DÖNEM : 21 YASAMA YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ CİLT : 48 28 inci
Birleşim 11 . 12 . 2000 Pazartesi İ Ç İ N D E K İ L E R Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II.- GELEN KÂĞITLAR III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/764) (S.Sayısı:552) 2. – 1999 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına
Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740,
3/642) ( S.Sayısı: 554) 3. – 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S.Sayısı:553) 4. – 1999 Malî Yılı Katma
Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/741, 3/643) (S.Sayısı: 555) IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) GÖRÜŞMELER 1. – DYP Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat
Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in,
yanlış ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri
iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/5) V. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1. – 1. – İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın, DYP Grubu sözcüsü İzmir Milletvekili
H.Ufuk Söylemez'in konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması 2. – İzmir Milletvekili Işın Çelebi'nin, DYP Grubu sözcüsü İzmir
Milletvekili H.Ufuk Söylemez'in konuşmasında, partilerine sataşması nedeniyle
konuşması 3. – İzmir Milletvekili H.Ufuk Söylemez'in, İzmir Milletvekili Oktay
Vural'ın konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri
kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması VI. – SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, TİKA hakkındaki
iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Abdulhaluk Mehmet Çay'ın
cevabı (7/2875) 2. – Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk'un, Çeçenistan'a yapılmak istenen
insanî yardımların engellendiği iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı Abdulhaluk Mehmet Çay'ın cevabı (7/2838) 3. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın
cevabı (7/2916) 4. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, 19.9.2000 tarihli ve
6521 sayılı genelgeden pancar üreticilerinin faydalanmama nedenine ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2909) 5. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin'in, Ziraat Bankasına borcu olan
pancar üreticilerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın
cevabı (7/2887) 6. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, faaliyetleri durdurulan
bankaların yönetim kurulu üyeleri ve sahiplerine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2836) 7. – Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, kamuya ve KİT'lere ait tatil
köyü, kamp, sosyal tesis ve araç sayısına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye
Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/2748) 8. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın,
Nevşehir-Ürgüp-Şahinefendi, Taşkınpaşa Köyleri ile Acıgöl-Çullar Köyünün
tapulama işlemlerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Şüayip Üşenmez'in cevabı
(7/2902) 9. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, bakanlıklara tahsis edilen
geçici işçi kadrolarının dağılımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/2950) 10. – Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle'nin, kamu kurum ve
kuruluşlarında çalışan geçici işçilere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/2938) 11. – Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu'nun, DMS tercih
formlarında usulsüzlük yapıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/2891) 12. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, bazı kamu kuruluşlarındaki
geçici işçilere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in
cevabı (7/2884) 13. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, AB üyeliğine adaylık
sürecindeki faaliyetlere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/2980) 14. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, üreticilerin Ziraat
Bankasına olan kredi borçlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Recep Önal'ın cevabı (7/2944) 15. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, icraya verilen çiftçilere
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2417) 16. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, dış ticaret açığına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Tunca Toskay'ın cevabı (7/2915) 17. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa Büyükşehir
Belediyesinin su ve kanalizasyon yatırım projelerine ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2999) 18. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa Büyükşehir
Belediyesinin yürüttüğü projelere ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin
Tantan'ın cevabı (7/3000) 19. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan'ın, Muğla İlindeki ören
yerlerine ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın cevabı (7/3017) 20. – Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın, özürlü vatandaşların gelir
vergisi muafiyetine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral'ın cevabı
(7/2927) 21. – Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya'nın, LPG'li araçların
muayene ücretleri konusunda Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararının
uygulanmamasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/2742) 22. – Amasya Milletvekili Akif Gülle'nin, Amasya-Merzifon-Kayadüzü
kasabası sağlık ocağı inşaatına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un
cevabı (7/2981) 23. – Aksaray Milletvekili Murat Akın'ın, Aksaray İlinin bazı sağlık
sorunlarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/2942) 24. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Osmaniye ve Kadirli Organize
Sanayi Bölgesi projelerine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet
Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/2932) 25. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, Türk-İş ile yapılan
protokole ve Şeker-İş kolunda çalışan işçilere ilişkin sorusu ve Sanayi ve
Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/2924) 26. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Sayıştay denetimine
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin ce-vabı
(7/2946) 27. – Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, kapalı oturum tutanaklarına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı
(7/2874) I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 13.00'te açılarak iki oturum yaptı. (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının süre
uzatımına ilişkin tezkeresi okundu; daha önce verilen 3 aylık çalışma süresini
doldurması nedeniyle, İçtüzüğün 105 inci maddesine göre, Komisyona 1 aylık
kesin süre verildiği açıklandı. DYP Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan,
Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, yanlış
ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla
Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına
ilişkin önergesi (11/5) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündeme
alınıp alınmayacağı konusundaki görüşme gününe ilişkin Danışma Kurulu
önerisinin Genel Kurulun onayına sunulacağı bildirildi. 8.12.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve dağıtılan 564 sıra
sayılı kanun tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 4 üncü sırasına
alınmasına, gündemin 5 inci sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin
görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına, tasarı ve
tekliflerin görüşülmesinde soru-cevap işleminin 10 dakikayla
sınırlandırılmasına; 8.12.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve bastırılıp dağıtılan
(11/5) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer
Alacak İşler" kısmının 5 inci sırasında yer almasına ve Anayasanın 99 uncu
maddesi gereğince gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmelerin Genel
Kurulun 11.12.2000 Pazartesi günkü birleşiminde bütçe programının bitiminden
sonra yapılmasına ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.. Başkanlıkça, ilgili bakanların mutabakatlarıyla; 13 Aralık 2000 Çarşamba günü görüşülecek olan Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü bütçesinin, 12 Aralık 2000 Salı günü ikinci turda, 12 Aralık 2000 Salı günü görüşülecek olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü bütçesinin, 13 Aralık 2000 Çarşamba günü üçüncü
turda, 17 Aralık 2000 Pazar günü görüşülecek olan İçişleri Bakanlığı
bütçesinin, 16 Aralık 2000 Cumartesi günü dokuzuncu turda, 16 Aralık 2000 Cumartesi günü görüşülecek olan Turizm Bakanlığı
bütçesinin, 17 Aralık 2000 Pazar günü onbirinci turda, Görüşüleceğine ilişkin duyuruda bulunuldu. Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmında bulunan : Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarıları (1/650, 1/679) (S.Sayısı: 517) ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameye ilişkin tasarının (1/53) (S. Sayısı: 433) Görüşmeleri, komisyon yetkilileri ve hükümet temsilcisi Genel Kurulda
hazır bulunmadıklarından; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesine Dair İçtüzük Teklifinin (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310,
2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, komisyon yetkilileri
ve Başkanlık temsilcisi Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, Ertelendi; 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla
Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısının (1/780)
(S. Sayısı: 564) görüşmelerden sonra yapılan açık oylama sonucunda, kabul
edildiği ve kanunlaştığı açıklandı. Alınan karar gereğince, 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999
Malî Yılı Kesinhesap Kanun Tasarıları ve (11/5) esas numaralı gensoru
önergesini görüşmek için, 11 Aralık 2000 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak
üzere, birleşime 22.24'te son verildi.
No. : 46 II. – GELEN
KÂĞITLAR 11.12.2000
PAZARTESİ Teklifler 1. – Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 13
Arkadaşının; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/635) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000) 2. – Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul
Milletvekili Bülent Ecevit, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Osmaniye
Milletvekili Devlet Bahçeli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili
Mesut Yılmaz ile 217 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/636) (Anayasa
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.2000) Rapor 1. – Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik
Devletleri Hükümeti Arasında Hava Taşımacılığı Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/738) (S. Sayısı: 563) (Dağıtma tarihi :
11.12.2000) (GÜNDEME) Sözlü Soru
Önergesi 1. – Balıkesir
Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, Balıkesir-Gömeç İlçesinde sel
felaketinden zarar gören vatandaşlara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1114) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.2000) Yazılı Soru
Önergeleri 1. – Kocaeli
Milletvekili Mehmet Batuk'un, Kocaeli-Gebze İlçesindeki sağlık
sorunlarına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/3193)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.2000) 2. – Karaman
Milletvekili Zeki Ünal'ın,
BAĞ-KUR emeklilerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/3194) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.2000) 3. – Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu'nun, Bursa
Yaprak Tütün İşletme Müdürü hakkında Müfettiş raporu olup olmadığına ilişkin
Devlet Bakanından (Rüştü Kâzım Yücelen) yazılı soru önergesi (7/3195)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.2000) Geri Alınan
Yazılı Soru Önergesi 1. – Kayseri
Milletvekili Sadık Yakut, Karayolları Genel Müdürlüğünde çalışan avukatlara
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanına yönelttiği yazılı soru önergesini
11.12.2000 tarihinde geri almıştır. (7/3053) Süresi İçinde
Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri 1. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, eğitime
katkı payı olarak toplanan paralara ve öğretmen kadrolarına ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2722) 2. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Marmara
depreminde hasar gören camilere ve din görevlilerine ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/2723) 3. – Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu'nun, Diyarbakır Merkez Doğum ve Bağlar
Devlet hastanelerine ayrılan ödeneğe ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2724) 4. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Sincan İmam
Hatip Lisesinde öğrenci ve öğretmenlere Kaymakam ve İlçe Millî Eğitim Müdürü
tarafından hakaret edildiği iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2728) 5. – Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın,
İller Bankasınca köylere hizmet fonundan ayrılan ödeneklerin Karayolları Genel
Müdürlüğüne aktarıldığı iddialarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2729) 6. – Adana Milletvekili Yakup Budak'ın, mesleki ve
teknik okullardaki öğrenci, öğretmen ve derslik sayısına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2731) 7. – Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan'ın,
belediyelerin borç ve gelirlerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2733) 8. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, sözde Ermeni
soykırımı ile ilgili bazı gazete haberlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/2735) 9. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, sözde Ermeni
soykırımı iddialarına karşılık ABD'ne karşı uygulanacak yeni önlemlere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2736) 10. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, sözde Ermeni
soykırımı iddiaları konusundaki tarihsel belgelere ve araştırmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2737) 11. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, sözde Ermeni
soykırımı tasarısıyla ilgili bazı iddialara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2738) 12. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın,
Karayolları Genel Müdürlüğü 14. Bölge Müdürlüğü yatırım programına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2739) 13. – Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün, eğitime katkı
payı adı altında alınan vergilerin kullanıldığı yerlere ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2747) 14. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Kırıkkale
Üniversitesinde yardımcı doçentlik görevini sürdüren bir öğretim üyesinin
görevinden çıkarılmasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2749) 15. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun,
öğrencilere tavsiye edilen kitaplara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2756) 16. – Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın,
Türk Silahlı Kuvvetlerindeki intihar olaylarına ilişkin Millî Savunma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2759) 17. – Amasya
Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, Amasya'da üniversite kurulup
kurulmayacağına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2767) 18. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın,
LPG'li araçların muayeneleri ile ilgili yürütmeyi durdurma kararının
uygulanmamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2768) 19. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın,
Gaziantep Üniversitesi için ayrılan ödeneklere ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2809) 20. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın,
Gaziantep Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakülte Binası projesine ilişkin
Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2812) 21. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın,
Gaziantep'teki öğretmen ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2816) 22. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın,
Gaziantep'teki imam ve müezzin sayısına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/2818) 23. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın,
Gaziantep'teki camilere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/2819) 24. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, YÖK'ün
başörtüsü konusunda yayımladığı genelgeye ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/2824) BİRİNCİ
OTURUM Açılma Saati
: 11.00 11 Aralık
2000 Pazartesi BAŞKAN : Ömer
İZGİ KÂTİP ÜYELER
:Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci
Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyor ve
gündeme geçiyoruz. Gündemimize göre, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz. III. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER 1. – 2001 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/764) (S.Sayısı:
552) (1) 2. – 1999 Malî
Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740,
3/642) ( S.Sayısı : 554) (1) 3. – 2001 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/765) (S.Sayısı:553) (1) 4. – 1999 Malî
Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S.Sayısı: 555) (1) BAŞKAN - Komisyon?.. Burada. Hükümet?.. Burada. Sayın milletvekilleri, kanun tasarıları ve komisyon
raporları bastırılıp, sizlere dağıtılmıştır. Komisyon raporlarının okunup okunmaması hususunu
oylarınıza sunacağım : Raporların okunmasını kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir. Şimdi, bütçe kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını
yapmak üzere, hükümete söz vereceğim. Buyurun Sayın Bakan. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Plan ve Bütçe Komisyonunda enine boyuna müzakere edildikten
sonra Genel Kurula gelmiş bulunan 2001 Malî Yılı Bütçe ve 1999 Yılı Kesinhesap
Kanun tasarılarının görüşülmesine başlanmaktadır. Konuşmamın başında, hepinizi saygı ile selamlıyorum. Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli başkan ve üyelerine
de, titiz çalışmaları ve değerli katkıları için teşekkür ediyorum. (1) 552, 554,
553, 555 S. Sayılı Basmayazılar ve ödenek cetvelleri tutanağa eklidir. Sayın Başkan, bütçeler, her zaman devletin en önemli
belgeleri olmuştur. Bütçelerin, Parlamentodaki tartışmaları da bütçe hakkı ve
bilmek hakkı temelinde, ülkenin bütün sorunlarının gündeme getirilmesi ve
tartışılması suretiyle daha farklı olmaktadır. Çünkü, bütçeler, hukukî, sosyal,
iktisadî, malî ve siyasî boyutları itibariyle ülkenin ve insanlarının geleceğe
hazırlanmasında etkin bir role sahiptir. Huzurlarınızda bulunan 2001 yılı bütçesi 57 nci
Hükümetin hazırlayıp sizlere sunduğu ikinci bütçedir. Bu bütçenin, kararlılıkla
uyguladığımız üç yıllık ekonomik programın ikinci dilimi olması yanında,
cumhuriyetimizin 100 üncü kuruluş yıldönümü olan 2023 yılında dünyanın ilk on
ekonomisi arasına girmemizi hedefleyen Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planının ilk bütçesi olma gibi önemli bir özelliği
bulunmaktadır. Uyguladığı programla, hükümet, ekonomideki
istikrarsızlığın temel nedeni olan kamu maliyesi başta olmak üzere, ekonomik ve
malî kurumları sağlıklı bir yapıya dönüştürmeyi, uzun yıllar yüksek düzeyde
seyreden enflasyonu düşürmeyi, ülkede yatırım şevk ve iklimini yeniden
yaratmayı ve yapısal reformların da desteğiyle ekonomiyi sağlam bir zemin
üzerinde, istikrarlı ve sürekli bir büyüme ortamına kavuşturmayı hedeflemiştir. Ülke ekonomisinin birbiriyle bağlantılı, birbirinden
kaynaklanan sorunları bir bütün olarak ele alınmıştır. Biliyoruz ki, kapsamlı
olmayan ve yapısal değişiklikleri ihmal eden programlar vakit ve güven kaybına
yol açmaktadır. Amacımız, Türkiye'nin, istikrarlı, kişilikli ve saygın
bir dünya devleti olması, küreselleşmenin getirdiği imkânlardan daha fazla pay
alması, siyasî ve iktisadî oluşumları, kendi çıkarları doğrultusunda
yönlendirebilecek bölgesel bir güç konumuna gelmesidir. Ekonomik programın uygulanmasında, bugüne kadar ortaya
konulan kararlılık ile iç ve dış piyasaların güveni ve kamuoyunun büyük desteği
kazanılmış ve hedefe doğru önemli aşamalar kaydedilmiştir. Bundan sonra da, sorunları, toplumsal uzlaşma
çerçevesinde, demokrasiyi güçlendirerek, serbest piyasa ekonomisinden
uzaklaşmadan çözen, siyaseti, yurt içinde toplumsal uzlaşmanın, yurt dışında
ulusal çıkarları koruyup gözetmenin bir aracı olarak gören ve kullanan bir
hizmet anlayışıyla yolumuza devam edeceğiz. Bu anlayışla hazırlanan 2001 bütçesi, burada da bütün
yönleriyle tartışılacak, değerlendirilecek ve ülkemiz ve milletimizin
ihtiyaçlarına en üst seviyede cevap verecek bir şekil alacaktır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünya ekonomisi,
son on yılın en güçlü büyümesini yaşamaktadır. Bu güçlü büyüme, hemen hemen
bütün bölgelerde kaydedilmiştir. 2000 yılında, dünya ekonomisinin yüzde 4,7
oranında bir büyüme gerçekleştirmesi beklenmektedir. Ülkelerin izledikleri sağlıklı makro ekonomik
politikalar, krizlerin olumsuz etkilerinin sınırlı kalmasında önemli rol
oynadı. Kuzey Amerika ülkelerinin ve Asya'daki kriz ülkelerinin büyümelerindeki
artışlar da, dünya ekonomisinin canlanmasında belirleyici oldu. Petrol
fiyatlarındaki hızlı yükselişler ise, ihracatçı ülkelerin gelirlerini artırdı;
dış dengelerini ve malî yapılarını olumlu yönde etkiledi. Gelişmiş ekonomilerin ortalama büyüme hızının, 2000
yılında, yüzde 4,2'ye yükselmesi beklenmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinin enflasyonda yükselme
olmadan, verimlilik ve iç talep artışına dayalı, hızlı ve istikrarlı büyümeye
devam etmesi, dünya ekonomisinin iyileşmesinde de itici rol oynadı. Global
krizlerin ardından, hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerdeki sermayenin en
çok tercih ettiği ülke Amerika Birleşik Devletleri oldu. Euro bölgesinde de, ekonominin güçlenmesi nedeniyle,
yüzde 3,5 civarında büyüme bekleniyor. Geçen yıl Euronun değerinin düşük
seyretmesi, Avrupa Birliğinin ihracatını artırmasına, dünya pazarlarında biraz
daha rekabetçi bir konuma ulaşmasına imkân sağladı. Ancak, Euronun değeri
düşerken, petrol fiyatlarının artması olumsuz etki yaratmaya başladı. Bu
nedenle, G-7 ülkeleri, Euronun değerinin düşmesinin küresel etkilerini de
dikkate alarak, müdahale etmeye başladılar. Parasal birliğe uyum için sıkı para ve maliye
politikaları uygulayan Avrupa Birliği üyesi ülkeler, daha çok kaynak çekebilmek
ve verimliliği artırarak, Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya ile rekabet
edebilmek için, vergilerde de indirim yapmaya başladılar. Öte yandan, iç talepteki zayıflığın da etkisiyle, bir
süredir durgunluk içerisinde olan Japonya ekonomisindeki hassasiyet devam
ediyor. Tutarlı makroekonomik politikalar izleyen, malî
sistemlerini güçlendiren, yapısal reformlara hız veren gelişmekte olan
ülkelerin, 2000 yılında, yüzde 5,6 oranında bir büyüme hızına ulaşabilecekleri
tahmin ediliyor. Rusya krizinden olumsuz yönde etkilenen geçiş süreci
ülkelerinde de ekonominin canlandığı görülmektedir. 2000 yılında, bu ülkelerin
büyüme hızının yüzde 4,9'a ulaşması bekleniyor. Ancak, Rusya ve diğer Bağımsız Devletler Topluluğu
ülkeleri ile Avrupa Birliğine aday statüsündeki geçiş süreci ülkeleri arasında,
ekonomik performans ve reformlar açısından farklılıklar artmaktadır. 2001 yılı için yapılan tahminler, büyümenin; dünya
ekonomisi ortalamasında yüzde 4,2, gelişmiş ekonomilerde yüzde 3,2, gelişmekte
olan ülkelerde yüzde 5,7 ve geçiş sürecindeki ülkelerde yüzde 4,1 oranında
olacağı şeklindedir. 2000 yılında, dünya ticaret hacmindeki artışın yüzde
10'a yükselmesi beklenmekte ve 2001 yılı için yüzde 7,8 oranında bir artış
tahmin edilmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 yılı
sonlarına doğru 10 doların altına düşen petrol fiyatlarını artırmak için,
Petrol İhracatçısı Ülkeler Teşkilatı (OPEC) ülkeleri ile bu teşkilatın
dışındaki bazı petrol üreticisi ülkeler, 1999 yılının mart ayından itibaren
aşamalı olarak üretimi kısma kararı aldılar. Bu karara, dünya ekonomisindeki
canlanmanın meydana getirdiği talep artışı da eklenince petrol fiyatları
yükselmeye başladı ve mart ayında 30 doları aştı. Mart sonunda yapılan OPEC toplantısında, Nisan 2000'den
itibaren fiyatların 22-28 dolar bandında kalmasını ve günlük üretimin 1 milyon
45 bin varil artırılmasını içeren bir dizi karar alındı. Gerek bu karar gerek haziran, eylül ve ekim aylarındaki
günlük üretimi artırma kararları, petrol fiyatlarındaki yükselişi önleyemedi,
petrol fiyatlarının 25 dolar civarında dengelenmesi için yeterli olamadı. 12
Kasımda yapılan toplantıda da bir karar çıkmadı. Yüksek petrol fiyatlarından dolayı reel gelir artışı
sağlayan ülkeler, bu ilave gelirlerini kısa dönemde tüketime
harcamamaktadırlar. Öte yandan, tüketicilerin de reel gelirleri azaldığından
tüketim talebi düşmektedir. Böylece, petrol fiyatlarının yüksek düzeyde
seyretmesi, dünya talebinin genel düzeyini ve fiyat seviyesini, dolayısıyla
ekonomik faaliyetleri olumsuz yönde etkilemektedir. Son zamanlarda gerileme söz konusu ise de, petrol
fiyatlarının makul bir düzeye inmemesi halinde, biraz önce dünya ekonomisine
ait verdiğim tahminler kuşkusuz değişecektir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son on yıllık
dönemde, dünya ekonomisindeki en etkileyici gelişme, yüksek teknolojilerin,
özellikle bilgi ve haberleşme teknolojilerinin rolünün artmasıdır. Amerika
Birleşik Devletleri ekonomisinin en uzun hızlı büyüme dönemini yaşaması da,
bilgi ve iletişim endüstrilerine yapılan yatırımların ekonomik büyümeye
etkisinin kanıtı olarak kabul edilmektedir. Uzun dönemde, bilgi ve iletişim teknolojilerinin
faydalarından tam olarak yararlanmak, bu konuda Amerika Birleşik Devletlerine
ulaşmak, hatta geçebilmek için, hem Avrupa Birliği hem Japonya, özel tedbirler
almaya ve bu alanlara yoğun yatırım yapmaya başlamışlardır. Avrupa Birliği ve Japonya, bir taraftan firma, sanayi
ve piyasalarını yeniden yapılandırmaya yönelik önlemler alırken, diğer taraftan
da, özellikle eğitim ve işgücü politikalarını, insan kaynaklarına yatırımı
artıracak şekilde yeniden düzenlemektedirler. Amerika Birleşik Devletleri deneyimi, diğer ülkeler
için de bir örnek teşkil etmektedir. Net olarak tanımlanamasa da, yoğun ve
yaygın olarak internet kullanımını ve ucuz haberleşme ve ulaştırma altyapısını
gerektiren yeni ekonomiye, bütün ülkeler, değişik ölçü ve biçimlerde uyum
sağlamaya çalışmaktadırlar. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilimi ve bilgiyi,
yarınların her kapıyı açacak tek anahtarı olarak değerlendirmenin ve bu bilinci
nesilden nesile ulaştırmanın zamanını yaşıyoruz. Çağı yakalamanın ve uygar
toplumlara yetişmenin tek yolu, bilim ve bilgiyi rehber yapmaktan
geçmektedir.Toplum olsun, kurum olsun, birey olsun, çağı yakalamak isteyenlerin
yarışacağı bir tek kulvar kalmıştır; o da, bilim ve bilgi kulvarıdır. Bu yarışı
kazanmak için, önce bu bilinci kazanmak zorundayız. Türkiye Cumhuriyetinde bir sonsuzluk sayfası açan
Atatürk, bu bilinci millete kazandırmak yönünde bir ömür harcamıştır. Uygar
toplumlar, Atatürk'ün gösterdiği bu hedefte, yarınlarını
şekillendirmektedirler. 2001 yılı bütçesi dolayısıyla, bir büyük çağdaşlık
rehberi olan Büyük Atatürk üzerinde derin derin düşünmeye ve ondan yarınlarımız
için yeni dersler çıkarmaya mecburuz diyorum. Bu amaçla, ileri teknolojiyi kullanabilen ve küresel
boyutta düşünebilen bir işgücüne sahip olmak, bunun için de bilgiye, eğitime,
araştırma ve geliştirmeye öncelik vermek zarurî hale gelmiştir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; küreselleşme,
dünyadaki toplum ve insanlara yaşam şartlarını sürekli ve kapsamlı biçimde
geliştirmeleri yönünde önemli fırsatlar sağlarken, kuşkusuz, bazı ciddî
sorunları da beraberinde getirmektedir. Herkesin yararına işleyecek bir küreselleşme sürecini
temin edecek doğru sistem ve politikaların uygulamaya konulması, uluslararası
toplumun 21 inci yüzyıldaki kilit mücadelesi olacaktır. Yakın geçmişte yaşanan tecrübeler, krizlerin, sadece
çıktıkları ülkeler değil, diğer ülkeleri de etkilediğini gösterdi. Bu durum,
uluslararası malî sistemin ve kurumların yeniden ele alınması ve
yapılandırılması ihtiyacını gündeme getirdi. Bu nedenle, dünyanın en gelişmiş yedi ülkesi ile
ekonomik yapısı ve bölgesel önemi itibariyle, global ekonomide hayatî bir rol
oynayan ve aralarında bizim de bulunduğumuz ülkeler Grup 20 zeminini
oluşturdular. G-20, ülkelerin uluslararası krizlerden etkilenmesini önleyecek
yeni bir malî mimarî kurmayı ve dünyada sürdürülebilir ve istikrarlı bir büyüme
sağlamayı hedeflemektedir. Türkiye de bu yeni oluşumda yerini aldı. Grubun ilk
Maliye Bakanları toplantısı geçen yıl 15-16 Aralık günlerinde Berlin'de, ikinci
toplantısı bu yıl 25 Ekim'de Montreal'de yapıldı. Son toplantıda, güçlü ve istikrarlı bir malî sistem
için uluslararası malî kuruluşların etkin olarak çalışması amacıyla şeffaflığın
artırılması ve kuruluşlararası işbirliğinin güçlendirilmesi, ülkelerin malî
krizlere karşı dayanıklılığını artırmak için uygun döviz kuru politikalarının
seçilmesi ve basiretli borç yönetimi, özel sektörün krizlerin önlenmesi ve
çözümünde daha fazla rol alması, gelişmekte olan ekonomilerin uluslararası malî
toplum ve kuruluşlar tarafından teknik yardım ve politika danışmanlığıyla
desteklenmesi, uluslararası malî sistemin bütünlüğünü ve itibarını sarsan
karapara aklama, vergi kaçırma gibi uluslararası yolsuzluklarla mücadelede
işbirliğinin güçlendirilmesi, küreselleşme sürecinde toplumun en çok zarar
görebilecek kesimlerinin korunması için sosyal güvenlik programlarının
hazırlanması ve uygulanması konularında görüş birliğine varıldı. G-20'nin Maliye Bakan Yardımcıları düzeyindeki 2001
yılı ilk toplantısı şubat sonunda İstanbul'da yapılacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 10-11 Aralık
1999 tarihinde Helsinki'de yapılan zirvede, Türkiye, Avrupa Birliğine aday ülke
olmuştu. Bu zirvede kararlaştırılan, Avrupa Birliğine uyum için yapılması
gerekenlerin, sağlanacak malî yardımların ve üyelik için kısa ve uzun vadeli
önceliklerin yer alacağı Katılım Ortaklığı Belgesi de belirlenmiştir.
Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üye olması, ülkemizin dünya ile bütünleşmesini
pekiştireceği gibi, 40 yılı aşan bir kararlılığın da meyvesi olacaktır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye
ekonomisinde 1998 yılının son çeyreğinde başlayan durgunluk, iç ve dış olumsuz
gelişmelere ve uzun seneler çözüme kavuşturulamayan yapısal düzenlemelere bir
de asrın en büyük depreminin eklenmesi sonucu, 1999 yılında da devam etti ve
gayri safî millî hâsıla yüzde 6,1 gibi önemli bir oranda geriledi. Hükümet, üç yıllık ekonomik programla, küçülerek değil,
büyüyerek istikrarı hedefledi ve 2000 yılı için yüzde 5,5 oranında büyüme
öngördü. 2000 yılında yıllık toptan eşya fiyatları artışını yüzde 20'ye,
tüketici fiyatları artışını ise yüzde 25'e indirmeyi amaçladı. 2000 yılı bütçesi, faiz ödemeleri hariç, dengede gayri
safî millî hâsılanın yüzde 5,6'sı oranında fazla vererek, içborç stokunun gayri
safî millî hâsılaya oranını artırmamayı, kamu açıklarının piyasalardaki
baskısını azaltmayı ve reel faiz oranlarını makul düzeylere düşürmeyi
öngörmüştü. Para politikaları da buna göre belirlendi. Merkez
Bankasının döviz girişi olmadan para arzını artırmaması esas alındı. 2000 yılı
için 1 dolar+0,77 eurodan oluşan döviz sepetinin değeri günlük olarak
açıklanarak ekonomik birimlere uzun vadeli bakış açısı kazandırıldı. 2000 yılının bu hedefleri, bugüne kadar alınan sonuçlar
ışığında ne durumdadır; şimdi geldiğimiz noktayla ilgili Yüce Heyetinize bilgi
sunmak istiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; programın iç ve
dış çevrede kabul görmesi, dış borçlanmanın yapılabilmesi ve faiz oranlarının
hızla düşmesi, reel ekonominin aslî faaliyetine dönmesini sağladı, kapasite
kullanımı ve üretim geçen yıla göre arttı. Ekonomide, bu yılın ilk üç aylık döneminde yüzde 4,1,
ikinci üç ayında yüzde 4,6 ve üçüncü döneminde de yüzde 6,9 oranlarında büyüme
gerçekleşti. Böylece, 2000 yılının dokuz aylık döneminde, gayri safî millî
hâsıla yüzde 5,4 oranında büyüdü. Dokuz aylık büyüme, tarımda yüzde 1,9, sanayide yüzde
5,8 ve hizmetlerde yüzde 7,9 oranlarında gerçekleşti. Bu dönemde gayri safî
yurtiçi hâsıla da yüzde 6,5 oranında genişledi. Aylık veriler, üretim artışının
ekim ayında da devam ettiğini göstermektedir. Bu olumlu gelişmeler, ekonominin, 2000 yılının
tamamında yüzde 6 oranında bir büyüme gerçekleştireceğini ortaya koymaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde toptan
eşya fiyatlarındaki yıllık artış oranları, 1995 yılında yüzde 65,6 iken, 1996
yılında yüzde 84,9'a ve 1997 yılında yüzde 91'e yükselmişti. 1998 yılında yüzde
54,3'e gerilemişse de, 1999 yılında yüzde 62,9'a çıktı. Tüketici fiyatlarındaki
yıllık artış oranları da, hemen hemen benzer bir seyir izledi. Aynı yıllarda,
sırasıyla, yüzde olarak, 76; 79,8; 99,1; 69,7 ve 68,8 seviyesinde gerçekleşti. Hükümet, yıllardır yüksek düzeyde kronikleşmiş olan
enflasyonu, tek haneli rakamlara düşürmeyi öncelikli hedef seçmiştir; çünkü,
yüksek enflasyon, hem gelir dağılımını bozmakta hem ekonomik birimlerin orta ve
uzun vadeli karar almasını engelleyerek, ülkenin esasen kıt olan kaynaklarının
verimini düşürmektedir. Üç yıllık ekonomik program, bu durumu tersine çevirmeyi
amaçlamaktadır. Programın ilk yılı olan 2000 yılında, aylık fiyat artışları
mart ayından itibaren geçen yılki değerlerinin altında gerçekleşti. 1999
yılının aralık ayına göre bu yılın kasım ayındaki onbir aylık fiyat artışı
toptan eşyada 22,3 puan azalışla 30,2 ve tüketici fiyatlarında 23,6 puan
azalışla yüzde 35,7 oldu. Petrol fiyatlarında öngörülenin üzerinde yükseliş,
ekonomideki canlanmanın ve faizlerdeki gerilemenin getirdiği talep artışı
nedenleriyle, yıl sonu için hedeflediğimiz seviyeye birkaç ay gecikmeli olarak
ulaşılacaktır. Nitekim, petrol
fiyatlarındaki artış, dünyanın en gelişmiş ülkelerinin çoğunda da enflasyon
hedeflerinin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Ekonomi teorileri yanında sosyal bilimler de enflasyonu
bir numaralı halk düşmanı olarak tanımlamaktadır. Gerçekten, bir ekonomik ve
sosyal bataklık olan enflasyonu kurutmakta kararlıyız ve açıklıkla ifade
ediyorum ki, bataklık kuruyor. Bugün gelinen nokta, son ondört yılın en düşük
enflasyon oranıdır. Âdeta kader olarak algılanmaya başlanan yirmibeş yıllık
kronik enflasyon, bugün ciddî bir düşüş eğilimi içine girmiştir. Enflasyonu
aşağılara çekme mücadelesinde toplumun tüm kesimlerinin ortaya koyduğu destek,
programın başarısında hiç kuşkusuz en önemli unsurdur. Yüksek enflasyonu olan
ülke, dünyada bugün bir elin parmaklarından daha da az sayıdadır. Tüm dengeleri
tahrip eden enflasyon, gelir dağılımındaki bozukluğun da ana nedenidir.
Enflasyonda izlenen düşmenin, makul bir süre içinde, vatandaşımızın cebinde,
mutfağında ve pazarında hissedilmesi temel hedefimizdir.Ekonominin amacı,
insanın mutluluğu ve refahıdır. Esasen, odağında insan olmayan ekonomik
politikalar doğru politikalar olamaz. Hükümet, ekonomik programın son yılında
enflasyon oranını tek rakamlı düzeye indirmeye kararlıdır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ihracat, 2000
yılının ilk dokuz ayı sonunda yüzde 4 oranında artarak 20 milyar dolar oldu.
Aynı dönemde ithalat, yüzde 35,1 arttı ve 39 milyar dolara ulaştı. İthalattaki yüksek artış sonucu dışticaret açığı yüzde
97,6 artışla 19 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti ve ihracatın ithalatı
karşılama oranı yüzde 51,4'e geriledi. Ekonomik daralmanın yaşandığı 1999 yılı yerine 1998
yılıyla karşılaştırma yapıldığında, ithalattaki artış oranı yüzde 11,7
olmaktadır. Programa duyulan güven, faizlerdeki düşüş, para ve kur
politikalarındaki şeffaflık ve talepteki artış, sermaye ve aramalları
ithalatını artırmış; bu da, yatırım ve üretimdeki canlanmaya katkıda
bulunmuştur. İhracattaki artışın sınırlı kalmasında ise, euronun
dolar karşısında değer kaybetmesi nedeniyle Avrupa bölgesinden yapılan
ihracatın dolar karşılığının düşmesi, ihracat fiyatlarının gerilemesi ve tarım
ürünleri ihracatının azalması rol oynamıştır. Yılın ilk sekiz ayında ihracattaki artış yüzde 4,8'dir.
Bu dönemde ihracat miktar olarak yüzde 17 artarken, ihraç fiyatları yüzde 4,9
oranında gerilemiştir. Bu dikkate alındığında, sekiz aylık ihracatımızda geçen
yıla göre yüzde 10,2 oranında reel artış gerçekleşmiştir. Yılın ocak-eylül döneminde işçi dövizleri 5,5 oranında
azalırken, bavul ticareti yüzde 37,9 artışla 2,1 milyar dolara, turizm
gelirleri yüzde 47,9 artarak 5,9 milyar dolara ulaştı. Bu gelişmelerle dışticaret dengesi 16 milyar dolar açık
verirken, görünmeyen işlemler dengesi 9,3 milyar dolar fazla verdi ve sonuçta,
cari işlemler dengesi açığı 6,8 milyar dolar oldu. Bu yıl sonu itibariyle cari açığın, 8,2 milyar dolar
ile gayri safî millî hâsılanın yüzde 4,1 seviyesinde olması beklenmektedir. Bu açık, programı aksatacak, endişe edilecek bir seviye
değildir. Cari açığın ekonominin taşıyamayacağı bir seviyeye çıkmasına izin
vermeyeceğiz. Bu açığın azaltılması yanında, yatırım, üretim ve
istihdamın artması bakımından büyük önem taşıması nedeniyle, ihracat, uygulanan
ekonomik programın en duyarlı olduğumuz alanlarının başında gelmektedir.
İhracatı turizmle birlikte ekonominin itici gücü olarak görüyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkede yurtiçi
tasarrufların yetersiz olması, dış kaynak ihtiyacını artırmaktadır. Dış kaynak
teminindeki güçlük nedeniyle, başta borç anapara ve faiz ödemeleri olmak üzere,
kamu kesiminin finansmanında sınırlı olan iç kaynağa ağırlıklı olarak
başvurulmaktadır. Bu durum, bir taraftan reel faiz oranlarını yükseltirken,
diğer taraftan reel ekonominin finansman ihtiyacını büyütmekte, kalan sınırlı
miktardaki kaynağın da maliyetinin yükselmesine neden olmakta ve enflasyonu
körüklemektedir. Dış kaynak temini ise, malî kesimdeki kamu baskısını
azaltarak ekonominin ihtiyacı olan kaynağı bulabilme imkânı yaratmakta, faiz
oranlarını düşürerek, maliyetlerin ve enflasyonun gerilemesine imkân
sağlamaktadır. Yıllardır, net dış borç ödeyicisi olan ülkemize, dış
kaynak girişi başladı ve net dış borçlanıcı konumuna geldik. Bütçenin finansmanı için yılbaşından bu yana,
programlanan miktarın üzerinde, 7,5 milyar dolar dış borçlanma
gerçekleştirildi. İlk defa olarak, dolar piyasasında 30 yıl, euro
piyasasında ise 10 yıl vadeli tahvil ihracı yapılmış, dış borç vadesi
uzatılmış, maliyeti de geçen yıla göre önemli oranda düşürülmüştür. İç borç stoku, 2000 yılının ekim ayında 32,3 katrilyon
liradır. Bu miktarın 30,1 katrilyon lirası tahvil, 2,2 katrilyon lirası da
bonodur. Uygulamaya konulan ekonomik program sonrasında
faizlerin hızla gerilemesi, kamu borçlanma maliyetlerinin de önemli oranda
düşmesini sağlamıştır. İç borçlanmanın vadesi geçen yılın ilk on aylık
döneminde ortalama 296 gün iken, bu yıl 391 güne çıktı; yüzde 98,8 olan
ortalama basit faiz oranı da, yüzde 36,3'e geriledi. Bu olumlu gelişmeler, kısa bir sürede, bir yıl içinde,
kamuda ciddî bir faiz tasarrufu sağlamıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik
göstergeler son derece olumlu seyrederken, programın uzantısı olmayan, kasım
ayının sonlarında, malî piyasalarda likidite alanında oluşan dalgalanmalara,
hükümet son derece hızlı ve etkin bir şekilde müdahale etmiştir. Alınan
önlemlerle, piyasalar ve göstergeler normale dönmeye başlamıştır. Program, kararlılıkla uygulanmaktadır ve
uygulanacaktır. Programın hedeflerine ulaşabilmesi için gereken ne ise
yapılacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçelerle
ilgili açıklamalarıma geçmeden önce, bugüne kadar gerçekleştirilen ve üç yıllık
ekonomik programın başarısı açısından büyük önem taşıyan yapısal reformları,
izninizle, başlıklar halinde belirtmek istiyorum: Sosyal güvenlik sisteminin finansman yapı ve dengesini
sağlamlaştırmayı hedefleyen değişiklikler gerçekleştirildi. Kamu malî yönetiminin iyileştirilmesi ve şeffaflığın
sağlanması amacıyla 24 bütçe içi ve 3 bütçe dışı fon kapatıldı. Uluslararası tahkimle ilgili anayasa değişikliğinden
sonra, ilgili kanunlarda da gerekli düzenlemeler yapıldı. İletişim ve enerji sektörlerini devlet imtiyazı
olmaktan çıkaracak yasal değişiklik yapılarak, Türk Telekom’un Türk Ticaret
Kanununa tâbi özel bir şirket olarak faaliyet göstermesi sağlandı.
Telekomünikasyon Kurulu adıyla düzenleyici bir kurul oluşturuldu. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu faaliyete
geçti. Tarım ve tarımsal destekleme politikalarını daha etkin
ve verimli kılarak üretimde devamlılığı ve üretici gelirlerinde istikrarı
sağlayacak tarımsal sistemin yeniden yapılandırılmasını gerçekleştirmek üzere
Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulu oluşturuldu. Devletin gerçekleştireceği tarımsal desteklerin,
aracılar yerine doğrudan üreticilere ulaşmasına imkân sağlayacak "doğrudan
gelir desteği" uygulaması için tüm hazırlıklar tamamlandı ve pilot bölge
uygulaması başlatıldı. Tarım satış kooperatifleri ve birliklerine malî ve
idarî özerklik sağlayan yasal çerçeve oluşturuldu. Ürün ihtisas borsaları kurulmasına imkân veren kanun
yürürlüğe girdi. Kamu bankalarının özerkleştirilerek üç yıl içinde
özelleştirmeye hazır hale gelmesini öngören kanun yürürlüğe girdi. Bankacılık sektörünün yeniden yapılanma sürecini
desteklemek amacıyla, bu sektördeki devir ve birleşmelere geçici bir süreyle
vergi istisnası getirildi. Elektrik sektöründe liberalizasyonu sağlayacak kanun
tasarı da Yüce Meclise sunulmak üzeredir. Sağlam bir ekonomik zemin oluşması için, yapısal
değişikliklere büyük önem veriyoruz. Programımızda yer alan diğer yapısal
reformların da gecikmeye meydan verilmeksizin bir an önce gerçekleştirilmesi
kararlılığı içindeyiz. Ekonomik kurumların daha güçlenmesi ve büyümenin
sürekli ve istikrarlı olması için yapılması gerekenler yerine getirilecektir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2000 yılı
bütçesine geçmeden önce, kesinhesap kanun tasarısı görüşülecek olan 1999 yılı
bütçesine kısaca değinmek istiyorum. 1999 yılı bütçesinde, konsolide bütçe gelirleri 18,9
katrilyon liraya ulaşmış ve gayri safî millî hâsılaya oranı bir önceki yıla
göre 2,1 puan artışla yüzde 24,2 olmuştur. Bütçe giderleri ise 28,1 katrilyon
lira düzeyinde gerçekleşmiş, gayri safî millî hâsılaya oranı da 6,7 puan
artarak yüzde 35,9 olmuştur. 1999 yılı bütçe açığı 9,2 katrilyon liradır. Bu tutar,
gayri safî millî hâsılanın yüzde 11,7'sidir. Faiz hariç denge, tahminin de
üzerinde, gayri safî millî hâsılanın yüzde 2'si büyüklüğünde fazla vermiştir. 2000 yılının ilk on aylık döneminde ise, bütçe
giderleri geçen yıla göre yüzde 70,6 artarak 38,9 katrilyon lira, gelirleri
yüzde 94,5 artarak 27,9 katrilyon lira seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde,
19 katrilyon lira faiz ödemesi yapılmıştır. Sosyal güvenlik sisteminde gerçekleştirilen
düzenlemelerin olumlu etkileri haziran ayından itibaren alınmaya başlanmıştır.
Sosyal Sigortalar Kurumuna, uzun bir dönemdir ilk defa, bu aydan itibaren
bütçeden katkıda bulunulmamıştır. Bu gelişme, bütçe dengesini de olumlu
etkilemiştir. Vergi gelirleri yüzde 96,7 oranında artarak 22,1
katrilyon liraya yükselmiştir. Vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsıla içindeki
payının, yıl sonu itibariyle, yüzde 21,3'le önceki yıllara kıyasla en yüksek
düzeye ulaşmasını bekliyoruz. Bu gelişmede, ekvergi gelirlerinin önemli katkısı
vardır. Bu yılın on aylık döneminde tahsil edilen ekvergi gelirleri içinde faiz
vergisinin yüzde 64,2'lik bir paya sahip olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Bu durum, ek vergi yükünün dağılımında sosyal adaleti
gözeten önemli bir noktadır. Vergi gelirlerinde, ek vergiler hariç, artış ise yüzde
74,5'tir. Vergidışı normal gelirler yüzde 114 oranında artarak
2,7 katrilyon lira, özel gelir ve fonlar yüzde 67,9 artışla 2,7 katrilyon lira
ve katma bütçe gelirleri yüzde 70,5 artarak 451 trilyon lira düzeyinde
gerçekleşmiştir. 2000 yılı bütçesi, bu dönem sonunda, 11 katrilyon lira
açık, 8 katrilyon lira faizdışı fazla vermiştir. Yılsonu itibariyle de, giderlerin 46,4 katrilyon lira
ve gelirlerin 34,8 katrilyon lira olacağını, buna göre bütçe açığının 11,6
katrilyon lira ile gayri sâfi millî hâsılanın yüzde 9,3'ü düzeyinde
gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz. Faiz hariç dengenin ise 8,7 katrilyon lira ile gayri
sâfi millî hâsılanın yüzde 7'si düzeyinde bir fazla vermesi beklenmektedir. Özellikle vergi gelirlerindeki hedefin aşılmasının
katkısıyla bütçe açığının gayri sâfi millî hâsılaya oranının başlangıç hedefine
göre 2 puan daha azalacağı, faiz dışı fazla oranının da 1,4 puan daha
yükseleceği anlaşılmaktadır. Bu durum, uygulanan üç yıllık ekonomik programın
birinci diliminin, malî kriter yönünden hedeflerin üzerinde bir gelişme
gösterdiğini ortaya koymaktadır. Devlet bütçesinin esnekliğini yok eden ve devletin
temel hizmetleri için kaynak ayrılmasını engelleyen faiz ödemelerini azaltacak
en önemli araç olan faiz dışı fazlanın yıllık hedefi yılın bitmesine 4 ay kala
yakalanmış ve eylül ayından itibaren de aşılmıştır. 2000 yılı bütçe uygulamasında sağlanan etkinlik ile hem
2000 yılı hem de 2001 yılı faiz giderlerinde büyük ölçüde tasarruf imkânı elde
edilmiştir. Bütçe, faiz üreten bir yapıdan çıkıp faiz yükünü eriten
bir niteliğe dönüşmektedir. 2000 yılında kamunun malî dengelerini sürdürebilir bir
biçimde kurmak amacıyla, vergi, özelleştirme ve harcama etkinliğinin eşzamanlı
olarak gerçekleştirilmesine özen gösterilmiştir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001 yılı bütçesi
de 2000 bütçesi gibi yeni çağın imkânları yanında, beraberinde getireceği
farklı ve çetin şartların sorumluluğu gözetilerek hazırlandı. 2001 yılı, kronik hale gelmiş yüksek enflasyon ve kamu
kesimi açıklarının düşürülmesi konusundaki kararlılığımızın devam ettiği bir
yıl olacaktır. 2001 yılı bütçesi, uzun yıllar özlemi çekilen sağlıklı
bir kamu maliyesine dayalı, istikrarı hedefleyen bir iktisadî politikanın aracı
olarak hazırlanmıştır. Yüce Meclise sunduğumuz bütçeyle, bu yılın başında
uygulamaya başladığımız üç yıllık enflasyonla mücadele programının hedeflerine
bir adım daha yaklaşacağız. Aldığımız önlemler pekiştirilecek, yapısal
reformlara devam edilecektir. Görüş ve değerlendirmelerinize sunulan 2001 yılı Bütçe
Kanun Tasarısının büyüklükleri, dengeleri ve hedefleri de bu çerçevede
belirlenmiştir. 2001 yılı için hedef alınan temel büyüklükleri şöyle
özetleyebiliriz: Gayri safî millî hâsıla 153 katrilyon 405 trilyon lira,
Büyüme oranı yüzde 4,5, Gayri safî millî hâsıla deflatörü yüzde 18, Toptan eşya fiyat endeksi ortalama yüzde 15,2, Toptan eşya fiyat endeksi yılsonu yüzde 10, Tüketici fiyat endeksi yıllık ortalama yüzde 19,5, Tüketici Fiyat Endeksi yılsonu yüzde 12, Ortalama dolar kuru 714 000 lira, İhracat 31 milyar dolar, İthalat 54 milyar 500 milyon dolardır. Bu büyüklükler dikkate alınarak ve Plan ve Bütçe
Komisyonunda yapılan değişiklikler sonucunda, 2001 yılı bütçesinde; Giderler 48 katrilyon 360 trilyon lira Gelirler 43 katrilyon 127 trilyon lira, Bütçe açığı 5 katrilyon 233 trilyon lira, Faizdışı fazla 11 katrilyon 444 trilyon lira olarak
belirlenmiştir. Bütçe giderlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı
yüzde 31,5, gelirlerinin oranı yüzde ise 28,1'dir. 2001 bütçesindeki 48,4 katrilyon lira ödeneğin dağılımı
ve geçen yılın bütçesine göre değişimi şu şekildedir: Personel giderleri yüzde 21,2 artışla 12 katrilyon
lira, Diğer carî giderler yüzde 23,7 artışla 4 katrilyon 750
trilyon lira, Yatırımlar yüzde 47,5 artışla 3 katrilyon 470 trilyon
lira, Transferler yüzde 8,1 azalışla 28 katrilyon 141 trilyon
lira, Sosyal güvenlik kuruluşlarına transferler yüzde 21,5
artışla 4 katrilyon 335 trilyon lira, Faiz ödemeleri yüzde 21,1 azalışla 16 katrilyon 677
trilyon lira, Transfer ödenekleri içinde ayrıca; Kamu iktisadî teşebbüsleri için 847 trilyon lira, Vergi iadeleri için 1 katrilyon 300 trilyon lira, Tarımsal destekleme için 985 trilyon lira, Fonlar için 911 trilyon lira, Kuruluşların transfer giderleri için 788 trilyon lira, Diğer transfer giderlerine de 2 katrilyon 298 trilyon
lira ayrılmıştır. Turizm ve ihracat, 2000 yılı bütçesinde olduğu gibi,
2001 bütçesinde de öncelikli sektörler arasında yer almaktadır. Özellikle
ihracatın teşvik edilmesiyle ihracata dayalı sektörlere canlılık kazandırılması
ve carî işlemler dengesinin iyileştirilmesi 2001 yılında öncelikli hedeflerimiz
arasındadır. 2001 yılında bu amaçla ayrılan toplam kaynak tutarı 591 trilyon
liradır. Bütçenin faiz hariç, gider büyüklüğü 31 katrilyon 683
trilyon liradır ve geçen yıl bütçesine göre yüzde 23,9 artış göstermektedir. Bütçe gelir tahminleri içinde; Vergi gelirleri 31 katrilyon 777 trilyon lira, Vergi dışı normal gelirler 8 katrilyon 22 trilyon lira,
Özel gelirler ve fonlar 3 katrilyon 28 trilyon lira, Katma bütçe gelirleri 300 trilyon lira olarak
öngörülmüştür. Bütçe gelirlerinin 3,7 katrilyon lirasının
özelleştirmeden sağlanması hedeflendi. 2001 bütçesinde, bütçe açığının gayri safî millî
hâsılaya oranı yüzde 3,4, faiz dışı bütçe fazlasının gayri safî millî hâsılaya
oranı yüzde 7,5 olarak öngörüldü. Faiz ödemelerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, 2000
yılındaki yüzde 17 seviyesinden yüzde 11'e, bütçe içindeki payı da yüzde 45'ten
yüzde 34'e inmektedir. 2000 yılında vergi gelirlerinin yüzde 88'i faize
giderken, 2001 yılında bu oran yüzde 52'ye düşecektir. Faiz ödemelerinin bütçe içindeki payının azalması,
kuşkusuz, bütçenin temel hizmet kalemlerinin paylarının artması sonucunu
getirmiştir. Böylece, kamu kaynaklarının yeniden devletin aslî görevlerine
tahsis edilmesi sağlanmış olacaktır. Kamu maliyesi açısından, bu, çok önemli bir aşamadır. Özelleştirmeye gösterilen özen daha da artırılacaktır.
Özelleştirmeyi, ekonomiye rasyonellik kazandıracak ve kamu malî sistemini
rahatlatacak temel unsurlardan biri olarak ele alıyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; nakit yönetiminin
önemli unsurlarından biri olan kamu haznedarlığı ve ödeneklerin önceden
belirlenen ayrıntılı harcama programları çerçevesinde kullandırılması ile
Hazinenin kefalet ve borçlanmalarına sınır getirilmesi uygulamalarına 2001
yılında da devam edilecektir. Yeterli ödeneği olmayan yatırım projelerinin
başlatılmasına bu yıl da izin verilmeyecektir. Ayrıca, yatırıma ayrılan
kaynakların kısa sürede ekonomiye kazandırılabilecek projelere yönlendirilmesi
uygulamasına devam olunacaktır. Kamu kaynaklarının akılcı ve etkin kullanımı yönünde
izlenen tutum titizlikle sürdürülecektir. 2000 yılı bütçesinde yer alan kamu personel alımları,
demirbaş alımları, taşıt kullanımı ile kamu hizmet binalarının yapım ve
kiralanmalarına ilişkin tedbirler 2001 yılı bütçesinde de aynen yer aldı. Üniversiteler, tapuda kendi adlarına kayıtlı taşınmaz
mallarını satarak elde edecekleri gelirleri yatırımlarında kullanma tatbikatına
bu yıl da devam edeceklerdir. Avrupa Birliği ve uluslararası ihale standartlarını
esas alan ve şeffaflık, rekabet, kamuoyu denetimi gibi ilkeleri öne çıkaran
yeni Devlet İhale Kanunu tasarısı Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla birlikte
müştereken hazırlandı; en kısa sürede Yüce Meclise sunulacaktır. Herhangi bir kamu kuruluşuna tahsisli veya kamu hizmeti
için gerekli olmayan Hazineye ait taşınmaz malların satılarak ekonomiye
kazandırılmasına 2001 yılında da devam edilecektir. 2001 yılı bütçesinden itibaren, kamu malî yönetiminde
sadece girdilerin kontrol edilmesi şeklindeki anlayış yerine, sonuçların da
kontrol edildiği bir yaklaşım benimsenecek; gelecek yıllar bütçe çalışmalarında
kurumlar açısından 2001 yılı hedefleri ve elde ettikleri sonuçlar büyük önem
kazanacaktır. Dünya Bankasının kredi desteği ile yürütülmekte olan
Kamu Malî Yönetim Projesine 2001 yılında da devam edilecektir. Bütçe gelir ve
gider sonuçlarının hızla alınması için saymanlıklar nezdinde başlatılmış olan
"Say 2000" projesi uygulamaya geçirilecektir. Harcamalara, gelirler kadar özen gösterdiğimizi,
uyguladığımız politikalarla açıkça ortaya koyduk. Aynı kararlılık 2001 yılında
da devam edecektir. Devlet bütçesinin uygulanmasında, vergi gelirlerinin
nereden toplandığı kadar, kaynakların nereye ve nasıl harcandığı da son derece
önemlidir. Toplum ödediği verginin nasıl kullanıldığına haklı olarak
büyük duyarlılık göstermektedir. Toplumun bilmek hakkına büyük özen
göstereceğiz. Kamu kaynaklarını yerli yerinde kullanma ve israfla
mücadele ilkesinin öncelikle kamu yönetiminde uygulanması gerektiğinin altını
çizmek istiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geride
bıraktığımız yüzyılın son yılında, ülke olarak yüzyılın en büyük felaketiyle
karşılaştık. 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleriyle 18 243 vatandaşımızı maalesef
kaybettik, 48 901 vatandaşımız da yaralandı. Kaybettiğimiz vatandaşlarımıza
tekrar Allah'tan rahmet, milletimize başsağlığı diliyor, yaralanan
vatandaşlarımıza da geçmiş olsun diyorum. Hükümet, geçen yıl yaşadığımız büyük depremlerin tüm
maddî ve manevî tahribatını en kısa zaman içinde ortadan kaldırmak anlayışı
içinde hareket etmiştir. Nüfus ve sanayiin en yoğun olduğu bölgemizde meydana
gelen depremin maddî zararları sadece o günlerde hasar gören alt ve üst
yapıların değerleriyle değil, geleceğe dönük istihdam, üretim ve kamu gelirleri
kayıplarıyla hesaba alınmıştır ve uygulamakta olduğumuz ekonomik programın
içine yerleştirilmiştir. Deprem yaralarının sarılması için hükümet, her türlü
yasal, idarî ve malî tedbirleri süratle aldı. Yetki kanunu çıkarıldı,
hasarların karşılanması için gerekli eködenek temin edildi. Bütçeden yapılacak harcamaların finansmanı için ek
gelirlerin sağlanması zorunlu hale geldi ve bu amaçla vergi kanunlarında
gerekli düzenlemeler yapıldı. 17 Ağustos depreminden bu yılın ekim ayı sonuna kadar,
ülke genelinde muhtelif kamu kurum ve kuruluşlarınca depremle ilgili olarak 1
katrilyon 623 trilyon liralık harcama yapılmıştır. Aynı dönemde vergi düzenlemeleri, bedelli askerlik
gelirleri, nakit bağışlar ve yurt dışından sağlanan kredi kullanımları dahil
toplam 2 katrilyon 65 trilyon lira tutarında finansman imkânı sağlanmıştır. Deprem yaralarının sarılması ve bölgenin depremden
önceki ekonomik ve sosyal yaşam düzeyini yeniden yakalayabilmesi için yapılan
harcamalar; kalıcı konutların inşaı, çevre ve bağlantı yollarının yapımı,
içmesuyu ve kanalizasyon gibi altyapı inşaatları ve bunlara ilişkin
kamulaştırmalarla ağır ve orta hasarlı binalar için tahsis edilen kredileri,
esnaf ve çiftçi kredilerine katkı ve diğer sosyal yardımlar gibi alanları
kapsamaktadır. Depremin maddî tahribatı tamamen giderilip kayıp üretim
gücümüz tekrar devreye sokuluncaya kadar kaynak tahsisimiz devam edecektir.
Kullanacağımız bu kaynaklar, bir defaya mahsus aldığımız vergilerle sınırlı
değil, aksine, konuya verdiğimiz öncelik ve önem kadar büyük olacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanan
programın başarısı için bütçede öngörülen hedeflere ulaşma büyük öneme
sahiptir. Temel amacımız, enflasyonu düşürüp, sağlıklı bir kamu finansman
dengesiyle, sürekli gelişme ve refah artışı sağlamaktır. Bu amaca ulaşmak için, sorunları hep beraber
göğüsleyip, elbirliğiyle ülkemizin önünü açacağız. Yarınlar için, bugün
yapılması gerekenleri, sorumluluktan kaçmadan yerine getirmek zorundayız. Yeni yüzyıl, teknoloji çağı olacaktır. Teknolojik
gelişmelerin gerisinde kalan ulusların, gelişmiş ülkelerle refah farkının
artacağı kuşkusuzdur. Teknolojik gelişmeleri yakından takip edip uygulamakta
kararlıyız. Bu kararlılıkla, vergi idaresini en son teknolojilerle donatmakta
olduğumuzu memnuniyetle ifade etmek isterim. 2000 yılında 153 büyük vergi dairesinin tam otomasyona
geçirilmesi işlemi tamamlandı. Ayrıca, geriye kalan 120 vergi dairesinde
internet, 96 vergi dairesinde intranet üzerinden sicil otomasyonu uygulaması
gerçekleştirildi. Diğer taraftan, 1 Eylül 2000 tarihinden itibaren, otomasyonlu
vergi dairelerindeki Kurumlar Vergisi mükellefleri ile otomasyonlu nakil
vasıtası vergi daireleri için internet vergi dairesi uygulaması başlatıldı. Bu
uygulamayla, mükellefler, tahakkuk, tahsilat, borç gibi bilgilerini, vergi
dairesine gitmeden, internet kanalıyla sorgulayabilmektedirler. Mükelleflerin birçok işlemi vergi dairesine gelmeden
yapabilmeleri, kuşkusuz, mükellef ve idare açısından işleri kolaylaştırıp
hızlandırarak, sistemdeki etkinlik ve verimliliği artıracaktır. 2001 yılında otomasyon uygulamalarının otomasyonsuz
vergi dairelerine yaygınlaştırılmasına devam etmeyi ve internet olanaklarını en
iyi şekilde kullanmayı planlamaktayız. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devletin aslî
geliri vergilerdir. Herkesin gücüne göre vergisini ödemesi bir vatandaşlık
görevidir. Amacımız vergi sisteminde etkinlik ve verimliliği
artırarak kayıtdışı ekonominin kayda alınmasını sağlamak ve vergi tabanını
genişletmektir. Bir taraftan en son teknolojiyi kullanarak vergi
idaresini kanunları hızlı ve etkin bir şekilde uygular hale getirecek, diğer
taraftan mükellef hizmetlerini iyileştirerek mükelleflerin vergi ödevlerini
kolayca yerine getirmelerini sağlayacağız. Kayıtdışı ekonominin önlenmesi amacıyla yurt çapında
yaptırmakta olduğumuz yaygın ve yoğun vergi denetimleri aralıksız
sürdürülmektedir. Otomasyonun yaygınlaştırılması, 15 milyonu aşan tek
vergi numarası uygulaması ve vergi istihbarat merkezinde oluşturulan dinamik
veri tabanıyla ekonomik faaliyetleri anında takip ederek denetimin tesadüfî,
zaman ve enerji kaybettiren bir yapıdan daha sistemli, planlı, yaygın ve hedefi
isabetle tespit eden etkin bir yapıya kavuşmasını sağladık. Denetim yapısındaki bu değişimin sonuçlarını almaya
başladığımızı memnuniyetle söyleyebilirim. İncelemeler sonucunda bulunan matrah
farkının incelenen matrah oranı 1997 yılında yüzde 28,2, 1998 yılında yüzde
27,9 iken, bu oran 1999 yılında yüzde 44,7'ye çıkmıştır. Bu durum, vergi
kaçağının değil, denetimin etkinliğinin hızla arttığını ifade eden bir
göstergedir. Vergi kaçağı olan ekonomik faaliyetler ve mükellefler,
toplanan veriler sayesinde dosyalar arasında kaybolmadan bilgisayarlı denetim
yoluyla doğru bir şekilde tespit edilmeye başlanmıştır. Gelecek yıl, kayıtdışı mükellef ve hâsılat tespiti,
biraz önce sözünü ettiğim istihbarat veri tabanıyla daha da etkin bir şekilde
yapılarak, vergisini ödemeyip haksız rekabet yaratanların üze-rine
gidilecektir. 2001 yılı bu konuda çalışmalarımızın yoğunlaşacağı bir yıl
olacaktır. Bu gelişmelerin vergiye uyumu, vergide adaleti ve
dolayısıyla, vergi gelirlerinin artmasını sağlayacağına inanıyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçelerin yaşama
geçirilmesinde en büyük görev, kuşkusuz ki, malî idaremizin üzerindedir. Türk
malî idaresi, 2000 yılı bütçesinin olduğu gibi, 2001 yılı bütçesinin de
takipçisidir. Malî idaremizin görevleri her geçen gün biraz daha
artmakta, ona paralel olarak da sorumluluk alanı genişlemektedir. Özellikle,
ekonomik suçların günümüzde kazandığı global ve yerel boyutlar, malî idaremizin
denetim misyonunu enine boyuna ve derinliğine gözler önüne çıkarmış
bulunmaktadır. Millet hayatının temiz toplum özlemleriyle dolu olduğu
bir dönemde, dürüst bir gayretle ortaya çıkan Türk malî idaresi, bugün,
halkımızın yenilmez ve korkusuz yüreğini temsil ederek, denetim görevini,
hakkın, adaletin ve kanunun gereği, hiçbir tesir altında kalmadan yapmaktadır.
Kaynağını hukuktan, kanundan, ahlaktan ve kurumsal gelenekten alan, kudretini,
yine, hukukun denetimi altında kullanarak, halkımızın temiz toplum özlemi
hedefinde, bayrak taşıyıcı görevini diğer görevleriyle birlikte yerine
getirmektedir. Bunun da, ödülü ve övgüsü değil, sadece onuru vardır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçe söz konusu
olunca, üzerinde en çok durulan konulardan biri de, kuşkusuz, memur
maaşlarıdır. Memur maaşlarına yapılacak zam oranı, gerek toplumun çok büyük bir
kesimini ilgilendirmesi gerek geleceğe yönelik enflasyon beklentilerinin
oluşumuna katkısı nedeniyle büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, uygulanacak
zam oranının belirlenmesinde, bütçe imkânlarının yanı sıra, 2001 yılı enflasyon
hedefleri de göz önünde bulundurulmuştur. Ocak ayı başından geçerli olmak üzere, 2001 yılının ilk
altı aylık dönemi için, memur maaşlarında ortalama yüzde 10 oranında artış
yapılması öngörülmüştür. Ancak, 2000 yılında olduğu gibi, bütçe kanununa
konulan bir maddeyle, memurlarımıza 2001 yılında da enflasyonun üzerinde bir
maaş artışı sağlanması ilkesi benimsenmiştir. Bu düzenleme, enflasyonun yükselmesi halinde, maaş
hesaplamasında kullanılan katsayıların artırılması suretiyle işletilecek ve
maaş sistemimizde ilk defa bu yıl uygulamaya başlanan, enflasyon
öngörülerindeki sapmanın doğrudan doğruya maaş artışına dönüştürülmesine imkân
veren model, önümüzdeki yıl da sürdürülecektir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 19 Aralık 1999
günü huzurunuzda yaptığım 2000 yılı bütçe sunuş konuşmamda Yüce Meclise ve
Büyük Milletimize şöyle demiştim: "2000 yılı bütçesi, sadece bir yıllık
bütçe hareketi olarak değil, bugünün şartlarının ağırlığı ile geleceğin
hedeflerini telif etmeyi dikkate alarak hazırlanmış bir yol açıcı malî projenin
ilk adımıdır. Bu adım, bir yıllık bütçe ölçeğinde küçük, önümüzdeki yıllar
ölçeğinde ise büyük bir adımdır. Bu anlamda, 2000 yılı bütçesi, yeni bir
sayfadır." Değerli milletvekilleri, bu, bir iddia idi; bir
iddianın en aslî unsurunun yeri ve zamanı geldiğinde savunulabilir olması
gerektiği bilinci ve sorumluluğu içinde ortaya konulmuş bir iddia idi. Bu iddia, zamanın ve olayların akışı içinde, yaşana
yaşana bugüne kadar geldi ve zaman ve olaylar, bizim iddiamızda haklı
olduğumuzu ortaya koydu. Artık, 2000 yılı bütçesinin, ağır şartlara rağmen,
geleceğin hedeflerinin önünü açacak, yol açıcı bir malî projenin ilk adımı
olduğu, bu ilk adımın gelecek yıllar için daha büyük adımlara öncülük edeceği
kuşkusuzdur. Ekonomide ne kadar güçlü olursak, iç ve dış
sorunlarımızın çözümünde de o kadar güçlü olacağımız gerçeği, 2000 yılı
bütçesinin uygulama sürecinde bir kez daha karşımıza çıkmıştır. 57 nci cumhuriyet hükümetinin ilk bütçesi olan 2000
yılı bütçesi, hayatî sorun olan siyasî istikrar ve hükümet istikrarı
endişelerini de ortadan kaldıran bir güven boyutu olmuştur. Türkiye'nin iç politika dinamikleri açısından buna
büyük değer atfettiğimizi ifade etmek isterim. Ayrıca, Türkiye dış ekonomik ilişkilerinde, üç yılık
ekonomik programın ilk bütçesinde, millet olarak gösterilen güvenin, dış
güvenin oluşmasında en etkin faktör olduğunu da gururla söyleyebiliriz. Böyle bir programın millete rağmen değil uygulamaya
konulması, uygulamaya konulmasını düşünmek bile mümkün değildi. Bu nedenle 2000 yılı bütçesi ile programda alınan
mesafenin gerçek sahibi Büyük Türk Milletidir ve onun tek temsilcisi olan
Türkiye Büyük Millet Meclisidir diyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001 yılı bütçesi
3 yıllık ekonomik programın ikinci ve en önemli dilimidir. 2001 yılı bütçesi ile Türkiye çok anlamlı yeni bir adım
daha atıyor. Sorumluluğumuzu çok iyi biliyoruz. Önce hiç layık olmadığı enflasyonun altında yıllarca
ezilmiş bir toplumun başarı ve güven ruhunu restore etmekle yükümlüyüz. Ona
yeni bir yüzyılın heyecanını mutlaka hissettirmeliyiz. İktisat politikalarımızın bir aracı olarak
tanımlayabileceğimiz bütçeyi, bir faiz ve personel giderleri bütçesi olarak
yaşamaktan kurtulmaya mecburuz. Bilgi, iletişim ve bilişim teknolojilerinde, araştırma
ve geliştirmede çağın ilerlemelerine paralel gitmek zorundayız. Global dünyada, çağın rekabet arenasında, çağdaşlık
iddiasında bir toplum ve devlet olarak dünyayı izlemek mecburiyetindeyiz. Kamu ve özel kesim işbirliği içinde, ürün ve hizmet
kalitemizi çağdaş boyutlara yükseltmeliyiz. Yeni bir yüzyılın özellikleri olan bilgisayar, bilişim,
iletişim teknolojileri yanında fert başına millî geliri 20 000 doları aşan
Avrupa Birliği ülkeleri içine girmenin sürecini yaşamalı, G-20'lerin bir üyesi
olmanın sorumluluğunu yerine getirmeliyiz. Yeni çağın bir devleti olmanın ilk şartı sayılan
"dünyayı izleme" teknolojisine, mutlaka sahip olmalıyız. Vergi gelirlerimizin, eğitime, sağlığa, çevreye, sosyal
güvenliğe harcamak varken, faize gitmesinden kesinlikle kurtulmalıyız. Sosyal güvenlik hakkı, çağdaş toplumun yüksek
değerlerinin başında gelen bir insanlık hakkı olarak önümüzde duruyor.Sosyal
güvenliği, devletin temel görevlerinin ilk sırasında ele almak zamanı çoktan
gelmiştir. İhtiyarımızı, sakatımızı, özürlümüzü, hastamızı,
kimsesiz ve muhtaçlarımızı bir şemsiye altına alacak sosyal güvenlik sistemini
ve bunun finansman dengelerini, daha da geliştirerek, uzun vadede güçlendirmek
zorundayız. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, program, birinci
yılında hedefini tutmuştur. Programın ikinci yılı olan 2001 bütçesi de, 2000 yılının açtığı yoldan
yürüyüşünü sürdürecektir. Şunu görmeliyiz: Türkiye, sadece, kendi dengeleri ve
kendi kalkınmasıyla yetinemez. Dünya ile bütünleşmek kaçınılmazdır. Güçlü bir ekonominin en güçlü ayağı, güçlü bir kamu
maliyesine sahip olmaktır. Üç yıllık
program uygulanırken, yapısal değişiklikler de ağırlığını sürdürmeye devam
etmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik
programlar, çok önemli siyasal tercihleri yansıtan belgelerdir. 57 nci hükümetin önünde duran sorunlar, ülkemizin yeni
bir yol açılımına olan ihtiyacını zaruret haline getirmişti. Program
stratejimizi bu zaruret üzerine kurduk. Stratejik düşünce ve planlarımızı bu
zaruretin icaplarıyla dokuduk. Sorumluluk aldık; halkımızdan fedakârlık
istedik. Ülkemizin gücü ve fırsatları, hepimize sorumluluk yüklemektedir.
Gencimiz var, yaşlımız var, işsizimiz var, çiftçimiz var, işçimiz var, memurumuz
var, esnafımız var; hepsinin sorunları var; ancak, sorumluluk alana halk
güvenirse, sorumluluk halkla paylaşılır hale gelir. 2001 yılı bütçe
uygulamasının en önemli moral lokomotifi, halkımızın hükümete duyduğu güvendir.
Zorlukları çözmede en değerli anahtar budur; artık, bu anahtar, büyük amaçlara
açılmamızın anahtarı olacaktır. Yeni yüzyıl, Türkiye'ye çok şey vaat ediyor; çünkü,
Türkiye, çok kayda değer, önemli bir dönemden geçiyor. Doğru tercihler yaparak
ve disiplinli yaklaşımlarımızı sürdürerek hedefimize varacağız. Dün, bir yol haritamız vardı; bugün ise, elimizde,
sahip olduğumuz ilk somut sonuçlar var. İyiyi ve doğruyu bulmak için,
gerçekten, çok şansımız var. Tabiî ki, bütün bunlara, bir bütçe yılı içinde
ulaşamayacağız. Büyük bir ulusun layık olduğu amaçlara ulaşmak için, bir bütçe
yılı yetmeyebilir; fakat, sonunda mutlaka ulaşacağız. Büyük hedeflere adım adım
ulaşacağımız inancımızın tanığı, insanlık tarihidir. Bizler, bugünleri, bu
yolun sadece ilk adımları olarak görelim ve inançla yürüyelim. Üç yıl süreli ekonomik programın ikinci ayağı olan 2001
yılı bütçesi dolayısıyla, Yüce Milletimizin huzuruna başımız eğik çıkmadık.
2002 yılı bütçesi dolayısıyla, Yüce Meclisimizin huzuruna, yine, başımız dik
çıkmak için, var gücümüzle çalışacağız. 2000 yılı için öngörülen hedefleri, iddiamıza yakışan
biçimde gerçekleştirdik. 2001 yılı için öngördüğümüz hedeflere varmak için,
aynı tavizsiz kararlılığı sürdürme inancımızı huzurunuzda tekrarlıyorum. Yapacağınız çalışmalara ve katkılara şimdiden teşekkür
ediyor, bütçenin milletimize ve devletimize hayırlı olmasını diliyorum. (ANAP,
DSP, MHP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bakana teşekkür ediyoruz. Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 30.11.2000
tarihli 23 üncü Birleşimde alınan karara uygun olarak, basılıp dağıtılan
programa göre yapılacaktır. Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde,
siyasî parti grupları ve hükümet adına yapılacak konuşmalar, hükümetin sunuş
konuşması hariç, birer saat, kişisel konuşmalar 10'ar dakika olacaktır. Siyasî
parti grupları adına yapılacak konuşmalar birden fazla konuşmacıyla
paylaşılabilecektir. Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları
adına söz alan sayın üyelerin adlarını konuşma sıralarına göre okuyorum: Doğru
Yol Partisi Grubu adına Sayın Tansu Çiller, Fazilet Partisi Grubu adına Sayın
Recai Kutan, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Sayın Oktay Vural ve Sayın
İsmail Köse, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu ve
Sayın Masum Türker; Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Yılmaz Karakoyunlu.
