DÖNEM : 21 CİLT : 49 YASAMA
YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 31 inci
Birleşim 14 . 12 . 2000 Perşembe İ Ç İ N D E K İ L E R Sayfa
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A ) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik’in (6/982) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/256) 2. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik’in (6/985) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/257) 3. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik’in (6/999) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/258) 4. - Ankara Milletvekili Mehmet Arslan’ın, İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/259) IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının (1/764, 1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643) (S.Sayıları : 552, 553,
554, 555) görüşmelerine devam olunarak; A) DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI 1. - Dış Ticaret Müsteşarlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. - Dış Ticaret Müsteşarlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı B) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI 1. - Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. - Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. - Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. - Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı D) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI 1. - Danıştay Başkanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. - Danıştay Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı E) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI 1. - Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. - Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı F) ÇEVRE BAKANLIĞI 1. - Çevre Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. - Çevre Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı V. - SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1. - Antalya Milletvekili Salih Çelen’in, bir hükümlünün Uşak
Cezaevinden Bilecik Cezaevine nakli sırasında üzerinde silâh taşımasına ilişkin
sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/2994) 2. - Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu’nun, Genelkurmay
tarafından yayınlandığı iddia edilen bir emre ilişkin Başbakandan sorusu ve
Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/2858) 3. - Amasya Milletvekili Akif Gülle’nin, Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğünün Amasya’daki hizmetlerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa
Yılmaz’ın cevabı (7/2982) 4. - Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Nevşehir’in bazı
köylerinin sulama suyu sorunlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Cumhur Ersümer’in cevabı (7/2903) 5. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa -Mudanya kanalizasyon
projesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/3029) 6. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Ayaş Tüneli projesinden
vazgeçildiği iddiasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı
(7/2949) I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 11.00'de açılarak beş oturum yaptı. Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, (6/836) esas numaralı sözlü sorusunu
geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi. 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/764, 1/765, 1/740, 3/642, 1/741,
3/643) (S.Sayıları: 552, 553, 554, 555)
görüşmelerine devam olunarak; Diyanet İşleri Başkanlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı, Denizcilik Müsteşarlığı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Gümrük Müsteşarlığı, 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap
Kanunu Tasarıları kabul edildi. Alınan karar gereğince, 14 Aralık 2000 Perşembe günü saat 11.00'de
toplanmak üzere, birleşime 22.50'de son verildi.
No. : 48 II. - GELEN
KÂĞITLAR 14.12.2000
PERŞEMBE Tasarılar 1.- Kamu İktisadî
Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı (1/784) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
5.12.2000) 2.- Vatandaşlık
Belgesi Verilmesine İlişkin Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısı (1/785) (İçişleri ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 6.12.2000) 3.- Kişi Halleri
Konusunda Milletlerarası Karşılıklı Bilgi Verilmesine İlişkin Sözleşmenin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/786) (İçişleri ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.12.2000) 4.- Ahvali
Şahsiye Belgelerinde Yer Alan Bilgilerin Kodlanmasına İlişkin Sözleşmenin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/787) (İçişleri ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.12.2000) 5.- Yaşam Belgesi
Verilmesine Dair Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı (1/788) (İçişleri ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 6.12.2000) 6.- Sağlık
Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumları ile Esenlendirme (Rehabilitasyon)
Tesislerine Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanun ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/789) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.12.2000) Teklifler 1.- Muğla Milletvekili Hasan Özyer ve 2 Arkadaşının;
Orman Ürünü Satışlarından Orman Köylüsüne Pay Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi
(2/637) (Plan ve Bütçe ve Tarım , Orman ve Köyişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000) 2.- Muğla Milletvekili Hasan Özyer ve 2 Arkadaşının;
6831 Sayılı Orman Kanununun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/638) (Plan ve Bütçe ve
Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000) 3.- Bartın Milletvekili Zeki Çakan'ın; 657 Sayılı
Devlet Memurları Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun
Teklifi (2/639) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
5.12.2000) 4.- Bartın Milletvekili Zeki Çakan'ın; Karayolları
Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü Merkez ve Taşra Teşkilâtlarında Çalışmakta Olan Kamu Görevlilerinin,
Kurumları İçerisinde Farklı Statüde Çalışanlar ile Aynı Görevi İfa Eden Diğer
Kurumlarda Çalışan Kamu Görevlileri Arasındaki Ücret Farklılıklarının
Giderilmesine Yönelik Kanun Teklifi (2/640) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 5.12.2000) 5.- Manisa Milletvekili Ekrem Pakdemirli'nin; Askerlik
Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi (2/641) (Milli Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 5.12.2000) 6.- Afyon Milletvekili Müjdat Kayayerli ve 65
Arkadaşının; Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanununda Bazı Değişiklikler
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/642) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.12.2000) Sözlü Soru
Önergesi 1.- Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz'in,
yolsuzlukların cezalarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1115)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2000) BİRİNCİ
OTURUM Açılma Saati:
11.00 14 Aralık
2000 Perşembe BAŞKAN:
Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP ÜYELER:
Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31 inci
Birleşimini en iyi dileklerimle açıyor, saygılar sunuyorum. Sayın milletvekilleri, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap
Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelerimize devam edeceğiz; ancak, görüşmelere
başlamadan önce, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır. Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair 3 önerge
vardır; sırasıyla okutuyorum: III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - Bursa
Milletvekili Faruk Çelik'in (6/982) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/256) 13.12.2000 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü Sorular" kısmında yer alan
(6/982) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. Faruk
Çelik Bursa BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir. Diğerini okutuyorum: 2. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik’in
(6/985) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/257) 13.12.2000 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü Sorular" kısmında yer alan
(6/985) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. Faruk
Çelik Bursa BAŞKAN- Sözlü soru önergesi geri verilmiştir. Diğerini okutuyorum: 3. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik’in
(6/999) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/258) 13.12.2000 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü Sorular" kısmında yer alan
(6/999) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. Faruk
Çelik Bursa BAŞKAN- Sözlü soru önergesi geri verilmiştir. Komisyondan istifa tezkeresi vardır; okutuyorum: 4. - Ankara Milletvekili Mehmet
Arslan’ın, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin
önergesi (4/259) 11.12.2000 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Yurtdışı komisyonda görevli olduğumdan dolayı, üyesi
bulunduğum İnsan Hakları İnceleme Komisyonundan istifa ediyorum. Gereğini arz ederim. Saygılarımla. Mehmet
Arslan Ankara BAŞKAN- Bilgilerinize sunulmuştur. Sayın milletvekilleri, şimdi bütçe görüşmelerine
başlıyoruz. Program uyarınca, bugün iki tur görüşme yapacağız. Beşinci tur görüşmelerine başlıyoruz. Beşinci turda, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Danıştay
Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır. IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER 1.-
2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar
Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764, 1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643)
(S.Sayıları: 552, 553, 554, 555) (1) A) DIŞ TİCARET
MÜSTEŞARLIĞI 1.- Dış
Ticaret Müsteşarlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2.- Dış
Ticaret Müsteşarlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı B) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI 1.- Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2001 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1999
Malî Yılı Kesinhesabı
(1) 552, 553,
554, 555 S. Sayılı Basmayazılar ve ödenek cetvelleri 11.12.2000 tarihli 28 inci
Birleşim tutanağına eklidir. C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı
Bütçesi 2.- Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı D) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI 1.- Danıştay
Başkanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2.- Danıştay
Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. Sayın milletvekilleri, daha evvel de arz edildiği
veçhile, 30.11.2000 tarihli 23 üncü Birleşimde alınan karar gereğince, sözlü
soruların sorulması ve cevapları için 20 dakikalık süre tahsis edilmiştir.
Sözlü soruların gerekçesiz olarak sorulması esastır. Soru talebinde bulunacak
sayın milletvekillerinin söz isteme butonlarını ve elektronik cihazlarını
kullanmaları rica olunur. Mümkün mertebe sözlü sorular 10 dakika içerisinde
sorulacak ve cevaplar da 10 dakika içerisinde verilecektir. Şimdi, beşinci turda söz alan sayın milletvekillerinin
isimlerini okuyorum: Gruplar adına söz talebinde bulunanlar: Doğru Yol
Partisi Grubu adına, İçel Milletvekili Sayın Ayfer Yılmaz, Denizli Milletvekili
Sayın Mehmet Gözlükaya; Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili
Sayın Azmi Ateş, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat, Erzurum Milletvekili
Sayın Fahrettin Kukaracı; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Sivas
Milletvekili Sayın Mehmet Ceylan, Bursa Milletvekili Sayın Burhan Orhan, İçel
Milletvekili Sayın Hidayet Kılınç, Kayseri Milletvekili Sayın Sadık Yakut; Demokratik
Sol Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Fahrettin Gülener, İçel
Milletvekili Sayın Akif Serin, Antalya Milletvekili Sayın Mustafa Vural, Bursa
Milletvekili Sayın Ali Arabacı; Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Aydın Ayaydın, Ordu Milletvekili Sayın Sefer Koçak. Şahısları adına; lehinde, Konya Milletvekili Sayın
Veysel Candan; aleyhinde, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç. Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, konuşma süresi,
gruplar adına süre 30'ar dakika, şahısları adına ise 10'ar dakika. 30 dakikalık süre sonundaki topluca toparlama ve uzatma
için vermekte olduğumuz süreyi, şahıslara, gruplar için tahsis edilen
sürelerden sonra kullandıracağım; bunu
da bilgilerinize arz ediyorum. Şimdi, ilk söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına İçel
Milletvekili Sayın Ayfer Yılmaz'a ait. (DYP sıralarından alkışlar) Süreyi eşit mi kullanacaksınız? AYFER YILMAZ (İçel) - Evet efendim. BAŞKAN - Buyurun efendim. Süreniz 15 dakika. DYP GRUBU ADINA AYFER YILMAZ (İçel) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Dış Ticaret Müsteşarlığı ve Devlet İstatistik
Enstitüsü Başkanlığı hakkında Doğru Yol Partisinin görüşlerini ifade etmek
üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bugün IMF'le yapılmış olan
anlaşmanın en kritik noktasını oluşturan dışticaret ve ödemeler dengesi
üzerinde görüşlerimizi paylaşmaktayız. Cari açık, programlanan seviyesinden 3
misli artarak 8,2 milyar dolarlara çıkmış, hatta 10 milyar dolarlar sınırına
dayanmıştır. Dış açığın bu noktaya geleceğini, hatırlarsınız, Doğru Yol Partisi
Grubu adına söz aldığımda geçen yıl ifade etmiştim. Sayın Bakan Toskay da, 2001 yılı bütçesini Plan ve
Bütçe Komisyonuna sunarken yaptığı konuşmada, ödemeler dengesinde ortaya çıkan
bu sürdürülemez açığın, dövize çipa olarak kullanıp enflasyonu belli sürede
belli bir noktaya indirme esasına dayanan IMF programının bir riski olarak
ortaya koymuştu; doğrudur. Her ne kadar DSP Grubu Sözcüsü Sayın Türker "biz
Türk Lirasını belli bir dolara bağlamadık" dese de, Türk Lirası 1 dolar +
077 Euro sepetine bağlanmış ve 365 günlük kurlar sepet etrafında toparlanarak,
anlaşma, ECU olarak yayımlanmış ve uygulanmıştır. Merkez Bankası Başkanı ise, önceden açıklanmış bu tür
kur politikasının arkasında bir maliye ve gelirler politikasının tamamıyla
hedefine ulaşmasını ve sürdürülebilir bir cari dengenin olmasını ifade etmişti. Değerli milletvekilleri, IMF'le yapılan bu tür
anlaşmalarda, sadece konsolide bütçenin para ve kur politikasını dikkate alıp
diğer hedeflerin ve yapısal reformların dikkate almayan mantığı anlamakta
zorlanıyorum; çünkü, IMF anlaşması 64 maddeden oluşmaktadır. Bu 64 maddeyle,
tarımsal üretimden vereceğiniz kredi sübvansiyonlarına, sosyal güvenlik
kuruluşlarına, KİT ve birliklerin, fonların dengelerine, bankacılık sistemine
ilişkin bir yığın kriteri yapısal kriter olarak koyup ve buna ilaveden para ve
kur politikalarını konsolide bütçe hedeflerini, özelleştirmeye ait hedefleri de
performans kriterleri olarak ele aldık. Program bir bütündür. Buradan sadece
bir kısmını alıp diğerlerini uygulamama lüksüne hiç kimse sahip değildir. Bildiğiniz gibi, Türkiye, 1980'den itibaren kalkınma
stratejisini ihracata dayalı büyüme modeline çevirmiştir. Bu büyüme esasına
dayalı olmak üzere IMF anlaşmasında herhangi bir kriter göremiyoruz, teşvik
edici bir unsur da göremiyoruz; ancak, anlaşmanın 63 üncü maddesinde bakın neyi
taahhüt ediyoruz, okuyorum: "Hükümet, stand-by düzenlemesi sırasında
uluslararası cari işlemlere ilişkin ödeme ve transferlere bir sınırlama
getirmeyecek veya ödemeler dengesi amaçlı olarak ithalata ilişkin yeni
kısıtlamalar getirmeyecek ya da var olanları artırmayacak." Bir başka
deyişle, liberal ekonomilerde olabileceği gibi, ithalata herhangi bir sınırlama
getirmeyeceğimizi ortaya koyuyoruz; ancak, bu durumda, acaba, her ülkenin açık
bir şekilde kullandığı ihtisas gümrükleri, sağlık kriterleri, servis ağları
gibi tarife dışı engeller etkin bir şekilde kullanılamaz mıydı? Peki,
enflasyon, program hedeflerine indirilemezse, biriktirilen devalüasyon riski de dikkate alınarak, artan
ithalat nasıl frenlenecekti? Son krizden sonra gördük ki, cari açığın
daraltılması için, IMF'in talimatlarıyla vergi tedbirleri gündeme
getirilmiştir. Bu, faturanın doğrudan
halka çıkması değil midir? Çünkü, Sayın Maliye Bakanı, burada; bütçeyi sunarken
bir şey dedi; "Avrupa Birliği, Amerika ve Japonya'yla rekabet
edebilmek için, bu yıl,
vergilerini indirdi" dedi. Biz ise, vergilerimizi artırıyoruz. Elektrik
faturalarında, biliyorsunuz, sabit ücret alacağız; doğalgazda 8'den 17'ye
KDV'yi çıkarttık; bugünün temeli olan iletişimdeki KDV, lüks tüketim vergisi
seviyesine çıktı. Konulan bütün harçlardaki artışların hepsi, ihracatçıyı
etkilemeyecek mi? Bu ihracatçı, son krizden sonra, artan finans maliyetlerinden etkilenmedi mi? Bugünkü kur
artışları, kurun ve enflasyonun yerine oturmaması nedeniyle aradaki farktan
etkilenmeyecek mi? Peki, iç piyasası tıkanan dış piyasayla da, artık, bu
şekilde rekabet etmesi mümkün olmayan ihracatçı, bile bile stok için üretim
yapar mı? Yapmayacaksa, bu fabrikalar kapanacak demektir.Üretim yapmayacaksa,
işsizlik artacak demektir. O zaman, bizim alternatif politikalarımız ne
olacaktır? Ayrıca, bugüne kadar çiftçimize ve sanayicimize vermediğimiz
desteklere baktığımız zaman, bu destekler, ithalat yoluyla başka ülkelerin
çiftçisine, sanayicisine bir ölçüde aktarılmadı mı? Dikkat edecek olursanız,
tüketim malları ithalatındaki artış, yüzde 47,4'e ulaşmıştır. Değerli milletvekilleri, son üç yıldır, ülkemizde, IMF
programları uygulanmaktadır. 1998 ve 1999 yıllarında bir "yakından
izleme" anlaşması yapılmıştır. 1997'nin Haziran ayında yüzde 76
enflasyonla devraldığınız tabloyu, yıl sonuna kadar yaptırılan zamlarla, 55
inci hükümet, yüzde 91'lere çıkarttığında, kamu borçlanma gereği, gayri safî
millî hâsılanın yüzde 7,6'sıydı. Liberal ekonomi kurallarının bir tarafa
bırakıldığı, KİT zamlarının durdurulduğu ortamda, 1998 yılında, toptan eşyanın
yüzde 54,3'e indiğini görüyoruz;
ama, kamu kesimi
borçlanma gereği 9,2'ye çıkıyor. 1999 yılında, bu
geciktirilmiş zamlar yapılıyor; o zaman da, toptan eşya yüzde 62,9'a çıkıyor;
ama, artık, kamu kesimi borçlanma gereği, devraldığınızın neredeyse yüzde 100
oranında artarak 14,3'e çıkıyor. Programın başarısızlığı, Sayın Kumcuoğlu tarafından, 55
ve 56 ncı hükümetin yapısal sıkıntılarına bağlanırken, uygulamasındaki faturayı
yüklenen, işçilere, memurlara, esnaflara, KOBİ'lere, emeklilere hiç
değinilmemesi dikkatimi çekti; çünkü, eğer, ortada böyle başarısız bir program
varsa, bu programdan sonra da bir stand-by anlaşması uygulamasına giriyorsanız,
bu, giderek fakirleşen kesimlerin, bu artan yükü yüklenip yüklenemeyeceğini;
yani, sosyal bir maliyet hesabı yapıp, sosyal bir programın da birlikte
konulması gerekmez miydi? Stand-by uygulamasında, bir yılın sonunda, Türk
ekonomisinin, bugün itibariyle, reel sektörü de vuran nasıl bir malî kriz
içinde olduğu hepinizce malumdur. Faizler hızla yükselirken, borsadaki düşüş
devam etmekte, bankalar, artan maliyetlerini, hiç vakit kaybetmeksizin, reel
sektörün açılmış kredileri de dahil olmak üzere uygulamaktadırlar. Bu dönemde,
hükümetin istikrar programı anlayışı, konsolide bütçe borçlanma faizleriyle
sınırlı kalmış, cari dengeyle tedbirler, ortaklar arasındaki anlaşmazlıktan kaynaklanan
özelleştirme sorunları nedeniyle de, bugünkü tablo içinden çıkılmaz hale
gelmiştir. Bakın, cari işlemler dengesinde düşündüğümüz, ödemeler
dengesini konuştuğumuz zaman, özelleştirme, doğrudan yabancı sermaye büyük önem
kazanmaktadır. Biz, özelleştirme için 7,6 milyar dolar hedef koyduk; bundan,
bugün, nakit bazında 2,9 milyar dolar aldık. Bugün gündemde olduğu için, özelleştirmeye de kısaca
değinmek istiyorum. Telekomun özelleştirilmesi uzun bir zamandır gündemde;
keşke, dün özelleştirilebilmiş olsaydı. Ancak, bugün, kısaca dikkatinizi şuna
çekmek istiyorum: Telekomda, o gün, 93'te hesaplanan 35-40 milyar dolarların
içinde katma değerli hizmetler yoktu. Bugüne kadar o hizmetlerin bir şirket
halinde ayrılması da programlanmıştı; ancak, şu anda, gerek uydu hizmetleri
gerekse yeni dahil olan GSM 1 800'le ilgili hizmetlerin ayrılmadığı ortadadır.
Bugün yapılacak olan özelleştirmede, bu katma hizmetlerin olup olmadığının,
kamuoyuna açıklanması gerekmektedir. Zaten, bir özelleştirme, bir ülkenin
rızası ve kendi dengeleri içinde, zamanında yapılır; bizse, IMF'nin şu anda
getirdiği ek paket içinde ve yılın sonuna doğru, sıkıştırılmış bir süreçte
hızla yapıyoruz. Bazı şeyleri kamuoyu önünde açıkça yapmanın zamanı gelmiştir. Yapısal reformlardan kaçındık, af konusunda sorunlar,
çekişmeler yaşadık, özelleştirmede, biraz önce ifade ettiğim konular arasında,
bakanların birbiri arasındaki ibret verici tartışmalar da ortada, Avrupa
Birliğinde Kıbrıs çıktı, azınlık sorunları çıktı, tabiî ki, sonuçta, yabancılar
da, Türkiye'yi, yatırım yapılabilir bir ülke olarak görmekten çıktı. Nereden
görüyoruz bunu; bu yıl, doğrudan yabancı sermayede portföy yatırımlarını 2,8
milyar dolar olarak programlamıştık, 500 milyon dolara yakın net çıkış vardır,
bırakın girişi. Bugün, bu programlarla ihracatımızda bazı gerilemeler
olabilir demiştik, ona dikkat çekin, geçen yıl söylemiştim. İşte, özelleştirme
ve doğrudan yabancı sermayenin girişi de bu nedenle önemli demiştim, bunu bir
kez daha ifade etmeyi yararlı görüyorum. Değerli milletvekilleri, tüm kesimlerce, başlangıçta
programa verilen destekle oluşan iyimserlik havası nedeniyle, aşırı değerlenen
Türk Lirasını dikkate alan bankalar, yurt dışındaki borçlanmalarını artırmış ve
oluşturdukları kaynakları, Türk Lirası cinsinden, uzun vadeli, düşük faizli
devlet tahvillerine ve uzun vadeli tüketici kredilerine plase etmişlerdir ve
sistemi kontrol görevi olan Hazine ve Merkez Bankası, banka bilançolarındaki bu
vade dengesizliğini sadece seyretmişlerdir, uyarı ve tedbir alma görevlerini
ise zamanında yapmamışlardır. Bankacılık Üst Kurulunun, sistemi oluşturmak ve fondaki
bankalarla ilgili acil tedbir almak yerine, sistemde polisiye tarzda
yaklaşımlarıyla sektördeki güveni sarsması ise, krizi alevlendiren başka bir
nokta olmuştur. Açık pozisyon riski ortadayken, cari açık ortaya
çıkmışken, yabancıların Türkiye'deki riski daha artırmamak için piyasadan
çekilmeleri elbette doğaldı; ancak, açık pozisyon olarak yapılan açıklama
dövize olan talebi artırınca, program gereği piyasadan çekilen Türk Lirasının
da likidite sıkışıklığını yarattığını bir kez daha tespit edelim. İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında da bu sıkıntılar
yaşanmıştı. Tüm bunlar geldi ve sonuçta yaşadığımız bu krizin etkileri hâlâ
devam etmekte, krizin üstesinden gelinmemiş ve 2001 yılı bütçesinin temel
değerleri ortadan kalkmıştır; çünkü, artan faizler ve piyasadan çekilen
likidite sonrasında, 2001 yılı bütçesinde, Hazine, hangi faiz ve hangi vadeyle
bu piyasadan borçlanacaktır; artan her yükümlülük, faiz ödemelerini
değiştirecek, bütçe açığını artıracaktır. Ayrıca, bugün koyduğumuz vergi yükü,
yatırımı, üretimi, ihracatı engelleyecek, her gün kapanan işyerleriyle bu
verginin ödenmesi mümkün olabilecek midir; hayır, bu da bütçe açığını
artıracaktır. O zaman, bütün bu değerler, enflasyon hedefinin
gerçekleşmemesine, sonuçta, büyümenin de olmamasına neden olacaktır. O zaman,
biz, bugün burada neyi
tartıştığımızı çok iyi bilelim.
Özetlemek gerekirse, birinci yılın sonunda enflasyonla mücadelede başarısız
olunmuş, çabalar ve çekilen sıkıntılar ne yazık ki boşa gitmiştir. Bu nedenle,
sokaktaki sesi çok iyi duymamız gerekmektedir. Şimdi, ihracatımızla ilgili bazı çözüm önerilerimizi
sizlerle paylaşmak istiyorum: Kur, bu şekilde çipa olarak kullanıldığı için, özellikle euro
bölgesinde ihracatçımız büyük sıkıntıya düşmüştür. Aşırı değerlenen Türk
Lirasının ihracat üzerindeki etkisini asgariye düşürmek için, KOBİ'lerle ilgili
olarak, ihracatçıların riskini Eximbank vasıtasıyla koruma altına almamız
gerekmektedir. Bu amaçla, Eximbank kaynaklarını artırmamız gerekiyor. Özellikle
büyük bir sorun haline gelen teminat konusunu, ihracatçı ve ihracatçı KOBİ'ler
lehine yeniden düzenlemek gerekmektedir. Girdilerin, özellikle, enerji ve
tarımsal girdiler olmak üzere, dünya fiyatlarından sağlanması için acilen
tedbir almak zorundayız; aksi takdirde, piyasada fiyat tutturulması ve piyasada
kalıcılığın sağlanması mümkün değildir. Özel
kesim imalat sanayii üretimindeki ihracat sanayiinin ihracat rekabetini
sağlayıcı ar-ge, uluslararası fuarlara katılım, istihdam gibi daha önceden de
konulmuş olan bu teşvikler için bütçemizde kaynak gerekmektedir. KOBİ'lerin
sorunlarına gerek yatırım gerekse işletme safhasında süratle çözüm bulmalıyız. Ayrıca, teknolojik gelişmeler konusunda destekleri
artırmalıyız. Elektronik ticaretin altyapısını oluşturmakta geç kaldık. Bu
tedbirleri alacak ve uygulayacak kurumlarda uzman kadroların oluşumunda da
liyakata çok dikkat etmeliyiz. Tarım kesimi bugün çökmüştür. Bu kesim, tarlasını ekime
dahi hazırlayamamaktadır. Bu yıl içinde verilmiş olan primlerin zamanında
verildiği söylenemez; çünkü, verilseydi, tarım ihracatında yüzde 13,9'luk bir
düşüşle karşı karşıya kalmazdık. Onun için, bugünden, bu primlerin karşılığı,
olduğu şekilde, çiftçimize açıklanması gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, gerek enflasyon ve ödemeler
dengesi gerekse bütçe ve özelleştirme konularında hükümetin başarısızlıkları
halkta büyük bir güvensizlik yaratmıştır. Bundan böyle, uygulamalara konulan
tedbirleri toplum ihtiyatla karşılamaktadır. Bugün yeniden ek vergilerin devam
ettirilmesi doğru değildir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN- Sayın Yılmaz, lüften, 1 dakika içerisinde
toparlayınız; buyurun. AYFER YILMAZ (Devamla)- Zaten, alım gücü kötüleşen
halkın üzerine bu yeni vergilerin tekrar getirilecek olması, halkın tahammülünü
aşacaktır. 2001 yılı bütçesinin temel makro ekonomik hedefleri, son günlerde
yaşanan malî krizden dolayı geçerliliğini yitirmiştir. Bugün, biz burada yeni
dengelerle çalışmak zorundayız. Daha gerçekçi bir bütçe yapmak durumundayız.
Ancak, hükümet olarak, sadece, IMF'in verdiği hükümleri dikte ettiren ve ülkeye
neye mal olacağını hiç düşünmeden tedbir alma uygulaması devam ettiği sürece,
ülkenin gerçeklerine dönmemizi mümkün görmüyorum. Değerli milletvekilleri, uzun bir süredir çiftçiler,
memurlar, işçiler, emekliler, doktorlar, öğrenciler meydanları dolduruyor
belki, hiç yürümemesi gereken polisler bugün meydanlarda; ancak, bu ses
duyulmadı. Biz, Doğru Yol Partisi olarak her platformda ve bu kürsüde halkın
sıkıntısını dile getirmeye çalıştık, parmak sayınızla, ne yazık ki, bu haklı
taleplerimizi sürekli olarak geri çevirdiniz. En son "çiftçilerimizin
Ziraat Bankasına olan faiz borçlarını, esnafın faiz borçlarını, gelin,
affedelim" dedik, onu dahi çevirdiniz. Gelin, artık, bu yanlışa son verin.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Son cümleniz için mikrofonu açıyorum; ama,
lütfen, son cümleniz olsun. AYFER YILMAZ (Devamla) - 2001 yılı bütçesini, ülkenin
gerçeklerine ve halkın çıkarları üzerine inşa edelim. Biz, siyaset kurumunu,
halkın önünü tıkayan değil, onun sorunlarına çözüm getiren bir çare müessesi
olarak görmekteyiz. Gelin, demokrasiyi işletelim. Bu konudaki çabalarınıza,
muhalefet olarak destek vermeye hazırız, yeter ki, siz, o iradeyi gösterin. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yılmaz. Doğru Yol Partisi Grubu adına, ikinci söz, Denizli
Milletvekili Sayın Mehmet Gözlükaya'ya ait. Buyurun Sayın Gözlükaya.(DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 15 dakika efendim. DYP GRUBU ADINA MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştay ve Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün
bütçesiyle ilgili olarak, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz aldım, hepinize en
derin saygılarımı sunuyorum. Bilindiği üzere, Danıştay, Anayasamızın 125 inci
maddesinde de tarif edildiği gibi, idarenin her türlü işlem ve eylemlerine
karşı yargı görevi yapan bir kurumdur. Danıştay, Danıştay Kanununa göre,
danışma ve inceleme meclisidir. İdare mahkemeleri ve vergi mahkemelerince
verilen kararları da temyiz yoluyla incelemektedir. Bu yargı görevinin yanında,
Başbakanlık ve Bakanlar Kurulunca gönderilen kanun, tasarı ve teklifler
hakkında görüş bildirmek, tüzük tasarılarını incelemek, imtiyaz sözleşmeleri ve
şartlaşmalar hakkında fikir bildirmek gibi görevleri de vardır. Yani, geniş
görev alanı olan yüksek bir mahkememizdir. Danıştayın da, birçok kuruluşumuz gibi, herkesçe
bilinen birtakım sorunları vardır. Bu sorunların başında bina sorunu
gelmektedir. Danıştaya gideniniz var mı bilmiyorum; senede bir iki defa
gidiyoruz. Burada gördüğümüz manzara gerçekten içler acısı; yani, Danıştay gibi
bir yüksek yargı organımızın, maalesef, çok eski bir binası var, Danıştaya
yakışmayan bir binası var. Bu devirde, bu binanın yenilenmesi lazım. Tamiri
için de herhangi bir şekilde ciddî bir ödeneğin ayrılmadığını görmekteyiz.
Hele, bir de, bu binada yukarı katlara çıkarken asansörlere binerseniz, her an
için asansörde kalma ihtimaliniz vardır.
Ne yazık ki, bu tamirat için de, asansör yatırım ücreti olarak 5 milyar
lira ayrılmış! Çok değerli arkadaşlar, bana göre, yenilenmesi lazım;
yani, sanki yüzyıl öncesinin şartlarını yaşayan bir Danıştay görünümündedir. Bu
bakımdan, kesinlikle, ektransferlerle veya en azından, gelecek bütçelere
konulacak ödeneklerle, bir Sayıştay binası gibi, Danıştayımıza yakışan bir
binanın yapılmasında fayda görüyoruz. Ayrıca, çağımız, artık, bilgisayar çağı. Aşağı yukarı
80 000 davanın var olduğu Danıştayımızda, maalesef bilgisayarlar çok eski;
yani, bunlarla, içeriden veya dışarıdan, Danıştayla ilgili, verilen kararların
açıklanması veya sorulara cevap verilmesi mümkün değil. Bir internet çağına
geçilmiş; ama, tamiratına dahi para bulamayan bir bilgisayar donanımı var ve
Danıştayın bilgisayardan istifade etmesi mümkün değil. Maalesef,
bilgisayarlarla ilgili ödeneğin de 5 milyar lira olduğunu görüyoruz. Halbuki,
500 milyar lira gibi bir paranın ayrılması suretiyle, Danıştayın çağdaş bir
hale getirilmesinde zaruret vardır. Değerli arkadaşlarım, Danıştay üyelerimizin
sorunlarından bir tanesi de, lojman sorunu. Gerçekten, 100 küsur tetkik hâkim,
Danıştay üyesi ve savcımızın, maalesef lojmanı yok. Bu lazım mıdır; bize göre
bu lazım. Neden lazım; çünkü, bugün, devletimiz, memurlara, derecesine göre 200 000 lira ile 600 000 lira arasında
kira yardımı veriyor. Bundan,
herhalde haberimiz var. Tekrar
ediyorum, 200 000 lira ile 600 000 lira arasında; yani 200 000, 400 000 ve 600
000 şeklinde, en yüksek dereceli memura, kira yardımı olarak verilen para da
600 000 lira. Takdirinize sunuyorum, bu rakam hakkında biraz kafa yormalı
Meclisimiz. Şimdi, 400 milyon lira ücret alan bir tetkik hâkiminin,
Ankara gibi bir yerde, şanına yakışır, görevine yakışır bir daire tutabilmesi
için, asgari 300 milyon lira para vermesi lazım. Allah'a şükür ki, her açıdan
karekter sahibi olan hâkimlerimiz, görevlerini, bu zor şartlarda dahi lâyıkı
veçhile yapma durumundadırlar; bunun düzeltilmesi lazım. Kira yardımıyla ilgili bu durum, bütün memurlara
şamildir. Gerçekten, lojmanda oturmayan bütün memurlarımız da, aynı şartlar
içerisinde 200 000 ile 600 000 lira arasında kira yardımı almaktadırlar. Çocuk yardımını söylemiyorum, bir memurumuzun veya bir
memuremizin, bir çocuğu dünyaya geldiği zaman 1,5 milyon lira alıyor; Meclisin
dikkatine sunuyorum. Değerli arkadaşlarım, Danıştayımızın birçok görevi var
biliyorsunuz; ilk derece mahkemeleri, temyiz mahkemeleri, idare ve vergi
mahkemelerinden gelen kararlarla ilgili olarak. Yalnız, tabiî ki, bu görevler
çok, bunların azaltılması lazım. Her ne kadar, geçenlerde, bu bölge idare
mahkemeleriyle ilgili, sanıyorum 4575 sayılı Yasada değişiklik yaptıysak da,
ancak bu yeterli değil. İstinaf mahkemeleri kurmaya çalıştık; ama, kâfi
gelmiyor. Bugün, Danıştaya dava akımı gene devam ediyor. Danıştayımız, 30 000-40
000 davayı sonuçlandırdığı halde, maalesef, davaların hepsine bakma şansına
sahip değil. Zaten, 70 küsur tane de hâkim ve savcı eksikliği de var. Bu bakımdan, Danıştayımızın, yapısal değişikliğe
gitmesi lazım; yani, gerek Danıştay Kanununda gerek diğer mevzuatta birtakım
değişiklikler yapılmak suretiyle, daha sağlıklı kararlar alınabilmesi,
insanımıza daha güzel hizmetler verilebilmesi için, Danıştayın, sadece temyiz
mercii olarak görev yapma imkânlarının araştırılması lazım. Bu bakımdan, idare
ve bölge idare mahkemelerimizin görevlerinin de biraz daha artırılması lazım.
Tabiî ki, bugünkü şartlar içerisinde, onların da fiziksel imkânları yok; gerek
personel gerekse bina açısından, bu bölge idare mahkemelerinin de
güçlendirilmesi gerekmektedir. Değerli arkadaşlarım, hâkimi ve savcısıyla birlikte 800
personeli bulunan, biraz önce söylediğim şartlarda görev yapan Danıştayımızın 6
küsur trilyon liralık bir bütçesi var.
Bu bütçeyle, Danıştayın daha sağlıklı görev yapması mümkün değildir. Malum olduğu
üzere, hepimizin bildiği üzere, yıllardır bu Meclisin ekseriyeti hukukçudur;
ama, maalesef, hükümetler, adalete üvey evlat muamelesi yapmaktadır. Bugün,
Adalet Bakanlığı bütçesi de yeterli derecede değildir; Yargıtayın, Danıştayın
ve Sayıştayın bütçeleri de yeterli derecede değildir. Tarafsız ve güçlü bir
yargı istiyorsak, gelin, bu bütçeleri önümüzdeki dönemlerde artıralım. Hükümeti de uyarıyorum; popülizm yapmak için kendi
bölgelerine fuzuli birtakım yatırımlar yapan, gösteri yatırımları, oy
yatırımları yapan hükümetimizin de, bu yargı organlarına gerekli değeri
vermesini ve ek transferlerle, yedek ödeneklerle takviye etmesini istirham
ediyorum. Danıştay bütçemizin hayırlı olmasını diliyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geldik Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü bütçesine. Bu bütçemiz de, maalesef, zayıf. Zayıf;
fakat yüzotuz yıllık bir geleneği olan bu Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
içerisinde birtakım olaylarda var. Bunları, kısaca arz etmek istiyorum. Bildiğiniz üzere, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü,
mülkiyet hakkını kuran, koruyan ve mülkiyet değişiklikleriyle ilgili her türlü
işlemi yürütmekle görevli olan bir kurumumuzdur; çok önemli bir kurumdur. Bu
kurum, aynen yargı gibi, işlevlerinde bağımsız olması gereken bir kurumdur. Bu
kurumda görev yapanların ehliyet, liyakat ve tarafsızlıklarını önplanda
tutmaları gerektiğine inanıyoruz. Ayrıca, bunların bağımsız olması lazım; yani,
baskı altında bu görevler yapılırsa değişik yollara gider, maddî ve manevî
birtakım sıkıntılara duçar olunabilir. Bu bakımdan, bu kurum üzerinde
hassasiyetle durmak gerektiğini ve bu yönde eğitim almış insanları bu görevlere
getirmek gerektiğini ifade ediyorum. Bugün, Türkiye'de tapu-kadastro çalışmaları,
kadastrasyon çalışmaları istediğimiz şekilde bitmiş midir; maalesef
bitmemiştir; ama, bitmesi için, mutlaka gayret sarf edilmesi lazım. Çünkü, dava
adedinin azalması ve adliyenin rahatlaması, bir bakıma kadastrasyonun bitmesine
bağlıdır. Şimdi, 22 adet bölge müdürlüğü, 330 adet kadastro
müdürlüğü ve 1 000'i aşkın tapu sicil müdürlüğü olan bu teşekkül, bilimsel
çalışma, yeniden yapılanma ve kamu yararına birtakım projeler yapması
gerekirken, projeler geliştirmesi gerekirken, maalesef, iki yıldan bu yana,
yani bu hükümet işbaşına geldiğinden bu yana birtakım sıkıntılar yaşamaktadır.
Birbuçuk iki yıldır, bu kurumda, özellikle personelle ilgili çok büyük
sıkıntılar vardır. Sayın Bakana saygımız var; ama, bizim tespit ettiğimiz
icraatlarını takdir etmemiz mümkün değil. Biraz önce söylediğim gibi, Tapu ve
Kadastro, yüzotuz yıllık bir kurum. Bu kurumun özellikleri var; burada, bir
nevi mütehassıslar görev yapıyor. Bu kurumun başına gelenler, her zaman, bu
kurumdan yetişmiş, gerçekten bu işi bilen insanlardan teşekkül ediyordu; ama,
gelin görün ki, Sayın Bakan işbaşına geldiğinden itibaren, buraya, hiç tapu
kadastroyla ilgisi olmayan bir jeoloji mühendisini genel müdür yapmış. Bu,
tabiî, ilk defa olan bir olay. Bunun dışında -sadece genel müdürle kalınsa iyi-
genel müdür yardımcılarının, ikisi hariç, hepsi değiştirilmiş; daire başkanları
değiştirilmiş ve bugün, son tespitlere göre, 1 040'a yakın memur ve müdürden
bazıları görevlerinden alınmış, bazıları da yer değiştirmiş. Nedir buradaki amaç; herhalde, bu arkadaşlarımız
ehliyetsizdir, bu arkadaşlar görev yapmıyor gibi düşüncelerlemi, bunların
yerleri değiştirildi acaba; bilmiyoruz. Sadece, Sayın Bakanın bir lafı var;
diyor ki "çürük Kozları temizliyoruz." Yani, bu camiada yaşayan 20
000'e yakın personelin hepsi mi çürük Koz ve bu çürüklük nereden geliyor; bunu,
Sayın Bakanın açıklaması lazım. Yoksa, sadece, kendi yandaşlarını belli
görevlere getirmek için, birtakım iftiraların atılmasına gerek yoktur diye
düşünüyoruz. Bu kurumda, insanların onuru, çalışanların onuru rencide
edilmiştir. Bunun, Sayın Bakana yakışmadığını ifade etmek istiyorum. Ayrıca, bu kurumda, yıllarca, harita mühendisleri ve
kadastro mühendislerinin, yapılan bazı işlemlerle, geliştirilen projelerle
ilgili olarak, inceleme ve en azından bir onay gibi bir yetkisi varken -kanun nedir,
ne değildir bilmiyorum; Sayın Bakan, inşallah açıklarlar- maalesef, Sayın Bakan
geldikten sonra, bu yetki, bunlardan alınmıştır. Bize göre, bu, teknik açıdan
ve işlerin düzenli yürümesi bakımından, önemli bir sorundur. Burada söylemek istemezdim; ama, bir hususu da not
olarak almışız; o da şu: Bazı kitaplar basılıyor, herhalde tapu ve kadastroyla
ilgili olarak; fakat, bu kitapları personelin alma mecburiyeti var mı Sayın
Bakanım? Birkaç müfettiş veya görevlinin yazdığı bu kitapların, belli fiyatlarla,
özel kazanç için, bütün müdürlüklere gerekli talimat verilerek alınması
mecburiyetini nasıl içinize sindirebiliyorsunuz? Var mı böyle bir şey? Bu
hususta bir açıklama yapmanızı ve bunun doğru olup olmadığını öğrenmek istiyoruz. Ayrıca, depremle ilgili olarak Dünya Bankasından
birtakım yardımlar gelmiştir. Bu yardımların nasıl kullanılacağı hakkında bilgi
sahibi değiliz; ama, bu yardımlarla ilgili, bu parasal olaylarla ilgili
yetkililerin değiştirildiğine şahit olduk; daha doğrusu, bu söyleniyor. Bu hususta
da, Sayın Bakanımız, aydınlatıcı -ki, bu gelen para milyon dolarlarla ifade
ediliyor- bir açıklama yaparlarsa, memnun olacağımızı ifade ediyorum. Değerli arkadaşlarım, bu kurum, çok önemli bir kurumdur dedik. Eğer, bu kurumdaki
tahribat, personel tahribatı, bugünkü gibi devam edecek olursa, burada çalışan
insanlar hiçbir şekilde güven içerisinde olmazlar. Geçenlerde bir müfettişlik
sınavı yapıldı... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Gözlükaya, lütfen toparlar mısınız.
Süreniz bitti, 1 dakika eksüre veriyorum. MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkanım. Bu sınavda kazananlar belli oldu, komisyon kesin sonucu
ilan etti; ama, her ne hikmetse, iptal edildi. Söylentiler doğru mu,
bilmiyorum; yine, Sayın Bakanımızın fikriyatından bir kişinin evladı bu
müfettişlik imtihanını kazanamadığı için,
bir nevi partizanlık anlayışıyla, bunun iptal edildiği yönünde duyumlar
vardır. Bu hususta da ciddî bir açıklama yaparlarsa memnun olacağımızı ifade
ediyorum. Değerli arkadaşlarım, Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün bütçesi az. 20 000 personeli var. 65 trilyon liraya yakın bir
bütçesi var; ama, 4 trilyon liralık bir yatırım ödeneği var. Bu kadar cüzi
yatırım ödeneği olan bir kurumun, kadastrasyonu ve gerekli çağdaşlaşma ve
yenileşmeyi yapması mümkün değildir diyorum. Bu bütçemizin de hayırlı olmasını diliyorum; ama,
buranın, bu kurumun, partizanlıktan uzak yönetilmesini, ısrarla ve tekraren
söylüyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gözlükaya. Gruplar adına üçüncü söz, Fazilet Partisi Grubu adına,
İstanbul Milletvekili Sayın Azmi Ateş'e ait. (FP sıralarından alkışlar) Sayın Ateş, süreyi eşit mi kullanacaksınız efendim? AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Evet, Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun. Süreniz 10 dakika. FP GRUBU ADINA AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 2001 malî yılı Dış Ticaret Müsteşarlığı bütçesi üzerinde
Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Bir ülkede, kalkınmışlığın en önemli göstergelerini,
başta ihracat olmak üzere, dışticaret hacmi, cari işlemler dengesi, borç stoku
ve gayri safî millî hâsıla gibi parametreler oluşturmaktadır. Bu açıdan
bakıldığında, Türkiye'nin ihracatı 1997 yılından beri 26,5 milyar dolar
civarında olup, âdeta yerinde saymaktadır. Buna karşılık, artan ithalat
dolayısıyla, dışticaret açığı büyümeye devam etmektedir. 2000 yılında,
ihracatın ithalatı karşılama oranı ancak yüzde 50 civarında olabilecektir.
Bunun anlamı, bir satıp iki alıyoruz demektir. Diğer bir deyişle, bu durum,
üretimdeki ve istihdamdaki azalmayı ifade etmektedir. Ayrıca, ithalattaki artış, bir taraftan ödemeler
dengesini bozuyor, diğer taraftan da, KOBİ'lerimizi rekabet edemez hale
getiriyor; üretimimiz ve dolayısıyla da ticaretimiz engellenmiş oluyor. Bu
durum ise, işyerlerinin kapanmasına ve de her geçen gün işsizliğin artmasına
sebep oluyor. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ithalatın artması
dolayısıyla meydana gelen büyüme sağlıklı olmayıp, bu büyümeye
"şişme" denilmesi daha uygun düşmektedir. İktisat dilinde bunun adı,
yoksullaştıran bir büyümedir. Ayrıca, bu yıl cari işlemler açığı 10 milyar
dolar gibi korkunç boyutlara ulaşmaktadır. Ekonomistler ve işin uzmanları, son günlerde vuku
bulan, ucuz atlatıldığı iddia edilen malî krizin, 1958'den bu yana yaşadığımız
en ciddî kriz olduğunu ifade etmektedirler. Önceki krizleri az çok kendi
gücümüzle aşmış, büyük ölçüde kendi yağımızla kavrulmuştuk. Oysa, bugün, bir
iki gün içinde faizler yüzde 40'lardan yüzde 1 700'lere ulaşmıştır. Ekonomist
Mustafa Özel, bir gazetedeki değerlendirmesinde "faizler nasıl böyle kolay
yükselerek indirilebiliyor?.. Bunu başarabilen, başka neler yapabilir acaba?..
Bahçemdeki yılanı öldüren veya evimdeki yangını söndüren güç, yarın, bu gücünü
bana karşı da kullanmaz mı?.." diye soruyor. Bugünün iktidarına benim ve
milletimin sorusu da şu: Bu güç, bu yardımı, bize, bugün ne adına yapıyor? Sayın milletvekilleri, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı
Sayın Recep Önal, 6 Ağustos 1999'da bir gazeteye yaptığı açıklamada, ısrarla,
sonbaharda ekonomide canlanma olacağını ve ülkemize yabancı sermaye akışının
olacağını ifade etmiştir. Oysa, bugün kaçan kaçana... Buna karşılık, 1999 yılı,
ekonomide yüzde 6,4 küçülmeyle kapandı. Son günlerde ekonomiyi altüst eden bu
krizi yaşadık. Bunun yanı sıra, 1997 yılından itibaren Eylül 2000'e kadar,
ülkemizde 90 000 civarında işyeri kapandı. Bu rakamın 35 000'i İstanbul İlimize
aittir. Bu durum, bize, bu hükümetin de önünü göremediğini göstermektedir. Bu
olumsuzluğu aşmanın tek yolu güvendir, millete güvenmektir, millete güven
verebilmektir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yoksulluktan,
fakirlikten, hayat pahalılığından kurtulmanın yollarından biri, yolsuzluktan
kurtulmaktır; diğeri ise, ihracatı artırmak, dışa açılmaktır. İhracatın
gerektiği şekilde artırılabilmesi için, öncelikle, başta Hazine, Dış Ticaret
Müsteşarlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
ve ilgili kurumlar
arasında koordinasyon
sağlanarak ihracat seferberliği
programı hazırlanmalıdır; ihracat seferberliğinin altyapısını oluşturan yatırım
ve üretim seferberliği başlatılmalıdır; yani, bilgiyle mücehhez hale
getirilecek olan yüksek teknolojiyi hayata geçirmek lazımdır. Başta KOBİ'lerimiz olmak üzere, yatırımcı ve gerçek
ihracatçı firmalara her türlü destek sağlanmalıdır. 1997 yılından itibaren
günümüze kadar KOBİ'lere verilen toplam kredi miktarı 360 milyon dolar
civarındadır. İçleri boşaltılarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen
11 bankadan, sadece, evet sadece birinden hortumlanan meblağ, bu sektörün
problemlerinin çözümü için yeterlidir. Ayrıca, enflasyonun dizginlenmesi için
döviz kurunun baskı altında tutulması da, ihracatı olumsuz yönde
etkilemektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dışticaretimizi,
ülkemizin potansiyeline uygun bir konuma getirebilmemiz için, dışticareti,
mutlaka dışsiyasetle birlikte yürütmek mecburiyetindeyiz. Bugün, bunun,
ülkemizde koordineli bir şekilde ve beraber yürütüldüğünü söyleyemeyiz. Bu vesileyle, bir endişemi ifade etmek istiyorum. 5
Aralık 2000 tarihinde dışpolitikadaki olumsuz yöndeki gelişmelerle ilgili
olarak bir genel görüşme açılması talebiyle verilen yedi ayrı önergenin Türkiye
Büyük Millet Meclisinde yapılan öngörüşmesinde, Dışişleri Bakanı Sayın İsmail
Cem konuşmasında "Türkiyemiz, artık, dünyanın sadece bir bölgesel gücü
değil; ama, küresel gücü olmak yönünde hızla gelişmektedir" demişti. Ben
de, ülkemizin bölgesel güç, hatta küresel güç olma potansiyelinin olduğuna
bütün kalbimle inanıyorum; ama, üçbuçuk senedir işbaşında olan bu hükümet ve
Sayın Bakanın bu potansiyeli kullanamadığını düşünüyorum. Bu anlamda, Türkiye'nin, tarihî, kültürel bağları olan
Türk cumhuriyetleriyle münasebetlerine bir bakıyorum. Bu ülkelerle olan ticaret
hacmimiz, ilerleme kaydetmek bir yana, her geçen gün daha da azalıyor. Bu
kardeş, dost ülkeleri, Rusya'nın nüfuz alanına terk etmiş durumdayız. Şimdi, sayın hükümete ve onun Dışişleri Bakanına, Genel
Kurulda, milletvekili arkadaşlarımın cevap alamadığı soruları tekrar soruyorum:
Türk cumhuriyetleriyle ekonomik ve siyasî münasebetleri
geliştirecek ve bu ülkeleri Rusya'ya mahkûm olmaktan kurtaracak olan
politikalarınız nelerdir? Aynı soruyu, Filistin, Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar
ve Irak için de soruyorum. Türkiye, "Irak'ın toprak bütünlüğünden yanayım;
Kafkasların huzur bulmasını, Çeçenistan'daki savaşın durmasını arzu
ediyorum" diyerek, tarihe, insanımıza ve insanlığa karşı olan
sorumluluklarından asla kurtulamaz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Irak'a yıllardır
uygulanan ambargonun hâlâ devam etmesi, hem Irak'la olan sınır ticaretimizi
felç etmiş hem de 50 milyar doların üzerinde olduğu tahmin edilen maddî kaybın
daha da artmasına sebep olmuştur. Oysa, Irak'a bizzat silah vererek savaşı
körükleyen, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batılı ülkeler,
dolaylı ya da direkt olarak, çok uzun zamandan beri bu ambargoyu
delmektedirler. Şimdi, sayın hükümete soruyorum: Halkları arasında tarihî,
kültürel, inanç ve komşuluk bağları olan Irak'a uygulanan bu anlamsız ambargoyu
kaldırmak için neyi ve kimin himmetini bekliyorsunuz? Sayın milletvekilleri, bugün, 70 milyonluk Türkiye'nin
dışticaret hacmi, ne hazindir ki, yıllardır 70 milyar dolar civarında
seyretmekte olup, 1999 yılındaki dışticaret hacmi 67 milyar dolar, gayri safî
millî hâsılası 187 milyar dolardır. Oysa, 1950 yılında dışticaret hacmi
Türkiye'yle neredeyse başabaş olan, bugün 40 milyon nüfuslu İspanya'nın 1998
yılındaki dışticaret hacmi 242 milyar dolara, gayri safî millî hâsılası ise 553
milyar dolara ulaşmış bulunmaktadır. 6 milyon nüfuslu İsrail'in bile, 1999 yılı
ihracatı 25,6, ithalatı ise 30 milyar dolardır. Bir avuç içi kadar İsrail'in
ihracatı, dev bir potansiyeli olan Türkiye'ninkine neredeyse eşit miktardadır.
Bu durumda, Türkiye ve insanımıza yazık olmuyor mu? Türkiye'nin yegâne ve tek
problemi iyi yönetilememektir. Sayın milletvekilleri, Türkiye, bu acıklı durumdan bir
an önce kurtulmak için, bölge ülkeleriyle olan dışticaret hacmini yüzde
18'lerden yüzde 30'lara,
40'lara, hatta, Avrupa
Birliğiyle olan seviyeye çıkarmalıdır. Bugün, Avrupa Birliğini oluşturan
15 ülkenin kendi aralarında yaptıkları ticaretin, toplam dışticaretleri
içindeki payı yüzde 60'lara ulaşmış bulunmaktadır. Böylece, ekonomiye öncelik
vererek, lokomotiflik yaptırarak, siyasî münasebetlerini bugünkü duruma
getirmişlerdir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Ateş, lütfen toparlayınız; 1 dakika süre
veriyorum. AZMİ ATEŞ (Devamla) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye, başta Rusya olmak üzere, hiçbir ülkenin tekel
olmasına fırsat vermeden, bölge insanını ve ülkelerini dünyaya açacak olan,
başta Bakü-Ceyhan petrol boru hattı olmak üzere, ortak projelerin hayata
geçirilmesine mutlaka öncülük etmelidir. Türkiye, bütün bu söylediklerimi yapabilecek, başta
insan kaynakları olmak üzere, tarihî birikim ve her türlü potansiyele sahiptir.
Yeter ki, ülkemizin imkânları, milyonlarca insanımız meydanlarda "açız ve
açıktayız" diye bağırırken, üç beş soyguncu, vurguncu, bankacı, rantiyeciye
peşkeş çekilmesin. Böylece,
enflasyon, hayat pahalılığı ve yoksulluğun başlıca sebebi olan
yolsuzluklar önlenmiş olsun. Yeter ki, sermaye yeşil, sarı ve kırmızı diye renk
ayırımına tabi tutulmasın, girişimci ruhun önündeki engeller kaldırılsın. (FP
sıralarından alkışlar) Evet, yeter ki, çağın yükselen değerlerinden olan insan
hak ve özgürlüklerinin önündeki engeller kaldırılsın. Milletimizin mukaddesleri
üzerindeki baskılar ve dayatmalar son bulsun. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Son cümleniz için mikrofonu açıyorum,
lütfen... AZMİ ATEŞ (Devamla) - Bürokratik devletten demokratik
devlete, diğer bir ifadeyle, gün ışığında yönetime kavuşalım, demokrasimizi
demokratikleştirmiş olalım. BAŞKAN - Son cümleniz... AZMİ ATEŞ (Devamla) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; böylece, insanlarımızla huzur ortamına kavuşur, komşularımızla
barışı sağlayıp, bölgesel güç olarak, hızlı adımlarla dünya devleti olmaya
koşarız. Bu özlemlerimin en kısa zamanda hayata geçirilmesi
dileğiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ateş. Fazilet Partisi Grubu adına ikinci söz, Erzurum
Milletvekili Sayın Aslan Polat'a ait. Buyurun Sayın Polat. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Devlet İstatistik Enstitüsü bütçesi üzerinde Fazilet
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım. Devlet
İstatistik Enstitüsünün en
önemli faaliyetleri nüfus sayımı, TEFE ve TÜFE fiyat endeksleridir. Cumhuriyet döneminde ilk nüfus sayımı 1927 yılında
yapılmış olup, bu yıl 14 üncüsü yapılmıştır. Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonunda, aynen "tüm belediyelerdeki cadde ve sokaklara isim ve numara
verilmesi için, içinde insan bulunan veya bulunması muhtemel binalara numara
verilmiş ve adreslerin kaydedildiği bina cetvelleri doldurulmuştur" demiş,
bu numaralama çalışması için Enstitünün bütçesinden 6 trilyon Türk Liralık bir
katkının belediyelere yapıldığını belirtmiş ve "Devlet İstatistik
Enstitüsü, nüfus sayımında, sayım bölgelerinin oluşturulması için gerekli olan
adres çerçevesini, tarihinde olmadığı kadar iyi bir şekilde tespit ederek
kontrol altına almıştır" diye büyük bir gururla, komisyonda görüş
belirtmiştir. Peki, netice ne olmuştur; takriben 981 bin kişi
görevlendirilen, 25 trilyon Türk Lirası civarında para harcanan ve bu
topraklarda altıyüz yıllık mazisi olan nüfus sayımı, bu hükümetin elinde tam
bir skandala dönüşmüş, 1990 yılında 56 milyon 473 bin, 1997 yılında 62 milyon
865 bin olan nüfusumuz, üç yıl sonra, ilk rakamlara göre, 71
milyon 900 bin
kişi olarak belirlenmiştir. Ülkemizde, son yıllarda,
binde 15 olan nüfus artış hızımız, bu sayıma göre binde 48 olmuş ve Devlet
İstatistik Enstitüsünün bu ilk neticelerine göre, Afrika ülkelerindeki nüfus
artış hızını yakalamıştır. Esasında, üç yılda 9 milyon değil, gerçek rakamlarda 3
milyon civarında nüfus artışı olmuş; fakat, bu, sayımlarda, 9 milyon gibi
anormal rakamlarda görülmüştür. Hükümet yetkilileri suçlu olarak belediyeleri
göstermiş ve belediyelerin nüfus başına 35 milyon Türk Lirası yardım alabilmek
için nüfusu olduğundan fazla gösterdiğini, özellikle 30 ilde anormal nüfus
artışı olduğunu belirtmişlerdir; fakat, sormak lazım, belediyelerin nüfusu
fazla gösterme istekleri doğru olabilir; fakat, sizin, 981 000 anketörünüz ve
yaptığınız numaralama ve adres çerçevesi çalışmalarınızın bu hatada hiç mi
kusuru yoktur? Bu sayımın neticesi, sadece belediye yardımlarıyla sınırlı kalmayacak,
milletvekili seçimlerine, ülkemizin fert başına gayri safî yurtiçi hâsıla
oranlarının tespitine, işsiz sayısından emek arzına kadar tüm bilgileri
kapsayıp bizi yanlış planlama yapmaya yöneltecektir. Bunun neticesinde, istatistikî değerler, bütçe
değerleri ciddî olmayınca, bütçe açıkları, enflasyon
oranları hesaplanan değerlere düşmüyor ve neticede halkın çilesi de bitmiyor. 2001 yılında
yapılacak bir önemli faaliyet de genel tarım sayımıdır. 38 000 köyde yapılacak
bu sayımın bir önemli özelliği, bu sayımın, tarım kesiminde uygulamak
istediğimiz doğrudan tarım destekleri konusunda bize önemli bir fikir
vereceğidir. Bu sayımı da, nüfus sayımı gibi gayri ciddî yapacak olursak, hem
tarım kesimine ödenecek doğrudan tarım desteklerini hesaplamada hata yaparız,
hem de IMF talimatlarıyla uygulanan tarımdaki tabanfiyat desteğini kesmemiz
sonucu, köyden kente olacak göçün boyutlarını hatalı hesaplayıp, bu göçün
ülkemize yapacağı sosyal sarsıntıyı önleyemememiz olacaktır ki, bunun da, tamiri imkânsız neticeler doğuracağı
aşikârdır. Sayın milletvekilleri, istatistikî neticelerin, Avrupa
Birliğine girmek istediğimiz bugünlerde ve bilhassa gümrük birliğine girdikten
sonra önemi gittikçe artmıştır. Sanayi ve ticaret kesimi, gümrük indirimleri
başladığından, gelen belli malların aylık olarak istatistikî neticelerini
görmez ve tedbirini almazsa, sanayide büyük çalkantılar olur. Örneğin,
ülkemize, imal edilen sektörlerde, bilhassa döviz baskısı nedeniyle özendirilen
ithal mallar girmeye başlar ve sanayici bundan aylık değil de bir birbuçuk yıl
sonra haberdar olmaya başlar ise, o zaman gerekli önlemleri alamadığı için
iflaslar başlayabilir. Yine,
istatistikî bilgilerin, coğrafî alan olarak hangi kapsamda, hangi zaman
periyodu içinde, hangi kitleler için bu bilgilerin üretildiği de çok önemlidir;
hedef kitle çok önemlidir. Bu kitle, amaç ve kapsamla birleştiğinde ortaya
konulan bilginin gerçekten nasıl yorumlanması ve karar verici için nasıl bir
araç teşkil etmesi çok önemlidir. Devlet İstatistik Enstitüsünü incelerken,
üzerinde durulacak en önemli endeksler,
fiyat endeksleridir. Bunlardan; bir, geçinme endeksi veya tüketici
fiyatları endeksi; iki, toptan eşya fiyatları endeksidir. Tüketici fiyatları endeksi, belirli bir grup hane
halkının tüketim alışkanlıklarını temsil eden belirli bir grup mal ve
hizmetlerin ortalama perakende fiyatlarında zaman içinde meydana gelen
değişmeleri ölçmeyi hedefleyen bir araçtır. Bu fiyatlarda ortaya çıkacak her
değişme, o yaşam standardının devamı için gerekli olan para miktarını
etkileyecektir. Devlet İstatistik Enstitüsü tüketici fiyat endeksini
kurarken, özellikle alt ve üst gelir gruplarındaki hanelerin tüketimini endekse
dahil etmemiştir. Sebebi ise, alt ve üst gelir gruplarındaki hane halkının
tüketim kalıpları, tükettikleri maddelerin tanımları, alışveriş ettikleri
yerler kitlenin genelinden farklı olduğundan, bu uç gelir grupları, endeks
kapsamı dışında tutulmuştur. Zaten, Dünya Bankası verilerinde de ülkemiz nüfusunun
takriben yüzde 8'lik kısmının açlık sınırının altında olduğu belirtilmiştir.
Dolayısıyla, yaşam savaşı veren ve "öteki Türkiye" olarak tanımlanan
bu kitle, devlet tarafından, endeks tanımının dahi dışında tutulmuştur.
Tüketici fiyatlarında, hane halkı sayısının yüzde 92,7'sini, hane halkı
gelirlerinin ise yüzde 88,3'ünü temin eden kitle alınmıştır. En son yapılan 1994 yılı hane halkı gelir ve tüketici
harcamaları anketi, 7 bölgede, 62 yerleşim bölgesinde yapılmıştır. Tüketici
fiyat endeksinde 10 ana grup altında 33 alt grup ve 410 madde kapsanmaktadır.
