğimize, kendi insanımızla daha
sağlıklı tanıtım yaparız. Üniversitelerimizin, bizimle ilgili çalışma yapan
yabancı bilim adamlarının teşvik edilmesi gerekir. Mesela, Annemarie Schimmel,
büyük Türk elçisi gibi çalışmaktadır; kendilerinin her bakımdan taltif edilmesi
gerekir. Kısa süre önce
yaşadığımız Ermeni konusu da tanıtım eksikliğinin bir eseridir. Ermeniler,
bütün imkânlarını seferber ederek, 3 000'in üzerinde yayın yaptılar ve dünya
efkârıumumiyesini zehirlediler. Biz de yayınlar yaptık; ama, yeterli olmadığını
kabul etmeliyiz. Üstelik, az sayıda da olsa, Türk üniversitelerinde görev yapan
birkaç isim, gerçeklerin hilafına yazmaktan sıkılmadılar. Bu, üzücü bir
gelişmedir. Değerli arkadaşlarım,
müze ve kütüphanelerimizle ilgili olarak birkaç hususu da arz etmek istiyorum. Fizikî açıdan: Olası olaylara karşı,
yeni müze ve kütüphanelerimizin yeraltı binalarına açılması, savaş, deprem
vesaire gibi afetler anında bir koruma olacaktır. Binalardaki nem,
soğukluk, sıcaklık, kuruluk, ölçüm ve ayarlanması imkânları mevcut değildir;
bunların mutlaka sağlanması gerekir. Yanlış aydınlatma ve
ısıtma yöntemlerinden süratle vazgeçmeliyiz. Eşya ve materyalleri yıpratan,
kuvvetli ışık veren spot ve rengi solduran cıvalı floresan lamba kullanımından
hemen vazgeçilmesi gerekir. Isıtmada elektrikli soba, mangal, gaz ve küçük soba
kullanımı önlenmelidir. Yurt dışında tanınmış ve
ciddî yayınların temini mutlaka sağlanmalıdır. Bina ve müştemilatın
bakım ve onarımları zamanında yapılmalı, geç kalınmamalı ve noksanları en kısa
zamanda giderilmelidir. Personel açısından: Müzecilik ve
kütüphanecilik fakülte veya bölümleri artırılmalı ve personel alımında tercih
edilmeli, yabancı dil bir takvime bağlanarak, zorunlu ve cazip hale
getirilmeli, maaş ve ücretler artırılmalı; Müzelerdeki, sanat tarihi ile arkeoloji
mezunları arasındaki atama, kadro, maaş ve ücret farkı ortadan kaldırılmalı,
büyük ve bölge müze ve kütüphanelerinde bakım-onarım atölyeleri kurulmalı,
tatil kampları tahsis edilmeli, bölgelerarası personel, yönetici toplantıları
gerçekleştirilerek, bilgi deneyim ve gelişmeleri, iletişim ve tartışım
yapılmalı; yönetici ve şefler beş yılda bir bilgi, görgü ve deneyim için, kısa
süreli de olsa, yurt dışındaki gezilere gönderilmeli; görevli elamanların
teşviki için, her yıl, bir meslekî konuda rapor veya tez hazırlama mecburiyeti
getirilmeli, kontrol memurlarının daha dikkatli ve özenli olmaları
sağlanmalıdır. Tayin ve terfilerde adayın bilimsel yayın ve meslekî
araştırmaları göz önünde bulundurulmalı ve tercih sebebi olmalıdır. Güvenlik açısından: Güvenlik elemanları,
görev, sağlık, spor, silah, araç, gereç kullanımı bakımından periyodik kontrol
ve uygulamaya tabi tutulmalı; sürpriz alarmlarla tatbikat sonuçları gözlenmeli,
deprem, yangın, sel, baskın, hırsızlık, ani hastalık gibi, muhtemel olaylara
karşı önlemler alınmalı; alarm ve güvenlik sistemleri binanın inşaı sırasında
düşünülüp gerçekleştirilmeli, vaktiyle ana ve kaba hatlarıyla tutulmuş eşya ve
materyal envanterleri liyakatli elemanlarca teker teker kontrol ve müşahedeleri
yapılarak, ilmî yöntemlere uygun şekilde envanter kayıtları hazırlanmalıdır. Özel durumlar itibariyle: 1. Yurt dışına ve
yabancılara gitmemesi için, müzelerin eşya alım imkân ve finans miktarları
artırılmalı, 2. Halkın, öğrencilerin
ve gençlerin ilgi ve meraklarını uyandırmak için, bazı uygun toplantı tören ve
sergilerin elverişli salon ve bahçelerde yapılması için gerekli düzenlemeler
gerçekleştirilmeli. 3. Mesela, beş yılda bir,
müze vitrinindeki eşyalar, ana materyaller kalmak şartıyla, yeni depolardaki
diğerleriyle değiştirilmeli, 4. Kütüphanelere yeni
yayınlar ve eserler satın alınmalıdır. 5. Envanter ve mevcut
eserler bilgisayara geçirilmeli, dünyaya duyurulmalı, beraberinde, az da olsa
bilgi verilmeli; böylece ilgi, alaka, merak ve istek uyandırılmalı, reklam
yapılmalı ve bilhassa, ileride olabilecek suiistimal ve hırsızlıklara karşı
gerekli kontrollerin sağlanması lazımdır. Bu arada, Sayın
Bakanımıza, Konya ile ilgili olan birkaç hususu da arz etmek istiyorum. Sayın
Bakanım, yıllardan beri Konya'da yapılmakta olan Uluslararası Mevlana
Sempozyumu, her nedense, Ankara'ya alınmıştır. Biz, bunun, tekrar, bir Mevlana
şehri olması münasebetiyle, Konyamızda olmasını arzu ediyoruz. Ayrıca, yıllardan beri
yapılmasını özlemle beklediğimiz mevlana kültür merkezinin de bir an önce
Konya'ya kazandırılması gerekiyor. Çünkü, Konya belediyelerinden Karatay
Belediyemiz tarafından üstlenilen bu görev, Kültür Bakanlığımız tarafından
devralınmış; ama, yıllardan beri atıl bir vaziyette tutuluyor. Dolayısıyla, bir
an evvel, Mevlana kültür merkezinin de Konya'ya kazandırılması ve burada,
kültürel faaliyetlerin icra edilmesi gerekiyor. BAŞKAN - Sayın Çetin, 1
dakika içinde toparlayınız. REMZİ ÇETİN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sema ile ilgili olarak da
bir hususu arz etmek istiyorum. Sema, bugün, her ilimizde yapılmaya
çalışılmaktadır. Halbuki, bunun, bir usulü vardır. Dolayısıyla, Mevlevilik
geleneğine uygun olarak sema törenlerinin yapılabilmesi, izleyenlerin buradan
gerekli hisseleri kapabilmesi bakımından, sema ile ilgili gerekli titizliğin
gösterilmesi ve sema seyretmek isteyenlerin, mutlaka, Konya'daki sema
merkezinde bunu izlemelerinin sağlanması gerektiğini arz ediyor, Kültür Bakanlığımıza
hayırlı çalışmalar diliyor, bütçenin de milletimize hayırlı olmasını temenni
ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Çetin. Sayın Hükümet, konuşacak
mısınız efendim? KÜLTÜR BAKANI M.
İSTEMİHAN TALAY (İçel) - Evet Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakanım. Süreleri, kendi aranızda,
herhalde uygun zaman dilimlerine ayırdınız... Sayın Hükümete 30
dakikalık süreyi veriyoruz efendim. (DSP sıralarından alkışlar) KÜLTÜR BAKANI M.
İSTEMİHAN TALAY (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime
başlarken, sayın milletvekillerimizin bütçemiz üzerinde ileri sürdükleri
görüşlerine teşekkür ediyor, Kültür Bakanlığı ve şahsım adına Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. Ulusumuzun kültür
soyağacına baktığımızda, objektif olarak diyebiliriz ki, Ortaasya'dan başlayan
ve Anadolu medeniyetleriyle yoğrulan, Ortadoğu ve Avrupa ilişkileriyle
çeşitlenen büyük ve köklü bir kültüre sahip bulunmaktayız. Bu kadar geniş
coğrafyalar içinde, öz kültürünü koruyarak, diğer kültürlerden de faydalanarak
yarattığımız bu kültür birikiminin, ulusumuzun en büyük zenginliği olduğu
kuşkusuzdur. Türk insanının yapıcı ve yaratıcı özellikleri de bu zengin kültür
birikimine dayanmaktadır. En zor koşullarda bile ulusal başarıya ulaşabilmek
yeteneği, Atatürk gibi büyük önderleri yaratma gücü ve çağdaş medeniyet
seviyesinin üzerine yükselme hedefleri, ulusumuzun kültür zenginliğinin somut
yansımaları olarak ortaya çıkmaktadır. Hepinizin bildiği gibi,
kültürel değerler ve varlıklar, somut ve elle tutulabilir nitelikte oldukları
gibi, gelenekler, örf ve âdetler, yaşama biçimi, duygu ve düşünce sistemlerini
yansıtan soyut ve manevî kültür ürünlerinden de oluşan çok geniş bir alanı
kapsamaktadır. İnsan ve doğa, kültürü
üreten, yaratan, yaşatan, yansıtan ve tüketen özelliklere aynı anda sahip
olarak, dinamik bir süreçte mevcut olan kültürel birikimlere her an yenilerini
eklemekte ve bu zenginlik, artan bir hızla devam etmektedir. Son yıllarda gelişen
iletişim teknolojileri, kültürel etkileşimin olağanüstü boyutlara ulaştığı bir
dünya düzeni yaratmaktadır. Globalleşme denilen bu süreç, kaçınılmaz ve
önlenemez bir şekilde devam ederken, kültürel erozyon, kültürlerin yozlaşması
ve kaybolması gibi sonuçları da beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla, mevcut
kültür değerlerimize sahip çıkarak onları korumak ve yeni kuşaklara aktarmak
konusunda, toplumsal bilincin sürekli olarak canlı tutulması gereken bir dönem
yaşanmaktadır. Kültürü korumak, yaşatmak ve yaratmak görevi, ulusal bir misyon
olarak değerlendirilmelidir. Bu alan, sadece kamunun veya sadece özel kesimin
sorumluluğuna bırakılmayacak kadar geniş ve büyük bir alandır. Özel kurum ve
kişilerden sivil toplum örgütlerine ve toplumun bütün kesimlerine kadar ulaşan
bu sorumluluğun, kamuyla birlikte paylaşılması gerekmektedir. Bu dönem içinde,
bu açıdan bakıldığında, Kültür Bakanlığının, sınırlı olanaklar içinde yürütmeye
çalıştığı kültürel faaliyetler, sponsor desteğiyle, sivil toplum örgütlerinin
yaratıcı gücüyle ve kaynakların verimli şekilde kullanılmasıyla, daha kapsamlı
ve zengin bir duruma getirilmeye çalışılmıştır. Katılımcı bir yaklaşımla,
kültür ve sanat faaliyetlerinin, kamu ve özel ayırımı gözetilmeden, ortak bir
anlayışla gerçekleştirilmesi için çaba gösterilmiştir. Doğudan batıya geniş bir
coğrafyada, uluslararası ilişkilerimize destek verecek ve bizi en iyi şekilde
temsil edecek bir anlayışla, kültür varlıklarımızın ve değerlerimizin
tanıtılması amacıyla, sergiler, sanat faaliyetleri, toplantılar ve temaslar
gerçekleştirilmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sınırlı bir bütçeyle çalıştığımız, hepinizin bilgileri
içindedir. Bu geçen dönemde, yeni kaynaklar yaratmak amacıyla, döner sermaye
imkânlarımızı daha iyi bir şekilde kullandık ve bu şekilde elde ettiğimiz
kaynakları da, kaybolmak üzere olan tarihî yapıların ve kalelerin tekrar
canlanmasına dönük olarak kullandık ve gerçekten, bu eserlere tekrar kavuşan
halkımız, bunu, sevinç duygularıyla karşıladı ve bu, aynı zamanda, ulusumuzun
tarih ve kültür bağının da ne kadar güçlü olduğunu gösteren güzel bir örnek
olarak, burada, belirtilmesi gereken bir husustur diye düşünüyorum. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; bugüne kadar, ilk defa olarak, Dünya Bankası kaynaklarından
yararlanarak, Pamukkale'nin, Diyarbakır surlarının ve Mardin kent bütünlüğünün
bu kaynaklarla onarılması konusunda bir girişim başlatıldı. Yaklaşık 50 milyon
dolarlık bir kaynakla, daha sonra yeni eserlerin de buraya alınması kaydıyla,
bu çalışmalar bugünden itibaren başlatılmış bulunmaktadır. Kültür ve sanat
faaliyetleri, vatandaşlarımızın, sivil toplum örgütlerimizin, belediyelerimizin
ve diğer kurumların öncülüğünde, artan bir hızla sürdürülmektedir.
Bakanlığımız, bütün bu çalışmalara, hiçbir politik ayırım gözetmeden ve maddî
manevî destekler sağlayarak, daha geniş bir şekilde bu etkinliklerin
yürütülmesine katkıda bulunmakta ve böylece, toplumun her kesimiyle barış ve
uzlaşı ortamını sağlayacak şekilde, bir potansiyelin yaratılmasına katkıda
bulunmaktadır. Bu arada, Bakanlık
olarak, biz de sponsor desteklerinden istifade ediyoruz. Bu çerçevede,
teşekkürle anmam gereken birkaç unsuru belirtmek istiyorum: Çanakkale Şehitler
Abidesi, yaptığımız bir anlaşmayla, Borusan Şirketi tarafından onarılacaktır.
Koç ve Sabancı toplulukları, birçok alanda, Bakanlığımıza, kültürel
faaliyetlerimize destek vermektedir. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası,
Makedonya'da, gerçek anlamda bir yörük köyü olan ve Atatürk'ün babası Ali Rıza
Beyin köyü olan bu köyde, Atatürk'ün Ata Evinin yapılması konusunda bir görev
ve sorumluluğu üstlenmiştir. Bu arada, Bakanlık
olarak, gerçekten, teknolojik yeniliklere açık bir anlayış içerisinde, web
sitemizi, beş dilde oluşturulduğu ve bunun bütün dünyaya tanıtılarak, yaklaşık
4 milyon kişinin ziyaret ettiği bir düzeye şu anda getirmiş bulunuyoruz.
Ayrıca, diğer bilgisayar destekli sistemler için altyapı çalışmalarımız da
belli bir aşamaya gelmiştir. ASELSAN'la yaptığımız bir
anlaşmayla, 1,3 trilyon maliyetle, Topkapı'nın güvenlik sistemi, en yeni
teknolojilerle donatılacaktır ve bu çalışmalar devam etmektedir. Bu arada, Bakanlık
olarak, devletin diğer kurumlarının elinde bulunan bazı sivil mimarî
örneklerinin ve gayrimenkullerin alınması konusunda çabalarımız olmuştur ve bu
çerçevede, Topkapı Sarayı avlusu içinde bulunan eski Gülhane Hastanesi
kompleksi, Vahdettin Koruluğu ve köşkleri ve Sait Halim Paşa Yalısı olmak
üzere, bütün bu eski eserler, onarılmak üzere Bakanlığımıza tahsis edilmiştir. Ayrıca, kısa bir süre
önce yaptığımız girişimle, Ulus'taki Sayıştay binası, Bakanlığımıza, müze
yapılmak üzere devredilmiştir ve Sayıştay yeni binasına geçtikten sonra, bu
çalışmalar başlatılacaktır. Ankara'da, hemen adliye
binasının arkasında, dört adet eski cer atölyesi yine Bakanlığımıza verilmiştir
ve bunlarla ilgili müze yapma konusundaki çalışmalar belli bir aşamaya gelmiş
ve ihaleleri tamamlanmıştır. Diğer iki önemli konu da;
Ulus'taki eski Sümerbank binası, kültürel, sanatsal faaliyetlerde kullanılmak
üzere, yine Bakanlığımıza devredilmiştir ve ayrıca, Gölbaşı yakınlarında, 1 787
dönümlük bir araziyi, Başkent Üniversitesiyle birlikte, açık hava müzesi yapmak
üzere, Maliye Bakanlığından devralmış bulunuyoruz. Bütün bu çalışmalarda,
Bakanlığımız yöneticilerinin ve değerli Değerli sanatçılarımızın çok önemli
gayretleri vardır ve yurdun her köşesinde birleştirici ve bütünleştirici, yurt
dışında da ülkemizi tanıtıcı görevlerimizi başarıyla yerine getirme konusunda
en büyük gayreti onlar göstermişlerdir ve huzurlarınızda hepsine içtenlikle
teşekkürlerimi sunuyorum. Bu yıl, yurt dışına, çok
sayıda sanatsal topluluk yolladık, özel kuruluşları da bu çerçevede
gönderiyoruz ve böylece, onların ülkemizi en iyi şekilde temsilleri de
sağlanmış olmaktadır. Bakanlık olarak
hazırladığımız fikrî mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin yasa tasarısı
hükümetten geçmiş, daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda oybirliğiyle kabul edilmiş ve şu anda 34
üncü sırada yasalaşmayı beklemektedir. Bu yasanın çıkmasıyla, Bakanlığımızın bu
alandaki görevlerini daha başarılı bir şekilde yürüteceği bir gerçektir. Bu
konuda, Yüce Meclisin desteklerine şimdiden şükranlarımı arz ediyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu dönemde Kültür Bakanlığında toplumun geneline eşit hizmet
götürmeye gayret eden, kültürümüzü ve millî değerlerimizi korumak için çaba
sarf eden ve bu doğrultuda bakanlık imkânlarını en verimli şekilde kullanmaya
çalışan, geçmişiyle barışık, gelecekten umutlu, demokratik, laik cumhuriyetin
ve Atatürkçü düşüncenin temel ilkelerine uygun, çağdaş kültür politikalarını
kararlılıkla uygulayan bir çizgi takip edilmiş ve çalışmalarımız bu doğrultuda
kesintisiz sürdürülmüştür. Geçen yıllarda olduğu
gibi 2001 yılı bütçesinin de, Kültür Bakanlığı tarafından tasarrufa azamî
riayet edilerek ve en verimli bir şekilde değerlendirileceğini yüksek huzurlarınızda
belirtmek isterim. Büyük Atatürk'ün
ilkelerine bağlı, çağdaşlaşmaya önem veren, Türk kültürünün yücelmesi için
çalışan, Anadolu'nun tüm kültür birikimlerini sahiplenen ve ulusumuzun manevî
değerlerine saygılı ve dürüst bir yönetim anlayışıyla 2000 yılı bütçesinin en
başarılı bir şekilde uygulanacağını belirtir, yeni bütçemizin Kültür
Bakanlığına ve tüm ulusumuza hayırlı olmasını diler, desteklerinize şimdiden
teşekkür eder, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederiz
Sayın Bakanım. İkinci olarak, İçişleri
Bakanı Sayın Sadettin Tantan. Buyurun Sayın Bakanım.
(ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) İÇİŞLERİ BAKANI SADETTİN
TANTAN (İstanbul)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı ve
bağlı kuruluşlarının 2001 yılı bütçesi ve faaliyetleri hakkında bilgi sunmak
üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Değerli
milletvekillerimizin ortaya koydukları öneriler için teşekkür ediyorum. Bu
öneriler, bundan sonraki çalışmalarımızda bizlere yol gösterecektir. Bakanlığımız, bilindiği
gibi, yurdun içgüvenliğinin ve asayişinin sağlanması, kamu düzeninin korunması,
kaçakçılığın önlenmesi gibi devletin en hayatî fonksiyonlarını yerine getiren
bir bakanlıktır. Ayrıca, mahallî idarelerimiz için yol gösterici ve onlara yön
verici olmanın yanı sıra, iyi işleyen bir taşra idaresinin tesisi, sivil
savunma ve nüfus idarelerinin yürütülmesi de İçişleri Bakanlığının görevleri
arasında sayılmaktadır. Bakanlığımızın her
kademesindeki mensupları, bu önemli görevlerinin sorumluluğu ve bilinci
içerisindedirler ve yüksek bir disiplin ve görev anlayışı içerisinde hizmet
vermektedirler. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı 2001 yılı bütçesi 254 trilyon 833 milyar
olarak belirlenmiştir. 2000 yılı bütçesine göre yüzde 22'lik bir artış söz
konusudur. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bilindiği üzere, ülkemizde cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte,
üniter devletin gereği olarak, merkezî idare, taşrada il sistemine göre
teşkilatlanmıştır. Bu sistemin esası, merkezî idarenin, taşradaki idarî
bölümlerde bulunan bütün teşkilatının vali ve kaymakamlara bağlı; yani, onların
yetkisi ve denetimi altında olmasıdır; ancak, zamanla, taşra teşkilatının temel
ilkelerini ortaya koyan 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun, sonradan yapılan bazı
idarî düzenlemeler ve çıkarılan çeşitli kanunlarla, neredeyse içinin
boşaltılması, hizmetin gerektirdiği yönetsel teknik ve ekonomik zorunluluktan
ziyade, örgütsel büyüme, yöneticilik makamlarına yükselme, yeni parasal olanaklar
sağlama ve valilerin denetiminden çıkma istek ve eğilimleri sonucu, bölgesel
kuruluşların sayılarında görülen hızlı artış, vali ve kaymakamların, devleti,
hükümeti ve ayrı ayrı her bakanı temsil etme görevleri gözardı edilerek,
merkezî yönetimin iş ve işlemlerini, merkezdeki taşra teşkilatlarının
uzantıları olan birimlerle yürütme eğilimleri, il sisteminden uzaklaşma
sürecini hızlandırmıştır. Bu durum, taşra yönetiminde ikili bir yapının ortaya
çıkmasına, hizmetin verimli sunulamamasına, vali ve kaymakamların otorite ve
etkinliklerinin azalmasına, taşrada kaynakları israf eden, koordinasyondan
uzak, halka etkin hizmet götüremeyen, hantal ve verimsiz bir yapının oluşmasına
neden olmaktadır. Bu olumsuz tablo, vatandaşımızın devlete olan güvenini de
sarsmaktadır. Taşra yönetiminde etkinliği, hizmetlerde verim ve uyumu olumsuz
yönde etkileyen bu durumun ortadan kaldırılabilmesi için, taşra teşkilatıyla
ilgili temel kanun olan 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun ilkelerini zedeleyen
ya da bozan düzenlemelerin ivedilikle ele alınıp ıslah edilmesi, mülkî idare
amirlerinin devleti, hükümeti ve ayrı ayrı her bakanı temsil etme görevlerine
işlerlik kazandırılması, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında da belirtildiği
üzere hizmet zorunluluğu ve havza çalışmasını gerektiren bölge kuruluşlarının
dışında kalan bölge müdürlüklerine son verilerek il sistemi içerisinde
örgütlenmelerinin sağlanması, ilçelerin kamu hizmetlerinin halka götürülmesinde
işlevsel hale getirilmesi ve gerekli teşkilat, personel ve malî kaynaklarla ve
yetkilerle donatılarak güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu yönde gerekli tedbirlerin
alınması için, Başbakanlık nezdinde yürüttüğümüz çalışmalar sürdürülmektedir. Diğer taraftan, merkezî
idarenin taşradaki temsili için, mülkî amirlerin bilgili, yetenekli, temsil
kabiliyeti yüksek, dünyaya açık, dil bilen, üstün niteliklere sahip yöneticiler
olarak yetiştirilmesi, dinamik ve verimli bir kamu idaresi için zorunludur. Bu
anlayışla, 2000 yılı içerisinde, toplam 67 mülkî idare amiri yurt dışına
gönderilmiştir; ayrıca, değişik konularda olmak üzere, toplam 627 mülkî idare
amirine de hizmet içi eğitim verilmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'nin en büyük ve önemli bilişim projesi olan Merkezî
Nüfus İdaresi Sistemi, yani, MERNİS Projesiyle ilgili olarak, 2000 yılı yazılım
ve 925 nüfus idaresine yaygınlaştırma çalışmaları tamamlanmıştır. 28 Ekim 2000 tarihinde,
nüfus kütüklerine kayıtlı yaşayan ve hayatta olmayan 120 milyon kişiye Türkiye
Cumhuriyeti kimlik numarası verilmiştir. Projeyle ilgili olarak, 2001 yılında,
merkez ve ilçe nüfus idareleri arasındaki iletişim ağının kurulması, ayrıca,
bugün kullanılan ve kolay taklit edilebilen nüfus cüzdanları yerine, taklit
edilemeyen ve bazı güvenlik unsurları içeren, daha çağdaş yapı ve görünümde
yeni nüfus cüzdanlarının üretimi ve dağıtımı hedeflenmiştir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sivil savunma, kurtarma ve ilkyardım hizmetlerini, çağa ve
ihtiyaçlara uygun bir şekilde, yeni bir anlayışla, yeniden teşkilatlama
çalışmalarına da devam edilmektedir. Bu çerçevede, geçen yıl çıkarılan, Sivil
Müdafaa Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 586 sayılı
Kanun Hükmündeki Kararname doğrultusunda 11 ilde teşkilatlanma çalışmaları
yapılmış, arazi, bina ve personel istihdamı konusundaki çalışmalar da devam
etmekte ve böylece, 11 ilde, 120 personelden oluşan bir yapı oluşurken ayrıca
diğer illerde de, illerin büyüklüklerine göre özel idare bünyesinde
teşkilatlanma yapılmaktadır. Dün de bu illere -o illerde kullanılmak üzere-
arama ve kurtarma araçları tevzii yapılmıştır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şehirleşme, nüfus hareketleri, Avrupa Birliği, gençlik, yerel
yönetim uygulamaları, organize suçlar, yönetim geliştirme, insan hakları ve
uluslararası hukuk gibi konularda Bakanlıkça uygulanacak proje, strateji ve
politikaların oluşturulması, bu konularda yasal ve idarî düzenlemelerin
yapılabilmesine imkân sağlamak üzere Bakanlık adına iç ve dış gelişmeleri takip
etme, gelişmelere göre analizler yapma, araştırmalarda bulunma ve varılan
sonuçları değerlendirerek yönetimin konulara değişik açılardan bakmasına
yardımcı olma, amaçlarını gerçekleştirmek üzere Bakanlığımızda bir strateji
merkezi oluşturulmuştur. Bu merkez, bütün Bakanlık mensuplarının ve üniversitelerdeki
araştırmacıların önünü açacak, onların ürettikleri bütün fikirlerin ulusal ve
uluslararası boyutlara taşınmasına vesile olacaktır. Mülkî İdare Araştırma
Projesi, Yolsuzluk Araştırması, Yaşanabilir Bir İstanbul Projesiyle ilk
işlevine başlamış; bundan sonraki çalışmalar içerisine, -yani 2001 yılı
içerisinde- trafik eğitimi, itfaiye hizmetlerinin etkinliğinin artırılması,
mahallî idareler bilgi bankası projeleri gibi projeler de alınmıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri kültür ve tabiat varlıklarını yaşatmak için sivil toplum
gi-rişimi ve ilgili bakanlıklarla birlikte hizmet verebilmek amacıyla, İçişleri
Bakanlığı Mahallî İdare-ler Genel Müdürlüğü bünyesinde bir birim oluşturulmuş;
bu birimin amacı, ülkemizde giderek yok olmakta olan yurttaşlık bilincinin
geliştirilmesi ve bunun da süreklilik kazanması noktasında 7'den 70'e
halkımızın yaşamış olduğu bölgelerdeki tarihî ve kültürel varlıklarının hem
nazarî hem de tatbikî olarak eğitilmesi noktasında uygulamaya sokulmuştur.
Böylece, tarihî ve kültürel varlıkları sahiplenme duygusu aşılanırken, aynı
zamanda, bu varlıkların korunması ve restorasyonu noktasında da Bakanlığımız,
imkânları noktasında katkı sağlamaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde köye dönüş projeleri,
2000 yılı bütçesi içerisinde ayrılan kaynak dosyasında devam etmektedir. 2001
yılı bütçesi içerisinde de 3,2 trilyon ödenek konduğundan, o hizmetler de 2001
yılı içerisinde devam edecektir. Jandarma Genel
Komutanlığı bütçesine baktığımızda, 831 trilyon 547 milyar Türk Lirası olarak
belirlenmiş; 2000 yılı bütçesine göre yüzde 25'lik bir artış öngörülmüştür.
Emniyet, asayiş, huzur ve güven ortamının tesisinde Jandarma Genel
Komutanlığının üstlendiği görev ve sorumluluğun önemi malumlarınızdır. Bu
doğrultuda, terörle mücadelenin yanı sıra, gümrük, tekel, silah ve mühimmat,
uyuşturucu madde ve malî kaçakçılık olaylarıyla diğer organize suçlara karşı
elde ettiği başarı her türlü takdirin üzerindedir. İçgüvenlik birliklerinin,
görevlerinin istenilen seviyede yükseltilmesini sağlamak maksadıyla kadroları,
personel ve malzeme yönünden takviye edilmiş, 1 Ocak ve 30 Kasım 2000 tarihleri
arasında 289 birlik teşkil edilmiş, 3 birlik lağvedilmiştir. Ayrıca, yıkıcı ve bölücü
unsurların taktik ve tekniklerine karşı içgüvenlik harekatını başarıyla
yürütecek şekilde özel timlerin yetiştirilmesi planlanmış ve bu planlama
doğrultusunda da çalışmalar devam etmektedir. İlave olarak, 2000 yılı
içerisinde, 77 personel yurt dışına gönderilmiş; ayrıca, 8 000 küsur personel
de yurt içinde değişik hizmet içi eğitimden geçirilmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, Sahil Güvenlik Komutanlığı büt-çesine baktığımızda; Sahil
Güvenlik Komutanlığı bütçesi, 43 trilyon 672 mil-yar lira olarak belirlenmiş,
2000 yılı bütçesine göre de yüzde 31'lik bir artış öngörülmüştür. Kıyılarda ve bilhassa sığ
kesimlerde meydana gelen ve son yıllarda artış gösteren deniz kazaları ve
deprem, sel gibi afetlerde, süratle karadan, denizden bölgeye intikal ederek
can ve mal kurtarmak maksadıyla Sahil Güvenlik Komutanlığı bağlısı 4 bölge
komutanlığı (Samsun, İstanbul, İzmir ve Mersin) ve ayrıca 6 grup komutanlığı
(Trabzon, Bartın, Çanakkale, Marmaris, Antalya ve İskenderun) bünyesinde toplam
10 adet acil müdahale timi oluşturulmuştur. "Kıyı sularda
emniyet, güvenlik ve arama-kurtarma timi (KEGAK)” adı verilerek oluşturulan
acil müdahale timleri, teçhizat, bot ve araçlarla birlikte, donatılmış bir
şekilde, hizmet verilecek bölgelere gönderilmiştir. Ayrıca, Sahil Güvenlik
Komutanlığının hazırlamış olduğu bir kitap, içeriği içerisinde, bütün kamu
personeline ve sivil toplum kuruluşlarına, Sahil Güvenlik Komutanlığının
işlevleri ve süratle her türlü acil arama-kurtarma noktasındaki telefon ve
haberleşme bilgilerini de içeren dokümanlar dağıtılmıştır. Diğer taraftan, Türk
denizlerinde, iç sularında su ürünlerinin korunması, sınıflandırılması, av
zamanları, avlanma yerleri ve avlanma vasıtaları, istihsal izinleri, avlanma
suçları ve cezalarını düzenleyen 1380 sayılı Su Ürünleri Kanununda belirtilen
cezaların bugünkü şartlara uygun olarak yeniden düzenlenmesi noktasındaki
çalışma, Adalet Komisyonumuzda beklemektedir. Ümit edi-yorum ki, Adalet
Komisyonumuz bu yasamızı da süratle ele alıp Genel Kurulumuza tevdi ettiğinde,
bu sorunu da süratle çözmüş olacaktır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Emniyet Genel Müdürlüğünün bütçesine baktığımızda 1 katrilyon
175 trilyon 400 küsur milyar olarak belirlenmiştir. 2000 yılı bütçesine göre
yüzde 26 nispetinde bir artış söz
konusudur. Hemen her alanda yaşanan
yenilikler ve gelişmeler, polise de yeni görev ve fonksiyonlar yüklemiştir.
Bugün, polis bilgisayarla, internetle işlenen ekonomik suçlarla, sürekli
çeşitlilik gösteren organize suç örgütleriyle ya da son derecede gelişmiş
teknolojileri, kimyasal ve biyolojik silahları kullanan terör örgütleriyle
mücadele etmek durumundadır. Diğer taraftan, bilgi
toplumunun yaşam standartları, polis ve polisliğin farklı bir mercek altında
incelenmesini gerekli kılmıştır. Polis, artık, toplumla daha sağlıklı iletişim
kurabilmek ve mesleğini daha profesyonelce gerçekleştirebilmek için sıradan
insanların taşıması gereken bireysel özelliklerin yanı sıra, mesleğinin ve
toplumsal statünün kendisine verdiği bir dizi farklı özellikleri de taşımak
zorundadır. Bu zorunluluk, son yıllarda yaptığı büyük atılımlar sonucu, değişen
dünya koşullarına ve gelişen suç olgusuyla mücadele usul ve esaslarına uyum
sağlamada önemli başarılar elde eden Türk Polis Teşkilatının da yeniden
yapılandırılmasını gerektirmektedir. Bu anlayıştan hareket
ederek, Bakanlığımız güvenlik hizmetlerinde etkinliğin, profesyonelleşmenin
sağlanabilmesini ve yüksek kalitede hizmet sunulabilmesini gerçekleştirecek
reform niteliğindeki çalışmalarını büyük bir kararlılıkla sürdürmektedir. Yetki
yasası çerçevesinde, polisin özlük haklarından eğitimine, teknolojik ve
lojistik yönden iyileştirilmesine
varıncaya kadar, yoğun bir çalışma yapılmıştır. Örneğin, polis yükseköğretim
kurumları hakkında kanun hükmünde kararnameyle, polis eğitim sisteminde büyük
bir yenilik gerçekleştirilmiştir. Getirilen bu düzenlemeyle, polisin eğitimi,
çağın gereklerine ve toplumun ihtiyaçlarına göre, yapısal, fonksiyonel
değişikliklere tabi tutulmuştur. Polis Akademisi üniversiteye dönüştürülmüş;
mevcut akademi Güvenlik Birimleri Fakültesi, dokuz aylık polis okulları da iki
yıllık meslek yüksekokulları haline getirilerek Polis Üniversitesine
bağlanmıştır. Diğer taraftan, rütbe
sistemine dayalı hiyerarşik yapıya uygun olarak, olması gereken personel
piramidinin zaman içerisinde bozulmasından kaynaklanan yapının düzeltilmesi,
orta kademe yöneticilerin yeterliklerinin bilimsel olarak ölçülmesi ve yeterli
olanların terfi ettirilmesi, terfi
edenlere çağa uygun gelişmeler doğrultusunda eğitim verilmesi amacıyla,
3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 55 inci maddesi, 611 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameyle değiştirilmiştir.