Şahısları adına lehte söz alan Sayın İsmail Özgün. Şahısları adına aleyhte söz
alan Sayın Aydın Menderes ve Sayın Ahmet Cemil Tunç. Şimdi, ilk söz sırası, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı
Sayın Tansu Çiller'de. Buyurun Sayın Çiller. (DYP sıralarından ayakta
alkışlar) DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum
ve yine, bizi televizyonları başında izleyen aziz vatandaşlarıma sevgi ve saygılarımı
sunuyorum, bir kez daha, mübarek ramazanın hayırlara vesile olmasını diliyorum. Tarihinde bütçe görüşmeleri, hükümet icraatlarının bir
yılının ve ülkenin genel gidişinin bir muhasebesi olarak cereyan eder. Gerek
ülkemizin genel gidişi gerek hükümetin son yıllık icraatı gerekse Yüce Meclise
sunulan son bütçe, ortaya bir gerçeği çıkarmıştır : Artık, bütün bunların,
hesaba kitaba gelir, muhasebeye gelir hiçbir tarafı kalmamıştır. Şimdi, hükümete bakıldığı zaman, iki yıldır, millet
adına hiçbir reel ve pozitif bir icraat ortaya çıkmamış olmasına rağmen,
dünyanın kendisine hayran olduğunu ifade eden bir Başbakan; iki yıldır, her şey
karşısında devamlı susan bir Başbakan Yardımcısı (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) ve iki yıldır, hükümetin icraatlarına
muhalefet etmeyi icraat ve siyaset zanneden bir küçük ortak vardır. (DYP
sıralarından alkışlar) Bu tablonun siyasî anlamı şudur: Ortada bir siyasî
irade yoktur; bürokrasiye teslim olmuş bir iktidar anlayışı vardır ve bugün
itibariyle görünen görüntüde, ekonomi, IMF'ye ihale edilmiş; içişleri, Avrupa
Birliğine ihale edilmiş; dışişleri, ABD'ye ihale edilmiş ve cezaevleri de
mahkûmlara ihale edilmiş. (DYP sıralarından alkışlar) Bunun bir ana ve temel nedeni var. Bu iktidar, kendini
milletten koparmıştır, milletin sorunlarıyla kendisinin mesuliyeti arasındaki
köprüleri atmıştır. Bakın, bütün işçiler sokakta, hükümet üzerine almıyor;
bütün çiftçiler sokakta, hükümet üzerine almıyor; bütün memurlar sokakta,
neredeyse Türkiye'nin özel sektörü karakolluk olmuş, kelepçelerle götürülüyor;
halkın bir büyük kısmı açlık sınırına dayanmış, hükümet üzerine almıyor ve
devletin hazinesi kapanın elinde kalmış ve nihayet, dışarıda, her canı isteyen,
Türkiye'yi hırpalıyor, hükümet üzerine almıyor. Hükümet ne yapıyor: Ara sıra
dışarıdan SOS, acil imdat istiyor. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Evet, mesele budur. Hükümet, kaderini, milletten
koparmış, birkaç ahbap-çavuş ilişkisine dayandırmış, işbirlikçi bir görüntü
içerisinde, birtakım saptırılmış manşetlerle gününü gün etmeye, siyasî ömrünü
uzatmaya çalışıyor. Millet âdeta susturulmuş, sivil toplum örgütleri
susturulmuş, korkutulmuş ve susturucu takılmış bir Türkiye!.. Böyle bir ortamda en önemli mesele, ülkenin, yeniden
hak arayan bir konuma gelmesidir, getirilmesidir; çünkü hak aramadan,
demokrasinin işlemesi mümkün değildir (DYP sıralarından alkışlar); tam bir
demokrasinin gelmesi mümkün değildir; hak aramadan, ortadireği ayağa kaldırmak
mümkün değildir; liberal bir ekonomiye, dışa açılan bir ekonomiye geçmek mümkün
değildir; işleyen bir piyasa ekonomisine geçmek mümkün değildir ve yok edilmiş
ortadireği, geniş halk kitlelerini ayağa kaldırmak mümkün değildir. Onun için,
bugün, bu kürsüde, milletin hakkını arayacağım...Milletin hakkını arayacağım ve
millet adına, çözümler üretmeyi görev bileceğiz. MUSTAFA ZORLU (Isparta) - Çok geç kaldın, çok... BAŞKAN - Konuşmacıya müdahale etmeyin efendim. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, kimileri, bu yaklaşıma,
belki, popülizm diyecek; ancak, çok yakında, yeni bir binyıla girerken, David
Anderson çok önemli bir eser ortaya koyuyor, bu eserinde diyor ki: "Yeni
bir antiliberalizm gündeme geliyor ve bu, iktidarların, doğrudan doğruya
vatandaşlarla, bireylerle değil de, meselelerini kurumlarla, devlet kurumları
veya işbirlikçi haline getirdikleri sivil toplum örgütlerinin başlarıyla
götürürlerse eğer, o zaman milletin sorunlarından koparlar ve yeni bir binyılda
yeni bir anti-liberalizm ortaya çıkar" ve yine, James Heckman, 2000
yılının başında ekonomi modelini alıyor
ve burada bireyin, yani, vatandaşın hakları ile ekonomiyi birleştiren,
vatandaşı ve bireyi öne alan tutumuyla, yeni bir binyılın yükselen değerini ve
Nobel armağanını ortaya koyuyor. Evet, netice itibariyle, milletten ve milletin
hakkından kopmuş bir iktidar, sonunda ne olur, meydanlar hareketlenir ve o
görmezden gelinen piyasa ekonomisinin balyozu zaman zaman iktidarın başına
iner. (DYP sıralarından alkışlar) Ülkenin geldiği görüntü bu; ama, şimdi soruyorum:
Neyiniz eksikti? Bir kere, bu iktidarın dördüncü yılıdır bu. Sayın Ecevit'in ve
Sayın Yılmaz'ın 1997'de başlattıklarının sonucudur ve bugün yeni bir bütçe
konuşulurken deniliyor ki, geçen sene çok zor bir ekonomik durumu devraldık...
İyi de, o ekonomik durumu kim devretti; yine Sayın Ecevit, yine Sayın Yılmaz
değil mi? Bıraktığımız Türkiye yüzde 8 büyümüyor muydu! Bıraktığımız
Türkiye'nin yüzde 16 ihracat yaptığını görmüyor muydunuz? Bıraktığımız Türkiye,
gümrük birliğine girmemiş miydi? Ona rağmen ayakta değil miydi? Bütün bunların
hepsi tarihî veriler. Peki, ne oldu ve iki sene sonra bütün bir büyük desteğe
rağmen... Ne yapsanız doğru. Bir seçim öncesi vergi yasası çıkarılıyor; o vergi
yasasında görülüyor ki, Türkiye çökertilecek. Yapmayın, bu vergi yasası
yanlıştır diyoruz, seçimlerde büyük malî reform ve büyük manşetler, bravo
iktidara, bravo Sayın Ecevit'e, bravo Sayın Yılmaz'a; geliniyor, arkasından
aynı yasa sil baştan değiştiriliyor. Yine manşetler "bravo size yeni bir
reform yaptınız" böyle bir destek, böyle bir destek ortada (DYP
sıralarından alkışlar) ve "eğitim" diyorsunuz, yanlışlarla dolu;
"8 yıl değil 12 yıl olsun, şöyle bilgisayara geçeceğiz, böyle
yapacağız..." Hiçbir şey yok. Yine manşetler arkanızda; her şeyde bir
büyük destek ve ona rağmen, böyle bir ortamda, getirildiği nokta seçim
sonrasında, açıkça, 1999 yılı enflasyonda şampiyonluk; yolsuzlukta ve
özellikle, rüşvet vermede şampiyonluk (DYP sıralarından
"Bravo"sesleri, alkışlar) -bunu ben söylemiyorum, uluslararası
kurumlar söylüyor- ve o yetmiyor, daralmada ve fakirleşmede şampiyonluk. Peki, bunu siz devraldınız; size kim devretti bunu?
Bunu devreden kim? 1997'den beri dördüncü yılınızdasınız, dördüncü yılınızda;
soruyorum, neredesiniz siz?!.. Dördüncü
yılınızdasınız !... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Dedik ki:"Bakın, bu IMF programlarını
getiriyorsunuz; milleti IMF'nin kapısına bıraktınız; bu, Tablita programlarına
dikkat edin." Daha geçen sene -açın, okuyun- şu kürsüde "bu programa dikkat edin; bu program, Tablita
programıdır; 18 ülke civarında uygulanmıştır, bunlardan ikisi dışında, hepsi
çökmüştür. Dikkat edin, ilk önce
faizler düşer, büyüme olur; ama, çok
ciddî sıkıntılar çıkar, bütün bunların
hepsi çok hassas dengelerdir, bunların sonucunda şuralara şuralara
varırsınız" dedim. Ne oldu; netice itibariyle, dediğimiz her şey oldu. Şimdi, rakamlarıyla vereceğim;
açın, geçen seneki bütçe konuşmamı, Meclisteki yaptığım bütün konuşmaları
okuyun. Ama, ne oldu; beceremediniz; beceremediniz ve bedelini de millete
ödetiyorsunuz, millete!.. (DYP sıralarından alkışlar) Ne dediniz, ne oldu, bakın : Hâlâ ,başarılı bir bütçe
uygulaması diye konuşuyorsunuz. Ne dediniz, ne oldu... dediniz ki:"Cari
işlemler açığı, geçen sene, hedef nedir, 2,9 milyar dolar." Dedik ki:
"Yapamazsınız; böyle bir ortamda 10 milyar dolarlara gider bu." Ne
oldu; revize ettiniz bir daha, bir daha revize ettiniz, cari işlemler açığı 10
milyar dolarlara gidiyor, resmî açıklamanız 8,5 şu anda; ama, daha var, daha
kasım ve aralık var. Ne oldu; dedik ki: "İhracatı, böyle, bu kur
politikasıyla büyütemezsiniz, dikkat edin" ama, dediniz ki: "Yok,
hayır, ihracat da büyür, ithalat da 46 milyar dolarlarda kalır." Dedik ki:
"50'leri çok aşar, dikkat edin." Ne oldu; 50'leri aşıyor... Ne dediniz: "Ticaret açığı 14 milyar dolarda
kalır." Açın okuyun, dedik ki: "20 milyar doları geçer." Ne
oldu; 21'de biterse eğer iyi, 21'de kapanırsa iyi. Daha yetmedi, özelleştirme
dediniz, ne koydunuz ortaya; 7,6 milyar dolarlık hedef. Ne çıktı; dedik
ki:"Bunun yarısını yapın başarı." Hazineye giren 2,9 milyar dolar
hani özelleştirmeden gelecekti, nerede?! Yetmedi, dediniz ki; "biz
enflasyonu düşüreceğiz." Dedik ki: "Bakın, dikkat edin, bu ortamda
ilk önce faizler düşer, büyüme yukarı çıkar; ama, enflasyon sonunda tekrar
büyüyen faizlerle, yükselen faizlerle yeniden sürdürülebilir bir hale
gelmez." Ne oldu; enflasyon rakamlarına bir bakın... Enflasyon
rakamlarında görünen, şu anda, oniki ay itibariyle, son onbir ayın sonucu;
yüzde 43,8 TEFE'de... Yüzde 43,8... Hadi, bu yıl diyelim ki... BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Toptan?.. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Ha, toptanı mı soruyorsun? Bak, toptanı biraz daha aşağıda
soktunuz. Neden biliyor musun; KİT'lerin açıklarını büyüttünüz... KİT'lerin
açıklarını büyüttünüz. (DSP sıralarından gürültüler) BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Enflasyon 1994'te kaçtı?
(DYP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Sayın Çiller, bir dakika... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Oturduğunuz yerden
müdahale etmeyin. BAŞKAN - Sayın Çiller... Sayın Çiller.... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bu işi bilmiyorsunuz,
bilmiyorsunuz bu işi! BAŞKAN - Sayın Çiller... Sayın Çiller... (DYP ve DSP
sıralarından gürültüler) TANSU ÇİLLER
(Devamla) - Hiçbir şey bilmiyorsunuz, hiçbir şey!.. BAŞKAN - Sayın Çiller... Sayın Çiller... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Dinleyin biraz.. (DYP ve DSP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Sayın Çiller, bir dakika efendim. Değerli milletvekilleri, lütfen, konuşmacıya müdahale etmeyiniz. Sizin de
grup başkanvekilleriniz konuşacak; verilecek cevapları verilecek cevapları o
zaman verirsiniz; kürsü, her türlü şeyi söyleyecektir, biz cevaplarını, zamanı
geldiğinde kendimiz vereceğiz, lütfen müdahale etmeyin. Buyurun Sayın Çiller. (DYP ve FP sıralarından
gürültüler) NECMİ HOŞVER (Bolu) - Öğrenin, öğrenin... MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) - Sayın Başkan, siz değil; siz
ne demek!.. RAMAZAN GÜL (Isparta) - Tarafsız davran, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanısın! BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, sayın
milletvekilleri... (DYP ve FP sıralarından gürültüler) RAMAZAN GÜL (Isparta) - Tarafsız davran, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanısın! BAŞKAN - Sayın milletvekilleri... Sayın
milletvekilleri, yanlış anladınız... MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) - Hayır, düzeltin. BAŞKAN - İçtüzüğü açınız, bakınız. Konuşmacı, kürsüde,
Başkana ve milletvekillerine hitap eder, Genel Kurula hitap eder, onun için
"biz" dedik; bize ait olursa biz veririz, Genel Kurula ait olursa siz
vereceksiniz, İçtüzüğü açın okuyun. Buyurun Sayın Çiller. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Evet, evet, evet... Netice itibariyle -devam ediyorum- bakın, dediniz ki,
enflasyon 20 ve 25 olacak, dediniz ki, toptan eşya 20 ve tüketici 25 olacak;
dedik ki, 40'larda olur. Ne oldu; yüzde 43,5; bu senenin, daha bu ayın gelen
zamları, bu ayın gelen bütün vergi farklılıkları; bunların hiçbir tanesi yok
bunun içinde. Netice itibariyle, bakın göstereyim size, göstereyim
size milletin enflasyonunun ne olduğunu, dinleyin: Daha 1 ocakta bu programı
açıkladığınızda, ekmek 50 000 liraydı, oldu 90 000, artış yüzde 80, hani yüzde
20-25, nerede yüzde 20-25?! (DYP sıralarından alkışlar) BURHAN BIÇAKÇIOĞLU (İzmir) - Benzin de, benzin de... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Beyazpeynir 1 100 000'dü, 2
milyon olmuş, artış yüzde 82, hani yüzde 20?! Veriyorsunuz, o, sizin yüzde
20'leriniz, yüzde 10'larınız, memur maaşları için; yoksa, milletin cebindeki
için değil. (DYP sıralarından alkışlar) Zeytin, 1 200 000, olmuş 2,5 milyon
-bugün iftar sofrasının bütün ana kalemlerini sayıyorum- yüzde 108 artış;
yumurta, 30 000'den çıkmış 60 000'e, yüzde 100 artış, pirinç yüzde 90 artış;
böyle gidiyor. İsterseniz bir de dağıtalım... İSMET ATTİLA (Afyon) - Dağıtalım efendim... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bunlar, bizzat, gidip pazara
milletle beraber, alışverişlerden toplanmış rakamlar. Şimdi, bütün bunlarla birlikte, gördük ki, bir aşamaya
daha dikkat çektiğimiz gibi, yine aynen doğru çıktı. Dedik ki, bakın, bu
programın bir hassas noktası da bankalardır. Açın, okuyun; geçen seferki
konuşmalarımızı okuyun... Bu bankalar, ilk önce, yüzde birtakım faiz
inişleriyle Hazine tahvilleri alırlar... Tipik Brezilya örneği; tipik ama, tipik..
İlk önce alırlar, ondan sonra, faizler çıkar, o faizler çıkınca, o bankalar
sapır sapır dökülmeye başlar ve size inanıp da bu düşük faizden alanlar, çok
ciddî sıkıntıya girerler. Brezilya'da girdiler, aynen oldu. Tablita
programlarının örneğidir dedik "yok, her şey yolunda" dediniz ve
netice itibariyle, bugün itibariyle geldiğimiz nokta açıkça belli. Ne oldu
şimdi; hani, o mezar taşına yazılan zavallı hasta gibi, hastayım demiş demiş,
hiç kimsenin aldırdığı yok, nihayet, mezar taşına yazılmış: "Ee, şimdi ne
oldu?! Peki; ben öldüm, ne oldu!.. (DYP sıralarından alkışlar) Ekonomi öldü,
öldü... Ekonomiyi çökerttiniz... İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sizden de doktor olmaz. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi endişe ederim, aynı
şeylerin arkasına saklanacaksınız. İlk önce Asya krizi oldu, onun için başarılı
olamadık; sonra Rusya krizi oldu, onun için başarılı olamadık; sonra, deprem
oldu -depremin de bütün vergilerini alıp, bu açığa koydunuz; biraz sonra
geleceğim- ve şimdi de petrol fiyatları... Şimdi, bakın, petrol fiyatlarına -yazın, yazın bunu- 22
değil, 24 dolardı ocak başında. Bunun bütün etkisini alsanız enflasyona, her
yüzde 10'un, nokta 6'dır etkisi; toplam olarak, tüketicide... Bunun anlamı şu;
yıllık bazda yüzde 3. Yarısında dahi fiyat artışı olmadı; yani, ilk yarıda
olmadı, daha sonra çıktı 24 dolardan;
bunun etkisi enflasyonda yüzde 1,5'dir. Bunun arkasına saklanmayın! Bu sonuç,
sizin beceriksizliğinizdir, beceriksizliğiniz; başka hiçbir şey değil! (DYP
sıralarından alkışlar) Başka ne oldu; cari işlemlerde açık var; çünkü, petrol
fiyatları... Hayır, o da değil, 24'tü 1 Ocakta... Bütün artışı alın, doğalgazı
da koyun, petrol faturasını da koyun, 750 milyon dolar eder; 1 milyar dahi
değil... Ortalama aldığınız, eğer, 22 doları alırsanız bütün bu programda
yaptığınız zaman, o zaman da 1,3
katrilyon eder. Nerede sizin 2,8'lik hedefiniz carî işlemlerde, nerede 10
milyar dolarlık açık?!. Hiçbir şeyle izah edemezsiniz bunu; bilgisizliğiniz,
beceriksizliğiniz, işbirlikçiliğiniz, ortaklığınızdır bu. (DYP sıralarından
alkışlar) Millet bedelini ödüyor. Doğrudur, millet, ciddî olarak bedelini
ödüyor bunun. Şimdi, bakın, ben size bazı fakirleşme örnekleri
vereyim: Fakirleştirdiniz bu milleti ve demeyin gelir dağılımı her zaman
bozuktu. Bozuktu; doğru da, çok daha kötü yaptınız, çok daha kötü yaptınız... Bakın, 3 160 dolar kişi başına gelir. Bu kur
politikasında bunun çok artması lazım; tam tersine, bir bakıldı ki, 3 000
dolarların altına inmiş ve Dünya Bankası açıkladı "üst orta gelir
grubundan Türkiye, alt orta gelir grubuna düştü." Düşme var;
fakirleştirdiniz milleti. Gelir dağılımı açıklıyor uluslararası birtakım
kurumlar, diyorlar ki, bu ülkenin 10-15 milyonu rahat yaşıyor, gerisi yoksulluk
altında ve hele bir 15-20 milyonu var ki, açlık sınırının altında. O açı daha
aç yaptınız!.. Hani, siz, yoksul babasıydınız?!. Hani, siz, yoksulluklarla
mücadele edecektiniz?!. Neredesiniz siz; neredesiniz?!. (DYP sıralarından
alkışlar) Asgarî ücret 86 milyona düştü; böyle bir şey olmaz.
Yüzde 8 büyüme, yüzde 8 artış. Hiçbir dönemde böyle bir şey olmadı. Enflasyon
yüzde 43, asgarî ücretinki yüzde 8 ve memurlar... Şimdi, hani, memurları
ezmeyecektiniz?!. DPT'nin rakamını söylüyorum özellikle, DPT'ninkini
söylüyorum: Bu sene, sadece 2000 yılında, DPT'ye göre yüzde 11,2 sadece bir
yılda gelir kaybı oldu. KAMU-SEN'in hesapları çok daha farklı. İki yıl içinde,
en resmî hesapları alsanız, yüzde 24; yani, 4 diliminin 1 dilimini aldınız.
Memur babaları, memur babalar... 4 dilimin 1 dilimini aldınız!.. 1 di-limini
aldınız!.. (DYP sıralarından alkışlar) Esnaf felaket bir durumda; esnaf "böyle bir şeyi
yaşamadık" diyor. Hadi, yüreğiniz yetiyorsa, gelin, şu Ostim'e çıkalım
beraber, bir Kızılay'a çıkalım beraber. Bir Ostim'in halini görün, bir Anadolu
esnafının halini görün; büyük şehirlerde kapanan o kepenklerin halini bir
görün! Sadece, Ankara Ticaret Odası üyelerinin yüzde 81'i "artık, ben
vergimi ödeyemiyorum" diyor; yüzde 92'si "yatırımı falan zaten
unuttuk, böyle bir şey yok" diyor; yüzde 64'ü "değil kâr etmek, benim
cirolarım dahi düşüyor" diyor; yüzde 50'den fazlası, yüzde 55'e yakını
"işçi çıkarıyorum" diyor; yüzde 76'sı "gün geliyor, siftah
yapamıyorum" diyor. Bugün karşı karşıya kalınan durum bu. İşçi böyle... İşçinin geliri düşmüş... Tuttunuz, bir
SSK yasası çıkardınız... Sosyal güvenlik reformuna ihtiyaç var; doğrudur; ama,
sadece, prim yükseltmek değildir sosyal güvenlik reformu. Bağ-Kur orada
duruyor, o orada duruyor, yine, açık bütçede; ama, bu yetmiyor gibi, zorunlu
tasarruflarda birikmiş olan, ekim itibariyle, 6,2 katrliyon liraydı, buna da el
koydunuz. Ha, madem ki siz, 10 bankaya milyarlarca dolar veriyorsunuz, ilk
önce, bu 6 milyon insanın hakkını verin, hakkını verin, hakkını arıyoruz. (DYP
sıralarından alkışlar) Deprem dediniz, insanların acısından faydalandınız,
deprem vergisi topladınız. Bugün 2 katrilyon diyor Sayın Maliye Bakanı; biz,
daha bundan iki ay, üç ay önce resmî rakamları 2,5 katrilyon biliyorduk; peki,
diyelim ki 2 katrilyon oldu; biliyorsunuz, ayrıca, 300 trilyon da bedelli
askerlikten bir defaya mahsus olarak verildi. Niçin verildi; bu vatandaş,
sağduyusuyla, asil duygusuyla, diğer vatandaşlarının yardımına koşmak için
verdi. Siz, ne yaptınız acı istismarından mada? O vergileri toplayıp nereye
verdiniz? Bankalara mı verdiniz, 10 bankaya mı verdiniz, nereye verdiniz? (DYP
sıralarından alkışlar) Ne kadarı deprem bölgesine gitti? O yetimin hakkını
arıyoruz; oradaki yetimin hakkını arıyorum. Bakın, arkasından vergiler... Sadece, deprem için...
Deprem için; Gelir ve Kurumlar
Vergisine ek vergi, deprem için bunların hepsi. Götürü usulde vergi ödeyene ek
vergi; ücretliye ek vergi, Emlak Vergisine, ev sahibine ek vergi; Motorlu
Taşıtlar Vergisine ek vergi; o yetmedi, cep telefonlarına yüzde 25 ek vergi.
Bunların hepsi deprem için. Ondan sonra, banka çeklerine... Ondan sonra,
Akaryakıt Tüketim Vergisi yüzde 300'den 500'e çıkıyor; hep deprem için. Ne kadarı
gitti depreme, ne kadarı gitti deprem bölgesine, bölgenin kendisine? Siz, acı
istismarı yapıyorsunuz; başka hiçbir şey değil. Netice itibariyle, görülen şey şu ki, çiftçi, belki de
hiç olmadığı kadar zor durumda. Bakın, fakirleşmenin boyutlarını söyleyeyim,
millet için çözümleri de söyleyeceğim. Pancar; bıraktığımız köylü 6 kilogram
pancarla 1 litre mazot alıyordu, bugün 16 kiloyla alamıyor; 16 kilo. Aradaki
farka bakın. Buğday; bıraktığımız Türkiye'de 2 kilogram buğdayla 1 litre mazot
alınıyordu, bugün 4-5 kilogramla alınmıyor. Mısır; bıraktığımız Türkiye'de 1
kilogramla 1 litre mazot alınıyordu, bugün 4-5 kilogramla ancak alınıyor.
Patates; 2,5 kilogramla 1 litre mazot alınıyordu, bugün 6 kilogramla
alınamıyor. Bunlar somut veriler. Nedir bunun anlamı, köylünün
sofrasından 4 ekmekten 2'sini aldınız, 2 ekmekten 1'ini aldınız. Kime verdiniz,
yandaşlarınıza verdiniz, yandaşlarınıza, kayınbiraderlerinize,
kayınvalidelerinize... (DYP sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Soygunculara verdiler. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Ve fındık... Fındık,
Karadenizin en önemli ürünü. Bir tek ürün varsa söz sahibi olacağınız, dünya
fiyatını illâ kabul etmeyeceğiniz; fındıktır. Neden; dünya ticaretinin yüzde
75'i ve üretiminin aşağı yukarı yüzde 80 civarı, fındıkta, Türklerin elindedir,
Türkiye'nin elindedir. Böyle bir ortamda, ne verdiniz; yüzde 7,8'lik bir artış.
O da, sondan, eğer son artıştan itibaren ortaya çıkarılırsa yüzde 3'e kadar da
düşüyor bu. Peki, ne olacak; bıraktığımız Türkiye'de -dolar üzerinden
veriyorduk- 2,25 sente kadar çıkmıştı, dolar üzerinden 1,70'e kadar da
düşürdünüz. Üstelik de, depolar fındık dolu, ihracatı da yapamadınız, döviz
girdisini de getiremediniz Türkiye'ye. Böyle bir Türkiye'yle karşı karşıyayız. Zeytinyağında durum nedir?.. Maliyetinin 1 888 000 lira
olduğunu biliyor musunuz?.. Verdiğiniz nedir; 1 050 000 lira; yüzde 6 artış.
Prim istiyorlar... Şimdi, rekabet edeceği ülkeler kimler; Portekiz, İspanya,
Yunanistan... Eloğlu 120 sent veriyor, siz ne veriyorsunuz belli değil daha,
belki 20 sent verirsiniz; onlar 120 sent, siz 20 sent ve onlar rekabet edecek,
Türk'le rekabet edecek. Her alanda böyle. Tütüne bakın... 1 kilogram tütünle,
bıraktığımız Türkiye'de, 12 litre mazot alınırdı; şimdi, 1 kilogramla 6 litre
alınıyor. Peki, ekmeğe geçelim; 1 kilogram tütünle, bıraktığımız Türkiye'de, 34
ekmek alınırdı; şimdi, 20 ekmek alamıyor tütüncü. Bıraktığımız Türkiye, 1
kilogram tütünle 7 paket sigara alırdı, şimdi 2 paket alamıyor. Ne anlarsınız
siz, benim kınalı kızımın doğum masrafından; ne anlarsınız siz, benim askerden
geri dönen oğlumun düğün masrafından?.. Ne anlarsınız siz... Ne anlarsınız siz!
Sizin haberiniz yok milletten...(DYP sıralarından alkışlar) MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Bir tek siz anlarsınız! TANSU ÇİLLER (Devamla) - Milletten haberiniz yok sizin,
haberiniz yok... (DYP sıralarından alkışlar) Haberiniz yok sizin, hiçbir şeyden haberiniz yok... Siz
ne yaparsınız; siz, banka batırırsınız, sonra, bu milletin hakkını onlara
yedirirsiniz, onlara... (DYP sıralarından alkışlar) Pamuk... Tekstilde 1 200 000 tona ihtiyaç var. Bu,
bizim yerli tekstilimiz için 1 200 000 ton. Bunun, aşağı yukarı 300 000 ton
kadarı ithal edilir, gerisi Türkiye tarafından karşılanır. Pamuk düştü 700 000
tona, üretmiyor millet, niye üretsin. Niye üretmiyor; çünkü, alım fiyatı 380
000, maliyeti 470 000 lira. Şimdi, geçen sene 12 sent prim verdiniz, bu sene onu da
vermeyeceğim 9 sent prim vereceğim diyorsunuz. Verin şu 20 senti, verin bari şu
20 senti şu pamuk üreticilerine... Netice itibariyle, bugün gelinen noktada, yaş üzümün
geçen sene fiyatı daha yüksekti, inmiş; Tekel almıyor kuru üzümü; İran'dan
getirmişsiniz; TARİŞ'in elinde, aşağı yukarı 125 000 ton var. Bütün bunların hepsi bir kargaşa ve bütün bunların
içerisinde tuttunuz, bir çözüm diye, hiç bilmediğiniz bir şeyi uygulamaya
kalktınız. Bakın, çözüm diye dediniz ki "gelecek sene doğrudan gelir
yardımı yapacağız." Siz, şimdi ne yaptınız biliyor musunuz 5 dolar
dönümüne verdiniz. Alın, alın notu da öğrenin, ne yaptığınızı öğrenin; ne
yaptığınızı dahi bilmiyorsunuz, ne yaptığınızın dahi farkında değilsiniz! (DYP
sıralarından alkışlar) Tuttunuz, dönüm başı 5 dolar vereceğim dediniz;
doğrudan gelir yardımı. Peki, şimdi soruyorum: Bu ülkenin sadece 20 dönümle
üretim yapan üreticisinin, çiftçisinin oranı kaçtır; yüzde 40; verdiğiniz
ortalama... (DYP sıralarından "Başbakan gidiyor" sesleri) Tabiî kaçarlar kaçarlar; çünkü, duracak halleri yok!
(DYP sıralarından alkışlar[!], DSP sıralarından gürültüler) Bütün bunların
karşısında kim durabilecek ki, bu rakamların karşısında; bu rakamların hepsi
doğru, bunların hepsi... Siz, netice itibariyle, geleceksiniz, üreticisinin
yüzde 40'ı 20 dönüm ve netice itibariyle 5 dolar vereceksiniz, ortalama 45
dolar ediyor; 50 dolar, almaya kalksa, masraf yapacak. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sadaka veriyorlar! TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şunları da, şu birtakım
yerleri de pilot bölge diye ilan etmişsiniz; onların büyük bir bölümü de
almadı. Nitekim, Adıyaman'da Kahta, elinin tersiyle itti; bize 45 dolara gerek
yok, hiç almam dedi geçti. Şimdi, Avrupa Birliği diyorsunuz, evet Avrupa Birliği..
Şimdi gelelim Avrupa Birliğinin rakamlarına, bakın öğrenin: Avrupa Birliğinde, 2
650 dolar sübvansiyon veriliyor üreticiye; değil sizin öyle 45 dolarınız, 2 650
dolar. Amerika, 4 500 dolar... Ve siz, bu şartlarla, bu milleti onlarla
yarıştıracaksınız; nasıl yapacaksınız bunu?! Haklı rekabet, doğru haklı;
rekabet de, bu haksız rekabet. Sizin elinizle, bu ülkede, tarım tasfiye
ediliyor. Şimdi, ben, milliyetçi geçinen, milliyetçilik deyince mangalda toz
bırakmayan, hiçbir şey bırakmayan, kül bırakmayan o Başbakan Yardımcısına
soruyorum; neredesiniz?.. Neredesiniz?... (DYP sıralarından alkışlar) Sizin
elinizle, bu ülkenin tarımı tasfiye ettiriliyor; tarım tasfiye ettiriliyor dış
dünyaca... Yedi ülkeden biriydik kendi kendine yetişen. Biliyor musunuz ki,
Avrupa Birliğinde, 1999 ile 2006 yılı arasında, apayrı bir program yapıldı?
Farkında mısınız ki, DNA reformunu tarıma geçiriyorlar? Farkında mısınız ki,
teknolojik atılım var? Ne yapıyorsunuz?.. Tarım Bakanlığı MHP'de... Ne yaptınız
yoksulluk için?.. Ne yaptınız tarım kesimi için soruyorum?.. (DYP sıralarından
alkışlar) Neden haberiniz var sizin?!. Neden haberiniz var?!. Neden haberiniz
var?!. NECMİ HOŞVER (Bolu) - Anlamaz onlar Sayın Başkanım!.. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, Avrupa Birliğinde ne
varsa, evet, Türkiye'de o olacak; kıstas o. O zaman, Avrupa Birliği normlarını
elde edelim. Biz, ne yaptığımızı bilmek durumundayız. Türkiye'de de, mutlaka,
bir gıda sanayii kurulmalıdır; DNA reformundan sonra kurulmalıdır. O gıda
sanayiine, yabancı sermaye, yabancı teknoloji,
DNA reformları getirtilmelidir mutlaka ve bunun içerisinde, o üretici
de, mutlaka, ortak kılınmalıdır. Türkiye'nin, turizmden sonra, tekstilden sonra
emek yoğun en önemli meselesi gıda sanayiin, yeni teknolojiyle kurulabilmesi
meselesidir. Şimdi, eğitim diyeceğim ben size, sağlık diyeceğim;
bunları eğitmek lazım, tarım kesiminde bir büyük reform seferberliği lazım,
eğitim seferberliği lazım diyeceğim. Haa, diyeceksiniz ki "Çiller, iyi de,
kaynağı nereden bulacağım?" Bakın, söyleyeyim: Sadece, daha en son katılan
banka değil, sadece, bugün itibariyle, sizin, o batık bankalara verdiğiniz
para, bugün, bir önceki yılın, yani, 2000 yılının bütün eğitim harcamalarını
katlıyor, katlıyor... Haberiniz var mı ondan?!. (DYP sıralarından alkışlar)
Sağlık harcamalarını katlıyor; haberiniz var mı?!. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - O bankaları sen batırmadın mı?!. TANSU ÇİLLER (Devamla) - O batan bankalarla, sadece, 7
000'den fazla, 8 000'e yakın hastane, genel amaçlı hastane, bir 7 000 daha, 1
000 tane araştırma-eğitim okulu, eğitim hastanesi, 35 000 ilköğretim okulu, 3
500 organize sanayi, 7 hidrolik santral, 9 termik santral, 13 doğalgaz
sant-ralı, 7 000 kilometre karayolu, 1615 kilometre otoyol, 11 666 kilometre
demiryolu, 5 000 kilometre ayrıca demiryolu, 300 milyon her memura ek maaş
verilebilir; yaptığınız bu, yaptığınız bu! NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sen 225 000 lira verdin ama... BAŞKAN - Sayın Çiller, 1 dakika efendim. Değerli milletvekilleri, çalışma süremizin dolmasına az
zaman kaldı. Sayın Çiller'in konuşmasının bitimine kadar çalışma süresinin
uzatılmasını oylarınıza sunacağım. Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir efendim. Buyurun Sayın Çiller. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, acaba diyebilir misiniz
"ne yapalım bu bankalar battı; biz ne yapalım" bunu diyebilir
misiniz? Eğer o murakıp raporları önünüze gelip aylarca önce konulduysa, o
murakıp raporlarını, o günün Hazineden sorumlu bakanı görmediyse veya tesadüfen
intihar ettiyse ve ondan sonra oradaki müsteşarlar istifa ettiyse, başbakan
yardımcıları, o murakıp raporlarının başına geçip, bir müddet vekâlet
ettilerse, sonra aylarca o bakanlar, o murakıp raporunu örtbas ettiyse, bu işin
mesulü sizsiniz, bu işin sorumlusu sizsiniz. (DYP sıralarından alkışlar) Bu
hesabı, siz vermek mecburiyetinde kalırsınız. Çünkü, bu milletin, bu fakir
milletin hakkına el koyuyorsunuz; ama, şimdi, burada, tarih önünde bir not
düşüyorum. Tarih önünde bir not düşüyorum; çünkü bu işin milâdı vardır; bu işin
milâdı, o kurulan havuzlardır;o kurulan havuzlara getirilip yatırılan
imkânlardır, onlarla birlikte yapılan milletvekili transferleridir (DYP
sıralarından alkışlar) o milletvekili transferleriyle kurulmuş iktidarlardır.
Milletin iradesinin gasp edilme olayıdır, demokrasiyi tahrip etme
olayıdır...(DYP sıralarından alkışlar) Çünkü, o havuzlara, o imkânları sağlayanlarla
siz işbirlikçi oldunuz, onlar manşetler attı, sizi ayakta tuttu, siz de onları
ayakta tuttunuz! Hepsi belgesiyle hazır... (DYP sıralarından alkışlar) Tarih
önünde sorumluluğu taşıyorsunuz. Bu hesabı size tarih soracak, bu hesabı size
millet soracak, bu hesabı size biz soracağız! (DYP sıralarından alkışlar) Bugünkü duruma gelince; bugünkü durumda, kalktınız
dediniz ki "iki üç dedikoduyla ekonomi çöktü" İki üç dedikoduyla
ekonomi falan çökmedi. Bayağı, yabancılar dışarı çıkmaya başladı; çünkü,
yabancı hesabını bilir, ne yaptığını bilir. Niye çıktı; cari işlemler açığına
2,9 dediniz 10 milyar çıktı. Niye çıktı; enflasyona yüzde 20 dediniz, 40'lara
merdiven dayadı, ihracat yapılamaz hale geldi. Niye çıktı; çünkü, siz
"enflasyonu yüzde 20'de tutacağım" dediniz, kurları yüzde 18,3'te ayarladınız;
bu, birbirinin üstüne örtüşmeyince, bankaların açık bir biçimde zarar edeceği
belli. Yüzde 30'dan, size inanıp almış, neyi almış; Hazinenin kağıdını almış,
yüzde 60'a çıkmış -çıkacak da- ne
oldu; zarar etti. Bu durumda ne yapacak; verdiği bütün kredileri de kapatır.
Bunun, hiç böyle dedikoduyla falan ilgisi yok. Marjinal birtakım etkenleri bir
ana etken haline getirirseniz, meselenin ne olduğunu yine anlamazsınız. Netice itibariyle, şimdi yabancılar, kamu açıklarının
da son derece büyük bir biçimde açıldığını görmekteler. O rakamları da birazdan
teker teker vereceğim. Netice itibariyle, Türkiye, IMF'den yardım isteme
durumuyla karşı karşıya kaldı; S.O.S verircesine, imdat dercesine... IMF hemen
geldi; IMF ne yaptı; IMF programında yapılan şunlar oldu: IMF, 7,5 milyar
dolarlık yeni bir yardım verdi. Bu yeni yardım karşılığında, aynı zamanda,
zaten garantide olan -ki, onu çoktan kaldırmış olmanız lazımdı, bizim geçen
krizde koyduğumuz şeyi dört yıldır kaldırmadınız- mevduatın güvencesini verdi.
Hani mevduata güvence vermek yanlıştı? Ne yaptınız şimdi siz?! Ne yaptınız?! O
yetmedi, bir de bankaların, Türk bankalarının yabancılara açtığı krediye
güvence verdiniz; yani 7,5 milyar dolar. Bakın, ne tesadüf! 7,5 milyar dolar,
Türkiye, Eurobank, dışarı sattı; 7,5 milyar dolar da, IMF, Türkiye'ye verdi ve
dedi ki "o, açtığın dış kredilere de güvence ver." Siz ne yaptınız;
siz, yabancıları kurtardınız. Millete ne yaptınız; millete vergiyi getirip
dayadınız. Bu kadar açık. (DYP sıralarından alkışlar) Ne ekonomiden
anlıyorsunuz ne yaptığınızdan anlıyorsunuz; netice itibariyle, Sayın Başbakan,
önüne konmuş bir kağıdı başladı okumaya; okudu, okudu, okudu ve
"Türkiye'de her şey kontrol altında" dedi. Türkiye'de her şey
kont-rol altında!.. Siz, Temel'in o hikayesini biliyor musunuz? Temel,
pilot, uçakta, yolcular geliyor, kalkıyorlar. Uçak, başlıyor sarsılmaya. Temel,
hemen mikrofonu kapıyor, diyor ki "kaptan pilotunuz Temel, her şey kontrol
altında." Derken, sağ motor başlıyor
yanmaya. Herkes, panik, ayağa kalkıyor. Temel, hemen mikrofonu kapıyor, diyor
ki "merak etmeyin, endişe etmeyin, oturun yerinize, her şey kontrol
altında." Derken, sol motor yanıyor. Yine, Temel, mikrofonu kapıyor
"kaptanınız Temel, her şey kontrol altında." Tabiî, ne olacak; uçak,
hızla aşağıya inmeye başlıyor. Nihayet, yine, Temel, mikrofonu kapıyor
"kaptanınız Temel, Eşhedü en la ilahe illallah..." (DYP sıralarından
alkışlar) Sizin haliniz bu. Öyle, önüne verilen kâğıdı okumakla ekonomiden
anlar bir duruma gelinmez, söyleyelim. (DYP sıralarından alkışlar) Gelmez,
gelinmez öyle. Kontrol da edilmez. Neyi yaptığınızın farkında olduğunuz da
belli değil; ama, netice itibariyle, şimdi açıklıyorsunuz. Diyorsunuz ki
"her şey aynen devam edecek, programa devam." Siz demiyorsunuz da,
zaten siyaset bürokrasinin emrinde; eh, onlar diyorsa, siz de yapacaksınız
tabiî. Onlar diyor ki "her şey aynen devam edecek." İyi, peki, hadi
bakalım, şimdi cevabı verin. Şimdi, içborç yapılacak. Ben, sadece birkaç rakamı
söyleyeyim: 6,4 katrilyon lira şubatta, mayısta 8,2 katrilyon lira, haziranda 8
katrilyon lira; böyle gidiyor. Nereden bulacaksınız bu parayı siz? Hangi
faizden bulacaksınız? Size kim verecek? Bir Demirbank, yeni fona devredildi.
Siz, özelleştirme değil, devletleştirme yapıyorsunuz (DYP sıralarından
alkışlar) ve farkında değilsiniz; siz, ilk önce soyguna ortaklık ediyorsunuz,
ondan sonra da piyasa ekonomisinin güven unsuruna oturduğunu fark etmeden,
insanları kelepçelerle götürüyorsunuz. Piyasa ekonomisi çok büyük hassas dengeler ister; ama,
tabiî, bir Başbakan Yardımcısı susu-yor. Niyeymiş; orta sağa talipmiş! Orta
sağa talip olmak, milletin hakkını aramak demek, milletin hakkını vermek demek
(DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) piyasa ekonomisinden
anlamak demek, liberalizmden anlamak demek, onların haklarını müdafaa etmek
demek. Nasıl ödeyeceksiniz bunları? Derken, bu içborç... Peki,
bu kur politikasıyla, yüzde 10, enflasyon yüzde 40, siz, nasıl ihracat
yapacaksınız? Nasıl yapacaksınız bu rakamlarla? Bunu devam ettireceğiz diye
övünüyorsunuz. Bankalar ne olacak, başka bankalar? Hadi dışarıdakileri
kurtardınız; 7,5 milyar dolar verdi. Ne kadar açık pozisyon bu ülkenin diğer
bankalarında biliyor musunuz siz; 15 milyar dolar. Biliyor musunuz?..
Bilmezsiniz tabiî. Sizin bir tek bildiğiniz var; aman, şu manşetler bize göre
çıksın. Başka hiçbir bildiğiniz yok. Şimdi, sanayie bunun sirayet etmeyeceği nereden malum?
42 milyar dolar döviz tevdiat hesabı... Bu millet, o faizler düşünce dövize
gitmeyecek mi? Neden duruyor şu anda Türk Lirasında? Bu, yüzde 100 000'lerle,
yüzde bilmem 1 900'lerle... Bankalar arası faiz yüzde 19 000. Böyle bir şeyi
Türkiye yaşamadı. Bankalar arası faiz
yüzde 19 000!.. Bütün bunlarla, diyorsunuz ki... Çözüme bak şimdi; diyor ki:
"Program aynen devam edecek." Netice itibariyle, milleti
fakirleştirmeye devam ediyorsunuz ve bakın, çözümünüz arkasından geliyor. Bütün
bunları bir yerden alacaksınız; yepyeni vergiler. Okuyorum şimdi: Kira
gelirlerinden alınan stopaj devam -aynen deprem vergisindeki gibi- tahvil ve
bonolarda devam -sanki deprem var tekrar ülkede- TL ve döviz mevduat
faizlerinden aynen devam, deprem vergileri aynen devam edecek, Katma Değer
Vergisi hem devam edecek, hem de artacak -yüzde 8 olanlar yüzde 17'ye, yüzde 17
olanlar da aşağı yukarı yüzde 25'e çıkacak- yetmiyormuş gibi, elektrikte
herkesten kelle vergisi alınacak, Emlak Vergisi artırılacak, Motorlu Taşıtlar
Vergisi, Damga Vergisi artırılacak, Taşıt Alım Vergisi yüzde 60 artacak,
Motorlu Taşıtlar Vergisi yüzde 75 artacak; o yetmeyecek, bütün harçlar yüzde
212 artacak; o yetmeyecek, özel işlem vergileri yüzde 100 artırılacak; trafik
tescil, otomobil, traktör sürücü belgesi, ağır vasıta, bütün bunların hepsinin
harçları yüzde 212 artacak; özel işlem vergileri, vergi dairesi ve belediyeye
verilen beyanname, SSK primleri yüzde 100 artacak; keza, motorlu taşıt kayıt,
tescil ve devirleri yüzde 100; spor toto, at yarışları, silah taşıma, kara
avcılığı, iç hat uçak biletleri, cep telefonu, bunların hepsi yüzde 100
artacak. Evet, sizin çözümünüz, ortaya getirdiğiniz çözüm bu. Dört yıldır, Türkiye'de, nelerin yanlış olduğunu
söylüyoruz. Bütün bunların karşılığında ne yapıldı biliyor musunuz; o IMF krizi
ve IMF'nin 7,5 milyar doları bütün dış kaynaklı kredileri kapatmak için
verildiğinde; manşetleri söylüyorum şimdi, manşetler şunlar: "Pupa Yelken
Gidiyoruz" , "Tarihî Başarı..." Bu, tarihî başarı değil, tarihî
soygun! Bu, tarihî başarı değil, tarihî başarısızlık! (DYP sıralarından
alkışlar) Evet, pupa yelken gidiyor, birileri gidiyor, birkaç tane banka sahibi
gidiyor; ama, bu ülkenin insanlarının ne halde olduğu açık ve artık, yetti
diyorum!.. Yetti bu medyanın yaptığı siz işbirlikçilerle! (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Hiçbir dönem, Türkiye böylesine aldatılmadı,
böylesine kandırılmadı! Her gün bir manşet, her gün bir kandırmaca!.. Böyle,
bize koyduğunuz ambargo, öyle, bize konulan ambargo değildir, demokrasiye
konulan ambargodur, milletin hakkına konulan ambargodur. (DYP sıralarından alkışlar)
Sonra dönüp yazacaksın "muhalefet yok..." Muhalefet, bu kürsüde
olduğu gibi, her yerde var. Manşetlerde "yok..." Çünkü, bilgi
verilmiyor; her gün yanlış yönlendirme... Neden; çünkü, ortakçısınız; çünkü,
onlarla işbirlikçisiniz. NECMİ HOŞVER (Bolu) - Devlet ihaleleri hep onlara
veriliyor. TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, gelelim bugünün
bütçesine... Bu bütçeyi konuşmaya dahi gerek yok. Bakın, enflasyonu
belirleyecek olan kamu açıklarıdır, bütçe açıkları değil. Ben, size, o
açıkların bugün itibariyle ne hale getirildiğini söyleyeyim: Konsolide bütçe
açığı, hiç, okyanusta bir damla; onunla ne başlayın ne bitirin, enflasyon
onunla katiyen kontrol altına alınmaz; kamu açıklarıdır mesele. İşletmeci
KİT'ler ve özelleştirmedekiler 3 katrilyon... Onun dışında olanlardan
bazılarını okuyorum: Kamu bankaları görev zararları, fona devredilenler, hazine
garantileri, kur farkları, tarım satış kooperatifleri, hepsi, 43,2 katrilyon.
Bu, millî gelirin yüzde 35'i eder. Türkiye böyle bir şey yaşamadı cumhuriyet
tarihinde; yok böyle bir olay. Siz, bununla mı enflasyonu gelecek sene yüzde
10'da tutacaksınız?!.. Mümkün mü bu?! O yüzde 10 ne biliyor musunuz; sizin,
sadece, ücretliye vermek için ortaya koyduğunuz referans noktası, başka hiçbir
şey değil. (DYP sıralarından alkışlar) Bu bütçe bitmiştir; konuşmaya, üzerinde durmaya dahi
gerek yok; çünkü, açıkça görülüyor ki, siz, yüzde 30-35'ten faizi
hesaplamışsınız; eğer yüzde 50-60'lara düşürürseniz faizi, ne mutlu size.
Bununla yapılan bütün hesaplar bugünden çökmüştür; yok öyle bir olay.
Dolayısıyla, bu konuda konuşmayı abesle iştigal addediyorum. Bütün bunlardan sonra size IMF yazdırıyor; çözüm;
PTT'yi satın, Telekomu satın... Peki, PTT'nin T'sini satmayı, biz, size ta on
yıl önce söylemedik mi, CHP ile yaptığımız koalisyonda?.. O zaman,
telekomünikasyonun değeri 40 milyar dolardı, Türkiye'nin içborcu 20 milyar
dolardı. Sayın Ecevit, Sayın Yılmaz, o zaman, MHP, bir araya getirip, bunu
Anayasa Mahkemesine götürmediniz mi, bunu bozdurmadınız mı?! (DYP sıralarından
alkışlar) Bizim millî egemenliğimiz... (MHP sıralarından "On sene önce MHP
var mıydı" sesleri) Evet, evet.. O zaman MHP de onun içindeydi. Oradaki
sıradakilerin bir kısmı orada değildi; ama, MHP onun içindeydi ve o zaman 40
milyar dolar değer biçilmiş, 20 milyar dolar, Türkiye'nin içborcu; ne enflasyonu
kalacak ne fakirlik kalacak Türkiye'de, ne bu millete, böyle, memura bu türlü
para verilecek : Bunları, gittiniz, Anayasa Mahkemesinde bozdurdunuz. Şimdi,
değeri düştü 10 milyar dolara. Satacaksınız yüzde 33'ünü, alacaksınız 3 milyar
dolar. Nerede 40 milyar doların yarısı 20 milyar dolar, nerede şimdiki durum!..
Kim verecek bunun hesabını, soruyorum; bu milletin hakkının hesabını kim
verecek?! Kim verecek?! (DYP sıralarından alkışlar) Bu işin çözümü; ciddî bir revizyon yapmak lazım. Hemen,
bu, contingency linea geçmek lazım IMF'de. Böyle special reserve facilities
falan değil, yanlış bu. Tıpkı Arjantin'de olduğu gibi. Arjantin'e 30 milyar
dolar verildi. Ödemeler dengesinde kriz var Türkiye'nin. Bu yoldan gitmek
lazım, derhal bir revizyona gitmek lazım. Yetmiyor -yapısal önlemler de son
derece önemli- tarım tasfiye ettiriliyor. Ciddî bir reform... Teknoloji ve
özellikle DNA reformunu mutlaka tarıma taşımak lazım ve kamu açığı üzerinde
durmak lazım. Ankara'yı küçültün. Kamu açığı... Bütçeyi unutun. Bütçe,
okyanusta bir damla. Netice itibariyle, liberal bir demokrasi ve liberal bir
ekonomi, dışa açılan bir ekonomi... Bakın, buradan söylüyorum: Şu bilmeyenler
gitsin, bilenler gelsin, altı ayda Türkiye doğru yöne yönlenir! Doğru yöne
yönlenir! (DYP sıralarından alkışlar) Ekonomi de doğru yöne yönlenir. Çünkü,
yaptığınız her şey, daha fenaya götürüyor Türkiye'yi. Af yasası... Af, elbette, sizin için kamu vicdanında
resmen mahkûm olduğunuz bir konu haline geldi, söyleyeyim. Cambaza bak gibi,
her iki dakikada bir getiriyorsunuz. Deprem oluyor, af; ekonomide deprem
oluyor, af ve netice itibariyle, görülen şey şu ki, şimdi de cezaevleri çok
kötü durumda, baskı var, onun için... Bakın, söyleyeyim; cezaevleri, bizim yaptığımız o büyük
terör mücadelesindeki zamandan dahi kötü; o zaman, her zaman cezaevlerinde
sıkıntı olmuştur; ama, o günden dahi kötü; ki, o gün, terörün göbeğindeyiz,
göbeğindeyiz; her gün, akınla insan hapishanelere taşınıyor; o günden bile
kötü. Hiçbir dönemde, böyle, mahkûmlar diğerlerini rehin alacaklar, günlerce
işkence yapacaklar, ondan sonra, kanlarıyla yazacaklar, o kanlı cesetleri
görevlilerin üzerine, bahçeye fırlatıp atacaklar; böyle şeyleri Türkiye
görmedi. Dünyanın hiçbir medenî ülkesi görmedi. Siz, bunları yaşattınız.
Bunları yaşatırken görevlileriniz neredeydi, biliyor musunuz, o cezaevi
görevlileri; sokaklarda yürüyordu, basın toplantısı yapıyordu, biz bu maaşla
geçinemiyoruz diye. Bunların hepsini Türkiye yaşadı, hepsini yaşadı. Netice itibariyle, bugün, iş var mı, yok mu; eğitimi
var mı, yok mu; onca insan sokakta. Siz, hapishanelerde kontrol edemediniz
onları, dışarıda nasıl edeceksiniz?!. (DYP sıralarından alkışlar) Herkese
merhamet gösteriyorsunuz; o mağdurlara kim merhamet gösterecek?! Bayramda
sevindireceksiniz... Peki, bayramda mezarları ziyaret edecek vatandaşları kim
sevindirecek?! Kim sevindirecek?! (DYP sıralarından alkışlar) Af böyle olmaz. Af, bir büyük adalet reformuyla olur,
bir büyük liberalizasyon hamlesiyle olur; her şeyi ele alırsınız, bir sosyal
dönüşüm paketiyle birlikte olur. Sizin yaptığınız, pazarlık; başka hiçbir şey değil.
Oturuyorsunuz, karşılıklı olarak, sen beni kurtar, ben senin çeteni kurtarayım,
ben senin adamını kurtarayım, ben senin soyguncunu kurtarayım... Günlerce bunun
pazarlığını duyuyoruz; günlerce yazılıyor, çiziliyor ve netice itibariyle,
emniyeti kötüye kullananlar afta; görevini ihmal edenler afta, trafik suçluları
afta, deprem müteahhitleri afta, depremde birtakım binalara yanlış ruhsat
verenler afta. Şimdi, hafızaları tazeleyin. Ne yapmak istiyorsunuz
siz? Bir dönem, bir başbakan suçüstü yakalandı! Suçüstü yakalandı! Bir bankayla
pazarlık yaparken yakalandı. Onun için, itiraf da etti ben bu pazarlığı
yapıyorum diye. O banka, sonra fona alındı, devletleştirildi. O bankanın
sahibi, şimdi yargı önünde; ama, pazarlığın öbür tarafındaki başbakanın
hükümeti düşürüldü, şimdi başbakan yardımcısı. Siz, onu da mı kurtarmak
istiyorsunuz; mesele bu mu?! Bu mu mesele?! Bu mu mesele?! (DYP sıralarından
alkışlar) Bir kere, hiç olmazsa, bu affı reddetme imkânını
getirin dedik, defalarca dedik. Hiç olmazsa, affı reddetme imkânı gelsin. Ama,
eşitsizlik ilkesinden bu bozulabilir. Bakın söylüyorum; Anayasa Mahkemesi,
eşitsizlik ilkesinden bunu bozabilir; bütün o istisnaların hepsi dışarı
çıkabilir ve o zaman, Türkiye'de, tıpkı 1970'lerde Ecevit döneminde olduğu
gibi, tıpkı 1991'de olduğu gibi istisnalar da af kapsamına girebilir ve
nihayet, bakın, bugün, bir terörist başının mahkemesindeki savcı açıkça diyor
ki: "Bizzat Apo'nun kendisi, bu af kapsamı içerisinde, bundan yararlanacak
noktaya gelebilir." Yapmak istediğiniz bu mu?.. Peki, Başbakan Yardımcısı şimdi niye susuyor?.. Niye
susuyor?.. Siz, galiba, uyumlu olmayı teslim olmakla aynı anlama geliyor
zannettiniz. (DYP sıralarından alkışlar) Galiba öyle zannettiniz... Öyle
zannettiniz... Ve dışpolitika... Dışpolitika inanılmaz bir durumda.
Bir büyük irade eksikliği... Kafkaslarda Türkiye yok artık. Çeçenler kan
ağlıyor, karda kışta onur ve haysiyet mücadelesi yapıyorlar. Daha 1994-1995'te
o Çeçenler, Sovyet Rusya'nın Devlet Başkanı ve Başbakanıyla iki ayrı devlet
gibi konuştu, iki ayrı devlet gibi karşılandı. Onlar kendi kendine olmuyordu.
Şimdi ne oluyor; şimdi tümüyle boş... Hani Şeyh Şamil kardeşinizdi?!. Hani?!. Hani ninnilerle
büyüttünüz o bebekleri?!. (DYP sıralarından alkışlar) Milleti de aynı şekilde
uyutarak bu noktalara kadar getirdiniz. Yetmiyor... Siz, hiç Azerbaycan'a gittiniz mi, o kaçkınların halini
gördünüz mü?.. Felaket durumda. Nerede, hani milliyetçi Başbakan? Doğu
Türkistanlılar yıllardır komünizm baskısı altında. Bunu çok beğendiğiniz için
mi Çin Devlet Başkanına resmî devlet nişanı verdiniz? Çok mu memnunsunuz
bundan?! Çok mu memnunsunuz?! (DYP sıralarından alkışlar) Putin, Ortaasya'ya el koydu; farkında mısınız? Yeniden
el koydu. Kazakistan'a, Kırgızistan'a gitti, tek ordu, tek para anlaşmaları
imzalandı. Diğer bütün Türk cumhuriyetleri de şimdilik bunun dışında olduğunu
söylediler. NECMİ HOŞVER (Bolu) - Onları anlamazlar Sayın Genel
Başkanım... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şu kadere bakın, şu kadere!..
Şu Turan türküleriyle yeri göğe katanların iktidarı sırasında şu kadere bak!..
Bütün Türkiye'nin yıllardır rüyasını kurduğu o büyük olay, o büyük tarihî olay,
şimdi, Türk cumhuriyetlerinin yeniden Rusya'nın güdümüne girmesiyle
sonuçlanıyor ve o türküleri tutanlar bugün iktidarda. Şu kadere bak!.. Şu
kadere bak!.. (DYP sıralarından alkışlar) Irak'ta boşluk... Hiç girmeyeceğim; çünkü, yazık. Bir
Ankara Anlaşmasıyla o Barzani'yi, Talabani'yi buraya getirmişiz, Türkmenleri
buraya getirmişiz. Türkiye'nin Ankarasında, başkentinde... İngiltere gelmiş,
Amerika gelmiş, anlaşmalar imzalanıyor; oradan, bir boşluğa... Şarm-el-Şeik... İnanılacak şey değil. Bir
Filistin-İsrail birbirine kapışmış, bütün dünya, nihayet, Şarm-el-Şeik'te bir
araya geliyor; İsrail var, Filistin var, Ürdün var, Mısır var; ama, Türkiye'nin
Dışişleri Bakanı bile yok orada; yok orada, yoksunuz... Türkiye bunları hak
etmiyor; söyleyeyim. Ermeni soykırımı, her gün bir yerden patlak veriyor.
İlkönce Fransa, İtalya, Vatikan... "Aman, önemli, bunun üstüne
eğilin" diyoruz. Morillion raporları çıkıyor. "Morillion raporlarında
hiçbir şey olmaz" deniyor. Bunun içine giriyor Ermeni soykırımı.
Yetmiyor... Fransız Başbakanı Jospin, Cezair'deki katliama ilişkin bir önerge
veriliyor, diyor ki, benim ülkemde olunca, bunu tarihçilere bırakalım;ama, bize
gelince, görülüyor ki, ses, yine çıkmıyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Çiller, süreniz doldu; eksüre verdim;
toparlayın lütfen efendim... TANSU ÇİLLER (Devamla) - Kıbrıs raporu... Kıbrıs
raporunda, aynen, o tepki, gösterdiğiniz her şey var. Kıbrıs raporunda deniyor
ki "buradaki Türk askeri işgalci." Sonra aynı şey, aynı ruh, aşağı
yukarı, bundan sonraki etaplarda, katılım ortaklığında çıkınca "vay,
Kıbrıs'a sen bunu söyledin mi; ben, Kıbrıs'ı çekiyorum." Helsinki ruhu
bizim için aykırıydı; Helsinki ruhu için, Kıbrıs'ta ve özellikle Yunanistan'la
ilişkilerde Sayın Başbakan mektup yazmıştı; hani onun gereği yapılacaktı? Onun
gereği yapılmadı. Aynen katılım ortaklığına yansıdı o. Bu defa, hayır, ben,
bunu kabul etmem; ben, Kıbrıs'tan çekiliyorum... Endişem var. Bakın, endişem
var. Bir büyük devlet, böyle, zikzak çizmez. Avrupa Birliği bir medeniyet
projesidir, bir demokrasi projesidir. Siz beceriksizliğiniz sonucunda,
Türkiye'yi böyle bir projeden, böyle bir hedeften mahrum edersiniz; ondan
endişe edi-yorum. Nihayet Nice'e gittiniz. Nice giderken ne değişti?..
İşte, aynı anlaşma. Kıbrıs, bir yıllık siyasî kriterlerin içinde. Ne değişti?..
Oraya resim çektirmeye gittiniz; o resmi bile çektiremeden, onu bile
beceremeden döndünüz. (DYP sıralarından alkışlar) Netice itibariyle, Avrupa Birliğinde yokuz. Avrupa
Birliğini, o bıraktığımız Türkiye'den... Biz, Türkiye'yi gümrük birliğine
sokarken, bütün Balkan ülkelerinin önüne geçirdik Türkiye'yi. Polonya, Çek
Cumhuriyeti, Bulgaristan dahil olmak üzere 27 ülke... Bundan sonra, 2010 yılına
kadar, bir genişleme süreci içinde, aday adaylarından bir tek Türkiye yok. On
yıl içinde yok Avrupa'da, sesi çıkmayacak Türkiye'nin. Oysa, Türkiye bir büyük
devlettir, Avrupa'ya vereceği çok şeyi vardır; bir büyük tarihi vardır, bir
büyük coğrafyası vardır. On yıl, Türkiye'nin, Avrupa'nın gelişmesine katacağı
hiçbir şey yok mu?! Bir tek Türkiye dışarıda. Bulgaristan içinde, herkes
içinde; bir tek Türkiye dışarıda. Hani, 2003 yılında Türkiye girecekti?!
Nerede?! Bırak onu, genişleme sürecinin içinde on yılda dahi yok. Evet, görülen şey şu ki, Türkiye, bugün getirilen
noktasıyla bir hasta adam görüntüsündedir, hasta adam ve bu görüntü,
Türkiye'nin hak ettiği bir görüntü değildir. Bizim bıraktığımız Türkiye'de,
gümrük birliğinde, Türkiye'yi, en büyük filosu olan Türkiye... Bakın, kimler
arasında; Polonya, Macaristan, Litvanya, Slovakya, Romanya, Bulgaristan, Çek
Cumhuriyetinin tümünden fazla büyük deniz filosu, tümünden büyük turizmi,
tümünden büyük öğrenci sayısı, bütün üniversitelerinde, tümünden daha fazla
bilgisayar kullanımı; yani, laptop'lar, her kişinin bilgisayarı. Bütün
bunlardan başka, o yetmiyor, Türkiye, en fazla, onların hepsini ikiye katlayan
çimento sanayiindeki üretimi, hafif beyaz ürünlerdeki üretimi, hepsini aşmış ve
Türkiye, en hızlı büyüyen, en fazla yatırım yapan... Türkiye, bugün, en hızlı
küçülen, yatırımı en hızlı küçülen bir ülke konumuna geldi. Millet umutsuz;
ama, buradan sesleniyorum, umutsuz olmasın; hepsinin çözümü vardır. Bu çözümü
bilenler getirirler. Türkiye, bir büyük devlet gibi Avrupa Birliğine
girecektir, hakkını araya araya girecektir, gereğini önceden yaparak
girecektir. Demokrasi diyorsunuz; ne yaptınız dört yıldır demokrasi adına, ne
yaptınız, sadece konuşmaktan maada, ayıbınızı örtmekten maada?! Bütün bunları
başararak girecektir. Türkiye, bunu gümrük birliğinde yaptı, yine yapar ve
Türkiye, hak arayarak girecektir; ekonomisi için de hak arayacak, demokrasisi
için de hak arayacak. Onun için, muhalefet olarak, milletin avukatlığını
yapmaya devam edeceğiz, hak aramaya devam edeceğiz; tam demokrasiyi bulana
kadar devam edeceğiz; yeniden bu ülkenin ekonomisini ayağa kaldırana kadar da
milletin hakkını arayacağız; çünkü, siyaset, susanların ve susturulmuşların işi
değildir. Hepinize saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, ayakta alkışlar; FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Çiller'e teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, alınmış karara göre, saat
14.00'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati
: 13.22 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati
: 14.00 BAŞKAN : Ömer
İZGİ KÂTİP ÜYELER
:Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMiSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1. – 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/764) (S.Sayısı:552) (Devam) 2. – 1999 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi İle 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740, 3/642) ( S. Sayısı : 554) (Devam) 3. – 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S. Sayısı :553)
(Devam) 4. – 1999 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi İle 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S.
Sayısı: 555) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerinde. Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Genel
Başkan Sayın Recai Kutan'dadır. Buyurun Sayın Kutan. (FP sıralarından ayakta alkışlar) FP GRUBU ADINA MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Sayın
Başkan, muhterem milletvekilleri; sizleri ve televizyonları başında bu
müzakereleri takip eden aziz milletimizi şahsım ve Fazilet Partisi Grubu adına
saygıyla selamlıyorum, mübarek ramazanlarınızı da tebrik ediyorum. Değerli milletvekilleri, işbaşında bulunan 57 nci
hükümetin 2001 yılı bütçesini müzakere edi-yoruz. Bizim yarım yüzyıllık
demokrasi tarihimizde ve Meclis çalışmalarımızda, bütçe müzake-relerinin özel
bir yeri ve önemi vardır; çünkü, bu müzakereler vesilesiyle, yalnız bütçe
rakamları değil, bütçenin hedefleri değil, Türkiye konuşulmaktadır, dünya
konuşulmaktadır, siyasetin muhasebesi yapılmaktadır. Bu bütçe vesilesiyle de,
hükümetin icraatlarını değerlendireceğiz. Ne dediler, ne vaat ettiler, ne
yaptılar, millete ne verdiler, başkalarına ne verdiler, onu ortaya koyacağız bu
hükümetin hangi kesimin hükümeti olduğunu sorgulayacağız ve bu hükümete bir
karne vereceğiz; çünkü, bütçe dönemleri, hükümetlerin karne dönemleridir. Bütçe
müzakeresinde, bu defa, sadece bütçe hesabını değil, devlet, siyaset, tarih,
kültür, gelişme ve değişme açısından daha derin, daha köklü, daha kalıcı bir
değerlendirme yapmalıyız. Komplekssiz, soğukkanlı, gerçeklere sırt çevirerek
değil onlarla yüz yüze gelerek, ideolojinin dar kalıplarından sıyrılarak, aklın
ve bilginin ışığında bu muhasebe işlemi yapılmazsa, korkarım ki, içinde
bulunduğumuz yeni yüzyıl, bize bir şey ifade etmeyecektir. Bütün bunları yapacağız da, keşke, ortada başarılı bir
hükümet olsaydı, onun imzasını taşıyan bir belge olsaydı. Biz, bu konuları, bir
evvelki yılda da konuştuk, söyledik. Mecliste sayısal çoğunluğu olan, ama,
siyasal ağırlığı olmayan, özgül ağırlığı bulunmayan bir siyasî heyet işbaşında.
(FP sıralarından alkışlar) Bu hükümetin, hiçbir konuya yeterli ilgisi de yok,
bilgisi de yok, hiçbir olaya hâkimiyeti de yok; bütçe diye getirdiği şey,
âdeta, iflas etmiş bir şirketin tasfiye raporu gibi. (FP sıralarından alkışlar)
Bütçenin adı var, kendisi yok; çünkü, bu bütçeyi hükümet hazırlamadı. Düyuni
Umumiyenin hazırladığı, yani, IMF'nin hazırladığı, eline tutuşturduğu metni
anayasal zorunluluk sebebiyle, bizzarur Meclise getirdiler. Biz, şimdi, onu
konuşuyoruz; çünkü, Türkiye'nin tabldotunu onlar hazırlıyor, ne yiyip, ne
içeceğimize, neyi ne zaman, nasıl, neden yapacağımıza hükümet değil, onlar
karar veriyor. Hal böyle olunca, tarihi bir tespit yapmamız gerekiyor. Bu
hükümet sayesinde çarşıda, pazarda, mutfakta, faizde, repoda, vurgunda,
soygunda velhâsıl ekonomide enflasyon; millî iradede, hukukta, demokraside
yüksek bir devalüasyon yaşanıyor. İşte, bu hükümetin en büyük başarısı da
budur; bununla, elbette, övünmektedirler. Bu hükümetin yüksek dirayetiyle,
arsızın güçlü, haklının suçlu olduğu bir ülkede yaşar hale geldik. Hükümetin
çevresindekilere bir bakın, onlara destek verenlere, arkasında duranlara bir
bakın, körü badem gözlü yapanlara bir bakın, kimin değirmenine su taşıdıklarına
bir bakın, söylediklerimi daha iyi anlayacaksınız. (FP sıralarından alkışlar) Bu hükümetin en başarılı icraatları olarak, maalesef,
iki şey gündemdedir; bunlardan biri rüşvet ve diğeri işret. Milletin anasını da
bu iki şey ağlatıyor; çekilen sıkıntı bundandır, akan gözyaşları bundandır.
Piyasa arsızlardan geçilmiyor. En büyük arsızlık, maalesef, siyasette
yaşananlardır. Halen, soyguncuların siyasî uzantıları aramızda dolaşmakta;
belki milletvekili, belki bir bakan. Hükümet, bundan rahatsızlık duymuyor.
Bürokratik kimlik taşıyanlar; belki müsteşar, belki genel müdür, belki murakıp;
onlar himaye görüyor. Belki de gazete patronu, belki de hükümetin borçlu olduğu
insanlar... Baksanıza, ya dışarı kaçıyorlar ya da çay içmeye karakola bile
çağırılamıyorlar. (FP sıralarından alkışlar) Onların, yatları var, özel
uçakları var, saltanatları var; onlar aynen devam ediyor; çünkü, onlar, bu
hükümetin himayeye mazhar gördüğü hatırlı zevattır. Onun için "hükümet
başarılıdır" diye manşetler atılıyor "Türkiye düzlüğe çıktı"
diye yazılar yazılıyor, programlar yapılıyor. Ne yapalım, hırsız evden olunca,
bulunması da müşkül oluyor. (FP sıralarından alkışlar) Onun için, güneşi
balçıkla sıvamaya kalkıyorlar. Bilmiyorlar ki, arpa samanıyla, kömür de dumanıyla
tezahür eder. Bu manşetleri atanlar, hayalî başarıları millete yutturmaya
çalışanlar, boş yere, arpa unundan muhallebi yapmaya çabalıyorlar; gerçekler
ortaya çıkmasın diye, toplumu bir korku ve açlık tüneline hapsediyorlar, sanal
tehditlerle millete baskı ve zulüm yapıyorlar; Mc Carthy'ciliği hükümet
felsefesi, jurnalciliği, müzevirliği hükümet icraatı olarak takdim ediyorlar.
Kıyım kanunları bunun için çıkarılıyor, Anayasa bunun için çiğneniyor;
günlerce, bu ülkenin insanları, gerilimler, bunalımlar, krizler içinde bir
hayat sürmeye mecbur bırakılıyor. Onun için, devlet gücü dışa yöneleceğine, içe
yönleniyor; Ermeni lobisi ne yapıyor, Rum lobisi nasıl çalışıyor diye merak
edileceğine, insanların harimi ismetine girip, hangi müziği dinliyor, evde kim,
nasıl oturu-yor, hangi çorabı, hangi pijamayı giyiyor diye araştırılıyor. (FP
ve DYP sıralarından alkışlar) Sonra da, çıkıp diyorlar ki, bu ülkede hukuk var,
özel hayatın gizliliği var, anayasal haklar var, yargı bağımsızlığı var... Bugün, muhterem arkadaşlarım, İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesinin kabulünün 52 nci yılı. Böyle bir yıldönümünde Türkiye'de görülen
utandırıcı manzara ise, maalesef, şu: Siyasetçi ve aydınlara, sırf
düşüncesinden dolayı mahkûmiyet, din ve vicdan özgürlüğü ihlalleri, memurlara
fişleme ve kıyım, karakollarda dayak ve işkence, cezaevlerinde ise çete
katliamları ve ölüm oruçları... Değerli milletvekilleri, Türkiye'de ve Türkiye'nin dış
ilişkilerinde çok önemli sıkıntıların yaşandığı ve gelişmelerin olduğu bir
dönemde 2001 yılı bütçesini görüşüyoruz. Bu bütçe müza-kereleri dolayısıyla,
Türkiye Büyük Millet Meclisine ve esas olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin
sahibi aziz milletimize şu hatırlatmayı yapmak, sanırım vazifemizdir: Meclis
niçin önemlidir, bu Meclis için bütçenin anlamı nedir? Sıkça ifade edildiği ve herkesin hatta iktidar
partileri de dahil olmak üzere, diliyle de olsa, kabul ettiği şekliyle, demokrasilerde
Meclis, millet iradesinin siyasal kararlara dönüştüğü kurumdur; yani, millî
egemenliğin temsilcisidir. Bir büyük kurtuluş savaşının ardından zamanın emperyal
güçlerine karşı, destansı bir şahlanışla kazanılan millî istiklalimizin
ardından egemenliği elinde bulunduran yegâne kuvvet Türkiye Büyük Millet
Meclisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu egemenlik hakkını, kendisinden
başka hiçbir güce; ama, hiçbir güce, hele
uluslararası yabancı bir güce devredemez. (FP sıralarından alkışlar) Bütçe ise, milletin parasının milletçe denetlenmesinin
adıdır. Bu anlamda bütçe yapma yetkisi, egemenlik hakkının ayrılmaz bir
parçasıdır; ne esasen, ne şeklen, kısmen de olsa devredilemez, başkalarına
aktarılamaz. Bu hatırlatmayı yapmamızın sebebi, önümüze gelen 2001 yılı
bütçesinin, 57 nci cumhuriyet hükümetinin bütçesi değil; artık günümüzde, çoğu
ülkenin ciddiye almadığı, modası geçmiş bir uluslararası kurum olan ve ne yazık
ki, bu hükümet sayesinde ülkemizde stajyer elemanlarına tecrübe kazandıran
IMF'in bütçesi olduğudur. (FP sıralarından alkışlar) Bu bütçe Sayın Ecevit
Hükümetinin bütçesi değil, Cottarelli ekibinin bütçesidir. Muhterem arkadaşlarım, Yüce Meclisimizin önünde,
bütçenin dışında, çok yoğun ve çok yüklü bir gündem var. Bütçenin hemen
ardından, milletimizin yıllardan beri hasretle beklediği çok önemli bazı
yasaları da ele almak mecburiyetindeyiz. Peşinen ifade edeyim ki, biz Fazilet
Partisi Grubu olarak, Meclis çalışmalarında, hukuka uygun, milletimizin hayrına
her teklife, her çalışmaya destek olduk, bundan böyle de destek vermeye devam
edeceğiz; ancak, koalisyon ortağı partilerin, nasıl olsa bizim 350 blok oyumuz
var, her istediğimizi, hatta, hukuka, Anayasaya uygun olmasa da Meclisten
geçiririz gibi yanlış bir anlayışı terk etmelerini de beklemekteyiz. Milletimiz, bu önümüzdeki dönemde, çok önem verdikleri
bazı yasaların, öncelikle demokratikleşme, özgürlükler, insan hakları ve hukuk
devleti tatbikatı, yerel yönetimler, yolsuzluklarla mücadele, herkese insanlık
onuruna yaraşır bir refah seviyesinin sağlanması, yargı reformu ve sosyal
reformlar gibi konularla ilgili yasaların acilen çıkarılmasını beklemektedir.