Bu gruplar, yıllara ve Devlet İstatistik Enstitüsü ile İstanbul Ticaret Odasına
göre de farklılık göstermektedir. Örneğin, gıda grubu, Devlet İstatistik Enstitüsü 100
endeksinde 1979'da yüzde 45,32 ağırlıkta, 1987'de yüzde 29,82 ağırlıkta,
1994'te ise yüzde 27,58 ağırlığa düşmüştür; İstanbul Ticaret Odası, bunu, 1985
endeksinde yüzde 42,49 olarak vermiştir. Konut grubu, Devlet İstatistik Enstitüsünde, 1979'da
yüzde 18,64 ağırlıkta, 1987'de yüzde 34,38 ağırlıkta, 1994'te ise yüzde 27,84
ağırlıkta; İstanbul Ticaret Odası 1985 endeksinde ise yüzde 22,72
ağırlığındadır. Ev eşyası grubu, Devlet İstatistik Enstitüsünde 1979'da
yüzde 10,65, 1987'de yüzde 9,96, 1994'te ise yüzde 8; İstanbul Ticaret Odası
endeksinde ise yüzde 8. Giyim grubu, Devlet İstatistik Enstitüsünde 1979'da
yüzde 12,12, 1987'de yüzde 9,71, 1994'te yüzde 8,65; İstanbul Ticaret Odasında
yüzde 12,78. Endekslerde de görüldüğü gibi, gıda grubunun, yıllar
içerisinde fertlerin geliri artıkça, endeks içerisindeki ağırlığı azalmaktadır.
Yine, bu oran, ülke içerisinde illere göre de değişiklik arz etmekte, örneğin,
Devlet İstatistik Enstitüsü 1994 kentsel yerler tüketici endeksinde gıda, içki
ve tütün ana harcama grup ağırlığı olarak İstanbul'da yüzde 27,58 iken, bu
oran, Erzurum İlimizde yüzde 34,84'tür. Onun için, bilhassa, fakir
bölgelerimizde gıda ana grubunun ağırlığı zengin bölgelerden daha fazla olmaktadır.
İkinci ana grup olarak, konut sorunlarında
görülmektedir. Ülkemizde önemli bir konut açığı varken, 2000 yılının ilk dokuz
ayında, 1999 yılının ilk dokuz ayına
göre, belediyeler tarafından
verilen yapı ruhsatı sayısında yüzde 33,1 azalış varken, yani, deprem felaketi
yılına göre dahi inşaat ruhsatında yüzde 33 azalış varken, kanunla kiraları
2001 yılında yüzde 10'la sınırlamak, sadece olaylar karşısında çaresizliğin bir
ifadesi olup, realist bir yaklaşım değildir. Zaten, piyasalar da bizi teyit
etmektedir. Tüketici fiyat endekslerinde 1994 hane halkı gelir ve tüketim
harcamaları çok değiştiği gibi, mevcut indeksin işyeri ağırlıkları ise 1992
işyeri sayımına göre belirlenmiştir. Geçen 6-8 yılda, ülkemizde tüketim
alışkanlıkları çok değişmiştir. Mevcut kullanılan
endekslerde, örneğin, et satışının yüzde 85'inin kasaplardan, yüzde 15'inin
market ve süpermarketlerden; beyaz peynirin yüzde 73'ünün bakkallardan, yüzde 16'sının
süpermarketlerden, yüzde 11'inin semt pazarlarından satıldığı varsayılmıştır
ki, son yıllarda süpermarketlerin şehir merkezlerinde, çok yanlış bir
politikayla, özendirilerek açılmalarıyla, bu oranlar süpermarketler lehine çok
hızlı değişmiştir ve gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Toptan eşya fiyatları endeksleri ise, genel
olarak, toptan satışa
konu olan ürünlerin toptan fiyatlarındaki
değişimi gösteren bir endekslemedir. Toptan eşya fiyatları endeksleri, 4 ana
sektörde, 31 alt sektörde ve 678 madde üzerinde yapılmaktadır. Netice olarak, bu indekslerden istenen sonuçları
sağlayabilmek için en önemli konu, indekse seçilen maddelerin cari ay
fiyatlarının doğru olarak toplanmasıdır. Bunun için de fiyat derleyen elemanların
eğitiminin çok iyi yapılması ve ücret yönünden tatmin edici bir ücretle
istihdam edilmeleri gereklidir. Zaman içerisinde, tüketici fiyatları endeksinde
kapsanan işyerleri kapanabilir veya takip edilen ürünler bulunmayabilir, yeni
işyerleri açılabilir. Bunun için de, fiyat derlenen örnek işyerlerinin durumunu
yeniden gözden geçirmek gerekebilir. Devlet İstatistik Enstitüsünce tespit edilen
endekslerin doğruluğu hakkında, son aylarda bazı şüpheler de belirmiştir.
Örneğin, Devlet İstatistik Enstitüsü, haziran ayı TÜFE yüzde 0,7, TEFE yüzde
0,3 olarak açıklarken, İstanbul Ticaret Odası, bu rakamları sırasıyla, yüzde
1,6 ve yüzde 2,3 olarak açıklamıştır. Devlet İstatistik Enstitüsü, ekim ayı tüketici
fiyatlarını yüzde 3,1 olarak açıklarken, İstanbul Ticaret Odası, ücretliler
geçinme endeksini ekim ayı için yüzde 6,1 olarak vermiştir. Yine, Devlet İstatistik Enstitüsü verilerini esas
alırsak, kasım ayı sonu itibariyle, TÜFE, yıllık yüzde 43,8, 12 aylık
ortalamalara göre ise yüzde 57,6'dır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Polat, lütfen, toparlayınız. ASLAN POLAT (Devamla) - 2000 yılının ilk dokuz ayında,
belediyeler tarafından verilen yapı ruhsat sayısında yüzde 33,1 azalma olmuş;
2000 yılı ocak-ekim aralığında, 1999 yılına göre, kapanan şirket ve
kooperatiflerde yüzde 31, kapanan firmalarda yüzde 18,51 artış olmuştur. Bu rakamlar ışığında, şunu söylemek isteriz ki, 12
aylık ortalama tüketici enflasyonu yüzde 57,6 olmasına rağmen, siz, hâlâ,
memura ve emekliye yüzde 10 zam verirseniz, memurlar greve gider, öğretmenler
çocuklarımızı okutmaz, cumhuriyet tarihinde ilk defa polisler gösteri yürüyüşü
yapar. Memur ve emeklilere verilecek 1 puanlık artışın, 2001 yılı bütçesi
içerisinde 130 trilyon TL'ye tekabül ettiğini bildiğimizden, 10 puanlık bir
artışın bütçeye maliyeti 1,3 katrilyon TL eder ki, bu da, sizin, gelir hanenize
kaydetmeyi unuttuğunuz, özel iletişim, özel işlem ve eğitim vergisinin dahi
altındadır. Yani, kaynak vardır; fakat, bunu halka değil, batık bankalara vermeyi
arzu eden bir yönetimle karşı karşıyayız. Netice olarak, Devlet İstatistik Enstitüsü verileri,
ülkemizin, önünü görmesi için gerekli olan en önemli, hayatî verilerdir. Bu
verilerin gerekli titizlikle hazırlanmasını ve bütçenin hayırlı olmasını diler,
hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Polat. Fazilet Partisi Grubu adına üçüncü konuşma, Erzurum
Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı tarafından yapılacaktır. Buyurun Sayın Kukaracı. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. FP GRUBU ADINA FAHRETTİN KUKARACI (Erzurum) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 2001 malî yılı Danıştay
bütçesiyle ilgili Grubumun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım. Bu
vesileyle, şahsım ve Grubum adına, Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, Danıştay, Anayasamızın 155 inci
maddesi gereğince kurulmuş, idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetimini
yapan yüksek bir mahkemedir. Günümüzde, idarî etkinliğin kemiyet ve keyfiyet
yönünden artması ve kamu hizmeti anlayışındaki değişmeler pek çok hukukî sorunu
beraberinde getirmiş ve bu sorunlar doğrudan veya dolaylı olarak idarî
faaliyetin yargısal yönden denetimine de yansımıştır. İdarî yargının iş yükünün
artmasına sebep olan bu durum, idarî uyuşmazlıkların zamanında ve adil olarak
çözümlenmesini geciktirmeye başlamıştır. Hukuk devleti bağlamında geciken
adaletin adaletsizlik olduğu dikkate alınırsa, bu konuda alınacak önlemler
hususunda hızlı davranmak gerekir. Bir idarî davanın dört yılda sonuçlanması
kabul edilebilir bir zaman değildir. Öncelikle, problemler yargıya intikal
etmeden çözülmeli, bu konuda tedbirler alınmalıdır. Bunun birinci şartı,
idarenin hukuka bağlı olması, hukukun üstünlüğüne inanması ve keyfî
uygulamalardan kaçınmasıdır. Ülkemizde yürütmenin idare üzerinde büyük etkisinin
olduğu bilinmektedir. Siyasî iktidar, iktidar olup göreve başladıktan hemen
sonra üst yöneticileri değiştirmektedir. Değiştirmelerin devamında kayırmalar
başlamakta, haksızlıklar yapılmakta, bu da halkın güvensizliğine neden
olmaktadır. Bu haksızlıklar çoğalıp kitlelere yayıldıkça, idareye güven
azalmaktadır. Yürütmenin idareye aşırı baskısı, ülkenin bunalıma düşmesine
sebep olmaktadır. İşte, bu yapının karşısında idarî yargı vardır. İdarî yargı,
objektif hukuk kurallarından ayrılmadığı, siyasî ve ideolojik etkilerden uzak
kaldığı sürece, yürütmenin idare üzerindeki etkisi azalacak, ülkede hukuka
bağlı bir devlet idaresi meydana gelecektir. Muhterem milletvekilleri, bugün, idare ve vergi mahkemelerinin
iş yükü olabildiğince çoktur. Danıştayın iş yükü ise, altından kalkılacak gibi
değildir. Yapılan istatistiklere göre, 1999 yılında, Danıştay dava dairelerine,
geçen yıldan 63 849 dosya devretmiş, 59 817 dosya yıl içinde gelmiş, toplam 121
546 dosyadan 59 805 dosya neticeye bağlanmış, 63 865 dosya 2000 yılına
aktarılmıştır. Bir dosyanın Danıştay dava dairelerinde ortalama görülme süresi,
1998'de 432, 1999'da 384 gündür. Danıştay idarî dava dairelerindeyse, bir
dosyanın sonuçlanma süresi, 1998'de 372, 1999'da 506 gündür. Bu istatistiklerin
gösterdiği kesin bir sonuç vardır, o da, adaletin gecikmekte olduğu gerçeğidir. Değerli milletvekilleri, idarî yargıda değiştirilmeye
muhtaç birçok düzenleme vardır. Bunların başında ve acilen ele alınması gereken
husus, yürütmeyi durdurma kararlarıyla ilgili hükümlerdir. İdari Yargılama
Usulü Kanununun yürütmeyi durdurma kararlarıyla ilgili 27 nci maddesinde
yürütme kararı verilebilmesi için "idarî işlemin uygulanması halinde
telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka
aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi" aranmaktadır. Bu
şartların birlikte gerçekleşmediği kanaati hâkimse, yürütmeyi durdurma kararı
verilmemektedir. Mahkemenin takdirine bırakılan bu maddenin tatbiki hususunda
bir birlik olmadığı, bazı mahkemelerin hükmü dar yorumlarken, bazılarının çok
geniş yorumladıkları görülmektedir. Bu nedenle farklı uygulamalar meydana
gelmekte, özellikle, kamu personelinin atamalarında mağduriyetler
yaşanmaktadır. A ilinde çalışmaktayken B iline tayin edilen bir memur,
yürütmeyi durdurma kararı alamayınca, o ile gitmek zorunda kalmaktadır. Davanın
devamı süresince, memurun öğrenim gören çocukları, çalışan eşi ve ev düzeni
tamamen bozulmaktadır. İşlem daha sonra iptal edilse bile, ona çok büyük bir
kazanç sağlamamakta, adalete olan güveninde de azalma olmaktadır. Halbuki,
yıllarca hizmet verdiği yerde, yargının nihaî kararına kadar üç beş ay daha
kalabilse, devletin bir zararı olmayacak, böylece mağduriyetler de önlenmiş
olacaktır. Bir başka önemli husus, idarenin yargı kararlarını
mutlaka uygulaması meselesidir. Bu, Anayasanın bir hükmü olmasına rağmen,
idare, yürütmeyi durdurma veya iptal kararı almış olan memurları, ya göreve
başlatmıyor ya da göreve başlattıktan iki gün sonra, tekrar bir başka yere
tayin ediliyor. Bu durum üç beş defa tekrar edince, memur, devlete karşı
hukuktan da umudunu keserek, idarenin haksızlığına boyun eğmek zorunda kalıyor.
Bir yıl içerisinde dört ayrı tayine muhatap olan kamu görevlisinin, ailesinin ve
çocuklarının durumu, Yüksek Meclisimizin takdirindedir. Yargı kararlarının geç uygulanması veya uygulanmaması
halinde, buna sebep olan amirin kişisel sorumluluğu ve müeyyideleri
ağırlaştırılmalıdır. Kişisel kararlar ve keyfî uygulamalar engellenmelidir. Yürütmeyi durdurma veya nihaî kararların uygulanmasında
idareye 60 günlük süre tanınmıştır. İdare, bu süreyi, hiçbir sebep yokken, son
güne bırakarak uygulamaktadır. Verilen sürenin istismarına ve memurun
mağduriyetine sebep olmayacak şekilde uygulanması sağlanmalı, bunun için makul
gerekçe aranmalı, keyfî davranışlar cezalandırılmalıdır; çünkü, hukuk düzeni,
keyfîliğe izin vermeyen bir sistemdir. İdarenin eylem ve işlemlerinden zarar görenlerin
başvuracakları son merci yargıdır. Danıştay ve idare mahkemeleri, en büyük güç
sahibi olan devleti hukukla sınırlamanın ve hakların iadesinin yegâne
teminatıdır. Yargı denetimi sonucu, kişilerin haklarını almaları sağlanır. Bunu sağlamak için yargının bağımsızlığı temin
edilmeli, yargı mercileri, baskı, dayatma ve telkinlerden etkilenmemelidir.
Hâkimlerimiz, kararlarını verirken, hiçbir baskı ve tesir altında bulunmamaları
gerekir. Baskı yapılması kadar, yapılabilmesi ihtimali de hâkim bağımsızlığını
zedeler. Demokratik rejim, hem bu ilkeyi kabul eden hem de uygulayan rejimdir.
Hâkimin adil ve bağımsız olması da yetmez; onun bağımsız ve adil olduğundan
şüphe dahi edilmemelidir. Anayasanın 138 inci maddesinde "hiçbir organ,
makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve
hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde
bulunamaz" denilmektedir. Bu hüküm karşısında brifingleri izah etmek
mümkün görünmemektedir. Hâkim tarafsız olmalıdır. Tarafsızlık ise, taraflar
bakımından sübjektif davranmaması, taraflara yabancı kalmasıdır. Hele, Danıştay
ve idarî yargıda bu husus çok daha önemli bir hal almaktadır; zira, taraflardan
biri her zaman idaredir. Muhterem milletvekilleri, son günlerde basında yer alan
ve yargı mensuplarının nelerle suçlandığı, yerlerinin nasıl değiştirildiği,
bağımsız ve tarafsız karar verecek olanların nasıl bir manevî tehdit altında
bulunduğu görülmektedir. Okuduğu gazete, dinlediği müzik ve eşinin tesettürü,
cuma ve teravi namazı kılması nedeniyle kararlarına dünya görüşünü yansıttığı
iddia edilerek sürülen hâkimlerden adil karar vermelerini beklemek haksızlık
olacaktır. Bunun yanında, hukukun temel prensiplerine aykırı
olarak, iddiayı delil olarak kabul edip, kararına mesnet alan bir başka hâkim
hakkında herhangi bir işlem yapıldığına tanık olunmamıştır. Bu tür uygulamalar
ülkede kaosa neden olacak, adalete olan güven ortadan kalkacaktır; yargı,
mağdur ve mazlumların sığınacakları merci olma özelliğini kaybedecektir. Kendi
teminatı elinden alınmış hâkimin mazlumların teminatı olması düşünülemez. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Kukaracı, lütfen toparlayınız. FAHRETTİN KUKARACI (Devamla) - İktidardan, özellikle ve
samimîyetle istirham ediyorum; eğitimi, sağlığı, ekonomiyi, iç ve dış
politikayı, memuru, işçiyi, esnafı, köylüyü perişan ettiniz, hiç olmazsa
adaletle oynamayınız, hiç olmazsa onu sağlam bırakınız. Yargıçları, konjonktüre
göre karar verir pozisyona düşürmeyiniz. Toplumun umutlarını kırarak, mülkün
temeline dinamit koymayınız diyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kukaracı. Grupları adına, üçüncü sırada, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu sözcüleri konuşacaklardır. İlk söz, Sıvas Milletvekili Sayın Mehmet Ceylan'a
aittir. Sayın Ceylan, süreleri eşit mi kullanacaksınız efendim? MEHMET CEYLAN (Sıvas) - Evet efendim. BAŞKAN - O zaman, 7'şer dakika süre verip, eğer
sözünüz tamamlanamazsa 1'er
dakika uzatacağım efendim. Buyurun efendim. MHP GRUBU ADINA MEHMET CEYLAN (Sıvas) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Dış Ticaret Müsteşarlığı bütçesiyle alakalı olarak
görüşlerimi belirtmek üzere, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Sözlerime başlarken Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. Bu
vesileyle, mübarek ramazan ayının Aziz Türk Milletine hayırlara vesile olmasını
diliyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ihracat
faaliyetinin ekonomik büyümeye yol açtığı fikrî, uzun yıllardır kalkınma ve
büyüme literatüründe yer almaktadır. İhracata dayalı büyüme politikası,
özellikle güneydoğu Asya ülkeleri tarafından başarıyla uygulanmıştır. İhracatın büyüme üzerinde müspet çok etkisi vardır.
Yurtiçi talebin yetersiz olduğu durumlarda ihracat artışı, ülke üretimine
yönelik talepte artış anlamına geldiği için yurtiçi üretimin artmasına sebep
olmaktadır. Diğer taraftan, ihracattaki artış, ihraç
ürünlerinin üretiminde ihtisaslaşmayı teşvik ederek verimlilik
düzeyinin yükselmesine ve ihracat sektöründeki rekabet gücünün artmasına yol
açar. Bu durum da, daha sonra, kaynakların verimsiz sektörlerden daha verimli
ihracat sektörüne aktarılmasına ve üretimin artmasına sebep olur. İhracattaki
artış, ülkeye döviz girişi sağlayarak döviz sıkıntısının aşılmasına katkıda
bulunur. İthal girdi kullanarak üretim yapan yerli üreticilerin, ithalat için
döviz bulmalarına ve bu sayede üretimlerini gerçekleştirmelerine imkân sağlar.
Ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu malların ihracatının artması, bu
sektörlerde ölçek ekonomilerinin oluşmasını sağlayarak, büyüme hızının
artmasına katkıda bulunur. Tüm bu sebeplerden dolayı, bir ülkenin ekonomik
büyümesine yönelik politikalarında, ihracatın önemli bir yere sahip olması
gerektiğini söyleyebiliriz. İhracatın, bu önemli görevini yerine getirebilmesi
de, ancak dışticarette güçlü bir kurumsal yapılaşmayla sağlanabilir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni ticaret
teorileri ve yaklaşımları, gelişmekte olan ülkelerin ticaret politikalarında
yeni alanlara işaret etmektedir. Bu alanlar, doğrudan sübvansiyonlar gibi
alışılmış müdahale araçlarının tersine, devletin bilgilendirme, bilgi toplama
ve yönlendirme işlevlerini öne çıkarmaktır. Bu yeni araçlar, ihracatın bir
bütün olarak görülmesini ve ihracatı bütünleyen alanlara destek sağlamasını
amaçlamaktadır. Devletin destek verebileceği alanların başında,
ihracata önemli etkileri bulunan altyapı ve eğitim gelmektedir. Ekonominin
büyüme hızının belirlenmesinde, altyapının sağladığı hizmetlerin kalitesi
önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, insan kaynaklarına yapılan yatırımın,
iktisadî gelişme ve bu çerçevede ihracat kapasitesinin artırılmasında en etkili
uzun vadeli politika olduğu kabul edilmelidir. İhracatı teşvikte hükümetlerin elinde en önemli destek,
kurumsal desteklerdir. Kurumların temel görevi, devlet ve girişimciler arasındaki
bilgi akışını sağlamaktır. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus, bir kurumun
hizmet ettiği kitlelerin iyi belirlenmesi ve bu kitleye yönelik olarak bilgi
toplaması ve bilgilendirmesi faaliyetidir. İhracatı etkin bir şekilde destekleyecek kurumsal
yapının önemli özelliklerinden birisi, ihracatın geniş bir tanımının
kabulü ve bu geniş tanıma uygun destekleyici bir bakış açısı ve yapı
benimsenmesidir. İhracatı desteklemenin hedefi, sadece Türkiye'de üretilen mal
ve hizmetlerin yurtdışına daha büyük miktarlarda satılmasını sağlayacak mevcut
üretici ve ihracatçılara yönelik tedbirler olarak değil, ülkedeki ihracat
potansiyelini artıracak ve ihracata destek veren finansman, pazarlama,
ulaştırma, iletişim, kalite kontrol, marka yaratma, insan kaynakları gibi
alanları bir bütün olarak destekleyecek önlemler şeklinde olmalıdır. İhracatı desteklemenin temel amacı, dünya ekonomisinin
yarattığı fırsatlardan yararlanmak, gerekli olan üretim artışının sürekliliğini
sağlamaktır. Türkiye'de izlenen dışticaret politikalarındaki
kurumsal sorunların en önemlisi, dağınık bir yapılanmanın sonucu ortaya çıkan
çokbaşlılıktır. Gelişmiş ülkelerin deneyimleri, bu alanda yapılacak
değişikliklerin ve dışticaret örgütlenmesinin tek elde toplanmasının başarılı
olduğunu göstermektedir. Dışticaretin organizasyonu açısından önemli olan,
sorumlu birimlerin konumu ve dışticareti destekleyecek diğer birimlerle olan
ilişkisidir. Dışticaretin başarısında, iyi çalışan bir gümrük sistemi,
rekabetçi bir içticaret ortamı, küçük ve orta ölçekli işletmelerin ihracata
yöneltilmesi ve gerekli insan kaynaklarının oluşturulması çok önemlidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ihracat, üretim
artışı, istihdam ve finansman yaratıcı özellikleriyle, vazgeçilemeyecek bir
kalkınma modeli olarak ekonomi sistemi içerisinde yerini almıştır. Türkiye, talep yaratıcı etkisiyle, üretim artışı
sağlayan ihracata dayalı kalkınma modelini sadece tercih etmekle kalmayıp, bu
politikanın gereği olan esnek karar alma sürecine dayanan kurumsal bütünlüğünü
bir an önce oluşturmalıdır. Dışticarette kurumsal bütünlüğün sağlanması sonucunda,
Dış Ticaret Müsteşarlığı, ihracatın önünde engel teşkil eden konularda daha
etkili olarak inisiyatif kullanabilme imkânına kavuşacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son
verirken, bütçenin milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar
sunuyorum. Bu arada, polis teşkilatımıza başsağlığı, şehitlerimize
Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyor, tekrar saygılar
sunuyorum.(MHP, DSP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ceylan. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci söz,
Bursa Milletvekili Sayın Burhan Orhan'a ait. Buyurun Sayın Orhan. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA BURHAN ORHAN (Bursa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısının, Devlet İstatistik Enstitüsü bütçesiyle ilgili kısmında görüşlerimi
sunmak üzere, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış
bulunuyorum; bu nedenle, Yüce Meclisi şahsım ve partim adına saygıyla
selamlıyorum. 1926 yılında Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün
talimatıyla "Merkezî İstatistik Dairesi" adıyla kurulan bugünkü
Devlet İstatistik Enstitüsü, 75 yıldır, sosyal, ekonomik, kültürel ve
teknolojik alanlarda tüm karar sistemleri ve araştırmacılar için veriler
üreterek, devlet yönetiminde ve ulusal yaşamın her alanında etkili olmaktadır. Yapısal değişimlerin çok hızlı yaşandığı ülkemizde,
değişimin veri düzeyinde, asgarî hatayla en kısa sürede yansıtılması gerektiği
bilincinde olan Enstitü, çalışmalarına büyük gayret ve titizlikle devam
etmekte, derlediği verileri, yayınlar, haber bültenleri, disket
ve internet gibi iletişim ağıyla kullanıcıların
hizmetine süratle sunmaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü, 2000 yılında, ülke için
büyük önem arz eden üç büyük çalışmayı başarıyla gerçekleştirmiştir. Bu
çalışmalar; numaralama çalışması, bina sayımı ve 2000 yılı genel nüfus
sayımıdır. Şimdi, bu çalışmalara kısaca değinmek istiyorum. Numaralama çalışması, Devlet İstatistik Enstitüsünce
yapılan tüm sayım ve araştırmaların temelini oluşturmakta ve ayrıca,
haberleşme, seçmen kütükleri tanzimi, ikametgâhın belirlenmesi ve belediye
hizmetlerinin iyi bir şekilde yürütülmesinde büyük önem taşımaktadır.
Numaralama çalışmaları, belediye
teşkilatı bulunan yerleşim yerlerinde belediyelerin, belediye teşkilatı
bulunmayan yerleşim yerlerinde ise muhtarlıkların aslî görevi olarak
tanımlanmıştır. Numaralama çalışması, 3 212 belediye ve 35 105 köy
olmak üzere, toplam 38 317 yerleşim yerinde yürütülmüştür. Devlet İstatistik,
numaralama çalışmasını tamamladıktan sonra, onaltı yıldır yapılmayan bina
sayımı uygulamasını başarmıştır. Bina sayımının amacı, ülkemiz sınırları içerisindeki
bina stokunu ve niteliklerini belirlemek, karar organlarının alacağı ekonomik
ve sosyal tedbirlere ışık tutacak temel verileri elde etmektir. Ayrıca,
uluslararası karşılaştırmalar yapabilmek, millî gelir hesaplamalarına temel
veri seti oluşturmak, nüfus ve göç hareketleriyle ortaya çıkan konut
gereksinimleri konusunda daha tutarlı tahminler yapabilmek, kent sorunlarının
tespiti ve çözüm yollarının üretilmesi için gerekli olan veri setini
oluşturmaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; genel nüfus
sayımları, toplum yapısı ihtiyaçlarından bağımsız olarak yapılan çalışmalar
değildir. Bu sayımlar, toplumun, sosyal, demografik ve ekonomik nitelikleri
hakkında veri toplamak ve bu niteliklerin zaman içerisinde gösterdikleri
değişimleri tespit etmek için de uygulanır. Yani, nüfus sayımları, ülkenin
fotoğrafı veya aynadaki görüntüsüdür. On yılda bir uygulanan sayımın, bu yıl ondördüncüsü
gerçekleştirilmiş ve Türkiye'nin insan kaynağına ilişkin en kapsamlı ve en
önemli veri kaynakları elde edilmiştir. 22 Ekim 2000 genel nüfus sayımında,
ülkemizde bulunan herkesin sayıldığı ve 1990 yılından bu yana, Türkiye, nüfusu
değişen dinamiklerinin ki, bunlar, hane halkları ve büyüklükleri, yaş, eğitim,
medenî durum, iktisadî faaliyet, mesleklerin sektörel dağılımı ile istihdamla
ilgili bilgilere de ulaşılmıştır. Ayrıca, nüfus sayımının yerel yönetimlerdeki yeri son
derece önemlidir. Ülkemizde, belediyelerin İller Bankasından alacağı pay ve
belediye olma durumu, genel nüfus sayımlarıyla belirlenen nüfus büyüklüğüne
bağlıdır. Belediyelerin, hizmet verdiği nüfusu bilmesi, bununla orantılı olarak
yeterli payı alabilmesi sonucunda, yeterli hizmet sağlayabilmesi mümkün
olmaktadır. Enstitünün yürüttüğü carî çalışmalar ise, aylık, üç
aylık ve yıllık olarak hazırlanan haber bültenleriyle kamuoyunu sürekli
bilgilendirmektir. Devlet İstatistik Enstitüsünün 2001 yılında
gerçekleştireceği ve hazırlık çalışmalarını başlattığı önemli çalışmalarından
da, kısaca bahsetmek istiyorum. Hane halkı tüketim harcamaları anketi: 2001 yılında
uygulanacak bu anketten
elde edilen veriler kullanılarak
tüketici fiyat endeksinde kapsanan güncel bilgilerle yeniden elde edilecek ve
2001 temel yılı yeni tüketici fiyat endeksi kurulacaktır. Bu çalışmalara paralel olarak 1994 yılı toptan eşya
fiyat endekslerinin de temel yılı yenilenerek, 2001 yılı üretici fiyat endeksi
hesaplanacaktır. Tarım sayımında ise, tarım kesiminde mevcut potansiyeli
saptamak ve tarımsal yapıdaki değişimleri belirlemek temel amaçtır. On yılda
bir gerçekleştirilen genel tarım sayımlarında, kullanış biçimine göre arazî
varlığı, bitkisel üretim, işletme büyüklükleri, işletme türleri, hayvan
sayıları ve tarımsal araç gereçleri konularında ayrıntılı bilgiler elde
edilmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet
İstatistik Enstitüsünün carî çalışmaları ise, genel sanayi ve işyeri sayımı,
sanayi üretim endeksi, çiftçinin eline geçen fiyatlar endeksi, çiftçinin
ödediği fiyatlar endeksi, fiyat endeksleri, dışticaret istatistikleri, sosyal
istatistikler, Avrupa Birliği çalışmaları, uluslararası hesaplar, uluslararası
faaliyetler, yorum ve analizler, bilim, teknoloji ve enformasyon göstergeleri,
bilgi sistemi ve çevre istatistikleridir. Türkiye'de resmî istatistiklerin yüzde 90'ını üreten
Devlet İstatistik Enstitüsünün, görevini çağdaş ihtiyaçlara uygun şekilde
yerine getirebilmesi için gerekli destek ve yardımı esirgememek inancıyla,
Devlet İstatistik Enstitüsünün 2001 malî yılı bütçesinin ülkemize ve
milletimize hayırlı, uğurlu olmasını Cenabı Allah'tan niyaz eder, saygılarımı
sunarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Orhan. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına üçüncü konuşma,
İçel Milletvekili Sayın Hidayet Kılınç'a aittir. Buyurun efendim. MHP GRUBU ADINA HİDAYET KILINÇ (İçel)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü bütçesi hakkında söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Hafta başında hain bir saldırı neticesinde hayatlarını
kaybeden polislerimize Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı ve yaralılara da
acil şifalar diliyorum. Yüzelliüç yıllık köklü bir mazisi bulunan Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü, gayrimenkul mülkiyetinin ve ona bağlı hakların
teminatı olan tapu sicillerini genel güveni sağlayıcı nitelikte devletin sorumluluğu
altında tutmakla görevlidir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, gördüğü hizmetin
özelliği bakımından, tarafsız olup, gayrimenkule ilişkin akit ve tescil
işlemlerini düzenli, zamanında, tarafların güvenini sağlayıcı biçimde yerine
getirmektedir. Medenî Kanunun 917 nci maddesi hükmüyle, devletin, tapu
sicillerinin tutulmasından kaynaklanan zararlardan doğrudan doğruya sorumlu
olacağı ve zarara kusuruyla sebebiyet vermiş Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
personeline rücu edebilme hakkının mevcudiyeti belirtilmiştir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, her türlü bütçe
yoksunluğuna, ücret yetersizliğine, araç, donanım ve personel yetmezliğine karşın özveriyle hizmet
vermektedir. Yine bu hizmet anlayışıyla, yıllık plan ve program hedeflerinin
üzerinde hizmet vermekte ve üretim yapmaktadır. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün, gelişen
Türkiye'nin her türlü altyapı ve üstyapı çalışmalarında mutlaka katkısı vardır;
çünkü, toprağa bağlı her türlü yatırımın temelinde kadastro çalışmaları yer
almaktadır. Bitirilmesine az bir süreç kalan telsiz kadastrosunun
güncel hale getirilmesi, eskiyen planların yenilenmesi işi de bu Genel
Müdürlüğün görevleri arasındadır. Bu nedenle, tapu ve kadastro çalışmalarına
bitti gözüyle bakmamak lazımdır. Yenileme ve güncelleme hizmetleri çok önemli
yer tutmaktadır. Bu kapsamda, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün, gelecek
yıllara ait olan programlarına destek verilmelidir. Özellikle bilgisayar
teknolojisinin kullanımında çok istekli görülen bu kuruma, bilgi işlem
sistemlerinin kurulmasını sağlayıcı destek verilmelidir. Çünkü, tapu
sicillerinin ve kadastro planlarının sözel ve sayısal bilgilerinin ülke
genelinde bilgisayar ortamında depolanmasıyla kullanıma sunulması, bu alanda
hizmetin daha süratli ve ekonomik sunulmasına yol açacaktır. Bu amaçla, ihale
aşamasında olan, Dünya Bankası destekli (MERNİS) Marmara Depremi Arazi Bilgi
Sistemi Projesi ile kurumun, kıt kaynaklarıyla son bir yıl içerisinde başlatmış
olduğu Tapu Kadastro Bilgi Sistemi (TAKBİS) Projesi çok büyük önem arz etmekte
olup bu projeleri başlatan Sayın Bakana ve ekibine ülkem adına teşekkür ederim;
ancak, bu projelerin tamamlanması için belirli bir miktarda maddî kaynağa
ihtiyacı olan Genel Müdürlüğün bu konuda desteklenmesi şarttır diyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğü, uluslararası ilişkilerimiz açısından özel önem verdiğimiz Türk
cumhuriyetleriyle ilgili çalışmalara da hız vermiştir. Bu bağlamda, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde kadastro çalışmaları hızla devam etmekte, teknik
elemanlar sürekli olarak burada istihdam edilmektedir; ancak, maddî imkânların
sağlanması halinde Kıbrıs'ın kadastrosu tamamlanacak, millî ve manevî önemi
tartışmasız olan bu toprakların teknik ve hukukî durumu net olarak ortaya
konulacaktır. Ayrıca, Ortaasya'da yer alan, kan ve kültürel
bağlarımız bulunan Türk devletlerinde, özellikle komünizm sonrasında özel
mülkiyete geçmeleri sırasında Türkiye Cumhuriyetinin mülkiyet ve sicil
sisteminin öncülüğüne ve modelliğine ihtiyaç bulunduğu açıktır. Şu ana kadar
Ortaasya Türk cumhuriyetlerinde bu amaca yönelik olarak yapılan çalışmalar
turistik gezi faaliyeti kapsamı dışına pek çıkmamıştır. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü, teknik donanım ve yetişmiş personel itibariyle bu işin üstesinden
gelebilecek durumdadır. Yetkililerden istediğimiz ise, ciddî olarak bu konuya
eğilmeleri, kan ve kültürel bağımızın sistem ve hukuk açısından da tesisi ve
gelişimi sağlanmalıdır diyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğünün acil ihtiyaç duyduğu mevzuat çalışmaları ve personelinin
birtakım sıkıntıları da bulunmaktadır. Bu konular çok büyük aciliyet
taşımaktadır; şöyl e ki :
3402 sayılı Kadastro
Kanununda, yetmezliklerin giderilebilmesi için, bu kanunda bazı
maddeleri değiştiren bir değişiklik tasarısı, hazırlanarak, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Plan ve Bütçe -tali- Komisyonundan geçmiştir. Bu kanun tasarısı,
kurumun faaliyetleri açısından çok büyük önem arz etmekte olup, bir an önce
Genel Kurula indirilmesi ve sonuçlandırılması lazımdır diyorum. Emlak müşavirliği ve emlak komisyonculuğu müessesesinin
yasal statüye kavuşturulmasıyla ilgili çalışma taslağının acil olarak
sonuçlandırılmasıyla, arazi mafyası ve sahtecilik gibi, her gün bir yenisine
şahit olduğumuz çarpıklıklar bir ölçüde sona erdirilecektir. Kentsel alandaki şehircilik, imar, altyapı, üstyapı
planlamalarının yapılabilmesiyle ve kırsal alanlardaki tarım arazisinin toprak
ve tarım reformuyla
düzenlenebilmesiyle ilgili etkinlik
ve verimliliğin artırılması, kredilendirilebilmesi, kadastro hizmetlerinin
gerçekleşmesine bağlıdır. Kurum olarak büyük bir özveriyle tapu ve kadastro
hizmetlerini yürüten personelin özlük haklarının da mutlaka iyileştirilmesi
gerekmektedir. Bu kapsamda, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 3 üncü
maddesinin son fıkrası uyarınca verilen aylık ödeneği artırmak; yanödeme ve
özel hizmet kararnamesinde yer alan tapu sicil elemanlarının yerlerinin
değiştirilerek, aynı kararnamedeki kurum listesine alınmasıyla yanödeme ve özel
hizmet tazminatlarını artırmak; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü merkez
teşkilatında çalışan personele ödenen fazla çalışma ücretlerini, Başbakanlık
merkez teşkilatında çalışanlara ödenen miktar düzeyine çıkarmak gerekir.
Hepsinden önemlisi, bütün kamu kurum ve kuruluşlarında olmasına rağmen, Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü çalışanlarının döner sermayeden pay almaması
çarpıklığına son verilmesi, döner sermaye çalışmalarında yer alan personele pay
ödenmesi zorunludur ve hakkaniyet gereğidir diyorum. Ancak bu şekilde, Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğünün gelecek yıllara ait olan programlarına destek
vermek, personelini malî yönden güçlendirmek suretiyle, daha kaliteli ve
verimli hizmet vermesini sağlayabiliriz diyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Kılınç, lütfen toparlayınız. HİDAYET KILIÇ (Devamla) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 57 nci hükümetin en önemli gündemi olan yolsuzluklarla
mücadele kapsamında, yüzelliüç yıllık Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
tarihinde ilk kez geniş kapsamlı rotasyon uygulaması başlatan Sayın Bakana
teşekkür ediyorum. Çünkü, bu şekilde, onsekiz yirmi yıldır aynı yerde görev
yapan, kimsenin yerinden oynatamadığı, verimi ve heyecanı azalan, adları bazı
dedikodularla anılan kişiler rotasyona tabi tutularak, kurumda yeni bir hizmet
ve fazilet anlayışı tesis edilmiştir. Bu vesileyle, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
çalışanlarına teşekkür eder, 2001 malî yılı bütçesinin hayırlı uğurlu olmasını
diler, hepinize saygılar sunarım. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kılınç. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, son söz,
Kayseri Milletvekili Sayın Sadık Yakut'a ait. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Yakut, diğer arkadaşlarımızın kullanmadığı 2
dakikayı da veriyorum, 9 dakika süreniz var. Buyurun efendim. MHP GRUBU ADINA SADIK YAKUT (Kayseri) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Danıştay bütçesi üzerinde görüşlerimi belirtmek üzere,
şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin meri yargı sistemi
içerisinde, idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun "idarî
yargı" denilen ayrı bir yargı yoluyla denetlenmesi öngörüldünden, genel
yargı olan adlî yargı dışında ve yanında ülkemizde bir de idarî yargı
bulunmakta. Danıştay ise, bu yargı yolunda yüksek mahkeme olarak yer
almaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ve demokratik, laik,
sosyal bir hukuk devleti olarak yapılanması, Danıştayın varlığına ayrı bir
anlam katmıştır. Bugün, Danıştayın geldiği yer ve anlamı üzerine düşüncelerimi
arz etmek istiyorum. 1982 yılında idare, vergi ve bölge idare mahkemelerinin
kurulmasıyla, esasen bir temyiz mercii olarak öngörülmekle birlikte, idarî
yargıdaki içtihatların oluşumunda Danıştayın belirleyiciliği devam etmektedir. Toplumun bütün kurumları, bileşik kaplar misali
birbirleriyle etkileşim içinde bulunduğundan, yasama ve yürütme organı için
ileri sürülen birçok eleştirinin aynısının Danıştaya yöneltilebilmesi mümkündür
ve inanıyoruz ki, hiçbir kurum, kendi varlığını tabulaştırıp halk iradesine
dayanmadan faaliyetlerini dokunulmazlık zırhı içerisinde sürdüremeyecektir.
İdarede saydamlığın sağlanmasını demokratikleşmenin zorunlu gereği olarak gören
Danıştayın, kendi faaliyetlerinde şeffaflıktan söz edilememektedir. 2575 sayılı Yasa hükmüne rağmen, Danıştay bugüne dek iç
işleyişine ilişkin bir içtüzük çıkarabilmiş değildir. Danıştay, içtüzükle
faaliyetlerinde şeffaflık sağlayabilecek ve kişiler için güvence teşkil edecek
usul kurallarını belirleyebilecekken, kendini, kendisi de belirlemiş olsa,
kurallarla bağlamak istememektedir. Danıştayda açılmış davalarda veya temyiz
başvurularında, taraf olanların uygulamada karşılaştıkları ve zaman zaman
çeşitli ortamlarda dile getirilen, ancak herhangi bir çözüm arayışına da
rastlanmayan çeşitli sorunlar vardır. Bunları sıralamak gerekirse, dava ve
temyiz dosyalarının yargılama sürecindeki aşamalarında, takibinde ciddî
sıkıntılar çekilmektedir. Dosyanın hangi aşamada olduğunu öğrenebilmek ve her
aşamadaki gelişmelerden haberdar olabilmek için, Danıştayda mutlaka bir ahbabın
bulunması gerekmektedir. Avukatlık Kanunundaki özel hükme rağmen, Danıştayda
dosyalar avukatlara incelettirilmemektedir. Her dairenin farklı uygulamaları
olsa da, genel olarak, Danıştayda davanın tarafı olmayan avukatın o dosyayı
inceleyebilmesi mümkün değildir. Tetkik hâkimine havale edilmiş bir dosyada,
-karara bağlanıp, ancak henüz karar taslağı hazırlanmamış dosyalarda- sonuçtan
kişilerin haberdar olabilmesi oldukça zorken, kimi yönetimler bu sonuçları
öğrenmede zorlanmamaktadırlar. İdare, henüz yazılmamış kararlardan bahisle
işlem tesis edebilmekte, kişiler ise Danıştay yöneticilerinin keyfîce
uygulamaya koyduğu ve kimse tarafından bilinmeyen birtakım yazısız, pulsuz usul
kurallarını aşamamaktadırlar. Danıştay kararları, idareye ve idarî faaliyetlere
muhatap kişilere hukukun ne olduğunu gösterebilmesi anlamında özel önem
taşımaktadır. Başlangıçta belirttiğim üzere "idarî yargı içtihatları"
denildiğinde, bu, esasen Danıştay içtihatlarıdır ve kararlar, kamu malıdır.
Harçlar Kanununa göre harçlandırılan karar, konuyla ilgilenen herkese verilmek
zorundadır. 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunuyla belirlenen özel hükümlere, her dosya için eşit uygulama
imkânı bulunamamaktadır. Örneğin, Danıştayda kimi zaman yürütmenin durdurulması
istemi çok kısa bir sürede karara bağlanıp, taraflara memur eliyle tebliğ
edilmek suretiyle idarî yargının etkinliği hissettirilirken, kimi davalarda
yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilebilmesi için aylar,
hatta seneler geçmektedir. Yargılama sürecindeki farklılıklar ve bu farklılıkların
izahsızlığı, Danıştaya yönelik eleştirilere dayanak teşkil etmektedir.
Özellikle, kamu personeline ilişkin mevzuatın uygulanmasından doğan davalarda,
Danıştayın kararlarında tarafsız ve objektif olmadığı konusundaki yaygın kanaat
halk arasında daha da belirgindir. Farklı siyasî iktidarlar döneminde atanan
kamu personeli için farklı içtihatların üretildiği iddiaları, her iddia
sahibince farklı emsal uygulamalara dayandırılmaktadır. Bizim aklımıza
ilk gelen örneklerden biri, Adalet Bakanlığı eski müsteşarlarından biri
tarafından açılan davada ulaşılan sonuç, yürütmenin durdurulması ve esas
kararları ile yargılama süresi ve usulündeki farklılıklardır. Uyuşmazlıkta,
müsteşar, kamuoyunda by-pass yasası olarak bilinen ve Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilen yasa hükümleri uygulanarak görevden alınmıştır. Anayasa
Mahkemesi, yaklaşık olarak ikibuçuk yıl sonra esas kararını Resmî Gazeteye
yayımlanmak üzere yollamış, bir yandan da kararın yürürlük tarihini, Resmî Gazetenin yayımından altı ay sonrası
olarak belirlemiştir. Bu durumda, iptal edilen yasa hükmünün davada uygulanıp
uygulanmayacağı konusu hukuken tartışılabilir olmakla birlikte, Danıştay emsal
içtihadında, iptal kararının yürürlük tarihine kadar iptal edilen yasa hükmünün
uygulamaya devam edileceği hükme bağlanmıştır. Ancak, Danıştay İdarî Dava
Daireleri Genel Kurulu, aynı konuda, yakın zamanda iki farklı düşünceye ulaşmak
zorunda kalmış ve iptal edilen, ancak, uygulamasına cevaz verilen
hükme dayalı işlem hakkında
müsteşar tarafından açılan davada, 5 inci Dairece tez zamanda alınan ve aynı
gün yazım, imza ve elden tebliğ işlemleri tamamlanan yürütmenin durdurulması
kararını hukuka uygun bulmuştur. Genel Kurulun bu kararına göre, Anayasa
Mahkemesinin, yürürlük tarihini ileriye dönük olarak ayrıca belirlediği iptal
kararıyla iptal edilen yasa hükmü, artık, eldeki uyuşmazlıklarda
uygulanamayacaktır. Bu yasa hükmü, daha önce iptal kararının yürürlük tarihine
kadar uygulanacakken, neden, daha sonra, oy birliğiyle verilen bu karardan
dönüldüğünü anlamak zordur. Tabiî ki, bu durum, tarafsız karar verilemediği
yolundaki yaygın kanaatin oluşumuna katkıda bulunmaktadır. Sonuç olarak söylemek gerekirse, Danıştayın yargısal
faaliyetlerinde, hukuken değil, ancak fiilen gizlilik prensibinin benimsenmesi,
idarecilerin, yargının gücü ve yetkileriyle özdeşleşmesi sonucunu doğurmakta,
farklı uygulama ve içtihatlar, yüksek yargı
organı olan Danıştayın tarafsızlığını perdelemektedir.
Bir yüksek yargı organı, toplumsal bünyedeki çatışmalarda taraf olamaz. Zamanla
değişip gelişen egemen kurum ve kavramların geçmiş tarafgir faaliyetleri
nedeniyle yargıyı karşısına alması, hukuk devleti ilkesinin hayata
geçirilebilmesini zorlaştıracaktır. Türk Milletinin Danıştaydan beklediğiyse, muasır
medeniyetler seviyesine ulaşırken, toplumun önünü açması ve demokratik, laik,
sosyal hukuk devleti ilkelerinin güvencesini teşkil edecek yüksek idare
mahkemesi olarak varlığını korumasıdır. 2001 malî yılı bütçesinin hayırlara ve uğurlara
vesile olmasını temenni ediyor,
saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yakut. Sayın milletvekilleri, gruplar adına söz sırası,
Demokratik Sol Partide. Yalnız, Grup tarafından bir sıra değişikliği talep
edildi; onu bilgilerinize arz ediyorum: Sıra şu hale geldi; Sayın Fahrettin
Gülener, Sayın Mustafa Vural, Sayın Ali Arabacı ve Sayın Akif Serin olarak
değiştirildi. Şimdi, Sayın Fahrettin Gülener'i davet ediyorum. Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Süreyi eşit olarak mı taksim ettiniz efendim? FAHRETTİN GÜLENER (Bursa) - Evet efendim. BAŞKAN - Buyurun, süreniz 7 dakika efendim. DSP GRUBU ADINA FAHRETTİN GÜLENER (Bursa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Dış Ticaret Müsteşarlığının 2001 yılı bütçe
tasarısına ilişkin görüşlerimi belirtmek üzere Demokratik Sol Parti Grubu adına
söz almış bulunuyorum; Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Küresel ekonomi, son yıllarda önemli ve olumsuz bir
dizi gelişmeye maruz kalmıştır. Bu krizlerin temel karakteristiği, ticarete
konu olan malların fiyatlarında büyük oranlı düşüşler yaratmış olmasıdır;
ancak, 1999 ve 2000 yıllarında özellikle kriz ekonomilerinde görülmeye başlayan
ekonomik canlanma, talebin artmasına, bunun sonucu olarak da fiyatların
yükselmesine neden olmuştur. Dünya ekonomisinin 2000 yılında yüzde
4,7 büyüyeceği ve hemen hemen bütün bölgelerde büyümenin hızlanacağı
tahmin edilmektedir. Dünyada yaşanan bu gelişmeler, şüphesiz ülkemizi de
etkilemiştir. Bütün bu gelişmelerle birlikte, uygulanmakta olan enflasyonla
mücadele programına rağmen, 2000 yılında büyümemiz, ilk çeyrekte yüzde 4,1;
ikinci çeyrekte yüzde 4,6; üçüncü çeyrekte yüzde 6,9 oranında olmak üzere,
giderek artan bir seyir izlemiştir. 2000 yılının ilk dokuz aylık dönemi sonunda ihracatımız
yüzde 4 oranında artarak 20 milyar dolara ulaşmıştır. Bu gelişmelerde, geçen
yılın ilk dokuz ayında ortalama 1,1 dolar olan euro değerinin, 2000 yılı
ocak-eylül döneminde 0,9 seviyesine gerilemesi etkili olmuştur; ihracatının çok
önemli bir kısmını euro bölgesi ve euro'nun etkisi altındaki bölgelere
gerçekleştiren ülkemiz açısından, ihracat artışını frenleyen bir gelişme olarak
ortaya çıkmıştır. İhracatın geliştirilmesinde ve mevcut olumsuz
ekonomik şartlardan mümkün olduğunca az
etkilenmesinde, destekler kadar önemli olan bir diğer konu da, Eximbankın
ödenmiş sermayesinin 2000 yılı kasım ayı
sonu itibariyle 340,3
trilyon TL'ye ulaşmasıdır. 2001 yılı içinde, belli bir
program dahilinde, bankanın ödenmiş sermayesinin artırılmasını, ihracatın
performansı açısından çok önemli görmekteyiz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dış Ticaret
Müsteşarlığının etkin bir şekilde uyguladığı ithalatta haksız rekabet
mevzuatı, hem genel olarak hem de mevcut olumsuz şartlarda yerli
sanayiin korunmasında çok önemli fonksiyon görmüştür. Bunun sonucunda ülkemiz,
ticarî koruma araçlarından dampingli ithalata karşı önemli mekanizmasını
dünyada en etkin bir şekilde uygulayan ülkeler arasına girmiştir. Ayrıca,
Türkiye, Avrupa Birliğinin ticaret politikalarını uygulamaya başladığı için,
tekstil ve konfeksiyon ithalatında miktar kısıtlaması ve gözetim uygulaması
yapılmaktadır. Bilindiği üzere, ülkemizde uluslararası kabul görmüş
bir akreditasyon sistemi oluşturmak amacıyla, 27 Ekim 1999 tarihinde kabul
edilen 4457 sayılı Kanunla, Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) kurulmuştur. 2000
yılı içinde, TÜRKAK, ilk genel kurulunu yapmış ve yönetim kurulunu seçmiştir.
TÜRKAK'ın akreditasyon işlemlerine başlayabilmesi için gerekli çalışmalar
sürdürülmektedir. Akreditasyon sisteminin ülkemizde oluşturulmasıyla
birlikte, özellikle ihraç ürünlerimize uygulanan teknik engeller aşılacak,
mallarımız daha kolay ve yüksek
fiyattan alıcı bulacak; sanayici ve ihracatçılarımız, ürünlerinin kalitesini
ispat etmek için yabancı kuruluşlara bağımlı olmaktan kurtulacak ve dolayısıyla
ihraç maliyetlerimizin azalması suretiyle, ihracatımız yeni bir ivme
kazanacaktır. İhracatın teşvikinde önemli bir mekanizma da, dahilde
işleme rejimidir. Bu kapsamda, sadece tekstil sektörüne bu rejimden yararlanma
fırsatı verilmişti. Genişletilmemesinin nedeni ise, bu konuda suiistimalin çok
olmasından kaynaklanıyordu; ama, kayıtdışı ekonomiye sapması söz konusu bile
olmayan otomotiv sektörü de dahilde işleme rejimi kapsamına alınmıştır. Bu
karar, 15 Eylül 2000 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Dış Ticaret Müsteşarlığının çok önemsediğim diğer
bir önemli görevine daha değinmek istiyorum; bu da, Dış Ticaret
Müsteşarlığının yurtdışı teşkilatını oluşturan ticaret müşavirliklerinin
işlevleridir. Bilindiği üzere, Türkiye, ihracat açısından Avrupa, Kuzey Afrika
ve Ortadoğu pazarlarında yoğunlaşmış bulunmaktadır. İhracat artışının
hızlandırılabilmesi, bu pazardaki payımızın daha da artırılmasına ve yeni
pazarlarda da başarılı olunmasına bağlıdır. Ticarî hayatın gereği olarak,
firmalarımız, dünyanın başka köşelerinde yeni pazar arayışlarını hızlandırmak
zorundadır. Devletin de, firmaların ve özellikle de ihracatçı KOBİ'lerin bu
arayışına destek olması gerekmektedir. Bu bağlamda, farklı sektörler yoluyla
yapılabilecek ihracat imkânları mevcuttur. Gelişmekte olan ülkelerin saygınlığını ispat eden bir
konu, kalıpçılık endüstrisi ve buna bağlı otomasyon tekniklerine ait üretim
düzenlerinin ihraç edilmesidir. Örneğin, Portekiz'in kalıp, özel aparat ve
üretim hatlarının ihracı yoluyla elde ettiği rakam, 19 milyar dolardır. Bu
rakam, Tayvan için 17, Kore için 16, Hong Kong için 14 milyar dolardır. En az
ihraç eden ülkeler arasında Malezya, Endonezya, Pakistan, Hindistan ve
Malta'nın da 3 ilâ 6 milyar dolar düzeylerindedir. Türkiye'nin, beyaz eşya, elektronik
ve kahverengi eşya üretimine ait kalıpları için, sadece Portekiz'e 1,7 milyar
dolar, otomotiv kalıpları içinse, İtalya'ya 1,1 milyar dolar ödediğini
biliyoruz. Yurtiçi teminlerde ise, tahminî 2,5 milyar dolarlık kalıpçılık
endüstrisi üretimi gerçekleştirilmektedir. Sağlanacak gayri nakdî teşvikler
yoluyla, planlı ve takip edilir bir program çerçevesinde Türkiye, kalıpçılık
sektöründen 5 ilâ 7 milyar dolarlık ihracat getirisini iki yıl içerisinde
gerçekleştirecek altyapıya sahiptir. Türkiye, kalıpçılık endüstrisinden yılda 5
ilâ 7 milyar dolarlık ihracat getirisini iki yıl içinde gerçekleştirebilir. Kayıt dahili ekonominin hizmetinde olan kalıpçılık
endüstrisinin, kısa bir eğitim uygulama programıyla harikalar yaratabileceğine
inanıyor ve bu yönde atılacak her türlü adımı sonuna kadar destekliyorum. KOBİ'ler ve üst kuruluşlar bu girişimde yerine almak
için sabırsızlık ve heyecan duymaktadır. Türkiye'nin bu ve benzeri sektörleri
keşfetmesindeki geç kalınmışlık bir an önce telafi edilmelidir. Uluslararası
verilere göre kayıtdışı ekonomi oranımız maalesef yüzde 65 olup, kayıt dahili
oranı artıracak bu ve benzeri önlemlerin bir an evvel alınmasını diler,
saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Zamanında bitirdiğiniz için
de ayrıca teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, öğleden önceki çalışma süremizin
tamamlanmasına 4 dakika kaldı; herhangi bir sayın milletvekilimize söz vermemiz
mümkün değil. Bu sebeple, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime
ara veriyor, hepinize saygılar sunuyorum. Kapanma Saati
: 12.56 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati
: 14.00 BAŞKAN :
Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP ÜYELER
: Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 31 inci Birleşimin
İkinci Oturumunu açıyorum. Bütçe müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) l.-
2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar
Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764, 1/765, 1/740, 3/642; 1/741, 3/643) (S.
Sayıları: 552, 553, 554, 555) (Devam) A) DIŞ TİCARET
MÜSTEŞARLIĞI (Devam) 1.- Dış Ticaret Müsteşarlığı 2001 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Dış Ticaret Müsteşarlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı B) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2001
Malî Yılı Bütçesi 2.- Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı C) TAPU VE
KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2001
Malî Yılı Bütçesi 2.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı D) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Danıştay Başkanlığı 2001 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Danıştay Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve hükümet hazır. Hatırlanacağı üzere, Demokratik Sol Parti Grubu adına
ilk konuşmacı olan Sayın Gülener konuşmasını tamamlamıştı. Şimdi, söz sırası,
aynı parti grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Mustafa Vural'da. Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 7 dakika. DSP GRUBU ADINA MUSTAFA VURAL (Antalya) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün 2001 yılı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Konuşmama
başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Türkiye Cumhuriyeti anayasal bir hukuk devletidir.
Ülkemizde taşınmaz mal mülkiyeti Anayasa ve yasalarla koruma altına alınmış,
kutsal bir haktır. Bir hakkın korunabilmesi ve kullanılabilmesinin temel şartı,
sınırlarının belirlenmiş olmasıdır. Ülkemizde Medenî Kanunla belirlenen aynî
hakların varlığı tapu siciliyle belirlenirken, nitelikleri de kadastroyla
tespit edilmektedir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, ülkemiz tesis
kadastrosunu yaparak, modern tapu sicilini oluşturmak, taşınmaz mallarla ilgili
her türlü akit ve tescil işlemlerini yürütmek, Hazinenin sorumluluğu altındaki
tapu sicilini düzenli olarak tutmak, tapu sicilinin emniyetini sağlamak gibi
görevleri yerine getirmek amacıyla 3045 sayılı Teşkilat Yasasına uygun olarak
kurulmuştur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemiz genelinde
kırsal alanların yüzde 84,2'sinin, kentsel alanların hemen hemen tamamının
yüzde 99,9'unun tesis kadastrosu tamamlanmış durumdadır. Eylül 2000 sonu
itibariyle, tesis kadastrosu yapılmamış köy ve mahalle sayısı 11 458'dir. Bunun
nedeni ise, çoğunun ormanla ilişkili olması,
kadastro yapımına isteksizlik ve çeşitli olanaksızlıklardır. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün, gelişen
Türkiye'nin her türlü alt ve üst yapı çalışmalarındaki katkısı şüphesizdir;
çünkü, toprağa bağlı her türlü yatırımın temelinde, kadastro çalışmaları yer
almaktadır. Bitirilmekte olan tesis kadastrosunun güncel hale getirilmesi,
eskiyen planların yenilenmesi işi de, bu Genel Müdürlüğün görevleri
arasındadır. Bu nedenle, kadastro çalışmaları bitmez. Bu kapsamda, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün
gelecek yıllara ait plan ve programlarına destek verilmelidir. Özellikle, tapu
sicillerinin ve kadastral planların sözel ve sayısal bilgilerinin ülke
genelinde bilgisayar ortamında depolanmasına ve bu alanda hizmetin daha süratli
ve ekonomik olarak sunulmasına katkısı da düşünülerek, bu kurumun kısa adı
"TAKBİS" olan bilgi işlem sistemlerini kurma çabaları mutlaka
desteklenmelidir. Diğer taraftan, Dünya Bankası kredisiyle yürütülen bir
önemli proje de, kısaca "MERLİS" adını taşıyan Marmara Deprem Bölgesi
Arazi Bilgi Sistemi Projesidir. Yalova, İzmit ve Sakarya illerini kapsayan bu
projeyle, deprem sonrası durumu yansıtan geçerli ve güvenilir arazi
bilgilerinin sağlanması, tapu kayıtları ve haritaların güncelleştirilmesi ve
geliştirilmesi, bunların bilgi sistemleri teknolojisi kapsamında yeniden
değerlendirilmesi ve kullanıma sunulması, deprem bölgesinin acil yeniden
yapılandırılmasına yönelik gereksinme duyulan kadastral bilgilerin
oluşturulması, deprem sırasında tektonik hareketler sonucunda oluşan duruma
göre kadastral verilerin yenilenmesi sağlanacaktır. Bu projeye de gereken
destek verilmelidir. Bu proje çalışmalarının yanı sıra, mevzuat
düzenlemelerine yönelik çalışmalar da sürdürülmektedir. Örneğin, 3402 sayılı
Kadastro Kanununda, yetmezliklerin giderilmesine, emlak müşavirliği ve emlak
komisyonculuğu müessesesinin yasal statüye kavuşturulmasına, kamu sorumluluğu
taşıyan lisanslı ölçme bürolarının oluşturulmasına ilişkin düzenlemeler son
aşamaya gelmiştir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemiz, önemli
bir ekonomik süreçten geçmektedir. Hem enflasyonla kıyasıya mücadele etmek hem
de sağlam bir kamu maliyesine kavuşmak için, 57 nci hükümet, üç yıllık ekonomik
istikrar programı uygulamaktadır. Pek çok kurumumuz gibi, Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğünün de bütçe yoksunluğuna, çalışanlarının ücret yetersizliğine,
araç ve donanım yetmezliğine karşın özveriyle çalıştıklarını biliyorum. 57 nci
hükümetin inançla ve inatla uyguladığı istikrar programının amacı, işte bu
haklı istekleri, enflasyonu da yok ederek karşılamaktır. Bu içten düşüncelerimle, Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün 2001 yılı bütçesinin, Genel Müdürlüğe, sektöre ve ulusumuza
hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Vural. Söz sırası, Bursa Milletvekili Sayın Ali Arabacı'da.
(DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 7 dakika efendim. DSP GRUBU ADINA ALİ ARABACI (Bursa) - Danıştay bütçesi
üzerinde Demokratik Sol Partinin görüşlerini açıklamak üzere söz aldım; şahsım
ve Grubum adına, hepinize saygılar sunarım. Değerli milletvekilleri, Türkiye, Fransa modelini
benimseyerek, idarî uyuşmazlıkların çözümünü idarî yargıya bırakmıştır. İdarî
yargılamanın başında da, ülkemizin köklü kurumlarından Danıştay vardır.