Bu düzenlemeyle, kayırmacılık ve tavassuttan uzak, objektif kriterlere ve
liyakate dayalı terfi sistemi olgunlaştırılmış ve belli rütbelere terfi için
sınav ve yöneticilikle ilgili eğitim şartı getirilmiştir; ancak, Anayasa
Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle, anılan hususlar, kanun tasarısı olarak
Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiştir. Diğer taraftan, polisin
özlük haklarının iyileştirilmesi amacıyla değişik tarihlerde hazırlanan kanun
tasarıları Başbakanlığa intikal ettirilmiş, ancak sonuç alınamamıştır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın
Bakanım, 2 dakika içerisinde toparlar
mısınız efendim. İÇİŞLERİ BAKANI SADETTİN
TANTAN (Devamla) - Sayın Başkan, biliyorsunuz, polisin son günlerdeki durumu da
var; birkaç dakika daha ilave ederseniz, çok memnun olurum. Son olarak hazırlanan
polisin özlük haklarının iyileştirilmesine dair kanun hükmündeki kararname
metninden özlük hakları çıkarılarak fazla çalışma ücreti konusu gündeme
getirilmiş ve bu da, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Polisin
ekonomik durumumun düzeltilmesi için gerekli çalışmalar, sonuç alınıncaya kadar
sürdürülecektir. Öte yandan, eğitim
faaliyetleri çerçevesinde, bilgisayar sistemleri, eğitim, hukuk, insan hakları,
kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele, olay yeri inceleme, suç analizi,
terörle mücadele, toplumsal olaylar, yönetim, halkla ilişkiler ve istihbarat
konularında yüksek lisans ve doktora yapmak üzere, 1999 yılında 25, 2000
yılında 26 kişi olmak üzere toplam 51 emniyet personeli yurt dışına gönderilmiş
ve halen, 42'si Amerika'da, 4'ü Almanya'da, 5'i Fransa'da, değişik üniversitelerde
öğrenimlerini sürdürmektedirler. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; toplumsal olaylara müdahale etmek üzere kurulmuş bulunan Çevik
Kuvvet birimlerinin zaman içerisinde iyi hizmet veremediği, personelinin
niteliğinin ve verimliliğinin düşmesi, yeterli eğitim verilememe gibi
sorunlarla karşı karşıya bulunduğu görülmüştür. Bu nedenle, bu birimlerin,
çağın değişen ve gelişen ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılması,
görev ve rollerinin gözden geçirilmesi, hizmet kalitesinin ve etkinliğinin
yükseltilmesi ve yeni bir vizyon kazanılması zorunluluk arz etmektedir. Çevik Kuvvetin yeniden
yapılandırılması konusunda eğitim almak üzere, amir düzeyinde personel
Amerika'ya gönderilmiştir. Bu arkadaşlarımız, orada eğitimlerini görmüş ve
geçtiğimiz günlerden itibaren, almış oldukları uzman eğitimleri noktasında,
Çevik Kuvvet birimleri içerisinde, nitelik olarak seçmiş oldukları elemanlarla
birlikte, yeni bir eğitim anlayışını uygulamaya sokmuşlar ve böylece, daha
etkin, daha eğitimli, daha çağdaş bir şekilde yapılanma noktasında, halka daha
iyi hizmet verebilme noktasında, çalışmalar, süreklilik içerisinde devam
edecektir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; benden önceki çok sayın milletvekillerimizin de, geçmiş
tecrübelerinden ifadelerinde bulunan ve uzun yıllardan beri, terör örgütlerinin
ülkemizdeki faaliyetlerinin bir türlü önlenememesi neticesinde, iç istihbaratın
yetersiz olduğu dikkatlere getirildiğinde -artık, bir gerçek ortaya çıkmıştır
ki- iç istihbarat ile dış istihbaratın ayrılması ve iç istihbaratın tek merkez
altında yönetilmesi gerçeği ortaya çıkmıştır. Ümit ediyorum ki, desteğinizle,
bu konu da halledilecektir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; alınan etkin tedbirler ve güvenlik kuvvetlerimizin yapmış
olduğu başarılı operasyonlar sonucunda, bazı iç ve dış odakların da
desteklediği artık bilinen bölücü ve yıkıcı terör örgütleri etkinliğini
yitirmiş gibi gözükse de, siyasallaşma noktasında, ideolojik terör örgütlerinin
âdeta ülkemizde reklamları yapılarak oksijen verilmesi ve güçlenmesi
noktasındaki yaklaşımlar da dikkate alındığında, daha ileri süre içerisinde uyanık
olmamız, dikkatli olmamız gerektiğini de dikkatlerinize sunmak istiyorum. Diğer taraftan, özellikle
son dönemde yolsuzluk ekonomisi ve organize suç örgütlerine karşı yürütülen
mücadele de çok üst boyutlara çıkmış, bu alanda da güvenlik güçlerimiz büyük
başarılar elde etmiştir. Elde edilen bu başarılarda, halkımızın verdiği desteği
ve çok sayın milletvekillerimizin desteğini de burada belirtmek istiyorum;
ancak, bu başarıdan rahatsız olup mücadeleyi engellemek isteyenlerin, ülkenin
içinde bulunduğu hassas ortamdan da faydalanarak, son günlerde bildik
senaryoları tekrar sahneye koymaya çalıştıklarına tanık oluyoruz. Yıllarca
hâkim güç olarak istedikleri gibi at oynatan bu menfaat grupları, gerçek
gündemi yakalayan halkımızı bu mücadeleden uzaklaştırmak için, eski anlayış ve
alışkanlıklarını tekrarlayarak, kullandıkları taşeron örgütler vasıtasıyla
ülkede bir kaos ortamı varmış izlenimi yaratma ve polisimizi provoke etme
gayreti içerisine girmişlerdir. F tipi cezaevlerini
protesto adı altında ideolojik terör örgütlerinin yaptığı yasadışı eylemlere
yönelik medyanın ve bazı odakların yaratmaya çalıştığı insancıl yaklaşım
sergileme gayretkeşliğinin meydana getirdiği psikolojik ortam da, polisimizin
var olan stresli çalışma koşullarını daha da ağırlaştırmıştır. Öte yandan, af kanunu
tasarısıyla ilgili çalışmalar yapılırken, yetkilerini aşarak işledikleri suçlar
nedeniyle ceza alan güvenlik güçlerinin affedilmeleri noktasında Bakanlığımızın
göstermiş olduğu çabalara rağmen, af kapsamına alınmaması noktasındaki direnci
yüce milletin takdirlerine sunuyorum. Bu arada, polisin de af kapsamına
alınması için çaba gösteren sayın milletvekillerimize, huzurlarınızda teşekkür
ediyorum. Son olarak, 11 Aralık
2000 tarihinde, İstanbul'da, çevik kuvvet otobüsüne teröristlerce silahlı saldırıda
bulunulmuş, bu saldırı sonucu, bilindiği gibi, 2 polisimiz şehit olmuş, 11
polisimiz de yaralanmıştır. Olayın, uzun namlulu silahlarla ve hunharca
yapılması, görevlilerde şok etkisi yaratmış, toplu halde bulunmanın dezavantajı
olarak da psikolojik çöküntü büyük olmuştur. Yasadışı örgütlerin,
şimdiye kadar, poliste münferit grubu hedef aldıkları ve genellikle
kendileriyle mücadele eden terör şube müdürlüğü görevlilerine yönelik eylemlere
giriştikleri değerlendirildiğinde, bunların, polis içinde geniş bir kitle olan
çevik kuvveti hedef almış olmaları, üzerinde durulması ve değerlendirilmesi
gereken bir konudur. 1982 yılında, o günkü
ihtiyaçlara göre kurulmuş bulunan çevik kuvvet birimleri, bugün ihtiyaçlara
cevap verememektedir; almış olduğu eğitim, toplumsal olayların hareketliliği
karşısında yetersiz kalmaktadır. Diğer taraftan, yapmış oldukları hizmet
gereği, terörle mücadele eden birimler kadar bilgi ve tecrübe sahibi
olmadıklarından, bu menfur saldırı karşısında şoka girmiş ve oluşan duygusallık,
saflık ortamından ve topluluk psikolojisinden istifade eden bazı mihrakların
yaptığı kışkırtmalar sonucu kendisini kanunsuz bir hareketin içerisinde
bulmuştur. Memurların ekonomik
durumlarının iyi olmaması, kamuoyunda bir sebepmiş gibi önplana çıkarılmak
istense de, bu olayda etken olmadığı değerlendirilmektedir; çünkü, Türk polisi,
yasaların kendisine vermiş olduğu yetkiler ve vatan ve millet sevgisi
doğrultusunda hizmet ederek yıllarca şehit vermiş ve şehit vermeye de devam
edecektir. Ancak, burada şunu söylemek istiyorum : Çevik kuvvet personelinin
içinde bulunduğu bu duygusallık ve saflıktan yararlanarak onları tahrik eden ve
kışkırtan gruplara müsamaha gösterilmesi mümkün değildir. Nitekim, konuyla
ilgili olarak derhal inceleme ve soruşturma başlatılmış ve sonucuna göre
gerekli yasal işlem yapılacaktır. Devlet yönetiminde, asla hoşgörü ve acıma
olamaz; onun için, biz de, yasaların uygulanmasında, yasa neyi emrediyorsa onun
yerine getirilmesinden yanayız. Eğer bir ülkede yasalar hâkim kılınamıyorsa, eğer
yasalar hâkim kılınamıyor ve sadece birtakım söylemlerle hareket ediliyorsa,
orada, devlet yönetimi zaafa uğramış demektir. Polis teşkilatı,
yıllardan beri şehit vermektedir. Polis, şehidinin suçlusu adalete teslim
edilinceye kadar asla görevinin başından ayrılmaz, onun üzerinde eylemsel
hareket yapamaz. Onun için, geçtiğimiz günlerde çevik kuvvet personelinin şehit
polisi orada dururken yaptığı bu eylemi asla ve asla affetmiyorum! (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) Bazı illerimizdeki
birkısım çevik kuvvet personelinin yapmış oldukları eylemleri, 170 000 kişilik
emniyet teşkilatımız da tümüyle kabul etmemiş, polis teşkilatı bunu nefretle
kınamıştır; çünkü, polis teşkilatına girdiği zaman verilen direktif ve verilen
bilgi, ışık şudur ki; polis, kendisine karşı yöneltilen silahın devlete karşı
yöneltildiği bilinci içerisindedir; devlete karşı yöneltilen silahın sorumlusu,
suçlusu bulunmadan, asla ve asla görevini terk etmez ve onun sonucunu aldıktan
sonra, tekrar işlevine döner. Son çırpınışlar içerisindeki
zavallı ve korkak menfaat çevreleri ve bunların yerli ve yabancı işbirlikçileri
iyi bilmelidirler ki, bu beyhude gayretler asla sonuç vermeyecek, devletimizin
sarsılmaz gücü ve halkımızın sağduyusu, kendilerine bu tür çirkin oyunları bir
daha sahneye koyma imkân ve fırsatını tanımayacaktır. Yıkıcı ve bölücü teröre,
uyuşturucu kaçakçılığına, yolsuzluklara, organize suçlara, kısaca ülkeyi ve
halkı rahatsız eden her türlü yasadışı oluşumlar ve suçlara karşı mücadele,
güvenlik güçlerimizin üstün gayret ve disiplinli çalışması anlayışı içerisinde,
kararlılıkla sürdürülecektir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Bakanlığımızın daha aktif ve bilim ve teknolojideki
gelişmelerin ışığında çağdaş bir yönetim anlayışı içerisinde hizmetlerinin daha
etkin ve verimli şekilde sunulmasını sağlayacak hukukî altyapı çalışmaları da
sürdürülmektedir. Bu doğrultuda hazırladığımız yasa tasarılarının birkısmı
Başbakanlığa gönderilmiş, birkısmı da Meclis Genel Kurulu ve ilgili
komisyonların gündeminde bulunmaktadır. Bu tasarıların yasalaşmasında Yüce
Meclisimizin gerekli desteği vereceğine olan inancım tamdır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının 2001 yılı
bütçesinin ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, katkıları için bütün
milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, vatan ve
görev uğrunda hayatlarını feda etmekten çekinmeyen aziz şehitlerimizi bir kez
daha rahmet ve minnetle anıyor, yakınlarına sabır dilerken, malullerimize de
şükranlarımı sunuyorum. (Alkışlar) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım. BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Bakanım. Sayın milletvekilleri,
çalışma süremiz dolmuştur. Saat 18.00'de toplanmak üzere, birleşime ara
veriyorum. Kapanma Saati : 16.08 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati : 18.00 BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara),
Mehmet BATUK (Kocaeli) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33 üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açı-yorum. Görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764;
1/765; 1/740, 3/642; 1/741, 3/643) (S.Sayıları : 552, 553, 554, 555) (Devam) A) KÜLTÜR BAKANLIĞI (Devam) 1. – Kültür Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Kültür Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı B) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam) 1. – İçişleri Bakanlığı 2001 Malî
Yılı Bütçesi 2. – İçişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı a) EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI (Devam) 1. – Jandarma Genel Komutanlığı 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Jandarma Genel Komutanlığı 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı c) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI (Devam) 1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet?.. Hazır. Hükümet adına konuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, aleyhinde, Ankara Milletvekili Mehmet Zeki Çelik'e söz veriyorum. Buyurun Sayın Çelik. Süreniz 10 dakika. MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001
yılı Kültür Bakanlığı bütçesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum;
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Yaklaşık kırk yıl önce, edebiyat hocamız bir dörtlük okumuştu, çok
manidardı ve bunu hâlâ unutmamışım. Neye ne dediğimizi ifade bakımından, diyor
ki : "Defaya kez, kadara dek, misale örnek, kitaba betik; mahvolduk
gittik." Yani, düşünün, o günden bugüne mukayese edin; nereden ne-reye
geldik. Güçlü bir kültür potansiyeline ve hâlâ geride bıraktığı eserleri ayakta
duran, ölmez medeniyet güzelliklerine sahip ülkemizde yetişmekte olan kuşaklar,
kendi tarihî, özkültür değerlerinden habersiz yetiştirilmektedir. Uygulanan kültür
politikaları özkültürü arka plana itmekte, başkalarına ait; yani, Grekolatin
kültür değerleri, yeni kuşaklara empoze edilmektedir. Özkültür değerlerimizin
yeni nesillere aktarılması ihmal edilmektedir. Devleti yönetenlerin, millî
kültürün yaşatılması için ellerinde bir program bulunmamakta, kültürel
yozlaşmaya karşı, bize ait kültürü yaşatmak için resmî bir doküman
bulunmamaktadır. Bunun sonunda insanımız, öncelikle yeni nesil ve kuşaklar,
kültür değerlerinin etkisinde kalmakta, geçmişine ve kendisine
yabancılaşmaktadır. En verimli gençlik yılları, okullarımızda, ciddî bir eğitim ve öğretim
programı uygulanmaması sebebiyle öz değerlerimize aşina olunmadan mâlâyani bir
şekilde heba olmaktadır. Unutmayın, yılan su içer zehir yapar, arı su içer bal
yapar; yani, ne verirseniz, onu alırsınız. İşte, televizyonlardaki televole
programları, geyik muhabbetleriyle kimin eli kimin cebinde belli olmayan
programlar; gazetelerin verdikleri eklerle müstehcenlik sınırlarını aşan bir
müptezellik sergileyerek insanları iğfal eden yayınlar yapılıyor. Unutmayın "Batılı iyice tasvir, saf zihinleri idlâl eder" diye
güzel bir ifade vardır; yani, kötüyü sürekli gündemde tutarsanız, iyileri yok
edersiniz. Değerli arkadaşlar, sosyal buhranlar, ekonomik buhranlar, kültürel
değerlere sahip olunduğu müddetçe önlenme imkânına sahiptir. Gayeye giden her
yol mubahtır mantığı, medeniyetleri çöküşe götüren yolun başıdır. Birçok
devletin, kendi kültür değerlerini korumayıp, dejenere olması sonucu zafiyete
uğradıklarını; dürüstlüğe, ahlakî hamideye ve fazilete değer vermedikleri için
tarih sahnesinden silindiklerini görüyoruz. Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği kapısında bekleyen Türkiye, hangi
kültür ailesine mensup olduğunu, tarihin bu dönüm noktasında iyi düşünmek
durumundadır. Bundan yüzaltmışbir yıl önce ilan edilen Tanzimat Fermanından
günümüze, Batı kültürüyle kendi kültürümüz arasındaki gerilimi yaşıyoruz. Yeni
bilgi çağında, İnternetle ortaya çıkan kültür, dünyayı, evrensel bir köye
dönüştürürken, eski dünyada olduğu gibi, ülkeler, güçleri oranında dünya
kültürüne dahil oluyor. Televizyonun karşısında, sinemada, tiyatroda, plastik sanatlarda,
müzikte, eğer sadece taklitle yetiniyor, sadece hayranlık üretiyorsanız, sadece
seyirciyseniz evrensel kültüre hiçbir katkınız olamaz. Bugün, üniversitelerimiz, bilim adamlarımız, tek tip, fabrikasyon bir
insan tipi üretmek için, sadece ideoloji üretiyorlar. Üniversite rektörleri,
bilimsel araştırmalarla, dünyada olay haline gelen incelemelerle değil de,
kılık kıyafet dayatmalarıyla gündeme geliyorlar. Evet, kültür meselesi,
Türkiye'de ideolojiktir, çok netameli bir alandır; oysa, kültürün kendisi,
ideolojik değildir. Şimdi, yurt dışında yaşayan bir yığın insanımız var. Türkiye'nin yurt
dışındaki kültür ataşeleri ne yapar diye merak ediyorum. Oraya gidenler, yurt
dışındaki yüzbinlerce insanımız büyükelçiliklerimizden, kültür ataşelerimizden
kültür alanında hangi hizmetleri alabiliyorlar? Bu arada, kütüphanelerimizin durumu da malum. Buradan bir iki kilometre
ilerdeki kütüphanelerimize gittiğiniz zaman, kitabın ve kültür hayatının içler
acısı durumunu göreceğiz. Kütüphanelerde kütüphaneci çalıştırmamak, arşivde
arşivci çalıştırmamak, hastanede doktor, okulda öğretmen çalıştırmamak gibi bir
şeydir. Bugün, kütüphane hizmetlerini düzenleyen bir yasa bile yoktur. Kültür
mirasımız, yazma eserler, uluslararası antika mafyasının ticarî metaı haline
gelmiştir. Banka hırsızları gibi tarihî eser kaçakçıları cirit atıyor; her gün
gazetelerde tarihî eser kaçakçılığı haberleri okuyoruz. Bir de bakıyorsunuz ki, bir kütüphanede ya da
müzede olması gereken eserler, kaçakçıların elinde dolaşıyor. Geçenlerde Sayın Hüsamettin Özkan'a vermiş olduğumuz bir soru
önergesinde, Osmanlı arşivleriyle ilgili bir soru sormuştuk. 150 milyon
civarındaki Osmanlı arşivlerinin, bugüne kadar, ancak yüzde 40'ına tekabül eden
60 milyonunun envanteri çıkarıldığı, yüzde 60'ının kayıtlarının yapılmadığı
ifade ediliyor. Değerli arkadaşlar, eğer kültür temellerimizi, köklerimizi hor görmeye
devam ederseniz, tapu kayıtlarınızı bile bulamaz, harp tarihinizi bile
yazamazsınız. Evet, 77 yılda 77 defa "millî eğitimde reform" adı altında
değişiklik yaparsanız, eğitimi de, kültürü de katledersiniz, toplumu da
yozlaştırırsınız. Gelelim Ankara'ya; ülkemizin başkenti Ankara'da, sosyal ve kültürel
faaliyetlerin yapılacağı, ciddî organizasyonlara kapısını açacak kültür
merkezlerinin olmadığını görüyoruz. Atatürk Kültür Merkezi, bir garabet eseri
olarak, mimarîsi ve çevresiyle, orada, sırıtmaktadır. Ayrıca, Ankara Kalesi, Ankara'nın simgesidir. Orada kurulmuş olan bir
derneğin bana iletmiş olduğu bir bilgi var. Ben, bunu, yine, bir soru
önergesine çevirmiştim. Onbeş sene önce başlayan yanlış politikalarla, Kale'de,
bar, lokanta, diskotekler, hükümetler tarafından desteklendiğinden, burada
oturan düşük gelirli vatandaşlar, imarsız bir şekilde, tarihî evleri bozarak,
avlularına ek yaparak, tarihî dokuyu bozmaktadırlar. Hatta, bu, mekânlardan
birisi de, Osman Bey, Orhan Gazi ve Şehzade Murat'ın eğitim gördüğü, Osmanlı
Devletinin kuruluşuna beşiklik etmiş bir eğitim kurumu olan ve günümüzde de
Alaaddin Camii olarak hizmet veren mabedin bitişiğine yapılmıştır. Tabiî,
ilkçağ, ortaçağ, Osmanlı Dönemi ve cumhuriyetin kuruluş yıllarına ait önemli ve
enteresan mekânların bulunduğu Ankara Kalesi, mutlaka, amacına aykırı bir
şekilde kullanıma müsaade edilmemeli ve korunmalıdır. Bu şekilde, SİT alanı
olarak değerlendirilen bu alanda, bildiğim kadarıyla, yüzon kadar eser tespit
edilmiş, geri kalanının tespiti yapılmamaktadır. Kültür ölçeği kütüphanelerdir. Ankara'da 46 tane kütüphane
bulunmaktadır. Bunlardan 6-7 tanesinin binası Kültür Bakanlığına aittir,
diğerleri ise belediyelerin destekleriyle açık kalmaktadır. Bakınız, Ankara'nın
en büyük ilçelerinden Keçiören, binası ve personeli olmadığı için, Nallıhan
personel yokluğundan kapalıdır. Birçok yerde, kütüphanelerin, personelini
belediyeler veriyor; belediyeler ya personel çekiyor ya da ücreti ödenemeyen
personel gittiği için, birçok yerde, kütüphaneler açılıp, kapanıyor. Şu an,
Ankara'nın Evren ve Şereflikoçhisar'ın Çalören kütüphanesi bu durumdadır.
Ankara İl Halk Kütüphanesi onarım sebebiyle, Cebeci ve Oran Kütüphaneleri de
tadilat nedeniyle kapalıdır. Kızılcahamam, Haymana, Çubuk Kütüphaneleri ise
belediye binası içinde olduğu için, belediyelerin çalışma saatlerine tabi
olarak, cumartesi çalışmadıkları için de kaloriferler yanmamakta, okuyucu ve
personel sıkıntı çekmektedir. Ankara'daki 46 kütüphaneden sadece 13 tanesinde kütüphanecilik mezunu personelle görev
yürütülüyor ve en büyük sorun, yakacak, elektrik ve su paraları. Tabiî Kültür
Bakanlığı bütçesinden gönderilen paralar bunlara yetmiyor. Kültürel yozlaşmanın sonunda bakın ne olacağını bir şair nasıl tasvir
ediyor. Sular kıvrım kıvrım ırmağa gelir Pervane dediğin çerağa gelir Bülbül kovuldu mu dil bahçesinden Gak gak karga Vak vak kurbağa gelir. Yani bunun sonucu gerçekten hazin ve vahimdir. Değerli arkadaşlar, her şeyin temeli insandır. İnsanı mükemmel
yetiştirmediğiniz takdirde başarılı olunamayacağı da muhakkaktır. BAŞKAN - Sayın Çelik, 1 dakika içinde toparlayınız efendim. M. ZEKİ ÇELİK (Devamla) - Teşekkür ederim efendim. Yetmişyedi yıllık cumhuriyet tarihi döneminde ortaya çıkan en büyük
sorun, devlet ile millet arasında yaşanan ve giderek hız kazanan güven
bunalımıdır. Millet devlete, devlet millete güvenmemektedir. Güven bunalımının doğurduğu belirsizlik ekonomiyle birlikte sosyal
yapıyı da altüst etmektedir. Millet ve devlet elele vererek bir Anadolu rüyası için mücadele vermedi;
tam tersine, devlet, milletle, ekonomiden politikaya, kılık kıyafetten müziğe
kadar her alanda değişik yoğunluklarda mücadele vermektedir. Bu vesileyle bu bütçenin hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çelik. Sayın milletvekilleri, konuşmalar tamamlanmıştır. Şimdi, sorular bölümüne geçiyoruz. 10 dakika soru sorma, 10 dakika da yanıt verme süresi olacak. Birinci sırada Sayın Nesrin Ünal, buyurun NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın İstemihan
Talay'a sorum olacak. Öncelikle İç Anadolu'da yaşanan depremden dolayı milletimize geçmiş
olsun diyor, baş sağlığı diliyorum. Sayın Kültür Bakanımızın, Antalya'ya ve arkeolojik mirasa verdiği
önemden ve özellikle Belkıs beldesine yaptığı katkılardan dolayı teşekkür
ediyorum. Sayın Bakanım, Anadolu'da insanlar yüzyıllardır uygarlıklarla iç içe
yaşamış; ancak, zamanımızda insanlarımız kültür eserleriyle iç içe yaşamaya
zorlanmaya başlamışlardır; bu durumda
kültür de haklıdır, insanlar da haklıdır. Örnek: Yüzyıllar önce Aspendos
Tiyatrosu yakınına kurulmuş Belkıs Beldesi veya yine binlerce yıllık Kaleiçi'nde
yüzyıllardır yaşayan Gazi Paşa'nın Güney Köyü gibi... Şu anda buralarda yaşayan
insanların evleri yıkılmış, evlerini tamir etmek için veya -çocuklarını
evlendirmişler- genişlemek için bir çivi bile çakamıyorlar. Aynı şeyi
Antalya'da birçok yörede yaşıyoruz. İnsanımız, kültürün de korunmasını
istiyorlar; ama, kendilerine de devletin sağlıklı yol göstermesini bekliyorlar.
SİT alanı konusunda bu insanların mağduriyetlerini giderecek projeleriniz var
mı? İkinci sorum: Antalya Kale'den, yani Demre'den oldukça yoğun tepkiler
aldık; vatandaşlar, Noel Baba Kilisesi Vakfının özel bir vakfa devredildiğini
ve şu anda da kilise etrafının oldukça geniş olarak Kültür Bakanlığı tarafından
istimlak edildiğini söylüyor. "Bunda ne var" diyecek olursanız,
Demreliler diyor ki: "Bu kültürü yıllardır biz canımız gibi koruduk; ama,
istimlak edilen alanlarda vakfı devralan özel vakıf, dükkânlar açıp tekelleşme
mi olacak? Ve Demre'nin küçük esnafı mağdur edilecek mi? Yani, Demreliler,
yüzyıllardır koruduğu kültür eserlerini, ekonomik faydaya artık kendileri
çeviremeyecek mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Ünal. Sayın milletvekilleri, soru sorma işlemini biraz daha az zaman
içerisinde tamamlarsak, daha fazla arkadaşımızın soru sormasına imkân sağlamış
oluruz; teşekkür ederim. Sayın Murat Akın, buyurun. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Akın yoklar efendim; sorusunu onun
yerine ben sorabilir miyim? (DSP sıralarından ("Olmaz Sayın Başkan"
sesleri) BAŞKAN - Kabul etmiyorlar efendim. Sayın Öztürk, buyurun. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Sayın Başkan, aracılığınızla, önce,
Sayın İçişleri Bakanımıza sormak istiyorum. Silah taşıma ruhsatı verilmesinde, hem vekiller hem de valilerimiz çok
sıkıntılıdır. Sayın Bakanım, bu işe kesin bir çözüm ne zaman getirilecektir?
Şartlar değiştirilerek, taşıma ruhsatı şartları ağırlaştırılacak mıdır veya
mevcut şartları yerine getiren vatandaşlarımıza aracısız, ruhsat ve-rilecek
midir? İkinci sorum: Sayın Bakanım, her silah ruhsatı sahibine, daha önce, 259
adet mermi veriliyordu. Şimdi, bu, 100 adede düşürüldü. Kaçakçılığı önleme
açısından, acaba, bu, tekrar 250'ye çıkarılamaz mı? Sayın Kültür Bakanıma sormak istiyorum. Sayın Bakanım, iktidar ve
muhalefetiyle ve bir de başarılı bürokratlarınızla birlikte, çok uzun ve
detaylı bir çalışmayla, ülkemiz ekonomisi ve sanatçılarıyla ilgili telif
hakları yasa tasarısı, komisyonlardan
çıktı; Meclis Genel Kuruluna ne zaman gelecektir? Kültür Bakanıma son sorum: Sayın Bakanım, Rize'nin İkizdere Kazasında,
inşaatı beş yıldır devam eden kültürevinin inşaatı ne zaman tamamlanacaktır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Öztürk. Sayın Kemal Çelik, buyurun. KEMAL ÇELİK (Antalya) - Sayın Başkan, aşağıdaki sorularımı, Sayın
İçişleri Bakanımıza yöneltiyorum. Şu anda, Türkiye'de en çok ihtiyaç duyulan yasalardan birisi, yapısal
reformlar kapsamında, mahallî idareler yasa tasarısıdır. Sürekli konuşulan,
ancak, bir türlü Meclise sevk edilmeyen bu tasarı, niçin, hâlâ Bakanlar
Kurulunda bekletilmektedir? Bu konuda, Bakanlar Kurulunda bir anlaşmazlık söz
konusu mudur? Türkiye Büyük Millet Meclisine ne zaman sevk edilecektir? Sayın
Bakan tarih verebilir mi? Örneğin, 2001 yılı ocak ayı içerisinde Meclise
sunulabilir mi? Yine, bu kapsamda, yürüttükleri görev ve hizmetle mütenasip malî
imkânlara sahip olmayan köy ve mahalle muhtarlarının maaşlarını, günün ve
hizmetin şartları çerçevesinde artırmayı düşünüyorlar mı? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çelik. Sayın Atahan, buyurun. NAMIK KEMAL ATAHAN (Hatay) - Sayın Başkan, ben, sorularımı, İçişleri
Bakanı Sayın Sadettin Tantan'a yöneltmek istiyorum. Birinci sorum : Birkaç gün önce sokağa dökülen, amirlerini bile
dinlemeyen çevik kuvvet ekibinde, askerliğini yapmamış kaç bin polis vardır? İkinci sorum; Emniyet Genel Müdürü, Şartla Salıverme Yasasının, işkence
yapan polislerin affa girmemesini eleştirmesi açıklamasını yapmadan önce, acaba
Sayın Bakandan izin almış mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkürler. Sayın Kardeş, buyurun. ŞABAN KARDEŞ (Bayburt) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın
Bakanlarıma şu soruları yöneltmek istiyorum. Birinci sorum, Sayın İçişleri Bakanına. Sayın Bakanım, az önce Sayın
Bozkurt arkadaşımızın da değindiği gibi, silâh ruhsatı konusunda bayağı bir
sıkıntı yaşanmaktadır ve seçilmişlere ruhsat verilmektedir. Milletvekillerine,
belediye başkanlarına, il genel meclisi üyelerine, muhtarlarımıza taşıma
ruhsatı verilmektedir. Belediye meclisi üyeleri de seçilmiş olmalarına rağmen, maalesef, bunlar
ruhsat alamamaktadırlar. Bunlara ruhsat vermeyi düşünüyor musunuz? İkinci sorum, Sayın Kültür Bakanımıza. Sayın Bakanım, Bayburt Kültür
Merkezi inşaatı 1993 yılında başlamış ve aradan yedi yıl geçmiştir. Maalesef,
henüz yüzde 50'si tamamlanmıştır. 2001 yılı içerisinde, bu kültür merkezi
inşaatını tamamlamayı düşünüyor musunuz? Sayın Kültür Bakanımıza ikinci bir sorum var. Yine Bayburt'la ilgili.
Bayburt Kalesi, milattan önce 58 yıllarına dayanmaktadır; fakat, bakımsızlık
nedeniyle dökülmektedir. Restorasyon çalışmaları çok yavaş gitmektedir. Bunun
hızlandırılmasını düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kardeş. Sayın Yalçınkaya?.. Yok. Sayın Sökmenoğlu?.. Yok. Sayın Çümen; buyurun. MEHMET ÇÜMEN (İzmir) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Kültür
Bakanım İstemihan Talay'a soru yönelteceğim. Öncelikle, oluşturulan web sitesi konusunda, şahsına ve şahsında
personeline teşekkür ediyorum. Bundan sonraki web sitesinin gelişme sınırları ne olacaktır? Beş dilde
yayın yapıyoruz dediniz. Dil sayısının artması söz konusu olacak mıdır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çümen. Sayın Seyda; buyurun. ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın
İçişleri Bakanımızdan, aşağıdaki sorumun cevabını talep ediyorum: Son dönemlerde, bölgemizde, asayişin sağlanmasıyla vatandaşlarımızda
rahatlama olmuştur. Ülke ve bölge ekonomisi açısından, hayvancılığın gelişmesi
için, çayır ve meraların kullanıma açılması ve yasakların kaldırılmasını ne
zaman düşünüyorsunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın Kılınç; buyurun. HİDAYET KILINÇ (İçel) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Kültür
Bakanımız tarafından, aşağıdaki sorumun cevaplandırılmasını istiyorum: İçel'in Anamur İlçesi, Türke mevkiinde mezarı olduğu söylenen,
Anadolu'ya ilk gelen alperenlerden olan Sarı Saltuk'un mezarı hakkında bir
çalışma yapmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın Yaşar; buyurun. BEDRİ YAŞAR (Gümüşhane) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Kültür Bakanıma,
aşağıdaki soruları sormak istiyorum: Gümüşhane ve kazalarında, Kültür Bakanlığının herhangi bir faaliyeti
yok. Hiç olmazsa, kütüphane bazında, ilçelerde, böyle bir yatırım yapmayı
düşünüyor musunuz? Gümüşhane ile ilgili başka bir yatırımınız var mı? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Soru sorma işlemi tamamlanmıştır. Buyurun Sayın Bakan. 5 dakikalık süreniz var. KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) - Sayın Ünal'ın sorularına yanıt
veriyorum. Koruma planlarını daha gerçekçi boyutlarda yaptığımız zaman, sit
alanlarında yaşayan insanlarımız ile korunacak eserler arasındaki dengenin,
birlikte yaşama imkânının gelişeceğini düşünü-yorum. Bu çerçevede, önümüzdeki
yıl, Belkıs'la ilgili olarak, koruma imar planlarını Bakanlık olarak
yaptıracağız. Demre'de yaptığımız uygulama, çok özel bir uygulama olarak
düşünülebilir. Noel Baba Kilisesi, uzun yıllardan beri, imkânsızlık nedeniyle
restore edilemiyordu. Bizimle bağlantı içinde olan vakıf, buranın mülkiyeti
veya kullanımı üzerinde herhangi bir hak talep etmemek kaydıyla; ama, burayı,
Bakanlıkla birlikte elde edilecek, yaratılacak fonlarla onarma konusunda bize
bir taleple geldi. Sivil toplum örgütlerinin özellikle restorasyon
faaliyetlerinde ve koruma çalışmalarında görev almalarını desteklediğimiz için
ve kaynak yaratabileceklerine de inandığımız için, onlarla bu protokolü
gerçekleştirdik. Kilisenin etrafında yapılacak olan her türlü istimlak,
kilisenin ve çevresinin korunmasına dönük bir yaklaşımdır. Oraları vakfa verip,
onları rant tesisi yapmaları konusunda hiçbir düşüncemiz, değerlendirmemiz
yoktur. Telif Hakları Yasa Tasarısı geçti, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminde şu anda 34 sırada bekliyor; ancak, gündemin yoğunluğu nedeniyle,
bunun hemen yasalaşması, şu anda yakın bir ihtimal olarak görünmemektedir; ama,
bir an evvel yasalaşmasının da gerekli ve yararlı olduğuna ben de yürekten
inanıyorum ve gündemin yeniden oluşması konusunda, ben de çaba içinde olacağım.
Bayburt ile ilgili olarak, kalenin restorasyonu konusunda bu yıl
başlattığımız çalışmaları çok hızlı ve yoğun bir biçimde devam ettireceğiz ve
çok kısa zamanda da iyi bir sonuç alacağımızı düşünüyorum; ancak, kültür
merkeziyle ilgili çalışmalarımızın ödenek imkânsızlığı nedeniyle bu yıl pek
fazla ilerleyeceğini ifade edemediğim için üzgünüm. Web sitesinin geliştirilmesi konusunda uzmanlarımız çalışıyorlar. Yeni
kültürel birikimlerin, değerlerin kaydedilmesi şeklinde bir gelişmeyle
birlikte, yeni diller, özellikle Japonca üzerinde ağırlıkla duruyoruz.
Önümüzdeki yıl bir çalışmanın başlayacağını ifade ediyorum. Anamur ile ilgili olarak o soruyu tam alamadım Sayın Kılınç; sonra ben
size bilgi vereyim. Çok teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım. Sayın İçişleri Bakanım... İÇİŞLERİ BAKANI SADETTİN TANTAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; silah taşıma ruhsatıyla ilgili yönetmelik 1999 yılında
değişmiştir. Yönetmelik çerçevesinde, silah taşıma kısıtlanmıştır. O kısıtlama
doğrultusunda, valilerin, o yönetmelik çerçevesinin dışında silah taşıma
ruhsatı verme yetkisi yoktur. Mermi konusuna gelince, mermi adedi düşürülmüştür; çünkü, ülkemizdeki
maçlardan sonra meydana gelen olaylarda ölüm olaylarının artması nedeniyle
yönetmelik değiştirilmiştir. Sayın milletvekilimiz Kemal Beyin sorusuna cevabım : Mahallî idareler
konusuyla ilgili çalışmalar son noktaya gelmiştir, imza tamamlanmak üzeredir.
Önümüzdeki 2001 yılında Meclise geleceğini ümit ediyorum. Bu yasa çerçevesi
içerisinde, köy ve mahalle muhtarlarının maaşlarının iyileştirilmesi de o
yasanın içerisinde vardır. Sayın milletvekilimizin, askerlik yapmayan personelle ilgili ifadeleri
vardı. Şu anda, 5 000 polis memuru askerliğini yapmak üzeredir. Elimizdeki
rakamlara göre, aşağı yukarı 2 000 küsur memur da askerliğini yapmak üzere
beklemektedir; ama, daha sağlıklı rakam verebilmek için, onu da yazılı olarak
bildireceğiz. Ayrıca, af yasasıyla ilgili çalışmalarda genel müdürümüz bizim
tarafımızdan görevlendirilmiştir. Yine, bir sayın milletvekilimizin, taşıma ruhsatıyla ilgili, bu taşıma
ruhsatları diğer yerlere teşmil edilebilir şeklinde ifadesi oldu. Yönetmelik
değiştiği için, yönetmeliğin dışında taşıma ruhsatı verme yetkimiz yok; ancak,
o yönetmelik değiştiği takdirde verilebilir diye düşünüyorum. Meraların açılmasıyla ilgili; meralar, bu yıl, asayiş yönünden riskli
olmayan yerlerde bütünüyle açılmış vaziyettedir. Oran olarak bakıldığında,
aşağı yukarı yüzde 80-90'lara varan bir şekilde meralar hizmete sunulmuştur. Cevaplanacak Başka da soru yok. Teşekkür ederim Başkanım. BAŞKAN - Teşekkürler. Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemi tamamlanmıştır. Şimdi, sırasıyla, dokuzuncu turda yer alan bütçelerin bölümlerine
geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım. Kültür Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: A) KÜLTÜR BAKANLIĞI 1. – Kültür Bakanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Kültür Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. 2. – Kültür Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı BAŞKAN- Kültür Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Kültür Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. İçişleri Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: B) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI 1. – İçişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. İçişleri Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. 2. – İçişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı BAŞKAN- İçişleri Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: İçişleri
Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. İçişleri Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunu-yorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: a) EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Emniyet Genel Müdürlüğü 2001 Malî
Yılı Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. 2. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Emniyet Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum : Emniyet
Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: b) JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI 1.- Jandarma Genel Komutanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. T
O P L A M 831 547 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. 2 – Jandarma Genel Komutanlığı 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Jandarma Genel Komutanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Jandarma Genel Komutanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: c ) SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 2001 Malî
Yılı Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. 2. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Sahil Güvenlik Komutanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Sayın milletvekilleri, Kültür Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet
Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının
2001 malî yılı bütçeleri ile 1999 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir.
Bütün kurumlarımıza ve ülkemize hayırlı olmasını temenni ederim. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, dokuzuncu tur görüşmeler tamamlanmıştır. Onuncu tur görüşmelere başlıyoruz. Onuncu turda, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Karayolları Genel
Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü bütçeleri
yer almaktadır. C) BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANLIĞI 1. – Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 1999
Malî Yılı Kesinhesabı a) KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Karayolları Genel Müdürlüğü 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Karayolları Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı D) SAĞLIK BAKANLIĞI 1. – Sağlık Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Sağlık Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve hükümet hazır. Sayın milletvekilleri, 30.11.2000 tarihli 23 üncü Birleşimde, bütçe
görüşmelerinde, soruların, gerekçesiz olarak, yerinden sorulması ve her tur
için soru cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması kararlaştırılmıştır. Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen
milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar, sorularını sorabilmeleri için,
şifrelerini yazıp parmak izlerini tanıttıktan sonra, ekrandaki söz isteme
butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıklar yanıp
sönmeye başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır. Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki
sıraya göre sorularını yerlerinden soracaklardır. Soru sorma işlemi 10 dakika içerisinde tamamlanacaktır; cevap işlemi de
10 dakikalık süre içerisinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi 10 dakikadan önce
tamamlanır ise, kalan süre için sıradaki soru sahibine söz verilecektir. Bu hususu bilgilerinize sunuyorum. Onuncu turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum: Grupları adına: Doğru Yol Partisi Grubu adına, Muş Milletvekili Mümtaz
Yavuz, Gaziantep Milletvekili İbrahim Konukoğlu; Fazilet Partisi Grubu adına,
Kahramanmaraş Milletvekili Ali Sezal, Adana Milletvekili Ali Gören, Batman
Milletvekili Alaattin Sever Aydın; MHP Grubu adına, İzmir Milletvekili Yusuf
Kırkpınar, Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu, Adana Milletvekili Metanet
Çulhaoğlu, Yozgat Milletvekili Mesut Türker, Isparta Milletvekili Osman Gazi
Aksoy; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Antalya Milletvekili Sancar Sayın,
Kocaeli Milletvekili Turhan İmamoğlu, İzmir Milletvekili Suat Çağlayan, Bilecik
Milletvekili Sebahat Vardar; Anavatan Partisi Grubu adına, Kırıkkale
Milletvekili Nihat Gökbulut, Afyon Milletvekili Halil İbrahim Özsoy. Şahsı adına: Lehinde, Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı;
aleyhinde, Çankırı Milletvekili Hüseyin Karagöz, Muş Milletvekili Sabahattin
Yıldız. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Muş Milletvekili Sayın Mümtaz Yavuz,
buyurun efendim. Sayın Grup Başkanvekili, konuşmacılar süreyi eşit mi kullanacaklar
efendim? TURHAN GÜVEN (İçel) - Eşit kullanacaklar Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun Sayın Yavuz. DYP GRUBU ADINA MÜMTAZ YAVUZ (Muş) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Bayındırlık ve İskân Bakanlığının 2001
malî yılı bütçesi üzerine Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım; sözlerime başlamadan önce, Grubum ve şahsım adına,
televizyonları başında bizleri izleyenlerin ve Yüce Heyetinizin gelecekteki
ramazan bayramını kutlar, hepinizi saygıyla selamlarım. Değerli milletvekilleri, kendisine bağlı kurum ve kuruluşlarla
Türkiye'nin en önemli ve sorumlu bakanlığının bütçesi üzerinde 15 dakika gibi
kısa bir sürede fikir beyan etmek hemen hemen imkânsız. Türkiye'nin imarından
tek sorumlu olan Bayındırlık ve İskân Bakanlığının önemi 17 Ağustos 1999, asrın
depremi diye adlandırılan Gölcük depremiyle bir kere daha artmış bulunmaktadır.
Bu nedenle, felaketin oluş ve sonrasında yaşanan olaylarla yapılması
gerekenleri Yüce Heyetinize arz edeceğim. Dün, Afyon ve Bolvadin'de meydana gelen 5,8 şiddetindeki depremde
ölenlere Cenabı Allah'tan rahmet, tüm milletimize geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum.
Bu kadar önem ve ehemmiyet arz edip, Türkiye'nin afeti, altyapısı, imar,
ulaşım ve trafiğinden sorumlu bu bakanlığa 2001 yılında ayrılan kaynak toplam
bütçenin yüzde 3'ünü oluşturup, 1 katrilyon 471 trilyondur. Hortumculardan,
balinacılardan, hayalî ihracatçılardan ve bütçedeki vergi gelirlerinin silip
süpürdüğü faizlerden geriye bir şey kalmadığından dolayı, bütçenin yüzde 3'ü
gibi cüce bir payla yaşanan deprem felaketlerinin yaralarını mı, 3 254 il ve
ilçenin imarını mı, ülkenin ihtiyacı olan binlerce kilometre il devlet
otoyollarını mı, binlerce konut ve kamu sektörünün ihtiyacı olan tesisleri mi
yapsınlar? Bunun imkânsız olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bu nedenle,
eleştirilerimiz yapıcı olmak kaydıyla, insaf ve izan ölçülerinde dahilinde
olacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde yaşadığımız Anadolu
Yarımadası, Afrika Kıtasıyla Arap Yarımadasının sürekli baskısı altında
bulunmaktadır. Bu baskı sonucunda, Anadolu Yarımadası 2,5 santim gibi bir
mesafe, güney batıya ötelenmektedir. Ülkemizde iki fay hattı bulunmaktadır;
Kuzey Anadolu fay hattı 10 kilometre derinliğinde olup, Doğu Anadolu fay hattı
ise 25 kilometre derinliğindedir. Şiddetli deprem sayılan 6 Richter ve
üzerindeki depremler, bu fay hatlarında meydana gelen en az 2,5 metre çatlaklar
sonucu oluşmaktadır. Böyle varsayımla, 2,5 metre bir çatlağın oluşabilmesi
için, yılda 2,5 santimetre gibi bir öteleme sonucu, bu depremlerin, teoride,
yüz yılda veyahutda yüzelli yılda bir olması düşünülebilir. Oysa, ülkemizin
Kuzey Anadolu fay hattı üzerinde bulunan Adapazarı ve Bolu civarında, 1943,
1944, 1949, 1953, 1967, 1999; Erzincan ve civarında, 1939, 1942, 1943, 1992;
Varto'da, 1949, 1966 yıllarında, aletsel büyüklüğü 7 Richter ve onun üzerinde
olan depremler meydana gelmiştir. 1700'lü ve 1800'lü yıllarda, Doğu Anadolu fay
hattında çok sık, şiddetli depremler oluşmuş. Bundan anlaşılacağı gibi,
Anadolumuzun bulunduğu bu iki hareketli fay hattı, teoriden çok farklılık
göstermektedir; söylenildiği gibi, yüz yıl yerine, bazen yedi ay, bazen de
-Gölcük ve Düzce depreminde olduğu gibi- üç ay gibi kısa sürelerle tekrar
edebilmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüldüğü üzere, ülkemiz, ne
zaman, hangi şiddette ve nerede olacağı belli olmayan korkunç deprem
felaketleriyle her zaman yüz yüzedir. Söylenildiği gibi, depremler can almaz; canı, yıkılan binalar alır. Bu
varsayım ve acı gerçekten hareket ederek -Cenabı Allah'tan, tekrarını nasip
etmesin dileğiyle- her zaman bu felaketlere karşı tedbirli ve temkinli olmak
zorundayız. Bakanlık, mevzuat eksikliklerinin giderilmesi için bir dizi düzenleme
yapmıştır. Yasal düzenleme çalışmaları kapsamında, afete duyarlı deprem
yönetmeliği yayımlanmıştır. Yapıda can güvenliğini sağlamak ve kaynak israfına
sebep olan plansız, kontrolsüz ve kalitesiz yapılanmayı önlemek amacıyla
Bakanlıkça hazırlanan Yapı Denetim Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 10 Nisan
2000 tarihinde yayımlanmıştır, uygulama Yönetmeliği de çıkarılarak, 27 pilot
ilde, 10 Temmuz 2000 tarihinden itibaren uygulamaya konulmuştur. Bu denetimler
artırılmalı ve uygulamaları yaygınlaştırılmalıdır. Ülkemizin bu acı gerçeğini,
sadece konut inşaatında değil, tüm altyapı çalışmalarında da göz önünde
bulundurmalıyız. Sayın milletvekilleri, depremden sonra acz içerisine düşen Hükümetin
Başbakanı, çok biliyormuş gibi "önce çadır, sonra prefabrike, sonra kalıcı
konut" diye üç kademeli bir çözüm önerdi. Hükümetin sayın bakanları da,
sanki maden bulmuş gibi, Sayın Başbakanın ortaya koymuş olduğu, hiç de mantıklı olmayan bu önerisini benimseyip,
kolları sıvamışlardır. Olan kime oldu; olan, tabiî ki, o acı felaketi yaşayıp, yakınlarını,
mallarını, işlerini kaybeden; 16 aydır kışta, karda, yağmurda, çamurda,
soğukta, sıcakta, tozda, dumanda çadır ve prefabrikede yaşayan insanlarımıza
olmuştur. Bu hükümet, yurt dışından alınan 3,5 milyar yardımın dışında toplanan
3,5 katrilyonluk deprem vergilerinin 539 trilyonunu, şu ana kadar deprem
bölgesine harcamıştır. Geriye kalan 3,5 milyar dolar ile 3 katrilyonu da, amaç
dışı, hortumculara kaptırarak, bu çileli vatandaşlarımızın, iki kıştır çadır ve
prefabrikede çile çekmesine neden olmuştur. Hükümet, 31 859 prefabrike için, prefabrikelere 72,5 trilyon, altyapı ve
kamulaştırma, kira, etüt ve proje giderleri olarak da 79,5 trilyon olmak üzere
toplam 152 trilyon harcamış ve 1 192 hektar tarım arazisinin mahvolmasına sebep
olmuştur. 36 metrekarelik prefabrikelerin tanesi 5 milyara mal olmuştur. Bir
yıl sonra 100 metrekare olarak ihale ettiği kalıcı afet konutları, yaklaşık 10
milyar, altyapı ve kamulaştırma bedeli olarak da yaklaşık 5 milyar lira, toplam
15 milyara mal olmaktadır. Bir yıl önce ihale edilen prefabrikenin metrekaresi 150 milyon liraya
mal olmuş, bir yıl sonra ihale edilen kalıcı afet konutlarının da metrekaresi
150 milyon liraya mal olmuş; olan yine bu ülkenin ekonomisine olmuş; ama,
Başbakanın gönlü de hoş olmuştur. Bizim bir yıl önce dediğimiz gibi, hükümet, Mart 1992 Erzincan
depreminde olduğu gibi, hemen deprem akabinde bu kalıcı konutları ihale etmiş
olsaydı, bugün 5 ayda -yani, 150 gün- yapılmasını planlamış olduğu konutlar,
2000 yılı ocak ayında bitmiş olacaktı. Buna 2 ay etüt, proje ve arazi
çalışmalarını ilave etmiş olsak, Mart 2000'de konut sahipleri evlerine taşınmış
olacaktı. Şimdi, hükümet, topladığı deprem vergilerini çarçur ederken, bu işe
ciddîyetsiz bakışından dolayı, depremden bir yıl sonra bulduğu dış krediyle
temmuz sonunda ihale edilen kalıcı konutların yapımı ve altyapı çalışmaları
Mart 2000'i bulacak gibi görünmektedir. Hükümet batık bankalara hemen 6,1 milyar dolar bulurken, zamanında 1
milyar doları bu felaket için ayırabilseydi, bugün 42 000 deprem mağduru aile
sıcak konutlarında oturmuş olacaktı; tabiî ki, yurt dışından alınan 3,5 milyar
doları çarçur etmemiş olsaydı. Bakanlıkça ihalesi yapılan kalıcı afet konutları, Dünya Bankası
kriterlerine uygun, ilanla, şeffaf ve her türlü şaibeden uzak, hak ve
hakkaniyet ölçüleri içerisinde, rekabete açık anahtar teslimi yapılmıştır.