Millet adına, koalisyon ortaklarına bu kürsüden sesleniyorum: Suni gündemleri
terk ediniz, milletin gündemine dönünüz; geliniz, bu önemli yasaları
elbirliğiyle çıkaralım. Değerli milletvekilleri, Yüce Meclisimizin en önemli
görevlerinden biri de şüphesiz denetimdir. Özellikle, ülkemizin içinde
bulunduğu üzücü şartlar, bu denetim görevini daha da önemli kılmaktadır. Yakın
tarihimizi bir inceleyiniz; bu dönemdeki kadar vurgun, talan, rüşvet, soygun ve
yolsuzluğun pervasız ve yaygın olduğu bir dönemi bulamazsınız. Neredeyse her gün gazete manşetlerinde ve televizyon
ekranlarında gördüğümüz bir yolsuzluk, bir peşkeş olayından irkilmekte ve âdeta
kahrolmaktayız. Yüce Meclisimiz bu duruma acilen el koymalıdır. Geçtiğimiz üç yıllık dönemin olaylarını şöyle bir
hatırlayınız. Banka soygunları, gümrüklerdeki yolsuzluklar, hayali ihracatlar,
hazine arazilerinin yağmalanması, bunlardan sadece ufak bir bölüm. Başta
bankalar olmak üzere, devletin birçok kurumundan tahammül edilmez pis kokular
geliyor. Balina, paraşüt, kasırga, buffalo ve vampirleri ve vaktiyle önlerinde
ceket iliklenen muteber kişilerin adlarının karıştığı olayları, milletimiz,
âdeta, takip edemez duruma düştü. Zulmün, baskının, kayırmacılığın, vurgunun,
soygunun, haksızlığın ve hukuksuzluğun, siyasetin gündemini oluşturduğu
Türkiye'de, onun için vatandaş soruyor; elbette hükümete soruyor; "Bizi
nereye götürüyorsunuz; Türkiye nereye gidiyor?" Değerli arkadaşlarım, bu suale, en evvel cevap vermesi
gereken, hiç şüphesiz, hükümettir. İşleri düzene koymak, vatandaşa refah ve
imkân sağlamak, onun geleceğe güvenle bakmasını temin etmek, işbaşındaki siyasî
heyetin sorumluluğundadır. İktidarın, Mecliste 350'lik bir çoğunluğu var; bütün
güç odakları da arkalarında; geçmişte hiçbir hükümetin sahip olmadığı kadar
imkânlar ve fırsatlar elinin altında. "Yerim dar da oynayamadım"
diyemez "zamanımız yetmedi; daha yeni işbaşına geldik" diyemez;
çünkü, üç yıldır ülkeyi bu zihniyet yönetiyor; işlerine karışan yok, dolaşan
yok; ne istiyorlarsa nasıl istiyorlarsa, halkın feryadına, bizim ikazlarımıza,
mazlum halk çoğunluğunun çığlıklarına aldırış etmeden istediklerini yapıyorlar.
Üstelik yaptıkları ve yapacaklarını yasa tanımadan, anayasa tanımadan, hak,
hukuk gözetmeden yapıyorlar; ancak, Türkiye, bir türlü düzlüğe çıkamıyor, işler
bir türlü yoluna girmiyor, vatandaşın da hiçbir ıstırabı dinmiyor. Neden?
Niçin? Çünkü, muhterem milletvekilleri, et kokarsa tuzlanır; ya tuz kokarsa...
Türkiye'de tuz kokmaya başladı. Bunun en açık delili batırılan, içi boşaltılan,
soyulan bankalardır. Bu bankaları hükümet en azından gafletiyle soydurmuştur;
yapılan ikazları ciddiye almamıştır. Biz, Anamuhalefet Partisi olarak, aylar
önce, bu hükümete ilk gensoruyu bankacılık konusunda verdik; Meclis çoğunluğuna
dayanarak reddettiler. Ardından, Meclis araştırması açılsın istedik. Halen, bu
teklifimiz 22 nci sırada bekliyor; gündeme öncelikle almadılar. Genel görüşme
yolunu denedik, esasa girilmesini önlediler. Soru önergeleri, yapılan
konuşmalar bir türlü fayda vermedi; iğne batırdık olmadı, çuvaldız batırdık
duymadılar. Neden; çünkü, işin içerisinde kendi yandaşları var, kendilerini
destekleyen çevreler var, kendi adamları var. Sayın İçişleri Bakanı söylemedi
mi bu ortaya çıkarılanlar işin binde 1'dir diye. Şimdi buradan soruyorum :
Geriye kalan 999'u ne oldu? Kamu makamlarını işgal edip, devlet adına geniş
yetkiler kullanan ve bu yetkilerini büyük menfaatlar karşılığı küçük bir gruba
kiralayan, onların yönetim kurullarında görev alan bürokratlar nerede? Kim,
kimin bankasında görev aldı; neden aldı?.. Şimdi siz, bunlarla ilgili ne
yapıyorsunuz? Nüfuz casuslarına ne oldu? Yeğenleri, bacanakları,
kayınbiraderleri, enişteleri kim, niçin, neden korudu ve hâlâ korumaya devam
ediyor?! (FP sıralarından alkışlar) Bunları himaye eden nüfuz sahipleri kimler?
Bunların hepsini ortaya çıkarmaya mecbursunuz. Bu bilgiler ticarî sırdır diye
hırsızları himaye edemezsiniz, bunun arkasına sığınamazsınız. Hırsızın bildiği
bilgiyi, milletin de bilmeye hakkı var. Gerekirse, gizli celse yaparız; ama,
siz, bunların hiçbirini yapmadınız, yapmaya da niyetli görünmüyorsunuz. Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisi, gerçek
anlamda, bir krizin içerisindedir. Türkiye ekonomisinin içine düşürüldüğü bu
darboğaz, milletin kaynaklarını sömürdükçe iştahı açılan ve doymak bilmeyen
iktisadî elitin ciddî manipülasyonları sonucu oluşturulmuştur. Özelleştirme adı
altında kamu mallarını ucuza kapatmak, devlete yüksek miktarda kısa vadeli ve
yüksek faizli borç vererek Hazineyi boşaltmak ve bankalar kanalıyla milletin
parasını hortumlamak suretiyle sebep oldukları kriz ve bu arada da, akıl almaz
borsa spekülasyonları, döviz girişlerindeki ciddî daralmalar, nihayet,
sokaktaki esnafı dahi etkileyecek şekilde inanılmaz bir likidite krizine yol
açmıştır. Şimdi, burada sormak gerek : Eğer, faizlerde yüzde 1
500'lük artışlar başka bir ülkede olsaydı neler olurdu? Seyredilen ve her biri
geliyorum diyen borsa spekülasyonlarıyla bir gecede 5-6 milyar dolar gitmiştir.
Bu para, nasıl ve kimlere gitmiştir? Eğer çok rahat kaybedeceğiniz 5-6 milyar
dolar paranız varsa, daha sonra IMF'den alacağınız para için niye bu kadar
seviniyorsunuz?! Bu kriz senaryosunun bir komplo olma ihtimali de milletimizin
büyük çoğunluğunun aklına geliyor. Hele, özelleştirme adı altında, mesela,
Telekom ihalesinde, milletimizin aleyhine, yabancı ortaklar lehine şartların
zorlanması, bu konudaki kuşkuları daha da artırıyor. Krizden önce yüzde 29
civarında düşünülen yabancı ortaklık payının krizden sonra yüzde 33,5 civarına
çıkarılması ve kamunun stratejik ortak statüsünden vazgeçilerek yönetim
hakkının yabancı alıcılara devredilecek olması, şaşırtıcı bir hızla
kararlaştırılmıştır. Bütün bunları, biz, anlayamıyor ve kabul edemiyoruz.
Nitekim, sorumlu Sayın Bakan da anlayamamıştı; ancak, lideri Sayın Bahçeli
Bakan Beye çok iyi anlatmış olmalı. Şimdi, Sayın Bahçeli'den, aynı konuyu,
çıkıp, millete de anlatmasını rica ediyorum. (FP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Yalnız, burada anlayamadığımız hususlardan birisi, bu
süreçlerde Sayın Başbakanın takındığı tavırdır. 1980 öncesinde rantiyeye taviz
vermeyen ve bu yüzden bu grupların elindeki gazetelerle hedef alınan, hakça,
insanca bir düzen savunucusu Sayın Ecevit'in, bu yeni Başbakanlığı sırasında
geniş halk kesimlerini yoksullaştıran ve ekonomiyi yönetme yetkisini Bay
Cottarelli'ye devreden olağanüstü dönem başbakanlığı görüntüsünü anlamak ve
onun adına kabul edebilmek mümkün değildir. Değerli milletvekilleri, hükümet, şu anda, batık
bankaları kurtarma gayreti içerisindedir. Şimdi, hükümete soruyoruz: Siz, önce
bankaları özelleştireceksiniz, onlara yüzde 100 devlet güvencesiyle mevduat
toplama izni vereceksiniz, daha sonra da bu bankaların içlerinin boşaltılmasına
müsamaha göstereceksiniz, bankalar batınca, bankaları iştirakleriyle birlikte
geri alacaksınız, sonra da, buna serbest piyasa ekonomisi diyeceksiniz; bu,
hangi mantığa, hangi ekonomik sisteme sığar? 15 gün kadar süren finans
sektöründeki kriz sonunda döviz rezervleri eridi, bankacılık sistemi büyük
zarar gördü, yerli mevduata, dış kredilere de Hazine garantisi verildi. Bütün
bunlar, yakın gelecekte ortaya çıkabilecek çok daha büyük problemlerin
işaretleridir. Değerli arkadaşlarım, banka özelleştirme ihalelerindeki
yolsuzluklarda, usulsüz banka kredilerinde, bankaların içinin boşaltılmasında, hep, siyasetçi,
hırsız bürokrat, fırsatçı işadamı ve işbirlikçi medya dörtlüsünü görmekteyiz. Buradan açıkça söylüyorum, hükümet ortaklarına
sesleniyorum: Bu soygunların siyasî uzantılarını, bürokrasideki şeriklerini
ortaya çıkarmadığınız sürece, sizleri, vurgunculara göz yuman insanlar olarak
ilan edeceğiz. (FP sıralarından alkışlar) Yolsuzlukların üzerine gidiyoruz
diyerek, sınırlı bir soruşturmayla işi kapatamazsınız. Biz, buna müsaade
etmeyiz ve etmeyeceğiz de. Meclis denetiminden sayı çoğunluğuna dayanarak
kaçabilirsiniz; ama, yığınla soru, halen, orta yerde durmaya devam ediyor ve
hükümet olarak, bunlara, mutlaka, inandırıcı bir cevap bulmak
mecburiyetindesiniz. Muhterem arkadaşlarım, bu kürsüden defaatle söyledik;
duymayanlar duysun diye bir daha söylüyorum: Bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
için en önemli ve en öncelikli tehdit, yolsuzluktur. Sair tehditler bu
bataklıkta yeşeriyor, Türkiye bundan dolayı geri kalıyor, Türkiye bu sebepten
IMF'nin kapısına dayanıyor. Ülkemizde yolsuzluk o boyuta ulaşmıştır ki, buna,
ne hazinenin ne de halkın tahammülü kalmamıştır. Türkiye, Dünya Bankasının
ülkeler bazında yaptırdığı yasal olmayan ödemeler indeksinde 1 inci sırada; şeffaflık
sıralamasında, 10 üzerinden 3,6 katsayıyla, Filipinler, Mozambik ve Zambiya
grubunda yer almayı başarmıştır. İlimde, teknikte, keşifte, icatta Türkiye'yi
ilk 10'a sokamadık; ama, bilimi ve tekniği çok iyi kullanarak, ülkeyi, en iyi,
en teknik hırsızlık yapılan ilk 10'a sokmayı başarabildik [!] (FP sıralarından
alkışlar) Eserleriyle övünebilirler... Hükümet, bunları önleyip kaynak temin edeceğine,
vatandaşın elinde kalabilen son lokmaya da gözünü dikmiş durumda. Vatandaş canı
derdine düştü. Hükümet, millet için değil, IMF için ve vurguncuların,
soyguncuların soyguncuların zararlarını kapatmak için çalışıyor. 70 milyonun
kazancını, IMF ve bir avuç vurguncu kapıp gidiyor. Bu haliyle, bu icraatıyla,
bu hükümet nasıl milletin hükümeti olur?! Değerli arkadaşlarım, bugün daha iyi anlıyoruz niye 54
üncü hükümetin yıkıldığını; millet inim inim inlerken, hükümet çok başarılıdır,
uyum içinde bir hükümet var kabilinden, körü badem gözlü yapan manşetlerin
neden atıldığını, şaşı gözlerin nasıl şehla gözlü diye millete
yutturulduğunu... Bu manşetlerin ve bu yalanların devlet hazinesine kaça mal
olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Evet, bu manşetlerin bedeli en az 10 milyar
dolardır. (FP sıralarından alkışlar) Ama, unutulmasın ki, hırsıza mâni olmayan,
hırsıza dost olur. Değerli milletvekilleri, konuşmamın bundan sonraki
bölümünde, 2001 bütçesinin kısaca değerlendirmesini yapacağım. İlk olarak, 2001 yılı bütçesinin aziz milletimiz için
hayırlı olmasını diliyorum. Bütçeler, milletten ne kadar vergi alınacağını ve bu
vergilerin nereye ve nasıl harcanacağını tespit için yapılır. Vergiyi
ödeyenler, bunu, millete hizmet edilmesi için ödüyorlar. Peki, Türkiye'de bu
böyle midir? Maalesef, evet diyemiyoruz. 2001 yılı bütçesinde ne var; yaklaşık 32 katrilyon
vergi toplanacak. Nereye harcanacak bu vergiler; 12 katrilyon çalışanlara ücret
olarak ödenecek, 3,5 katrilyon -evet, dikkatinizi çekiyorum, sadece 3,5
katrilyon- yatırımlara harcanacak, 17 katrilyon ise faizlere gidecek.Görülüyor
ki, milletten alınan her 100 lira verginin -biraz gerçekçi olmayan bir iddia
olmasına rağmen, öyle ifade ettiği için Sayın Maliye Bakanı- 52 lirasının faiz
için ödeneceği anlaşıyor. İşte, millet böyle soyuluyor. Memur, emekli, asgarî
ücretli geçinemiyor, feryat ediyor. Çiftçinin
mazot, gübre alacak, tarlasını ekecek gücü kalmadı, traktörünü satıyor.
Milletin ödediği vergi, faize, banka soygunlarına, ihracat ve ihale
yolsuzluklarına gidiyor. Türkiye'yi bu noktaya 55, 56 ve 57 nci hükümetler
getirdi. Bakın, bunu bütçe rakamları söylüyor. Toplanan vergilerin faize giden
payı, değişik bütçe dönemlerinde; 1995 bütçesinde vergilerin yüzde 53'ü faize
gitti, 1996 bütçesinde yüzde 67'si, 1997 bütçesinde önemli ölçüde düşüş var,
yüzde 48, 1999 bütçesinde yüzde 72, 2000 bütçesinde ise yüzde 86 olmuştur.
Evet, toplanan vergilerin yüzde 86'sı faize gidiyor. 2001 yılı bütçesindeki yüzde 52 hedefinin tutturulması
da mümkün değildir. Son ekonomik krizden sonra artan faizler, içborçlanma
maliyetlerini artıracaktır. Ekim ayı sonu itibarıyla, içborç stoku 32 katrilyon
liraya ulaşmıştır. 1999 sonunda bu değer, 23 katrilyon lira idi. Yukarıdaki rakamlar itiraf ediyor ki, en iyi bütçe, bu
yakın geçmişimizdeki en iyi bütçe, 54 üncü hükümetin, Refahyol Hükümetinin 1997
bütçesidir; faizleri azaltmış, yatırımlara ve çalışanlara ayrılan payı da büyük
ölçüde artırmıştır. 55, 56 ve 57 nci hükümetler, Refahyol Hükümetinin başarılı
icraatını devam ettirmek yerine, faizcilere, rantiyeye hizmeti tercih etmiştir.
Netice olarak, 2001 yılı bütçesinde millete hizmet
yoktur. Bu bütçe, bir faiz bütçesidir, rantiye bütçesidir. 2000 yılı ocak-ekim
döneminde ödenen faiz, 31 milyar dolardır muhterem arkadaşlarım, ayda ortalama
3,1 milyar dolar, günde 103 milyon dolar faiz ödenmiştir. 2001 yılı bütçesinde
devletin memur ve işçisine ayırdığı ücret payı, 5 aylık faiz harcamasına
eşittir. Sağlık Bakanlığına ayrılan pay, 17 günlük faiz harcaması; Millî Eğitim
Bakanlığına ayrılan pay, 55 günlük faiz harcaması; yatırımlara ayrılan pay ise,
47 günlük faiz harcamasıdır. Bakanlarımız yeterli ödenek alamamaktan büyük
ölçüde şikâyetçidirler. Görülüyor ki, yatırıma, sağlığa ve eğitime yeterli para
ayırmayan hükümet, bütün gücüyle faizcilere, rantiyeye çalışıyor. Değerli milletvekilleri, bu sabah, Plan ve Bütçe
Komisyonu üyesi Fazilet Partisi Afyon Milletvekili Sait Açba bir basın
toplantısı düzenledi, 2001 yılı bütçe teklifinde yapılan çok önemli bir hatayı
açıkladı: "Özel İletişim, Özel İşlem Vergisi ve eğitim özel geliri yoluyla
elde edilecek 1 katrilyon 654 trilyon lira gelirin bütçedeki gelirler toplamı
içine alınmayışı bir bütçe skandalı değil midir" diye sordu. Herhalde,
Sayın Maliye Bakanı bu önemli konuda Yüce Meclise bir açıklama yapacaktır.
Sadece bu örnek bile bu bütçenin ne ölçüde ciddiyetten uzak olduğunu açıkça
göstermektedir. Değerli milletvekilleri, hükümet yaklaşık bir yıl önce
bir istikrar programı açıkladı. İstikrar programının esas hedefi, enflasyonu
düşürmek idi. 2000 yılında fiyat artışları toptan eşyada yüzde 20'ye, tüketici
fiyatlarında güya yüzde 25'e düşürülecekti; ancak, kasım sonu itibariyle fiyat
artışlarına bir bakarsak; toptan eşyada 11 aylık yüzde 30,2; tüketicide 11
aylık yüzde 35,7 olmuştur. Bu durumda aralık sonunda muhtemel gerçekleşme ise,
toptan eşyada yüzde 35, tüketici fiyatlarında yüzde 40 mertebesinde olacaktır. Tüketici fiyatlarındaki gerçekleşme, programı
hedefinden yüzde 60 nispetinde sapmıştır. Programın başarısızlığını, bu durum,
açıkça ortaya koymaktadır. Hal böyleyken, Sayın Maliye Bakanı, sabahki
konuşmasında "program, birinci yılın sonunda hedefini tutmuştur"
diyebilmiştir; doğrusu, bunu nasıl diyebildi, anlamak mümkün değil!.. Halkın yaşadığı oniki aylık ortalama enflasyon ise,
tüketici fiyatlarında kasım ayı sonunda yüzde 57,6'yı bulmuştur. Aslında,
mutfaktaki enflasyon çok daha yüksektir. Hükümet, memur, emekli ve çiftçiye yapacağı ödemeleri,
geçmiş enflasyona göre değil, haya-lî hedef enflasyona göre hesaplayarak, bu
camiaya büyük haksızlık yapmaktadır. Muhterem arkadaşlarım, çalışanların,
emeklilerin ve çiftçilerin maruz kaldığı bu haksızlık mutlaka giderilmeli ve
gerekirse bunlara eködeme yapılmalıdır. Dışticaretteki durumumuz da iç açıcı değil muhterem
arkadaşlarım. Hükümetin 2000 yılı dışticaret hedefi; "ihracat 28 milyar
dolar, ithalat 46 milyar dolar, dışticaret açığı 18 milyar dolar olacak"
dediler; cari işlem açığı, yaklaşık 3 milyar dolar... Eğer gerçekleşmelere bir
bakarsanız, ocak-eylül dışticaret açığı 19 milyar dolar olmuştur; yıl sonu,
açığın 25 milyar dolar mertebesinde olması beklenmektedir. Cari işlemler
açığının da, en az 3 misli artarak, 9 milyar dolar mertebesinde olacağı tahmin
ediliyor. İthalatta yüzde 40 mertebesinde artış olurken, ihracat sürekli
gerilmektedir. Dışticarette karşılaşılan sıkıntının sebebi, enflasyon
ile döviz kurları arasındaki makasın giderek açılması neticesinde, ithalatın
ucuz, ihracatın pahalı hale gelmesidir. Kasım sonu itibariyle fiyat artışları
yüzde 30-36 mertebesinde olduğu halde, kur artışı, dolarda yüzde 26, mark ve
euroda ise yüzde 9 olmuştur; bu farkları telafi edici hiçbir tedbir de alınmamıştır.
Değerli milletvekilleri, uygulanan yanlış, çarpık
politikalar sebebiyle, 2000 yılı başlarında ekonomi iyice kötü duruma
düşürülmüştü. İki hafta önce ortaya çıkan kriz ise, ekonomik durumu tam bir
çöküntüye sürükledi; IMF'den yardım istendi. IMF'den, Türkiye'ye 10,4 milyar
dolarlık acil yardım açıklaması yapıldı. Bu anlaşmanın, IMF'ye büyük tavizler
karşılığı sağlandığında hiç şüphe yok. Nitekim, IMF'ye, bilebildiğimiz
kadarıyla, şu yeni taahhütlerde bulunuldu : Türk Telekomun yüzde 33,5 hissesi, yönetim hakkıyla
birlikte, 14 Aralık tarihine kadar satışa çıkarılacak. Aynı şekilde, Türk Hava
Yolları da 14 Aralık tarihine kadar satışa çıkacak. Vergi gelirleri
artırılacak; yeni vergiler konulacak. Mevduata, bankalara açılan dışkredilere,
halkın "devlet garantili soygun izni" diye yorumladığı devlet
garantisi verilecek. Memurlara ve işçilere, hayalî hedef enflasyon yüzde 12'ye
göre düşük zam verilecek. Malî durumu zayıf bankalara el konulacak. Bu
kararların, tavizlerin ardından, şu tehlikeli gelişmelerin olacağını tahmin
ediyoruz; onun için, hükümeti, bu konuda çok dikkatli olmaya davet ediyoruz : Evet, bütün bunlardan sonra, bu önümüzdeki dönemde,
faizler ve enflasyon artacak; yeni zamlar gelecek; iç talep daralacak;
piyasadaki durgunluk daha da artacak; büyüme yavaşlayacak; yatırım azalacak ve
Türkiye'nin en ciddî problemi olan işsizlik daha da artacak; bütünüyle
ekonomimiz, IMF'nin güdümüne girecek; bu yüzden, bu kriz, orta ve uzun vadede,
Türkiye'ye çok pahalıya mal olacak. Değerli milletvekilleri, bu ekonomik krizden,
çöküntüden en büyük sıkıntıya, yoksulluğa düşenler, emeğiyle geçinenler,
memurlarımız, işçilerimiz, emeklilerimiz, çiftçilerimiz, esnaf ve küçük ve orta
ölçekli sanayi kuruluşlarımızdır. Bu kesimlerin ne durumda olduklarını kısaca
Muhterem heyetinize arz etmek istiyorum. Muhterem arkadaşlarım, 2001 yılı bütçesi, emek
açısından, ne yazık ki, tam bir felaket belgesidir. Dört yılını tamamlayacak
olan 55, 56 ve 57 nci hükümetlerce uygulanmakta olan programların sosyal boyutu
yoktur. Bu hükümetin ise gündeminde memur yoktur, emekli yoktur, işçi yoktur ve
en önemlisi işsiz yoktur. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, emek kesimi müştereken
genel grev niteliğinde, 1 Aralık günü işi bırakmışlardır. Evet, ortada, sorunları çözecek bir hükümet yoktur;
ama, hükümet ortaklığından menfaatlananlar vardır. (FP sıralarından alkışlar)
Bankaları hortumlayanlar vardır, ormanları yağmalayanlar vardır. Emek kesimini,
yani memuru, emekliyi, işçiyi, işsizi sömürenler vardır ve bunların, bu
sömürücülerin işbirlikçileri vardır. Dolayısıyla, bütün içtenliğimle ve kararlılıkla ifade
ediyorum ki, bu 28 Şubat sonrası dönem, tarihe, vurgunun, yağmanın ve sömürünün
himaye ve teşvik edildiği bir dönem olarak geçecektir. (FP sıralarından
alkışlar) Yine, uygulamalardan görülmektedir ki, bu hükümet,
halka ve özellikle emek kesimine sorumluluk duymamaktadır. Bu itibarladır ki,
2001 bütçesi, bir sosyal devlet bütçesi değil bir rant bütçesidir. Tam bir
kurtlar sofrası. Şairin dediği gibi, bir kişiye 9 pul, 9 kişiye 1 pul. Evet, bu iktidar, kendisini, halka, emek kesimine
değil, rantiye kesimine ve kartel medyasına ve patronlarına sorumlu
hissetmektedir. Görülüyor ki, istenirse, memura, emekliye, işçiye bu
ülkenin verebileceği insanlık onuruna yaraşır bir ücret, maaş imkânı vardır;
ancak, bu hükümet, tercihini, halka hizmet yerine, önce rantiyeciye hizmet
olarak öngörmüştür. Pişkinlik gösterilerek, dönüp bize soruyorlar da "var
da mı vermiyoruz?!." Evet, her zaman ifade ettiğim gibi, bir kez daha
ifade ediyorum; var, ama, vermiyorsunuz! (FP sıralarından alkışlar) İşte, bendenizin de içinde bulunduğum 54 üncü hükümet
olarak, oniki aylık enflasyon oranı yüzde 75 olduğu halde, memura yüzde 122,
memur emeklisine yüzde 110, işçi emeklisine yüzde 123, Bağ-Kur emeklisine yüzde
211 maaş ve ücret artışı sağlamıştık. Biz, bu "var da mı vermiyoruz"
anlayışını, emin olun, çok iyi tanıyoruz. 54 üncü hükümet olarak, emek kesimine
bu maaş ve ücret artışları yapılırken de "iyi, ama, nereden bulup
vereceksiniz" dememiş miydiniz?! Bu, bir tercih meselesi; ya halktan alıp
mutlu azınlığa vereceksiniz veya 54 üncü hükümette bizim yaptığımız gibi, ülke
kaynaklarını bütün kesimlere adil bir şekilde paylaştıracaksınız. (FP
sıralarından alkışlar) Ülkemizi, önce sosyal bunalıma, daha sonra da sosyal
patlama noktasına taşıdınız. Halkla ve emek kesimiyle aranızda oluşturduğunuz
polis barikatıyla, bu gerçekleri, ne yazık ki, göremiyorsunuz. Türkiye'yi
uçurumun kenarına getirdiğiniz bu noktada, sorumluluk duyan bir hükümet, bu
rahatlıkla bu koltuklarda oturamaz. Uydurduğunuz hayalî enflasyon hedefleriyle,
yüzde 10-15 ücret, maaş artışlarıyla yaşamı çekilmez hale getirdiniz. Vaktinde
en itibarlı bir görev olan memuriyeti, fitre ve zekat alır noktasına
getirdiniz. (FP sıralarından alkışlar) Muhterem arkadaşlarım, birkaç gün önce, televizyon
ekranlarında, emin olun, beni kahreden bir manzarayı gördüm. Bir memur,
İstanbul'daki Fazilet Partili belediyelerin iftar çadırlarında idi.
Televizyoncu kendisine: "İftarını burada mı yapıyorsun" diye sordu;
"evet, iftarımı burada yapıyorum, evime yetişemiyorum, ilaveten de masanın
üstünde artan ekmekleri toplayıp evime götürüyorum..." Bundan o daha büyük
bir utanç vesilesi olabilir mi muhterem arkadaşlarım?! (FP sıralarından
alkışlar) Memura verdiğiniz ortalama 200 milyon, işçi emeklisine
verdiğiniz ortalama 100 milyon, Bağ-Kur emeklisine verdiğiniz ortalama 70
milyon. Şimdi soruyorum size: Bu para, sizin torunlarınızın aylık oyuncak
parasına bile yetmez; nasıl geçinecek bu maaşlarla bu insanlar; nasıl oruç
açacak, nasıl sahura kalkacak bu insanlar?.. Bu ezen-ezilen kafa yapısıyla
ülkemizi yönetmeye devam edeceğinizi zannediyorsanız, ilk seçim sandığında
yanıldığınızı göreceksiniz. (FP sıralarından alkışlar) Şimdi soruyorum hükümete; hani memurdan, işçiden,
özellikle işçiden yana olduğunu iddia eden hükümete: Ne oldu iş güvencesi
yasası?.. İşte size, anamuhalefetten açık çek. Getirin iş güvencesi yasa
tasarısını, bir çırpıda çıkaralım. Bakanlıklar ve hükümetler şov yapma yerleri
değildir; işçi ve sendikal kesimin duygularını istismar yeri hiç değildir. Aynı şekilde, size yine soruyorum: Ne oldu kamu
çalışanları sendika yasa tasarısı? Bunu da getirin, bir çırpıda çıkaralım.
Duymuyor musunuz kamu çalışanlarının "yüzde 10 zammı al başına çal"
feryatlarını? Yine, size sesleniyorum: Getirin emeklilere intibak
yasa tasarısını, onu da hemen çıkaralım. IMF ile yapılan son anlaşmalardan anlıyoruz ki,
toplusözleşmeye tabi işçilere de, memura ve emekliye reva görülen ücret artışı
yapılacaktır. Buradan açıkça ilan ediyorum; yapamazsınız! Buna anamuhalefet
partisi olarak müsaade etmeyeceğiz. (FP sıralarından alkışlar) Evet, muhterem arkadaşlarım, ne yazık ki ülkemiz, aynı
zamanda, bir işsizler cehennemidir. Anarşi ve terörün de büyük oranda kaynağını
teşkil eden işsizlik, yine, ne yazık ki, hükümetleriniz döneminde farklı ve
vahim boyutlar kazanmıştır. Geçmişte niteliksiz işgücüne iş sahaları
düşünülürken, eksik olmayın, döneminizde işsizlik kalifiye ve nitelikli
işgücünün de işsiz kalmasına
dönüşmüştür ve 2000 yılı bütçenizde istihdam yoktur, yatırım yoktur, üretim
yoktur. Kendi çocuklarımız işsizken ve çokpartili döneme geçildikten bu yana
ilk kez ülkemizde 1 milyona yakın yabancı kaçak işçi çalışmaktadır. Böyle
gelmiş böyle gider diyorsanız, yanılıyorsunuz. Bilesiniz ki, Fazilet hareketi,
aynı zamanda, böyle gelmiş böyle gider diyenleri bir utandırma hareketidir. (FP
sıralarından alkışlar) Muhterem arkadaşlarım, çağımızın yükselen değerleri,
uzlaşma ve paylaşmadır. İnanıyorum ki,
emek kesimi başta olmak üzere, halkla çatışmayı öngören siyasî hareketlerin
ömrünü tamamladığı yakın tarihte görülecektir ve yine inanıyorum ki, er veya
geç, halk kendi iktidarını kuracaktır ve inanıyorum ki, halka rağmen halkın
yönetilemeyeceği, yine, en kısa zamanda görülecektir. (FP sıralarından
alkışlar) Memur, işçi, emekli böyle de, acaba zavallı
çiftçilerimizin durumu ne: Arkadaşlarım, çiftçilik, zor ve meşakkatli bir
meslektir. Bu meşakkatten kurtulabilmeleri için çiftçilerimizin desteklenmesine
yüzde yüz zaruret vardır. Çiftçiler desteklenmeden, çiftçiliklerini devam
ettiremezler. Bütün dünya bu durumu görüyor, biliyor; onun için de, istisnasız
bütün dünya ülkeleri kendi tarımlarını destekliyorlar. Peki, siz ne yaptınız;
tarımdaki destekleri ya kaldırdınız ya da asgarî seviyeye indirdiniz. 2000
yılı, buğday, pamuk, ayçiçeği, çeltik, zeytin, fındık, çay, kayısı,
antepfıstığı üreticimiz ve bu arada da hayvancılığımız için kayıp bir yıl
olmuştur. Çiftçilerimiz zarar etmişler, iflas etmişler, traktörlerini,
biçerdöverlerini satmışlar ve fakirleşmişlerdir. Bu yıl buğdaya, bir yıl
öncesine göre yüzde 27 artış yapılarak, 102 000 lira taban fiyatı verildi.
Evet, bu 102 000 liraya bile çiftçilerimiz itiraz ediyorlardı; ama, korktukları
başlarına geldi. Nitekim, tüccar, 75- 80 bin liradan fazla fiyat vermedi;
Toprak Mahsulleri Ofisi de taban fiyatın altında 80 ilâ 85 bin liradan alım yaptı. Biz, anamuhalefet partisi olarak uyardık; tarımla
ilgili meslek kuruluşları, özellikle, ziraat odaları feryat ettiler :
"2000 yılı buğday taban fiyatı en az 140-150 bin lira
olmalıdır"dedik. Hükümet, ne muhalefeti dinledi ne de inim inim inleyen
çiftçinin sesini duydu. Sizin kulaklarınız IMF'ye çevrili olduğu için,
çiftçinin feryadını bir türlü duymadınız, duymazdan geldiniz; uyarılara kulak
tıkadınız; sonuçta, hububat ekimi yapan Güneydoğu, Trakya, Çukurova, Ege, İç
Anadolu'daki çiftçilerin işini bitirdiniz. Peki, buğday böyle de, diğer mahsullerde durum farklı
mı muhterem arkadaşlarım; hayır. Hani, deveye "niçin boynun eğri? diye
sormuşlar; "nerem doğru ki?!."demiş. Hangi işinizi ele alsak, mutlaka
bir yamukluk, bir eğrilik var. Şeker pancarı üretiminde bir facia yaşandı.
Ülkemizde 27 şeker fabrikasının senelik üretimi 2 400 000 tondur; Türkiye'nin
şeker tüketimi ise, yılda 2 milyon ton; dolayısıyla, fazla şeker üretimi 400
000 ton. Hükümet, 400 000 fazla şekeri ihraç edemiyor; ama, bir
bakıyorsunuz Türkiye şartlarında
şekerpancarıyla şeker üreten Fransa, birkaç milyon ton şekeri ihraç edebiliyor.
Evet, bizimkiler çareyi, çiftçiye "sen niye fazla ürettin?" çalışan
insana da "niye çalışıyorsun?" demekte buluyorlar. pancar üreticisine
üretim kotası koymakta buluyorlar; bu da yetmiyormuş gibi, üreticiye
maliyetinin altında fiyat veriyorlar. Ziraat odalarının tespitlerine göre, bugün, 1 kilo
şekerpancarının üretim maliyeti 35 000 liradır. Üreticinin mağdur olmaması
için, şekerpancarı alım fiyatının en az 45 000 lira olması gerekiyordu. Bu
hükümet, bırakın çiftçilerin hakkını vermeyi, beş aydan bu yana, pancar taban
fiyatını bile açıklayamadı. Evet, bu metni hazırlarken yazmıştım:"Ey
hükümet, 2001 yılına girdik, hani pancar fi-yatı?" Böyle yazmıştım da,
evet, dünkü gazetelerde, Sanayi Bakanının bir açıklamasını okudum; meğer,
pancar taban fiyatı olarak, 33 750 lira bir fiyat tespit edilmiş. Türkiye bu teslimiyetçi politikaya devam ederse, iki
yıl sonra şeker üretimi 750 000 tona inecek, 1 250 000 ton şeker ithal edilecek
ve bu hükümet, Türk çiftçisinden esirgediği parayı Fransız çiftçisine ödeyecek.
Fındık ve çay üreticilerinin durumu da aynı şekilde; detayına girmek istemiyorum.
Bu arada, kayısı, antepfıstığı, zeytin ve zeytinyağı üreticileri, aynı şekilde
büyük sıkıntı içindedir. Muhterem arkadaşlarım, dünyanın en kaliteli kayısısı
Türkiye'de üretiliyor; başta Amerika olmak üzere, 76 ülkeye ihraç ediliyor. Bu
yıl, diğer tarımsal ürünler gibi, kayısı da iyice perişan hale getirildi. 1999
yılında 1 milyon liraya alıcı bulan kuru kayısı, 2000 yılında, en fazla 500 ilâ
600 bin liraya ancak satılabiliyor. Rekolte yükselir yükselmez çiftçinin yüzü
güleceğine, kan ağlıyorlar. Evet, yılda 120 milyon dolar döviz girdisi sağlayan
kayısı, bu yıl üreticinin elinde kaldı. Aynı şekilde zeytinyağı, aynı şekilde,
Niğde, Nevşehir'in en büyük ürünü olan patates; bunlar, hepsi perişan duruma
düşürüldü. Muhterem arkadaşlarım, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bu
yıl büyük kuraklık yaşandı. Kaba yem konusunda zamanında tedbir alınmadı.
Hayvancılık bitme noktasına geldi. Kendi üreticimizin işini bitiriyorsunuz,
onun ardından da, dışarıdan et ithal ediyorsunuz. Eylül ayında, bazı Doğu
Anadolu illerimizi -bunlar arasında Erzurum, Kars, Ardahan, Ağrı, Erzincan,
Bayburt, Gümüşhane ve diğer Doğu Anadolu illerini- gezdim; bu hükümetin
hayvancılığı getirdiği noktayı büyük üzüntüyle tespit ettim. Muhterem arkadaşlarım, tespit ettiğim önemli bir husus
şu: Ot ve kaba yem karaborsaya düşmüş, kiloyla satılır hale gelmiş. Bu arada
da, çok garip bir durum tespit ettim; buğdayının para etmediğini gören
çiftçiler, buğdayı samanlarına katarak, 120 ilâ 130 bin liraya satış yaptılar;
çünkü, bu sene, sayenizde, saman, buğdaydan daha pahalı hale geldi. Netice
olarak, yanlış politikalarınız yüzünden, hayvancılığımız, neredeyse yıkıldı ve
çöktü. Sayın milletvekilleri, Ziraat Bankasının görevlerinden
biri de, çiftçiye destek vermek idi. Ziraat Bankası, Türk çiftçisi için çok
önemli bir kurumdu, senelerce tarıma hizmet verdi. Peki şimdi ne oldu; 57 nci
hükümet, çıkardığı bir kanunla, bu bankayı özerkleştirdi, yani, çiftçilere
kapılarını eskisi gibi açmayacak, açamayacak, bu banka, tüccar ve sanayicinin
bankası olacak. Bu yaparken ne bahane öne sürülüyor; efendim, Ziraat Bankasının
görev zararı 11 milyar dolara çıktı. Peki soruyorum; bu zarar, çiftçiye destek
verdiği için mi oldu; hayır; bu, gerçeği saptırmaktır. Gerçek şudur: Bu zararın
büyük bir kısmı, çiftçiye ödenen destek değil, üst üste hesap edilen
faizlerdir. Bir örnek vereyim, 1994 yılında pamuk üreticisine ödenen 4 trilyon
liralık primi Hazine zamanında Ziraat Bankasına ödemediği için, bu borç 2
katrilyon liraya çıktı. Peki, burada çiftçinin cebine giren para var mı; hayır.
Buna, nasıl görev zararı diyebiliyorsunuz; bu, olsa olsa, ihmal zararı, görevi
kötüye kullanma zararıdır. (FP sıralarından alkışlar) Muhterem arkadaşlarım, vakit daraldığı için fazla
detaya girmeden, esnafımızın da, iş ha-yatının da, sanayicinin de fevkalade
büyük bir perişanlık içerisinde olduğunu ifade ederek geçeceğim. Esnaf kesimi,
tam bir perişanlık içerisine düşmüştür. Binlerce esnaf, ya siftah etmeden
akşamı bulmakta ya da kepenk kapatmaktadır. Sanayicinin durumu bundan farklı değil. Özellikle büyük
sanayi kuruluşları, üretimden değil, faizden para kazanıyorlar. Nitekim, 500
sanayi kuruluşunun 1999 yılı dönem kârı 720 trilyon idi, üretim dışı gelirleri,
yani faiz gelirleri ise 1,6 katrilyon oldu; yani, kârlarının üçte 2'si faizden
geldi. Sanayicinin, şu sıra en büyük problemlerinden bir tanesi de, enerji
krizi. Muhterem arkadaşlarım, Türkiye, soygun vurgun, baskı ve
vergi üçlü kıskacındadır. Eğer, bir ülkede, soygunların ve vurgunların
rahatlıkla yapılabilmesi isteniyor ise, orada, mutlaka, bir baskı düzeni
gerçekleştiriliyor ve soygunlarla boşaltılan hazinenin ihtiyacı ise, yeni ve
acımasız vergiler yoluyla karşılanıyordur. 2001 yılı bütçesinde, 2000 yılına göre reel olarak
artacak olan ender kalemlerden biri, yüzde 32'lik bir artışla vergi
gelirlerindeki artıştır. Enflasyonun yüzde 10 olacağı iddia edilen bir dönemde,
yüzde 32'lik vergi artışı, zincirleme yeni vergiler geleceğinin açıkça
işaretidir. Daralan, küçülen bir ekonomide vergi gelirlerinin bu ölçüde
artırılabilmesi, ancak, bir gırtlak sıkma politikasıyla mümkün olabilir. Dün,
Hayat Standardı Vergisi adil değildir derken, şimdi, büyük bir pişkinlikle bu
vergiyi geri getirenler, başta, esnaf ve sanatkârlarımız olmak üzere,
işadamlarımıza kazansan da kazanmasan da şu kadar vergiyi getirip, ödeyeceksin
demektedirler. Hayat standardının ardından, halk tabiriyle, Deli Dumrul
vergileri sökün etmeye başladı; bu, düpedüz bir zulümdür. Kaldı ki, bu yeni
vergileri, rantiye kesimi, Kurumlar Vergisine tabi olan yat, kat, uçak
sahipleri de verecek değil, yük, yine, emekçilerin, dargelirlilerin sırtına
yüklenecektir. Muhterem arkadaşlarım, 55, 56 ve 57 nci koalisyon
hükümetleri döneminde dış politikamızın da başarılı olduğunu söylemek,
maalesef, mümkün değil. Vaktin darlığı sebebiyle, dış politikadaki görüşlerimi
bütçede yapacağım son konuşmada Muhterem Heyetinize arz edeceğim; ancak, şunu
kısaca ifade edeyim ki, maalesef, komşularımızla münasebetlerimiz iyi değil.
İslam ülkeleri topluluğuyla münasebetlerimizi de yeterince geliştirmediğimiz ve
onları zaman zaman kırdığımız ortada. Buna mukabil, 17 Ağustos depreminden
sonra, beraber kahve içtik, sirtaki oynadık diye Yunanistan'ın teröre destek
veren imajını dünya kamuoyundan silmeyi ve âdeta, onları temize çıkarmayı
başarabildik. (FP sıralarından alkışlar) Irak ambargosu diğer bir problem.
Kafkaslarda, Çeçenler ve Dağlık Karabağ meselesi, Balkanlardaki gelişmeler,
Filistin'de, 28 Eylülden bu yana, 350'ye yakın çocuk ve çok genç yaştaki
Filistinlilerin hayatını kaybetmesi, Orta Asya'daki sıkıntılı durumumuz, bütün
bunlar, hep dışpolitikadaki başarısızlığımızın işaretleri. Aynı şekilde, son zamanlarda herkesin heyecanla
beklediği Katılım Ortaklığı Belgesi... Bununla ilgili olarak da Türkiye için
söylenenler, Türkiye'nin katiyen kabul edebileceği şeyler değil. BAŞKAN - Sayın Kutan, süreniz bitti, eksüre veriyorum,
tamamlayın efendim. MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
güçlü bir dışpolitika izleyebilmenin önşartı, güçlü ve istikrarlı bir ülke
olmaktan geçer. Bu ise; ekonomik yönden kalkınmış, içeride insan haklarına
saygılı, demokratikleşmiş, hukuku üstün tutan bir anlayışın hâkim olmasıyla
mümkündür; kendi halkına sırt çevirmeyen, kendi halkıyla barışık, kendi
insanını potansiyel bir tehdit olarak görmeyen, onun manevî ve kültürel
değerlerine saygılı olmakla mümkündür. Aynı zamanda, ufkumuzu da geniş tutmak
mecburiyetindeyiz. Yıllardan beri tarihî ve kültürel bağlarımız olan ülkelerle
ve bugün kalkınma çabası içinde olan ülkelerle münasebetlerimizi en ileri
seviyeye çıkarmalıyız. Bugün dünyanın; savaşa değil barışa ihtiyacı var;
çatışmaya değil, diyaloğa ihtiyacı var; baskıya değil, demokrasiye ihtiyacı
var. Bunun için, zengin ülkelerin çifte standarttan, tekebbürden, sömürüden
vazgeçip, adalete, eşitliğe ve işbirliğine yanaşmaları gerekir. Değerli milletvekili arkadaşlarım, zaman yetersizliği
sebebiyle, eğitim, sağlık, enerji, dışpolitika konusunda fazla detaya girme
imkânım olmadı; son konuşma sırasında, Muhterem Heyetinize, görüşlerimi arz
edeceğim. Muhterem milletvekili arkadaşlarım, 55, 56 ve 57 nci koalisyon hükümetleri siyasette de,
ekonomide de, sosyal meselelerde de ülkeyi tam bir çıkmazın içerisine
sokmuştur. Bugüne kadar uyguladıkları yanlış politikalar, 2001 yılında da devam
edeceğe benziyor maalesef. Bütün bunlara rağmen, aziz milletimiz ümitsizliğe
düşmesin. Türkiye'nin o kadar çok fırsat ve imkânları var ki, Türkiye biraz
sabırla, eninde sonunda bu zorlukları aşacak ve sırtındaki yüklerden mutlaka;
ama, mutlaka kurtulacaktır. Zira, inanıyoruz ki, dağ ne kadar yüksek olursa
olsun yol onu aşar ve sonunda düzlüğe çıkılır. Bu inançla, sizlere ve aziz milletimize saygılar
sunuyor, 2001 yılı bütçesinin milletimize hayırlar getirmesini diliyor, mübarek
Ramazan Bayramınızı da tebrik ediyorum. (FP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN - Anamuhalefet Partisi Lideri Sayın Kutan'a
teşekkür ediyorum. Şimdi, konuşma sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Sayın Oktay Vural'dadır. Buyurun Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarılarının tümü hakkında,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Yüce
Heyetinizi ve milletimizi saygıyla selamlarım. Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bütçe görüşmelerinin
mahiyeti ve kapsamı, sadece, dar bir bütçe değerlendirmesinin sınırları
içerisinde cereyan etmemektedir. Yapılan değerlendirmeler -iktidar olsun
muhalefet olsun- siyasî partilerin ülke dışındaki ve içindeki meselelere bakış
açılarını ortaya koyması ve tespitler yapması bakımından son derece önemlidir.
Bu bakımdan, günümüzdeki sorunların sebeplerini ortaya koymadan, sadece, bu
sorunları iktidarın sorumluluğuna taşıyarak muhalefet yaparak, demagojik
politika geliştirmek, artık terk edilmesi gereken bir siyaset anlayışıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, sorumlu bir siyaset
anlayışı içinde, meselelerin değerlendirilmesinden yana olduğumuzu ifade etmek
istiyorum. Doğrusu, muhalefetin, ülke meselelerini değerlendirirken ortaya
koyduğu üslubu değerlendirmekte zorluk çekeceğimizi de eklemek isterim. Bununla
beraber yapılan eleştirilerden gerekli tespitlerin çıkarılmasına da gayret
edeceğiz. Sayın milletvekilleri, bugün, Genel Kurulda görüşmeye
başladığımız bütçe, yeni bir binyıl ve yüzyılın ilk bütçesi olması sebebiyle
özel bir önem taşımaktadır. Bu nedenle, bu yeni yüzyılın değerlerinin
şekillendiği 90'lı yılların gözden geçirilmesinde fayda görüyorum. 90'lı yıllar, yeni bir çağın gelişinin habercisi olan
insanoğlunun tarihte hiç yaşamadığı bir hızla gelişmelerin yaşandığı bir dönem
olmuştur. İkinci Dünya Savaşından sonra şekillenen iki kutuplu dünya düzeni,
demirperdenin yıkılmasıyla bir anda altüst olmuş ve ülkelerin, tüm
stratejilerini yeniden değerlendirmelerine sebep olmuştur. Demirperdenin yıkıntıları, birçok bağımsız yeni ülkenin
uluslararası arenaya katılmasına yol açmış, bunlardan da bizi en çok etkileyeni
ise, şüphesiz, uzun yıllar Sovyet hegemonyası altında bizlerden koparılmış olan
Türk devletleri teşkil etmiştir. Bizler, bir taraftan, uzun yıllardır
irtiba-tımız olmayan bu ülkeleri yeniden tanımaya çalışırken, siyasî, ekonomik
ve kültürel anlamda Türkiye'nin önüne yeni açılım ve fırsatlar sunulmuştur;
ancak, ne yazık ki, Türkiye, değişen jeostrate-jisini yeniden şekillendirirken,
bu avantajlarını iyi kullanamamış, âdeta hazırlıksız yakalanmıştır. 90'lı yıllar, birçok insanın alışkanlıklarını ve yaşam
biçimini değiştiren yeni araçların da ha-yatımıza girmesine sebep
olmuştur. İnsanlar, her gün bir yenisi
çıkan araçlar karşısında uyum göstermeye çalışırken, teknolojinin kendini
yenileme hızı aylara inmiştir. Hepimizin kullanıcı olarak yaşadığı bu
gelişmelerin dinamiği, araştırma, geliştirme, beşeri sermaye ve bilgi
ekonomisine da-yalı içsel büyüme teorileri çerçevesinde uygulanan arz yönlü
iktisat politikalarıdır. Bu ülkeler, ekonomilerini, bilgi ve teknoloji
alanındaki sermaye birikimini artırmaya yönelik iktisat politikalarıyla âdeta
yeniden düzenleyerek, geleneksel, kitlesel sanayi üretim yapılarını, bilgi ve
teknolojinin üretimine kaydırmışlardır. Bu değişen üretim anlayışıysa, yeni
ekonomi olarak adlandırılmaktadır. Bu yeni ekonomi, insan aklını ve bilgisini
tüm üretim faktörlerinin önüne alarak, müşteri istek ve ihtiyaçlarını, aynı
zamanda kaliteyi önplanda tutan yeni bir anlayıştır. Bu yeni ekonomide, bilgi,
doğal kaynaklardan, büyük bankalardan ve sermayeden daha değerli ve daha
güçlüdür. 1990'lı yıllar, ayrıca sanayi devriminden bu yana değişmeyen
toplumsal sınıf yapısına, yeni bir sınıf olarak entelektüel sermayenin eklenmesine
de sahne olmuştur. Bu yeni dünya ve getirdikleri sayesinde, bilgi en önemli
rekabet öğesi haline gelirken, özellikle iletişim teknolojisinde yaşanan
gelişmeler, küreselleşme kavramının doğmasına neden olmuştur. Küreselleşmeyle
küçülen dünya, ister kamu ister özel, tüm sektörlerde küresel bir rekabetin
yaşanmasına, tüketici ve vatandaşın istek ve tercihlerinin hizmetin merkezine
odaklanmasına sebep olmuştur. Küresel bir dünyada, yatırım için artık sınırlar
kalkmıştır. Bugün, tüm dünyayı kendisine yatırım alanı olarak belirlemiş,
yaklaşık 800 milyar dolarlık bir uluslararası sermaye vardır. 1990'lı yıllar,
yabancı sermaye girişlerindeki hızlanmalara sebep olmuştur. Gelişmekte olan
birçok ülkenin kalkınmasında önemli rol oynayan uluslararası sermayeden,
ülkeler kendi paylarına düşecek kısmı artırabilmek amacıyla, birbirleriyle
yoğun bir rekabet içindedirler. Sayın milletvekilleri, iki kutuplu bir dünya düzeninin
ortadan kalkmasından sonra, bütün bu gelişmelerle hızlanan küreselleşmeyle,
uluslararası rekabetin ortadan kalkarak tek bir anlayışın hâkimiyetine
girildiği kanaati uyanmaktadır; oysa, durum böyle değildir. Bu oluşumla,
temelde iki farklı ekonomik sisteme dayalı iki kutuplu bir dünyadan, nitelik
olarak tek sistemin hâkim olduğu, başta Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa
Birliği ve Japonya'nın oluşturduğu çok merkezli bir dünya düzenine geçmiş
bulunuyoruz. Uluslararası yatırım ve sermaye hareketlerine, yönetim yapı ve
stratejilerin globalleşmesine ve birbirine yakınlaşmasına rağmen, ekonomik
faaliyetlerin organizasyon ve kontrolünde farklılaşmalar devam etmektedir. Bu
farklılaşmalar, çeşitli ülkelerin oluşturduğu merkezler etrafında
toplanmaktadır. Piyasa ekonomileri arasında bu farklılaşmalar, devlet, sermaye,
işgücü piyasası gibi sosyal kurum ve araçlar ile eğitim, güven, sadakat,
otorite, adalet ve hürriyet hakkında hâkim düşünceler arasındaki
ülkelerarasındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, küreselleşme sürecinde,
ülkeler, sadece mal ve hizmetlerle değil, aynı zamanda meydana getirdikleri
değer sistemleri ve kurumlarıyla da rekabet etmektedir. Bu, milliyetçiliğin
temel teşkil ettiği sosyal ve ekonomik yapılanmadan başka bir şey değildir.
Gelişmiş ülkeler, meydana getirdikleri sistemle rekabet güçlerini sürdürürken,
gelişmekte olan ülkelerde, bu millî yapılanmayı önplana çıkaracak rekabet
gücünün globalleşme vetiresinde nasıl sağlanacağı sorunu büyük bir önem
kazanmaktadır. Küreselleşme vetiresinde, rekabet gücü, uluslararası gelişmelere
kapanmadan ve bunlara teslim olmadan meydana getireceğimiz millî bir ekonomik
ve sosyal modelle kazanılabilir. Bu noktada, uluslararası rekabet ilişkilerini
sağlıklı değerlendirmek suretiyle, merkezlerin kontrolüne girmeden, meydana
getirdiğimiz değer ve yargı sistemlerini
dumura uğratmadan rekabet gücü temin edecek siyaset anlayışlarını
sağlamak, bizlere düşen tarihî bir sorumluluktur. Daha önce de ifade ettiğim gibi, yeni ekonominin odak
noktası bilgidir. Bütün gelişmeler, üretim için bilgi ve bilgili işgücüyle
milletlerin zenginliği arasında yakın bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
Yeni oluşan ekonomik yapılanmada, bilgiye hâkim olan ülkeler en üstte,
sanayileşmiş ülkeler ortada ve tarım ülkeleri en altta yer alacaktır. Bu
gelişmeler, bilginin kaynağı olan insanı, onun yer aldığı kurumsal ve toplumsal
yapıyı içeren ve bütünleştiren ekonomi politikalarını önplana getirmektedir. Bu
bakımdan, beşerî kaynakları önplanda tutarak, teknolojik değişimi ve bu
değişimin kaynağı olan insan beynini, insan değerlerini, insanın yer aldığı
kurumsal ve toplumsal yapıyı içeren millî değer ve bölüşüm politikaları rekabet
gücünü tayin edecektir. Üretim için insana, bilgiye ve bilgili insana değer
veren bir kalkınma stratejisi ve ekonomi politikası, rekabet gücünü sağlamanın
temel araçlarını oluşturmaktadır. Sayın milletvekilleri, uluslararası güç rekabetinde iki
kutuplu bir çekişmenin, bir başka ifadeyle, güçlerin dengesinin önemi
azalmıştır; bunun yerine, devletlerin her seviyede farklı ve uygun aktörlerle
güç ve denge temin etmesi önem kazanmaktadır. Bir diğer ifadeyle, dengenin
gücü; yani devletlerin her seviyedeki menfaatlarının türbülansa girmesini
engelleyebilme kabiliyeti önplana çıkmıştır. Bu bakımdan, geleneksel
ülkelerarası ilişkilerde, bu ilişkilerin her seviyesinde yer alan aktörleri iyi
tanımak gerekmektedir. Yeni bir dünya düzeninden bahsederken, tek bir düzen
yerine, düzeni meydana getiren boyutlarda çeşitli düzen ve bunun çeşitli
aktörlerinden bahsetmek gerekir. Güçlü devletler güçlerini kullanırken, devlet
dışında farklı aktörlerle bu mücadeleyi yürütmektedir. Globalleşen dünyada
çokuluslu şirketlerin, sivil toplum örgütlerinin ve hatta fertlerin güçleri ve
etkinlikleri arttığına göre, devletlerin bu güçlerle koalisyon yapmaması
ihtimali pek yoktur. Böyle bir koalisyon içinde yer alan aktörlerin elde
ettikleri ve edecekleri faydaların kesişmesinin bir neticesidir. Güçlü devlet olmak yolundaki bir mücadelede sistemin
alt boyutları dahil, her seviyedeki aktörleri dikkate almak ve derin
koalisyonları tanımak gereklidir. Uluslararası mücadelenin kazandığı yeni
boyutta Milliyetçi Hareket Partisinin yaptığı temel tespitlerde millî
menfaatlarımızı ve hassasiyetlerimizi esas almasının hayati önemi haiz olduğu
açıktır. Derin koalisyonların MHP'ye karşı çıkışının aktörlerini ve amaçlarını
milletimiz gayet iyi tanımaktadır. Sayın milletvekilleri, genel hatlarıyla değindiğim bu
dönem, gerçekten dünya tarihinde yeni bir çağın başlangıç yılları olmuştur. Bu
kadar etkin bir dönemde, Türkiye'ye bakıldığında ise, ülkenin biraz içine
kapanık, kendine has sorunlarla bu gelişmelerin yeterli derecede özümsenemediği
bir ortamda olduğu gözlemlenmektedir. Türkiye, 1990'lı yıllara, ülke ekonomisini
liberalleştirmeye yönelik atılımların yapıldığı bir dönemden sonra girmiştir.
Türkiye için bu dönemi belirleyen faktörler, siyasî istikrarsızlık, uzun yıllar
süren terör, kronik enflasyon, düzensiz büyüme, bölgeler arasında yaşanan gelir
farklılıkları, malî disiplinini kaybetmiş ve giderek büyüyen iç-dışborç kısır
döngüsü, yoksulluk ve yolsuzluk olmuştur. Siyasî istikrarsızlık bu dönemde öyle bir boyuta
ulaşmıştır ki, 1980'den sonra siyasette yaşanan kırılma, Türkiye'yi koalisyon
yönetimlerine mecbur bırakmıştır. Öyle ki, toplam on yıllık dönem içerisinde 11
ayrı hükümet iktidara gelerek, ortalama on ay gibi ömürlerle iktidarda
kalmışlardır. Bu siyasî istikrarsızlık, devletin ve siyasetin dejenere
olmasına, güvenilirliğinin ve halkın bu kurumlara olan inancının tamamen yok
olmasına sebep olmuştur. Günübirlik popülist politikalar ve siyasî çekişmeler
yoluyla kaybolan malî disiplin, kamu açıklarının önlenemez bir şekilde
artmasına sebep olmuştur. Bu açıkların finansmanı ise, borçlanma yoluyla
sağlanmaya çalışılmış, alınan borçların ödenmesinde ise tekrar borçlanma
gerçekleşmiştir. Bu kadar yoğun borçlanma ise, beraberinde, iç ve dış
piyasalarda oluşan güven eksikliklerini ve bu da, giderek artan faiz
oranlarında borçlanmayı getirmiştir. 1990-1999 arasında, on yılda, içborç stoku tam 400 kat
artmıştır. İçborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı, 1990 yılında yüzde 14,4
iken, 1999 yılında yüzde 29,9'a ulaşmıştır. Bu dönemde toplam faiz ödemesi, 593
kat artmıştır; on yılda ödenen faiz, 407 milyar dolardır. Bütün
vatandaşlarımızın meydana getirdiği gayri safî millî hâsılanın on yılda meydana
getirdiği toplamının 2,5 katı bu faiz ödemelerine gitmiştir. İç borçlanmadaki ortalama faiz vade yapısı, 1990'da
15,8 ay iken, 1994'te 3,9 aya kadar düşmüş, 1999 yılında ise 15,9 aya
çıkmıştır. Faizlere gelince: 1990'da 53,1 olan faizler, 1994'te
165,8'e; 1996'da yüzde 140 ve 1999'da ise yüzde 108,4'e ulaşmıştır. On yıllık
faiz ortalaması, yüzde 107,4 olmuştur. Dışborç stoku, 49 milyar dolardan 102 milyar dolara
çıkarak, ikiye katlanmıştır. Dışborç stoğunun gayri safî millî hâsılaya oranı
yüzde 33,5'ten yüzde 55'e çıkmıştır. Toplam olarak, tüm borçların gayri safî
millî hâsılaya oranı ise, yüzde 46'dan yüzde 84'e yükselmiştir. Türkiye, 1994'ten itibaren, dışborçlarını ödemek için
iç borçlanmaya başlamıştır. 1990'lı yıllar gayri safî millî hâsıla değerleri,
tam bir istikrarsızlık arz etmektedir. Bu dönemde, ekonomimiz, birkaç dönem
büyümenin ardından yaşanan gerileme dönemlerini izleyen bir eğilim ortaya
koymuştur. 1994 yılında ve 1999 yılında
yüzde eksi 6,1 gibi düşüşler yaşanmıştır. Dönemin ortalama büyüme hızı yüzde
3,7 olmuştur. Tüketici fiyat endekslerindeki değişmenin 1990'lı yılların yıllık
ortalaması, yüzde 74'tür. Dönem içinde inişli çıkışlı seyreden enflasyon, üç
haneli rakamlara ulaşarak kronik bir hale gelmiştir. Halen, dünyada, yıllık 800 milyar ABD Doları tutarında
bir yabancı sermayenin, yatırım için dolaşımda olduğu bilinmektedir. Ancak,
Türkiye, ekonomik ve siyasî istikrarsızlıktan dolayı, Uzakdoğu ülkelerinin,
Brezilya, Macaristan, Arjantin gibi ülkelerin, yılda ortalama 10 milyar doların
üzerinde yabancı sermaye yatırımı çektikleri 1990'lı yıllarda, ortalama yıllık
1 milyar dolar seviyesinde bir yatırım çekebilmiştir. Bu 90 milyar dolarlık
kaybın, ülkemiz ekonomisine yapabileceği katkıyı düşünmek gerekmektedir. Sayın milletvekilleri, 1990'lı yılların ekonomik
yapısı, rant ekonomisi olarak nitelendirilebilir. Uygulanan ekonomi, para ve
kur politikalarıyla, ülke kaynakları rant kesimine aktarılmıştır. Esasen,
gerçek manada, bunu bir "hortum ekonomisi" olarak adlandırmak, daha
uygun olacaktır. Vatandaşlardan aldığımız vergilerin tamamına yakınını faizlere
aktaran ekonomi politikalarıyla faizlere yüzde 50 reel getiri sağlanırken;
çiftçi memur, emekli, küçük işletmelere enflasyon oranında gelir artışı hedefi,
siyasîler tarafından sunulabilmiştir. 1990-1999 yılları arasında toplam faiz ödemesi 593 kat
artarken, buğday fiyatı 304 kat, tütün fiyatı 120 kat, fındık fiyatı 337 kat,
pamuk fiyatı 285 kat artmıştır. Memur tavan aylık katsayısı 350 kat artmıştır.
İşte, yolsuzluk, yoksulluk ve gelir dağılımının bozulmasının sebeplerini, 90'lı
yıllar ekonomisinde aramak gerekmektedir. İşte, bu safhada, sağlam kaynaklardan
karşılanmayan kamu harcamalarının borçlanma politikasıyla finansmanı yoluyla,
rant kesimine, reel getirilerle kaynak aktarılmasına devam edilmiştir. Böyle bir
ekonomi politikasının sürdürülmesi, yoksulluğun artması, ahlakî tehlike
sınırlarının aşılarak, yolsuzluğun ekonomik olarak yapısallaşması sonuçlarını
doğurmuştur. Bu yapısıyla, dış dünyadaki gelişmelerden kopuk, içeride toplumsal
dengesi bozulmuş bir yapılanmayı tersine çevirmek için, son derece kararlı
ekonomik politikaların tatbiki ve siyasî istikrar gerekli olmuştur. İşte,
siyasete düşen tarihî sorumluluğun bilincinde Milliyetçi Hareket Partisi,
sorunların sebeplerini ortadan kaldırmayı siyaset anlayışının odağı yapmıştır. Sayın milletvekilleri, bütün bu olumsuz tablonun bir an
önce giderilerek, ülkenin yaşadığı kısır döngüden çıkarılarak, yeni bir bin
yıla yeni bir Türkiye umuduyla girilmesini amaçlayan hükümetimiz, 2000 yılı
başında, enflasyonla mücadele ve yapısal reform programını uygulamaya
koymuştur. Bu programa, Uluslararası Para Fonunun desteğiyle uluslararası
piyasalarda güvenin tesis edilmesi, kredi notunun yükselmesini ve dış finansman
kaynaklarının artmasını sağlamıştır. Üç yıllık ekonomik programın temel amacı,
enflasyonu, yapısal reformlarla desteklenen birbirleriyle tutarlı, güçlü,
itibarlı ve süreklilik arz eden maliye, gelir, para ve kur politikalarının
eşgüdümlü uygulamasıyla, 2002 yılında yüzde 7'ye indirmektir. Programın ana
araçları, sıkı bir maliye politikasıyla bütçede harcamaların kısılması ve
gelirlerin artırılarak faiz dışı fazlanın artırılması, önceden açıklanan
çapalanmış döviz kuru ve para politikalarıyla birlikte yapılacak özelleştirme
ve yapısal reformlardır. Bu uygulanan programla uyumlu olarak bir dizi yapısal
reformlara da girişilmiştir; fonların kapatılması, tahkimle ilgili düzenleme,
tarımda oluşturulan destekleme kurulu, Bankalar Kanunu, tarım satış
kooperatifleri ve birliklerinin özerkleştirilmesi, Sermaye Piyasası Kanunu,
kamu bankalarının özelleştirilmesi gibi birçok yapısal düzenleme yapılmıştır. Uygulanan programın 2000 yılındaki sonuçları başarılı
gözükmektedir. Kamu finansmanı alanındaki performans, program hedeflerinin
ötesinde gerçekleşmiştir. Piyasalarda kasım ayı sonunda meydana gelen
dalgalanmalara kadar, parasal hedeflere uyulmuş, kur politikasında sapma
olmamıştır; bununla beraber, cari işlemler açığı, öngörülenin üzerinde
gerçekleşmiştir. Program sonrasında faizlerin hızla düşmesi, kamu borçlanma
maliyetlerinin önemli oranda düşmesini sağlamıştır. İç borçlanma faizleri,
yüzde 98,8'den yüzde 36,3'e gerilemiştir. Ayrıca, vadelerde de belirgin bir
iyileşme görülmüş, geçen yılın ilk on ayındaki ortalama vade 296 gün iken, bu
yıl 391 gün olmuştur. Vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsıla içerisindeki
payının, yıl sonu itibariyle yüzde 21,3'le, önceki yıllara kıyasla en yüksek
düzeye ulaşması beklenmektedir. Bu gelişmede, ekvergi gelirlerinin önemli
katkısı vardır. Program çerçevesinde, kamu açıklarının azaltılması,
kamu kesimi temel fazlasının yaratılması hedeflenmiştir. Bu çerçevede, 2000
yılında, faiz dışı dengenin, gayri safî millî hâsılanın yüzde 7'si oranında,
8,7 katrilyon lira düzeyinde bir fazla vermesi beklenmektedir. Bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranının,
1999'da yüzde 11,6 iken, 2000 yılında yüzde 9,3 düzeyinde gerçekleşeceği tahmin
edilmektedir. Uygulanmakta olan program çerçevesinde, sıkı para ve
maliye politikasının, ekonomik faaliyetler üzerinde olumsuz bir etkisi olmamış,
aksine, beklentilerin ötesinde bir ekonomik canlanma yaşanmıştır. Gayri safî
millî hâsılada, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 4,1; ikinci çeyreğinde yüzde 4,6;
üçüncü çeyreğinde ise yüzde 6,9'luk bir büyüme gerçekleşmiştir. Alınan bu
sonuçlar, programın, büyümeyi olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Toptan
eşya fiyatları endeksinde, 2000 yılının onbir aylık döneminde toplam artış
yüzde 30,2 olarak gerçekleşmiştir. Kentsel yerler tüketici eşya fiyatları
endeksinde, 2000 yılının onbir aylık döneminde toplam artış ise yüzde 35,7
olarak gerçekleşmiştir. Enflasyonun ondört yıl önceki seviyeye gerilemesi,
programın başarısını ortaya koymaktadır. Kamuoyunun, programa verdiği desteğin
boşa gitmediğini görmesi, programa olan inancı güçlendirmiş ve aynı zamanda, enflasyonun
daha da indirilmesi sırasında en büyük zorluk olan bekleyişlerde de program
yönünde eğilimlerin güç kazanmasına sebep olmuştur. İşsizlik oranlarına bakıldığında da programı
doğrulayıcı veriler ortaya çıkmaktadır. İşsizlik oranı, Türkiye genelinde, 2000
yılı ilk çeyreğinde yüzde 8 iken, ikinci çeyrekte yüzde 6,2, üçüncü çeyrekte
ise yüzde 5,6'ya gerilemiştir. Aylık sanayi üretim endeksi sonuçlarına göre,
2000 yılı ekim ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre imalat sanayii
sektörünün yüzde 14,3 ve madencilik sektörünün yüzde 7,8 oranında arttığı
görülmektedir. Endeksin on aylık ortalama artış oranı ise yüzde 5,7 oranında
olmuştur. Yaşanan bu olumlu gelişmeler yanında, euronun değer
kaybetmesi, petrol fiyatlarındaki artışlar ve bazı gelişmekte olan ülke
piyasalarında yaşanan dalgalanmalar gibi dışsal nedenlerden dolayı, cari
işlemler açığı öngörüleri aşmıştır. Bu gelişmelerle bankacılık kesiminin
mevsimsel olarak açık kapatma girişimleri, geçici bir krize yol açmıştır.
Hükümetimiz, bu çerçevede, krizin büyümesini önlemek amacıyla piyasalara
likidite arz etmiş ve Uluslararası Para Fonuyla anlaşarak, 10 miyar dolarlık
bir kaynakla, krizin devamını önlemiştir. Kriz, sorunun daha çok sıcak para
hareketinden kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Günümüzde, globalleşmeyle
sıcak paranın ülkeler arasındaki yer değiştirmesindeki hız, ekonomi politikası
uygulayıcılarını aynı hızda hareket etmeye ve önlem almaya zorlamaktadır.
Bundan sonra da, reel ekonomide yaşanan başarıları ve programa duyulan güveni
zedeleyecek spekülatif aktif hareketlerine karşı tetikte bulunulması
gerekmektedir Kriz sonrasında, hükümet, krize derhal müdahale ederek sorunun
kontrol altına alındığı mesajını hem ulusal hem de uluslararası piyasalara
vererek paniğe kapılınmasını önlemiştir. Yapılan girişimler neticesinde,
ekonomik istikrar programından taviz verilmeyeceği ve ilkeli, kuralcı ekonomik
yönetimin devam edeceği güvencesinin verilmesiyle dış piyasalardan sağlanan
döviz girdisiyle kısa vadeli yaşanan bu TL sıkıntısı giderilecektir. Ancak, bu
olaylardan alınacak dersler de yok değildir. Öncelikle, krizin önceden
algılanabilme şartlarının oluşturulması gerekmektedir. Kriz öncesi tedbirlerin
maliyeti ile kriz sırasındaki maliyetler arasında önemli farklılıklar vardır.
Şartlar ne olursa olsun, ekonomik istikrar programının uygulanmasına devam
edilmeli ve programın disiplininden taviz verilmemelidir. Bu bakımdan, krizin
ana hedefinin kur politikasında değişikliği temin etmek olduğu dikkate
alındığında, bu yönlü bir talebe direnmek, ülkeyi önemli bir krizin eşiğinden
döndürmüştür. Para ve sermaye piyasası kurumlarına karşı duyulan
güven sağlamlaştırılmalı ve yeni yapılanmanın getirdiği sancıların sektörce
sorunsuz atlatılabilmesi amacıyla destek olunmalıdır. Kamu bütçesi üzerinde
önemli katkıları olacak ve oldukça önemli miktarda yabancı sermayeyi ülkeye
çekecek olan özelleştirme uygulamasına hız verilmelidir. Özelleştirmedeki
başarı, programın yurt dışındaki prestiji ve güvenilirliği açısından da oldukça
önemlidir. Ekonomik istikrar programında dikkat edilmesi gereken
konulardan biri de dışticarettir. Programın temel taşlarından biri olan döviz
çapası, yıllardır ihracatımızın dayanağı olan kur avantajını ortadan kaldırmış
ve ithal fiyatlar lehine gelişmelere neden olmuştur. Bu çerçevede, dışticaret
açığıyla yaşanacak rezerv kayıplarının önüne geçilmeli ve ihracatın
artırılmasına yönelik teşvik araçları devreye sokulmalıdır. Sayın milletvekilleri, 2001 yılı bütçesi, 57 nci
hükümetin hazırladığı ekonomik programın ikinci bütçesidir. 2001 yılında gayri
safî millî hâsılanın yüzde 4,5 büyümesi, TEFE'nin yüzde 15, TÜFE'nin yüzde 19,5
ortalamayla gerçekleşmesi beklenmektedir. 2001 yılı bütçesinde göze çarpan husus transfer
kalemidir. Transferler, geçen yıla göre yüzde 8,1'lik bir düşüş sergileyerek 28
katrilyon TL'ye düşmektedir. Transferler içinde en yüksek düşüş, yüzde 32,8'le
fonlardadır. Daha sonra ise en yüksek düşüş oranı, içborç faizlerinde
gerçekleşmiştir; bu faizlerde düşme oranı yüzde 21'dir. Bütçe giderlerinde, transfer harcamalarının haricinde,
geçen yıla göre düşen kalem yoktur. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer
husussa, yatırım kalemidir. Yatırım harcamalarında geçen yıla göre yüzde
48,8'lik gibi yüksek bir artış hedeflenmiştir. Faizdışı bütçe fazlasının
artması, kaynaklarımızın faize giden kısmının düşmesi ile bütçenin ekonomik
fonksiyonu çalışabilecektir. Şüphesiz, kamu personeline, çiftçilerimize bütçe
desteğinin artması için, kaynakların faiz yerine gelir dağılımını düzeltmeye
yönelik politikalara yönlendirilmesi de gerekmektedir. 2001 yılı bütçesinde bütçe açığının gayri safî millî
hâsılaya oranı yüzde 3,4 olarak öngörülmüştür. Faiz ödemelerinin gayri safî
millî hâsılaya oranı, 2000 yılında yüzde 17 seviyesinden yüzde 11'e, giderler
içerisindeki payı yüzde 45'ten yüzde 34'e inmektedir. 2000 yılında vergi
gelirlerinin yüzde 76'sı faize giderken, 2001 yılında, bu, yüzde 52,5'e
düşecektir. Bu gelişmeler, kamu maliyesinin sağlıklı bir yapıya
dönüşmekte olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu, bütçede yıllardan
beri geçmiş yıllarda uygulanmış ekonomi politikası sonucu faiz ipoteğinin
etkisini azaltmaktadır. Şüphesiz, bu ipoteğin kaldırılarak sağlıklı bir malî
denge oluşturmak, hızlı büyüme ve adil paylaşım kararlarını vermek, programın
hedeflerine ulaşmasıyla mümkün olacaktır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Mecliste
görüşmekte olduğumuz bütçeler, bir yılın ekonomik tercihlerini gösterir. Bu
bütçe içinde ortaya koyduğumuz hedefler ve bu hedefleri gerçekleştirmek için
oluşturulan vergi, borçlanma gibi kaynaklar, sadece kamu ekonomisini
ilgilendirmemektedir. Bütçe hedeflerinin tamamı, piyasalardaki gelişmeleri,
vatandaşların yatırım ve tasarruf kararlarının oluşmasını etkilemektedir.