Danıştayın kuruluş amacı, devlete karşı ferdin hukukunu korumaktır; bu koruma,
ancak hukuk devletinde gerçekleşebilir. Hukuk devletinin en önemli bir özelliği
de, yönetimin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olmasıdır. Andre
Gide'in deyimiyle, devletin kendisini dar kapıdan geçmeye zorlamasıdır. Anayasa
Mahkememiz de, bir kararında, yargı denetiminin, hukuk devleti ilkesinin öteki
öğelerinin de güvencesini oluşturan temel öğe olduğunu kabul etmiştir. Danıştay
da, Anayasa Mahkemesinin kararlarına koşut bir tanımlama getirmiş, devlete
hukuk devleti vasfını ve güvencesini veren en önemli esasın yargısal denetim
olduğu ilkesini benimsemiştir. Buna göre, tüm devlet organlarının
faaliyetlerinin yargısal denetimi, hukuk devletinin olmazsa olmaz ilke ve
kuralıdır. İdarî yargı denetimi, geç de işlese, güç de işlese, idareden
gelebilecek ihlallere karşı en önemli güvence ve yaptırımdır; hak ve
özgürlüklerin korunmasının başlıca güvencesidir. İdarî yargı, sadece adalet
dağıtmakla kalmaz, toplumsal barışın sağlanmasına da önemli katkıda bulunur.
İyi işleyen, tartışmalardan uzak bir şekilde adalet dağıtan, varlığı ve işlevi
sorgulanmayan bir idarî yargı, hem kendisine hem de devlete olan
güveni pekiştirecek ve dolayısıyla, saygınlıkların artmasına hizmet
edecektir. Bu anlamda, Türk Danıştayının, toplumsal barış ve adaletin
sağlanmasında önemli bir yeri vardır. Değerli milletvekilleri, Danıştayın kendisinden
beklenen işlevleri yerine getirebilmesi için, hem yapısal eksikliklerinin giderilmesi hem de varlık nedenini oluşturan
kararlarına uygun davranılması gerekmektedir. Danıştay, bugün, 12 daire
başkanlığından oluşan, görevlerini, hem birinci derece mahkemesi ve hem de
temyiz mahkemesi olarak sürdüren yüksek bir yargı organıdır. Geçtiğimiz
dönemde, Danıştayın iş yükünü azaltmak amacıyla çıkarılan 4575 ve 4577 sayılı
Danıştay Kanununda ve İdarî Mahkemeler Yasalarında değişiklik yapan yasalar iş
yoğunluğunu belli ölçüler içinde azaltmıştır. Danıştayda görülmekte olan
birkısım davalara bakma yetkisi idare ve vergi mahkemelerine devredilmiş ve
bölge idare mahkemelerine, bir tür,
istinaf mahkemesi yetkisi tanınmıştır. Ne var ki, bu düzenlemelerin de
yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Ekim
2000 tarihi itibariyle, Danıştayda karar sırasını bekleyen dosya sayısı 80
433'tür. Bu sayı, her gün, biraz daha artmaktadır. 84 üye, 34 savcı ve 177
hâkimle görev yapan Danıştay'ın, süratle çalışabilmesi ve elindeki dosyaları en
kısa sürede karara bağlayabilmesi ve yüksek yargı organı haline getirilmesi
amaçlanmalıdır. Bunun için, Danıştay Kanunu yeniden gözden geçirilerek,
Danıştayın birkısım yetkileri idare, vergi ve bölge idare mahkemelerine devredilerek, Danıştay, gerçek anlamıyla
temyiz mahkemesi haline getirilmeli, bölge idare mahkemeleri de, tam olarak
istinaf mahkemesi işlevini görmelidir. Gerçekten, Danıştayın birtakım altyapı sorunları
vardır; Binası eskimiştir, yeterli olmamaktadır; bilgisayarlar kötü
çalışmaktadır ve lojman ihtiyaçları
vardır; bunları kabul etmemiz
gerekiyor. Danıştaydan beklenen hizmetin alınabilmesi, modern çağın gereklerine
uygun biçimde donatılmış, yeniden inşa edilecek bir yapıyla mümkün olabilir.
Danıştay, en kısa sürede modern ve ihtiyaca yeterli bir hizmet binasına
kavuşturulmalıdır. Oysa, 2001 bütçesinde 5 trilyon 060 milyar lirası
personel giderlerine olmak üzere Danıştaya ayrılan ödenek miktarı sadece 6
trilyon 064 milyar 454 milyon liradır. Bu durum, adalet kavramının gerektirdiği
ciddiyetle bağdaşmamaktadır; takdiri sizlere bırakıyorum. Değerli milletvekilleri, hâkim, topluma ve çağa yön
veren, hukuk devletinde son sözü söylemek ve hukukî gerçeği göstermek gibi
erişilmez bir yetkiyle donatılan kişidir. Bu kişinin, kendi görev sınırlarını
bizzat çizecek yetenek, bilinç, olgunluk ve hukukî formasyona sahip olması
gerekmektedir. Oysa, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 8 inci maddesi
hükmüne göre adlî yargıda yargıç ve savcı olabilmek için, bir Türk hukuk
fakültesinden mezun olmak ya da yabancı hukuk fakültelerinden mezun olmuş ise
eksik derslerden fark sınavı vermek gereklidir. Buna karşın aynı madde hükmüne
göre idari yargıda yargıç veya savcı olabilmek için programlarında hukuk veya
hukuk bilgisine yeterince yer veren bazı fakültelerden mezun olmak yeterlidir.
Yabancı fakülte mezunları için fark sınavı dahi öngörülmemekte, Millî Eğitim
Bakanlığınca denkliğin kabulü yeterli sayılmaktadır. Hukuk ve hukuk bilgisine
yeterince yer vermek, objektif ölçüleri olmayan bir ifadedir, sübjektiflik ve
keyfiliğe açıktır. Gerekli hukuk nosyonuna ve bilgisine sahip olmayan kişilere
yargı görevi yapma yetkisini tanımak Anayasaya aykırıdır. Anayasanın 140 ıncı
maddesi adlî ve idarî yargıç ve savcıların meslekten yargıç ve savcı olmalarını
öngörmektedir. Meslekten demek, yargı mesleğini, nosyonunu veren, bu işlere göre
kişileri yetiştiren bir tahsil yapmış olmak; yani hukuk fakültesinden mezun
olmuş olmak anlamını taşır. Hukuk açısından da son derece sakıncalı bu hüküm,
idarî yargıda kaliteyi düşürmektedir. Bugün ülkemizde idare mahkemesi yargıçlarının
yüzde 24'ü hukuk mezunudur, yüzde 76'sı ise yeterince hukuk bilgisi almış
kişilerden oluşmaktadır. Anayasaya aykırı, sakıncalı ve yanlış bu hükmün bir an
önce düzeltilmesi gerekmektedir. Bunu hemen değiştirmek elimizdedir. Şu anda
Meclis gündeminde buna dair bir yasa teklifi vardır, görüşülmek için Danışma
Kurulunun kararını beklemektedir. Değerli milletvekilleri, idarî yargının kendine özgü
bir yanı, kamu gücünü kullanan makamların işlemlerini ve eylemlerini
denetlemesidir. Bu nedenle, idarî yargılamada kişilerin idare karşısında hak
arayabilmeleri kolay olmamaktadır. Bu sorun, yöneticilerin yanlış
koşullandırılmış ruhsal durumlarından, hukuk devletine gerçekten inanmış
olmamalarından, kanıtların idarenin elinde bulunmasından, hak aramak
isteyenlerin sonraki ilişkilerini düşünerek, idareyle çatışmak
istememelerinden, bu gibi durumlarda hak arayanları koruyacak örgütlenmenin
olmamasından kaynaklanmaktadır. Türkiye'de bir idarî kararın yargı önüne götürülmesi,
genellikle idareye karşı bir hak arama yolu olarak değil, bir tür başkaldırma,
husumet veya disiplinsizlik olarak algılanmaktadır. Bu nedenle, davacının
alacağı bir yürütmeyi durdurma veya iptal kararı, üstü rahatsız etmekte,
kendisini yargılama sonucunda küçük düşürülmüş ve otoritesini kaybetmiş bir üst
olarak görmektedir. Bunun sonucu olarak da, yargı kararını uygulamama,
görünüşte uygulama ya da önce uygulayıp sonra başka nedenler bularak âdeta intikam
alma yollarını arayabilmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Arabacı, lütfen toparlayınız; 1 dakika
süre veriyorum. ALİ ARABACI (Devamla) - Evet, anayasal ve yasal emre
karşın, yargı kararlarının uygulanmaması, Türkiye'nin hukuk devleti olması
önündeki en büyük engellerden biridir. Hukuk devletinin gerçekleşmesi için,
idarenin yargısal denetime tabi olması yeterli değildir. Yargı yerlerinin idare
aleyhine verdiği kararların mutlaka yerine getirilmesi gerekmektedir. Bir hukuk
devletinde idarî yargı kararlarının idarece uygulanmaması sorunu olamaz. Aksi
hal, hak arama özgürlüğünü anlamsız hale getireceği gibi, Anayasanın ve hukukun
bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesini de anlamsız hale getirecektir. Yerine
getirilmeyen yargı kararının yaratacağı en büyük tahribat, devlete ve yargıya
olan inanç üzerindedir. Hatalı bir yargı kararının uygulanması, bu kararın
idarece yok sayılmasından daha az sakıncalıdır. İdarenin işine gelmeyen yargı
kararlarının uygulanmaması, bağımsız yargının varlığına da en büyük darbeyi
vurur. Bu husus akıldan çıkarılmamalıdır. Türkiye'de bunun örnekleri çok fazla; işte Bergama,
Uludağ, Kargil davaları gibi. Bunlardan sadece Uludağ ile ilgili bir konuyu
söylemek istiyorum.
Cumartesi günü Uludağ'da bir otel açılıyor; mahkeme
kararıyla kaçak hale gelmiş bir yapı ve bu kaçak yapıyı açan, yine, kendisine
dokuzuncu Cumhurbaşkanı sıfatını yakıştıran kişidir. Bu tip hukukdışı
davranışların önüne geçmek, devletin hukuka uygun davranmakta öncülük görevini
yapması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olmasının başka yolu
ve yöntemi yoktur. O nedenle, hepinize saygılar sunuyor, teşekkür
ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arabacı. TURHAN GÜVEN (İçel) - "Sıfatını yakıştıran"
diyor. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Oteli Demirel mi yapmış?! "Dokuzuncu Cumhurbaşkanı"
diyor; oteli Süleyman Demirel mi yapmış?! BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Demokratik Sol Parti
Grubunun son sözcüsü İçel Milletvekili Sayın Akif Serin'dir; buyurun. (DSP
sıralarından alkışlar) Süreniz 12 dakikadır. DSP GRUBU ADINA AKİF SERİN (İçel) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizin en önemli kuruluşlarından birisi olan
Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı bütçesi hakkında Demokratik
Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunmaktayım; bu
vesileyle, hepinizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; modern Türkiye
Cumhuriyeti Devletiyle, hemen hemen, yaşıt olan Devlet İstatistik Enstitüsü,
kuruluşundan bugüne, ülkeye önemli hizmetlerde bulunmuştur; gerek hükümet
politikalarının oluşmasında gerek kalkınma planlarının hazırlanmasında gerekse
bilimsel kurumlar ve özel sektörün ihtiyaç duyduğu temel bilgilerin
sağlanmasında vazgeçilmez kaynaklardan birisi olmuştur. DİE, tarihsel
süreçle, temel alanlara ait bilgi toplama faaliyetleri, zaman içerisinde
gelişerek, bugün, birçok toplumsal ve ekonomik alanda verileri derleyen,
işleyen ve analize tabi tutarak yorumlar yapabilen bir yeteneğe ulaşmıştır. Bugün, kurum, bilgi ve gösterge standartlarını, OECD ve
Birleşmiş Milletlerle işbirliğini geliştirerek, uluslararası
karşılaştırılabilir değerlere oturtmuştur. Devlet İstatistik Enstitüsü, bütün bu faaliyetlerine,
ilk yıllarında, sınırlı sayıda uzmanlaşmış çalışanlarıyla başlamış, zaman
içerisinde, istatistik, iktisat, mühendislik alanlarındaki iyi yetişmiş
uzmanlarıyla devam etmiştir. Her ne kadar, özellikle, fiyat endeksleri bakımından,
toplumun çeşitli kesimleri tarafından, çoğu zaman haksız ve bilgisiz
eleştirilere maruz kalsa da, devlet örgütleri içerisinde, bilimsel ve toplumsal
kuruluşlar tarafından en güvenilir kurumlardan birisi olma özelliğini korumaya
asgarî ölçüde özen göstermeye çalışmıştır. Kuvvetli bir teknik altyapı ve uzmanlık gerektiren
işleri dolayısıyla, diğer kurum ve kuruluşlara göre siyasî etkilerden kendisini
korumayı nispeten başarabilmiştir; ancak, bütün bunlara rağmen, bir süredir
gerçekleştirdiği birkısım önemli projelerdeki başarısızlığı ve uygulamalarıyla,
yıllarca titiz çalışmalarıyla sağlamlaştırdığı itibarını ve güvenilirliğini
toplum nezdinde kaybetme tehlikesini gündeme getirmiştir. Bunları söylerken, en önemli veri kaynağını teşkil eden
ve Sayın DİE Başkanının ifadesiyle "toplumun fotoğrafını çeken" nüfus
sayımları, güven kaybetme yönünde en önemli faktör haline gelmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nüfus sayımları,
her ülke için en önemli toplumsal projelerden birisidir. 1997 yılında yapılan
nüfus tespitiyle ilgili tartışmalar henüz hafızalardan silinmiş değildir. Şöyle
bir geriye gidersek, dönemin DİE yetkililerinin soru kâğıdına eklemiş oldukları
7-8 civarındaki soru büyük
tartışmalara neden olmuştur. Maalesef, bu
acele ve yanlış
kararlar neticesinde, halen 1997 nüfus tespitine ilişkin sonuçlar
açıklanamamıştır. Açıklanan, sadece yerleşim yerleri itibariyle yaşayan nüfus
olmuştur; ancak, burada,
gözden kaçan bir
şeyi DİE yetkililerine sormak
gerekiyor. Acaba, sizler, bu süreç içerisinde, kendi yaptığınız kişi başına
ulusal gelir gibi birçok hesaplama ve çalışmalarda, 1997 nüfus değerlerine
dayalı projeksiyonları mı esas almaktasınız? Eğer böyleyse, 1997 nüfus
tespitini şiddetle ve ölçüsüzce eleştirirken, en azından sizin sorumlu
olduğunuz dönemde, kendi ürettiğiniz diğer istatistiklerin de yanlış
olduğunu beyan etmiyor musunuz? Bunun, özellikle şu günlerde, Avrupa
Birliğine giriş sürecinde, istatistiklerimize güvenmeyin anlamına geldiğinin
farkında mısınız? Böyle bir tartışmayla, sanırım 2000 nüfus sayımındaki
muhtemel başarısızlığa zemin yaratılmaya çalışılmış, maalesef, bu durum da
gerçekleşmiş olup, DİE'nin namusu denilebilecek yeni nüfus sayımı, büyük bir
hüsranla sonuçlanmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mesleğim gereği,
istatistikçi olmam nedeniyle, bütün bu olayları yakından takip etmekteyim. DİE
tarafından, geçici sonuçların, sayımı takip eden bir hafta içerisinde
açıklanacağı beyan edilmesine karşı, sayımdan bu yana yaklaşık iki aylık zaman
geçti, hâlâ beklemekteyiz. DİE'nin ve bizzat Başkanının kamuoyuna açıkladığı
projeksiyonlarına göre 65 300 000 olacağı tahmin edilen nüfus, basına intikal
ettiği biçimiyle yaklaşık 72 milyon olacaktır.
Hâlâ 1997 sayımı sonuçlarını açıklayamayan DİE'nin, 2000 yılı sayım
sonuçlarını onsekiz ay gibi bir zamanda açıklayabileceğine inanmak, sanırım
hayalgücünün sınırlarını zorlamak olacaktır. Burada, kamuoyunun dikkatinden kaçan bir hususu daha
açıklamak istiyorum; daha doğrusu, 72 milyon nüfusun ne anlama geldiğini bazı
göstergelerle vurgulamak istiyorum: Şu anda, yaklaşık binde 40'lık hızıyla,
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en yüksek nüfus artış hızına ulaşmış
bulunmaktadır. İkinci en hızlı nüfus artışı, 1960 yılında, devletin nüfus
artışını destekleyici politikalarından dolayı binde 28 olmuştur. 1997 yılı
nüfus tespitindeki nüfus artış hızı ise, binde 15 olarak gerçekleşmiştir.
Avrupa ve dünyadaki nüfus artış hızına baktığımızda; Avrupa ülkelerinde binde
5'ten büyük nüfus artış hızı
bulunmadığı gibi, birçok
ülkede nüfus artış hızı durmuş, hatta gerilemiştir. Bu perspektiften, Türkiye'nin, DİE'nin, yaptığı nüfus
artış hızı tespitine dayanarak incelediğimizde, 2000 yılındaki binde 40'lık
tahmini nüfus artış hızıyla, kişi başına düşen ulusal gelir 2 900 dolarken, 300
dolar düşerek, 2 600 dolar civarına gerilemiş ve âdeta, fakirleşme çizgisine
doğru yol almış bulunmaktayız. Temel sektörlerden biri olan sağlık sektörüne
baktığımızda ise, şu örneği verebiliriz: Doktor başına hasta sayısı 820 iken,
şimdi 880 olacaktır. Hastanedeki yatak başına düşen hasta sayısı 384 iken,
şimdi 38 kişilik artışla, 422 olacaktır. Sosyal güvenlik açısından olaya baktığımızda ise,
ülkemizde yaşayan bireylerin yüzde 91'i sosyal güvenlik sisteminden
yararlanırken, bu durumda, yüzde 83 gibi bir orana gerilemiş olacaktır. Bu
örnekleri sektörler bazında çoğaltabilirsiniz. Yurt dışındaki konumumuzu bu
verilere göre irdelersek, beşerî gelişmişlik seviyemiz orta iken, ortanın
altında, yani, düşük bir seviyede görünmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu sayımla
ortaya çıkan bir başka konu da, sayım sonuçlarına göre, Türkiye genelinde
milletvekili dağılımının, iller bazında büyük oranda değişecek olması
durumudur. Bu değişen şablonun Türkiye Büyük Millet Meclisine yansıması da,
önümüzdeki günlerde büyük tartışmalara neden olacaktır. Tüm bu tablonun ışığında, DİE'nin, 1997 nüfus tespitini
eleştirirken, kendi içine düştüğü şu andaki durumu nasıl açıklayacağını, ben,
şahsım adına bilemiyorum. Yalnız, bütün bunlara rağmen, durumu anlamaya
çalışırken büyük bir haksızlık yapmamak gerekir. İller Bankasından
belediyelere, yaşayan nüfusa göre yardım yapılıyor olması, böyle bir sonucun
ortaya çıkmasında -ilgililerin de sık sık açıkladığı gibi- en büyük etkenlerden
birisi olmuştur. Zaten malî kaynak bakımından zor durumda bulunan belediyeler,
bütün ülkeyi ilgilendiren böyle önemli verilerin sağlıksız olmasına daima yol
açacaktır. Zor ve zahmetli çalışmaları yürütmekle yükümlü seçkin
kurumlarımızdan birisi olan DİE'de, istatistikî verileri yaygınlaştırmak ve
geliştirmek gibi çabalara
kafa yorulması yerine,
istatistik biliminin eğitimini almış, önemli sınavlardan geçerek uzmanlık
sıfatını kazanmış birçok uzmanın sözleşmeleri iptal edilmiştir. Enerjisini
teknik alandaki işlerine ayırması gereken DİE'nin, bu enerjisini hukuk
yollarında ve mahkemelerde tüketmemesi gerekir. Modern enformasyon ve teknoloji dünyasının bir adayı olma
yolunda, Avrupa Birliğinin bir üyesi haline gelme çabası içerisindeki Türkiye
Cumhuriyetinin kurumları, iyi yetişmiş beyinlerle yönetilmeye mahkûmdur. Yeni
yüzyılı yaşamaya başladığımız bu dünyada, nitelikli insan ve yönetici kavramı
çok önlere çıkmışken, yüksek teknik kapasite ve bilgi donanımıyla çalışması
gereken ve halen ülkemizin en önemli kurumlarından biri olan DİE'nin hangi
niteliklere sahip insanlar tarafından yönetildiğini sorgulamak gerekir. Avrupa Birliğine geçiş sürecinde, ülke olarak, müzakerelerin
birçoğunu, DİE'nin ürettiği rakamlar çerçevesinde yapacağımızı unutmamamız
gerekir. Bu süreçte, bir de rakamlarımızın güvenilirliğini tartışma durumuna
düşmemek için, modern bir kurum olma yolunda büyük bir çaba göstermesini
beklediğimiz Devlet İstatistik Enstitüsünün, sorunları kolaylıkla
kavrayabilecek ve bu beceriyi gösterebilecek bir Sayın Bakanımızın sorumluluk
alanında olması umut vericidir. Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu
bilinçle, yaşanan sorunların çözülmesi yönünde samimiyetle çaba gösterileceği
düşüncesini muhafaza ederek, Devlet İstatistik Enstitüsü 2001 malî yılı
bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, Grubum ve şahsım adına Yüce Meclise
saygılarımı sunarım. (DSP; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Akif Serin'e teşekkür ediyoruz. Şimdi, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini önce
İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Ayaydın ifade edecekler. (ANAP sıralarından
alkışlar) Sayın Ayaydın, süreyi eşit mi paylaşıyorsunuz? AYDIN A. AYAYDIN (İstanbul) - Ben 20 dakikasını
kullanacağım. BAŞKAN - Peki efendim... Buyurun. ANAP GRUBU ADINA AYDIN A. AYAYDIN (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Dış Ticaret Müsteşarlığı ve Devlet İstatistik
Enstitüsünün 2001 malî yılı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisinin görüşlerini
sunmak üzere huzurunuzdayım; şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Dünya devletleri, küreselleşme olgusu karşısında ulus
devlet kavramını sorgulamaya başlamış bulunmaktadır. Küreselleşme süreci çok
hızlı bir şekilde yaşanmaktadır. Dünya devletlerinin geleneksel değerleri
zorlanmakta, kurum ve kuruluşların bu olgu karşısında yeniden yapılanma
zorunluluğu hız kazanmaktadır. Özetle, dünya bütünleşerek tek bir pazar haline
gelmektedir. Dünyada, ülkeler arasında, mal, hizmet, sermaye, teknoloji ve emek
hareketliliği hızlanırken, bu unsurların hangi ulusa ait olduğu önemini
yitirmekte, çokuluslu sermaye oluşumları, boyutları zorlayarak büyümekte
bulunduğu bölge pazarı ve ulusu kavramakta ve sonuçlarıyla ülkeyi etkileme gücüne
erişmektedir. Küreselleşme olgusu, bilgi ve iletişim teknolojileriyle
etkisini çok hızlı bir şekilde geliştirmekte, bu gelişmeye bağlı olarak
bulunduğu bölgede ekonomik, sosyal ve kültürel alanlardaki belirleyiciliği
giderek artmaktadır. Küreselleşme süreci, uzun dönemde uzmanlaşmayı, refahı
artıracak, uluslararası işbölümü getirecek, tasarruflarda etkinliği sağlayacak,
tüketicilere ürün çeşitliliği ortaya koyacak, kaynak dağılımını etkileyecek,
ekonomik büyümeyi hızlandıracaktır; fakat, ülke ekonomilerinde, özellikle
finans piyasalarında, uluslararası ve uluslarüstü hüviyete bürünmüş finans piyasalarında bağımlılık güçlenmekte ve
dolayısıyla, ülkelerin dış piyasalardan bağımsız, makroekonomik politika
uygulamaları konusunda hareket alanları daralmaktadır. İstanbul Menkul
Kıymetler Borsasında, birkaç güç içerisinde üç beş milyar doların yabancı
olarak adlandırılan ulusüstü sermaye gruplarınca çekilmesi, buna örnek olarak
verilebilir. Bir bölgesel pazarda oluşan kriz, tüm dünya
ekonomilerini etkileyebilmektedir. Küreselleşme olgusu, aynı zamanda, talebin
ve tüketici tercihlerinin ve yaşam biçimlerinin tekdüze olmasını ve tekdüze
kültüre doğru gidişi hızlandırmaktadır. Yeni norm ve standartlar gelişmekte;
uluslararası kuruluşların etkinliği artarken, ülke içi kurum ve kuruluşların
buna ayak uydurması yönünde baskılar artmakta; kaçınılmaz şekilde, özel sektör
kuruluşlarından kamu kurum ve kuruluşlarına kadar yeniden örgütlenme şart olmaktadır.
Tüm bu dışsal faktörler, gerek Dış Ticaret Müsteşarlığı
ve gerekse Devlet İstatistik Enstitüsünü yeniden yapılanma süreci içine
çekmektedir. Dış Ticaret Müsteşarlığının, cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne
kadar sekiz kez reorganizasyona uğradığı görülecektir. Bugün de, Dış Ticaret
Müsteşarlığının, az önce ifade ettiğim globalleşme, diğer adıyla küreselleşme
süreci içinde, değişen, bloklaşan bölgesel pazar arayışları, yabancı sermaye
anlayışındaki farklılıklar, finans kurum ve kuruluşlarındaki uluslarüstü
boyutlar nedeniyle, reorganizasyona ihtiyacı vardır, tıpkı diğer kamu ve
kuruluşlarında olduğu gibi. Görev tanımları, yeniden gözden geçirilmelidir.
Özellikle, bünyesinde barındırdığı yeni genel müdürlüğün görev tanımlarıyla,
Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine Müsteşarlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Gümrükler
Kontrol Genel Müdürlüğü ile gümrük müdürlükleri ve Merkez Bankası ilgili
kambiyo müdürlükleri görev tanımlarının, sınırlarının yeniden belirlenmesine
ihtiyaç duyulmaktadır. İhracat olgusu, münhasıran, ürünün dış pazarlara sevki
anlamını taşımaz. İhracat, yatırım aşamasından başlar, üretimle devam eder,
pazar analizi ve dış pazarlara malın sevkiyle son bulur. Dolayısıyla, yatırım
teşvik mevzuatı, devlet yardımları ve KOBİ teşvik mevzuatı Hazine
Müsteşarlığında; bedelsiz ithalat rejimi, dahilde işleme rejimi, hariçte işleme
rejimi, ihracat sayılan satış ve teslimler Dış Ticaret Müsteşarlığında; gümrük
giriş ve çıkış beyannamelerinin tanzim ve kontrolü Gümrük Müsteşarlığında yapılmaktadır.
Bu kadar girift, birden fazla kurum ve kuruluşu kapsayan ihracat işlemleri,
hızla değişen, rekabetin acımasızca yer aldığı bölgesel pazarlarda yatırımcıyı
oldukça zor durumlara düşürmektedir. Bugün teşvik mevzuatını, bu yeni bölgesel, bloklaşan
pazarlara göre yeniden güncelleştirmek zorunluluğu hâsıl olmuştur. Gerek
yatırım teşvik mevzuatı ve KOBİ teşvik mevzuatı ve gerekse ihracat teşvik
mevzuatı yeniden gözden geçirilmek zorundadır. Yürürlükte bulunan mevzuatta teşvik enstrümanları
işlerliğini yitirmiş durumdadır. Yatırım teşvik mevzuatı, bölge seçiciliğini
kaybetmiş bulunmaktadır. Avrupa Birliği müktesebatına uyum süreci, bu değişimi
kaçınılmaz kılmaktadır. Parasal
teşvikler terk edilmiştir;
ama, malın bünyesine giren, maliyet unsurları üzerine
getirilen teşvik enstrümanlarının işlerliğinde sıkıntılar vardır. Dahilde
işleme mevzuatının yeniden gözden geçirilmesi, özellikle Gümrük Müsteşarlığıyla
ihtisaslaşmış gümrük kapılarının network ağlarıyla teçhiz edilerek, müştereken
kararlar alınması, verilen ihracat teşvik belgelerinin kontrolü,
suiistimallerin azalmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla, haksız KDV iadeleleri
önlenmiş olacaktır. Ayrıca, verilen ihracat teşvik belgelerinin, tıpkı
yatırım teşvik belgelerinin Resmî Gazetede yayımlandığı gibi, aylık
periyotlarla yayımlanması mutlaka sağlanmalıdır. Bölgesel pazarlarda KOBİ'lerin boy göstermesi oldukça
zor görülmektedir. O nedenle, KOBİ teşviki çerçevesinde ortak ihracat
hollerinin ve ar-ge hollerinin kurulması, Eximbank kredileriyle ihracatta
desteklenmeleri şart gözükmektedir. Müsteşarlığın yurtdışı 83 kadrosu maalesef yeterli
değildir. Dış pazarlarda ticarî ataşelikler yanında, dışticaret sermaye
şirketlerinin, sayıları 30'lara varan sektörel dışticaret şirketlerinin, bölge
pazarlarında pazar analizi yapabilen, yurtiçi işletmelere bilgi aktarabilen
yapıları sergilemeleri sağlanmalıdır. Bu şirketlerin, bölge ekonomik ajansları
kurma yönünde teşvik edilmeleri gerekmektedir. Müsteşarlık bünyesinde, bloklaşan pazarları yakın
takipte tutabilecek, gelecekte ülke ekonomisini etkileyecek finansal krizleri
önceden sezebilecek yapıda yetiştirilmiş elemanlardan oluşan, bölgesel
pazarlara yönelik, bölgesel sektör masalarının kurulması yerinde olacaktır. Sınır ticareti, bulunduğu il için bir katmadeğer
sağlıyorsa, bu, ülke genelinde vergilendirilmemiş kazançlara vesile olmamalı ve
bunlar, mutlaka teşvik edilmeli; sınır ticaretine uygulama aşamasında, yeniden
gözden geçirilerek, işlerlik kazandırılmalıdır. Teşvik enstrümanlarından Destekleme İstikrar Fonu
uygulamaları, bavul ticareti, liman hizmetleri, turizm gelirleri açısından önem
arz etmektedir. Serbest bölgelerde yapılacak üretim, depolama,
kiralama, montaj, bakım, onarım, bankacılık ve finansal kiralama gibi
faaliyetlerin özendirilmesi ve komşu ülkelerdeki serbest bölge uygulamalarının
yakın takipte tutulması gerekmektedir. Dış Ticaret Müsteşarlığının, 93/4614 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararıyla kurulmuş ve işleyen 56 ihracatçı birliği ve 32 irtibat
bürosuyla, bunların, Belçika, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik
Devletlerinde olan 3 temsilciliğiyle yakın temasta olması, pazar analizlerinin
yapılmasını, bilgi akışını kolaylaştıracaktır. İhracatı Geliştirme Etüt Merkezi (İGM) 118 sayılı
Kanunla 1960 yılında kurulmuştur; amacı ve hedef kitlesi, KOBİ'ler ve Türk
ihracatçılarıdır. Ancak, İGM Fonu, bugün, genel bütçeye aktarılmıştır.
Kuruluşa, bölge pazarlarında aktivite kazandırılması zorunlu hale gelmiştir. Soğuk savaş sonrasında Avrasya olarak adlandırdığımız
Ortaasya, Kafkasya ve Karadeniz
ülkelerini içine alan bölge, birçok ülke için önemli bir odak haline
gelmiştir. Ülkemiz de, 21 inci Yüzyılın başlarında ağırlığı giderek artacak
olan bu bölgenin bir merkez ülkesi olma konumundadır. Türkiye, önümüzdeki
dönemlerde, bir yandan potansiyel olarak dünyanın en önemli enerji üretim
bölgelerinden biri niteliğini taşıyan bir yandan da Doğu ile Batı'yı birbirine
bağlayan çok önemli bir ticaret ve ulaşım koridoru olan Avrasya'nın merkezinde
bir enerji terminali hüviyetini taşıyacaktır. Gelecek için, Türkiye, bölgede, geniş petrol ve
doğalgaz rezervlerinin devreye gireceği, Hazar enerji kaynakları için en
güvenli ve ekonomik yoldur. Ülkemiz, bölge için anahtar ülke konumundadır; o nedenle, Dış Ticaret
Müsteşarlığının, Ortaasya Türk Cumhuriyetleri, Kafkaslar, özellikle sınır
komşuları için, ekonomik coğrafyadan kaynaklanan uzun vadeli birçok senaryoları
ihtiva eden antropolojik yapıyı da göz önünde bulunduran strateji geliştirmesi
yerinde olacaktır. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının ilk yılı olan
2001 yılı ile 2023 yılı arasında öngörülen perspektiflerden, ortalama yüzde 7
büyüme hızının yakalanması, kişi başına gelirde 3 200 dolardan 2023 yılında,
Avrupa Birliği ülkelerinin bugünkü düzeyine ulaşılması, 1,9 trilyon dolar gayri
safî millî hâsılayla dünyanın ilk 10 ekonomisinin arasına girmesi, 2023 yılında
tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin gayri safî millî hâsıla oranlarının,
sırasıyla yüzde 5, yüzde 30 ve yüzde 65 olarak gerçekleşmesi, fon
transferlerinin hizmetler sektöründe yoğunlaşması, istihdamın yapısının
değişerek tarımın payının yüzde 10'lara gerilemesinin sağlanması, nüfus artış
hızının 2020'lerde yıllık ortalama yüzde 1'in altına düşmesi temennisiyle,
biraz da Devlet İstatistik Enstitüsünden bahsetmek istiyorum. Devlet İstatistik Enstitüsünün, Avrupa Birliğine üye
devletlerin ürettiği norm ve tekniklere uygun, istatistikî işlenmiş veri
tabanlarını hızla oluşturması ve diğer araştırma kuruluşlarıyla paylaşması
gerekmektedir. Teşkilatın daha güçlü bilgisayar ağına ve yetişmiş işgücüne
ihtiyacı bulunmaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsünde özlük haklarının iyileştirilmesi,
yetişmiş elemandan azamî istifadenin sağlanması ve özellikle hizmetiçi eğitimin
yoğunluk kazanması gerekmektedir. Özellikle uluslararası kuruluşlardan IMF ve
OECD eğitim bursları ve özellikle Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği Eğitim
Fonlarından istifade için, mutlaka projeler geliştirilmelidir. MERNİS Projesi,
yirmi yılı aşkın bir süredir İçişleri Bakanlığınca yürütülmekte olup, hâlâ
hayata geçirilememiştir. Türkiye'nin Avrupa Birliği standartlarını ve gelişmiş
ülkeler seviyesini teknik düzeyde yakalayabilmesi ve devlet-vatandaş ilişkisini
teknik devlet seviyesine çıkarmasında bu proje hayatî önem arz etmektedir.
Bugün yaşanan vatandaş-devlet ilişkilerindeki rahatsız edici durum hepimizin
malumudur. Örnek olarak, bu yıl içerisinde yapılan genel nüfus sayımı, hem
maliyeti ve hem de uygulamada karşılaşılan zorluklar, alınan yanlış sonuçlar ve
uygulaması nedeniyle çağdaş devlet anlayışına ters düşmektedir. Bu yıl
içerisinde yapılan nüfus sayımı, gerçekten, gerçekçi olmayan sonuçları ortaya
koymuş ve halkı bir gün boyunca eve hapsetmiştir. Artık, önümüzdeki nüfus
sayımlarının, mutlaka, bilgisayarla yapılmasına ve insanların evde
hapsedilmesine imkân sağlamayacak bir yöntemin
geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Aslında, bu yıl yapılan nüfus sayımına göre, nüfusun
yaklaşık 7 milyon fazla olması iki nedene dayanmaktadır; bunlardan bir tanesi,
kaçak nüfus diye adlandırdığımız nüfusun ortaya çıkması; öbürü ise,
belediyelerin mahallî idarelerden çok daha fazla pay almasını sağlayacak
şekilde haksız yere yazılmış olan nüfuslardır. Kaçak nüfus ise, bu sene, ilk
defa, nüfus sayımında nüfus cüzdanları istenmemiş, dolayısıyla, gerçekten var
olup, ancak, nüfus cüzdanları olmayan insanların yazılmasına imkân
sağlanmıştır. Eğer, MERNİS Projesi hayata geçirilmiş olsaydı, bu tür
çağdışı uygulamanın yapılmasına gerek kalmayacaktı. Aynı zamanda, bu proje,
doğrudan, demokratik ve siyasî hayatımızı ve seçim sistemlerinin veri
tabanlarını düzenleyecek bir projedir. Seçim sistemleriyle ilgili her türlü
veri, MERNİS Projesiyle temin edilip, seçim dönemlerinde görülen oy kullanma,
oy sayımı ve referandum gibi siyasî hayatımızı ilgilendiren konulardaki
şikâyetler ve uygulamalarda karşılaşılacak birtakım güçlükler bu proje
sayesinde ortadan kalkmış olacaktır. Dolayısıyla, MERNİS Projesiyle, sadece
İçişleri Bakanlığının değil, aynı
zamanda, ülkemiz genel ekonomik yapısı
ve sosyal yapısıyla ilgili bilgileri derlemek ve değerlendirmek zorunda olan
Devlet İstatistik Enstitüsünün de ilgilendirilmesi şarttır. Gelir dağılımı araştırmasını siyasî mülahazaların
üzerinde görüp, bir an önce başlatmak gerekmektedir. Bu araştırma, ekonomik ve
sosyal endikatörlerin test edilmesine, varsayımlardaki sapmanın azalmasına,
reel ekonominin yakalanması yönündeki çalışmaların sağlam zemine oturtulmasına
vesile olacaktır. Reel değerler bu çalışmayla ortaya çıkacak; belki, ortaya
çıkacak gerçekler, huzur kaçırabilecek boyutlarda, sosyal katmanlar aleyhinde
olsa bile, gerçekleri görmek ve kabullenmek, bilimsel çalışmalar dolayısıyla,
karar organları ve siyasilerin görev alanları arasında olsa gerek. Artık, bilgi gizliliği değil, küreselleşmeyle gelen
bilgi paylaşılırlığı, günümüzde büyük önem taşımaktadır. Bu bilgi paylaşımının
yer ve zamanlaması büyük önem arz etmektedir. Elde edilen veri tabanlarının,
bayatlamadan bilim arenasına taşınması, uluslararası boyutta ar-ge hollerince
kullanıma açılması güçlü bir network ağıyla mümkündür. O nedenle, hızla,
ülkemizin karar organlarını oluşturan kurum ve kuruluşların kendi aralarında
güçlü bir link sisteminin oluşturularak dış dünyayla bağlarının sağlanması şart
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gerçekleşme, bölgesel pazarlarda oluşacak
iktisadî panik ve bunalımların, bizim dışımızdaki gözlerin, ilk ağızdan,
networkümüzden elde edeceği bilgilerle yönlenebileceğini unutmamamız
gerekmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Aydın Ayaydın, lütfen, toparlayınız; 2
dakika ek süre veriyorum. Buyurun efendim. AYDIN A. AYAYDIN (Devamla) - İkinci konuşmacımız yok; o
süreyi de kullanmak istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Tabiî efendim, takdir sizin. Buyurun. AYDIN A. AYAYDIN (Devamla) - Devlet İstatistik
Enstitüsünün uzmanlarının ve tüm çalışanlarının özlük haklarının
iyileştirilmesi hususu, aynı zamanda, Başbakanlığa bağlı, doğrudan,
makroekonomik kararlar üreten Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine Müsteşarlığı,
Dış Ticaret Müsteşarlığı gibi güzide kurumlarımızın da sorunları arasındadır.
Son iki yıl içerisinde, yeni kurduğumuz özerk kuruluşlarda olduğu gibi, malî
özerk olan bu özel kuruluşlarda çalışan uzmanlara tanınan özlük haklarının
aynısının Devlet İstatistik Enstitüsü uzmanları ve diğer bu güzide
kuruluşlarımızın elemanlarına da sağlanması zorunlu hale gelmiştir. Ancak, unutmamak gerekir ki, Başbakanlık ve bağlı
kuruluşlar tanımının geniş tutulmuş olması, özlük haklarının iyileştirilmesini,
malî boyutlarının büyük olması nedeniyle, zorlaştırmaktadır. O nedenle,
reorganizasyon çalışmalarında kurum ve kuruluşların görev tanımları yeniden
yapılarak, aktiviteleri artırılmış, bilgi donanımları yüksek bilgisayar ağıyla
entegre olabilen, az elemanla çok iş başarabilen, iş verimliliği, katmadeğeri
yüksek kurumlar haline dönüştürülmeleri, bilgi çağı toplumunun kaçınılmaz
reformlarından olarak gözükmektedir. Devlet İstatistik Enstitüsü, yıllar boyu, Türkiye'de
her konuda seri incelemeler ve araştırmalar yapmakta, veri tabanı
hazırlamaktadır ve gerçekten, Devlet İstatistik Enstitüsü, bugün, gelişmekte
olan ve gelişen bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi çağdaş ve modern
tekniklerle bu çalışmalarını sürdürmektedir. Devlet İstatistik Enstitüsü, bazen
hak etmediği halde birçok konuda haksız eleştiri almaktadır. Devlet İstatistik
Enstitüsünün hazırlamış olduğu bütün bilgiler son derece sağlıklı, teknolojik
gelişmeye ayak uyduran, modern anlayışla hazırlanan veri tabanlarıdır.
Özellikle, toptan eşya fiyatları endeksi ve tüketici fiyatları endeksi
hesaplamalarında bütün dünyadaki gelişmiş ülkelerin hesaplama yöntemleriyle
aynı şekilde bir yol izlenmektedir; ama, Devlet İstatistik Enstitüsünün bu kadar
özverili çalışmasına, bu kadar sağlıklı bilgi sonuçlandırmasına rağmen, haksız
yere, bazen, buradaki çalışan arkadaşlarımızın çalışmaları engellenmektedir.
Ben, bu arkadaşlarımızı tebrik ediyorum ve gerçekten, Devlet İstatistik
Enstitüsünün bu başarılı çalışmalarının bundan sonra da devam etmesini
diliyorum. Toptan eşya fiyatları endeksi, halen, 1994 yılında
hazırlanmış tüketim kalıbı esas alınarak, 1994 yılı, temel yıl, baz yıl olarak
esas alınıp hazırlanmakta ve 2 830 firma, kuruluş, borsa, birlik, aylık
anketleriyle hesaplanmaktadır. Bu tüketim kalıbında yer alan dört ana sektör
vardır; bunlardan bir tanesi tarım, ikincisi madencilik, üçüncüsü imalat ve
dördüncüsü enerji; 608 madde de hesaplama kapsamında. Yine, bütün gelişmiş
ülkelerde olduğu gibi, LasPeyres endeks hesaplama yöntemiyle hesaplanmaktadır. Tüketici fiyatları endeksi ise, yine, 1994 yılını baz
alan ve 1994 yılı tüketim kalıplarına göre, yani, halkın 1994 yılındaki
tüketici tercihlerini dikkate alan bir yöntemle hesaplanmakta ve 1994 yılının
ocak-aralık dönemlerini kapsayan, 2 188 ailenin her aylık harcamaları dikkatle
izlenmekte ve buna göre tüketici fiyatları endeksi her ay hazırlanmaktadır.
Dolayısıyla, Devlet İstatistik Enstitüsünün her ay açıklamış olduğu toptan eşya
fiyatları endeksi ve tüketici fiyatları endeksi son derece sağlıklı ve hiçbir
eleştiriye mahal kalmadan hazırlanmış
olan endekslerdir. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde ve gelişmiş
bulunan ülkelerde, genellikle, endeks hesaplamalarında her yıl yeni bir tüketim
kalıbı hazırlanmaktadır. Oysa, bizim, şu anda uygulamaya koymuş olduğumuz fiyat
endeksleri, beşer yıl aralıklarla hazırlanan tüketici kalıplarına göre
hesaplanmaktadır. Şu andaki tüketici endeksleri, 1994 yılı tüketim kalıbına
göre hazırlanmakta, beşinci yıl 1999 yılına isabet ettiği için, 1999 yılında
ülkemizde meydana gelen deprem nedeniyle yeni bir tüketim kalıbı
hazırlanamamıştır; takip ettiğim kadarıyla, 2001 yılının ocak ayının başından
itibaren yeni bir tüketici endeksine esas teşkil edecek tüketim kalıbı; yani,
halkın tüketici tercihlerini belirleyecek olan kalıp hesaplamasına
geçilecektir; ama, arzu edilen husus, bundan böyle, Türkiye'nin de, her yıl
yeni bir tüketim kalıbı oluşturmasıdır; çünkü, halkın tüketim tercihleri
sürekli olarak değişmekte, dolayısıyla, Devlet İstatistik Enstitüsünün
hesaplamış olduğu hem toptan eşya fiyatları endeksinin ve hem de tüketici
fiyatları endeksinin daha sağlıklı, daha geçerli olabilmesi için, yıllık
hazırlanmış olan tüketim kalıplarını esas alan bir endeks hesaplama yöntemi
belirlenmesi, gerekir. Bu vesileyle, Devlet İstatistik Enstitüsünün, Dış
Ticaret Müsteşarlığımızın ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğümüzün, 2001 malî
yılı bütçelerinin hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ayaydın. Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar
tamamlanmış bulunmaktadır. Şahıslar adına talepleri, müzakerelerin başında arz
etmiştim; ancak, başka talepler de intikal etti, tekrarlıyorum: Lehinde olmak
üzere, Sayın Veysel Candan, Sayın Ayaydın; aleyhinde, Sayın Mustafa Eren, Sayın
Yakup Budak, Sayın Kamer Genç. Alınan karar gereğince, lehte ve aleyhte ancak bir
sayın milletvekiline söz verilebilecektir ve süre 10 dakikadır. Buyurun Sayın Candan. (FP sıralarından alkışlar) VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan Dış Ticaret Müsteşarlığı bütçesi üzerinde
söz almış bulunuyorum; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Dış ticarette öncelikli sorun, üretim, kalite, fiyat ve
rekabet önceliklidir. Aslında, dış ticaretimizde en önemli engel, bana göre,
bürokrasidir, devletin hantal yapısıdır; yeniden bir yapılanmaya mutlaka
gidilmelidir. Devletin, ticaretin içinde bilfiil olması sakıncalıdır.
Yönetimde, bir kısım siyasetçi, bürokrat ve sözde işadamlarının ilişkisi
mutlaka kesilmelidir. Canlı örnek vermek gerekirse, son günlerde hayalî ihracat
ve KDV soygunları bunun tipik örneğidir. Hükümetin yanlış tercihi, üretim yerine
rantı teşvik etmesidir. Hükümet ne diyor: Banka aç, mevduat topla, batarsa ben
kefilim. Bu yol yanlıştır; hükümet bu yolu tercih etmemelidir. Dış ticaretimizde en önemli tehlike ve tehdit, konuya
yaklaşım ve mantalite farklılığıdır, düşünce yetersizliğidir. Aslında, Türkiye,
insangücü olarak, teknoloji olarak ve finans olarak yeterlidir; yani, başka bir
ifadeyle, yağ, un, şeker var, helva yapımında sıkıntı mevcuttur. Ülkemiz,
maalesef hırsızların yağmasına uğramıştır. Tarihî bir vurgunla karşı
karşıyayız. Buna mutlaka son verilmelidir; yoksa, ihracatta yapılacak
çalışmalar yetersiz kalır. Dış Ticaret Müsteşarlığı, dış ticaretimizde çok önemli
bir yer tutar; 2001 yılı bütçesine baktığımız zaman, 29,7 trilyon liralık bir
bütçeye sahiptir. Uygulanan ekonomik programın en önemli yumuşak karnı
dışticaret dengesizliğidir. 2000 yılı cari işlemlerinde gayri safî millî hâsıla
yüzde 5'i kadar açıktır. Revize edilen
resmî rakam 8,2 milyar dolardır.
Bir program yapıyorsunuz ve bu programı kendi yılı içinde revize etmek,
programın sağlıklı gitmediğinin işaretidir. 2001 yılı için açıklanan hedeflere baktığımız zaman
"gayri safî millî hâsıla yüzde 4,5; ithalat yüzde 4,8 büyüyecek"
denilmektedir. İki hızın yakın olması, gerçekçi olmadığını göstermektedir.
İthalat artarsa, açık, sorun olmaya devam edecektir, tıpkı Arjantin örneğinde
olduğu gibi. Hatırlanacağı üzere, Arjantin'de cari açık 20 milyar doları
bulmuştur ve program iptal edilmiş; yani, yeni bir programa, yeni vergi ve
zamlara gidilmiştir. O açıdan,
hükümetin uyguladığı istikrar programının da, sonunun, akıbetinin
çok sağlıklı olmayacağı açıktır. 2000 yılı sonu itibariyle ithalat-ihracat rakamlarına
baktığımız zaman -hükümetin tahmini- ihracat 28 milyar dolar, ithalat 52,5
milyar dolar, açık 24,5 milyar dolardır. Tarım ürünlerinde azalma, sanayide
artma gözlenmektedir. Bu rakamlar, aslında, dışticaretimize yön verilmesi
açısından fevkalade önemlidir. Açık rakamı çok büyüktür; bu, bu oran miktarında
daha çok borçlanacağımız anlamına gelir. Aslında, buna gerekçe olarak, hükümet,
enflasyonla mücadeleyi, ihracatta kaynak eksikliğini, Euro- dolar paritesinde
Euro aleyhine gelişmeyi göstermekteyse de, bu tespitlere tam olarak katılmak
mümkün değildir. Yine, hükümetin açıkladığı 2001 beklentilerine
baktığımız zaman, gayri safî millî hâsıla büyüme yüzde 4,5; toptan eşya fiyat
endeksi yüzde 10, TÜFE, perakende fiyatlarda yüzde 12, ihracat 30 milyar dolar,
ithalat 54,5 milyar dolar, cari işlem açığı 6,6 milyar dolar hesaplanmaktadır.
Bu rakamlara da baktığımız zaman, ithalat ve ihracat arasındaki açının her gün
biraz daha arttığını görmekteyiz. Bu da, dışticaretimize daha çok önem vermemiz
gerektiğini anlatmaktadır. Aslında, dışticaretimizde, iki temel prensibe çok
ağırlık vermek mecburiyetindeyiz. Bunlardan bir tanesi, ikili ticarette
bulunduğumuz ülkelerle dışticaretimizin aleyhimize gelişmemesine dikkat etmek
mecburiyetindeyiz. Bir diğer önemli konu da, dışticarete komşu ülkelerden
başlamalıyız. Almanya'nın dışticaretine baktığımız zaman, Almanya,
dışticaretinin yüzde 80'ini komşu ülkelerle birlikte yapmaktadır. Halbuki, Türkiye, dışticaretinde devamlı aleyhe işleyen
ülkelerle ikili ilişkilerde bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse, ABD'yle
ilişkilerimizde, 1996'da 5,2 milyar dolar, 1998'de 5,8 milyar dolar
dışticaretimiz vardır. Yatırım İlişkilerini Geliştirme Anlaşması yaptığımız
halde, devamlı surette aleyhimize işleyen bir dışticaret söz konusudur. Ürdün, İsrail tipi serbest bölge çalışmaları bir an
önce tamamlanmalıdır. Aslında, dışticaretimizde müteahhit hizmetleri büyük
yer tutmaktadır. 1970'te Libya, Irak, Suudi Arabistan, Rusya, Türki
cumhuriyetler, Pakistan, Endonezya ve Almanya'yla başlayan dış müteahhitlik
hizmetlerinin bugün proje değeri 8,7 milyar doları bulmaktadır; bu rakamların,
süratle artırılmaya ihtiyacı vardır. Dışticarette ülkemizin jeopolitik konumu çok önemlidir.
Aslında, ülkemiz, Ortadoğu'da, Kafkaslarda ve Balkanlarda, petrol ve doğalgaz
açısından, 21 inci Yüzyıl Avrasya enerji koridoru açılmalıdır. Biz, burada,
evvela, Hükümetten, sonra, ilgili bakan ve bürokratlardan, bu konuyla ilgili ne
tür bir çalışma yapıldığını doğrusu öğrenmek istiyoruz. Sadece, Rusya ile
yapılan Mavi Akım Projesinde ülkemiz aleyhine gelişen bir ticaretten başka bir
şey yapılmamaktadır. Halbuki, bu bölgelerde, Türkiye, Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı kanalıyla, o bölgelerde, hem petrol ürünleri çıkarmalı hem boru
hattıyla Avrupa üzerine taşımalı; hem taşıma hem de pazarlamasını yapmalı ve
böylece bir enerji koridoru oluşturmak mecburiyetindeyiz. Dışticarette acilen düzenlenmesi gereken konulara
baktığımız zaman: 1- 21 inci Yüzyıl bilgi çağı, teknoloji transferi gerekir. 2
- Ar-Ge çalışmalarına ağırlık verilmesi gerekir. Gayri safi yurtiçi hâsıla
da, gelişmiş ülkeler için yüzde 3, Türkiye için binde 3'tür; bu, çok düşük bir rakamdır. 3-
Dünyada bilgisayar ve İnternet çağı gelişmiştir, klasik ticaret yapısını
değiştirmiştir. Dolayısıyla, İnternet ve bilgisayar teknolojisinden azamî
derecede istifade etmek mecburiyetindeyiz. OECD verilerine göre, elektronik ticarette, dünyada
1997'de 20 milyar dolar, 2000 başında 300 milyar dolar, 2003'te 1 trilyon
dolarlık elektronik ticaret hacmi vardır. Ben, burada, bir kere daha,
Bakanlıktan ve bürokrat yetkililerden öğrenmek istiyorum, bu elektronik
ticarette, ciddî büyük payda acaba bizim çalışmamız nedir, hangi hedefi
hesaplamaktayız? Aslında, ülkemizde, ihracatı artırmak için
yapılabilecek konuları süratle saymak gerekirse, çağdaş destekleme yöntemlerini
artırmalıyız. Kalite ile Türkiye'yi özdeşleştirmeliyiz ve Türkiye'de kaliteli
üretim yapmalıyız. KOBİ'lerin dış açılımları tek tek olma yerine, sektörel
dışticaret şirketleri daha başarılı olmaktadır. Birlik ve beraberlik içinde
dünyaya açılmalıyız. Yurtdışı fuarlara iştirak etmeliyiz. İkili serbest ticaret
anlaşması yaptığımız ülkelerin sayısı artırılmalıdır. Dampingli ithalata önlem alınmalıdır. İhracat
ürünlerimizin dış pazarlarda teknik engelleri aşmak için bir süre önce
Parlamentoda çıkarılan akreditasyon sisteminin oluşturulmasıyla ilgili yasadan
sonra, bu yapının bir an önce oluşturulması gerekmektedir. Ayrıca, dünya ve
Avrupa Birliği teknik mevzuatına uygun mevzuat hazırlamak mecburiyetindeyiz. Değerli arkadaşlar, aslında, dışticaret politikası
çerçevesinde, finans, çok önemli yer almaktadır. İhracatta finans sorunu çok
önemlidir. Özellikle orta ve uzun vadeli ihracatlarda Türk Eximbankını devreye
sokuyoruz; ancak, açılan kredi miktarı 1998'te 6 milyar dolar, 1999'da 8 milyar
dolardır; bu da, çok düşük bir rakamdır. Aslında, bizde bankacılık, sadece ranta hizmet etmekte;
belki de, bankacılık sektöründe meydana gelen yolsuzluk, usulsüzlük ve banka
boşaltmaları da verilen görevlerden kaynaklanmaktadır. Bugün bankaların
yaptığı, aracılıktır ve devlete para toplama görevi yapmaktadır, devlet tahvili
almaktadır. Bu da, bankacılık sektöründe, yönlendirme açısından çok önemlidir.
Bankacılığı, aslında, ihracat sektöründe kullanmak mecburiyetindeyiz. Ayrıca, Türkiye, uluslararası ikili anlaşmalar ve zaman
zaman karma ekonomik toplantıları yapmaktadır. İkili karma ekonomik komisyon
toplantılarını çoğaltmak mecburiyetindeyiz. Dünyada, uluslararası ekonomik
kuruluşlar var. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Candan, 1 dakika içerisinde toplayınız
lütfen. Buyurun. VEYSEL CANDAN (Devamla) - Bunlar, Ekonomik İşbirliği
Kalkınma Teşkilatı, Dünya Ticaret Örgütü, Karadeniz Ekonomik İşbirliği gibi bu
teşkilatlara sadece kâğıt üzerinde bağlı olmaktan ziyade, bu birliklere
aktivite getirmek lazım. Serbest bölge sayısı 23'tür; bunu da artırmak
mecburiyetindeyiz diye düşünüyorum. Son olarak söylemek gerekirse, Dış Ticaret
Müsteşarlığında yeniden yapılanma ve kamu ve özel sektör arasında uyum
sağlanmalıdır. Dış ticaret enstitüsü kurulabilir. Bu, üniversite ve
özel sektör arasında koordinasyon yapar ve hepsinden önemlisi de, ulusal
ihracat stratejimizin oluşması lazım; ancak bunlar oluşturulduğu zaman sağlıklı
bir dışticaret yapısına kavuşuruz. Ancak, ülkemiz içerisinde bulunan... Hazine bütçesini
görüşürken gördük ki, sadece ihracat yapmak yetmiyor, Hazineye de iyi sahip
olmak gerekir. Ben, ümit ediyorum ki, bu konuşmalar ışığında hükümetimizin
alacağı birtakım tedbirler dışticaretimizi motive edecektir. Bu duygularla hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Candan. Şimdi, hükümet adına, Sayın Devlet Bakanları, bu dört
bütçeyle ilgili olarak görüşlerini açıklayacaklar. Önce, Devlet Bakanı Sayın Şuayip Üşenmez; buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) Eşit mi kullanacaksınız efendim süreleri? DEVLET BAKANI ŞUAYİP ÜŞENMEZ (Yozgat) - Evet. BAŞKAN - Süreniz 15 dakika, buyurun. DEVLET BAKANI ŞUAYİP ÜŞENMEZ (Yozgat) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan evvel, pusu kurularak hunharca
şehit edilen polislerimize Allah'tan
rahmet diliyorum; kederli ailelerine ve polis teşkilatımıza da sabır ve
başsağlığı diliyorum. Şehitlerimiz bizim gönlümüzde daima yaşayacaktır. Onlar,
bizim manevî sevgililerimizdir. Onların, uğruna can verdikleri bu vatan
toprakları, asla bölünmeyecektir. Şehitler ölmeyecek, vatan bölünmeyecektir.
(MHP sıralarından alkışlar) Ayrıca, Yüce Heyetinizin ve bizleri ekranları başında
dinleyen Yüce Milletimizin ramazanını, müteakiben de bayramlarını tebrik
ediyorum. Sayın milletvekilleri, Bakanlığıma bağlı Danıştay
Başkanlığı ve Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde görüşlerimi arz
etmek üzere ve değerli konuşmacıların görüşlerine cevap maksadını teşkil eden
konuşmamı yapmak üzere huzurunuzdayım. Danıştay Başkanlığımız, tüzük, imtiyaz şartlaşması,
idarî görevler ve diğer görevleri olmak üzere onbir çeşit görevi üstlenmiştir.
Tabiîdir ki, köklü ve tecrübeli olan bu kuruluşumuz, mütevazı kadro sayısıyla
ve bütçesiyle bunu gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Danıştayın bütçesine
bakıldığı zaman, geçmiş yıllar ile 2001 yılı bütçesi arasında fazlaca bir fark
yoktur. Bu fark ise, tamamıyla personel giderlerini karşılayacak niteliktedir. Geçmiş yıllara bakıldığı zaman, gerçekten,
Danıştayımız, kendilerine tahsis edilen bütçe miktarlarını çok titizlikle
kullanmış ve tasarruf ilkeleri doğrultusunda ve sorumluluk anlayışı içerisinde
bir davranış sergilemiştir. Bu bakımdan, Danıştayımız, takdire layıktır. Ancak, Danıştayımızın, diğer kurumlar gibi,
hizmetlerini yürütebilmesi için, yüce milletimize daha güzel hizmetler
verebilmesi için, bazı eksiklikleri vardır. Çok değerli ve saygı duyduğum
Parlamenterimiz Mehmet Gözlükaya Beyefendinin de belirttiği gibi, günlük
ihtiyaçlarından asansör ihtiyacı, bina ihtiyacı, bilgisayar ihtiyacı ve lojman
ihtiyacı bunların başında gelmektedir. Ancak, takdir edilir ki, bunlar, zaruret
halinde, giderilmesi gereken ihtiyaçlardır. 57 nci cumhuriyet hükümeti olarak, bu ihtiyaçlara cevap
vermek için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Hepinizin malumu olduğu
üzere, kamu maliyesindeki sıkıntı, gönlümüzden geçen ve yapmamız gereken bazı
faaliyetleri yapmamızı engellemektedir; ancak, şurası da bir vakıa, bir
gerçektir ki, bütün bu saydığımız ihtiyaçlar, birbuçuk yılın bir birikimi
değil, geçmiş yıllara sâri olarak dağıldığında, yirmibeş otuz yıla varan bir
birikimin ve ihmalin sonucu olsa gerektir. Diğer kurumumuz olan Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü,
gerçekten bilgi ve tecrübeye sahip, köklü bir kurumumuzdur ve yılda 12 milyon
vatandaşımıza hizmet vermektedir. Bu hizmetlerinin başında, 3 milyon tapu
işlemi ve 1 milyon parsel kadastrosu işlemleri yapmaktadır. Tabiîdir ki, kendi bünyesinde ve organizasyonu gereği,
bu işlemleri, birebir, vatandaşla karşı karşıya gelmek suretiyle yaparken,
kendi organizasyonunu, bölge müdürlükleri, tapu sicil müdürlükleri ve kadastro
müdürlükleriyle gerçekleştirmektedir. Yine, sayı itibariyle ve Türkiye'de yaptığı görev
itibariyle değerlendirildiğinde, karşılaştırıldığında, hakikaten, personel
ihtiyacı had safhadadır. Açık olan bu kadrolarına yeni personel verildiği
takdirde, bu hizmetlerin, daha verimli, daha kaliteli ve nitelikli bir yapıya
kavuşacağına inanıyorum. Sonra, bütçe itibariyle de, yıllar itibariyle değerlendirildiği, bakıldığı zaman, yapılan
işlere göre çok küçük rakamlarla ifade edilecek bir bütçe payı ayrılmaktadır;
ancak, ne var ki, bu köklü kuruluşumuz kendi bünyesinde oluşturduğu döner
sermaye kurumuyla ve kazandığı harçlarla, devlet bütçesinden ayrılan payın üç,
dört katına yakın bir para kazanmaktadır. Gerek araç-gereç, gerekse diğer
hizmetlerin sağlanmasında döner sermaye payları çok etkin bir rol oynamaktadır.