Gönül isterdi ki, altyapı ihaleleri de aynı şeffaflık ve aynı rekabet
koşullarıyla ilanlı yapılabilseydi. Sayın milletvekilleri, 1966 Varto depremiyle ülkemiz çok acı bir gerçeği
yaşamıştır. 35 yıl önce olan Varto depreminin mağdurları, halen barakalarda
yaşamaya devam etmektedir. 35 yıl içerisinde birçok hükümetler değişmiş; ama,
Vartolunun makus kaderi değişmemiştir. Bu ülkede yaşanan birçok felaketin
yaraları sarılmış; fakat, Vartolunun yarası sarılmamıştır. Bu 35 yıl içerisinde
binlerce Vartolunun hak sahipliği iptal edilmiş, binlerce hak sahibi Vartolu
rahmete kavuşmuş, bu Hak'kın rahmetine kavuşan Vartoluların varisleri hak
sahipliği için halen mahkeme koridorlarında koşuşturmaya devam etmekteler. Devletimiz Vartolunun hakkını vermek için Varto'da bir başka depremin
olmasını mı bekliyor? Vartolu düşünüyor, ülkenin her yerinde yaşayan bu ülkenin vatandaşı da
acaba Vartolu bu ülkenin vatandaşı değil mi? Sayın Bakan, sayın hükümet; el insaf artık! Bir hayaliciye verilen 1,7
milyar doların yüzde 2'si kadar Varto'nun ve Muş'un mağdurlarının konutlarına
verilse, hiçbir sorun kalmayacak. Muş ve Vartoluya, yine çok enteresan ve bir başka haksızlık daha
yapılmaktadır. Diğer deprem bölgelerinde evini yapana yardım metoduyla 6 milyar
ödenirken, Muş ve Varto'da evini yapana yardım metoduyla 3,5 milyar
ödenmektedir. Sanki, diğer deprem bölgelerinde binalar beton ve demirden
yapılıyor; Muş ve Varto'da ise, çamur ve taştan yapılıyormuş gibi. Bunun hangi
akıl ve mantıkla yapıldığını anlamak mümkün değildir. Sayın milletvekilleri, Yapı İşleri Genel Müdürlüğünün 2001 yılı yatırım
ödeneği 5 trilyon 305 milyar, diğer kurum ve kuruluşlar adına yürütülen
yatırımlar için Genel Müdürlük bütçesine aktarılacağı tahmin edilen 120
trilyondur. Oysa, bu Genel Müdürlüğün cari harcamaları 28 trilyondur. 125
trilyonluk bir yatırımın kontrolluk hizmeti için 28 trilyon harcanıyor. Şimdi, deprem bölgesinde konutların kontrollük ve müşavirlik hizmetleri;
yani, 62 trilyonluk bir yatırım işinin kontrollüğü 1,2 trilyona
yaptırılmaktadır. Şayet işin kontrollüğünü devlet yaptığında inşaat maliyetinin
yüzde 22'si kadar kontrollük hizmeti ödeniyor; özel müşavirlik hizmeti yaparsa,
bu, yüzde 2'ye iniyor. Bunun böyle olmasının bir nedeni de, Bakanlığın Kuruluş
Kanununda, her tür üstyapının Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca yapılması hükme
bağlanmış olmasına rağmen, Millî Eğitim, Sağlık, Adalet ve spordan sorumlu
Devlet Bakanlıkları gibi kuruluşlar, oluşturdukları birimlerle inşaat ihaleleri
ve kontrollük hizmetlerini yapmaktadırlar. Bu da, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının
iş kapasitesini azaltıp kontrollük hizmetlerini ekonomik olmaktan
çıkarmaktadır. Bu konularda bir ihtisas bakanlığı varken, başka bakanlıkların
bu işi yapmasının altında acaba başka bir maksat mı var; bunu da anlamak mümkün
değildir. Bir acı gerçek de, devlet yatırımları yıllara sari ihale edildiğinde,
ödenek yokluğundan ve keşif artışlarından dolayı yıllarca sürüncemede
kalmaktadır. Bu yatırımlar, yıllar sonra tamamlandığında, rasyonel olmaktan
çıkıp, amaca uygun hizmet etmemektedir. Oysa, anahtar teslimi ihale edilen
işler, yılı içerisinde veya bir sonraki yıl tamamlanıp, ekonomiye kazandırılıp
amaca uygun hizmet vermektedir. Sayın milletvekilleri, bugün, ülkemizde yaşanan acı bir gerçek de,
çoğunluğu bu bakanlığın bünyesinde çalışan teknik personelin maaş durumudur. Ülkemizin en güzide kuruluşlarından biri olan Karayolları Genel
Müdürlüğünde, Genel Müdürün maaşı 577 milyon, daire başkanının 406 milyon,
bölge müdürünün 324 milyon, on yıllık mühendisin maaşı 271 milyon ve düz
memurun 135 milyon iken, bir işçinin 760 milyondur. Biz, işçiye çok veriyorsunuz demiyoruz. Zaten, bir işçi, ev kirası
ödeyip, çocuklarını okutup, evin diğer ihtiyaçlarını karşılaması için, bugünün
şartlarında, en az bu parayı alması lazım. Biz, di-yoruz ki: Yıllarca okuyup,
dirsek çürüten, trilyonlarca hakedişin altına imza atarak mesuliyete giren bu
mühendislerin günahı ne? Bunun günahı çok okuyup mühendis olmak mı?
Karayollarında, Devlet Su İşlerinde, Yapı İşlerinde, İller Bankası ve Tarım
Bakanlığı gibi kuruluşlarda bir şoför veya bir işçi 1 milyar maaş alırken, bir
bölge müdürünün 324 milyon maaş alması, bu bölge müdüründe ne gibi çalışma
şevki sağlayabilir?! Varsa, hepsi için vardır, yoksa, herkes için yoktur. Bu ücret
adaletsizliğinin tez elden düzeltilmesi lazım. Aksi takdirde, bu teknik
elemanlardan beklenilen iyi niyet ve gayreti bulamayız. Bu, teknik elemanı
yolsuzluğa teşvik etmek anlamına gelmektedir. Değerli milletvekilleri, Karayolları Genel Müdürlüğüne, yatırımlar için
istediği 2 katrilyon ye-rine, 593 trilyon ödenek verilmiştir. BAŞKAN - Sayın Yavuz, son 1 dakikanız. MÜMTAZ YAVUZ (Devamla) - 400 trilyonu cari olmak üzere, toplam bütçesi 1
katrilyon 32 trilyondur. Şimdi, Karayolları, bu parayla hangi il, hangi devlet
yolunu, hangi otoyolu inşa etsin?! Yıllarca yapımı süren Muş-Varto, Varto-Erzurum, Bulanık-Varto,
Malazgirt-Ahlat, Muş-Tatvan devlet yollarının yapımı için ihtiyaç duyulan
ödenekler verilmediğinden dolayı, işler yıllarca sürüncemede kalmaktadır. Çok
kötü şartlarda sağlanan ulaşım, bu yollardaki araçların ekonomik ömrünü
kısaltıp, büyük zararlar vermektedir. Sürenin azlığından dolayı sözümü burada kesiyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlar, herkese hayırlı akşamlar dilerim.
(DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yavuz. Sayın Konukoğlu, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2001 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesi hakkında Grubum adına söz
almış bulunuyorum; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına, Yüce Meclisi ve
televizyonları başında bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Devlet, vatandaşlarının, hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmelerini sağlamakla görevlidir; Anayasamızın 56 ncı maddesinde, bu, gayet
açıkça zikredilmektedir. Yıllardır düzeltilemeyen sağlık hizmetlerindeki
sorunların çözülmesi ve halkımızın hakkı olan kaliteli ve ulaşılabilir sağlık
hizmetine kavuşturulması, hükümetlerin görevidir. Sayın milletvekilleri, 57 nci hükümetin üçüncü sağlık bütçesini
görüşüyoruz. Bu bütçeyle, sağlık sorunlarına çözüm bulunacağını umarken, hayal
kırıklığına uğradık. Sağlık Bakanlığı bütçesinin genel bütçe içerisindeki payı,
uzun bir dönemden beri, yüzde 3 civarındayken, bu hükümet döneminde giderek
düşmüştür. 2001 yılında genel bütçe içerisinde Sağlık Bakanlığına ayrılan pay
yüzde 2,66'ya düşmüştür. Son yıllarda, bu payın, sağlığa ayrılan en düşük pay
olduğu, bizzat Sağlık Bakanı tarafından ifade edilmektedir. Geçen yıl 1
katrilyon 59 trilyon lira olan Sağlık Bakanlığı bütçesi, 2001 yılında 1
katrilyon 280 trilyon liraya çıkmıştır, yani, yüzde 20 artmıştır. Enflasyonun
yüzde 45 olduğu düşünülürse, bütçedeki azalma ortaya çıkar. Ayrıca, bu bütçenin
yüzde 77'si personel gideri olup, sadece yüzde 9'u yatırıma ayrılmıştır. Sağlık
Bakanlığı, yatırıma ayrılan bu 115 trilyon lirayla, 90 hastane, 92 sağlık
ocağı, 57 sağlık evi ve diğer 20 tesisin bitirilmesini planlamaktadır. Sağlık
Bakanlığı, bu parayla, bırakın bunları, 90 hastaneyi bile donatamaz,
cihazlarını alamaz. Ülkemizde, Sağlık Bakanlığına ayrılan pay çok düşüktür. Türkiye, kendi
gelir grubuna giren ülkeler arasında, Sağlık Bakanlığına en düşük kaynak ayıran
iki ülkeden birisidir. Türkiye'de sağlık harcaması içindeki koruyucu sağlık hizmetlerinin payı
da çok düşüktür; yıllar içinde bu pay daha da düşmüştür. Bu pay 1992'de yüzde
2,2 iken, 1996 yılında binde 9'a düşmüş; 2000 yılında koruyucu sağlık
hizmetlerine ayrılan 1,69 trilyon ise, ancak binde 1,5'e ulaşmaktadır.
Türkiye'de bulaşıcı hastalıkların sıklığı, aşıyla korunabilen hastalıkların
fazlalığı ve nüfus artış hızının yüksekliği göz önüne alınırsa, bu oranın
düşüklüğü ve önemi daha iyi anlaşılır. Değerli milletvekilleri, toplumsal sağlık düzeyini ölçmekteki en önemli
göstergeler, çocuk ölüm hızı ve bebek ölüm hızıdır. Avrupa ülkeleri içinde
çocuk ve bebekleri en çok ölen ülke, maalesef, Türkiye'dir. 1999'da bebek ölüm
hızının binde 36,8'e düşmesine rağmen, komşu ülkelerde, sadece Irak bizden
fazladır, Suriye bizim seviyemizdedir. 1992 yılında fakir ve ödeme gücü olmayan vatandaşlar için çıkarılan
yeşil kart uygulamasından yararlananların sayısı 9 milyon 657 bini bulmuştur.
2001 yılında 9 milyon 750 bin olarak tahmin edilmektedir. Yeşil kartlı bu 9
milyon 750 bin kişi için bütçeden 105 trilyon ayrılmıştır. Kişi başına 10
milyon 769 bin lira düşmektedir. Bir kutu antibiyotik bile 10 milyon liranın
üzerindeyken, bu parayla, bir kişinin bir yıllık tedavi masrafı karşılanabilir
mi? Bütün bu olumsuzlukların yanında, Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık
kuruluşları verimsiz kullanılmaktadır. Hastanelerde yatak işgal oranı düşüktür,
hastaların ortalama yatış süresi uzundur. Bazı sağlık kuruluşlarında yeterli
hekim olmasına rağmen, oda ve personel olmadığı için, polikliniklerden çok azı
çalışmakta ve hastalar, bu yüzden, saatlerce kuyrukta beklemektedir. Bazı
kuruluşlarda personel ve oda olmasına rağmen, doktor olmadığı için poliklinik
yapılamamaktadır. Bazı hastanelerde tıbbî cihazlar var, kullanan yoktur. Doktorların baktıkları günlük hasta sayısı arasında da büyük farklar
vardır. Sağlık personelinin dağılımı da sağlık kuruluşları gibi dengesizdir.
Aynı amaçla kullanılan cihazlar, çok çeşitli marka ve tipte olduğu için, bakım
ve kontrolleri zordur. Bazı cihazlar, basit bir arıza nedeniyle tamir
ettirilememekte, aylarca kullanılamamaktadır. Bazı hastanelerde, basit cihazlar
veya uzman doktorlar olmadığı için, hastalar başka hastaneye, hatta başka
şehirlere sevk edilmektedir. Hastanelerde çalışanların yeterli hizmet içi
eğitimi almamaları, maliyet kavramının ve maliyet hesaplama yöntemlerinin
gelişmemiş olması da, hastanelerde verimi düşürmektedir. Hastanelerdeki ve sağlık merkezlerindeki durumdan, hem hastalar hem
çalışanlar memnun değildir. Hastalar şikâyetçidir; kuyruklarda beklemekten,
tetkik ve tedaviler için verilen uzun süreli randevudan şikâyetçidir. Hastanede
çalışan sağlık personeli de şikâyetçidir; yetersiz çalışma ortamı, yetersiz
maaş ve özlük haklarından şikâyetçidir. Tüm bu olumsuzluklarına rağmen, büyük
fedakârlıkla çalışmakta ve takdir edilememektedir. Geçtiğimiz günlerde, doktorlarımız, ilk defa, bir gün iş bırakma eylemi
yaptılar. On yıllık bir doktor 300 milyon, on yıllık bir uzman doktor ise 400
milyon civarında maaş almaktadır. Geçim sıkıntısı içindeki bir doktor, bırakın
bir tıp kongresine gitmeyi, bir tıp kitabı bile alamamaktadır. Bu durumdaki bir
doktor, elbette, hastasına yeterli ve çağdaş tıbbî tedaviyi uygulayamaz. Doktorlar, çok para değil, ailesiyle rahatça hayatını sürdüreceği,
bilimsel yayınları takip edebileceği bir hayat standardı istiyor; geçim
derdiyle uğraşmak yerine, hastasına gerekli ilgi ve alakayı göstermek istiyor.
Eğer, bugün doktorlar sokağa dökülüyorsa, hasta bakılmıyorsa, bıçak kemiğe
dayanmıştır. Bunu iyi değerlendirmeliyiz. Doktorlarla beraber, diş hekimleri, eczacılar, hemşireler, ebeler,
sağlık memurları ve sağlık teknisyenlerinin, zaman geçirilmeden, özlük hakları,
maaşları ve çalışma koşulları düzeltilmelidir. Faydası olmayan gece vardiyası
kaldırılmalıdır. Sayın milletvekilleri, sağlıkta, hastanelerin fizikî durumu ve altyapısı
önemlidir; bundan da önemlisi, sağlık personelinin kalitesidir. Son yıllarda
açılan ve altyapısı yetersiz tıp fakülteleri nedeniyle, tıptaki eğitimin
kalitesi düşmüştür. Fakültelerden yetişen doktorlar arasında büyük farklar
vardır. Nitekim, TUS sınavındaki (tıpta uzmanlık sınavı) neticeler bunun
ispatıdır. Sağlık Bakanlığı, hemşire, ebe ve sağlık memurluğu eğitimini, ilköğretim
sonrası sağlık meslek liselerini artırarak sağlamayı düşünmektedir. Avrupa
Birliği normlarına göre, hemşirelik ve ebelik eğitimi, yükseköğrenime dayalı
olarak yapılmalıdır. Avrupa Birliğine girmek isteyen Türkiye'de, ebe, hemşire
ve sağlık memurları, lise sonrası yüksek eğitimle yetiştirilmelidir. Böylece,
daha iyi eğitim alan ve sorumluluğunu bilen bu sağlık elemanları sayesinde,
kalite de artacaktır. Hemşirelik ve ebelik mesleği, hanımlara iş sağlayan sıradan bir meslek
olarak değil, doktorların birinci derecede yardımcısı ve insan hayatının emanet
edildiği bir meslek olarak kabul edilmelidir. Sağlık Bakanlığı, özellikle poliklinik ve tanı merkezleri adı altında
çalışan, özel kuruluşların standardizasyonu ve kontrolünü sağlamalıdır.
Böylece, bakkal dükkânı gibi, her köşe başına açılan ve kontrol edilmeyen bu
poliklinikler, kontrol altına alınabilecektir. Sayın milletvekilleri, ülkemizde sağlık sistemi çökmüştür. Miadı dolmuş
kanunlarla bu sorun çözülemez. Türk insanı buna layık değildir. 1980'li
yıllardan beri, sağlık reformu yasa tasarısı hep gündemde olmasına, genel
sağlık sigortasından söz edilmesine rağmen, bir türlü gerçekleştirilememiştir.
Avrupa Birliğine girmek için, insanlarımız için bu reformları yapmak zorundayız
ve bu reformları bu Meclis yapmak zorundadır. Geçtiğimiz pazar günü bir gazetede, Paris'te dört yıldır mimarlık okuyan
bir gencimiz bakın ne diyor "Buradayken en ufak bir problemle
karşılaştığımda, insan gibi muamele görmek hoşuma gidiyor. Örneğin, bir
keresinde elimi kestiğimde hastaneye gittim. Türkiye'deki gibi, hastane
köşelerinde kalacağımı düşünürken, hiç öyle olmadı. Bana son derece ilgili
davrandılar ve hemen müdahale ettiler. Elimi dikip, neler yapmam gerektiğini
söylediler, sonra da 'artık gidebilirsin' dedi-ler, hiçbir formaliteyle
uğraşmadım, sosyal güvencem vardı. Daha önemlisi, burada insana değer
veriliyor" Bizim insanlarımız niçin bunlardan faydalanmasın? Sayın milletvekilleri, acil yapılması gereken hususların altını çizmek
istiyorum: Bunun için, Türk Halkının tamamı sosyal sağlık güvencesi kapsamına
alınmalıdır. Sağlık özelleştirilmelidir. Koruyucu sağlık hizmetleri geliştirilmelidir. Sağlık hizmetlerinde çalışan personelin dengeli dağılımı sağlanmalıdır. Sağlık personeline hizmetiçi eğitimler verilmelidir. Sağlık hizmetini
satın alanla, sunan ayrılmalıdır. Sağlık hizmetleri, kaliteli ve ulaşılabilir olmalıdır. Tıp fakültelerindeki eğitim kalitesi artırılmalıdır; nitelikli doktor ve
sağlık personeli yetiştirilmelidir. Birinci derece sağlık hizmetleri desteklenmeli ve kaliteli hale
getirilmelidir. Aile hekimliği müessesesi kurulmalıdır. Hastaneler özerk hale getirilmeli ve rekabet ortamı sağlanmalıdır. Sağlık Bakanlığı, sağlık hizmeti sunan değil, sağlık politikasını
yönlendiren ve kontrol eden durumuna getirilmelidir. Hizmetin sübvanse edilmesi
yerine, gücü olmayan bireyler finanse edilmelidir. Ülkemizde yaşayan insanlarımızın, zaten yaklaşık üçte 2'si SSK, Emekli
Sandığı, Bağ-Kur, özel sağlık sigortası gibi değişik sağlık güvencelerine
sahiptir. Geriye kalan insanlarımızın sağlık güvencesi yoktur. Bunlar, sağlık
hizmetlerinden, paralı olarak, güçleri oranında yararlanmakta; bir kısmı da,
yeşil kart yoluyla, az da olsa sağlık hizmeti almaktadır. Sosyal sağlık güvencesi olmayan vatandaşlarımız sigortalanmalı ve sağlık
güvencesine kavuşturulmalıdır. Bunlardan, gücü olanlardan prim alınmalı, gücü
olmayanların primi ise devlet tarafından karşılanmalıdır. Zaten, bunların yaklaşık
10 milyonu yeşil kartla bu hizmeti, kısmen de olsa almaktadır. Böylece, herkes,
sağlık güvencesi ve sağlık kartına sahip olacaktır. Yani, verilen hizmetin
sübvanse edilmesi yerine, gücü olmayanlar finanse edilmelidir. Herkesin, sağlık sigortasına, sağlık güvencesine kavuşmasından sonra,
isteyen, istediği sağlık kuruluşunda tedavi olmalı, hekimini ve tedavi olmak
istediği yeri kendi seçmelidir. Böylece, sağlık kuruluşları arasında rekabet
artacak, kalite yükselecek ve hizmet ucuzlayacaktır. Sağlık ocaklarına güven olmadığı için, burada tedavi olabilecek hastalar
diğer hastanelere başvurmaktadır. Hastanelere başvuran hastaların çoğu bu
durumdadır. Sağlık ocaklarında EKG, röntgen ve rutin tetkiklerin yapılmasıyla
hastanelerin yükü de azalacaktır. Böylece, hastane kapılarında perişan olan
halkımız, sorununu, çok daha kolay şekilde sağlık ocaklarında çözecektir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 2 dakika içerisinde toparlayınız. İBRAHİM KONUKOĞLU (Devamla) - Peki efendim. Batılı ülkelerde olduğu gibi, aile hekimliği müessesesi kurulmalıdır ve
birinci basamak sağlık hizmetlerini bunlar vermelidir. Herkesin bir aile hekimi
olmalı ve kişiler, aile hekimini kendileri seçmeli veya değiştirebilmelidir;
böylece, rekabet ortamı olur ve kalite sağlanır. Aile hekimleri, acil hastalar
dışında hastalarını kendileri tedavi edecek, uzun süre takip ettikleri
hastalarını daha iyi tanıyacak ve bir hastaneye sevk ettiklerinde ise, vakit
geçirmeden tedaviye başlanacaktır. Aile hekimi, kendisine ne kadar hasta
kayıtlıysa, o kadar çok prim alacaktır. Böylece, ikinci basamak tedavi
kurumları da, yığılmaların önlenmesiyle daha iyi çalışacaktır. Kamu hastaneleri, rekabet ortamında daha iyi hizmet verebilmek için
özerkleştirilmeli ve sağlık işletmelerine dönüştürülmelidir. Böylece, bu
hastaneler, maliyet hesaplarını iyi yapar, gelirleriyle giderlerini karşılar,
rekabet edebilir, kendi personelini, ihtiyacına göre, kendisi alır veya
çıkarır; bunların yönetimleri de, yerel yönetimlere veya hastane çalışanlarına
devredilebilir. Bu şekilde, Sağlık Bakanlığı, ülke genelinde, koruyucu sağlık
hizmetlerine daha fazla kaynak ayırır; sağlık hizmetlerini düzenler, sağlıkla
ilgili politikaları belirler; Sağlık Bakanlığı, hastaneleri sübvanse etmek için
ödediği paradan daha azıyla yoksul vatandaşlarımızın sağlık sigorta primini
karşılar. Sağlık Bakanlığı 2001 yılı bütçesinin, ülkemiz için hayırlı olmasını
diliyor, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Konukoğlu. Fazilet Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ali Sezal.
(FP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, süreleri eşit mi kullanacaklar? AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) - Evet Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun efendim. FP GRUBU ADINA ALİ SEZAL (Kahramanmaraş) - Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 2001 yılı bütçesi hakkında,
Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek için huzurunuzdayım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum efendim. Değerli arkadaşlar, Bakanlığımız, Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, Afet
İşleri Genel Müdürlüğü, Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü, bağlı
kuruluş olarak Karayolları Genel Müdürlüğü, ilgili olarak da, İller Bankası
Genel Müdürlüğü çatısından oluşmaktadır. 2001 malî yılı bütçesi için, Bakanlığa 188 trilyon 55 milyar,
Karayolları Genel Müdürlüğümüze 1 katrilyon 32 trilyon; toplam 1 katrilyon 220
trilyon 55 milyar lira ödenek ayrılmıştır. İller Bankamızın 251 trilyon ödeneği
vardır; yatırımda kullanılacak miktar ise 952 trilyon 810 milyar liradır. Değerli arkadaşlar, Bayındırlık Bakanlığı deyince, maalesef, aklımıza,
hemen deprem geliyor. Yine, geçen gün, bir deprem geçirdik; ölenlere rahmet,
kalanlara şifa diliyoruz; inşallah arkası gelmez niyazında bulunuyoruz. Evet; Bayındırlık Bakanlığı deyince, aklımıza, ilk önce, 7,4 şiddetinde
bir deprem geliyor: Binlerce ölü, şehit, 376 685 ağır, orta ve hafif hasarlı
işyeri ve konut; çok geniş bir bölge, ayrıca, sanayi bölgesi... Valisinden,
sivil savunma uzmanına kadar, belediye başkanından itfaiye erine kadar
depremzede... Ayrıca, büyük bir askeri birliğimiz de depremin tam ortasında. Hep gittik gördük; birçok belediyemiz yardım için orada, sivil toplum
kuruluşlarımız orada; yurdun en ücra köşesinden, kamyonlarla, taksilerle yardım
malzemesi geliyor, herkes oraya koşu-yor; ama, maalesef, biz de gittik gördük
ki, oraya en geç gelen devletti. Oraya ilk önce ulaşması gereken Kızılay da
buna dahildir. Buraya kadar olanları olayın şokuna bağlıyoruz. Hakikaten, yeni bir
hükümet, daha dairelerine hâkim olamamış ve altyapıyı oluşturamamış... Her şeyi
normal karşılıyoruz, olayın, şokun büyüklüğüne veriyoruz, tenkit etmiyoruz;
ama, bir müddet sonra Deprem Vergisi çıkardık; ancak, maalesef, yerinde
kullanamadık ve bizzat bir bakanımızın ifadesiyle, memur maaşlarında kullandık.
Dış yardımları yine zamanında alamadık, kredileri kullanamadık. Oraya
hizmet eden gönüllü kuruluşları, bizzat oradan dışarı çıkardık. "Yapı
denetimi" diye bir şey getirdik; ama, maalesef, inşaatların yapımını bir
sene geciktirdik. Esnafa gerekli desteği veremedik. Halk, halen umduğunu
bulabilmiş değil, halen birçok şikâyetleri var. Biraz önce haberlerde izledim,
ramazan üzeri, belediyemiz, o depremzedelere aş dağıtıyordu ve mikrofonu tutup
"halinden memnun musun?" diye vatandaşa soruyordu. Vatandaş perişan,
biçare halde duruyor... Bölgede, altyapı hizmetleri çalışmalarını, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığımız Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve zannediyorum, İller Bankası
kanalıyla, yürütüyor. Kuruluşumuz, hizmetlerine devam ediyor. Bir hizmet
yapılıyor; ancak, toplanan vergiler, hakikaten, yerinde kullanılıyor mu, israf
mı ediliyor, yoksa bazıları hortumluyor mu? Şu anda elimde, 16.12.1997 ile 11.5.1999 tarihleri arasında yapılmış 25
tane ihalenin tenzilatları var. Örneğin; Adana-Tuzla içmesuyu tenzilatı yüzde
36, Trabzon-Arsin kanalizasyon tenzilatı yüzde 39,40; Muğla-Turgutreis
kanalizasyon tenzilatı yüzde 47,21; Şanlıurfa-Ceylanpınar içmesuyu tenzilatı
yüzde 56,25. Bu hükümetten önce, tenzilatlar, ortalama yüzde 33 ilâ 40 arası
değişiyor; ama, deprem bölgesinde yapılan ihalelere bakıyoruz -ki, çoğu, deprem
bölgesine ilişkin 180 ihalenin dosyası elimde var- 7.9.1999 ilâ 28.3.2000
tarihleri arasında yapılan 150 civarı ihalenin dosyasını şöyle bir
incelediğimizde, misal veriyorum: Bolu Merkez kanalizasyon artı içmesuyu
tenzilatı yüzde 13,10; önceleri yüzde 50-60 arasındaydı; Adapazarı Merkez
kanalizasyon tenzilatı yüzde 14,14; yine, ikinci bir ihale, Adapazarı Merkez
kanalizasyon tenzilatı yüzde 22,20; Ankara Altınova içmesuyu tenzilatı yüzde
17,10; ortalama 15 ilâ 20 arası. Geçici iskân alanlarında altyapı ihaleleri, önceki ihalelere göre
görülmemiş derecede düşük tenzilatla veriliyor. Daha önceleri yüzde 40-50 arası
iken, yüzde 10-20 arasına düşüyor. İşin ivediliği bahanesiyle, ilan yerine davet usulüyle, bankada, hiç
tecrübesi olmayan firmalar davet ediliyor. İşleri alanlar düz ve boş arazide
çalışıyor. Biliyorsunuz, şehir içinde çalışmak zordur; altyapısı var, kanal
geçiyor, su boruları geçiyor, abone boruları geçiyor, PTT'ye ait borular
geçiyor; ama, bu arkadaşlarımız, düz arazide çok normal şartlarda çalışıyor. Sayın Devlet Bahçeli "ihaleye giren MHP'lileri yakarım"
demişti; ama, birçok arkadaşımız var. Sayın Bakanımız, Sabah Gazetesi köşe
yazarı Necati Doğru'ya "MHP'liler işi bıraksın mı" diyor; doğru
söylüyor, ben de katılıyorum. Bir parti yüzde 18 oy almışsa, doğal olarak,
müteahhitlerin de yüzde 18'i MHP'lidir; alması gerekli; ona ben katılıyorum;
ancak, acaba, töreler mi değişiyor, Genel Başkana rağmen ihale veriliyor?!.
Bunu sormak istiyorum. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) - Saçmalıyorsun!.. ALİ SEZAL (Devamla) - Saçmalayan yok efendim. Misal vereyim: 3 trilyonluk 2 ihale var, yüzde 14,6 ile verilmiş. Alan
arkadaşımız, aldığı gün telefonla yüzde 41'le devrediyor. MUSTAFA YAMAN (Giresun) - İsim söyle, kamuoyu duysun buradan. ALİ SEZAL (Devamla) - İsimler var, veririm. Burada ismini söylemek
istemiyorum. İsterseniz bir hayli isim var, veririm; dışarıda veririm, odamda
veririm, buyurursunuz veririm... Zannediyorum, bu ihalelerde de bir düğmeye basan var, bir düğmeye basan
var galiba!.. (FP sıralarından alkışlar) Şimdi örnek veriyorum: Deprem bölgesi prefabrike geçici konutlarda
altyapı inşaatlarında yapılan eksözleşmeler var. İşte, İller Bankasının belgesi
burada. Bir inşaat -ismini vermeyeyim- keşif bedeli 886 milyar, yüzde 30
fazlası da veriliyor 265 milyar; eksözleşmeyle verilen 1 trilyon 900 milyar;
yani, keşif bedelinin iki misli eksözleşmesi var. Dünya tarihinde yok bu! ABBAS BOZYEL (Iğdır) - İsim niye vermiyorsun? ALİ SEZAL (Devamla) - Yine, başka bir misal vereyim; keşif bedeli 538
milyar lira artı yüzde 30'u 161 milyar, eksözleşme 900 milyar. Dünya tarihinde
böyle bir şey yok! Yani, keşif bedelinin üzerinde eksözleşme hakkınız bile
olsa, yapmak doğru değildir diye düşünüyorum. ALİ IŞIKLAR (Ankara) - Eksözleşme niçin yapılır, onu bir öğren. ALİ SEZAL (Devamla) - Biliyorum, onu da biliyorum efendim... Onu da
biliyorum... ALİ IŞIKLAR (Ankara) - Vatandaş duysun, söyle... ALİ SEZAL (Devamla) - Zannediyorum vaktim az kaldı. Müsaade ederseniz... Efendim, karayolları konusuna giremeyeceğim. Elimde bir Resmî Gazete var. Adaletten bahsediyoruz... Sayın Bakanımıza,
zannediyorum, İller Bankası Kanunu burada görüşülürken "belediyelere
haksızlık yapıyorsunuz" diye söyledim. Bana oradan demişlerdi ki "bir
Belen var, o da hakkım olsun..." Biz de burada alkışlamıştık. Resmî Gazete
burada; belediyelere son afet dolayısıyla yapılan yardımların gazetesi (14
Ağustos 2000 Pazartesi; sayı, 24140 mükerrer sayı) Efendim, burada, örneğin, Osmaniye Merkez, 2,70...Deprem mi oldu, yoksa
Sayın Bahçeli'nin memleketi diye mi verildi; sormak istiyorum?!.. Yine, Rize Merkez, katsayı 3... Deprem mi oldu, afet mi oldu?!.. NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Sel götürdü. ALİ SEZAL (Devamla) - Bu da Sayın Yılmaz'ın memleketi; onun için mi
verildi? Burada da adaletsizlik var; niye Rize'ye 3 veriyoruz da Osmaniye'ye
2,7 veriyoruz?! Orada da iki başkan arasında bir adalet sağlamanız lazımdı!.. Şimdi, bunun yanında Adanamız var -hep komşu vilayetlerimiz- Adana iline
1,52 verilmiş... Ne ilgisi var Adana'nın yakın bir dönemde depremle ilgili;
ama, ben biliyorum; Sayın Aytaç Durak, Belediyeler Birliğinin Başkanı, sesi
kesilmek için veriliyor. Olmaz böyle bir şey! (MHP sıralarından gürültüler)
Böyle bir şey olmaz ve benim belediye başkanlarım, hakikaten, perişanlık
içerisinde inliyorlar. Bugün telefon ettiler bana "Başkanım bayram geldi,
memur maaşı veremiyoruz." Sebep; haksız yere kesilen paralar... Biz deprem
bölgesine canımızı bile vermeye hazırız; bunu bilesiniz; ama, yapılan uygulama
adil değildir, adaletsiz bir uygulamayla da bir yere varmak mümkün değildir.
(FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Sezal, sürenizi 1 dakika aştınız; takdir sizin. ALİ SEZAL (Devamla) - Başkanım, sözüm çok; ama, ben vakti uzatmak
istemiyorum; Değerli Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bütçemizin hayırlara vesile olmasını
diliyor, saygılar sunu-yorum efendim. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Gören... (FP
sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA ALİ GÖREN (Adana) - Muhterem Başkan, değerli
milletvekilleri; Grubumun, 2001 malî yılı bütçesi içerisindeki Sağlık Bakanlığı
bütçesiyle ilgili görüşlerini arz etmek üzere, huzurunuzdayım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, ülkemizde sağlık anlayışı ve uygulaması yeniden
yapılandırılma telaşe ve arzularına rağmen, bir türlü bu yönde ilerleme
kaydedilmeyen ve her gelen yıl problemlerin üst üste yığıldığı bir devlet
kurumu olarak ortada durmaktadır. Ulaşılması gereken hedefler ıskalanmış ve
arzu edilen seviyelere de ulaşılamadığı, her aklıselim tarafından tespit
edilmektedir. Sebepler, uzun uzun sayılabilir; ancak, en önemlileri
organizasyon yetersizliği ve bozukluğu, problemlerin karmaşık ve çözümsüz hale
gelmesi, önceliklerin iyi belirlenmemesi, ekonomik kaynakların, hem
yetersizliği hem de olan kıt kaynakların da isabetsiz ve savurgan şekilde
kullanılması olarak sayılabilir. 210 000 personelle yürütülen hizmet anlayışı, ülke genelinde sunulan
hizmetin yaklaşık yüzde 50'sine tekabül etmektedir. 1 208 hastanenin 734'ü,
yaklaşık yüzde 60; 168 000 yatağın 83 500'ü, yaklaşık yüzde 49,5'i bakanlığımız
bünyesinde bulunmaktadır; ancak, öyle dağınık ve hantal bir yapılanma ki, yatak
doluluk oranı, büyük şehirlerde sıra bulunamazken, yer bulunamazken, çevre il
ve ilçelerde neredeyse yüzde 20-30'larda seyretmekte ve bu oran, ortalama yüzde 60'ların altına çekmektedir ve bu,
dünya genelinde az görülen bir tablodur. Sağlık personelinin, 1999'dan bakanlıkta kalan borcu, alacağı 1,5
trilyon lira civarındadır ve halen, bu, ödenmemiştir. 2000 yılında mevcut
ödenekler bitmiş, geriye, personelin, 5 milyar civarında, bakanlıktan alacağı
kalmıştır. Mevcut bütçe fevkalade yetersizdir.
Maliye Bakanlığı bütçesi yüzde 40 civarında artırılırken, Sağlık Bakanlığının
bütçesi yüzde 20 civarında artırılarak, burada da, bu hükümetin, sağlığa
verdiği önemin altı çizilerek vurgulanmış olduğunu görmekteyiz. Bu kıt bütçenin, aşağı yukarı, yüzde 80'i, personel
ve cari harcamalar için tahsis edilmiş olmasına rağmen, personel mutsuz ve
huzursuz; personelin hizmet verdiği halk ise, mutsuz ve umutsuzdur. Avrupa Birliğine girme heyecanı içerisinde bulunan halkımızın onurunu
okşayacak, layık olduğu hizmeti ve
konforu sağlayacak bir hizmeti, OECD ülkeleri önünde övünerek savunulacak,
kaliteli, etkili, erişilebilir ve sürekli bir sağlık hizmeti olarak
sunabildiğimiz iddiasında mıyız; bu hususa verilecek cevap, kriterlere
vurulduğunda, çok acı bir tablo olarak ortaya çıkmaktadır. Bizde, ülkemizde
ortalama yaşam süresi 69,3 yıl olarak ortaya çıkmaktadır; içerisinde bulunduğumuz
ve kendilerine yetişmeye çalıştığımız OECD ülkelerinden 8-12 yıl daha azdır.