Demokrasilerde, sadece devletin değil, vatandaşların da bütçe yapma hakları vardır. Bu bütçe yapma hakkının
kullanılmasında kamu bütçesinin hedefleri etken olmaktadır. Bütçe
hedeflerindeki sapmalar, esasında, vatandaşların bütçe yapma hakkını da elinden
almaktadır. Özellikle, yıl içinde, bütçe hedefi dışında gerçekleştirilen kaynak
artışları, demokratik bir hak olan bütçe yapma hakkını bozmaktadır. Yıllardan
beri tutturulamayan bütçe hedefleri, bu hakkı oldukça daraltmıştır. Bu bakımdan,
istikrar programının uygulanmasındaki başarı ve dengelerin oluşması,
vatandaşlarımızın da demokrasinin önemli unsurunu ifade eden bütçe hakkını
rahatlıkla kullanmasını mümkün kılacaktır. İstikrar programının ve bütçelerin hedefe
ulaşmasını temin ederek, vatandaşlarımızın bütçe yapma hakkını kullanmasını,
demokratikleşmenin yapısallaşmasında önemli olduğunu düşünüyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ekonomi
politikalarında başarı için, belli bir paradigma çerçevesinde, tercihlere
dayalı olarak alınan kararların tutarlı ve sistematik bir biçimde uygulanması
gerekir. Ekonomi politikası, en basit tanımıyla, önceliklerin tercihidir. Bu
tercihleri oluşturacak en önemli amaçlar ise, fiyat istikrarı, yüksek ve
kararlı bir istihdam, ülke kaynaklarını aşındırmayacak büyüme, dengeli kalkınma
ve gelir dağılımında adaletin sağlanmasıdır; ancak, ekonomi politikalarında
karşılaşılan en önemli sorun, bu temel amaçların birbirleriyle çatışabilmesi ve
zorunlu olarak amaçlar arasında bir sıralamanın süreye bağlı olarak
yapılmasıdır. Mesela, fiyat istikrarını sağlamadan işsizliği azaltmak ya da
büyümeyi sürdürebilmek, kaynakların etkin kullanımını sağlamadan gelir
dağılımını düzeltebilmek mümkün değildir. Sadece büyümeyi hedefleyerek tasarruf
artışına yönelik bir politika izlemekse, gelir dağılımında adalet sorununu
ortaya çıkarabilmektedir. Son yirmibeş yıldır yaşanan kronik enflasyon
düşürülmeden, ekonomi politikasının diğer amaçlarına yönelmek veya bunlarda
başarı elde ederek, iktisadın nihaî amacı olan refaha ulaşmak mümkün değildir. Amaçlarda, önceliğin doğru tespiti kadar, bu önceliğe
ulaşmada kullanılacak araçların seçimi de önemlidir. Zira, bu araçlar arasında
da çatışmalar söz konusu olabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, enflasyonla
mücadelede para ve maliye politikası araçlarının aynı yönde kullanımında da
önemli sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Bunun en tipik örneği, borçlanma
politikasıyla sıkı para politikalarının ortak etkisi olan faiz düşüşlerinde
yaşanmaktadır. Bir taraftan yatırımları kolaylaştıran düşük faiz arzu
edilirken, enflasyondaki küçük bir ivmeye istinaden talep azaltmak için,
tasarrufları ve kamu borçlanma maliyetini artıracak faiz yükseltilmesi
istenebilmektedir. Paranın satın alma gücünü artırmaya yönelik kur
politikasıyla ihracatta bazı sıkıntılar doğmakta, bunun sonucunda da kur
ayarlamaları beklenebilmektedir. Uygulanmakta olan programın temel hedefi, enflasyonu
tek rakamlara düşürmek, sağlıklı bir makro ekonomik istikrarı sağlamaktır. Bunu
gerçekleştirmeden gelir dağılımındaki bozuklukla ve yoksullukla mücadeleyi
başarmak son derece zordur. İktisat politikası amaçları ve araçları arasındaki bu
çatışmalar, siyasetçiler tarafından kullanılmaktadır. 57 nci hükümetin
enflasyonun düşürülmesi temel tercihini eleştiremeyenler, bu amaçla diğer
amaçlar arasındaki çatışmaları veya bu amaç için kullanılan araçların
etkilerini siyaset malzemesi yapabilmektedir. Sağlıklı işlemeyen piyasaların ortaya çıkardığı
sorunları çözmeye yönelik politikalar, emir-komuta, paradan para kazanmayı sona
erdiren politikalar insansız olarak nitelendirilmektedir. Sayın milletvekilleri, bu çatışmalara dayalı olarak
geliştirilen siyasetlerin çelişkilerini ve yanlışlıklarını halkımız yaşamıştır.
Türkiye'nin sorunlarına çözüm getiremeyen, ekonomide istikrarın devamını
sağlayamayan bu anlayışın yerine, sosyal dengeleri gözeten, politika
çatışmalarını minimize eden ve zaman boyutunu dikkate alan eleştirilere dayalı
siyaset, milletimiz için daha faydalı değil midir? Yaşamakta olduğumuz yoksulluk, yolsuzluk, enflasyon,
rant ekonomisi gibi sorunların sebeplerini oluşturmuş siyasî iradeler,
bugün, bu sorunları çözme yükümlülüğünü
taşıma cesareti gösteren Milliyetçi Hareket Partisinin yaklaşımlarını takdirle
karşılamalıdır. Şu bilinmelidir ki, bu program, ülkenin belki de son
şansı olarak mutlaka başarıya ulaşmalıdır. Bu amaçla, geniş bir kamuoyu
desteğini arkasına alan, yıllardır halkın gözünde düşmesi mümkün olmayan
enflasyonun ondört yıl önceki seviyelere düşmesi gibi hususlar, bu programın
toplumun umudu haline geldiğini ortaya koymaktadır. Programın hedeflerine ulaşmasında önemli başarılar elde
edilmiştir; ancak, bunları yeterli görmek mümkün değildir. Ekonomik ve sosyal
kesimlerin sıkıntılarını çözebilecek bir ekonomik ve malî yapılanma hedefi
mutlaka gerçekleştirilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 18 Nisan 1999
seçimlerinde, Milliyetçi Hareket Partisi seçim beyannamesinde, vatandaşlarına,
ülke meselelerinin çözümüne yönelik düşüncelerini aktarmıştı. Milliyetçi Hareket Partisinin seçim beyannamesinde,
ekonomik sorunların acil olarak çözümlenmesini sağlamak üzere, 2000-2002
yıllarını kapsayan orta vadeli "toparlanma ve dönüşüm programı"
çerçevesinde fiyat istikrarı ve hızlı büyümenin sağlanması hedeflenmişti. Bu
programda, 2000 yılı için öngördüğümüz enflasyon oranı yüzde 30, 2001 için
yüzde 15, 2002 için yüzde 5 olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisinin
vatandaşlara taahhüt ettiği program ve hedeflerin gerçekliği, günümüzdeki
gelişmelerle ortaya konmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi bu konuda meselelere
orta vadede bakma yaklaşımını hükümete taşımış olmaktadır. Bu programda, kamu açıklarının azaltılmasıyla para
politikası üzerindeki Hazine baskısının azaltılacağı ve bağımsız bir para
politikasının uygulanacağı tespitiyle, bugün, Merkez Bankasının uyguladığı
bağımsız bir para politikasının ekonomideki etkinliği örtüşmüyor mu? Seçimlerden önce, bu orta vadeli programla, içborcun
vade yapısının uzatılması ve bütçedeki faiz yükünün azaltılması, buna bağlı
olarak piyasalarda sağlanacak istikrar sonucu dışborçlanmanın kolaylaşmasıyla
yatırım, üretim, büyüme hamlesine girileceği şeklindeki tespitlerimiz, bugün
elde ettiğimiz neticelerin habercisi değil midir? Kamu bankalarından Halk Bankası ve Emlak Bankasının
süratle özel kesime devredileceği, Halk Bankasının satışında sektörü
ilgilendiren meslekî kuruluşlara öncelik verileceği şeklindeki yaklaşımlarımız
bugün gerçekleşme yolunda değil midir? Sağlıklı piyasaların oluşması için enerji, haberleşme
ve hava ulaşımı regülasyon kurumlarının oluşmasını seçimlerden önce
öngörmüşken, bugün telekomünikasyon kurumu oluşturulmamış mıdır? Elektrik
piyasasında düzenlemeler için regülasyon kurumunun gerekliliği istikrar
programının son hedeflerinden biri olarak ilan edilmemiş midir? Kamu vicdanını rahatsız eden şaibeli özelleştirmelerin
önüne geçilmesi için, idarî ve yasal düzenlemelerin yapılmasına dair tespitimiz
ışığında "özelleştirme" kavramı Anayasaya konulmamış mıdır? Tarım kesimine yönelik olarak doğrudan gelir transferi
sistemine geçilmesinin adımları atılmadı mı? Üretici birliklerinin, ürün
borsalarının kurulması için yasal değişiklikler yapılmadı mı? Milliyetçi Hareket Partisi, seçimlerden önce, yoksulluk
ve yolsuzluk sorunlarını ve bunların çözümüne ilişkin projeleri de ortaya
koymuştur. Bugün, tüm siyaset ve fikir dünyasının en önemli tartışma alanlarını
bu konular teşkil etmektedir. Böylece, Milliyetçi Hareket Partisi, bu iki
önemli sorunu, ülke gündemine taşıyarak, 57 nci hükümetin yaklaşımlarının
temeli haline getirmiştir. Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisinin
önemle durduğu bir başka konu da yolsuzluktur. Yolsuzluğun ekonomik sebepleri
kadar, önemli ekonomik etkileri de bulunmaktadır. Özellikle, yapısal olarak
oluşturulmuş rant ekonomisi ile para ve sermaye piyasalarının sağlıklı ve etkin
işlemesi için gerekli hukukî tedbirlerin alınmamış olması, günümüzde meydana
gelen banka boşaltmalarının temelini oluşturmuştur. Kamu harcamalarının iç borçlanma yoluyla finansmanına
dayalı olarak gelişmiş rant ekonomisini üretim ekonomisine dönüştürme çabaları,
esasen, yolsuzluk ekonomisinin kaynağını kurutmaya yöneliktir. Yolsuzlukların
yaygınlaşmasını temin eden bir başka husus da siyasî istikrarsızlıktır. Kısa
vadeli rant davranışları bu istikrarsızlıklarda etkin olmaktadır. Siyasî istikrara, uzlaşmaya, koalisyonu bir bölüşme
aracı görmeyen siyasete, Meclisin çalışmasına, sağlıklı etkin para ve sermaye
piyasalarına, bürokrasinin azaltılmasına, kamuda performans denetimine ve
şeffaflığa, yatırım önceliklerine, rekabete, özelleştirmeye verdiğimiz önem,
yolsuzluk ekonomisinin kaynaklarını kurutmaya yöneliktir. Yolsuzluklarla mücadelede, siyaset anlayışı ve siyasî
kararlılık son derece önemlidir. Bu mücadelede, parti veya şahısların değil,
milletin menfaatını korumaya kararlı siyaset anlayışının ne kadar önemli olduğu
ve etkin olduğu ortaya çıkmıştır. Yolsuzluklarla mücadele için temiz siyaseti benimsemiş,
temiz yürekler gerekir. Bu mücadelenin sürdürülmesinde kararlıyız. Bu
mücadelede, etkili, hızlı ve kararlı davranarak başarılı olmaktan başka seçenek
de yoktur. Sayın milletvekilleri, seçimlerde milletimize
verdiğimiz sözleri yerine getirmeye devam edi-yoruz. Koalisyon hükümetinin
yapısı içinde ülke sorunlarının çözümünde Milliyetçi Hareket Partisinin
katkılarını gözardı etmek mümkün müdür? Ülkemizi ve milletimizi sorunlara teslim etmedik. Son
derece kritik safhaya gelmiş sorunların derinleşmesini önledik; iyileşme
yolunda da önemli adımlar attık. Milletimizin içinde bulunduğu sorunların çözümünde,
koalisyon hükümetinin gerektirdiği uzlaşma anlayışı içinde, tespitlerimizin
hayata geçmesinden kimse ürkmesin. Kararlı, seviyeli, uzlaşmacı siyaset
anlayışıyla çözüm yoluna sokamayacağımız bir sorun yoktur. İktidar
ortaklığımızı, milletimizin sorunlarını derinleştirmeden çözmek için kullanmaya
kararlıyız. Yapabildiğimizi yapacağız; hem de çatışmadan, kavga etmeden
yapacağız. 18 Nisanda bir şey değişti; millet, Meclise girdi. O
günden bu yana çok şey değişti ve değişmeye devam edecek. Çalışan Meclis,
siyasî istikrar, çatışma yerine uzlaşma siyaseti, kavga yerine hoşgörülü
anlayış, yolsuzluklara karşı yapılan operasyonlar, ondört yıl önceki seviyeye
düşen enflasyon, çatırdayan rant ekonomisi, düşen faizler, bölücülüğe karşı
millî bir direncin uyanışı, milletin bütünlüğünü uluslararası planda savunan
güçlü irade, bu değişimin sesleri değil midir?.. Sözü yüksek olan Milliyetçi
Hareket Partisinin sesi, bu değişimlerdir. Milliyetçi Hareket Partisine her fırsatta düşmanlık
tohumu ekmek isteyenlerin, Milliyetçi Hareket Partisini hedef alanların
rahatsızlıklarının asıl kaynağı, bu değişimlerin gerçekleşmeye başlamasından
kaynaklanmaktadır. Uluslararası rekabetin aktörlerini, değişim karşısında
direnenleri, milleti değil partisini ve kendisini düşünenleri milletimiz gayet
iyi tanımaktadır. Sayın milletvekilleri, gerek uluslararası gerek ulusal
gelişmeler, Milliyetçi Hareket Partisinin siyaset anlayışının temel
yaklaşımlarının doğruluğunu ortaya koymaktadır. Son derece önemli iç ve dış
gelişmelerin yaşandığı bir dönemdeyiz. Ülkemizin ve milletimizin menfaatlarını
her seviyede savunan Milliyetçi Hareket Partisinin siyasî iradesi, toplumsal
umudun kaynağıdır. Milletimizin bütünlüğünü ve değerlerini korumaya,
insanımızı kalkınma politikasının odağı yapmaya, yoksulluktan refaha sıçrama
yaptırmaya, yolsuzluktan sorumluluğa dönüşümü sağlamaya kararlıyız. Milleti ve
milletin menfaatlarını merkeze oturtmaya, hedefe ulaşmaya, lider ülke
Türkiye'yi gerçekleştirmeye kararlıyız. Bu düşüncelerle, Yüce Heyetinize saygılar sunarım.
(MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Oktay Vural'a teşekkür ediyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı
Sayın İsmail Köse'dir. Buyurun Sayın İsmail Köse. (MHP sıralarından alkışlar) Kalan süreyi dolduruyorsunuz efendim; süreniz, 20
dakika. MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Teşekkür
ederim. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001 malî yılı bütçesi
üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım;
konuşmama başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bütçemizin,
ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hükümetimizin
yapmış olduğu icraatlardan dolayı vermiş olduğumuz desteğin boşa gitmediği, şu
anda önümüze getirilen bütçeden de anlaşılmaktadır. Uygulanan politikaların
doğruluğuna baktığımızda, özellikle tarımda uygulanan politikaların,
vatandaşımızı rahatlatıcı bir noktaya geldiğinin şahidi olmaktayız. Köylü
vatandaşımız, tarihinde ilk defa, peşin parayı görmüştür. Toprak Mahsulleri
Ofisinin önünde, kuyruklar ve aylarca beklemeler nihayete ermiş ve çiftçimiz,
vermiş olduğu ürünün değerini çok kısa süre içerisinde almıştır. Dünyada eşi ender görülen, ülkemizde, yüreklerimizi
sızlatan, binlerce insanımızın ölümüne sebep olan 17 Ağustos ve 12 Kasım
depremleri dolayısıyla meydana gelen insan kaybımızın acısını ve orada meydana
gelen kayıpların ortadan kaldırılmasıyla ilgili hükümetimizin yapmış olduğu
çalışmalar, özellikle Bayındırlık Bakanlığımızın, gerçekten, çok büyük bir
başarıyla, çalışmaları sonucunda neticelendirerek bugünlere getirmesi,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, bizim için övünç kaynağı olmuştur. Şu
anda, son aşamaya gelen ve onikinci aydan itibaren kalıcı konutların teslim
edilmesi imkânı sağlanacak olan bu depremin meydana getirmiş olduğu sıkıntılar,
önümüzdeki aylarda giderilecektir. Muhalefet partilerinin, bunu çok iyi
değerlendirmesi gerekir; çünkü, yabancı gözler, yabancı vicdanlar dahi, bu
depremin meydana getirmiş olduğu tahribatın kısa sürede önlenmesi hususunda
ortaya konulmuş olan çalışmayı, gerçekten, takdir etmişlerdir. Biz de,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Sayın Bakanımızı ve hükümetimizi takdirle
karşılıyoruz. Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; hastanelerin
önünde insanlar sürünmemektedir. Hiçbir vatandaşımız, hasta olması nedeniyle,
parası olmadığından dolayı, herhangi bir şekilde, kendisini tedavi ettirmek
üzere gitmiş olduğu tedavi merkezinden geri çevrilmemektedir. Sağlık
hizmetlerimizin ve sağlık politikalarının önünü tıkayan yasaları ise, inşallah,
önümüzdeki aylarda Yüce Meclisimize getirerek bu konudaki yasaları da çıkarmak
suretiyle, bugüne kadar noksanları olan ve vatandaşımızın öncelikle sağlık
ihtiyaçlarını karşılaması konusundaki yasaların ortaya çıkarılması
sağlanacaktır. Diğer taraftan, yine, Türkiye'de, çok az da olsa
ekonomimizin canlanmasına vesile olan ithalat ve ihracatımızın kaynaklarından
biri olan serbest bölgelerde çok önemli gelişme ve değişmeler olmuştur.
Türkiye'de, kara ve deniz sınırlarımızda bulunan serbest bölgeler, zamanla başı
boş bırakıldığından dolayı, ekonomimize gerekli ve istediğimiz ölçüde bir imkân
sağlamamıştır. Bugün, ele alınmış olan serbest bölgelerin, ekonomimizi
destekleyen ve ekonomimize en büyük kaynak teşkil eden bir seviyeye getirilmesi
konusunda çalışmalar sürdürülmektedir. Yine, serbest bölgelerden sorumlu bakanımızın, Irak'la
olan münasebetleri sağlamak suretiyle, Irak hükümetiyle, ticaretimizin
gelişmesiyle ilgili göstermiş olduğu çalışmaları da takdirle karşılıyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve
Ticaret Bakanlığının yapmış olduğu ve tamamen siyasî amaçla, her ilçede bir
küçük sanayi sitesi yapılmış, bazı bölgelerde ise organize sanayi bölgeleri
programlara alınmış veya bir kısmı başlatılmış; ancak, atıl vaziyette bulunan
küçük sanayi sitelerinin devreye sokulduğunun ve yine, organize sanayi
bölgelerinin de, bir taraftan yenilerinin yapıldığının, diğer taraftan daha
önce yapılmış olan organize sanayi bölgelerinin de bugünlerde bitirilerek
vatandaşımızın hizmetine sokulduğunun örneklerini görmekteyiz. Tabiî, şu anda önümüze konulan bütçenin ekonomik
kaynaklardan uzak olmasının nedenlerinden bir tanesi ve en önemlisi, geçtiğimiz
yıllarda, terörün Türkiye'ye getirmiş olduğu ekonomik kayıptır; insan kaybının
yanında, en büyük kaybı, terör bırakmıştır. Terörün bırakmış olduğu rakamlar
belki 100 milyar dolar civarında; ama, ekonomistlerin vermiş olduğu rakamlar
ise, bunun çok daha üzerindedir. İşte, bugünkü hükümetimizin ortaya koymuş olduğu
tutarlı, ciddî politikalar sonucunda, artık, Türkiye'de terör, dikkat
ederseniz, bugün hiç konuşulmamaktadır ya da çok az konuşulmaktadır. Demek ki,
gündemimizi başka şeyler işgal etmiştir. Gündemimizde, bugün, Türkiye'nin
soyulmasının, geçtiğimiz yıllarda -yani, on yılda, yirmi yılda, otuz yılda-
profesyonelce altyapısı hazırlanmış, profesyonelce mafya ve çeteleşme
organizasyonu teşkil edilmek suretiyle. İşte, bugün, hırsızlık ve
yolsuzluklarla mücadele gelmektedir; bugün, Türkiye'nin gündemini birinci işgal
eden konu budur. Muhalefet şuna inansın ve bilsin ki, Milliyetçi Hareket
Partisinin olduğu hükümetlerde, Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye Büyük Millet
Meclisinde bulunmaya devam ettiği sürece bu hırsızlık ve yolsuzlukları
yapanların yaptıkları yanlarına kâr kalmayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)
Bugün, güvenlik kuvvetlerimizce daha önce hazırlanmış veya bugün hazırlanmış
olan raporlar, belgeler ve çeşitli şekildeki çalışmalar ilgili kişilere,
kurumlara verilmiştir ve bu kurumlarda hükümetimizin, altını çiziyorum
hükümetin üç ortağının ciddî kararlılığı sonucu bu operasyonlar yapılmıştır. Değerli milletvekilleri, yapılan operasyonlardan önce
herhangi bir yasada değişiklik yoktur, yine aynı bakanlık vardır, aynı güvenlik
kuvvetleri vardır, aynı mevzuat vardır; ne İçişleri Bakanlığı teşkilatında
kanununda bir değişiklik yapılmıştır ne Emniyet Genel Müdürlüğümüzün ya da
Jandarma Teşkilatımızın kanunlarında herhangi bir değişiklik yapılmıştır; aynı
yasalar uygulanmıştır; ancak, bir zihniyet farkı vardır. İşte, bu zihniyet
farklılığını ortaya koyan Milliyetçi Hareket farklılığıdır değerli
milletvekilleri. Onun için diyoruz ki, Türkiye için Milliyetçi Hareket
gerçekten bir kazançtır, bir şanstır, bunun değerini milletimiz bilmektedir ve
bunun değerini bilmeye devam etmektedir. Şu anda, elimizde bulunan ve
anketlerde çıkan sonuçlara baktığımızda -muhalefet partilerine de, eğer
isterlerse gönderebiliriz- Milliyetçi Hareket Partisi, tabiî, ortağımız
Demokratik Sol Partinin de önüne geçmek suretiyle birinci parti olma noktasına
gelmiştir. Onun için, yapmış olduğumuz politikaların, yapmış olduğumuz
çalışmaların millet nezdinde makes bulduğunu, vicdanlarda yer ettiğini ve Türk
Milletinin, 57 nci cumhuriyet hükümetinin politikalarını benimsediğini... Bu
arada, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, kavga etmeden, uzlaşarak,
vatandaşımız ve milletimiz için hangi yasaların öncelikle çıkarılması
gerekiyorsa onun arkasında durarak, bugüne kadar çıkarmış olduğumuz yasalar ve
Anayasa değişiklikleriyle, milletimiz nezdindeki bu güven ortamı sağlanmıştır. Tabiî, güven çok önemli bir olaydır. Türkiye'nin aramış
olduğu iki konu vardır; bunlardan bir tanesi güven, diğeri istikrar. İstikrarı
siyasette sağlamadığınız müddetçe ekonomide sağlamanız mümkün değildir. O
itibarla, gerek Milliyetçi Hareket Partisi Grubu gerek 57 nci cumhuriyet
hükümeti,Türkiye'de bu güven ortamını ortaya çıkarmıştır. Bakın, değerli milletvekilleri, birkaç dolarını buraya
getirmek suretiyle ekonomimizi sarsmak isteyen hain düşüncedekiler -dışarıda ve
içeridekiler- paralarını kaçırdığı gün, bizim meslek kuruluşlarımızın
temsilcileri Sayın Başkanımızı makamında ziyaret ederek "biz programın
arkasındayız, Türk Milleti olarak ve meslek kuruluşları olarak programınızı
desteklemeye devam edeceğiz" demek suretiyle, bu millî davranışı,
gerçekten imrenilecek bu davranışı ortaya koymuşlardır. O itibarla, Türk
Milleti, büyük millettir. Nereye gidecekti hükümetimiz, nereden para alacaktı?!
Birkaç dolar için, bu milletin haysiyetini ve onurunu başkalarına peşkeş çekmek
için gelmemiştir 57 nci cumhuriyet hükümeti, onurlu davranışlarıyla...
Şartlarımıza uyduğu müddetçe dışkrediler alınır; şartlarımıza uymadığı takdirde
de, yüce milletimize giderek "şu yaramızı sarmak için sizin kapınıza
geldik" demek suretiyle, işte ekvergiler çıkarılmış depremin yaraları sarılmış
ve şu anda da, ülkemizin ihtiyacı olan kaynak için, yine ekonomik sıkıntıdan
kurtulabilmemiz konusunda milletin kapısına gidilmiştir. Milletin kapısı,
gitmemiz gereken birinci kapıdır. Onun için, bu, hükümet için kötü bir durum
değil, bence, en onurlu davranıştır. Başkalarına yalvararak, başkalarına
siyaseten taviz vermek suretiyle alınacak kredi, bizim onurumuzu zedeler.
Kıbrıs'tan taviz vermek, ne bizim, Milliyetçi Hareketin düşüncesine sığar ne
Türk Milletinin ne de 57 nci cumhuriyet hükümetinin düşüncelerine böyle bir
şeyi yaklaştırmamız mümkündür. Ege'de taviz vermek veya başka yerlerde taviz
vermek veya Ortadoğu'da gelişecek politikalarda, birkaç dolar için, oradaki
soydaşlarımıza, Türkmenlere vuku bulacak en kötü politikaları benimsememiz
mümkün değildir. O itibarla diyoruz ki, dış politikada ve ekonomik
politikalarımızda önemli olan, Türk Milletinin onurunu ve haysiyetini ortaya
koymaktır; bu da, çok önemli bir olaydır. Yani, geçtiğimiz yıllardaki,
geçtiğimiz dönemlerdeki kredi alışverişlerindeki davranışları göz önüne
getirdiğimizde, Türk Milletinin ne kadar küçük düşürüldüğünün şahidi oluruz. O
itibarla bizim için önemli olan, milletimizin onuru kırılmadan ve gerekirse
şartlarımızı ortaya koymak suretiyle, eğer bu şartlara uygun imkânlar
verilirse, bu imkânları almak için, gerekli girişimler ve çalışmalar
yapılacaktır. Değerli milletvekilleri, yıllardan bu yana,
milletimizin cebinden ayrı bir hırsızlık olayı vardı. Biliyorsunuz, enflasyon
olayı, her yıl, insanımızın cebinden parasını alıp götüren bir canavardı; bu
canavarın başı ezilmiştir; bu, çok önemli bir başarıdır. Enflasyonun yüzde
100'lerde olduğu dönemlerde, burada, bütçe müzakerelerini dinleyen
milletvekillerinden bir tanesiydim. O dönemlerde, bütçe müzakerelerinin yüzde
50'si "enflasyonu düşüreceğiz" sözleriyle geçerdi; nasıl
düşürülecektir, nasıl politikalar ortaya koyulacaktır ki, enflasyon yüzde
50'lerin altına düşsün. Bugün, enflasyon, yüzde 20'lerin altına düşme noktasına
gelmesine rağmen, yine, hâlâ niçin yüzde 20'lerin altına düştü diye bir yanlış
düşünceyle karşı karşıyayız. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Hangi yüzde 20 yahu?! İSMAİL KÖSE (Devamla) - Onun için inanıyorum ki,
önümüzdeki 2001 yılı bütçesinde konulmuş olan hedefiyle, bir sonraki bütçe
konuşmalarımızda, burada, Allah nasip ederse, yüzde 10'lardan bahsedeceğiz. Yine, hükümetin ortaya koymuş olduğu... Belki, yarın
basın da yazacaktır, bütçesi müzakereleri pek heyecanlı geçmedi; çünkü,
muhalefet, kayda değer bir şey söylemediği için, heyecan veremedi... NECMİ HOŞVER (Bolu) - Ama, kendi siyasî partinde bile
heyecan yok. İSMAİL KÖSE (Devamla) - Bizim de, heyecan vermemizi
gerektiren bir konu yoktur. Burada hamasî konuşmalarla, hamasi nutuklarla,
milletimize yalan dolanla heyecan vermenin manası yok. Millet, realiteyi görmek
istiyor. İşte hükümetimiz, bu realiteyi milletimizin önüne getirmiştir.
Enflasyon nasıl düşürülecek; üç yıllık bir program yapmış, bu programın
uygulanması konusunda en önemli enstrümanlardan bir tanesi de bütçedir. Bütçeyi
gerçekçi bir zemine oturtmadığınız takdirde, bütçeyi realist olarak gündeme
getirmediğiniz ve hayalî rakamlarla doldurarak "işçiye şunu vereceğim,
köylüye bunu vereceğim" şekliyle değil, gerçeği ortaya koyduğunuzda,
sokağa çıktığınızda millet sizin arkanızdadır. Bugün, inanıyorum ki, milletimiz
yine hükümetimizin arkasındadır; çünkü, araştırmalar da bunu gösteriyor. Yine,
hükümeti destekleyen üç siyasî partinin, yapılan anketlerde, almış olduğu
puanlar itibariyle, muhalefete rağmen çok daha başarılı ve çok daha yüksek
rakamlarda olduğu ortadadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'de en
önemli olaylardan bir tanesini yaşıyoruz; yolsuzluk. Yolsuzluk ve
hırsızlıklarla mücadele, gerçekten milletimizi bugün içerisinde bulunduğu en
önemli sıkıntılara sokan olaylardan bir tanesidir. Bankalardaki paralarımızın
nerelere gittiğini ve içinde bir tek kuruş sermayesi olmayanların
katrilyonlarla oynadığı ve yaşları itibariyle, babalarından miras kalmış olsa
dahi, o paraları sayamayacak kadar ömürlerinin kısa olmasına rağmen,
katrilyonlarca TL veya yabancı parayı alıp ve bankaların içini nasıl
boşalttıkları olaylara şahit olmaktayız. Tabiî, bugün, yalnız bunlarla kalınmayacaktır, bu operasyonlar devam edecektir. Bunlara
devam ettiğiniz zaman nerelere gidiyor, görüyorsunuz. Ekonomimizi sarsmak için
içeride ve dışarıda meydana getirilmiş olan bu çeteleşme ve organizasyon, hem
onbeş yıldan beri terörle mücadelemizde, terör örgütünün eline silah veren
insanların bugün de birilerine sermaye verdiklerine ve bir başka taraftan
dolanarak da Avrupa Birliğine girmemiz bakımından, bu birliğe girerken bazı şartları
önümüze koyduklarına şahit olmaktayız. Türkiye, bu konuda da tavrını koymuştur,
hükümetimiz bu konuda da tavrını koymuştur; Helsinki Anlaşmasındaki düşünceler
istikametinde, gelişmeleri değerlendirecek ve önümüzdeki aylarda ulusal belge
dediğimiz Katılım Ortaklık Belgesine karşılık bir millî belgeyi ortaya
koyacağız. Bu millî belgede Milliyetçi Hareket Partisinin düşüncesi muhakkak
surette çok daha önem kazanacaktır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; siyasî istikrarın
sağlandığı bir ortamda, ekonomimizin iyi göstergelerinin ortaya çıktığı ve
bütçenin gerçek rakamlara oturtulmak suretiyle önümüze getirildiği bugünlerde,
milletimizin biraz da morale ihtiyacı vardır. Milletimizin, üç yıldan bu yana içerisinde bulunmuş
olduğu o günkü şartlardan bugüne kadar, bazı değişikliklere şahit olduğunu biz
de görüyoruz; ama, bu yeterli olmamaktadır; milletimizin, muhakkak surette,
moral değerlerinin çok yüksek seviyeye ulaşması gerekmektedir. Bunun için de,
kurumlar arasındaki münasebetler pekiştirilmeli, milletimiz ile devlet
arasındaki soğukluk giderilmelidir. İşte, hükümetimizin, yapmak üzere olduğu ve önümüzdeki
aylarda da beklediğimiz çalışmaların en önemlilerinden bir tanesi bu olacaktır;
yani, milletimizin moral değerlerini yükseltecek, millî heyecanını yükseltecek
ve ona bir millî heyecan verecek çok önemli çalışmaların önümüze
getirilmesidir. Bu konulardan bir tanesi dışpolitikamızla ilgilidir.
Malumunuz, dışpolitikamızdaki gelişme ve değişmelerde, yerinde durması mümkün
olmayan, ileriye dönük ve 2023 yılına koymuş olduğumuz hedef doğrultusunda, on
devletten bir tanesi olacak lider Türkiyemizi ortaya çıkaracak dışpolitikaları
muhakkak surette önümüze getirmemiz ve o istikamette çalışmamız gerekiyor. Bunların en önemlilerinden bir tanesi de Türk
cumhuriyetleridir. Bu cumhuriyetlerle olan münasebetlerimiz Bakü-Ceyhan Petrol
Boru Hattıyla devreye sokulmuştur; ancak, sosyal ve kültürel gelişmeler de bunu
takip etmelidir. Şu anda Değerli Bakanımız Sayın Abdulhaluk Çay Beyefendi,
inanıyorum ki, zamanının çoğunu Türk cumhuriyetlerinde geçirmekte ve o
cumhuriyetlerin içerisinde bulunmuş olduğu imkânları, sosyal, kültürel
çalışmalarımızla beraber pekiştirerek, noksanlarımızı tamamlamaya
çalışmaktadır. Diğer taraftan, Ortadoğu'daki sıkıntı henüz
giderilmemiştir. Ortadoğu, fludur, daha netleşmemiştir; kimin eli kimin cebinde
belli değildir; ama, Türkiye Cumhuriyeti bir tavır koymuştur. Bu tavır, Irak'ın
toprak bütünlüğüne herkesin saygı duyması istikametindedir. Irak'ın toprak
bütünlüğü korunacaktır ve burada, birilerinin kafasından geçirmiş olduğu, hayal
etmiş olduğu değişik şekildeki bir senaryonun ortaya çıkarılmasına, Türkiye,
müsaade etmeyecektir ve kendisi de, bunu, bir savaş sebebi olarak ortaya
koymuştur. O itibarla, Ortadoğu'daki gelişmeler, geciktirilmeden,
bir an önce çözüme kavuşturulmalıdır; çünkü, burası, bizim ekonomimizle direkt
ilgili bir olaydır. Irak'la olan ekonomik politikalarımızın gelişmesi,
ihracatımızın çoğaltılması ve 1990'lı yıllardan önce Irak'la yapmış olduğumuz
ekonomik varlığın, karşılıklı ticaretimizin yeniden ihya edilmesi Türkiye için
çok önem arz etmektedir. Bu bakımdan, Ortadoğu politikaları önemlidir.
İsrail-Filistin arasındaki bu sıkıntının muhakkak suretle giderilmesiyle ilgili
Türkiye'ye gösterilen itibar bizi de gururlandırmıştır. Demek ki, Türkiye,
Ortadoğu'da yapılacak olan çalışmalarda gözardı edilmeyecek bir devlettir; bunu
da, iyi görmemiz lazım. Kafkaslarda sıkıntı vardır; doğrudur. Çeçenlerin,
muhakkak suretle, insanca yaşayabileceği bir ortama kavuşması gerekmektedir. Balkanlarda sıkıntı vardır. Bakın, Lozan Antlaşmasına
göre, değerli milletvekilleri, biz, kendi azınlığımızın, yani, kendi içimizde
bulunan azınlıkların, patriğini, papazını seçmesine müsaade ediyoruz; ama,
Yunanistan'da, Bulgaristan'da, maalesef, bizim soydaşlarımız azınlık haklarını
kullanamıyorlar. Ne yapıyorlar; maalesef, kendi seçtikleri müftülerin arkasında
duramıyorlar. İçerisinde bulundukları devlet, maalesef, kendilerini alet etme
durumunda olduğu insanları getirerek, oradaki soydaşlarımıza zulmetmektedirler.
O itibarla, bu dışpolitikaların da gözden geçirilmesi
suretiyle, Türkiye'nin önü açıktır, hiç kimsenin böyle kötümser bir tablo
çizmeye hakkı yoktur. Türkiye, inşallah, inanıyoruz ki, şu istikrar
programımızı olağanüstü herhangi bir olay olmadığı müddetçe,
gerçekleştirdiğimiz takdirde, 1990'lı yıllardan üzerimizde kalan çok ağır
yüklere rağmen, bunu, bu Meclisimizle, bu Hükümetimizle aşacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Köse, süreniz bitti; Yüce Meclisin
çalışma süresi de bitmiştir. Size, konuşmanıza son vermek ve teşekkür etmek
için süre veriyorum. Buyurun. İSMAİL KÖSE (Devamla) - Sayın Başkanım, ben de, o
noktaya getirmiştim konuşmamı. Bu duygularla, 2001 yılı bütçemizin ülkemize,
milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın Köse'ye teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, saat
18.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma
Saati: 16.07 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati
: 18.00 BAŞKAN : Ömer
İZGİ KÂTİP ÜYELER
:Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 28 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. III.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1.- 2001 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/764) (S.Sayısı
: 552) (Devam) 2.- 1999 Malî
Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740,
3/642) ( S.Sayısı : 554) (Devam) 3.- 2001 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/765) (S.Sayısı : 553) (Devam) 4.- 1999 Malî
Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S.Sayısı: 555) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde. Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına,
Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu'nda. Sayın Kumcuoğlu, sürenizi başlatmadan öğrenmek
istiyorum; sizden sonra konuşacak Masum Türker Beyle süre bakımından bir
anlaşmanız var mı; yoksa?.. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Var efendim; 30'ar dakika
konuşacağız. BAŞKAN - Buyurun Sayın Kumcuoğlu. (DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerinde Demokratik
Sol Parti adına görüş ve düşüncelerimizi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum;
konuşmamın başında, Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkan, bu sabah, saygın bir siyasî partimizin
çok saygıdeğer bir Genel Başkanı, bu kürsüden, tansiyonu yüksek, yalnızca
karamsar değil, kapkaramsal bir konuşma yaptı. Bu konuşma, yer yer mütecaviz,
aşağılayıcı ve dolayısıyla inciticiydi. Bunun da ötesinde, bu konuşma,
içerikten daha çok retoriğe ağırlık veriyordu. Bu yüce çatı altında, deneyimli politikacılardan çok
şeyler öğrenmeyi umut etmiş yeniyetme bir politikacı olarak, bu üslubu
yadırgadığımı ifade etmekten kendimi alamıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) NEVZAT ERCAN (Sakarya) - İkibuçuk yıl Başbakanlık
yaptı, sensin yeni yetme... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Tekrar ediyorum... NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sen kendinle çelişiyorsun,
incitici, kırıcı... Sana yakışmıyor, bu üslubu yadırgadım. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Tekrar ediyorum, bu yüce
çatı altında, deneyimli politikacılardan çok şey öğrenmeyi umut etmiş yeniyetme
bir politikacı olarak, bu üslubu yadırgadığımı ifadeden kendimi alıkoyamıyorum.
(DSP sıralarından alkışlar) NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Anladım şimdi. (DSP
sıralarından "anladı, anladı" sesleri) ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Benim biraz önce ifade
ettiğim gibi... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Güzel tabloyu söyle... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - ...bu konuşma, içerikten
daha çok retoriğe ağırlık veriyor. Ben, 1987 senesinde maliye camiasından ve Maliye
Müsteşarlığından ayrıldıktan sonra, oniki yıl sonra, bu sefer, seçilmiş bir
kamu yöneticisi olarak, tekrar, kamu yönetimine döndüm. Bu dönüşümde, devletin
bütçesine yeniden göz attığım zaman, devlet bütçesinin ne denli örselenmiş, ne
denli hırpalanmış, hatta, boğulma noktasına getirilmiş olduğunu hayretle
müşahede ettim ve bu olumsuz oluşumun nasıl olup da farkına varılmamış, nasıl
olup da görülmemiş, nasıl olup da önüne geçilememiş diye hayret ettim; fakat,
bu sabahki konuşmada, bir cümle, benim irkilmeme ve belli bir ölçüde bu işin
farkına varmama sebep oldu; o da şudur; muhterem hanımefendi dediler ki
"Şimdi, gelelim bugünün bütçesine. Bu bütçeyi konuşmaya dahi gerek yok.
Bakın, enflasyonu belirleyecek olan kamu açıklarıdır, bütçe açıkları değil.
Konsolide bütçe açığı bir hiç, okyanusta bir damla..." Daha ötesine
geçmiyorum. Konuşmamın hemen başında, bu değerlendirmeye, eski bir bütçeci,
eski bir maliyeci olarak kesinlikle katılamadığımı ifade etmek istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin
sorunu, Türkiye'nin sıkıntısı, Türkiye'nin açmazı bütçededir. Neden böyle
olduğunu biraz sonra açıklamaya gayret edeceğim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı
bütçesi, zaman boyutunda iki özelliğiyle öne çıkıyor; birincisi, 21 inci
Yüzyılın ilk bütçesi oluşu; ikincisi, 57 nci cumhuriyet hükümetince, 9 Aralık
1999 tarihinde açıklanıp uygulamaya konulan üç yıllık ekonomi programının
ikinci dilimini teşkil etmesi. Önümüzdeki bütçe, ilk yönüyle, geride bıraktığımız
yüzyılda, alınteri ve göznuru döküp edindiklerimiz ile boş bulunup elden
kaçırdıklarımızın, başardıklarımız ile başaramadıklarımızın saklı açık izlerini
taşımaktadır. Bu bakımdan, yalnızca bütçenin kendisinin değil, bu bütçenin
üzerine oturduğu ekonomik ve toplumsal zeminin, geçen yüzyılın son yirmi
yılından hareketle, kısa ve hızlı bir değerlendirmesini yapmakta yarar
görüyorum. Bunun için de, kendimin veya partimin değil, uluslararası uzman bir
kuruluşun bundan kısa bir süre önce yayımladığı kapsamlı bir çalışmayı esas
alıyorum. Bu çalışmaya göre, 21 inci Yüzyıla yaklaşırken,
ekonomimizin durumu şudur : Türkiye 1960'lı ve 1970'li yıllarda ortalama yüzde
6'yı aşan yüksek büyüme hızlarını yakalamış olmasına rağmen, bu oranlar 1980'li
ve 1990'lı yıllarda önemli ölçüde düşmüş ve dalgalı bir seyir izlemiştir.
Nitekim, 1981 ilâ 1997 döneminde ortalama büyüme hızı yüzde 4,5'ta kalmıştır.
Bu oran bile, bazı benzeri orta gelirli ülkelere kıyasla önemli bir başarıdır;
ancak, Türkiye'nin hedefi olan diğer OECD ülkelerindeki gelir düzeylerinin
yakalanması açısından yeterli değildir. Halihazırda kişi başına geliri İspanya'nın beşte 1'i,
Kore'nin ise üçte 1'i düzeyinde kalan Türkiye, bu iki ülkenin yakın geçmişte
gösterdiği sıçramayı tekrarlamak ve vatandaşlarına benzeri yaşam standartlarını
sağlamak için, belli bir süre, yüzde 7 ilâ yüzde 10 büyüme durumundadır. Bu çalışma şöyle devam ediyor: Türkiye'yi son yirmi yıl
içinde daha hızlı büyümekten alıkoyan temel etmen şudur: Gayri safî sabit
sermaye yatırımlarının gayri safî millî hâsıla içindeki payı 1980'li yılların başında ciddî biçimde düştü
ve o tarihten sonra da, çok yavaş tempoda arttı. Kamu yatırımları sürekli
olarak azaldı. Özel sektör yatırımlarında belli bir artış görülmesine rağmen,
bu da, daha çok konut sektöründeki patlamadan kaynaklandı. Konut sektörü dışındaki
özel sektör yatırımları gayri safî millî hâsılanın yüzde 10 ilâ 12'si düzeyinde
takıldı kaldı. Bu arada ihracattaki patlamaya rağmen, imalat sanayiine yönelik
yatırımlar düşük düzeyde kaldı. Bu bakımdan millî gelir içerisinde yatırımların
payını artırmak, orta vadede daha yüksek büyüme oranlarını tutturmak açısından
kilit öneme sahiptir." Dikkatlerimizi tarım kesimine yönelttiğimizde durum daha
farklı değildir. Aynı çalışmaya göre, üretim faktörlerinin verimliliği, bir
ülkenin büyüme performansının temel belirleyicilerinden birisidir. Ülkemizde
1981-1997 döneminde, tarımda yıllık ortalama büyüme hızının yüzde 4'ten ibaret
kaldığı anlaşılmaktadır. Nüfus artış hızı dikkate alındığında, söz konusu
onyedi yıllık dönemde tarımda emek verimliliğinin neredeyse sabit kaldığı
anlaşılıyor. Halbuki bu oran, İspanya'nın ekonomik atılım yaptığı 1964-1974
döneminde yüzde 2,5; Kore'nin benzeri bir sıçrama yaşadığı 1980-1989 döneminde
ise, yüzde 3,3 olmuştur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Türk
çiftçisi dünya fiyatlarıyla geleneksel ve verimsiz üretim alışkanlıklarının
arasında sıkışmıştır. Bu açmazın çözülebilmesi için Türk çiftçisinin kişi
başına, dekar başına, traktör başına verimliliğinin artırılması şarttır.
Önümüzdeki dönemde en önemli sorunlarımızdan ve hedeflerimizden birisi bu
olacaktır, bu olmalıdır. Yine aynı çalışmaya göre -başlangıçtaki uluslararası
kurumun çalışmasına atıfta bulunuyorum- Türkiye, 1980 sonrası düşük ve dalgalı
da olsa, belli bir büyüme oranı tutturmayı başarmış olmasına rağmen, istihdam
yaratmakta yeterince başarılı olamamıştır. 1970'lerden bu yana istihdam
edilebilenlerin toplam işgücüne oranı sürekli düşüş göstermiştir; yani, bugün
toplam işgücünün yirmi yıl öncesine nazaran daha küçük bir bölümü fiilen
istihdam edilebilmektedir. Nitekim, 15 ilâ 65 yaş nüfusun istihdam oranı,
1975'ten 1997'ye, yüzde 74'ten yüzde 54'e gerilemiştir. 25-65 yaşları arasında
olup da iş sahibi olanların aynı yaş aralığındaki nüfusa oranı yüzde 52,2'den
ibarettir. Bu alandaki OECD ortalaması ise yüzde 75,4'tür. 1975 yılında
Türkiye, OECD ülkeleri içinde Japonya'dan sonra en yüksek istihdam oranına
sahipti; 1997 yılı itibariyle ise, İspanya'nın hemen önünde, sondan ikincidir.
Eğer bugün Türkiye'de 1997 senesinde bir iktidar değişikliği olduysa, yeni
iktidara nasıl bir Türkiye devredilmiş olduğu bu rakamlardan açıkça belli
olmaktadır. Türkiye, atıfta bulunulan yıllar boyunca yeteri kadar
büyüyememenin sancılarını taşır, çağı yakalayamamanın somut karinelerini teşkil
eden göstergeler durağan bir seyir sergilerken, yalnızca bir alanda göstergeler
-deyim yerindeyse- çılgınca büyümeyi sürdürüyordu. Bu alan, tahmin edeceğiniz
gibi, kamu borçlanması alanıydı. Bu konudaki rakamlar ve açıklamalar, bütçe
ekinde sizlere sunulan yıllık ekonomik raporda ayrıntılarıyla yer almıştır.
Ben, sizlere, orada olmayan ve pervasız ve sorumsuz borçlanmanın, dünyanın her
yerinde ve tarihin her döneminde devlet için en doğru ve en sağlıklı finansman
yöntemi olan vergi gelirlerini nasıl kemirdiğini göstermek istiyorum. Nitekim,
bütçelerimizde, toplam faiz ödemelerinin toplam vergi gelirlerine oranı 1981
yılında yaklaşık yüzde 6'dan ibaretken -sadece yüzde 6'dan ibaretken- bu oran
1983'te yüzde 11'e, 1986'da yüzde 22'ye, 1990'da yüzde 30'a, 1994'te yüzde
50'ye, 1996'da yüzde 67'ye yükselmiştir. MAHMUT ERDİR (Eskişehir)- Kim yaptı bunları?! HASAN FEHMİ KONYALI (Ordu)- Arkadaşların döneminde... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bunun sorumlusu kimdir değildir burada önemli olan sorun; bu
problemin, süratle ve en iyi şekilde çözümlenmesidir ve anılan yıllar boyunca,
bu tehlikeli gidişin önüne radikal önlemlerle çıkma kararlılığını, maalesef,
gösterememişizdir; ta ki, 57 nci cumhuriyet hükümetince, 9 Aralık 1999
tarihinde üç yıllık ekonomik reform ve yeniden yapılanma programı uygulamaya
konuluncaya kadar. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüldüğü gibi,
21 inci Yüzyıla yaklaşırken, Türkiye, sosyoekonomik alanda ciddî bir dönüşüm,
yani, transformasyon ihtiyacı içindedir. Yukarıda belirttiğim saptamaların ifade ve işaret
ettiği durağanlığın çözülmesi, açmazın açılması için, gerçekçi, ciddî ve
kapsamlı bir ekonomik programın uygulamaya konulması gerekli ve kaçınılmazdı.
Genel Başkanımız Sayın Bülent Ecevit'in Başbakan Yardımcısı olarak görev aldığı
55 inci cumhuriyet hükümetiyle birlikte bunun bilincine varılmış, bu konuda
bazı arayışlar başlamış; örneğin, vergi ve eğitim konusunda bazı önemli
mesafeler alınmıştır. IMF ile imzalanan yakın izleme anlaşması da bu kapsamda
gündeme gelmiştir; ancak, gerek 55 inci hükümet gerek onu izleyen azınlık
hükümeti sırasında, anılan hükümetlerin yapısal özellikleri nedeniyle,
böylesine yaşamsal bir atılım için gerekli zemin tam anlamıyla oluşamamıştır.
Bu olanak, ancak, yine, Genel Başkanımız Sayın Ecevit'in Başkanlığındaki 57 nci
hükümetin kurulmasıyla yakalanmış, böyle bir program hazırlanarak, uygulanmaya
konulmuştur. Başlangıçtan itibaren, hükümette, bilinçli, kararlı,
tutarlı ve uyumlu bir çalışma anlayışının sürdürülmesi sayesinde, Türk'ün makûs
talihinin bir kere daha doğru yöne çevrilmesi şansı doğmuştur. İşte,
gündemimizdeki ekonomik programın anlamı da amacı da budur. (DSP sıralarından
alkışlar) Dolayısıyla, bu bütçenin, doğru algılanıp, sağlıklı uygulanabilmesi
için, bu programı iyi yorumlamamız şarttır. Bunun için, hem bu programı
kaçınılmaz kılan nedenlerin hem program hedeflerinin iyi anlaşılması önemlidir. Kurulduğundan bu yana, mevcut cumhuriyet hükümetinin
gerçekleştirdiği yoğun hukukî düzenlemeler, bu düzenlemelere dayalı
uygulamalar, izlenen politika ve stratejiler, gerek IMF ve Dünya Bankası gibi
uluslararası kurumlara gerek Avrupa Birliğine bakış açısı ve bunlarla olan
ilişkiler ve nihayet, alınan önemli siyasî riskler, Türkiye'nin gündemindeki üç
yıllık ekonomi programının, basit ve yalın bir istikrar programının ötesine
geçtiğini, açıkça göstermektedir. Kamu açıklarının Maastricht kriterleri düzeyine
düşürülmesi ve enflasyonun yüzde 2-3 gibi küçük tek haneli rakamlara
indirilmesi, amaç değil, sadece araçtır; bu husus, gereksinim duyulan
sosyoekonomik dönüşüm için, asgarî şarttır. Ülkemizin, yıllardır sıkıntısını
çekip, bedelini acı bir şekilde ödediği enflasyon olmasaydı da, bu
transformasyon gerekliydi. Amaç, artık, Türkiye'yi, Avrupa Birliği olgusunun
içinde veya dışında, Avrupa standartlarının belirlediği uygarlık düzeyine ve
yaşam kalitesine taşımaktır. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; burada, birkaç defa
üst üste "transformasyon" ve "dönüşüm" kelimelerini
kullandım. Bu konuda, bu programa verdiğim önemi aksettirebilmek için, bu
programı hangi dönüşüm olgularıyla karşılaştırdığıma, biraz açıklık getirmek
istiyorum. Türkiye ve Anadolu insanı, 20 nci Asır boyunca, dört
temel transformasyondan geçmiştir; bu beşincisidir. Birincisi, 23 Nisan 1920'de
başlayıp, 29 Ekim 1923'de sonuçlanan cumhuriyet transformasyonudur, cumhuriyet
dönüşümüdür. Cumhuriyet, Anadolu tarihinde, Anadolu insanının yaşadığı en büyük
transformasyon değildir; onun yanında, insanlık tarihinin en büyük toplum
projelerinden birisidir. O, bu bakımdan, cumhuriyetin ve cumhuriyetin
arkasındaki beynin, yani Mustafa Kemal Atatürk'ün çok iyi irdelenmesi,
incelenmesi ve algılanması şarttır. İkinci transformasyon 14 Mayıs transformasyonudur. 14
Mayıs 1950 sonrasında, Türkiye'de, ilk defa, birey, ekonomik karar verme
mekanizmasının parçası haline gelmiş ve o dönemde ilk defa Türk köylüsü motor
ve makineyle tanışmıştır. Üçüncü transformasyon 1961 Anayasasıyla gelmiştir. 27
Mayıs müdahalesiyle değil 1961 Anayasasıyla gelmiştir. 1961 Anayasasıyla,
Türkiye'de karma ekonomi düzeni benimsenmek suretiyle, devletle özel
teşebbüsün, ülkenin kalkınmasında ve yücelmesinde birlikte hareket etmeleri
esası getirilmiştir ve 1961 Anayasası Türkiye'ye ve Türk insanına yeni ve başka
bir ufuk daha açmıştır. Hepinizin bildiği gibi, batı ekonomilerinde sanayileşme
emeğin istismarına dayanmaktaydı; ama, Türkiye'de 1961 Anayasasının oluşturduğu
ortamda getirilen çalışma kanunlarıyla, ilk defa, insanlık tarihinde bir
millet, yani Türkler, emeği yücelterek sanayileşme becerisini göstermiş
olmuşlardır. Dördüncü
transformasyon 24 Ocak 1980'de başlamış ve 1983 seçimleriyle sonuçlanmıştır. Bu
transformasyonda Türkiye, 1- Ekonomik kalkınmada serbest piyasa ekonomisini
benimsemiş, ekonomik kalkınmada devletin yerine özel teşebbüsün lokomotif
olarak öne geçmesini sağlamış ve dışa açılma operasyonu başlatılmak suretiyle
küreselleşmenin önünü açmıştır. İşte, bugün, gündemimizdeki ekonomik programla,
Türkiye, beşinci transformasyon, yani dönüşüm dönemine girmiştir. Dolayısıyla,
bu programın, bu anlamda ve kapsamda çok iyi incelenmesi, algılanması,
değerlendirilmesi ve buna kesin surette sahip çıkılması esastır; aksi takdirde,
Türkiye, 21 inci Asra sağlıklı bir şekilde giremeyecektir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, artık,
girmiş olduğu bu doğru ve haklı yoldan dönemez, dönmemelidir, dönmeyecektir. Bu
program başarıyla uygulanıp, gerekli yapısal düzenlemeler
gerçekleştirildiğinde, istikrar içinde daha yüksek büyüme hızları yakalanmasına
olanak veren makro ekonomik ortam ve koşullar sağlanmış olacaktır. Hem
yatırılabilir kaynakların artırılması hem bu kaynakların, başta sanayi olmak
üzere, doğru sektörlere ve doğru projelere yönlendirilmesi fırsatı doğacaktır.
Tarım dışı sektörlerde yeni istihdam olanakları yaratma şansı artacaktır. Tarım
kesiminde verimlilik artışını sağlayacak koşullar oluşacak, köylü ve çiftçi,
refahı, yalnızca zorlanmış destekleme fiyatlarında değil, üretim artışında
arayacaktır. Bölgesel ve toplumsal gelir ve refah farklarının giderilmesi
olanağı artacaktır. İşte, üç yıllık ekonomik programla hedeflenenler bunlardır,
bunlar olmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yukarıda
açıklamaya çalıştığım ekonomi programına uygun olarak hazırlanmış ve bu temel
çizgi korunarak, Plan ve Bütçe Komisyonundan geçmiş olan 2001 yılı bütçesi de,
bir önceki yıl bütçesinde olduğu gibi, öncelikle bir enflasyonla mücadele
bütçesi olarak dikkatleri çekmektedir. Bu amaçla, faizdışı bütçe ödeneklerinde
bir önceki yıla göre büyüme oranı, geçmiş enflasyona göre değil, çok daha düşük
olan hedeflenen fiyat artış oranına göre belirlenmiştir. Böylece, ödeneklerin,
ancak, haklı ve zorunlu gereksinimleri karşılayacak en asgarî düzeyde tutulmuş
olduğu görülmektedir. Yine, bu çerçevede, bütçe finansmanında vergi
gelirlerine gereken önem ve ağırlık verilmiş, bir süre önce Yüce Heyetinizce de
benimsendiği üzere, sağlıklı finansman tercihi ek vergi düzenlemeleriyle
güçlendirilmiştir. Bu anlayış çerçevesinde ek finansman gereksinimi için
borçlanmaya olanak tanınmış olmasına rağmen, Merkez Bankası kaynaklarına
başvurulması, kesinlikle öngörülmemiştir. 2001 yılı bütçesi, geçmiş yıl bütçeleriyle
karşılaştırıldığında, hemen dikkati çeken önemli bir özellik, beklenen faiz
ödemelerindeki hızlı düşüştür. Nitekim, gelecek yıl bütçesi, geçmiş yıllarda,
vergi gelirlerinin yüzde 75'ini aşan kısmını götüren faiz ödemelerinde önemli
bir ferahlama öngörmekte ve söz konusu oran, yüzde 52'ye kadar gerilemektedir. Bu bağlamda, faiz dışı bütçe giderleri, 2000'den 2001'e
yüzde 24 oranında büyürken, faiz ödemelerinin 20 katrilyon liradan 16 katrilyon
liraya gerileyeceği de öngörülmektedir. Bu olgu, uygulanmakta olan ekonomik
programın ne denli yerinde ve zamanlı bir tercih olduğunu açıkça
göstermektedir. Kasım sonu itibariyle ekonomide yaşanan çalkantı ve
gerilimin gelecek yıl faiz ödemeleri üzerinde olumsuz yönde bir etki yapması
beklenebilir; ancak, bütçenin yapısı ve büyüklüğüyle hükümetin ekonomik
programla ilgili kararlılığı göz önüne alındığında, bu etkinin üstesinden
gelinebilir boyutta kalacağına inanıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, eski bir
maliyeci olarak gerek seçim bölgemi gerek Anadolumuzun çeşitli yerlerini
gezerken beni en çok rahatsız eden, üzen, hatta utandıran husus, ülkemizin bir
şantiyeler mezarlığına dönmüş olmasıdır. Hangi hükümet tarafından ne zaman
temelinin atıldığı unutulmuş olan, mevcut ödenek temposuyla ne zaman biteceği
bilinmeyen ve en kötüsü, bittiğinde ne işe yarayacağı dahi tartışmalı projeler
ve tesisler, israf ve sorumsuzluk anıtları gibi Anadolumuzun güzelim
görüntüsünü kirletmektedir. Bu yanlışlıkların pek çoğundan, artık, bütünüyle
dönülmesi çok güç, hatta olanaksız görünmektedir. Ancak, 2001 yılı bütçesi dikkatle incelendiğinde, bu yanlışların
en az zararla atlatılmasına çaba gösterildiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, bir
önceki yıl bütçesinde olduğu gibi, yatırım ödeneklerinin ekonomiye daha kısa
sürede kazandırılacak projelere yönlendirildiği anlaşılmaktadır. Gönlümüz, bu
doğru tercihten ödün verilmemesinden yanadır. Değerli arkadaşlarım, demokrasi tarihinde parlamento
olgusunun doğuşuna yol açan en önemli etmen, bütçe hakkıdır. Zamanımızda
bütçelerin oluşmasında, hükümetler, daha fazla söz sahibi gibi görünebilir;
ancak, temelde, bütçelerin gerçek sahibi parlamentolardır. Nitekim, geçmiş
deneyimlerden hareket edildiğinde, bütçelerimizin en kötü hastalıklarından biri
haline gelen proje kirlenmesinin asıl sebebinin ve sorumlusunun bizlerin, yani,
milletvekillerinin olduğu görülecektir. O bakımdan, devletin malî olanaklarını
hesaba katmadan, bilimsel ve teknik önceliklere değer vermeden, sırf kişisel
tatmin ve seçmen memnuniyeti uğruna bu tür yanlışlara düşmemek de bizim
görevimiz, bizim sorumluluğumuzdur. (DSP sıralarından alkışlar) Uygulamadaki
ekonomik programın başarıya ulaşması ve çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşma
çabamızda önümüzün açılabilmesi için izlenmesi gereken yol ve yöntemlerden biri
de budur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanmakta
olan ekonomik program çerçevesinde, hükümetimizin tarım kesiminde etkinliğin ve
verimliliğin artırılması ve bu suretle, köylü ve çiftçimizin daha yüksek ve
daha adil bir gelir düzeyine kavuşturulması için belli çabalar içinde olduğunu
biliyoruz. Bu konudaki ayrıntılı açıklamalar, ilgili bakanlar tarafından
mutlaka yapılacaktır. Ben burada, bu konudaki çalışmanın bütçeye yansıyan
yönüne dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Bu kapsamda, devlet tarafından
gerçekleştirilecek tarımsal malî desteklerin, aracılar yerine doğrudan
üreticilere ulaştırılması önemlidir. Bu maksatla, ilk defa 2001 yılı bütçesinde
özel bir tertip açılmış ve tarımsal destekleme amacıyla tahsis edilen 1
katrilyon liradan ayrı olarak, bu özel tertibe 424 trilyon liralık ödenek
konulmuştur. Bu yaklaşımı memnuniyet ve takdirle karşılıyor, benimsiyor ve
destekliyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanmakta
olan ekonomik program, belli bir süre, toplumun bütün kesimlerinden anlayış,
fedakârlık, sabır ve destek beklemektedir. Aksi takdirde, devletimizin borç
batağından sıyrılıp çıkması, aslî ve zorunlu işlevlerini yerine getirmesi,
giderek daha da zorlaşacaktır. Toplumun her bireyinin daha yüksek bir gelir düzeyini
amaçlaması ve bunu gerçekleştirmek için meşru zeminde hak araması doğaldır;
ama, devletin, toplumun belli bir kesimini tatmin etmek için, giderek daha çok,
giderek daha pahalı borçlanması, sonuçta, yalnızca devlete borç verme imkân ve
iktidarına sahip yurt içindeki ve yurt dışındaki rantiyelerin işine yarayacak,
hepimizin aleyhine onları zenginleştirecek, devlet karşısında onları
güçlendirecektir. Sanıyorum ve umuyorum, bu, hiçbirimizin arzuladığı bir sonuç
değildir. Onun için, hükümetin, kamu çalışanlarının ücretlerini artırma
konusundaki zorluklarını ve sıkıntılarını anlıyoruz. Ancak, uygulamadaki
ekonomik programın başarıyla yürütülmesi halinde ve sayesinde, orta vadede, hem
kamu çalışanlarının geçim durumlarının iyileştirilmesinin hem de mevcut
dengesizliklerin ve adaletsizliklerin giderilmesinin mümkün olacağına
inanıyoruz. Bu bakımdan, uygun bir zamanda, kamuoyunun, bu konuda var olduğunu
sandığım çalışmalar hakkında bilgilendirilmesinin uygun olacağını düşünüyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı
bütçesi, zaafları ve meziyetleri, hataları ve sevaplarıyla artık Yüce
Heyetinizindir. Bir istikrar bütçesi hazırlamanın güçlüklerini, bu güçlükleri,
bir zamanlar bizzat yaşamış bir arkadaşınız olarak yakından bildiğimi
sanıyorum. Onun için, bu zor dönemde, bu zor işi özveriyle; fakat, başarıyla
götüren seçilmiş ve atanmış tüm kamu görevlilerini kutluyorum. Bu bütçeyi
uygulamanın da, en az hazırlamak ve bağlamak kadar zor olacağını tahmin
ediyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Kumcuoğlu, süreniz bitti, eksüre
veriyorum; lütfen toparlayın efendim. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Fakat, deneyimli,
inançlı ve zaman zaman da inatçı kadrolarıyla, Türk kamu yönetiminin, programın
gerekliliğine ve yararına inanmış politikacıların da desteğiyle, bu zor işi de
başaracaklarına ve Türkiyemizi hep birlikte aydınlık yarınlara taşıyacağımıza
inanıyorum. Bu duygu ve düşüncelerle, DSP Grubu olarak bütçeye
olumlu oy vereceğimizi belirtir, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (DSP, MHP
ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Kumcuoğlu'na teşekkür ederim. Şimdi, Demokratik Sol Partiden ikinci konuşmacı, Sayın
Masum Türker'dir. Buyurun Sayın Türker. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri, bizi televizyon başında izleyen değerli vatandaşlarım;
sözlerime başlarken, sizleri, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına içten
saygılarımla selamlıyorum. Bu vesileyle, ulusumuzun ve tüm Müslüman dünyasının
kutsal ramazan ayını da kutluyorum. Değerli milletvekilleri, bugün burada görüştüğümüz
bütçe, aslında 57 nci hükümetin, ciddî bir kararlılıkla ve gerçekten beklenen
kararlı bir hükümet yaklaşımıyla; önce, ele alınmış olan üç yıllık bir istikrar
programının ikinci dönem bütçesi ve diğer taraftan da, bu yıl, 23 yıllık bir
süreyi kapsayan bir plan stratejisinin ilk bütçesi. Bu nedenle, bu bütçede
arayışında olacağımız şey, gelecekte, acaba, Türkiye?.. nasıl olmalıdır, nasıl
bir Türkiye; adaleti sağlanmış, hukukun üstünlüğü egemen kılınmış, doğumdan
ölüme kadar sağlık ve barınma sorunları çözülmüş, eğitim fırsatlarından eşit
yararlanılan bir Türkiye özlemidir bu. Bu özlem, temsil ettiğim Demokratik Sol
Partinin, temel olarak dayandığı başlıca düşüncesi ve dayandığı fikirdir. (DSP
sıralarından alkışlar) Aynı zamanda, toplumsal kesimlerle barış ve kardeşlik
içinde, saygın ve güçlü bir Türkiye için düşünmek ve enerjimizi de buna göre
harcamak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Bu nedenle, Türkiye'nin gelecekte
kurulacak yeni yapısında, Türkiye'nin tüm sorunlarının, en azından, çözüme
yaklaşmış olması gerekir. Bu noktadan baktığımız zaman, Türkiye'nin, özellikle
57 nci hükümet döneminde yapılanların, gerçekleştirilenlerin haksız
eleştirildiğini de birazdan hep birlikte göreceğiz. Türkiye, 1980'den bu yana aşırı liberal olarak
geçirdiğimiz yılların deneyimi ve kısa vadeye sıkıştırılmış konjonktürel
politikalar ve finans piyasası aktörlerinin ürettikleri ve yabancı yatırım
kararlarını etkileyerek yönetişim esaslarının saydamlaştırılması gerektiği bir
dönemde, hazırlanan bu bütçenin çok önemli bir fonksiyonu vardır. Bu bütçe, 57
nci hükümet tarafından, ilk defa, faiz yükünü üreten bir bütçe değil, faiz
yükünü eriten bir bütçeyi karşımıza getirmiştir. (DSP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, işte, bütçenin faiz eriten
bütçe olmasından kaygı duyanların işbirlikçileri, bu kürsülerde, 57 nci
hükümeti, Başbakanını, Başbakan Yardımcılarını, kendi kusurlarını kapatmak için
eleştirmekten -biraz da olsa- hiç çekinmiyorlar. (DSP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Neden çekinmiyorlar; çünkü, onlar, sürekli
bu kürsülerde "benim köylüm" diye politika yaptıkları köylülerin
içinden gelmiştir; MHP'lisi de DSP'lisi de ANAP'lısı da... Köyün içinden çıkmış
olan bu üçlü koalisyon, hiçbir zaman, başkasının "benim köylüm"
edebiyatıyla elli yıldır burada yaptığını yapmamayı düşünüyor. (DSP
sıralarından alkışlar) O nedenle, onların aklı anlamaz, doğrudan gelir yardımına.
Neden anlamaz; çünkü, onlar, hiçbir zaman köylü olmadılar. İSMET ATTİLA (Afyon) - Demagoji yapma! ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sen köylüyü biliyor musun?!. MASUM TÜRKER (Devamla) - Onların komşuları, hiçbir
zaman köylü olmadı. (DSP sıralarından alkışlar) Yetiştikleri çevrelerde
komşularının kim olduğunu onlar biliyorlar; onlar, bunu her zaman biliyorlar.
İşte, biz, komşumuz değil, içimizden doğduklarımızın, ister Konyalı olsun,
isterse Çorumlu olsun, birlikte yaşadıklarımızın dertlerini bildiğimiz için,
biz, burada saptırmayız. Değerli milletvekilleri, bu kürsüde söylenenlerden bir
sözcük var; bu sözcüğün burada açıklanması gerekir. "Tablita
programı" denildi. Bu, yurtdışına mesajdır, Türkiye üzerinde -biraz evvel
Sayın Köse'nin dediği gibi- işbirliği hesapları yapma noktasında olanlara bir
mesajdır. Türkiye Cumhuriyetinin geçen yıl uygulamaya başladığı program,
tablita programı değildir; ama, tablita programının ne olduğunu bir anlatalım
da, ona göre yapılan suçlamayla da ne derece ekonomi bilindiğini ortaya
koyalım!.. İSMET ATTİLA (Afyon)- Bugüne gel, bugüne... MASUM TÜRKER (Devamla)- Tablita programı, bir ülkenin
para programını, tam para kuruluna emanet etmesi, Merkez Bankasını devreden
çıkarmasıdır. Türkiye Cumhuriyetinin Merkez Bankası, bu programın sahibidir, bu
programı uyguluyor. Dolarizasyon, bu ülkede hükümet eliyle
gerçekleştirilmemiştir. Biraz evvel burada eleştirirken, bizim liderlerimizi ekonomi
bilmez diye eleştirirken, kendi ekonomi bilgisizliklerini ortaya koyanlar şunu
bilmediler... (DSP sıralarından alkışlar) Neyi bilmediler; tablita programını
uygulayan ülkeler, bütün sözleşmelerini, liralarını dolara ya da yakın
buldukları başka bir yabancı birime bağlarlar; yani, Arjantin'de, pezo'yu
dolara bağladılar. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sen kime bağladın?!. MASUM TÜRKER (Devamla)- Ama, Türkiye Cumhuriyeti, 1
Türk Lirası eşittir 1 dolar ve buna göre bir tablita programına adını veren bir
değişim tablosuyla bütün borçlarını, bütün sözleşmelerini bağlamadı. İşte, bu,
yurtdışına bir mesajdır. Bu mesajın yanlış olduğunu Demokratik Sol Parti adına,
ben, burada belirtmek istiyorum. Yani, ne Demokratik Sol Partinin Genel Başkanı
ne kendisiyle ortak olan koalisyonun diğer liderleri böylesine bir programı
körü körüne -ülkeyi başkalarına teslim etmek amacına- uygulanmayacak kadar bu
ülkeyi seven vatanseverlerdir. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar.) Değerli milletvekilleri, burada sürekli denildi ki
"işçiyi, memuru, siz, düşünmüyorsunuz.." İSMET ATTİLA (Afyon) - Doğru... MASUM TÜRKER (Devamla) - İşçiyi, memuru bizim kadar
kimse düşünmüyor. (DYP sıralarından "ooo" sesleri, gürültüler.) Biz,
yıllarca, bugün "işçiyi, memuru düşünüyorum" diyenlerin yaptıkları
yasaklamaların baskısı altındaydık. Neden; çünkü, biz, bir hakça düzenin,
işçiyi, emekliyi, dargelirliyi koruyan bir düzenin kurulmasını istiyorduk. Bu
düzen, bugün üç parti tarafından kurulmuştur. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sen, köylüyü biliyor musun?! RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sen, Kızılay'a çıkabiliyor
musun?!. MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
geçmişte "işçiye para veriyorum, memura para veriyorum, esnafa vergiyi
artırmıyorum" deniliyordu, ondan sonra da enflasyon kudurtuluyor, hem
enflasyon vergisi alınıyordu gayrî kanunî, hem de kurdurtulan enflasyonla, daha
para verilmeden cebinden alınıyordu. (DSP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, muhalefetin bir sıkıntısı var,
bu kürsüye gelip, ne hükümeti ne Tarım Bakanını ne de Hazineden sorumlu Bakanı
"birikmiş tarım borçlarını ödemediniz" diye suçlayamı-yor. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Dört yıldır ödemediniz... MASUM TÜRKER (Devamla) - Niye; çünkü, biz borç
yapmıyoruz. Onlar borç yapıyorlardı, parayı ödeyene kadar azdırdıkları
enflasyonla parayı geri alıyorlardı. Almıyorlar mıydı?! RAMAZAN GÜL (Isparta) - Saçmalıyorsun!.. MASUM TÜRKER (Devamla) - O halde, çiftçinin, köylünün
borcu yıllarca nasıl birikti? Eğer, verdikleri parayla çiftçiye
kazandırsalardı, nasıl yaparlardı... NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Hakikaten saçmalıyor... MASUM TÜRKER (Devamla) - Tabiî, biz, bu Mecliste
seviyenin ne olduğunu da biliriz; biz, saçmalayana bile
"saçmalıyorsun" demeyiz. Biz, saçmalayana "saçmalıyorsun"
bile demeyiz. (DSP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından gürültüler.) Bu şekilde
denildiği zaman "ben, eleştiririm, sen, bu eleştirime yanıt veremezsin,
kendini savunamazsın, kendini ifade edemezsin" demektir. Böylesine
baskılar kurulduğu zaman, o baskıları kuranların, gelip burada, bu kürsüde
demokrasi havarisi kesilmeye de hakları yoktur. Değerli milletvekilleri, Türkiye büyük bir oyunun içine
girmişti. Büyük oyun neydi; dışborç yerine içborç miktarı artırılmıştı; ama,
aslında o içborç da dışborçtu. Nasıl dışborçtu; insanlar doğrudan doğruya, ucuz
faizle Türkiye Cumhuriyetine borç vereceklerine, bir (X) bankası aracılığıyla
veriyorlardı bu borcu, (X) bankası geliyordu, kamu kâğıdını daha yüksek faizle
alıyordu ve bu öyle bir sarmaldı ki, sonuçta bir saadet zinciri kurulmuştu. Bu
saadet zincirini bu iktidar kırmıştır; bu iktidar, bu saadet zincirini
kırmıştır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Borcunuz boğazınıza gelmiş,
nereye kırıyorsunuz? MASUM TÜRKER (Devamla) - İşte bu saadet zinciri
kırıldığı içindir ki, bunun ne olduğunu anlamayanlar, Türkiye'yi sürekli
borçlandıranlar, Türkiye'nin geleceğini ipotek altına almışlardı. Değerli milletvekilleri, oysa, bir ülkenin bütçesi,
elde ettiği vergi gelirleriyle oluşturulursa bütçedir. Eğer, bütçe, vergi
gelirleriyle oluşturulmuşsa, işte burada, çok değerli milletvekillerimizin
gelip söyledikleri, demokratik, Magna Carta'dan beri gelen bütçe hakkını
kullanma hakkımız olurdu. Geçtiğimiz yıllara kadar, burada bütçe neydi; faiz artı
personel harcamaları. Yatırım adı altında denilenler ise birer israftı. Nasıl
israftı; her yerde temel atabilirsiniz; attığınız temellerin ödeneklerini
ayırmadıkça, oradaki işleri tamamlamadığınız sürece -ne yapıyorsunuz o zaman-
sürekli maliyeti artan; ama, bitmeyen yatırımlarla karşı karşıyasınız. İşte, 57
nci hükümet, daha iktidara geldiği 1999 yılından beri, yarım kalan yatırımları
tamamlama ve yeni bir yatırıma -eski yatırımlar tamamlanmadan- ödenek vermeme
yolunu seçmiştir. Bu, belki, siyaseten, 3 partiyi de burada eleştirmeye
ve ciddî bir şekilde bağırıp çağırmaya, "sokaklarda yürüyoruz" demeye
müsait bir politikadır. Neden; çünkü, sizden istenenleri popülist amaçlarla
şimdilik yerine getirmiyorum diyorsunuz. Ne yapıyorsunuz; yıllarca devam eden
işleri tamamlamaya çalışıyorsunuz. Eğer, bunun hesabını yaparsak, 1974 yılından
beri tamamlanmamış olan Ayaş Tüneli, bunun örneğidir. Yıllarca para harca, para
dök, iş bitmesin... Değerli milletvekilleri, Türkiye'de faiz yükünü eriten
bu bütçenin, kuşkusuz, kaynaklarını da akılcı kullanmak ve her kuruşun yerine
gitmesini sağlamak bizim görevimizdir. (DSP sıralarından alkışlar) Şimdi, burada, çıkılıp eleştiriliyor ve deniliyor ki
"bankalar hortumlandı, yolsuzluklar meydana çıktı." Aklıma geliyor,
kendi kendime soruyorum : Yapma ya, söyleyenler mi yakaladı bu yolsuzluk
yapanları?! Onlar, yıllarca hükümeti idare ederken akılları neredeydi?.., Bu
yolsuzlukları ortaya çıkaramadılar mı?.. Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakanımızın dediği
gibi, Sayın İçişleri Bakanının muhtelif zamanlarda söylediği gibi, yolsuzluk
varsa, sonuna kadar gidilecektir, gidilmeye devam edilecektir!(DSP sıralarından
alkışlar) Bugün, bu hükümete destek veren milletvekilleri, bu
ülkede, yolsuzluğun yapılmasına karşı oldukları gibi, yolsuzluk yapanları da
nefretle anmaktadırlar. LÜTFİ YALMAN (Konya) - Sana, dokuz ay önce banka
murakıp raporlarını vermedim mi; hani, sonuç ne oldu? MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de, özellikle son yirmi yıl içinde, en çok sıkıntıyı çeken kesimin
köylüler olduğunu biliyoruz; ama, bilmiyordum ki, köylüden yana olanlar, burada
adımı dile getirip, konsantrasyonumu bozmaya çalışsınlar... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Köylü dinliyor!.. Köylü
dinliyor!.. MASUM TÜRKER (Devamla) - Olmaz öyle şey, birbirimizi
dinlemeye alışacağız ve birbirimizi dinlerken, yirmi yıl içinde sesini
çıkarmamış olanların, köylüyü sömürmüş olanların, bugün, köylülere doğrudan
ödeme politikasını anlamaları mümkün değildir. Onlar anlayamazlar doğrudan
ödemenin ne demek olduğunu; çünkü, yeni politikayla birlikte, artık, arada
köylü adına parayı alan aracılar yok. O aracılar, onların işbirlikçisidir ki,
onların dertlerini dile getiriyorlar. (DSP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar.) Değerli milletvekilleri, burada, özellikle şunu
söylemek istiyorum: Biz, köylüyü, tarım işçisini, tarım sanayiini onlardan daha
iyi biliyoruz... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Belli, belli, ne kadar
bildiğiniz belli! MASUM TÜRKER (Devamla) - Çünkü, çok iyi biliyoruz ki,
yıllarca, burada tarım sömürülmüştür. Değil mi ki, daha üç yıl evveline kadar
verilmiş olan teşviklerle giren etlerin haddi hesabı yoktu. O etlerin, o
sınırdan giren, burada eleştirilen, meyvenin, sebzenin ithalatına biz mi izin
vermiştik? İzin verenler, bu işi bilenler çok iyi düşünsünler. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ayıp, ayıp! İSMET ATTİLA (Afyon) - Niye yazmadınız o zaman, niye
yazmadınız; yazsaydınız. Onun için mi söylüyorsun? MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
özellikle, bugüne kadar, burada birçok şey söylendi. Tabiî, bu söylenenlerden
bir tanesi, dikkat ettiniz mi, bugün, bütçede, hiç tartışılmadı. Terör
tartışılmadı, terörden ölenler söylenmedi. HASAN FEHMİ KONYALI (Ordu) - Kalmadı ki öyle bir şey. MASUM TÜRKER (Devamla) - Daha yeni yapılmış Genelkurmay
açıklamasına göre, eskiden günde 9 terör vakası varken, şimdi, 9 günde 1 vaka
oluyor. Bu ne demektir; 81'de 1... FETHULLAH GÜLTEPE (Van) - Kim bitirdi, sen mi
bitirdin?! MASUM TÜRKER (Devamla) - Bunun nedeni nedir; bunu,
Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisinin
ortaklığı bitirmiştir, kararlı hükümet bitirmiştir. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar, DYP sıralarından "vay vay vay" sesleri) Nasıl
kararlı hükümet bitirmiştir; yıllarca denildi ki, bu ülkeye kararlı, korkmayan,
sözünde duran, birbirini gammazlamayan bir hükümet gelsin. Geldi işte! ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sen buna inanıyor musun?! İSMET ATTİLA (Afyon) - Apo'nun ifadesini oku! MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
şimdi, bu kürsülerde, geliniyor, Başbakan resimde çıkmamış... BAŞKAN - Sayın Attila, lütfen kürsüye müdahale
etmeyelim. İSMET ATTİLA (Afyon) - Apo'nun ifadesini okusun
efendim. BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen... Kürsüde
söylersiniz efendim. MASUM TÜRKER (Devamla) - Sayın Başbakan resimde
çıkmamış, Başbakan Yardımcıları konuşmuyormuş deyip, üç partinin birbirleriyle
kavga edeceğini düşünüyorlar. Halbuki, hükümet programının birinci sayfasında
"bu hükümet, bir uzlaşma ve atılım hükümetidir" sözü yer alıyor. İSMET ATTİLA (Afyon) - Menfaat var menfaat! MASUM TÜRKER (Devamla) - Uzlaşma ve atılım hükümeti...