Aynı zamanda, Devlet Planlama Teşkilatının öngördüğü ve hedef olarak seçtiği
tapu kadastro hizmetlerinin üzerinde, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü hizmet
vermektedir, hedefin üzerine çıkmaktadır. Tabiîdir ki, kaynağını döner sermaye
harçlarından karşılamaktadır ve hizmet üretirken, kadastro hizmetleri
üretirken, kırsalda yüzde 85.6, şehir merkezlerinde yüzde 99.9 neredeyse yüzde
100'e varan bir gerçekleştirme oranı bize sunulmaktadır. Bütçe artışlarına baktığınız zaman, geçmiş yıllarla
günümüz bütçesine bakıldığı zaman çok mütevazı bir artıştır, yüzde 8'ler
civarındadır. Bütün bunları, tabiîdir ki, kendi bünyesinde
oluşturduğu yetkin, salâhiyetli ve o kadar da tecrübe sahibi kadrosuyla bu
hizmetleri gerçekleştirmektedir. Huzurunuzda Tapu Kadastronun fedakârane
çalışan, bilgili, tecrübeli personeline teşekkür ediyorum. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, sadece yurtiçi
hizmetleri yürütmekle kalmamakta, aynı zamanda, kan kardeşimiz ve tarih
birliğimiz olan Türk cumhuriyetlerine de rehberlik yapmaktadır. Azerbaycan,
Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan; hatta, Arnavutluk ve Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetine hem araç-gereç hem de bilgi teknoloji açısından
hizmet vermektedir. Nitekim, yeni kurulan Türk cumhuriyetleri ile mutabakat
protokolları imzalamış, bu protokollar çerçevesi içerisinde kendine düşeni
yapma gayreti göstermektedir. Değerli milletvekilleri, hiç şüphe yok ki, çağımız
bilgi çağı, teknoloji çağı ve insan kaynaklarımızı çok iyi kullanma çağıdır. Bu
anlayışla, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, bilgi sistemi çerçevesi içerisinde
kendisinin yetki alanına giren konularda gayretlerini gösterirken yeni yeni
projelere de imza atmıştır. Bu, Tapu Kadastronun tarihinde bir yeniliktir, bir
reformdur. Bunların başında MERLİS Projesi, Dünya Bankası kaynaklı; ama, mahdut
bir miktarda para destekli. Tamamıyla, hizmeti, teknik açıdan ve bilgi
açısından Tapu Kadastro kaynaklı olmak üzere bir MERLİS Projesini
gerçekleştirme peşindedir. Hepimizi üzen, Marmara depremi olarak, Düzce depremi
olarak bilinen, bir daha olmasını arzu etmediğimiz, milletimizi kedere boğan bu
yer hareketleriyle, gerçekten, arazi sınırları ve mülkiyet sınırları
değişmiştir. Mutlaka buraya el atılmalıydı. İşte biz de acil olarak oraya el
attık. 3 vilayeti kapsayan, tamamıyla Tapu Kadastronun emeğiyle
gerçekleştirilecek olan MERLİS Projesini gerçekleştirme yolunda büyük
gayretlerimiz vardır. Ayrıca, bu da yetmiyor, arazi bilgi sistemini,
tamamıyla, teknolojinin getirdiği bilgisayara, onun hafızasına aktarmak için
büyük gayretler vardır. İşte, Marmara Bölgesindeki bütün arazi bilgileri,
bilgisayar ortamına girmiştir. TAKBİS Projesi ise, bizatihi, Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğü bünyesinin bir ürünüdür ve onun hafızasından kaynaklanan bir
projedir. Bu, tapu kadastro arazi bilgi sistemini, tamamıyla, bilgisayar
ortamına aktarmak ve ülkemizin belli yerlerini pilot bölge seçmek suretiyle,
tüm ülkeye, zaman içerisinde -dört yıllık bir periyot içerisinde- yaymak
suretiyle, düğmeye bastığımız zaman, her türlü bilgiyi alabileceğimiz
otomasyona geçiş projesidir; bu çalışmalar da başlatılmıştır. Önümüzdeki zaman
dilimi içerisinde, bunlar, bir bir uygulamaya konulacaktır. Değerli milletvekilleri, özet olarak söylemek istersem,
ülkemizde, her yönüyle, saygınlık kazanan köklü bir kuruluş olan Tapu Kadastro
Genel Müdürlüğü, bu kısa zaman içerisinde, kendini yenilemek, çağa uygun bir
hale gelmek ve bilgi, teknoloji çağına uygun bir yapıya kavuşmak için, yeniden
yapılanma planını, projesini uygulama peşindedir. Birincisi, mevzuat açısından çok hazırlıklarımız var;
bir kısmını hazırlamak suretiyle, Yüce Meclise taşımak gayretindeyiz; hatta,
bazıları, Yüce Meclisimizin gündemindedir. Diğer; biraz evvel söylediğim gibi, otomasyon
çalışmalarıdır. Sonra, personelin meslek içi eğitimi... Hiç şüphe yok
ki, çağ değişiyor; bilgi çağında yeni yeni gelişmeler oluyor. Bu çağa ayak uydurabilmemiz için, çağın gereklerine uygun
bir şekilde, personelimizin, zaman içerisinde, belli gruplar halinde, belli statüler
çerçevesi içerisinde, meslek içi eğitimine ağırlık verilmektedir. Sonra, bir diğeri reform niteliğinde olan rotasyon
projemizdir. Türkiye, beş bölgeye ayrılmıştır. Tıpkı, hâkimler, savcılar ve
Türk Silahlı Kuvvetlerinde olduğu gibi, bu beş bölgenin özellikleri dikkate
alınmak suretiyle, gelişmesi ve büyük merkezlere uzaklığı yakınlığı dikkate
alınmak suretiyle, beş bölgeye ayrılan Türkiye'de, herkese, belli zaman
dilimleri içerisinde her bölgede kalma şartı getirilmek suretiyle, yetişmiş insanların, belli
şehir merkezlerinde, büyük şehir merkezlerinde birikme
ve yığılmasının yanında,
hizmet bekleyen diğer
bölgelerimize gönderilmeleri konusunda bir reform hareketidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, toparlar mısınız. DEVLET BAKANI ŞUAYİP ÜŞENMEZ (Devamla) - Bundan hiç
kimse alınmasın. Kimsenin gözüne, kaşına ya da siyasî görüşüne göre bu
yapılmamaktadır. Atamalar bundan sonra devam edecektir; şimdi, müdürlük ve onun
yanında, muavinlik seviyesindedir; bütün personeli kapsayacaktır. Bunun birçok sebebi var; ama, asıl olan, tabiîdir ki,
hizmet bekleyen bölgelerimize personel temini; ayrıca, haklı yahut da haksız,
bu kurumun üzerine düşürülmek istenen gölgeleri bertaraf etmek içindir. O yüzden,
bunu gerçekleştireceğiz ve bu konuda
da hiç taviz vermiyoruz, vermemeye de kararlıyız. Burada,
atamalar yapılmıştır, birçok
talepler gelmiştir. Onlara,
tabiî, saygıyla cevaplar verilmiştir; ama, yaptığımız icraat
değiştirilmemiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) DEVLET BAKANI ŞUAYİP ÜŞENMEZ (Devamla) - Sayın Başkan,
bağlayacağım. BAŞKAN - Efendim, son cümleniz için mikrofonu açıyorum.
Aksi takdirde, Sayın Toskay'ın süresinden intikal edecek. Buyurun efendim. DEVLET BAKANI ŞUAYİP ÜŞENMEZ (Devamla) - Tamam efendim. Diğer bir husus da, atama yapılırken, liyakat, ehliyet,
bilgiye önem verilmektedir. Bu merkezde de böyle olmaktadır, taşrada da böyle
olmaktadır. Çünkü, hizmet, kalite istiyor. Benim vatandaşım, herhangi bir
yolsuzluğa bulaşmadan hizmet istiyor. O da bizim görevimiz diye düşünüyorum ve
bu anlayışla, kesinlikle ve kesinlikle siyasî bir yapılanmanın değil; hakka,
adalete ve büyük milletimizin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılanma
gerçekleştirilmektedir. Beni dinlediğiniz için, hepinize yeniden, saygılarımı
ve muhabbetlerimi arz ediyorum, fikir beyan eden tüm konuşmacılara da
huzurunuzda teşekkür ediyorum ve 2001 yılı bütçemizin Yüce Türk Milletine
hayırlara vesile olmasını diliyorum. Sağolun efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Diğer bütçelerle ilgili olarak, Devlet Bakanı Sayın
Tunca Toskay görüşlerini açıklayacaklar, buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar) Sayın Toskay, süreniz 15 dakikadır. DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Antalya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan evvel, ben de şehit polislerimize
Allah'tan rahmet diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun. 2001 yılı bütçesiyle ilgili olarak benim Bakanlığıma
bağlı iki bütçe; yani, Devlet İstatistik Enstitüsü ve Dış Ticaret Müsteşarlığı
bütçesi bugün burada müzakere edildi. Her iki bütçe hakkında konuşan değerli
milletvekillerine çok teşekkür ediyorum; çok değerli değerlendirmeler yaptılar.
Bundan sonraki uygulamalarımızda, onların müspet, olumlu katkılarını mutlaka
dikkate alacağız ve göz önüne alarak uygulamamızı sürdüreceğiz. İzniniz olursa, ilk önce, Devlet İstatistik
Enstitüsünün bütçesiyle ilgili bazı, burada yapılan değerlendirmeler hakkında,
fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. En çok üzerinde durulan, gerçekten de durulması gereken
çok önemli 3 tane olayı, Devlet İstatistik Enstitüsü 2000 yılında
gerçekleştirdi. Bunlardan bir tanesi
numaratajdı. Binalara numara verildi. İkincisi, bina sayımıydı. Üçüncüsü
de, 14 üncü genel nüfus sayımıydı. Nüfus sayımıyla ilgili yapılan değerlendirmelerde bir
noktayı açıklığa kavuşturmamızda fayda var; çünkü, 2 değerli partinin çok
değerli 2 temsilcisi, 2000 yılı nüfus sayımıyla ortaya çıkan problemin bütün
kabahatinin ve yükünün Devlet İstatistik Enstitüsünde olduğuna dair bir
değerlendirme yaptılar. Genel nüfus sayımlarının uygulaması şu şekilde
olmaktadır: Devlet İstatistik Enstitüsü, yapılan genel nüfus sayımının genel
yönetimi, usul ve ilkelerinin uygulanmasından sorumludur, konulmasından
sorumludur. Nüfus sayımının sahadaki organizasyonu, illerde valilerin
başkanlığında, ilçelerde de kaymakamların başkanlığında; her iki idarî birimde,
belediye başkanlarının da dahil olduğu sayım komiteleri tarafından
yürütülmektedir; yani, sayımın uygulamasında sorumlu olan ünite, sayım
komiteleri, onun başında da devletin o idarî birimdeki en büyük mülki amiri
bulunmaktadır; birincisi bu. İkincisi, Devlet İstatistik Enstitüsü, 22 Ekim 2000
günü yapılan nüfus sayımında, yaklaşık 981 bin tane anketörü görevlendirdi.
Müsaade buyurursanız, bu anketörler, Devlet İstatistik Enstitüsünün elemanı
değil; daha evvel eğitime tabi tutulmuş, soru kağıtlarının nasıl uygulanacağı
hakkında bilgilendirilmiş, eğitilmiş, belli bir ücret karşılığında 1 gün
istihdam edilen; tabiî ki, tamamı da nüfus sayımının yapıldığı yörelerin
insanı, çoğu da, oradaki kamu görevlisi veya öğrenciler. Şimdi, belli bir sonuçla karşı karşıya geldik. Nedir o
sonuç; bütün bu söylediğimiz sayımı uygulamaktan yükümlü olan sayım
komitelerinin sorumluluğu altında yapılan sayımda, bütün yörelerde, değerli
milletvekillerimizin de, istatistikçi olduğunu söyleyen milletvekilimizin de
"Devlet İstatistik Enstitüsüne haksızlık etmemek gerekir" diye itiraf
ettiği, genel bir şekilde nüfusu artırma eylemiyle karşı karşıya kaldık. Devlet İstatistik Enstitüsü, 23 ilde bölge müdürü olan,
Ankara'da oturan bir merkezî teşkilat. Bütün Türkiye'de yapılan nüfus
sayımında, nüfus sayım komiteleri ve yerel yönetimlerin tamamı nüfusu artırma
istikametinde bir gayret içerisinde olursa, sağlıklı veriyi, sahadan toplayıp
da merkeze intikal ettirmek imkânına kesinlikle sahip değil; ama, değerli
milletvekillerimiz, bir tek şeyden müsterih olmanızı istirham ediyorum,
uyguladığımız yöntem, Devlet İstatistik Enstitüsünün sahip olduğu teknoloji,
demografi ilminin bütün olanakları ve imkânları kullanılarak, 2000 nüfus
sayımı, gerçek düzeyine ve sağlıklı veri olma niteliğine kavuşturulacaktır.
Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın; ama, izniniz olursa, Sayın Aslan Polat'ın
söylediği bir tek şeyi kabul etmemiz mümkün değil; bu hükümet, nüfus sayımını
yüzüne gözüne filan bulaştırmadı. (MHP sıralarından alkışlar) Bu sayım,
cumhuriyet tarihinin en düzgün organizasyonuyla en iyi işleyen sayımı oldu. Bir
kere, adres cetvellerimiz son derece sağlam. O
bakımdan, diyoruz ki, elimizdeki veriler; numaratajla ilgili
veriler, bina sayımıyla ilgili veriler, elektronik ortama dökülmüştür; bütün
soru kâğıtları elden geçirilerek, denetlenerek, bu sayım, gerçek rakamlarına
mutlaka ulaştırılacaktır. Bunu sizlere arz etmek istedim. Fiyat endeksleriyle ilgili olarak şunu ifade
edeyim: Devlet İstatistik Enstitüsünün fiyat endeksleri
içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımızın hiçbirisinin bir şüphe ve
güven bunalımı içerisinde olmasına gerek yok. Uluslararası kriterlere uygun
ölçülerle, bilimsel metotlarla bu istatistikler toplanmakta, derlenmekte ve
yayınlanmaktadır. Ancak, biraz evvelki değerli konuşmacılarımızdan birinin de
çok ayrıntılı bir şekilde ifade ettiği gibi, özellikle fiyat istatistikleriyle
ilgili verilerimiz, taban, baz itibariyle 1994 yılını esas almaktadır. 1994
yılından bu tarafa geçen altı yedi yılda da Türkiye'de tüketim eğilimlerinde ve
tüketim kalıplarında önemli değişiklikler olmuştur. Bunu dikkate alan Devlet
İstatistik Enstitüsü, 1.1.2001 tarihinden itibaren, hane halkı tüketim
harcamaları anketini başlatacaktır. Bu anket bir yıl süresince devam edecektir.
26 800 aile bu ankete katılacaktır Türkiye'nin dörtbir tarafından. Bilimsel
metotlarla seçilmiş olarak, toplumu temsil eden ailelerdir bunlar. Bunlardan
elde edilen bilgilerle fiyat endekslerimizi 2001 bazlı olarak tekrar
düzenleyeceğiz. Bu anketin sonucunda elde ettiğimiz verilerden, aynı zamanda,
Türkiye'de gelir bölüşümüyle ilgili yeni bir çalışmayı da bu ankete
dayandırarak, ortaya koyacağız ki, en son çalışma da 1994 tarihlidir; onun da
yenilenmesi zamanı gelmiş bulunmaktadır. İstanbul Ticaret Odasının endeksi ile Devlet İstatistik
Enstitüsünün tüketici fiyat endeksini karşılaştırmak mümkün değildir.
Birincisi, İstanbul Ticaret Odası endeksi İstanbul iliyle sınırlı olarak
uygulanmaktadır; ikincisi, Devlet İstatistik Enstitüsünün tam 87 400 fiyatı
işleyerek yaptığı bir endeksi İstanbul Ticaret Odası endeksiyle karşılaştırmak
mümkün değildir. 1997 nüfus sayımıyla ilgili de iki üç cümleyle
sözlerimi, Devlet İstatistik Enstitüsü kısmında kapatmak istiyorum. Ağustos ayı itibariyle çıkan bir kanunla, 30
Kasım tarihinde yapılması öngörülen bir nüfus tespiti çalışması; yani,
Meclisten kanun çıkmış, Demokratik Sol Partinin bir kanun teklifidir, kanun
çıktığından itibaren dört ay sonra nüfus tespiti yapın demişsiniz. Dört ayda
nüfus tespiti bu kadar yapılabiliyor. Hiçbir sonucu yayımlanmadı denildi; idarî
sonuç da dahil, sosyal ve ekonomik sonuçlar yayımlandı, herkesin istifadesine
de hazır durumda. İzin verirseniz, Dış Ticaret Müsteşarlığının bütçesiyle
ilgili de bazı düşüncelerimizi sizlere arz etmek istiyorum değerli
milletvekilleri: Bugün Türkiye ekonomisinin, nasıl bir genel ekonomik ortam
içinde yaşadığı ve çalıştığını iyi tespit etmemiz lazım. Küreselleşme dediğimiz
bütün ülkeleri ve bütün dünya ekonomilerini etkisi altına almış ve eğilimlerini
kabul ettirmiş bir genel fenomenle, olayla karşı karşıyayız. İletişim fevkalade
hızlı ilerlemiş ve ekonominin bütün alanlarında yoğun olarak kullanılır hale
gelmiş ve rekabet şartları, bundan on yıl, yirmi yıl evveline nazaran çok
değişmiş. Artık, hepimizin bildiği gibi, bir ülke ekonomisinin iç pazarı ve
uluslararası pazar ayırımı yapması da
artık, imkân dahilinde değil; yani, Türk ekonomisi, hem kendi iç pazarında hem
uluslararası pazarda bütün dünya ekonomisiyle rekabet halinde; böyle bir ortam
içerisinde çalışıyoruz. Bazı sektörlerde sıkıntılarınız, sorunlarınız olabilir;
bazı alanlarda bazı problemlerinizi çözmek isteyebilirsiniz. Bundan yirmi,
yirmibeş yıl öncesine kadar orada da çok serbest değilsiniz; çünkü, Türkiye,
Dünya Ticaret Örgütünün üyesi; Dünya Ticaret Örgütünün uluslararası ticarette
koyduğu bütün kurallara ekonomi olarak uymak zorundayız. Bu söylediğimiz küreselleşme eğiliminin yanında bir
başka eğilim de çok çarpıcı olarak ortaya çıkmaktadır."Bölgesel
Entegrasyonlar" dediğimiz entegrasyonlar var. Bunların, bizi de
ilgilendiren en önemlisi nedir; Avrupa Birliğidir. Avrupa Birliği ile Türkiye,
bir gümrük birliği anlaşmasına sahiptir ve Dış Ticaretin de, bu anlaşmanın
bütün şartlarına da ne yapmak zorundadır; uymak zorundadır. Bütün bu söylediğimiz ortamda çalışan bir
ekonomiyi ele aldığınız zaman,
yapılması gereken şey, bu ekonominin çok verimli çalışan bir ekonomi haline
gelmesini sağlamaktır; ama, hepimiz biliyoruz ki, Türkiye ekonomisi,
1980'lerden itibaren, ithal ikamesine
dayalı politikaları terk edip dışa açık politikaları kabul ettiğinden bu
tarafa, yerine getirmesi gereken bazı önemli yapısal dönüşümlerini de yerine
getiremedi. Bu söylediğimiz ekonomik politikanın da buna dayalı ekonomik
pazarın ihtiyacı olan kurumlarının
çoğunu kuramadık, kuralların çoğunu koyamadık ve yapılması gereken yapısal
reformların çoğunu yapamadık. Bunun çok açık örneği, Türkiye ekonomisi yüzde
60'ların altına inmeyen yüksek enflasyon dediğimiz kronik bir hastalıkla
yirmibeş yıldır boğuşmakta ve bu ekonominin, bu söylediğimiz dünya
konjonktüründe ve şartlarında artık, bu şekilde devam etmesi de mümkün değil. O
zaman yapılması gereken şey, bu enflasyonu indireceğiz; ama, enflasyonu para ve
maliye politikalarıyla indirmemiz tek başına yeterli değil. Bu düşürülmüş
enflasyonun, istikrarlı şekilde, düşük düzeyini koruyabilmesi için de, verimli
çalışan bir ekonomiye geçişi yapısal reformlarla sağlamamız lazım. Bu, kolay
bir iş değil, bu zor bir iş, bu sancılı bir iş. Eğer, zaten, çok kolay olsaydı,
öyle zannediyorum ki, bu sorunların çoğu, bugüne kadar kalmaz çözülürdü. Bu zor
iş, 57 nci Cumhuriyet Hükümetinin önünde bekliyor ve biz, bunu, bu problemleri
-yapısal sorunlar dahil- çözmeye, ciddî şekilde, kararlı bir tarzda da bu
ekonomik politikayı uygulamaya devam ediyoruz. Şimdi, izin verirseniz, çok az süre kaldı. Bu süre
zarfında da, dışticaretimiz hakkında ve yaptıklarımız hakkında, çok kısa
sizlere bilgi arz etmek istiyorum. Bu yıl, yaklaşık 28 milyar dolarlık olan hedefimize,
zannediyorum ki, az farkla da olsa yaklaşacağımızı ümit ediyoruz, rakamlar onu
gösteriyor;ama, hepinizi... Plan ve Bütçe Komisyonunda da söyledim; benim o
söylediğimi, burada, bir değerli milletvekili arkadaşımız da zikretti. Bu
uygulanan ekonomik programın en dezavantajlı kıldığı kesim dışticaret; ithalatı
artırıcı, ihracatı zorlaştırıcı bir etkisi var. Bu etki, maalesef, bizim
dışımızda olan bir ekonomik gelişmeyle de daha da ağırlaştı; o da şu: Euro ile
dolar paritesindeki bizim aleyhimize olan gelişme, euro aleyhine olan gelişme,
bizim, ihracatımızı, daha evvel, programın başlangıcı sırasında
hesapladığımızdan daha da güçleştirdi. Bir tek rakam size arz etmek istiyorum, bunu da bir
mazeret olarak söylemiyorum, bir
hakikati tespit babında söylüyorum. Eğer, yıl başında, programın başladığı
dönemdeki euro-dolar paritesi devam etseydi, bugün itibariyle ihracatımızdaki
artış oranı yüzde 13 olacaktı; eylül itibariyle yüzde 4'teyiz. Bu, bizim
elimizde olmayan bir şey; ama, buna rağmen, ihracat, yine de dayanıyor ve
direniyor. Tabiî ki, onu desteklemek bakımından, elimizden gelen her şeyi
yapmak zorundayız. Türkiye
Cumhuriyetinin, ekonomik bakımdan zor bir dönemden geçtiğini hepimiz
kabul ediyoruz. 2001 yılı, zor bir yıl ve zor bir bütçe; buna rağmen, bu
bütçede, yaklaşık 600 trilyon liraya yakın, Eximbanka ve Dış Ticaret
Müsteşarlığına, ihracatı desteklemek için kaynak ayırmaya gayret etti bu
hükümet ve öyle zannediyorum, bu kaynakla, ihracatın birçok derdine deva olmaya
gayret edeceğiz 2001 yılında. Bu arada, komşularımızla ihracatı geliştirmek için çok
sistemli bir şekilde çalışıyoruz. İran, Irak ve Suriye ile olan ilişkilerimiz
son derece iyi şekilde gidiyor; rakamlar, geçen seneden önemli ölçüde farklı,
bu politikamızı sürdürmekte de kararlıyız. Eximbank, önemli bir görevi yerine getiriyor bu arada,
bu zor şartlarda; Türk Lirasında yüzde 22'yle 29, kalkınmada öncelikli yörelerde, ihracat sigortası da yapılmışsa
yüzde 17'ye kadar düşüyor TL kredisinin faizi, dövizde de 8,25 ve 8,75'le
ihracatı destekleyici kredi veriyoruz. Yaklaşık 300 trilyon liralık bir kaynak
aktarmasıyla, zannediyorum ki, Eximbank, bu başarılı görevini önümüzdeki yıl da
devam ettirecek. Türk cumhuriyetleriyle ilgili münasebetlerimize ve
ekonomik ilişkilerimize büyük önem
veriyoruz. Şu ana kadar Türk cumhuriyetlerine, ülke kredisi olarak 1,4 milyar
dolarlık kredi tahsisi yapılmıştır ve bu politikamızı sürdürmeye devam
edeceğiz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen toparlayınız. DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Devamla) - Hay hay Sayın
Başkanım. Tarife dışı engeller dediğimiz engelleri, Dünya Ticaret
Örgütünün ve uluslararası yükümlülüklerimizde kural çiğnemeksizin uygulamaya
hassasiyetle devam edeceğiz. Son olarak şunu ifade edeyim: Antidamping uygulamasında
Türkiye, dünyanın en iyi antidamping çalışmasını ve uygulamasını yapan ilk altı
ülke arasında bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri, 2001 yılı Dış Ticaret
Müsteşarlığı ve Devlet İstatistik Enstitüsü bütçesinin, Türk Milletine ve Türk
ekonomisine hayırlı hizmetlere vesile olmasını temenni ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Devlet Bakanımız Sayın Tunca Toskay'a teşekkür
ediyorum. Şahısları adına son konuşma, Karabük Milletvekili Sayın
Mustafa Eren'e ait. Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. MUSTAFA EREN (Karabük) - Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Dış Ticaret Müsteşarlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı,
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ve Sayıştay Başkanlığı bütçeleri üzerinde söz
almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Zamanın elverdiği
ölçüde, ilgili bütçeler hakkında sizlere görüşlerimi sunmaya çalışacağım. Dış Ticaret Müsteşarlığı, sorumluluk alanına giren
konular, uygulanan ekonomik programın özelliği nedeniyle, çok özel önem,
öncelik ve hassasiyet arz eder hale gelmiştir. Türkiye, programın artılarını ortaya koyarken,
yarattığı riskleri de doğru tahmin etmek, doğru teşhis etmek ve tedbir almakta
gecikmemek durumundadır. Sekiz aylık rakamlara ve yıl sonu tahminlere
baktığımızda, Türkiye, 24 milyar doları aşacak bir dışticaret açığıyla karşı
karşıyadır. İthalat 56 milyar dolara tırmanırken, ihracat 28 milyar dolarlarda;
dışticaret açığının yanında, 10 milyar dolarlık bir cari açıkla da karşı
karşıyayız. Bu rakamlar, Türkiye büyüklüğündeki ve Türkiye gibi ülkeler için
kabul edilebilir rakamlar olmadığı gibi, sürdürülebilir özelliği de yoktur.
İthalatta meydana gelen hızlı artışı birtakım tedbirlerle kontrol altına alma
ve durdurma şansımız olmaması da, işin bir başka boyutudur; çünkü, ithalattaki
artışın temel nedeni uygulanan kur politikası ve kurdaki çipa modelidir. Bunun sonuçlarına baktığımızda şunları görüyoruz:
İhracat, gerçekten büzülüyor, artmıyor. Euro'daki gelişmeler bu olumsuz gidişi
destekliyor. İhracattaki azalış, üretimdeki azalış, istihdamdaki azalış demek;
ülkedeki büyümeye olumsuz katkı, dış talebin yok olması, pazarların kaybı
demek; ithalattaki artış da, Türkiye'nin yabancı ülkeler için dünyanın en güzel
pazarı haline gelmesi demek. Dolayısıyla, bu uygulamayla, bu tabloyu sürdürme
imkânımız yok. Türkiye'nin şu anda karşı karşıya bulunduğu en önemli olumsuz
tablo, program uygulamasında dış dengede yaşadığı olumsuzluk ve cari açıkta
yaşadığı rekor düzey. Türkiye, ihracat için bir şeyler yapmak zorunda. Son
ekonomik krizde gördük ki, yabancı sermaye, riski gördüğünde, ülkemizi acilen
terk etmektedir; ancak, ülkemizin geleceği adına üretim yapan, işçi istihdam
eden hür teşebbüs, her türlü şartlarda faaliyetini sürdürme çabası ve gayreti
içerisindedir. Ancak, ihracatçıya moral verecek, ihracatçının önünü açacak,
kredilerle ve diğer girdi destekleriyle ihracatçıyı güçlendirecek bir program
ortaya konulması gerekirken, âdeta,
bindiğimiz dalı keserek, ihracatçı, kaderiyle baş başa bırakılmıştır.
İhracatçının desteklenmesi ve ihracatın artırılması konusunda acil tedbirler
alınmaz ise, bu olumsuz tabloyla, önümüzdeki yılı ve ne de ondan sonraki
yılları taşıma şansımız yoktur. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğü, vatandaşın toprak varlığının belirlenmesi ve kanunen korunabilmesi
için çok önemli görevler yapmaktadır. Ancak, 3402 sayılı Kadastro Kanununun
günümüz gerçeklerine cevap verebilmesi için, ilgili maddelerinin bir an önce
yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Biliyoruz ki, Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğünün, orman vasfını kaybetmiş alanlara ya da orman vasfını muhafaza
eden alanlara müdahale hakkı yoktur; ancak, yine biliyoruz ki, Orman Bakanlığının
talebi halinde, orman vasfını kaybetmiş yerlerin bildirimi durumunda, buraların
orman kadastrosunun yapılması mümkündür. Bu konuda ülkemizin birçok yerinde sıkıntılar yaşanmaktadır. Bunlardan biri de,
Karabük İlimizin Yenice İlçesidir. Orman varlığı açısından ülkemiz için çok
büyük önem arz eden ve "Yeşil Yenice" olarak bilinen bu ilçemizde,
vatandaş, devletimizle mahkemelik olmuş, yüzlerce insan mağdur durumda
bırakılmıştır. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün, bir an önce, Orman
Bakanlığıyla koordinasyon sağlayarak, bu insanları mahkeme kapılarından
kurtarması lazımdır. 2001 yılı bütçesine baktığımızda, ayrılan bütçenin
yeterli olmadığı, kadastro ekiplerinde görev yapan elemanların görev
yollukları, konaklama, yiyecek ve diğer zorunlu giderlerinin bile
karşılanmasının mümkün olmadığı görülmektedir. Yıllardan beri özveriyle görev yapan Tapu Kadastro
elemanlarının rotasyona tabi tutularak mağdur edilmelerini de haklı bulmak
mümkün değildir. Bu insanlara eziyet çektirmek yerine, fazla çalışma
tazminatlarının artırılması ve döner sermaye kapsamında yapılan işlerden ücret
verilerek malî sorunlarının giderilmesi daha yerinde olacaktır. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; zaman ölçüsünde
diğer konulara da değinmek istiyorum: Danıştay bütçesiyle ilgili olarak da, yargının içinde
bulunduğu durum hepimizi yakından ilgilendirmektedir. Bugün için 2001 yılı
bütçesi görüşülmekte olan ve tüm yargının bir parçası olan üst
mahkemelerimizden Danıştayın iş ve işlemleri de, diğer yargıyla birlikte
mütalaa edildiği zaman, yargıya ayrılan kaynakların yetersiz olduğu, yargılama
işlemlerinin ve sürecinin yavaş işlediği, dolayısıyla, tarafların bu
gecikmeden dolayı zarara uğradığı... Hukukun üstünlüğüne
dayalı hukuk kurallarının oluşturulmasında, çağdaş gelişmelerin yeterince takip
edilmesi gerekmektedir. Hukuk sisteminde, uluslararası çağdaş hukuk
kurallarının tatbikatında istenenilen standartlara erişilmesi, iyi yetişmiş
insangücü kaynaklarının geliştirilmesi ve yargı hizmetine sunulması için
gerekli düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bütçede, bu konuda
gerekli olan donanım ve yazılım hizmetlerinin, Danıştayın ihtiyaçlarını
karşılayacak ölçüde bir bütçe, maalesef, getirilmemiş olduğunu itiraf etmek
gerekir. Bu konuda hükümetin uyguladığı ekonomik program, maalesef, tüm
ülkemizdeki dargelirli, memur, emekli, dul, yetim, işçi, çiftçi ve ziraatçı
gibi, hâkim ve savcılarımızı, yani, adliye mensuplarımızı de etkilemekte ve
onları da hayat pahalılığı içerisinde bırakmaktadır. Dolayısıyla, Danıştaya
ayrılan ödenekler yeterli görülmemektedir. Adaletin, devletin meşruiyet temeli olduğu, adaletin
ancak demokratik hukuk devletiyle mümkün olabileceği ve adaletin, toplumsal
barışın güvencesi olduğu, hepimizin kabul etmesi gereken bir gerçektir. Bu
noktadan bakıldığı zaman, hâkimlik ve savcılık mesleğinin daha cazip hale
getirilmesi, sayılarının hızla artırılması ve mahkemelerin iş yoğunluğunun azaltılması için idareye reform getirilmesi,
yargıya tam bağımsızlık verilmesi; devletin hukuku değil, milletin hukuku
ilkesinin getirilmesi; hukukun üstünlüğünün sağlanması; düşünce, inanç ve fikir
özgürlüğünün tüm Batı ülkelerindeki standartlarda sağlanması; bir yandan,
demokrasi geliştirilirken, diğer yandan da, ülkenin üniter yapısının sağlam
güvenceler altına alınması;
yargı birliğinin getirilmesi; bu kapsamda, Danıştayın görevlerinin
sağlam güvenceler altına alınması ana ilkeler olarak benimsenmelidir. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; son olarak da,
Devlet İstatistik Enstitüsüyle ilgili görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Devlet İstatistik Enstitüsü, 1926 yılında Ulu Önder
Atatürk tarafından kurulan cumhuriyetimizin en köklü müesseselerinden biridir.
Devlet İstatistik Enstitüsü denildiğinde, vatandaşın ilk aklına gelen şey,
enflasyon rakamlarını açıklayan ya da nüfus sayımı yapan bir kurum olmaktadır.
Ancak, ne yazık ki, Devlet İstatistik Enstitüsünün yaptığı bu tür araştırmalara
da vatandaşımız güvenemez haldedir. Şöyle ki, 22 Ekim 2000 nüfus sayımından
önce, nisan ve temmuz ayları arasında yapılan ön hazırlık çalışmalarına 550
kurum personeli de katılarak, mahalle, sokak numaraları yeniden düzenlenmiş ve
bu çalışmalar için belediyelere 6 trilyon liralık kaynak aktarılmıştır. Her
seferinde "artık bu son olacak" vaadiyle vatandaşlar evlerine
hapsedildi, turizm bölgelerine gelen turistler gemilerde bekletildi, esnaf
kepenk kapattı, turiste dahi bildiği yabancı dili sorduk; ama, nüfus sayımının
neticesini tespit etmek de, maalesef, falcılar ile medyumlara kaldı; henüz tam
bir netice elde edemedik. Nüfusumuz 65 milyon mu, 68,5 milyon mu, yoksa 70 milyon
mu? Şimdi, tam, harcadığımız trilyonlara mı, yoksa beceriksizliğimize mi
yanalım diye düşünürken, bu işte görev yapan herkesin arkasına sığınacağı bir
mazeret çıktı; o da Amerika. Dünyanın en güçlü, en büyük devleti bile seçimini
eline yüzüne bulaştırırsa, bizim sayımı yapamamış olmamız çok da önemli değil!
Bu ülkenin kıt kaynaklarını hoyratça harcayanlar, ülkeyi, yukarı mahallede
dilenir, aşağı mahallede sadaka dağıtır duruma getirenler, bu yanlışı mutlaka
düzeltmelidirler. Görülen o ki, trilyonlar boşa gitmiş, kendimizi saymayı
bile becerememişiz! Oysa, bu trilyonları, duymayan kulaklarınıza, görmeyen
gözlerinize, hissetmeyen yüreğinize seslenen, aylardan beri
"geçinemiyoruz" çığlıkları atan memura, işçiye, emekliye, köylüye,
çiftçiye vermiş olsaydınız, daha hayırlı iş yapmış olurdunuz diye düşünüyorum. Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eren. Sayın milletvekilleri, böylece, beşinci turdaki
görüşmeler tamamlanmış bulunuyor. Şimdi, sorulara gelmiş bulunuyoruz; ancak, çalışma
süremizin tamamlanmasına 10 dakika var, sorular için ise 20 dakikaya
ihtiyacımız var. Bu sebeple, sorular ve cevapların aynı periyotta yapılabilmesi
için... AYDIN TÜMEN (Ankara) - Soruları alabiliriz Sayın
Başkan. BAŞKAN - Soruları ve cevapları beraber alalım efendim. Saat 18.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati
: 15.50 ÜÇÜNCÜ
OTURUM Açılma
Saati : 18.00 BAŞKAN :
Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP ÜYELER:
Levent MISTIKOĞLU (Hatay),Cahit Savaş YAZICI (İstanbul) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
31 inci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Bütçe müzakerelerine kaldığımız yerden
devam ediyoruz. IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) l.- 2001
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/764, 1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643) (S. Sayıları: 552, 553, 554, 555) (Devam) A) DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI (Devam) 1.- Dış Ticaret Müsteşarlığı 2001 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Dış Ticaret Müsteşarlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı B) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2001
Malî Yılı Bütçesi 2.- Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2001
Malî Yılı Bütçesi 2.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı D) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Danıştay Başkanlığı 2001 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Danıştay Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet hazır. Hatırlanacağı üzere, beşinci tur
müzakereleri tamamlanmıştı. Sayın milletvekilleri, şimdi, sorulara
geçiyoruz. Soru talebinde bulunan sayın
milletvekilinin sayısı 20 civarındadır; ancak, Genel Kurulumuzun aldığı karar
gereğince, sorular 10 dakika içerisinde sorulacak, cevaplar için de, Komisyona
ve Hükümete 10 dakika süre bırakılacaktır. Şimdi, zaman kaybetmemek için, soru
talebinde bulunan arkadaşlarımın isimlerini okumuyorum; ancak, sırası geldikçe
ve vaktimiz ölçüsünde isimlerini... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Okur musunuz Sayın
Başkan... BAŞKAN - Peki, okuyayım efendim. Sayın Ilıcak, Sayın Levent, Sayın Ateş,
Sayın Büyüköztürk, Sayın Ünal, Sayın Dayanıklı, Sayın Elkatmış, Sayın Sobacı,
Sayın Göksu, Sayın Yumakoğulları, Sayın Yumakoğulları, Sayın Bedük, Sayın
Yalçınkaya, Sayın Levent, Sayın Serin. Evet, soru talebinde bulunan milletvekili
sayısı 15'e düşmüş, bazı arkadaşlar
vazgeçmişler. Şimdi, okuduğum sıraya göre söz vereceğim.
Yalnız, lütfen, diğer arkadaşlarımıza da fırsat vermek bakımından,
sorularımızın, net, kısa ve mümkün mertebe zamanı en iyi değerlendirecek
şekilde sorulmasını istirham ediyorum. Sayın Ilıcak, ilk söz sizin. Buyurun efendim. AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Sayın
Başkan, delaletinizle, Danıştaydan sorumlu Sayın Bakanımıza şu soruyu yöneltmek
istiyorum: Samsun İdare Mahkemesinin bazı üyeleri hakkında, Adalet Bakanlığı
müfettişleri tarafından düzenlenen raporda, adı geçen hâkimlerin eşlerinin
kapalı ve başörtülü giyim tarzını benimsedikleri, sosyal ve özel yaşantılarında
mesleğe yakışmayan davranışlarda bulundukları, bu çerçevede, toplu halde cuma
ve teravi namazlarına gittikleri belirtiliyor. Ayrıca, Samsun'da, başörtülü
kızların lehine verdikleri kararlar da aleyhlerinde bir delil olarak sunuluyor.
Şimdi, soru: Sizce, hâkimlerin özel yaşantısı, cumaya veyahut teraviye
gitmeleri, karılarının başörtülü olmaları bir suç teşkil ediyor mu? Bölge idare
mahkemelerinin kararlarını temyiz etme hakkı, bu kararları yanlış veya doğru
diye değerlendirme hakkı Danıştaya mı aittir; yoksa, müfettişlere mi aittir? Ayrıca, Dış Ticaret’ten sorumlu Sayın
Bakanımıza aşağıdaki sorularımı tevcih etmek istiyorum: Şimdi, Türkiye'de bir
kriz yaşanıyor. Bu krizi gidermek üzere, 10 milyar doların ülkemize geleceği
ifade edildi; ama, öyle bir hava yaratılıyor ki, sanki, bu 10 milyar dolar bir
hibe biçiminde geliyor. Acaba, bize, bu 10 milyar doların maliyetini
söyleyebilir misiniz? Yani, vadesi ne ve ödenecek faiz ne kadar? Türk Hava
Yolları hisselerinin satışından elde edilecek paranın, 10 milyar doların ancak
faizine denk geleceği belirtiliyor; bu, doğru mu? Son sorum: Orhan Aslıtürk'ten naylon
fatura alan çok sayıda hayalî ihracatçıdan söz edildi. Bunların bir kısmının
ismi gazetelerde çıktı. Acaba, diğerlerinin ismini, yani bütün listeyi- 130'a
varan işadamından söz ediliyor- bize açıklayabilir misiniz? Çünkü, bir
işadamımız "ihracat taahhütlerini kapatmak için naylon fatura kullanmak
çok yaygın bir uygulamadır" dedi. Acaba, bu, suç sayılmamakta mıdır? Hangi
tarihler arasında bu naylon faturalar uygulanmıştır ve acaba hayalî ihracatçılara da bir af
düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Levent, buyurun efendim. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan,
aracılığınızla sayın bakanlarıma aşağıdaki soruları yöneltiyorum: Sayın Bakanım, tekstil sektörü çok zor
durumda. Bu krizi siz yaratmadınız. Bu ülkenin son altı yedi senedir kötü
yönetilmesinin bu krizi ortaya çıkardığı bir gerçektir. Hal böyle olunca,
Eximbank ihracat kredileri artırılmalı,
faizleri düşürülmeli ve tekstilcilerin KDV ve SSK primleri indirilmelidir ya da
kaldırılmalıdır. Bu şekilde dünya tekstil fiyatlarıyla mücadele yapılır. Bu
konuda tekstilciye bir müjdeniz olacak mı? İkinci sorum: Yarım kalmış veya işletme
sermayesi yetersizliği nedeniyle işletmeye geçememiş yatırımların ekonomiye
kazandırılmasına dair karar çerçevesinde belirlenen 26 il için, firma bazında
300 milyar liraya kadar fon kaynaklı yatırım ve işletme kredileri
kullandırılmaktadır. Niğde İli, 26 il içerisinde yer almamaktadır. Dolayısıyla,
bu kredi imkânlarından yararlanmamaktadır. Sebebi, Niğde İlinde, Devlet
İstatistik verilerinde yanlışlık olmasındandır. Çünkü, Niğde'de gayri safî
millî hâsıladaki payın... BAŞKAN - Sorunuz efendim. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - .... yüksek
gösterilmesi, bunu imkânsızlaştırmaktadır. Üçüncü sorum: Sayın Devlet Bakanım,
Niğde'de tarım alanlarının, köylerin ve beldelerin yeniden düzenlenmesi, bazı
reformların uygulanabilmesi için, tapukadastro geçmesi gereken yerler vardır.
Bunların çabuk neticelenmesi gerekiyor. Niğde'yi hızlandırmanız mümkün müdür?
Bu konuda bilgi verirseniz sevinirim. Saygılarımla. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Ateş, buyurun. AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Sayın Başkan,
delaletinizle ilgili Sayın Bakana sorularımı soruyorum: Türkiye'nin dünya devleti olabilmesi için,
öncelikle bölgesel güç olması lazım. Bunun için de, komşularıyla olan
dışticaret hacmini, Avrupa Birliğiyle olan seviyeye, yani yüzde 18'lerden yüzde
50'lere çıkarması gerekir diye düşünüyorum. Şimdi, Sayın Bakan, Türk cumhuriyetlerine
1,4 milyar dolarlık bir kredi sağlandığını söylemiş olmasına rağmen, bu
sevindirici habere rağmen... BAŞKAN - Sorunuz Sayın Ateş... AZMİ ATEŞ (İstanbul) - ... bugün, başta
Türk cumhuriyetleriyle olan ticaretimizin, bırakın artmasını, daha da
azaldığını görüyoruz. Görünen o ki, bu ülkeleri Rusya'nın nüfuz alanına terk
etmiş durumdayız. Şimdi soruyorum: Bu ülkelerle ticaretimizi geliştirmek için,
iyi niyet ifadesi ve ziyaretlerin dışındaki kısa, orta ve uzun vadeli olarak
müşahhas programlarınızı söyler misiniz? Aynı soruyu diğer komşularımız için de
soruyorum. Sayın Bakan, 2000 yılında, bu ülkelerle
olan ticaretimizin arttığını söylediler. Dış Ticaret Müsteşarlığının 2000 yılı
rakamları da dahil olmak üzere, bütün rakamlar elimde; bu rakamlar, ticaretin
azaldığını gösteriyor. Bu izahlarımın ışığı altında soruma cevap rica ediyorum;
bir. İkinci sorum ise... BAŞKAN - Lütfen çabuk, lütfen... AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Yoksulluktan,
fakirlikten, hayat pahalılığından kurtulmanın yollarından biri, yolsuzluktan
kurtulmaktır; diğeri ise, ihracatı artırmak, dışa açılmaktır. İhracatın
gerektiği şekilde artırılabilmesi için, öncelikle, başta, Hazine, Dış Ticaret
Müsteşarlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve ilgili kurumlar arasında
koordinasyon sağlanarak, ihracat seferberliği programı hazırlanmalıdır. programı hazırlanmalıdır. BAŞKAN - Sorunuz efendim... AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Soruyorum efendim. İlgili kurumlar arasında böyle bir
koordinasyon kurulu var mıdır? Varsa, bu kurul nasıl oluşmuştur ve nasıl
çalışmaktadır? Bir diğer sorum: 2001 yılı için bir
ihracat seferberliği programınız var mıdır? Üçüncü sorum: İhracat seferberliği için,
yatırım ve üretim seferberliğinin başlatılması lazımdır. Böyle bir seferberlik
için, istihdam ve ekonomimizin belkemiğini oluşturan KOBİ'lere, yatırım ve
işletme kredileri olarak ne gibi imkânlar sağlayacaksınız? Son sorumu arz ediyorum efendim. BAŞKAN - 2 dakikayı geçti... AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, son
sorum... BAŞKAN - Peki...Lütfen, çabuk efendim. AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Irak'a uygulanan
ambargonun, başladığı günden itibaren bugüne kadar, yıllar itibariyle, ülkemize
-ekonomik ve istihdam dahil- toplam maliyeti ne kadardır? Son sorum: Körfez savaşı dolayısıyla
Irak'a uygulanan ambargo sebebiyle, Türkiye'nin zararlarını karşılamak için,
hangi ülkeler, ne kadar, nasıl mal veya para yardımı taahhüdünde
bulunmuşlardır? Bu taahhütlerinin ne kadarını, ne zaman yerine getirmişlerdir?
Bu ülkeler taahhütlerinin tamamını yerine getirmemişlerse, sebepleri nelerdir?
Başta, Fransa ve Rusya olmak üzere, birçok Batılı ülke, Birleşmiş Milletler
kararlarına rağmen, Irak'a uygulanan ambargoyu delerken, bu anlamsız ambargoyu,
Türkiye, daha ne kadar devam ettirecektir? Teşekkür ederim. (MHP sıralarından
alkışlar [!]) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Nesrin Ünal, buyurun. NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan,
aracılığınızla, Sayın Bakanlarımıza sorularım var. Sayın Şuayip Üşenmez'in Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğü bünyesinde yaptığı rotasyonlardan bölgedeki insanlarımız çok
memnundur ve dua etmektedirler. Sayın Üşenmez, Antalya adına iki şey
sormak istiyorum: Birincisi, kadastro yenileme kararı alınan
Demre'nin bu yılki programa alınıp alınmadığını sormak istiyorum. İkincisi,
tarihinde hiç kadastrosu yapılmamış Gündoğmuş İlçesi de bu yıl programa
alınabilir mi? Sayın Toskay'a da, turizm sektörüne
yaptığı katkılardan dolayı teşekkür ediyorum. Az önce bir arkadaşımın sorduğu soruyu
kısaca sormak istiyorum: Türkiye'nin yüz akı olan tekstil sektörünün yaşadığı
krizde, düzeltmeyle ilgili projeleriniz var mı? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Buyurun Sayın Dayanıklı. BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) - Sayın
Başkan, sorularımı soruyorum: Soru 1- Kayda geçmesi için,
ihracatçılarımızın ihtiyaç duyduğu "CE" işareti konusunda
hazırlıklarınızı ve en son durumu belirtir misiniz? Soru 2- Irak pazarında yaptığınız
girişimler sonucunda, Irak ile ticaretimizde, önümüzdeki dönemde ne gibi
gelişmeler bekliyorsunuz? Soru 3- Sınır ticareti, özellikle
Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da hayatî önem taşıyor. Sınır ticaretinin
geliştirilmesi için çalışmalarınız nedir? Hangi aşamadadır? Yazılı da olsa
kabul ederiz. Soru 4- Hırsızlık operasyonları ardından,
dürüst ihracatçılara KDV ödemelerinde bir tedirginlik, bir duraksama oldu.
Bakanlık olarak, Bakanlar Kurulu düzeyinde bu konuyla ilgili bir girişimde
bulundunuz mu? Çalışmalarınız hangi aşamadadır? Soru 5- Birleşmiş Milletler gözetiminde,
Irak'a "Oil For Food Programı" çerçevesinde ülkemizden yapılan
ihracatın toplam tutarı nedir? Bu program çerçevesinde ihracat yapan ülkeler
arasında Türkiye kaçıncı sıradadır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. 10 dakikalık soru sorma süremiz dolmuş
bulunuyor. Buyurun Sayın Bakan. DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Antalya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Ilıcak'ın sorularını
cevaplandırmaya gayret edeceğim. Son krizle ilgili, IMF, kolaylıklar faslından
7,5 milyar dolar, daha evvel taahhüt ettiklerinden de 2,9 milyar dolar; toplam
10,4 milyar dolar, belli aralıklarla, takvimi de belli, ödemeyi taahhüt ediyor;
ancak, bu 7,5 milyar dolarlık yeni kredinin şartları, vadesinin asgarî birbuçuk
yıl olacağı, ancak daha da uzun olabileceği ifade ediliyor. Faiz haddi de,
vadesi de, 21 aralıkta, IMF'in icra kurulunda kararlaştırılacak. Şu anda, size
spekülatif bir bilgi vermem mümkün değil. Şimdi, hayalicilerin listesini
açıklayabilir misiniz diyorsunuz. Hayalicilerin listesi şu anda adli makamlarda
ve Maliye Bakanlığının incelemeleri sürüyor. Gazete havadislerine göre, size bu
konuda somut bilgi vermemiz mümkün değil; ancak, Dış Ticaret Kontrolörler
Kurulu, yaklaşık 60 firmayı incelemeye aldı; bu 60 firmadan 20'si hakkında da,
cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulundu. Şu anda, elimizdeki bilgiler
bunlar. Tekstil sektörünün, gerçekten, geçtiğimiz
dönemde, 2000 yılı içerisinde sıkıntıda olduğunu biliyoruz. Gerçekleri konuşmak
lazım; biraz evvel de ifade ettiğim gibi, bütçelerle ilgili yaptığım konuşmada
da ifade ettiğim gibi, uygulanan ekonomik politika sebebiyle çipa olarak
dövizin kabul edilmesi, Türk Lirasının belli oranda değerlenmesi sonucunu
yaratmıştır; ancak, ondan daha fazla, euro / dolar paritesindeki gelişmeler,
özellikle euro bölgesine ihracat yapan tekstilcilerimizi sıkıntıya sokmuştur.
Burada, biz, Eximbank olarak, çoğu sektörel dışticaret şirketi veya dışticaret
sermaye şirketleri kanalıyla, küçük ve orta boy tekstilcileri desteklemeye
büyük önem veriyoruz. Şu ana kadar, 2000 yılında, Eximbankın kısa vadeli sevk
öncesi ihracat kredisi olarak dağıttığı paranın yaklaşık yüzde 40'ı, bu
söylediğimiz KOBİ'lere gitmektedir ve bu KOBİ'lerin önemli bir bölümü de,
tekstil sektöründe faaliyet gösteren KOBİ'lerdir ve bunların müracaat eden
toplam firma sayısı baz alındığında, kredilendiren firmaların yüzde 70'i de
KOBİ olmaktadır. Sayın Ateş'in sorularını cevaplandırıyorum.
Sayın Ateş'i, Dış Ticaret Müsteşarlığı çok iyi enforme etti; ancak, bizim
verdiğimiz bilgileri, Sayın Ateş, kendi yorumuyla, daha evvel konuşma olarak,
şimdi de soru olarak bize yönelttiler. Sordukları sorulara cevap vermeye gayret
edeceğim. Biz, şu ana kadar, komşularıyla Türkiye'nin az ticaret yaptığını, her
alanda, her platformda söyledik. Komşularıyla en az ticaret yapan ülkelerden
birisi Türkiye. Türkiye'nin, bu zafiyetini, mutlaka gidermesi lazım. Biz,
bakanlığa geldiğimizden bu tarafa, elimizdeki bütün imkânları kullanarak,
komşularımızla daha fazla ticaret yapmanın imkânlarını arıyoruz. Bunda, İran,
Irak, Suriye, Yunanistan dahil. Sizin verdiğiniz bilgilerin hilafına, bu
söylediğimiz üç ülkeyle (İran, Irak ve Suriye) dışticaretimiz, 1999 yılına göre
önemli ölçüde artmış bulunmaktadır.
Rakamlar elimizde; isterseniz, rakamları size verebiliriz de. Irak'a
yüzde 54, İran'a yüzde 58, Yunanistan'a yüzde 17, İsrail'e yüzde 7 civarında
artışımız var. Bu rakamlar sabit rakamlar, hiç spekülatif değil. Bu rakamları
size madde bazında dahi verme imkânına sahibiz. İhracatın artması için, ihracat
seferberliği yapılması ve bu meyanda, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Hazine ve diğer
ilgili kurum ve kuruluşlarla koordinasyonun sağlanmasının gerekli olduğunu
ifade ettiniz. 2005 yılına kadar, Türkiye'nin dışticaret stratejisi ve ihracat
stratejisi belirlenmiştir. Dış Ticaret Müsteşarlığı, daha evvel belirlenmiş
olan bu stratejiye uygun olarak davranmaktadır ve politikalarını
uygulamaktadır. Şu anda, bir koalisyon hükümeti olmamıza rağmen, Hazine
Müsteşarlığıyla, Maliye Bakanlığıyla, Sanayi Bakanlığıyla, Dış Ticaret
Müsteşarlığı, periyodik olarak toplantılarını yapmakta ve ihracatla ve
dışticaretle ilgili bütün sorunları, son derece akıcı bir ilişki içinde
değerlendirmektedir. Koordinasyon konusunda hiçbir problemimizin olmadığını
ifade edebilirim. Irak ambargosunun maliyetini herkes
kendine göre hesaplayabilir. Türkiye ekonomisine ciddî bir maliyeti olduğu
açık. İfade ettiğiniz doğrudur; ambargoyu koyan, Güvenlik Konseyinde bu kararı
alan ülkelerin firmalarının çoğu da Bağdat'la iş yapmaya çalışıyorlar; ama,
hiçbir endişeniz olmasın, Türkiye, bugün, Bağdat Fuarına 100'ün üstünde
firmayla katılmıştır, ciddî ticaret bağlantıları yapmaktadır. Yedinci fazda
yapılan bağlantı miktarı 547 milyon dolardır ve Türkiye, geçtiğimiz dönemlerde
kaybettiği alanı tekrar elde etmek, pazar payını geri almak için ciddî çalışma
içindedir. Biz, İran, Irak ve Suriye ile olan
ticaretimizi geliştirdiğimiz zaman, bu sınır bölgelerinde olan illerimizin çok
önemli ekonomik problemlerini de, devlete hiç yük olmadan, pazar ekonomisinin
şartları içinde hafifletmek, hatta, onları rahatlamak imkânına da sahip
olacağız. AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Ben, özellikle Türk
cumhuriyetlerini söyledim... DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Antalya) -
Şimdi, komşuları söyledim, Türk cumhuriyetlerini de söyleyeceğim. BAŞKAN - Yalnız, zamanımız azalıyor Sayın
Bakanım. DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Antalya) -
Türk cumhuriyetleriyle olan iktisadî ilişkilerimizi yalnız ithalat-ihracat
bazında değerlendirmek doğru değildir. Şöyle ki: Bir ülkeyle olan dışticaret
hacminizin artabilmesi için o ülkenin size satacak malı olması lazım, sizin de
oraya satacak malınızın olması lazım. Türkiye ekonomisinin bugün vardığı seviye
itibariyle, bütün ülkelere satacak malı olan bir ülkeyiz. Özellikle, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin dışticaretinde, özellikle ihracatında, gelişmiş olan
ülke pazarlarına önemli ölçüde ihracat yapıyoruz. Bu ülkelere de ihracat
yapmamız gayet kolay; ancak, bu ülkelerin bu ihracatı absorbe edecek, kabul
edebilecek kapasiteleri olması lazım, ödeme güçlerinin olması lazım.
Türkiye'nin, bu ülkelere, ülke kredisi olarak 1,4 milyar dolar parayı tahsis
edip, bunun 900 milyon dolarını ödemesi, esasında, burada ekonomiyi canlandırma
ve belli bir düzeye getirme gayretinin bir işaretidir. 2001 yılında beş ayrı
karma ekonomik komisyon toplantısını düzenleyeceğiz ve bunların programı şu
anda yapılmaktadır ve bu ülkelerle dışticaret hacmimizi daha sağlıklı bir baza
oturtmanın imkânlarını arayacağız. Sizin ifade ettiğiniz gibi, bu ülkelerle,
bu ülkelerin dışpolitikalarındaki hassasiyetleri bizim de özenle dikkate
alarak, sizin söylediğiniz, Rusya'nın etki alanına girmesi gibi bir rizikoyu
yavaş yavaş gündemden çıkarmak için, fevkalade akıllı, orta ve uzun vadeli,
soğukkanlı bir politikayla devam etmemiz lazım. Yani, şunu açıkça söyleyeyim:
Oradaki ülkelere gidip, bir şeyleri vaat edip, Esenboğa Havaalanına indikten
sonra bunları unutan bir politikayla bu ülkelerle münasebetler düzenlenmez.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bakanım, Sayın Üşenmez'e
vakit kalmıyor... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Yazılı olarak cevap
versinler Sayın Başkan. BAŞKAN - Bitti mi efendim? DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Antalya) - Bir
soru daha var; isterseniz, onu yazılı olarak cevap cevaplayayım Sayın Başkanım;
çünkü, Sayın Bakana vakit kalmayacak. BAŞKAN - Evet efendim. Buyurun Sayın Bakanım. DEVLET BAKANI ŞUAYİP ÜŞENMEZ (Yozgat) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Bakanlığımla ilgili üç soru
soruldu; soru sahiplerine huzurunuzda teşekkür ediyorum. İlk soru, Sayın Nazlı Ilıcak
Hanımefendiden geldi. Kendilerinin bahsettiği, Samsun İdarî Mahkemesindeki
soruşturmanın, Bakanlığımla, yani Danıştayla ilgisi yoktur: bu, tamamıyla
Adalet Bakanlığının işidir. Hukukçu arkadaşlar bunu bilir. Benim bilgim
dahilinde olan şey. Kısmet olursa, Adalet Bakanlığının bütçesi konuşulurken,
Sayın Bakanımız buna cevap verecektir. İkinci soru, Niğde Milletvekilimiz Sayın
Mükerrem Levent'ten geldi. Niğde'de kadastro faaliyetleri sürmektedir. Toplam
158 köyümüz var; biten köy 120, halen faaliyetleri devam eden 13 köy var,
bitmemiş 25 köyümüz var. Bu da, 2001 yılı programı içerisinde alınmıştır;
kısmet olursa, 2001 yılı programında gözden geçirilecek ve bitirilmeye gayret
edilecektir. Üçüncü soru, Antalya Milletvekilimiz Sayın
Nesrin Ünal'a ait. Demre'de kadastro faaliyetleri bitmiştir; ama, yenileme
çalışmaları başlayacaktır. 2859 sayılı Kanun gereğince, 2001 yılında yenileme
çalışmaları yapılacaktır. Sayın Nesrin Ünal, ikinci sorunuz;
Gündoğmuş İlçesinde ormanla ilgili meseleler halledilmediği için, buraya
kadastro faaliyetleri girememiştir. Eğer, bu problemler hallolursa -zaten 3 köy
vardır- biz, 2001 yılı için bunu programa alırız, yaparız. Çok teşekkür ediyorum efendim. BAŞKAN - Sayın Bakanlarımıza çok teşekkür
ederim. Şimdi, sırasıyla, beşinci turda yer alan
bütçelerin bölümlerine geçilmesini, sonra da bölümlerin ayrı ayrı okunup
oylanmasını sizlere sunacağım. Dış Ticaret Müsteşarlığı 2001 malî yılı
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: A) DIŞ
TİCARET MÜSTEŞARLIĞI 1.- Dış Ticaret Müsteşarlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Dış Ticaret Müsteşarlığı 2001 malî yılı
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. 2.- Dış
Ticaret Müsteşarlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Dış Ticaret Müsteşarlığı 1999 malî
yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Dış Ticaret Müsteşarlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ L i
r a
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Dış Ticaret Müsteşarlığı 1999 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı
2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: B) DEVLET
İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI 1.- Devlet
İstatistik Enstitüsü 2001 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı
2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. 2.- Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Devlet İstatistik Enstitüsü
Başkanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1999 Malî
Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ L i
r a
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı
1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2001 malî
yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: C) TAPU VE
KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi A
- C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2001 malî
yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. 2.- Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı A - C
E T V E L İ L i
r a
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1999 malî
yılı kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Danıştay Başkanlığı 2001 malî yılı
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: D) DANIŞTAY
BAŞKANLIĞI 1.-
Danıştay Başkanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Danıştay Başkanlığı 2001 malî yılı
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. 2.-
Danıştay Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Danıştay Başkanlığı 1999 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Danıştay Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ L i
r a
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Danıştay Başkanlığı 1999 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, beşinci turda
görüşmekte olduğumuz 4 bütçe de, 2001 malî yılı itibariyle ve 1999 yılı kesin
hesabı itibariyle kabul edilmiştir. Kendilerine hayırlı olsun diyor, vatanımıza
ve milletimize iyi hizmetler getireceğini ümit ediyorum. DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Antalya) - Çok
teşekkür ediyoruz efendim başta zatıâliniz ve değerli milletvekillerimize;
katkıları için de ayrıca teşekkür ediyoruz. DEVLET BAKANI ŞUAYİP ÜŞENMEZ (Yozgat) --
Sayın Başkan, biz de size teşekkür ediyoruz. Hayırlı, uğurlu olsun efendim. BAŞKAN - Hayırlı olsun. (Alkışlar) Sayın milletvekilleri, altıncı tur
görüşmelere başlıyoruz. Bu turda, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile
Çevre Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır. E) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI 1.- Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2001 Malî
Yılı Bütçesi 2.- Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı F) ÇEVRE BAKANLIĞI 1.- Çevre Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2.- Çevre Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. Sayın milletvekilleri, müzakereler sonunda
soru sormak isteyen sayın milletvekilleri, şimdiden elektronik cihaza
girmelidirler. Teferruatını söylemeye hacet yok zannediyorum; sırayla söz
vereceğiz. Şimdi, bu turda, gruplar ve şahısları
adına söz talebinde bulunan sayın milletvekillerini arz ediyorum: Gruplar adına, Fazilet Partisi Grubu
adına, Konya Milletvekili Sayın Özkan Öksüz, Bursa Milletvekili Sayın Ahmet
Sünnetçioğlu; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın
Mehmet Arslan, Manisa Milletvekili Sayın Ali Serdengeçti, Balıkesir
Milletvekili Sayın Hüseyin Kalkan, Ankara Milletvekili Sayın Sedat Çelik;
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Ahmet Arkan, Niğde
Milletvekili Sayın Eyüp Doğanlar, Ankara Milletvekili Sayın Esvet Özdoğu, Muğla
Milletvekili Sayın Nazif Topaloğlu; Anavatan Partisi Grubu adına, Antalya
Milletvekili Sayın Cengiz Aydoğan, İstanbul Milletvekili Sayın Ediz Hun; Doğru
Yol Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Mehmet Gölhan, Manisa
Milletvekili Sayın Rıza Akçalı; şahısları adına ise, lehinde, Niğde
Milletvekili Sayın Mükerrem Levent, aleyhinde, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa
Geçer. Şimdi, grupları adına ilk söz, Konya
Milletvekili Sayın Özkan Öksüz'e aittir. Buyurun Sayın Öksüz. (FP sıralarından
alkışlar) Sayın Öksüz, zatıâliniz 17 dakika mı
konuşacaksınız? ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Evet Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun efendim. FP GRUBU ADINA ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı bütçesi üzerinde Fazilet Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, ekonomi,
nutuklarla, ideolojilerle, demagojilerle yürütülemez. Türkiye ekonomisi, 1999
yılı sonu itibariyle yüzde 6,4 oranında küçülürken, son elli yılın en büyük
ekonomik darboğazını yaşamıştır. Türkiye, içeride ve dışarıda sürekli kan
kaybetmektedir. İçeride, her şey güllük gülistanlık gösterilmesine rağmen
ekonomi felç olmuş, sanayici, esnaf ve sanatkârlarımız iflasın eşiğine
getirilmiştir. Tarımda, ancak savaş yıllarında görülebilecek bir fakirleşme
yaşanmaktadır. Çiftçilerimizin öküzü ve traktörü, icra ve haciz tehdidi
altındadır. Türk tarımının, gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı yüzde
17'ye, ihracattaki payı ise yüzde 10'lara gerilemiştir. IMF'nin direktifleri
doğrultusuda tarım ürünlerine verilen taban fiyat küçük tutulmuş, üstelik
çiftçilerimizin ürün bedelleri zamanında ödenmemiştir. Son olarak, şekerpancarı
üreticileri, ellerindeki şekerpancarı aylarca önce alınmış olmasına rağmen,
taban fiyatın geç açıklanması ve fiyatların düşük tutulması nedeniyle mağdur
edilmişlerdir. Devlet memurları, işçiler, emekliler,
çiftçiler ve tüm halkımız yaşama mücadelesi vermekte, esnaf ve sanatkârımız
siftah yapmadan dükkânlarını kapatmaktadır ve Bağ-Kur borçlarını ödeyemez
duruma gelmiştir. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ve kronik bir
hal alan enflasyonda, gerçek anlamda düşüş yaşanmamıştır. İhracatta son beş
yılın en büyük gerilemesi yaşanmıştır. IMF'den gelecek 7,5 milyar dolarla banka
batıran hortumculara peşkeş çekecek olan iktidar, banka mevduatlarındaki devlet
garantisini de devam ettirerek yeni bataklara zemin hazırlamaktadır.