Bebek ölümleri oranı, son yıllarda, binde 34,8 civarında seyretmektedir;
bahsettiğim ülkelerden yaklaşık 4-5 kat daha fazladır. Türkiye'de kişi başına
sağlık harcaması çok komik düzeyde kalmaktadır; 140 dolar civarındadır. OECD
ülkelerinde bu oran, aşağı yukarı 1 800 dolar civarındadır; aradaki uçurumu
dikkatlerinize arz ediyorum. Bizde kişi başına ilaç tüketimi 32 dolar, Amerika Birleşik Devletlerinde
319, Japonya'da 425, Fransa'da 435 dolar civarında seyretmektedir. Türkiye'de 806 kişiye bir doktor düşerken, gelişmiş ülkelerde, bu oran,
280-400 kişi civarında değişmektedir. Temel sağlık hizmetleri açısından ise, ülkemizin içinde bulunduğu iç
karartıcı durum, daha da yürekler yakıcıdır. Bebek ve çocuk aşılamaları da,
halen yetersizdir ve bir türlü arzu edilen düzeye ulaşılamamakta, özellikle
köylerde ve beldelerde, çocuklarımız aşılanmayıp, doğal immüniteye terk edilmiş
bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise, her çocuk, doğduğundan itibaren düzenli
aşılanmakta, rapelleri yapılmakta ve takip edilmektedir. Her ailenin hekim, sağlık dosyası, her vatandaşın sağlık numarası henüz
oluşturulmamış, hasta sevk zinciri de kurulmadığından, vatandaşın arzu ettiği
hastaneye kendi başına gitmesi ve sevk edilmemesi nedeniyle, basit bir baş
ağrısı ile beyin tümörü olan hasta, aynı kuyrukta, aynı çileyi çekmekte,
aralarında bir öncelik bulunmadığından, bu hastaların dramatik tabloları,
ülkemiz genelinde her gün yaşanmaktadır. Sosyal güvenlik sistemleri ise, birbirinden ayrı, farklı ve yabancı
olup, halkın arzu ve ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Sosyal Sigortalar
Kurumu yüzde 39, Bağ-Kur yüzde 14, aktif memurlar yüzde 10, Emekli Sandığı yüzde
3, yeşil kart yüzde 15, özel sigortalılar yaklaşık yüzde 1, hiç sosyal
güvenliği olmayan vatandaşlarımızın oranı ise, halen, maalesef, yüzde 18'ler,
yüzde 15'ler civarında seyretmektedir. Yeşil kart ucubesi... Bu ülkede, bazı devletlûler tarafından halka bir
lütuf gibi sunulmuş olmasına rağmen, yeşil kart almak zorunda kalan ve yeşil
kartla hastaneye giden vatandaşlarımız, hep, ikinci sınıf vatandaş muamelesi
görmekte; bu ülkede, istediği hastaneye gidememekte, hastaneye gidip kabul
edildiğinde, tetkikleri yapıldığında, muayenesi olduğunda, ilaçlarını
alamamaktadır. Bu hastaların ilaçlarının alınması yönünde ve doğru dürüst
tedavilerinin takibi yönünde acaba biz daha ciddî, daha tutarlı bir sistem
geliştiremez miydik de, böyle günübirlik politikalarla, yeşil kart ucubesiyle
ortalıkta dolaşıp duruyoruz. 2000 yılında 35 trilyon borcu kalan bu yeşil
kartlılar, üniversite ve devlet hastanelerinin kapılarından rahat
girememekteler ve 2001 yılı için -konuştuğumuz bütçe için- 320 trilyon olan
ihtiyaç için sadece 105 trilyon ayrılabilmiş olması, bu husustaki ciddîyetimizi
ve bu vatandaşlarımıza bakış açımızı ortaya koymaktadır. Diğer bir acı tabloysa, bu, yaklaşık yüzde 18 civarında olan ve hiçbir
sosyal güvenliği bulunmayan vatandaşlarımızdır. Bu vatandaşların torpili
yoktur, becerisi yoktur, gidip yeşil kart da alamamaktadır ve bu
vatandaşlarımız hastaneye düştüklerinde, kendilerinin yüzüne bakılmamakta,
yüzgeri edilmektedir. Değerli milletvekilleri, bu vatandaşlar Türkiye Cumhuriyeti kimliği
taşımaktadır. Hepinize ithaf ediyorum, hepimiz bundan ciddî şekilde
etkilenmeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan vatandaş, hastaneye kabul
edilmemekte, hastaneden yüz geri edilmekteyse, bunun sorumluluğunu hepimiz
duymalıyız ve bu kangren olmuş derde bir deva bulmak, Muhterem Bakanımızın ve
bu Yüce Meclisin, hükümetin acil görevidir. Diğer güvenlik kuruluşlarıysa, sundukları hizmet kalitesi açısından
birbirinden fevkalade farklıdır. BAŞKAN - Sayın Gören, son 1 dakikanız; buyurun. ALİ GÖREN (Devamla) - Sosyal Sigortalar Kurumu kişi başına 50 dolar
harcayabilirken, aktif memur kesimi 76 dolar harcayabilmekte, Emekli Sandığı
314 dolar harcamakta, Bağ-Kurlu vatandaşlarımız ise 84 dolar
harcayabilmektedir. Bu ülkeye aynı vergiyi veren, aynı askerliği yapan ve bu
ülkenin kalkınması için kan, ter döken bu vatandaşlar arasındaki bu harcama
standardının farkı da, bu Meclis tarafından çözülmesi gereken bir vicdan azabı
unsurudur. Sağlık Bakanlığında "böyle gelmiş, böyle gider anlayışını"
mutlaka değiştirmemiz lazım. Muhterem Bakanımızın çalışmalarını takdirle
karşılıyoruz; ancak, Sağlık Bakanlığı, halen, okullarla; Millî Eğitim
Bakanlığı, Demiryolları, Ziraat Bankası, halen hastanelerle uğraşıyorsa, bu
keşmekeşin de mutlaka bir çözüme ulaşması zarureti vardır. "Türkiye, Habeşistan'dan, Sudan'dan daha iyi" diyenler, eğer
kendilerini böyle teselli ediyorlarsa, Türkiye'nin Habeşistan gibi görüldüğü
ülkelere giderek Türkiye'ye bakmak zarureti de ortada durmaktadır. Değerli arkadaşlarım, sağlık personelinin içinde bulunduğu durum,
günlerdir, yürek yakan ve ıstırap veren bir durum olarak ortada durmaktadır.
Haksızlığa uğramışlığın psikolojisi içinde olan bu meslektaşlarımız, değerli
sağlık personeli, diğer meslek gruplarına karşı mağduriyetleri söz konusu
olduğu gibi, aynı ülkenin kurumları arasında aynı işi yapan aynı meslek
grupları arasındaki ücret adaletsizliğinden de ciddî olarak yakınmaktadırlar ve
bu arkadaşlarımla, meslektaşlarımla görüştüğüm zaman, cevap vermekten âciz
kalmaktayım. Acil şu üç hususu daha önce de belirtmiştim: Ücretler... Sayın
Bakanımızın getirmeye çalıştığı, ateşli hastaya hiç olmazsa aspirin tedavisi
anlamını taşıyan, döner sermaye verilmesini -tenkit ettiğimiz bazı tarafları
olmasına rağmen- takdirle karşılıyorum; ancak, onun yeterli olmadığı da
malumlarıdır. Bu meslek grubunda, ücretler, en az 2 kat artırılmalıdır.
Nöbetler, saat esasına göre ayarlanmalı, ücretleri saat esasına göre verilmeli
ve nöbet ertesi izin, bu meslekte mutlaka yerleştirilmelidir. Bilinmelidir ki,
insanlar ite kaka çalıştırılamazlar ve angarya hizmeti, kanunlarımız karşısında
suçtur. BAŞKAN - Sayın Gören, sürenizi 2 dakika aştınız, arkadaşınızın süresini
kullanıyorsunuz; bilesiniz. ALİ GÖREN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, yapılması gerekenler
ortadadır. Sundukları hizmetin ve yaptıkları tahsilin karşılığı verilmeyen bu
insanların gözünün içine baka baka, batan bankalar, soyulan bankalar için
milyar dolarları verenleri, bir de, bu mağdur insanlardan topladıkları
katlanmış vergileri de, yine, oralara harcayan hükümeti, bu meslektaşlarımı, bu
değerli, gayretli insanları görüp, gözetmeye davet ediyorum. Yapılması gerekenleri uzun uzun anlatmaya burada gerek duymuyorum.
Zaten, Bakanlığımız bünyesinde bu hususlar, yıllardır -ben, Bakanlıkta danışman
olarak çalıştığım dönemden de biliyorum- hazırlanmış kanun teklifleri,
maalesef, her gelen bakan ve hükümet döneminde eskiyip, kadük olmaya mahkûm
olmuştur. İnşallah, bu hükümet döneminde, bu kanun teklifinin Meclise gelmesi
ve gerekli atılımın ve yeniden yapılanmanın sağlanması elde edilebilir. Bu hususta söyleyeceklerimizin kalanını diğer arkadaşımın söylemesi ümit
ve temennisiyle, hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum; bütçenin hayırlı
olmasını diliyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- FP Grubu adına, ikinci söz, Sayın Zeki Okudan'a aittir; daha
önce, Sayın Sever Aydın'ın ismi bildirilmişti; ama, değişiklik Grup
Başkanvekilliğinden geldi. Buyurun Sayın Okudan. (FP sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ OKUDAN (Antalya) - Sayın Başkan, kıymetli
arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce, tatili bilmeyen, gecesi gündüzü
olmayan, cefakâr, bulaşıcı hastalıklarla iç içe, herkesin tiksindiği birtakım
akıntılar içerisinde yaşayan kıymetli sağlık personelimizi saygıyla
selamlıyorum; ayrıca, şu anda, deprem münasebetiyle yaralanmış vatandaşlarımıza
hizmet veren cefakâr, vefakâr sağlık personelini bu mübarek ramazan gününde
takdirle anıyorum. Sayın arkadaşlar, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, uluslararası
ilişkilerden doğan bulaşıcı hastalıklardan korunmak amacıyla oluşturulmuş.
Sayın Bakanımıza sormak istiyorum, bu Genel Müdürlük nerede; İstanbul'da. Bunu
Ankara'ya alsalar nasıl olur bilemiyorum; çünkü, kıyı ve hava limanlarından
giriş-çıkış kapılarındaki sağlık kontrolleriyle ilgili gerekli tetkikin
yapılması, tecrit, dezenfeksiyon istasyonlarının oluşturulması, bakteriyoloji
laboratuvarlarının oluşturulması ve diğer çalışmalar. Kemal Sunal uçakta öldü... (MHP sıralarından "Allah rahmet
eylesin" sesleri) Evet, Allah rahmet eylesin. Turizm, ülkemizde vazgeçilmez bir unsur. Turistlerin, ülkemize rahat bir
şekilde gelip, rahat bir şekilde burada tatil yapabilmelerini sağlayacak
turizme yönelik hekimlikle ilgili, sağlıkla ilgili ne gibi çalışmalar
yapıldığını merak ediyorum; ben, bir turizm beldesindeyim, özel bir çalışma
olmadığını biliyorum. Değerli arkadaşlar, ülkemizdeki pratisyen hekim sayısı ve uzman hekim
sayısı, ülkemizdeki öğretim görevlisi sayısı, geçmiş yıllara oranla, aşağı
yukarı, istenilen rakamlardadır; ancak, yeterli olduğunu söylemek çok zor. Türkiye'deki
bu arkadaşlarımızdan bugüne kadar, hiç, Nobel ödülü alanını duydunuz mu; yoksa,
doktorların akıllıları hep dışarıya mı gidiyor?! Eğer, böyle dersek, kendimize
haksızlık yapmış oluruz Sayın Bakanım. Değerli arkadaşlarım, tayinlerle ilgili bir bölge uygulamasına
geçileceği söyleniliyor; birinci bölgede iki sene, ikinci bölgede üç sene,
dördüncü bölgede iki sene gibi. Bölge uygulaması, özellikle, hekimlerde bir
zorlamaya sebep olacak ve bu zorlama neticesinde de hekim oraya isteyerek ve
rahat bir şekilde gitmeyecektir. Diyelim ki, gitti, iki sene çalıştı, iki sene
sonra bölge uygulaması kaldırıldı; giden arkadaşa haksızlık yapmış olmayacak
mıyız? O yüzden, bu tür uygulamaların yanlış olacağı kanaatindeyim. Başka
özendirici tedbirlerin mutlaka bulunması gerekir. Okullarımızdaki eğitimin, tıp fakültelerindeki eğitimin, Avrupa
Birliğine girmeye çalıştığımız şu dönemde, Avrupa Birliği müfredatıyla ne kadar
çakıştığını merak ediyorum. Ayrıca, okullarımızda işletme iktisadı
okutulup okutulmadığını bilmek
istiyorum. Okullarımızda yetişen öğrencilerin, doktorların, kanun önündeki
haklarının ne olduğunun bilinip bilinmemesi yönüyle hukuk dersinin verilip
verilmediğini bilmek istiyorum. Bana sorarsınız, ben okulu bitirdim, o zamanlar
bana, hiçbir kez, bir tek satır "hakkın şudur, hastanın hakkı budur"
diye eğitim vermediler; belki şimdi veriliyordur, bilmiyorum. Değerli arkadaşlar, fakülteyi bitiren bir genç doktorumuz taşraya
gidiyor ve gittiği yerde, hastaya müdahale etmesi lazım. Hastaya nereye kadar
müdahale edecek; bu sınırın nasıl tespit edileceğinin araştırılması gerekir.
Zamanın bakanlarından birisi, bir devlet hastanesinin acil servisini ziyaret
etti. Oradaki hekim, pratisyen bir hekimdi "hadi canım sen de, git, sen
hekim bile değilsin" gibi, gence, hakaret edici tavırlarda bulunmuştu.
Bunun sebebi, yetki ve sorumluluk sınırının net olarak konulmamasıdır. Sayın
Bakanımızı bu bakımdan da uyarıyorum. Ayrıca, koruyucu halk hekimliği ücretsizdir; tamam. Gıda denetimi,
işyeri hekimliği, işyerlerinin sıhhî olup olmadığının araştırılması, hava
kirliliği, sıhhatli bir şehircilik uygulaması, toplutaşıt araçlarının sıhhate
uygun olup olmadığının araştırılması vesaire; bunların hepsi, normalde koruyucu
halk hekimliğine giriyor. Bir bakıyorsunuz, bu arada, gıda mühendisliği, çevre
mühendisliği ve şehircilik mühendisliği gibi, yeni bilim dalları oluşturmuşuz.
Bu oluşturulan bilim dallarıyla Sağlık Bakanlığının ilgi sahası sınırı nedir;
bunu tespit etmek lazım. Eczaneler: Eczanelerde ihtisas dallarının açılması gerekir. Bu Anadolu
bitki örtüsü bir başka yerde yok arkadaşlar. Anadolu'daki bitki örtüsüyle
ilgili yeni araştırmalar yapılması gerekir; yapılmıyor, bunların mutlaka
yapılması gerekir. 1994 yılında Ortak Pazara girdik. Ortak Pazara girdiğimiz zaman, ithal
ilaçların, normal satılan ilaçlara nispeti yüzde 2-3'lerdeydi; ama, gümrük
birliği anlaşmasından sonra, ithal ilaçların oranı yüzde 32-40'lara doğru
tırmanıyor; buna, dikkatinizi çekmek istiyorum. Diş hekimlerinin yapmış olduğu hizmetin mutlaka karşılığının verilmesi
gerekir. Halk sağlığıyla ilgili olarak, trafik kazalarına değinmeden
geçemeyeceğim. Trafik kazalarını mutlaka ele almak lazım, trafik mühendisliğini
ele almak lazım. Yangından kurtarma, ev kazaları, depremden kurtarma, gıda
entoksikasyonu, çeşitli hastalıklardan korunma gibi konularda -tüberküloz,
sıtma vesaire- mutlaka halkın eğitilmesi gerekir. Görsel yayın organlarıyla,
Sağlık Bakanlığının başkanlığında oluşturulacak bir ekip tarafından mutlaka
değerlendirilmesi gerekir. Alternatif tıp: Arkadaşlar, alternatif tıptan dünya faydalanırken, biz, alternatif tıbbı
ilim dışı sayamayız.... BAŞKAN - Sayın Okudan, 2 dakika içinde tamamlayınız efendim; buyurun. MEHMET ZEKİ OKUDAN (Devamla) - Sağ olun efendim. Ülkemiz, alternatif tıptan mutlaka faydalanmalıdır. Bunun için gerekli
yasal düzenlemeler mutlaka yapılıp, en iyi şekilde halkımızın imkânına
sunulmalıdır; çünkü, dünya, bu sayede epey yol aldı, bizim de almamız gerekir,
eksiğimiz yok. Ana ve çocuk sağlığı konusu: Arkadaşlar, ana ve çocuk sağlığı çok önemli. Çok şükür, geçmişe doğru
bakarsak, övüneceğimiz bir tek şeyimiz kaldı; ekonomi bozuk, siyaset bozuk,
adalet, işte, bildiğiniz gibi; ama, nüfusumuz iyi. O bakımdan, övünebiliriz. Arkadaşlar, şimdi, burada hemşirelerimizi anmadan geçemeyeceğim.
Hemşirelerimiz, gecesi gündüzü olmayan; en ücra dağ başındaki bir köyde,
yapayalnız; okulu yeni bitirmiş, gepegencecik; bütün hayalleriyle başbaşa
bırakılmış; tabiatın, köyün ve şartların içinde ezilmiş ve o ezilmişliğin
içerisinde hizmet verme aşkıyla çırpınan kardeşlerimiz. Onların çalışma
şartlarının mutlaka düzenlenmesi ve mutlaka, onların gönüllerinin alınması
gerekir. Ne gibi; Hakkâri'ye -Hakkâri, vatanımızın bir parçası- Antalyalı bir
hemşireyi gönderiyorsunuz, üç sene çalıştırıyorsunuz, dört sene
çalıştırıyorsunuz; memleketine, Antalya'ya dönmek istiyor "Yüzde 116
hemşire doluluğu var, gönderemeyiz" diyorsunuz. Peki, batıdan bir başka
yere olsa... Hakkâri'de, şu anda, sözleşmeli olarak asgari ücretle çalışacak,
Doğudan yetişmiş, Doğulu hemşire adayları var, niye onları kendi istedikleri
yerlere göndermiyorsunuz, neden Antalyalıyı orada zorla tutuyorsunuz; bunu
anlamakta güçlük çekiyorum. Değerli arkadaşlarım, devlet, emek sömürüsü yapmasın; devlet, istihdam
adına, kaynak israfında da bulunmasın; yani, siz, bir hekimi, hasta başına
belli bir miktar ücretle çalıştırırken... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Okudan MEHMET ZEKİ OKUDAN (Devamla) - Ben de teşekkür ederim. (FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 5 konuşmacı var;
süreleri eşit mi kullanacaklar Sayın Başkan? İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Evet efendim. BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, ben, Grup için 30 dakika süre veriyorum;
arkadaşlarımızın, o 6 dakikaya hassasiyet göstermelerini, aksi halde, bir
sonraki arkadaşın süresini kullandıklarını bilmelerini isterim. İlk konuşmacı, İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar. Buyurun Sayın Kırkpınar. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Bayındırlık Bakanlığı bütçesi hakkında söz almış bulunuyorum;
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, 57 nci hükümetin iktidara
gelişinden kısa bir müddet sonra, ülkemiz, büyük bir deprem felaketiyle
karşılaşmıştır. Marmara Bölgesi ile İç Anadolu'nun bir kısmı ve Karadeniz'in
bir kısmını da içine alan geniş bir bölgede çok büyük can ve mal kaybına sebep
olan bu deprem, Türk ekonomisini de büyük ölçüde sarsmıştır. Bu büyük felaketin
meydana getirdiği yıkımın altından kalkmak çok kolay olmamasına rağmen,
Bakanlığımızın ve milletimizin gösterdiği kadirşinaslık ve büyük gayretler
sonunda, çok şükür, bu olayın altından yüz akıyla çıkılmıştır. Bayındırlık
Bakanlığının kararlı ve cesaretli tutumu sonucu, önce geçici, sonra da kalıcı
konutlar süratle yöre halkının hizmetine sunulmuştur. Aç ve açıkta kalan
insanlarımıza gerekli yardım yapılmış, yaralarının kısa süre içerisinde
sarılması cihetine gidilmiştir. Depremin ilk gününden bölgeye süratle yetişen
ve o günden bugüne kadar gösterdiği gayret ve çalışmalardan dolayı, Sayın
Bakanımıza, huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu ana kadar 41 403 adet kalıcı
konut yapımı devam etmektedir. Çoğu, bitme aşamasına gelmiştir ve 20 Aralık
2000 tarihinde, hak sahiplerine teslim işine başlanacaktır. Kalıcı konutları
üstlenen müteahhit firmalar, günde üç vardiya çalışıp planlanan döneme
yetiştirecek, geçici konutlarda olduğu gibi, yine bir Türk mucizesi
gerçekleştirecektir. 21 inci Yüzyılın bilgi ve teknoloji çağı olacağı, bu nedenle, modern
şehirleşmenin gerçekleştirileceği göz önüne alındığında, Bayındırlık Bakanlığı,
bu çağın gerektirdiği tüm yeniliklerin öncüsü olacaktır. ASLAN POLAT (Erzurum) - Sen, benden de hızlı konuşuyorsun! YUSUF KIRKPINAR (Devamla) - Senden hızlı konuşuyorum... Size şunu da söyleyeyim; bazı arkadaşlarımız, hangi yörelerde ne zaman
deprem olduğunu dahi bilmiyorlar. Bu, biraz önceki konuşmacımıza da ithaf
olunur. Adana İlimizde de deprem olmuştur; o zaman ki hükümetin başaramadığını,
bugünkü hükümetimiz başarmaktadır. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının yatırımlarını
gerçekleştiren, keşif, proje, ihale ve kontrollük hizmetlerini her türlü iklim
koşullarında fedakârca yerine getiren teknik elemanların ve bunları sevk ve idare
eden yönetim kademelerindeki bürokratların ücretlerine değinmek istiyorum. Ülkemizin, yatırım, üretim, sanayileşme ve kalkınmasının en temel
unsuru, mühendis ve mimarlardır. Çeşitli statüler adı altında kamuda çalışan bu
kesimin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durum, son yıllarda, üretim
süreçlerindeki konumlarına ve üstlendikleri sorumluluklara ve sahip oldukları
eğitime uymayan bir düzeye düşmüştür. Örnekleyecek olursak, 1 inci derece, 4
üncü kademede çalışan bir mühendis-mimar, 1991 yılı ücretini 100 olarak kabul
ettiğimiz takdirde, 1994 yılında 67, 1996 yılında 74, 1997'de 78, 1999'da 69,
2000'de de 68'e düşmüştür. Devlet yönetiminde güven ve verimliliğin sağlanması için, kamu
yönetiminin yeniden yapılandırılması gerektiği, bu çerçevede, kamu yönetiminde
adaletli, şeffaf, verimli ve katılımcı bir yönetim anlayışının benimseneceği ve
aynı işi yapan personel arasındaki ücret farklılıklarının giderileceği; bu
amaçla yapılacak düzenlemelerde, iş, görev ve sorumluluk esasına göre, eşit işe
eşit ücret sistemi uygulanmalıdır. Bu şekilde hızlı konuşmam, zamanın darlığındandır. Kamu hizmetinde etkinliğin artırılması ve kamudaki ücret adaletinin
sağlanması, ücret dengesizliğinin giderilmesi için, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun malî hükümlerinde, maaş, tazminat, yan ödeme, ekgöstergelerinde
iyileştirme, acil düzenlemelerin yapılmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Memurlar ve diğer kamu görevlileri arasındaki ücret adaletsizliklerinin
giderilmesi için, eşit işe eşit ücret ilkesinin gerçekleştirilmesi ve ücret
sistemi, nitelikli personelin kamu kesiminde istihdamına imkân verecek şekilde
geliştirilmelidir. Ülkenin, yatırım, üretim, sanayileşme ve kalkınmasındaki trilyonlarca
liralık yatırımların planlanmasından yaşama geçirilmesine kadar sorumluluklar
üstlenen, denetleyen, hakedişlere imza koyan teknik personelin ücretleri,
yaşanan enflasyonlar ve ücret politikası nedeniyle yoksulluk sınırına
dayanmıştır. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşulların, insanımızın
hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan şartları çok güçleştirdiği, özellikle
bu sıkıntının, kamu kurum ve kuruluşlarında 657 sayılı Yasaya tabi olarak
çalışanlar bakımından aşırı boyutlara ulaştığı ve hatta alt derecede istihdam
edilen memurlar için dayanılmaz bir hal aldığı, nitekim, memurlarımızın duygu
ve düşüncelerini sesli hale dönüştürdüğü ve hatta eylem boyutuna getirdiği
hepimizin malumlarıdır. Öncelikle gerçekleştirmemiz gereken husus, tüm kamu çalışanlarının
aylıklarını rahatça geçinebilecekleri seviyeye getirmek yanında, ülkemizdeki
çalışanlar arasındaki ücret dengesizliğini de gidermek olmalıdır. Bu kapsamda
alınması gereken acil önlemler: 1. - Çalışanlar hakkında farklı yasal düzenlemelerin müşterek bir yasa
içerisinde yeniden yapılandırılmalıdır. 2. - Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlarla aynı görevi
ifa eden işçilerin memur statüsüne geçirilerek, farklılığın giderilmesi yerinde
olacaktır. 3. - Anayasanın 53 ve 54 üncü maddelerinde işçilere sağlanan hakların,
toplu iş sözleşmesi ve grev hakkının memurlara da tanınması bakımından gerekli
yasal düzenlemeler yapılmalıdır. 4. - Konuyla ilgili bu düzenlemeler yapılıncaya kadar 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununda değişiklikler yapılarak, teknik personelle birlikte tüm
kamu çalışanlarının ücretlerinde acil düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Sözlerime burada son verirken, 2001 Malî Yılı Bütçesinin bakanlığımıza,
milletimize, devletimize hayırlı olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum.
(MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kırkpınar ASLAN POLAT (Erzurum) - 15 saniye erken bitirdin. BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu, buyurun. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Zaman mı verdin de yavaş yavaş diyorsun. BAŞKAN - Çok saniyeli kullandı. MHP GRUBU ADINA ORHAN BIÇAKCIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Bayındırlık Bakanlığımızın ve Sağlık Bakanlığımızın değerli
bürokratları, hepinizi saygıyla selamlıyorum. 57 nci hükümetin hazırlamış olduğu 2000 bütçesinin uygulamasının
sonlarına yaklaştık ve 2001 bütçesinin görüşmelerini yapmaktayız. Gönül isterdi
ki, zaman fazla olsun, burada, ben, bizi izleyenlere, ayrılan ödenekle 100
kilometre karayolu nasıl yapılır onu sorayım; burada, ben, Karadeniz sahil
yolunun ne zaman biteceğini sorayım; Alanya - Antalya arasındaki yolun bu
Bayındırlık bütçesiyle ne zaman biteceğini sorayım; ben, burada, İller Bankası
personelinin, diğer kamu bankası personeline göre uğradığı haksızlığı dile
getireyim; yine, ben, burada, yıllardır belediyelere kaynak aktaran,
Belediyeler Fonunun, ne zaman, İller Bankasının uhdesine geçeceğini Sayın
Bakanımıza sorayım; ama, maalesef, Milliyetçi Hareket Partisi Grup başkanları
bizi 6 dakikayla sınırlandırdıkları için, az konuşmak zorundayız. ASLAN POLAT (Erzurum) - O sorular bizim sorularımız! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - Sayın Bakanım, muhalefet sizi takdir
etmese de, dünya sizi takdir ediyor ve izliyor; ama, bütçe görüşmelerinde
yıllardır uygulanan muhalefetin taktiğini, bu yıl da, maalesef, ibretle Türk
Milleti izlemekte. Bir sıralardan, devamlı "benim işçim, benim köylüm,
benim esnafım" diye bahsedilirken, yıllardır o işçiyi, o memuru reel
enflasyon karşısında inim inim inletenler, maalesef bundan bahsetmiyorlar.
Yine, "benim sanayicim" diyor
"benim esnafım" diyor. 5 Nisan kararlarında net aktif vergisi
koyduğunuzdan, ekonomik denge vergisi koyduğunuzdan bahsetmiyorsunuz! Bir gece
deprem bölgesine gideceksiniz, oy için, o acılı insanların oylarını almak için
orada duygu sömürüsü yapacaksınız, ondan sonra, gidip, Boğazda 365 gün yalıda
oturacaksınız; fakat, bu Sayın Bakan, Müsteşarıyla, Genel Müdürüyle yılın 12
ayı deprem bölgesinde kalacak; siz bunu görmeyeceksiniz, takdir etmeyeceksiniz.
(MHP sıralarından alkışlar) Varto depremi olalı otuzdört yıl oldu, niye bugüne kadar bu hak
sahiplerinin haklarını yerine getirmediniz?! Bu eleştirdiğiniz Bayındırlık
Bakanlığının personeli ve Bakanı, sizin döneminizde, iktidar olduğunuz dönemde
ödemediğiniz Varto mağdurlarının 1,5 trilyonunu bu geçtiğimiz bütçeden
ödemiştir! Bunu, burada belirtiyorum. Adana depremi 1992 yılında oldu, iktidardaydınız; fakat, bu hükümet,
Adana depreminde, konutları orta hasarlı hak sahibi olanların haklarını
ödemektedir. Sonra döneceksiniz bu sıralara; Sayın Başbakanın yaşıyla, Sayın
Başbakanın sıhhatiyle uğraşacaksınız; ama, unutacaksınız, Sayın Ecevit, elli
yıllık ömrünü bu memlekete hizmet için geçirmiş (MHP ve DSP sıralarından
alkışlar) ve hiçbir zaman siyaseti mal mülk edinmek için yapmamış ve kendisinin
bir aile fotoğrafı dahi olmadığını unutacaksınız! (MHP ve DSP sıralarından
alkışlar) 200 000 kişinin barındığı prefabrike konutların yapımının gecikmesi
için, neredeyse, yağmur duasına çıkar gibi duaya çıkacaksınız; bunların İslama
aykırı olduğunu söyleyeceksiniz; fakat, bu Sayın Bakan vermiş olduğu sözü 30
Kasımda yerine getirip bunları yapınca, başınız önde deprem bölgesine
gidemeyeceksiniz... TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, bütçe üzerinde görüşme yapılıyor
bütçe, benim lafımı kesiyorsunuz, niye hatibin lafını kesmiyorsunuz! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - Şimdi, yıllardır uygulanan 60-70
metrekarelik sosyal konut projesinden vazgeçilmiş... TURHAN GÜVEN (İçel) - Yani, yeni yeni âdetler geliştiriyorsunuz! Şu anda
bahsettiği bütçe mi?! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) -
100 metrekarelik, modern, Türk mimarisine uygun kalıcı konutlar
yapılmakta. TURHAN GÜVEN (İçel) - Meclisi
Meclis olmaktan çıkarıyorsunuz!..Siz sebep oluyorsunuz buna da!.. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) -
İnşallah, önümüzdeki haftadan itibaren bunların açılışını yapacağız;
sizleri de davet edeceğiz. Bize doğru dönüp küstahca küstahca konuşacaksınız; yıllardır
geliştirdiğiniz bu ucuz polemik ve demagojiden hiçbir zaman vazgeçmeyeceksiniz;
ama, şu kadarını söyleyeyim; o, dönüp konuştuğunuz insanlar, sizi, siyasî mevta
yapacak olan kadrolardır. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Buradan, bir arkadaşım çıkacak "bir dahaki seçimde siz burada
yoksunuz" diye bu gruplara hitap edecek... Ben, kendisine Trabzonlular
adına soruyorum: Siz, iktidara geldiniz, Bayındırlık Bakanı sizin partinizin
milletvekiliydi. Neden Trabzon'un 1991 yılında uğradığı sel felaketinin hak
sahiplerinin evlerini yapmadınız?
Neden, Beşköyün evlerini yapmadınız? 1 000'i aşkın insan Trabzon'da ev beklemekte, neden bu evleri
yapmadınız? Ama, Sayın Malkoç, bunları, burada ifade ederken, bir seçim önce 3
milletvekilliğini aldığı Trabzon'dan birisi 3 tane aldı, birisi, bu seçimde 2 tane aldı, diğeri de üçün 1'ini
alarak, burada bulunmakta... TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, terbiye hudutları içerisinde
konuşsun!.. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - Trabzon demişken, aklıma geldi. Beni, dün,
Trabzon'dan Temel aradı. Temel, bana diyor ki: Benim iki anahtarımı bana
vermeyenler, beni acemi pilot yaptı. Ben, kendilerine, kulakları çınladı, bana
telefonda bahsettiği bir fıkra var, onu anlatarak konuşmama son veriyorum. Temel, bir gün, evine gidiyor. Yol boyunca, gözüne giren fındık
dallarını kıra kıra giderken, fındıklığın içerisinden dört beş kişi çıkıp,
Temel'i bir güzel dövüyorlar. Eve varınca, Fadime soru-yor: "Temel nedir
bu halin?" Temel diyor ki : "Birileri çıktı karşıma, çevreciymişler,
bana dediler ki, 'doğanın dengesini niye bozuyorsun'; vallahi Fadime, ben ne
Doğan'ı tanırım ne yengesini tanırım" diyor. Ama, bu millet, bu milletin dengesini bozan Babayı da tanıyor, Hocayı da
tanıyor, Bacıyı da tanıyor! Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şimdi, söz sırası, Sayın Çulhaoğlu'nda. (MHP sıralarından
alkışlar) TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, sataşma var... BAŞKAN - Efendim, bir dakika...
Konuşmayı bölemem... Konuşmayı bölüp de size söz mü vereceğim?.. Süre
işliyor!.. TURHAN GÜVEN (İçel) - Süre işleşin efendim, kesin süreyi... Ben cevap
vereyim, süreyi ondan sonra başlatın... BAŞKAN - Efendim, süre işliyor! Buyurun Sayın Çulhaoğlu. MHP GRUBU ADINA MEHMET METANET ÇULHAOĞLU (Adana) - Sayın Başkan, Yüce
Meclisin değerli üyeleri; 2001 malî yılı bütçe görüşmelerinde, Karayolları
Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini
ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Sayın Başkanı ve siz değerli üyeleri,
şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum. 21 inci Yüzyılda, dünyada stratejik ve ekonomik ağırlığı giderek artacak
olan Avrasya Bölgesinde merkezî bir konumda olan ülkemizin, gerçek ekonomik
büyüme potansiyelini ortaya koyması ve 2023 yılına kadar daha etkin bir güç
odağı konumuna gelmesi, etkin bir ulaşım altyapısını en kısa sürede
gerçekleştirebilmesiyle doğru orantılı olacaktır. Karayolları Genel Müdürlüğünün 1950 yılında kurulmasından günümüze kadar
uygulanan doğru politikalar, yapılan planlı ve gayretli çalışmalar, bugün,
ülkemizin ulaşım sistemindeki yük ve yolcu taşımacılığında, karayollarımızın
yüzde 95 paya sahip olmasını sağlamıştır. Bu pay, bugün, Karayolları Genel
Müdürlüğümüzün sorumluluğu altında bulunan, 54 938 kilometresi asfalt, 3 761
kilometresi stabilize, 1 195 kilometresi toprak, 1 029 kilometresi de geçit
vermez olmak üzere, toplam 60 923 kilometre devlet ve il yolu ile işletmeye
açılmış olan 1 749 kilometre otoyol üzerinden sağlanmıştır. Bu yolların bakımı, onarımı ve kar mücadelesi çalışmalarını da
yürütmekte olan Karayolları Genel Müdürlüğümüzün bütçeden aldığı payı yıllara
göre değerlendirdiğimizde, 1960 yılında bütçeden yüzde 13,3 pay alan
Karayolları, 1999 ve 2000 yıllarında bu payın yüzde 1,2'ye düşmüş olmasına
rağmen, sağlam temeller üzerine oturmuş olan bu kuruluş, personelinin de
özverili çalışmalarıyla ülkeye hizmet yarışında faaliyetlerini sürdürebilmiş,
yeni finansman kaynak modelleri yaratarak, karayolları ağımızı bugünlere
getirebilme başarısını göstermiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, ülkemizde kayıtlı araç
sayısı 7,5 milyon civarındadır. Bu rakam, gelişme sürecinde olan ülkemiz için
oldukça düşük bir rakamı ifade etmekte olup, önümüzdeki on yıl içerisinde, daha
üst düzeylere çıkacağı aşikârdır. Bu nedenle, gerek yük ve gerekse insan
taşımacılığında karayolları ağının oynayacağı önemli rol dikkate alınarak, bu
kuruluşa, yeterli ve gerekli kaynak tahsislerinin yapılması zorunludur. Aksi
takdirde, mevcut altyapının korunması ve ilave yatırımların yapılabilmesi
mümkün olmayacak ve ülke ekonomisi, dolaylı olarak bundan zarar görecektir. Şurası unutulmamalıdır ki, karayolları bakım ve yatırım hizmetlerinde,
bugün için, gereken kaynakların tahsisi sağlanmaz ise, ileriki yıllarda, bunun,
çok daha pahalıya mal olacak yatırımları zorunlu kılacağı bir gerçektir. Bu
bilinçle hareket etmekte olan Karayolları teşkilatı, çok yetersiz kaynak
tahsislerine rağmen, 1999 yılındaki başarılı faaliyetlerini, 2000 yılında, daha
da geliştirerek sürdürmüştür. 1999 yılına kadar, ortalama olarak 7 000 - 8 000
kilometre asfalt yol yapılırken, 1999 yılında 14 087 kilometre ve 2000 yılında
da 16 000 kilometreyle bir rekora imza atılmıştır. Ayrıca, 2000 yılında, devlet ve il yollarında, pek çok kritik
kesimi kapsayan 400 kilometre yolun ihalesi de yapılmıştır. Trafik kazalarının önlenmesinde ve düzenli bir ulaşımın sağlanmasında
gerekli olan bölünmüş yolların yapımına önem verilmiş ve hız kazandırılmıştır.
Gerekli yerlerde otoyol faaliyetleri sürdürülürken, diğer önemli koridorlarda,
dış krediler kullanılarak, bölünmüş yolların ana güzergâhlarda yaygınlaştırılmasını,
Karayollarının, çok tutarlı bir politikası olarak görmekteyim. 2000 yılında, bakım ve trafik güvenliği faaliyetlerine de özel bir önem
verilmiş ve trafik güvenliği projesi kapsamında, karanoktaların çözülmesi ve
trafik emniyetini artırıcı çalışmaların başarıyla sürdürüldüğünü bilmekteyiz. Karayolları Genel Müdürlüğü, 21 inci Yüzyıla girdiğimiz bugünlerde,
karayolları ulaşımında verimliliği ve güvenliği artırmak için,otoyollarda
otomatik geçiş sistemlerini ve ana güzergâhlarımızda akıllı yollar
uygulamalarını kapsayan uyarı sistemlerini ve hareketli ağırlık ölçü
sistemlerini tesis etmektedir. Dünyada, az sayıda gelişmiş ülkede
gerçekleştirilmiş olan bu bu sistemlerin, bundan sonraki yıllarda daha da
yaygınlaştırılmasını öngören karayolları politikalarını çok olumlu bir gelişme
olarak değerlendiriyoruz. Son olarak, ülkemizde yaşanan deprem felaketlerinde, Karayolları
teşkilatının, Anadolu Otoyolunun tamamen tahrip olan 50 kilometrelik kesimini
18 gün gibi rekor bir sürede onararak trafiğe açmasını henüz unutmadık.
Gösterdikleri bu başarıdan dolayı, huzurlarınızda takdirlerimi belirtmek
isterim. Ayrıca, ödeneksizlik nedeniyle yapımı bir türlü tamamlanamayan, Adana
trafiğini olumsuz etkileyen E-400 şehiriçi geçiş yolunun ve yıkılan tarihî
Misis Köprüsünün yapımı için yeterli ödeneği vererek 2000 yılının birinci
çeyreğinde tamamlanmasını sağlayan, Pozantı-Ulukışla Otoyolu projesindeki
giriş-çıkışa ilaveten, mevcut gişelerin bulunduğu yerden giriş-çıkışı projeye
dahil eden, Adana Otoyolunun şehiriçi gişelerinin alın gişeleri şeklinde
düzenlenmesi için fizibilite çalışmalarını bir yıldır sürdüren ve Adana
depreminde zarar gören vatandaşlarımızın hasar bedellerinin tamamını ödeyerek
vatandaşlarımızın yarasını saran Bayındırlık Bakanımız Sayın Koray Aydın Beye
ve Karayolları Genel Müdürü Dinçer Yiğit Beye, Adanalılar adına şükranlarımı
sunuyorum. Bu güzide kuruluşumuzun değerli hizmetlerinin önümüzdeki... BAŞKAN - Sayın Çulhaoğlu, son 1 dakikanız... Geçiyorsunuz efendim...
Buyurun. MEHMET METANET ÇULHAOĞLU (Devamla) - Peki efendim... Söylenecek söz çok, ne yazık ki zaman yok. Arkadaşlarımın hakkına
tecavüz etmemek için bitiriyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 2001
karayolu bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Ayrıca, önümüzde uzun bir bayram tatili var. Değerli sürücülerimizin,
karayollarımızı kullanırken trafik kurallarına uymalarını, kendi can
emniyetleri için, Grubum adına istirham ediyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Yüce Milletimizin mübarek
ramazan bayramını kutlar, saygılarımı sunarım. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çulhaoğlu. Sayın Mesut Türker; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MESUT TÜRKER (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, 2001 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesiyle ilgili olarak Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce
Heyetinize saygılar sunuyorum. Değerli milletvekilleri, son yıllarda bilim ve teknolojideki baş döndürücü
gelişmelere paralel olarak tıbbî teknolojideki gelişmeler ve özellikle genler
üzerinde yapılan araştırmalar sonucu elde edilen bilgiler, insanlığın geleceğiyle
ilgili yeni umutlar ve farklı beklentilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Tüm dünyada yaşanmakta olan önemli gelişmeler ve her alandaki değişmelerin yanı
sıra, insanlığın sağlığa bakışında da büyük değişimler meydana gelmiştir. Günümüzde, sağlık kavramı, eskisine oranla çok daha fazla unsur
içermektedir. Sağlık denildiğinde, hasta haklarından çevre sağlığına uzanan
geniş bir boyut karşımıza çıkmakta, bunun doğal sonucu olarak da, insanların
daha sağlıklı, daha uzun ve kaliteli yaşamasını sağlamak, 21 inci Yüzyılda tüm
dünya insanlığının ortak amacı haline gelmiştir. Dünyamızda, çoğu konularda
olduğu gibi, sağlık konusunda önemli ve büyük değişimler yaşanırken, maalesef,
biz, hâlâ, sağlık konusunu, hasta, hastane ve hekim çıkmaz üçgeni içerisinde
yorumlama gayreti içindeyiz. Değerli milletvekilleri, sağlık konusunu sadece Sağlık Bakanlığının
konusu olarak kabul ettiğimiz sürece, sağlık sorunlarına sağlıklı bir çözüm
bulmamız mümkün olmayacaktır. Bazı örnekler vermemiz gerekirse, sağlıksız
mimarî ve yapılanmanın olduğu şehirlerimizde yaşayan insanlarımız, yetişen
gençlerimiz, ruhsal çöküntü, şiddet eğilimi psikolojisi içerisinde
olacaklardır. Kalitesiz yakıt tüketimi nedeniyle hava kirliliğinin yoğun bir
şekilde yaşandığı şehirlerde akciğer hastalıkları ve akciğer kanseri riski
haliyle artacaktır. Millî kültür politikamızın yetersizliğini, inanç ve ahlak değerlerimizin
çeşitli nedenlerle yok edilmeye çalışıldığını biliyoruz. Tüm bu gelişmelerin,
kutsal aile yapımızı sarsarak tehdit ettiğini çok iyi bilmekteyiz. Ayrıca,
uyuşturucu kullanımının ulaştığı boyutlar da hepimizi ciddî şekilde
düşündürmelidir. Yukarıda saydığımız ve örneklerini çoğaltabileceğimiz, insanımızın beden
ve ruh sağlığını bozan olumsuz faktörleri ortadan kaldırmadan, dünyanın en
kaliteli hastanelerini de yapmış olsak, hasta sayısını azaltamayacağımız gibi,
sağlık hizmetlerinde de istediğimiz kaliteyi yakalamamız mümkün olmayacaktır. Yapılması gereken, çevremize ve doğal zenginliklerimize sahip çıkmaktır.
Birinci basamak koruyucu sağlık hizmetlerinin önemini ülke gündemine taşıyarak,
sağlık konusunun, tüm bakanlıkların, kurumların, birimlerin, fertlerin,
dolayısıyla tüm ülkenin ortak konusu olduğu fikrini herkese benimsetmeliyiz.