Menfaat olsa, bu kadar yasayı, bu ülkede, bu Meclisten ilk defa geçirmezdi;
burada oturup sıraları doldururken, muhalefet sıraları boş kalmazdı. İSMET ATTİLA (Afyon) - Menfaat var! MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
geçmişin savurganlığının, israfın bedelini bu ülke halen ödüyor; bir süre daha
da ödemeye devam edecek; ancak, bilip bilmeden, belirli konular dile getirildi.
Denildi ki: "Dışpolitika da sıfırsınız." Gelin, biraz, dışpolitikaya
beraber bakalım. Övündükleri şey nedir: Gümrük birliğine biz soktuk... RAMAZAN GÜL (Isparta) - O kadar da siz yapın bakalım... MASUM TÜRKER (Devamla) - Canım, gümrük birliği oluşumu
eğer biraz yavaşlasaydı, şimdi, Avrupa Birliğine tam giriş zamanımızda elimizde
bir koz olarak olsaydı, belki de, karşımıza çıkarılacak koşulların derecesi
biraz daha hafiflemez miydi?.. HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sen hayal âleminde
geziniyorsun... MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, biz,
gümrük birliğine girdik, arkasından Avrupa Birliğine girmeyi düşünüyoruz; ama,
diğer ülkeler gümrük birliğine girmeden, Avrupa Birliğinin pazarlığında gümrük
birliğini koz olarak kullandılar. Tabiî, bunu anlayamazlar... Niye
anlayamazlar; çünkü, onlar, bir iş becermeyi değil, fotoğrafa girmeyi
seviyorlar! (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; MHP
sıralarından alkışlar) Fotoğrafa girmeyi seviyorlar... Bizim için fotoğrafa
girmek önemli değil. Türkiye değil, dünya, Sayın Bülent Ecevit'in kim olduğunu
biliyor. (DSP sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Biliyor!.. MASUM TÜRKER (Devamla) - Burada, Sayın Bülent Ecevit'in
bir fotoğrafa girmekle prim yapacağını düşünüyorlarsa, yanılıyorlar. Türkiye,
hatta, kendileri bile biliyorlar ve kendileri öyle biliyorlar ki, bir zamanlar
yürüyen işçilerin durması Sayın Ecevit'in sayesinde olmuştu. 1995 yılının son
aylarını da ne çabuk unutuyorlar... Değerli milletvekilleri, Kırgızistan'da, Kazakistan'da,
Ortaasya'da yokuz diyorlar. RAMAZAN GÜL (Isparta) - Yoksunuz, bitirdiniz... MASUM TÜRKER (Devamla) - Canım, biz, bir kere, böyle,
genel başkan seyahatiyle Ortaasya'ya gitmeyi düşünen bir iktidar değiliz. Sayın
Abdulhalûk Çay, bu işten sorumlu Devlet Bakanıdır, bir ayağı sürekli orada;
Sayın İsmail Cem, Ortaasya'yla sürekli diyalog içindedir ve bir söylemi
söylemek istiyorum : Çeçenistan'a ilk insanî yardım Türkiye tarafından
yapılmıştır. Azerbaycan'a ilk insanî yardımlar Türkiye tarafından yapılmıştır.
Bunu da söyleyen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil; ama, bir Türk; Haydar
Aliyev söylüyor. Eğer, siz, bize inanmıyorsanız, arada bir dışpolitikayla
ilgileniyorsanız, Haydar Aliyev'in söylemlerini de takip etmenizi tavsiye
ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, deniyor ki, Ortadoğu'da
Türkiye yok. Canım, Ortadoğu ile Arap dünyasıyla tarihî olarak en iyi ilişkisi
olan Türkiye'dir. Bu ülkelerle yakın olmak için, yalnız bu hükümetin başta
olması şart değil, hangi hükümet olursa olsun, komşusu olan Arap dünyasıyla bir
tarihî ilişki içindedir; ancak, arabulucu olarak bugün seçilenler içinde
Türkiye vardır. Yani, bir toplantıda bulunmayı değil, önemli olan bundan
sonraki çözümde yer alabilmektir. Biz, bir kerelik fotoğraf peşinde değiliz,
biz, birlikte etkinliğimizi göstermenin peşindeyiz. Değerli milletvekilleri, eğer beğenilmeyen Türkiye, bu
konuda, Avrupa Birliği adaylığı açısından da eleştirileceksek, herkese burada
bir konuyu duyurmak istiyorum. Hatırlarsanız, Lüksemburg'tan sonra herkes yine
böyle başlamıştı söylenmeye, Sayın Ecevit "Avrupa Birliği kendiliğinden
kapımıza gelecek" demişti. Biz, Türkiye Cumhuriyeti olarak siyasî görüşü
ne olursa olsun, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kendi gücüne inandığını
bildiğimiz için, Avrupa Birliğinin bize gelmek zorunda olduğuna inanan bir
grubuz. TURHAN GÜVEN (İçel) - Kaç sene sonra?.. MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
oturup da bunu, eğer, Avrupa Birliğine girmeyi herkes arzu ediyorsa, o zaman,
sorunların nasıl çözüldüğü konusunda çözüm öne-rilir, burada çözüm söylenir.
Yoksa, sen yer almadın, filanca kişi az konuştu diye değil. Değerli milletvekilleri, bu bütçede önemli bir şeyler
var. Kamu nitelikli kurumların Hazineye ait kullandıkları taşınmazların ilgili
kamu kurumuna satılmasıyla ilgili bir düzenleme var. Bu, özellikle, geçmiş
dönemlerin hatası olarak, belirli kamu kurumlarına devredilmiş fonların merkezi
bütçeye alınmasıyla ilgili yepyeni bir uygulamadır. TURHAN GÜVEN (İçel) - Yapmayın, 1992'den beri var
canım! MASUM TÜRKER (Devamla) - Tabiî, bunu anlamak için,
geçmişte bütçe hakkını yok etmek için fonları üretmemek, bütçe dışına paraları
aktarmamış olmak gerekir. Biz öyle olmadığımız için rahatlıkla buraya, bunların
içine almaya devam ediyoruz. HACI FİLİZ (Kırıkkale) - ANAP'a söyle ANAP'a! ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Üç seneden beri iktidarsınız,
niçin yapmadınız?! MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, biraz
evvel burada bir karşılaştırma yapıldı. Yapılan karşılaştırma neydi; denildi
ki: "Ekmekle mazot, arpayla mazot..." Tabiî, bunu kimler yapıyor;
ekonomiyi çok iyi bilenler! Rahmetli -eski milletvekilidir- Prof. Şükrü Baban
vardı; İktisat Fakültesinde hoca. O zaman, hem yazılı hem sözlü olurdu. Şimdi
çok değerli emekli bir profesör olan hanım not almış; ama, kâğıdı iyi değil,
hep birbirine karıştırıyor. Kızı da seviyor, not vermek istiyor. Hoca, girmiş,
heyette demiş ki: "Kızım, öyle bir doğru çiz ki, sonsuza kadar olsun, seni
geçireyim." O da almış tebeşiri, başlamış duvarı çizmeye, yavaş yavaş
kapıdan çıkmış gitmiş!.. (DSP sıralarından gülüşmeler) Değerli milletvekilleri, Rahmetli Sayın Şükrü Baban'ın
o öğrencisi gibi değiliz biz! (DSP sıralarından gülüşmeler, alkışlar) Şükrü
Baban'ın o öğrencisi gibi değiliz biz. Petrolün varil fiyatı 10-12 dolar iken,
bugünkü mazotun fiyatıyla o günkü mazotun fiyatını mukayese etmeyiz! ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - O sizin döneminiz, Anasol döneminde.
Sen bir şey bilmiyorsun be! O kadar çarpıtma! MASUM TÜRKER (Devamla) - Ekonomide "ölçümleme
birimi" diye bir maliyet, bir aynı birim vardır. Tabiî, eğer ekonomiyi
sürekli, elmayla armudu toplayıp, "bir artı bir, iki eder" demişlerse
ve elmaya da armut demişlerse, bir diyeceğimiz yok; ama, bu, ekonomi değildir.
Ekonominin, iktisadın tanımı, kaynakların kıtlığında seçenekler arasında tercih
yapmaktır. TURHAN GÜVEN (İçel) - Kaynağı kuruttunuz... Kaynak
kaldı mı ki! MASUM TÜRKER (Devamla) - Eğer kaynaklar arasında,
seçenekler arasında bu tercihin yapılmasında ciddî, doğru çizgiyi çizip de ne
not aldığını bilmemek, gitmekse, biz o ekonomide yokuz! Biz, olduğumuz yerin
çizgisini, daire çizeriz ki, aldığımız notu da bilerek kapıdan dışarı çıkarız. Değerli milletvekilleri, Türkiye'de "ahbap-çavuş
kapitalizmi" diye bir laf var. Bunun İngilizcesi crony kapitalizmdir.
Şimdi, gelip burada derler ki: "Canım, siz ahbap-çavuş
kapitalizmisiniz..." Allahaşkına, bizim, şu anda, yolsuzluk peşine düşüp,
yakaladıklarımızın içinde ahbabımız mı var ya da çavuşumuz mu var?! (DSP
sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, ahbap-çavuş kapitalizmi, konu
komşusuyla ülkeyi idare etmeye kalkanların kapitalizmidir! (DSP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Demokratik Sol Parti ve inanıyorum ki,
ortaklarımız, böylesine bir kapitalizmin, 21 inci Yüzyılın ilk yıllarında, Türkiye'de "serbest piyasa
ekonomisi" adı altında yerleşmesinden yana değildir, asla da olamaz;
çünkü, biz, yarınlarımıza, borçsuz bir Türkiye, yaşayan bir Türkiye'de yaşayan
bir hukuk, yaşayan bir insan yapısı bırakmak istiyoruz. Değerli milletvekilleri "bankalara para
verildi" deniliyor. Ekonomistlerin ilk yapması gereken iş, kanunları
okumaktır. Bu kanunu da, burada, beraber yaptık. Hele, şimdi, biz, parlamenter
olarak, sık sık gittiğimiz seçim çevrelerimizde, bize soran seçmenlerimize de
anlatmak zorundayız. Haydi, okumamışlarsa, burada ben anlatayım, öğrensinler. HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sen çok okumuşsun!.. MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, der
ki "bir banka zor duruma düşmüşse
ve Tasarruf Mevduat Fonunda yeterli para yoksa, birinci başvuru yeri,
diğer bankalardan avans almaktır." İlgili maddeye baksınlar, 16 ncı maddeydi
herhalde. O maddenin bir sonraki bendi... Eğer, bankacılık sektöründe yeterli
fon yoksa, orada sıkıntı varsa, o zaman, Hazineden borç kâğıdı alırlar, avans
kağıdı alırlar, o avans kâğıdını verirler. Yani, devlet borçlanmıyor; sistem,
kendi içerisinde borçlanıyor. Şimdi, sen, hem gelip, burada, serbest piyasa
ekonomisini savunacaksın hem de o sistemin kendi kendini tedavi etme yöntemini
unutup "devlet şu kadar para verdi" deyip, ha-yalî bir "43,2
katrilyonluk bütçe açığı var" çıkaracaksın... KEMAL KABATAŞ (Samsun) - Hangi hayalî, hangi hayalî?! MASUM TÜRKER (Devamla) - Böyle şey olmaz canım! Hayalî
olduğunu nereden biliyoruz; mevcut olan açığı, tekrar bir başka şekilde
getiriyoruz, üzerine faizin faizini yapıyoruz. Bu hesap, bizim Plan ve Bütçe
Komisyonundaki tartışmalarda var. Eğer alınıp bakılırsa, o rakamların nerede
birbirini tutmadığını çok daha iyi görebilirsiniz. Değerli milletvekilleri, biz, bu ülkede bir şeye
inanıyoruz. İnandığımız şey nedir; soygun olmamalı, yolsuzluk olmamalı. Şimdi,
geçtiğimiz yıllarda, Washington'da, Amerika Birleşik Devletleri Başkan
Yardımcısı Al Gore'un öncülüğünde toplanan yolsuzluklarla savaşım için global
bir forumda, katılanların aldıkları kararları size okumak istiyorum ve Türkiye,
o toplantıda yok. "1- Açık ve hesap vermekle yükümlü bir devlet
idaresi anlayışının hayata geçmesi, rüşvete karşı kesin hükümlü yasaların
uygulanması, iktisadî kararlarda, bankacılıkta şeffaflık, ihalelerde
uluslararası denetim." Değerli arkadaşlar, bunlardan, şu anda hazırlanmakta
olan ihale kanunu dışında tümü gerçekleşmiştir. "2- Adalet, güvenlik ve maliye görevlilerinin
ahlakının yasalarla ve yaptırımlarla garanti edilmesi ve servet beyanı
zorunluluğu. 3- Özel sektörde de açıklık ve hesap verme
yükümlülüğünün uygulanması. 4- Güçlü, bağımsız, tarafsız yargı ile özgür, açık,
bağımsız basının yolsuzluklarla mücadelesinin temel şartları konusunda mutabık
kalındı." Değerli milletvekilleri, biz, burada olmadığımız halde,
57 nci hükümet o toplantıya katılmadığı halde, Organize Suçlarla Mücadele
Yasasını çıkarmadı mı Kamu Çalışanlarının Yargılanmasıyla İlgili Yasayı
çıkarmadı mı? Biz, bunları önceden aldık. Peki, acaba, bu Al Gore'un başkanlığında yapılan
toplantıda ne oldu? "Yolsuzluk, devleti ele geçirmektir" endişesinden
kaynaklandı. Yani burada, bazen çıkılır, denilir ki, yolsuzluk, birisinin 5
para rüşvet aldığı falan değil; yolsuzluk, küreselleşmede, global ekonomide
uluslararası konuma gelmiş olan şirketlerin adına kanun yapmaktır, tebliğ
yayınlamaktır, kararname çıkarmaktır. 57 nci hükümet, bunu engelleyecek
yasaları çıkarmıştır; ama, tarihî deşersek, bir Katma Değer Vergisi
düzenlemesinin, yalnız bir şirket için yapıldığını ortaya çıkarırız. (DSP
sıralarından alkışlar) Fazla üstümüze gelirseniz, hangi yılda, hangi tarihte,
hangi başbakan döneminde, hangi gazete sahibi için çıkarıldığını da söyleriz;
çünkü, şimdi, o gazete sahibi değil artık. Değerli milletvekilleri, bizim ihracata dayalı
sürdürülebilir bir büyümeye geçebilmemiz için, özellikle, Türkiye'nin, çok
önemli sorunları ele alması gerekir. Ben, televizyon başında bizi izleyen
vatandaşlarımızın moralini kırmamak için, bu ülkeyi devraldığımız... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Türker, süreniz bitti. Çok kısa rica
edeyim; çünkü, iki konuşmacıydınız, eksürelerle tek konuşmacının süresini
aşabiliriz. Çok kısa rica edeyim. MASUM TÜRKER (Devamla) - ... dört yıl önce bu ülkeyi
devraldığımız 14 koşulu söylemeyeceğim; ama, bir gün, burada, yine konuşma
imkânı verilirse, bu ülke 1997 yılında ekonomide nasıldı, söyleyeceğiz. Değerli milletvekilleri, ünlü Türk edebiyatçısı ve
düşünürü Melih Cevdet Anday, geleceği şöyle anlatıyor: "Gelecek, beklenen
değil yaratılan bir şeydir. Geleceğe adım atmalıyız, onu gerçekleştirmeye
başlamanın mutluluğunu tatmalıyız. Bizi mistikten ayıracak bu bilinçtir. Yarını
ummak, ahrete hazırlanmak gibi olmalıdır. Yarın, bugünün içindedir. O halde,
geleceği bugüne taşımalıyız." Bu bütçe, geleceği bugüne taşıyor. Sayın Başkana, gösterdiği müsamaha için şükranlarımı
sunuyorum. Atatürk'ün aydınlık yolunda, ulusumuza esenlik ve
başarılar ve tüm insanlığa sürekli barış dileyerek, Yüce Meclise,
televizyonları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımıza, şahsım ve Demokratik
Sol Parti Grubu adına içten saygılarımı sunuyorum. Allah, ulusumuza ve
devletimize yardımcı olsun. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Türker'e teşekkür ediyorum. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkan, izninizle, bir
cümle bir şey söyleyeceğim. (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Buyurun Sayın Ercan; hangi konudaydı efendim? NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim, sayın sözcüyle
ilgili... Efendim, dönemimize ilişkin, çok haksız, sağlıksız...
(DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Bir dakika değerli milletvekilleri, bir
dakika... Dinleyelim efendim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - ...birtakım eleştiriler
getirdi. Şu anda bizi izleyen milyonlarca insanımız var televizyonları başında. MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkan, biz onları
dinledik, onlar da bizi dinlesin. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Dolayısıyla, bir hususu, bir
iki cümleyle, hemen... (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Sayın Ercan, liderinize ilişkin diye mi
söylediniz efendim? Ben öyle anladım. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Tabiî... Doğru Yol Partisinin
iktidar olduğu dönem, Sayın Çiller de Başbakan o tarihlerde... (DSP
sıralarından gürültüler) HALİT DİKMEN (Aydın) - Sayın Başkan, bunları
söyleyemez!.. Hakkı yok... BAŞKAN - Sayın Ercan, ben, Doğru Yol Partisi ya da
Doğru Yol Partisinin sayın liderinin adının geçtiği bir konuşma duymadım; ama,
tutanakları getirtiyorum; size, açıklama hakkınızı, 69 uncu maddeye göre
veririm efendim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, isim belirtmesi
önemli değildir. (DSP sıralarından "otur yerine" sesleri, gürültüler)
Kendi döneminden öncesiyle ilgili, yanlış ve gerçekleri çarpıtan konuşmaları
var. BAŞKAN - Yorumla olmaz; getirteceğim tutanakları
efendim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkanım, kamuoyunu o
kadar yanlış bilgilendirdi ki, hayret etmemek mümkün değil. Sadece bir tek şey
söyleyeceğim: Bakınız, bu hükümet döneminde Türkiye'nin içte ve dışta borçlanma
yoluna gitmediğini söylüyor. Çok çarpıcı... (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Sayın Ercan... Efendim, cevap veriyorsunuz... NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim, 1997'de içborç stoku
6 katrilyondan, bu hükümetler döneminde... BAŞKAN - Kesiyorum efendim... NEVZAT ERCAN (Sakarya) - ...55, 56 ve 57 nci hükümetler
döneminde gelinen nokta 32 katrilyondur. (DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Açıklama yapıyorsunuz; sataşmayla ilgili değil
Sayın Ercan. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - 80 milyar dolar dışborç, 106
milyar dolardır. BAŞKAN - Ben size söz vereceğim efendim, açıklama
hakkınızı kullanacaksınız. Tutanakları getirteyim efendim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Peki efendim... Teşekkür
ederim. BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, şimdi, Anavatan
Partisi Grubu adına konuşmaya sıra gelmiştir. Konuşmacı, Sayın Yılmaz Karakoyunlu'dur. Buyurun Sayın Karakoyunlu. (ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 1 saattir. ANAP GRUBU ADINA YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) - Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; son derece sinirli bir bütçe müzakeresi
yaşıyoruz. Sabahki ilk konuşmadan... RASİM ZAİMOĞLU (Giresun) - Ses gelmiyor. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Evet, değerli
arkadaşlar, haklısınız. Bu mikrofonlar, Sayın Çiller için, Sayın Recai Kutan
için, Sayın Mesut Yılmaz için, Sayın Ömer İzgi için ergonomik olarak uygun;
ama, benim için uygun değil, Dengir için uygun değil, Şükrü Yürür için uygun
değil. (Gülüşmeler) Dolayısıyla, sorunu sürekli olarak benimle izah etmeniz
teknik olarak bunun çözülmesi ihtimallerinin ortadan kaldırılmasını
sonuçlandırıyor. Biraz da Başkanlık Divanına sorunu iletiniz de şunu
değiştirsinler. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Karakoyunlu, ben kendime göre
yaptırmadım; benden önce yapılmış. (Gülüşmeler) RASİM ZAİMOĞLU (Giresun) - Seçilseydin belki düzelttirirdin
o mikrofonu. TURHAN GÜVEN (İçel) - Beş defa yazı yazdım ben. BAŞKAN - Buyurun Sayın Karakoyunlu. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Neyse, hiç olmazsa
asabiyetin dağılmasına vesile oldu. Teşekkür ederim. Değerli arkadaşlar, geçen sene, bütçe konuşmaları,
milenyum bütçesinin tartışmaları olarak, gerçekten, bizim maliye tarihimizde ve
siyaset tarihimizde çok özgün ve itibarlı yeri olan bir konuşma, müzakere tarzı
olarak cereyan etti ve yerini aldı; o konuşmalar da, hemen hemen 125 yıllık
Parlamento geleneğimizin örnek gösterilebilecek konuşmalarından biri olarak
cereyan etti. Bizim Parlamento tarihimizde bütçe görüşmelerinin taşıdığı önemi
idrak eden bütün konuşmacılar, burada, sadece devletin sayılar arşivini
tartışmak değil, tümüyle ekonomisini, siyasetini, sosyolojisini, kültürünü,
dışpolitikasını veya toplumu başka unsurlar itibariyle ilgilendiren
meselelerini ayrıntılı olarak tartışmaya hakları olduklarını ifade ettiler ki,
bu, çok doğru bir şeydir. Bakınız, bizim mücadele tarihimizin içerisinde,
1911'de, dönemin Maliye Bakanı Mehmet Cavit Beyin yapmış olduğu bir konuşma
vardır ki, bunu, bundan evvelki bütçe konuşmaları sırasında bir kere daha
gündeme getirmiş ve değerli milletvekillerinin dikkatlerine sunmuştum. O
konuşmada, bugün, siyasî ve iktisadî manada tartıştığımız liberalizmin
temelleri atılmıştı. Hatta, o konuşmadan sonra, aradan yaklaşık yüz yıla,
doksan yıla yakın bir zaman geçmiştir; bu süre içerisinde, hâlâ, 72
üniversitemizin iktisat fakültelerinde okutulan iktisat dersleri bile ilhamını
o konuşmadan almıştır. Yine aynı şekilde, yürüyecek olursanız, 1931 bütçesi,
Türkiye'nin fevkalade önemli bir bütçe müzakeresi olarak hatırlanmalıdır.
Demokratik hareket olarak Serbest Fırkanın kurulup üç ay sonra kapatılmasını
takip eden hadiseler Meclis kürsüsünde iktisadî ve siyasî liberalizm
anlayışıyla tartışılmış ve dönemin Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu'nun yakasına
yapışılıp "bunun hesabını vermedikçe, tarih, seni, ülkenin siyasetine
hâkim olmuş bütün demagojilerin ve bütün sertliklerin mümessili olarak ilan
edecek" denilmişti. Değerli arkadaşlardan, buna benzeyen çok değerli
konuşmalar oldu. Yine, hepiniz, siyaset tarihi itibariyle
hatırlayacaksınız; 1955 yılında, Demokrat Partinin bütçesini eleştirmek üzere
kürsüye çıkan Sakarya Milletvekili Ekrem Alican, ülkede hangi siyasî mantığın
hâkim olması lazım geldiğini kendi partisinin yetkililerine karşı müdafaa eden
bir dikkat ve ciddiyetle tarihimize geçti. Bana sorarsanız, dördüncü büyük bütçe müzakeresi,
geçtiğimiz yıl yapılan 2000 yılı bütçesi. Tansu Hanımefendi, geçen sene, 2000
yılı bütçesinde olağanüstü güzellikte bir konuşma yaptı. İşaret ettiği
hususların hepsinde, bir milenyum bütçesinin, bir milenyum siyasetçisi olarak,
nasıl değerlendirilmesi, nasıl algılanması gerektiğini ortaya koydu ve
arkadaşlar, gelenekçi demokrasi talebini tazelemek suretiyle "21 inci
Yüzyıla, üçüncü milenyuma giren bir ülkenin siyasetçisi olarak
tartışıyorum" dedi. Fevkalade önemliydi, isabetliydi, doğru şeyler
söyledi, iyi eleştiriler ortaya koydu ve koyduğu eleştirilerden hükümet
istifade etti. 2001 yılı bütçesinin getirilmesi sırasında da, işaret edilmiş doğru
şeylerden yararlanılarak, sağlıklı bir bütçe tasarısı hazırlandı. Yine, aynı tarihte Recai Kutan Bey, bana göre,
fevkalade olağanüstü güzellikte bir konuşma yapmıştı. Bakınız, yine, kendisi
de, gelenekçi demokrasi talebini tekrarlamak suretiyle, yepyeni bir muhalefet
tarifi vermişti. O muhalefet tarifini, geriye doğru gidiniz, okuyunuz. O
muhalefet ta-rifinin içerisinde, bugünkü konuşmasında yine fevkalade önemli
bulduğum o noktaya temas ederek, sorumluluk idrakinde bulunacaklarını iddia
etti. Aynı şekilde, Sayın Devlet Bahçeli de, bütçe müzakeresi
sırasında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ortaya koydu ve yepyeni bir
milliyetçi tahlil diyalektiği getirdi. Bunların hiçbiri, bugüne kadar bütçe müzakereleri
sırasında gündeme gelip tartışılmış ve siyasetimizin üzerinde ısrarla durması
gerekli meseleler olarak ele alınmamıştı. Geçtiğimiz bütçede bunlardan çok
istifade ettik. Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz bütçede, bugün
Demokratik Sol Parti adına konuşmasını yapan Sayın Kumcuoğlu ile Sayın Türker
de, yine aynı şekilde, bütçenin, bugün yaptıkları gibi, bütçenin sayısal
tahlilleri ile bir ekonomiye yön verebilecek değerlerin neler olduğunu isabetle
ortaya koydular. Yine, geçen sene, Anavatan Partisi Grubu adına ilk
konuşmayı yapan Sayın Mesut Yılmaz, ilk defa olarak, bu Mecliste, insan
haklarını, demokrasi değerlerini ve toplumun kendine özgü değerlere sahip çıkma
azmi karşısındaki hiddete hangi şekilde demokratik yoldan yaklaşılarak
istenilen sonuçların anlatılabileceğini ortaya koyan bir konuşma yaptı.
Faziletten bazı arkadaşlar ayakta bile alkışladılar. Yine, geçen sene, bütçenin ikinci konuşmasında Partimin
sözcüsüydüm. Ben de, aynı şekilde, herhangi bir şekilde bir parti mensubiyeti
değil, bir parlamenter mesuliyeti içerisinde bütçe eleştirisinde bulundum.
Hiçbir kimseyi, hiçbir arkadaşı, kendilerinin geçmişteki siyaset ihmallerine
veya hatalarına ima yoluyla dahi temas eden bir eleştiriyle ayıplama noktasında
olmadım; aksine, sizlere, hep birlikte yeni yılların, yeni milenyumun
gerektirdiği bir ülkeye ulaşmak için, muhalefet ve iktidar olarak hangi
koşullarda bir araya gelebileceğimizin hesabını yapalım, bu muhasebeden
birlikte istifade edelim diye davetiye çıkardım. Ama, bu yılki bütçede
inanılmaz bir asabiyet görüyorsunuz. Sabahleyin Tansu Hanımın ilk konuşmasıyla
başlayan asabiyet, biraz evvel Masum Beyin konuşmasına kadar, sürekli olarak
yürüdü, geldi. Şimdi, ben, bu asabiyeti hafifçe teskin edecek bir konuşmayla
sözlerimi devam ettirmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, geçen sene söylediğimi tekrar
ediyorum. Bu kürsüde bir grup sözcüsüyüm; ama, bir parti mensubiyetinde değil,
bir parlamenter mesuliyetinde ifade ediyorum. İkisi arasındaki farkı tefrik
edecek ehliyette olan değerli arkadaşlarım, bu sözlerimden kendilerine çok özel
manalar çıkararak, gruplarına sataşıldığı iddiasıyla Mecliste tekrar bir
müzakere açma arzusunu lütfen izhar etmesinler, biraz tahammül göstersinler,
biraz sabırla dinlesinler. Değerli arkadaşlar, Yunan trajedilerinin primadonnaları
vardır. O trajedilerin birinci sahnesinde primadonnalar bir felaketi
yaratırlar; sonra, ikinci perdesinde, yarattıkları felaketi çareymiş gibi,
çözümmüş gibi önerirler. Dolayısıyla, bugünkü yapılan konuşmada, geçtiğimiz bir
Yunan trajedisi primadonnasına benzer tarzda felaketlerin hazırlayıcısı,
müsebbibi olma noktasından birdenbire sıyrılıp, sadece çarelerin üreticisi
melek gibi görünmenin, şurada yapılmakta olan müzakereye hiçbir katkısı yoktur.
Tansu Hanımefendinin söylediği çok güzel bir söz var bu sabah; "iyi ürün,
bereketli ürün almak, sağlıklı ürün almak istiyorsanız, ülkenizde DNA reformu
yapın" diyor. Evet, doğru. Demek ki, ilk DNA reformunu muhalefette
yapmamız lazım. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Muhalefetten sağlıklı, iyi
ürün alabilmemiz için bir numaralı DNA reformunu orada uygulamamız lazım. Değerli arkadaşlar, Tansu Hanımefendinin... HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Önce Genel Başkanına konuş. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Bakın, ben dedim size.
Yani... Ben size sıçramıyorum. Onun için, bana hiç müdahale etmeyin. Değerli arkadaşlar, Tansu Hanımın anlattığı güzel bir
hikâye var. Temel'in birisi, uçağın pilotu olmuş; kanatlar, kollar vesaire...
Gittikçe, sürekli olarak, aman müdahale etmeyin, aman endişe etmeyin, her şey
kontrol altında diyormuş. Doğru; ama o uçağı, Temel'den önce Fadime idare
ediyordu. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından gülüşmeler, alkışlar) Fadime'nin idare
ettiği uçaktı. TURHAN GÜVEN (İçel) - Yapmayın efendim, o uçak düşmedi.
Uçak salimen yere indi. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
muhalefet konuşmalarının talihinde bir makes vardır, bir de makûs vardır. Eğer,
iyi bir konuşma yapar, ülkenin menfaatına, geleceğine ilişkin doğru şeyler
söyler, iyi önerilerle ülke menfaatına katkıda bulunursanız, o konuşmanın
talihi, Mecliste ve millet vicdanında makes bulur; ama, laf ola beri gele,
birtakım şeyler söyleyip sadece asabiyet teşhir ederseniz, o konuşmanın talihi
makûstur. Bugün, Doğru Yol Partisi Grubunun konuşması, makûs talihli bir
konuşmaydı. (ANAP sıralarından alkışlar) HASAN EKİNCİ (Artvin) - Tam sana yakışan bir konuşma
oldu Sayın Yılmaz. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Şimdi, değerli
arkadaşlarım, ileriye sürmek istediğim bir şey var. Recai Bey konuşmasında, geçen yıl yapmış olduğu
konuşmasınada atıfta bulunarak, geçen yılki konuşmayı cümlesi cümlesine aynen
tekrar ederek, kendisine has bir siyaset üslubu kullandı. Ben de diyorum ki,
bir muhalefet ile bir iktidarın karşılıklı olarak ülkenin yararlarında
birleşebilmesi için, ülkenin meselelerini hiçbir siyaset kompleksine
kapılmaksızın, gerçekleri göğüsleyecek cesareti göstererek, ondan korkup
sırtınızı çevirerek değil, aksine, yüreklenip yüzünüzü dönerek; ideolojik
kalıpların dolaplarında dolaşarak, dehlizlerinde dinlenerek değil, aklın ve
bilginin ışığında ve meydanında bir vicdan muhasebesi ve bir vatan felsefesiyle
değerlendirebilirseniz, iktidarın muhalefete, muhalefetin iktidara isabetle
yaklaşması ve birbirlerini sağlık içerisinde yorumlaması mümkün olur. Bunu
yapmadığınız takdirde, siyasetimizdeki isabetsizliğin ve karşılıklı eleştiri
kısırlığının sonucuna girebilirsiniz. Yeni milenyumun eşiğinde, üzerimizden
atmamız gereken ölü toprağı budur. Değerli arkadaşlar, Atatürk, bize iki şey emanet etti.
Bunlardan birincisi bağımsızlığımız, ikincisi devrimlerimiz. Bizim, muhalefet
ve iktidar olarak bu topluma karşı, bu ülkeye karşı sorumluluğumuz,
cumhuriyetimizi her türlü müdahaleden uzak tutacak ve onu ebediyete kadar
payidar kılacak gayretin, ısrarın, özenin ve mesuliyetin içinde olmamızdır.
(DSP sıralarından alkışlar) Yetmişyedi yıllık cumhuriyet tarihimiz içerisinde,
yetmiş yıla yakın bir demokrasi mücadelemiz var. Değerli arkadaşlarım, dün, insan hakları günüydü. Ne
muhalefet ne de ben gelinceye kadar iktidara mensup olan arkadaşlarımızdan
hiçbirisi, insan haklarımızdan ve ülkemizin içinde bulunduğu tartışılabilir
demokrasi değerlerinden söz etmedi. Doğrusunu isterseniz, yadırgadığımı da
ifade etmeliyim. Değerli arkadaşlar, demokrasi mücadelemizin bize
öğrettiği çok şey var; ama, demokrasimiz, hâlâ istenen rotada değil.
Demokrasiye imreniyoruz; ama, sahip olmanın gerektirdiği dürüst cesareti
gösteremiyoruz. Söz ustalığıyla mugalatayı karıştırıyoruz. Atatürk, bize
demokrasimizin ne olacağını, insan haklarımızın ne olacağını, bundan 67 yıl
evvel açıkça belirtti. Değerli arkadaşlar, bizim demokrasi geleneğimizin temel
değerleri, Atatürk'ün yazdırmış olduğu İnkılap Tarihi kitabında yer alır. Ben,
gelirken, bu kitabı sizlere getirdim. Bu kitap, cumhuriyetimizin üç güzide
siyasetçisine, Atatürk'ün emriyle yazdırılmış bulunan inkılap tarihini ihtiva
eder. Üzülerek ifade etmek zorundayım ki, bu kitap, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin raflarında yok. Elbette ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
cumhuriyetin inkılap tarihini raflarına koymaya tenezzül etmeyecek noktada
değildir; ama, bu noktada gösterilmiş olan ihmalin de bir an evvel giderilmesi
ve bundan istifade edilebilir hale getirilmesi gerekir. Bu kitap, cumhuriyetin
Onuncu Yıl Marşıyla aynı yaştadır; bu kitap, aynı felsefededir. Bu kitap, o
felsefe içerisinde değerlendirilecek olan bir demokrasi ve insan hakları
silsilesi ve kitlesi içerisinde değerlendirme yapar. Değerli arkadaşlar, kısaca size arz etmek zorundayım.
Bu üç İnkılap Tarihi kitabından bir tanesini Recep Peker yazmıştır. Siyaset
tarihimizde, Jandarma Recep diye tanınandır. Bu Jandarma Recep'in arkasından,
ikincisi, Boyabatlı Yusuf dediğimiz, Yusuf Kemal Tengirşenk'in yazdığıdır ve
üçüncüsü de, Medenî Kanunumuzu getiren Mahmut Esat Bozkurt'un yazmış olduğu
İnkılap Tarihidir. Recep Peker'in yazmış olduğu İnkılap Tarihi, Türkiye'deki
bütün değerleri Cumhuriyet Halk Partisinin altı oku içerisine almış ve sadece o
çerçeve içerisinde düşünmüştür. Devletin meşruiyetini, ilahî ve medenî hayatın
insana kazandırdığı güçlü bütün meşru hakların ve özgürlüklerin üzerinde
görmüştür. Daha doğrusu, insana meşruiyet tanımayan bir disiplin içerisinde
yazmıştır ve tamamı, karanlık bir noktada çizilmiş devlet portresinin
gösterdiği hiddettir. Her ne kadar, Yusuf Kemal Bey, altı okun içerisine
sıkıştırılmış bulunan bu insan hakları ve demokrasi tariflerini biraz eklektik
anlayışla genişletmiş, biraz insanlık tarihinden, biraz ihtilaller tarihinden
örnekler vermek suretiyle yumuşatmaya çalışmışsa da, sarahaten ifade edilecek
insan hakları ve özgürlüklerini satır aralarının kurnazlığına terk ederek
geçiştirmişti. Buna mukabil, Mahmut Esat Bozkurt'un yazmış olduğu İnkılap
Tarihi, Michel Zevaco'nun romanları gibidir; alınız okuyunuz, olağanüstü bir güzellik
içinde olduğunu göreceksiniz. Atatürk, bunları, üniversitede ders olarak
verdirirken, hoparlörü meydanlara koydurmuş ve halkın dinlemesini istemişti. Değerli arkadaşlar, işte, Türk Milletinin, kendisine
ilişkin hak ve özgürlüklerini devletinden istediği ilk meydan hareketi, ilk
demokrasi hareketi budur ve bu hareket çerçevesi içerisinde yapılmış olanların
tamamı da, bu ülkedeki demokrasi tarihi ve insan hakları tarihi bakımından
fevkalade önemlidir. Biz, 1923 yılından beri, bu demokrasi mücadelesini
veriyoruz. Biz, bu felsefe temelinde özgürlüğümüzü istiyoruz, bu felsefe
temelinde insan haklarımızı savunuyoruz, bu felsefe çerçevesinde Batılılaşma
hedefimizi sürdürüyoruz; ama, nedense, bu hedeflerimize bir türlü
ulaşamı-yoruz. Bakınız, bu felsefe, kaynağını, 1923'teki İzmir İktisat
Kongresinden aldı. Zaman zaman çok sık kullandığımız ve gerçekten, manasına
nüfuz ettiğimizde de isabetini gördüğümüz "Halkın sesi Hakkın
sesidir" yani "Halka hizmet Hakka hizmettir" sözünü, ilk defa,
Atatürk, İzmir İktisat Kongresinin açılış konuşmasında söylemişti. O gün,
Regaip Kandiliydi ve kongreyi yöneten Kazım Karabekir Paşa, ayağa kalktı; Kazım
Karabekir Paşa ayağa kalkınca kongrenin bütün delegeleri ayağa kalktılar,
halkın sesinin Hakkın sesi olduğunu, halka hizmetin Hakka hizmet olduğunu ifade
eden Atatürk'ü ayakta karşıladılar, ayakta alkışladılar. Arkadaşlar, bu cümle, sıradan bir şey değildir ve 77
yıldan beri de cumhuriyetimizin amentüsüdür. 1946'da, Dörtlü Takrir verildiği
zaman, Celal Bayar'ın kürsüde söylediği şey budur. 1951 bütçesinde, Menderes,
kürsüye çıkıp "bütün mesele,
halkın çıkarları uğruna düşen bir iktidar olarak demokrasiyi gerçekleştirme
mesuliyetimizi yerine getirmek, sadece iktidar olarak bize ait bir sorumluluk
değildir. Muhalefet, elindeki bütün imkân ve fırsatları bunun gerçekleşmesi için
kullanmak zorundadır. Zira, halka yapılan hizmet Hak'ka yapılan hizmettir"
demiş idi. Aynı şekilde, 1983 yılında, rahmetli Turgut Özal'ın kürsülere çıkıp
da, demokrasinin, insan haklarının, özgürlüğü halka hizmetin Hak'ka hizmet olduğu
anlayışında toplandığını anlatışındaki o gürlük, o iddia, o cesaret, o basiret,
yine, aynı anlayışın örneğini vermekti. Bugün bu iddia var mı? Bugün, bunu, bu
şekilde iddia edebilecek durumda mıyız? Ellerimizi vicdanımıza koyarsak
diyeceğiz ki "hayır." Değerli arkadaşlar, bir noktayı hiçbir şekilde
zihnimizden uzaklaştırmayalım; adalet, ancak özgür insanın erdemidir. Özgür
olmayan bir insan hodkâm devlet anlayışı karşısında, vazgeçilmez
özgürlüklerine, insan haklarına, insan onuruna yaraşan seviyeye ulaşamaz ve ona
kavuşturma imkânı da bulunmaz. O halde, eğer, insanımızı, hakikaten, hodkâm devlet ya
da bencil devlet, jakoben devlet radikalizmi karşısında vazgeçilmez
özgürlüklerine, insan haklarına, insan onuruna kavuşturamazsanız, halka hizmet
etmenin Hak'ka hizmet etmek olduğunu iddia edemezsini, çağdaş uygarlığın
dinamiği olan ferdiyetçiliği kavrayamamış olursunuz. Ve 1923'teki felsefesiyle
söylüyorum Atatürk'ün; devleti tebcil edelim derken milleti terzil edemezsiniz,
milleti tenkil edemezsiniz. Yüzyirmibeş yıllık Parlamento geleneğimizin
anayasalarına bakınız. 2000 yılında, aşağı yukarı yüzyirmibeş yıllık bir
geleneği tartışıyoruz. 1876 Anayasamızı, değerli arkadaşlar, o dönemin hürriyet
kahramanlarına yazdırdık, Ziya Paşaya yazdırdık, Mithat Paşaya yazdırdık, Namık
Kemal'e yazdırdık; fakat, bu hürriyet kahramanlarının hiçbirisi Abdülhamit
istibdatı karşısında insan haklarını, özgürlüklerini anayasaya koyabilecek
cesareti gösteremediler; yine, aynı şekilde, 1909'da, yani İkinci Meşrutiyet
İhtilalini gerçekleştiren kadro da yapamadı. O tarihin hürriyet kahramanlarını
hatırlayınız; Resneli Niyazi, Ohrili Eyüp Sabri, Cemal Paşa, Talat Paşa, Enver
Paşa... Bunlar da, tavzihen tadil ettikleri meşhur Anayasaya, hiçbir şekilde,
insan haklarından, özgürlüklerden ve demokrasiden söz edebilecek tek kelimeyi
yerleştirebilecek ya idraki gösteremediler ya cesareti gösteremediler.
Dolayısıyladır ki, biz, herhangi bir şekilde, geçmişimizde, bugün sıkıntısını
çektiğimiz demokrasi ve insan hakları mücadelesine sığınıp tutabileceğimiz
örneğe sahip değiliz. Garip bir ironiye de temas etmeliyim: 1950 senesinde,
demokrasiyi ülkeye getirme iddiasıyla, üç kez üst üste, anayasayı
değiştirebilecek kahir ekseriyetle iktidara gelen Demokrat Parti de, 1924
Anayasasına, herhangi bir şekilde, insan haklarından ve demokrasiden söz
edebilecek eklemede bulunmadı. Bugün, hiç kimse, 1924 Anayasasının ne
dibacesinde ne maddesinde ne de herhangi bir şekilde gerekçesinde
"demokrasi ve demokrat" laflarını bulamaz ve garip bir ironiye tekrar
işaret etmek zorundayım ki, Demokrat Parti iktidarını düşüren ve dolayısıyla
demokrasiyi inkıtaa uğrattığı söylenen 27 Mayıs İhtilalinin getirdiği
Anayasadır ki, demokrasiyi ve demokratlığı, insan haklarını tarif etmiştir.
Bugün, işte, müzakeresini yapıp, hâlâ, seviyesine ulaşmak için peşini
kovaladığımız tarifler, o Anayasanın tarifleridir. Değerli arkadaşlar, bütün bunların hemen arkasından,
zannedildiği gibi de, ülkede istenilen seviyede rahatlıklara kavuşmak da mümkün
olmamıştır. Bakınız, yüzyirmibeş yıllık anayasa geleneğimizin
içerisinde, halkına, demokrasiden, insan haklarından, insan haysiyetinden,
özgürlüklerden söz etme fırsatı tanımayanların tamamı, bütün bu mücadeleleri boyunca “devleti kurtarmak, milleti
kurtarmaktır” deyip gelmişlerdir; ama yüzyirmibeş yıldan beri de, milleti
kurtarmadan devleti kurtarmanın mümkün olmadığının da farkına varamamışlardır.
Çünkü, çağdaş uygarlık düzeyine bireyin hak ve özgürlüklerinin iradesinin
bütünleştiği noktada ancak hür ve haklarına sahip bir millet meydana gelebilir
ve ancak o milletin iradesiyle, meclis hür olarak hakların ve özgürlüklerin
verilmesinin mücadelesini yapabilir. Cumhuriyet tarihimizden geriye doğru gidip de, tetkik
ettiğiniz zaman, hiç şüpheniz olmasın ki, şu gün münakaşa ettiğimiz konuların
ellide 1’inin, yüzde 1’inin dahi münakaşa edilmediğini göreceksiniz. 2001
yılının bütçesini görüştüğümüz şu 2000 yılının sonunda, bizim, hürriyetler,
haklar, insan onuru, demokrasi ve ona ilişkin bütün müesselerin müzakeresinde
gösterdiğimiz cesaret, gösterdiğimiz isabet, kabiliyet ve değer kazandırıcı
üstünlüklerimizin binde 1’ine bile rastlamanız mümkün değil. O itibarla, bu
Meclis olarak, bu mücadeleyi vermekten onur duyduğunuzu bilmelisiniz; hepimiz
birbirimizden onur duymalıyız bu mücadeleyi verdiğimiz için. Değerli arkadaşlar, bakınız, kendimle ilgili bir
itirafta bulunarak sözlerimi sürdüreyim. Ben , cumhuriyetin yetiştirdiği bir
öğretmen annenin ve yine cumhuriyetin yetiştirmiş olduğu bir hukukçu babanın
çocuğuyum. Açıkça söylüyorum, sapına kadar cumhuriyetçiyim, sapına kadar
Atatürkçüyüm; babamdan aldığım miras bu, evladıma bırakacağım mirasım da bu;
ama, cumhuriyetin kendine has hususiyetlerini, bir tahlil diyalektiğinin
isabeti çerçevesinde tespitleri de görmezlikten gelemem, onları da size
anlatmak zorundayım. Cumhuriyetimizin kuruluş hedefleri içerisinde
muhalefete yer yoktu. 1924 senesinin sonunda Terakkiperver Fırkayı kurduk, beş
ay sonra kapattık; 1930’da Serbest Fırkayı kurduk, üç ay sonra kapattık. Değerli arkadaşlar, bütün bunların yapılışındaki temel
hedef, demin size anlattığım “jandarma Recep Peker’in inkılâp tarihi dersinde
anlattığı devlet anlayışıydı. Bireyine hiçbir şekilde hak tanımayan bir devlet
tarifiyle, artık, yeni milenyumda Türkiye'yi götürebileceğimiz hiçbir yer
yoktur. Bugün birlikte mesuliyetini yüklenerek bir an evvel bu işleri
yapmamızın sebebi de, yeni bir demokrasi sentezi ve kritiği içinde olmamız
gerekir. Demokrasi sentezimizin içerisinde bugün sahip
olduklarımızla belki iftihar ediyoruz; ama, bunların hiçbirisini biz
kendiliğimizden getirip yapmadık değerli arkadaşlar. Nasıl ki, 1839 Tanzimat,
1856 Islahat, 1875 Adalet Fermanları sırasında, Batı, bize, nelerin bulunması
lazım geldiğini "ekonomik ve sosyal reform" adı altında kabul
ettirdiyse, bizim de demokrasiden söz etmemiz, bizim de cumhuriyetimiz içinde
muhalefete yer vermemiz, insan haklarından, özgürlüklerden, haysiyetten ve
demokrasiden söz etmemiz, yine, Batı'nın, bize 1944 yılında yapmış olduğu
"Birleşmiş Milletler Anayasasına imza koy" diktesinin sonucunda
geldi. Keşke biz, Batı'nın bizden sosyal ve ekonomik reformlar çerçevesinde istediklerini
yerine getirmek yerine, şu millî iradenin hakikî manasına nüfuz etmiş olarak
millet hakkını kendiliğinden teslim eden mesuliyeti yüklenebilseydik. O zaman
bu münakaşalarımız, bu seviyesizliğe inmez, bu münakaşa düzeyinde asabiyet
davet etmezdi. Değerli arkadaşlar, bakınız, tabiat insanda iki tane
önemli şuur oluşturur; bu iki şuurdan birinin adı adalet şuuru, diğerinin adı
tarih şuurudur. Adalet şuuru, bizde, insanda olgunlaşarak, bizi imanımıza,
Allahımıza götürür, tarih şuuru da bizi, yine bizde olgunlaşarak vatan
sevgisine ve milliyetçilik yüceliğine ulaştırır. İşte bu ikisinin terkip ettiği
noktada hür ülkelerin demokrasileri, insan hakları, neşvünema bulabilir. Adalet
duygusundan, adalet şuurundan ulaştığımız ilahî teslimiyetteki idrakimiz, yine
tarih şuuruyla ulaştığımız milliyetçiliğimizdeki üstünlüğümüzü meydana
getirdiğimiz terkip, o terkip içinde yurttaşa her türlü hakkı teslim etmek
mecburiyetini verir. Ancak bu terkip içerisinde bir demokratik ortam elde
edebilirseniz, insanlarınız, fikri hür, vicdanı hür, haysiyetli fikir sahibi
insanlar olabilir ve ancak o şartlarda, bu hürriyetlere layık olabilir; ancak o
şartlarda, devlet, vatandaşına bu hürriyeti sağlamış olmaktan ötürü de
övünebilir. Buna "demokrasinin izanı" diyoruz. Eğer, demokrasiyi,
biraz evvel tarif ettiğim ölçekte idrak etmez ve şimdi açıklamasını yaptığım
demokrasi izanıyla birleştirmezsek, devlette zaaf meydana gelir ve devletteki
bu zaafın bulunduğu yerde de, vatandaşa verilen şey, artık, hizmet değil, olsa
olsa eziyettir. Vatandaşımızı bundan kurtarmak, bundan kesinlikle uzak tutmak
durumundayız. Elbet vatandaşımıza her türlü hak ve özgürlüğü
tanıyacağız, vatandaşımızın hak ve özgürlüklerini serbestçe kullanmasının
fırsatlarını, imkânlarını da hazırlayacağız; ama, bir gerçeğin altını da önemle
çizeceğiz; hiç kimse, ama hiç kimse, ülkenin bölünmez bütünlüğüne ve demokratik
sistemin ilkelerine karşı alt kimlik, etnisite, mezhep esasına dayalı bir talep
dayatması da yapamaz. (ANAP, MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Demokrasinin
bireyci değerleri, insanların talep niteliklerine göre ayırmaz; ayrım yapmaz ve
hepsini, insan onurunun en üst düzeyinde yurttaş olarak kabul eder, yurttaşının
bu özelliklerini de tarihî ve kültürel varlığı ve sıfatıyla da saygıdeğer
bulur. Değerli arkadaşlar, içerisinde bulunduğumuz ayın ulvî
manasına da uygun olarak bir açıklama yapmak istiyorum: İnsan haklarının yerine
getirilmesinde izafe ettiğimiz değerler, kime izafe ediyorsak, ona
yakıştırdığımızı zannettiğimiz bir kurnazlıkla, döner dolaşır, hepimizi vuran
noktaya gelir. Bunlardan bir tanesi "liberaldir, ateisttir,
Allahsızdır" dediğimiz şey; ötekisi dönüp "mürtecidir" dediğimiz
şey. Değerli arkadaşlar, bir küçük hatırayı da sizlere
anlatmak isterim. Bizim siyaset tarihimizde "mürteci" kelimesi ilk
defa, Millî Mücadelemizin büyük kahramanı, İstiklal Harbimizin Erkânı Harbiye-i
Umumiye Reisi, yani Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak hakkında söylendi.
1947 senesinde emekli olduğu zaman siyasete katılmak istemiş, Demokrat Parti
saflarına geçmişti. Bayar'ın önerisiyle halkla temas etmek üzere
görevlendirildi ve Anadolu'ya gitti. Anadolu'ya gittiği zaman halk kendisinin
etrafında toplanıyordu, gelip elini öpüyorlardı. Bu, çok doğal bir şeydi;
çünkü, Mareşal, kendilerinin Millî Mücadelede Başkomutanıydı ve ona, gidip
"baba" diyorlardı. Mareşal Çakmak da, o delikanlılara, o yiğit
delikanlılara "evlatlarım" diye hitap ediyordu. Değerli arkadaşlar, Mareşal Çakmak, kendisini ziyarete
gelen eski askerlerine "evlatlarım" dediği için, mutaassıp ilan
edildi. Daha sonra da, kızının bir kadir günü kabrine gidip Fatiha okuduğu
için, mürteci olarak anıldı. Daha sonra da "bu insanlar aç, bunlara ekmek
veriniz" dediği için, komünist ilan edildi. "İnsanlar hür doğar,
hürlüklerini bunlara mutlak suretle vermemiz gerekir" dediği için de
liberal ateist ilan edildi. (ANAP sıralarından alkışlar) İşte, bir sistemin
içerisinde değerlerin nasıl aşağılandığını bu şekilde görebilirsiniz.
Dolayısıyla, kimlere, nasıl hitap ederken, hangi sıfatı izafe ederken, hangi
mesuliyetle karşımıza çıkabileceğini önceden kestirir, ona göre davranmazsanız,
toplumda insanlara tanıdığınızı söylediğiniz haklar ve özgürlüklere gerçek
anlamda sahip çıkmalarının imkân ve fırsatlarını vermezsiniz. 1950 döneminin ilk başlarında, hatırlayacaksınız,
Demokrat Parti müsamahalarıyla yepyeni bir tarif gelmişti; onun adı mütemeddin
ve mütedeyyindi. Mütemeddin, bugünkü Türkçesiyle söylüyorum, çağdaş uygarlığa
mensup demek; mütedeyyinin zaten ne demek olduğunu biliyorsunuz. Demokrat
Partinin getirdiği "mütemeddin ve mütedeyyin yurttaş" deyimi, çağdaş
uygarlığın değerlerini bilen ve onun idrakinde olan, imanlı, inançlı insan
demekti. O tarihte, imanlı, inançlı, mütemeddin ve mütedeyyin
yurttaş ile mürteciyi ayırabilen bir kabiliyet teşekkül etmişti, bir siyasî
kabiliyet vardı. Bugün, bu değerlerin çoğunu kaybettik ve bu değerleri
kaybetmiş olmaktan ötürü de, bu kürsülerde veya bu kürsülere istikamet
verebilecek başka zeminlerde kavramları tartışırken, içeriklerinin dışında çok
daha ağır manalar yükleyerek, birbirimizi suçlar hale geldik. Böylesine bir
suçlama zemininin içerisinde, hiç kimse, insan haklarından, insan
haysiyetinden, demokrasi tariflerinden cesaretle ve rahatlıkla söz edemez. İlk
defa olarak elde etmemiz gereken husus da, şu kullandığımız kelimelere hangi
manaları yüklediğimizin ortak değerini oluşturmak olacaktır. Değerli arkadaşlar, bir miktar da, Avrupa Birliğiyle
ilgili olarak sizlere görüşlerimi anlatmam lazım. Gerek muhalefet mensupları
gerekse iktidara mensup arkadaşlarımız, Avrupa Birliğiyle ilgili olarak
karşılaştığımız durum konusunda yeteri kadar bilgiler sunma fırsatını
bulamadılar. Avrupa Birliğine gidişimizde, önümüze çok sayıda engel
çıkarılıyor. Bu engellerin hepsini görüyoruz; ama, teenniyle hareket ederek,
nihaî hedefimiz olan Avrupa Birliğine ulaşmamız için gereken gayreti
gösteriyoruz. Değerli arkadaşlar, zaman zaman, Avrupa Birliğinin bir
Hıristiyan kulübü olduğunu ve Müslüman Türkiye'ye karşı sırf bu gerekçeyle
herhangi bir şekilde kabule yanaşmama direnişi gösterdiğini anlatıyoruz. Değerli arkadaşlar, Avrupa'nın bize karşı takındığı
tavır, Müslüman kimliğimizden değil, Türk kimliğimizle ilgilidir. (ANAP ve MHP
sıralarından alkışlar) Avrupa Birliği zeminlerinde ve kürsülerinde bugün
tartışılan ve kendileri için göz korkutucu olan kimlik, yine Türk
kimliğimizdir. Avrupalı iki olayı hazmedememiştir. Birincisi, 1453
İstanbul'un fethidir; çünkü, İstanbul'un fethiyle birlikte, Fatih, yepyeni bir
çağı açmış, artık Avrupa'nın o geleneksel, o kırılması imkânsız zannedilen
dengelerini bozmuş, hem iktisadında hem sosyolojisinde hem teolojisinde
İstanbul'un direnç noktası olmasını ellerinden almıştır. İkinci olarak
affedemedikleri husus, Birinci Dünya Savaşında İstanbul'u işgal edip
"tekrar aldık, tekrar aynı dünyayı yaşatıyoruz diyeceklerini zannettiği
yerde, Atatürk'ün "geldikleri gibi gideceklerdir" deyip, hatırlatması
ve arkasından da hakikaten geldikleri gibi kovulup gitmeleridir. Bu iki olayı
hazmedemedikleri müddetçe, Türklere karşı olan tavırlarından kaynaklanır. Bakınız Avrupa'nın tarihine, Avrupa'nın sosyolojisine,
felsefesine, edebiyatına, hatta tıbbına, hatta matematiğine, sürekli olarak
Türkleri tezyif etmeyi kendilerini yükseltmenin aracı telakki eden nice
şöhretli adamlar yetiştirmişlerdir. Martin Luther'e bakınız, Bacon'a bakınız,
Auquste Comte'a bakınız, Katerina'ya bakınız, Churchill'e bakınız, Lloyd
George'a bakınız, Clemenceau'ya bakınız; bunların hepsi, Türk kimliğimizin
korkusu içerisinde hareket etmişlerdir ve hiç şüpheniz olmasın ki, Avrupa'da
da, Avrupa Birliği içerisinde de, bu korku hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir. Bize karşı takınılmış olan tavra karşı, biz de dönüp,
duygusal tepkiler koymak suretiyle herhangi bir sonuca ulaşma imkânını
bulabilir miyiz; hayır, bulamayız. Dolayısıyla, bizim duygusal tepkilerimize
karşı, belki, bir iki müsamaha cümlesiyle kolaylık getirdikleri izlenimi veren
davranış türlerini gösterebilirler; ama, eğer, kendilerini ikna edebilecek
ekonomik, sosyal ve kültürel değer yargılarınızın emniyetiyle ikna etmezseniz,
bu duygusal tepkilerinizin çok fazla itibar görmesi ve buna göre size yakın
tavırlar takınılması mümkün değildir. Avrupa'da Helsinki Zirvesi sonrasında, ileriye dönük
bir politika çerçevesini belirledik; ama, şartlar birdenbire değişti. Ortaya
çıkan yeni manzara karşısında, başta Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit olmak
üzere, Sayın Bahçeli, Sayın Yılmaz; yani, hükümeti oluşturan partilerin
liderleri, aynı anlayış, aynı disiplin, aynı isabet içerisinde, ileriye
sürülen, hatta dikte edildiği izlenimi yaratılan meselelerin hiçbirisinin kabul
edilemeyeceğinin, bunların mutlak suretle gözden geçirilmesi gerektiğinin
mukabil tavrını koydular; ama, Avrupa Parlamentosunun arkasına saklanmış
birtakım ülkeler, birtakım odaklar, Türkiye aleyhinde, bu meseleyi tekrar
sürdürmenin anlayışı içerisine girdiler ve yeni bir müzakere noktasına geldik. Değerli arkadaşlar, itiraf etme noktasındayız ki,
herhangi bir şekilde, Avrupa Birliğinin Katılma Ortaklığı Belgesinde, çok üstün
düzeyde bir değişiklik sağlayamadık ve bu gerçeği de burada itiraf etmek
durumundayız. Dolayısıyla, Türkiye'de, Katılma Ortaklığı Belgesinin, sadece
Türkiye'nin önüne konulmuş olmadığını, Kıbrıs olayının, aynı zamanda Güney
Kıbrıs yönetiminin önüne konulduğunu; zaman içerisinde, güçlendirilmiş siyasî
diyalog ve siyasî kriterler çerçevesinde bu sorunun tartışılması lazım
geldiğini; yine, güçlendirilmiş siyasî diyalog ifadesiyle, Türkiye'nin
hassasiyetlerinin göz önünde tutulduğunu; ama, siyasî kriterler ibaresi
konulmak suretiyle, Yunanistan'ın da iddialarına saygıdeğer davranıldığını
kabul etmek zorundayız. Bugün, Türkiye'de, Türkiye optiğinden baktığımız zaman,
Kıbrıs konusuyla müzakereye başlanılmasının önşart olmaktan çıkarılmasındaki
ısrarımız, elbette ki, bizim yıllardan beri takip ettiğimiz politikaya
sadakatimizi ve bu politika üzerindeki istikrarımızı göstermek açısından da
önem taşıyacaktır. Değerli arkadaşlar, Katılma Ortaklığı Belgesiyle ilgili
yarın liderler zirvesi toplanacak ve ulusal program görüşmesi yapılacaktır.
Asıl önemli olan nokta, bizim ne yapacağımızı, neleri hangi takvime bağlı
olarak gerçekleştireceğimizi ifade edeceğimiz Avrupa Birliğiyle ilgili
belgemiz, bu ulusal programdır. Bu, bizim uyum politikalarımızı, uyum
programımızı içerecektir. Bununla, hiç şüpheniz olmasın ki, Türkiye, önemli
birtakım meselelerini de elde edecektir; ama, bir başka noktayı da mutlak
surette hatırlamak durumundayız. Avrupa Birliğine girmenin gerektirdiği
doğrultularda gereken her şeyi yapmalıyız; ancak, Türkiye ile Avrupa ve Asya
arasında birleşmenin getirdiği o üstün jeopolitik konumu da sadece Avrupa
Birliğinin lehine kullandıramayız, Avrupa Birliğinin bizden bu yoldaki talebini
de uygun bulamayız. Münhasıran bu birlik içinde olmak kaydıyla, bu jeopolitik
konumun hakkını vermiş olmamız gerekiyorsa, tarihî, kültürel ve ekonomik bağlar
yönünden çok eski günlere dayanan ilişkilerimiz bulunan Balkanlarla,
Kafkasya'yla ve Ortaasya Türk Cumhuriyetleriyle olan ilişkilerimizi de
geliştirmemiz ve bu konuda fevkalade duyarlı ve ısrarlı olmamız gerekir. Değerli arkadaşlar, kısa bir süre önce ciddî bir malî
kriz yaşadık. Yaşadığımız malî krizin içerisinde, çok yapışkan, çok sırnaşık ve
yüksek bir enflasyon vardı. Bu enflasyonla, piyasanın ahlakı bozulmuştu, malî
piyasalar dengelerini kaybetmişti. Böyle bir ortamdan kurtulmanın yolu,
istikrar programı gerektiriyordu ve bu hükümet, bu istikrar programını, üç
yıllık zaman dilimini içermek suretiyle uygulamaya koydu; birinci yılından
olumlu sonuçlar elde ettik, ikinci yılının uygulama programıyla ilgili olarak
bütçemize ilişkin değerleri toplantının başında Maliye Bakanımız, ekonomiye
ilişkin gelişmelerini de Sayın Masum Türker özetledi. Yalnız, bu, yirmibeş yıldan beri uzayıp gelen bir
politikanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır; sadece bu hükümete mahsus bir
ekonomik kriz, bir malî krizdir tanımlaması yapmak insafa sığmaz. Değerli arkadaşlar, bunun ilk örneklerini, meşhur 39
uncu cumhuriyet hükümeti döneminde gördük. Bu meşhur 39 uncu cumhuriyet
hükümeti, bir türlü güvenoyu alamayan Sadi Irmak Hükümetinin arkasından
kurulmuş olan hükümetti. O hükümetin başkanı Demirel'di; o hükümetin üç
başbakan yardımcısı vardı; bunlardan biri rahmetli Türkeş'ti, biri -hayatta-
Sayın Necmettin Erbakan, diğerli de rahmetli Turhan Feyzioğlu idi. Bu hükümet,
Türkiye'nin siyaset tarihine "Birinci MC Hükümeti" olarak geçmiştir. Değerli arkadaşlar, şimdi, hepiniz odalarınıza gidiniz,
Sayın Başkanımızın bize tahsis etmiş olduğu kanalları kullanarak İnternetten
Türkiye Büyük Millet Meclisinin web sayfasına giriniz, 39 uncu hükümetin
programını çıkarınız ve okuyunuz. 39 uncu hükümetin programının, bugün
karşılaştığımız sorunların tamamının mesuliyetini yüklemeksizin son derece
popülist olmaktan kaynaklanan örneklemeler suretiyle neler yarattığını
göreceksiniz. Üzülerek ifade ediyorum, o günkü politika tercihleri,
teknisyen görüşüne itibar etmeyen bencil ve hoyrat bir iktidar anlayışıydı.
Güvenoyu alamayan Sadi Irmak hükümetinin hemen akabinde kurulmuş olması
nedeniyle de bu hükümet her istediğini yapabileceğini zannediyordu. Ancak, o
tarihte teknisyenler, kendisine, karşılaşılması muhtemel tehlikeleri tam 23
yıllık stratejik dönemi içerisinde vermişlerdi. 1973 yılında Üçüncü Beş Yıllık
Kalkınma Planının 22 yıllık stratejisi hazırlanırken, takip edilecek yol
haritası açıkça belirtilmişti, Millî Güvenlik Kurulunda kabul görmüştü ve
uygulamak durumundaydı; 39 uncu hükümetle beraber, bu, ilk ihlali yaşadı, o
günden bu yana o küçücük kartopu büyüye büyüye, bugün, malî krizi yaratan dev
haline geldi. Afakî bir şey söylemiyorum, o günkü kabinenin
içerisinde bugün Parlamentomuzda bulunan üç değerli milletvekilimiz var. Biri,
Değerli Ali Şevki Erek arkadaşımız, o zaman, zannederim, Gençlik ve Spor Bakanı
idi; ama, ben, çok iyi hatırlıyorum, kendisi Yüksek Planlama Kurulu
toplantılarında ulaştırma bakanı bulunmadığı için ona vekâleten içeriye
gelmişti ve bütün detaylarıyla bu meseleyi hatırlayacak mükemmel bir hafızaya
sahiptir. O zaman, teknisyenler tarafından "eğer bu politika böyle devam
edecek olursa, ülke, stratejik dönem aralığı bittiğinde, inanılmaz derecede
malî ve ekonomik tehditler altında kalacaktır" diye söylendi.
Söyleyenlerden, teknisyenlerden de bugün bu Parlamentonun değerli milletvekilleri
var. Değerli arkadaşlar, işte, biraz evvel dinlediğiniz
Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu, Sayın Hikmet Uluğbay ve ben mütevazı Yılmaz
Karakoyunlu, o dönemlerde finansman müdürü olarak Devlet Planlama Teşkilatında,
karşılaşılması muhtemel bütün tehlikelere işaret etmiş, dikkat çekmiştik;
fakat, dediğimiz gibi, hiçbirisi, popülist olmak çaresini üretmek istemediği
için, döndüler geldiler. O tarihte -unutmayınız değerli arkadaşlar- bugünkü
gibi serbest piyasa ekonomisi de söz konusu değil. Leasing yok, factoring yok,
serbest piyasada döviz ticareti yok; bunların hiçbirisi yok. Ola ola iki şey
var: 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetinin Korunması Hakkında Kanun ve ona
dayalı olarak çıkarılmış 17 sayılı kararname; yani, bir kumanda ekonomisi.
Dolayısıyla, disiplinin bozulmasının tarihini çok iyi hatırlayınız ve bugün
karşılaşılan malî krizi sadece bu hükümetin suçuymuş gibi göstermeyiniz. Değerli arkadaşlarım, bir ufak noktaya da işaret etmek
zorundayım. Bu kriz sistematiği kendi içerisinde büyüdü büyüdü büyüdü geldi.
Geçen sene Sümer Oral kendi bütçesini takdim ederken bu konuyla ilgili çok
ayrıntılı açıklamalar verdi. 1974 yılında petrol fiyatlarıyla başlayan
mekanizmadan hareket etmek suretiyle, bugüne kadar gelen kısmını anlattı. Geçen
sene Sayın Sümer Oral'ın yapmış olduğu bütçeyi takdim konuşmasını okuyunuz,
tarihî seyrini ve ekonomik etkilerini en detaylı şekilde elde edebileceksiniz;
ama, bugünkü malî krizin içerisine bu anormal faiz mikrobu nasıl girdi; değerli
arkadaşlar, bu anormal faiz mikrobu 1994'te 50 nci cumhuriyet hükümetiyle
girdi. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin en melez olanı, bu 50 nci cumhuriyet
hükümetidir ve 57 yıllık dönem içerisinde bir benzeri de yoktur. Yaklaşık iki
yıl sürmüştür ve bu iki yıl içerisinde, ortağı olan partinin kendi içerisindeki
ihtilaflar nedeniyle üç defa başbakan yardımcısı değiştirmiş ve tam 63
milletvekili bu kabinede bakan olarak görev yapmıştır. Şimdi o hükümet, 1994'te
tavlanmış olan sıkıntılı dönemde mevduata yüzde 100 teminat getirdi. İtiraf
ediniz, başka yapabilecek bir şeyi yoktu. Daha sonra gelen hükümetler -buna Erbakan-Çiller Hükümeti de dahil olmak
üzere söylüyorum- bu yüzde 100 garantiyi kaldırmadılar; kaldıramadılar.