Türkiye'de, ekonomik alanda çift başlılık yaşanmakta ve bu alanda günlük
politikalar izlenmektedir. Orta ve uzun vadeli planlama yapılamadığı gibi
önümüzü görmek mümkün olamamaktadır. Ülke, batık bankalar dolayısıyla 12 milyar
dolar zarara girmiş bulunmaktadır. Buna, kamu bankalarının görev zararı da
eklendiğinde, 20 milyar dolar zarar da eklendiğinde ortaya çıkan tablo
ürkütücüdür. Hükümet, bankaları kurtarmak için kullandığı kaynağın üçte 1'ini
ihracatı teşvik için kullanmış olsaydı, Türkiye'nin durumu daha farklı
olabilirdi. Bu ay içerisinde yaşanan malî kriz
nedeniyle Merkez Bankasının kasasındaki reel döviz rezervi 5 milyar dolara
kadar düşmüş bulunmaktadır. Gecelik repo faizleri 19 000'lere, mevduat faizleri
yüzde 150'lere fırlamış, borsa şok bir düşüşle yatırımcısını perişan etmiştir.
Kriz, aslında ekonomik değil, bu yönetenlerin kafasının içindedir. Bir an önce
bu hükümetten kurtularak, ülkemiz ekonomisinin ayağa kaldırılması için mücadele
etmeliyiz. Türkiye'de, üretim ekonomisi, yerini rant ekonomisine bıraktığından
yatırımlar durmuş, üretim azalmıştır. Refahyol hükümetinin yıkılmasından sonra işbaşına
gelen hükümetler, kendilerini iktidara getiren rant ve sermaye gruplarını kredi
ve teşviklerle şişirirken, gerçekten yatırım yapan ve istihdam sağlayan birçok
firmayı kara listeye alarak, onlara yaşam hakkı tanımamaktadır. Aşırı kamu
harcamaları, tasarruf ve üretimdeki dengesizlik bütçe dengesizliğine neden
olmakta ve bütçe açıkları her geçen gün artmaktadır. Malî piyasalar döviz, faiz
ve borsa sarmalı içerisinde iflasın eşiğine gelmiştir. Bölgelerarası ekonomik
dengesizlik sürekli artmakta ve denge, her geçen gün, geri kalmış yörelerin
aleyhine bozulmaktadır. Az gelişmiş yörelere, istihdamı artırıcı ve göçü
önleyici gerekli yatırımlar yapılmadığı için, bu yörelerden diğer bölgelere
zorunlu göçler yaşanmaktadır. Sermaye, renklere göre sınıflara ayrılmış;
devlet tarafından, imtiyazlı sermaye grupları oluşturulmuştur. Anadolu
sermayesi yok sayılarak, sistem dışına itilmek için yasal düzenlemeler
yapılmaktadır. Tasarruflar, üretim yerine, faize ve
dövize yönlendirildiği için, üretmeden tüketen, parayla para kazanmayı hedef
alan bir ekonomik yapı oluşturulmaktadır. Bu nedenledir ki, Türkiye'de kişi
başına düşen millî gelir, 1999 yılında 3 224 dolardan 2 878 dolara
gerilemiştir. 1999 yılında küçülen ekonomi, 2000
yılında, içi boşaltılarak batırılan bankalar, sürekli büyüyen dışticaret açığı,
kapanan sanayi kuruluşları, hayalî ihracat ve naylon fatura vurgunlarıyla dibe
vurmuştur. 1999 yılı faturasını deprem felaketine bağlayan hükümet, 2000
yılının faturasını ise halka kesmektedir. Olağanüstü dönemlerde özel harcamaya
yönelik olarak salınan vergiler, yerinde harcanmayarak, genel bütçenin
açıklarını kapatmak için harcanmıştır. Bu vergiler, 2001 yılı bütçesiyle kalıcı
hale getirilmektedir. İnsafsızca artırılan ve yeni getirilen
vergiler, uygulanan yanlış vergi politikaları yüzünden, sanayici ve
işadamlarımız kayıt dışına itilmektedir. Buna somut bir örnek vermek gerekirse,
2,5 milyon kişiye doğrudan, 10 milyon kişiye de dolaylı olarak istihdam
sağlayan tekstil sektöründe 2 milyon kişi, yani çalışanların yüzde 80'i
kayıtdışı çalışmaktadır. Kayıtdışı çalışan bu insanların asgarî ücretle
çalıştığını varsayarsak, devletin yıllık vergi ve SSK kaybı 1,5 katrilyona
ulaşmaktadır. Bu nedenledir ki, sosyal güvenlik kurumları iflasın eşiğine
getirilmiştir. İşyerleri birer birer kapanmaktadır.
Birkısım işletmeler küçülmeyi tercih ettikleri için, çalışanlarının bir kısmını
işten çıkarmaktadır. Bu nedenle, ülkemizde işsizlik hızla artmaktadır. Son iki
buçuk yıl içinde, yaklaşık birbuçuk milyon insan işsiz kalmıştır. Değerli milletvekilleri, ülkenin ekonomik
yönetimi IMF'e teslim edilmiştir. IMF güdümlü uygulanan ekonomi ve vergi
politikalarıyla, ülke "öteki Türkiye, beriki Türkiye" diye kategorize
edilir hale getirilmiştir. Halkımızın yüzde 90'nının yer aldığı öteki
Türkiye'nin insanları, açlığa mahkûm edilmiştir. Kâr eden kamu kuruluşları,
bilinçli olarak zarar ettirilmekte "özelleştirme" adı altında tekelci
sermayeye, eşe, dosta ve yabancılara peşkeş çekilmektedir. IMF'in dayatmalarıyla özelleştirilecek
olan Türk Telekom ve Türk Hava Yollarında aynı endişeler yaşanmaktadır.
Vatandaşlarımız tarafından ödenen vergiler, yol, su, elektrik, okul, hastane
gibi hizmetlere harcanmak yerine, içleri boşaltılmış bankalara aktarılmakta,
hortumcular ve soyguncular kurtarılmaktadır. Baklava çalan çocuklar, tarım
kredi kooperatiflerinden aldıkları kredileri ödeyemeyen çiftçiler hapse
atılırken, topladığı mevduatı bağlı olduğu holdinglere ve yandaş kuruluşlara
aktararak bankaların içini boşaltan patronlar, arkalarındaki hamileri ve ülke
yönetiminde söz sahibi olan koruyucuları sayesinde, aramızda itibarlı bir
şekilde dolaşmaktadırlar. Bu ülkede "öteki Türkiye" adına
verdiğimiz, halkımızın yüzde 90'ını oluşturduğu kesimi, âdeta bir sülük gibi
emen mutlu ve egemen bir sınıf ortaya çıkarılmıştır. Bu kesim, elinde
bulundurduğu ekonomik güç, hükümet içindeki etkili ve yetkili kişileriyle, ülke
yönetiminde söz sahibi olmuşlardır. Devletten haksız yere gasp ettikleri
paraları, tekrar devlete "borç" adı altında satarak, ülke ekonomisini
kendilerine bağımlı hale getirmişlerdir. Değerli milletvekilleri, bu hükümet,
memur, işçi ve emeklinin ücret artışlarında, döviz kurlarının tespitinde,
tarımsal ürünlerin taban fiyatlarının belirlenmesinde devletçi bir politika
izlerken, alacaklarında ve vergi artışlarında insafsız bir ferdiyetçilik örneği
sergilemektedir. Ortadirek adını verdiğimiz vatandaşlarımızın, güç bela
aldıkları ev ve otomobillerin vergilerini yüzde 50 ile yüzde 150 oranında
artıran hükümet, çalışanlarına ise yüzde 10'u reva görmektedir. Çıkarılan vergi yasasıyla, Motorlu
Taşıtlar Vergisi yüzde 75, Taşıt Alım Vergisi yüzde 60, Emlak Vergisi yüzde 30,
birkısım vergiler ise yüzde 100'ün üzerinde artırılmıştır. Dargelirli
vatandaşlarımız tarafından rağbet edilen LPG'li araçlardan alınan vergiler,
dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş bir şekilde artırılmıştır. Ayrıca, LPG'ye
her hafta programlı bir şekilde zam yapılmaktadır. Türkiye, beceriksiz
hükümetler sayesinde, sömürü düzeninin işlediği, toplum çıkarlarının değil,
kişisel çıkarların önplana çıktığı, materyalist felsefenin temelini oluşturan
ve kolay para kazanma yöntemi ile faiz sayesinde, mutlu azınlığın mutsuz
çoğunluğu sömürdüğü az gelişmiş bir Afrika ülkesi haline getirilmiştir. Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bu
içler acısı durumuna ve hükümetin tüm beceriksizliklerine rağmen, Anadolu'dan
farklı bir finans modeli ortaya çıkmıştır. Üretim ve istihdama yönelik olan bu
model, önceleri bölgesel bir özellik taşırken, daha sonra ulusal bir kalkınma
hamlesi oluşturmuştur. Aslında, bu model, yeni bir model olmayıp, gelişmiş
dünyada risk sermayesi olarak uygulanan modelin Türkiye şartlarına uyarılmış
bir versiyonudur. Bugün, yurt dışındaki ve Türkiye'deki
vatandaşlarımızın atıl durumdaki paralarının toplamı, en az 250 milyar dolar
tahmin edilmektedir. Bu paranın onda 1'inin -25 milyar dolarının- bile
ekonomimize girmesi, ülkemizi ciddî bir şekilde rahatlatacaktır. Ülkeye yabancı
sermaye girişini sağlamak, ekonomimiz için gerekli finans kaynaklarını temin
etmek için her türlü teşvik ve tavizi vermeye hazırlanan hükümet, IMF kanalıyla
Türkiye'ye kredi bulmaya çalışmaktadır. Buna karşılık, Konya'dan ve Orta
Anadolu'dan yükselen sese, Türkiye'ye yabancı sermayeyi sıfır maliyetle
getireceğini deklare etmektedir. Öncelikle şu sorunun cevabını açık ve net
olarak vermek zorundayız: Yurt dışında yaşayan işçilerimizin tasarrufları
Türkiye'ye getirilmeli midir? Eğer, cevabımız “evet” ise, devlet bu
tasarrufların Türkiye'ye getirilmesine yönelik yasal düzenlemeleri bir an önce
yapmalıdır. Sermaye Piyasası Kurulunun illegal olarak
nitelediği bir finansman modeli olan, son 10 yılda Türkiye'ye gelen yurtdışı
kaynaklı sermayenin tutarı 5 milyar dolardır. Bu rakam, Türkiye halkını açlık
ve yoksulluk sınırına itme pahasına IMF'nin 3 yılda vermeyi taahhüt ettiği
krediden daha fazladır. TOFAŞ otomobil fabrikası işçisini yarım
ücretle tatile çıkaracağını, OYAK-Renault ise 15 Aralık günü üretim
yapmayacağını açıklamış durumdadır. Ülkemizde sanayi ve ticaretin
canlandırılması ve bu sektörde ortaya çıkan sorunların çözümlenmesi için
kurulmuş bulunan Sanayi Bakanlığı, ticaret alanında ortaya çıkan sorunları bir
an önce çözmek mecburiyetindedir. Bugün, sanayi sektörü duvara toslamış
durumdadır. Esnaf ve sanatkârımız, siftah yapmadan işyerlerini kapamakta,
Bağ-Kur taksitlerini ödeyemez durumdadır. İşyerleri birer birer kapanmakta,
ülkemizin en büyük ihracatını ve istihdamını gerçekleştiren ve 50 milyar
dolarlık yatırım yapmış olan tekstil ve konfeksiyon sektöründe fabrikaların
yüzde 30'u kapanmış durumdadır. Ülkemizde işletmelerin yaklaşık yüzde
90'ını oluşturan KOBİ'ler, alınan yanlış kararlar, uygulanan yanlış politikalar
sonucunda birer birer iflasın eşiğine getirilmiştir. KOBİ'lere verilen kredi
payı, gelişmiş ülkelere bakıldığında, yetersizdir; Amerika Birleşik
Devletlerinde yüzde 42, Almanya'da yüzde 35, Japonya'da yüzde 50 iken,
ülkemizde yüzde 3 oranındadır. Bu kredi payıyla sanayicimizin uluslararası
alanda rekabet etme şansları mümkün değildir. KOBİ'lere verilmesi gereken
krediler, büyük holdinglere aktarılmıştır. Dağıtılan teşvik kredileri, birkısım
medya patronlarına verilmiştir. Değerli milletvekilleri, küreselleşme
sürecinde, Türkiye, KOBİ'leri, teknolojilerini güçlendirici, rekabet güçlerini
artırıcı finansal destekler sağlayarak, dünyayla rekabet edebilen işletmeler
haline getirmek zorundadır. Ülkemizde, birbuçuk milyon aile, geçimini
KOBİ işletmelerinden sağlamaktadır. Bu da, imalat sanayiinin yüzde 40'ına
eşittir. Buna rağmen, KOBİ'lerin önemli temel eksiklikleri ve sorunları vardır.
Bu sorunların öncelikle çözümlenmesi gerekmektedir. KOBİ'ler, gerek girdi gerekse ürün kalite
kontrolü konusunda büyük güçlüklerle karşı karşıya bulunmaktadır. KOBİ'lerin bu
tür ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla, organize sanayi bölgeleri ile, küçük
sanayi sitelerinde -TSİ, KOSGEB ve Millî Prodüktivite Merkezî desteğiyle
oluşturulacak- kalite kontrol merkezlerinin kurulması gerekmektedir. İhracat, zaman ve harcamayı gerektiren bir
işlem olup, uzmanlaşmış, yetenek ve bilgi gerektirmektedir. Bu amaçla, ihracatı
teşvik edecek destek kurumlarının ve şirketlerinin kurulması, uzmanlaşmış
personel sağlanması için özel fonlar kurulmalıdır. KOBİ'lere pazarlama
desteğinin sağlanması gerekmektedir. Bu alanda, ülkemizde, KOBİ'lerin piyasa
koşullarını iyileştirmeye yönelik olarak düzenlenmiş bir kuruluş
bulunmamaktadır. Türkiye'de, kalkınmada öncelikli yörelerde, KOBİ'ler, genelde,
kurulmuş oldukları bölgenin yerel pazarıyla yetinmek zorunda bırakılmışlardır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve diğer kamu
kesimi, KOBİ'ler için yeterli fon temin etmeli, planlar yapılmalı, Arsa Ofisi
aracılığıyla yer temin etmeli, prefabrik eleman üreten işletmeler teşvik
edilmelidir. Organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerindeki
işletmelerin kredi talepleri için fon sağlanmak amacıyla, Toplu Konut Fonunun
benzeri, toplu işyeri fonu oluşturulması gerekmektedir. Nitelikli işgücü bulmak, KOBİ'lerin önemli
darboğazlarından biridir. KOBİ işletmelerinin makine ve teçhizat
ihtiyacının karşılaması için, bankalar tarafından verilen yatırım kredilerinin
bir bölümünün KOBİ'lere verilme zorunluluğu getirilmelidir. Değerli milletvekilleri, KOBİ'lerin en
büyük dezavantajı, üretim, pazarlama, eğitim, yönetim, malî ve hukukî alanda
bilgi eksikliğidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Öksüz, devam edecek
misiniz; Sayın Sünnetçioğlu... ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Konuşmamı
bitiriyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki, o zaman, lütfen...
Sözlerinizi tamamlamanız için mikrofonu tekrar açıyorum. ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - Türkiye'nin yükünü omuzlarında taşıyan
sanayici, esnaf ve sanatkârlarımız, Bağ-Kur primlerini, elektrik ve su
borçlarını ödeyemez durumda olup, vergi yükü altında inlemektedirler.
Cezaevlerindeki mahkûmlar için af çıkaran hükümet, piyasaların rahatlatılması
için, bir defaya mahsus olmak üzere, sanayicilerimiz, çiftçilerimiz, esnaf ve
sanatkârlarımızın biriken Bağ-Kur, SSK ve vergi borçları gibi amme
alacaklarındaki cezaları affetmelidir; anaborçların, iki yıllık bir süre
içerisinde taksitlendirilerek, ödenmesi sağlanmalıdır. Bu duygularla, hepinize saygı ve
selamlarımı sunuyorum.(FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öksüz. Fazilet Partisi Grubu adına ikinci
konuşmacı, Bursa Milletvekili Sayın Ahmet Sünnetçioğlu'dur. Buyurun efendim. (FP sıralarından
alkışlar) Süreniz 13 dakika. FP GRUBU ADINA AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığının 2001 yılı bütçesi
üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce
Meclisi selamlıyorum. Çevreyi, insanın, daha doğrusu, canlıların
doğumundan ölümüne kadar hayatını etkileyen müspet veya menfî her olay olarak
tarif ediyorum. Bu böyle olunca, kültürel, siyasî, hukukî, ekonomik, bilgi ve
sağlık kirlenmesinden de söz etmek mümkün oluyor. Böyle olunca, çevre, çok
önemli bir kavram olarak karşımıza çıkıyor ve Çevre Bakanlığı da, herkesten
fazla bu konuya önem veren bir kuruluş olması gerektiği şeklinde karşımıza
çıkıyor. Birisi, evinize, arabanıza zarar verse,
mahkemeye verip, tazminat açarsınız ve tazminat talep edersiniz, en azından
onunla münakaşa ederseniz; ama, soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, yürüdüğümüz
yolu kirletmenin de bir bedeli olması gerektiğine inanıyorum. Aynen koruyucu
hekimlikte olduğu gibi, çevre kirletilmeden önlem alınmalıdır diye düşünüyorum.
Çevre Bakanlığının, bu konuda yetkisi ve duyarlılığı var; buna inanıyorum;
ancak, bütçesi yeterli değil. Baskılar var; kanunen kendisinde var olan
yetkisini yönetmeliklerle kaldırıyor. Örneğin, ÇED uygulaması ve bu konudaki
yönetmelik değişiklikleri... Hem Çevre Kanununa aykırı hem uluslararası
kriterlere uymuyor hem de çevre korumasından ziyade, daha çok çevre
kirlenmesine sebep oluyor. Şöyle ki: 2872 sayılı Çevre Kanununun 10 uncu
maddesi "gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre
sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler bir çevre etki
değerlendirmesi raporu hazırlarlar" diyor. Dikkatinizi çekiyorum, bu
kanunda bahsedilen husus, gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu
kurum ve kuruluşların çevre kirlenmesine sebep olabilecek atık ve artıkların ne
şekilde zararsız hale getirilebileceği hususudur. Bu konuda kanunun devamında
"Çevre Bakanlığınca çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir" denilmiş.
Çevre Bakanlığı Şubat 1993'te bu
yönetmelikleri çıkarmış, 1997 yılında yönetmelik değişikliği olmuş ve nihayet,
13 Ağustos 1999'da, 14 Nisan 2000'de, 29 Eylül 2000'de ve 26 Ekim 2000'de de 4
defa yönetmelik değişikliği yapılmış. Şimdi, 14 Nisan 2000 tarihli değişiklik
aynen şöyle: "Faaliyetin üretim aşamasına geçmiş bulunması halinde,
üretimde bulunduğunun belgelenmesi kaydıyla, yönetmelikte belirtilen
yükümlülüklerin yerine getirilebilmesi için, bir defaya mahsus olmak üzere,
Bakanlıkça uygun görülmesi halinde, yeteri kadar süre verilebilir." Şimdi,
kanundaki "gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri"
yönetmelikteki "faaliyete başladığının belgelenmesi halinde" dediğine
göre, kanun ile yönetmelik arasında çelişki var. Yani, faaliyetini sürdürmekte
olan ve çevre sorunu yaratan yatırımlarda ÇED uygulaması söz konusu değildir,
olamaz, ÇED'in metodolojisine aykırıdır. Peki, herhangi bir sebeple, ÇED
uygulaması başlamadan veyahut da denetim yetersizliğinden dolayı, herhangi bir
sebeple, kaçak olarak faaliyete başlamış olan firmalara bu yetkiyi vermeyelim
mi, bu uzatmayı vermeyelim mi, onları hemen kapatalım mı derseniz, Çevre
Kanununa bağlı olarak çıkarılmış diğer yönetmeliklerde, su, hava, tehlikeli
atıklar, katı atıklar yönetmelikleriyle bu süreyi verme durumunda olabiliriz
diye düşünüyorum. Yönetmelikte yapılan ikinci değişiklik, 29
Eylül 2000 tarihinde yapılan değişikliktir; bu da, yönetmeliğe geçici bir madde
eklenmesiyle sağlanmıştır. Mobil ve yüzer elektrik santrallarına ve bu
santralların enterkonekte şebekeye bağlantısını sağlayacak enerji iletim
hatlarına, santrallarda kullanılacak petrol, petrokimsayal veya kimyasal ürün
depoları ile limanlara, iskelelere ve rıhtımlara ilişkin faaliyetlere bu
yönetmelik hükümlerinin 31.12.2002 tarihe kadar uygulanmaması söz konusudur.
Yani, bu yönetmelik de, buradaki faaliyetlerin en az iki yıl boyunca ÇED
kapsamından çıkarıldığının belirtisidir ve bunun Türkçesi de, bu yüzer
santralların iki yıl boyunca çevreyi kirletmelerine izin verilmesidir. Trabzon'un Yomra-Çarşıbaşı, Ordu'nun Ünye,
Giresun'un Bulancak, İçel'in Akkuyu İlçelerinde yüzer ve gezer santrallar ihale
edilmiştir ve iki yıl boyunca, arıtma tesisi olmadan çalışacak demektir. Bu
santralların her biri 100'er megavat gücündedir ve her biri günlük 550 ton
civarında 6 numaralı fuel oil kullanarak asit yağmuru ve gaz solunmasına sebep
olacaktır. İki yıl sonra da, bir önceki yönetmelik değişikliğine göre, bu
tesislere yeni bir süre verilmesi söz konusu olacaktır. Bu bakımdan, bölge
milletvekillerine özellikle bu konuyu duyuruyorum ve ben, bu konuda, Fazilet
Partisi Giresun Milletvekili Sayın Turhan Alçelik'in bir çalışması olduğunu da
biliyorum. Özellikle iktidar grubu bu bölge milletvekillerine bu konuyu da
özellikle duyurmuş oluyorum. Son yapılan değişiklik de, 26 Ekim 2000
tarihinde yapılan değişikliktir. Askerî faaliyetler, maden ve petrol arama
faaliyetleri, çevresel etki değerlendirmesi ön araştırması uygulanacak
faaliyetler listesi dışında bırakılmıştır. Maden ve petrol arama faaliyetlerinde
bulunmak isteyenler, bir taahhütname formu dolduracaklar, valilikler kanalıyla,
Çevre Bakanlığı bunları kontrol edecek. Acaba, Çevre Bakanlığı, bunu, hangi
yetişmiş personelle yapacak? Mahallî çevre kurulları kontrole çıkarken, araç
bulamayıp diğer kuruluşlardan ödünç araç isterken, Çevre Bakanlığı halen 35
ilde teşkilatlanmasını sağlamışken, 46 ilde Bakanlar Kurulu kararına rağmen
kadro tahsisi yapılamazken, 29 trilyonluk bütçe bunlara yetmeyeceğine göre, bu
iş nasıl olacak? Ayrıca, ÇED uygulamalarında halkın
katılımı çok önemli olduğundan dolayı, halkın katılımının önlenmesi, Birleşmiş
Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonunca hazırlanan Çevresel Konularda Bilgiye
Erişim, Çevresel Karar Verme Sürecine Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru
Sözleşmesine aykırıdır. Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesinde "Çevre,
Kısa Vadeli 2001 Taahhütler" bölümünde çevre etki değerlendirmesi
direktifinin üstlenilmesi varken, bu yönetmelik değişikliklerini nasıl izah
edeceğiz? Ayrıca, bu yönetmelik değişiklikleriyle,
Sayın Bakanımızın, Plan ve Bütçe Komisyonundaki sunuş konuşmasında -gerçi,
Sayın Bakanımız Kyoto Sözleşmesi için Hollanda'daydılar, katılamadılar oraya;
ama, yazılı metin sunulduğu için söylüyorum- geçen "çevrenin kirlenmeden
korunması temel ilkedir. Bu ilkenin en önemli araçlarından birisi de çevresel
etki değerlendirmesidir. ÇED Yönetmeliğinde günün ihtiyaçlarına göre yapılan
değişiklikler, bu yönetmeliğin öngördüğü düzenlemeler
gerçekleştirilmiştir" sözleri ile bu uygulamalar ters düşmektedir. Yoksa, Dünya Bankasının Akdeniz Teknik
Yardım Programı (METAP) çerçevesinde uygulandığı ÇED Kurumsal Güçlendirme
Projesi, bizdeki bu ÇED uygulamalarının yanlışlığının ispatı mıdır? Sayın Bakanın, Plan ve Bütçe Komisyonunda
2001 yılı Çevre Bakanlığı bütçesini sunuş konuşmasında, yine koyu renklerle
belirtilen, bir dizi uluslararası sözleşme görüyoruz. En temel konu olan ÇED
uygulamalarında uluslararası kriterlerle çelişkiyi nasıl izah edeceğiz? Aslında, bizler burada şu anda, stratejik
ÇED'den ve makro çevresel planlardan söz ediyor olmalıydık. Bunun ne kadar
önemli olduğunu, 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri, otomotiv sanayiinin ve
petrokimya tesislerinin birinci derecede deprem kuşağının üzerinde kurulu
olmasının ne kadar yanlış olduğunu bizlere göstermiştir. Bir başka konu da, Bakanlığın yerel
politikaları ve mahallî çevre kurullarının etkinliğidir. Bakanlığın 35 ilde
teşkilatı var. Yeteri hizmet veriyor mu, misyonları nedir, çevre sorununun
tespitine çıkmaya araç gereç var mıdır; bunlar önemli sorular. Bu mahallî kurulları, daha çok, hava
kirliliğiyle ilgili kararlarda görüyoruz. Yeni bir konu ortaya çıkınca
etkisizlik söz konusu oluyor. Örneğin, cep telefonlarından sonra
elektromanyetik kirlilik ortaya çıktığında, Çevre Bakanlığı çok hassas
davranarak "çevreye zarar var, kontrol altına alın" diye hemen bir
genelge yayımlamıştır. Mahallî çevre kurulları da samimî çalışarak, özellikle
İstanbul samimî çalışarak, hemen tedbirler almışlar "bu zararlıdır ve
meskûn mahallerden şu kadar uzaklıkta olmalıdır"diye kararlar çıkmıştır;
ama, bu noktada, Çevre Bakanlığının genelgesi üzerine Ulaştırma Bakanlığı bir
yönetmelik çıkararak "biz yeniden düzenleme yapacağız, bu konuyu
durdurun" şeklinde beyanları vardır ve ben, bizzat kendim, Tokat'ta bir
ilköğretim okulunun bahçesine bitişik olarak bu baz istasyonlarının kurulduğunu
gördüm, hiçbir şey yapılamıyor; etkisizlik meydanda. Halbuki, Çevre Komisyonu,
Çevre Bakanlığının kuruluş kanunu çalışmalarında, Hava Yönetimi Genel Müdürlüğü
tarif edilirken "iyonlaştırıcı olmayan radyasyonun kontrolü, azaltılması,
bertarafı, bu konuda kriter, standart tespiti belirlemek, uygulamak ve
uygulanmasını sağlamak” olarak yazılım yapmıştır. Bu, yasama ile yürütmenin
uyumlu olması gerektiğini öne çıkarıyor ve bunun önemli olduğuna bir kere daha
işaret ediyorum. Çevre Kirliliğini Önleme Fonundan 2000
yılında belediyeler ve diğer kuruluşlara, 427 adet kanalizasyon, 32 adet dere
ıslahı, 121 adet ağaçlandırma projeleri için 3 trilyon ve belediyeler ve kamu
kuruluşlarına yaklaşık 3,5 trilyon araç-gereç yardımı yapılmış. Şu anda
elinizde olan bu broşürlerde de bunları göreceksiniz. Sanırım, değerli milletvekilleri bu
belediyelerin hangi belediyeler olduklarını da merak ediyorlardır; ama, Çevre
Bakanlığının son yapılanma çalışmalarında da, bunda da olumlu işaretleri
görüyoruz, inşallah bunun bu şekilde devamını da diliyoruz. Bir diğer konu da, Gölbaşı Çevre Referans
Laboratuvarının durumudur. Avrupa Birliği Komisyonu kararıyla, 2 800 000 euro
hibeyle Türkiye'de 1998'de kurulmuştur, Avrupa Çevre Ajansına katılma için çok
önemlidir. Bu anlaşmayı, Bakan, 9 Ekim 2000'de imzalamıştır. Avrupa,
Türkiye'nin eksikliğinin ölçüm ve envanter eksikliği olduğunu biliyor; ama, bu
referans laboratuvarının şu anda modern tesisleri vardır ve sadece 13 eleman
çalışmaktadır. Bu mevcut cihazlar da verimli kullanılamamaktadır. Bu konuyu da,
kapasiteli ve orayı en mükemmel şekilde çalıştıracak elemanın oraya atanması
noktasında özellikle belirtiyorum. Çevreyle ilgili olaylarda muhakkak çevre
bilincinin, çevre ahlakının oluşması lazımdır. Halkın gönüllü desteği, devlet
politikası ve devletin desteği şarttır. Pratikte muhakkak bunu sağlamalıyız.
Duyarlılık, teknoloji kadar etkilidir. Çevreyi ve önemini iyi anlayabilmek için,
insanı, yaşadığı çevreyi, tabiattaki dengeyi, ekosistemi iyi anlamak gerekir.
İnsan, eşrefi mahluktur; yani, yaratılmışların en şereflisidir ve her şey
insanın emrine verilmiştir; ancak, hiçbir şey sınırsız değildir. "Yiyiniz
içiniz, israf etmeyiniz", "dengeyi bozmayınız" gibi kurallar
vardır. Bu bakımdan, çevrenin korunmasını, insanın korunması; tabiatın
korunması, yani canlı ve cansız varlıkların korunması, eşyanın korunması, yani
millî servetin korunması, israfın önlenmesi, tarihin korunması, kültürün
korunması olarak anlamalıyız. İnsanın korunmasını da, insanın kullandığı hava,
su, toprağın korunması ve insanın doğuştan sahip olduğu mal, can, akıl, namus,
inanç ve fikir hürriyetlerinin korunması olarak algılamalıyız. İlk insan Hazreti Adem, yasak meyveyi
kopardığı için -çevre ihlaliyle- mükemmel bir çevre olan cennetten çıkarıldı.
Umarım, bu çevre ihlalleri dünyanın sonu olmaz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN- Lütfen toparlar mısınız. AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla)- Hemen
toparlıyorum Başkanım. Sözlerimi, Kızılderili Reisi Seattle'ın,
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Pierce Franklin'e 1854'te söylediği
sözlerle bitiriyorum: "Toprak bizim annemizdir. Toprağın başına gelenler,
onun çocuklarının da başına gelir. İnsanlar toprağa tükürürlerse, kendi
yüzlerine tükürürler. Toprak insana değil, insan toprağa aittir." Evet, bu topraklar şehit kanlarıyla
sulanmıştır; gerekirse yüz süreriz. Hepimiz toprağı temiz tutalım. Çevre Bakanlığı bütçesinin hayırlı olması
dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Sünnetçioğlu. Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Mehmet Arslan'a ait.
(MHP sıralarından alkışlar) Sayın Arslan, süreyi eşit mi
kullanacaksınız? MEHMET ARSLAN (Ankara) - Evet efendim. BAŞKAN - Peki. Süreniz 7 dakika efendim. MHP GRUBU ADINA MEHMET ARSLAN (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi
üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyor, ramazanın
hayırlara vesile olmasını diliyorum. Değerli milletvekilleri, ülkemizdeki
işletmelerin yüzde 99'unu oluşturan, istihdamın yüzde 60'ını yüzde 70'ini
sağlayan esnek ve dinamik yapıları, bölgesel, sosyal denge ve üretime olan
katkılarıyla esnaf ve sanatkârlarımız ile küçük ve orta ölçekli işletmelerimiz,
ülkemiz ekonomisinin ve sosyal yapısının temelini oluşturmaktadır. Esnaf ve
sanatkârlarımız ile KOBİ'lerimizin sağlıklı gelişimi, uluslararası rekabet gücü
kazanması, kalkınmaya katkıda bulunması ve dış pazara açılması, Avrupa Birliği
için tam üyelik yolundaki ülkemizde bugün çok daha fazla önem taşımaktadır.
Bugün, dünya ülkeleri ekonomik ve stratejik işbirliği anlaşmalarının
temellerini, küçük işletmeler ekseni oturtmaktadır. 57 nci cumhuriyet hükümeti de, Avrupa
Birliğine üye ülkelerde bulunan 20 milyon KOBİ'yle rekabet etme durumunda olan
esnaf ve sanatkârlarımız ile KOBİ'lerimiz için gerekli tedbirleri almaktadır.
Burada alınması gereken tedbirleri, birkaç ana başlık altında toplayabiliriz;
bunlar, esnaf ve sanatkârlarımız ile KOBİ'lerimizin, teknoloji, finansman,
üretim, altyapı, nitelikli personel ve pazarlama açısından güçlendirilmesidir. Değerli milletvekilleri, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının ilgili kuruluşu Küçük ve Orta Ölçekli Sanayiî Geliştirme ve
Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) ve uzun yıllardır kurulamayan ve bu yıl
kanunlaşarak kurulan Esnaf ve Sanatkârlar Genel Müdürlüğü bu amaçla
kurulmuştur. Esnaf ve Sanatkârlar Genel Müdürlüğünün kurulmasıyla, 3,5 milyon
insanı bünyesinde barındıran esnaf ve sanatkârlarımız, devletteki muhatabını
bulmuş ve daha sağlıklı hizmete kavuşmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi olarak
ilerideki amacımız, 1999 yılı seçim beyannamemizde de belirttiğimiz gibi, bir
esnaf bakanlığının kurulmasıdır. Bu aşamada bile, bu genel müdürlük eliyle,
kısa sürede, esnaf ve sanatkârlarımızı rahatlatıcı birtakım iyileştirmeler
yapılmıştır. Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatifleri Merkez
Birliği ve Halk Bankasının da görüşü alınarak, esnaf ve sanatkârlarımızın
kullandıkları kredilerden yapılan en büyük kesinti olan yüzde 10'luk sermaye
payı kesintilerinin azaltılması yönünde mutabakata varılmış ve bunu sağlayacak
değişikliğe izin verilmiştir. Böylelikle, ortak başına kullanılabilen kredi
miktarı olan 5 milyar TL krediden 800 milyon lira olan kesinti, İzmir Bölge
Birliğince yapılan ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca onaylanan ana sözleşme
değişikliğiyle yüzde 50 azaltılarak, 400 milyon liraya kadar azaltılmasına
imkân sağlanmıştır. Toplam olarak, her bir ortak başına 400 milyon lira olmak
üzere, yaklaşık 26,8 trilyon lira toplam kaynak, esnaf ve sanatkârlarımıza
sunulmuş olacaktır. Bu uygulamayla, yüzde 10 olan sermaye payı kesintilerinin,
kooperatiflerin genel kurullarında alınacak kararla, yüzde 1'e kadar
azaltılabilmesi sağlanmıştır. Önümüzdeki dönemlerde, kooperatiflerin malî
yapılarına bağlı olarak, diğer bölge ve illerde de uygulamaya geçilecektir. Diğer taraftan, esnaf sicil gazetesi ilan
bedelleri yeniden değerlendirilmiştir. Bu yapılan değerlendirmeyle, ilan
bedellerinin en son belirlendiği Mayıs 1999 tarihine göre, yüzde 10-15 oranında
düşürülmüştür. Mayıs 1999 ilâ 2001 yılı toptan eşya fiyatları endeksindeki
artış da göz önünde bulundurulduğunda, yüzde 100'e yakın, esnaf ve
sanatkârlarımız lehine bir iyileştirme sağlanmış olacaktır. Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin lider
ülke olabilmesi için, öncelikle, makro ekonomik istikrarının sağlanması
lazımdır. Bunun temelini ise, kronik enflasyonla mücadele, finansman
maliyetlerinin düşürülmesi ve uygun bir yatırım ve üretim ortamının
oluşturulması teşkil etmektedir. 57 nci cumhuriyet hükümetinin yaklaşık bir
yıllık icraatı, bu alanda epey mesafe katetmiştir. Küreselleşen dünya ekonomisi çetin rekabet
şartlarını da beraberinde getirmiştir. İşletmelerin esnekliği, diğer bir
ifadeyle, değişimlere uyum kabiliyeti önplana çıkmıştır. Elektronik ticaret,
gümrük sınırlarının kaldırılması ve benzeri uygulamalar sonucunda, tüketici, en
kaliteli, en ucuz malı ve hizmeti dünyanın öbür ucundan kolayca satın alabilir
hale gelmiştir. Bu durumda, esnaf ve sanatkârlar ile makro işletmelerimiz,
giderek çok daha yoğunlaşan bir rekabet ortamında ayakta duramaz hale
gelmektedir. Türkiye, değişen dünya içerisinde yerini
bulmalıdır. Ülkemizin ekonomik ve siyasî potansiyeli, aydınlık bir gelecek vaat
etmektedir. Bunun için, yeni şartlara uyum sağlamak, gelişmeleri doğru teşhis
etmek ve doğru politikaları tespit edip bunları kararlılıkla uygulamak
zorundadır. Hızlı teknolojik gelişmenin yanında, dünya
ticaretinin giderek serbestleşmesiyle beraber rekabet hızla artmaktadır.
Gelişmiş ülkeler, çeşitli araçlarla kendi sanayilerini destekleyerek yapısal
uyum ve rekabet gücünün sürdürülmesi yönünde politikalar uygulamaktadır. Bu
gelişmeler, bilim ve teknoloji politikalarını önplana çıkarmakta ve ar-ge
çalışmalarına daha fazla kaynak ayrılmasını gerektirmektedir. Ayrıca, sanayileşmede çevre boyutuna da
özel önem verilmektedir. Çevrenin korunmasını, ekonomik kalkınmanın kalitesi,
sürekliliği ve istikrarı açısından gerekli görmekteyiz. Özel kesim eliyle yürütülecek sanayileşme
sürecinin en önemli safhalarından birisi, sanayi altyapısının kurulmasıdır.
Sanayi altyapısının kurulmasıyla, sanayileşme için uygun bir ortam sağlanmakta,
sanayi kuruluşları arasında işbirliği artmakta ve en önemlisi de sanayi
kurumsallaşmaktadır. Sanayi altyapısı, sanayicileri yatırım yapmaya yönelten en
büyük teşviklerden birisidir. Organize sanayi bölgeleri, sundukları farklı
hizmet imkânları ve maddî kolaylıklar yönüyle sanayileşmeyi teşvik unsuru ve
özendirici politika aracı olarak kullanılmaktadır. Düzenli altyapının kurulduğu
yerlerde sanayiciler, sorunsuz üretim yapmakta, ihtisaslaşabilmekte ve
işbirliğine gidebilmektedir. Yeni sanayi anlayışının oluşturulmasında
ise KOBİ'lerin önemi çok büyüktür. Bu çerçevede, ekonomik gelişmeyi hızlandıran
ve toplumun yaratıcı potansiyelini açığa çıkaran KOBİ'lerin korunması ve
geliştirilmesi için yeni düzenlemeler yapılması, destek ve teşvik
programlarının hazırlanması gerekmektedir. Büyük yatırım gerektirmeyen, bilginin
yoğun olduğu, katma-değeri yüksek ürünler, kişisel yetenekler tarafından
KOBİ'lerde üretilmektedir. KOBİ'ler, bu yönüyle, teknolojik gelişmenin kişisel
yeteneklerle gerçekleştirildiği birimlerdir... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Arslan, lütfen
toparlayınız. MEHMET ARSLAN (Devamla) - ...diğer yönüyle
ise, toplumdaki teşebbüs potansiyelinin hayata geçirildiği ve sınırlanamadığı
yerlerdir. Büyük firma hiyerarşisi ve devlet bürokrasisinden bağımsız
müteşebbis gücünün KOBİ'ler marifetiyle katma değere dönüşmesi sonucu, ülke
ekonomisinde ekonomik ve verimlilik artışı sağlanmaktadır. Türk KOBİ'lerini dünyada rekabet edebilir
işletmeler haline getirmek ve yabancı firmaların yan sanayileri olarak
çalışabilmelerini temin etmek amacıyla, bu işletmelerin teknolojilerini
güçlendirici destekler sağlanmalıdır. Esnaf ve sanatkârların kredi ve finansman
sorunlarının temelli ve kalıcı çözümü için, esnafın ortak olduğu bir bankaya
ihtiyaç bulunmaktadır. Bu amaçla, esnaf ve sanatkârlar için bir ihtisas bankası
kurulması ya da kamu bankalarının özelleştirilmesi aşamasında Türkiye Halk
Bankasının Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatifleri Birliği ve diğer
esnaf kuruluşlarınca alınmasının uygun olacağı kanaatindeyiz. Burada sözlerime son verirken, Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı 2001 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını Cenabı
Allah'tan niyaz eder, saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arslan. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
ikinci söz, Manisa Milletvekili Ali Serdengeçti'ye ait. Buyurun Sayın Serdengeçti. (MHP
sıralarından alkışlar) Süreniz 7 dakika efendim. MHP GRUBU ADINA ALİ SERDENGEÇTİ (Manisa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemimiz gereği görüşülmekte olan
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Tarihin başlangıcından sanayi devrimine
kadar devletlerin gücünün tek ölçüsü, bilek gücüydü; ancak, Avrupa'daki sanayi
devriminden sonra büyük devletlerin gücünün ölçüsü ise, o devletin, ileri
teknolojisi, üretim kapasitesi, ihracatı ve fertleri arasında gelir
dağılımındaki adalet olmuştur. Günümüz dünyasında teknolojiler sınır
tanımamaktadır. Bu manada, yüksek teknolojiyi elinde bulunduran devletlerin
bunu ihraç etme isteği ile bu teknolojiden faydalanmak isteyen devletlerin de
ithal etme istekleri birleştiğinde, teknolojik olarak geri kalmış ülkelerin bu
teknolojiyi elde etmeleri neticesinde, bu teknolojik yarışta çok gerilerde
kalmalarının önüne geçilmiş; bunlara, bu ileri teknoloji ithali avantaj
sağlamıştır. Bugün, rotasını doğru hedefe yönlendirmiş
devletlerin durumlarına baktığımızda, kısa zamanda başarıyı yakaladıklarını
görüyoruz. Bizlerden kültür olarak, tecrübe olarak ve yeraltı kaynakları olarak
çok zor durumda olan Uzakdoğu ülkeleri, hedeflerini doğru tespit edip
kaynaklarını ona göre yönlendirdikleri için, ihracatlarını ithalatlarından
katbekat fazla duruma getirmiş, bu ülkeler, millî gelirde ise bizlerden en az 3
kat ileri bir duruma gelmişlerdir. İşte bütün bunları göz önüne aldığımızda,
sanayide bugüne kadar uygulanan politikaların yeterli bir performans
göstermediğini görüyoruz ve bundan dolayıdır ki, bizlerin, sanayide, devlet ve
millet olarak, olmamız gereken yerde olmadığını görmekteyiz. Sanayi ve Ticaret Bakanlığının, son iki
faaliyet döneminde, meselelere günübirlik çözümler yerine, köklü ve kalıcı
çözümlere yöneldiğini görmekteyiz. Sayın Bakanımız, Türkiye'nin sanayileşme
stratejisi ve politikasının daha gerçekçi, ülke ve çağın şartlarına uygun
olarak yeniden belirlenmesi için çok geniş katılımlı bir çalışma başlatmıştır.
Bu çalışma sonucunda, ülkemiz sanayiinin, kısa zamanda, gelişmiş ülkeler
safında hak ettiği yere geleceği inancındayız. Bunun en önemli adımlarından
biri, OSB yasasının çıkarılmasıdır. Bilindiği gibi, yaklaşık kırk yıllık mazisi
olan ve sadece yönetmeliklerle varlığını sürdüren OSB'ler, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 12 Nisan 2000 tarihli birleşiminde kabul edilen yasayla hükmî
şahsiyet kazanmıştır. Bu yasayla, OSB'lerin yönetimi tamamen sanayiciye
bırakılmıştır. Ayrıca, özel OSB'ler kurulması, kamulaştırma yetkisi verilmesi
gibi hayatî konularda OSB'ler hareket kabiliyeti kazanmıştır. Ülkemizin önemli meselelerinden bir diğeri
de, tarım-sanayi entegrasyonunda beklenen sonuca varılamayışıdır. Bu manada,
son onbeş yılda bu yarışta da geri kalmışlığımız söz konusudur. Çünkü, bundan
onbeş yıl öncesine kadar tarımda kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydik.
Maalesef, tarım-sanayi entegrasyonunda istenen seviyeyi yakalayamamış olmamızın
bir sonucu olarak da, katmadeğerce yüksek pamuk, üzüm, zeytin, incir, çay,
pancar gibi sanayi ürünlerimizi üreten çiftçilerimize yaşanabilir bir refah
seviyesi, bu atılımların yapılamamasından dolayı sağlanamamıştır. Bu
çiftçilerimizin kurdukları tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin
yıllardır siyasal iktidarların keyfî uygulamalarına maruz kalmalarından dolayı
16 Haziran 2000 tarihinde çıkarılan 4572 sayılı Yasayla, tarım satış
birliklerine özerklik sağlanmıştır. Böylece birlikler, siyasî etkilerden
korunmuştur. Ben Sayın Bakanımızla bugüne kadar kurmuş
olduğum ilişkilerde iki önemli hususu, yani aramızda geçen iki önemli hadiseyi
sizlere nakletmek istiyorum: Bunlardan bir tanesi, biliyorsunuz ki, 1999
yılında hükümetimiz pamuğa prim olarak 10 sent değer biçmişti. Ancak, o dönemde
bölge milletvekilleriyle birlikte yapmış olduğumuz çalışmalar neticesinde bu,
12 sent seviyesine yaklaştırılmıştı. İşte böyle bir dönemde, Sayın Bakanımızın -zannederim, 1999 yılı
aralığının son haftasıydı- "bari 15 sent olsun" şeklinde bir
açıklaması vardı. Tabiî ki, bu bir temenniydi; ancak, bunu söz gibi kabul
ederek, kendileri daha sonra aradaki 3 sent farkını, birliklere pamuğunu veren
üreticilere bir şekilde sağlayıp, onlara bu 3 senti vererek, bu temennisini yerine getirmiştir. Bir diğer husus da, yine, sanayici
arkadaşlarımızla kendisini ziyaret ettiğimizde, sanayicilere verilen kredilerin
enflasyon hedefinin altında olması gerektiğini, böyle bir temennilerinin
olduğunu Sayın Bakanımıza ilettiklerinde, Sayın Bakanımız "biz, o
temenninizi zaten gerçekleştirdik" deyince de, o arkadaşlarımız kendisine
"biz, böyle bir Bakan görmedik; yani, istemeden verildiği bir anı
yaşamadık; sizlere teşekkür ediyoruz"demişlerdi. Tabiî ki, ben de,
bakanımızın bir arkadaşı olarak övünç duymuştum. Saygıdeğer milletvekilleri, Sanayi ve
Ticaret Bakanlığının merkez ve taşra teşkilatı, bağlı ve ilgili kuruluşları ile
kadrosunun ve faaliyet alanının genişliği ve önemi göz önüne alındığında, 2001
yılı için teklif edilen 75 trilyon 640 milyar liralık bütçenin yetersiz olacağı
aşikârdır; ancak, başarılı çalışmalarını yakînen bildiğimiz Sayın Bakanımızın bu bütçeyle oldukça faydalı işler
yapabileceğine olan inancımızla, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin
ülkemize ve milletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın
Serdengeçti. Üçüncü söz, Balıkesir Milletvekili Sayın
Hüseyin Kalkan'a ait. Buyurun Sayın Kalkan. (MHP sıralarından
alkışlar) Süreniz 7 dakikadır efendim. HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir) - 15 dakika
efendim... BAŞKAN - 7 dakika... HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir)- Diğer arkadaş
konuşmayacak, 15 dakika efendim. BAŞKAN - İki kişinin söz hakkını mı
kullanacaksınız? HÜSEYİN KALKAN (Balıkesir) - Evet. BAŞKAN -
O zaman süreniz 14 dakika. HÜSEYİN KALKAN ( Balıkesir) - 15 dakika
efendim. BAŞKAN - Peki, efendim, 15 dakika.
Mikrofonunuzu yeniden açayım da haksızlık olmasın. MHP GRUBU ADINA HÜSEYİN KALKAN
(Balıkesir)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığı 2001 malî
yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere
söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. İnsan hayatını etkileyen fiziksel,
kimyasal, biyolojik, kültürel, ekonomik, estetik, tarihî ve sosyal faktörlerin
tamamı, çevreyi oluşturmaktadır. Çevre sorunlarının ortaya çıkışı yeni
değildir. İnsanoğlunun tabiata hükmederek refah ve lüks içinde yaşama arzusu,
tabiî kaynakların şuursuzca tüketilmesine ve neticede çevre sorunlarının çığ
gibi büyümesine neden olmuştur. Çevre sorunlarının çözümü, çevreyi ve
ekolojik dengeyi korumaktan geçmektedir. Çevrenin ve ekolojik dengenin
korunması; 1- Hava
kirliliğinin önlenmesi, 2- Su
kirliliğinin önlenmesi, 3- Toprak
kirliliğinin önlenmesi, 4- Kültürel
ve tarihî değerlerin korunması, 5- Estetik
değerlere önem verilmesiyle mümkündür. Çevreyi oluşturan ve çevrenin korunmasıyla
ilgili faktörleri göz önüne aldığımızda, çevre meselesi, bir tek bakanlığın
görev alanına sığdırılamayacak kadar kapsamlı bir konudur. Bu nedenle, birçok
bakanlığımızın görev alanlarına girmiş olan bu mesele, ancak millî çevre
politikasıyla değerlendirmeye alınabilir. Ayrıca, hava kirliliği ve su kirliliği
konularını göz önüne aldığımızda, çevre meselesinin uluslararası boyutu ortaya
çıkar. Öyleyse, çevre meselesi; 1- Ulusal, 2- Uluslararası boyutlarda
değerlendirilmelidir. 21 inci Yüzyılı yaşamaya başladığımız şu
günlerde dünyanın ve ülkemizin karşı karşıya olduğu iki ana mesele, çevre ve
enerjidir. Dünyayı ve ülkemizi bekleyen ana mesele, her geçen gün büyüyen
enerji ihtiyacıdır; çünkü, sanayi demek, enerji demektir, artan enerji
ihtiyacını karşılamak için yapılan çalışmalarsa, çevreye zarar vermektedir.
Öyleyse, bir taraftan çevreyi korumak bir taraftan kalkınmanın dinamiği gereği
enerji üretmek için bu dengeyi korumak, ancak ilmî yöntemlerle mümkün olabilir.
İlmî olmayan, duygusal veya çoğulcu politikalar, bu meseleyi çözemeyeceği gibi,
her geçen gün büyütür. Duygusal derken şunu demek istiyorum: Kim, çevrenin
bozulmasına karşı olabilir ki... Aklı başında, normal, dengesi yerinde olan
insan... Ancak, işte, insanların bu güzel duygusunu, gerekli altyapıyı, ilmî
birikimi olmayan insanlar, pekala istismar edebilmektedirler ve aynı şekilde,
bununla da, kalkınma için, Türkiye'nin geleceği için, vazgeçemeyeceğimiz enerji
meselemize sekte vurmaktadırlar. Yine, çoğulcu politikalarla, çevrenin tahribine
imkân verilmektedir. Hatırlamaz mısınız, dün, gecekondulara tapu vermeyi vaat
edenlerin çevreye yaptığı tahribatı göz ardı etmemiz mümkün müdür! Her seçim
zamanında, tapu vereceğim... Gidin bir bakın şu şehirlerimizin haline, dünyanın
neresinde böyle çirkin manzaralar görmek mümkün; hiçbir yerde yok. Onun için,
bu dengeyi iyi kurmak lazım, duygusal veya popülist politikalarla bunun önünü
almamız mümkün değil. Ülkemizde çevreyi tahrip eden en büyük
etken, kırsaldan kente doğru olan hızlı göçtür, bu göçle kentlerimizde oluşan
plansız büyümedir. Çoğulcu politikalarla, bu plansız büyüme, âdeta
desteklenmektedir. Dünyanın hiçbir ülkesinde -tekrar ediyorum- bugün bizim
şehirlerimizde karşılaşılan çirkin manzaraları görmek mümkün değildir. Sene 1989, ailemle beraber Sarp Sınır
Kapısına gittim. Sarp Köyünün yarısı Türkiye'nin, yarısı o zamanki Sovyetler
Birliğinin. Sovyetler Birliğinde, sözde küçümsediğimiz, insanın mutluluğunu
düşünmediğini söylediğimiz komünist bir ülkede, o yeşil ormanların arasında
güzel beyaz beyaz evler; ama, bizim hür Türkiyemizde, birinci katları çıkmış,
ikinci katın demirleri havada, kırmızı tuğlalı, sıvası yapılmamış yarım
binalar... Hiç estetik zevkimiz yok mudur Allahaşkına?! İşte bunlar, en önemli
çevre meselemiz. Üzüldüm... Hâlâ üzülmeye devam ediyoruz.
Ben, bu ülkede yaşayıp da -aklı başında- üzülmeyen hiç kimsenin olduğunu
zannetmiyorum; muhakkak, herkes benim gibi üzülüyor. HASAN METİN (İzmir) - Taşı toprağı
altındır, göç göç; üretmeden kaç! HÜSEYİN KALKAN (Devamla) - Ülkenin
sanayileşme ihtiyacı ve istihdam meselesinin çözümü gibi, çok masum taleplerle,
plansız ve çevre kirliliğine karşı önlemleri alınmamış sanayileşmeye göz
yumulması, çevre sorunlarını büyüten diğer bir konudur. Evet, kalkınmaya
ihtiyacımız var. Bandırma Körfezinde gübre üretiyoruz. Birkaç sene önce oradaki
tartışmaları hatırlıyorum. Gidin bakalım Bandırma Körfezine. Peki, orada, bu
körfezde, değil yüzmek, elinizi sokmaya cesaret edebilecek misiniz;
sülfürikasit akıyor. Ben kimyacıyım arkadaşlar, gidin, bakın bakalım PH'si
nedir; ben ölçmeye cesaret edemedim moralim bozulacak diye. Peki, gübre ihtiyacımız yok mu? Bugün
çiftçimiz, gübre pahalı diye şikâyet ediyor. Tekellerde toplanmış durumda
gübre. Gayet tabiî, bu gübre üretilmesine destek vermek, bu ülkenin, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin destek vermesi
muhakkak gereklidir; ama, tedbirlerini de almak zorundayız ki, bir yeri
yaparken bir yeri yıkmayalım. Ayrıca, sularımızın ve havamızın Türkiye
dışından gelen faktörlerle kirletilmesi konusunda gösteremediğimiz millî
duyarlılığımız ise onurumuza dokunmalıdır. Bugün, Karadenizdeki kirliliğin
kaynaklarının yüzde 80'i Tuna Nehrindendir. Bunlar bilimsel neticelerdir
değerli milletvekilleri; Karadenizin yüzde 80'ini Tuna Nehri kirletiyor. 16
Avrupa ülkesinden, kolları, ana kolu neyse, bunlar, Avrupa'nın pisliğini olduğu
gibi Karadenize akıtıyor. Yüzde 80'i... Bunlar benim kendi ölçümlerim değil,
bilimsel neticeler. Aynı şekilde, Avrupa'nın kirliliğinin çok
büyük bir kısmını Tuna, Karadenize taşımaktadır. Bir iç denizimiz olan
Marmara'nın kirliliğinin yüzde 90'ı ise Karadeniz'den gelmektedir. Yıllardır
konuşuruz "İzmit Körfezine fabrikalar yaptık, Marmara'yı batırdık"
diye; hayır, İstanbul'dan batırdık; hayır. Yine, üniversitelerimizden alınan
bilimsel neticelerdir ki, yüzde 90'ı Karadenizden geliyor Marmara'daki
kirliliğin. Bu ne demektir biliyor musunuz; 8 kere 9 eşittir 72 ve Marmara'nın
kirliliğinin yüzde 72'sini Tuna yapmaktadır. Bunun yanında, komşularımızdan Bulgaristan
ve Ermenistan'da Çernobil tipi ve eskimiş teknolojilerle çalışan nükleer enerji
santralları bulunmakta ve bunlar, ülkemizi tehdit etmektedir. Bulgaristan'ın ve
Ermenistan'ın da bulunduğu Avrupa Konseyi Çevre Komisyonunda bunu gündeme
getirdik ve kayıtlara da girdik. Ayrıca, boğazlarımız tehdit altında.(MHP
sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, bu vesileyle şunu
da söyleyeyim, verdiğimiz önergede "Türk Boğazları" ibaresini kabul
ettiremedik. "Türk Boğazları" dedirtmiyorlar; ancak, verdiğimiz önergeyle
ve konuşmalarımızla "Türk Boğazları" meselesini bile mecburi olarak
kayıtlara sokabildik. Madem ki, Türk Boğazları meselesini kabul etmiyorsunuz
-çevre bütün dünyanın ortak malıysa- o zaman gelip de, Boğazları de tehdit
etmeyin. O güzelliği tahrip etmeye, tehdit etmeye kimsenin hakkı yok. Öyleyse,
şu anda bunun da sahibi biziz diyorsak ve bunu gerekli yerlerde gündeme
getiremiyorsak, bu, bizim millî onurumuzu zedelemelidir, bunun altında
kalmamalıyız. Sorunları daha fazla sıralamak yerine,
çözümleri sıralamayı tercih ediyorum: 1- Çevre Bakanlığının yeniden ele
alınarak, diğer bakanlıklarla olan ilişkileri mevzuat açısından yeniden
değerlendirilmelidir. Bugün bazı çevre sorunları hakkında kimin yetkili ve
kimin sorumlu olduğu belli değildir. Sorumluluk ve yetki kargaşası ortadan
kaldırılmalıdır. Bu, sıkıntımızdır. 2 - Çevre Bakanlığının görevi, sadece,
bazı belediyelere çöp kamyonu, itfaiye aracı ve traktör dağıtmak değildir.