Bunun sonucunda, hastalıkların, hastaların sayısı azalacak, herkesin sağlık
seviyesi yükselecektir. Değerli milletvekilleri, ülkemizde uygulanan sağlık mevzuatındaki
karmaşa nedeniyle, sağlık sisteminde çokbaşlı, dağınık bir yapılanma söz
konusudur. Bu durum sonucunda, gereksiz uygulamalar, gereksiz ve kalitesiz
tıbbî teknoloji ürünleri, fason tıbbî malzeme ithalleri, ülkemizin sağlığını
tehdit eder hale gelmiş; sonuçta, büyük ölçüde kaynak israfıyla birlikte,
ülkemizin mevcut kaynakları gereksiz yere harcanmıştır. Son günlerde, basınımıza intikal ettiği gibi, kan ürünlerinin ithali,
ülkemizin ve toplumumuzun nesiller boyu kaderini etkileyecek son derece önemli
bir konudur. Yurt dışından ithali yapılan kan ürünlerinin Türkiye'ye girişi
ayrı bir titizlikle yapılmalıdır. Yurt dışında imalat yapan büyük ve ünlü
firmalar dahi, kendi insanlarına kullandırmadıkları, düşük teknolojiyle
üretilen fason ürünleri, üçüncü dünya kategorisinde düşündükleri ülkemize
göndermekte sakınca görmemektedirler. Bu durum ise, geleceğimizi olumsuz yönde
etkileyecek son derece tehlikeli girişimlerdir. Kaliteli kan ürünlerinin ithalini sağlayabilmek için, Dünya Sağlık
Örgütünün tanıdığı bir referans laboratuvar tarafından onaylanmış ve uygun
görülmüş ürünlerin ülkemize girişine müsaade edilmelidir.... BAŞKAN - Sayın Türker, 1 dakika içinde tamamlayın efendim. MESUT TÜRKER (Devamla) - Bu konuda, Türkiyemizin de geleceğini
düşünerek, esas yapılması gereken, kan ürünleri üretiminizin ülkemizde
yapılmasıdır. Konuyla ilgili yapılan proje maliyet hesaplarına göre, yüksek
teknolojiye dayalı, 40 milyon dolarlık bir yatırıma ihtiyaç vardır.
Türkiyemizin, bir yılda kan ürünleri ithali için ödediği miktarın ise 50 milyon
dolar olduğu dikkate alındığında, birkaç yıllık ithal maliyetiyle böyle bir
proje gerçekleştirilebilir. Yine, geleceğimizin teminatı çocuklarımızı ilgilendiren önemli bir konu
üzerinde durmak istiyorum. Özellikle okulların tatil dönemlerinde, yüzlerce
evladımız, ilkel şartlarda, sünnet kampanyaları adı altında, neredeyse
katledilmektedirler; çünkü, gerekli sterilizeye dikkat edilmeden, aynı aletle
yüzlerce çocuk sünnet edilerek, kan yoluyla bulaşan birçok hastalığı çocuklarımıza,
bile bile bulaştırıyoruz. Bu nedenle, diyorum ki, bu vahşete varan görüntülere, sorumsuzluğa son
verelim. İnancımızın ve tıbbın da bir gereği olan sünnetin ehil ellerde ve
steril ortamda yapılmasını sağlayalım. Bunun için teklifim, hastanelerimize
birer sünnet polikliniğinin kurulmasıdır. BAŞKAN - Sayın Türker, arkadaşınıza süre bırakmıyorsunuz; bunu bilmenizi
isterim. Buyurun efendim. MESUT TÜRKER (Devamla) - Peki
Başkanım. Değerli milletvekilleri, ülkemizde uygulanan sağlık sisteminin motor
gücünü oluşturan doktorlarımız ve sağlık çalışanlarımız, gerçekten, özlük
hakları yönünden ve de maddî yönden büyük bir mağduriyet içerisindedir. Benim, Yüce Meclisimize, sayın milletvekillerine teklifim, bu fedakâr
insanların, sağlık çalışanı arkadaşlarımızın mağduriyetinin giderilmesi için,
her türlü kanun teklifinin sizler tarafından desteklenmesidir. 2001 yılı Sağlık Bakanlığı bütçemizin, Türk Milletine, ülkemize,
Bakanlığımıza hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı Allah'tan diler; hepinize saygılar
sunarım. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Türker. Sayın Osman Gazi Aksoy; buyurun efendim. (MHP sıralarından kalkışlar) MHP GRUBU ADINA OSMAN GAZİ AKSOY (Isparta) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının katma bütçeli bir kurumu olan Hudut ve
Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün bütçesiyle ilgili, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Uluslararası Sağlık Tüzüğünde
yer alan hastalıkların, yabancı ülkelerden ülkemize girişini, kara, deniz ve
havayoluyla ülkemizin diğer bölgelerine ve başka ülkelere yayılmasını önlemek
için çeşitli sağlık faaliyetlerini yürütmektedir. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, bugünkü statüsüne 76 yıl önce
kavuşmuş olup, ülkemiz sağlığına olduğu kadar dünya sağlığına da hizmet veren
bir kuruluştur. AIDS ve Ebola gibi birtakım bulaşıcı virütük hastalıkların
denetimini yapmakta ve diğer bulaşıcı hastalıklarda da karantina hizmetini vermektedir.
Trafiği yoğun olan bütün liman ve karasularımızda acil sağlık hizmetleri
verilmesi, ayrıca deniz kirliliğini tespit ve önlem çalışmalarının yapılması,
ülkemize giriş noktalarından başlayarak turistik yörelerimize verilecek sağlık
hizmetleri de, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün görevleri
arasındadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Müdürlük, tüm giderlerini
ve yatırımlarını kendi özel gelirleriyle karşılayan ve 1981 yılından bu yana
Hazineden yardım almayan katma bütçeli bir kuruluştur. Genel Müdürlük, bütçe haricinde gelirlerinin olmaması nedeniyle,
Başbakanlıkça uygulanan tasarruf tedbirlerinden en fazla etkilenen kurum
olmaktadır. Genel Müdürlüğün hizmet alanı olan sağlık denetleme merkezleri,
yurt dışından gelen her insanın ilk uğradığı yer olduğu için, fizikî şartların
uygun olması gerekmektedir. Tasarruf tedbirleri ve Maliye Bakanlığının genel
prensipleri nedeniyle, demirbaş alımı başta olmak üzere, sağlık denetleme
merkezlerinin ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Bu durum, kurumun, dolayısıyla
ülkemizin itibarını sarsmaktadır. Kurum, uluslararası hizmet verdiği için,
Başbakanlık tasarruf tedbirlerinden muaf tutulması gerekmektedir. Kurum, gelirlerinin çoğunu dolar bazında toplamaktadır. Topladığı
gelirleri Merkez Bankası Türk Lirası özel hesabına yatırmakta ve yüzde sıfır
faiz uygulanmaktadır. Bu durum, kurumun faiz gelirlerinden yararlanamamasına ve
gelir kaybının oluşmasına neden olmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1984 yılında 52 hizmet birimi bulunmasına
ve o dönemde 455 personel kadrosu tahsis edilmiş olmasına rağmen, günümüzde
uluslararası ticaret, turizm ve toplu göçlerde arttığı halde, kurum, hâlâ daha
bu personel kadrosuyla hizmet vermeye çalışmaktadır. Bugün için 82'ye ulaşmış
olan hizmet biriminin hâlâ daha aynı personelle ihtiyaçları gidermesi mümkün
değildir. Halihazırda bulunan personel, fazla çalışma süresine rağmen fazla
mesai ücreti alamamaktadır. Kuruma, öncelikle, yeterli personel tahsisi
yapılması zorunludur. Artan iş hacmi ve hizmetin yoğunluğu, teşkilat yapısının
geliştirilmesini mecburî hale getirmiştir. Hizmet kalitesinin artırılması gerekmektedir.
Meclis komisyonlarında görüşülerek, altyapısı hazırlanmış olan yeni yapılanma
kanun tasarısının, bir an önce, Meclisimizden geçirilmesi gerekmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 2 dakika içinde toparlar mısınız Sayın Aksoy. OSMAN GAZİ AKSOY (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülke insanımıza yüksek kaliteli,
kişisel özelliklerden etkilenmeyen verimli bir sağlık hizmetinin sunulması,
artık, kaçınılmaz bir hedef olmuştur. Hasta-hekim ve hasta-sağlık kuruluşları
arasındaki para ilişkisini ortadan kaldıracak, ülke sınırları içerisinde sağlık
güvencesi olmayan vatandaş bırakmayacak, isteyenin istediği hastaneye
gidebildiği ve istediği hekime başvurabildiği, sağlık hizmetini verenler
arasında kaliteli bir hizmet yarışının olduğu, prim esasına dayalı sistemde,
primini ödeyemeyenlerin parasını devletin ödediği, emeklilik ve sağlık sigorta
işlemlerinin birbirinden ayrıldığı, ülkemizde yaşayan tüm insanları kapsayacak
bir sağlık güvencisi ve sigortalama sistemini, artık, milletimiz bekler hale
gelmiştir. Ülkemizde halihazırda mevcut olan Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur ve
yeşilkart gibi sosyal güvenlik sistemlerinin birleştirilerek, insanımız, tek
sosyal güvenlik sistemine sahip olmalı ve Türkiye'deki sağlık hizmeti ve sağlık
politikası, Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenmeli ve yürütülmelidir. Ülkemizde, vatandaşlarımızın, tedavi olmak için büyük sıkıntılar çektiği
bilinmektedir. Bu konudaki sıkıntılardan birisi de fizik tedavi ve
rehabilitasyon hizmetleridir. Bu alanda verimlilik ve kalitenin artırılması
için, yeni merkezlerin oluşturulması gerekmektedir. Akdeniz ve Ege Bölgesinde
yaşayan 5 milyon insanımızın merkezinde bulunan ve ülkemize yıllardır hizmet
veren Eğirdir Kemik Hastalıkları Hastanesinin yanına bir fizik tedavi ve
rehabilitasyon merkezi açılması gereklidir. Bu hizmet, yöre insanımıza ve
ülkemize sağlık hizmeti verme açısından önemli bir öncelik arz etmektedir. Bu
konuya Değerli Bakanımızın yakın ilgi göstereceğine olan inancım tamdır. Zor şartlarda hizmet veren, ülkemizin hiçbir devlet memurunun dahi
bulunmadığı en ücra sağlık evleri ve sağlık ocaklarında bu millete hizmet
vermek için bir nefer gibi çalışan bütün sağlık çalışanlarına ve bu çalışmalara
bilfiil katılan ve takipçisi olan Sayın Sağlık Bakanımıza teşekkür ediyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aksoy. OSMAN GAZİ AKSOY (Devamla) - Son 30 saniye Sayın Başkanım. BAŞKAN - Prensibim değil. OSMAN GAZİ AKSOY (Devamla) - . Bir bayram kutlaması yapacağım. BAŞKAN - Teşekkür ederim. OSMAN GAZİ AKSOY (Devamla) - Peki. Bayramınızı şimdiden kutlar, saygılar sunarım. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz, sağ olun. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın Güven, itirazınız neye? TURHAN GÜVEN (İçel) - Bir sayın konuşmacının konuşmasında, baştan sona
kadar, Partimizin Genel Başkanı dahil, Partimize yapmış olduğu sataşmadan ötürü
söz istiyorum. BAŞKAN - Efendim, ben tutanakları getirteyim... TURHAN GÜVEN (İçel) - Efendim, duymadınız mı! Dinlemiyor musunuz yani?!. BAŞKAN - Efendim, geçmişe dair icraatlarınızı eleştirdi... TURHAN GÜVEN (İçel) - Eleştiri değil Sayın Başkanım! İcraat... Yalıda
oturmanın icraatla bir ilgisi var mı! Bilmem neyin icraatla ilgisi var mı!. BAŞKAN - Yalıda oturmak suç mu efendim?!. TURHAN GÜVEN (İçel) - Çok yetersiz, densiz birtakım konuşmalar yapıldı;
müsaade edin, cevap verelim. BAŞKAN - Efendim, tutanağı getirtiyorum, oturum içerisinde size
yanıtlama imkânını sağlayacağım. TURHAN GÜVEN (İçel) - O zaman, siz, orada oturup, hatipleri
dinlemiyorsunuz! BAŞKAN - Ne münasebet!.. Yalıda oturmak suçsa... TURHAN GÜVEN (İçel) - Çünkü, hatip, konuşmasının başından sonuna kadar,
hakaret ihtiva eden konuşma yaptı canım! BAŞKAN - Yalıda oturmak da en demokratik, en yasal hakkınız. Gecekondu
da oturabilirsiniz. Bunlar doğaldır. Köyde de oturabiliriz. TURHAN GÜVEN (İçel) - O daha kısa pantolonla dolaşırken ben gecekonduda
oturuyordum. BAŞKAN - Efendim, yani, yalıda oturmak bir ayıp mı?.. TURHAN GÜVEN (İçel) - Bence ayıp değil. O zaman, müsaade edin efendim, ben, cevabını vereyim. BAŞKAN - Efendim, tutanağı getirteyim, inceleteyim. Ayıpsa, eğer bir suç
işlemişse... TURHAN GÜVEN (İçel) - O zaman, size şunu diyorum: Siz, o değerli
konuşmacıyı hiç mi dinlemediniz?!. BAŞKAN - Efendim, yalıda oturmayla köyde oturmanın... Buyurun Sayın Güven, 3 dakika içerisinde meramınızı izah edin efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Cevabını vereyim 3 dakikada... BAŞKAN - Şu sataşmanın cevabını güzel bir verin bakalım efendim,
görelim... Buyurun Sayın Güven, 3 dakika içerisinde toparlayınız. IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1. – DYP Grup Başkanvekili Turhan
Güven'in, MHP Grubu adına konuşan Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu'nun
Genel Başkanlarına ve Partilerine sataşması nedeniyle konuşması TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir bütçe
görüşmesi çok cılız, sessiz, belki de gereksiz bir bütçe görüşmesi yapıyoruz... MUSTAFA YAMAN (Giresun) - Sizden kimse yok... TURHAN GÜVEN (Devamla) - Kimsenin olup olmaması değil, biraz sonra bir
karar yetersayısı istersek, görürsünüz siz o zaman. BAŞKAN - Yeni bir sataşmaya neden olmayalım Sayın Güven. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Bakınız, değerli milletvekilleri, kem söz
sahibine aittir; ama, son günlerde, nedense, havadan nem kapar, buluttan nem
kapar oldunuz. Nedir bu?.. Telaşınızı ben anlamıyorum. Bir konuşmacı çıkıyor,
baştan sona kadar, Doğru Yol Partisinin, hem manevî şahsiyetine hem Genel
Başkanına hakaret ediyor ve... GÜLER ASLAN (İzmir) - Zevkle dinliyoruz... TURHAN GÜVEN (Devamla) - Zevkle dinliyorsunuz, evet... Arkadan, bazı konuşmalar yapıyor ve daha enteresanı, son zamanlardaki,
benim gördüğüm ve bu Mecliste de hiç görülmeyen bir olay... Bakınız,
Başkanvekilleri, seçildiği andan itibaren tarafsız olur; Başkanvekili, bir
başka milletvekilinin üzerine hücum etmez, sataşmaz. Onun, Millet Meclisinin
Başkanvekilliği ağırlığı vardır. BAŞKAN - Orhan Bıçakçıoğlu bununla ilgili mi konuştu Sayın Güven?! TURHAN GÜVEN (Devamla) - Evet, onunla da ilgili konuştu Sayın Başkan. Değerli milletvekilleri, şu pembe gözlükleri çıkaralım, Türkiye
gerçeklerini görelim. Bakın, bu akşam, üç genel başkan toplandı, Apo'nun
asılmayacağını tescil kararı verdiler. Siz, bunlarla uğraşın canım!.. Siz, ne
diye, gidiyorsunuz da, yalıda kim oturdu, falan yerde kim oturdu diyorsunuz!
(DYP sıralarından alkışlar) MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Bu ne demek yahu?! BAŞKAN - Sayın Güven, sataşmaya cevap verir misiniz. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Evet, ona cevap veriyorum. Ortak kararlara... BAŞKAN - Sataşmayla ne alakası var efendim?! TURHAN GÜVEN (Devamla) - Efendim, sataştı tabiî... Adana depreminden bahsetti. Adana depreminin yaraları sarılmıştır. BAŞKAN - Sataşmaya ilişkin söyleyin, yalıya gelin Sayın Güven; yalıyla
ilgili söz istediniz. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Efendim, yalnız yalı mı; Adana'dan bahsetti,
Erzincan'dan bahsetti... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Apo'dan bahsetti mi?.. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Daha, o kadar... Aslında, ben, cevap vermeye
gerek görmüyorum da, yanlışları olduğu için söz aldım. Baştan sona kadar yanlış
içinde, hiçbir şeyi doğru değil, hiçbir kelamı doğru değil. Değerli arkadaşlar, bakın, burada, çok laf edilir; ama, o lafın altında
kimsenin ezilmemesi lazım. Sonra, laf, gelir, insanın gırtlağında kalır; ondan
sonra da insanı sıkıştırır. Düğüm düğüm kalır orada. Bakın, onun için, sarf
ettiğiniz her cümlenin arkasında durmayı bilin. İnsanın, elbette... Ben,
gecekonduda da otururum, yalıda da otururum; eğer, gayri meşru elde etmişsem,
hesabını sorarsınız. Niye sormuyorsunuz; sorun!.. Sorun!.. (MHP sıralarından
gürültüler) İnsanların, siyasette olmadığı zamanki gelirini giderini, siz,
araştırmaya mecbur musunuz?! Yirmi sene evvelini de araştırın, otuz sene
evvelini de araştırın. Araştırıldı nitekim, hepsi araştırıldı... Hepsi
araştırıldı bunların...(MHP sıralarından gürültüler) Hiçbirinin aslı esası
olmadığı da mahkeme kararıyla sabit olundu. Onun için, bırakın bunları; siz,
kendinizden bahsedin. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz, 2 dakika
da ben konuşayım oturduğum yerden... BAŞKAN - Hayır efendim... Sayın Bıçakçıoğlu, gerek yok efendim. Bir sataşma yok... MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Apo nereden çıktı şimdi?! İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın Köse. MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Mikrofonu açar mısınız Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Köse, mikrofonunuzu açtık; buyurun efendim. 2. – MHP Grup Başkanvekili İsmail
Köse'nin, DYP Grup Başkanvekili Turhan Güven'in sataşma sebebiyle yaptığı
konuşmasının yanlış anlamalara neden olabileceği iddiasıyla konuşması İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim. Çok önemli bir millî meselede, çok yanlış bir bilgi verdi; kamuoyunu
yanlış bilgilendiriyor Sayın Güven. Kendisi bir hukukçudur. Herhangi bir
kimsenin affedilmesi veya onun üzerinde herhangi bir tasarruf yapmasına,
Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkilidir. Üç sayın genel başkanın bir araya
gelmek suretiyle, hainin affedilmesi veya onun affedilmesi konusunda bir karar
almaları mümkün değildir. Kaldı ki, bu istismarı her zaman yaptılar. Çıkan Af
Kanununda dahi, bu hainin affedilmemesi konusundaki düşüncelerimizi ortaya
koyduk; Türk Ceza Kanununun 125 inci maddesini de ayrı tuttu bu Yüce Meclis.
Şimdi, gelecek olan Af Kanununda da aynı şekilde gelecektir. O itibarla, her
zaman olduğu gibi, diğer makamların, diğer yerlerdeki, yüce makamlardaki
insanların yetkisini dahi kendilerinde hissederek, buralarda konuşarak, onlar
adına karar veriyorlar. Yani, bir hukukçu olarak, böyle bir düşüncede olması,
benim çok dikkatimi çekti. O itibarla, bu gibi düşüncelerini ifade ederken,
yanlış bilgilerle, vatandaşın kafasını kurcalamasınlar. Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz efendim. TURHAN GÜVEN (içel) - Yaşayan görecektir. Siz, idam cezalarını
kaldırdınız, imza attınız altına; bunun vebali size aittir. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMiSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) l. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764;
1/765; 1/740, 3/642; 1/741, 3/643) (S. Sayıları: 552, 553, 554, 555) (Devam) C) BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANLIĞI 1. – Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 1999
Malî Yılı Kesinhesabı a) KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Karayolları Genel Müdürlüğü 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Karayolları Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı D) SAĞLIK BAKANLIĞI 1. – Sağlık Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Sağlık Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Sancar Sayın, buyurun
efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Süreyi eşit mi kullanacaklar Sayın Başkan? AYDIN TÜMEN (Ankara) - Evet efendim. Buyurun Sayın Sancar Sayın. DSP GRUBU ADINA AHMET SANCAR SAYIN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesi üzerinde Demokratik Sol
Parti Grubunun görüşlerini aktarmak amacıyla söz almış bulunuyorum. Sizleri ve
izleyenleri saygıyla selamlarım. Aslında, bütçe konuşmamın başında böyle bir giriş yoktu; ama, Sayın
Güven'in biraz önceki konuşmasından sonra böyle bir ihtiyaç ortaya çıktı. Biraz
önce, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Bayındırlık Bakanlığı bütçesi üzerinde
konuşan sayın sözcü, Sayın Başbakanımıza ithafen suçlayıcı bazı sözler
söylemiştir. Doğru Yol Partisi, dikkatimizi çekiyor; bu bütçe görüşmelerinde
böyle bir gelenek, böyle bir tarz geliştirdi. Bütçe görüşmeleri sırasında,
Doğru Yol Partisi sözcüleri, sürekli olarak Sayın Başbakanın kişiliğine yönelik
hakaretler içerisindeler; bunu bir meziyet sayıyorlar. Oysa, bilmiyorlar ki,
bugünler onların eserleridir, bugün yaşadığımız sıkıntılarda onların büyük payı
vardır; ancak, Doğru Yol Partisi, böyle bir geleneği de başlattı. Geçmişte,
iktidarda oldukları dönemlerdeki başarısızlığın cevabını muhalefete düşerek
verdiler. Oysa, şu anda... SAFFET KAYA (Ardahan) - Ne söylüyor bu?! Ne bu ya?!.. Konuya gelsin! NECATİ YÖNDAR (Bingöl) - Kim, ne dedi? Öyle bir şey yok. BAŞKAN - Efendim, dinleyin... Eleştiriyor... Ne var bunda?! AHMET SANCAR SAYIN (Devamla) - ...seviyesiz yapmış oldukları muhalefetin
bedelini ise, sanıyorum küme düşerek verecekler. (DSP sıralarından alkışlar) TURHAN GÜVEN (İçel) - Bayındırlık Bakanlığı bütçesinde kim, ne dedi?! AHMET SANCAR SAYIN (Devamla) - Değerli milletvekilleri... BAŞKAN - Efendim, demedi dersiniz... Ne var bunda?! O söylüyor, siz de
demedi dersiniz. AHMET SANCAR SAYIN (Devamla) - Bayındırlık Bakanlığının 2001 bütçesi
üzerinde konuşurken, şüphesiz, 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri büyük bir
ağırlık taşıyacaktır. Özellikle, dün yaşadığımız deprem felaketi, yeni acılara
neden olmuştur. Deprem bölgesindeki insanlarımıza geçmiş olsun der, yaşamını
kaybedenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim. Ülkemiz, önemli bir deprem coğrafyasında. Yakın tarihimizde yaşadığımız
pek çok deprem felaketi hâlâ belleklerimizde. Peki, 17 Ağustos ve 12 Kasım
depremlerine hazırlıksız yakalanışımızın sebebi neydi; bilgi birikimimizin
eksikliği mi, yasa ve yönetmeliklerimizin yetersizliği mi, yönetim ve denetim
kademelerindeki noksanlığımız mı, yoksa, toplumsal umursamazlığımız mı? Bu
soruların tümüne birden, eğer "hayır" diyebilseydik, 17 Ağustos ve 12
Kasım, bir felakete dönüşmeyecekti; ama, ne yazık ki, en azından bir kısmına
"evet" olarak cevap vermek zorunda kalıyoruz. Kısaca, umursamazlık,
kadercilik ve denetimsizlik, bu felaketi hazırlayan etkenler oldular. Yıllardır kronik hale gelmiş olan, hatta, bir dönem yüzde 100'leri bile
aşan enflasyonun neden olduğu ekonomik tahribatı gidermek için bir istikrar
programı uygulanmaktadır ve enflasyon, uzun yıllar sonra, ilk defa, TEFE'de
yüzde 35'ler seviyesine inebilmiştir. Sanayicisinden çiftçisine, işçisinden
memuruna tüm toplum kesimleri, bu büyük mücadelenin içerisinde fedakârca
yerlerini alıyorlar ve elbette, ekonomide yapısal sorunlara neden olmuş kronik
enflasyonla mücadele hiç de kolay olmuyor, birtakım lobilerin dayattığı türlü
türlü engellerle karşılaşılıyor; ancak, bu engellerin hepsi birer birer
aşılacaktır. Türkiye, enflasyonu yenecektir, yenmek zorundadır; böylelikle,
bütçesinin yarısını bulan transfer harcamalarına, faiz ödemelerine ayrılan
kaynaklar, yıllardır yetersiz bulduğumuz yatırım harcamalarına
yönelebilecektir. Değerli milletvekilleri, bir yandan enflasyonla mücadele içinde olan
hükümetimiz, diğer yandan deprem felaketinin yaralarını sarmak için yoğun bir
çaba içerisinde olmuştur. Burada, halkımızın da dayanışması ve desteği övünç
vericidir. Depremlerin ardından geçen kısa sürede önemli mesafeler kat
edilmiştir. 35 436 prefabrike konut, 992 sosyal tesis, 2 411 okul ve 262 idarî
bina yapılmıştır. Kalıcı konutların üretimleri hızla devam etmektedir. Şu ana
kadar gerçekleşen yatırımlar için 1 katrilyon 623 trilyon liralık, çeşitli kamu
kuruluşları tarafından harcamalar yapılmıştır. Bakanlık, deprem bölgesinde ekonomik ve sosyal yaşamın tekrar normale
döndürülebilmesi için çaba harcarken, aynı zamanda, yapı denetimi hakkında
kanun hükmünde kararnameyi de çıkarmıştır. Ülkemizde önemli bir eksikliği
gidereceğine inandığım kararnameyle ilgili bazı çekinceler, hâlâ, tam olarak,
maalesef, giderilememiştir. Özellikle, malî mesullük sigortasının çalışıp
çalışmayacağı şüphelidir. Ayrıca, uzman mühendislik tanımı son derece muğlak
bir tanım olup, uzmanlık seviyesi objektif ölçülere göre tanımlanmamıştır.
Tasarının, tartışma konusu olan bu eksikliklerinin giderilerek, gerçek bir
reform haline getirilmesini, Sayın Bakanımızdan talep ediyoruz. Değerli milletvekilleri, bundan bir süre önce, 775 sayılı Gecekondu
Kanunuyla ilgili bir kanun değişikliği geçirdik. Bu kanunun amacı, gecekonduyu
önlemek, düzenli ve planlı bir kentleşmeyi sağlamak idi. Ne kadar başarılı
olunduğu açıkça ortadadır. Kanunun yayımlandığı 1966 tarihinde, gecekondu
nüfusunun kentsel nüfusa oranı yüzde 23 seviyesindeyken, bugün bu seviye yüzde
35'lere ulaşmıştır; yani, 20 milyon insanımız gecekondularda yaşamaktadır. Bugüne kadar, gecekonduyu sağlıksız kentleşmenin kaynağı olarak gören
yaklaşım hep önplanda olmuştur. Bu yaklaşım, sorunların çözümünde yetersiz
kalmıştır. Gecekondu, aslında, sorunun kaynağı değil, sonucudur. Sorun ise,
ülkemizde bölgelerarası sosyal ve ekonomik gelişmişlik farkı ve bu farkın
yarattığı göçtür. Sanayileşme döneminde nüfusun köyden kente doğru kayması evrensel bir
olgudur; ancak, ülkemizde, göçün sanayileşme hızını da aşarak gerçekleştiği
görülmektedir. Bunun temelinde yatan, köylerde yaşayan insanlarımızın sağlık,
eğitim, barınma gibi en temel gereksinimlerinin bile yeterince karşılanamamış
olmasıdır. Bu gereksinim köylerde karşılanamayınca, kent dokusunun bozulması
pahasına, kentlerde karşılanmaya çalışılmıştır ve gecekondu tipi yapılaşmalar
kentlerimizi kuşatmıştır. Uzmanlar, gecekonduları, gelişmiş ülkelerin konut sorununa, gelişmekte
olan ülkelerin bulduğu çözüm olarak değerlendirmektedirler. Bu değerlendirmede
haklılık payı oldukça büyüktür. Kentsel arsa üretiminin yetersizliği, toplukonut
uygulamalarının yaygınlaştırılamaması, gecekondularda yaşayan hane halklarının
gelir düzeylerinin düşüklüğü gecekonduyu bir çözüm olarak dayatmaktadır. Genellikle, mülkiyeti hazineye ait olan arsalar, arazi mafyalarınca gasp
edilerek satılmaktadır. Bu şekilde oluşan gecekondu bölgeleri, bir süre sonra
siyasî ödünle yasallaşmaktadır. Yakın tarihimiz, bunun pek çok örnekleriyle
doludur. Böylelikle, başlangıçta mülkiyeti kamunun elinde bulunan arsalar,
devlete en küçük bir katmadeğer sağlamadan el değiştirmekte ve bu rant,
kayıtdışı ekonomide paylaşılmaktadır. Bu nedenle, gecekondu bölgelerindeki hazine
arazilerinin artan rantının devlet hazinesine kazandırılması için gerekli yasal
ve yönetsel düzenlemeler mutlaka yapılmalıdır. Değerli milletvekilleri, kamuda trilyonlarca liralık yatırımların altına
imza atan mühendis ve mimarların ekonomik durumu gerçekten kötüdür; Ankara
şartlarında aldıkları maaşla, ancak ev kirasını karşılayabilecek durumdadırlar.
Aynı işi yapan memur, sözleşmeli veya işçi statüsünde çalışanlar arasında
oluşan adaletsiz gelir farklılıklarının giderilmesi için hükümetimiz bir çalışma
içerisindedir. Bu çalışmaların sonuçlandırılması, zor durumda çalışan teknik
elemanlarımızın ekonomik durumlarını bir nebze olsun rahatlatacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bayındırlık ve İskân
Bakanlığımızın, 2001 yılı bütçesini verimli bir şekilde kullanacağına olan
inancımla, bütçenin ülkemize ve ulusumuza hayırlı olmasını diler, sevgi ve
saygılarımı sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Buyurun Sayın İmamoğlu. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA M. TURHAN İMAMOĞLU (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Karayolları Genel Müdürlüğü 2001 yılı bütçesi hakkında
Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Karayolları Genel Müdürlüğü, 1950 yılından itibaren devlet ve il yolları
ile otoyolların tümünün bakımını, planlamasını ve işletmesini yapan çok değerli
bir kuruluşumuz. Otoyollar dahil, 63 000 kilometre yol karayolları ağına dahildir. Bu
kadar geniş bir yol ağının hem bakımı hem işletmesi, ayrıca kar mücadelesi, Karayolları
Genel Müdürlüğünce, ağır masraflarla yapılmakta ve Karayolları Genel Müdürlüğü,
bunu başarıyla sürdürmektedir. Konuştuğumuz 2001 yılı bütçesi rakamları şöyledir: Toplam 1 katrilyon 32
milyar lira ödeneği bulunmaktadır. Genel bütçe içerisindeki payı yüzde 2'ye
denk gelmektedir; fakat, yatırımlar bölümünden baktığımızda, biraz daha iyimser
rakamlar açığa çıkmaktadır. Toplam bütçede 4 katrilyon lira yatırım olduğunu
düşündüğümüzde, Karayollarına 600 trilyon lira civarında yatırım ödeneği
verilmiştir ki, bu, yüzde 15'e tekabül etmektedir ve dar bütçede iyi
sayılabilecek bir ödenek rakamıdır. Karayolları Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde konuşurken, aslında, diğer
taşıma yollarından da bahsetmek gerekmektedir. Yük ve yolcu taşımacılığının
yüzde 95'i karayolları üzerinden yapılmaktadır. Bu ağır yük hem maddî kayıplara
hem de trafik kazalarıyla can kayıplarına neden olmaktadır. Yük taşımacılığının
büyük bir bölümü karayollarından demiryollarına; ayrıca, yine, yük ve yolcu
taşımacılığının bir bölümünün mutlaka deniz yollarına kaydırılmasının yolları
ve çareleri aranmalıdır. Ayrıca, karayollarının güvenliğini mutlaka artırmalıyız. Bunu nasıl
yapabiliriz; işaret levhalarıyla, virajların ve kavşakların yeniden
düzenlenmesiyle, zemin ıslahıyla. Bunları yaparak karayollarının güvenliğini
artırmamız gerekmektedir. Karayollarının, proje ve planlamada bölünmüş yol sistemine ağırlık
vereceğini biliyoruz. Bu yatırım tercihi, otoyollara göre daha ucuz maliyetli
ve daha çabuk bitirilebilen bir sistemdir. Şu anda 3 400 kilometre olan
bölünmüş yol ağının, önümüzdeki yıllarda 8 000 kilometreye çıkarılması
planlanmıştır. Bu projelerin toplam tutarı, 7,5 katrilyonu bulmaktadır. Bunun
1,5 katrilyonu tamamlanmış olup, önümüzdeki yıllarda, 6 katrilyon tutarında bir
bölünmüş yol yatırımı yapılması planlanmaktadır; fakat, bu yıl bu bölünmüş yol
yatırımlarına ayrılacak para yaklaşık 300 trilyon civarında olduğundan, bu
miktarda bir bölünmüş yolun toplamını bitirmemiz için yirmi yıl gerekmektedir.
Taşıt sayısının artış hızına baktığımız zaman, önümüzdeki on yılda Türkiye'deki
toplam taşıt sayısının en az 7 milyondan 12 milyona çıkacağı düşünüldüğünden,
yatırım hızı taşıt sayısının artış hızıyla orantılı değildir ve önümüzdeki
yıllarda karayollarının sıkışacağı şimdiden görülmektedir. Otoyollarla ilgili konuşmamda şunlara değinmek istiyorum: 1 750
kilometre otoyolumuz mevcut şu anda Türkiye'de; 1 250 kilometrelik bir ekle
bunun 3 000 kilometreye çıkarılması planlanmaktadır. Aslında, yap-işlet-devret
modelinden vazgeçip yap-işlet modeliyle; -sınırsız yılda yap-işlet- ve gelir
payının bir kısmının da Hazineye aktarılmasıyla, bu önemli yatırımlar
tamamlanabilir diye düşünüyorum. Bu önemli yatırımları sayacak olursak; benim bölgemde bulunan Körfez
Geçiş Projesi en önemli yatırımlardan bir tanesi. Tabiî ki, tüm Türkiye'nin
yararlanacağı bir proje. Körfez Geçiş Projesinin devamında, yine,
İstanbul-Bursa-İzmir otoyolunun mutlaka tamamlanması gerekmekte. BAŞKAN - Sayın İmamoğlu, son 1 dakikanız efendim. Buyurun. M. TURHAN İMAMOĞLU (Devamla) - Onun dışında, yine, Ankara-Adana
otoyolunun tamamlanması gerekmekte. Bunlar, otoyollar ağı için mutlaka
tamamlanması gereken bölümler. Ayrıca, son yirmi yılın en az gelişen bölgesi olan Karadeniz Bölgesine
yapılmakta olan duble yolun da çok önemli olduğundan, burada bahsetmek
istiyorum. Bu proje yüzde 35 tamamlanma aşamasına gelmiştir. Bu duble yolun
tamamlanması için, Sayın Bakanımın özel ilgilendiğini biliyoruz. Bunun için,
ayrıca, teşekkür ediyoruz kendisine. Yine, benim bölgemde olan İzmit-Yalova Geçiş Projesinde D-130 olarak
adlandırdığımız yolun da önümüzdeki yıl mutlaka duble yol haline gelmesi için,
kendisinden özel ricada bulunu-yoruz. Çok ağır bir trafiğe sahip. Bu çerçevede, konuşmama son verirken, bütçemizin hayırlı uğurlu olmasını
diler, hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın İmamoğlu. Buyurun Sayın Çağlayan. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 7,5 dakikadır. DSP GRUBU ADINA B. SUAT ÇAĞLAYAN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sağlık Bakanlığı bütçesi
üzerinde görüşlerimi bildirmek üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyor ve
her tür koşulda ve parasal olanaksızlıklar içerisinde olmalarına karşın, sağlık
hizmeti vermeye çalışan tüm sağlık çalışanlarına da saygılarımı sunuyorum. Bu sağlık çalışanlarının başarılı hizmetleri sayesindedir ki, Sağlık
Bakanlığı, özellikle temel sağlık hizmetlerinde önemli başarılar elde
etmektedir; bir taraftan acil hizmetlerde, diğer yandan üreme sağlığında ve bir
yandan da bulaşıcı hastalıklarla savaşımda önemli mesafeler alınmıştır. Çocuk
felcinin ülkemizden kökünün kazınması aşamasına gelinmiş olması, bunun en güzel
örneğidir; ancak, bu başarının elde edilmesinde en önemli aktörler olan ve
çocuk felci kampanyasını yürüten sağlık çalışanları, yolluklarını
alamamaktadırlar. Hak edilen bu paranın ödenmesi için, Sayın Bakanın, fonlar
dahil bütün olanakları kullanacağı inancındayız. Sayın milletvekilleri, ülkenin iyi yönetilmesi, ülke kaynaklarının en
olumlu kullanılması ve ülke çıkarına en olumlu projelerin üretilmesi için,
bakanlıkların eşgüdüm içerisinde çalışmaları zorunludur. Bu yapıldığı takdirde,
örneğin, ülkemizin sağlık hizmetini en geniş boyutlarıyla vermekte olan Sağlık
ve Çalışma Bakanlıklarımız bir araya gelerek, büyük sağlık politikaları
üretebilme şansına sahip olacaklardır; ancak, bir diğerinin bakanlığına geçmek
isteyen personele bile kesinlikle muvafakat vermeme katılığı içerisinde
olunması bile, bu bakanlarımızın bir araya gelmelerinin ne denli zor olduğunun
net göstergeleridir. Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanlığı, yakın geçmişe kadar, hemen
hemen tüm çevre ve çevre sağlığı hizmetlerini veren bakanlık olmuştur. Bu
nedenle, bünyesinde, bugün, 4 000 - 5 000 civarında çevre konusunda deneyimli
eleman vardır. Yapılanması hâlâ sürmekte olan Çevre Bakanlığının bu büyük
güçten yararlanması, ülke kaynaklarının olumlu kullanılması açısından çok
önemlidir. Bunun yanı sıra, Sağlık Bakanlığına bağlı hıfzıssıhha laboratuvarları
ile halk sağlığı laboratuvarlarının da Çevre Bakanlığınca kullanılabilme şansı
olması gerekmektedir. Bir de, Sağlık Bakanlığı ile Tarım Bakanlığı arasında, gıda
mevzuatındaki garipliklerin mutlaka giderilmesi gerekmektedir. Bu çok önemli
bir konudur; hem ülke sağlığı açısından önemlidir hem bu işi yürütmekte olan
bürokratlar açısından çok önemlidir. Sayın Sağlık Bakanının, mutlaka, bu işi
önemle eğilmesini, özellikle arzu etmekteyiz. Bu olumlu işbirliğinin önündeki
en büyük engel, Bakanlık bürokratlarındaki aşırı sahip olma duygusudur. Bu
aşılabildiği takdirde, çok şeyin yapılabileceği inancındayız. Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanlığının iki üç projesi hakkında da
görüşlerimi kısaca sunmak istiyorum. Bunlardan biri, sahillerde ve turistik bölgelerde sağlık hizmeti vermek
için deniz botu satın alma projesidir. Bu proje, hem rantabl olmayan hem
işletilmesi çok zor olan hem de çok pahalı bir projedir. Bunu işletmek,
göreceksiniz ki -eğer, satın alınırsa- çok kolay olmayacaktır. Böyle bir proje,
dünyada sadece Endonezya'da vardır. Endonezya'da vardır; çünkü, Endonezya 17
000 ada üzerinde kurulmuştur da ondan. Bu düşüncenin temelinde yatan şeyi, tabiî, biliyoruz. Hudut Sahilleri
Genel Müdürlüğünün ayrı bir bütçesi vardır ve çok tombul bir bütçesi vardır. Bu
bütçeyi Sağlık Bakanlığı kullanamamaktadır her yerde; ancak, böyle fantezik
projelerde kullanma şansına sahip olabilmektedir. Keşke, Sağlık Bakanlığının
her yerde bunu kullanma şansı olsaydı da, böyle projelere gitme zorunda
kalmasaydı. Bir başkası, helikopter ambulans projesi. Emin olun, bu proje de öbürü
kadar uygulanması zor olan, rantabl olmayan, pahalı ve işletilmesi kolay
olmayan bir projedir. Helikopter uçurmak, ona ait personel istihdam etmek,
bakım hizmetlerini sürdürmek kolay değildir. Bakınız, ben eski bir havacıyım ve
uçuş doktoruyum. Ben bunu çok iyi biliyorum ki, bu iş yürütülemeyecektir ve
böyle bir proje hayata geçirildiği takdirde, beş yıl sonra, bu helikopterlere
bakıp bakıp hüzünleneceğizdir. Ona kesin olarak inanıyorum. Eğer mutlaka helikopter ambulans alınması gerekiyorsa, Türk Hava
Kurumunun helikopterleri vardır, bunlarda değişiklik yaparak ve çok da ucuza
kiralayarak bunları kullanma şansına sahibiz. Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının, bir de, aşı
üretim projesi vardır. Bu proje, yılların projesidir. Hep heyecan verir; çünkü,
aşı denilince, kendi üretimimiz denilince, insanlar bir heyecanlanırlar. Bu
heyecan, on sene, yirmi sene önceye kadar belki doğruydu; ama, şimdi, bu
heyecan, yerini bir kuşkuya bıraktı, korkuya bıraktı; çünkü, aşı üretmek kolay
iş değildir. Aşı üretmek kolaydır; aşıyı eğer kendiniz için üretecekseniz,
sanki kolay gibi gelir; ama, kendiniz için üreteceğiniz bu aşıya bir de
dışpazar bulma zorunluluğunuz vardır; çünkü, bu yatırıma değmez. Bir şey daha
vardır; aşı teknolojisi, çok hızlı gelişen bir teknolojidir. Aşı teknolojisini
yakalamanız olası değildir. Yabancı aşı firmaları aşı üretmek için milyarlarca
dolar harcamaktadırlar. Biliyorum, en son, bir aşı firması -yabancı bir
gazetede gördüm- 2 milyar dolarlık yeni bir yatırım yapmaktadır. Biz, 50 milyon
dolara belki bir aşı teknolojisi kurarız; ama, daha kurulduğu anda eskimiş
olur; çünkü, aşı, sürekli yenilenen bir olaydır; etkisi artırılmaktadır,
teknolojisi değişmektedir ve aşının yapılma şekli değişmektedir. Aşılar, daha
dün tek tek yapılırken, bugün, üçlü aşılar, beşli aşılar çıkmıştır, yarın onlu
aşılar çıkacaktır. Aşı teknolojisi kurmak, aşı üretmek hepimize heyecan veriyor; ama, bunu
yaparken, mutlaka, çok iyi bir çalışmanın yapılması, teknolojisinin çok iyi
araştırılması ve belki de, o yabancı büyük firmalarla ortak olarak yapılması
gerekmektedir. Rantabl olmayan yatırımlar, ülke kaynaklarının boşa harcanması
demek olacaktır. Sayın milletvekilleri, bu olumlu eleştirilerimizin Bakanlığımız
tarafından dikkate alınacağını umuyorum ve bu duygularla ve saniyemi doldurmak
üzereyken, Demokratik Sol Parti Grubu adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çağlayan. Sayın Sebahat Vardar, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) Kalan süre size aittir efendim. DSP GRUBU ADINA SEBAHAT VARDAR (Bilecik) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının 2001 yılı bütçesi üzerinde Demokratik Sol
Partinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Yüce Meclise
saygılar sunar, Afyon Bolvadin depreminde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza
Allah'tan rahmet diler, değerli halkımızın yaklaşan ramazan bayramını ve yeni
yılını kutlarım. Sosyal bir devletin vatandaşlarına vermekle yükümlü olduğu en önemli
hizmetlerden biri sağlık hizmetidir. Ülkemizde çözüm bekleyen en önemli
sorunların başında sağlık sistemiyle ilgili sorunlar gelmekte, bugün ülke
gündemimizin baş sıralarını sağlık sorunları oluşturmaktadır.Ne var ki, sağlık
sorunlarımızın çokluğuna rağmen, konsolide bütçeden sağlığa ayrılan pay,
maalesef, bu yıl da yetersiz kalmıştır. Bunun başlıca sebebinin, ülkemizde
uygulanmakta olan ekonomik programdan kaynaklanan bir zorunluluk olduğunu
düşünüyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizin bildiği gibi, ülkemiz
nüfusu, maalesef, hâlâ, hızlı artışını sürdürmektedir. Hızlı nüfus artışına
paralel olarak, her geçen yıl, sağlık alanındaki ihtiyaçlar da artmaktadır.