Kaldırabilirler miydi; hayır kaldıramazlardı; yani, bir gerçeği de, oturunuz,
itiraf ediniz; kaldıramazlardı. Neden; çünkü, 1994 tahribi o kadar büyük
etkiler yaratmıştı ki, bunu kaldırmaya teşebbüs ettiğiniz anda, piyasadan olağanüstü çekilmeler tehdidi söz konusu
oluyordu ve hükümetler bunu kaldıramadılar. Şimdi, elinizi vicdanınıza koyup, tarafsızlık
içerisinde hadiseyi birlikte mütalaa edeceksiniz. Sürekli olarak "siz,
yüzde 100 garanti getirdiniz" tarzında bir eleştiriyle karşı tarafı mahkûm
etmekte isabet yoktur. O tarafın da, dönüp "siz de yüzde 100, bunu niye
kaldırmadınız" eleştirisiyle bu tarafı tahrip etmeye yönelmesi de isabetli
değildir. Bu, ortak bir sorumluluktur. Fakat, garip olan nokta şudur ki,
ekonomiyi bu hallere düşürenlerin hepsi, tartışmasız -1975'ten yana olan bu
hükümetlerin hepsi- kendisini tertemiz ve günahsız sayıp, bir kenara çekilerek,
bütün kabahati diğerlerinin üzerine yıkıyor. Değerli arkadaşlar, ekonomiyi sağlıklı bir yapıya
kavuşturmak için, malî piyasaların gerçekten taşıdığı öneme uygun disiplinleri
getirmek lazım. Bununla ilgili, çok önemli fırsatları kaçırdık; ama, bugün,
gerekli müdahaleyi yapmanın zamanıdır ve bunu yerine getirmek için de,
Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulunu kurduk. Bankacılık Denetleme ve
Düzenleme Kurulu, hemen meselelere müdahale etti. Ancak, bir noktaya da işaret
etmek durumundayım ve bir noktaya da dikkatlerinizi çekmek ihtiyacındayım; malî
sektörde gözetim ve denetim yapmak, sadece, suç ve suçlu aramak veya göz
korkutmak değildir. Dolayısıyla, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulunun
görevi, sadece bu işin peşinde koşmak, karakolluğunu yapmak değil, gerekli olan
düzenlemeyi bir an evvel yerine getirmektir. Ancak, itiraf etmek zorundayım ki,
görünen manzaradan hareketle baktığınız takdirde, Bankacılık Denetleme ve
Düzenleme Kurulunun, böyle bir hazırlık içinde olmadığı izlenimi vardır. Değerli arkadaşlar, Tasarruf Fonuna ilişkin birtakım
Hazine kaynaklarının paymal edildiğine ilişkin iddialara, Masum Türker
arkadaşımız, gayet detaylı bir şekilde açıklama yaptı; ama, unutmayınız ki, her
malî krizin arkasından, fevkalade dikkatle izlenmesi lazımgelen bir
makroekonomik etkinlik ve tehlike vardır. Bugüne kadar, hiçbir muhalefet
mensubunun bu noktaya temas etmemiş olmasını da, doğrusunu isterseniz, isabetli
bir muhalefet anlayışı ve gerçeği olarak görmüyorum. Değerli arkadaşlar, bir başka konu da, şu anda
hazırlığı yapıldığı söylenen iş güvencesi yasa tasarısıdır. Burası, sosyal
güvenlikle ilişkili olarak, çok önemli kararlar çıkardı. Hatırlayacaksınız,
geçen sene, burada, işsizlik sigortasına ilişkin olarak, yasa tasarısının
üzerinde tartışmalar yaptık ve iş hayatının düzenlenmesinde önemli olan
kanunların bir an evvel getirilmesi gerektiğinde, ortak karar isabeti
gösterdik. Biz, 1865 yılından beri, sosyal güvenlik işleriyle
meşgul oluruz. İlk defa olarak, Ereğli'deki maden işçilerinin, fitreyle,
zekâtla geçinemeyecekleri görüldüğünden, kendilerine sosyal güvenlik haklarının
tanınması için, bir Dilaver Paşa kararnamesi çıkarılmıştı. Ta, o Dilaver Paşa
kararnamesinden bugüne kadar, aynı mantığı bir türlü değiştirmedik. Orada da,
işçi haklarını yerine getirelim derken, işveren dünyasının rekabetçi
etkinliğini hiç dikkate almadık. Bugün, böyle bir tehlikeyle karşı karşıyayız.
İş dünyası, iş güvencesiyle hangi zorlukların içerisine girecektir; bunu, eğer,
iyice tespit etmez ve bu tespit ettiklerimizin haklarını teslim edecek şekilde
iş güvencesi yasasını getirmezsek, ekonomide, dışa yönelik olarak rekabet
gücünü kaybetmiş bir endüstriyle karşı karşıya kalırız; o malî krizden çok daha
tehlikeli bir kriz yaratabilir. Değerli arkadaşlarım, yeni istikrar programının
başarılı olacağına hiç şüphem yoktur; ancak, bir küçük hatırlatma yapmak
istiyorum. Değerli arkadaşlar, iktisat ilminin doruk isimlerinden
Stuart Mille diyor ki : "Sayılarla kuşatılmış bir zihnin sahibi, hiçbir
zaman, bu kuşatmayı, sayıları kullanarak kıramaz. Çünkü, evrenin sayıları
zihnimizin sayılarını ezecek kadar çok ve zalimdir. Bu kuşatmadan, ancak,
zihnimizi olgunlaştıran kültür, sanat ve bilimle kurtulabiliriz." Değerli arkadaşlarım, biraz da size, son 5 dakikamda,
bu bütçenin ahlakından söz etmek istiyorum. Bütçeler sadece sayısal dengelerden ibaret değildir.
Aksi halde bazıları gibi, düştüğü arşivlerde, farelercesine, sayılar
sisteminden, gelir birtakım şeyleri anlatabilir. Hatta kendiniz,
birdenbire, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Genel Kurulunda değil, sıradan bir ilçenin belediyesindeki iktisat
müdürlüğünde, köşe başındaki hale fiyat tanzim ediyormuş gibi fiyat listeleri
de söyleyebilirsiniz, alkış da alabilirsiniz, itibar da görebilirsiniz; ama,
bir bütçenin ahlakı içerisinde, sayılar sisteminin dışında taşıması gerekli
olan önemlere işaretten uzak kalırsınız. Değerli arkadaşlar, bütçelerin ahlakı dediğimiz bu
ruhu, bu maneviyatı kavrayamazsanız, ülkenin geleceğini teminat altına alacak,
halkın olgunlaştırılması, eğitimi ve kültürü için gerekli davranışı da
gösteremezsiniz. Türkiye'de, küreselleşen dünyada en önemli unsurlarımızdan
birisi budur. Sayın Recai Kutan, sabahki konuşmasında bütçelerden
bazı örnekler vermişti. Dedi ki : "Bütün millî eğitimle ilgili olan
bütçeleriniz topu topu 65 günlük faiz karşılığıdır; Sağlık Bakanlığınızla
ilgili olanı iki aylıktır." Değerli arkadaşlar, evet, dedikleri doğru; ama, 54 üncü
hükümet, yani Necmettin Erbakan'ın Başbakan olduğu, Tansu Hanımefendinin de
iştirakçisi bulunduğu 54 üncü hükümette de aynı ilişkiler vardı. AHMET DERİN (Kütahya) - Hayır. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Hayır, aynı ilişkiler
vardı; işte, gider sorarsınız. Değerli arkadaşlar, Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi
60, Sağlık Bakanlığının bütçesi 23, Kültür Bakanlığının bütçesi 3, Diyanet
bütçesi 5 günlüktü. Rakamlar burada. (DSP sıralarından alkışlar, FP
sıralarından gürültüler) AHMET DERİN (Kütahya) - Geç onları!.. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Dolayısıyla, sistemin
içerisinde, bütçenin manevî değerlerine, bütçenin ahlakî değerlerine temas
ederken sayılar sisteminden kendimizi çıkaralım, daha yüksek düzeyde
düşünebilen insanlar olduğumuzu ortaya koyalım. Değerli arkadaşlar, şimdi, bir küçük noktaya işaret
etmek istiyorum. Yıl 1785, daha Fransız İhtilali yok; İngiltere'de, kral ve
saraya mensup olanlar, astığı astık kestiği kestik, istediği her şeyi
yapabilmektedir. Halkın bilgi alabileceği tek kaynak vardır, yayımlanan Times
Gazetesi. Herhangi bir şekilde Times Gazetesini kapatabilecek hukukî yetkilerle
donanmamış olduklarını fark eden saray ve kral, halkın bilgi edinmesini
engellemek için Times Gazetesine yüzde 25 oranında KDV uygular; buna rağmen,
halk, yüzde 25 farkı ödeyerek Times Gazetesini alır; çünkü, ülkede nelerin olup
bittiğini öğrenmek ihtiyacındadır. Yıl şimdi 2000, aradan 215 yıl geçmiştir;
değerli arkadaşlar, hiçbir farklılık yoktur, bugün aynı mantığı uyguluyoruz.
Bugün gidiniz, bilgisayarınızı açınız, bilgi almak için internette herhangi bir
sayfaya girmek üzere bilgisayarınızın düğmesine basınız, o andan itibaren
telefon fiyatına yüzde 25 KDV ödüyorsunuz. Biraz evvel Sayın Bakan burada konuşurken yepyeni bir
kavram getirdi; döndüm, konuşmasının metnine baktım, tırnak içine almış
"bilmek hakkı" diyor; eğer, yurttaşınızın bilmek hakkını, bundan 215
sene evvel, İngiltere'de, kralın, gazetelere uyguladığı gibi yüksek vergi
uygulamak suretiyle engelleyecekseniz "benim ülkemin insanlarının yüzde
25'i 14 yaşın altındadır, benim insanlarımın yüzde 50'si 30 yaşın altındadır;
ey Avrupa, kork benden" iddiasını söylemeye hakkınız olamaz. Maliyenin bu
üslubunu fevkalade kınadığımı ifade etmek istiyorum. (FP ve DYP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlar, son cümlem. Bundan iki gün evvel,
allem ettik kallem ettik, bir af kanunu çıkardık. İçinize sindi mi sinmedi mi
bilmiyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Şimdi, diyorum ki, biriniz de çıkın, beni ekran başında
dinleyen Türk kadını, siz düşün bu işin peşine ya da Tansu Hanım siz düşün,
Sevgi Hanım siz düşün, Ayfer Hanım siz düşün, kendisi yok ama, Meral Hanım siz
düşün, yok ama, Oya Hanım siz düşün, Nazlı Hanım siz düşün... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla)- ...yok ama, Nesrin Hanım,
Işılay Hanım yine söylüyorum buradan, Nesrin Hanım, Melek Hanım, siz düşün. On
tane isim saydım. BAŞKAN - Sayın Karakoyunlu, sizden öncekiler gibi,
sizin de konuşmanızı zevkle dinledik, dinliyorduk; ama, süreniz bitti. Size
toparlamanız için eksüre veriyorum efendim. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, 12
tane de değerli kadın milletvekilimiz DSP'de var. Değerli arkadaşlarım, gelin
bu 22 güzide kadın milletvekili arkadaşımız... BAŞKAN - Bir dakika, Sayın Karakoyunlu, cihazın
azizliğine uğradık, bir dakika efendim.. Cihaz çalışmıyor efendim... YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Bu konuda benim sesim
gürdür, müsaade edin, arkadaşlar beni takip eder. Değerli 22 kadın milletvekilimiz, gelin, bu işin peşine
siz düşün. Tam üç seneden beri bekleyen Medeni Kanunun çıkarılması için bir
baskı kurun. Siz gösteriniz bu baskıyı. Sizin haysiyetiniz, sizin cesaretinizle
hemcinslerinizden daha aşağıda olmadığınızı gösterin. Hepinize saygılar sunar, bütçenin memleketimize,
milletimize hayırlı olmasını dilerim.
(ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Karakoyunlu'ya teşekkür ederim. Sayın milletvekilleri, genelde olan bir arızadan dolayı
cihazımız çalışmıyor. Bu nedenle,
birleşime 5 dakika ara veriyorum efendim. Kapanma
Saati: 20.09 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma
Saati : 20.18 BAŞKAN :
Ömer İZGİ KÂTİP
ÜYELER :Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum. 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. III. – KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1.- 2001
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/764)
(S.Sayısı:552) (Devam) 2.- 1999
Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740,
3/642) ( S.Sayısı: 554) (Devam) 3.- 2001
Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/765) (S.Sayısı:553) (Devam) 4.- 1999
Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S.Sayısı: 555) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerinde. Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, söz sırası, lehte olmak üzere,
şahsı adına söz isteyen Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün'e aittir. Buyurun Sayın Özgün. (FP sıralarından
alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi hürmetle selamlıyorum. Görüşmekte olduğumuz
2001 yılı bütçesinin hayırlı olmasını sözlerimin başında temenni ediyorum. Değerli milletvekilleri, Meclise arz
edilmiş, sunulmuş bulunan 2001 yılı bütçesi üzerinde acaba lehte neler
söyleyebilirim, bu bütçenin olumlu tarafları var mıdır diye birkaç günden beri
bütçe üzerinde inceleme yapıyorum ve bugün Sayın Maliye Bakanımızın da sunuş
konuşmasında ifade ettiği gibi, bir-iki hususa değinmek istiyorum. Sayın bakan, bugünkü konuşmasında şöyle
söylediler: “Faiz ödemelerinin gayri safi millî hâsılaya oranı 2000 yılındaki
yüzde 17 seviyesinden yüzde 11'e; bütçe büyüklüğü içindeki payı da, yüzde
45'ten yüzde 34’e inecektir." Şimdi, 2001 yılı için öngörülmüş olan bu
rakamlar, elbette önemsenmesi gereken ve olumlu ifadeleri içermektedir. Gönül
arzu ediyor ki, 2001 yılı bütçesinde, bütçe büyüklüğü içindeki faiz
ödemelerinin payı, burada ifade edildiği gibi, yüzde 45'ten yüzde 34'e insin.
Buna, tabiî ki, yürekten katılıyorum; ama, 2000 yılındaki ve ondan önceki
senelerde bütçe içerisindeki faiz yükünün hangi mertebede olduğunu düşünürsek,
hangi oranlarda gerçekleşmiş olduğuna bir bakarsak, bu nispette bir düşüşün
2001 yılı içerisinde gerçekleşebileceğine inanmak gerçekten çok zor. Yine, bu bütçe üzerindeki gördüğüm bir
husus da, 2000 yılı içerisinde gerçekten, hükümet, iyi vergi toplamış, koyduğu hedefe ulaşmış,
özellikle, katmerli ek vergilerle milleti ezerek, vergi hedefine ulaşmış
bulunmaktadır. Bu, hükümet açısından
sevinilecek bir durumdur; çünkü, 2000 bütçesine hedeflediği noktaya vergi
toplama açısından gelmiş; ama, milletimiz açısından durum hiç de öyle değildir.
Vergi toplama bakımından gerçekten bu hükümetin üzerine başka bir hükümet
bugüne kadar görülmedi. Gerçekten sağanak gibi yağan vergilerle milletimiz
perişan oldu; ama, hükümet, yaptığı konuşmalarla bununla övünüyor "çok
vergi topladık, hedefimize ulaştık" diyor; ama, bir de gelin görün,
millete bir sorun, milletin hali nedir, bu vergileri nasıl ödemiştir,
nerelerden kısmıştır; yediği iki ekmeği bire indirmek suretiyle bunu
yapabilmiştir. O bakımdan, bu başarınızdan dolayı, vergi toplamadaki bu
ustalığınızdan dolayı, ben, burada, size teşekkür edemeyeceğim, kusuruma
bakmayın; çünkü, bu yapılan, milletin yaptığı bu fedakârlıkları, ne yazık ki,
son günlerde yaşadığımız ekonomik krizle boşa çıkardınız. Son krizle, ülke, en az on yıl geriye
gitmiştir. Bu son krizin faturası, millete 10 milyar dolar olmuştur. Şimdi,
IMF’den bu aldığınız veya alacağınız, kısa vadeli krediyi nasıl o süre
içerisinde - 18 ay sonra - geri döndüreceksiniz? Üretim yokken, istihdam
daralmışken, piyasa büyük bir talep sıkıntısı içerisindeyken, siz, bu milletten
nasıl vergi toplayacaksınız da, bu aldığınız kısa vadeli IMF kredisini nasıl
geriye çevireceksiniz; gerçekten izaha muhtaç. Sayın Bakanın buraya çıkıp, bu
konulara mutlaka açıklık getirmesi lazım. Çünkü, gerçekten, bugün, tarım,
hayvancılık ve sanayi üretimi çok sıkıntılı bir noktadadır. Üreten değil,
tüketen ve ithal eden bir ekonomik yapı bugün orta yere çıkmış bulunmaktadır. Ülke insanı, zor ekonomik şartlara rağmen,
her zamankinden daha fazla vergi ödeyerek bugünlere gelmiştir; ama, hükümet,
vatandaşını bugüne kadar hep kandırmıştır. Ülkenin kalkınması ve enflasyonun
önlenmesi için kullanılması gereken vergileri, faiz ödemesi ve banka
kurtarmalarında kullanmıştır. Ama, artık, bu milletin, bilesiniz ki, dayanacak
gücü kalmamıştır. Memur bugün ayaktadır, işçiler ayaktadır, esnaf ve sanatkâr
patlama noktasına gelmiştir, çiftçi büyük bir öfke içerisindedir ve
emeklilerimiz de perişan ve hüzün içerisindedir. Bakınız, esnaf ve sanatkârımız ne diyor;
ben söylemiyorum, Balıkesir Esnaf ve Sanatkârlar Odası Birliği Başkanı Sayın
Mesut Aşanel "esnaf bitik" diyor. Ben söylesem, belki, abartıyorsunuz
diyebilirsiniz; ama, Balıkesir'deki Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı
"biz, bu Hayat Standardı Vergisinin altından kalkamayız, ödeyemeyiz"
diyor. İşte elimde bir faks, Balıkesir Bigadiç
Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı Süleyman Saran "bu Hayat Standardı
Vergisi, haksız bir vergidir, hiçbir dayanağı, hiçbir adalet ölçüsü yoktur,
bunun kaldırılması gerekir" diyor. Hatta, daha ileri giderek söylüyorum,
hükümete mensup bir milletvekili arkadaşınız, Balıkesir'de yaptığı bir
konuşmada şöyle diyor, basına yansıdığı için söylüyorum: "Esnaf kan
ağlıyor, kim ne derse desin, ekvergiler çok kötü olmuştur" diyor. Ben
söylemiyorum, iktidar sıralarında oturan bir milletvekili arkadaşımız söylüyor.
Hatta daha ileri gidiyor "ekvergilerin kabul edilmemesi için grup
başkanvekili ile de neredeyse kavga etme noktasına geldik" diyor. Şimdi, bu kadar adaletsiz ve dayanağı
olmayan bir Hayat Standardı Vergisini, üstelik, geçmişte, adalete uygun değil
diye kaldırdığınız halde, buraya getirip, milletin sırtına yükleme hakkına sahip
değilsiniz. Esnaf ve sanatkârımız, bırakınız sizin bu
getirdiğiniz Hayat Standardı Vergisini, ekvergileri, bunları ödeyecek gücü
zaten yok da, birikmiş vergi borçlarını ödeyemiyor. Birikmiş vergi borçları
için siz, bir ödeme kolaylığı düşünün. Şurada, geçtiğimiz günlerde Af Kanunu
çıkardınız; niye, bu esnaf ve sanatkârın birikmiş vergi borçlarını bu kanunun
içerisine koymadınız? Niye, çiftçilerimizin, bugüne kadar ekonomik
sıkıntılardan dolayı, alıp, geriye ödeyemediği kredi borçlarını affetmeyi veya
kolaylık getirmeyi düşünmediniz; ama, çiftçi bağırıyor. Balıkesir Ziraat Odası
Başkanı Sayın Sözat "çiftçi af istiyor" diyor, eski bir
milletvekilimiz. O bakımdan , siz, bugün, esnaf ve sanatkârımızı, çiftçimizi,
memurumuzu, işçimizi ve emeklimizi, içine düştükleri sıkıntıdan, bu bütçeyle,
bu tarz bütçelerle kurtaramazsınız. Ben -lehinde söz aldığım için Sayın
Başkan- yahu, bu bütçede, çiftçi için, onun derdine derman olacak acaba bir şey
var mı diye bakıyorum; keşke bulsam da, şurada çiftçiye bir şey var diyebilsem,
şurada memura verilecek bir şey var diyebilsem... İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Af değil ki
bu, şartlı tahliye... İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) - Bütçeyi
söylüyorum sayın milletvekilim, bütçeden bahsediyorum. Şu bütçenin içerisinde, memur ve
işçilerimizin derdine derman olacak ne var diye günlerden beri bakıyorum; ama,
derde derman olacak, ne yazık ki, hiçbir şey olmadığını, üzülerek söylemek
zorunda kalıyorum. Değerli milletvekilleri, bakınız, dün,
pancar tabanfiyatlarını sayın hükümet açıkladı; maliyeti 35 000 lira olan
pancara, 33 750 lira fiyat verdi. Pamuk primi ne olacak? Zeytin sezonu
geldi, gidiyor; hâlâ, zeytinyağına ne kadar prim vereceksiniz, söylemediniz; 28
sent mi olacak, 40 sent mi olacak, üreticinin istediği 60 sent mi olacak... Her
şey belirsizlik içerisinde, üretici şaşkın bir vaziyette ne olacağını bekleyip
duruyor. O bakımdan, siz, bir şey yapmak istiyorsanız, şu esnaf ve sanatkârın
elinden tutunuz, şu çiftçinin elinden tutunuz, şu işçi ve memurun... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Özgün, siz, benden, lehte
konuşacağım diye söz aldınız değil mi?! Ben, lehte hiçbir şey göremedim;
teessüf ediyorum! İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) - Evet, lehte
şeyler söylüyorum. BAŞKAN - Size yeniden eksüre veriyorum;
lütfen, son cümlenizi, söz aldığınız gibi lehte yapınız efendim. MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Lehte söyleyecek
bir şey bulamıyor ki! İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) - Sayın Başkan,
sözümün başında ifade etmiştim, bu hükümet, vergi toplamada, hakikaten,
görevini yerine getirmiş. Bunun, lehte bir ifade olduğunu, herhalde, siz de
takdir edersiniz. (FP sıralarından alkışlar) O bakımdan, milleti ezme pahasına
bu vergileri toplayan hükümeti tebrik ediyorum; ama, ne yazık ki, hükümetimiz
ezilmiştir. Toplanan bu paralar da, millete hizmet olarak değil, batık
bankalara ve faiz olarak gitmiştir. Keşke, toplanan paralar millete hizmet
olarak gitseydi, keşke, milletin hizmetine sunulabilseydi; ama, ne yazık ki,
öyle olmamıştır. Onun için ben, sözlerimi şöyle
toparlıyorum: Eğer bu şekilde devam ederseniz, milletten çok büyük bir ders
alacaksınız. CEMAL ENGİNYURT (Ordu)- Sen sevin!.. İSMAİL ÖZGÜN (Devamla)- Millet büyük bir
öfke içerisinde, büyük bir tepki içerisinde. O bakımdan, geliniz, bu yapmakta
olduğunuz icraatları gözden geçiriniz. Bu milletin üzerine bu kadar gitmeyiniz.
Bu getirdiğiniz ek vergiler yetmiyormuş gibi, şimdi, KDV oranlarını
artırıyorsunuz, taşıt vergilerine yüzde 75'ler... BAŞKAN- Sayın Özgün, toparlayın lütfen. İSMAİL ÖZGÜN (Devamla)- Bitiriyorum Sayın
Başkan. Taşıt Alım Vergilerine yüzde 60'lar
civarında ilaveler yapıyorsunuz. Bu milletin bunları kaldırması mümkün
değildir. O bakımdan, buraya, daha samimî, daha rasyonel, milletin dertlerini
çözecek bütçeler getirmenizi sizlerden istirham ediyor; hepinizi saygıyla,
hürmetle selamlıyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Hükümet adına cevap vermek üzere
söz isteği var. Hükümet adına, Maliye Bakanı Sayın Sümer
Oral, söz sizde; buyurun efendim. Süreniz 1 saat efendim. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir)- Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulumuzda görüşülmekte olan 2001 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısıyla ilgili olarak, Parlamentoda temsil edilen siyasî
partilerimizin değerli genel başkanları ve kıymetli grup sözcüleri, 2001 yılı
bütçesi üzerinde görüş ve tenkitlerini ortaya koydular. Hiç kuşku yok ki, bu
görüş ve tenkitlerin bir bölümü, bütçe kanununun yapısı, hedefleri ve muhtemel
etkilerine dönük oldu; bir bölümü de, bütçe nedeniyle, ülkenin karşı karşıya
bulunduğu sorunların bir değerlendirmesi şeklinde geçti; bu da, son derece
doğaldır. Sabah yaptığım konuşmada da ifade ettiğim gibi, bütçeler, bir yılın
her yönüyle muhasebesi olur ve bu bütçeler içerisinde bu muhasebe yapılırken,
zaman zaman çok güzel tartışmalar da olur, farklı üsluplarla değerlendirmeler
olur; bunlar da, o bütçe tartışmalarının, esasında, tatlı bir tarafıdır. Şunu unutmamak gerekir ki, bütçeler,
hazırlanması kadar, uygulanması açısından çok daha önem arz eder. Bir bütçeyi,
çok düzgün bir şekilde hazırlayabilirsiniz; ama, önemli olan, o bütçedeki
hedeflere, rakamlara yıl sonu itibariyle erişilmesidir. O bakımdan, uygulamanın
etkinliği ve kalitesi, hazırlanmasından çok daha önemlidir. Burada değerli
sözcülerin, kıymetli genel başkanların yaptığı konuşmaların bazıları, bizim
uygulamalarımızda dikkatle üzerinde duracağımız ve bütçenin etkin ve kaliteli
uygulanmasında bize yardımcı olacak konulardır. O bakımdan, burada görüş ve
düşüncelerini ortaya koyan değerli arkadaşlarıma bir kere daha teşekkürü bir
görev kabul ediyorum. Yapılan değerlendirmelerle ilgili
görüşlerimi de “siz yaptınız, biz yaptık”, “siz şu sene şöyleydiniz, biz bu
sene böyleydik” şeklinde götürmek istemiyorum. Daha çok, ileriye bakarak, bugün
mevcut bulunan yapıdan, nasıl daha rahat bir noktaya gelebiliriz, toplumumuzun
satın alma gücünü nasıl daha artırabiliriz, refahını, mutluluğunu nasıl daha
artırabiliriz ve ülkenin karşı karşıya bulunduğu fevkalade önemli sorunları
nasıl aşarız... Yoksa, gelip "şu sorun şöyle, bu sorun böyle"
denebilir tabiî; ama, mühim olan, bu sorunları nasıl aşarız; bu sorunlar
aşılacak, bu sorunlarla beraber yaşama gibi bir durumumuz da yok, sorunları
erteleme gibi bir noktada da değiliz. 21 inci Asra girdik, global bir dünya,
fevkalade çetin şartlarla bir mücadele, bir taraftan Avrupa Birliğine tam
üyelik noktası, bir taraftan G-20'lerde bir zemin. Türkiye, kendisini, bir an evvel sağlıklı
bir kamu maliyesine... Kamu maliyesi işin esasıdır. Kamu maliyesi sağlıklı hale
gelmeden, ülkede ne yatırım ne üretim ne istihdam ortamı ve ne de re- kabet
gücü olan bir ekonomiyi yaratabilirsiniz. Bütün bunları sağlamak için, her
şeyden evvel, kamu maliyesini sağlıklı bir hale getireceksiniz. Dünyanın en
gelişmiş ülkeleri de bunu yapmıştır. Kamu maliyesi sağlıklı olmayan bir
ülkenin, ekonomide belli düzeylere geldiğini söylemek, göstermek mümkün
değildir. Esasen, yapılması gereken de budur. Bir program eleştirilebilir, mevcut durum
da eleştirilebilir, bütün bunlar doğaldır; ama, bu programın nasıl daha iyi
olması gerektiğinin, nelerin yapılması gerektiğinin, mevcut durumu aşmada
nelerin yapılması gerektiğinin belirtilmesi de görüşmelerin sıhhati bakımından
fevkalade önemlidir. Şunu, bir arkadaşınız olarak, samimî olarak ifade
ediyorum, burada yapılan görüşmelerde, özellikle muhalefetin görüşmelerinde
"şunu şöyle yaptınız; bu yanlış, böyle olması gerekirdi, böyle böyle
yapmanız gerekirdi" şeklindeki eleştirileri, çok arzu etmeme rağmen,
gördüğümü söyleme imkânına da sahip değilim; bunu da arkadaşlarımın anlayışla
karşılayacağını umuyorum. T. RIZA GÜNERİ (Konya) - Biraz dikkatli
dinlemeliydiniz; vardı. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) -
Geneli itibariyle diyorum. Değerli arkadaşlarım, bugün Türkiye'nin
içinde bulunduğu şartlar nedir; 2000 yılına başlarken, daha doğrusu 21 inci
Asra girerken şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız: Bütçedeki faiz ödemelerimiz,
gayri safî millî hâsılamızın yüzde 16,3'ünü teşkil etmektedir. Bütçenin tüm
büyüklüğü içinde faizin ağırlığı yüzde 43,6
olup, her gün toplanan vergilerin yüzde 88'i de faize gitmektedir;
böylece, size, sadece yüzde 12'si kalmaktadır. Bütçe açığı, gayri safî millî
hâsılanın 9,3'üne ulaşmıştır. Bütçede, faiz ve sosyal güvenlik sisteminin
finansman yapısı için, bütçeden ödenen transferle faizi topladığımız zaman
vergi gelirleriniz yetmiyor. Böyle bir tablo, kamu maliyesinde olduğu
zaman, bu kamu maliyesiyle bir yere gitmek mümkün değil. Eğer, tedbirini 2000
yılında almamış olsaydık; bu, biraz daha dursun deseydik -2001 yılı bütçesini
görüşüyoruz- vergilerimiz, sadece faize yetmeyecekti. Peki, nasıl götüreceğiz bu olayı; bu tablo
bir yılda, iki yılda meydana gelmiş değil -biraz sonra o konulara da gireceğiz-
belli kademelerden geçe geçe bu noktaya gelmiş. Efendim, kim getirmişse
getirmiş; ama, bunun aşılması lazım. Kimsenin, canım, bu bir sene daha dursun
ne olur, hiçbir tedbir almayın, program uygulamayın demesi mümkün mü; bunu
demek mümkün olmadığına göre, eğer, biz, bugün bu tedbirleri almazsak, yarın,
gelecek faturayı Türk Milleti ödemek durumunda kalacak. Ödenecek olan o
faturayı dikkate almayalım mı; hayır, erteleyin, şunu yapın, bakın öyle bir
fatura ödenmez diyorsanız, eğer böyle bir durum varsa, gelin koyun ortaya. Öyle
bir durum olmadığına göre, devletin bir şeyler yapması gerekirdi. Bakın, 2000 yılının sonunda- "2000
yılında program uymadı" deniliyor- bu uygulanan programla, bütçe açığı
yüzde 9,3'ten, yüzde 3,4'e düşüyor, bir yıllık uygulamanın sonunda. Faizin
gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 16,3'ten 10,9'a düşüyor, verginin her 100
lirasının 88'i faize giderken 52,4'ü gider hale geliyor ve bütçe büyüklüğü
içinde faizin ağırlığı yüzde 45'lerdeyken yüzde 34,5'e düşüyor. Çok açık
söylüyorum, bu rakamlara ulaşılacağı bir sene evvel söylense, birçok kimsenin
inanması mümkün değildi. İşte, bu yapı, kamu maliyesini sağlıklı hale
getiriyor. Kamu maliyesi sağlıklı olduğu zaman, topladığımız vergileri faize
değil devletin temel ihtiyaçlarına -sabah da söyledim çevreye, sağlığa, eğitime,
altyapıya, yatırıma, Türkiye'nin yarınına aktarma imkânı olacak. 2000 yılının sonunda, Türkiye “böyle
gelmiş böyle gider” deme şansına sahip değil ve onun gereği olan ne ise, o
yapılmaya başlanmıştır. Bir ekonomik program uygulanıyor; peki, ekonomik
program uygulanırken, hiçbir sıkıntı olmasın, her şey aynı olsun... O zaman, o,
program değildir veya tedbirler, sizi öngördüğünüz hedefe ulaştıracak ağırlıkta
değildir; o, zaman kaybıdır. Bakınız, bu program uygulanırken, Türkiye,
zaman zaman bu tür programlar uyguladı ve onların 16 tanesi sonuç vermedi;
arkadaşlarımız söyledi, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerek burada. İşte,
aynısı olmasın diye, kapsamlı bir program, yapısal değişikliklerini... Bu
Parlamentonun, sizlerin gece gündüz çalışmasıyla, onayınızla çıkmış olan
birtakım yapısal değişiklikler var. Onlar yapıldı, onun sonunda da ödün
vermeden, tutarlı bir program uygulandı; ama, o programı uygulayan bir hükümet
ve hükümetin arkasında bir Parlamento desteği... Bunlar fevkalade önemli
şeyler. Bunlar olmadığı zaman, zaten programı uygulamak mümkün değildir. Böyle
bir gidişatı, Türkiye yakalamıştır. Bunun sonuç vermesi çok büyük bir
fırsattır. Eğer, bu tablo değişmezse, Türkiye, hedefine uygun bir mücadele
içerisinde olabilir mi?! Bakın, yine, 2023 yılında, dünyanın on büyük ülkesi
arasına gireceğini söyledik; bununla girecek. Bu nedenle, bu tedbirler
alınmazsa, faturanın ne olacağını da çok yakından görmek lazım. Şimdi, “1999'da ekonomide bir daralma
olmuştur” dendi -Sayın Çiller buyurdular- doğrudur; ama, 1999'un da çok büyük
özelliği var, onları da gözden uzak tutmamak lazım. Şimdi, Uzakdoğu krizi; şu
oranda etkilemiştir, bu oranda etkilemiştir; ama, etkilememiştir demek mümkün
değil. En büyük partnerimiz Rusya'da bir kriz oldu. Ağustos ve kasımda asrın en
büyük depremiyle karşılaştık; bunun ekonomiye etkisinin, olumsuz etkisinin
olmadığını söylemek mümkün değil; çünkü, endüstrinin doruğunda olan bir bölgede
cereyan etti. Seçim yılı vardı. 1999'da iki bütçe yapıldı. Cumhuriyet tarihinin
ikinci en büyük geçici bütçe dönemini geçirdik. Bütün bunların bulunduğu bir
yıl, 6,4; ama, onu, yavaş yavaş, önümüzdeki yıl, tekrar olumluya geçirip,
büyümeyi devam ettireceğiz. Sonra, Türkiye, 6'lar oranındaki
gerilemeyi ilk defa da yaşamıyor, geçmişte de bunlar oldu ve hatta, bu
olayların cereyan etmediği yıllarda da oldu; ama, hep beraber, bu mübarek
ramazan günü, temenni edelim ki, Türkiye, artık, belli bir büyümeyi yakalasın
ve toplumun refahını, gelir seviyesini artırsın; amaç bu; ekonominin amacı da
bu, hepimizin amacı da bu, halkımızın bizden beklediği de bu. Sen yaptın, ben yaptım, işte, benim 2 puan
daha iyiydi, seninki 1 puan daha kötüden çok, bunlardan bir kurtulun, bizi bir
rahata kavuşturun. Bakın, Batı'yla aramızdaki fark her gün büyüyor. Biz de
onlar düzeyine gelelim. Bilgi çağının, iletişim çağının bir ülkesi olalım.
Bunlar, kendiliğinden de olmaz; yani, hiçbir şey yapmayacaksınız... Hiçbir
sonuç, sebepsiz değildir. Değerli Başkan, kıymetli arkadaşlarım;
bakın, çok enteresan bir gelişmedir, borç faizleri. Türkiye'nin bütçesi,
yıllarca, faiz bütçesidir, personel bütçesidir dedik. İşte, amacımız ondan
kurtarmak olduğuna göre, ona göre gidiyoruz. Şimdi, 2001 yılında bütçeden
ödenecek faizler 16,6 katrilyondur. Değerli arkadaşlarım, ilk defa, 1980
yılından bu yana ilk defa borç faiz oranı negatif oluyor, tam 20 yıldır,
oransal olarak. İki, ilk defa nominal bazda faizler bir önceki yıldan daha
düşük oluyor. Bu, hepimizi mutlu eden, hepimizin arzusudur; bu, önemli bir
gelişmedir. Şimdi, elbirliğiyle bu trendi nasıl kalıcı kılarız, bunun
tedbirleri üzerinde durmamız lazım, ki, hükümet olarak da bunun üzerinde
duruluyor. İlk defa oluyor 1980'den bu yana, önümüzdeki sene bu oran daha da
küçülecektir. Kamu açığı... Tabiî, bütçeyi konuştuğumuz
için bütçe açığını konuşuyoruz; ama gayet tabiî, kamu açığı da üzerinde
durulacak bir konudur haklı olarak; ama, kamu açığının içerisinde bütçe
açığının önemli bir ağırlığı vardır. Bütçe açığını düzelttiğimiz zaman, kamu
açığını da önemli ölçüde küçültmüş oluruz. Kaldı ki, bütçe açığının yanında,
kamu açığını azaltma yolunda birtakım tedbirler de alındı, yapısal
değişiklikler yapıldı. Bakınız, sosyal güvenlik reformu -2000
yılında çok büyük kaynak tasarrufu sağlandı- işte, kamu açığını azaltacak
olaylardan biri. Bankacılık Yasası... Bütün arkadaşlarımız bu bankaların
durumunu haklı olarak dile getirdiler. Bankaların durumunu daha sağlıklı hale,
Batı standartlarına getirebilmek için Meclis olarak hepimiz -hepinize de
şükranlarımız var- bankacılıkla ilgili düzenlemeyi yaptık. Ee, o, işte, kamu
açığını azaltacak bir tedbir. Sermaye Piyasası Yasası, Tarımda Yeniden
Yapılandırma ve Destekleme Kurulu, Kamu bankalarının özerkleştirilmesine imkân
veren düzenleme. Bütün bunlar, kamu açığını azaltıcı yönde alınan tedbirler.
Bunlar bir defada düzelmez, bir sihirli değnek olup da üzerinden geçirdiğimiz
zaman da düzelmez. İşte, bu tedbirlerle sonuç almaya çalışacağız. Enflasyon üzerinde değerli arkadaşlarım
durdular; ama, sevgili arkadaşlarım, son ondört yıldır enflasyon ilk defa bu
rakama, bu eğilime gelmiş. "Hayır, bu böyle değildir" diyen bir
arkadaşımız var mı? "Ondört yıldır böyle idi, şimdi olmuyor" diyen
bir arkadaşımızın çıkması lazım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Geçen
sene 60'lı bantlardaki enflasyon -gerek toptan eşya gerekse tüketici- 2000
yılında yüzde 30'lar bandına çekilmiştir. Ben, devletin rakamlarını
konuşuyorum. Bakınız, toptan eşyada, 1999 Kasım ayında
52,5 iken, yüzde 22,3 azalarak, bu senenin kasım ayında yüzde 30,2'ye düşmüş.
Kasım 1999'da tüketici fiyat endeksi -11 aylık- yüzde 59,3 iken, yüzde 23,6
düşüşle, yüzde 35,7'ye inmiş. Ee, bunlar önemli rakamlar değil mi?! Şimdi
"efendim, siz yüzde 25 demiştiniz, 35 oldu..." Ama, bir yılda yüzde
22 düşmüş, yüzde 23 düşmüş ve 60'lar bandından 30'lar bandına çekilmiş. Bu,
fevkalade önemli bir sonuç. Bakınız, ne diyoruz; toptan eşyada 11
aylık endeks yüzde 30,2. Geçmiş dönemlere şöyle bir bakarsak -çok uzaklara
gitmeye gerek yok- bizim bir aylık endeksimizin 32'nin üzerinde olduğu ay
vardır. Bir ayda 32 olmuştur, 1994'ün nisanında, şimdi 11 ayda o rakamın altına
düşmüşüz; bu, olumlu bir sonuç değil mi?! Tamam, bu yeterli değil; bunu daha
aşağıya çekelim, daha aşağıya çekmeyi yaratacak tedbirler üzerinde duralım,
kamu maliyesini daha sağlıklı hale getirelim ve bir de kalıcı getirelim. Önemli
olan, sürekliliktir. Bir defa getirmişsiniz -olmuştur, geçmiş dönemlerde- ama,
ertesi sene tekrar çıkmıştır. İşte, öyle olmaması lazım. Kalıcı... Aksi
takdirde, gayretler boşa gider. Onu sağlayacak bir politikayı tartışalım; ama,
programın da temel hedefi budur. Bakınız, işte, 1994 Nisan ayı, aylık 32,8.
Şimdi, çok şükür, onbir ayda bu rakamın altındayız, inşallah, çok daha aşağı
rakamlara... Her zaman söylüyoruz, bu hükümetin sorumluluğu, enflasyonu, yüzde
32'lere, yüzde 25'lere, yüzde 10'lara indirmek değil, tek haneli rakamlarla
indirmek sorumluluğudur. Enflasyonu bu rakamlara indiremediğimiz zaman, ülkenin
en büyük eksiği olan gelir dağılımını düzeltemeyiz, refah düzeyini de
artıramayız, yatırım ortamını da meydana getiremeyiz. Bütün Avrupa Birliği
ülkeleri, 15'ler Avrupası, onun dışındaki bütün gelişmiş ülkeler, yılda yüzde
2-3 enflasyonla yaşarken, Türkiye, bu enflasyonla, onlarla mücadele edemez. "Petrol fiyatlarındaki -biz, bunu
söyledik- beklenenin üzerindeki artış, enflasyon hedefinde sapma meydana
getirdi" dedik. Burada denildi ki: Petrol fiyatlarındaki artış çok azdır;
yüzde 1-1,5; doğrudur. Petrol fiyatlarındaki yüzde 10'luk artış, toptan fiyat
endekslerinde yüzde 1'lik bir artış meydana getirir; ama, bu, direkt etkidir,
yüzde 1'lik bir artıştır. Bunun dolaylı etkileri de var. Ulaşım vasıtalarında
veya petrolün girdi olarak kullanıldığı alanlardaki etkisi var, sektörler
arasında birtakım alışverişler var; bu dolaylı etkilerini de eklediğimiz zaman,
bu rakam yüksek olur. Bir de şunu ifade edeyim: Fransa gibi ülke dahi, 2000 yılı enflasyon rakamını,
petrol fiyatlarındaki artışlar nedeniyle, yüzde 20'ler civarında revize etme
durumunda kalmıştır. Sadece Fransa değil, diğer başka ülkelerde de bu
düzenlemeler yapılmıştır. Özelleştirmede, 2000 yılında hedefimiz 2,6
idi, buna ulaşılamadı. Şimdi, değerli Ertuğrul Kumcuoğlu arkadaşım konuşurken,
ben de şöyle geçmişe indim; çünkü, kendisiyle birlikte, üçer ay arayla, Maliye
Bakanlığına maliye müfettişi olarak girmiştik; yıllarca bütçe üzerinde
çalıştık, yıllarca denetim yaptık. Şimdi, gerçekten, bu geçmiş yıllara
baktığımız zaman, hiçbir zaman, her programın bütün hedefleri aynı rakama
ulaşmaz -zaman zaman birinde fazlalaşma olur, birinde azalma olur- yoktur. Ta,
1923'ten bugüne kadar bakalım bütçe rakamlarına, onda dahi farklılıklar olur;
ama, biz, iddiayla ortaya koyduk, 2000 yılında, gelir hedeflerimiz öngörülenin
çok üzerinde gerçekleşti. Özelleştirmede bir miktar gerileme oldu; ama, o da,
tabiî, işin tabiatından kaynaklanan bir şeydi; ama, GSM'de, 2,5 milyar dolarlık
bir satış gerçekleşti. Şimdi, 2001 yılında, özelleştirmeye daha fazla özen
gösterip, programın sağlıklı uygulanmasında onun da katkılarını görmek
istiyoruz. Bakın, 2000'de, gelir hedefi, bütçede 32,6
katrilyon liraydı, gerçekleşme 34,8 katrilyon lira olmuştur; 2,2'lik bir
fazlalık vardır; bütçe gelirleri olarak diyorum. Vergi gelirlerini de dikkate
aldığımızda, vergi gelirleri hedefi 24 katrilyon liraydı, 26,5 katrilyon lira
oldu; 2,5'lik bir artış var. Bu arada, şunu ifade etmek isterim.
Değerli arkadaşlarım, zaman zaman, 2000 yılında, ekvergilerle çok fazla vergi
alındı denildi; ama, sabah da ifade ettim, şunu bir kere daha ifade etmek
isterim. Ek vergilerin yüzde 65'inin faiz üzerinden alındığını da unutmamak
lazım. Faiz üzerinden alınan vergiler de, bir sosyal politikanın gereğidir.
Burada, arkadaşlarımız, hep "faize dünya kadar ödenek ayırıyorsunuz;
rantiye..." dediler. İşte, o yüzden, geçen sene yine sizlerin alkışlarıyla
kabul edilen kanunla çıkan vergi olayında, ekvergilerin yüzde 65'i onlardan
oluşuyor. Bu da, meselenin sosyal bir niteliğidir. Sayın Başkan, Sayın Çiller "tarımda
doğrudan gelir desteği dediniz, pilot uygulama başlattınız; Adıyaman'ın Kâhta
İlçesinde çiftçiler reddetti" diye ifade ettiler ve "20 dönüme kadar
5 dolar ödüyorsunuz, verdiğiniz 100 doların 55 doları masrafa gidiyor"
şeklinde idi eleştirileri. Doğrudan gelir desteği pilot uygulamasında, 20
dönüme kadar değil, 200 dönüme kadar ödeme yapılmaktadır. 200 dönüm, tabiî 20
hektara karşılık gelmektedir; yani, 20 dönüm değil, 20 hektar esas alınmıştır.
Toplam çiftçi ve işletme sayıları da var. Orada da, gerçekten, fevkalade olumlu
gelişmeler var. Tabiî, gönül arzu eder ki, bunu pilot uygulamadan çıkarıp,
genele doğru götürelim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
memur maaşları üzerinde, arkadaşlarımız, haklı olarak çok duyarlılık gösterdiler.
Biz de, hükümet olarak, en zor kararları, bu memur maaşları konusunda aldık;
ama, şunu yaptık: İlk defa olarak, bütçe kanunu sistemimize dahil ettik bunu.
Memur maaşlarındaki artış oranı, eğer, tüketici fiyatlarındaki artışın
gerisinde kalırsa, hemen o devreye giriyor ve tüketici fiyatları endeksinin
üzerinde 2 puan da refah payıyla hesaplanacak maaşlar kamu çalışanlarımıza
veriliyor. Bunun ilk tatbikatını da haziran ayında yaptık. Böylece, 2000
yılında, memurlarımıza -yeterli değil; biz de verdiğimizin yeterli olduğunu
söylemiyoruz; ama- hiç değilse, yılı enflasyonun üzerinde bir maaş ödeme
modelini bütçeye getirdik; 2001 yılında da bunu aynen muhafaza ediyoruz. Asgarî ücretliyi, yüzde 8 zamla sefalete
ittiğimiz ifade edildi. Asgarî ücret, ocak ayında yüzde 17,3; temmuz ayında
ayrıca yüzde 8,2 olmak üzere yüzde 27 oranında artırılmıştır. Yani, yüzde 8,
yıllık değil, ikinci dönemidir, birinci dönem de yüzde yüzde 17,3'tür; ceman
yüzde 27 oranında artırılmaktadır. Deprem harcamaları konusunda, değerli arkadaşlarım
bugün de konuyu gündeme getirdiler, daha önce de getirdiler. Biz de deprem
gelir ve harcamaları konusunda fevkalade duyarlıyız. Bakınız, Maliye
Bakanlığının Muhasebat Genel Müdürlüğünün her ay yayımladığı Kamu Hesapları
Bültenini internete veriyoruz ve burada, belli bir süreden beri -tahmin
ediyorum, dört beş aydır- depremle ilgili gelir ve giderleri de tek tek
gösteriyoruz. Bizim sakladığımız gizlediğimiz bir şey olamaz; biz, şeffaflığı
savunarak geliyoruz ve bütün projelerimizi de ona göre uyguluyoruz. Şimdi, tabiî, Sayın Çiller dediler ki:
“Rakamlar zaman zaman farklı oluyor." Doğru... Ben, Bütçe Komisyonunda
eylül rakamlarını dile getirmiştim, burada ekim rakamlarını dile getiriyoruz;
ama, hepsi, internette yer alıyor ve gayet açık bir şekilde... Nitekim,
sabahleyin yaptığım konuşmada da aynen şunu söylemişim: 17 Ağustos depreminden
bu yılın ekim ayı sonuna kadar, ülke genelinde, muhtelif kamu kurum ve
kuruluşlarınca, depremle ilgili olarak 1 katrilyon 623 trilyon liralık harcama
yapılmıştır. Bu, eylül ayında gayet tabiî biraz daha azdı, kasım ayında da
bundan biraz daha fazla olacak. Aynı dönemde, vergi düzenlemeleri, bedelli
askerlik gelirleri, nakit bağışları, yurt dışından sağlanan kredi kullanımları
dahil, toplam, 2 katrilyon 65 trilyon olarak ifade ettim. Kaldı ki, bütün
bunlar, biraz evvel de ifade ettiğim gibi, internette de yer almaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
iktidar olarak halktan hiç kopmadık. Sabahleyin, bu programın en büyük
teminatının halkın desteği olduğunu ifade ettim. Halkın desteği olmadan, değil
böyle bir programı uygulamak, uygulamaya koymayı dahi düşünmenin mümkün
olmadığını ifade ettim. Bu programlar halkla birlikte götürülür. Onun için,
halktan kesinlikle kopmuşluğumuz yok. Demokrasi, bütün kurum ve kurallarıyla
işlemektedir. Hükümet, halkın sesine her zaman kulak vermektedir. Zor bir
programı halkın büyük desteğiyle yürütmekteyiz; başka türlü de yürütülemez. "IMF'nin bu programını uygulayanlar
başarısız olmuştur..." Evet, başarısız olmuş ülkeler vardır; ama, biz
başarılı olacağız. Türkiye, bugünkü şartlarını koruyarak onu başarılı bir
şekilde uygulayacak. Programın cari işlemler açığındaki sapmayı çöküş olarak
nitelemek, bana göre, çok haklı bir değerlendirme olmaz. Cari işlemler açığı
için gerekli tedbirler alınmıştır. Program, yapısal reformları gerçekleştirip
yerleştikçe sorunsuz bir şekilde uygulanacak ve başarıya ulaşılacaktır. Tabiî,
hepsini bir anda gerçekleştirmek, ne yazık ki, mümkün olmuyor. Diğer bir eleştiri: "Efendim, 2001'de
bütün vergilerde çok yüksek oranlarda artış yapıldı..." Bu söylendi.
Değerli arkadaşlarım, bu tür vergiler, yani, yüksek artış yapıldı dediğimiz
vergiler, genelde, her sene ocak ayı başında, kararnameyle veya kanunla yapılan
artışlardır. Bakınız, Taşıt Alım Vergisi artışı... Yıl 1996, bir önceki yıla
göre yüzde 99,5 oranında artmıştır; yıl 1997, bir önceki yıla göre yüzde 72,8
artmıştır; Yıl 1998; yüzde 80,4 artmıştır; yıl 1999, 77,8 artmıştır; 2001
yılında yüzde 60 artıyor ve programın uygulandığı yılda, kendisinden evvelki
altı yıldan daha aşağı artırılmış. Nasıl oluyor bu, çok artırılıyor? Şimdi, motorlu taşıtlara geliyoruz; 1996
yılında yüzde 99,5 -çünkü, yeniden değerlendirme katsayısı o, onun için- 1997
yılında 72,8; 1998 yılında 80,4; 1999 yılında 77,8; 2000 yılında 75. Yine, beş
yıldan en düşük. Emlak Vergisi... Emlak Vergisi için zaten
şöyle der kanun: "O yılın yeniden değerlendirme katsayısının yarısı kadar
olur." 2001'de yeniden değerlendirme katsayısı 56, yarısı 28. 28 olmasın
da, yuvarlak, 30 olsun dedik; yani, burada, bir kanunun lafzıyla ve ruhuyla
söylediğini gerçekleştirmiş olduk. Bütçe hakkı... Sayın Kutan buyurdular:
"Bütçe hakkı yabancı kuruluşlara devredilemez." Gayet tabiî
devredilemez. Kimsenin de, ne böyle bir hakkı olur ne de buna cesaret edebilir.
Türkiye, biraz evvel söylediğim, yeni bir yüzyıla, binyıla girerkenki
şartlarını düzeltmek, kendisine bir çekidüzen vermek zorundaydı; “böyle gelmiş,
böyle gider” diyemezdi; ödediği her verginin 88'ini faize veremezdi. Onun için,
kendi şartlarına uygun bir program yaptı. Biz, kendi şartlarımıza uygun program
yaptık; ama, bu program, birtakım malî çevrelerce de benimsendi. IMF'yle, yani
Uluslararası Para Fonuyla da bir stand-by'a bağladık. Bu, gayet doğal; ama,
idareyi onlara vermiş, falan... Kimseye verilemez. İşte, o hakkı, sadece, Türk
Halkı adına görev yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi kullanır; onun bağrından
çıkan, onun güvenoyuyla görev yapan hükümet ancak alabilir. Dolayısıyla,
yapılan, hiçbir şekilde teslim edilmiş değildir. Kasımın sonlarında yaşadığımız, likit
alanındaki olaylarla ilgili olarak da, aynı ilke içerisinde, Türkiye, kendi
şartlarına göre ne gerekiyorsa onu yapmıştır; ama, Türkiye, biraz evvel ifade
ettiğimiz tabloyu değiştirmek için de bir şeyler yapmak durumundadır;
yapmadığımız zaman, faturayı hepimiz öderiz. Eh, onu ödememek için gereken
yapılıyor. Arkadaşlarımız da, zaten, bize "yapın, ama, doğru yapın, hata
etmeyin, bunu düzgün getirin" diyorlar ve bundan dolayı, biz de, sizlere
karşı teşekkürlerimizi bir kere daha ifade etmek isteriz. Bu ülkenin
meselelerini birlikte götüreceğiz, hep birlikte; aksi takdirde -milletimiz
bizden bunu bekliyor- bunu yapmamış oluruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Kutan, haklı olarak "2001 yılı bütçesinde yatırım azdır" dedi.
Şimdi, Türkiye'de konsolide bütçe içerisindeki yatırımların yeterli olmadığı
bir gerçek; ama, vergi gelirlerinin faize ve sosyal güvenlik sisteminin
finansman katkısına yetmediği bir kamu
maliyesinde, işte, biraz evvel de söyledik, birtakım temel unsurlara gerekli
yatırımı veya gerekli ödeneği ayıramıyorsunuz. Yatırım, altyapı, Türkiye'nin
hayatıdır, yarınıdır, geleceğidir. Bir altyapıyı eğer zamanında yapamıyorsanız,
ekonomide çok büyük kaybınız olur; ama, bütçe ödenekleri içerisinde çok fazla
veremiyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, yalnız, şunu
söylemek isterim, 2001 yılında yatırımlardaki artış, bir yıl önceye oranla,
diğer ödeneklerin çok üstünde olarak, 48,8'lik bir artışla 2,3 katrilyon
liradan 3,5 katrilyona çıkarılmıştır. Bu miktar, gayri safî millî hâsılanın
yüzde 2,3'üne tekabül etmektedir. Yatırımların oranı, geçmiş yıllarda bunun da
altındaydı ve 1996'da da gayri safî millî hâsılaya karşı oranı 1,5 idi, şimdi
3,5; ama, gönül arzu eder ki -ve hedefimiz de odur- gittikçe bunu artırmak... Yine, Fazilet Partisi Değerli Genel
Başkanı Sayın Kutan "son kriz bütçe hedeflerini saptıracaktır" dedi.
Tabiî, bu düşünülebilir; ama, biz, hükümet olarak, bu hedeflerin sapmaması için
elimizden gelen her türlü tedbiri almaktayız ve alacağız. Özellikle bu tür
gelişmelerden sonra -Yılmaz Karakoyunlu arkadaşımızın da ifade ettiği gibi-
makro ekonomik politikaların titizlikle izlenmesi lazım. Makro ekonomik
politikalarda, dengenin ve yapının mutlaka korunması gerekir. Yine, Sayın Kutan "Özel İşlem, Özel
İletişim ve Eğitim Katkı Vergilerinin kanunî dayanağı olmadığı ifade
ediliyor" buyurdular. Şimdi, olay şöyle gelişmiştir: Bilindiği gibi bütçe
kanunumuzun (C) cetvelinde yürürlükte olacak vergi kanunları sıralanır; ancak,
bütçe, bilindiği gibi, 17 Ekim 2000 yılında Meclise sunuldu. O tarihte, biraz
evvel bahsettiğimiz Özel İşlem, Özel İletişim ve Eğitime Katkı Vergilerinin,
kanunlarına göre, 2000 yılının sonunda sona ermesi gerekiyordu. Bunların
uzatılmasına dair bir irade, Meclis iradesi, bir kanun olmadığı için, biz,
haliyle, onları, uygulanmayacağı gerekçesiyle oraya koymadık; koyamazdık da.
Koysaydık, sanki, 2001'de de uygulanacak anlamına gelirdi. Oraya konmadı. O
nedenle yer almadı. Aynı şekilde, geçen sene de, deprem dolayısıyla çıkarılan
vergiler, bütçenin Meclise sunuluşundan sonra geldiği için, orada da yoktu;
ama, bu demek değildir ki, kanunî dayanağı yok. Kanunî dayanağı, vergi kanunlarıdır.
Ayrıca, Bütçe Kanunumuzun 18 inci
maddesinde de şu ifade vardır: "Maliye Bakanı, gerektiğinde (B) işaretli
cetvelde -ki, vergi ve gelirleri gösteren cetveldir- yeni bölüm, kesim ve
maddeler açmaya yetkilidir." Buradan yararlanarak, o, ortaya konacaktır.
Ayrıca, yine, 2000 Bütçe Kanunu Tasarısının Komisyon raporunda vardır. Burada
da, derki: “Bu cetvellerde- yani, (C) cetvelinde- herhangi bir şekilde yer
almayan, kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik, tebliğ ve diğer
mevzuat ile ikili veya çok taraflı her türlü anlaşmanın, gelir, tarh, tahakkuk
ve tahsiline ilişkin hükümleri...” Dolayısıyla, Afyon Milletvekili değerli
arkadaşımızın ortaya koymuş olduğu konuda kanunî bir boşluk kesinlikle söz
konusu değildir; onu da, değerli arkadaşlarımın bilgisine sunmak istedim. Kıymetli arkadaşlarımın bütçeye yapmış
oldukları katkıdan dolayı, kendilerine, tekrar teşekkürü bir görev kabul
ediyorum. Bu bütçeyle toplanacak olan vergilerin, kuruşu kuruşuna, yerli yerine
gitmesi konusundaki, sizler adına göstereceğimiz hassasiyetten, emin olmanızı
istiyoruz. Her kuruş, mutlaka yerli yerine gidecek ve israfla mücadale
edilecektir. Vatandaş, dişinden tırnağından biriktirerek ödediği verginin yerli
yerine gittiğini görecektir ve bu anlayışın da, Ankara'dan, kamu yönetiminden
başlanması gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Sayın Başkan, size ve değerli
arkadaşlarıma tekrar teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (ANAP, DSP, MHP,
FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Hükümet adına konuşma yapan
Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral'a teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri, şimdi, aleyhte
söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Menderes konuşacaklardır;
buyurun. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) AYDIN MENDERES (İstanbul) - Sayın Başkan,
muhterem milletvekilleri; vaktin elverdiği ölçüde, bu hükümetin dışpolitikası,
ekonomi politikası ve içpolitikadaki muhtemel gelişmeler üzerinde duracağım.
Amacım, sadece eleştirmek değildir. Ülkemiz için önemli olduğunu düşündüğüm
konulara temas edeceğim ve neler yapılması gerektiği hakkındaki görüşlerimi de
Yüce Heyetinize arz etmeye çalışacağım. İlk ele alacağım konu, Kıbrıs'tır. Avrupa
Birliğinin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini, bütün Kıbrıs'ın temsilcisi olarak üye
yapması, Kıbrıs meselesini, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bir mesele
haline getirmiştir ve bu konu, öyle tahmin ediyorum ki, önümüzdeki günlerde
dışpolitikamızın en önemli, en hayatî meselelerinden bir tanesi olacaktır.
Böyle bir ihtimali, Türkiye, asla kabul edemez. Her şeyden önce, böyle bir
durum, 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarına kesinlikle aykırıdır. Mevcut
hükümetin de görevi, bütün cumhuriyet hükümetlerinin de görevi, Türkiye'nin,
uluslararası anlaşmalardan kazanmış olduğu hakları sonuna kadar savunmaktır. Sanıyorum ki, bu noktaya kadar, bir
tereddüt hâsıl olmamış olması iktiza eder. Zira, Türkiye'nin izni olmadan,
Kıbrıs, hiçbir uluslararası kuruluşa dahil olamaz. Hukukun üstünlüğünden her
zaman bahis açan Avrupa Birliği, burada çifte standart bir tutum izlemektedir.
Bu temel gerçeğin ışığında, Kıbrıs'ta, eşit iki toplumlu ve iki devletli
konfederasyondan başka hiçbir çözüme razı olamayız. Konfederasyon dışında söz
konusu olabilecek her formül, Türkiye için, geri bir adım atmak olur. Eğer,
başka türlü bir düşünce varsa, onu, hep birlikte, zaman içerisinde öğreniriz;
ama, her zaman, tartışmaya, ben, kendi payıma hazırım. Bugünkü aşamada ise, Kıbrıs'ta atılacak en
ufak bir geri adım bile, kısa zamanda Kıbrıs davasının kaybedilmesine yol açar.
(Alkışlar) Kıbrıs davası kaybedilirse ne olur demeyiniz. Türkiye'nin önemini
artırdı diyoruz; Türkiye'nin önemi, durduk yerde artmıyor ki. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti, onun orada varlığı, oradaki askerî varlığımız, 21 inci Yüzyılın
başında, Türkiye'nin en büyük hasletlerinden biridir, en büyük kozlarından
biridir ve bu vesileyle, 1959'da Zürih ve Londra Antlaşmalarını imzalayan
merhum Menderes'i, merhum Zorlu'yu ve 1974'te çıkarma kararını veren Sayın
Ecevit'i, hayatta olmayanları rahmetle, Sayın Başbakanı da saygıyla
selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Burada, asıl üzerinde durmak istediğim
nokta şudur: Avrupa Birliğinin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini, Avrupa Birliği
üyesi yapması ihtimali karşısında, hükümetimiz "biz de, o zaman, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle ileri bir entegrasyona gideriz" demektedir. Bu
tez yeterli değildir ve Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap vermez. Zaten, Kıbrıs
derken, asıl altını çizmek istediğim nokta budur. Her şeyden önce, böyle bir
beyan, Avrupa Birliği için, bir zımnî rıza olarak algılanabilir; bu izlenimi
vermemek gerekir. İkincisi, böyle bir ihtimali; yani, bizim
entegrasyonumuzu, Avrupa Birliğinin kabul edip etmeyeceği de belli değildir.
Kabul etmezse, Kıbrıs Adasında, belki, sonucunu kolay kolay kimsenin tahmin
edemeyeceği, ucu açık bir bunalım başlar. Daha da önemlisi, varsayalım ki,
Avrupa Birliği bunu kabul etmiştir; Pek muhterem milletvekilleri, Avrupa
Birliği, acaba, Güney Kıbrıs Yönetimini niçin üye yapmak istiyor; amacı, Doğu
Akdenize gelmektir; Doğu Akdenize gelip ne yapacaktır; Türkiye'yi yalıtacaktır,
bizimle işbirliği yapmaya gelecek değildir ve sonuç itibariyle, orada farklı
bir denge ortaya çıkar. Bizim, Avrupa Birliğiyle, Güney Kıbrıs Rum
Yönetiminin Avrupa Birliğine üye olması dolayısıyla, Kıbrıs'ta fiilî bir
komşuluğu kabul etmememiz iktiza eder. Zira, eğer, Avrupa Birliği oraya bu
şekilde gelecek olursa, kendi gücünü artırmak, bizim etkinliğimizi kırmak ve
kendi etkinliğini, bizim etkinliğimizin yerine ikame etmek için gelir.
Binaenaleyh, burada, bizim sabit durmamız lazım. Ne yapmak gerekir? Birincisi, hükümetin
görevidir zaten, uluslararası anlaşmalardan doğan hakkımızı koruyacaktır, bunu
her vesileyle savunacaktır. İkincisi, başta Avrupa Birliği olmak üzere, bütün
herkese, münasip bir dille -o münasip dilin takdiri sayın hükümete aittir-
anlatacaktır ki, Türkiye, asla böyle bir emrivakiye, uluslararası anlaşmalara
aykırı böyle bir emrivakiye razı olmaz ve, eğer, Avrupa Birliği bunda ısrar
edecek olursa, o zaman, yine, Avrupa Birliğine ve ilgili herkese, Türkiye,
yine, münasip bir dille anlatmalıdır ki, bu, hem bölgesel barışa hem de küresel
barışa çok ciddî bir fatura çıkarır. Muhterem milletvekilleri, şimdi, izniniz
olursa, bir başka güncel konuya gelmek istiyorum; o da, üzerinde çok sık
tartışılan Kürtçe özel televizyon ve eğitim meselesidir. Eğer, işin içinde
Avrupa Birliği, Katılım Ortaklığı Belgesi, ulusal program olmasaydı, bir başka
ifadeyle, Türkiye'nin demokratikleşmesi, yanlış bir politika ile, Avrupa
Birliğine girişe endekslenmeseydi, o zaman, böyle bir gelişme Türkiye'nin
demokratikleşmesinin doğal bir aşaması olarak kabul edilebilirdi; ama, bu işin
üzerine bir kere Avrupa Birliğinin gölgesi düşmüştür. Türkiyede, eğer, şu veya
bu şekilde, Kürtçe özel eğitime ve televizyona izin verilecek olursa, hiç
kimseye anlatamayız ki, bu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin hür iradesiyle ve demokratikleşme için atmış olduğu bir adım
olsun. Her şeyden önce, son derece de sevdiğim Kürt kardeşlerimiz bile
diyeceklerdir ki "Avrupa Birliği, Türkiye'nin kafasına vura vura bunu
kabul ettirdi." Böylece, Türkiye'de Kürt meselesine bir nokta koymuş
olmayız; tam tersine, yeni bir paragraf açılır ve böyle bir karar, tarihin,
Allah'ın ve milletin huzurunda söylüyorum ki, asrın hatası olur Türkiye için.
(Alkışlar) Kimseye faydası da olmaz. Bunlar, kendiliğinden gerçekleşecek
konulardır. Şimdi, deniliyor ki: "Efendim,
teknoloji çıktı, her televizyon hitap ediyor." Bu iddiayı ortaya koyanlara
soruyorum: Bugün, bütün Kürt vatandaşlarımızın -Zazaca da dahil olmak üzere
söylüyorum- anlayabilecekleri bir Kürtçe var mı acaba (MHP sıralarından
"Yok" sesleri, alkışlar) ve televizyonu kaç kişi anlıyor? Bir başka ifade, deniliyor ki:
"Efendim, işte, anaları kaybettik, hitap edemiyoruz Kürt
kardeşlerimize." Nasıl hitap edeceksiniz? Yani, Nutku Kürtçeye mi tercüme
edeceksiniz?! İstiklal Marşını mı Kürtçeye tercüme edeceksiniz?! (MHP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Yoksa, dağa taşa, "ne mutlu Türküm
diyene" sözünü Kürtçeye mi tercüme edip yazacaksınız? Muhterem milletvekilleri, şunu
huzurlarınızda açıkça ifade etmek istiyorum ki, tarihimiz, millî mücadele ve
cumhuriyet Türkçe yazılmıştır. Bu, bir etnik zorlama değildir, tarih böyle
gelmiştir; bu, geri çevrilemez. Onun için, bu milletin değerleri de, bu
cumhuriyetin değerleri de, Türkçe dışında hiçbir dille paylaşılamaz.
("Bravo" sesleri, alkışlar) O itibarla, hükümete istirham ediyorum,
bunu, basit bir demokrasi çatışması haline getirmeyin. Son zamanlarda, Türk Silahlı Kuvvetleri
de, son derecede politize edilir hale geldi. Milletimizin huzurunda, tarihin
huzurunda şunu da açıklıkla ifade ediyorum: Türk Silahlı Kuvvetleri, bu ülkenin
en ulusal, (millî) kurumlarının başında gelmektedir. Şu aşamada, Avrupa
Birliğini memnun etmek için, Türk Silahlı Kuvvetleriyle bir siyasî mübarezenin,
bir münakaşanın içine girmek de, emin olunuz ki, çok büyük bir tarihî hata olur
ve bu vesileyle, izin verirseniz, şunu da hemen ilave edeyim ki, Avrupa Birliği
ile Kürt kardeşlerimizin arasına, daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile
Kürt kardeşlerimizin arasına Avrupa Birliğini sokmayınız. Avrupa Birliği çok övüldü. Gelin, birlikte
şu Avrupa Birliği ile aramızdaki satranç tahtasına bir bakalım ve oradaki
durumu birlikte okuyalım. Avrupa güvenlik ve savunma kimliğine Türkiye
girmeyecek. Bunun bir amacı da, Balkanlarda bizi marke etmektir, Balkanlardaki
etkinliğimizi kırmaktır. Ege'de, Yunanistan aracılığıyla, çıkarlarımız ve
sınırlarımız tehdit altındadır. Kıbrıs'ta bizi yanıltmak, Doğu Akdenizden ve
Ortadoğu'dan uzaklaştırmak için, Güney Kıbrıs Rum yönetimini almak istiyor.
Bunun dördüncü ayağı, Kürk meselesini kaşıyarak, doğuda ve güneydoğuda
istikrarsız bir alan yaratmaktır. Beşincisi ise, bizim, Kafkaslara ve
Ortaasya'ya çıkışımızı kapatmak üzere, Ermenistan politikasıdır. Huzurunuzda şunu ifade etmek istiyorum ki,
Avrupa Birliği, bizi üye yapmak istemezken, istikbalde, bu coğrafyada,
Türkiye'yle muhtemel bir çıkar çatışmasına girebileceğini hesap ederek müstağni
kalmaktadır, uzak kalmaktadır. Bunu da başka türlü düşünenler çıkabilir, onu da
her zaman üzerinde durmak ve tartışmak, en azından, kendi açımdan söylüyorum,
mümkündür. En son üzerinde durmak isteyeceğim konu
ekonomik durumla ilgilidir. Türkiye çok ağır bir ekonomik krizle karşılaştı,
umarım ki, bunu atlatmış olsun. Bu şekliyle atlatmış olsa bile, gerçi, bu kriz
ekonomiyi derinden sarsacaktır. Bir istikrar programı uygulaması esnasında
böyle bir krizle karşılaşmak, durumu daha da ağırlaştırmaktadır. Yani, acaba,
bu hükümetimiz istikrar programı uygulamıyor olsaydı, 10 milyar dolarlık değil
de 20 milyar dolarlık bir kriz mi gelecekti Türkiye'nin başına? İstikrar
programı bu gibi durumlara düşmemek için uygulanır; ama, bu istikrar
programının bir maliyeti vardır, en az, ihracatınızın beşte 3'ünü alıp
götürecektir ve IMF'den gelen kredi, Telekom ile THY'yi beraberinde alıp
gidecektir. Çok liberal bir kambiyo ve çok zayıf bir bankacılık sektörüyle,
döviz kurunu sabitleyen bir ekonomik modele geçmek büyük bir hata idi. Bu
program daha baştan işleyemeyeceğini göstermişti. Giderek büyüyen- dış ticaret
ve cari işlemler açığı bu programın karnındaki saatli bombadır. IMF "yeni
vergiler koyun ve harcamaları kesin" diyor; bununla, dışticaret ve cari
işlemler açığı önlenmez, sadece ivmesi yavaşlar. Başka bir ifadeyle, bomba
yerinde durur; ama, saati biraz yavaşlatılmış olur. (DYP sıralarından alkışlar) Kaldı ki, bu harcamalar nereye kadar
kısılacaktır; çiftçinin, memurun, işçinin, emeklinin, dar ve orta gelirlinin
hali meydandadır. Memura verdiğimiz para, aşağı yukarı, onun, oturduğu evinin
yönetim giderine yetmiyor. Çiftçi, son elli yılın en zor şartlarını
yaşamaktadır. Esnaf... Gidin, Ankara'nın en mutena
yerlerine bakınız; daha yılbaşı, bayramı idrak etmedik; yüzde 50'ye varan
indirimler başlamıştır. Ben, şunu ifade etmek istiyorum: Güzel adetleri olmuş;
Osmanlı padişahları tebdili kıyafet gezerlermiş ahali ne yapıyor diye; eğer,
benim sözlerimde mübalağam varsa, sayın hükümet tebdili kıyafet gezip, halkın
dertlerini anlayabilir. (DYP sıralarından alkışlar) Ayrıca şunu da hemen söyleyeyim: İşçinin
durumu malumdur; emeklinin, dulun, yetimin hepsinin durumu aynıdır. Ayrıca, ne
kadar keserseniz kesiniz, artık, enflasyondaki düşüş giderek yavaşlayacaktır.
Enflasyonu birazcık daha düşürmek için geniş kitleleri daha fazla mağdur etmek
gerecektir. Bugünkü programda ısrar edilecek olursa, halkın daha da ezileceği
kesin; ama, enflasyonun düşeceği meçhuldür. (DYP sıralarından alkışlar) Sonra,
ne sebeple kısacaksınız ki?! Kaynak mı yok; hayır, kaynak var. Hortumlanan
bankalara giden kaynakları, (DYP sıralarından alkışlar) hayalî ihracata giden
kaynakları, gümrüklerdeki kaçakları, kâğıttan yollara ve kartondan köprülerin
inşasına akıtılan kucak dolusu paraları, İstanbul ve büyük şehirlerdeki arazi
yağması ve vergilendirilmemiş arazi rantını ülkenin kalkınması ve halkın refahı
için kullanırsanız, inanınız ki, Türkiye'de her şey değişecektir. (DYP
sıralarından alkışlar) İstikrar programı uygulansa bile, halkı
buna ezdirmeyecek alternatif kaynaklar vardır. Bunun içindir ki, karşılaşılan
ekonomik bunalımın sebebi ekonomik değil, siyasîdir. Mevcut hükümet, siyasal
tercihini halkın değil, yağma ve talan ekonomisinin lehinde yapmaktadır. (DYP
sıralarından alkışlar) Teşhisi doğru koymak gerekir. ZEKİ EKER (Muş) - Bilgilerinizi kim
yazmışsa, hepsini yanlış yazmış vermiş. AYDIN MENDERES (Devamla) - Benim konuşmamı
yazacak... BAŞKAN - Müdahale etmeyin efendim. Buyurun Sayın Menderes. AYDIN MENDERES (Devamla) - Yok Sayın
Başkan; ya söz atılmasını engellersiniz ya da ben cevap veririm. BAŞKAN - Buyurun Sayın Menderes. AYDIN MENDERES (Devamla) - Teşekkür
ederim. Bu konuşmayı yazacak ikinci bir şahıs
Türkiye'de bulursan, ben elini öperim kardeşim, (DYP sıralarından alkışlar)
ama, senin aklın ermiyorsa, ona da, benim diyeceğim bir şey yok! (DYP
sıralarından alkışlar) Bu itibarla, halk, ümitsiz olmamalıdır.
Türkiye'nin kaynakları vardır; ancak, bunları harekete geçirecek siyasal irade
ortada yoktur. Sebep, ekonomik değil siyasî olduğu için de, durum, siyasetle
düzelecektir; ancak, ne yazık ki, şimdilik, siyaset kilitlenmiştir. Bu hükümet,
başarılı olduğu için iktidarda değildir, alternatifsiz olduğu için
iktidardadır. Bir partinin aforoz edilmiş olması, bu iktidarı alternatifsiz
kılmaktadır; başka bir hükümet çıkamamaktadır Meclisten; muhalefet de, bunun
için, güdük kalmaktadır. İktidar başarısız, muhalefet güdüktür; bu sebepten
dolayı güdüktür. Tam böyle bir noktada, 1 Aralık Cuma günü,
işçi, memur ve emeklilerin Kızılay ve Sultanahmet'te büyük kalabalıklarla
toplanmaları, tünelin ucundaki ışığın yandığını göstermektedir; çözüm ortaya
çıkmıştır. Kızılay ve Sultanahmet'ten yükselen ses, sessiz milyonların ayak
sesleridir, ezilenlerin, gariplerin ayak sesleridir. (DYP sıralarından
alkışlar) Sessiz milyonlar, haklarını korumak ve siyasetin kilidini açmak için,
bir kere daha tarih sahnesine yürümektedirler. Türkiye'de demokrasi vardır.
Hiçbir iktidar, başarısız olmasına rağmen, iktidarda kalamaz; hiçbir tehlike
veya ümit, bunu mümkün kılamaz. Bugünkü manzaranın özeti, siyasetin
kilitlenmiş olmasıdır. Siyasetin kilitlenmiş olmasının çözümünün ışığını 1
Aralıkta gördük. Bu kilidi çözmenin görevi, doğrudan doğruya halka ve millete
düşmektedir. Halk, kendi kaderini eline almalıdır. Bunun anlamı şudur: Bu
kilidi halk açacaktır, millet açacaktır; gerekirse, demokratik yollardan bu
hükümete, hatta gerekirse, muhalefete rağmen açacaktır. Bunu, demokrasinin
kuralları ve meşruiyeti içerisinde gerçekleştirecektir. Şafak sökmeye başlamış,
çoğu gitmiş azı kalmıştır. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Yüce Milletimizi saygıyla selamlıyorum.
(DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - İstanbul Milletvekili Sayın Aydın
Menderes'e teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri, tümü üzerindeki
görüşmelerimiz tamamlanmıştır. Sayın Güler, Sayın Yıldırım, Sayın Göksu,
Sayın Kukaracı, soru sorma isteğinde bulundunuz; ancak, ileriden beri biliyoruz
ki, bu aşamada soru sorma imkânımız yoktur. Nitekim, daha geçen dönem yapılan
bütçe görüşmelerinde, soru istekleri, İçtüzük gereğince, karşılanamamıştı;
sizlere duyuruyorum. Sayın milletvekilleri, 2001 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe
Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum. 1.- 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.- 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3.- 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 4.- 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Böylece, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap
Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir. Şimdi, sırasıyla, her 4 tasarının da, 1
inci maddelerini okutuyorum: 2001 MALÎ YILI BÜTÇE
KANUNU TASARISI BİRİNCİ
KISIM Genel
Hükümler BİRİNCİ
BÖLÜM Gider,
Gelir ve Denge Gider bütçesi MADDE 1.- Genel Bütçeye dahil dairelerin
harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere
48.219.490.000.000.000 liralık ödenek verilmiştir. 1999 MALÎ
YILI KESİNHESAP KANUNU TASARISI Gider Bütçesi MADDE 1. - Genel bütçeli idarelerin 1999
malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (27 841
439 383 525 000) lira olarak gerçekleşmiştir. 2001 MALÎ YILI KATMA
BÜTÇELİ İDARELER BÜTÇE KANUNU TASARISI BİRİNCİ
KISIM Genel
Hükümler Ödenekler, Öz Gelirler, Hazine Yardımı MADDE 1.- a) Katma bütçeli idarelerin 2001
yılında yapacakları hizmetler için 4.784.252.200.000.000 lira ödenek
verilmiştir. b) Katma
bütçeli idarelerin 2001 yılı gelirleri 300.000.000.000.000 lirası öz
gelir, 3.521.787.300.000.000 lirası Hazine yardımı, 962.464.900.000.000 lirası
yükseköğretim kurumlarının cari hizmet giderlerine yapılacak Devlet
katkısı olmak üzere toplam
4.784.252.200.000.000 lira olarak tahmin edilmiştir. 1999 MALÎ
YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER KESİNHESAP KANUNU TASARISI Gider Bütçesi MADDE 1. - Katma Bütçeli İdarelerin 1999
Malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (2 606 570
920 663 000) lira olarak gerçekleşmiştir. BAŞKAN - Her 4 tasarının 1 inci maddeleri
okunmuş bulunuyor. Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü
maddesi uyarınca, bütçe kanunu tasarıları ile kesinhesap kanunu tasarılarının
görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına
giren kuruluşların 2001 malî yılı bütçeleri ile 1999 malî yılı
kesinhesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanılacaktır. Ancak, birleşimi kapatmıyorum; çünkü,
gündemimizde yer alan, yanlış ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz
ortamına sürükledikleri iddiasıyla Başbakan Sayın Bülent Ecevit ve Bakanlar
Kurulu üyeleri hakkındaki gensoru önergesi, alınan karar gereğince, bugünkü
birleşimde görüşülecektir. Şimdi, 5 dakika ara veriyorum. Kapanma
Saati: 21.44 BEŞİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 21. 50 BAŞKAN:
Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP
ÜYELER: Hüseyin ÇELİK (Van), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
28 inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum. Genel Kurulun 8.12.2000 tarihli 27 nci
Birleşiminde alınan karar gereğince Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup
Başkanvekili Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza
Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, yanlış ekonomi politikaları
izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit
ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında (11/5) esas numaralı gensoru önergesinin
gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz. IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A)
GÖRÜŞMELER 1.- DYP
Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın
Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, yanlış
ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla
Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına
ilişkin önergesi (11/5) BAŞKAN - Hükümet?.. Burada. Sayın milletvekilleri, önerge daha önce
bastırılıp, dağıtıldığı ve okunduğu için tekrar okutmuyorum. Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu
maddesine göre, bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti
grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir
bakana söz verilecektir. Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10
dakika, gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır. Efendim, önerge sahibi olarak kim
konuşacak? NEVZAT ERCAN (Sakarya)- Hatay
Milletvekilimiz Sayın Mehmet Dönen konuşacaklar. BAŞKAN- Hatay Milletvekili Sayın Mehmet
Dönen; buyurun efendim. Sayın Dönen, süreniz 10 dakikadır. Ümit
ediyorum ki, sürenizi aşmazsınız. MEHMET DÖNEN (Hatay)- Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Başbakan ve Bakanlar Kurulu hakkında verdiğimiz gensoru
önergesi üzerinde, önerge sahipleri adına söz almış bulunuyorum. Şahsım ve
grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün burada, gerçekten, ekonomi bütün
yönleriyle konuşuldu, iktidar ve muhalefet grupları, ekonomiyi bütün yönleriyle
irdeledi. Özellikle iktidar grupları, bugün burada, bilinçli, kararlı,
istikrarlı, tutarlı, uyumlu bir hükümetin sürdürdüğü ekonomik politikadan
bahsettiler. Değerli arkadaşlarım, bu hükümetin ne
kadar bilinçli, ne kadar tutarlı, ne kadar kararlı ve ne kadar uyumlu olduğunu
hep birlikte düşünmek istiyorum, sizlerle birlikte düşünmek istiyorum. Bu
hükümet bilinçli! Doğru. Bu hükümet, uyguladığı ekonomik politika gereği kura
baskı yaptı. Elbette ki, kura yaptığı baskılar sonucunda faizler aşağıya düştü.
Bu, bunun bir sonucuydu. Elbette ki, enflasyon belirli ölçüde hız kesti. Bu da,
bunun ciddî bir sonucuydu, olumlu sonuçlarıydı; ama, bu uygulanan ekonominin
olumsuz sonuçları da vardı. Neydi olumsuz sonuçları; elbette ki, ihracat
azalacak, ithalat artacak ve buna bağlı olarak dış ticaret açığı büyüyecek ve
ona bağlı olarak da cari işlemler açığı büyüyecekti; bunu, hükümet göremedi.
Ağustos ayında dış ticaret açığı en yüksek noktaya vurduğu gün, bürokrasi, bunu
konuşmaya başladı; ama, ortada, bu konuda karar alacak bir siyasal erk yoktu ve
geldik, doğal olarak, bugünkü "kriz" diye adlandırdığımız ekonominin
çöküş noktasını bulduk. Değerli arkadaşlarım, elbette ki,
hükümetin, bu alanda, sabahtan bu yana söylediği tek olumlu şey, faiz
gelirlerinin, özellikle faizlerin -içborç faizlerinin- bütçe içindeki oranının
düşmesi; bu, olumlu bir gelişme gibi gözüküyor; ama, az önce söylediğim
noktadan bakarsak, diğer hiçbir kalem, makro ekonomik alanda hiçbir kalem,
olumlu göstergeler vermiyor; hatta, olumlu diye nitelendirilen bu faizlerin
düşmesiyle, bugünkü bütçede ortalama yüzde 23 faizle borçlanacağını hedef alan
hükümetin, şimdi, yüzde kaçlarla borçlandığını hep beraber görüyoruz. Değerli arkadaşlarım, Lucas diyor ki
"Piyasaları bir kez aldatabilirsiniz." Siz, bir kez piyasalara güven
verebilirdiniz; ama, artık, piyasalar, size güvenmiyor. Piyasaların güvenmediği
hükümetin, artık, bir gün bile iktidarda durması doğru değil. (DYP sıralarından
alkışlar) Eğer, piyasalar, hükümete güvenmiyorsa, değerli arkadaşlarım, bundan
sonra uygulamak istediğiniz ekonomik politikaların sonucunu alamazsınız. Değerli milletvekilleri, özellikle burada
konuşan arkadaşlarımız, 1998 öncesini baz aldılar. Değerli arkadaşlarım, 1997'de, bizim
bıraktığımız Türkiye'de kişi başına millî gelir 3 100 dolar civarındaydı;
şimdi, millî gelir ne kadar; 2 800 dolar. Yani, insanları, 300 dolara yakın
fakirleştirmişsiniz; bunun anlamı bu. Yine, bizim bıraktığımız Türkiye'de,
ihracatın ithalatı karşılama oranı, aşağı yukarı yüzde 70'ler seviyesindeydi;
bugün geldiğimiz noktada, yüzde 51'ler seviyesine indik. Bunların anlamı, bu
toplumu gittikçe fakirleştiriyorsunuz demektir. Fakirleşen bir toplum,
üretmeyen bir toplum, artık, Türkiye'nin geleceği konusunda kuşkuya düştüğü,
hiç kimsenin mutlu olmadığı bir süreci yaşıyor. Şimdi, burada, iktidar sözcüsü
arkadaşlarım, bilinçli bir hükümetten bahsediyor; ama, bütün göstergeler,
bilinçsiz bir hükümetin başımızda olduğunu gösteriyor. Peki, bu hükümet uyumlu
mu?.. Bu hükümetin uyumlu olup olmadığını, hükümetin kendi içerisindeki
bakanlar söylüyor. Bir bakan, bir diğer bakanı, Telekom’un satışında hile
yapmakla, bir başkasına peşkeş çekmekle suçluyor. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, müşterek
sorumluluğun olduğu Bakanlar Kurulunda -ben söylemiyorum- bunu, bir bakan
söylüyor. Bir bakan, eğer, bunları söyleyebiliyorsa, bu hükümet içerisinde uyum
yok demektir. Ancak, bu alanda mı?.. Hükümetin Başbakan Yardımcılarından biri
gidiyor "demokrasi ve Avrupa Birliği Diyarbakır'dan geçer" diyor; bir
başka Başbakan Yardımcısı "hayır" diyor, buna karşı son derece tavır
alıyor. Yani, demokrasi alanında da kendi içlerinde uyum yok, ekonomik alanda
uyum olmadığı gibi. Değerli arkadaşlarım, peki, bu kadar kan
uyuşmazlığı... Daha da ileri gidelim, Bakanlar Kurulundan çıkan bir karara,
Cumhurbaşkanlığına giden bir karara, bir bakan, Cumhurbaşkanına mektup yazarak
"bunu tasdik etme, onaylama" diyor. Bu ne demek?! (DYP sıralarından
alkışlar) Hangi uyumdan bahsediyorsunuz?.. Böyle bir uyumu nasıl
tanımlıyorsunuz?. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Aile içi mesele. MEHMET DÖNEN (Devamla) - Aile içi
meseleniz değil. Bakın, eğer siz, aile içi meselelerinizi
çözmekle uğraşıyorsanız, bu insanların, özellikle esnafın, çiftçinin,
sanayicinin, memurun sizi beklemeye artık takatı yoktur, bir an evvel sizden
kurtulmak istiyor, "gidin, siz, başka yerde aile sorunlarınızı çözün"
diyor. (DYP sıralarından alkışlar) Şimdi, değerli arkadaşlarım, burada
köylünün, çiftçinin haklarının savunulduğu, özellikle Masum Türker tarafından
çok veciz bir şekilde anlatıldı ve "biz köylünün içinden geliyoruz,
onların sorunlarını çok iyi biliriz" dedi; ama, Masum Türker bir şeyi de
çok iyi bilsin ki, kekliği keklikle, bıldırcını bıldırcınla avlarlar. Biz,
kekliğin keklikle avlandığı bir süreci yaşıyoruz. Ben size bunun bir fıkrasını
anlatayım. Sizin içinizde bunu çok iyi bilenler var. Pazarda keklikler satılır, köylünün biri
pazara gider "ben bir keklik almak istiyorum" der. Ona "işte, en
iyi öten ve avcıların vurması, avlanması için başına en çok keklik toplayan, en
iyi keklik budur" derler ve onu çok yüksek bir bedelle alır, imha eder,
ortadan kaldırır. "Niye kaldırdın?" dediklerinde, "kendi ırkına
ihanet eden, böyle, ortadan kaldırılmak durumundadır" der. Şimdi, değerli arkadaşlarım, önemli olan
köylünün, esnafın içinden çıkmak değildir; önemli olan, onların sorunlarını
burada dile getirmek, onların çıkarlarını savunmaktır. (DYP sıralarından
alkışlar) ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Demogoji
yapmayın. MEHMET DÖNEN (Devamla) - Ben demogoji
yapmıyorum. ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Köylünün
üzerinden demogoji yapma. MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Köylünün içine git. MEHMET DÖNEN (Devamla) - Ben burada
demogoji yapmıyorum. BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın. MEHMET DÖNEN (Devamla) - "Ben,
çiftçiye doğrudan destek yerine, dönüm başına 5 dolar veriyorum; hem de bunu,
çiftçinin ekim yapmaması için, çiftçinin üretim yapmaması için veriyorum"
deyin de çiftçi dinlesin sizi. Ben, çiftçiye, özellikle esnafa yeni bir
hayat standardı getiriyorum... ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - 96 ve 97'nin
borcu duruyor!.. BAŞKAN - Efendim, hatibi rahat bırakın,
konuşsun. MEHMET DÖNEN (Devamla) - Gelin, 96'yı da
97'yi de birlikte tartışalım, bakalım ne var. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - SHP'den oy alıp
DYP'ye geçtin!.. (DYP sıralarından gürültüler) MEHMET DÖNEN (Devamla) - Gel buradan
konuş; yüreğin yetiyorsa buradan konuş. BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayalım. Sayın Dönen, siz de Genel Kurula hitap
edin. MEHMET DÖNEN (Devamla) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, Genel Kurula hitap ederseniz... MEHMET DÖNEN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, gelin buradan deyin ki... ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Oradan
söyledik; dinlemiyorsunuz ki!.. MEHMET DÖNEN (Devamla) - "Biz, esnafa
hayat standardı getirdik; vergileri azdı, daha çok vergi yükledik ve bu, çok
iyi oldu" deyin ve bu esnaf sizi dinlesin. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Dönen... MEHMET DÖNEN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın
Başkan. BAŞKAN - Bitirelim efendim. MEHMET DÖNEN (Devamla) - Tamam. BAŞKAN - Darbımeselle konuştuğunuz için
vakti çabuk yediniz. MEHMET DÖNEN (Devamla) - Hemen
bitiriyorum. Değerli arkadaşlarım, dün, burada bir af
yasası çıkardınız; çıkardığınız af yasasında, özellikle siyasetçileri koruyan
bir anlayışı ve onun altında bürokrasiyi ve o işi yapanları cezalandıran bir
anlayışı benimsediniz. Hani siz dürüst politikacıydınız?.. Hani siz
yolsuzluklara karşıydınız?.. Neden bu kadar yolsuzluğun siyasî temsilcilerini,
siyasî sorumlularını gün ışığına çıkarıp mahkemelere göndermiyorsunuz da
bunları affedecek yasaları gelip burada kabul ediyorsunuz? (DYP sıralarından
alkışlar) MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Biz, burada
aklanmaları da yaptık!.. MEHMET DÖNEN (Devamla) - Ben, burada,
sizin iktidar milletvekiliniz gibi, Başbakana "vatan hainlerini
affediyorsunuz" demiyorum; bunu ben demiyorum. Sizin, zaten, iç
uyuşmazlığınız, kan uyuşmazlığınız her zaman gündeme geliyor ve doğal olarak,
bu ülkeyi yönetmeye bu hükümet salahiyetli değil; içinde kan uyuşmazlığı var... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) MEHMET DÖNEN (Devamla) - ...uyguladığı
politikalarla, özellikle emeğiyle geçinen bütün kesimleri fakirlik sınırlarının
altına indirmiştir. Onun için, bu hükümet bir an evvel yerini daha iyi yapacak
hükümetlere bırakmalıdır der, saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN -Teşekkür ederim Sayın Dönen. Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Nevzat Yalçıntaş, buyurun efendim. (FP sıralarından
alkışlar) FP GRUBU ADINA NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul)
- Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri, verilen önergede, ekonomik krize
doğru sürüklendiğimiz, ilk teşhis olarak belirtiliyor. Zannediyorum
sürüklenmiyoruz, ekonomik krizin içerisindeyiz ve en dip noktasına vurmuş
durumdayız. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Kriz göstergeleri nedir?.. Önce,
astronomik sayılabilecek bütçe açıkları -bunların nispetlerini Sayın Maliye
Bakanımız, bu sene için, geçmiş sene için verdiler- yüksek faizler (yüzde 88).
Faizlerin önümüzdeki 2001 yılında hafifleyeceğini bir müjde olarak da verdiler.
Temenni ediyoruz; ama, o müjde de yüzde 50'ler seviyesinde.Yani, bütün vergi
gelirlerinin yarısını vereceğiz. Yüksek enflasyon düşme eğilimi gösteriyor,
doğrudur; ama, yıl ortalaması olarak aldığımızda, enflasyonun yüzde 45
civarında olacağı anlaşılıyor. Sene içinde memurlara verilen zamları
düşünürsek, satın alma gücünde, reel olarak yüzde 7-8 civarında bir azalma var. Tabiatıyla, bu arada, sürekli değer
kaybeden bir para, yatırımların yetersizliği -kriz unsurları, kriz göstergeleri
bunlar- durgun bir piyasa, düşük ihracat- yüzde 64'ünü karşılıyordu, nispeti
Sayın Bakanımız da verdiler, yüzde 51'e indi ihracatın ithalatı karşılama
oranı- işsizlik- yüzde 20-25 tahmin ediliyor; müsaade edildiği günlerde Meclis
koridorlarındaki kuyruklar, sıralar kâfidir bunu göstermek için- ve daha da
bozulan bir gelir dağılımı... Tabiî, bu göstergeleri daha da
fazlalaştırabiliriz; ama, şu on tane gösterge kâfidir. Neticesi ne olur bunların; bunu,
zannediyorum, geçen seneden beri muhtelif zamanlarda söyledik, bugün daha sık
söyleniyor; fakirleşme, Aşağı yukarı fert başına 260 dolar fakirleştik.
Tabiatıyla, bu fakirleşme, dünya standartlarında, bizi, yavaş yavaş, az
gelişmiş ülkelere, yani, yirmi yirmibeş senedir mücadelesini yapıp çıkmaya
çalıştığımız gruptan ve nihayet çıktığımız gruba tekrar iade etme eğilimi
gösteriyor. Burada şu söylenebilir ve haklıdır: Biz,
güllük gülistanlık mı devraldık, dikensiz bir gül bahçesi mi aldık?.. Ekonomiyi
biz devralırken, her şey yerinde miydi?.. Yerinde olduğunu söylemek mübalağalı
olur. Elbette ki, son on onbeş senenin problemlerini de bu hükümet devraldı.
Sonra, bütün Türk Milletini derinden üzen, son aylarda ortaya çıkan
yolsuzluklar... Bu haramzadeleri de biz mi yetiştirdik?.. Şu altı yedi ay
içerisinde, birbuçuk senede bunları biz mi türettik? Şüphesiz ki, değil; ama,
her şeyi de biz yapmadık, biz hiçbir hata işlemedik, biz çok iyi yönettik
dersek, şu göstergeleri tekrar saymama lüzum yok, rakamlarıyla, bugün, Sayın
Bakanımızın yaptığı fevkalade güzel konuşma içinde bunlar var; demin söylediğim
rakamlar var, ihracat meselesi de var, faizler de var, diğerleri de var.
Bunlardan kurtulmaya çalışılıyor; ama "etkili bir ekonomi yönetimi
kurabildik mi?" sualini, bana göre müspet şekilde cevaplandırmak zor. Etkili
bir yönetim kurulamadı. Bunun ilk adımı, teşhis yanlış oldu. Talep enflasyonu
var zannettik. Yani, büyük bir satın alma gücü var; bu satın alma gücü,
dalgalar halinde piyasaya zaman zaman geliyor, dengeleri bozuyor... Hayır, daha
yakından tabloya bakarsak, maliyet enflasyonu idi. Bu, başka bir şeyle de kombine olmuştu. O
da, üretimde düşüklükler. Yani, arz noksanlığı. Zaten, gelişme rakamlarında bu
kendini gösterdi. Bu iki faktör, kombine olarak krize doğru götürdü. Teşhis
yanlış olduğu için, hep tüketicinin üzerine yüklendik.. Yani, sosyal boyutunu,
ekonomik politika, kaybetti. Enflasyon, tüketicilerin piyasaya üşüşmelerinden
gelmiştir; öyle ise, yapacağımız şey nedir; zam yapalım... Zam yaptıkça
maliyetleri daha da artırdık. Zaten, durgunluk içinde olan yani, stagflasyona
sürüklenmiş ekonominin arz cephesi de zayıfladığı için, enflasyon, durgunluğa,
işte, biraz evvel söylenen, esnafın vesairenin iş yapamamazlığına, mal
satamamazlığına yol açmıştır. Eğer, teşhis doğru olsaydı, yani, maliyet
enflasyonu, içine düştüğümüz, olsaydı- tabiî, kısmen transfer edilmiş bir
enflasyon var petrolden, rakamlarını sayın bakanımız verdiler o da var, ama,
nispet o kadar fazla değildir- o zaman, meselenin üretim kısmına ve fiyatları
daha da düşürecek tedbirlere doğru gidebilirdik. Bunun içinden çıkmak lazım. Aksi halde, bu
doktrini ileri sürenler, yani "bu iş bir talep enflasyonu"diyenler,
tüketicinin daha da fazla ezilmesine yol açacaktır. Onlar, mütemadiyen ya bu
bürokrat arkadaşlarımız olacak ya politikacılar olacak; mütemadiyen zamlar
gelecek ve mütemadiyen vergiler gelecek; bu şekilde de, sosyal, geniş az gelir
grupları daha da ezilecekler. Teşhisin yanlışlığından sonra, ekonomi
idaresinde tecezzi görülmüştür. Yani, bu tecezzi, şüphesiz ki, ayrı ayrı
dairelerimiz var, Hazinemiz var, muhakkak ki Maliye Bakanlığımız var, Merkez
Bankamız var, diğerleri var; ama, acaba, şu son dönemde aralarında iç disiplini
sağlamış, etkili bir koordinasyon oldu mu? Bunu söylemek de zor; bu,
olamamıştır. Herkes kendi politikasını üretmeye, kendi politikasını uygulamaya
çalışmıştır. Kanaatime göre, şanlısınız -iktidara
söylüyorum- tecrübeli, bilgili, enerjik bir Maliye Bakanınız var. Bazı şeyleri,
belki, artık, Maliyeye geçici de olsa devredelim. Hazineyi tenkit için bu
sözlerimi söylemiyorum; ama, Hazinede, belki, Sayın Bakanın devraldığı tablo
hoş bir tablo değil, bir türlü o tablonun içinden çıkılamıyor; ama, Hazine-
Maliye uyumsuzluğu ortadadır. Merkez Bankası, bu tabloyu, olumsuz şekilde
tamamlıyor. İşte, burada, tecezzi eden yürütme erkini başka alanlarda da
görmeye başladık. Kaldı ki, birtakım devlet kurumları da pasif kaldılar. Etkili ve isabetli bir planlamanın olduğu
bir ülkede bu tablo çıkmaz. Eğer, Planlama, son senelerde bu kadar pasif, bu
kadar kendi fonksiyonunun dışına itilmemiş olsaydı, tehlike çanlarını
çalacaktı; basın toplantıları yaparak değil, hükümete verdiği, vereceği
raporlarla -böyle raporlardan habersiziz- getireceği çözümlerle. Sual şu: Bağıra bağıra gelen bir kriz var.
Peki, Planlama ne yapar? Üretimde rol alacak olan diğer kurumlar ne yapar?
Şüphesiz ki, bunlar, aktive edilemedi, bu koordinasyon sağlanamadı ve bir
otorite boşluğu, bir tecezzi eden ekonomi idaresi ortaya çıktı. Bu, orada
kalmadı. Anlaşılıyor ki, bu, sadece ekonomi idaresinde değil. Bu kürsüye
getiriliyor, Sayın Menderes de getirdi; ülkenin en üst derecesindeki istihbarat
örgütü, kendi başına, Türkiye'nin en hassas olduğu konularda politika üretti,
hedef gösterdi, yapılacak işleri söyledi. Ondan önce de, bir başka otorite,
tarih koymuştu, başka işler için, şu tarihte şunu yapabilirsiniz... Orada,
sadece radyo ve televizyon meselesinde sınırlı kalan bir durum mu var? İhtimal
şudur: Ya gerçekten otorite zaafı vardır, bu istihbarat başkanımız, diğerleri
gibi, o zaafların içinden çıkarak, kendi anladığı, bildiği bir politikayı
koymuştur, bunu, şeffaflığın sonucu olarak...Şeffaflık ayrı bir şey tanıtmak,
anlatmak, izah etmek, politika üretmek ayrı bir şey. Peki, bu iş, bu kadar
masum mu duruyor?.. Sayın Başbakanımız, şeffaflığa işaret etti. Kendisini
tercüme etmeye lüzum yoktur; şüphesiz ki, çok iyi lisanı vardır. İşte, Türkiye için
hazırlanan "Gelişme, İlerleme (Progress Report)" denilen rapor...
Orijinal nüshası... Şu kürsüden söylüyorum, lütfen, açsınlar, 18 inci, 19 uncu
sayfaları okusunlar, ancak 15-20 dakikasını alır. Burada, mesele, sadece bir
televizyon meselesi değil, bu ülkenin unsuru aslisi olan bir grubun, anadilleri
Kürtçe olan bir grubun, tam vatandaşlık statüsünden azınlık statüsüne itilme
hedefi vardır, izahı vardır. Bu, sadece bu belgede yok ki, 1989 ret belgesinde,
Helsinki ve diğerlerinde... Meseleler, realite hududuna gelip dayandığında, her
şey soğuk gerçeğe geldiğinde, işte o zaman denizin suları çekiliyor ve yalı
kazıkları, bütün çirkinlikleriyle ortaya çıkıyor. Mesele, bir tarihî hafıza meselesi. Bütün
bir Arap dünyasının, Beyrut'tan Arnavutluğa kadar Müslüman ülkelerin Osmanlı
Devletinden ayrılma süreci, kendiliğinden, normal şekilde olmamıştır,
facialarla neticelenmiştir. Bu facia da, bize, 30 bin kişiye mal oldu. Meseleyi, hafife almak... Bazı meseleler
hafife alınmaz. Moliere bile "aşkla alay edilmez" diyor meşhur
eserinde. Bazı konular hassastır, ona dikkat edeceksiniz; durup dururken bunu
niçin söyledi... İkinci ihtimal nedir?.. İkinci ihtimal,
sayın başkan ve diğerleri -burada başka misalleri de not aldım, vaktinizi almak
istemiyorum- diğer devlet daireleri de böyle şeyler yapıyorlar. Çağırmıştır MİT
Müsteşarını, ona "bu açıklamayı yap" demiştir; bu da bir ihtimaldir.
Vatandaş, bunu da düşünüyor; ben, şahsen düşünüyorum. Bu da yanlıştır... Siyasetçi, bu seviyede
icraat yapıyorsa, onun sorumluluğunu üzerine almak durumundadır. Görülüyor ki,
tecezzi sadece orada değil. Şüphesiz ki, bu türlü bir davranış
şeklinin Türkiye'de gelişmesi, orada kalmıyor. Hepimizin, âdeta, her hafta
rastladığı, bir genel müdür, bir müsteşar, en üst derecedeki bir bürokrat,
kendi bulunduğu yerin, sanki mahkeme kadıya mülk kalıyormuş gibi, sanki
bulundukları makamlar onlar için daimî makamlar ve normal bir terfiden gelmiş
de değiller, o kadar tesahub ediyorlar ki, artık, tecezzi, yönetimin
derinliklerine doğru gidiyor; yani, tarihteki tavaifi mülûk, küçük beylikler,
küçük küçük beylikler... Bu beyliklerin toplamı devlet olmaz. İşte, bu otorite boşluğunun giderilmesi
lazım. Zaaftan istifade ediliyor. Birincisi, işte ediliyor. Şundan emin olalım
ki, bugünkü krizin çıkmasında büyük rol oynamış olan, vurguncu denilen, benim
haramzade dediğim insanlar, bu olur, yapabiliriz zannetmişlerdir. Yani, bu zaaf
o kadar derindedir ki, hazırlarız her şeyimizi... Eğer bu zaaf olmasaydı,
şüphesiz ki, bu manzara bu kadar acı bir şekilde ortaya çıkmazdı. Bunların, zamanında raporları verilmiş,
anlatılmış, söylenmiş, müfettişler, vesaire... Bunların hepsi bu kürsüden de
anlatıldı. Demek ki, zamanında hareket edememek... Bir ihmal kusuru var. Bu
tecezzinin yanında ihmal var. Sayın Bakanımız bütçe konuşmalarında bunu izah
etti; ama, tarihler meydanda. Ne yaparsanız yapın, verilen raporların bir
tarafa itildiği malum. Dışarıdan bu zaaftan istifade ediliyor. Bize verilen bu
belgeler, IMF'nin olsun, Avrupa Birliğinin olsun -bütün belgeler hepimizin
elinde- IMF Başkanının mektubu olsun; bize 19 uncu Asrın Osmanlı dönemini
hatırlatıyor. Kendileri, artık, bu kuruluşlar, bu devletler, birer düveli
muazzama psikolojisiyle hareket etmeye başladılar. Bunda bizim bazı hatalarımız
da oldu; gelen - giden insanların, bizim orada istifade edemeyeceğimiz davranış
şekillerini rahatlıkla yapabilmeleri sağlandı. Şüphesiz ki, gelmeyin
diyemeyecektik; ama, her şeyin bir yolu ve yordamı var. Islahat talepleri... Düveli muazzamanın o
gün yaptığını, bugün, işte, bu kuruluşlar, işte, Avrupa Birliği ve diğerleri,
aynen o psikoloji içerisinde "şunu yapın ve bunu yapın" diyorlar. Bu zaafa düşen ve bu yanlışlıklarla malul
olan hükümetimiz, şüphesiz ki, çok isabetli kararlar da alıyor. Çalışan, eden,
muhakkak ki, başarılı bakanlarımız var, başarısızların yanında. Başarısızlar da
-biraz sonra zikredeceğim- inat ve gayrete devam ediyor. Türkçemizde bir söz vardır "tatlı
aşın yoksa, tatlı dilin, güler yüzün olsun." Ekonomide ve diğer şeylerde
bir şey veremiyorsak, bari haklarda, hürriyetlerde, vatandaşla olan ilişkilerde
daha şefkatli ve merhametli, kucaklayıcı bir devlet imajı... Hayır, polis, cop,
yasak, itilme, kakılma... Ben temsil ettiğim şehirde bunu gördüm. Durup dururken
sayın millî eğitim yöneticileri şehirde olay çıkardılar. Türkiye'nin her
yerinde kız çocukları, imam-hatip okullarına, kendi okullarına, bildiğimiz
kıyafetle gidiyorlar, halen de gidiyorlar. Her sene bir yerde bir olay çıkarmak
lazım. Daha önce Bursa'da çıkardılar ve o olayda da bir genç kızımız ayaklarını
kaybetti, o itişme, kakışma sırasında otobüsten düştü ve ayakları kesildi.
İstanbul'da Gaziosmanpaşa'da, benim seçim bölgemde, Kâzım Karabekir Paşa
İmam-Hatip Lisesinde, 13, 14,15 yaşında -hazan yaprakları gibi, incecik- kız
çocukları içeri alınmayacak... Polis gönderiliyor... Ebeveynleri, anaları,
babaları gelmişler, ağlaşıyorlar. Biz akşam gidiyoruz, gelip bizi buluyorlar.
Ali kıran baş kesen midir bir ülkenin yöneticileri?.. Hangi kanunla, hangi
yönetmelikle, neyle, sen, bunları itiyorsun ve kakıyorsun?.. Ha, herhalde
devrimciliktir bu, tahmin ediyorum odur; çünkü, düşünüyorum, ne olabilir... Yani,
yeni osmanlıcılık olur da, ikinci cumhuriyetçilik vesaire olur da, yeni
devrimcilik olmaz mı? Tahmin ediyorum, bu yeni devrimcilik psikozuna
saplanmışlar, her sene, bir yerde bir bayrak göstermek gerekiyor. Allah'tan ki,
dengeli bir İçişleri Bakanımız var... Polis orada, hem de kamyonlarla, zırhlı
şeylerle, coplar ellerinde, miğferler başlarında... BAŞKAN - Sayın Yalçıntaş, süreniz bitmek
üzere efendim. Toparlarsanız minnettar kalırım. NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Toparlıyorum
Sayın Başkanım. Coplar işlemedi. Baktılar, onlar
ağlaştılar, giremediler. Bizim ilericilerimiz, Batıcı olduklarını söylerler.
Batıdan, standartlarından, evrensel değerlerinden o kadar uzaklar ki. Şüphesiz,
Batı’ya gittiler, gezdiler turist olarak. Ve Fransa'yı örnek alırlar.
Gitsinler, Jardin de Lüksemburg'un yanında, Katolik Üniversitesine baksınlar-
Paris'in orta yerinde- kadınlar, kızlar hangi kıyafetlerle dolaşıyorlar... Anavatan Partimiz bir yol gösterdi; dedi
ki "meslek okulu..." Meslek okulunda, işte, bu din hanımları
yetişecek. Bırakın kılıklarına kıyafetlerine karışmayı... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Evet efendim... NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Koalisyon
değil misiniz, uyum lazım gelmez mi size? Onu da dinlememişler. Belçika'ya,
Louvain Katolik Üniversitesine geçsinler; Almanya'ya, İngiltere'ye, oradan
atlasınlar Amerika'ya. Yaptıkları iş, bir zamanların ceberut kuzey komşumuzda
görülenlere benziyor; şimdiki de güneydeki, Baas rejimine benziyor. Ağır bir
şey söylediğimi zannediyorsunuz; hayır, benziyor diyorum. Lütfen düşünün; hangi demokratik, gerçek
hürriyetlerin olduğu yerde... Vesikalar, hepsi elimde; en son, Nice'de kabul
edilen sözleşme elimde; diyor ki "açığa vurma..." Uygulama
gereklerini... "Düşünce, vicdan ve din hürriyeti" başlığı altındaki
yeni belge "açığa vurma hakkına sahip" diyor. Ve biz buraya girmeye
çalışıyoruz, onlar da orada uğraşıyorlar. Arkadaşlar, görülüyor ki, hükümetimizin
bazı konulardaki başarısızlığı, onların bazılarını, bazı bakanlarını şiddete
itiyor, sürekli devrim teorisine itiyor, bayrak göstermeye itiyor, vatandaşı
itme ve kakma teşebbüslerine itiyor. Başka örnekleri vermek istemiyorum, Sayın
Bakanı üzmek istemiyorum. Yapılacak iş, belki burada söylendi; Türkiye'ye
bayramda bir hediye vermek. Hani, af için, bir hediye veriyoruz diyor ya. O
hediye, belki de bir zarfın içerisinde, Sayın Cumhurbaşkanına, bu hükümetin
çekildiği müjdesini ülkeye vermek. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Alternatifsiz olmaz. Bunu çok mu istedik;
o zaman revize yapın. Başarısız bakanlarınız var, ülkeyi onlar krize
sürüklüyorlar. Onlar, nasıl ki "okullar olmasa ne güzel idare
ederdim" zihniyetini, başka alanlarda, bugün uygulamaya çalışıyorlar.
Başarısızlıklarına ilaveten -belki ideolojik gayeleridir o- bitmiş olan bir
dönemi yaşatmak isteyebilirler, bir nostalji içinde olabilirler. Recep
Peker'den bahsediyorum aziz kardeşlerim. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN -Efendim, lütfen toparlar mısınız. NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Dolayısıyla,
hiç olmazsa, kabinede revize yapıp başarısız bakanlarınızı çekin, yeni yıla
daha tazelenmiş, enerjik ve demokrat bir kabineyle girin. Teşekkürlerimi arz ediyorum. (FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yalçıntaş. TURHAN GÜVEN (İçel) - Revize olmaz,
hükümetin çekilmesi lazım. BAŞKAN - Efendim, şimdi söz sırası,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vural'da. Buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar) MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakan ve Bakanlar Kurulu
hakkında verilmiş olan gensorunun gündeme alınıp alınmamasına dair yapılmakta
olan görüşmede, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun düşüncelerini aktarmak
üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlarım. Gensoru önergeleri, Anayasanın Türkiye
Büyük Millet Meclisine tanıdığı en önemli denetim yollarından birisidir. Zira,
gensoru, siyasî sonuçlar doğurabilecek bir mahiyet arz etmektedir. Bu bakımdan,
gensoru önergesinin verilme şekli, zamanı, amacı ve muhtevasını
değerlendirerek, gensoru verenlerin meseleye bakış açılarını ortaya koymak
gerekmektedir. Anayasamızın 99 uncu maddesi, gensoru
önergelerinin, bir siyasî parti grubu adına veya en az yirmi milletvekilinin
imzasıyla verileceğine amirdir. Aslında, yüksek malumlarınız olduğu gibi, aynı
gensoru önergesi, yirmibeş sayın milletvekili tarafından 1 Aralıkta Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş ve önerge sahiplerinden bazılarının
imzasını çekmesi üzerine görüşülmemişti. Huzurlarınızdaki gensoru önergesi ise,
Doğru Yol Partisi Grubu adına verilmiştir. Bazı milletvekillerinin ilk gensoru
önergesinden imzalarını çekmesinin bir sebebini, önerge metnine katılmamaları
teşkil edebilir veya ilk önergenin grup adına verilmemiş olmasının sebebini,
önergede yer alan bazı ekonomik ve malî sorunların oluşumunda partinin
sorumluluğunu gözardı etme yaklaşımı teşkil edebilirdi. Şüphesiz, önerge, parti
grubu adına verildiğine göre, artık bunu sebep olarak göstermek doğru
olmayabilir; ancak, Anayasamızın 99 uncu maddesine göre, gensoru önergelerinde
imza sahiplerinden birisinin konuşması gerekirken partili milletvekillerinden
birine söz verilmesi, doğrusu, kafamızı biraz daha fazla karıştırdı. Sayın milletvekilleri, gensoru önergesinin
şekli konusunda ele alınması gereken bir başka husus da, gensoruda bahsedilen
sorunların sebep ve sonuçları ile bu konuda 57 nci hükümetin sorumluluğu
hususunu izah etmek için önergenin yeterli olup olmadığıdır. Meclis
İçtüzüğümüz, gensoru önergesinin beşyüz kelimeden fazla olması halinde, imza
sahiplerinin beşyüz kelimeyi geçmeyecek bir özeti önergeye eklemesini istemektedir.
Huzurlarınızdaki bu önerge, özet kapsamında bir muhtevaya sahiptir. Son derece
önemli bir denetim aracı olan gensorunun böyle bir muhtevadan yoksun olmasını,
milletimizin sorunlarıyla ne derece ilgili ve sorumlu hissedildiğinin
göstergesi olarak mütalaa etmek mümkündür. Milliyetçi Hareket Partisi olarak,
muhalefetin verdiği önergenin, bu sorumlulukla daha analitik, sorunlar ve
sebepleri konusunda daha kapsamlı bir bakış açısını içermiş olmasını tercih
eder ve böyle bir yaklaşımı değerlendirmeyi de isterdik. Sayın milletvekilleri, önergenin
verilmesinde siyasî bir sonuç doğmayacağına göre, bu önergenin gerçek amacı
nedir? Bu amacı tespit edebilmek için, önergenin verilme zamanına dayalı olarak
bir muhakeme yürütmek gerekmektedir. Önergenin verilmesinin bir başka amacı,
ülkemizin sorunları hakkında meseleleri kamuoyu önünde tartışarak, bilgi sahibi
olunmasını temin etmektir. Gerek ilk önerge gerekse bu önerge, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunda bütçe görüşmelerinin başlangıç arifesinde verilmiştir.
Yüce Meclis Genel Kurulunda 2001 yılı bütçe görüşmeleri de bugün başlamıştır.
Bütçe görüşmelerinde, hükümetin ekonomik politikası dahil, her türlü faaliyeti
geniş olarak değerlendirilmiş ve tartışılmıştır. Bütçe görüşmeleri, iktidar
için bir hesap verme günüdür ve bu hesap da verilmiştir. Önergenin muhtevası
bütçe görüşmelerinin kapsamında olduğuna göre, muhalefetin bütçeyi beklemeden
veya bütçe görüşmelerini dikkate almadan gensoru önergesi vermesi, daha özel ve
acil bir mana taşımalıdır. Önergenin verilmesindeki amillerden
birinin muhalefetin kendi arasındaki çekişme olduğunu belirtmek mümkündür.
Hafızalarımızı zorladığımızda, yakın zamanda, bankalar hakkında önce bir
muhalefet partisinin genel görüşme önergesi verdiğini, sonra, diğerinin aynı
konuda araştırma önergesi verdiğini kolayca hatırlayabiliriz. Genel görüşmenin
öngörüşmelerinin yapılmasına karar verildiğinde de, bu sefer, yine, diğer parti
bir genel görüşme önergesi vermiştir. Görüşmekte olduğumuz önergenin aynısı,
yine, bir diğer muhalefet partisinin verdiği ve reddettiğimiz bankalarla ilgili
önergenin akabinde verilmişti. Bu önergenin bankalarla ilgili önergeyle aynı
günde görüşülmesine dair yaptığımız Danışma Kurulu toplantısında, önerge
sahiplerinin parti başkanvekili, bunu kabul etmemiştir. Mevcut piyasalardaki
oynaklıkların dikkate alınarak, ekonomi hakkında, gensoru gibi önemli bir
siyasî değerlendirmeyi içeren bir denetimin öncelikle gündeme alınması
hususunda muhalefetin daha sorumlu olması gerektiğine dair talebimize, o Danışma
Kurulunda karşı çıkılmıştır. İşte, görüşmekte olduğumuz bu önergeden imza
çekilmesinin temel sebebi, gensorunun daha önce görüşülmesini engellemek
olmuştur. Son derece kritik malî gelişmelerin olduğu bir zamanda, gensoruyu
verenlerin gensorudaki imzalarını çekmelerinin, ülkenin koşullarını düşünmek
sonucunda gelişmediği de görülmektedir. Bu gelişmeler gösteriyor ki, önergeler,
bir ihtiyaçtan dolayı değil, giderek eriyen muhalefetin günübirlik kararları
sonucunda verilmiş bulunmaktadır. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Şüphesiz,
böyle bir yaklaşımı, siyasî partiler arasındaki tabiî rekabete bağlamak
mümkündür; ancak, takdir edersiniz ki, muhalefetin kendi arasında ortak bir
anlayış dahi temin edilmemişse, siyasî sonuçlara nasıl taşınabilecektir? Sayın milletvekilleri, gerek ilk gerekse
huzurlarınızdaki bu önergenin verilmesi sırasında ortaya çıkan en önemli ve
manalı gelişme, para ve sermaye piyasalarında meydana gelen gelişmelerdir.
Şimdi, böyle kısa vadeli bir piyasa oynamasına karşılık, siyasî sonuçlar
doğurabilecek bir gensoruyla sorunu siyaset gündemine taşımak, bu kesimin
etkinliğini artırabilecek bir yaklaşımdır. Böyle olunca da, ekonomide ortaya
çıkan kısa vadeli spekülatif davranışlara siyasî bir sonuç atfetme iradesinin
gensoru verilmesine amil olduğu ifade edilebilir. Sağlıklı ve etkin bir para ve
sermaye piyasasının temeli güvendir. Bu bakımdan, piyasalara güvensizliği
empoze edecek, bunu siyasî bir tavrın esası haline getirecek davranışların
milletimize bir faydası yoktur. Böyle hassas zamanlarda meseleyi serinkanlı
değerlendirmek ve ülke ve millet menfaatini düşünmek ön planda olmalıdır. Bu
hususlar dikkate alındığında, gensoru önergesinin verilmesini zamansız olarak
değerlendirmemiz mümkündür. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
gensoru önergesinin şekli, amacı ve zamanı değerlendirildiğinde, bunun gündeme
alınmasını gerektirecek bir mahiyet arz etmediği görülmektedir. Böyle olmakla beraber, gensorunun sınırlı
muhtevasında yer alan bazı hususlarda düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Önergede, hükümetin tutarsız, hatalı
politikalarının ülke ekonomisini çıkmaza soktuğu ifade edilerek, öncelikle 1999
yılsonu itibariyle eksi yüzde 6,4 küçülmenin -zaten küçülme eksidir-
gerçekleştiği vurgulanmakta, bunun da son 50 yılın en büyük ekonomik daralması
olduğu ifade edilmektedir. Oysa, Devlet İstatistik Enstitüsünün hesaplamalarına
göre, 1999 yılı önergede bahsedildiği gibi yüzde 6,4 değil, yüzde 6,1
küçülmüştür. ASLAN POLAT (Erzurum) - Hükümetinizin
büyük başarısı!.. OKTAY VURAL (Devamla) - Önerge, bu gerçeği
dahi muhtevasına alamamıştır. Herhalde, 1999'daki küçülmeden bahsederken, 2000
yılının 9 ayında yüzde 6,9'luk büyümeden dahi bahsetmemek, 1994 yılını kamufle
ihtiyacından kaynaklanmıştır. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) İlk önergeden milletvekillerinin
imzalarını çekmelerinin sebeplerinden birinin bu olduğu ifade edilebilir. Bu
durumda, ülkemizin 1994 yılının en büyük küçülme rekoru halen devam etmektedir.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim husus bundan daha başkadır. Ekonomik büyüme ve küçülmenin içsel ve
dışsal faktörleri vardır. Bu bakımdan, mukayeselerde, özellikle sebep-sonuç
ilişkilerini iyi kurmak gerekir. 1999 yılı küçülmesinin amillerinden biri,
Rusya ve Uzakdoğu'daki gelişmelerdir; ancak, bunların dışında, 1999 yılını
etkileyen önemli bir faktör deprem olmuştur. Depremin gayri safî millî hâsılaya
yüzde 1,5 civarında negatif etkisi olduğu bilinmektedir. Esas itibariyle, depremin meydana
gelmesinde hükümete bir sorumluluk atfetmek mümkün olmadığına göre, 1999
yılındaki küçülmenin tamamını hükümet politikalarına bağlamak, ancak
muhalefetin anlayışını yansıtır. 1994 yılında ne dışsal faktörler ne de
deprem meydana gelmediğine göre, küçülmenin, uygulanmış ekonomik politikalardan
kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da, tutarsız, hatalı politikalar
sonucu, rekor küçülme, yine 1994 yılına ait olmaktadır. Sayın milletvekilleri, gensoru
önergesinde, Uluslararası Para Fonu ile yapılan stand-by anlaşmasının millete
dayatıldığı ve yoksullaşmaya yol açtığı belirtilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti
hükümetleri, bugüne kadar IMF ile 16 anlaşma imzalamıştır, 57 nci hükümetin IMF
ile yaptığı anlaşma 17 ncisidir. Malumlarınız olduğu gibi, bu anlaşmalardan
biri de 1994'te imzalanmıştı; ancak, 1995 yılında bu anlaşmayla verilecek son
iki kredi, hükümetin gerekli tedbirleri alamamasından dolayı iptal edilmiştir;
yani, asıl başarısızlık o zaman meydana gelmiştir. Ekonomik programın bir yıllık süre
içerisinde önemli başarılar elde ettiği bir vakıadır. Son günlerde malî
piyasalarda meydana gelen gelişmeler karşısında, Uluslararası Para Fonu ve
Dünya Bankasının desteğini yadırgamayı anlamak da mümkün değildir. Sayın milletvekilleri, gensoru
önergesinde, ekonomik programın içinde insan olmadığı ifade edilmektedir.
"Bu programda insan yok" demek, onbeş yıldan bu yana çiftçilerimize,
emeklilerimize, işçilerimize, memurlarımıza, müteşebbislerimize
ayırabileceğimiz kaynaklarımızın tamamına yakınını faize veren rant
ekonomisinde insan var demektir. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) 1980'lerin
başında 100 liralık verginin 1 lira kadarı faize giderken, 1999'da 100 liralık
verginin 90 lirasını faize ayıran bir ekonomik yapının kimin eseri olduğunu,
milletimiz gayet iyi bilmektedir. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın konuşmacı,
1999'da hükümet kim?! OKTAY VURAL (Devamla) - Esasen, bu noktada
asıl amaç ortaya çıkmaktadır; ülkemizin kaynaklarını sülük gibi emenlere karşı
geliştirilen ekonomik politikalara karşı çıkış için bir gerekçe bulmak. Kim ne derse desin, insanı, alınterini,
üretimi, milletin menfaatını ekonominin merkezine yerleştirmeye kararlıyız.
Bugüne kadar uygulanmış ekonomi politikalarının beslemelerine, enflasyon
lobilerine, faiz lobilerine boyun eğmemekte kararlıyız. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) İSMET ATTİLA (Afyon) - Faiz ne şimdi,
faiz?! Faizin oranı ne? OKTAY VURAL (Devamla) - Son
günlerdeki gelişmeler karşısında, milletimizin menfaatı yanında siyasî
kararlılığımızı devam ettireceğiz. Sayın milletvekilleri, gensoruda
"Uluslararası Para Fonunun programının dayattığı yüzde 25'lik çeyrek
yılsonu hedeflerinin tutmayacağı, son onbir aylık verilerle ortaya
çıkmaktadır" denilmektedir. Açıkçası, bu önermeden ne kastedildiği hiç
anlaşılmamaktadır. Bir hedefin tutmadığına dair bir iddia var; ama, neyin
tutmadığı da belli değil. Bu bakımdan, bu önermeyi değerlendirme imkânı
bulamıyorum; sizlerden özür dilerim. MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Anlayamıyorsun. OKTAY VURAL (Devamla) - Gensoru
önergesinde, enerjide politikasızlık ve ihmalden bahsedilmektedir. ASLAN POLAT (Erzurum) - DPT de öyle diyor.
OKTAY VURAL (Devamla) - Bir termik
santralın yatırım süresi dört yıl, hidrolik santralın yedi yıldır. Birbuçuk
yıllık bir hükümete, elektrik kısıntılarının sebebini atfetmek, doğrusu,
anlaşılır değildir. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Dört yıl,
dört yıl... BAŞKAN - Bir dakika efendim. Sayın Yılmazyıldız, bırakın... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Hükümette
dört yıldır... BAŞKAN - Bir dakika efendim. Buyurun efendim. OKTAY VURAL (Devamla) - Yabancı sermaye
girişlerinin, son yılların en düşük düzeylerine indiği iddiası da doğru
değildir. 2000 yılı yabancı sermaye izinleri, son üç yıldan ve son onüç yılın
ortalaması olan 1,8 milyar dolar civarındadır. Önergede, enflasyon oranlarında en az
yüzde 50 sapma veya yanılma olduğundan bahsedilmektedir. ASLAN POLAT (Erzurum) - TÜFE' de kaç? BAŞKAN - Sayın Polat, lütfen efendim... OKTAY VURAL (Devamla) - Bakınız, rakamları
konuşturduğunuzda, 1994 yılındaki programda, TEFE'nin yıl sonu hedefi... ASLAN POLAT (Erzurum) - TÜFE yüzde 58... BAŞKAN - Kürsüyü serbest bırakın efendim,
konuşsun. ASLAN POLAT (Erzurum) - Ama, doğru
söylesin. BAŞKAN - Efendim, size ne! Kendi
doğrularını söylüyor. Buyurun Sayın Vural. OKTAY VURAL (Devamla) - ...TEFE'nin
yılsonu hedefi, yüzde 48,2 iken, yüzde 49,6 olarak gerçekleşmiştir. 1995 yılında, TEFE yılsonu hedefi ise
yüzde 22,5 iken gerçekleşen oranın yüzde 64,9 olduğu ortaya çıkmıştır. Bu
durumda, 1994 yılındaki sapma yüzde 210, 1995 yılındaki ise yüzde 188
olmaktadır. Sırf eleştirmek bakımından gelinen bu noktada, enflasyon oranının
son onüç yılın en düşük seviyesine geldiği gözardı edilmiştir. İSMET ATTİLA (Afyon) - Millet ne oldu?.. OKTAY VURAL (Devamla) - Doğrusu, rakamları
sağlıklı değerlendirememek, muhalefetin iddiasının esasını teşkil etmiştir. Sayın milletvekilleri, gensoru önergesinde
dikkati çeken bir başka husus da, esasen ilk önergeden tek farklı olan husus,
bazı bankaların batma ve batırılma noktasına geldiğine dair yapılan
vurgulamadır. Önergede, bankalara el koyma hareketinin hâlâ devam ettiği ifade
edilirken, doğrusu, sağlıklı işlemeyen ve risk oluşturan bankalara yönelik
yaklaşımları -eğer sadece bir tespit olarak sunulmuyorsa- el koyma olarak
eleştirilmesinin manasını, siz, Değerli Heyetinize bırakıyorum. İSMET ATTİLA (Afyon) - Raporlar ne zaman
verildi, o önemli. OKTAY VURAL (Devamla) - İçi boşaltılan
bankalara karşı alınan hukukî tedbirleri yerinde buluyoruz. Kamunun yüksek
faizle borçlanma politikasıyla beslenen bankacılık kesiminin, reel kesime kaynak
oluşturan bir yapıya dönüştürülmesine yönelik ekonomik politika doğrudur.
Saadet zincirleriyle yüksek kâr sağlama devri kapanmalıdır. Sayın milletvekilleri, ilk önerge ile bu
önerge arasında ortak olan bir husus da, yüzde 400'lere varan faizin bir iki
hafta daha sürmesinin, ekonomiyi geri dönülemez tarihî bir çöküşe götürmesinden
duyulan endişedir. 1 Aralıkta verilen ilk önergede de bu rakam yer almaktaydı.
Şimdi, bu, aynı rakam bir hafta süreyle devam ettiğine göre, herhalde değerli
önerge sahipleri piyasaları yakinen takip etmemektedir. (MHP sıralarından
alkışlar) TURHAN GÜVEN (İçel) - 1 000'lere çıktı, 1
000'lere... OKTAY VURAL (Devamla) - Bir iki hafta
sürmediğine göre de, önergedeki bu gerekçe doğrusu gerçekleşmemiştir ve kendi
içerisinde çelişkiyi de beraberinde getirmektedir. Gensoru önergesinde, ekonomi politikasının
gelir dağılımı bozukluklarına ve yoksulluğa yol açtığından bahsedilmektedir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, 18 Nisan seçimlerinde, en önemli
tespitlerimizden biri yoksulluk sorunu olmuştur. Yapılan gelir dağılımı
araştırmaları, 1987'den 1994'e yoksulluğun yüzde 70 arttığını ortaya koymuştur.
1994'te yapılan devalüasyonla, yoksulluğun daha da artmış olduğu bir vakıadır. İSMET ATTİLA (Afyon) - Bugüne gel, bugüne.
OKTAY VURAL (Devamla) - Şüphesiz,
günümüzde yoksulluk ciddî bir sorundur. Bu sorunun sebepleri ise, geçmişte
uygulanmış ekonomi politikalarıdır. Ülkemizde, yıllardan beri, sürdürülebilir
bir makroekonomik denge oluşturulamamıştır. Bunun sonucunda ortaya çıkan
enflasyon, borçlanma ve malî açıklar, yoksulluğun artmasına ve gelir
dağılımının da bozulmasına yol açmıştır. Bu bakımdan, yoksulluk sorununun
sebepleri ile 57 nci hükümet arasında illiyet bağı kurmak, doğrusu,
talihsizliktir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
öngörüşmeleri yapılan gensoru önergesinin verilme zamanı, amacı ve muhtevası
ile gensoru içerisindeki sorunlarla 57 nci hükümetin politikaları arasında
sebep sonuç ilişkisi olmadığından, gündeme alınmasına gerek olmadığı
kanaatindeyiz. Gensorunun gündeme alınmasına ret oyu
vereceğimizi ifade ederek, Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (MHP, DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Vural. Sayın milletvekilleri, bir açıklamada
bulunayım. Sayın Vural sordular... Efendim, Anayasanın 99 uncu maddesinde
"gensoru önergesi, bir siyasî parti grubu adına veya en az yirmi
milletvekilinin imzasıyla verilir... Bu görüşmede, ancak önerge sahiplerinden
biri, siyasî parti grupları adına birer milletvekili konuşur" deniliyor
efendim, hüküm çok açık. Doğru Yol Partisi Grubunun grup başkanvekilleri
verdiği için, tüm grubu kapsadı ve Grup Başkanları da, kendi istemleriyle, her
milletvekilini konuştururlar. Arz eder, teşekkür ederim efendim. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkanım, daha
yeni, zamanla öğrenir. BAŞKAN - Efendim, düzeltme yaptım; kimseye
öğretmenlik yapmıyorum burada. TURHAN GÜVEN (İçel) - Estağfurullah!..
Yok, öğretiyorsunuz, güzel öğretiyorsunuz. BAŞKAN - Gruplar adına başka söz
isteyen?.. BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan... TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Ufuk Söylemez
konuşacak efendim. BAŞKAN - Efendim, pusula göndermemişsiniz,
önüm boş... Efendim, birbirinize işaret etmekten
vazgeçseniz de... Ben keserim hemen. Vakit geçiyor efendim. Gruplar adına başka söz isteyen var mı? TURHAN GÜVEN (İçel) - O zaman, müsaade
ederseniz Sayın Işın Çelebi konuşsun efendim; pusula göndermiş size. BAŞKAN - Hiç böyle işaretle de olmaz bu iş
yani!.. Gecenin bu saati, bütçeden sonra... Efendim, Anavatan Partisi Grubu adına
Sayın Işın Çelebi; buyurun. ANAP GRUBU ADINA IŞIN ÇELEBİ (İzmir) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; öncelikle, gensoruyu veren arkadaşlara,
böyle bir dönemde ekonomik programın tartışılmasına vesile oldukları için
teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar) Ayrıca, gensorunun bütçeyle aynı güne
gelmesi de çok ilginç bir rastlantı. Bu anlamda, ben, bu müzakereyi, gelecek
açısından bir özeleştiri niteliğinde değerlendiriyorum ve bu gensorudan, bu
tartışmalardan maksimum ölçüde faydalanacak şekilde değerlendirilmesinin doğru
olduğu kanaatindeyim. Burada, sabah yapılan konuşmaları da
değerlendirdikten sonra ve gensoru metnini dikkatle okuduğum zaman, çok net
olan bir şey var: Kendimizi geçmişteki tartışmaların içine çekmeden ve
kendimizi geçmişle ilgili yaptığımız çalışmalardan aklamaya çalışmadan,
geleceğe dönük birtakım öneriler getirmemiz ve geleceği tartışmamızda büyük
yarar var. Çok net olan bir şey var; Türkiye, yüksek enflasyon ortamında, ciddî
bir tahribatla karşı karşıyadır. Bu yüksek enflasyon ortamında devam edemez. Ne
yazık ki, gensorunun en önemli noktası, eleştiri niteliği ağır olması; ama,
geleceğe dönük hiçbir çözüm içermemesidir. Bilgili ve becerikli arkadaşlarımızın
verdiği gensorunun ve bütçe konuşmalarındaki nitelikli çıkışların öfke
ağırlığının fazla olması, bize, özeleştiri yapma imkânını kısıtlamaktadır. Ben
arzu ediyorum ki, bugün sabah 11.00'den bu yana yapılan görüşmeler, Türkiye'nin
çok önemli bir dönemeç noktasında olduğu bir tarihî anda, geleceğe ışık
tutmalıdır; çünkü, uzun zaman süren yüksek enflasyon ve istikrarsız büyümeyle
bugünkü ortamdan çıkmak mümkün değildir. Evet, bugün faizler yüzde 100'ün
üzerindedir. Bence, bu, hepimizin dikkatle değerlendirmesi gereken önemli bir
noktadır. Şunu belirtmek isterim: Akıllı
arkadaşlarımızın verdiği gensoruda, bugün, sabahtan bu yana
"bilmiyorsunuz”, “öğrenin”, “ne anlarsınız" gibi kavramlarla
karşılıklı tartışmalar yapılmaktadır. "Bıraktığımız Türkiye böyleydi,
bugün Türkiye budur" gibi birtakım tartışmalar gündeme getirilmektedir.
Ben kimseyi burada mahcup etmek istemiyorum, somut gerçekleri ve doğruları
söylemek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, bu yüksek enflasyon
devam ettiği sürece, bu yapısal sorunlar derinleştiği sürece, istikrarsız
büyüme ortamında, Türkiye'de, biz, fakirliği önleyemeyiz, Türkiye'nin
büyümesini sağlayamayız; Türkiye'nin büyümesini sağlayamadığımız sürece de
sosyal dengeleri oluşturamayız. Bakın, Polonya'yla, Macaristan'la,
Çekoslovakya'yla, Avrupa Birliğine aday birçok ülkeyle yaptığımız
karşılaştırmada, yabancı sermaye girişi açısından da değerlendirdiğimizde, bu
ülkelere yılda 3 milyar dolar yabancı sermaye girerken Türkiye'ye 1 milyar
doların altında girmektedir. Neden diye düşündüğümüzde, bu eski merkezî Doğu
Avrupa ülkelerine 3 milyar doların üstünde yabancı sermayenin girmesinin,
Türkiye'ye girmemesinin temel nedeni, Türkiye'deki yüksek enflasyon ortamıdır.
Türkiye'deki fiyatlar, ne yazık ki, yüzde 100'lerden 1998'de yüzde 50'lere
indirilmiş, 1999'da tekrar yüzde 60'lara çıkmış ve bugün yüzde 40'lar
seviyesine çekilebilmiştir. Bunun faturası, elbette, zor ve ağırdır; ama, bu
yolda devam etmek ve Polonya'nın, Çekoslovakya'nın, Litvanya'nın,
Macaristan'ın, Yunanistan'ın enflasyon rakamlarına inmek gerekir. Polonya'da,
Macaristan'da enflasyon yaklaşık yüzde 10 düzeyindedir. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, bir Polonya'nın, bir Macaristan'ın yüzde 10 düzeyinde enflasyona sahip
olduğu bir kulvarda yüzde 40 enflasyonla gidemez. Kişi başına millî gelir açısından
baktığımızda da, durum, ne yazık ki, Türkiye açısından hoş değildir. 1991
yılında, Türkiye'nin kişi başına millî geliri 3 000 dolar düzeyindeyken, bugün
yine 3 000 dolar düzeyindedir. Türkiye, geçtiğimiz dokuz, on yılda patinaj
yapmaktadır. Bunu aşmanın yolu, bu yüksek enflasyon ortamından çıkmaktan
geçmektedir. Faiz oranları açısından da bakarsanız,
aynı tabloyla karşılaşırız. Ben, şunu söylüyorum: Türkiye'de, ne yazık
ki, 1994'te başlayan kriz ortamı devam etmektedir ve bugün, içinde olduğumuz
nokta, bu, kendini yeniden bir başka biçimde göstermektedir. Evet, yönetim hataları yapılmıştır.
Açıkyüreklilikle özeleştirilerimizi yapmamız lazım. Cari işlemler açığıyla
ilgili tedbirler alınmamış olması ciddî bir eksikliktir.Buradaki eleştirilere
katılıyorum ve saygı duyuyorum. Ancak, bu yapısal sorunlar devam ettiği sürece,
biz, bu yapısal sorunların devam etmesini, bu sorunları, aramızdaki çekişmeler
nedeniyle -Parlamentodaki siyasî partilerin tümü olarak kastediyorum-
aşamayacağız. Biz, piyasaların etkin çalışmasını sağlamak zorundayız. Biz,
devletin, artık, teknik devlet haline gelmesini temin etmek zorundayız. Biz,
rekabet gücünü artırmak ve devletçi bir ekonomi mantığını terk etmek
zorundayız. Evet, hükümet içinde tartışmalar var;
çünkü, devletçi ekonomiyle piyasa ekonomisi arasındaki anlayışların çatışması
olduğu için var. (FP ve DYP sıralarından alkışlar[!]) Bu, reddedilebilir bir
durum değil; ama, bunu, Türkiye olarak
aşmamız lazım. Bu, sadece hükümet içindeki bir mesele değil, Türkiye'nin
meselesi. Bu, Türkiye'de toplumun içinde olan olay, hükümete de yansıyor, Parlamentoya
da yansıyor. Bir özelleştirmede mesafe alamıyoruz. Neden; 1994'te Özelleştirme
Kanununu hep beraber yaptık, kamu bankaları iki yılda özelleştirilecek dedik;
ama, özelleşmedi. Keşke özelleşseydi; bugün, 20 milyar dolarlık bir görev
zararıyla karşılaşmazdık. Bu, istediğimiz sonuçlar değil, arzu ederek
yaptığımız işler de değil. Evet, bugün, IMF kapısına yeniden geldik;
ama, bakın, ben, size bir bilgi vereceğim: 3 Nisan 1985'te, Türkiye, IMF'yle
bütün ilişkilerini kesti. Ne zaman; 5 Nisan 1994'te kadar. Yaklaşık dokuz sene,
IMF'nin yönetiminde Türkiye yönetilmedi ve Türkiye, o dönemde çok başarılı bir
süreç yaşadı. Bugün, yeniden IMF'nin kapısında olmamız, Türkiye'deki yapısal
sorunların çözülmemesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye, özelleştirmeye hız
vermek zorundadır. Türkiye, bu enflasyonu tek haneli rakama indirmek
zorundadır. Bunları yapmadığı sürece, her yıl istikrarlı bir büyüme çizgisi
yakalamadığı sürece, Türkiye, kişi başına millî gelirini yükseltemez. Değerli arkadaşlarım, bu özeleştiriyi yapmamız
lazım, hep beraber yapmamız lazım. Eğer, Türkiye, kamu kesimi finansman açığı
problemini çözemezse; Türkiye, cari işlemler açığı problemini çözemezse, sosyal
dengelerini kuramaz, gelir dağılımını düzeltemez. Türkiye, bunları yaparken,
aynı anda demokrasisini genişletemezse ve kökleştiremezse, çoğulcu ve katılımcı
demokrasiyi bu toplumda geçerli kılamazsa, hukuk devleti ilkelerini
çalıştıramazsa, insan haklarını bu ülkede geçerli hale getiremezse, rekabet
gücünü artıramazsa ve piyasaları etkin hale getiremezse, bu ekonomik programda
da başarılı olamaz. (FP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, bunlar birbiriyle
son derece iç içe olan meselelerdir, birbirinden bağımsız meseleler değildir.
Demokrasi orada ayrı bir konu, ekonomideki kamu kesimi finansman açığı ayrı bir
konu değildir. Piyasaların gelişmesi burada bir başka konu, rekabet gücünün
artması bir başka konu değildir. Bilgi ve iletişim çağında, bu teknolojinin
gelişiminde bilgi önemli bir unsur haline gelmiştir. Bu şartlarda, artık, devlet,
baba olmaktan çıkmalı, teknik devlet konumuna gelmelidir. Bu noktada
piyasaların yeniden düzenlenmesi ve kamunun ekonomideki ağırlığını minimuma
indirmemiz şarttır. Bu bakımdan, ben, bu özeleştiriyi
yaparken, herkesi kapsayan çözümleri de tartışmaya açmamız gerektiği
kanaatindeyim. Türkiye olarak, bu derinleşen ekonomik krizde -iki defa krizi yönetmiş bir arkadaşınız olarak
söylüyorum; 90 yılında Körfez krizini, global krizde, 97-98'de de Türk
ekonomisini yönetmiş bir arkadaşınız olarak söylüyorum- daha soğukkanlı olmamız
lazım yönetim olarak, daha bir dayanışma içinde olmamız gerekiyor, sorunları
biriktirmeden, hızlı çözmemiz gerekiyor ve açık ve şeffaf olmamız gerekiyor. Değerli arkadaşlarım, Türkiye, ekonomi
politikasındaki tercihini doğru yapmıştır; ama, eksik yapmıştır. Doğru olan
şudur: Bu enflasyonu indirmesi gerekir. Eksik olan yanı şudur: Türkiye,
istikrarlı bir büyüme çizgisini yakalamak zorundadır ve sosyal dengesini
gözeterek, toplumdaki kesimlerin desteğini alarak yürümek zorundadır. Bu anlamda,
Türkiye'nin, önünde, atması gereken çok önemli adımlar vardır. Ben, bugünkü güven ortamını yeterli
görmüyorum. Türkiye'de, ekonomi yönetimi açısından son onbeş yirmi gündür güven
ortamı kaybolmuştur. Bunu yeniden oluşturmak zorundayız. Tek haneli enflasyona
ve istikrarlı bir büyüme çizgisine gelene kadar Türkiye, büyük ve gelişmiş bir
Türkiye projesinin veya resminin hangi noktada oluşacağını dikkate alarak adım
atmalıdır. Avrupa Birliği yolundaki adımlar, bence, vazgeçilmez adımlardır.
Sayın Aydın Menderes'e katılmıyorum. Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği
üyeliği, Türkiye'nin hedefi olmalıdır. Türkiye ya Avrupalı bir ülke olacaktır
ya klasik Ortadoğu ülkesi olacaktır. Bunlar arasında çok ciddî bir tercihle
karşı karşıyadır. Benim şahsî tercihim, Türkiye'nin bir Avrupalı ülke
olmasıdır; çağdaş, demokrat ve ülkesinde hukuk devleti ilkelerinin uygulandığı,
gelir dağılımının düzgün olduğu, gelişmiş bir ülke olmasıdır. Ben, Irak ve
Suriye gibi bir Türkiye tahayyül edemiyorum. Ben, bir Almanya, bir Fransa, bir
İngiltere'deki refah düzeyinin olduğu, büyümenin kalitesinin ve standardının
eşit dağıldığı bir ülkeyi özlüyorum ve bu nedenle de, böyle bir ülke için,
Türkiye için, Avrupa Birliği yolunun önemli olduğuna inanıyorum. Bu anlamda, ben, gensorunun bu yoldaki
engellere dönük verilmesini temenni ederdim; bu Parlamentonun bir bütün
olmasını temenni ederdim. Ben, bu sürecin, Türkiye'de oluşacağına inanıyorum.
Onun için, özeleştiri yaparken tribünlere oynamadan, propaganda yapmadan, bilim
ve akıl doğrultusunda çözümler üreterek yürümemiz gerekir. Bu anlamda, bir örnek sektörden
bahsedeceğim; enerji sektöründen. Uzun vadeli düşünmenin gerekli olduğu bir
sektör. Geçmişte uzun vadeli düşünmediğimiz için, Türkiye, bu anlamda atacağı
adımları bugün yeterince atmıyor. Gerçekten, bugünkü yönetimdeki arkadaşların
sorumluluğu bence minimum ölçüde; sorumluluk geçmişten geliyor. Türkiye'de, enerji sektöründe arz artışı,
yıllık ortalama yüzde 8 olması gerekirken; 1983-1991 yılları arasında arz
artışı yüzde 12 iken; 1992-1997 yılları arasında bu yüzde 4'e düşmüş; 1994'te
bu yüzde 2 civarında olmuş; 1995'te 0,5; 1996'da da 1,5 civarında olmuş. Türkiye'de enerji sektöründe yatırımlara
ayrılan ödenekler, 1993 ile 1990 yılları arasında yıllık 472 milyon dolar iken;
bu, 1991 ile 1994 yılları arasında 236 milyon dolara, daha sonra da 200 milyon
dolara düşmüş. Buradan şunu anlatmak istiyorum:
Türkiye'nin yatırımlarına, özellikle, enerji gibi temel sektörlerde öncelik
vermek gerek; buradaki birikimi iyi kullanmak, potansiyeli iyi değerlendirmek
gerek. 29 projenin iki yılda önü açıldı, 22 proje şu anda beklemede. Umuyorum
ki, Türkiye'nin bu alandaki bürokratik engellemelerinin, artık, sonu gelir. Türkiye'nin kaynak yetersizliği problemini
çözmek açısından, yabancı sermaye girişini hızlandıracak altyapıyı hazırlamak
lazım. Bu konuda, enerji sektöründe, yabancı sermaye ve özel kesimin Türkiye'ye
daha fazla yatırım yapabilmesi için gerekli yasal altyapının tamamlanmış olması
çok önemli bir avantaj; bu avantajı kullanmamız lazım. Ancak, tarımda sulama
projelerinde ödenekler bu sene -2001 yılı için söylüyorum- yüzde 4 oranında
geriliyor. Sulama projeleri çok önemli. Türkiye'nin geleceği açısından,
tarımdaki sulama projelerinin hayatî önemi var. Bu konuda inanıyorum ki, sulama
projelerine, enerji projeleri kadar öncelik verilecektir. Değerli arkadaşlarım, bankacılık
sektöründeki eleştirilerin, geçmişten bu yana gelen birikimlerin, sorunların
hepsini tartışabiliriz. Ancak, Bankacılık Kanunu ve Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurulunun kurulması önemli bir avantaj getirmiştir. Açıklık,
şeffaflık isteyen, malî sektörde disiplin isteyen önemli bir süreç başlamıştır. Malî sektördeki güç,
malî sektördeki disiplin, ekonomideki başarıyı da beraberinde getirecektir.
Ancak, piyasalarla inatlaşmadan yürümek gerekir. Piyasalarla inatlaşmak,
ekonomide sorun yaratır. Bu anlamda geleceği değerlendirirken, mutlaka malî
sektörün açıklık ve şeffaflık anlamında yenilenmesini ve gelişmesini temenni
ediyorum, derinliğinin artmasını temenni ediyorum. Cari işlemler açısından Türkiye'nin
ihracatını geliştirmek gerekiyor. Türkiye, ihracatını ve üretimini artırmadan
ve cari işlemler açığı sorununu çözmeden, yani, kamu kesimi finansman açığı
-yani, iç denge- ve cari işlemler açığı -yani, dış denge- problemini optimum
ölçüde çözmeden, Türkiye'nin piyasalarını geliştirme şansı fazla yoktur. Bu nitelikleri itibariyle, Türkiye, 21
inci Yüzyıla, hangi anlayışla yönetileceğini bilerek ve geleceği kazanarak,
rekabet gücü yüksek, piyasaları gelişmiş, bilgi ve iletişim teknolojisini genç
nüfusuyla beraber kullanan, girişimci gücünü kullanan, geliştiren bir anlayışla
ve biraz önce belirttiğim gibi, eski tarz alışkanlıklarla ve tribünlere oynayan
bir politika tavrıyla değil, çoğulcu demokrasi, katılımcı bir anlayışla, hukuk
devleti ilkeleriyle yürüyecektir. Bugün, bu gensorunun, bütçeyle beraber,
her ne kadar öfkeli bir ortamda tartışmalara yol açtıysa da, yeterince
konuların üzerinde tartışmayı derinliğine yapamadıysak da, geleceğe umutla
bakmamıza neden olacak başlangıç olmasını diliyorum. 2001 yılının ekonomik anlamda zor bir
dönem olacağını görüyoruz. Özellikle ilk altı ayda reel sektörün ciddî
sorunlarla karşılaşma ihtimaline karşı, başta Para Kredi Kurulu, Yüksek
Planlama Kurulu gibi kurumların ve hükümetin bu konulara duyarlı olup,
istikrarlı bir çalışma temposuna girmesinin, sorunları anında ve biriktirmeden
çözmesinin, gelecekte büyük hayırlar getireceğine inanıyorum. Bu nedenle, bu
önergeyi veren arkadaşlarımıza yeniden teşekkür ediyor; ancak, bu gensoru
önergesine hayır oyu vereceğimizi, Türkiye'nin siyasî istikrarının çok önemli
olduğunu, ekonomik ve sosyal istikrar açısından siyasî istikrarın kaçınılmaz
olduğunu belirtiyorum. Bu nedenle, verilen gensoru önergesinden, özeleştiri
anlamında yararlanılması gerektiğine; ancak, Türkiye'deki istikrarın mutlak
gerekli olduğu mantığıyla da hayır oyu verilmesi gerektiğine inanıyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP, MHP ve
FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelebi. Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu
adına, İzmir Milletvekili Ufuk Söylemez'de. Buyurun Sayın Söylemez. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
ekonomik krize ilişkin gensoru önergesiyle ilgili olarak, Doğru Yol Partisi
Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi,
konuşmamın başlangıcında, şahsım ve Doğru Yol Partisi adına, en derin
saygılarımla selamlıyorum efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, gensoruyla ilgili
olarak, az önce, Milliyetçi Hareket Partisinin Değerli Grup Başkanvekilinin
değindiği hususlara ilişkin kısa bir açıklama yaparak, ana konuya geçmek
istiyorum. Bu gensoru önergesi, zamanlaması ve tercihi bize ait olan bir önerge
değildir. Bu önerge, ülkenin krize ne zaman gireceğini planlayamadığımız için,
bizim tarafımızdan da planlanmamıştır. Bu önerge, faizlerin yüzde 2000'lere
çıkıp, 7 milyar doların Türkiye'den ne zaman kaçacağını bilemediğimiz için planlanamamıştır.