Ayrıca, şu anda içinde bulunduğum partinin de koalisyon ortağı olduğu hükümetimizin
Sayın Bakanına -gayet tabiî bizim de Bakanımızdır- bu vesileyle söylüyorum, bu
araçların dağıtımındaki adaletsizlikler konusunda da ciddî şikâyetler vardır.
Sayın Bakanımdan, bu şikâyetlerin de ortadan kaldırılmasını istirham ediyorum. 3- Çevre Bakanlığı ile yerel yönetimler
arasında işbirliği muhakkak yapılmalıdır. Yerel yönetimlerle ciddî bir
işbirliğine gitmeden, sağlıklı ve temiz bir çevreyi oluşturmak mümkün değildir. 4- Millî çevre politikası kısa zamanda
oluşturulmalıdır. Bu politikaların çerçevesini, çevre ve kalkınma hedeflerinin
birlikte ele alınması ve bütünleştirilmesi oluşturmalıdır. Oluşturulacak millî
çevre politikasında, halkın katılımı çok önemlidir. Zaten, demokrasi bir
çoğunluk rejimidir. Her türlü karara halkın katılımı çok önemlidir. 5- 21 inci Yüzyılda, sadece Türkiye'de
değil, bütün dünyada, çevre ve kalkınma dengesini iyi kurabilmiş, hem sağlıklı
bir çevre hem de kalkınma hedefleri şartları hazırlayabilmiş siyasî partiler
başarılı olabileceklerdir. Bugün olduğu gibi, sadece çoğulcu politikalara
itibar edip, ilmi geriye itenlerin başarılı olması mümkün değildir. Onun için,
Milliyetçi Hareket Partisinin ar-ge çalışmaları içerisinde, Türkiye'nin temel
meselelerinden birisi de çevre meselesidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Kalkan, 2 dakika eksüre
veriyorum, lütfen tamamlayınız. HÜSEYİN KALKAN (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım. Değerli milletvekilleri, nitekim,
Bergama'da, halkımız, kendi duygularını istismar ederek, Boğaz Köprüsünde
yürütenlere cezasını da vermiştir; yani, halkın güzel duygularıyla da, orada
yürütmenin anlamı yok; tedbirleri başkadır bunun. 6- Hem kalkınma hem de sağlıklı bir çevre
için, millî enerji politikası oluşturulmalıdır. Herkes şunu bilmelidir ki,
nükleer santralları kurmadan, gelecekte Türkiye'nin enerji açığını kapatması
mümkün değildir. Nükleer enerjinin N'sinden haberi olmayanların çevreciliğiyle,
Türkiye'nin enerji açığını kapatması mümkün olmadığı gibi, sağlıklı bir çevre
oluşturması da mümkün değildir. 7 - Çevre etki değerlendirmesi yöntemi
yeniden değerlendirilmeli, CED raporları sanayileşmeyi önleyen belgeler değil,
çevreyi koruyan belgeler olmalıdır. Bunu da kısaca şöyle söyleyeyim: Mesela,
ÇED raporunun, bir organize sanayi bölgesindeki her bir dükkân için, işyeri
için değil, çevre için alınmasının uygun olacağını düşünüyorum. 8 - Çevre eğitimi: Okullarımızdaki çevre
bilinci ile halkımızdaki çevre bilincinin geliştirilmesi için bir taraftan
sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapılmalıdır. 9 - Tuna Nehrinin, Karadeniz ve Marmarayı
kirletmesi ile Bulgaristan ve Ermenistan'daki geri teknolojilerle çalışan
nükleer santralların ülkemizi tehdidi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve diğer
uluslararası kuruluşlar nezdinde dile getirilerek, toplantı ve sempozyumlar
tertiplenerek, mevcut zararlarımızın ve tehditlerin ortadan kaldırılması
sağlanmalıdır. Bu vesileyle, Çevre Bakanlığı bütçesinin
ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kalkan. Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini,
ilk olarak, Kocaeli Milletvekili Sayın Ahmet Arkan ifade edecekler. Sayın Arkan, süreyi eşit mi
paylaştırıyoruz efendim? AHMET ARKAN (Kocaeli) - Sürenin 7 dakikası
benim efendim. BAŞKAN - Buyurun efendim. DSP GRUBU ADINA AHMET ARKAN (Kocaeli) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 2001 Malî
Yılı Bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerinin bir bölümünü
sunmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye, bugün, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Kafkasya'dan oluşan coğrafyanın en
büyük ekonomisi ve aynı zamanda en yüksek nüfusa sahip ülkesidir. Bir başka deyimle, kuzey komşumuz Rusya
Federasyonu bir yana bırakılırsa, Türkiye, bu coğrafyada bulunan 37 ülkenin 1
numarasıdır. Dünyanın gelişmekte olan tüm ülkelerinin ve özellikle bulunduğumuz
coğrafyadaki birkısım ülkelerin dünya ekonomisinden daha büyük pay kapmak için,
rekabet güçlerini artırıcı, yatırımlarını yabancı sermayeyle destekleyici ve
teknolojilerini geliştirici bir dizi çalışma içinde olduklarını gözlemekteyiz.
Yani, Türkiye, önümüzdeki dönemlerde, ekonomik yönden çok daha rekabetçi
ortamlarda mücadele edecektir. 57 nci hükümet, bu bilinç içinde, cumhuriyet
tarihimizin en radikal kararlarından sayılabilecek 9 Aralık 1999 ekonomik
istikrar programıyla, enflasyonsuz bir ortamda güçlü bir ekonomiye kavuşmamız
için en önemli adımı atmıştır. Değerli milletvekilleri, istikrar
programının geleceğe dönük yaratacağı fırsatlar açık ve tüm toplumun malumudur;
ancak, yol boyu karşılaşılacak riskler de bilinmektedir. Bugüne kadar bilinen
sıkıntılar yaşanmasına, hatta son günlerde malî piyasalarda sergilenmek istenen
spekülatif baskılara rağmen, bu programın kesintisiz uygulanması kaçınılmazdır.
Bu arada, ithalatın artmasının ve ihracatın negatif etkilenmesinin sanayi
üzerindeki etkilerini azaltmaya yönelik çalışmalar hızlandırılmalı,
girişimcinin yatırım arzusunu azaltacak hatalardan sakınılmalıdır. Dünya konjonktürünün
yarattığı baskılar, dolar-euro paritesi, petrol fiyatları vesaire gibi birebir
müdahil olamayacağımız faktörler vardır; ancak, kendi sanayiimizi koruyacak,
teknolojik gelişimi sürdürecek, rekabet gücümüzü artırarak dışticaret
dengelerini sağlayacak her türlü enstrümanı da kullanmak zorundayız. Türkiye,
izleyeceği politikalarda, ticaret hacmimiz olan ülkelerle, birebir dışticaret
dengesini kurmaya çalışmalıdır; hatta, bunu, sektörel bazda da aramalıdır. Sanayileşme stratejimizin vazgeçilmez
unsuru olan teknolojiyi geliştirebilmemiz için ar-ge desteği oluşturmalı, bu
destek çerçevesinde, risk sermaye şirketleri için kaynak yaratılmalıdır.
Önümüzdeki günlerde Yüce Meclise gelecek olan İhale Kanunu Tasarısı bunun için
bir fırsattır. Tüm kamu alımlarından, ar-ge desteği için kaynak ayrılabilir. Değerli milletvekilleri, fevkalade önemli
bir süreçten geçilmektedir. Dünyada, toplumların sosyal ve ekonomik alanda
atılım yapmasının önündeki en önemli engel, etik değerleri yozlaşma eğilimi
gösteren işadamları, politikacılar ve bürokratlardır. Türkiye, bugün, bu
konuda, bir sınavdan geçmektedir. Bir toplumda, gerçeklerle inanılanlar ters
düşüyorsa kaos doğar. Devlet yönetimi, yetişmiş değerlerine sahip çıkmak ve
kesinlikle deneyimli elemanların tecrübelerini gözardı etmeden hükümet etmek
durumunda olmalıdır. Toplumun özlemi, kurumlarda, siyasî baskı ve angajmandan
uzak bürokratik kadrolar görmektir. Devletin etkin ve verimli çalışması için de
bu şarttır. Özellikle, yerli ve yabancı yatırımcılar, her dönemde, bürokrasinin
siyasîleşmesinden büyük kaygı duymuşlardır. Yerli ve yabancı sermayenin önünü
görebilmesi, süreklilik arz eden yatırımlara yönelmesi, yalnız siyasî değil,
bürokratik istikrara da bağlıdır. Bürokrasi, sosyal sermayenin önemli bir
parçasıdır. Sosyal sermaye, insanların birbirine güven içinde, birlikte bir şey
yapmasıyla oluşur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sanayide, atılımcı kalabilmek ve çevremize göre daha önde olabilmemiz,
istihdamdan hakça gelir dağılımına, tüm sorunlarımızı halledebilmemiz için, en
önemli unsur, üretim ekonomisine hızla geçebilmemize bağlıdır. Bunun için de,
Türk finans kesiminde güvenilirliği sağlamak, finansal aracılıkta kalite ve
verimliliği yükseltmek ve tasarruf sahiplerinden yatırımcılara fon aktarma
maliyetlerini düşürerek reel kesimi uygun koşullu finansman imkânına
kavuşturmak şarttır. Bugüne kadar ekonomi tarihimizde sıkıntılı dönemleri
incelediğimizde görürüz ki, temel neden kavram ve sistem karmaşasıdır. Türkiye'de 1980'li yıllarda gündemimize
oturan “serbest piyasa ekonomisi” sözünden herkes farklı şeyler anlamıştır. Bir
tanımda birleşilememesinin yarattığı karmaşa, bugünkü sıkıntıların önemli
nedenlerinden birisi olmuştur. Bugün de bu konuda kavram karmaşası devam
etmektedir. Örneğin, otomotiv sanayimiz, ürettiği katma değer üzerinden net
vergi geliri sağlayan önemli ekonomik faaliyet alanlarından biridir. Bu
sektörde bugün denetim yapılamadığı, yapılmadığı için, birçok ülkeden araç
ithal edilmekte, ithalatın payı toplam satışta yüzde 55'lere, parasal olarak
sektörel bazda 8 - 8,5 milyar dolara ulaşmıştır. Sanayi Bakanlığımızın, yeni
sanayi oluşumlarını yaratmaktan öte, var olan sanayii yaşatma sorumluluğu da
vardır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Arkan, 1 dakika içinde
lütfen toparlayınız. AHMET ARKAN (Devamla) - Bu sektörde, ana
sanayi, imalat sanayiinden montaj sanayiine dönüşmekte, yan sanayi küçülmeye
zorlanmaktadır. Yarın, bu koşullar böyle devam ettiği takdirde, sektörde yan
sanayi, özellikle orta ölçek sanayi, sanayi ürünü ihracatı yerine dışarı
taşınmayı arama durumunda kalır. Değerli arkadaşlarım, ekonomiyle ilgili
bakanlıklarımızın, sivil inisiyatifle bir koordinasyon içinde üretim
ekonomisine geçişi hızlandırması şarttır. Yüce Meclise düşen görev ise, güçlü
bir Türkiye için, gerek bu çatı altında, gerekse tüm toplum içinde etik
değerlerin koruyucusu, uzlaşmacı ve katılımcı tablolar oluşturmaktır. Bu duygu ve düşüncelerle şahsım ve
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın bütçesinin hayırlı
olmasını diliyor, hepinize tekrar saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Arkan. İkinci söz, Niğde Milletvekili Sayın Eyüp
Doğanlar'a ait; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 7 dakika. DSP GRUBU ADINA EYÜP DOĞANLAR (Niğde) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri ve televizyonları başında bizleri izleyen
değerli vatandaşlarım; sizleri, şahsım ve Demokratik Sol Parti adına içten
saygılarımla selamlıyorum. Hepimizin seçim bölgelerinde, Meclise
yapılan ziyaretlerde, mektup ve faks olarak gelen vatandaş isteklerinde,
öncelik, iş talepleridir. Bu durum, vatandaşlarımızın birinci ve öncelikli
sorununun işsizlik olduğunu göstermektedir. İşsizlik, yoksulluktur, cehalettir,
açlıktır. Bir çığ gibi büyüyen bu işsizler ordusunun çoğunluğunu, milyonlarca
lise mezununun, yüzbinleri aşan üniversite bitirmişlerin oluşturmakta olduğunu
görmekteyiz. İlköğretim veya lise diploması alan, anne babayı suçlar; ama,
üniversite diploması alan rejimi ve hükümetleri suçlar. Üniversite mezunu işsizler ordumuza, yılda
200 000 evladımız katılıyor. Son yirmibeş yıldan bu yana uygulanan enflasyonist
politikalar gelir dağılımını bozmuştur. Nüfusun yüzde 25'i, gelirin yüzde
55'ini almaktadır. Elbette, bu yirmibeş yılda olmuştur. İşsizliğe, gelir
dağılımındaki eşitsizlik de eklenirse, bence en büyük tehlike budur. Bu durum,
hepimizi ciddiyetle düşünmeye, çaba sarf etmeye ve çare üretmeye
yönlendirmelidir. Benim inancım odur ki, işsizlik ve
eşitsizlik, öncelikle ve birinci tehdittir. İrticaın ve bölücülüğün kaynağı da
işsizlik ve gelir dağılımındaki eşitsizliktir. İşsizlik ve gelir dağılımındaki
eşitsizliğin çözümü bulunduğu zaman, mutlu insanlar çoğalacak; her vesileyle
sokağa dökülen insanlar işlerinde çalışıyor olacaklardır. İşsizliğe çare,
mevcut sınaî işletmelerde istihdamı artırmakla ve yeni yatırımlarla olur. Sayın milletvekilleri, ödenen sigorta,
vergi, fon, kesinti ve benzeri yükümlülükler toplamı çok ağırdır ve kayıtlı
istihdamı azaltmaktadır. Kıdem tazminatı, işçi kıyımına sebep olmaktadır. Ülkemiz ihracatının yoğun olduğu
ülkelerden Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda ve Almanya'da, ücret
kesintileri daha düşüktür. Ücretlerden yapılan kesintilerin yükünü işveren
çekiyor. Bu yük azaltılmalı ki, işveren çalıştırdığı işçi sayısını artırmaktan
korkmamalıdır. İşverenin yükü azalırsa, yeni yatırım yapmadan, istihdamı,
yaklaşık yüzde 25 oranında artırmamız mümkündür. İşletmelerin ve ülkenin rekabet gücünü
zayıflatan ve işsizliğin artmasına neden olacak miktarlara ulaşan ücretlere
bindirilen yükümlülükler, ekonomik ve sosyal olumsuzlukları daha da artırır. Üretim maliyetlerinin düşürülerek,
ihracatın artırılması için girdi fiyatlarının makul düzeyde tutulması gerekir. Maliyetlerin en önemli unsurlarından
birisi olan elektrik enerjisi, İsveç ve Norveç'te 3,5 sent/kilovatsaat,
Yunanistan'da 5,9 sent/kilovatsaat, Avrupa Topluluğu ülkelerindeyse ortalama 7,2 sent/kilovatsaattir. Türkiye'de
ise, 8,4 sent/kilovatsaattir. Elektrik enerjisi fiyatlarının, Avrupa Birliği
ülkelerindeki fiyatları aşmamasını sağlamak zorundayız. Memleket çıkarları gözönünde tutularak,
ithalat, disiplin altına alınmalı, yabancı sermaye girişini güçleştiren
engeller kaldırılmalıdır. Müteşebbislerin yatırım şevkini kıracak engeller
kaldırılmalı, teşvikler kâğıt üzerinde kalmamalıdır. Sayın milletvekilleri, OHAL Kanunu
kapsamındaki teşviklerin etkileriyle ilgili bir çalışma yaptırıyorum. Eşdeğer
konumdaki iki Orta Anadolu ilini karşılaştırdık, Niğde ve Yozgat. Aynı
sorunları yaşayan illerimizden seçilen milletvekillerimiz de, kendi yöreleriyle
ilgili çalışmalar yaptırırsa, gerçekler daha şeffaf görülecektir. Hazırlanan ön rapordan birkaç rakam vermek
istiyorum: Vergi tahsilatında yıllık artış, Yozgat'ta, 1997'de yüzde 129,
1998'de yüzde 113, 1999'da yüzde 128 iken, Niğde'de, 1997'de yüzde 115, 1998'de
yüzde 79, 1999'da da yüzde 61 olarak gerçekleşmiştir. Sosyal sigortalar primi tahsilatında artış
ise, Yozgat'ta, 1997'de yüzde 117, 1999'da yüzde 104 iken, Niğde'de, 1997'de
yüzde 114, 1999'da yüzde 69 olmuştur. OHAL teşviklerinin uygulanmaya başladığı
1998 yılından itibaren Yozgat prim tahsilatında düşme olmamış, aksine
enflasyonun üzerinde artışlar görülmüştür. Niğde'de ise gerileme vardır.
Dolayısıyla, getirilen teşvikler, Yozgat'ta yatırımları canlandırmış olup,
devletin gelir kaybına uğramadığı anlaşılmaktadır. Sosyal sigortalar
pirimindeki artış ise, istihdamın Yozgat'ta arttığını, Niğde'de ise azaldığını
kanıtlamaktadır. OHAL kapsamında olup da, yatırımları
canlanmayan ve devlete katkısı olmayan iller de vardır. Bu illerin başka
hastalığı vardır. Bu hastalık iyi teşhis edilmeli ve mercek altına alınmalıdır.
Bölgeler arasındaki dengesizlik giderilmeye çalışılırken, haksız rekabet
koşulları yaratan ve bazı bölgeler aleyhine dengesizlik yaratan teşvik sistemi
mutlaka gözden geçirilmelidir. Değerli milletvekilleri, bankacılık
sektöründe ise, paranın bir mal gibi alınıp satıldığı, bankacılığın gerçek
işlevinden uzaklaştırıldığı bir dönem geçirilmiştir. Sistemdeki kaynakların
genel ekonomiden yana; yani, toplumun hayat standardının artırılması için, reel
sektöre tahsis edilmesi gerekliliği şeklindeki bankacılık anlayışının sisteme
geri dönmesi gerekmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlayınız. EYÜP DOĞANLAR (Devamla) - Teşekkür ederim
Başkanım. Para, üretim alanlarına, sanayiciye, çiftçiye, esnafa,
zanaatkâra yönlendirilmelidir. Bazı
çevreler, paranın, üretim alanlarına, çiftçiye, esnafa, zanaatkâra yönlendirilmesi
için çaba harcanmasının gerektiği bir ortamda, bankaların görev zararını
gündeme getirerek, sistemi kilitlemeye çalışmaktadırlar. Geçtiğimiz günlerde, Ziraat ve Halk
Bankalarıyla ilgili olarak, bazı muhalefet partisi yetkililerinin, yararsız ve
küçük hesaplarından ileri gelen söz ve yazılarına tanık olduk. Bu iki kamu
bankasının söz edilen 20 milyar dolarlık görev zararı, on senelik bir sürede ve
geçmiş hükümetlerin çıkardığı kararların uygulanması sonucunda oluşmamış mıdır?
O zamanki paralar, finansman maliyetiyle ödenseydi, bugünkü rakamlara ulaşır
mıydı?.. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Son sözünüz için mikrofonu
açıyorum; lütfen... EYÜP DOĞANLAR (Devamla) - Burada bir
açıklama yapma ihtiyacı duyuyorum: Bakıyorum, bakanlık yapmış ve bu konuları
çok iyi bilen bazı kişilerin, bu kürsüden doğruların söylenmesi gerekirken,
gerçekten vatandaşlarımıza, yanlış, bilerek veya bilmeyerek... Görev zararı
nedir? Hortumlama ile görev zararını birleştirerek, 50 milyar dolar gibi bir
rakamı ortaya getirerek, 65 milyonu yanıltmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Görev
zararı, on yıl evvel başlayan, çiftçimize verilen kredinin faizi ile banka
maliyetinin, yani bankanın topladığı mevduat faizlerinin... Aradaki farkı,
hazinenin, siyasî otoritenin almış olduğu karar doğrultusunda, şak diye ödemesi
lazım. Ödemediğine göre, banka -hazineye borç kaydederek- on yılda 20 milyar
dolar gibi bir miktarı borç kaydetmiştir. Dolayısıyla, muhalefet partilerinin,
bu 20 milyar doları da, 57 nci hükümet döneminde, hortumcuların hortumladığı
gibi beyanda bulunmalarından üzüntü
duyduğumu açıklamak gerekir. Anlaşılan bu çevreler, ekonomideki istikrar
tedbirlerinin başarılı olmasından rahatsız olmaktadırlar. Paranın para
kazandığı, bankaların hortumlandığı, milletin soyulduğu, üretimin durduğu,
halkın işsiz, kahve köşelerinde oturduğu, yoksulluğun arttığı bir düzeni
özlemektedirler. BAŞKAN - Son cümleniz... EYÜP DOĞANLAR (Devamla) - Yağma yok! 57
nci hükümet, bu soyguncu düzene "dur" demiştir. (DSP sıralarından
alkışlar) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri... BAŞKAN - Bitiriyorsunuz değil mi efendim;
3 dakika geçti. EYÜP DOĞANLAR (Devamla) - Lütfen, Sayın
Başkanım... ...ticaret ve sanayi sektörlerinin
sorunlarına işsizlik gözlüğüyle bakarak, işsizliğin, yoksulluğun ve
çaresizliğin memleketimiz ve milletimize getireceği olumsuzluklar ile çözüm
yollarını, kısıtlı süre içinde özetlemiş bulunuyorum. Tabiî, muhalefet
partileri "iktidarsınız, yapın" diyecekler. 30 yılın tahribatı kolay
düzeltilir mi?! Ama, sabrederlerse, tahribatın nasıl azalacağını göreceklerdir.
(DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Son cümleniz, lütfen... EYÜP DOĞANLAR (Devamla) - Hükümetimiz,
bölücülük, irtica, vurguncular ve soygunculara karşı gösterdiği kararlı ve
başarılı tutumunu istihdamın yaratılmasında da gösterecek ve başaracaktır;
yeter ki, iktidar ve muhalefet, memleket menfaatına olan her konuda, gerçekleri
bilerek, iyi niyetle ve birlikte hareket edebilsin. Bu inanç ve güvenle, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının 2001 yılı bütçesinin memleketimize ve milletimize hayırlı olmasını
diliyor, sizlerin ve vatandaşlarımın mübarek Ramazan Bayramını kutluyor, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Ankara Milletvekili Sayın Esvet Özdoğu;
buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 7 dakika. DSP GRUBU ADINA ESVET ÖZDOĞU (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığının 2001 malî yılı
bütçesi nedeniyle Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşmama başlamadan önce,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
günümüzde, çağdaş anlamda çevrenin korunması, ekonomik, sosyal, kültürel ve
siyasî yönlerden birbirleriyle uyumlu ve bütünleşmiş bir yaklaşımı
içermektedir. Bu yaklaşım çerçevesinde, ülkemizdeki çevre korumacılığına
yönelik politikaların gelişmesine göz attığımızda, önceleri, sadece ortaya
çıkan kirliliğin giderilmesi amaçlanırken, daha sonra, önleyici politikaların
geliştiğini, günümüzde ise, sürdürülebilir kalkınma anlayışına ulaştığını
görüyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çevre,
çok geniş kapsamlı ve değişik kullanımlara hitap eden, farklı bakış açılarına
göre değişik şekillerde yorumlanabilecek niteliklere sahip olduğundan, çevreyle
ilgili sorunların bir tek kuruluşa mal edilerek çözümlerini belirlemek mümkün
olmamaktadır. Bu nedenle, çevreyle ilgili konularda sektörler ve
disiplinlerarası sıkı bir işbirliği ve koordinasyon ihtiyacı kendiliğinden
ortaya çıkmaktadır. Şayet, her kesim, çevreye, sadece kendi ihtiyaçlarının
karşılanması açısından bakmaya başlarsa, bir anlaşma ve uzlaşma zemini
yaratılamayacağı gibi, yapılan çalışmaların arzu edilen düzeyde etkili olmasını
beklemek de boşuna olacaktır. Ülkemizde, çevre koruma ve geliştirmeyle
ilgili kurum ve kuruluşların çok sayıda olması büyük bir yetki kargaşasına yol
açmakta, görev ve sorumluluk verilen kurum ve kuruluşların görev tanımının tam
ve kesin çizgilerle belirlenmemiş olması, hizmetlerin yürütülmesinde
tekrarlara, çelişkili uygulamalara yol açmakta, bazen de, bir görevin asıl
sorumlusunu bulmak çok zor ve imkânsız hale gelebilmektedir. Diğer yandan, çevre ve çevre sağlığı
konularıyla doğrudan veya dolaylı olarak ilgili kanun sayısı 100'ün
üzerindedir. Tüzük, yönetmelik, standart gibi diğer düzenlemeler de göz önüne
alındığında, mevzuat çokluğu ve dağınıklığı açıkça görülmektedir. Bu tablo içerisinde, Çevre Bakanlığının,
kendisine mevzuatla verilmiş görevlerini yerine getirmeye çalışırken karşı
karşıya bulunduğu hukukî, idarî ve malî sorunların bilinciyle hareket ettiğini
görüyoruz. Bu yönüyle, Bakanlık, öncelikli olarak, çevreyle ilgili kurumsal
yapının oluşturulması yönünde faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. 2872 sayılı
Çevre Kanununda yapılması öngörülen değişiklikleri içeren kanun tasarısı ile
Bakanlığın teşkilatını düzenleyen 443 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
kanunlaştırılması, bu yönde atılmış önemli adımlardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre
Komisyonunda bulunan bu tasarıların yanı sıra, Genel Kurul gündeminde bulunan,
hayvanları koruma kanunu tasarısı önemli bir yasal düzenlemedir. Nitekim, söz
konusu tasarı doğrultusunda çalışmalar yapan Çevre Bakanlığının, Ankara'da
Gölbaşı pilot bölgesinde başlattığı uygulamayı memnuniyetle izliyoruz. Bir başka konu da, çevre düzeni
planlarının hazırlanmasında, Çevre Bakanlığının oluşturduğu yasal çerçevenin
memnunlukla karşılandığını belirtmeliyim. Böyle bir düzenleme, ülkemizde çevre
korumacılığına hiç kuşkusuz pek çok katkı yapabilecektir. Çevre Bakanlığının ülkemizin ve dünyanın
en önemli tuz rezervi olan Tuz Gölü için başlattığı çalışmaları takdirle
karşılıyoruz. Tuz Gölünün, özel çevre koruma bölgesi olarak ilanı yanında,
kirlenmesinin önlenmesi ve doğal yapısının korunması amacıyla finansman
sağlanması ve gerekli tesislerin bu finansmanla yapılacak olması çok önemli
hizmetlerdir. Bir diğer olumlu bulduğumuz husus,
ülkemizde çevre ölçüm, izleme ve denetim sisteminin oluşturulmasında önemli bir
rol üstelenecek olan Çevre Bakanlığı laboratuvarının kurulmuş olmasıdır.
Laboratuvarın istenen düzeyde hizmet verebilmesi için, Bakanlıkça dönersermaye
işletmesinin kurulması çok isabetli olmuştur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bazı çalışmalarından örnekler sunduğumuz Çevre Bakanlığının içinde bulunduğu
darboğazlara da değinmek istiyorum. Çevre Bakanlığında görev yapan personel
sayısı, hem az hem de bu az sayıdaki personel içinde nitelikli personel sayısı
yetersizdir. Diğer yandan, Bakanlık, yetişmiş insangücünün istihdamında da
sorunlar yaşamaktadır. Nitelikli personel, 657 sayılı Kanuna tabi Bakanlıkta
görev almak yerine, kendilerine daha iyi imkânlar sağlayan özel kuruluşları
tercih etmektedir. Ayrıca, çeşitli dönemlerde yapılan ve
tamamen siyasî amaçlı personel alımı, Çevre Bakanlığı kadrolarında amaç dışı
kullanıma neden olmuş ve bu durum, bir başka darboğazı oluşturmuştur. Ayrıca, Çevre Bakanlığının, gerek merkez
gerek taşra teşkilatı için, hem yeterli hizmet binası hem de yeteri kadar
lojman ve benzeri sosyal konutları yoktur. Bu durum, biraz önce değindiğim,
Bakanlıkta yeterli sayı ve nitelikte personel istihdamını kısıtlayan bir diğer
önemli husustur. Bunun yanı sıra, Bakanlık taşra
teşkilatının 35 ilde bulunması, 46 ilde daha teşkilatlanması için Bakanlar
Kurulu kararı olmasına rağmen, halen kadroların Bakanlığa tahsis edilmemesi de
üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Bir diğer husus, Çevre Bakanlığının bütçe
imkânlarıdır. Çevre Bakanlığının kuruluşundan bu yana bütçesine baktığımızda,
Bakanlık bütçesinin genel bütçe içerisindeki payının, çoğu kez bir genel
müdürlük bütçesinin çok altında olduğunu görüyoruz. Pek çok projenin altyapı hizmetlerinin
gerçekleştirilmesi amacıyla, başta belediyelerimiz olmak üzere, değişik
kuruluşların talepleriyle karşı karşıya kalan Çevre Bakanlığının, Çevre
Kirliliğini Önleme Fonu Hazineye aktarılmış, küçük birkısım, Bakanlıkça
kullanılabilir halde bırakılmıştır. Bu nedenle, Bakanlığın diğer kuruluşlara
verebileceği hizmet desteği istenilen düzeyde olamamaktadır. Sayın Başkan değerli milletvekilleri;
ülkemizde çevre sorunlarının çözümü için en önemli unsurlardan birisi de, hiç
kuşkusuz, yeterli parasal kaynağın sağlanması ve bu kaynağın doğru seçilmiş
alanlarda yatırıma dönüştürülmesidir. Bir başka önemli husus, çevre
politikalarının kamuoyu tarafından benimsenmesi, halkın bu yönde bilinçlenmesi
hususudur. Toplumun tüm kesimlerine çevre konusunda kalıcı davranış
değişikliğini kazandırmak şarttır. Çok geniş bir alan olan çevre konusunda
Parlamentonun, bakanlıkların, yerel yönetimlerin, özel sektörün, meslek
kuruluşlarının, gönüllü kuruluşların ve tek tek her bireyin önemli rolleri
vardır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Özdoğu, lütfen,
toparlayınız efendim. ESVET ÖZDOĞU (Devamla) - Çünkü, çevre
dünyanın yükselen değeridir. Bir ülkede çevre sorunlarına verilen önem, o
ülkenin çevre yönetim sisteminin temel taşıdır. Dünyada yaşanan örneklerinde
görüldüğü gibi, devletin ve halkın çevre konularına kayıtsız kalması halinde,
her sistem, çevre sorunlarının çözümünde başarısızlığa uğramaktadır. Bu
nedenle, çevre yönetiminde süreklilik, kalıcılık ve kararlılık en önemli
unsurlardır. Türk çevre yönetiminde bu konu
partilerüstü bir yaklaşımla belirlenmiştir. Bu noktada, Parlamentonun rolü
ortaya çıkmaktadır. Çevre politikasının devlet politikası olması demek,
politikaların kalıcılığı ve sürekliliğin sağlanması için mekanizmaların
oluşturulması demektir. Bu bağlamda, Çevre Bakanlığının daha iyi
hizmet üretebilmesi için, çevre korumacılığını güçlendiren, hissettiren ve
toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla ulusal politikaları uygulayan bir yapıda
olması hayatî önem taşımaktadır. Bu yönüyle, bakanlıkça ihtiyaç duyulan yasal
düzenlemelerin, bir an önce, Yüce Parlamento tarafından kanunlaştırılmasında
sayısız yarar vardır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Son cümleniz için açıyorum... ESVET ÖZDOĞU (Devamla) - Tamam efendim... Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Çevre Bakanlığının, çeşitli imkânsızlıklara karşın görevlerini en üst düzeyde
yerine getirme istek ve çabası içinde olduğunu görüyoruz. Yüce Meclisimizin,
tüm ülke yararına, bakanlığımıza gereken desteği vereceğine inancımız tamdır. Bu duygu ve düşüncelerle, Çevre
Bakanlığının 2001 malî yılı bütçesinin ülkemizde yararlı çalışmalara neden
olmasını diliyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özdoğu. Demokratik Sol Parti Grubu adına son söz,
Muğla Milletvekili Sayın Nazif Topaloğlu'na ait. Buyurun Sayın Topaloğlu. (DSP sıralarından
alkışlar) Süreniz 7 dakika efendim. DSP GRUBU ADINA NAZİF TOPALOĞLU (Muğla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığı bütçesi hakkında
Demokratik Sol Parti Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Konuşmama, sağlıklı bir çevre hakkının
yaşama hakkıyla eşdeğer olduğunu belirterek başlamak istiyorum. Dünyada sağlıklı, temiz ve yaşanabilir bir
çevrenin sürekliliği, kırsal ve kentsel alanlarda arazinin ve doğal kaynakların
en uygun bir biçimde kullanılması, su, toprak ve hava kirliliğinin önlenmesiyle
mümkündür. Çevre kirliliğine insanlar sebep olmaktadır. Nüfus yoğunluğunun plansız
artması, özellikle çarpık kentleşme ve sanayileşme, çevre kirliliğinde en
önemli etkendir. Son elli yılda, kalkınma planlarına rağmen oluşan plansız ve
sağlıksız gelişmeler sonucunda yerleşim alanları büyüdükçe çevre sorunları
artmıştır. Günümüzde bu gelişmelerden en az yararlanan köylerimiz bile,
teknolojik çöplerin tehdidi altındadır. Sorunların en çok yoğunlaştığı
kentlerimizde, çevre koşulları iyileştirilmezse, hızla büyüyen sanayimizin
ortaya çıkardığı atıklarda bir gün hepimiz boğulabiliriz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
çevrede en önemli şey, temiz su, temiz toprak, temiz havadır. Sanayileşme ve
kalkınma çabalarımız sürecinde, gerek kamu gerekse özel sektörde yatırımlar
yapılırken, genellikle, çevre gözardı edilmiştir. Dünyanın en güzel bölgelerinden biri olan
Muğla İlimizde termik santralların yarattığı hava kirliliği, ağaçlarımızı,
bitkilerimizi kurutmakta, insanlarımızı zehirlemekte ve sağlığımızı tehdit
etmektedir. Enerji ihtiyacı nedeniyle yapılan ve birbirine çok yakın olan Yatağan,
Yeniköy, Kemerköy santrallarında bacagazı arıtma tesisleri zamanında
yapılmamıştır. Bu üç termik santral, üç ayrı yerde çevre kirliliği
oluşturmaktadır. Özellikle kış aylarında ve rüzgârsız günlerde, Yatağan
İlçemizde inversiyon olayları sık sık yaşanmaktadır. Önümüzdeki aylarda
tamamlanacak olan bacagazı arıtma tesisleri başlangıçta yapılmadığı için,
yıllardır, yöre halkımız hava kirliliği sıkıntısı çekmiş ve çekmektedir. Ülkemizin en önemli sorunlarından biri
olan enerji açığının giderilmesi için, nükleer ve termik santrallara alternatif
olan temiz ve yenilenebilir enerji yatırımlarına ağırlık vermek gerekir.
Bölgemizde, rüzgâr ve güneş, yılın büyük kesiminde etkilidir. Rüzgâr enerjisi
için başlatılan çalışmalar hızlandırılmalı, güneş enerjisi için çalışmalar
yapılmalıdır. Termik santralların çevresinde hava kirliliğinden etkilenen
yerlerde konutları ısıtmak için kömür yakılmaktadır; bu nedenle oluşan
bacagazlarını önlemek için, santrallarda kullanılan sıcak sudan yararlanarak,
bu bölgedeki konutların merkezî sistemle ısıtılmasını sağlamak, hatta, bu sıcak
suyu, tarım alanında seraları ısıtmada kullanmak, bir geri kazanımdır. Termik
santral olan bölgelerde, bir an önce böyle merkezî ısıtma projeleri
planlanmalıdır. Atıkların ekonomik olarak
değerlendirilmesi, çevre kirliliğini önlemenin en iyi çözümlerinden biridir.
Çeşitli atıklardan, enerji, hammadde, sulama ve diğer konularda geri kazanım
için projeler yapılmalıdır. Birbirine yakın olan yerleşim birimlerinde
atıkların depolanması ve geri kazanımı çalışmalarının ortak bir yerde yapılması
hem kaynak hem de yer israfını önler. Bu uygulamaların ortak yapılabilmesi için
gerekli yasal zemin oluşturulmalıdır. Böylece, bu çabaların, daha uygun yatırım
maliyetleri ve en iyi teknolojiyle gerçekleştirilmesi mümkün olacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Avrupa'da nüfusu 1 milyonu aşan şehir sayısı çok azdır; ülkemizde de nüfus
dağılımı ve kalkınma planlaması çevre için çok büyük önem taşımaktadır. Büyük
şehirlerimizde organize sanayi siteleri ve plansız açılan üniversiteler, nüfus
yoğunluğunun artmasına sebep olmuş, bunun sonucu çevre kirliliği artmıştır.
İstanbul, Ankara ve İzmir'e açılan birçok üniversite küçük illerimize
açılsaydı, büyük şehirlerimize yapılmış olan fabrikalar beldelerimize ve küçük
ilçelerimize 1'er adet bile yapılsaydı, tüm bölgelerimizde hem yaygın hem de
dengeli bir gelişme sağlanabilirdi. Bunun sonunda, beldelerimiz ilçe olur,
küçük ilçelerimiz şehir olur, büyük şehirlerimize göç durur, plansız gelişme
nedeniyle çevre kirliliği de olmazdı. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sanayiciler, yatırımlarını karayolu, demiryolu, havayolu ve denizyoluyla
ulaşımı kolay olan yerlere yaparlar. Demek ki, ulaşım politikası da çevrenin
korunması ve dengeli kullanımı için önemli bir faktördür. Büyük Önder Mustafa
Kemal Atatürk, sanayi yatırımlarını Anadolu'ya yayarak, o yerleşim alanlarının
gelişmesinde öncü olmuştur. Nüfus yoğunluğu, bu yatırımlar çevresinde
oluşmuştur. O yıllarda Anadolu'da demiryolu ağı oluşturma çabaları, çevrenin
dengeli kullanımı ve ülkemizin dengeli kalkınmasını sağlamıştır. Daha sonraları
ise, çevre katliamı sayılacak birkısım yatırımlar, en eski çevre kanunu sayılan
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Gayrisıhhi Müesseseler Yönetmeliğine rağmen,
çevresel tedbirler alınmadan yapılmıştır. Peki, şimdi, çevre için ne yapmalıyız;
öncelikle, her çevrenin deşarj ve emisyon hacimleri önceden hesaplanarak, o
çevrenin kirlilik kaldırma kapasitesi belirlenmelidir. Yerleşim, kalkınma ve
sanayi planlaması buna göre yapılmalı; imar planları çevresel değerler dikkate
alınarak yapılmalı, yolların genişliğinden tutun da, nüfus yoğunluğunun
getireceği altyapı sorunlarının tümü önceden hesaplanmalı ve altyapılar
tamamlandıktan sonra imara açılmalıdır. Çevre standartları, Çevre Bakanlığınca
belirlenmeli, planlamalar, çevresel etkileri bilen ekiplerle birlikte
yapılmalıdır. Rant planlamalarına son verilmelidir. Bunun için her türlü önlem
alınmalı ve çevre düzeni planlamaları yapılmalıdır. Bütün bunlar için, Çevre
Bakanlığı, çevremizi her yönden koruyacak ve kontrol edecek hale getirilmeli,
her ilde ve ilçede, çevre müdürlükleri veya teşkilatları en kısa zamanda
kurulmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
çevre, bize, çocuklarımızın emanetidir. Bu emaneti, çocuklarımız için en iyi
şekilde korumamız gerekmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen, toparlayınız Sayın
Topaloğlu. NAZİF TOPALOĞLU (Devamla) Teşekkür ederim
Sayın Başkan. Bütçeden, çevre ve çevreci yatırımlar için
ayırdığımız paylar, gelecekteki yaşam kalitemizi belirleyecektir. Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım
adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum, saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Topaloğlu. Anavatan Partisi Grubu adına, ilk söz,
Antalya Milletvekili Sayın Cengiz Aydoğan'a ait. Buyurun Sayın Aydoğan. Süreyi eşit mi paylaşacaksınız efendim? CENGİZ AYDOĞAN (Antalya) - Evet, eşit... BAŞKAN - 15 dakika süreniz var, buyurun
efendim. ANAP GRUBU ADINA CENGİZ AYDOĞAN (Antalya)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 2001
yılı bütçesi üzerinde konuşmak üzere, Anavatan Partisi Grubu adına söz aldım;
sizleri, Grubum ve şahsım adına, saygıyla selamlıyorum. Sanayi ve Ticaret Bakanlığımız, organize
sanayi bölgeleri, küçük sanayi siteleri, içticaret, esnaf ve sanatkârlar,
tüketici ve rekabetin korunması, tarım satış kooperatifleri, şeker sanayii,
küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesi gibi hayatî konularda
sorumluluk üstlenen çok önemli bir bakanlığımızdır. Bakanlığımız 2001 yılı bütçesi 74 trilyon
695 milyar Türk Lirasıdır; 2000 bütçesine göre artış, yüzde 20,8 olup, genel
toplam içindeki payı yaklaşık binde 15'tir. Bu bakanlığımıza bağlı KOBİ'leri
Destekleme Fonu gibi fonların ödeneği ise, 13 trilyon 514 milyar Türk
Lirasıdır. Daha geniş bütçelerle hizmet verme şansı bulmaları samimî
dileğimizdir. Bakanlık, bu kıt imkânlarla, Avrupa
Birliği normlarıyla uyumlu, üretime odaklaşan, rekabet gücü yüksek ve dışa
açık, çağdaş bir sanayileşme ve ticaret anlayışının yerleştirilmesiyle,
gelişmiş ülkeler seviyesine Türkiye'nin çıkarılmasını hedef edinmiştir. Esasen,
bu hedef, biraz daha genişletilmiş şekliyle, Yüce Meclisimizin, 21 inci Dönem
çalışmaları sırasında onayladığı Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı içeriğinde
de net olarak yer almaktadır. Şöyle ki, bu plana göre, Türk sanayii, dış
pazarlarda rekabet gücü olan, teknoloji üreten, araştırma geliştirme
faaliyetlerine önem veren, çevre normlarına uygun üretim yapan, tüketici sağlık
ve tercihlerini gözeten, yerel kaynakları harekete geçiren, nitelikli işgücü
kullanan, küreselleşmenin avantajlarını yakalayan, çağdaş işletmecilik kuran,
çağdaş üretim yöntemlerini uygulayan, özgün tasarım ortaya koyabilen, marka
yaratabilen, bilgi ve teknoloji - yoğun alanlara geçebilen, enerji taleplerinin
güvenilir ve sürekli biçimde ve düşük maliyetle sağlanabildiği bir yapılanmaya
sahip olacaktır. Bunların yanı sıra, 2000-2023 yılları
arasını kapsayan uzun vadeli stratejimize göre de, insan kaynaklarının
geliştirilmesi, sosyal refahın artırılması, sanayileşme, çevre, bilim ve
teknoloji yeteneğinin geliştirilmesi, bilgi, iletişim, enerji, ulaştırma,
kültürel, kentsel, kırsal altyapıları geliştirilmesi, kamu hizmetlerinde
etkinliğin artırılması, siyasî istikrarsızlığın giderilmesi, makroekonomik
istikrarın sağlanması, Maastricht ve Kopenhag Kriterlerinin yerine getirilmesi,
ki, bu kriterler kısaca, toplumun yaşam kalitesinin yükseltilmesi, kesintisiz
ve istikrarlı büyüme süreci ve buna uygun büyüme hızı, kamu maliyesinde denge,
uygun gelirler politikasıyla enflasyonun tek haneli rakamlara indirilmesi,
düzenli ve dengeli gelir dağılımı, yoksullukla mücadele, bölgesel gelişmişlik
farklarının giderilmesi, insan hak ve hürriyetlerinin güvenceye alınması,
hukukun üstünlüğünün, katılımcı demokrasinin, laikliğin, din ve vicdan
özgürlüğünün en üst düzeyde gerçekleştirildiği bir ortamın sağlanması gibi
özetlenebilir. Ayrıca, yine, kalkınma planımıza göre,
2000-2023 yılları arasını kapsayan dönemde, serbest piyasa düzenine uygun olarak
özelleştirmelerin süratle tamamlanması, fonların tamamen kaldırılması, dünya
ticaretinden daha fazla pay alınması, kişi başına gelirin 2000'de 3 000 dolar,
2005'te 4 300 dolar, 2023'te Avrupa Birliği ülkeleri düzeyinde olması, 2000'de
200 milyar dolarlar civarındaki gayri safî millî hâsılanın 2023'te 1,9 trilyon
dolar ile dünyanın ilk 10 büyük ekonomisinin arasına girmek hedeflenmektedir. Bu hedeflere ulaşma konusunda ülkemizin
başlıca sorunları; siyasî istikrarsızlıklar, makro- ekonomik istikrarsızlık,
eğitim ve sağlık hizmetleri yetersizliği, ekonomide düşük verim, niteliksiz ve
yetersiz işgücü, işsizlik, tarımdaki atıl işgücü, dengesiz gelir dağılımı,
üretim, yatırım ve ihracatta geleneksel sektör ağırlığı, teknolojinin üretimi,
kullanımı, yayılmasındaki yetersizlik, bilgi ve iletişim altyapısındaki
eksiklik, enerji ve diğer altyapı aksaklıkları, kamu hizmetlerinde verim
düşüklüğü, yabancı sermaye azlığı, düşmanların çokluğu gibi özetlenebilir. Buna
karşın, başlıca avantajlarımız da; Türkiye'nin 1998'de 200 milyar dolarlık
millî gelirle dünyanın 22 nci büyük ekonomisi oluşu, Avrupa Birliği tam
üyeliğine adaylığımız, kültür birikimimiz, genç ve dinamik nüfus, ulusal
gelişme bilinci, girişimcilik birikimi, kurumsallaşma yolunda ilerlemiş piyasa
ekonomisi, uluslararası rekabete açık sanayi yapısı, GAP'la ilgili bölgesel
potansiyel, jeostratejik konum, kıtalararası ulaştırma ağlarımız, Avrasya
petrol ve doğalgazının dünyaya ulaştırılmasındaki doğal terminal konumumuz,
doğal kaynaklar, tarihî ve turistik değerlerimiz, Avrasya'daki tarihî ve
kültürel bağlar ile akrabalıklarımız... Bunlar da başlıca avantajlarımız olarak
görülüyor. Biz, Anavatan Partisi Grubu olarak,
gönülden inanıyoruz ki, saydığımız bu sorunların aşılmasında, avantajların en
iyi şekilde değerlendirilmesiyle, gelişmiş ülke standartlarına ulaşılmasında,
Türk işadamları, Türk sanayicileri lokomotif güç olacaktır. Böylesine önemli
misyon yüklediğimiz işadamlarımız, sanayicilerimiz, yıllardır, yüksek
enflasyon, yüksek faiz, yüksek kredi maliyetleri, yüksek vergiler nedeniyle
yanıp kavrulmuşlar, önlerini görememişler, dışpazarlara girmekte, dışarıyla
rekabette zorlanmışlar, neredeyse, üretmekten vazgeçme noktasına gelmişlerdir. Peki, gelinen bu noktada, bütün bu
zorlukları aşıp, hedeflenen seviyeye ulaşabilir miyiz? Uygulanmakta olan üç yıllık ekonomik
istikrar programının ilk yılına baktığımızda, inanılmaz zor koşullara rağmen,
durum umut vericidir; şöyle ki: Türkiye, uzun yıllar, başımıza bela edilen
terörle mücadele vermiş, başarıya ulaşmış; ama, 30 000 can kaybının yanında,
ekonomisine kazandırabileceği 100 milyar dolarından olmuştur. Türkiye, 1999'da, insanlığın 20 nci
Yüzyılda yaşadığı en büyük felaketlerden birine uğramıştır. Körfez depremi,
sanayi katmadeğer içindeki payı yüzde 46,7 olan 7 ilimizi son derece olumsuz
etkilemiş; bu, ihracatı geriletmiş, 20 000 can kaybı verdirmiş, tarifsiz maddî
ve manevî acıların nedeni olmuştur. Sadece petrol fiyatlarındaki artışlar
nedeniyle, son bir yılda, yaklaşık 2 milyar dolarlık kaybımız olmuştur. Bütün bunların yanı sıra, Uzakdoğu krizi
ve Rusya krizi de ekonomimizi olumsuz yönde etkilemiş; tüm bu olumsuzluklara
karşın, enflasyon, son ondört yılın en düşük seviyesine indirilebilmiştir. Toplanan verginin yüzde 88'i faizlere
giderken, bu oran, yüzde 52,4'e indirilebilmiştir. 1999'daki yüzde 6'lık daralma, 2000'de,
zor şartlarda, yüzde 5'ler civarında büyümeye çevrilebilmiştir. 1980 yılından bu yana, ilk defa, borç faiz
oranı negatif olmuştur. İlk defa, nominal bazda faizler, bir önceki yıldan daha
düşük olmuştur. 2000 yılı bütçesindeki 32,6 katrilyon liralık gelir hedefi
aşılmış ve 24 katrilyonluk vergi gelir hedefi de aşılmıştır. Sanayi sektöründe
yüzde 3,5 büyüme gerçekleşmiştir. Kapasite kullanım oranı yüzde 76,1'le son bir
yılın en yüksek seviyesine çıkmıştır. Aylık sanayi üretim endeksi, ağustosta
yüzde 17, eylülde yüzde 6,3 oranında artarak ekonomideki büyümenin devam
ettiğinin göstergesi olmuştur. Sosyal güvenlik kurumlarının açıkları
süratle kapanmaktadır. Faizler düşmekte, enflasyon düşmekte, ihracat ve turizm
gelirleri artmaktadır. Yolsuzluk ekonomisiyle mücadele bütün
hızıyla devam etmektedir. En zor koşullarda olumlu sinyaller veren makro
ekonomik istikrar programı ısrarla sürdürülmeli, son gelişmeler dikkate
alınarak, gerekiyorsa olumsuzluklarının giderileceği, sapmaların düzeltileceği
şekilde rehabilite edilmelidir. Toplumun bütün kesimleri büyük
fedakârlıklar yaparak bu programa destek vermekteyken, 55 inci hükümet
döneminde başlatılan ve 57 nci hükümet döneminde de bütün hızıyla sürdürülen
yolsuzluklarla mücadelede mutlaka sonuç alınmalı; karaparacı, kaçakçı,
vurguncu, banka soyguncusu, mafya ve çetecilerden bu ülke kurtarılmalıdır. Kayıtdışı ekonomi mutlaka kontrol altına
alınmalıdır. Vergi mevzuatı basitleştirilmeli, devletin yatırımcıyla ortaklığı
giderilmeli, vergi oranları düşürülmeli; buna mukabil herkesin ödeyebileceği
şekilde tabana yayılmalıdır. Bankacılık sistemi, Avrupa Birliği
normlarında düzenlenmelidir. Bir fısıltıyla sarsılabilecek yapılanmalardan
mutlaka kurtulunmalıdır. Banka kredi faizlerinin, kredi alanlar aleyhine
değiştirilmesine mani olunmalıdır. Her an devalüasyon beklentisi ve korkusuyla
yaşanılmayacak politikalar, Merkez Bankasınca geliştirilmelidir. Kamu
bankalarında görev zararı kavramı ortadan kaldırılmalıdır. İçborç vadelerini
uzatacak tedbirler, son gelişmeler karşısında alınmalıdır. Özelleştirmeler
hızla tamamlanmalıdır. Hantal yapılanmalardan kurtulunmalı, fonksiyonel merkezî
yönetimler, fonksiyonel yerel yönetimler oluşturulmalıdır. Sanayi kesimine kesintisiz ve ucuz enerji
sağlayacak projelere öncelik verilmelidir. Bu maksatla, yeterli kaynağımız
olmadığına göre, yap-işlet-devret, yap-işlet uygulamalarından kaçınılmaz
şekilde istifade edilecektir. Bu nedenle, bazı kötü örnekleri gözden geçirmek
ve bu örneklerde görülen aksayan yönleri, şimdiden diğer büyük projeler ve
yatırımlar için giderecek şekilde acilen tedbir alınmalıdır. Sanayiciye,
ihracatçıya, Avrupa Birliği ülkelerinde 6, 8 ve 10 yıl vadeli destekler
sağlayan kuruluşlar vardır. Bizde de, hiç olmazsa, önlerini görebilecekleri
imkânları sağlamanın çareleri bulunmalıdır. Tarım Satış Kooperatifleri, çiftçi
mallarını isabetle değerlendirecek şekilde yönlendirilmeli, yönetilmelidir.
Şeker endüstrisinde olduğu gibi, çiftçinin ürettiğine kota konulması
gerekiyorsa, alternatif ürünlerin ne olabileceği yönünde çiftçiye yardımcı
olunmalıdır. KOBİ'ler imalat sektöründe yüzde 99,8'lik
istihdam yaratmakta, yüzde 56,3'lük paylarıyla ülkemiz için hayatî önem
taşımaktadırlar. Bunların dışticaretteki payları ise ancak yüzde 8'dir. Bu
oran, Amerika Birleşik Devletlerinde ve Almanya'da yüzde 30'lar, Japonya'da
yüzde 40'lar, Hindistan'da yüzde 50'ler seviyesindedir. KOBİ'lerin, mutlaka,
ihracata, dışticarete yönlendirilmeleri sağlanmalıdır. Turizm sektörünün de
KOBİ kapsamına alınması isabetli olacaktır. KOBİ'lere yabancı partner edinme
imkânı kolaylaştırılmalıdır. Çalışma ortamının huzur içerisinde
sürdürülebilmesi için çalışanların alın terlerinin karşılığı adil, dengeli,
sosyal barışı koruyucu kriterleri; diğer taraftan da, yatırımcının
batırılmayacağı kıstaslara dayalı olarak tespit edilmelidir. Verimlilik ilkesine mutlaka riayet
edilmeli, aranmalıdır. Verimlilik, ülke üretiminin, istihdam edilen kişi
sayısına bölünmesiyle bulunan bir ölçüdür. Verimlilikteki artış mutlaka
sağlanmalıdır. Sadece yatırım yapmak, sadece büyümeyi sağlamak değil;
verimlilik artışı sağlanmalıdır. Bir Amerikalının ürettiğini beş Türk üretiyor.
Bu durumdan mutlaka kurtarılacak eğitimin verilmesi gerekir. Çağımız, mal, hizmet, sermaye, bilgi
hareketlerinde inanılmaz bir hızın yaşandığı çağ olacaktır. Bu hıza ayak
uyduran ayakta kalacaktır. Biz Anavatan Partisi Grubu olarak, insan
hak ve hürriyetlerindeki gelişmeler ve bu gelişmelerin ekonomik sisteme
uygulanmasıyla, ülkemizin gelişmiş ilk on büyük ülke arasına girmek hedefine
ulaşacağına gönülden inanıyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle, bütçenin hayırlı
olmasını diliyor, Yüce Meclisi tekrar saygıyla şahsım ve Anavatan Partisi Grubu
adına selamlıyorum. (ANAP, MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aydoğan. Anavatan Partisi Grubu adına ikinci söz,
İstanbul Milletvekili Sayın Ediz Hun’a aittir. Buyurun efendim. (ANAP sıralarından
alkışlar) Sayın Hun, süreniz 15 dakika. ANAP GRUBU ADINA EDİZ HUN (İstanbul) -
Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin muhterem üyeleri, değerli milletvekilleri;
Çevre Bakanlığının 2001 Malî Yılı Bütçesinin görüşülmesi nedeniyle
huzurlarınızda bulunuyor, Anavatan Partisi Grubu adına konuşmama başlamadan
önce, sizleri en derin saygılarımla selamlıyorum. Ayrıca, bu platformu benden önce kullanmış
olan çok değerli arkadaşlarımızın engin görüşlerine şükranlarımı ifadeyle
teşekkür ediyorum. Parti gözetmeksizin hepimizin çevreye olan bu duyarlılığı,
şüphesiz her türlü takdirin fevkindedir; çağdaşlık göstergesidir; sizlere,
minnet hislerimi bir kez daha ifade etmek istiyorum. Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri;
gezegenimizde küreselleşmenin baş döndürücü hızı sürerken, gelecek kuşakların
yaşamlarını sürdürme, özgürlüklerini güvence altına alma gibi çok önemli bir
görevimiz olduğunu hatırlayarak -hatta, unutmadan- sözlerime başlamak
istiyorum. Acaba, bu mesuliyeti yerine getirmek için gerekli gayreti sarf
edebilmekte miyiz? Tatbik safhasına koyduğumuz yaklaşımlar yeterli olabilmekte
midir; yoksa, doğaya saygı için sorumluluk ahlakımızı gözden geçirmek ve hatta,
yeniden tanımlamak zorunda mıyız? Değerli milletvekilleri, özellikle,
küreselleşmenin, az bulunur fırsatlar yarattığını inkâr etmenin yanlış olduğunu
düşünmekteyim. Eğer, bugün, iletişim alanındaki teknolojik gelişmeler, dünyanın
bir ucunda bulunan herhangi bir şehirde, bir fabrika veya evde ya da bir menkul
kıymetler borsasında meydana gelen oluşumların aynı anda bilinmesini mümkün
kılmaktaysa, globalleşmenin, şüphesiz, yararlarından söz ediyor olmalıyız. Ne
var ki, bu nimetler, günümüzde, son derece dengesiz dağılmaktadır. Doğal
kaynakların hızla tükeniyor olması, kirlenme sorunları, insanlığı sarsan
çeşitli sağlık problemleri, terörizm hareketleri, adlî vakalar, uyuşturucu ve
silah ticareti, mülteci akımları, eskiye oranla çok daha büyük bir çapta
gündemi oluşturmaktaysalar, o zaman, küresel platformun, ortak toplumsal
hedeflere dayanmaksızın işlediğini söylemek ne yazık ki, yanlış bir ifade
olmayacaktır. 20 nci Yüzyılın başında tüm dünya ülkeleri
"herkes için daha iyi bir dünya" sloganıyla, yoksullukla mücadeleden
eğitim sorunlarının çözümüne, cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesinden bebek ve
anne ölümlerinin azalmasına kadar bir dizi toplumsal hedefler tespit
etmişlerdi. Yüzyılın ikinci yarısında ise, öncelikle,
çevre alanında girişilen yoğun çabalar, tüm insanlığı, kendi hemcinslerinin
faaliyetleri nedeniyle onarılamaz ölçüde bozulmaya yüz tutmuş ve kaynakları,
artık, ihtiyaçları karşılayamayacak kadar azalmış olan bir gezegende yaşama
tehdidinden kurtarmak için sarfedilegelmektedir. Günümüzde, Avrupa Birliğinin kabul ettiği
temel çevre kriterlerini, sizlerle, müsaadenizle, paylaşmak istiyorum.
Tabiatıyla, bu kriterlerin hepsini bu çok kısa süreç içerisinde irdelemek mümkün
değil; ama, bazılarına değineceğim yine müsaadelerinizle: Tropikal yağmur ormanlarının yakılması ve
kesilmesine bağlı ve bizlerin, insanoğlunun fosil yakıt kullanımından
kaynaklanan ve çok önemli bir kirlilik oluşturan iklim değişikliği sorunu. Hava kalitesi ve acidifacation; yani,
asitlenme. Doğal kaynakların tükenmesi ve biyolojik
çeşitliliğin her geçen gün azalmakta olması. Su kaynakları yönetimi; biraz sonra buna
değineceğim. Kentsel çevre; yaşadığımız kentlerin
içerisindeki güzelliklerin korunması ve gelecek nesillere aktarılması. Atık yönetimi; doğaya ne kadar atık
bırakmaktayız. Buna mukabil, hangi ölçüde eko sistemlerden kaynak
kullanmaktayız? Sanayiden kaynaklanan riskler; arıtma
tesislerinin durumu, bunların kontrolü, denetimi. Nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma. Biraz önce çok anlamlı bir konuşma yapan
Sayın Kalkan'a bir kere daha teşekkür etmek istiyorum; "nükleer enerji
kesin çözüm olamaz" demişlerdi ve bugün dünyada faaliyet içinde bulunan
434 nükleer santralların en kritik ikisinden söz etmişlerdi. Birincisi,
Bulgaristan hudutları, sınırları içerisinde bulunan Kozludy Nükleer Santralı
ki, bugün, 4x440, 2x1 000 megavat gücündeki üniteleriyle hizmette
bulunmaktadır. İkincisi de, yine sizin söylemiş olduğunuz, doğu sınırımıza 14
kilometre mesafede bulunan, Ermenistan sınırları içindeki Metsamor Nükleer Santralı; bu da, 2x440 megavat gücündeki
üniteleriyle hizmette bulunmakta Ermenistan halkına. Ancak, bunlar, 1970 WWR
sistemiyle, Sovyet yapısı, en kritik, en tehlikeli iki nükleer santraldır. Bunların yanında, pek tabiî, alternatif
enerji sistemlerine, fotovoltaik
pillere, akarsu santrallarına, rüzgar enerjisine ve 2040 yılından sonra devreye
girecek termonükleer enerjiye de, çok dikkatle, yoğun bir çaba sarf etmek
sorumluluğunu taşıdığımızı düşünüyorum. Anımsayacak olursak, bu yılın eylül ayında
yapılan Birleşmiş Milletler Milenyum Zirvesinde, yeni yüzyılda yeni tehditlere
dikkat çekilmiş ve geçmişte yapılan tüm çalışmalar, bir anlamda,
sorgulanmıştır. Bu değerlendirmeler sonucu, ülkelerin, 1992 yılında yapılan Rio
Zirvesinde alınan karar ve taahhütlere rağmen, sadece sayı olarak yarısının,
hatta, yarıdan azının ulusal çevre politikalarını belirlemiş oldukları ve pek
az hükümetin, bu stratejileri, ne yazık ki, uygulamaya başladıklarını ortaya
çıkarmıştır. Bu açıdan bakıldığında, görüyoruz ki, dünyada, yeni çevresel
sürdürülebilirlik ve canlandırma politikasına ihtiyaç duyulduğu gerçeği
karşısında bulunmaktayız. 1992 Rio Dünya Çevre ve Kalkınma
Konferansında, bütün ülkelere ve insanlığa yapılan çağrıyı, dilerseniz, bir kez
daha hatırlayalım, bir kez daha anımsayalım: "Daha güvenli ve mutlu bir
geleceğin kurulmasının tek yolu, kalkınma ve çevrenin dengeli bir biçimde
birlikte oluşturulmasından geçecektir" denilmekteydi. Doğal kaynakların kaybına neden olan
mevcut trendlerin, eğilimlerin, hem küresel hem de ulusal düzeylerde, 2015
yılına kadar olumlu yönde geri kazanılmasını sağlamak üzere, 2005 yılına kadar,
her ülkede sürdürülebilir kalkınma için, bir ulusal strateji modeli, mutlaka,
uygulamaya konulmuş olmalıdır. Sayın Başkan, değerli üyeler; bu çerçeve
içinde, dünyadaki çevresel bozulmanın -ben, özellikle global sistemler
içerisinde sizlerin huzurunda bilgi arz etmek üzere bulunmaktayım- hızını ve
insanoğluna etkilerini yansıtacak birkaç ana konuyu, biraz önce de ifade
ettiğim gibi, sizlere sunmak istiyorum. 1990'lı yılların başından itibaren, her
yıl 17 milyon hektar -ki, bu ölçü, 4 İsviçre yüzölçümü büyüklüğüne tekabül
etmektedir- tropikal orman yok edilmiştir. Eğer, bu tahribat aynı ölçüde devam
edecek olursa, dünya üzerindeki tropikal orman bölgelerinin yüzde 8'i
önümüzdeki otuz yıl içerisinde tükenecektir. Dünyanın ekosferi, nefes almamızı
sağlayan oksijen üretimini karşılayan ormanların, aynı zamanda, aşırı
karbondioksit; yani, CO2 emisyonlarını da elimine ettiğini, nötralize ettiğini
bilmekteyiz. Diğer taraftan, bugün, dünyanın en önemli
çevre sorununun yoksulluk olduğunun bilincindeyiz şüphesiz. Yerküre üzerinde
yaşayan her 5 insandan 1'i günde 1 dolardan daha az bir gelir düzeyinde
bulunmakta ve yine, her 7 insandan 1'i, ne yazık ki, kronik açlık çekmektedir.