2000'li yılların başlarında, sağlık alanındaki sorunlarımız oldukça fazladır.
Ülkemiz, bugün, OECD ülkeleri arasında, sağlık sektöründeki en kötü
göstergelere sahip ülke durumundadır. Doktorlarımız da, hastalar da,
ülkemizdeki sağlık sisteminden rahatsızdır. Bugün hastanelerimizde hasta yığılmaları vardır; dolayısıyla, hastanelerdeki
doktorların her bir hasta için ayırabildikleri zaman azdır. Buna karşın,
dünyayla yarışan üniversite ve devlet hastanelerimiz de vardır. Doktorlarımız, her zaman, ülkemizin sağlık hizmetlerinde belirleyici rol
üstlenmişlerdir; ancak, günümüzde doktorların ve genel olarak sağlık
personelinin maaş ve ücretleri, bu hizmet anlayışına göre, çok düşük kalmıştır.
Sağlık sektöründe yegâne sorun, elbette, doktorlarımızın ve sağlık
personelinin ücretlerinin düşük olması değildir. Bunun dışında, yapısal sağlık
sigortası, sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, mevcut hastanelerin
modernizasyonu gibi birtakım sorunlar bulunmaktadır ki, bunların çözümüyle,
zaten, sistemin sorunlarının da kendiliğinden hallolacağı açıktır. Değişik kuruluşların elinde bulunan ve aynı türden hizmet sunan sağlık
kurumlarının tek yönetim altında toplanarak, hizmet kalitelerinin
yükseltilmelerine çalışılmalıdır. Üniversitelerle işbirliği halinde çalışacak
tam teşekküllü bölge hastanelerine bağlı yerel hastaneleri yaygınlaştırmamız
gerekmektedir. İnsanlarımızın en doğal hakkı olan sağlıklı yaşam şartlarının
sağlanabilmesi için sağlık sektörü yatırımlarının öncelikli yatırımlar olarak,
azamî teşviki görmesi gerekir. Son yıllarda bu anlamda birtakım özel sağlık
yatırımları yapılmış ve yapılmakta ise de, yeterli olmadığı gözlenmektedir. Ülkemizdeki sağlık sorunları çok uzun yılların birikimidir ve bugünden
yarına çözülemeyecek bir boyuta ulaşmıştır. Sağlık, sosyal bir sektördür ve bu
alanda alınacak önlemler; ancak, orta ve uzun vadede sonuç verecektir. Bu
nedenle sağlık sektöründeki siyasî müdahaleleri ortadan kaldıracak, kişisel ve
siyasî kaygılardan arındırılmış bir sağlık reformunu, sigorta sistemi dahil bir
an önce uygulamaya koymak gerekmektedir. Avrupa Birliğine aday olan ülkemiz, 21 inci Yüzyılda hastane kapılarında
insanların öldüğü, hastaların muayene olabilmek için saatlerce sıra beklediği
geri bir ülke görüntüsünden kurtarılmalıdır. Her vatandaşın sağlık hizmetlerinden
eşit ve sürekli yararlanabilmesi de çok önemli bir konudur; ancak, bugün
ülkemizde sağlık sektöründe insangücü ve sağlık araç gereçlerinden oluşan
altyapı, bölgesel dengesizliklere sahne olmaktadır. 1999 yılı sonu itibarıyla, hasta yataklarının yüzde 38'inin, doktorların
ise, yüzde 40'ın üç büyük ilimizde bulunduğu göz önüne alındığında, bu
dengesizlik daha açık bir biçimde görülebilmektedir. Bunun doğal sonucu olarak,
bu hizmetin daha iyi verildiğine inanılan büyük illere hasta akını sürmektedir.
Bu bakımdan, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu gibi nispeten geri kalmış
bölgelerimizde, gerek sağlık araçları donanımı ve gerekse insangücü
eksikliğinin giderilmesiyle, bölge insanının sağlık sorunlarının çözülmesinde
bir adım olarak, büyük kentlere hasta akımının önüne geçilebilir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; toplumların gelişmesinde, o toplumu
oluşturan bireylerin fiziksel, zihinsel ve ruhsal yönden sağlıklı olmalarının,
toplumsal gelişmenin en önemli faktörü olan insan unsuruna dayalı sağlam zemini
oluşturacağı da, bu sorunların değerlendirilmesinde dikkate alınacak en önemli
hususlardan biri olmak durumundadır. Bu nedenle, ülkemiz insanlarına, doğal
hakları olan sağlık hizmetlerinin en iyi şekilde verildiği bir ülke olma
umudunu sürdürmek istiyoruz; dolayısıyla, bu alanda atılacak her türlü adımın
destekçisi olacağız. Türkiye'nin aydınlık geleceği için, 57 nci hükümet olarak var gücümüzle
çalışacağımıza ve Sayın Başbakanımızın önderliğinde, ülkemizin, özlem duyduğu
aydınlık günlere kavuşacağına olan inancımız tamdır. Bu görüş ve düşüncelerle, Sağlık Bakanlığı 2001 yılı bütçesinin hayırlı
olmasını diliyor, büyük bir özveriyle çalışarak halkımıza şifa dağıtan bu çok
meşakkatl, ama, o ölçüde de onurlu mesleği icra eden tüm sağlık personeli ve
doktorlarımıza buradan bir kez daha şükranlarımı sunarak konuşmamı bitirmek
istiyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN- Anavatan Partisi Grubu adına 2 konuşmacı var. Sayın Başkan, süreyi eşit mi paylaşacaklar? BEYHAN ASLAN (Denizli)- Eşit paylaşacaklar. BAŞKAN- İlk söz, Kırıkkale Milletvekili Nihat Gökbulut'a ait. Buyurun Sayın Gökbulut. ANAP GRUBU ADINA NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale)- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Bayındırlık ve İskân Bakanlığının 2001 yılı bütçesi üzerinde
Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına görüşlerimi ifade etmek üzere
huzurlarınızdayım. Bu vesileyle, Yüce Meclisimi ve aziz milletimi saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, Bayındırlık Bakanlığı üzerinde önce
tespitlerimi, sonra müşahedelerimi, daha sonra da teklif ve çözümleri sizlere
arz etmeye çalışacağım. Tenkit etmenin kolaylığı ve ucuzluğuna kapılmadan,
çözüm yolları üretmenin zorluğunu tercih etmeye çalışacağım. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, yatırımcı, bir teknik ve ihtisas
bakanlığıdır. Ana görevi ise, altyapı yatırımlarını planlamak, projelendirmek,
ihale etmek, denetlemek ve hizmete açmaktır. Mühendislik, müşavirlik ve teknik
konularda, otoriter bakanlık olarak sistem oluşturmak, çözüm yolları bulmak,
mütalaa ve muktazada bulunmak, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının ana görevidir.
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, özellikle 1991 yılından itibaren,
koalisyon pazarlıkları neticesi küçültülerek, kendisinden beklenen vazife ve
mesuliyete mütenasip olmayan bir konuma sokulmuştur. Yatırımcı kuruluşların ve
genel müdürlüklerin işletmeci bakanlıkların bünyesinde yer alması, altyapı
yatırımlarının tek elden koordinasyonuna mani olmuştur. Devlet hava
meydanlarını, limanları, devlet demiryollarını işletmek, ayrı bir ihtisas
konusudur; bunların yatırımlarını gerçekleştirmekse, ayrı bir ihtisas ve
mühendislik konusudur. Ulaştırma Bakanlığı nezdindeki Demiryolları, Limanlar ve
Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğünün, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı
bünyesinde görev yapması, yatırımların koordinasyonu yönünden doğru bir karar
olacaktır. Unutmayalım ki, 1991 yılına kadar altyapı yatırımlarını
gerçekleştiren tüm kuruluş ve genel müdürlükler, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığına bağlıydı. Değerli arkadaşlar, 81 ilde teşkilatı bulunan ve deneyimli, birikimli
teknik elemanları bünyesinde barındıran bayındırlık il müdürlükleri, maalesef,
bugün, fonksiyonlarını yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır; çünkü, her
bakanlık ve genel müdürlük, kendi resmî inşaat işlerini kendisi yapmaktadır.
Sadece Ankara'da merkezleri bulunan bu kuruluşların, taşradaki işleri, yetersiz
ve az olan teknik elemanlarıyla nasıl kontrol edebilecekleri ve
yönetebilecekleri kuşku doğurmaktadır. Bunun temelinde, acaba, hangi olgu ve
düşünce vardır; herhalde, ihale, rant ve paylaşım kavgasının bir ne-ticesi olsa
gerek. Bayındırlık ve iskân müdürlükleri, bu durumda, sadece Sağlık ve İçişleri
Bakanlıklarının inşaatlarını ihale eden, kontrol eden, işi azalan, olmayan,
atıl bir kuruluş haline gelmiştir. Oysa, bünyesinde onbinler çalıştıran, teknik
elemanı en yoğun olan, birikimli, deneyimli bayındırlık il müdürlüklerinin bu
hali, kaynak israfından başka bir şey değildir. Bir örnek vereyim; kontrollük ve müşavirlik hizmetlerinin bedeli,
baktığı işin yüzde 5'ini geçemez; oysa, bayındırlık il müdürlüklerinin yıllık
cari harcamaları, yıllık ödedikleri hakedişlerin, maalesef, yüzde 50'si ile
yüzde 150'si arasındadır. Dünyanın hangi ülkesinde, acaba, böyle bir garabet
vardır? Bayındırlık il müdürlüklerince, il dahilindeki tüm resmî yapı
inşaatlarının, mühendislik ve kontrollük işlerinin yürütülmesi, en doğru
karardır. Bayındırlık il müdürlükleri ve Yapı İşleri Genel Müdürlüğü,
bünyesindeki sanat sınıfını kademe kademe azaltarak, çekirdek teknik kadrosunu
muhafaza ederek, mühendislik ve müşavirlik hizmetlerini özelleştirmelidir. Değerli milletvekilleri, Bayındırlık Bakanlığı bünyesinde Yüksek Fen
Heyeti, kendi alanında, tabiri caizse, Anayasa Mahkemesi görevini ifa eder.
Kurul üyeleri, deneyimli ve önemli kararlara imza atan değerli mühendislerdir.
Bu kurul, görevden alınan üst düzey bürokratlarının asla kızak yeri
olmamalıdır. Yüksek Fen Heyeti üyeleri seçimle tespit edilmeli ve ücretleri
yasayla tespit edilerek, Sermaye Piyasası Kurulu ve RTÜK üyeleri seviyesinde
olmalıdır. Yüksek Fen Heyeti kararları, nihaî ve değişmez olmalıdır. Değerli arkadaşlar, mevcut şehirlerarası ve uluslararası karayollarımız,
geometrik olarak artan trafik yoğunluğunu taşıyamaz boyuttadır. Bu bütçe
imkânlarıyla, artan bu yoğunluğu ve talebi karşılamak mümkün değildir; yeni
yöntemler bulmak zorundayız. Yap-işlet, paralı yollar, dış kredi imkânları ve
kaynaklarını bulmak zorundayız. Kocaeli körfez geçişi, Çanakkale geçişi,
İstanbul tüpgeçişi, Bolu Dağı tüneli geçişi, Karadeniz duble yolu,
Ankara-Pozantı otoyolu, Bursa çevre yolu gibi önemli ve zaruret hâsıl eden
projelerin toplam bedeli yaklaşık 20 milyar dolardır. Böyle devasa ve büyük
projeleri bütçe imkânlarıyla realize edemeyeceğimize göre, dış kredi, yap-işlet
modellerini uygulamak zorundayız; ancak, bu hususlarda siyasî iradeye ve karar
altına imza atacak üst düzey yetkililere güvenmek ve subjektif iddialarla
güvenlerini sarsmamak gerekir. Her önemli projede, şüphe altında, suç ve suçlu
arama psikozu içerisinde, neticede karar verecek ve riske girecek merci ve
yetkili bulamayız. Değerli milletvekilleri, kaynaklarımız yetersiz ve sınırlı,
ihtiyaçlarımız ve taleplerimiz ise sınırsızdır. Buna rağmen, yanlış tercihlerle
az kaynaklarımızı israf etmekteyiz. 1 kilometre otoyol, 1 kilometre duble yola
göre 7 misli pahalıdır. Otoyol yoğunluk katsayısı ise günde 20 000 araçtır.
Oysa, işletmeye açılan bazı otoyollarımızda bu sayı 7 000'i bile bulmamaktadır.
Müteahhitlere iş olsun diye, hiçbir iradenin, bu fakir milletin kıt
kaynaklarını israf etme hakkı yoktur. Karadeniz güzergâhında otoyol yerine duble yol yapılması, doğru ve
isabetli bir tercihtir. Bazı güzergâhlarda banketlerin genişletilip
asfaltlanarak üç şeride dönüştürülmesi, maliyeti düşük, verimi yüksek bir
uygulamadır. Değerli arkadaşlar, 17 Ağustos Marmara ve 12 Kasım Düzce depremlerinin
üzerinden yaklaşık onbeş ay geçti. Asrın felaketi diye tanımlayacağımız bu
felaketin oluşturduğu tüm sıkıntıları ve sorunları tam çözümleyemedik.
Şüphesiz, sıkıntılar devam ediyor; ancak, bu boyuttaki felaketin yaralarının
sarılması, tedbirlerin alınması hususunda, başta Sayın Bakan olmak üzere tüm
Bakanlık mensuplarını tebrik ve takdir ediyorum. Eksikler şüphesiz var,
mükemmeli bulmak çok zor; ama, tenkit etmek çok kolay, çözmek zordur. Felaketin
yaralarının sarılmasında gayret sarf eden Bakanlık mensubu arkadaşların şevk ve
gayretlerinin devamı için, yapılanları da görmek ve takdir etmek gerekir.
Unutmayalım ki, her marifet biraz da iltifata tabidir. Değerli arkadaşlar, benden önceki konuşmacı, Adana Ceyhan depremi
üzerinde fikir beyan etti. 55 inci hükümet döneminde oluşan bu deprem
hususunda, Avrupa İskân Fonundan temin edilen krediyle, yaralar kısa zamanda
sarılmış, kalıcı konutlar yapılarak hak sahiplerine devredilmiştir. TURHAN GÜVEN (İçel) - Orhan Beye söyle. NİHAT GÖKBULUT (Devamla) - Biliyorsunuz, daha önce, Erzincan, Afyon
Dinar ve Adana Ceyhan depremleri oldu. Şunu unutmayalım, deprem hepimiz için
oldu; o felaketin altında da tüm vatandaşlarımız kaldı. Depremin yarasını saran
her hükümete, her hükümet yetkilisine ve bu konuda gayretleri olan bakanlık
mensuplarına teşekkür ediyoruz. İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) - Saramayanlar da var. NİHAT GÖKBULUT (Devamla) - Her depremden sonra, felaketzedelerin yanında
felaketzadeler de ortaya çıkıyor. Bu depremde de, deprem otoritesi diye anılan
bazı kişiler, İstanbul'un jeolojik yapısı üzerinde ilgili ilgisiz beyanlarıyla
İstanbul emlakçilerine rant sağladılar. Çürük diye adlandırılan semtlerde emlak
değerleri düştü, sağlam diye sınıflandırılan bölgelerde de emlak değerleri
astronomik olarak arttı; ama, yetkililer sustu; ağzı olan herkes bireysel olarak
konuştu, manipülasyon yaptı. Oysa, bu tip konuşmalar, bilimsel panel
niteliğinde yapılmalıdır. Türk Milleti, şüphesiz, coğrafyasının faturasını çekiyor. Başka yerlere
göç etmeyeceğimize göre, bu tabiî felaketlerle yaşamaya alışacağız; ancak, en
aktif nüfusumuzu ve endüstrimizin, sana-yimizin yüzde 50'sini aktif fay hattı
üzerinde yoğunlaştırmak, kredilendirmek, planlamak, cahilliğin ve
tedbirsizliğin de ötesinde, gafletin bir tezahürüdür. Değerli milletvekilleri, halkımızın yüzde 65'i şehirlerde ve belediye
sınırları dahilinde yaşamaktadır. Belediyelerimiz, 40 milyon vatandaşımıza
hizmet götürmekle mükelleftir; ancak, bugün, tüm belediyelerimiz iflas
noktasındadır. Sıkıntıyı, belediye hizmetlerinden yararlanamayan ve en tabiî
mahallî ihtiyaçlarını gideremeyen sade vatandaşlarımız çekmektedir. Şehircilik konusunda Türkiye sınıfta kalmıştır. Uygar milletler,
düzenli, planlı, çevreye saygılı, tarihî ve tabiî dokusunu koruyan şehirlerle
övünmektedir. Peki, Türk Milleti olarak, biz hangi şehrimizle övüneceğiz?
Katlettiğimiz, canını çıkardığımız, gecekondularla çevirdiğimiz güzelim
İstanbul'la mı, başkent Ankara ile mi övüneceğiz?..İstanbul'un siluetini,
tarihî ve tabiî dokusunu bozan gök kafese dikkatinizi çekmek istiyorum. Medenî
bir ülkede halk, o binayı tükürüğüyle yıkar. Değerli milletvekilleri, belediyelerin İller Bankasına 2 katrilyon lira
borcu gözükmekte. Bankanın ise kaynakları kıt, yetersiz. Yerel yönetimler
reform yasasını günün şartlarına göre yeniden düzenleyerek mutlaka en kısa
zamanda çıkarmak ve belediyelerimize hem yetki hem imkân, ama aynı zamanda da
sorumluluk vermek zorundayız. Değerli milletvekilleri, zamanım azalıyor, her konuya değinmek mümkün
değil. İmar Kanununun da günümüzün şartlarına göre mutlaka değiştirilmesi
gerekir. Bugün İmar Kanunu, bazı belediyelerimizin elinde, intikam silahı ve
rant kaynağı şeklindedir. Yargının dışında, bu kötü uygulamayı önlemek mümkün
değildir. Bu bağlamda da, İmar Kanununda günün teknolojik şartları dahilinde
değişiklik yapılması bir zaruret halini almıştır. İhale Yasası konusunda da, önümüzdeki günlerde yeni ihale yasası
tasarısı geleceğini duyu-yoruz. Bu konunun da, geniş bir platformda, enine
boyuna tartışılması gerekir. İhalelerde rekabetin artırılması, özendirilmesi yanında, işi bitirme,
yapılabilirlik, performans kriterleri, kredibilite de çok önemlidir. Batı ülkelerinde, iş yapabilirlilik kriteri, işin fiyatından daha
önemlidir. Nitekim, ülkemizde, ne hikmetse, en ucuz verilen iş, en pahalıya mal
olmaktadır. Yeni ihale yasası tasarısıyla ilgili olarak, oda ve sivil toplum
örgütlerinin de görüşleri alınarak, olgunlaştırılarak Meclise sunulmasında
fayda mülahaza ediyoruz. Değerli milletvekilleri, her hareketin temel noktası, insandır.
İnsanımızı motive etmeden, eğitmeden, nitelik ve nicelik olarak yetiştirmeden,
ruhunu ve bedenini doyurmadan olumlu netice almamız mümkün değildir. Bayındırlık Bakanlığı ve bünyesindeki Karayolları, Yapı İşleri Genel
Müdürlükleri, Yüksek Fen Heyeti, İller Bankası
ve diğer genel müdürlükler üzerinde bahsettik, teklif ve temennilerde
bulunduk. Peki, tüm bu işleri kimler uygulayacak ve nasıl yapacak? Bu
yatırımları planlayan, projelendiren, denetleyen ve hizmete açan teknik
elemanların durumu nedir? Yarına güvenle bakmayan, geçim sıkıntısı içinde
bulunan, emrinde çalışan çaycı ve odacıdan şoförden dahi daha düşük maaş alan
mühendislerden biz nasıl verim alacağız! Ayakların, beyinlere hükmettiği böyle
bir ortamda, beyinlerden fayda temin edemeyiz. Yüksek teknolojiden, internetten
bahsedeceğiz, çağımız teknoloji çağı diyeceğiz; ama, teknoloji üreten ve
uygulayan mühendislerimizi milenyum mühendisleri yapmayacağız, milenyum
sefilleri yapacağız. Mühendislerimize, teknik elemanlarımıza tahsilleri ve
görevleriyle mütenasip bir yaşama seviyesine uygun ücret vermeliyiz. Bu konuda
girişimi yapacak bakanlık, Bayındırlık Bakanlığıdır. Bu Meclisten teknik
personel yasasını çıkararak... BAŞKAN - Sayın Gökbulut, son 1 dakikanız. NİHAT GÖKBULUT (Devamla) - Tabiî. ...7 katrilyonluk yatırımı planlayan, denetleyen ve hizmete açan mühendis
ve teknik elemanlara yaşama seviyesinin üstünde, görev ve tahsilleriyle
mütenasip bir ücret vereceğine inanıyoruz; bu Meclis bunu başaracaktır. Bu vesileyle, Bayındırlık Bakanlığı bütçesinin hayırlara vesile olmasını
diler, aziz milletimin de yeni yılda ramazan bayramını kutlar, Yüce Meclisi
saygıyla selamlarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gökbulut. Sayın Halil İbrahim Özsoy... Buyurun Sayın Özsoy. ANAP GRUBU ADINA HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon)- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2001 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde Anavatan Partisi
Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sözlerime başlamadan evvel, dün akşam üzeri, seçim bölgem Afyon-Bolvadin merkez üssü olmak üzere,
burada 5,8 şiddetinde bir deprem
olmuştur; bu deprem, Bolvadin, Çay,
Sultandağı; Konya'ya bağlı da, Akşehir ve Ilgın İlçelerinde hasarlara sebep
olmuştur. Ben, buradan, hem şahsım hem Grubum hem de Meclis adına o yöredeki
insanlara geçmiş olsun diyorum; depremde hayatını kaybedenlere Allah'tan
rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. Bu arada, dün akşam üzeri deprem bölgesinde dolaşırken, yanımdaki
kaymakamı, Afet İşleri Genel Müdürlüğü Kriz Merkezinden aramaları beni
fazlasıyla memnun etmiştir; bundan dolayı, Sayın Bakana huzurlarınızda teşekkür
ediyorum. Bu teşekkürümle beraber, bir de ricada bulunuyorum; bu hasar
tespitlerinin bir an evvel yapılması için gerekli talimatı verir inancıyla. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) - Başlattık. HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, bir bütçeyi eleştirmek gayet basittir; bir
bütçeyi övmek de gayet basittir. Alırsınız rakamları; hangi rakamı; örneğin, Sağlık Bakanlığının 2001
yılı bütçe rakamlarını. Nedir bunlar; Sağlık Bakanlığı 2001 yılı bütçesi 1
katrilyon 280 trilyon 660 milyar. Bunun, yüzde 77'si personel giderleri, yüzde
9'u yatırım, yüzde 9'u transfer giderleri, yüzde 5'i de diğer cari giderler.
Bütçedeki oranını alıyorsunuz, yüzde 2,66. Matematikçiler "rakamlar
sihirlidir"demiş. Bu sihir, rakamların yazılışında veya okunuşunda
değildir, yorumundadır. Siz bu rakamları alırsınız, Avrupa ülkelerinden
gelişmiş bir ülkenin de rakamlarını alırsınız "niye bu böyledir"diye
yerer Allah yerersiniz veya bu rakamları alırsınız, gelişmekte olan bir ülkenin
rakamlarını alırsınız, över Allah översiniz, göklere çıkarırsınız; ikisi de
doğru değildir. Biz, burada, Türkiye'nin gerçeklerini konuşmak mecburiyetindeyiz.
Türkiye'de sağlık sorunu var mıdır; dün vardı, bugün de var, yarın da
olacaktır. Gelişmiş ülkelerde, hâlâ, sağlık sorunları devam etmektedir.
Clinton, son seçimlerinde, sağlık
reformundan dolayı ikinci defa seçilmiştir. Bush, bütün seçim propagandasında
sağlık reformunu önplanda tutmuştur. Amerika gelişmiş bir ülke, lider ülke.
Biz, sadece Amerika'nın Houston'ına gideriz, orayı görürüz ve geliriz, Türkiye'de
Houston gibi hastane ararız; ama, Amerika'nın arka sokağına, arka bahçesine
gittiğiniz zaman, bizde olanlardan daha kötü, daha mahrumiyet içerisinde,
sağlık hizmeti alamayan yüzlerce, binlerce, milyonlarca Amerikalıyı görürsünüz.
Ne vardır onların bir tek güvencesi; ellerindeki sosyal sağlık güvence kartı.
Bu da inşallah yakında, Türk halkına da, sayın bakanların gayretiyle
dağıtılacak, bu iş de, artık, temcit
pilavı gibi ikide bir bu kürsülerden söylenmemiş olacaktır. Değerli milletvekilleri, sağlığın temeli, adı üstünde, temel sağlık
hizmetleridir; yani, koruyucu sağlık hizmetleridir. Koruyucu sağlık
hizmetlerinde, cumhuriyet kurulduğundan beri, Bakanlıkta çalışanlarla beraber,
merkezdeki çalışanlarla beraber, periferde, taşrada çalışanlar, büyük
başarılara imza atmışlardır. Bugün eleştirebilirsiniz, sağlık ocağında doktor
yok diyebilirsiniz, ebe yok diyebilirsiniz; ama, o insanlar, büyük bir özveri
içerisinde, bugünkü şartlardan da daha kötü şartlarda, mahrumiyet içerisinde,
salgın hastalıklarla mücadele etmişlerdir; pek çok bulaşıcı hastalıklarla
mücadele etmiş, kökünü kazımışlardır, pek çok hastalığı eredike etmişlerdir.
Dolayısıyla, cumhuriyet tarihimizde Sağlık Bakanlığı görevlisi olarak pek çok
başarıya imza atmış, bu dünyadan geçmiş gitmiş ve bize pek çok şeyi miras
bırakmış, şerefi, şanı miras bırakmış, hekim, sağlık memuru, ebe ve hemşireleri
rahmetle anıyorum. Değerli milletvekilleri, 1961'de çıkan, 1963'te Muş'un Varto İlçesinde
uygulanmaya başlayan, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanunla,
yani 224 sayılı Kanunla, koruyucu sağlık hizmetleri disiplinize edilmiştir, raptüzapt
altına alınmıştır. Yukarıdan baktığınız zaman, Türkiye'nin dağında taşında, ilinde
ilçesinde, merkezinde, her yerde, 5 689 sağlık ocağı, buna bağlı olarak 11 743
sağlıkevi ve 78 halk sağlığı laboratuvarı, bunlara mümasil, verem savaş
dispanserleri, ana çocuk sağlığı merkezleri, trahom merkezleri vesaire
vesaire... İşte bütün bunlar, Türkiye'nin her tarafına yayılmış, âdeta bir örgü
gibi örülmüş, sağlık hizmetlerini halkın ayağına götürmek için yapılmıştır.
Bugün sağlık ocaklarında belki verimli çalışma olmamaktadır; 1978'e kadar gayet
iyi giderken, 1978'de 38 ili birden almışlar programa, bütün Türkiye'yi
sosyalizasyon programına alınca ortalık karışmış. Ondan sonra da, siyasîlerin,
şunun bunun baskısıyla, kanunda yazılı kriterler aşılmış, 10 000 yerine,
2000-3000 nüfuslu yerlere sağlık ocağı yapılmış. Bunların her birine doktor,
ebe, hemşire, sağlık memuru, laboratuvar teknisyeni vermek kolay değildir; ama,
onların fonksiyonu -rakam olarak 29- sıralama olarak hazırlanmıştır, 29 görevi
vardır. Hasta muayenesi değildir oranın asıl görevi, asıl görevi, bağışıklama,
aşılama; ama, 1979'dan sonra, her nedense, aşılama rutinden çıkarılmış,
kampanyalara dönüştürülmüş ve kampanyalarda alınan neticelerle övünülmüş.
Aslında, sağlık ocağının birinci vazifesi, bağışıklamadır; ana sağlığı, çocuk
sağlığı, beslenme, çevre sağlığı gibi pek çok sağlık problemini yerinde
halletmek için ve bir de 019'lar vardı orada; sevk zincirini kurmak için
019'lar vardı. Oradaki, sağlık ocağındaki tabip, 019'lu kâğıdı doldurup
veriyordu hastanın eline. Hasta, gideceği yeri, muhtemel teşhisi, hangi doktora
muayene olacağını oradan biliyordu ve hastaneden dönerken de, o 019'un bir
parçası yine eline veriliyordu. Dolayısıyla, otokontrol sistemi, doktorun
teşhiste hata yapıp yapmadığı da kontrol ediliyordu; ama, gelin görün ki,
1980'li yıllardan itibaren, çok pahalı bir hizmet olan tedavi hizmetleri
önplana çıkarılmış, sağlık ocakları, sağlık evleri ihmal edilmiş; oralar, TUS'a
hazırlanan hekimlerin barınağı haline veya aşı günleri hatırlanan birer sağlık
kurumu haline getirilmiştir. Aslında, Türkiye'de ilk başvuru yeri, sağlık
ocaklarıdır. Biz, bunu sağladığımız takdirde, sağlık ocağı hekiminin
yönlendireceği şekilde hastaneye sevkle, hastanedeki yığılmaları, hastanedeki
doktorun hastaya ayırdığı zaman azlığı itirazlarını ortadan kaldırmış oluruz.
Dolayısıyla, tedavi edici hekimliğe, orada çalışan hekime de nefes aldırmış
oluruz; ama, bu zincir, maalesef, Türkiye'de yürümedi. Gerçi, bir arkadaşımız, Türkiye'deki bu gelişmelere, bu değişime, bu
teknolojiye, bu yetişmiş elemana rağmen, kişi başına sarf edilen 140 doları
örnek göstererek eleştirmek istedi ve bu, Avrupa ülkelerinde 3 000 dolarmış.
Avrupa ülkelerindeki gayri safî millî hâsılayı getirin bana; benim halkım da,
benim vatandaşım da, 140 dolar değil, 1 400 dolar sarf edecektir. (ANAP
sıralarından alkışlar) O yüzden, böyle, rakamları altüst ederek eleştirmek
doğru değildir diyoruz. Temel sağlık hizmetlerine önem verildiği takdirde,
sağlık sorunlarının büyük bir kısmı halledilecektir. 1997 yılında, Avrupa sağlık bakanları, İstanbul'da Çırağan Sarayında
toplandı. Ben, o zaman, Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Komite Başkanı Dr. Aswaff'la
beraber bir basın toplantısı yaptım ve "artık, Türkiye, Dünya Sağlık
Örgütünün dikte edeceği bir ülke olmaktan çıkmıştır; birikimi vardır, deneyimi
vardır, yetişmiş elemanı vardır, proje üretmektedir. Siz, eğer Ortaasya
cumhuriyetlerine gidiyorsanız, bizimle beraber gidin; geri kalmış ülkelere
gidiyorsanız, bizimle beraber gidin; artık, biz, proje üreten, ihraç eden ülke
haline geldik" dedim; çünkü, gerçeği de oydu. O yüzdendir ki, ben,
Bakanlık mensuplarından, özellikle, Anayasanın 56 ncı maddesiyle Bakanlığın
uhdesine verilen bu görevleri daha iyi yapacak şekilde, temel sağlık
hizmetlerine, koruyucu sağlık hizmetlerine destek vermelerini istirham
ediyorum. Bunlar, bir yerde de, acil hekimliğe gitmektedir; karayolu üzerindeki
bütün sağlık ocakları ilkyardım istasyonu olarak çalışmaktadır ve bunlar,
Türkiye'de, trafik cenneti haline getirilen... 1999 rakamlarına göre, 319 000
trafik kazası olmuş; 3 456 vatandaşımız kazalarda can vermiş, kaybetmişiz, 87
000 vatandaşımız yaralı veyahut da sakat kalmış. İşte, bunlara yetişmenin,
bunlara bir an evvel müdahale etmenin yolu da, ilkyardım istasyonlarından
geçmektedir ve 71 ilimizde, son rakamlara göre, 384 ilkyardım istasyonu, 541
ambulansla halkımızın hizmetine devam etmektedir; bunlar güzel şeylerdir. Bir yere bakıp da, hastanedeki sıkışıklığı görüp de "sağlık sistemi
çökmüştür, sağlık sistemi çürümüştür" demenin âlemi yoktur. Sağlık
sorunlarından hizmet alanlar şikâyet edebilir; daha kaliteli, daha teknik, daha
üstün hizmet; ama, sağlık hizmeti sunanların da şikâyetleri var. Bunlar, gece
gündüz demeden, büyük bir özveriyle çalışıyorlar; aldıkları maaşlarla idare
edemez hale geldiler; eskiden ortadireğin üstünde bir refah seviyeleri varken,
bugün ortadireğin altına düştüler. Bir doktor düşünün, oğlunun okul taksidini
düşünürken, yatıracağı telefon parasını düşünürken, ev kirasını düşünürken, o
hastaya nasıl doğru teşhis koyabilir, nasıl konsantre olabilir?!. Sadece doktor
değil, gece gündüz onlarla ekip halinde çalışan sağlık memuru, ebe, hemşire,
laboratuvar teknisyenlerimiz da aynı durumdadır. Sağlık Bakanlığının bünyesinde
210 000 kişi çalışmaktadır; devasa bir Bakanlıktır. Verilen rakam belli ve bu
rakamın yüzde 77'si de personele gitmektedir. 55 inci hükümet zamanında üç defa girişimde bulunduk; bunların nöbet
paralarını artıralım dedik, bunların iş riskini artıralım dedik, temininde
güçlük zammını artıralım dedik vesaire; ama, kabul ettiremedik o zaman; hatta,
kanun tasarısı olarak Bakanlar Kurulundan geçirdik; fakat, biliyorsunuz, 55
inci hükümetin ömrü vefa etmedi ve o kanun tasarısını kanunlaştıramadık; ama,
buna bir çözüm bulunması gerekli. Son zamanlarda Bakanlıkta böyle bir çalışmanın olduğunu ve Bakanlar
Kuruluna sevk edildiğini basından öğreniyoruz. Ben de, ayrıca, gruptaki
arkadaşlarımla bu konuda bir teklif hazırlayıp verdim; eğer komisyona veya
Genel Kurula gelirse, desteklerinizi rica edeceğiz. Çünkü, başımız ağrıdığı
zaman şefkatine, ilgisine sığındığımız insanın da rahat içerisinde hayat
sürmesini sağlamak, bizim aslî görevimizdir. Onlar rahat ederlerse, biz
evimizde hastalıklardan korunmuş oluruz ve başımıza hasbelkader bir rahatsızlık
geldiği zaman da, onların ilgisini, şefkatini daha çok görürüz diye
düşünüyorum. Bugün, ülkemizde küçüklü büyüklü 746 devlet hastanesi vardır. Bunların
bir kısmı eğitim vermektedir. Şunu açıkça söylüyorum: Bugün, devlet
hastanelerinin birçoğu, özel hastanelerden de, üniversite hastanelerinden de
ileridedir. Bunları bu hale getirenlere, şimdiye kadar çalışanlara şükranlarımı
sunmak da boynumun borcudur. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakanım, 2 dakika içerisinde tamamlarsanız sevinirim. HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Devamla) - Tabiî, sağlık sorunu, onbeş dakikaya, bir saate sığacak bir sorun
değildir. İnsan unsurunun bulunduğu her yerde sağlık sorunu olacaktır ve olmaya
devam edecektir. Bizim gönlümüz, bizim arzumuz, bizim isteğimiz, sağlık
sorunlarını asgarîye indirmektir ve Bakanlığın da gece gündüz yaptığı
çalışmalar bu yöndedir; kendilerine Allah kolaylık versin diyorum. Verdiğim
rakamları tekrar etmek istemiyorum; bu rakamlarla Sağlık Bakanlığı hizmetleri
yürütülecektir. Sağlık Bakanlığı bütçemizin, ülkemize, milletimize ve Bakanlığımıza
hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP, MHP ve DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Özsoy. Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır. Şahsı adına, lehinde olmak üzere, Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat
Dayanıklı. Buyurun Sayın Dayanıklı. Süreniz 10 dakika efendim. BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde, kişisel katkımı sunabilmek için söz aldım;
sizleri saygıyla selamlıyorum. Sağlık Bakanlığı bütçesi görüşülürken, genelde, bütçe içerisindeki
yüzdesi verilir ve çok düşük olduğu söylenir; yıllardan beri bu böyle
yapılıyor. Hatta, silah alımına 3,5 katrilyon lira harcayan bir ülkede, kişi
başına 123 dolar savunma harcaması yapan bir ülkede, sağlık harcamasının
yetersiz olduğu ifade edilir. Hatta, hemen hemen bütün bakanlık ve kurumların
bütçe sunuşlarında, bakanlar, bütçelerinin yetersiz olduğunu söylerler ve
bazıları ödenek talep eder. Bu doğrudur; ancak, gerçekte ülkemizin kaynakları kıt değil. Maalesef,
ülkemizin kaynakları yıllardır yerinde kullanılamıyor veya kullanılmıyor. Her
platformda devletin küçülmesinden söz ediliyor; ama, devlet bir türlü
küçülemiyor; tersine, büyüyor. Evet, güzel Türkiyemizin önündeki bu ciddî problemlerin çözümü için,
zaman zaman bakanlıklar kuralım diyoruz; ancak, bakanlıkların kurulmasıyla da
bu problemler maalesef çözülemiyor. Tam tersine, yetki karmaşası, bürokrasi,
güç dengeleri, sorumlulukları paylaşamama ve daha birçok nedenden dolayı
problemler çözümsüzleşiyor. Türkiye, belki de, 36 bakanlıkla yönetilen bir ülke
değil; daha az sayıda; ancak, daha etkin, verimli çalışan, kurumlar arasında
uyum, eşgüdüm sağlayabilen, bilgi çağının tüm imkânlarını değerlendirebilen,
elektronik iletişimi etkin kullanabilen bakanlıklarla yönetilen bir ülke
olmalıdır. Yine, her platformda, devletin şeffaf olması gerekir diyoruz; ama,
maalesef, şeffaflığın gereklerini tam anlamıyla yerine getirmiyoruz,
getiremiyoruz. Amacım, devleti kötülemek değil; ancak, yanlışları, eksiklikleri
ortaya koyarak daha iyisine, daha güzeline erişmeliyiz. Devletin şeffaflığı meselesi, en çok üzerinde durulması gereken mesele
ve her fırsatta, devletin şeffaflığını talep ediyoruz; ancak, maalesef, bazı
uygulamalar, bunun, aksinin olduğunu gösteriyor. Örneğin: Sayıştayın, bu yıl, ilk defa, raporunda önemli bir eksiklik var
ve maalesef, burada gündeme getirilmedi. Geçtiğimiz yıl içinde, 29 adet genel
ve katma bütçeli kuruluşun bazı projeleri, dış borçla finanse edilmiş. Bu
projeler, nakdî kredi değil, aynî krediler almış; yani, proje kredisi almış,
ancak para yerine, mal ve hizmet satın almış. Önemli olan husus, bu projelerin
hiçbirinin, Devlet Planlama Teşkilatının yatırım programlarında yer almamış
olması. Dolayısıyla, bu yapılan harcamalar -ki, bunlar, yüzlerce trilyon lira
değerinde- Meclisin iradesi dışında kullanılmış; yani, harcamayı yapanlar,
Meclise hesap vermemişler. Yapılan çözümlemede, problemin, bir bütçeleştirme
problemi olduğu ifade ediliyor; ancak, sonuçta gerçek değişmiyor. Maalesef,
böyle büyük meblağlar, Meclisin denetimi dışında, yani halkın temsilcilerinin
denetimi dışında harcanmış, gitmiş. Her fırsatta, şeffaf bir maliyeyi kurmak gerekir diyoruz. Sağlık ve
eğitim giderini, savunma harcamasını, aldığını-verdiğini zamanında gören ve
bunu, toplumla paylaşan bir maliye kurmak gerekir diyoruz; ama, bir türlü
yapmıyoruz veya yapamıyoruz. Oysa, bugünkü İnternet teknolojisi buna imkân veriyor. Bu kadar çok
bilgiyi, belgeyi halka sunmanın en ucuz ve hatta en pratik yolu, bütün bu
bilgileri, belki de internet ortamına aktarmak. Onun için, mutlaka internet
altyapısını, teknolojisini ülkemizde güncelleştirmeliyiz, daha ucuz ve daha
kullanılabilir hale getirmeliyiz. Evet, devlet sisteminde, Türkiye, yeniden bir yapılanmaya gitmeli;
kaynaklarını daha verimli kullanan, kaçakları önleyen, tam anlamıyla şeffaf bir
sistem oluşturulmalı; etkinlik, verimlilik, öngörülebilirlik, hesap
verilebilirlik, sadece hoş kelimeler olmaktan çıkmalı, bunlar gerçekten
devletin işleyişinin temel ilkeleri olmalı. Şimdi, sağlığa ayrılan paya dönersek, altını çizerek vurgulamak lazım;
Türkiye'de, tüm kamu ve özel kurum ve kuruluşların sağlık harcamaları bir çatı
altında toplansa, bu, bütçenin neredeyse yüzde 10'u oluyor. 1988 yılında,
DPT'nin yaptığı bir araştırmada, daha doğrusu DPT'nin yaptığı bir çalışmada,
1988 yılında sağlık harcamalarımız 2,7 milyar dolarken, on sene sonra 1998
yılında, bu harcamalar 7,48 milyar dolar olmuş. Bu, altının çizilmesi gereken
bir rakam. Tabiî, Sağlık Bakanlığının bütçesi, genel ifadeyle 1,8 milyar dolar
ve bu, yıllardan beri böyle olmuştur. Sadece, 1994 yılında 1,1 milyar dolar
olmuş. Ama, Sağlık Bakanlığının gelirleri, sadece bütçede ortaya konulan
rakamlarla ifade edilmiyor. Örneğin, 1988 yılında çıkarılan 3418 sayılı
Kanunla, çok değişik kaynaklardan elde edilen vergi gelirlerinin bir bölümü,
belirli oranlarda değişik kurumlara dağıtılıyor ve bu Kanunun 39 (a) ve 39 (b)
maddelerine göre, bu gelirler, Sağlık Bakanlığı tarafından harcanıyor. Ben, bu
maddelerin nasıl denetlendiğine girecektim; ama, maalesef, on dakika içinde
bunları yapmam mümkün değil. Onun için geçiyorum; ama, şunu ifade etmek lazım;
1999 yılında Sağlık Bakanlığı bütçesi 825 trilyon. Bu fondan, yani, 3418 sayılı
Yasanın 39 (a) ve (b) maddelerine göre Sağlık Bakanlığına sağlanan rakam, 40
trilyon; yani, o zamanki bütçenin yüzde 5'i. 2000 yılında nedir: 2000 yılında,
bütçenin yüzde 10'u civarında bir miktar, 3418 sayılı Yasayla Sağlık
Bakanlığına verilmiş. Ayrıca, döner sermaye gelirleri var. Bu döner sermaye gelirleri çok
önemli. Döner sermaye gelirleri, hem cihazlaşmaya hem personele katkı sağlıyor.