O yüzden, kusura bakmayın. Bu önergeyi, biz, planlayıp verdiğimiz zaman, 7,2
milyar dolar döviz, on gün içerisinde Türkiye'yi terk etmiş, gecelik faizler
yüzde 2000'e fırlamış, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası tarihinin en büyük
düşüşlerinden birini yaşayarak onbinlerce borsa yatırımcısının servetlerinin
yarısından çoğunu eritmişti. Hükümetin, önlem almasını, müdahale etmesini
bekledik. Bir hafta sustuk ve böyle bir ekonomik krizde yangına körükle gitmek
bize yakışmaz, sorumlu ve sağduyulu olalım, bekleyelim dedik; ama, hükümet, hem
teşhiste hem müdahalede geç ve yetersiz kaldı. Bizim, milletten aldığımız
vekâlet, iktidarın hoşuna gitmeyecek önergeleri vermemek değildir; aksine,
bunların zamanlamasını doğru yaparak, zamanında ve yerinde vermektir. İşte, o
nedenle, 1 Aralık günü, arkadaşlarımızın imzasıyla bu önergeyi Meclise sunduk;
ancak, yapılan Danışma Kurulu toplantısında, bankalarla ilgili gensoru
önergesiyle bu gensoru önergesinin bir araya gelmesinin kavram kargaşası
yaratacağı ve iki gensoru önergesinin aynı gün görüşülmesinin mümkün olmadığını
görünce ve aynı zamanda da, IMF'le yürütülen görüşmelerde bir sonuç alınması
ihtimali belirince, biz, önergemizi geri çekerek, bir hafta süreyle bekledik ve
verdik. Dolayısıyla, Sayın Vural'ı elbette mutlu edemedik, biliyorum, biz de,
bütçeyle aynı gün görüşülmesinden çok mutlu değiliz; ama, krizi yaratan biz
değiliz, Türk ekonomisini çıkmaz sokağa sokan biz değiliz. Dolayısıylada “niye
gensoru önergesi verdiniz; bu ne biçim zamanlama” şeklindeki eleştirinize
katılmak mümkün değil Sayın Vural. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği
gibi, Türkiye, son günlerde hem iç hem de dış meselelerinde giderek derinleşen
ve aleyhine gelişen olaylar karşısında yalnızlığa, sosyal, ekonomik ve siyasal
bir karmaşaya doğru sürüklenmektedir. Giderek derinleşen ve idaresi zorlaşan,
yönetilemeyen bir ekonomik kriz, hükümetin tutarsız makroekonomik
politikalarıyla, ülke ekonomisini gerçekten de tam bir çıkmaz sokağa sokmuştur.
Ülkenin içerisine sokulduğu bu ekonomik çıkmaz ve gidişattan, biz, Doğru Yol
Partisi olarak, gerçekten kaygı duyuyoruz. O nedenle de, bu gensoru önergesini
vermeyi bir millî görev, ekonominin millî çıkarlarına uygun bir görev olarak
kabul ediyoruz. Değerli milletvekilleri, daha geçen hafta,
büyük bir kriz yaşandı. Bugün, iktidar sözcülerinin söylediklerine bakılırsa,
ortalık güllük gülistanlık, her şey kontrol altında, Sayın Genel Başkanımız
Çiller Hanımefendinin anlattığı fıkradaki gibi her şey kontrol altında. Sayın
Ecevit, Sayın Başbakan “her şey kontrol altında” diyor, sayın iktidar sözcüleri
de “merak etmeyin, “her şey kontrol altında” diyorlar; ama, gelin görün ki,
bunu piyasalar anlamıyor. Çok bilinen bir fıkrayı hatırlatarak
gecenin bu ilerleyen saatinde konuşmama devam etmek istiyorum. Adamın biri
kendisini arpa sanırmış, darı sanırmış. Gitmiş psikiyatr doktora, tedavi olmuş.
Doktor "sen iyileştin, gidebilirsin" demiş. Adam, ertesi gün yine
gelmiş, alı al moru mor, demiş ki "sayın doktor, ben iyileştim, artık
kendimi arpa, darı zannetmiyorum; ama, gelin görün ki, bunu dışarıdaki
tavuklara anlatamıyorum." İşte, siz “her şey iyi” diyorsunuz ama
“piyasalar kontrol altında” diyorsunuz ama: bunu, iç ve dış piyasalar, döviz
piyasaları, borsalar ve piyasanın aktörleri hiç anlamıyor. (DYP sıralarından
alkışlar) Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin
içborcu ne kadar biliyor musunuz; Türkiye'nin içborcu 32 katrilyona dayanmış,
dolar bazında 46-47 milyar doları geçmiş. (DSP sıralarından "Kim
yaptı" sesleri) Evet... Kim yaptı; söyleyeceğim. İçborcun bu sene yüzde kaç arttığını
biliyor musunuz; yüzde 40'a yakın. Kim yaptı? Daha geçen hafta, bu ülke
sevinerek, bayram yaparak, aslında üzülmesi ve düşünmesi gerektiği şekilde,
birbuçuk yıl gibi kısa vadeli, dolar bazında yüzde 7,5 faizle 7,5 milyar dolar
borçlanmadı mı?! Bu borç, yatırım için mi gelecek; fabrika mı kurulacak bu
parayla; yoksa, kaçan dövizlerin yerine ikame mi edilecek; yoksa, ithal
cennetine dönüşen Türkiye'de, ithalatı finanse etmek için, ithal otoları finanse
etmek için mi kullanılacak?! Değerli milletvekilleri, kura baskı yapan
politikalar, kiraları yasaklayan narh anlayışları, ücretlere, tarım ürünlerinin
fiyatlarına ve KİT ürünlerinin mal ve hizmet fiyatlarına yasak ve narh koyan
politikalarla enflasyonu belli bir yere kadar indirebilirsiniz; ama, o belli
bir yer, işte, yüzde 40'ların altına düşmemektedir. Yaşanan ortalama enflasyon
56'dır. Yaşanan ortalama enflasyonun 56 olduğunu da, zaten, Maliye Bakanımız,
yeniden değerleme katsayısını 56 olarak tespit ederek ortaya koymuştur; ama,
çekilen onca sıkıntı, fedakârlık ve onca yoksullaşma, maalesef, bir arpa boyu
bile yol gidilemediğinin göstergesidir. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Dolar bir gecede
15 000'den 45 000'e çıktı; onu söyle! BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın. H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, az önce, MHP'nin değerli sözcüsü “eksi 6,4 değil 1999'daki
büyüme” dedi; herhalde, Devlet İstatistik Enstitüsü kendilerine bağlı olduğu
için öyle konuştu; ama, 6,4 gayri safî millî hâsıladaki küçülme. İsterseniz,
bunu teyit etmek için de, bugün hükümetin dağıttığı 2000 yılı ekonomik
raporunun 15 inci sayfasına bakmanızı tavsiye ederim. (DYP sıralarından
alkışlar) İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Fırsatı
olmamıştır... Bakmaya fırsatı olmamıştır... Hükümetin bir kanadının yaptığını
diğer kanadı bilmiyor. H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Tabiî ki,
Devlet İstatistik Enstitüsünün MHP'ye bağlı olması, sizin bu rakamları doğru
söylemenizi gerektirmez. Eğer öyle olsaydı, bakın, nüfus sayımını bu ülke doğru
dürüst yapardı, hâlâ nüfus sayımı sonuçları açıklanmadı. (DYP sıralarından
alkışlar) Değerli milletvekilleri, ne oldu da,
Türkiye'de, borsa bir ayda 14 000'lerden 7 000'lere düşerek, onbinlerce
yatırımcıyı ve servetlerini yok etti?! Ne oldu da, gecelik faizler yüzde 2
000'lere fırladı ve ne oldu da, 12 tane bankanın 11 tanesi Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonuna devredildi?! Ne oldu da, çiftçinin çiftine çubuğuna, traktörüne
haciz geldi?! Ne oldu da, esnaf ve sanatkârın, Bağ-Kur borçları, Halk Bankası
borçları nedeniyle yüzü gülmüyor; küçük ve orta boy işletmeler çek ve
senetlerini ödeyemiyorlar ve sokaktaki insanların, emeklinin, dargelirlinin,
memurun yüzü gülmüyor?! Daha geçen hafta, onbinlerce kamu çalışanı, sendikalı,
emekli, memur, işçi sokaklarda, hükümetin ekonomik programını ve uygulamalarını
protesto ederek, aş istediler, ücret istediler ve insanca yaşam koşulları
istediler. Ne oldu da, bu toplum bu hale getirildi?! Ne oldu da, son beş yıldır
dolar bazında ihracatını artırabilen Türkiye, ilk kez, dolar bazında ihracatını
geriletti?! İhracat, başta tekstil sektörü olmak üzere can çekişiyor. Yabancı sermaye... Sayın Oktay Vural
yabancı sermaye izinlerinden bahsetti; izin ile net yabancı sermaye girişi
arasında dağlar kadar fark vardır Sayın Vural, gerçekleşen yabancı sermaye son
yılların en düşük düzeyindedir, bunu belirtmek isterim. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Eksi 1...
Eksi 1... Tersine çıkıyor... H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Değerli
milletvekilleri "enflasyon yaz aylarında eksiye düşecek" dediniz,
enflasyon, ortalama çarşı-pazar enflasyonu yüzde 56 oldu. Şimdi de diyorsunuz
ki "enflasyon, 2001 yılında yüzde 10 olacak” Buna, bunu söyleyen bakanlar
dahil, Türkiye'de kim inanır?! Evet, enflasyon, 2001 yılında yüzde 10'a
düşebilir; ama, ilk üç ay için, yani, kurulan yıllık enflasyon hedeflerinin, üç
dört ay içinde aşılması kaçınılmazdır. Bugün yapılan, krizin ertelenmesi,
devalüasyonun biriktirilmesidir. Değerli milletvekilleri, elimde,
Türkiye'ye ve dünyaya en büyük krediler açan uluslararası yatırım bankalarının
raporlarından ve notlarından örnekler var. UBS Warburg, Deutsche Bank ve
Morgann Stanley, bakınız, ne diyorlar; bir hafta önceki raporlar:
"Türkiye, devalüasyon riskini biriktirmektedir, sert ve acil önlemler
alınmalıdır. Merkez Bankası ve Hazinenin yapabileceği bütün politika
seçenekleri tüketilmiştir, acilen IMF'in yardımı SOS gerekmektedir" UBS
söylüyor, Deutsche Bankınki de benzer bir şey. Değerli milletvekilleri, yabancı sermaye
gelirken insanlar alkışlar; ama, giderken "niye gitti" diye kızmamak
lazım, sebebini düşünmek lazım. Bakınız "özelleştirme" dediniz,
bu hedefleri yüzde 50 tutturamadınız; "Telekom özelleşmesi" dediniz,
bizi 1994'ten beri yıllarca engellediniz, bu ülkenin milyarlarca dolarlık
gelirini, milyarlarca dolarlık imkânını engellediniz ve bugün, geleceğinizi,
kuşa çevirdiğiniz Telekomun özelleştirilmesinden umar ve bekler hale
getirdiniz. (DYP sıralarından alkışlar) İSMET ATTİLA (Afyon) - 4 milyar dolar... H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, bakınız, Türkiye'de hükümet ve ekonomi yönetimi o kadar panik
içinde, o kadar inisiyatif ve kendine güvenden uzak ki, artık, uzaktan
kumandayla yönetilir hale gelmiş. Eylül ayında, IMF görevlisi Carlo Cottarelli,
yetkisini ve bana göre haddini de aşan açıklama ve beyanlarda bulundu. O zaman
Sayın Başbakan, Başbakanlıkta kameraların önüne geçti ve şu konuşmayı
yaptı:"Yabancı kuruluşlar bize politika dikte ettirmesin." Aynı Sayın
Başbakan, aradan iki ay geçmeden, bu kez Dünya Bankası Başkanının mektubunu,
hem de "bu hafta toplanın, şu kararları alın" dediği mektubunu,
övünerek açıkladı ve Dünya Bankası Başkanının âdeta talimat niteliğindeki bu
mektubundaki işleri aynen yerine getirdi. (DYP sıralarından alkışlar) Bu, ne
çelişkidir; bu, ne yaman çelişkidir! İki ayda bu ne değişikliktir! Hani yabancı
kuruluşlar bize politika dikte ettiremezdi?! Hani Carlo Cottarelli'ye haddini
bildirmiştiniz?! Değerli milletvekilleri, iki tür de
yanlış; yani, yabancı kuruluşlarla elbette, haysiyetli, ülke çıkarlarına, ülke
gerçeklerine uygun programlar yapılabilir; ama, bugün uygulanan program,
Tablita programıdır; Uruguay'da, Şili'de, Arjantin'de uygulanmıştır; para
kurulunun maskeli halidir; örtülü para kurulu vardır. Bu, ithalatı patlatır. Bakınız, Türkiye'de, gümrük birliğine
girdiğimiz, ithalatın patladığı denilen sene 1996'dır. 1996 yılında Türkiye'de
satılan her 100 otomobilin sadece 20 tanesi ithaldi, 1997'de bu yüzde 30,
1998'de yine yüzde 33'ler civarındaydı; yani, hiçbir zaman yüzde 25- yüzde
30'un üzerine çıkmamıştı. Bugün Türkiye'de, kasım ayı itibariyle, satılan her
100 otomobilin yaklaşık 57-58 tanesi ithaldir. Yani, siz "24 milyar dolar
rezervimiz var" deyip, kısa vadeli sıcak sermaye hareketiyle, yani, sıcak
parayla gelen, sizin olmayan dövizlere güvenip de ucuz döviz satarsanız,
yabancı bankalar, bu raporlar üzerine, güven krizi nedeniyle, likidite krizi
nedeniyle ülkeyi terk ederler ve reel gelirleri düşen memur, emekli de, gider bankalardan
"yüzde 1-2'ye düştü, ne güzel, faizler düştü" diye tüketici kredisi
alır ve bugün o tüketici kredisi alanların hepsine de bankalardan birer mektup
gider "yüzde 2'yle aldığınız kredi aylık yüzde 10'a çıkarılmıştır..."
Bu bir soygundur. Bu, fakiri, yoksulu, fukarayı tuzağa düşürmektir. (DYP
sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, yüzde 1 000'lere,
2 000'lere çıkan faizler, Türk ekonomisinde sadece malî sektörü vurmamıştır,
reel sektörü de vurmaktadır. Krediler kesilmiştir; haberiniz var mı?! Yüzde
500'le, yüzde 400'le gecelik krediler geri çağrılmıştır bankalar tarafından;
haberiniz var mı?! Sanayici üretim planlamasını ertelemiştir; ihracatçı ihracat
kapatırken zorlanmaktadır. Bu krizin etkilerini önümüzdeki aylarda
göreceksiniz. Önümüzdeki aylarda bir şey daha göreceğiz;
bu program, kredibilite kaybına uğramıştır; bu program, itibar kaybına
uğramıştır; Hazine ve Maliye bütçesine büyük yük getirecektir. Artık, sizi
kurtaracak, size yüzde 30 faizle katrilyonlarca lira para bulacak Demirbank da
yok. Dolayısıyla, 2001 yılı bütçesinde, Hazinenin, böyle yüzde 25-30'larla bir
birbuçuk yıl vadeli bono satabileceğini, aklı başında, ekonomi bilen kimse
tahmin edemiyor. Bunun sebebi de sizsiniz. Yılın başında, abartılmış propagandalarla,
hükümet yanlısı çevrelerin de desteğiyle, manşetlerle, birtakım sivil toplum
örgütlerini de yanınıza alarak, oluşturulan pembe tablolar ve estirilen
rüzgârlar, bugün, ters esmiştir. O gün Türkiye'de enflasyon yüzde 60 iken,
yüzde 30'la, psikolojik baskıyla, manipülasyonla bono sattırmanın bedelini,
Türkiye'ye, bugün, yüzde 1 000'lerle, 2 000'lerle borçlanarak ödeteceksiniz. Bakınız, bugün, Hazine parasız kalmıştır.
Halk Bankasının ve Ziraat Bankasının kıyıda köşede kalmış 30 milyon dolarını,
50 milyon dolarını özel arzlarla almaktadır; doğru mu Sayın Bakan?! Çünkü,
borçlanmaya çıkamamaktadır; bunun maliyeti, Türkiye'ye çok yüksek olmuştur.
(DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, az önce konuşan
Anavatan Partisinin değerli sözcüsünü ilgiyle izledim. ANAP sözcüleri bunu uzun
süredir yapıyorlar. Gerçekten de, dışarıdan dinleyen, tanımayan birisi, belki
de, muhalefet sözcüsü konuşuyor zannedebilir; ancak, Anavatan Partisinin
değerli sözcülerinin, bugünkü ekonomi yönetimini yerden yere vuran, ekonomideki
krizi tespit eden, çözüm öneren ve ekonomideki yanlışların üzerine giden
konuşmalarına, zaman zaman panellere katılarak, zaman zaman televizyonlarda ben
de bizzat bulunarak tanık oldum, yanımda da bazı konuşmalarını getirdim; ama,
koalisyon ortağı olarak, ya bu yanlışların yapılmasına engel olup, bu
yanlışların sorumluluğuna ortak olsun ya da gelsin, bu gensoruya destek versin;
tavşana kaç tazıya tut, olmaz... Koalisyon adabı ve uyumu da, uyumlu
hükümetlerde herhalde bunu gerektirir. (DYP sıralarından alkışlar) İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Bu sözün doğru. H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Doğru mu... Sonra Sayın Oktay Vural "muhalefet,
gensoruya, niye elektrik işini karıştırıyor, elektrikten bahsediyor" dedi.
Sayın Vural, sanayiî, üretim, elektriksiz olur mu?! Bu çağda elektriksiz bir
ekonomi yürür mü?! Elbette, elektriği de verecektik. Bakınız, ben, size bir
tane genelge göstereceğim -Sayın Başbakanın Ağustos 2000'de imzaladığı genelge-
bu genelgede ne deniyor biliyor musunuz: "1- Tüm sokak aydınlatmaları yarı
yarıya azaltılacaktır. 2- Ticarethane ve sanayi abonelerinde
vitrin aydınlatmaları sadece güvenlik gereklerini yerine getirecek ölçüde
yapılacaktır. 3- Tüm resmî kurumlarda gündüz az
aydınlatma yapılacak, gece güvenlik dışında yapılmayacaktır" deniyor,
deniyor... Bir sıkıyönetim bildirisi mi?! 21 inci
Yüzyılın Türkiyesi karanlığa mı mahkûm olacak? (DYP sıralarından alkışlar)
Elbette, bu gensoruda elektrik enerjisi de olacak, elektrik politikası da
olacak. Değerli milletvekilleri, kriz geçti mi?
Şimdi bakın, Merkez Bankasının bugün repo ihalesinde gecelik yüzde kaç faizle
borçlandığını biliyor musunuz; üç geceye verdiği faiz, gecelik verdiği faiz
yüzde 229,90... YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Yüzde 400 idi
zamanınızda. H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - ...geçen
hafta da bu yüzde 1 135 idi. Cumhuriyet tarihinin görmediği en büyük malî
faizi, maalesef, geçen iki hafta içinde Türkiye ekonomisine yaşattınız. Bu
gensoru verilmesin mi?! Bunlar konuşulmasın mı?! 7 milyar doların hesabı
sorulmasın mı?! Çöken borsanın hesabı, çiftçinin, esnafın hesabı sorulmasın
mı?! Konuşmayalım mı bunları?! (DYP sıralarından alkışlar) Buradan, bir çift sözüm de, hükümeti ve
hükümetin yanlış politikalarını millete rağmen destekleyen ve propaganda yapan
çevreleredir. Çok seçkin bir işadamı örgütümüz, bundan yirmi gün kadar önce,
kriz haberleri çıkmadan önce, dedi ki: “Türkiye'nin on yıl sonrasına yönelik
planlar yapıyoruz.” Büyük gazetelerimiz koca koca manşetler attılar “on yıl
sonrasını görüyoruz” diye. Değerli milletvekilleri, bırakın on yıl
sonrasını on gün sonrasını, görmüyorlardı; işte kriz, işte Türkiye'nin içine
düşürüldüğü durum! (DYP sıralarından alkışlar) Onun için, gelin, olayları
örtbas etmeden enine boyuna konuşalım. Elbette, yangına körükle gitmeyelim; bu
ülke hepimizin; ama, bu program, başından beri yanlıştır, ülke gerçeklerine
uymuyor, IMF'le yeniden müzakere edelim, bir büyük onarım programı yapalım,
hedefleri revize edelim dediğimiz zaman, bizi dinlemediniz. Bu program,
ihracatı çökertir, cari açığı 10 milyar doların üzerine çıkarır, dışticaret
açığını 25 milyar dolar yapar, ondan sonra ülkeye kriz gelir dediğimizde,
dinlemediniz. Üç yıl diye övündüğünüz program, daha
birinci yılı bitmeden, onbirinci ayında, Türkiye'yi, tarihinin en ağır ekonomik
bunalımlarından birine sürükledi. Bunu, Türkiye hak etti mi?! Bunu, Türk insanı
hak etti mi?! Bunca yoksullaşmanın, fedakârlığın karşılığı bu mu olmalıydı
vatandaşımız için, bu mu olmalıydı?! (DYP sıralarından alkışlar) Bakınız, 8 milyon icra dosyası var icra ve
iflas dairelerinde; vatandaş icraya düşmüş. 8 milyon dosyanın yüzde 40'ı, esnaf
ve sanatkâr ile küçük ve orta boy işletmelerimize ait; çeklerini, senetlerini
ödeyemiyorlar, icraya düşmüşler; kalan yüzde 40'ı da çiftçiye ait, çiftçiye! Gidin bakalım, İzmir'in köyünden
Anadolu'nun her türlü köyüne kadar, bir tane traktörü hacze uğramayan, Ziraat
Bankasından, Tarişbanktan aldığı borcu ödeyebilen çiftçi bulabilecek misiniz?!. Değerli milletvekilleri, çiftçi, tarihinin
en büyük sıkıntısı içindedir. Gelir dağılımı dediğiniz hadise, 20 dönüme kadar
olan arazilerde, dönüm başına 5 dolardır. Türkiye'de arazilerin ne kadar küçük
ve miras yoluyla ne kadar parçalanmış olduğunu hepimiz biliyoruz. 10 dönüm, 15
dönüm arazisi olana, dönüm başına 5 dolar doğrudan gelir desteği verseniz ne
olur, vermeseniz ne olur?! Onun yapacağı masraf, aldığı geliri geçiyor; bizim
itirazımız bunadır. Gelin, kapsamlı bir tarım reformu yapalım.
Gelin, kayıtdışı ekonomiyi kayda alalım. Gelin...(DSP sıralarından gürültüler) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) FARUK DEMİR (Ardahan) - Madem o kadar
becerikliydiniz, niye siz yapmadınız şimdiye kadar?!. BAŞKAN - Sayın Söylemez, toparlarsanız
memnun olurum. H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Gelin,
gelin...(DSP sıralarından gürültüler) FARUK DEMİR (Ardahan) - 1994'te ne oldu! BAŞKAN - Bir dakika efendim... Susarsanız,
hatibe eksüre vereceğim. Bir dakika... (DSP sıralarından gürültüler) İHSAN ÇABUK (Ordu) - Sayın Başkan, ne
anlatıyor?!. BAŞKAN - Sözünü kestiniz efendim; o da,
darbımesel anlatmak mecburiyetinde kaldı. Bugün hep darbımeselle geçiyor iş...
Bırakın... Buyurun Sayın Söylemez. H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Şimdi, ikide
bir 1994'e atıf yapıyorlar. Ben kendilerine diyorum ki, gelin, bu yüzyılı
konuşalım; 2001'e giriyoruz beyler... Sekiz sene öncesinin, dokuz öncesinin
eski defterlerini karıştıran müflis tüccar gibi... Bırakın onu... Bakın, ben, size bir şey söylüyorum: Bu
kürsüden, çıktınız dediniz ki: “Mevduat güvencesi yüzünden bunlar oldu.” Sayın
Ecevit, çıktı dedi ki: Ben, mevduat güvencesi getiriyorum, bir de üstüne üstlük
ne getiriyorum biliyor musunuz; bu batan bankaların batmayan bankaların
hepsinin yurt dışından kârlı zararlı, hesaplı hesapsız aldıkları tüm dış
kredilere garanti getiriyorum. Beyler, böyle bir garanti olmaz, bunun hukukî
temeli yoktur; garanti, ancak tasarruf sahibini korur. (DYP sıralarından alkışlar)
Bankanın ticarî faaliyetlerini nasıl garanti altına alırsınız? Türkiye ekonomisi kötü yönetilmektedir.
Türk ekonomisi çıkmaz sokaktadır. Fakirleşme ve gelir dağılımındaki bozukluk en
adaletsiz seviyeye çıkmıştır; buna, Türkiye'nin tahammül gücü kalmamıştır.
Gelin, hedeflerde büyük bir revizyona gidin. Gelin, 2001 yılı için koyduğunuz
bütün hedefleri yılın ilk üç ayı için değiştirin. Bakınız, bu hedefler üç ayda
aşılır, enflasyon hedefleri üç ayda aşılır, sonra, yine mahcup olursunuz; ama,
olan millete olur. Bu gensoru önergesine, Türk ekonomisini,
içine düştüğü bu çıkmazdan kurtarmak isteyen tüm değerli milletvekillerinin
katkısını ve desteğini diliyor; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum
efendim. Sağ olun. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Söylemez. OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkan... IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Vural ve Sayın Çelebi, söz
istiyorsunuz; ama, müsaade ederseniz, Demokratik Sol Parti Grubunun sözcüsünden
sonra söz vereyim. Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti
Grubu adına, Aydın Milletvekili Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu'nda. Buyurun efendim. (DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisinin, son ekonomik
gelişmelere ilişkin gensorusu üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüş ve
değerlendirmelerini açıklamak üzere söz aldım; şahsım ve Grubum adına, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, bilmiyorum, teamül müdür;
ama, yüksek aracılığınızla, bu gensoruyu veren değerli arkadaşlarımıza bir
karşı öneride bulunmak istiyorum: Gecenin bu geç saatinde, biraz önce,
heyecanlı bir tempoda vermek istediğiniz mesajları kamuoyuna verdiniz. Gelin,
bu noktada, yiğitlik sizde kalsın, bu gensoruyu geri alın. FETULLAH GÜLTEPE (Van) - Niye?! ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Evet, bu
gensoruyu geri alın beyefendiler, hanımefendiler; çünkü, siyaset, uygun
zamanda, doğru tavır alma beceri ve basiretini gösterebilme sanatıdır. İSMET ATTİLA (Afyon) - Kitapta o,
kitapta... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu
gensorunun zamanlaması yanlıştır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bankalar
battıktan sonra... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Ama,
milletin zamanlamasına uygun. Millet aç, çiftçi aç, işçi aç, esnaf aç... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Evet,
millet biliyor... Bu gensorunun zamanlaması... BAŞKAN - Sayın Kumcuoğlu, 1 dakika. Sayın Yılmazyıldız, Parlamentoda en kötü
şey, sesinizin tanınması efendim. Onun için, lütfen... Buyurun efendim. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Sayın
Başkan, bunları zamanıma ilave ediyorsunuz umarım. Bunun zamanlaması yanlıştır; çünkü, Türk
Anayasasını, İçtüzüğünü ve bu Meclisin teamüllerini iyi bilenler dikkat
edeceklerdir; gensoru, sonuç itibariyle, bir güvenoyu oylamasıyla sonuçlanır ve
bundan birkaç saat önce, bu yüce çatı altında bir güven oylaması oldu; çünkü,
bütçenin maddelerine geçiş oylaması da bir güven oylamasıdır ve bu hükümet,
bundan 2 saat önce, bu yüce çatı altında, bu Yüce Meclisten güvenoyu aldı. (DSP
sıralarından alkışlar) Yarım saat sonra tekrar güvenoyu istemek,
zamansızlıktır, uygunsuzluktur. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama, milletten
alamıyor Sayın Kumcuoğlu... TURHAN GÜVEN (İçel) - Biz, milletin hakkı
için, onu aramak için veriyoruz Sayın Kumcuoğlu. Sen, bunları daha iyi
biliyorsun ya... BAŞKAN - Efendim, lütfen, karşılıklı
konuşmayın... TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Kumcuoğlu iyi
bilir efendim, zamanında müsteşarımızdı. BAŞKAN - Olsun efendim. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu gensoru
önergesinin, ne zamanlamasının uygun ne de amacının haklı olduğunu savunmak
mümkün değildir. Evet, ekonomi, 22 Kasım tarihi itibariyle,
hiç beklenmedik bir zamanda ve beklenmedik bir biçimde, bir yüksek tansiyon
dönemine, çalkantı sürecine sokulmak istenmiştir; bunu hep birlikte yaşadık ve
hepimiz de gayet iyi biliyoruz ki, gerek siyasî gerek bürokratik kadrolar, bu
zamansız ve nedensiz yüksek tansiyonu düşürmek, ekonomi teknesini sakin sulara
çekebilmek için var güçleriyle çalıştılar. Bunun yanı sıra, ülkemizin çok uzun
bir süredir aşamadığı ekonomik sorunu çözmek, azgelişmişlik kısır döngüsünü
kırmak konusunda 57 nci cumhuriyet hükümetinin samimiyetini, kararlılığını ve
olumlu performansını yakından izleyen ve bundan etkilenen iyi niyetli ve
sorumluluk duygusu içindeki yerli ve yabancı çevreler, bu konuda bize yardımcı
olmaya çalıştılar ve oldular. Peki, değerli arkadaşlarımız ne yaptılar;
bu gerilimin en duyarlı noktasında, yani, 1 Aralık tarihinde alelacele bir
gensoru önergesi verip, yangına körükle gitmeye kalktılar. Onun için, birinci
seferde de, ikinci seferde de, bu gensorunun zamanlaması yanlıştır diyorum. Değerli arkadaşlarım, bakın, biraz önce bu
kürsüde konuşan değerli Doğru Yol Partisi sözcüsü dedi ki: "Hükümet olaya
müdahalede geç kaldı ve yetersiz kaldı." (DYP sıralarından
"Doğru" sesleri) SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Merkez
Bankası zamanında müdahale etmedi. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu konuyu
gündeme getirmeyecektim; fakat, bugün Doğru Yol Partisi adına bütçe üzerinde
konuşan değerli konuşmacı şöyle dedi: "Gelin, bu işi bize bırakın, biz bu
işi altı ay içinde çözeriz." Dedi mi; dedi... MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Üç ay,
üç ay... Çözülmedi mi?.. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Keşke,
icraatta olsaydık da, görseydiniz. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Yalnız,
ben, eski bir maliyeci olarak, 22 Kasımdan bu yana, Türkiye'de olan biten
olayları dikkatlice izliyorum. Sadece olayları izlemekle kalmıyorum, ilgili
ilgisiz herkes bu konuda ne dedi diye de, özellikle takip ediyorum. Takip
ediyorum; çünkü, acaba, bir eksiğimiz filan varsa, oradan akıl alalım, o işi
değerlendirelim ve ilgili mercileri bu konuda uyaralım diye. İSMET ATTİLA (Afyon) - Kim dinliyor seni
canım... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Ve ben size
söyleyeyim "bu işi bize bırakın, altı ayda düzeltiriz" sözü... İSMET ATTİLA (Afyon) - Doğru yola
getiririz dedik, doğru yola... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - ... İlk
defa 1 Aralık gecesi, yine, aynı muhterem hanımefendi tarafından televizyonda
söylendi. 1 Aralık gecesi de, bize "bu işi bırakın, biz bunu altı ay
içerisinde çözeriz" dedi... İSMET ATTİLA (Afyon) - Doğru Yola
getiririz dedik. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu temelden
yanlış bir yaklaşımdı. Neden?.. Eğer, kastedilen 22 Kasımda girilen sürecin
düzeltilmesi ise, altı ay bu iş için çok uzun süre idi, bu işin azamî altı
günde halledilmesi gerekiyordu. Nitekim, bu konuşma yapıldıktan iki gün sonra,
IMF heyeti oradan yola çıktı, pazar günü buraya geldi, üç gün içerisinde olay
bitti. (DSP sıralarından alkışlar) Eğer, amaçlanan, bu ekonominin, yoldan
çıkan ekonominin tekrar rayına oturtulması ise, altı ay bunun için çok kısa
süredir. Biz, 1994'te yapılan yanlışın telafisi için altı yıldır uğraşıyoruz
da, olmuyor. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Onun için
çok dikkatli bir şekilde üç yıllık bir ekonomi programı hazırlanmıştı, bu iş o
maksatla söyleniyorsa, üç yıldan daha kısa zamanda olmaz... TURHAN GÜVEN (İçel) - El parasının sana
faydası yok. İSMET ATTİLA (Afyon) - Senden akıl alan
var mı? SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - O programa
rağmen batıyoruz. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Gündüz ki
konuşmamda dedim ki, içerikten çok retoriğe ağırlık veriliyor. Arkadaşlardan
biri sordu "retorik ne" dedi... AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş)- Bilmiyor
muymuş?.. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bilmiyormuş
efendim. Özür dileyerek dedim ki, yani bir âmiyane
tabirle, laf kalabalığı dedim. Şimdi, bugün, bu gensoru üzerinde yapılan
konuşmalarda biraz fazla laf kalabalığı oldu; çünkü, biraz önce dediğim gibi,
gensorunun zamanlaması yanlış, amacı yanlış... İSMET ATTİLA (Afyon) - Malî kriz var da,
zamanı yanlış öyle mi? ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Esasına
gelmedim, geliyorum. BAŞKAN- Efendim, karşılıklı konuşmayın.
Böyle bir âdetimiz yok Sayın Kumcuoğlu. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- Değerli
arkadaşlarım, iki hafta kadar önce malî piyasaları etkisi altına alan çalkantı
ve gerilim, yalnızca bu hükümetin veya iktidar partilerinin sorunu değildir.
Ülkemizde çeşitli bankalarda küçüklü büyüklü tasarruf hesabı bulunan
milyonlarca vatandaşımız, bizlerden, kamu hizmeti yapan herkesten, soğukkanlı,
temkinli, basiretli ve sorumluluk duygusu içerisinde davranış bekliyor. Ben, bu
yüce çatı altında görev yapan herkesin, bu anlayış, niyet ve davranış
içerisinde hareket etmesini doğal olarak bekliyorum. İSMET ATTİLA (Afyon)- Sessiz kalın da, ne
yaparlarsa yapsınlar! ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- Burada
fırsat düşmüşken, bazı hususları daha da açmak istiyorum. Kimse hesaplarını
sanal bir kriz senaryosu üzerine yapmasın. Özellikle, küçük tasarruf sahibi orta
halli vatandaşlarımıza sesleniyorum. Şu anda ülkemizde bir ekonomik krize
düşülmesi için hiçbir somut gösterge, hiçbir haklı sebep yoktur. (DYP
sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler) TANSU ÇİLLER (İstanbul)- Allah!.. Allah!..
Bundan daha somut ne olabilir ki?! İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir)- Sizin
lafınıza inananlar bütün servetini kaybetti. Bundan sonra herhalde aç
kalacaklar. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- Uygulanmakta
olan ekonomik program, ülke gerçeklerine dayandırılmış, evrensel kabullere ve
ölçütlere uygun, sağlam ve sağlıklı bir programdır. Bak, Türkiye krize düşüyor
diyorsanız... (DYP sıralarından "Düştü... Düştü..." sesleri) İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir)- Düştü...
Düştü... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- ...o zaman,
Türkiye'yi dışarıya karşı gammazlıyorsunuz derim. (DSP sıralarından alkışlar)
Ben de demagoji yaparım. Yaptırtmayın... Bana yakışmaz, size hiç yakışmaz. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir)-
Kuruluşların verdiği raporlarda yazıyor. Nasıl müsteşarlık yaptınız Maliye
Bakanlığında?! BAŞKAN- Sayın Yılmazyıldız, lütfen
efendim. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- Evet,
uygulanmakta olan ekonomik program, ülke gerçeklerine dayandırılmış, evrensel
kabullere ve ölçütlere uygun sağlam ve sağlıklı bir programdır. Şu günlerde
bazıları, vatandaşlarımızı birtakım aşırı beklentilere sürükleyip bazı
spekülatif oyunların içine çekmeye çalışacaklardır. Ne paniğe kapılın, ne oyuna
gelin; çünkü, oyuncular, bu spekülasyonların bedelini her zaman ve her zaman
amatörlere ödetirler. (DSP sıralarından alkışlar) İSMET ATTİLA (Afyon)- Onu Sayın Başbakan
söylesin, sen söyleme. Başbakan çıkıp söylesin de, duyalım. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu arada,
bulanık suda balık avlama beklentisinde olabilecek fırsatçıları da uyarmakta
yarar görüyorum. İSMET ATTİLA (Afyon) - Sana mı sordular?! ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu program,
iyi düşünülmüş, iyi hazırlanmış, iyi müzakere edilmiş bir dizi anlaşmanın
üzerine oturmaktadır ve son olaylarda kanıtlandığı gibi, sağlam destekleri
vardır. Hükümetin, bu programa, geçmişte örnekleri
görüldüğü üzere, yeterince sahip çıkmayacağı, çıkamayacağı varsayımları geçerli
değildir. İSMET ATTİLA (Afyon) - Sahibi yok bu
programın; imzası var da sahibi yok! ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Yeniden
yüksek enflasyon, yeniden yüksek faiz ve yeni bir devalüasyon beklentisi,
gerçekçi beklentiler değildir. Artık, işin rengi belli olmuştur; bu tür
hesaplar, böyle beklentiler içinde olanlar için, zararın neresinden dönülse
kârdır. Onun için, bu tanıma girenlerin, yol yakınken yanlışlarından dönmeleri,
akıllıca bir tercih olur. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Vatandaş,
şimdi telefonda söylüyor... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın
Başkan... BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Vatandaş şimdi, telefonla
bildiriyor; Erzurum'da bir köyde bütün traktörler satılıkmış... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın
Başkan, ikaz edin! BAŞKAN - Söylüyorum efendim; daha nasıl
söyleyeyim! İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Millet
şimdi, telefonla bildiriyor... Perde arkası programında... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Sayın
Başkan, benim muhatabım zatıâliniz ve Yüce Meclistir. Yoksa, bu Meclisin
münferit üyeleri değil. Lütfen... BAŞKAN - Siz de Genel Kurula konuşun
efendim, cevap vermeyin. Sayın Yılmazyıldız, birkaç gündür böyle
bir âdet edindi. (DSP sıralarından gürültüler) Ne yapayım efendim? AYDIN TÜMEN (Ankara) - Atın dışarı
efendim! BAŞKAN - Efendim, tansiyonu yükseltmeyin. Sayın Kumcuoğlu, siz devam edin efendim. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu
çerçevede, son olarak şu hususa açıklık getirmek istiyorum: Bir ülkeye zarar
vermek isteyenler, o ülke insanları için kötülük düşünenler, her zaman silaha
sarılıp, sınırlara veya kapınıza dayanmazlar. Küreselleşen dünyada, malî ve
ekonomik manipülasyon olanakları, en az ileri teknoloji ürünü ateşli silahlar
kadar tehlikelidir; hatta, zaman zaman, ondan da tehlikelidir. Onun için, bu
tür kötü niyetli kişilere ve girişimlere karşı, daima uyanık olmak, fısıltı
gazetesine ve sokak dedikodularına kulak vermek yerine, yetkili ve sorumlu kamu
otoritelerinin açıklama ve değerlendirmelerine itibar etmek en doğru iş olur. TURHAN GÜVEN (İçel) - O fısıltı gazetesi
sizsiniz! HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Biz, Türkiye'nin
dışında mıyız?! Öyle anlaşılıyor... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ben, gensorunun içeriği hakkında, vakit
yeterli olmadığı için, ayrıntılara girmek istemiyorum; fakat, benden önceki
konuşmacılar tarafından temas edilmeyen bir noktaya temas etmekte yarar görüyorum.
Gensorunun bir cümlesi şöyle: "İşte,
bu şartlar altında, Dünya Bankası Başkanının gönderdiği, âdeta, talimat
niteliğindeki mektubunu, Başbakanın kamuoyuna açıklaması, bardağı taşıran damla
olmuştur." Yani, burada, bardağı taşıran damla, Dünya Bankası Başkanının
bir mektup göndermesi değildir; Başbakanın kamuoyuna bu mektubu açıklamasıdır. Değerli arkadaşlarım, bu rejimin adı
demokrasi ve sizler muhalefetsiniz. Şeffaflıktan, saygınlıktan, açıklıktan
şikâyet edilir mi?! (DSP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından gülüşmeler) Bakın, burada, ilginç bir husus var. Ben
Maliyeden geliyorum... Bu hükümet döneminde, hiçbirimizin dikkatini çekmeyen
olaylar oluyor... İSMET ATTİLA (Afyon) - Dünya Bankası
talimat veriyor; onu okuyor, Başbakan talimatı okuyor. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Ne oluyor;
stand-by anlaşmaları imzalanmasının akabinde, hepinizin odasına, masasının
üzerine konuluyor. Bundan yirmi sene önce değil, on sene önce değil; beş sene
önce, bunu hayal etmek bile mümkün değildi. Bugün, interneti tıklıyorsunuz,
stand-by anlaşmasının metni karşınızda. İşte, bu, demokrasi yolunda atılmış,
önemli, son derece önemli bir adımdır. Artık, millet, hükümetinin, kiminle
hangi anlaşma yaptığını, bu anlaşmayla neyi hedeflediğini, bu anlaşma sırasında
ne taahhütlerde bulunduğunu, ne yararlar sağladığını açıkça biliyor. Bunun bir
tek adı vardır; demokrasi. Bundan şikâyet edilmez. İSMET ATTİLA (Afyon) - Talimat...
Talimat... MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Dışarıdan aldığınız
borçları da gösteriyor mu?.. İSMET ATTİLA (Afyon) - Acele günlüdür
diyor, şu güne kadar yap diyor; üzerinde durduğumuz o. HASAN EKİNCİ (Artvin) - Yalnız, sizi
Aydın'da kahvede dinliyorlar. Eğer gidebiliyorsanız Aydın'da kahveye sizi
dinliyorlar. Onlar daha iyi anlıyor seni. BAŞKAN - Efendim... ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Sayın
Ekinci, ben bunları bugün burada söylemiyorum; yanınızda oturan değerli
arkadaşım çok iyi bilir; ben bunları seçimden önce söyledim. Ben politikaya bir
heves olarak girmedim; ben politikaya bir vebal olduğu için girdim. (DSP
sıralarından alkışlar) AYDIN TÜMEN (Ankara) - Anlamazlar. HASAN EKİNCİ (Artvin) - Siz anlamazsınız,
o Aydın'daki kahveye gidemiyor. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Şimdi
bakın, bu Türkiye-IMF ilişkilerine de bir açıklık, aydınlık getirmekte fayda
var. Siyaset bir değişim, bir münavebe
olayıdır; üç yıl sonra, beş yıl sonra, onbeş yıl sonra bazıları muhalefet olur,
muhalefet iktidar olur, o zaman da gider IMF ile 19 uncu, 20 nci stand-bay
anlaşmasını sizler imzalarsınız. (DSP sıralarından "ihtiyaç kalmaz
inşallah" sesleri) O zaman bugün söylediklerinizi okuduğunuz veya size
hatırlatıldığı zaman müşkül durumda kalırsınız. IMF olgusunun ne olduğu
konusunu iyi değerlendirmemiz gerekir. IMF hekim gibidir, hastane gibidir. Yani,
Allah muhtaç etmesin; fakat, eksikliğini de göstermesin. (DSP sıralarından
alkışlar, DYP sıralarından gülüşmeler ve alkışlar) IMF ne zaman doğmuştur; IMF, İkinci Dünya
Harbi içinde Havana Konferansında doğmuştur, daha harp bitmemiştir... RAMAZAN GÜL (Isparta) - Şimdi harp mi var? ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Niçin
IMF'nin doğuşuna imkân veren bir konferans daha İkinci Dünya Harbi devam
ederken Havana'da toplanmıştır; çünkü, dünyada 1929 buhranı insanlığı tarihin
en büyük felaketiyle karşı karşıya getirmiştir. Çünkü, 1929 buhranına yol açan
rekabetçi devalüasyon tedbirleri İkinci Dünya Harbiyle sonuçlanmıştır ve 1929
buhranının içinden çıkamayan Hitler Almanyası, çözümü, zorda, şiddette ve
silahlanmada görmüştür. Bu şiddet, bu zor ve silahlanma tercihi İkinci Dünya
Harbiyle neticelenmiş ve milyonlarca insan ölmüş, ıstırap çekmiştir. Bunun
için, böyle bir felaketin tekrar edilmemesi için, uluslararası dayanışmaya,
uzlaşmaya ve de barışa dayanan bir çözüm düşünülmüş ve Bretton Woods
antlaşmalarıyla IMF ve Dünya Bankası kurulmuştur. Bunlar, dünyayı, gelecek
nesillerde barış içinde sürükleyebilmek, götürebilmek için alınmış
tedbirlerdir. Bugün IMF'nin varlığı, stratejileri,
hizmetleri veya misyonu tartışılabilir; ama, bu, IMF olgusunun tarih
sahnesinden silinmesiyle sonuçlanmayacaktır; tamamen aksine, eğer, böyle bir
değişiklik olacaksa, bu, IMF'nin bir dünya merkez bankasına dönüşmesi, daha
güçlenmesi biçiminde tecelli edecektir; çünkü, bugün, Türkiye ve benzeri
ülkelerin çektiği sıkıntılar, biraz da küreselleşmenin gerektirdiği bir
uluslararası merkez bankası ve uluslararası para biriminin yokluğundan
kaynaklanmaktadır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama, o hastaneye
girenin cenazesi çıkıyor!.. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Onun için,
bu tür müesseseleri, herhangi bir rasyonel irdelemeye tabi tutmaksızın tukaka
ilan etmenin hiçbir kimseye yararı yoktur. Bunlar silah gibidir, doğru
kullanırsanız doğru sonuç alırsınız, yanlış yerde yanlış biçimde tutarsanız
kendinize zarar verirsiniz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
gecenin bu saatinde sabrınızı istismar etmek istemediğim için sözlerime burada
son veriyorum ve Demokratik Sol Parti Grubu olarak bu önergeye olumlu oy
vermemizin mümkün olmadığını beyan eder, hepinizi saygıyla selamlarım (DSP, MHP
ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kumcuoğlu. OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkan, söz
istiyorum. BAŞKAN - Sayın Vural, ne hakkında söz
istiyorsunuz efendim? OKTAY VURAL (İzmir) - DYP Grubu adına
konuşan Sayın Ufuk Söylemez, benim adımı zikretmek suretiyle Yüce Heyeti yanlış
bilgilendirmiştir. Bu konuda gerçekleri Yüce Heyete beyan edeceğim. BAŞKAN - Buyurun efendim. V. –
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, DYP Grubu sözcüsü İzmir Milletvekili H. Ufuk
Söylemez’in konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkanım, bu
zamansız ve muhtevasız gensoru önergesinde verdiğim bilgiler ışığında sayın
hatip Yüce Heyeti yanlış bilgilendirmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsünün Milliyetçi
Hareket Partisine bağlı... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Millet
geç bile kaldınız diye soruyor. BAŞKAN - Hem sataşıyorsunuz hem
dinlemiyorsunuz. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan,
sataşan biz değiliz. "Muhtevasız" demek suretiyle... BAŞKAN - Efendim, istirham ederim. Ben
gördüm efendim... Rica ederim... Uyumuyorum burada... Aman efendim!.. Sonra, "yüksek sesle
konuşuyorsunuz" diye tenkit ediyorsunuz. Ne yapayım yani?.. Saat gecenin
12'si olmuş, insaf yani!.. OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın hatip,
gayrisâfi millî hâsılanın 1999 yılı verilerine ilişkin son bilgilerin, Devlet
İstatistik Enstitüsü Milliyetçi Hareket Partisine bağlı olduğundan alınmış
olacağını ifade etmiştir. Bu doğru değildir. Milliyetçi Hareket Partisinin,
kamu kurumlarının bu bilgilerini kapalı kapılar ardında kullanma alışkanlığı ve
tecrübesi yoktur. Kendilerinin bu konuda tecrübeleri var mı yok mu,
bilemem?(MHP sıralarından alkışlar) Gayrisâfi millî hâsıla ile ilgili veriler,
Devlet İstatistik Enstitüsünün bülteninden alınmıştır ve bu haber bülteni,
30.11.2000 tarihlidir. Günlük faizleri takip edenlerin, bu bültenleri takip
etmemesini, doğrusu, yadırgadığımı ifade ederim. Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır efendim. Sağ olun. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan!.. BAŞKAN - Sayın Işın Çelebi'ye söz
vereceğim efendim... Bir dakika... Sırasıyla... İstirham ederim... Sırasıyla...
Siz demediniz mi "tavşana kaç, tazıya tut." Müsaade edin... Buyurun Sayın Çelebi. 2. – İzmir
Milletvekili Işın Çelebi’nin DYP Grubu sözcüsü İzmir Milletvekili H. Ufuk
Söylemez’in konuşmasında, partilerine sataşması nedeniyle konuşması IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - Sayın Başkan, çok
teşekkür ediyorum. Doğru Yol Partisi Grubu sözcüsü
arkadaşımız, bize "tavşana kaç, tazıya tut" politikası güttüğümüzü
söyledi, koalisyon içerisindeki sorumluluğumuzu yerine getirmemizdeki
anlayışımızı sorguladı ve bunu da bir soru olarak yöneltti. Söz verdiğiniz için
teşekkür ediyorum. Biz, koalisyon içinde hükümet
sorumluluğumuzu sonuna kadar yerine getiririz ve gensoruya da takındığımız
tavır çok açık ve net; ama, doğruları söylemek de, bizim aynı zamanda
görevimiz, özeleştiri yapmak bizim görevimiz. Tribünlere oynamadan, bu ülkenin
topraklarında büyümüş, suyunu içmiş, havasını solumuş insanlar olarak, 65
milyon insana karşı sorumluluğumuz var. (DYP ve FP sıralarından "Ooo"
sesleri) Gerektiğinde özeleştiri de yapmamız gerekiyor, doğruları belirtmemiz gerekiyor;
ama, hükümet içindeki sorumluluğumuzu da sonuna kadar yerine getirmemiz
gerekiyor. Bu açıklama fırsatını verdiğiniz için, ANAP olarak temel anlayışımız
da budur, bunu da ayrıca belirtmek istiyorum. Saygılar sunarım.(ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Çelebi; çok mersi. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Söylemez, ne hakkında söz
istiyorsunuz? H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan,
Türkiye Büyük Millet Meclisine yanlış bilgi verildi, yanlış beyan var, şahsıma
sataşma var... BAŞKAN - Hayır efendim... (DYP
sıralarından gürültüler) H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Ama, efendim,
bilgiler yanlış... BAŞKAN - Hayır efendim... (DYP
sıralarından gürültüler) İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Yanlış
bilgi verildi... BAŞKAN - Zatıâliniz... Zatıâliniz... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Biz
yanlış bilgilerin düzeltilmesini talep ediyoruz... BAŞKAN - Efendim, size sataşmadılar ki,
burada, istirham ederim... (DYP
sıralarından gürültüler) Bir dakika efendim... Sayın Yılmazyıldız ne olacak şimdi, siz mi
vereceksiniz cevabı, avukatı mısınız! (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)
Yapmayın istirham ederim yani... Efendim, aşkolsun... NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) - Size yardımcı
oluyor Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, 65 milyon bizi
seyrediyor... Hayır müsaade edin efendim. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan,
adımdan bahsedilerek, yanlış bilgi verilmiştir; lütfen müsaade edin... BAŞKAN - Yerinizden çok kısa efendim,
doğru bilgi verin. Buyurun. 3. – İzmir
Milletvekili H. Ufuk Söylemez’in, İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın
konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine
atfetmesi nedeniyle konuşması. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan,
anlayışınıza teşekkür ederim efendim. BAŞKAN - Estağfurullah. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) -Şimdi, Sayın
Oktay Vural Beyefendi, İstatistik Enstitüsü rakamlarını gösterdiler; biz,
burada hangi rakama itibar edeceğimizi bilemiyoruz. Maliye Bakanlığı bütçesi
görüşülürken, Maliye Bakanımız tarafından bastırılıp, bugün dağıtılan ve
altında da İstatistik Enstitüsünden alındığı belirtilen tüm vekillerimizin
önündeki raporun 15 inci sayfasında "6,4 küçülme var" deniliyor; biz
kime inanacağız?! (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN -Teşekkür ederim, anlaşılmıştır. Sayın Bakan, buyurun. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) IV. – GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
(Devam) A)
GÖRÜŞMELER (Devam) 1. – DYP
Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın
Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven’in, yanlış
ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla Başbakan
Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin
önergesi (11/5) (Devam) DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa)- Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına Sakarya
Milletvekili Sayın Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Sayın Ali Rıza Gönül ve
İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven ve arkadaşları tarafından ekonomik
alandaki gelişmelerle ilgili olarak verilen gensoru önergesinin öngörüşmesi
nedeniyle hükümetimiz adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi, şahsım ve hükümetim adına en içten saygılarımla selamlıyorum.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye, bugün neden bir enflasyonla mücadele ve yeniden yapılanma programı
uygulamaktadır; bunu en iyi bilmesi gerekenler, ekonomide psikolojinin çok önem
taşıdığı bir ortamda neden gensoru vermektedirler? Geçen hafta bankacılık
alanında yaptığımız gensoru öngörüşmesinde de, bu yersizlik ve zamansızlık
ortadaydı. İçinde bulunduğumuz ekonomik durum, benim hükümetimin
yanlışlarından, kusurlarından ya da beceriksizliklerinden kaynaklanmış
değildir. Son yirmibeş yılda Türkiye'de yaşanan kronik yüksek enflasyonun ana
kaynağını, esas olarak, yüksek kamu kesim açıkları oluşturmuştur. Kamu açıkları
1988 yılı sonrasında sürekli artma eğilimi göstermiş ve 1993 yılında gayri safî
millî hâsılanın yüzde 12'sine ulaşarak, 1994 yılında yaşanan finansal krizin
ortaya çıkmasına yol açmıştır. Kamu
açıklarındaki artışta, hazinenin faiz ödemeleri ve özellikle, 1992
sonrasında sosyal güvenlik kuruluşlarına bütçeden yapılan transferlerdeki
artışlar başlıca rolü oynamıştır. Sürekli artan kamu kesimi açıkları, yeterince
derin olmayan yurtiçi malî piyasalar üzerinde baskı oluşturmuş ve reel faiz
oranlarının yükselmesine neden olmuştur. Reel faizlerin yüksek düzeylerde
seyretmesinin temel etkeni ise, kronik yüksek enflasyonun özünde Türk Lirasına
olan güveni azaltmış olmasıdır. Yüksek reel faizler, kamu kesiminin borçlanma
gereksinmesini daha da artırmış ve borç-faiz sarmalını ortaya çıkarmıştır. Reel
faizlerin aşırı ölçüde yükselmesinin de etkisiyle, içborç stokunun gayri safî
millî hâsılaya oranı giderek yükselmiştir. Ekonomide yüksek enflasyon ve kamu
açıklarının hızla artması şeklinde ortaya çıkan iç makroekonomik
dengesizlikler, gayri safî millî hâsıla büyümesinin düşük ve istikrarsız bir
seyir izlemesine yol açmıştır. Gayri safî millî hâsıla büyümesindeki
dalgalanmada bir başka etken de, büyümenin, genişlemeci kamu finansmanı ve
gelirler politikalarıyla desteklenen iç talep artışından kaynaklanması
olmuştur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Türkiye ekonomisi, 1980'li yıllardan bu yana, başta yüksek enflasyon olmak
üzere, birçok istikrar bozucu dengesizlikle karşı karşıya kalmıştır. Gelir
dağılımı bozulmuş, zengin kesim ile fakir kesim arasındaki gelir uçurumu
giderek daha da büyümüştür. Sabit gelirler, enflasyon nedeniyle erimiştir.
Fiyatlandırma politikalarında belirsizlikler ortaya çıkmıştır. Ekonomide
radikal kararlar alınamamış, uygulamada, gereken etkinlik sağlanamamıştır. Daha
önce yürütülen ekonomi politikalarının kalıcı başarıyı sağlayamamış olması ve
sorunların kronikleşmesi, bozulan dengelerin yeniden tesis edilmesinde tutarlı
ve kararlı politikaların izlenmesini gerekli kılmıştır. Bu saptamadan hareket
eden hükümetimiz, geçmişte örneğine rastlanamayacak bir kararlılıkla,
cumhuriyet tarihinin en kapsamlı enflasyonla mücadele ve yapısal uyum
programını yürürlüğe koymuştur. Ekonominin düzlüğe çıkabilmesi için yıllardır
yapılması gereken, ancak, siyasî çıkar kaygılarıyla her zaman gözardı edilen
önlemler, hükümetimiz tarafından tam bir kararlılıkla gerçekleştirilmektedir. Önergede, başarısızlıkla sonuçlandığı
iddia edilen IMF yakın izleme anlaşması, her şeyden önce, istikrar sürecine
geçiş aşamasının birinci basamağını temsil etmektedir. Bu anlaşma, IMF ile bir
stand-by düzenlemesi yapılmaksızın, Türkiye'nin ekonomi politika
uygulamalarının izlenmesini, bunun da, daha sonraki bir stand-by düzenlemesine
temel oluşturmasını hedeflemiştir. Bu anlaşmayla, bir kaynak sağlanmamasına
rağmen, uluslararası finans piyasalarına verilecek olumlu bir mesajın önemli
olduğunu gören o zamanki hükümet, IMF ile masaya oturmayı bizzat kendisi
istemiştir. Bu işbirliği çerçevesinde, ekonomide yapılabilecek olanın en iyisi
yapılmış, rakamsal hedeflerin pek çoğuna ulaşılmış ve yapısal reformların
başlatılması konusunda önemli bir yol katedilmiştir. Güneydoğu Asya'da başlayan ve 1998 yılında
Rus ekonomisine sıçrayan global kriz, ülkemizde, önceden birikmiş ekonomik
sorunların patlamasına neden olmuş ve bunun sonucunda, 99 yılında yaşanan
ekonomik daralma ortaya çıkmıştır. Global krizin olumsuz etkilerinin yanı sıra
geçtiğimiz yılın ikinci yarısında meydana gelen iki deprem felaketi de,
ekonomide canlanma eğiliminin başladığı bir döneme rastlamış ve yeni bir şok
yaratmıştır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Türkiye'nin, IMF ile bundan önce yaptığı 17 stand-by düzenlemesinin başarıya
ulaşamamasının temelinde, siyasî istikrarsızlık ve popülist politikaların terk
edilememesi yatmaktadır. Örneğin, 94 krizini izleyen dönemde, önerge sahibi
partinin hükümeti, bir kahramanlık gösterisi gibi sunarak, IMF ile olan
ilişkilere son vermiş, bunun sonucunda ülkemiz, uluslararası finans camiasında
güvenilmez ülke konumuna düşürülmüş ve istikrar için önemli bir fırsat, ülkenin
elinden kaçırılmıştır. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar[!]) Oysa, o gün, o program uygulanabilmiş olsaydı, Türkiye, bugün
karşı karşıya bulunduğu pek çok sorunla baş etmek zorunda kalmayacak, uygulamakta
olduğumuz programa gerek bile duyulmayacaktı. Şimdiye kadar yapılan programlardan
hiçbiri, bugün uyguladığımız program kadar ekonomik sorunlara kapsamlı ve
tutarlı bir şekilde yaklaşamamıştır. Ülkemizde geçmişte yürütülen programlar
ile bugün uygulamakta olduğumuz program arasındaki temel fark, bu noktada
açıkça ortaya çıkmaktadır. Geçmişte Türkiye ekonomisinde gözlenen makroekonomik
dengesizlikler, istikrarsızlığın temelinde yer alan dinamiklerin ortadan
kaldırılmasına yönelik yapısal reformlar yerine, geçici yüzeysel önlemlerle
ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bizim programımızda, yatırım, tasarruf,
kamu finansmanı ve dışticaret gibi temel makroekonomik dengelerin piyasa
koşullarında sağlanması amaçlanmış, dengeli ücret, finansman, para ve kur
politikaları oluşturulmuştur. Açıklık ve şeffaflık programın temel unsurudur.
Gerek iç ve dış destek ve yeterli katılım sağlanarak programın kredibilitesi,
dolayısıyla, başarı potansiyeli güçlendirilmiştir. Önceki dönemlerde,
hükümetler, enflasyonla mücadelede gerekli siyasî cesaret ve kararlılığı
gösterememişler, bilenen doğruları gerçekleştirmek yerine, bunları yapar gibi
görünüp, göz boyamayı yeğlemişlerdir. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar[!]) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bravo Sayın
Bakan; dört yıl sonra, hâlâ, mazeret arıyorsunuz. DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) - Bizim
programımız, serbest piyasa koşullarını ve kalkınmayı gözardı eden, tüm
fiyatların sabitlendiği, kalkınmanın sıfırlandığı bir dezenflasyon programı
değildir. Programımızda büyümeden feragat edilmemekte ve bu yıl için en az
yüzde 5,5 büyüme hedeflenmektedir. Geçmiş programlarda şeffaflık ve kredibilite
yetersizliği nedeniyle enflasyon bekleyişleri bir türlü kırılamamış ve
enflasyon, kendi kendini besleyen bir sürece dönüşmüştür. Programımız, bu kısır
döngüyü tersine çevirebilmek ve fiyat bekleyişlerini geçmiş enflasyondan
bağımsız olarak oluşturabilmek amacıyla önceden açıklanmış ve enflasyon
hedefiyle uyumlu bir kur politikası ortaya koymuş, kamu kesimindeki ücret ve
fiyatların enflasyon hedefi çerçevesinde gelişmesi amaçlanmıştır. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sonunda ekonomi
batmış!.. DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla)- Bunun
yanı sıra, kamu açıkları azaltılarak ve kamu temel dengesinin fazla vermesi
sağlanarak, orta dönemde sürdürülebilir bir ekonomik denge hedeflenmektedir. Türkiye'de, bir süredir, gelir dağılımında
ciddî bir bozulma gözlenmekte, toplam gelir içinde faiz gelirlerinin payı
artarken, ücret ve kâr gibi unsurların payı düşmekteydi. Uygulamakta olduğumuz
programla, gelir dağılımındaki bozulmanın ana nedeni olan enflasyonun
düşürülmesi, kamu açıklarının azaltılması, faizlerin düşürülmesi ve toplam
gelir içinde faiz gelirlerinin payının azalması mümkün olacaktır. Tüm bunlara ek olarak, yapısal reformlar,
programımızın üzerine oturduğu önemli bir temeli oluşturmaktadır. Yapısal
reformlar kapsamında, uzun yıllardır amacının dışında uygulanmakta olan tarım
destekleme politikası ele alınmış ve doğrudan gelir desteği sistemine geçilmesi
doğrultusunda ilk adımlar atılmıştır. Tarım sektörümüzün daha etkin ve verimli
çalışması için öngörülen bu sistem, devletin kaynaklarının sorumsuzca
kullanılmasını engelleyecektir. Artık, destek, önceki dönemlerden farklı
olarak, aracıya ve tüccara değil, gerçek üreticiye ve çiftçiye verilecektir. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir)- Ne zaman;
çiftçiler bittikten sonra mı?!. DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla)-
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanan para politikasıyla,
likidite, Merkez Bankasının uluslararası rezervleriyle ilişkilendirilerek
yaratılmaktadır. Öte yandan, döviz kurları, enflasyon
hedefiyle uyumlu bir biçimde belirlenip, önceden ilan edilmiştir. Döviz kuruyla
ilgili olarak ileriye dönük taahhüt altına girilmesinin temel amacı,
enflasyonist bekleyişlerin kırılması ve geriye değil, ileriye dönük endeksleme
mantığının yaygınlaştırılmasıdır. Döviz kuru politikasını desteklemek için,
Merkez Bankasının net iç varlıklarına bir sınır getirilmiştir. Bunun anlamı,
daha önceki uygulamalardan farklı olarak, karşılıksız para yaratma imkânının
tümüyle ortadan kaldırılmasıdır. Kamu açıklarının azaltılmasına yönelik
olarak uygulanan sıkı finansman politikalarıyla ekonomideki dengelerde
öngörülenin üzerinde bir iyileşme sağlanmıştır. 1999'da kamu kesimi faiz dışı
açığı binde 5 iken, 2000 yılında kamu kesimi faiz dışı fazlası yüzde 6,5
olmuştur. Bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı 1999'da yüzde 11,6
iken, 2000'de yüzde 9,3'e inmiş ve 2001'de ise yüzde 3,4 olması hedeflenmiştir.
Gerek uygulanan sıkı kamu finansmanı
politikaları nedeniyle azalan borçlanma gereği gerekse dış borçlanma
olanaklarının değerlendirilmesi sonucunda kamunun, iç finans piyasalarından fon
talebi önemli ölçüde azalmıştır. Bunun sonucu ortaya çıkan rekabet, bankacılık
sektöründeki kâr marjlarının daralmasına yol açmıştır. Bankacılık sistemimizin, çağdaş risk
yönetimi yanında, uluslararası kabul görmüş denetim ve gözetim ilke ve
kurallarına tabi olmasını sağlamak amacıyla, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu kurularak faaliyete geçirilmiştir. Yeniden yapılanmadan olumsuz
etkilenen bankaların sistemin bütününe zarar vermesini önlemek amacıyla, bazı
bankaların, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi gerekmiştir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu
aşamada bir diğer konuyu daha vurgulamakta yarar görmekteyim. Döviz kuruna
dayalı stabilizasyon programlarında, enflasyonun, kurdaki hareketi bir miktar
gecikmeyle izlemesi doğaldır. Bu, kısa vadede Türk Lirasının reel olarak değer
kazanması anlamına gelmektedir. Türk Lirasının reel olarak değer kazanması,
ihracatı olumsuz yönde etkilemesi ve ithalatı da özendirmesi sonucu, dışticaret
ve cari işlemler açıklarını artırıcı bir etki yaratmaktadır. Ocak-Eylül 2000
döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre, ihracat, değer olarak yüzde 4
oranında artarken, ithalat yüzde 35 oranında büyümüş ve buna bağlı olarak
dışticaret açığı da 9,6 milyar dolardan 19 milyar dolara yükselmiştir. Durum
böyle olmakla birlikte, bu gelişmelerin tümüyle uyguladığımız kur politikasına
bağlanması da doğru değildir. İhracatımız miktar olarak arttığı halde, ihraç
ürünlerimizin fiyatlarının uluslararası piyasalarda düşük seyretmesi, dolar
cinsinden ihracatımızın değerini olumsuz yönde etkilemiştir. Ocak-temmuz
döneminde, ihracatımız miktar olarak yüzde 17 oranında artarken, fiyat olarak yüzde
5,1 oranında düşüş kaydetmiştir. Bölge ülkelerinin ihraç mallarımıza olan
talebinin azalması yanında, euro-dolar paritesinin euro aleyhine seyretmesi ve
ihracatımızın önemli bir bölümünün euro bölgesiyle yapılması, dolar cinsinden
ihracat gelirlerimizi olumsuz etkilemiştir. Son yıllarda, önemli ticarî
partnerlerimizden biri haline gelmiş olan Rus ekonomisindeki durgunluk,
Rusya'yla ticarî ilişkilerimize, daralma biçiminde yansımıştır. Bu gelişme,
sadece mal ticaretiyle sınırlı kalmamış, özellikle turizm ve müteahhitlik
hizmetlerinde de gözlenmiştir. Benzer şekilde, yüksek seyreden petrol ve
hammadde fiyatları, ithalat faturamızı yükseltmiştir. Ayrıca, ekonominin canlanma sürecinde,
hammadde ve aramal ithalatı da, toplam ithalatımızı artırmıştır. Cari açık
büyümesine rağmen, bu açığın finansmanında ciddî bir sorunla
karşılaşılmamıştır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, bu
yıl, geçen yılların oldukça üzerinde seyretmiş, 1,2 milyar dolar civarında
gerçekleşmesi beklenmektedir. Uzun vadeli sermaye girişini daha da artırmak
amacıyla, yeni bir yabancı sermaye kanunu taslağı hazırlanmış olup, işlemlerde
bürokrasinin azaltılması için çalışmalarımız sürdürülmektedir. Hepinizin bildiği üzere, bozulan kamu
dengeleri sonucu, enerji gibi altyapı yatırımlarına uzun yıllardır yeterince
kaynak ayrılamamıştır. Bu sorun, Hazine garantili dışfinansman yanında,
yap-işlet ve yap-işlet-devret gibi yöntemler kullanılarak, özel sektörün de bu
projelere katkısını sağlayacak bir biçimde aşılmaya çalışılmaktadır. Hükümetimiz, kısıtlı bütçe kaynaklarına
rağmen, enerji yatırımları için mümkün olan tüm olanaklarını zorlamaktadır. Bu
çerçevede alınan önlemlerle, 2003 yılından itibaren, ülkemizde enerji sıkıntısı
kalmayacaktır. Enerji yatırımlarının tamamlanma süreleri ve kısıtlı ülke
kaynakları dikkate alındığında, uluslararası petrol fiyatlarının had safhada
yüksek seyrettiği bir dönemde, her ülkede tasarrufa yönelik çeşitli tedbirlerin
alınmasına gayret edildiği bir ortamda, uyguladığımız tasarruf önlemlerinin
ilkel tedbirler olarak nitelendirilmesi en azından haksızlıktır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hükümetimiz, verimliliğe dayalı rekabetçi piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi,
etkinliğinin artırılması ve kamu mülkiyetindeki işletmelerin yarattığı
finansman yükünün ortadan kaldırılması açısından özelleştirmeye büyük önem
vermektedir. Uygulamalarımızla Türkiye, son onbeş yılda gerçekleştirdiği
özelleştirme tutarına eş bir performansı bir yılda sağlayabilmiştir; ancak,
özelleştirme yürütülürken, halkımızın konuyla ilgili duyarlılığı dikkate
alınmakta, özellikle, stratejik işletmelerin özelleştirilmesinde büyük bir
titizlik gösterilmektedir. Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
malî piyasalarda son zamanlarda meydana gelen gelişmeler sonucunda faiz
oranları yükselmiş ve döviz rezervlerinde azalma yaşanmıştır. Carî işlemler
dengesinin hedeflenenin üzerinde açık vermesi ve uluslararası finans
piyasalarında yaşanan dalgalanmalar, döviz girişini azaltmıştır. Bununla birlikte, bankacılık kesiminin yıl
sonunda açık pozisyonlarını kapatma eğilimi ve bayram tatili nedeniyle bu
işlemin öne çekilmesi, piyasalarda döviz talebinin artmasına neden olmuştur. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Siz
necisiniz, niye takip edip önlem almadınız; siz, bakan değil misiniz?.. DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) - Döviz
talebinin Merkez Bankası rezervlerinden karşılanması likiditenin daralmasına
yol açmış ve özellikle bazı bankaların likidite ihtiyaçlarının karşılanmasında
güçlükler doğmuştur. Bunun yanı sıra, bazı bankaların diğer bazı bankalarla
ilgili risklilik algılamasının artması da, faizlerdeki yükselişi körüklemiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan. DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) -
Likidite sıkışıklığı, devlet içborçlanma senetlerinin ikinci el piyasasında ve
bankaların para piyasasında faiz oranlarını yükseltmiştir. Bu çerçevede,
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, piyasalardaki dalgalanmaların giderilmesine
yönelik gerekli tüm önlemleri alarak, sistemin ihtiyaç duyduğu likiditeyi piyasaya
sürmüştür. Hükümetimizce Uluslararası Para Fonuyla temasa geçilerek, 7,5 milyar
doların üzerinde ekkaynak sağlanmıştır. Öte yandan, Dünya Bankasından da ülke
yardım stratejisi çerçevesinde sağlanmış bulunan toplam 5 milyar dolar
tutarındaki kredinin 400 milyon dolarlık bölümünün, aralık ayı içerisinde
ülkemize girişinin sağlanması öngörülmektedir. Likidite sıkışıklığı içinde bulunan
bankaların sistemin bütününe zarar vermesini önlemek amacıyla, bu arada bir
bankanın daha Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi gerekmiştir.
Böylelikle, riskli olan bankaların yatırımcıları kamu güvencesi altına
alınarak, tüm finansal sisteme olan güven yeniden tesis edilmiştir. Bu güvenin
göstergesi olarak, çok yüksek düzeyde seyreden faiz oranları gerilemeye
başlamıştır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
özetlemek gerekirse, Avrupa Birliği normlarını yakalamayı hedef almış olan
hükümetimiz, tüm siyasî riski üstlenmekten çekinmeksizin popülist
uygulamalardan uzak durmayı başarmaktadır. Kısa vadede katlanılacak
fedakârlıkların bilincinde olarak, uzun vadede ekonomiyi düzlüğe çıkaracak bir
dizi önlem uygulamaya konulmuştur. Programımıza IMF ve Dünya Bankasının verdiği
destek de son derece önemlidir. Kimi çevrelerce iddia edildiği gibi,
uygulanmakta olan program bir dayatma ürünü değil, ülkemizin ihtiyaçlarının
gerçekçi bir çözümüdür. Bu program, Türk ekonomisinin gerçeklerine uygun bir
biçimde, tüm dengeleri gözeterek oluşturulmuş bir programdır. (DYP sıralarından
"yeter artık" sesleri) BAŞKAN - Bir dakika, Sayın Bakan... Efendim, suçladınız, o da cevap veriyor;
müsaade edin... SAFFET KAYA (Ardahan) - Uykumuzu
getirdi... BAŞKAN - Tahammül göstereceksiniz efendim,
onlar size gösteriyorlar. Buyurun Sayın Bakanım. DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) -
Unutmamak gerekir ki, enflasyonla mücadele ve reform programı, Türkiye'nin ve
Türk insanının refahını kalıcı olarak artırmak için kaçınılmazdır. Bu nedenle,
finans piyasalarındaki dalgalanmaların sakinleştirilmeye çalışıldığı bir
dönemde, kamuoyunu, hükümetimizin ve ekonomik programımızın geleceğiyle ilgili
olumsuz yönde bekleyiş içine sokarak istikrarın gecikmesine yol açabilecek
nitelikte bir gensoru açılması isteminin bugün için yersizliği ve zamansızlığı
açıktır. Geçmişte yapılanlara ya da yapılmayanlara bakıldığında, her iki
gensoruyu da verenler, herhalde, en son gensoru vermesi gerekenler olmalıydı.
(DSP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından
alkışlar [!]) Bu yaklaşım, önerge sahiplerinin ekonomiyi ve finans
sektörünün işleyişini kavramalarının güç olduğunu göstermektedir. (DYP
sıralarından “Ooo” sesleri alkışlar [!]) Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclise en
içten saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Sayın milletvekilleri, Başbakan Bülent
Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında (11/5) esas numaralı gensoru
önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım: Gensoru önergesinin gündeme
alınmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Gensoru önergesinin gündeme
alınması kabul edilmemiştir. (DYP sıralarından alkışlar [!]) Sayın milletvekilleri, programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, 12 Aralık 2000 Salı günü
saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Hayırlı geceler efendim. Kapanma
Saati: 00.23 |
|