Birleşmiş Milletler, bu yüzyılda mutlak yoksulluk içerisinde yaşayan insanların
oranını, 2015 yılına kadar, önümüzdeki onbeş yılda yarıya indirmeyi planlamakta
ve hedeflemektedir. Bugünkü verilere göre, 6,2 milyarlık dünya nüfusunun yıllık
gıda gereksinimi 6,6 milyar tondur. Dünya nüfusunun yüzde 30'unu teşkil eden
gelişmiş ülkeler, ne yazık ki diyorum, besin üretiminin yüzde 70'ini
kullanmakta, buna mukabil, nüfusun yüzde 70'ini oluşturan az gelişmiş ülkeler
dünya gıda prodüksiyonunun yüzde 30'uyla yetinmek mecburiyetinde
kalmaktadırlar. Geçmiş bin yıllık gıda üretimi miktarının gelecek otuzbeş yılda
tüketilecek olması bir kehanet değildir. Dünya yoksullarının pek çoğu,
geçinebilmeleri için, doğrudan doğruya çevreye ve doğal kaynaklara bağımlı
bulunmaktadırlar. Tarım, ormancılık ve balıkçılık sektörleri onlar için
vazgeçilmez geçim kaynağını oluşturmaktadır. Bu sebeple, yoksullar, hava ve su
kirliliğinden ve besin üretimindeki sürdürülemez uygulamalardan en fazla
etkilenen kesimi oluşturmaktadırlar. Ancak kararlı çevre politikaları ve
yönetimi, onların hayatlarını iyileştirebilecek, üretkenliklerini artırabilecek
ve sürdürülebilir kalkınma yönünde ivme yaratabilecektir. Gıdaların aritmetik,
oysa, nüfusun geometrik arttığı dünyamızda, işte bu sebeple, kaynakların
rasyonel kullanımı büyük önem arz etmektedir. Çok az vaktim kaldı galiba. O zaman, biraz
kısaltayım; çünkü, arada da konuşmalar oluyor Sayın Başkanım. Sizin de
müsamahanızı istismar etmek istemiyorum. Evet, yoksulluk ve çevre politikalarıyla
ilgili çok önemli bir başka hususa da, hemen, kısaca değineceğim.
Müsaadeleriniz doğrultusunda, biraz süratli okuyacağım; beni mazur görmenizi
rica ediyorum. Dünyada yoksulluğa çare bulmak amacıyla
başlatılan gen teknolojisi alanındaki çalışmalar, bugün genetik kaynakların kâr
amaçlı kullanımını gündeme getirmiş ve bugün, bu masum hedefler, dünyanın
ekolojik mirasını tehdit altına sokmaya başlamıştır. Bu da, en çok, dünyadaki
gen merkezlerinin çoğunu içinde barındıran üçüncü dünya ülkelerini
etkilemektedir. Kısaca, bir yanda gen sömürüsü -bu
kelimeyi kullanmak istemiyordum; ama, daha anlamlı başka bir kelime üretemedim-
diğer yanda ise dünyanın ortak malı ve mirası olan biyolojik çeşitlilikler...
Bu ikilemin, uygarlık ile ekosistem arasındaki çatışmayı gösteren en hassas
konulardan biri olduğunu düşünmekteyim. Bir başka çok önemli sorun, global çevre
sorunu ise, su kaynaklarının çevresel yönetimidir. Bu, çok önemli. Yarınlarda,
içilebilecek, temiz su bulmakta karşılaşacağımız güçlükler... Dünya nüfusunun
yüzde 20'ye yakını, günlük ihtiyaçlarını karşılamak için, su kaynaklarına
bağımlı yaşamaktadırlar. Sağlıklı suya erişim imkânından yoksun olanlar,
ihtiyaçlarını karşılamak için, her gün yoğun mücadele sürdürmek durumunda
kalmaktadırlar. Bu nedenle, su kaynaklarının yönetim stratejilerini, bölgesel,
ulusal ve yerel düzeylerde adil dağılım ve yeterli miktarda su sağlayacak
şekilde geliştirerek, su kaynaklarını, sürdürülemez biçimde kullanılmasına son
verilmesi gerekmektedir. Yerçekimi sebebiyle -veya gravitasyon şeklinde de
adlandırabileceğimiz o sistem içerisinde- her türlü kirliliğin yeraltı su
kaynaklarına, su rezervlerine karışıyor olması, ülkemizde de, önümüzdeki birkaç
on yıl içerisinde, temiz içmesuyu temini bakımından büyük sorunlar
yaratabilecektir. Değerli milletvekilleri, eski dönemlerde,
arkaik sistemler içerisinde ve tarım evresiyle birlikte neolitik çağda -bundan
yedi, sekiz bin yıl önce- insanlar ya iklime uyum sağlarlar ya da o bölgeden
göç etmek zorunda kalırlardı; ama, artık biz, bizatihi, bizler, tüm insanlık,
iklimleri etkilemeye başladık; hem de tabiatıyla geleceğimizi tehdit altına
alarak. Eğer, yeryüzümüzü sararak, sera etkisi yapan, karbondioksit ve metan
gazları olmasaydı, dünyamız bugün çok daha soğuk bir iklime sahip olacaktı.
Belki de yaşam bu derece gelişmemiş bulunacaktı. Aslında bu gazların belirli
bir oranda yararlı olduğunun bilincindeyiz; çünkü, bunlar, dünyaya yansıyan
güneş ışınlarına karşı geçirgen kimyasallar; ancak, dünyadan uzaya geri
yansımaya mani olmaktadırlar. İşte, bu sebeple, dengeyi bozup, eğer, bizler,
gazların seviyesini yükseltirsek, küremiz, istenmeyen oranda ısınmaya
başlayacaktır ve başlamıştır da. Karşı karşıya olduğumuz küresel ısınma ve
iklim değişikliği konuları, bugün, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeleri
meşgul eden son derece önemli global bir çevre sorunudur. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlayınız efendim. Buyurun. EDİZ HUN (Devamla) - Sayın Başkanım,
kısaltıyorum, lütfediyorsunuz, teşekkür ederim. Evet, yıllar boyunca yüksek gelire sahip
ülkeler enerjiyi daha verimli kullanmış ve büyük ölçüde yüksek emisyonlara
başarıyla ulaşmışlardır. Gelişme yolundaki ülkeler ise, kalkındıkça daha fazla
mal ve hizmet üretmek zorunda kalmakta ve enerji gereksinimleri de pek tabiî
artmaktadır. Bu yüzden, uluslararası platformlarda,
küresel sera gazlarını azaltmak için yerel kirliliği minimize etmeye ve enerji
verimliliğini artırmaya yönelik stratejiler üzerinde yoğun bir şekilde çalışmak
zorundayız. Kalkınma ve verimlilik için çevrenin
korunmasının gerekliliği artık, yadsınamaz bir hale gelmiştir. Yapılması
gereken, doğru teknoloji ve bu konuda yararlı politikaların uygulama safhasına
konulması olmalıdır. Sorunları artırmamak için israftan kaçmak, daha azın, daha
verimli bir şekilde kullanılmasının üzerinde durmamız gerekmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN- Efendim, son cümleniz için... Lütfen... EDİZ HUN (Devamla)- Bitiriyorum. Şüphesiz, tabiatın en mükemmel mucizesi,
var olan denge sistemidir. Sanayi dönemindeki muhasebe hesapları, medyanın
ancak bir yüzünü göstermektedir. Oysa -söylediğim gibi- doğanın mucizevî
gelişimi en temel öğedir. Bakanlığımızın 2001 yılı bütçe görüşmesi
vesilesiyle, biraz olsun, bu yeni yüzyılda çevresel bakışın önemini ortaya
koymaya çalıştım. Umarım, dünya yüzündeki her birey, her toplum, daha iyi yaşam
koşullarına ve temiz bir gezegende yaşama hakkına kavuşmak için, etik
değerlerden taviz vermeksizin kaynaklarımıza sahip çıkar ve ortak
sorumluluğumuzu yerine getirir. Yeni bir keşif eylemi, yeni topraklar
bulmakla ilgili değil, dünyaya yeni bir gözle bakmakla ilgilidir. Sayın Başkanım, sözlerime son verirken,
bütçe görüşmelerinin tamamlanmasından sonra, günümüzde en çok tartışılan,
iyonize olmayan radyasyon, mikrodalgalar ve baz istasyonlarıyla ilgili
görüşlerimi arz etmek üzere, yılbaşından sonra tekrar huzurlarınıza geleceğim. Çevre Bakanlığımızın bütçesi ülkemize
hayırlı olsun. Sayın Bakana ve değerli çalışma arkadaşlarına başarılar diliyor;
Sayın Başkanım, gösterdiğiniz müsamaha için sizlere şükranlarımı ifadeyle, siz
saygıdeğer milletvekillerini saygılarımla selamlıyorum efendim. Teşekkür ederim. (Alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ediyorum efendim. Son grup, Doğru Yol Partisi Grubu ve ilk
söz Konya Milletvekili Sayın Mehmet Gölhan'a ait. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Gölhan, süreniz 15 dakikadır. Buyurun efendim. DYP GRUBU ADINA MEHMET GÖLHAN (Konya) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 2001 yılı
bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bu ülkenin
kalkınmasında, yurdun her köşesinde sanayi tesislerinin kurulmasında,
sermayenin tabana yayılmasında, vatandaşlarımıza iş imkânı sağlanmasında, sınaî
üretim ve ihracatın artırılmasında, kısaca, Türkiye'nin ekonomik kalkınmasında,
hakikaten söz sahibi olan, katkısı bulunan, damgası olan önemli bir Bakanlığın
bütçesini müzakere ediyoruz. Değerli milletvekilleri, 1963 yılından
beri tatbikatını yapmakta olduğumuz kalkınma planlarında, sanayi sektörüne özel
bir önem verilmiştir ve bu sektör, ekonominin sürükleyici sektörü olması için,
lokomotifi olması için teşviklerle desteklenmiştir; yıllık yatırım programları
da bu yönde kullanılmıştır. Gerçekten, milletimiz, yüksek refah düzeyine erişme
yolunun ekonomik büyüme ve hızla sanayileşmeden geçtiğinin bilinci
içerisindedir ve bu bilinçle, bu inançla, yarının müreffeh Türkiye'sinin
özlemini duymaktadır. Sanayileşmek, kalkınmış bir toplum haline gelmek, millî
bir arzu haline gelmiştir. Dengeli bir gelir dağılımının sağlanması, bölgeler
arasındaki dengesizliğin giderilmesi ve kalkınma nimetlerinin halka intikal
ettirilmesi, işsiz vatandaşlara iş imkânı sağlanması, sanayileşmeyle hız
kazanmaktadır. O nedenledir ki, geçtiğimiz dönemlerde "kalkınma"
dendiği zaman sanayi akla gelmiştir "sanayi" dendiği zaman kalkınma
akla gelmiştir ve bu iki kelime eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Planlı dönemin ilk onbeş yılı içerisinde,
gerçekten, senelik, ortalama yüzde 5 enflasyonla yüzde 7 kalkınma sağlanmıştır.
Bu kalkınma, hakikaten, milletimize güven vermiştir ve milletimize gurur
vermiştir. Türkiye, diğer ülkelerle mukayese edildiği zaman, aynı bazda bunları
tutamayız. Harpten çıktık 78 yıl evvel; her şey harap oldu, yoklar ülkesi
haline geldik ve hakikaten, o dönemde, neyi, nasıl, neyle, kiminle yapacağımızı
bilemeyen bir durumdan bugünlere geldik. Bugünlerde, hiç olmazsa, iyi veya
kötü, her zaman tenkit edebiliriz, daha iyisi olmasını isteyebiliriz, bir
sanayileşme hareketi olmuştur ve teşebbüs fikri gelişmiştir, müteşebbisler
yetişmiştir; daha önemlisi, kalkınma mevhumu milletimize mal olmuştur,
halkımıza mal olmuştur; bu, çok çok önemli bir aşamadır. Ülkemiz, kalkınması için, hakikaten,
kalkınmanın itici gücü olan beşerî, tabiî, coğrafî ve stratejik kaynaklara
sahiptir; bu bilinmektedir ve bu kaynaklar, hakikaten, bizim ülkemiz için, geleceğimiz
için bir teminattır. Milletimiz ne istiyor; milletimiz, çağdaş
ülke insanlarının sahip olduğu hakların tamamına sahip ve bu hakların,
özgürlüklerin, demokrasinin tam olarak işlediği; herkesin, devlete ve birbirine
saygı ve sevgiyle bağlandığı; bütün fertlerin, kaderde, kıvançta, tasada ortak
millî şuur ve ülküler etrafında birleşmiş, tarihine, kültürüne, ananesine bağlı
ve haklarına tam olarak sahip bir Türkiye istiyor. Herkes, millet iradesinin
her şeyi tayin ettiği, her şeyin hukukun içerisinde cereyan ettiği, herkesin
kardeşçe yaşadığı, çalışmak isteyen herkesin iş bulabildiği, kimseye muhtaç
olmadan, gelecek kaygısı ve endişesi taşımadan, sosyal güvencelerini sağlamış,
sosyal dayanışmasını başarmış bir Türkiye istiyor; her köşesinde her şeyi
bulunan; açı, açığı, yoksulu olmayan; karnı tok, sırtı pek insanlar diyarı
istiyor. Kısaca, bir refah toplumu istiyor. İşte, bu refah toplumuna ulaşmanın
yolu, kalkınmadan ve sanayileşmeden geçmektedir. Değerli arkadaşlarım, hâlâ, çalışan
nüfusumuzun yüzde 42'si tarımla iştigal etmektedir. Kalkınma bu şekilde mümkün
değildir. Bu nüfusu, mutlaka, kalkınmış ülkelerdeki gibi, yüzde 10'lar
seviyesine indirmek mecburiyetindeyiz ve kesinlikle, sanayi sektörüne ve
hizmetler sektörüne bu nüfusun kaydırılması lazım; bu da tabiî yatırımla olur. Ayrıca, gayet tabiî ki, nüfusun yüzde
42'sinin çalıştığı tarım kesiminde elde edilen mahsullerin, katma değer
yaratılarak, işlenerek pazarlanması, ihraç edilmesi yine sanayii zorunlu hale
getirir. Tabiî ki, biz, rekabet gücü olan sanayiden
bahsediyoruz. Dünya piyasalarında rekabet edebilecek, kalite bakımından, fiyat
bakımından uygun bir teknolojiye sahip bir sanayiden bahsetmek istiyoruz. Değerli milletvekilleri, ülkemizde,
maalesef, son yıllarda âdeta sanayiden bir kaçış yaşanmakta ve âdeta
sanayileşmeme politikası izlenmektedir. Neden?.. Çünkü, her sene bütçe açıkları
devamlı olarak artıyor, faizler devamlı yükseliyor ve içborçlar artıyor ve
maalesef sanayie yatırım yapılmıyor. Çünkü, sanayiciler kâr edemiyor ve bu nedenle
firmalar, kaynaklarını bankalara, devlet tahvillerine veya repoya yatırıyorlar
ve bu nedenle yatırım olmuyor. Tabiî ki, yatırım olmayınca kalkınma da olmaz
sanayileşme de olmaz. Değerli arkadaşlarım, bakınız, 1998
yılında, Türkiye'nin en büyük 500 firması, gelirlerinin yüzde 87'5'ini faizden
elde etmişler, ancak yüzde 12,5'ini üretimden sağlamışlardır. Tabiî ki, böyle
bir Türkiye'de yatırım yapmak mümkün değildir. Değerli milletvekilleri, bütün bu
olumsuzluklara ilave olarak, maalesef, geçen ay yaşamış olduğumuz, hiç
beklenmeyen bu ani kriz, ani çöküntü birtakım olumsuz etkileri de yarattı ve
kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan, zan üzerine, şüphe üzerine işadamlarına
kelepçe vurduk ve bunları da televizyon ekranlarında seyrettik! Değerli arkadaşlarım, yatırım, bir şevk
işidir, bir heyecan işidir; milletin heyecanını, yatırımcının heyecanını,
işadamının heyecanını bu şekilde yok edersek, bu yatırımları kim yapacak?! ALİ TEKİN (Adana) - Hırsız hırsızdır
beyefendi!.. MEHMET GÖLHAN (Devamla) - Evet; hırsızlara
bir diyeceğimiz yok; ama, hırsız olduğunun kanıtlanması lazım, yargı kararı
olması lazım; masum insanları bu şekilde teşhir etmeye hakkımız yok. ALİ TEKİN (Adana) - Nereden biliyorsunuz
masum olduğunu? MEHMET GÖLHAN (Devamla) - Çünkü elinizde
karar yok; oradan biliyorum. BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım. MEHMET GÖLHAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, bu ülkenin teşebbüs gücünü lütfen yok etmeyelim. Gayet tabiî,
suçlu olan cezasını çekecektir. Bankalar boşaltılıyorsa, bunları boşaltan
cezasını çekecektir; ama, bu bankaların boşaltılması sanayi sektörüne de darbe
vurmuştur. Bir değerli arkadaşım "faizler
düşmeye devam ediyor, ihracat artmaya devam ediyor" dedi; çok güzel; keşke
öyle olabilse; ama, ben, öyle bir Türkiye'de olduğuma, gerçekten, kuşkuyla
şüpheyle baktım kendime; çünkü, biraz evvel, bir işadamları toplantısından
geldim buraya!.. "Daha evvel, faizlerin düşük olduğu
dönemlerde alınan kredilerin faizleri bile artırılacaktır" diye
bankalardan işadamlarına mektuplar yazılmış veya vadesi gelmeden
"aldığınız krediyi geri ödeyin" diye mektuplar yazılmış. Böyle bir ortamda
sanayiden nasıl beklentide bulunursunuz ki, gelişme olsun, gelişme sağlansın,
ülke kalkınsın! Maalesef, bu, kesinlikle yanlış olmuştur ve sanayicilerin,
yatırımcıların şevki kırılmıştır, heyecanı kalmamıştır. Tabiî ki, bu şekilde,
milletimiz, dünya nimetlerinden biraz daha geç, gecikmeli olarak
yararlanacaktır; bu, gecikmelere neden olacaktır ve ayrıca, bunun yanında,
gayet tabiî ki, bu gibi hareketlerden iktidara olan güven de sarsılmaktadır. Değerli arkadaşlar, güven olmazsa yatırım
yapmak mümkün olmaz, üretimin artırılması mümkün olmaz, ihracatın
geliştirilmesi mümkün olmaz, istihdamın artırılması mümkün olmaz, gençlere iş
ve aş temini mümkün olmaz; ülkemizin kalkınması da mümkün olmaz ve Büyük
Atatürk'ün bize hedef olarak gösterdiği o çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak da
mümkün olmaz. Çağa ulaşmanın yolu, gayet tabiî ki, kalkınmadan ve
sanayileşmeden geçmektedir. Değerli arkadaşlarım, dünyada hızlı bir
değişim bahis konusudur ve yeni yeni gelişmeler yaşanmaktadır ve hakikaten, bu
gelişmelere ayak uydurmak mecburiyetindeyiz. Bu gelişmelerin dışında kalamayız
ve onun için, geleneksel yöntemlerimizi bırakarak çağa uygun teknolojileri ve
çağa uygun yöntemleri bizlerin de uygulaması gerekir. Zaten
"küreselleşme" dediğimiz bu oluşumun temelinde, teknolojideki hızlı
gelişmeler yatmaktadır. Küresel dünyada başarının sırrı, piyasaya
sürülen malların rekabet gücüdür. Tabiî ki, piyasaya sürülen bu mallar, hem
üretimde kaliteli olacak hem fiyatlar uygun olacak. Bu vasıfları haiz olan
üretimleri, ileri teknolojileri ve eğitilmiş insanların ürünü olduğunu da
unutmamak gerekiyor. Bugün, dünyada, ülkeleri, teknoloji
bakımından üç gruba ayırıyorlar; birincisi, teknolojiyi üreten ve hakikaten
buluş yapan ülkeler ki, bunlar, dünyanın en zengin ülkeleri ve ancak dünyanın
yüzde 15 nüfusunu kapsıyor; bir büyük grup, teknolojiyi uygulayabilen ülkeler,
nüfusu, dünya nüfusunun yüzde 50'sinin üzerinde; bir diğer grup, dünya
nüfusunun üçte 1’ini kapsıyor ve maalesef, teknolojiden bihaber ve en geri
kalmış fakir ülkeler. Türkiye bunun neresinde; gayet tabiî,
Türkiye, teknolojiyi uygulayan ülkeler arasında. Ancak, Türkiye, iddia sahibi.
Değerli arkadaşlar, hepimizin iddiası var: "Türkiye on yıl sonra dünyanın
en gelişmiş ülkeleri arasına girecek" diyoruz, evet, bunu mutlaka sağlamak
durumundayız. Bunu gerçekleştirmek durumundayız. Bunun için de, bu
teknolojileri alabilecek, bunlara uyabilecek durumda olmamız lazım. Bugünkü
hantal devlet yapısıyla, bürokrasi engeliyle, kırtasiyecilikle bu hedefe
ulaşmamız mümkün değil. Gelin, tüm devleti yeniden reorganize edelim ve bu
çerçeve içerisinde, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığını da, 21 inci Asırda, Türk
sanayiini hedefe ulaştıracak, götürecek seviyeye getirmemiz lazım ve bu Bakanlığı,
mutlaka ve mutlaka, ikiye ayırmamız lazım değerli arkadaşlar. Evet, Ticaret
Bakanlığını, İçticaret-Dışticaret Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığı -belki- ve
Gümrük Müsteşarlığı olarak ikiye ayırmamız lazım. Ayrıca Eximbankı da bu Bakanlığa
bağlamak lazım. Ayrı bir ticaret bakanlığı oluşturmak lazım. Sanayi Bakanlığını, mutlaka, teknolojiyle
donatmak lazım. Sanayi teknoloji veya bilim bakanlığı veya sanayi, teknoloji
veya strateji bakanlığı gibi yeni bir bakanlık kurmak durumundayız. Aksi
takdirde, bugünkü yapısıyla, bizim, 2001 yılı ve onu takip eden yeni asırda
ayakta kalmamız ve iddia sahibi olmamız ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmamız
mümkün değil değerli arkadaşlar. Sanayi Bakanlığını bilime ve teknolojiye önem
verir bir hale mutlaka getirmemiz gerekiyor ve bu bakanlıkta bu değişikliğin
yapılması lazım ve zaman kaybedilmeden bunun gerçekleştirilmesinde ülkemiz
bakımından yarar var diyorum. Değerli arkadaşlarım gayet tabiî ki,
Türkiye iddia sahibi... Bugün yüzde 42
olan tarımda çalışan nüfusu yüzde 10'lara çekmek mecburiyetindeyiz. Bugün
katmadeğer içerisindeki, yine, tarımın girdisini yüzde 10'ların altına indirmek
mecburiyetindeyiz. Sanayi kesimini yüzde 30'lara çıkarmak durumundayız,
hizmetler sektöründe de, mutlaka, yüzde 60'ların üzerine çıkarmak durumundayız.
Aksi takdirde gelişmemiz, güçlenmemiz ve çağdaş uygarlık düzeyinde yer almamız
bahis konusu değildir. Değerli milletvekilleri, şimdi, hakikaten,
birtakım sıkıntılar var. Geçen seneki ekonomik bunalım nedeniyle,
sanayicilerimizin bir kısmı, işadamlarımızın bir kısmı, hakikaten, vergi
borçlarını dahi ödeyemediler. Bu bir gerçek. Gidin sorun ticaret, sanayi
odalarına; nereye sorarsanız sorun, sıkıntı içerisindeler. Binaenaleyh, bu
borçların ödenebilmesi için... Çünkü fabrikalar, geçen sene... Kim ne derse
desin, ben, o sektörün içinden geliyorum değerli arkadaşlar. Bugün, bilhassa
tekstil sanayiindeki, konfeksiyon sanayiindeki fabrikaları yüzde 30'u kapandı;
deri sanayii, yüzde 30'u kapalı ve geri kalanlar da, halen, yüzde 100 (tam)
kapasiteyle çalışır durumda değil. Piyasada likidite sıkıntısı var. Firmalar
birbirlerinden aldıkları malların karşılığını ödeyemez duruma gelmişler.
Binaenaleyh, hakikaten samimî olarak bu, vergisini ödemek isteyen; ama, imkânı
olmayıp, ödeyemeyecek durumda olan işadamlarına, sanayicilere bir ödeme
kolaylığı getirilmesi lazım. Ya faizler dondurulmalı veyahut ödemek için
bunlara iki sene, üç sene vade getirilmeli, verilmeli. Gayet tabiî ki, bunu da
kabine içerisindeki bu sektörün temsilcisi Sanayi Ticaret Bakanlığından
bekliyoruz; biz de kendilerine, bize düşen bir hizmet varsa, hepimize düşen
hizmet sanıyorum ki... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Gölhan, lütfen, toparlar
mısınız. MEHMET GÖLHAN (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkanım; hay, hay, toparlamaya çalışayım. Değerli arkadaşlarım, o itibarla, mutlaka, bu arkadaşlara bir
ödeme kolaylığının getirilmesinde yarar var. Yine, hakikaten, bugün imalat sanayinin
yüzde 99'unu oluşturan ve istihdamın yüzde 55'ini sağlayan, katmadeğerin yüzde
24'ünü sağlayan küçük ve orta boy işletmeler son derece sıkıntılı durumdalar ve
bunların, tüm banka kredilerinden aldığı pay yüzde 5. Sayın Bakan, bunların da kredi
limitlerinin artırılmasında yarar var ve en kolay istihdam sağlamanın yolu,
esnaf ve bu küçük sanayicileri, KOBİ dediğimiz bu grubu yeterli krediyle
desteklemektir; çünkü, istihdamın yolu açılmaktadır; çünkü, üretim bu şekilde
artmaktadır. O itibarla, bu sektörün de mutlaka değerlendirilmesi, bu
sıkıntıların giderilmesi lazım değerli arkadaşlarım. Yine, bir arkadaşımız bahsetti; pamuğa,
evet, geçen sene 1999 tablo için 12 sent prim verildi; doğrudur. Türk Lirası
olarak 3 sent de ilave edildi; o da doğrudur; ama, bu 3 sent, hükümetimizin ve
hazinemizin cebinden çıkmamıştır; gayet tabiî,
TARİŞ Pamuk İşletmelerinin cebinden çıkmıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Gölhan, son cümleniz için
açıyorum. MEHMET GÖLHAN (Devamla) - Hay, hay Sayın
Başkan. Değerli arkadaşlarım, umuyorum ki, bu
seneki 9 sentlik pamuk bedelleri de, çiftçinin Ziraat Bankasına veya kooperatiflere olan borçlarına mahsup
edilirse son derece yerinde olur. Son olarak şunu ifade edeyim Sayın
Başkanım. Önümüzde şeker bayramı var; şeker pancarı fiyatları ilk defa bu kadar
gecikmeyle açıklandı; ama, hiç olmazsa, bu şeker bayramı, ramazan bayramı
dolayısıyla, umuyorum ki, Sayın Bakanımız, çiftçimizin, köylümüzün yüzünü
güldürecek bir ödemeyi şeker bayramından evvel bunlara gerçekleştirir diyorum
ve Sanayi Bakanlığımızın, bilim ve teknolojiyi ön plana alacak şekilde yeniden
reorganize olmasının altını çizerek, bu bütçemizin milletimize ve Sanayi
Bakanlığında çalışan arkadaşlarımıza hayırlı ve yararlı olmasını diliyor,
hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gölhan. Doğru Yol Partisi Grubu adına son söz,
Manisa Milletvekili Sayın Rıza Akçalı'ya ait. Buyurun Sayın Akçalı. (DYP sıralarından
alkışlar) Süreniz 15 dakika. DYP GRUBU ADINA RIZA AKÇALI (Manisa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı Çevre Bakanlığı bütçesiyle
ilgili, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi ifade etmek için
huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Çevre Bakanlığıyla ilgili, arkadaşlarımız,
pek çok değişik konuya temas ettiler, salt çevre problemlerinden yola çıkarak
değerlendirmeler yaptılar. Ben, biraz daha Türkiye gerçeği içerisinde çevreye
bakmak istiyorum. Çevreye verilen önem ve bununla ilgili açmazlar nelerdir,
birtakım eksiklikler nelerdir; bu konuda birkaç düşüncemi ifade etmek
istiyorum. Bakanlık bütçesine baktığımız zaman, son
dört yıllık bütçeye baktığımız zaman, 43 milyon dolar civarında bir bütçe var;
42 bir yıl, diğer yıllar 43 milyon dolarlık bir bütçe. Şimdi, son yaşadığımız krize baktığımızda,
bir hafta içerisinde, bankalardan boşalan döviz 6 milyar dolar. Yine, içi
boşaltılan bankalar için -Sayın Başbakanın beyanatıyla- şimdilik çarkı
döndürmek için vermemiz gereken ve Hazineden aktardığımız rakam da 6,1 milyar
dolar olarak ifade edildi. Şimdi, bu çevre meselesini, sadece, bir
para ve bütçe meselesi olarak ele alırsak, Çevre Bakanlığı bütçesini konuşmaya
gerek yok; bunları konuşmamız lazım: Bu paralar neden gitti, nasıl
gitmemeliydi, bir daha gitmesine mani olmak için neler yapılması lazım. Eğer,
bütçe konuşmasıysa bu, Çevre Bakanlığının bu 43 milyon dolarlık bütçesinin,
mevcut bütçe içerisinde ve Türkiye'nin kayıpları arasında hiçbir anlamı yok;
ama, çevre, sadece paradan ibaret değil, sadece bütçeyle bağlantılı bir şey
değil; çevre, bir üst kültür, çevre, bir demokrasi ürünü, demokrasiyi, hem
besleyen hem de demokrasinin nimetlerinden birisi. O bakımdan, bu bağlamda
biraz bakmak lazım, ele almak lazım; çünkü, demokrasi, insan onuru için, insan
yaşamı için ve insanın mutluluğu için geliştirilmiş bir güzel sistem ve bunun
geliştiği yerlerde, geliştiği ülkelerde, bunun, çevreyle bağlantısını, çevreyi
besleyen, gelecek kuşaklara daha sorumlu bir dünya bırakma gayretini insanlara
veren, insan hakları konseptini âdeta değiştiren; sadece bu çağda yaşayan
insanların birbirleriyle meselelerini, haklarını konuşmaktan öte, bunları
korumaktan öte, gelecek kuşaklarda yaşayacak insanların da haklarını bugünün
masasına yatırarak, onların haklarını da ayırmayı sağlayacak bir konsepti
getiren, bir anlayışı getiren yaklaşım. Yine, hukukun üstünlüğü çerçevesinde,
kişisel zarar görmeyi aşarak, toplumun zarar görmesi halinde müdahale etme
imkânını getiren bir hukuk anlayışını sisteme dahil eden bir faktör çevre ve
yine, demokrasiyle birlikte, yoksullukla mücadele, çevrenin geleceği açısından
son derece önemli. Bu gerçeklerden baktığımızda ve 1990'lı
yılların başlangıcında, Paris Şartıyla gündeme gelen iki tane büyük sözleşmeyi
göz önüne aldığımızda -ki, birisi “contrate de social” diğeri de “contrate de
naturel” diye adlandırdığımız sosyal bir sözleşme ve çevre sözleşmesi; iki
önemli sözleşme- bunlar, dünyanın konuştuğu, Avrupa'nın konuştuğu ve bizim de
konuşmamız gereken, Türkiye'nin geleceği için gündeme getirmemiz gereken
hususlar iken, 28 Şubat süreciyle birlikte, bir anda bıçak gibi kesilen,
gündemden âdeta çıkan ve son yıllarda gazetelerde çevreyle ilgili hiçbir
haberin yer almadığı, konuşulmadığı, âdeta, çevre parametresinin ihmal
edildiği, yok edildiği bir ortamla Türkiye karşı karşıya. Burada, yoksullukla mücadelede, maalesef,
Türkiye başarılı değil. 2,5 milyon ailenin -ki, bunu, 5'er kişiyle çarptığınız
zaman 12,5 milyon nüfus yapar- Türkiye nüfusunun yüzde 20'sinin, hatta yüzde
25'inin aylık geliri 150 dolar, yıllık geliri ise 1 500 dolar civarında. Bu
nüfusla, Türkiye'nin, meselelerini çözmesi, yoksulluk meselesini halletmesi
mümkün değildir. 28 Şubat sürecinin, demokrasiyi baskı
altına aldığı bir gerçek. 28 Şubat sürecinin, yargı bağımsızlığını ihlal ettiği
bir gerçek. 28 Şubat sürecinin, toplumsal dokumuzda birtakım bozukluklar
yaptığı bir gerçek; yine, Türkiye'nin, Avrupa Birliğinden, Avrupa'dan
uzaklaştığı da bir gerçek; dolayısıyla, çevreyi de gündemden düşürdüğü;
çevrenin bugün için ihmal edilebilir ölçülere geldiği bir gerçek. En büyük çevre tahribatını, demokrasiyle
idare edilmeyen ülkelerde görüyoruz. En büyük çevre tahribatı Sovyet Rusya'da
olmuş; Aral Gölüne gittik, gördük ki, içler acısı, perişan hale getirilmiş ve
bütün doğal güzellikleri, doğal kaynakları, âdeta yok edilmiş, sömürülmüş bir
ülke görüntüsünde. Yine, bütçeye dönüyorum: Türkiye'nin bu
seneki bütçesi içerisinde Bakanlığın bütçesinin payı onbinde 6. Bu payla, ne
yapacağız, neyi konuşacağız; yapacağı işleri mi konuşacağız?!. Bence, bunları
konuşmaya gerek yok. Bir iki noktaya temas etmek istiyorum: Bir
tanesi eğitim meselesi; yani, Çevre Bakanlığının, gece gündüz, toplumun,
bireylerin, gençlerin, çocukların, eğitim çağındaki insanların eğitimleriyle,
çevre bilinciyle mücehhez bir şekilde eğitilmeleriyle ilgili büyük bir gayretin,
kampanyanın içerisinde olması ve bunu birinci mesele kabul etmesi, hatta bunu
destekleyen televizyon programlarını, kanalları kullanmak suretiyle devreye
sokması gerekir ki, son zamanlarda görmüyoruz çevre programlarını; eskiden
vardı. İkincisi de, gönüllü kuruluşlarla
diyalogdur; çünkü, Çevre Bakanlığının veyahut da çevrenin değerinin farkında
olan ve bunu korumaya istekli olan en önemli güçtür Türkiye'de gönüllü
kuruluşlar; ama, gönüllü kuruluşlarımızla Çevre Bakanlığının münasebetinin çok
iyi olmadığını biliyorum ve hatta yok denecek mertebede. TEMA'nın bir
toplantısı vardı toprağa saygı yürüyüşü ile Erozyon Haftasında, Orman Bakanı
oradaydı; ama, Çevre Bakanımızı orada görme imkânımız olmadı. Yine, Bakanlık önünde gösteri yaptı
birtakım çevre grupları ve Sayın Bakan bunlarla görüşme gereğini dahi duymadı;
polisiye önlemlerle oradan uzaklaştırdılar, Bakanlığın önünden. Yine, Yatağan'daki hava kirliliğiyle
ilgili değerlendirmede de, âdeta, Enerji Bakanı gibi bir tavırla konuşma
sergilendi; halbuki, Çevre Bakanının çevreye dönük bir mesajının,
değerlendirmesinin orada olması lazımdı. Gönüllü kuruluşları yardımcı olarak gören,
sanayiciyi de çözüm ortağı olarak gören bir anlayışla Çevre Bakanlığı çevre
meselesine yaklaşırsa, netice alması, meseleleri çözmesi söz konusu olabilir. Bir başka önemli konu da, Meclisle diyalog
içerisinde olması lazım Sayın Bakanın. Eğer partiler üstü bir konuysa çevre
konusu, bütün siyasî partilerin katkısıyla, bilgilendirilmesiyle mesafe
alınacaktır. Şimdi, Plan ve Bütçe Komisyonunda Çevre
Bakanlığı bütçesi görüşülürken, Sayın Bakan komisyonda yok, yerine bir başka
bakan bakıyor, görev yapıyor. Kendisini 5-6 kere aradım bu son iki yıl
içerisinde; ama, hiçbir telefona, ne hikmetse, cevap verme itiyadı yok. Bunu
başka arkadaşlara da sordum; onlar da, aynı kanaatleri, kendi partisinden
arkadaşları da beyan ettiler, ifade ettiler. MUSTAFA İLİMEN (Edirne)- Yalan, herkese
cevap veriyor!.. RIZA AKÇALI (Devamla)- Ben, 6 kere telefon
ettim ve cevap alamadım. Takdir, Sayın Bakanındır; tabiî, o cevap verecektir. Kanunlar, Mecliste yılardır bekliyor;
Çevre Kanunu Tasarısı bekliyor, Teşkilat Kanunu Tasarısı bekliyor, Hayvanları
Koruma Yasa Tasarısı bekliyor. İkisi komisyonda bekliyor, bir de Meclis
gündeminde bekliyor. Bu kanun tasarılarıyla ilgili olarak, Parlamentoda grubu
bulunan bütün partilerle görüşülürse, bunları, bütün gruplar destekleyerek, çok
kısa sürede çıkarma imkânına sahip oluruz. Bu konuyu Sayın Bakanın takdirlerine
sunmak istiyorum. Buna, bir ufak nokta daha ilave edeyim.
Hazırlanan çevre kanun tasarısını,
aşırı merkeziyetçi bulduğumu ifade etmek istiyorum. Çevre cezalarıyla ilgili,
bunların takibiyle ilgili mahallî idarelerin çok etkin olarak devreye sokulması
lazım ve buradan bu mahallî idarelere pay verilmek suretiyle, korumanın
etkinleştirilmesi lazım; bu, birincisi. İkincisi, Mahallî İdareler Yasasına, Sayın
Bakanın, Bakanlığın destek olması zarurîdir; çünkü, mahallî idarelerin
güçlendirilmesi, çevrenin korunması için bir yan destektir. Yine, yerel gündem 21, mutlaka, Mahallî
İdareler Yasasının içerisinde etkin bir biçimde yer almalı, buraya konulmalı ve
bütün belediyelerde benzer organizasyonun yapılması sağlanmalı. Bir başka önemli konu da şu: Türkiye'deki
büyük projelerin başlangıç safhasında, yer tespitinde, Çevre Bakanının YPK
içerisinde olması ve doğru yer tespitleriyle projelere başlanılması halinde,
daha sonra, projelerin lüzumsuz yere gecikmesinin ve yer aramalar suretiyle
birtakım çevresel tepkilerle karşılaşarak pek çok projeden vazgeçilmesinin de
önüne geçilecektir diye düşüyorum. Projelerine geçiyorum: Tuz Gölü -raporda okuduk- yabancı kaynakla
desteklenmek üzere; bunu, müspet karşıladığımızı ifade ediyorum. Yine, KFW'nun Köyceğiz-Dalyan projesinde
hâlâ bir ilerleme yok; 1 trilyon eködenek verilemediği için, hibe kredinin,
âdeta, iptaliyle karşı karşıyadır. Acilen bu konuya çözüm bulunması gerekir
diye düşünüyorum. Gediz-Menderes ile ilgili birtakım havza
çalışmalarının olduğunu rapordan okuduk; ama, henüz bir sonuç yok; burada
kirlilik devam ediyor. En önemlisi de, bizim Gediz Ovasına, Manisa Ovasına
Nif'ten gelen kirliliktir. Kemalpaşa'daki fabrikaların kirlilikleri yoğun bir
şekilde Nif Çayını kirletmektedir. Bunların arıtmalarıyla ilgili ciddî
tedbirlerin Bakanlık tarafından alınması gerekir diye ifade etmek istiyorum. Fonla ilgili birkaç cümle söylemek
istiyorum. Sayın Bakan bütçe konuşmasında, fonlardan bu yıl içerisinde, 3
trilyonluk nakit, 3,5 trilyonluk da araç gereç yardımı yapıldığını ifade etti.
Grubumuzdan bir arkadaşımız, Sayın Bakana yazılı soru önergesi vererek, kendi
seçim çevresine ne kadar yardım yaptığını sormuştu. Sayın Bakanın verdiği cevap
"180 milyar lira nakit, 28 adet de araç" şeklindeydi; ancak, Bakanın,
Tekirdağ'daki yerel gazetelere verdiği beyanatlara baktığımızda, 1,5 trilyonluk
nakit yardım, 100'ün üzerinde de araç yardımı yaptığını ifade ediyor; buradaki
beyanları, bu gazete beyanları böyle. Şimdi, burada "adalet Sayın
Bakan" diye seslenmek istiyorum ve adaleti temin için Adalet Bakanına
gitmek istiyorum; ama, Sayın Bakan da çok meşgul, cezaevlerindeki teröristlerin
pazarlığıyla meşgul. (DYP sıralarından alkışlar) Neticede, birtakım sonuçlara
ulaşıldığını da -bu akşam- öğrendim. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Üzüldünüz
mü? RIZA AKÇALI (Devamla) - Yok, biz,
teröristle pazarlık yapılmasına üzülürüz. Teröristlerle ilgili, Türkiye
Devletinin pazarlık yapması, mahkûmuna mahkûm olması şeklinde bir görüntü
vermesi Türkiye Devletini zedeler. (DYP sıralarından alkışlar) Türkiye'nin dış
imajını zedeler; bizim üzüldüğümüz bu. Bir başka önemli konu da, Ankara'daki hava
kirliliği; son senelerde Ankara'da hava kirliliği bir hayli arttı. Bununla
ilgili, Sayın Bakanın ve valiliğin -özellikle valiliklerin- çok önemli
yetkileri vardır. Sayın Bakanın valiliğe talimatıyla, bu yetkilerin
kullanılması suretiyle, bu kirliliğinin önlenmesi fevkalade önem arz
etmektedir. Jeotermalle ilgili gelişmeleri
memnuniyetle karşıladığımızı ifade etmek istiyorum. Türkiye, jeotermal enerji
yönünden dünyada sekizinci sırada olup, bu potansiyelin kullanılması, harekete
geçirilmesi fevkalade isabetlidir. Sayın Başkanım, konuşmam bitmek üzere,
bana 1 dakika süre verir misiniz? BAŞKAN - Buyurun, devam edin efendim. RIZA AKÇALI (Devamla) - Avrupa Birliğiyle
uyum süreci çerçevesinde, çevre mevzuatı açısından da son derece önemli ve çok
büyük bir çevre mevzuatı var. Ancak, çok acele etmemize gerek yok; çünkü,
Avrupa Birliği, on yıllık süre içerisinde Türkiye'yi gündeminden çıkardı; ama,
biz, gene şimdiden başlarsak, ancak tamamlarız diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, birtakım
eleştirileri müspet eleştiri olarak kabul etmeniz düşüncemi ifade ediyorum;
çünkü, çevre, siyasetüstü bir konudur; çevre, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili
bir konudur; çevre, hepimizin ve çocuklarımızın meselesidir. Bu bakımdan, hep
birlikte çevreye sahip olalım, hep birlikte daha güzel bir geleceğin inşasında
görev alalım diyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (DYP, FP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akçalı. Gruplar adına konuşmalar tamamlanmış oldu. Şahıslar adına ilk söz, Niğde Milletvekili
Sayın Mükerrem Levent'e ait. Buyurun Sayın Levent. (MHP sıralarından
alkışlar) Konuşma süreniz 10 dakika efendim. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 2001 Malî Yılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Bütçesi
üzerinde konuşmak ve oyumun rengini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Dünya ekonomisinde birtakım gelişmeler
yaşanırken, Türkiye'de, ekonomik istikrar programıyla 2000'li yıllar, başarılı
bir şekilde geride bırakılmıştır. Enflasyonda, uygulanan ekonomik istikrar
programıyla, son onbeş yılın en başarılı sonuçları alınmış ve bunun gibi
gelişmeler, tabiî ki, Sanayi Bakanlığının düzenli bir biçimde uyguladığı
istikrar programlarıyla gerçekleşmiştir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, ülkemizde,
üretim üzerinde odaklaşan Avrupa Birliği normları ve mevzuatıyla uyumlu,
rekabet gücü yüksek, dışa açık, çağdaş bir sanayileşme anlayışı ile yüksek plan
hedefleri doğrultusunda, dünyanın gelişmiş ülkelerinin seviyesini yakalamak
için çalışmıştır. Bakanlık, organize sanayi bölgelerinden
içticarete, küçük sanayi sitelerinden esnaf ve sanatkârlara, tüketici ve
rekabetin korunmasından Avrupa Birliğiyle uyum çalışmalarına, tarım satış
kooperatiflerine kadar, çok geniş bir çalışma ve sorumluluk alanına sahiptir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, bu
sorumluluklarını; sanayi hizmetleri, sanayi araştırma ve geliştirme hizmetleri,
organize sanayi ve küçük sanayi hizmetleri, içticaret hizmetleri, Avrupa
Birliği ve uluslararası ilişkiler, ölçü ve standartlar hizmetleri, tüketici ve
rekabetin korunması hizmetleri, esnaf ve sanatkârlara yönelik hizmetler,
denetim hizmetleri ve diğer hizmet birimleriyle sınıflandırarak; ilgili
kuruluşları olan, Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ, Sümer Halıcılık ve El Sanatları
Sanayi ve Ticaret AŞ, Millî Prodüktivite Merkezi ve bağlı kuruluşları olan,
KOSGEB, Türk Patent Enstitüsü Başkanlığıyla, çalışmalarına hızlı ve düzenli bir
şekilde devam etmektedir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığına, bütün bu
hizmet ve sorumlulukları için, 2001 yılı bütçesinden, personel ve cari
harcamaları için toplam 13 trilyon 856 milyar Türk Lirası, proje kredileri ve
yatırımlar için toplam 44 trilyon 305 milyar Türk Lirası, kamulaştırma ve
transferler için toplam 17 trilyon 479 milyar Türk Lirası olmak üzere, genel
toplam 75 trilyon 640 milyar Türk Lirası ödenek ayrılmıştır. 2000 yılı
bütçesine göre yüzde 14,69 oranında bir artışla, faaliyetlerini başarılı bir
şekilde sürdüreceğine inanıyorum. Yeni dönemde yasalaşmak üzere Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunulan çalışmalarla, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanun, 5590 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Kanunu, 507
sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkârlar Kanunu, teknoloji geliştirme bölgeleri yasa
tasarısı, yan sanayi kanunu ve Şeker Kanunuyla, Bakanlık, millî sanayiimize
daha rekabetçi bir yapı kazandırarak, ülkemizin Avrupa Birliği uyum sürecine
girmesinde büyük rol oynayacaktır. Bütün hedefi, sanayi ve ticaret alanında
faaliyet gösteren firmalarımızı rekabete hazırlamak, küçük ve orta işletmelerle
esnafımıza gereken desteği sağlamak, sorumluluk alanına giren tarım ürünlerini
dünya borsalarına hazırlamak, çiftçimizi, doğrudan kendisine hitap eden araç ve
gereçlerle desteklemek, yarım kalmış projeleri tamamlayarak Anadolu'nun
sanayileşmesini sağlamak ve tüketiciye yerli malı kavramını kazandırmaktır. Sayın milletvekilleri, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığına, sadece organize ve küçük sanayi sitelerine önderlik eden bir
kuruluş olarak bakmamalıyız. Organize sanayilerde de, müteşebbis heyette, vali
ve belediye başkanları yer almalı, daha sonra, bu müteşebbis heyet, gerçek
sermayeye yerini bırakmalıdır; yoksa, vali ve belediye başkanı, siyasî
amaçlarına alet etmektedirler. Buralarda, yeni kriterler ihdas ederek, sanayiin
bütün yurda dağılması temin edilmelidir. Kendi ilim olan Niğde'de, organize
sanayiin en büyük sorunları: Yatırımlarda, devlet yardımları yönünden,
Niğde İli, kalkınmada öncelikli yöreler kapsamında yer almaktadır.
Yatırımlarda, devlet yardımları kararıyla belirlenen teşvik tedbirlerinden
Gümrük Vergisi ve Toplu Konut Fonu istisnası, yatırım indirimi, yerli ve ithal
makine alımlarında KDV istisnası ve vergi, resim ve harç istisnası
uygulamalarından kalkınmada öncelikli yöre yatırımları yararlandırılmaktadır. 4325 sayılı Kanunla yürürlüğe konulan
Olağanüstü Hal Bölgesinde ve kalkınmada öncelikli yöreler için yürürlüğe
konulan teşvik tedbirlerinden, Niğde İlinin içerisinde yer aldığı kalkınmada
öncelikli yöreler, sadece, bedelsiz arsa ve arazi tahsisinden yararlanabilmektedir.
KOBİ kredileri kullanım alanları
bakımından üç kategoriye ayrılmış olup, yatırımda öngörülen özkaynak oranı,
acil destek kapsamındaki 33 ilde yüzde 10 iken, kalkınmada öncelikli yörelerde
yüzde 20, diğer yöreler kapsamındaki illerde ise yüzde 30'dur. Kredilerin faizi
ise, sırasıyla, 20 ve 30'dur. Kredi limiti ise 75, 60 ve 50 milyar liradır.
KOBİ kredilerinden, Niğde İlinin yer aldığı kalkınmada öncelikli yöreler
kapsamında, ikinci grup olarak yararlandırılmaktadır. Yarım kalmış veya işletme sermayesi
yetersizliği nedeniyle işletmeye geçememiş yatırımların ekonomiye
kazandırılmasına dair karar çerçevesinde, belirlenen 26 il için, firma bazında
300 milyar liraya kadar fon kaynaklı yatırım ve işletme kredileri
kullandırılmaktadır. Niğde İli, 26 il içerisinde yer almamaktadır; dolayısıyla,
bu kredi imkânlarından yararlanmamaktadır. Türkiye'de şeker politikalarının,
geçmişteki hatalı kota uygulamaları yüzünden, geçmişteki yönetimler, şimdi
kotanın kaldırılmasını istemektedirler. Haksızlıklarını, geçmişte, Türkiye'de
39 şeker fabrikasının stoklarındaki tüketim fazlası şekere ihraç yolu bulmayı
bırakın, birtakım yandaşlarına vurgun vurdurmak için, şeker ithaline izin veren
zihniyet, aynı politikalarını bugün muhalefette de sürdürmektedir. Birlikleri politize ederek, bugüne kadar
üretken köylülerin biriktirdiklerini bankalara mahkûm edenlerin, birlikleri
devletin sırtına kambur olarak koyanların şimdi birlik kongrelerinde, sanki bu
hale getiren onlar değilmiş gibi, hem tabanfiyat hem de ürünlere pazar
aranmasını bu yönetime yüklemeye kalkmaları haksızlık değil midir? Hem onaltı sene köylüyü kandıracaksın hem
de “benim zamanımda” diyeceksin... Milletin gözü açıldı; her şeyi çok iyi
biliyor. Biliyor ki, sandıktan böyle çıktı. Sanayi, onaltı senedir küçülen
kapasitelerle, ithalatı ihracatının iki katıyla gelinen nokta, tekstilcinin
feryadı, onlara kurdurulan fabrikalara verilen sözler ve atıl kalan kapasite ve
ihracatta fiyasko... Bütün bunlar yeni değil, yeni de icat edilmedi. Bunlar,
geçmişteki hükümetlerin basiretsiz yönetimleridir. Tıpkı, geçmişte iki anahtar vaadi veren
onlar değil mi?.. "Beşyüz günde ülke ekonomisini düzlüğe çıkarırım"
diyenler; şimdi, bütçe konuşmasının başında, sanki başarılı olmuş gibi, “beş
ayda düzeltirim” diyenlere bir cevap: (MHP sıralarından "Bravo"
sesleri ve alkışlar, DSP sıralarından alkışlar) Vakit yok, gemi kalktı; bu gemide sen
yoksun. Ülke, yeni bir bütçeyle, yüce Türk Milletine yakışır bir şekilde yeni
limana varacaktır. Sen merak etme. Bütçenin yüce Türk Milletine hayırlı
olması ve oyumun renginin beyaz olması dileğiyle Meclisinizi selamlıyorum. (MHP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar, DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Levent. Görüşmekte olduğumuz bütçeler hakkında,
hükümetin görüşlerini iki Sayın Bakan ifade edeceklerdir. İlk söz, Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın
Kenan Tanrıkulu'ya ait. Süreniz 15 dakika efendim. SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN
TANRIKULU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının
2001 malî yılı bütçesi faaliyetleri ve politikaları hakkında görüşlerimi sunmak
üzere huzurlarınızda bulunuyorum; hepinize saygılar sunuyorum. Günümüz dünyasında bilim ve teknoloji
alanlarındaki başdöndürücü gelişmeler, içinde bulunduğumuz döneme damgasını
kuvvetli bir şekilde vurmuş ve uluslararası rekabet kurallarını da yeniden
tanımlamıştır. Rekabet, bundan böyle, bilim, teknoloji, eğitim ve yeni buluşlar
bazında olacak, ülkelerin ar-ge faaliyetleri, patent, teknoloji, eğitim ve buna
benzer diğer millî bütçelerden bu kesime ayrılan paylar da başarıya ve dünyada
söz sahibi olmaya giden yolda belirleyici olacaktır. Sayın milletvekilleri, yeni dünya
düzeninde, gerçekten, lider bir ülke olabilmek ve dünyada yeni gelişmelerin,
ittifakların ve teknolojinin aktif bir şekilde takip edilmesi, stratejik
düşünce tarzının benimsenmesi, ar-ge'ye gereken önem ve kaynak tahsisinin
yapılması, yeni ekonominin gereklerine uyulması ve planlı, belirli hedefler
çerçevesinde modern bir sanayileşme anlayışına terfi edilmesi de gerekmektedir.
Dünya gündemine uyan değil, dünya gündemini yapan, belirleyen bir ülke konumuna
gelinmelidir. Bölgenin, Avrupa'nın ve dünyanın gelişmiş
ülkeleri arasına girebilmek ve üst sıraları zorlayabilmek de, gerçekten kolay
değildir. Bunun için, her şeyden önce, uluslararası standartlarda işleyen güçlü
bir millî ekonomiye, makro ekonomik istikrara, katma değeri yüksek ve ihracata
yönelik ürünlere odaklanmış, rekabet gücü yüksek bir sanayie de sahip olmak
gerekir. Kendimize uygun sanayileşme politika ve stratejilerini tespit etmemiz
ve bunu da titizlikle uygulamamız gerekir. İşte, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
da, bir sanayi politikası ve hemen akabinde de yeni bir sanayi stratejisi
oluşturmaya gayret etmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2000 yılında, dünya ekonomisinde, geçmiş yıllara oranla, olumlu ve ümit verici
gelişmeler yaşanmakta ve global büyüme ile dünya ticaret hacmindeki gelişmenin,
2001 yılında da artarak devam etmesi beklenmektedir. Ülkemizde de, ekonomik
istikrar programının ilk yılı başarıyla tamamlanmıştır. Bu çerçeve içerisinde, sanayi sektöründe
görülen gelişmeler ümit vericidir. Nitekim, üç aylık verilere baktığımız zaman,
imalat sanayii kapasite kullanım oranı, 2000 yılının ilk üç çeyreği itibariyle,
düzenli ve devamlı bir artış göstermektedir. Yılın ilk çeyreğinde yüzde 72,6;
ikinci çeyrekte yüzde 76,1 ve nihayet, üçüncü çeyrekte ise yüzde 76,6
seviyesine ulaşmıştır. Benzer şekilde, ekim ayıyla mukayese yaptığımız zaman,
bu senenin ekim ayında yüzde 81,9 ve geçen seneki ekim ayında yüzde 71,3'le
-kıyaslama yaptığımız zaman- ekim ayının, geçen seneki ekim ayını bir hayli
geride bıraktığı da görülür. Ülke sanayiindeki bu olumlu gelişmenin,
sanayi üretim endeksleri vasıtasıyla takip edilmesi ve izlenmesi de mümkündür.
Nitekim, sanayi üretimi, 2000 yılının ilk döneminde yüzde 2,9; ikinci döneminde
yüzde 3,9 ve üçüncü döneminde ise yüzde
9,7 oranında artmıştır. Aylık sanayi üretim endeksi verilerine göre ise, 2000
yılı ekim ayında, 1999 Ekim ayına göre, yüzde 13,2 oranında bir artış söz
konusudur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
şimdi, Bakanlığımızca yürütülen ve planlanan bazı çalışmalar hakkında da çok
kısa açıklamalarda bulunmak istiyorum. Sanayi ve Ticaret Bakanlığının en önemli
faaliyet alanlarından birisi de hiç şüphesiz, kentleşme ve çevreyle uyumlu
sanayi altyapısının hazırlanması ve buna, Anadolu'da bölge kalkınmasına hizmet
edecek şekilde yaygınlık kazandırılmasıdır. İşte, bu noktada, organize sanayi
bölgeleri ve küçük sanayi siteleriyle ilgili düzenlemeler çok önemli bir yer
tutmaktadır. Yüce Meclisimizde 12 Nisan 2000 tarihinde kabul edilen Organize
Sanayi Bölgeleri Kanunuyla, artık, inisiyatif, sanayicimize, sermayenin kendi
sahibine bırakılmıştır. Diğer taraftan, sanayi araştırma,
geliştirme çalışmaları çerçevesinde, 2000 yılında, 7 adet sanayi potansiyeli
yatırım alanları çalışması tamamlanmış bulunmaktadır. Aydın, Muğla, Kütahya,
Bitlis İlleri için yapılan çalışmalarda önümüzdeki iki aylık süre zarfında
tamamlanacak olup, hemen arkasından Düzce, Siirt, Hakkâri, Zonguldak, Edirne,
Diyarbakır, Amasya ve Artvin İlleri de 2001 yılı yatırım programımıza
alınmıştır. 2000 yılında, toplam 17 adet sanayi
profili araştırması yapılmıştır ve bu rakamın, önümüzdeki sene 20'ye
çıkarılması planlanmaktadır. Ayrıca, bitirilen 23 adet sektör
araştırmasına ilaveten, kâğıt, taşıt araçları ve ambalaj sanayii
sektörlerindeki araştırmalarımız da devam etmektedir. KOBİ'lerin en iyi şekilde desteklenmesi,
çeşitli stratejik konularda bilgilendirilip, bilinçlendirilerek rekabet
güçlerinin artırılması için de, gerek KOSGEB dediğimiz Küçük ve Orta Ölçekli
Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı tarafından gerekse diğer
imkânlar seferber edilerek kapsamlı bir destek programı da başlatılmış ve
uygulamaya konulmuştur. Aynı sektörde faaliyet gösteren
KOBİ'lerin, birleşerek, uygun şartlarda, ileri teknoloji, teçhizat ve makine
alabilmelerini teminen, faizsiz, orta vadeli bir kredi programı da yürürlüğe
konulmuştur. KOSGEB'in KOBİ'lere yönelik ihracatı geliştirme
faaliyetleri de devam etmektedir ve birtakım yurtdışı fuarlara, yine KOBİ'lerle
birlikte ortak katılımı sağlanmıştır. Sayın milletvekilleri, ülkemizde, sınaî
mülkiyet haklarının korunmasıyla ilgili bütün işlemler, Türk Patent Enstitüsü
tarafından yürütülmektedir. Türk Patent'te, sanayici ve araştırmacılar, Avrupa
Birliği mevzuatı konusunda da bilgilendirilmektedir. 27 Ocak 2000 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisinde kabul edilen Avrupa Patent Sözleşmesiyle, Türk insanı, artık
Avrupa Patent Ofisi nezdinde işlem yapabilecek ve bu ofisin veri tabanına
ücretsiz erişim imkânı bulacaktır; ama, patent konusundaki en önemli gelişme,
Türkiye'nin, Avrupa Patent Ofisine, 1 Kasım 2000 tarihi itibariyle, tam üye
olarak kabul edilmesidir. Değerli milletvekilleri, darboğazdaki
şeker sanayiine bir miktar soluk aldırabilmek için, bu sektörde de, yeniden
yapılandırma olarak adlandırılabilecek bir dizi tedbirden oluşan çalışmalarımız
da, bütün hızıyla devam etmektedir. Sektörün ihtiyaçlarına karşılık vermekten uzak
ve gerçekten çok eski tarihli, 1956 tarihli Şeker Kanununun yenilenmesine
yönelik yaptığımız tasarı çalışması da, Yüce Meclisimize, en kısa süre
içerisinde sunulacaktır. Değerli milletvekilleri, bu seneki pancar
fiyatlarıyla ilgili yaptığımız politikada, üreticilerimize, haziran, ağustos ve
ekim aylarında, ton başına toplam 8,5 milyon liralık avans verilmiştir. Aralık
ayı başı itibariyle ödediğimiz toplam avans 149,3 trilyon liraya ulaşmıştır.