Sayın Sağlık Bakanımız, 2001 yılı içinde, bu döner sermaye gelirlerinin,
neredeyse 1 katrilyon liraya ulaşacağını söylüyor, ifade ediyor; yani, bütçeye
yakın bir rakam. Döner sermaye gelirleri deyince, bugün, akşamüstüne doğru,
Plan ve Bütçe Komisyonunda, döner sermayeler hakkında bir kanun tasarısı
görüşüldü, tam bağlanmadı; ama, görüşüldü. Şimdi, buradaki en önemli özellik,
bu kanun, tüm sağlık personelinin ücretlerini düzenleyen bir kanun değil,
altını çizmek lazım, tüm sağlık personelinin ücretlerini düzenleyen bir kanun
değil; ama, sağlık personeline eködenek getiriyor ve 9 000 kadar da kadro
sağlıyor. Sayın milletvekilleri, ilaç sektöründen kimse bahsetmedi. İlaca
harcadığımız rakam 5 milyar dolar; ama, en acısı, ithal ilaç oranımız gittikçe
artıyor; bu, yüzde 32'ye ulaşmış. Bu husus, gerçekten, ilerisi için endişe
verici, mutlaka, takip edilmeli; kendi öz ilaç sektörümüz, şirketlerimiz,
mutlaka, desteklenmeli. Ayrıca, ilaç sektöründe, OTC dediğimiz, yani, tezgah
üzeri ilaçların kanunu yok. Bu ilaçlar, halk tarafından çok sık kullanılıyor
-örneğin, soğuk algınlığı ilaçları- o yüzden, mutlaka, bu ilaçların kullanımına
yönelik kanun da çıkarılmalı. Sonuç: Evet, sağlık sistemi ve sağlık ekonomisi, maalesef, ülkemizde,
siyasî platformda, öncelikli bir konu olarak ele alınmıyor veya alınamıyor.
Temel makro ekonomik dengeler, yapısal reformlar, sağlıktaki reformdan daha
önplanda; ama, maalesef bu yüzden, problemlerin radikal çözümü için adımlar
atılamıyor. Oysa, iktidarın ezici bir çoğunluğu var, istenirse bu ortamda bu
radikal reformlar yapılabilir. Sağlık sisteminin reorganizasyonu için... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Dayanıklı, 1 dakika içinde toparlayınız efendim. BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Devamla) - ... tek anahtar para değildir; yani
sağlık sisteminin bütün bu olumsuzluklarını çözecek anahtar para değildir.
Mevcut imkânlarla yeniden bir yapılanma, yeniden bir enerji gerekir; ama bunun
için mutlaka siyasî kaygılardan tamamen uzaklaşmış bir kadro ve mutlaka
çözümler bilimsel gerçekler ışığında alınmalı ve sorunlara yaklaşılmalı; ama,
her şeyden önce, bunun için, bütün bunların olabilmesi için, her şeyden önce
inanmak gereki-yor, inanç gerekiyor; her şeyden önce şevk gerekiyor; ama, her
şeyden önce bu iş için aşk gereki-yor... İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Hepsi var. BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Devamla) - ... ve çok çalışmak gerekiyor.
İnanıyorum ki, bunun hepsi mevcut, biz de, bu konularda her zaman bakanlığa ve
bu konuda yetkili herkese yardımcı olmak için elimizden gelen gayreti
göstereceğiz. Bütçenin hayırlı olmasını diliyor, iyi çalışmalar temenni ediyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Dayanıklı. Hükümet adına ilk söz, Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş'a aittir. (MHP
sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Bakanım. SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale)- Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; Bakanlığımın 2001 malî yılı bütçesini sunmak üzere
huzurlarınızda bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisin siz değerli üyelerini
saygıyla selamlıyorum. Sağlık hizmetlerinin, kişiye etkili, ulaşılabilir ve kaliteli bir
şekilde sunulması, Bakanlığımın temel politikasıdır. Sağlık hizmetlerini
sunarken temel ilkelerimiz, nüfusun tamamını kapsaması, düzenli ve sürekli
sunulması, rekabet ve kalitenin öne çıkarılmasıdır. Sağlık hizmetlerini denetleme yetkisi, Sağlık Bakanlığına verilmiş
olmakla birlikte, standart bir denetimin yapılabildiğini söyleyebilmek zordur.
Bunun önemli nedenleri, yeterli sayıda denetim elemanımızın olmayışı, Bakanlık
ve kurumlarımızın aşırı bağımsız olma isteği, eleştirilere alınganlık
göstermemiz ve denetime açık olmayışımızdır. Standart bir denetime sahip,
çağdaş teknolojiye ayak uyduran ve sağlık hizmetini veren ile finanse eden
kurumları birbirinden ayıran bir sağlık hizmeti ise, öncelikli hedeflerimiz
arasındadır. Bu temel ilkeler ışığında ve hedeflerimiz doğrultusunda, 65 milyon
insanımıza koruyucu sağlık hizmetlerini bir bütün halinde, ücretsiz götürmeye
çalıştığımız malumlarınızdır. Temel sağlık hizmetlerinin etkin ve hakkaniyetle, toplumun en uç
yerleşim birimlerine kadar ulaştırılması ana prensibimizdir; ancak, personel ve
taşıt eksikliğiyle doğu ve güneydoğuda onbeş yıl süren terör yüzünden bu
prensip yeterince yerine getirilememiştir. Bu hizmetlerin yürütülebilmesi amacıyla, Bakanlığıma, 2001 malî yılı
genel bütçesinden, 1 katrilyon 280 trilyon lira ayrılmıştır. Bakanlığımın
bütçesine ayrılan bu rakam, genel bütçe içerisinde 2,66'lık bir payı ifade
etmektedir. Bu oranın, son yıllarda sağlığa ayrılan en düşük pay olduğunu
bilgilerinize sunuyorum. 2001 yılı içerisinde fizikî gerçekleşmesi yüzde 90'ın üzeri olan 90 adet
hastane ile fizikî gerçekleşmesi yüzde 70'in üzerinde olan 92 sağlık ocağı, 57
sağlıkevi, 2 sağlık müdürlüğü hizmet binası, 1 halk sağlığı laboratuvarı, 3 ana
çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezi, 3 verem savaş dispanseri ve 11 sağlık
meslek lisesinin bitirilmesi planlanmıştır. Sayın Başkan, değerli üyeler; sağlık hizmetleri içerisinde en önemli
yer, hiç şüphesiz, koruyucu sağlık hizmetlerinindir. Bakanlığımız da bu
çerçevede, koruyucu sağlık hizmetlerine gereken önemi vermekte ve konuyla
ilgili çalışmaları büyük bir hassasiyetle yürütmektedir. Her köye, her mezraya
giderek, her çocuğu ve her gebeyi aşılamak için yoğun bir çaba başlatılmıştır.
Bu aşılara, gerekli durumlarda kullanılan kuduz aşısı, kuduz serumu ve yılan
serumu da eklendiğinde, aşılama uygulamasının Bakanlığıma maliyeti, yaklaşık 11
milyon dolardır. Sayın Başkan, değerli üyeler; koruyucu sağlık hizmetlerini, ülke
genelinde 5 699 sağlık ocağı, 11 746 sağlık evi ve 78 halk sağlığı
laboratuvarıyla sağlamaktayız. Bu kurumlarımızda çalışan ve gerek aşılama
çalışmalarında bulunan gerekse halk sağlığının korunmasına yönelik olarak
yurdun en ücra köşesine kadar sağlık hizmeti götüren sağlık personelimizin hak
etmiş olduğu seyyar görev tazminatları ile geçici ve sürekli görev yollukları,
maalesef, yeterince ödenememiştir. Sayın Başkan, değerli üyeler; ülkemizde trafik kazalarının
istatistikleri incelendiğinde, kazalarda ölen ve yaralanan insan sayısının
ürkütücü bir seviyede olduğu görülmektedir. Karayollarında yapılacak
düzenlemeler, trafikle ilgili mevzuatın caydırıcılığı yanında, acil ve
ilkyardımda kaliteli, etkin ve süratli bir hizmeti üretmek zorundayız. Bu
nedenle de acil sağlık hizmetlerinin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Acil sağlık hizmetleri, 2000 yılının ilk on ayı itibariyle, 71 ilimizde,
358 istasyon ve 541 ambulansla verilmekte olup, geriye kalan 10 ilimizdeyse,
altyapı ve kuruluş çalışmaları devam etmektedir. Bu çalışmalar doğrultusunda,
Bakanlığımın hedefi, trafik kazaları nedeniyle meydana gelen ölümlerin ve
sakatlıkların, yıllık yüzde 6-7 oranında azaltılmasını sağlamak ve acil vaka
ihbarlarından sonra, şehir içinde ortalama 8 dakikada, şehir dışındaysa 15
dakikada vakalara müdahale etmektir. Bütün bu hizmetlerin desteklenmesi
amacıyla, uluslararası standartlara uygun, içerisinde reanimasyonun ve küçük
müdahalelerin gerçekleştirileceği kara ambulansları, nüfus yoğunluğu da dikkate
alınarak dengeli bir şekilde dağıtılmaktadır. Bunun yanı sıra imkânlarımız
dahilinde hava ve deniz ambulansları da bu sisteme kazandırılarak, işleyiş
güçlendirilecektir. Bu doğrultuda, Bakanlığımız, 5 helikopter ambulans için
ihale işlemlerini tamamlamıştır. Sayın Başkan, değerli üyeler; 2001 yılına girmeye hazırlanırken, Dünya
Sağlık Örgütünün belirlediği "21 inci Yüzyılda Herkes İçin Sağlık"
hedefleri doğrultusunda, Ulusal Sağlık 21 Politikası geliştirme çalışması
Bakanlığımız öncülüğünde başlatılmıştır. Ayrıca, turistik yörelerde sunulması gereken sağlık hizmetleri, sadece
turist sağlığıyla sınırlandırılmadan, turizm sağlığı şeklinde bir bütün olarak
ele alınmasına yönelik bir yapılanmaya gidilmektedir. Ülkemizde yaşanan hızlı sosyal ve ekonomik değişmelere paralel olarak, sağlık
sorunlarının boyutları da önemli ölçüde değişmektedir. Günümüzde, toplum sağlığımızı, kalp hastalıkları, kanser, bulaşıcı
hastalıklar gibi fiziksel hastalıkların yanı sıra ruhsal bozukluklar da büyük
ölçüde etkilemektedir. Ruh sağlığının önemi, deprem sonrasında bir kez daha
ortaya çıkmıştır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından "ruh sağlığı yılı"
ilan edilen 2001 yılında, koruyucu ruh sağlığı çalışmalarımız, yeni projelerle
güçlendirilerek geliştirilecektir. Ülkemizde, çalışanların sağlığının korunması, izlenmesi ve gerekli
önlemlerin alınması veya aldırılmasıyla ilgili, organize sanayi bölgelerinde
işyeri sağlık birimleri oluşturulması konusunda çalışmalar başlatılmıştır. Sayın Başkan, değerli üyeler; dünyada, her yıl, 6 milyondan fazla insan
kansere yakalanmakta ve bunların büyük çoğunluğu da hayatını kaybetmektedir.
Kanser, son yıllarda sebebi bilinen ölümler arasında kalp damar
hastalıklarından sonra ikinci sıraya yükselmiştir. Kanserle savaşta, Dünya
Sağlık Örgütü tarafından tüm ülkelerde uygulanması öngörülen altı basamaklı
kanser kontrol programı, ülkemizde de başarıyla uygulanmaktadır. Bu çerçevede, finansmanı tümüyle Bakanlığımız tarafından karşılanan ve
devlet hastanelerine entegre olan 22 kanser erken teşhis merkezi açılmıştır.
Ayrıca, Kanser Erken Teşhis ve Tarama Merkezleri Yönetmeliği ile Kanser Kayıt
Merkezleri Yönetmeliği hazırlanmış ve yürürlüğe girmiştir. Sayın Başkan, değerli üyeler; yüzyıllardır önemli bir halk sağlığı
sorunu olmaya devam eden veremin, son yıllarda, gelişmiş ülkelerde bile artış
gösteriyor olması, tüm dünyada, daha etkin bir mücadeleyi zorunlu hale
getirmiştir. 2000 yılında, dirençli vakaların tedavisi için gerekli ikinci
kuşak ilaç alımları yapılmış ve bu hastaların ücretsiz tedavilerine
başlanılmıştır. Sayın Başkan, değerli üyeler; ülkemizde, halen önemli bir halk sağlığı
sorunu olarak gündemdeki yerini koruyan sıtma hastalığıyla mücadelemiz devam
etmektedir. Ülkemizdeki kadın ve çocuklarımızın sağlık göstergelerinin gelişmiş
ülkeler düzeyine çıkarılması için, özellikle, anne ve çocuklarda ölümlere neden
olan, basit ve ucuz yöntemlerle önlenebilecek sağlık sorunlarının zamanında
teşhis ve tedavisi amacıyla programlar geliştirilerek uygulamaya konulmakta ve
rutin hizmetler, özel programlarla desteklenmektedir. Sayın Başkan, değerli üyeler; ülkemiz referans kuruluşu olan Refik
Saydam Hıfzıssıhha Merkezi tarafından, stratejik öneme sahip, biyolojik
ürünlerin uluslararası bilimsel gelişmelere uygun olarak ülkemizde üretimini
amaçlayan projelere, 2001 yılında da gerekli destek verilecektir. Gerek ülkemizde üretilen gerekse ithale edilen ilaç ve kozmetikler ile
tıbbî ve cerrahi malzemelerin, ulusal düzeyde kalite kontrolünün, günümüz
biyoteknolojik gelişmeleri ve artan kapasite dikkate alınarak, modern manada
yenilenmesi gereği anlaşılmış ve projelendirilerek, yatırım programına teklif
edilmiştir. İlaç konusunda, dünya ülkelerinin uygulamalarını da etkileyen yeni
kavramlar ve öncelikler, ülkemiz ilaç yönetim sisteminde, yapısal ve
fonksiyonel olarak köklü değişiklikler yapılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bu
nedenle, Avrupa Birliği direktifleri doğrultusunda mevzuat çalışmalarına hız
verilmiş ve yüzde 80'i tamamlanmıştır. Sayın Başkan, değerli üyeler; dönersermayeli hastanelerimizin 1999
yılında 30 trilyon Türk Lirası olan nominal sermayeleri, 2000 yılında 100
trilyon Türk Lirasına, 2001 yılında da 200 trilyon Türk Lirasına
çıkarılacaktır. Teşhis ve tedavi ünitelerinde görülen yoğun hasta talebinin zamanında
karşılanması, aşırı yığılmaların önlenmesi, hekimlerimizin, hastalarına
yeterince zaman ayırabilmeleri, mesai saatleri dışında da her branşta uzman
düzeyinde sağlık hizmeti verilmesi ve sağlık personeli kapasitesinin âtıl
durumdan kurtarılarak rantabl çalışmanın sağlanabilmesi, insan gücünden optimum
düzeyde yararlanılması amacıyla 2 Eylül 1999 tarihinde başlattığımız vardiyalı
çalışma uygulaması, bugün, 36 ilimizde, 64 hastanede başarıyla uygulanmaktadır.
Sağlık Bakanlığı hastanelerindeki vardiya sistemi, diğer kurum ve
kuruluşlardaki mesai kayıplarını önlemek için de bu kurum çalışanlarına hizmet
vermeye hazırdır. Bu konuda sendikalar, SSK yetkilileri ve ilgili bakanlıklarla
görüşmeye ve çözüm üretmeye hazır olduğumuzu ifade etmek isterim. Sayın Başkan, değerli üyeler; sağlığın korunması ve güvence altına
alınabilmesi amacıyla, Tıbbî Yanlış Uygulama (Malpraktis) Kanun Taslağı
hazırlanmıştır. Bu kanun çerçevesinde, hekim hatalarıyla ilgili, meslekî
mesuliyet sigortası uygulamaya sokulacaktır. Bu kanun teklifimizin, sizlerin
desteğiyle 2001 yılı içinde yasalaşmasını ve yürürlüğe girmesini ümit
etmekteyiz. Sayın Başkan, değerli üyeler; sağlık hizmetlerinden tüm
vatandaşlarımızın eksiksiz ve aynı kalitede yararlanabilmeleri, tüm ülkeye
yaygın bir sağlık sigorta sisteminin kurulmuş olmasıyla mümkündür. Ülkemizde
sağlık hizmetlerinden yararlanamayan, sayıları 9 656 737 kişiyi bulan yeşil
kartlı vatandaşlarımız ülke nüfusunun yüzde 14,9'unu kapsamakta olup, bu da
sağlık sigortası gelişmesinde önemli bir aşamayı ifade etmektedir. Sayın Başkan, değerli üyeler; ülkemizde yaklaşık 19 000 kronik böbrek
hastası diyaliz hizmetlerinden yararlanmaktadır. Bakanlığımızın çalışmaları
neticesinde 162'ye ulaşan bu merkezlere, 2001 yılında 44 yeni merkez ilave
edilecektir. Ülkemizin hekimdışı sağlık personeli ve sağlıkta ihtiyaç duyulan ara
insan gücü, Bakanlığımıza bağlı okullarda yetiştirilmektedir. Ülke ihtiyaçları
doğrultusunda, Avrupa standartlarına uygun olarak 4 600 saat meslekî eğitim vermek
kaydıyla yeni programın uygulamaya konulacağını ifade etmek isterim. Bilindiği üzere, Bakanlığımıza tahsis edilen 37 000 kadronun 12 000
kadrosu aralık ayı itibariyle atanmış olacaktır. Bu atamalar sonunda,
kalkınmada öncelikli illerde görev yapan hemşire, ebe ve sağlık memuru oranları
yüzde 60-70 oranına yükselecektir. Yurdumuzun mahrumiyet bölgelerinde dahi
büyük gayret ve fedakârlıkla görev yapan, başta hekimler olmak üzere, tüm
sağlık ve yardımcı sağlık personelimizin sosyal ve çalışma şartlarının
düzeltilmesi, özlük haklarının bu personelimizin hak ettikleri düzeye
çıkarılarak iyileştirilmesi, üzerinde durduğumuz bir konudur ve bu konuyla
ilgili çalışmalarımız devam etmektedir. Sağlık projesi kapsamında, akılcı ilaç kullanımı, standart tanı ve
tedavi kriterleriyle ilgili çalışmalarımız 600 civarında bilim adamıyla
sürdürülmektedir, bunların da kısa sürede hizmete sunulacağını ve tedavilerin
bu standartlar çerçevesinde yürütüleceğini ifade etmek isterim. Sayın Başkan, değerli üyeler; Birinci Sağlık Eğitim Şûrası, 24 Kasım
2000'de, Antalya'da, üniversite rektörleri, dekanlar, oda başkanları, uzmanlık
dernekleri, il müdürleri, eğitim hastanelerimizin başhekimleri ve 620 bilim
adamıyla birlikte toplanmıştır. Tıp, diş hekimliği, eczacılık, sağlık
elemanlarının eğitimleri ve sorunlarıyla ilgili önemli kararlar alınmıştır. Sayın Başkan, değerli üyeler; Bakanlığıma bağlı katma bütçeli bir kurum
olan Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Uluslararası Sağlık Tüzüğünde
yer alan bulaşıcı ve salgın hastalıkların kara, hava ve denizyoluyla ülkemize
girişini, aynı yollarla başka ülkelere yayılmasını önlemekle yükümlü olup, bu
görevini, uluslararası giriş ve çıkışa açık tüm sınır kapılarında sağlık
denetimi uygulayarak yerine getirmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 57 nci hükümet programımızdaki
temel politikamız ve temel ilkelerimiz doğrultusunda çalışmalarımızı özet
olarak görüşlerinize arz ettim. Sağlık hizmetlerinin etkin bir şekilde yürütülebilmesi için, bütçemizi
destekleyerek güçlendireceğinize inanıyor; bu düşünce ve duygularla, 2001 malî
yılı bütçesinin, Yüce Milletimize ve devletimize hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyor; hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım. Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Koray Aydın, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) - Sayın Başkan, çok
değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla,
muhabbetle selamlıyorum. Bugün görüşmekte olduğumuz Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesi, bütçe
içerisindeki pay itibariyle cumhuriyet tarihinin en düşük bütçesidir; ama, ben,
bununla ilgili olarak bir serzenişte bulunmak için bunları söylemiyorum. Bütçe
rakamları ne olursa olsun, biz, Bakanlık olarak, bunları en iyi, en verimli
şekilde kullanarak, bu rakamların da arkasına sığınmadan, azimle, kararlılıkla
işimizi yapmaya devam edeceğimizi, özellikle burada belirtmek ve vurgulamak
istiyorum. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sizi, burada rakamlara da boğmayacağım; çünkü, özellikle konuşmacı
arkadaşların güncel konulara değinerek, vatandaşı birebir ilgilendiren konular
üzerindeki görüş ve düşüncelerimi aktararak konuşmamı sürdüreceğim. Dolayısıyla
da konuşma metnimin dışına çıkacağım. Değerli arkadaşlar, bütün konuşmacı arkadaşlar, doğal olarak, deprem
bölgesine dikkat çe-kerek, oradaki vatandaşlarımızın problemlerini öne çıkaran
yaklaşımlar ortaya koydular; doğrudur, öyle de olması gerekir; çünkü,
muhalefete mensup olan arkadaşlarımızın, mevcut eksiklikleri, aksaklıkları
işaret ederek, yönetimde olan insanları uyarmak, onların dikkatlerini o konular
üzerine çekmek ve onları da bu işleri yapmaya sevk etmek tabiî görevleridir. 17 Ağustos ve 12 Kasımda birer deprem yaşadık; dile kolay, tam 376 000 daire yıkık, ağır veya az hasarlı
oldu. Evet, arkadaşlar, tam 376
000... Bunu söylerken rakam olarak kolay; ama, bu rakamı, deprem gününe ve
depremin o ilk manzaralarıyla üst üste koyduğumuzda, yıkılan apartmanları,
boylu boyuna yarılmış caddeleri, her şeyiyle yıkılmış, harap olmuş şehirleri
göz önümüze getirip, depremin o ilk günkü psikolojisini bugün yaşadığımızda
-Cenabı Allah bir daha göstermesin- o ağır ve büyük felaketi tekrar
hafızalarımızda canlandırdığımızda, hakikaten, millet olarak, ülke olarak, çok
büyük bir felaketle karşı karşıya kaldığımızı kabul edeceğiz. Bu kabulü yaparak
yola çıktığımızda da, olayları irdeleyerek, onun üzerinde yorum yapmak ve çözüm
üretmenin daha doğru olacağına inanıyorum. Değerli arkadaşlar, geriye dönüp, hafızalarımızı şöyle bir
yokladığımızda, bu büyük felaket, Türkiye'yi seven, Türk dostu insanları
üzmüştür; ama, kabul edelim ki, milletimizin düşmanı olan unsurları da
sevindirmiştir; çünkü, onların kafalarında, hafızalarında canlanan şey,
Türkiye, bu büyük felaketin altında kalır, bir daha belini doğrultamaz, bu işin
üstesinden gelemez düşüncesi, onları böyle düşünmeye sevk etmiştir. Kendileri
açısından da doğrudur; ama, unuttukları, akıllarına getirmedikleri bir şey var;
o da, her zor, çileli ve meşakkatli anda, Türk Milletinin bir araya gelme
duygusu, Türk insanının yaratıcılığı ve kendine güven duygusuyla da olayların
üzerine gidebildiğinde bu işin üstesinden gelebileceği gerçeği. Değerli arkadaşlar, bu deprem, milletimizin üzerinde çok derin izler
bırakmıştır, çok konuşulmuştur, üzerinde çok şey söylenmiştir; ama, en çok
söylenen, geçmişte yaşadıklarımızdan ders çıkarmadığımız gerçeğidir. Bu,
herkesin ortak kanaatidir. Her zaman dillendirilmiş, her zaman konuşulmuştur
geçmişten ders çıkarmamak, olanlardan ders çıkarmamak. Bu, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı olarak, bizim, olaya, hadiseye girişimizdeki temel yaklaşımımız
olmuştur. Hemen hemen her konuya, olanlardan ders çıkaran bir anlayışla
yaklaştık ve bütün işleri yürütürken de bu yaklaşımımızı rehber olarak önümüze
koyduk. Artık, geriye dönüp olayları sorgulayarak bir netice elde
edemeyeceğimizin bilincindeydik. Belki de geçmişi karalamak, geçmişte
yapılamayanları söylemek, bugünü kurtarmak için bir araç olabilirdi; ama, hem
Yüce Milletimiz hem de Yüce Meclisimiz şahittir ki, biz, bakanlık olarak böyle
bir kolaycılığa düşmedik. Geçmişte yapılamayanları, olumsuzlukları, günün
faturasını hiçbir zaman dile getirmedik. Her zaman, dik durmaya, problemleri
sahiplenmeye ve onun da üzerine kararlılıkla giderek çözme irademizi,
kararlılığımızı ortaya koyduk ve depremden, onun acı neticelerinden ders
çıkardık. Önce, çarpık yapılaşmayı, denetimsiz yapılaşmayı zapturapt altına alacak
ve bugüne kadar ihmal edilmiş olan mühendisimizin ve teknik elemanımızın öne
çıkacağı bir anlayışı sergileyerek, yapı denetim kuruluşları marifetiyle, bu
denetimsiz alanı denetim altına alacak bir uygulamayı başlattık ve 595 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameyle oluşturulan yapı denetim kuruluşları, bugün,
Türkiye genelinde uygulanmakta olan 27 pilot ilde 298 adete ulaşmıştır ve
Bakanlık olarak, bu işin peşini de bırakmış değiliz. Olabilecek muhtemel
aksaklıkları, yürütürken ortaya çıkabilecek muhtemel problemleri yakından takip
ederek, bu uygulamanın yapıldığı 27 ilde Yüksek Fen Kurulu Başkanlığımızın
başkanlığında sivil toplum örgütlerinin katılımıyla, bu 27 ilde seri
toplantılar yaptık, konuyu masaya yatırdık. Olan ve olabilecek mevcut
aksaklıkları irdeleyerek, bu konudaki, işi oturtmadaki kararlılığımızı ortaya
koyduk ve bugün, hakikaten, bu konu, yavaş yavaş oturmaya başlamıştır, daha da
olgunlaşacaktır. Bakanlık olarak işi takip ediyoruz, oluşan ve oluşabilecek
mevcut aksaklıkları da gidererek, bunu daha olgunlaşmış, daha uygulanabilir bir
hale getirerek, artık, ağladığımız, dizimizi dövdüğümüz, hep böyle mi olacak
dediğimiz, yapı denetimini zapturapt altına alarak, bu konuda ilk ciddî adımı
attık. Bu, önemli bir adımdır. Buna paralel olarak, yıllardan beri Türkiye'nin gündeminde konuşulup bir
türlü hayata geçi-rilemeyen uzman mühendislik ve uzman mimarlıkla ilgili kanun
hükmünde kararnameyi çıkararak; bunu da, bir tamamlayıcı unsur olarak devreye
koyduk. Arkasından, önemli gördüğümüz ve Türkiye'de kaynak israfına sebep olan,
yıllardan beri bitirilemeyen işlerle, her zaman, devletin kaynaklarının çarçur
edildiğine inanılan bir anlayışı değiştirmeye yönelik bir adım atarak, Maliye
Bakanlığımızla yaptığımız ortak çalışma neticesinde, Devlet İhale Kanununda
değişiklik yapmak üzere, anahtar teslimi ihale metodunu bir mecburiyet haline
getiren bir yasa teklifi hazırlığı yaptık. Bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisine
getireceğiz; ama, ocak ve şubat aylarında konunun taraflarıyla, sivil toplum
örgütleriyle sürekli toplantılar yapıp, istişareler yapıp, konuya ilgi duyan
insanların katkılarını da içerisine alarak, tartışılmış, konuşulmuş,
eksiklikleri giderilmiş, olgunlaştırılmış bir yasa tasarısı olarak, niyetimiz,
mart ayı içerisinde bunu Yüce Meclisimize sunmaktır. Ümit ediyorum ki, sizin de
değerli katkılarınızla, uzun yıllardan beri konuşulan bu Devlet İhale Kanununu
değiştirerek, belki de büyük bir reforma imza atacağız ve ülkemizin
kaynaklarını verimli kullanacağız ve heba edilecek bir sistemi, düzeni tersine
çevirmiş olacağız. Değerli arkadaşlar, benim, üçlü sacayağı olarak nitelendirdiğim bütün bu
temel yaklaşımların, diğer önemli bir sacayağı da, Hazine Müsteşarlığımız
tarafından getirilmiş olan Zorunlu Deprem Sigortasıdır. Bu, çağdaş bir
uygulamadır, yerinde bir uygulamadır, atılmış doğru bir adımdır; çünkü, artık
her büyük felaketten sonra, bunun faturalarının devlet eliyle ödendiği,
trilyonlarla, katrilyonlarla ifade edilen büyük meblağların devlet tarafından
karşılanmak zorunda kaldığı bir sistem dünyanın hiçbir yerinde kalmadı. Bunun,
belki de son örneği Türkiye'dir. Türkiye, bu yanlıştan kurtulmalı, sistemini
kurmalı ve oluşturacağı müesseseler eliyle, dünyada nasıl yapılıyorsa onu
uygulayarak, devletin üstünden de bu yükü atabilecek bir adımı atmak
mecburiyetindeydi. Onun için, Zorunlu Deprem Sigortası diye adlandırdığımız
olay, böyle bir düşüncenin ürünüdür; doğrudur, yerinde atılmış adımdır. Eksiklikleri tartışılabilir; ama, eksikliklerini zaman içerisinde
giderebilecek bir irade vardır. Bu irade, 57 nci cumhuriyet hükümetinin,
Meclisi çalıştıran iradesidir. Milletimiz, bu iradeye güvenmektedir. Yüce
Meclisimiz bu performansı devam ettirdiği takdirde, bu tür kanunların
olabilecek veya oluşabilecek eksikliklerini de gidererek, hakikaten önemli bir
boşluğu dolduran bu çağdaş uygulamanın, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir
hale gelmesine katkı sağlayacaktır. Değerli arkadaşlar, biraz önce söyledim, deprem, yaktı yıktı, 376 000
daireyi yıkık, orta veya az hasarlı yaptı. Bu rakam, başlangıçta korkunç; ama,
şöyle hafızalarınızı yoklayın -ben, Bakanlığımda, arşiv yaptım, saklıyorum-
gazete manşetlerini aklınıza getirin: "Bu işin enkazı bir yılda kalkmaz."
Hatta, metreküp hesabına vurup, bu enkazın iki yılda kaldırılamayacağını manşet
haline getiren gazetelerimiz oldu; ama, bu, bizim moralimizi bozmadı. Biz, bu
işi, planlı, programlı bir hale getirerek, cadde, sokak numarasına kadar
programlayarak, beş ay gibi kısa bir sürede, bu, kalkmaz denilen enkazı
kaldırdık. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sadece, Kocaeli yöresinde, bizim Bakanlığımızın dışında kalarak, Kocaeli
Valiliğinin yürüttüğü bir çalışmanın, daha sonra ölümle neticelenmesi dolayısıyla
sekteye uğraması nedeniyle Kocaeli'nde bir aksama olmuştur. Daha sonra, o da
bizim Bakanlığımızın uhdesine verilmiştir ve o da bizim Bakanlığımız bünyesine
geçtikten sonra, kısa sürede yıkılıp kaldırılmıştır. Artık, enkazı göremeyiz;
ama, hâlâ, bölgede, mahkemelik olan binalar var. Mahkemeler neticelendikçe,
bunları yıkıp ortadan kaldırıyoruz. O mahkemelik binalara takılarak, hâlâ,
enkaz edebiyatı yapmaya çalışanlar ise, bu gerçekten haberdar olmayan ve Türk
insanının yaratıcılığına, becerisine, kabiliyetine güvenmeyen anlayışlardır. Bu iş başarılmıştır; bunu, tartışmaya da gerek yoktur. Yapılacak olan,
yapılmış olanları söyleyip, bunun başarısına ortak olmaktır; verilen destekle,
o işi yapan insanlara, o işte görev alan insanlara sağlanan moral destekle,
onları, iyi ve güzel, daha verimli işler yapmaya yöneltmektir. Doğru olan
budur; ben, doğrunun bu olduğuna inanıyorum; çünkü, olmayanları veya
yapılamayanları söyleyerek, elbette, yol gösterici olabilirsiniz; ama, bunu,
hiçbir zaman, bir felaket tellallığı haline dönüştürmememiz lazım. Çünkü, böyle
büyük bir felaket karşısında, Türk Milleti, diktir, bu işin üstesinden
gelmiştir; bunu, dünya görmüştür, kabul etmiştir. Bakın, değerli arkadaşlar, şu son bir ay içerisinde, Avrupa Konseyi
Kalkınma Bankasının -ki, bu, kalıcı konutların kredisini veren önemli bir
kuruluştur- Türkiye'ye gelmiş olan yetkilileri, deprem bölgesini karış karış
gezdiler. Gazetelere yansıyan haberleri okudunuz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım, toparlayınız efendim. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Devamla) - Böyle büyük bir
felaket karşısında, Türk Milletinin iyi organize olduğunu ve bu işin üstesinden
geldiğini söylüyor. Bir hafta evvel, Türkiye'ye yeni atanan Amerikan Büyükelçisi,
beraberinde kalabalık bir heyetle deprem bölgesinin tamamını gezdi, bütün
kalıcı konut alanlarını gezdi; gazetelere yansıyan haberleri okudunuz;
hakikaten, kalıcı konutların ortaya çıkmasıyla, Türk Devletinin, bu işte dört
dörtlük bir başarı sağladığını, hatta dünyaya örnek olacak bir model
oluşturduğunu söylediler. Değerli arkadaşlar, bakın, kalıcı konutlar ortaya çıkıyor. Vatandaş,
bunları, her cumartesi ve pazar, büyük kalabalıklar halinde ziyaret ediyor.
Tavsiye ederim, bir pazarınızı oralarda geçirin; hakikaten, piknik alanına
dönüyor, çoluk çocuk, herkes bu alanları geziyor. Dikkat edin, hiç
televizyonlara yansıyan bir olumsuzluk var mı; çünkü, herkes memnun. Ortaya
konulan esere "lüks villaların olduğu şehirler" diyenler var. Hatta,
muhalefet milletvekili arkadaşlarımızdan, bölgesinde "bunlar çok lüks
oldu, çok güzel oldu; bu kadarına ne gerek vardı" diyenler var. Kabul
edelim, ortaya çıkan kalıcı konut alanları, Selçuklu-Osmanlı mimarisinin modern
mimarimizle senteziyle ortaya konulmuş, 40 küsur özgün projeyle, belki de
Türkiye'de, bu alanda, bundan sonra yapılacak bütün çalışmalara örnek
olabilecek güzelliktedir. Size son haftalardaki bir gözlemimi aktararak, sözlerimi bağlayacağım.
Bolu'da, kalıcı konut alanlarını gezerken, elektrik kumanda merkezini
yetkililer bana gezdirdi; hakikaten, bir uzay üssünü andırıyor, karşıda dev bir
ekran, bilgisayarlar masaya yayılmış. Sistem, nerede bir elektrik kaçağı var,
karşıda bilgisayarda gösteriyor; nerede bir kablo kesintisi olmuş, metresine
kadar tarif ediyor, gösteriyor. 8 yükleme merkezi var; diyelim 2 tanesi
devredışı kaldı, diğer 6 tanesi 2'sini besliyor. O yaşadığımız elektrik
kesintileri o bölgede olmuyor ve proje hazırlanmış, altyapısı ki, yerüstünde
bir tane bile kablo yok. Değerli arkadaşlar, hakikaten, mimarî tarzı ve bütün yeniliklere öncü
anlayışıyla, Türkiye'de, bundan sonra yapılacak bütün toplukonut projelerine
örnek olabilecek, örnek gösterilebilecek bir proje olarak hepimizin haklı
gururu olacağına inanıyorum. Hepimiz diyorum; çünkü, yapılanlar ortadadır.
Orada yerinde duruyor, birlikte gidip görebiliriz, ilgi duyan arkadaşlar gidip
bakabilirler. Hepimizin diyorum; çünkü, yapılan iyi ve güzel işi takdir
etmekten kaçmayalım, ben, bunu özellikle muhalefetteki arkadaşlarıma söylüyorum;
çünkü, bunları tenkit ederseniz, deprem bölgesinden bir tane rey alamazsınız.
(MHP sıralarından alkışlar) Çünkü, vatandaş, bunu takdir ediyor ve bu işlerin
yanındadır. Deprem bölgesinde sıkıntı yok mu? Değerli arkadaşlar, deprem bölgesinde sıkıntı had safhadadır; çünkü,
ağır deprem şokunun insanlar üzerinde yarattığı psikolojik etki yok olmamıştır.
Bu psikolojiyi yok farz edemeyiz. Ağırlaşan hayat şartlarının yükü de
insanların üzerine eklendiğinde, o bölgede, hakikaten, bunları sesli bir
şekilde dile getiren, ortaya koyan insanlarımız vardır. Bu, doğaldır; çünkü,
ülke olarak içinde bulunduğumuz ağır şartların deprem psikolojisiyle
bütünleşmesiyle ortaya çıkan sonuçtur. Bundan da gocunmamak lazım. Vatandaşın sıkıntısından, derdinden kaçan
insanlar değiliz. Biz, bu işleri bakanlık makamında yapmıyoruz. Bu işleri, biz,
vatandaşın böğründe, döşünde, onun ayağında yapıyoruz. (MHP sıralarından
alkışlar) Her gün oralardayız. Vatandaşın yükselen sesinden, sıkıntısından
rahatsız değiliz; çünkü, biliyor ve inanıyoruz ki, bunun sorumluları biz
değiliz. Biz, samimiyetimizle, bu işi çözebilmenin, onun yarasına merhem
olabilmenin mücadelesini veri-yoruz. Değerli arkadaşlar, deprem bölgesinde yaptığımız seyahatler sırasında
vatandaşlarımızın çok haklı talepleriyle karşı karşıya kalıyoruz; ama, onlarla
aramızda hoş bir diyalog var. Onlar bize güveniyor, biz de onların sesini
duyuyoruz ve bugüne kadar, onlarla kurulmuş olan bu güzel diyalog sayesinde,
oluşan bütün aksaklıkları da gidererek, problemleri bir bir eksilte eksilte
yolumuza devam ediyoruz. Ekonomik problemler, vatandaşın geçim derdi... Bu, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı olarak bizim de içinde bulunduğumuz 57 nci cumhuriyet hükümetinin
ortak sorumluluğunda olan işler; ama, altını çizerek söylüyorum, deprem ile,
7269 sayılı Yasa çerçevesinde, üzerine düşen sorumlulukları, yani, bir borç
vecibesini yerine getirmekte, hakikaten, 57 nci cumhuriyet hükümeti çok
başarılı olmuştur. Tam 230 trilyon lira para, bölgeye, bir banka sistematiği
içerisinde, karşılıksız olarak verilmiştir ve aralık ayının sonuna kadar
sürdürülmüş olan bu karşılıksız paralar, bölge ekonomisine giren paralardır.
Bölgeye yaptığımız ziyaret sırasında, ticaret odalarının, sanayi odalarının, bu
paranın bölgeye girmesi neticesinde, bölgedeki ekonomik hayatın canlanmasına
olan katkılarını söylediklerine şahit oluyoruz ve doğru bir tespittir; çünkü,
hükümetimiz, bu konuda, ağzından çıkan sözleri yerine getirmede çok ciddî
davranmıştır, tutarlı olmuştur, halkı kandırmamıştır ve hepsini de bir bir
yerine getirmiştir. Değerli arkadaşlar, bunları sizlere aktarmayı ve anlatmayı bir vazife
kabul ettim; çünkü, 57 nci cumhuriyet hükümeti olarak, bölge ekonomisinin
kalkınmasında yaptıklarımızı anlatmaya burada zaman yetmemektedir. Bölgede, tam 28 belediyenin altyapı projesini bir seferberlik halinde
sürdürüyoruz. Gidin bölgeye, her taraf delik deşik, her yerde altyapı hamleleri
devam ediyor. Sırf Sakarya'nın altyapı probleminin çözümüne 100 trilyon lira
harcıyoruz. Nerede diyorlar bu deprem paraları; işte, Sakarya'nın altında, 100
trilyon lirasını oraya gömüyoruz; (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) ama, oraya
gömdüğümüz para, Sakarya'nın geleceğidir. Karaman bölgesinde oluşturduğumuz kalıcı konut alanı ile Sakarya
arasında duble yolları da, Kuveyt ve Arap fonlarından temin ettiğimiz parayla
yapıyoruz. Kocaelililere müjdeliyorum, Kuveyt fonuyla anlaştık, bu krediyle,
yılların kronik problemi olan Gölcük-Kocaeli arasını duble yol haline
getiriyoruz değerli arkadaşlarım. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Bugüne
kadar söylenip de yapılamayan, şimdi yapılan bütün bu işler, 57 nci cumhuriyet
hükümetinin bölgeye, bölge insanına verdiği önemin sonucudur. Kurtarılamayan denilen İzmit Körfezini, temin ettiğimiz krediyle,
yaptığımız ihaleyle, temel atarak, orada yer alan tam 20 küsur belediyeyi; 5
atıksu ve 2 de deniz deşarjıyla, iki senede tamamlanacak bir projeyle -Cenabı
Allah nasip ederse, ikibuçuk sene sonra, Körfezde hep beraber denize gireceğiz-
o bölgenin geleceğini kurtaracağız. Bütün bunlar, 57 nci cumhuriyet hükümetinin bölgeye verdiği önemin
sonucudur ve bütün kalıcı konut alanları, temin edilen kredilerle, duble
yollarla şehir merkezlerine bağlanmaktadır; yani, proje, entegre bir projedir,
projenin çevre ayağı vardır. Üniversitelerle yaptığımız çalışma neticesinde,
dikilecek ağacın cinsine kadar tespit edilerek, örnek bir peyzajla burayı
tamamlayacağız. Geçen hafta deprem bölgesine gittiğimde, mayıs ayıyla beraber, deprem
bölgesinde, kalıcı konut alanında güller açacak dedim ve bu slogan orada
tuttu... BAŞKAN - Sayın Bakanım, toparlayabilir miyiz efendim. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Devamla) - İnşallah, mayıs
ayında, peyzajıyla beraber bittiğinde güller açacak olan deprem bölgesinde,
vatandaşlarımız, geleceklerinden kaygı duymadan, huzur içerisinde, çoğunun lüks
kabul ettiği o konutlarda, inanıyorum, çoluk çocuklarıyla beraber, kazasız,
belasız bir şekilde oturmayı, Cenabı Allah, onlara nasip eder. Bütçemize vereceğiniz destek için peşinen teşekkür ediyor, hepinizi
saygı ve muhabbetle selamlıyorum. (MHP, DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım. Aleyhinde, Çankırı Milletvekili Hüseyin Karagöz... SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Konutların lüks olduğunu anlatacak. BAŞKAN - Buyurun Sayın Karagöz. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz, 10 dakika efendim. HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her
iki bakanlık bütçesi üzerinde son konuşmayı yapıyorum. Değerli Bakanımızı da
dinledik, onlara cevap mahiyetinde değil; ama, bazı hususları da dile
getireceğim elbette. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığının 2001 malî yılı
bütçeleri üzerinde, şahsım adına, aleyhte söz aldım; bu vesileyle Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum; sizlerin ve bütün milletimizin Ramazanlarını
tebrik ediyor, Bayramlarını kutluyorum. Afyon civarında meydana gelen depremde hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza, Allah'tan rahmet diliyorum. Değerli milletvekilleri, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Sağlık
Bakanlığı çok önemli bakanlıklardır ve bu bunlar da çok önemli konular;
bütçeleri de gerçekten, mevcut bütçeler içerisinde en önemli bakanlık
bütçelerindendir. Zira, gelişmekte olan ülkelerin yatırımlarının yüzde 60'tan
fazlasını bayındırlık ve iskân hizmetleri, yani, inşaat sektörü
oluşturmaktadır. Ayrıca, deprem ve diğer tabiî afetlerin öncesinde ve
sonrasında yapılması gerekenlerin çoğu da bu Bakanlığımızın sorumluluğu
altındadır. Bakanlık hizmetleri, merkezde Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, Afet İşleri
Genel Müdürlüğü, Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü tarafından
yürütülmektedir. Bakanlığın bağlı kuruluşları Karayolları Genel Müdürlüğü,
ilgili kuruluşu da İller Bankası Genel Müdürlüğüdür, ki, belediyelerle ilgili
hizmetleri yürütmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin kalkınmasında,
gelişmesinde, huzurlu ve sağlıklı topluma ulaşmasının fizikî ortam ve
altyapısının hazırlanmasında çok önemli yere ve konuma sahip olan bu Bakanlık
ve bağlı kuruluşlarına bütçeden ne kadar fazla pay verilse yeridir. Ancak, ne
yazık ki, diğer bakanlıklarda olduğu gibi, bu bakanlıkların bütçeleri de,
hükümetin çarpık sosyal ve ekonomik politikaları sonucu çok yetersizdir. Her
bakan, bu bütçelerin yetersiz olduğunu, Plan ve Bütçe Komisyonunda, ayrı ayrı
bizzat kendileri ifade etmişlerdir. Bu nedenle, ülkemizin altyapı sorunu,
karayollarımızın yetersizliği, standartlarının düşüklüğü ve trafiğe cevap
verememe gibi önemli sorunlar 2001 yılında da artarak devam edecektir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı bütçesi konuşulurken Marmara ve Düzce depremi ve deprem sonrası
sonuçları hakkında Bakanımız da burada çıktı, geniş malumatlar verdi. Biz, bu
bölgede hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah'tan rahmet diliyoruz. Hepinizin
bildiği gibi, 6 Haziran 2000 tarihinde Çankırı İli ve bazı ilçelerimizde de
ağır hasara sebep olan bir deprem yaşadık. Yapılan hasar tespitlerine göre, 1
992 ağır, 436 orta, 322 az hasarlı konut tespit edildi, yüzlerce hayvan telef
oldu, hayvan barınakları yıkıldı. Biz, Bakanımızdan beklerdik ki, bölge
milletvekili olarak, iki cümleyle, bu bölgedeki deprem ve sonuçlarından da
bahsetsin; Plan ve Bütçe Komisyonunda bahsetmedi, burada da bahsetmedi,
üzüntüyle karşıladığımı ifade etmek istiyorum. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) - Sorular kısmında
bahsedeceğim. HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Bu bölgede hükümet kalıcı konut yapmak
yerine hak sahiplerine konutları kendileri yapması halinde 5 milyar TL vermek
yoluna gitti. Deprem sonrası Genel Kurulda yaptığım gündemdışı konuşmada, özellikle
bölgenin demografik yapısı, iklim şartları, geçim durumları göz önünde
tutularak kalıcı konut yapılmasının kaçınılmazlığı göz önüne serildi. Hatta, bu
kalıcı konutların kıştan evvel hak sahiplerine teslim edilmesi de mümkündü. Bu konuda örnek de var. Şöyle ki: Refah-Yol döneminde 14.8.1996
tarihinde Çorum-Amasya'daki deprem sonucu 35 günde hasar tespitleri yapıldı ve
hak sahipleri belirlenerek kalıcı konut ihaleleri yapıldı. 3 ay gibi kısa bir
süre içerisinde 1 300 konut hak sahiplerine teslim edildi. Şimdi, Çankırılı
hemşerilerimiz bunlara bakıp üzüntü duyuyor. Çankırı depreminde bu yapılamadı. Şimdi, tabiî, kış geldi, kimse evini
yapıp içerisine giremedi. Yıkılan konutunun bir kenarına bir tek oda
yapabilenler kendini çadırdan oraya attı, yapamayanlar da, bölgeden diğer
illere göç etmek zorunda kaldı. Bu imkânları olmayanlar ise hayatlarını son
derece zor şartlarda sürdürmektedirler. Bakanlığın bu bölgeyi yeniden bir
gözden geçirmesini istiyor ve bekliyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bayındırlık Bakanlığının bütçesi
bir önceki yıla oranla yüzde 4 küçülürken; Karayollarının bütçesi bir önceki
yıla oranla yüzde 76 artışla 1 katrilyon 31 trilyon 980 milyar TL'dir. Katma
bütçeli idarelerin 2000 malî yılı bütçelerine göre 2001 yılı artışı yüzde
44'tür. Bu duruma göre en yüksek artış Karayolları bütçesinde olmuştur. Dünyadaki gelişmenin tam tersine ülkemizde yurtiçi taşımacılığının yüzde
95'i karayollarıyla yapılmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde karayoluna karşılık
demiryoluyla yolcu taşıma payı İtalya'da yüzde 24, Portekiz'de yüzde 30, Hollanda'da
yüzde 45, yük taşıma payı ise, Fransa'da yüzde 28, ABD'de yüzde 38,
Çekoslovakya, Macaristan ve Romanya'da ise yüzde 55-80 arasında değişmektedir. Görüldüğü gibi, ülkemizde yolcu ve yük taşımacılığında karayolu tek
sektör durumuna gelmiştir. Neticesi ise, tam manasıyla vahimdir. Hızla artan
nüfusumuz, hızlı şehirleşme eğilimi, taşıt sayısının hızlı artması ve giderek
artan iç ve dış turizm hareketleri sonucu yetersiz kalan karayolu kapasitesine,
mevcut karayollarının yüzde 70'inin standartların altında kalması ve yapılan
taşımacılığın dağınık ve düzensiz oluşunu da eklersek, meydana gelen trafik
kazalarında, yılda, büyükçe bir ilçe nüfusunun kaybedilmesine, büyük bir ilimiz
nüfusu kadar vatandaşımızın da yaralanmasına kadar varan bir sonuçla
karşılaşmaktayız. Bu gerçeklere karşı duyarsız kalmamız mümkün değildir.
Türkiye, savaşa girmeden 6000-7000 vatandaşını trafik kazalarında her yıl
kaybetmektedir. Karayollarından bahsederken, artan bütçe imkânlarını da göz önünde
tutarak, seçim bölgem Çankırı'nın karayollarına kısaca değinmek istiyorum.
Ankara'ya sadece 130 kilometre mesafede olmamıza karşılık, altyapı, yol, su,
kanalizasyon ve kalkınmışlık açısından, bugün, güneydoğu illerimizden daha geri
durumda kalmıştır. Buna karşılık, Çankırı, devlete olan sorumluluk ve
vecibelerini en iyi şekilde bugüne kadar yerine getirmiştir. Kara, deniz, hava ve demiryolları, kalkınmanın temel ve vazgeçilmez
öğesidir. Bugün, ilimiz, devlet ve il yolları ya standartdışı, ya da standardı
çok düşüktür. Ankara-Çankırı-Kastamonu yolu, Şabanözü-Eldivan-Çankırı-Ankara ayırımı,
Çankırı-Yapraklı yollarının süratle yapımı için gerekli ödeneklerin teminiyle,
ildeki devlet yollarının standartlarının yükseltilmesini Sayın Bakandan bekliyoruz. İller bankası, belediyelere altyapı hizmetini veren bir kuruluş. Hızlı
şehirleşme sebebiyle hizmet sahası giderek genişliyor. Kaynak yetersizliği, var
olan kaynakların adil dağıtılmaması, SSK tarafından belediyelerin hesaplarına
haciz konulması -iktidar, özellikle muhalefet- bütün belediyeleri tamamen
hizmet göremez, işçisine, memuruna maaş ödeyemez hale getirmiştir. Ülkemiz kaynakları, hatta, dışkredi kaynakları zorlanmalı ve İller
Bankası finans bakımından güçlendirilmelidir. Ayrıca, belediyelerin malî
problemine kalıcı çözümler mutlaka bulunmalı, mahallî yönetimleri her bakımdan
güçlendirecek şekilde Mahallî İdareler Yasası bir an önce çıkarılmalıdır. Tabiî afet nedeniyle gelir kaybı ve altyapı hasarına uğrayan
belediyelere yapılacak yardımlara dair kararın uygulanmasında çok büyük çaplı
adaletsizlikler sergilenmektedir. İktidar partilerine ait belediyeler, hiç
afetle ilgisi olmadığı halde kapsama dahil edilmekte; afetten büyük zarar
görmüş bazı belediyeler ise, kapsam dışı bırakılmak suretiyle, o belediyeden
ziyade, orada yaşayan halk cezalandırılmaktadır. (MHP sıralarından gürültüler) YALÇIN KAYA (İçel) - Mersin'in Gözne Belediyesi de alıyor; o da
CHP'li... HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Onu da söyleyeceğim sayın vekilim, sabırlı
ol. Bakın, size bir örnek vereceğim: Çankırı depreminde, Orta İlçesi ve
Dodurga Beldesinden sonra depremin en çok hasar yaptığı Şabanözü İlçesi 14
Ağustos 2000 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan kararnamede yer almamıştır.
Bakana sorduk, en çok hasarın orada olduğunu da ifade etti. Şimdi, bakınız, burada, deprem bölgesinde olan Şabanözü, Gürpınar,
Gümerdiğin, Saçak yok; ama, buna mukabil, Çorum'un Alaca'sı var, 2,86; depremi
yaşayan hiçbir bölge bu puanı alamadı. Bu nedir?!. Aynı şekilde, İskilip var,
Kargı var; Adana'nın bütün ilçeleri var; orada bir başka Fazilet Partili
belediye en çok depremi yaşadığı halde, yok. YALÇIN KAYA (İçel) - Orada bir tane MHP'li belediye yok. HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Bunu, bu eksikliğinizi kabul edin ve bu
partizanlığınızı bu kadar alenî yapmayın; söylendiği zaman da sabır gösterin.
Söylemeyecek miyiz bunu? İşte belgesi burada! (MHP sıralarından gürültüler) YALÇIN KAYA (İçel) - Doğruları söyle... HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Sağlık Bakanlığıyla ilgili de birkaç söz
söylemek istiyorum: Sağlık hizmeti, eğitim, adalet, iç ve dış güvenlik gibi, devletin başta
gelen temel görevlerinden biridir. Devletin, sağlık hizmetlerinde başarılı
olmasının önşartı da, sağlıklı bir toplum yapısını oluşturmaktır. Bunun için
de, toplumda, öncelikle, huzur, barış, kardeşliğin temin ve tesisi esastır.
Bunun da yolu, çatışma değil, diyalog; sömürü değil, işbirliği ve adil
paylaşım; çifte standart değil, adalettir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Karagöz, 1 dakika içerisinde toparlayınız efendim. Buyurun. HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) - Tekebbür değil, tevazudur; halka tepeden
bakmak, dayatmalarda bulunmak değil, insan haklarına ve inançlarına saygılı
olmaktır; demokrasidir, refahtır. (MHP sıralarından gürültüler) Böylece, sağlıklı bir ekonomiye ve sağlıklı bir topluma ulaşmak
mümkündür. Siz, hükümet olarak, icra organı olarak, bu temel prensip ve
değerlerin aksine hareket eder, icraatlar yaparsanız, ekonominin sağlığını
bozarsınız, toplumun sağlığını bozarsınız ki, bu, en korkuncudur. Ondan sonra,
işlerin nerede duracağını kestiremezsiniz. Asayişi temin etmekle görevli
memurlarınız yürür; siz, düğmeye basanı ararsınız... Bu şartlarda, Sayın Sağlık Bakanımız da, şikâyetçi olduğu ve gerçekten
de yeterli olmayan bugünkü bütçesini 10 kat da, 100 kat da artırsa, bu
problemleri çözemez. Ben, Bakanımızın çalışmalarını takdirle izliyorum, bir hemşerim olarak
da iftihar ediyorum; ama, bir taraftan da üzülüyorum: Bütçeniz yetersiz, işiniz
zor, kısaca, hükümetiniz, toplumu, ekonomik açıdan ezim ezim ezmek suretiyle
beden sağlığını; hürriyet ve özgürlük, inanç ve insan hakları alanlarını
daraltarak da ruh sağlığını bozuyor. Böylece, sağlık kurumlarına olan talep o
nispette artıyor. Her şeye rağmen size kolaylıklar diliyor, bütçelerimizin hayırlı, uğurlu
olmasını diliyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Karagöz. Sayın milletvekilleri, onuncu tur görüşmeleri tamamlanmıştır. Şimdi, sorular bölümüne geçiyoruz. Sorular kısa olursa seviniriz; çünkü, çok sayıda arkadaşın soru
sormasını sağlayalım. Soru sormak için 10 dakikalık süreyi başlatıyorum. İlk söz Sayın Levent'in; buyurun Sayın Levent. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan, Sayın Bakanlarıma aşağıdaki
sorularımı yönlendiriyorum. Sayın Bayındırlık Bakanıma... Hükümet olarak, şehir merkezlerinde evini
yapanlara yardım metoduyla 6 milyar, köy yerlerinde de 3,5 milyar lira vermeyi
taahhüt ettiniz; ödemeleri düzenli bir şekilde yapıyor musunuz? Köylerde bu
paranın 3,5 milyar olması bir haksızlığa sebep olmuştu. Düzce'de yapmış
olduğunuz bir konuşmada, sözünüzü yerine getirerek, köyleri de 6 milyar liraya
çıkardınız, halkın eksiğini de giderdiniz, bu paraları ödemeye başladınız mı? Karayolları Niğde'de altın yılını yaşamıştır; çevre yolları ve ilçe
yollarıyla, 20 tane kasabanın için ve ulaşım yolu... Sizin üstün gayretinizle,
yine, Adana-Ankara otobanının temeli atılmış, süratle devam ederken, bir
taraftan da E-5'e bölünmüş yol devam etmektedir. Niğde Altınhisar 8 kilometresiyle, Niğde Zengen yolunun 9 kilometresi
2001 yılında bitecek mi? Niğde Murtaza Köyünün etüt edilecek 50 afet evi ocak ayında programa
alınacak mı? Teşekkür ediyorum. Sayın Sağlık Bakanım, Niğde'de yüzde 20 seviyelerinde devir aldığımız
hastanelerden Altınhisar, Çiftlik bitmiş, Çamardı Devlet Hastanesi de üç ay
sonra biteceği söylenmekte, 8 tane sağlık ocağı da bitmiştir. Ana çocuk sağlık
ve çocuk hastanesini de bitirmeyi önümüzdeki yıl taahhüt edi-yor musunuz? Ocak
ayında üç günde açılışları ancak yaparsınız. Niğde Devlet Hastanesinin vardiya sistemine geçmesi için talimat
verdiniz. Bu vardiya sistemleri sizin denetiminizle devam edecek mi? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Levent. Sayın Nesrin Ünal, buyurun. NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, aracılığınızla, sayın
bakanlarımıza sormak istiyorum. Öncelikle, başarılı çalışmalarından dolayı, Bakanlarımıza ve
çalışanlarına teşekkür ediyor, Allah razı olsun diyorum. Sayın Sağlık Bakanım, hasta hekim arasındaki para ilişkisini ortadan
kaldırmak için neler yapmayı planlıyorsunuz? Hastanelerdeki vardiya
uygulamasından beklediğiniz sonuçları aldınız mı? Bu uygulamayı
yaygınlaştırmayı düşünüyor musunuz? Sözleşmeli ebe hemşire almayı düşünüyor
musunuz? Sayın Bayındırlık Bakanım, muhalefet partili arkadaşların konuşmalarını
dinleyince, acaba, Varto depremi olduğunda, 57 nci hükümet başta, siz de
Bayındırlık ve İskân Bakanı mıydınız diye sormam mı gerekiyor diye düşündüm. Sayın Bakanım, Varto'yla kıyaslanamayacak büyüklükte bir depremi 57 nci
hükümet başarıyla atlattı. Varto'da mağdur olan insanların mağduriyetleri,
otuzaltı yıl sonra, acilen, 2001 yılında giderilemez mi? Böylece, gelecek yılki
bütçede, Varto'nun otuzaltı yıllık mağduriyeti bir daha konuşulmasın. Bugüne kadar hiçbir depremde, kooperatif yoluyla ev sahibi olanlar hak
sahibi olamamışlardı. Çıkardığınız kanun hükmünde kararnameyle, yüzde 70
seviyesine gelen kooperatifleri hak sahibi yaptınız, bu konuda dua aldınız.
Acaba, hak sahibi ödemelerini ne zaman yapacaksınız? Bir de, Çankırı depremi sonrası neler yaptınız? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Ünal. Sayın Orhan Şen, buyurun. ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, aşağıdaki
sorularımın Sayın bakanlarımız tarafından cevaplandırılmasını arz ediyorum. Birinci sorum: Sayın Sağlık Bakanım, uygulamaya koyduğunuz vardiya
sistemi ve hastanelerimize yaptığınız yardımlardan dolayı şükranlarımı arz
ediyorum. Bursa'da bir hayırsever vatandaşımız, Bakanlığınız yatırım
programında yer alan 200 yataklı akıl ve ruh hastalıkları hastanesi ve 250
yataklı çocuk hastanesini, Sağlık Bakanlığı adına protokolle yapmaktadır.
Ancak, hayırsever vatandaşımız, yaptığı bu hayır işine karşılık devlete KDV
ödemektedir. Devletçe bu inşaatlardan KDV alınmaması halinde, bu iki inşaatı
bitirmeyi ve ilave olarak da, yeni bir hastane yapmayı taahhüt etmekte; aksi
takdirde, inşaatları durduracağını beyan etmektedir. 3065 sayılı KDV Kanununda bir değişiklik yapılarak, bu şekilde sağlık
yatırımı yapan hayırsever kişileri teşvik etmeyi; dolayısıyla da, devlet
imkânlarıyla yapılamayan sağlık yatırımlarını tamamlamak bakımından, hayırsever
vatandaşlarca yapılan sağlık yatırımlarında, tıpkı okul yapımında olduğu gibi,
KDV'nin kaldırılmasını düşünüyor musunuz? Bu konuda herhangi bir çalışmanız var
mı? Sayın Bayındırlık Bakanımız, Bursa çevre yolu, Bursa-Karacabey ve
Bursa-Yalova yollarının dışkredili hale çevrilmesi ve Orhaneli yolunun
iyileştirilmesi yardımlarınızdan dolayı Bursa kamuoyu sizi takdirle
karşılamaktadır... (DYP sıralarından gürültüler) RAMAZAN GÜL (Isparta) - Hep iktidara mensup arkadaşlara soru hakkı
tanıyorsunuz ve bakın, bunu 65 milyon seyrediyor, 65 milyon bu olayı
seyrediyor... ORHAN ŞEN (Bursa) - ...Sayın Bakanım, deprem olduğu günden beri deprem
bölgesine kaç defa gittiniz? SAFFET KAYA (Ardahan) - Sayın Başkan, bu kadar uzun soru sorulmaz ki
canım!.. (DYP sıralarından "Bir de gülüyorsunuz" sesi) BAŞKAN - Gülümsemek yasak mı efendim?.. ORHAN ŞEN (Bursa) - ...Bursa İznik İlçesi tarihî bir ilçemizdir, çok
sayıda tarihî esere sahiptir. Mevcut karayolu, ilçenin ve tarihî mekânların tam
ortasından geçmektedir. Dolayısıyla, ağır tonajlı kamyonlar, tarihî eserlerin
yıpranmasına sebep olmaktadır. İznik İlçesinin tarihî dokusunu korumak
amacıyla... BAŞKAN - Sayın Şen, soruya gelir misiniz efendim; sorunuzu sorun. ORHAN ŞEN (Bursa) - ...7 kilometre uzunluğundaki İznik çevre yolunun
yapımını düşünüyor musunuz? Böyle bir çalışma ne zaman başlayacaktır? Bir diğer sorum: Geçtiğimiz yıl Bursa Orhaneli'nde meydana gelen büyük
orman yangınında, Orhaneli Göktepe Köyünde çok sayıda ev yanmıştır. Konuyla
ilgili geçici konutlar tesis edilmiş ve hasar tespiti yapılmıştır. (DYP ve FP
sıralarından gürültüler) SAFFET KAYA (Ardahan) - Böyle uzun soru olur mu Sayın Başkan? BAŞKAN - Sayın Şen, soruya gelir misiniz efendim. ORHAN ŞEN (Bursa) - ...Yangında mağdur olan vatandaşlarımızın kalıcı
konutlarını 2001 yılında yaptırmayı düşünüyor musunuz? Kamuda görev yapan mühendislerin ve diğer teknik elemanların maaşlarında
herhangi bir iyileştirme yapılmasıyla ilgili bir çalışmanız var mıdır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederiz. Sayın milletvekilleri, sorular, lütfen, kısa ve gerekçesiz olsun. Buyurun Sayın İlimen... MUSTAFA İLİMEN (Edirne) - Sayın Başkanım, ilk sorum Sayın Bayındırlık
Bakanımıza. Sayın Bakanımız, öncelikle, bugüne kadar köylerimizin sosyal yaşamını
etkileyen altyapı hizmetlerine verdiğiniz yardımlar nedeniyle sizlere teşekkür
ediyorum. (DYP sıralarından gürültüler, ayağa kalkmalar) ALİ IŞIKLAR (Ankara) - Yahu, zaten gelmiyorsunuz, gitseniz ne olur?! TURHAN GÜVEN (İçel) - Sen onu takdir edemezsin Ali Bey, sen onu takdir
edemezsin! (DYP ve FP sıralarından gürültüler) ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, muhalefete de söz hakkı tanıyın. BAŞKAN - Efendim, eğer, sisteme girememişseniz, ben kendi kafamdan size
soru sorma imkânı sağlayamam ki... Sisteme girmiş olsaydınız... TURHAN GÜVEN (İçel) - Sisteme en başta biz girdik, kimse girmeden biz
girdik! BAŞKAN - Sayın Güven, bunu alışkanlık haline getirdiniz galiba. TURHAN GÜVEN (İçel) - Bu Meclisin havasını değiştiren sizsiniz! Siz,
muhalefete tahammül edemeyecek bir zihniyette devam ettiğiniz sürece, muhalefet
gereğini yapar. BAŞKAN - Siz, bu konuşmalarla bir yere varamazsınız. Devam edin efendim, buyurun... TURHAN GÜVEN (İçel) - Siz, zaten, varacağınız yere vardınız, siz
bittiniz!.. Bittiniz!.. RAMAZAN GÜL (Isparta) - Demokrasilerde muhalefet de vardır. (DYP Milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk etti) ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, siz takdirinizi böyle kullanamazsınız,
hep iktidara soru sorma hakkı veriyorsunuz... MUSTAFA İLİMEN (Edirne) - ...Sayın Başkanım, biz soruları sorarken,
muhalefet sıralarında üç kişi vardı. (MHP sıralarından alkışlar) ASLAN POLAT (Erzurum) - Muhalefetten korkuyorsunuz. BAŞKAN - Buyurun Sayın İlimen. MUSTAFA İLİMEN (Edirne) - ...Sayın Bakanım, Edirne Uzunköprü İlçemizin,
İkinci Murat zamanında yapılan... HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) - Sayın Başkan, programa başlamadan önce biz
giriş yapmıştık. BAŞKAN - Burada, bakın, Fazilet Partisi Grubuna mensup arkadaşımız var.
Sırada bir değişiklik var mı? Başından beri aynı sıra takip etmiyor mu? Çok
ayıp. HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) - Sayın Başkan, siz programı başlatmadan biz
sorulara girdik, devamlı soru soruyorlar, hâlâ sıra muhalefete gelmiyor. ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkanım, iktidar soru sormamızdan
korkuyor, soruları kasten kapatıyor. Muhalefet sorsun sorusunu, Sayın Bakan da
cevap versin!.. Yürekleri varsa, ben soru sorayım, cevap versinler. (MHP
sıralarından alkışlar!..) (FP sıralarından bir grup milletvekili Genel Kurul Salonunu terk etti.) BAŞKAN - Sayın İlimen, devam edin efendim. MUSTAFA İLİMEN (Edirne) - ...Sayın Bakanım, Uzunköprü İlçemizde İkinci
Murat zamanında yapılan ve 600 yıllık geçmişi olup, dünyanın en uzun taş
köprülerinden biri olan köprümüz artık yaşlanmış ve hizmet edemez duruma
gelmiştir. Oysa, Kapıkule-İzmir güzergâhı, Efes Yolunun yoğun trafiği bu köprü
üzerindedir ve her yıl birkaç gözü tamir görmek zorunda kalmaktadır. Bu
köprünün ve çevre yolu projesinin, proje aşamasının bittiğini biliyoruz. 2001
yılı için herhangi bir ödenek ayırmayı düşünüyor musunuz? BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın İlimen. Sayın Bekir Ongun. BEKİR ONGUN (Aydın) - Sayın Başkan,aracılığınızla bakanlarıma şu
soruları sormak istiyorum: Zaman zaman... BAŞKAN -Lütfen, sorular kısa olsun efendim. BEKİR ONGUN (Aydın) - Tamam efendim. Zaman zaman deprem bölgesini geziyoruz; fakat, oradaki bizim
gördüklerimizi, demek ki, bazı milletvekili arkadaşlarımız görmemiş, o lüks
konutlar sebebiyle, vatandaşlar bile size teşekkür etmekte. Bu sebeple,
milletvekili arkadaşlarımıza, oradaki konutları bir gezdirme fırsatı
yaratabilir misiniz? Ayrıca, biraz önce konuşmanızda belirttiniz; 100 trilyonluk altyapı
yatırımı yaptığınız Adapazarı Belediyesinin belediye başkanı acaba hangi
partiden?.. Bir de Sağlık Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum: Kuşadası, Didim.,
Söke, Çine, Nazilli, Püroymak, Hizam, Mut, Adilcevaz devlet hastaneleri on
yıldır yüzde 30 ve yüzde 40 seviyelerini bekliyordu. Sizlerin bu seneki
desteğiyle bitme noktasına gelmiştir. Bu hastaneleri 2001 yılında bitirip
açabilecek miyiz? Teşekkür ederim. BAŞKAN- Teşekkür ederiz Sayın Ongun. Sayın Bozyel, buyurun. ABBAS BOZYEL (Iğdır)- Sayın Başkanım, delaletinizle, sayın bakanlarımıza
birer soru sormak istiyorum. Önce Sayın Bayındırlık Bakanımıza bir sorum var. Bundan önce ihaleyi kazanan firmanın Karayollarıyla anlaşma, mukavele
yapmaması münasebetiyle askıda kalan İzmit Körfez geçiş ihalesi yenilendi ve
bundan önce 27 yıl olarak tasarlanan yap-işlet-devret süresi 15 yıla indirildi.
12 yıllık bir kısaltma sağlandı ve karşılığında ülke ve devletimize 6 milyar
dolarlık bir meblağ kazandırıldı. Bunun sırrını Sayın Bakanımızdan öğrenmek
istiyoruz. Ayrıca, her iki Bakanımıza da, serhat şehrimiz Iğdır'la ilgili olarak
birer dosya verdim. Arkadaşlarımızın hakkını yememek için o konuya girmiyorum.
Himmetlerine muhtaç olduğumuzu ifade ederek saygılarımı sunuyorum. 57 nci hükümetin bütün bakanları ve kendilerinden Allah razı olsun
diyorum. BAŞKAN- Böylece, soru sorma işleminin sonuna geldik. OKTAY VURAL (İzmir)- Sayın muhalefet terk ederken 2 dakika süre geçti. MEHMET ŞANDIR (Hatay)- 2 dakika daha... BAŞKAN- Efendim, sistem benim emrimde değil. Sistem, kendi başına özgün
bir ortamda çalışıyor. Ben, müdahale etme şansına da sahip değilim. MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul)- Sayın Başkan, Sayın Güven konuşurken 3
dakika gitti. OKTAY VURAL (İzmir)- 3 dakika daha ilave edin sorular için. MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul)- Sayın Güven'in hakkı var; daha 3,5 dakika
var. BAŞKAN- Efendim, Sayın Güven konuşabilir. ASLAN POLAT (Erzurum)- Yüreğiniz yetiyorsa niye sordurmadınız? Sorsaydık
da sayın bakanlar cevap verseydi. (MHP sıralarından alkışlar [!]) BAŞKAN- Sayın Bakan, buyurun efendim. (MHP sıralarından "yazılı
cevap verin" sesleri) İSMAİL KÖSE (Erzurum)- Sayın Bakanlar, yazılı cevap verin... SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale)- Sayın Başkan, zamanın gecikmesi
dolayısıyla yazılı cevap vereceğiz bu konulara. Arkadaşlarımın sorularının
hepsi, hakikaten isabetli sorular. Sadece Sayın Ongun'un sorusuna cevap
veriyorum : Kuşadası, Didim, Söke, Hizan, Mutki hastaneleri bu yıl açılacak;
Adilcevaz zaten açılmıştı. Teşekkür ediyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Sayın Bakan, buyurun. BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) - Sayın Başkan,
soruların büyük kısmına yazılı olarak cevap vereceğim; ama, müsaade ederseniz,
iki soru hakkında, burada, cevap arz etmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, konuşmalar sırasında, Fazilet Partisi sözcüsü
arkadaşımız, deprem bölgesi kalıcı konutlarının altyapısıyla ilgili ihale
yüzdeleri hakkında bir soru sormuştu. Değerli arkadaşlar, bizim, bölgede yapmış olduğumuz kalıcı konutlarla
ilgili ihaleler, şu anda, ortalama, yüzde 25'ler düzeyinde seyretmektedir; bu,
normal bir yüzdedir. Şahsen, bir Bakan olarak, ben, bundan fazlasını hiç arzu
etmemekteyim, olmasını da istememekteyim; çünkü, şu anda, biz, Bakanlık olarak
bir tasfiye kararnamesi hazırlığı içerisindeyiz. Türkiye'nin genelinde,
binlerce iş, böyle yüzde 40'lık, 50'lik kırımlardan dolayı tamamlanamamış;
mezbelelik haline döndürülmüş ve ülke kaynakları da heba edilmiştir. En ucuz
iş, zamanında yapılan iştir. Konuya dikkatinizi çekmek için söylüyorum; özellikle, prefabrike
konutların altyapısıyla ilgili, dönem içerisinde, biz, zamana karşı bir yarış
yaptık; bunu, ancak, yaşayan insan bilir. Gece yarılarına, sabahlara kadar, bu
işi süresinde bitirebilmek için, müthiş bir mücadele verdik; o mücadele
içerisinde yapılmış olan ihaleler, sözleşmedeki rakamlar içerisinde
tamamlanamadı; çünkü, yeni işler ilave oldu, yeni yeni alanlar meydana çıktı;
bu, zamana karşı yarıştı; ya yeniden ihale edip yapacaksınız ya da sözleşmeyi
genişleterek, o işin içerisinde yapacaksınız; biz ikincisini tercih ettik;
çünkü, hem zamandan tasarruf ettik hem de bu sözleşmeler, benim bilgim,
kontrolüm, takibim altında yapılmıştır; doğru olan da yapılmıştır. "30
Kasım" diye nitelendirdiğimiz o hadisenin arkasında, böyle, işi takip
etmenin ve kontrol etmenin büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Bir de -Fazilet Partili arkadaşlar salonu terk ettiler- biz, Bakanlık
olarak, bütün büyükşehir belediyelerinin altyapılarla ilgili, bugüne kadar
yaptığı ihalelerin tümünü çıkardık, hepsi bizim elimizde var; gerekirse,
Meclise de dağıtacağım. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Ankara Büyükşehir Belediyesinde, yüzde
9'la-10'la altyapı ihaleleri yapılmış; bence, bu normal, yapılabilir de. Bunun
yüzdesinin ne olduğunu takdir etme yetkisi sizin elinizde değil; çünkü,
ortalama değerle yapılıyor özellikle bizim Bakanlığımızda olan ihaleler. Ben,
Bakan olarak, bu fazla kırımlardan müşteki bir Bakanım. Dolayısıyla, anahtar
teslimi ihale metodunu da, özellikle bunun için getiriyoruz. Bu işi maceradan
kurtarmak, bitirilemeyen işlerle ülke kaynaklarını heba etmekten çıkarmak için,
getirdiğimiz ihale sisteminin bir temel çıkış noktası da budur. Bunu da,
özellikle bilgilerinize sunuyorum. Sayın Fazilet Partili arkadaşlar, Osmaniye'de deprem olduğunu unuttular.
Hafızalarınızı yoklayın; 12 Mayıs 2000'de Osmaniye'de deprem oldu;
televizyonlarımız, üç gün, dört gün boyunca, oradaki depremi Türkiye'ye
yayınladılar. Arkadaşlar "Sakarya Belediyesi hangi partiye ait" diye
soruyorlar; Sakarya Belediyesi Fazilet Partili. (MHP ve DSP sıralarından
alkışlar) Gölcük Fazilet Partili belediye, Düzce Fazilet Partili belediye. Bu
arada, bir şey daha söyleyeyim değerli arkadaşlar; bu 3 belediye başkanı da,
bana, fahrî hemşerilik beratı verdiler. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar) Dolayısıyla -insanlar kadirşinas, yapılanları biliyorlar- biz, bu işleri
yaparken, bunların hangi partili olduğuna bakmıyoruz, bakmayız da zaten.
Faydası da yok; bu işi böyle yapanlar, bundan bir fayda da elde etmemişler.
Biz, bunlarla meşgul değiliz; iş yapmayla meşgulüz. İşimizi, en iyi şekilde, en
doğru bir şekilde yapmaya gayret ediyoruz. Körfez geçiş ihalesini yeniledik; doğrudur; çünkü, 1996 yılında yapılmış
olan bu ihalede, ihaleyi kazanan firma, gelip mukaveleyi imzalamadı. Sonra,
şartlar değişti; Tahkim Yasası çıktı; bölgede deprem riski gündeme geldi. Biz,
bunları dikkate alarak, ihalenin şartlarını değiştirmeden, ihaleye katılmış
olan firmalara, 30 Kasıma kadar yeniden teklif vermeleri çağrısında bulunduk.
İşi şeffaf yaptık, basın ve medyanın önünde yaptık; onların katılımını sağladık
ve 27 yıl olan süre, doğrudur, tüp geçitte 15 yıl 10 ay'a, diğerinde de 16 yıl
6 aya indi. Yıllık hasılat rakamları. 500 milyon dolardır. 12 yıl kabul etsek,
Türkiye'nin bu işten kazancı 6 milyar dolar mertebesinde olacaktır. İhale daha
sonuçlanmamıştır, Karayolları Genel Müdürlüğü, ihaleyi teknik, idarî yönden
incelemeye devam etmektedir ve ihale sonuçlarını da yine basın ve medyanın
önünde, şeffaf biçimde, hiçbir soru işaretini akla getirmeden herkesle
paylaşarak kamuoyuna -sonuçlandırıldığı takdirde- açıklayacağız. Bunu da
bilgilerinize arz ediyorum. Değerli arkadaşlar, bir de Çankırı ile ilgili söylenenlere cevap vermek
istiyorum: Bizim üzerinde çok çalıştığımız konulardan biri de Çankırı depremi
ve sonuçlarıdır. Bölgede hak sahipliği işlemleri seri bir şekilde tamamlanmış
ve Bakanlığımız tarafından bölgedeki bütün yıkıntılar 35 gün gibi kısa bir
sürede kaldırılmıştır. Genelde zararın meydana geldiği bölgeler köy
alanlarıdır, daha ziyade kerpiç evlerdir. Bu insanlar toprağa bağlı
insanlardır, yerlerini terk etmeyi düşünmemektedirler. Bu insanların bizden
ricaları "bize para verin, evimizi biz yapalım" olmuştur ve biz 57
nci cumhuriyet hükümeti olarak, vatandaştan gelen bu talebi dikkate alarak,
vatandaşa 5'er milyar lira para vererek evlerini kendilerinin yapmaları
imkânını sağladık. Dolayısıyla, biz parayı veriyoruz onlar yapıyorlar. Şu ana kadar 108 aile, bizden para alarak
evlerini yaptı, bitirdi. Parada hiçbir sıkıntımız yoktur. Maliye, Hazine ve
Bayındırlık Bakanlığı arasında başarılı bir koordinasyon kurduk. Şu anda
kasamızda para var, yeter ki, bize iş gelsin, tıkır tıkır ödeyebiliyoruz. Yani,
işin önündeyiz şu anda. Kooperatiflerle ilgili olarak yeni çıkardığımız bir kanun hükmünde
kararnameyle hak sahipliği oluşturduk. Çünkü, kooperatiflere müracaat eden
insanlar genellikle dargelirli vatandaşlarımızdır. Biz hükümet olarak onları
düşündük, onlara hak sahipliği imkânı getirdik ve şu anda 11 trilyon lira para
kasamızda, pazartesi gününden itibaren de bölgede onları dağıtmaya
başlayacağız. Teşekkür ederim Sayın Başkan. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakan. Soru sorma işlemi tamamlanmıştır. HİDAYET KILIÇ (İçel) - Sorumuz var; soru sormak için daha vakit var. MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Soru için daha 2 dakika süre var; soru
sorulabilir. BAŞKAN - Süre tamamlandı efendim. Şimdi, sırasıyla, onuncu turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi
hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım: Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: C) BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANLIĞI 1. – Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 2001
Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. 2. –
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Bayındırlık
ve İskân Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri
kabul edilmiştir. Karayolları Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: a) KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Karayolları Genel Müdürlüğü 2001
Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Karayolları Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. 2. – Karayolları Genel Müdürlüğü 1999
Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Karayolları Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Karayolları
Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı
BAŞKAN- (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Karayolları Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Sağlık Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: D) SAĞLIK BAKANLIĞI 1.- Sağlık Bakanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sağlık Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. 2. – Sağlık Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı BAŞKAN- Sağlık Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sağlık Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum : a) HUDUT VE SAHiLLER SAĞLIK GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. 2. – Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Hudut
ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (B) cetvelini kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir. Böylece, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü,
Sağlık Bakanlığı ve Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün 2001 malî yılı
bütçeleri ile 1999 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; kurumlarımıza
hayırlı olmasını temenni ediyorum. Sayın milletvekilleri, 10 uncu tur görüşmeler tamamlanmıştır. Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi ile programa göre, kuruluşların bütçe ve
kesinhesaplarının hesaplarını sırasıyla görüşmek için 17 Aralık 2000 Pazar günü
saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati : 23.06 BİRLEŞİM 33
ÜN SONU |
|