Yine, 2000 yılında satın alınan ve toplam 14 600 000 ton pancar için ödenecek
toplam pancar bedelinin de 532 trilyon lirayı bulması beklenmektedir.
Üreticilerimizin bakiye alacaklarının, pancar üretim sözleşmesi gereğince, en
geç 30 Nisan 2001 tarihine kadar ödenmesini de planlıyoruz. Değerli milletvekilleri, söz
şekerpancarından açılmışken, şekerpancarında getirdiğimiz yeni bir uygulamayı
da sizlerin bilgilerine arz etmek istiyorum. Sayın milletvekilleri, üç yıllık uygulama
neticesinde, pancar üretiminin istikrara kavuşturulması, iç tüketim ihtiyacı
kadar şeker üretiminin gerçekleştirilmesi yönünde de önemli gelişmeler
sağlanmış bulunmaktadır. Bu çerçeve içerisinde, 2001 yılında, pancar üretim
kotası 11 500 000 ton olarak belirlenmiştir. Kotanın yüzde 90'ı, son altı yılda
pancar üretimi yapmış yaklaşık 420 000 üreticiye, kalan yüzde 10'u ise ilk defa
pancar yetiştirecek üreticilerimize dağıtılacaktır. Kotaların fabrikalara
dağıtımında, fabrikaların optimal kapasiteleri ve çalışma sürelerini de dikkate
aldık. Kotanın gerçek pancar üreticilerine dağıtılması ve kota ticaretinin
oluşmaması için de, gerçekten, gerekli hassasiyet gösterilmiş, bölgesel
özellikler nedeniyle, doğu fabrikalarının -ki, bunlar, Ağrı, Erciş, Erzurum,
Kars ve Muş fabrikalarıdır- kota ihtiyacı, üreticilerin talepleri doğrultusunda
yeniden düzenlenmiştir. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, tarım satış
kooperatifleri ve birliklerimize, ürün alımları dolayısıyla 250 trilyon Türk
Lirası tutarında kaynak kullandırılmış ve bu şekilde de ürün bedelleri
çiftçimize peşin olarak ödenmiştir. Bu durum da, ödemelerin zamanında yapılması
bakımından, geçmiş yıllarla mukayese edilemeyecek ölçüde bir başarıdır. Söz konusu kooperatif ve birliklerle
ilgili olarak gerçekleştirdiğimiz en önemli çalışma da, bu birliklerin yeniden
yapılandırılmasına yönelik, idarî ve malî yapılarının güçlendirilmesi
noktasında hazırlanan ve 1 Haziran 2000 tarihinde, yine Türkiye Büyük Millet
Meclisinde yasalaştırdığımız 4572 sayılı Yasadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 4077
sayılı Tüketici Kanununda yapılması öngörülen ve tüketiciye yeni haklar, mal ve
hizmet üretenlere ise yeni sorumluluklar getiren değişiklik taslağına da son
şekli verdik; önümüzdeki günlerde, Yüce Meclisimize sevk edeceğiz. Bu konuda yaptığımız çalışma ile sanayi
odalarıyla müştereken yürüttüğümüz bir diğer çalışma, birbirini bütünleştirip
tamamlamaktadır. Bu yaptığımız çalışma da, yerli malı imaj kampanyasıdır. Yerli
mali imaj kampanyasıyla, halkımızın yerli ürün kullanımı hususunda
bilinçlendirilmesi ve böylece, yerli üretimin geliştirilmesi hedeflenmiştir.
İçinde bulunduğumuz ve 12-16 Aralık tarihleri itibariyle de kutlanmakta olan
Yerli Malı Haftası dolayısıyla, toplumun bilgilendirilmesi çalışmaları da
sürdürülmektedir. Sayın milletvekilleri, Bakanlığımız, esnaf
ve sanatkârımıza yönelik bir dizi önemli iyileştirmeye de imza atmıştır. Buna
göre, Bakanlığımız bünyesinde, ilk olarak, Esnaf ve Sanatkâr Genel Müdürlüğü
kurulmuş ve gerçekten, bu çok önemli sosyal kesimimizin hizmetine de
sunulmuştur. İhtiyaca cevap vermekten uzak olan 507 sayılı
Esnaf ve Sanatkârlar Kanunuyla ilgili iyileştirme çalışmaları da, esnaf
kesimiyle yürüttüğümüz ortak çalışma sonucunda bitirilecektir. Yine, yapılan
maddî iyileştirmeler çerçevesinde, kredi ve kefalet kooperatiflerinde ortaklara
kullandırılan kredilerden yapılan kesintiler de yüzde 50 gibi önemli bir oranda
azaltılmış, yine, bu meyanda, Sicil Gazetesindeki ilan bedellerinde de,
esnafımızın kolaylık sağlaması için, indirimlere gidilmiştir. Sayın milletvekilleri, Bakanlığımız
gözetim ve denetimine bağlı kooperatiflerle ilgili olarak tespit edilen temel
sorun, bu kooperatiflerin amaçlarına uygun faaliyet göstermedikleridir.
Bakanlığımız, kooperatiflerin denetim, eğitim ve iyileştirme çalışmalarına da
büyük önem vermektedir. Yaşanan mağduriyetleri önleyici olarak, kooperatif
ortaklarını hem bilgilendirici hem yönlendirici bir kitapçık basılmış ve
vatandaşımızın hizmetine sunulmuştur. Sayın milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilen 5590 sayılı Odalar ve Borsalar Kanununun yenilenmesine
de imkân vermek üzere hazırladığımız tasarı metni üzerindeki çalışmalar da
tamamlanmıştır; en kısa sürede Yüce Meclisin huzuruna getirilecektir. Türkiye'nin yeni sanayi stratejisi ve
politikalarını belirleme ve yürütme çalışmaları çerçevesinde ve Avrupa
Birliğiyle bütünleşme yolunda yasal düzenlemelerin eksikliği veya yetersiz
kalması sonucu mevzuat düzenlemeleri de zorunlu hale gelmiştir. İşte, bu
çerçevede, bugüne kadar gerçekleştirilen kanunî düzenlemelere ilaveten,
teknoloji geliştirme bölgeleri yasa tasarısı da Meclisimize sunulmuştur. Sayın milletvekilleri, uzun süredir
hazırlıklarına devam ettiğimiz ve yürürlük kazandığında da, ana sanayi-yan
sanayi ilişkilerini günün ihtiyaçlarına uygun olarak düzenleyecek olan ve küçük
ölçekli sanayi işletmelerine güvence ve yatırım imkânı sağlayacak olan yan
sanayi kanunu da son aşamaya gelmiş... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen toparlar
mısınız. SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN
TANRIKULU (Devamla) - Bu kanun da en son aşamasında; sevk için çalışmalarımızı
bitirmek üzereyiz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir
başka Sayın Bakanımızın konuşma ve söz hakkını almamak açısından, konuşmamın
sonunda, Bakanlığımız bütçesi üzerinde söz alan bütün değerli
milletvekillerinin görüş ve katkılarına teşekkür ediyor; bütçemizin hayırlı
olmasını diliyor; tekrar saygılar sunuyorum. (MHP, DSP, ANAP ve DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Sanayi ve Ticaret
Bakanımıza teşekkür ediyorum. Görüşmekte olduğumuz bütçeler konusunda,
hükümetin görüşlerini açıklamak üzere, Çevre Bakanı Sayın Fevzi Aytekin
konuşacaklar. Buyurun Sayın Aytekin. (DSP sıralarından
alkışlar) Süreniz 15 dakika. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çevre için konuşan bütün arkadaşlara
teşekkür ediyorum ve bu konuşmalardan bir ders alacağımızı ve ona göre de
Bakanlığımızın çalışmalarını yürüteceğimizi belirtmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, ben, Plan ve
Bütçe Komisyonundaki görüşmelerde bulunamadım. Bunun için, Sayın Komisyon
Başkanının kendisine, Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerinden adıma özür dilemesi
gerektiğini belirttim; zannedersem, o özrü de söylemiş. Ülkemizi temsil etmek
üzere, çok önemli bir toplantıya, Birleşmiş Milletler toplantısına katılmak
mecburiyetinde kaldım. Onun için, komisyondaki görüşmelere katılamadım. Bu toplantı Hollanda'da yapılmıştı. Çoğu
arkadaşlarımız bilirler; ama, ben, bir kere daha bunu belirtmek istiyorum; 1992
yılında, ileri ülkeler seviyesinde, emisyonlar konusunda, ülkemiz adına
taahhütte bulunulmuş; Ek-1 ve Ek-2. Ek-2... Ülkemizin malî ve teknik yardım
alması gerekiyor. Yani, Türkiye'nin, gelişmekte, kalkınmakta olan bir ülke
olması dolayısıyla, malî ve teknik yardım alması gerekiyor. Öyleyse, Ek-1 ve
Ek-2'den, benden önceki bakanlar dahil olmak üzere, ben de, geçen yıl çıkmak
için mücadele ettim Almanya'nın Bonn
şehrinde yapılan toplantıda ve -bu toplantı çok önemliydi- bizim, artık,
kararımızı belirtmemiz gerekiyordu ve oradaki yaptığım konuşmada, Ek-1'de
kalmak ve Ek-2'den çıkmak suretiyle, önerimi gündeme getirdim ve bu, kabul
gördü, özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde kabul gördü; ama, bu, Amerika'nın
ve Avrupa ülkelerinin anlaşamaması neticesinde -gazetelerden ve medyadan da
gördünüz ve okudunuz- maalesef neticelendirilemedi. İleri ülkeler, artık gelişmekte olan
ülkelere yardım etmek istemiyor. Bunu nereden biliyorsun diyorsunuz. Daha önce,
Japonya'da yapılan Asya ve Pasifik ülkeleri toplantısına katıldım; maalesef,
ileri ülkeler, artık gelişmekte olan ülkelere çevre konusundaki yardımlarını
yavaş yavaş kesmeye başladılar. Bunu, buradan, bazı arkadaşlarımız da belirtti.
Onun için, biz, Türkiye olarak, ulusal
çevre politikalarımızı, onlara güvenmeden, kendimiz tespit edip, sağlamak
mecburiyetindeyiz. İşte, bunun içindir ki, OECD ülkeleri içerisinde, hatta,
Ankara'da yaptığımız bir toplantıda, ulusal çevre politikaları konusunda
başarılı bir ülke olduğumuzu bize belirttiler. Değerli milletvekilleri, biz, genelde,
artık, ülkemizin projelerle bir yere varabileceği ve projelerin Çevre Bakanlığı
tarafından ivedilikle yapılması konusunda arkadaşlarla birlikte karar verdik ve
bunun içindir ki, 1 milyar 290 milyon dolarlık proje yaptık. Bugüne kadar,
Çevre Bakanlığında böyle proje yapılmadı; 1 milyar 290 milyon dolar... Bu, iyi
bir projeydi. İşte, bu projelerin bir tanesini de Tuz Gölüne yönlendirdik ve
gerekli krediyi aldık. Bu yatırım, Türkiyemizin en büyük çevre yatırımı. Benim
bütçem geçen yıl 23,5 trilyon, aldığımız kredi 50 trilyon... Bütçemin 2,5 katı.
İşte, böyle, bölgesel, havza bazında yaptığımız projelerle belediyelerimizin,
yerel yönetimlerimizin sorunlarını, katı atık ve sıvı atık sorunlarını
halledersek, daha sağlıklı bir ortam, bir çevre yaratacağımız inancındayım.
Bunda, hatalı olabilirsiniz diyebilirsiniz; memnuniyetle, saygıyla bu
görüşünüzü karşılarız ve bir eksiğimiz varsa, tamamlarız; ama, bir ilaveniz
varsa bu projelerimizde, özellikle, bize, bildirirseniz, çok memnun oluruz. Şimdi, havza bazında 130 tane proje
yaptık. Bu 130 tane projeyi genelde havza bazında yaptığımız için, tüm
belediyelerin katı atık ve sıvı atık kirletme noktalarını tespit etmek
suretiyle, envanterlerini çıkarmak suretiyle... Bugün, Gediz'de tehlikeli atık
envanteri tespit ediliyor, ihalesi yapıldı. Bugün, Ege Bölgesinde, Marmara
Bölgesinde tehlikeli atık envanterinin ihalesi yapıldı ve çalışmalar devam
ediyor. Menderes havzasına Fransızlar sahip çıktı. Dikkatinizi çekerim, bugüne kadar Türkiye,
hep bir kredi bulmak için mücadele etti, Avrupa Birliği ülkeleri veya başka
ülkelere gitti; ama, bizim yaptığımız bu projeleri olumlu bulan Fransızlar
"biz, Menderes havzasına sahibiz; burayı da, kredi sağlamak suretiyle,
iyileştirmek istiyoruz" dediler ve kendilerine bütün belgelerimiz,
dokümanlarımız verildi. Artık, projeyle bir yerlere varabileceğiz inancındayım.
Yoksa, tek tek belediyeleri alırsak, araç da gereç de versek, çevre sorunlarını
halledemeyeceğiz kanaatindeyim. Bu yüzden, ben, projeye yöneldim. Şimdi, size, bu projelerden kısaca
bahsetmek istiyorum. Hepsi burada yok; ama, isteyen milletvekili arkadaşımız
varsa verebiliriz. 130 tane projemizin hemen hemen hepsinin ön fizibilite
çalışmaları yapıldı ve kaç milyon dolara, hangi bölgelerde yapılacağı tespit
edildi. Eğer, uluslararası kredi alma konusunda bizlere yardımcı olursanız,
ülkemize büyük hizmet vereceğimiz inancındayım. Ben Japonya'ya gittiğimde 15 adet proje
götürdüm. Öncelikli projelerin nedir dediler; termal sular dedim, rüzgâr
enerjisi dedim, Kapadokya bölgesi dedim ve Japonlar, şu an, Kapadokya
bölgesiyle ilgili projeyi ele almış durumdalar. Japonların, JİCA'nın, bu
turistik kentimizde havza bazında yapacakları bu çalışmanın, Kapadokya'daki
insanlarımıza, belediyelerimize çevre konusunda iyileştirme getireceğine
kesinlikle inanıyorum. Bunun için çalışmalara başladılar. LIFE programından Manyas Gölünde Ekolojik
Risk Analizi ve Yönetim Planı Projesi için finansman sağlanmıştır. Bu da bir
projemiz. Yine, LIFE programı desteği ile Tehdit Altındaki Bitki Türlerinin
Ekosistemlerinin Korunması, Projesi, Konya Tuz Gölü havzasında başlatılmıştır. Avrupa Konseyi tarafından desteklenen ve
ülkemizde bulunan nesli tehlikede olan bitki ve hayvan türlerinin korunmasını
amaçlayan Zümrüt Ağı Projesi pilot alanlarda başlatılmıştır. Sahipsiz Hayvanların Korunması Projesi,
Ankara Gölbaşında başlatılmıştır. Büyük endüstriyel kazalara karşı
hazırlıklı olunmasını amaçlayan Acil Durum Merkezi Projesi çalışmaları
sürdürülmektedir. Marmara Denizinde Kirliliğin Tespiti ve
Giderilmesine İlişkin Ulusal Eylem Planı Hazırlanması Projesi yatırım programına
teklif edilmiştir. Doğu Karadeniz Bölgesi Mevcut ve
Alternatif Potansiyel Alanların Belirlenmesi Projesi tamamlanmak üzeredir. Ulusal Çevre Veri Tabanı Projesi -TAİ'nin
danışmanlığında- Bakanlığımızca yürütülmektedir. Çeşitli bölgelerimizdeki atık yönetimi
projeleri için, Fransız Hükümeti nezdinde girişimde bulunulmuştur. Bakanlığımız laboratuarının
güçlendirilerek, uluslararası standartlara uygun izleme sistemine dahil
edilmesi projesi LIFE programına önerilmiştir. Proje hayata geçtiğinde, pilot
çalışmaları Trakya bölgesinde başlatılacaktır. Ergene Havzası Çevre Düzeni Projesi
çalışmaları da sürdürülmektedir. Mevzuat çalışmalarını kısa geçiyorum: Hayvanları Koruma Kanunu Tasarısı... Çevre Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı... 443 sayılı Çevre Bakanlığının Kuruluş ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin kanunlaştırılması... Deniz Kirliliğinin Önlenmesi ve Acil
Durumlarda Müdahale Kanunu Tasarısı... Çevre Düzeni Planlarının Yapılması
Esaslarına Dair Yönetmelik yayımlanmıştır. Çevre Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi
Yönetmeliği yayımlanmıştır. Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği,
günün ihtiyaçlarına göre güncelleştirilmiştir. Ambalaj Atıkları Yönetmeliği, Avrupa
Birliği direktifleri doğrultusunda ve 2001 yılı içinde yürürlüğe girecek
şekilde hazırlanmaktadır. Çevre Denetim Yönetmeliği hazırlanmıştır.
Yönetmelik, önümüzdeki günlerde yürürlüğe girecektir. Uluslararası ilişkilere gelince, o konuda
da biraz bilgi vermek istiyorum: Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi gereği
hazırlanan Biyogüvenlik Protokolü, hükümetimiz adına, tarafımdan imzalanmıştır. "Avrupa Bir Ortak Miras"
kampanyası çerçevesinde hazırlanan Avrupa Peyzaj Sözleşmesi, hükümetimiz adına,
yine, tarafımdan imzalanmıştır. 9 Ekimde Brüksel'de Avrupa Çevre Ajansı
Nihai Senedi, yine, tarafımdan imzalanmıştır. CITES Sözleşmesinin önemli bir icra organı
olan CITES Daimi Komitesine, Avrupa Bölgesini temsilen, ülkemiz, yedek üye
olarak seçilmiştir. Ardından, CITES Daimi Komite Avrupa Bölgesi Temsilcileri
Toplantısı, ülkemizde gerçekleştirilmiştir. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 6
ncı Taraflar Konferansında ülkemiz tarafından temsil edilmiştir. Barselona Sözleşmesinin eki Akdeniz'in
Tehlikeli Atıklarının Taşınımı ve Bertarafı Nedeniyle Kirlenmesinin Önlenmesi
Protokolü onaylanmak üzeredir. Avrupa Birliği mevzuatı kapsamında çevreye
ilişkin, öncelikli 174 adet direktifle ilgili uyum çalışmaları başlatılmıştır. Ülkemizin uluslararası platformda çevre
alanında aktif olarak katılımı için, 2001 yılında, Akdeniz Sürdürülebilir
Kalkınma Komisyonu 7 nci Toplantısı, Karadeniz Çevre Bakanları Toplantısı,
Avrupa Çevre Bakanları Aday Ülkeler Toplantısı olmak üzere, 3 adet uluslararası
toplantı Türkiye'de yapılacaktır. Kirliliğin önlenmesi ve koruma
çalışmalarıyla ilgili biraz bilgi vermek istiyorum. Sulak alanlardaki
sorunların tespiti ve çözümüne yönelik projeleri gerçekleştirmek üzere bir
Bakanlar Kurulu kararı istihsal edilmiş ve birçok sulak alanda proje
çalışmaları başlatılmıştır. Ulusal sulak alan stratejisi taslağı çalışmaları
sürdürülmektedir. Atık ve atıkların bertarafı ve geri kazanımlarının sağlanması
amacıyla, atık borsası oluşturulmuştur. Değerli milletvekilleri, bundan birbuçuk
ay önce, Kocaeli'nde, çevreyle ilgili bir ödül töreninde, oradaki sanayi odası
başkanımız, bu atık borsasıyla ilgili, bir yılda, geri dönüşümlü, sanayie 31,5
trilyon liralık geri kazanım sağlandığını belirtmiştir. Biz, İstanbul, Kocaeli
ve Bursa'yı pilot bölge seçtik. Bir yıl içerisinde, ülkemizin bütün illeri bu
geri kazanımlı proje içerisine dahil edilecektir. Bunu, geri dönüşümlü olarak
ülke ekonomisine 81 ilde sağladığımız zaman, ne kadar faydalı olacağını,
ekonomimize ne kadar katkı sağlayacağını, lütfen, tahmin ediniz. Havzalarda ortak denetim ekipleri
oluşturulmuştur. Ayrıca, çevre hizmet birlikleri kuruluş çalışmaları hızla
ilerlemektedir. Gediz çevre sorunları hizmet birliği kurulmuş ve faaliyete
geçmiştir. Trakya ve Karadeniz çevre hizmet birliği tüzükleri hazırlanmıştır.
Yıl sonu itibariyle, birliklerin kurulması sağlanacaktır. Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem Planı
(UÇEP) kapsamında, başlangıcından bu yana yapılmış olan çalışmaların
değerlendirildiği performans raporu hazırlanmıştır. “Otomotiv Sanayii Çevre Deklarasyonu”
çerçevesinde, sanayicilerle, Avrupa Birliği normlarında teknolojik
değişikliklerin benzinli ve dizel otomobillerde sağlanmasına yönelik çalışmalar
ile akaryakıt kalitesinin iyileştirilmesi için üretici durumundaki TÜPRAŞ'la
çalışmalarımız sürdürülmektedir. Ozon tabakasının korunmasına ilişkin
olarak, sanayicilerle işbirliği içerisinde yaptığımız çalışmalarda önemli
mesafeler alınmıştır. Marmara ve Düzce deprem bölgelerinde,
sanitasyon ve barınma ihtiyaçlarının karşılanmasına destek olmak üzere,
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı çerçevesinde, bazı belediyelerimize
yardımlar sağlanmıştır. Eğitim çalışmalarına gelince: 2000 Yılı
Uygulamalı Çevre Eğitimi Pilot Projesi, Ankara'da seçilen 20 okulda
uygulanmıştır geçen yıl. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, toparlar
mısınız. Buyurun efendim. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan. Teşekkür ediyorum. Projeden istenen sonucun alınması üzerine,
bu yıl da, yine Ankara'da 40 okulda ve il çevre müdürlüklerimizin bulunduğu 35
ilde uygulamaya başlanmıştır. TRT kurumuyla, öncelikle GAP bölgesine ilişkin
olmak üzere, bir dizi programın çekimleri devam etmektedir. Değerli Başkanım, değerli milletvekilleri;
daha söyleyeceklerim vardı; ancak, zamanım dolduğu için, burada kesmek
mecburiyetinde kalıyorum. Değerli Başkanıma ve sayın
milletvekillerime, eğer, Bakanlığımın çalışmalarıyla ilgili bir şeyler
söyleyebildiysem, ne mutlu bana. Hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım.
(Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Çevre Bakanımıza teşekkür
ediyoruz. Sayın milletvekilleri, müzakerelerin son
sözü, aleyhte olmak üzere, şahsı adına, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa
Geçer'e aittir. Buyurun Sayın Geçer. (FP sıralarından
alkışlar) Süreniz 10 dakika efendim. MUSTAFA GEÇER (Hatay) -Sayın Başkan,
kıymetli milletvekillerimiz; Çevre Bakanlığı bütçesi üzerinde şahsım adına söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi selamlıyor, saygılar sunuyorum.
Çevre Bakanlığımızın 2001 yılı bütçesinde
Çevre Bakanlığına ayrılmış ödenek miktarı 39 trilyon 374 milyar Türk Lirasıdır.
Bu parasal büyüklük, tabiî ki, çok önemli bir sorun olan çevre sorununu,
ülkemizde halletmek veya bunlara çözüm üretmek için yeterli bir para değildir.
Daha önce konuşan bir sayın konuşmacının da ifade ettiği gibi, tabiî, buna
parasal boyutta da bakmamak lazım; çünkü, çevre bilincinin oluşturulması ve
eğitimiyle, Çevre Bakanlığının titiz çalışmalarıyla çevrenin yaşanılabilir bir
hale getirilmesi veya tahribinin önlenmesi mümkündür. Bunun bütçe içindeki payı
onbinde 6'dır. Aslında, bu çevre meselesine, sorununa belki de gösterilen
titizliği veya ciddiyetsizliği mi gösteriyor diye düşünüyorum, ve bu kadar
küçük bir bütçeyle Bakanlığımızın işinin çok zor olduğunu düşünüyorum. İnsanların ekonomik, sosyal, siyasî, hukukî
tüm çabalarının nihaî amacı, insanın mutluluğudur. Bunun dışında birtakım
artniyetli kurumlar, kuruluşlar olabilir belki; ama, prensip olarak, elbette,
insanın mutluluğu amaçlanmaktadır. İnsan mutluluğunun birinci önceliği
sağlıktır. Sağlıksız bir insanın mutlu olması mümkün değildir. Tarihimizde
sağlıkla ilgili, çevreyle ilgili kültürel birikimlerimiz vardır. Şurada,
mesela, Osmanlının en haşmetli imparatoru Kanunî Sultan Süleyman şu
mısralarında sağlığın kıymetini şöyle izah ediyor: "Halk içinde muteber bir nesne yok
devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat
gibi." Yani, o zaman, devlet erklerini tek elde
toplayan bir imparator dahi, bir nefeslik sıhhat ve sağlığı imparatorluğa
değişmiyor. Gerçekten, toplumumuzda çevre bilinci son
derece gelişmiştir; yani, birtakım politik eğilimlerin şovunu yapan Greenpeace
göstericilerine falan ihtiyacımız yoktur. Bizim toplum ve kültürümüzde çevre
bilinci son derece gelişmiş. Hatta, inancımızda, bir hadisi şerifte Peygamber
Efendimiz "kıyametin koptuğunu görseniz, elinizde bir fidan varsa
dikiniz" buyuruyor. Bu, çevreci bir anlayış. Hatta, inancın amentüsünde
dahi "temizlik imanın yarısıdır ve temizlik imandandır" diye ifade
ediliyor. Bu, çok önemli bir şey tabiî. İnsanımızın ve kültürümüzün
derinliklerinde çevre ve sağlık bilinci, temizlik bilinci son derece
gelişmiştir aslında; ancak, Avrupa'da 19 Yüzyılın son yarısından sonra, sanayi
gelişmesi ve sanayi devrimiyle birlikte, çevre hoyrat bir şekilde kullanılmış,
tüm canlı ve cansız formlar yok edilmiş ve o çarpık sanayileşmenin getirdiği
çevre kirliliği karşısında, Avrupa'da da çevre bilinci oluşmuş. Çevre bilinci
oluşmuş; ama, bu arada, ozon tabakası, atmosfer imha edilmiş, çevre imha
edilmiş, canlılar imha edilmiş, tüm canlı cansız formlar imha edilmiş. Bunlara
karşı, ancak yeni yeni tedbirler alınmaya başlanmıştır. Avrupa'da, bugün, 300'ün üzerinde yasal
düzenleme, hukukî düzenleme ve çokuluslu anlaşmalar yapılmış; oysa, bizde bu
bilinç -Amerika'yı yeniden keşfetmek gibi- son yirmibeş, otuz yıl içerisinde
gündeme gelmiştir. Bu da, tabiî, dünyanın var oluşundan bu yana Anadolu
coğrafyasının son kırk yıl içinde son derece tahrip edilmesi karşısında
oluşmuş; Çevre Yasası çıkarılmış, Türkiye çokuluslu anlaşmalara taraf olmuş,
Çevre Bakanlığımız kurulmuştur. Çevrenin korunması çok önemli bir olaydır;
ama, bugün, Türkiye'de, maalesef, hâlâ çevre facialarıyla karşı karşıya
bulunuyoruz. Osmanlı döneminde çevrenin korunması için, vahşi hayvanların,
güvercinlerin korunmasına yönelik vakıfların kurulduğunu biliyoruz. Çok ilginç bir anekdot aktaracağım size:
Yaşadığım köyde, yaşlı bir halam var; Zeynep Hala. Küçükken onun evine
giderdik; şimdi de gidiyoruz bayramlaşmak için. Evinin ahşap tavanında, tavanın
ortasında, avizeye benzer, çok emek verilerek yapılmış bir nesne asılı. Biz,
küçükken, ilkokul yıllarında, 1960'lı yıllardayken "hala, bu ne diye"
sorduğumuzda "bu, sinek sarayı" demişti. İnanıyor musunuz, sinek
sarayı... Emin olun, buğday veya çavdar sapından kendisi yapmış onu. "Bu
neye yarıyor" diye sorduğumuzda "karasinekler akşamları tünerler;
işte, gidip o saraya tüneyecekler..." Tavanda olduğu için, gerçekten,
sinekler de ona tüner. Yani, o kadın okuma yazma da bilmez. Emin olun, canlı formları korumak için,
ecdadımızın, insanlarımızın, milletimizin kültüründe bu kadar büyük derinlikler
varken, şu anda, Türkiye'nin toplu fotoğrafına baktığımız zaman, çok içler
acısı durumlarla karşı karşıya geliyoruz. Türkiye'de, şehirlerdeki hava
kirliliği; diğer taraftan, plansız şehirleşme, orman yangınları, zehirlenen
atmosfer, akarsular, patlayan çöplükler... Düşünebiliyor musunuz... Dünyanın
hiçbir yerinde yok. Belki bu, Guiness Rekorlar Kitabına girdi. Halkalı Çöplüğü
patlıyor, bir mahalle çöplük altında kalıyor, onlarca vatandaşımız ölüyor;
olacak şey değil! Daha sonra "yaralar sarılacak" deniliyor; ama,
çöplükler, belki de hâlâ patlıyor şu anda. Türkiye'nin coğrafyasında akarsular
zehirleniyor, mahalleler çöpler altında kalıyor, akarsular kuruyor, kuş
cennetleri yok oluyor, ölüyor, kelaynakların nesli tükeniyor, diğer yandan
caretta carettalar... Sayılmayacak kadar tabiat ve çevre facialarıyla karşı
karşıyayız. Sayın Bakanlığımızın işi, burada, gerçekten zor diye düşünüyorum;
fakat, ne yazık ki, şu andaki Türkiye'nin fotoğrafı bunlar. Ülkemizde, geçenlerde, Yatağan Santralıyla
ilgili çevre faciası yaşandı. Bu, yıllardan beri, çevre sorunlarıyla ilgilenen
çevrelerce gündeme getirildi. Hatta, mahkeme kararlarıyla işletilmesi
durdurulmasına rağmen -geçenlerde duyduk, üzüldük- Yatağan'da, zehirli gaz
çökmesi sebebiyle, oradaki insanlarımız zehirli gaz soluma durumunda kaldılar;
şu anda zehirli havayı soluyorlar. İnsan sağlığının ve çevrenin gözardı
edildiği bir kalkınmanın olması, insanların mutluluğu için gerekli değil
aslında. Kalkınmak kaçınılmazdır; ama, mutluluğun kaçınılmaz esası değildir.
Yani, insan sağlığını ihmal eden bir kalkınma istemek dahi cinayettir diye
düşünüyorum. Çünkü, kalkınma, ekonomi terminolojisine 19 uncu Yüzyılın son
yıllarında girdi; onda önce, ekonomide "kalkınmış ülke" diye bir
ibare yoktu, zengin-fakir ülkeler vardı. O zaman da mutlu insanlar muhakkak
vardı; ama, günümüzde kalkınma, kaçınılmaz zorunluluktur. Her ülke
kalkınacaktır, Türkiye de kalkınacaktır. Her şeye rağmen, er veya geç
Türkiye'nin kalkınacağına inanıyorum; çünkü, kalkınmak zorundayız, Sekizinci
Beş Yıllık Kalkınma Planını yapmış da olsak... Bu kalkınmayı gerçekleştirirken
insan sağlığını, çevreyi dikkate almak ve gelecek nesillerimize, suyu
içilebilen, denizine girilebilen, havası solunabilen bir Türkiye bırakmak zorundayız
diye düşünüyorum. Yatağan Santralına eş olarak, geçenlerde,
bizim bölgemizde temeli atılan bir santralın da bir faciaya yol açacağı
endişesini taşıyorum. Hatay'ın Erzin İlçesinde, 75 kilometre yarıçapında bir
alanı etkileyecek Yumurtalık Sugözü Termik Santralının temeli kasım ayı içinde
atıldı. Bu termik santral, maalesef, ithal ve kalitesiz kömüre dayalı olarak
çalışacak ve günde 10 000 ton dolayında kömür yakacak. Bu santralın tüm çevre
raporları ve izinleri alınmış, nasıl alınmışsa. Oysa ki, oradaki organize
sanayi bölgesinin kurulmasıyla ilgili ÇED raporu alınamamıştı. Gerekçesi şuydu:
Göçmen kuş yolu güzergâhı altında bulunduğu için verilmemişti; Hatay Havaalanı
için de, bu gerekçeyle ÇED raporu verilmediği halde, bu santralla ilgili tüm
izinler -ÇED dahil- alınmış ve
şu anda inşaatına devam edilmekte. Ben, Sayın Bakanımdan buradan istirham ediyorum; gerçekten 2003
yılında faaliyete geçecek bu santralın 2004'lerde falan... Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığımızdan aldığım bilgilere göre, 2004 yılında İskenderun ve
Adana çevresine doğalgaz gelecek. Bu santralın doğalgaza çevrilebilmesi
teknolojik yönden mümkünse, bunun da gözardı edilmemesi lazım geldiğine
inanıyorum; çünkü, bu, o bölgenin de havasını zehirleyecek, kirletecek ve
insanlar üzerinde üst solunum hastalıkları, kalp hastalıkları, kanser ve cilt
hastalıkları artacaktır diye düşünüyorum. Yani, kısaca şunu söylemek istiyorum:
Elbette, Çevre Bakanlığımız bu bütçelerle çok şey yapamayacak; ama, yaşanabilir
çevreyi gelecek nesillere bırakmak da bizim sorumluluğumuz altında diye
düşünüyorum. Saygıdeğer milletvekillerimiz,
kültürümüzde olan çevre bilincinin artırılmasının da çok önemli olduğunu burada
vurguluyor; en azından, bir Avustralya Aborijin yerlileri kadar, bir Amerikan
Kızılderilileri kadar çevreci olmayı öneriyorum. Sözlerimi bir Kızılderili reisinin
sözleriyle bitirmek istiyorum. Doymak bilmeyen hırslarıyla tüm çevre formlarını
ve canlıları yok eden Amerikan beyazlarına karşı Kızılderili reis şunu
söylüyor; çok ilginç ve gerçekten gözleri yaşartan bir ifade: "Beyaz adam,
son nehir zehirlendikten sonra, son balık öldürüldükten sonra, son ağaç
kesildikten sonra anlayacaksınız paranın yenmez olduğunu." Bu duygu ve düşüncelerle, yaşanabilir
Türkiye ümidiyle hepinizi selamlıyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Geçer. Böylelikle, görüşmekte olduğumuz her iki
bütçe üzerinde müzakereler tamamlanmış oldu. Şimdi, sorulara geçiyoruz. 30 sayın milletvekili soru sormak için
sıraya girmiş bulunuyor; arzunuz veçhile isimlerini okuyorum: Sayın Nesrin
Ünal, Sayın Pepe, Sayın Seven, Sayın Uzun, Sayın Şen, Sayın Akcan, Sayın
Akdoğan, Sayın Seyda, Sayın Gül, Sayın Arvas, Sayın Canbay, Sayın Kayayerli,
Sayın Elkatmış, Sayın Bıçakçıoğlu, Sayın Yılmaz, Sayın Levent, Sayın
Sökmenoğlu, Sayın Sobacı, Sayın Halil Oral, Sayın Karagöz, Sayın Ongun, Sayın
Erek, Sayın Arı, Sayın Gül, Sayın Filiz, Sayın Çevik, Sayın Gebeş, Sayın İlgün,
Sayın Tekin. BAŞKAN - Efendim, demin isimleri okurken
bir ismi atladım. Beşinci sırada, Sayın Zeki Ertugay... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, ben
de soru sormak istemiştim. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, soru için
10 dakika süre vereceğim. Soruları, lütfen, gerekçesiz, mütalaa beyan etmeden
ve çok kısa zaman içerisinde sorarsanız, diğer arkadaşlarımıza da zaman kalır. Şimdi, ilk söz, Sayın Nesrin Ünal'a
aittir. Buyurun Sayın Ünal. NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Çevre Bakanımız
Fevzi Aytekin'e sorum olacak. Çevre Bakanlığının doğayı katledenlerle
mücadelesi yolsuzlukla mücadeleyle eşdeğerdir. Uluslararası Bern ve Barselona
Antlaşmalarıyla koruma altına alınan caretta carettaların yaşadığı Serik
Boğazkent Beldesi için sormak istiyorum. Çevre Bakanlığı bünyesindeki Çevre Fonu
hangi kriterlere göre kullanılmaktadır? Boğazkent yeni bir belediyedir. 7 300
yazlık konuta, 25 000 nüfusa, 4 tane beş yıldızlı otele hizmet üretmektedir.
Acaba, Boğazkent Belediyesinin, Bakanlığınızdan, söz verdiğiniz çöp arabasını
almak için başka hangi kriterlere ihtiyacı vardır? Sadece belediyenin imkânlarıyla 40 000
fidan dikilmiş ve yine belediyenin imkânlarıyla 400 milyar liralık Boğazkent
Doğal Park ve Kuş Cenneti Projesi, Birleşmiş Milletlerin 2 yılda bir
düzenlediği Zayet Uluslararası Çevre Projesi Ödül Yarışmasında Türkiye'yi
temsil etmektedir. Böylesine önemli bir projede, acaba Çevre Bakanlığının da
tuzu olacak mıdır? Caretta carettalar, Belek sahilinde
korunmamakta; tersine, nesillerinin tükenmesi için herkes elinden geleni
yapmaktadır. Bu konuda Çevre Bakanlığımızın ve Çevre Komisyonumuzun yoğun
ilgilerini bekliyoruz. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Pepe, buyurun. OSMAN PEPE (Kocaeli) - Sayın Başkanım,
aracılığınızla, Sayın Çevre Bakanına, aşağıdaki sorularımı yöneltmek istiyorum. Sayın Bakan, müteaddit defalar
ziyaretinizde, deprem bölgesindeki 15 kadar belediye başkanıyla, belediyelerin
acil ihtiyaçlarını tarafınıza bildirmiş olmamıza rağmen, bu belediyelerden
hiçbirisine, bugüne kadar, ne bir çöp kamyonu, ne bir vidanjör, ne de bir traktör
verilme imkânı olmamıştır. Halbuki, depremden sonra, mesela, Kullar ve Yuvacık
Belediyelerinin nüfusları prefabrik konutlarda iki üç katına çıkmıştır ve
ihtiyaçlar alabildiğine artmıştır; ama, bu belediyelere, ne hikmetse, talep
etmiş oldukları araçlar verilememiştir. Araçlar verilmesinde, hangi kriterlere
riayet edildiğini merak ediyoruz. Yine, Sayın Kenan Evren'in plaketlerinin
denize atılacağı söylentileri üzerine, kendisine ceza keseceğinizi söylediniz.
Eğer, ceza kesmiş olsaydınız, kaç milyar kesecektiniz? Çevreyi en çok kirleten kuruluşların
başında, ne yazık ki, kamunun fabrikaları ve tesisleri yer alıyor. Mesela,
şeker fabrikaları, şu anda tam şeker kampanyasının sürdüğü bu sıralarda da, pek
çok akarsuyumuzu zehirledi ve ölü balıklarla nehirlerin üzerinin dolduğunu
biliyoruz. Bugüne kadar, herhangi bir kamu kuruluşuna ceza kestiniz mi ve kamu
kurumlarından kapattıklarınız olmuş mudur? Yine, bir başka sorum, İzmit Entegre Çevre
Projesi diye bilinen katı atık, tehlikeli atık yakma tesislerinin filtrelerinin
eksik olduğu, çöp depolama alanlarının standart dışı olduğu gerekçesiyle,
Bakanlığınıza vaki lisans müracaatlarına bugüne kadar olumlu cevap vermediniz;
fakat, deprem olması esnasında meydana gelen atıkların imha edilmesi için
geçici çalışmasına müsaade ettiniz. Geçici süreyle çalışmasına müsaade edilen
bu katı atık yakma tesisi, birbuçuk yılı aşkın bir süredir çalışmasına devam
ediyor. Yine, Sinop'tan, Karadeniz'den toplanan
tehlikeli atık varillerin İzmit'e nakledilerek, oradaki tehlikeli atık yakma
fabrikasında imha edilmesi yoluna gidildiğini de basındaki haberlerden öğrenmiş
bulunuyoruz. Siz, çevreyi ve bölgede yaşayan milyonlarca insanın sağlığını hiçe
sayan lisansız bu çöp yakma fabrikasının, tesisinin çalışmasına daha ne kadar
müsaade edeceksiniz? Yine, burada, biraz önceki konuşmanızda,
kürsüdeki konuşmanızda da... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın
Başkan, bu kadar da soru olmaz ki! BAŞKAN - Soru sormak için, başkalarına da
fırsat verelim. OSMAN PEPE (Kocaeli) - Hemen son cümlemi
toparlıyorum. Sayın Bakan, İzmit'teki sanayi odasının
toplantısında, bir çevre ödülü plaketinden, plaketin verildiğinden bahsetti.
Çevreyi ve çevredeki insanları hiçe sayan, onlara, yapılan bu haksızlığı
görmezlikten gelen Sayın Bakan, bu plaketi vermeyi içine sindirebildi mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Nidai Seven, buyurun. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan,
aracılığınızla, Sayın Bakanlarıma iki soru sormak istiyorum. İlk sorum Çevre Bakanınadır. Sayın
Bakanım, 22.12.1999 tarihinde, yani, bir yıl önce Çevre Bakanlığının bütçesi
görüşülürken size 4 soru sormuştum. Sağ olasınız, bu 4 sorunun cevabını yazılı
olarak verdiniz; ancak, aradan bir yıl geçmesine rağmen, Ağrı'da Çevre İl
Müdürlüğüyle ve belediyelere gidecek araç ve gereçlerle ilgili herhangi bir
gelişme olmamıştır. Bu tutanağın 430 uncu sayfasında 4 sorum mevcuttur;
arkadaşlarımın hakkını gasbetmemek için okumuyorum. Bu konuda ne yapmayı
düşünüyorsunuz; bu konu halen tutanakta kalacak mıdır? İkinci sorum Sayın Sanayi ve Ticaret
Bakanımadır. Sayın Bakanım, Tarımda, Devlet Su İşlerinde ve Köy Hizmetlerinde
çalışan geçici işçilere, Sayın Başbakanımız tarafından 2000 ve 2001 yılında
kadrolara alınacağı hususunda bir müjde verilmişti; ancak, Türkiye Şeker
Fabrikalarında çalışan binlerce geçici işçi bu konudan mahrum kalmış, endişe ve
korku içerisinde, ne zaman kadroya alınacaklarını beklemektedirler. Acaba,
Sayın Bakanım, bu mübarek ramazan ayında ve bayramda, şeker fabrikalarında
çalışan geçici işçilere kadro konusunda bir müjde verebilecekler mi? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Sayın Uzunkaya... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan,
delaletinizle, Sayın Bakanlarımdan suallerimi arz ediyorum. Evvela Çevre Bakanımıza... Samsun ve Sinop
açıklarına 12 yıl önce dökülen zehirli biyolojik ve kimyasal atıkların, denizin
ve deniz ürünleriyle, sahil illerin kirlenmesine sebep olan bu atıkların
menşei, zatıâlinize daha önce tevcih ettiğim sorulara verdiğiniz cevapta
açıklanmıştı; ancak, bu zehirli atıkların denize deşarj edilmesine sebep olan
Türk işletmeci firmalar hakkında bugüne kadar hiçbir işlem yapılmamıştır ki,
isimleri sizce malum. Bunun gerekçesi nedir, açıklayabilir misiniz? Bir diğer sualim: Ülkemizde, yakın bir
gelecekte çevre faciasının yaşanmaması için master planınız var mı? Çoğu
Karadeniz'e monte edilmesi düşünülen, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığınca
yapılması hedeflenen mobil elektrik santrallarının bir çevre katliamı ve asit
zehirlenmesine sebep olacağı endişesine karşın... Bakanlık olarak, bir de,
üstüne üstlük, 2002 yılına kadar bir yönetmelik yayınlayarak, filitrasyon ve
arıtmanın yapılmasına gerek yoktur anlamında bir genelgeniz var. Bir Bakanlık
olarak bunu nasıl kabullenebiliyorsunuz? Böyle bir kirliliğe meydan verebilir
misiniz? Şu elimdeki kalemi 4. Çevre Şûrasında
arkadaşlara dağıttınız; sağ olun, az önce bize de takdim ettiniz. Şimdi, 4.
Çevre Şûrasını topladınız. Bu Şûrada, sanatçı kişiliğiyle Sayın Ayten Gökçer
davet edilmişti, ama... BAŞKAN - Sorunuz lütfen... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - ...kendisi hem
sanatçı hem de yurtdışında biyoloji tahsili yapmış olan, konunun uzmanı, Çevre
Komisyonu Başkanı Sayın Ediz Hun ve arkadaşları, sadece misafir olarak açılışa
katıldılar. Niçin bu şûra süresince arkadaşlara yer verilmedi? Takdirlerinize arz ediyor, saygılar
sunuyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Yalnız, Sanayi
Bakanımıza bir sorum vardı, onu da müsaadenizle sorayım. Bafra ve Kavak
Organize Sanayilerinin işletmeye açılması için altyapıya bu yıl tahsisatınız
nedir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Sayın Zeki Ertugay, buyurun efendim. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan,
Sayın Çevre Bakanına sorularımı arz ediyorum: Plan ve Bütçe Komisyonunda Çevre
Bakanlığının bütçesi görüşülürken, Sayın Bakan, bir sözleşmeye imza atmak üzere
Hollanda'da bir toplantıya katılmıştı. Sormak istiyorum: Bu toplantı bütçeden
daha mı önemliydi ve çok sık yurt dışına çıkan bir bakan olarak, Bakanlığı
süresince yurt dışında kaç toplantıya katıldı ve hangi sözleşmelere imza attı? İkinci sorum: Bütçe sunuşunda Sayın Bakan
"Bern Sözleşmesiyle koruma altına alınan Akdeniz fokunun yaşama
alanlarının korunması çalışmaları sürdürülmektedir" demekte. Türkiye
kıyılarında ne kadar fok balığı var ki, fokun yaşama alanlarını koruma
çalışması yapılması isteniliyor? Bir diğer sorum: Yine, Sayın Bakan, yurt
dışında, 24.5.2000 tarihinde bir Biyogüvenlik Protokolü imzaladı. Bu protokol
ne amaçla imzalanmıştır ve Türkiye'ye ne gibi yükümlülükler getirmektedir? BAŞKAN - Tamam efendim. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Son soruma
geliyorum. Çevre Kirliliğini Önleme Fonundan hangi
belediyelere ve hangi kuruluşlara 427 adet kanalizasyon için yardım
yapılmıştır; kaç araç -çeşitli çöp kamyonu, vidanjör vesaire- dağılımı
yapılmıştır ve bunun dağılımı nedir? Ayrıca, Çevre Kirliliğini Önleme Fonundan,
Türkiye genelinde ve seçim bölgesinde kaç traktör dağıtımı yapılmıştır? Böyle
bir yetkisi var mıdır? Bu dağıtım yapılırken, fert başına düşen geliri
Tekirdağ'dan çok daha düşük olan ve Misakımilli sınırları içerisinde bulunan
Erzurum İli hiç hatırlarına geldi mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Orhan Şen, buyurun efendim. ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkanım,
aracılığınızla, aşağıdaki sorularımın Sayın Bakanlarımız tarafından
cevaplandırılmasını istirham ediyorum. Birinci sorum: 1998 yılında Ramsar
Sözleşmesi kapsamına alınan Bursa İli dahilindeki Ulubat Gölüyle ilgili havza
yönetim planına yönelik evsel ve endüstriyel kirliliğin yok edilerek, gölün
doğal ortam şartlarına dönmesi için, 2001 yılında gerekli ekonomik destek Sayın
Bakanlıkça sağlanılabilecek midir? İkinci sorum, Orhangazi-İznik-Gemlik
Havzası atıksu ve katıatık yöntemi projesinin bir an önce hayata
geçirilebilmesi için, ekonomik desteği sağlamayı düşünüyorlar mı? Bursa-Gürsu-Kestel-Barakfaki bölgesinde
bulunan sanayi kuruluşlarının atık sularının arıtılacağı atıksu arıtma tesisine
finans desteği sağlanması ve özellikle yağmur suyu kanallarının inşası için
ekonomik destek sağlanması düşünülmekte midir? Son sorum: Belediyelere dağıttığınız araç
ve gereçlerin yüzde kaçı Milliyetçi Hareket Partili belediyelere
dağıtılmaktadır? Bu konuda kriterleriniz nelerdir? BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Buyurun Sayın Bakan. Süreniz 10 dakika; aranızda zamanı
paylaşacaksınız. SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN
TANRIKULU (İzmir) - Peki Sayın Başkanım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tarafıma tevdi edilen sorulardan fazla nasibimi alamadım. Sayın Nidai Seven'in sorusuyla başlamak
istiyorum. Şeker fabrikalarında çalışan sözleşmeli
işçilerle ilgili olarak, iki safhada çözüm projesi üzerinde çalışıyoruz.
Bunlardan birinci safhayı kapsayan çalışma, bu işçilerimizin şu anda 100 gün
olan çalışma sürelerini -kampanya süresi olduğu için 100 gündür bu- 120 güne
tamamlayacak olan bir tedbir geliştirmesi içindeyiz. Bunun sebebi de, bu
işçilerimiz, eğer 120 gün içerisinde kampanyayı bitiremezse, sağlık
hizmetlerinden istifade edemiyorlar. Dolayısıyla, bu işçilerimizin yaptığımız
çalışmalardan faydalanabilmesi için, birinci aşamada, 120 günlük çalışma
sürelerini çözdük ve o problemi hallettik. İkinci soru ise; geçici işçilerin kadroya
alınabilmesi konusunda yaptığımız çalışmalar da, şu anda dört aşamalı
yürümektedir. Bunlardan birinci aşamada, emekli olacaklar için bir tespit
çalışması yapıyoruz. İkinci aşamada, hizmetlerin ve üretimin devamı için
gerekli olan kadro ve adam/ay sayısını tespit ediyoruz ve bu arada, diğer
üçüncü aşama için de, diğer kuruluşları için, yani sayın milletvekilimizin
bahsettiği DSİ, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü gibi kuruluşlar için yapılan
protokole dahil edilip edilmemesi noktasında çalışmalarımızı götürüyoruz veya
eğer bu protokole dahil edemezsek, özel bir protokol düzenlenmesi noktasında da
çalışmalarımız devam etmektedir. Bu çalışmalarımızı Şeker Fabrikaları Anonim
Şirketi, Şeker-İş Sendikası ve birlikte yürüttüğümüz Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı ile ortaklaşa götürüyoruz. Sayın Başkanım, Sayın Musa Uzunkaya'nın
çok somut olarak sorduğu sorulara hemen cevap vermek istiyorum. Bafra Organize
Sanayi Bölgemize bu sene, 2001 yılı için teklifimiz 1 trilyon 73 milyar
liradır. Kavak Organize Sanayi Bölgesi için, yine 2001 yılı için 707 milyar
liralık teklifimiz vardır. Ayrıca, Kavak Organize Sanayi Bölgesi için bu sene
yaptığımız bir uygulamayla ihale edilebilmesi için de bir ödenek aktarması
yaptık ve böylece ihale aşamasına getirmiş olduk. Arz ediyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Buyurun Sayın Bakan. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) -
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Nesrin Ünal'ın sorusuna yanıt vermek
istiyorum, Akdeniz fokuyla ilgili Bakanlığımız çalışmaları hakkında bilgi
vermek istiyorum: Akdeniz foku, bütün dünyada nesli tehlike
altında bulunan türler içerisinde ilk sıralarda yer almaktadır. Dünya Doğayı ve
Doğal Kaynakları Koruma Birliği tarafından koruma altına alınan 12 canlıdan
biri olup, bilim adamlarına göre, dünyadaki sayılarının 300-400 civarında
olduğu, Türkiye sularında da 50-100 arasında olduğu tahmin edilmekte ve Ege'de
ve Akdenizin doğusunda daha çok bulunmaktadır. Akdeniz foku, Türkiye'nin taraf olduğu
sözleşmelerle- (Barselona) Akdenizin Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi Eki
Cenova Deklarasyonu, (Bern) Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını
Koruma Sözleşmesi, (CITES) Nesli Tehlikede Olan Yabanî Bitki ve Hayvan
Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme- korunması gerekli türler
listesindedir. Ayrıca, 1380 sayılı Su Ürünleri ve 3167 sayılı Kara Avcılığı
Kanunlarıyla da ulusal düzeyde koruma altına alınmıştır. Foklarla ilgili çalışmaları değerlendirmek
ve koordinasyon sağlamak amacıyla, Bakanlığımız koordinatörlüğünde ulusal bir
komite kurulmuş ve Ulusal Komite, ulusal stratejinin uygulama çalışmaları
çerçevesinde, birinci öncelikli olarak, içinde bulunduğu fok popülasyonu ve
Foça Belediyesinin konuya gösterdiği yakınlık üzerine Foça'yı pilot bölge
olarak seçmiş ve ulusal strateji Foça'dan başlayarak, diğer öncelikli alanlarda
devam ettirilmesi düşünülen Akdeniz fokunun Türkiye'de korunabilmesi için
“Ulusal Koruma Stratejisinin Uygulanması ve Foça Pilot Bölge Projesi” başlıklı
çalışma başlatılmış; proje, 1994 yılında tamamlanmıştır. Bu projeyle ilgili Akdeniz fokunu tehdit
eden faktörlerin; yaşam alanlarının (kıyıların) inşaat ve yol yapımı sonucu yok
edilmesi veya bozulması, aşırı ve yasadışı balıkçılık sonucunda balık
stoklarının azalması, fokların balıkçılar tarafından kastî olarak
öldürülmeleri... MUSA UZUNKAYA (Samsun)- Sayın Bakan,
Karadenizde hamsi bitti, hamsi! ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)-
...fok mağaralarına turistik dalış faaliyetleri sonucu rahatsız edilmeleri,
deniz kirliliği (tanker kazaları, sanayi ve evsel atıklar) olduğu tespit
edilmiştir. BAŞKAN- Sayın Bakan, diğer sorular için
zamanınız azalıyor. (DYP sıralarından "Önemli!.." sesleri) ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat)- Çok önemli bir
konu bu Sayın Başkanım! OSMAN PEPE (Kocaeli)- İnsanlar foktan daha
mı değersiz yani!.. AYDIN TÜMEN (Ankara)- Sayın Bakan, yazılı
verin hepsini. BAŞKAN- Efendim, lütfen dinleyelim. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)-
Değerli arkadaşlar, Nesrin Hanımın diğer sorusuna cevap veriyorum: Özel Çevre
Koruma Fonundan, Antalya Boğazkent Belediyesinin yürütmekte olduğu Kuş Cenneti
Projesine 20 milyar, Kıyı Erozyonunu Önleme Projesine de 20 milyar kaynak
aktarılmıştır. HACI FİLİZ (Kırıkkale)- Araçlara gel Sayın
Bakan. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)-
Deniz kaplumbağalarıyla ilgili... MEHMET ALİ YAVUZ (Konya)- Yanlı dağıttığın
araçlara gel Sayın Bakan. BAŞKAN- Dinleyelim efendim...
Dinleyelim... ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)-
Değerli milletvekilleri, özellikle sayın milletvekilim İzaydaş üzerinde çok
durdu. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya)- Muhalefeti hiçe
saydığın politikana gel Sayın Bakan. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)-
Deprem olması dolayısıyla, biliyorsunuz, geçici olarak açmıştır... MEHMET ALİ YAVUZ (Konya)- Öyle bakanlık
yapılmaz Sayın Bakan. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)-
Ancak, öğrendiğimiz kadarıyla, oraya ek üniteler yapılmış; ama, bizden daha
resmî ruhsat almadı. Ayrıca, Karadenizdeki bidonların oraya getirilmesi mümkün
değil. Bu konuda herhangi bir taahhüdümüz veya bir şeyimiz yok. Sayın
milletvekilim, bu... (DYP sıralarından "Araçlara gel" sesleri) MEHMET ALİ YAVUZ (Konya)- Türkiye'de
haksız dağıttığın o araçlara gel. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)-
Böyle bir şey yok. Bu konuda bilgi vermedim. Yanlış söylüyorsunuz, hayır... MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Araçlara gel
Sayın Bakan!.. BAŞKAN - Efendim, müdahale etmeyelim,
dinleyelim... Gelir... MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Sayın Başkan,
haksızlıkları dile getiriyoruz. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)
- Yine, şeker fabrikasıyla ilgili,
Turhal Şeker Fabrikası ve sorumluları hakkında Bakanlığımızca ne gibi
işlemlerde bulunuluyor... MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Geç Bakan,
onları geç; onlar basit konular; sen esas yaptığın haksızlıkları anlat. ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ)
- Tokat Tarım İl Müdürlüğünce
yetiştirilmekte... 17-18.9.2000 tarihinde görülen yoğun balık ölümleri üzerine,
alıcı ortamdan ve Turhal Şeker Fabrikası deşarjından alınan numuneler, Tokat İl
Kontrol Laboratuvarında analiz ettirilmiş ve askıda katı madde miktarıyla
çözünmüş oksijen miktarının 1380 sayılı Su Ürünleri Kanununda belirtilen
standart değerlerini aşması üzerine, Turhal Şeker Fabrikası hakkında 21.9.2000
tarihinde Turhal Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Sayın Bakan,
tarihe ihtiyacımız yok; tatbikata ihtiyacımız var... ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) -
Bununla birlikte,1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu gereği, söz konusu fabrika,
daha öncede, Tokat Tarım İl Müdürlüğünün 26.2.1999 tarih ve 81-1/1729 sayılı
yazısıyla ikaz edilmiş ve gerekli önlemleri almaması üzerine, 12.10.1999 tarih
ve 8001/1729 sayılı yazısıyla Turhal Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunulmuştur. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Milleti uyutma,
zamanı doldurma; sorulara cevap ver!... ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) -
Ayrıca, Tokat Valiliğinin 2872 sayılı Çevre Kanununun 8 inci maddesinin ikinci
fıkrasına istinaden 4 483 140 000 lira para cezasına çarptırılmıştır. Diğer sorulara yazılı olarak cevap
vereceğim. (DSP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından gürültüler) MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Sayın Başkan,
araçlara cevap versin Sayın Bakan!.. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın
Bakanın sözlü veya yazılı cevap verme konusu, kendi takdirlerindedir. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Bir cümle arz
edebilir miyim... Sadece bir cümle... BAŞKAN - Efendim, sorunuzu sordunuz... MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Sayın Başkan,
süreyi biraz uzatabilirsiniz; 2-3 dakikada araçlara cevap versin Sayın Bakan.
Burada bütçe görüşüyoruz; haksızlık yapıyor Sayın Bakan!.. BAŞKAN - Yazılı olarak cevap verecek.
Sayın Bakanın takdirine karışamayız efendim. HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Takdiri,
haksızlık değildir ki Sayın Bakanın. BAŞKAN - Yazılı olarak cevap vereceğini
ifade ettiler; süremiz de tamamlanmış bulunuyor. Şimdi... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın
Başkan, İçtüzüğümüzün 60 ıncı maddesi gereğince, yerimden, çok kısa bir
açıklama yapmak için... AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, böyle
bir usulümüz yok!.. BAŞKAN - Efendim, bu, bir bütçe
müzakeresidir. 60 ıncı madde gereğince söz verme konusunda aldığımız karara
göre, 61 inci madde söz konusudur; işletilmemiştir. Şimdi, 6 ncı turda yer alan bütçelerin
bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümleri ayrı ayrı oylarınıza sunacağım: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2001 malî yılı
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN - Şimdi, bölümleri okutuyorum: MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN - Bölümleri sırasıyla okutuyorum: E) SANAYİ
VE TİCARET BAKANLIĞI 1.- Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın
Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Toplamı okutacağım. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın
Başkan, oturduğum yerden iki satır bir şey söyleyecektim; bana bu imkânı
vermediniz BAŞKAN - Vermiyorum efendim. Oturunuz
yerinize! SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyoruz. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, bir
arkadaşımız karar yetersayısının aranılmasını istiyor. BAŞKAN - Karar yetersayısını arayacağım. Toplamı okutuyorum: BAŞKAN- Karar yetersayısını arayacağım:
Kabul edenler... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - DYP'ye hiç
yakışmadı bu. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Çok güzel
yakıştı. Sorumlusu Sayın Bakan. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Bakan da çok
haksızlık yapıyor. FETULLAH GÜLTEPE (Van) - Siz kendinize
bakın. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sen
kendine bak! Sen hiç konuşma. Küstah! FETULLAH GÜLTEPE (Van) - Ne söylüyorsanız,
sizsiniz. HASAN GÜLAY (Manisa) - Konuşma! Konuşma! FETULLAH GÜLTEPE (Van) - Sen konuşursan
ben de konuşurum! (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim, oylama yapıyoruz,
konuşmayalım! RAMAZAN GÜL (Isparta) - Kesin be! MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Meclisten
ne kadar sağlık parası aldın; onu biliyoruz. FETULLAH GÜLTEPE (Van) - Yahu, sen
sağlıksız adamsın! (DSP sıralarından gürültüler) FARUK DEMİR (Ardahan) - Çık dışarı et
kafa... RAMAZAN GÜL (Isparta) - Niçin
kışkırtıyorsunuz! Yeter! Ne gerek var! BAŞKAN - Kabul etmeyenler... Karar
yetersayısı vardır ve kabul edilmiştir. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) - Sayın Başkan,
tam saydınız mı? Bize göre yok. BAŞKAN - Bu oylamayla Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. 2. - Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1999
malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ L
i r a
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı1999 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Çevre Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: F) ÇEVRE
BAKANLIĞI 1.- Çevre
Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Çevre Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. 2.- Çevre
Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Çevre Bakanlığı 1999 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Çevre Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ L
i r a
BAŞKAN - (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Çevre Bakanlığı 1999 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı ile Çevre Bakanlığının 2001 malî yılı bütçeleriyle 1999 malî yılı
kesinhesapları kabul edilmiştir. Hayırlı olmasını, bakanlıklara ve ülkemize
faydalı hizmetler getirmesini diliyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını sırasıyla görüşmek için, 15 Aralık 2000
Cuma günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyor, hepinize hayırlı
geceler diliyorum. Kapanma
Saati: 22.50 |
|