Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 48

 

28 inci Birleşim

11 . 12 . 2000 Pazartesi

 

 

                     İ Ç İ N D E K İ L E R                              Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/764) (S.Sayısı:552)

2. – 1999 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap  Kanunu Tasarısı  ve  Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu ( 1/740, 3/642) ( S.Sayısı: 554)

3. – 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S.Sayısı:553)

4. –  1999 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S.Sayısı: 555)

IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) GÖRÜŞMELER

1. – DYP Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, yanlış ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/5)

V. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – 1. – İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın, DYP Grubu sözcüsü İzmir Milletvekili H.Ufuk Söylemez'in konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2. – İzmir Milletvekili Işın Çelebi'nin, DYP Grubu sözcüsü İzmir Milletvekili H.Ufuk Söylemez'in konuşmasında, partilerine sataşması nedeniyle konuşması

3. – İzmir Milletvekili H.Ufuk Söylemez'in, İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE  CEVAPLARI

1. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, TİKA hakkındaki iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Abdulhaluk Mehmet Çay'ın cevabı (7/2875)

2. – Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk'un, Çeçenistan'a yapılmak istenen insanî yardımların engellendiği iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Abdulhaluk Mehmet Çay'ın cevabı (7/2838)

3. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2916)

4. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, 19.9.2000 tarihli ve 6521 sayılı genelgeden pancar üreticilerinin faydalanmama nedenine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2909)

5. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin'in, Ziraat Bankasına borcu olan pancar üreticilerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2887)

6. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, faaliyetleri durdurulan bankaların yönetim kurulu üyeleri ve sahiplerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2836)

7. – Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, kamuya ve KİT'lere ait tatil köyü, kamp, sosyal tesis ve araç sayısına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/2748)

8. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Nevşehir-Ürgüp-Şahinefendi, Taşkınpaşa Köyleri ile Acıgöl-Çullar Köyünün tapulama işlemlerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Şüayip Üşenmez'in cevabı (7/2902)

9. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, bakanlıklara tahsis edilen geçici işçi kadrolarının dağılımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/2950)

10. – Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle'nin, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan geçici işçilere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/2938)

11. – Diyarbakır Milletvekili Sebgetullah Seydaoğlu'nun, DMS tercih formlarında usulsüzlük yapıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/2891)

12. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, bazı kamu kuruluşlarındaki geçici işçilere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/2884)

13. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, AB üyeliğine adaylık sürecindeki faaliyetlere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/2980)

14. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, üreticilerin Ziraat Bankasına olan kredi borçlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2944)

15. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, icraya verilen çiftçilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2417)

16. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, dış ticaret açığına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Tunca Toskay'ın cevabı (7/2915)

17. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa Büyükşehir Belediyesinin su ve kanalizasyon yatırım projelerine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2999)

18. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa Büyükşehir Belediyesinin yürüttüğü projelere ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/3000)

19. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan'ın, Muğla İlindeki ören yerlerine ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın cevabı (7/3017)

20. – Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın, özürlü vatandaşların gelir vergisi muafiyetine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/2927)

21. – Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya'nın, LPG'li araçların muayene ücretleri konusunda Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararının uygulanmamasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/2742)

22. – Amasya Milletvekili Akif Gülle'nin, Amasya-Merzifon-Kayadüzü kasabası sağlık ocağı inşaatına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/2981)

23. – Aksaray Milletvekili Murat Akın'ın, Aksaray İlinin bazı sağlık sorunlarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/2942)

24. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Osmaniye ve Kadirli Organize Sanayi Bölgesi projelerine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/2932)

25. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, Türk-İş ile yapılan protokole ve Şeker-İş kolunda çalışan işçilere ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/2924)

26. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Sayıştay denetimine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin ce-vabı (7/2946)

27. – Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, kapalı oturum tutanaklarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/2874)


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 13.00'te açılarak iki oturum yaptı.

(10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının süre uzatımına ilişkin tezkeresi okundu; daha önce verilen 3 aylık çalışma süresini doldurması nedeniyle, İçtüzüğün 105 inci maddesine göre, Komisyona 1 aylık kesin süre verildiği açıklandı.

DYP Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, yanlış ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/5) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündeme alınıp alınmayacağı konusundaki görüşme gününe ilişkin Danışma Kurulu önerisinin Genel Kurulun onayına sunulacağı bildirildi.

8.12.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve dağıtılan 564 sıra sayılı kanun tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 4 üncü sırasına alınmasına, gündemin 5 inci sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına, tasarı ve tekliflerin görüşülmesinde soru-cevap işleminin 10 dakikayla sınırlandırılmasına;

8.12.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve bastırılıp dağıtılan (11/5) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 5 inci sırasında yer almasına ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 11.12.2000 Pazartesi günkü birleşiminde bütçe programının bitiminden sonra yapılmasına ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi..

Başkanlıkça, ilgili bakanların mutabakatlarıyla;

13 Aralık 2000 Çarşamba günü görüşülecek olan Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesinin, 12 Aralık 2000 Salı günü ikinci turda,

12 Aralık 2000 Salı günü görüşülecek olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü bütçesinin, 13 Aralık 2000 Çarşamba günü üçüncü turda,

17 Aralık 2000 Pazar günü görüşülecek olan İçişleri Bakanlığı bütçesinin, 16 Aralık 2000 Cumartesi günü dokuzuncu turda,

16 Aralık 2000 Cumartesi günü görüşülecek olan Turizm Bakanlığı bütçesinin, 17 Aralık 2000 Pazar günü onbirinci turda,

Görüşüleceğine ilişkin duyuruda bulunuldu.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan :

Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları (1/650, 1/679) (S.Sayısı: 517) ile

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ilişkin tasarının (1/53) (S. Sayısı: 433)

Görüşmeleri, komisyon yetkilileri ve hükümet temsilcisi Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;

Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair İçtüzük Teklifinin (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, komisyon yetkilileri ve Başkanlık temsilcisi Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,

Ertelendi;

23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısının (1/780) (S. Sayısı: 564) görüşmelerden sonra yapılan açık oylama sonucunda, kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.

Alınan karar gereğince, 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanun Tasarıları ve (11/5) esas numaralı gensoru önergesini görüşmek için, 11 Aralık 2000 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 22.24'te son verildi.

 

Nejat Arseven

 

 

Başkanvekili

 

 

Yahya Akman

Hüseyin Çelik

 

Şanlıurfa

Van

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

 

 

                                           No. : 46

II. – GELEN KÂĞITLAR

11.12.2000 PAZARTESİ

Teklifler

1. – Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay ve 13 Arkadaşının; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi  (2/635) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

2. – Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz ile 217 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/636) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.2000)

Rapor

1. – Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Hava Taşımacılığı Anlaşmasının Onaylanmasının  Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/738) (S. Sayısı: 563) (Dağıtma tarihi : 11.12.2000) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergesi

1. – Balıkesir  Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, Balıkesir-Gömeç İlçesinde sel felaketinden zarar gören vatandaşlara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/1114) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.2000)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Kocaeli  Milletvekili Mehmet Batuk'un, Kocaeli-Gebze İlçesindeki sağlık sorunlarına  ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi  (7/3193) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.2000)

2. – Karaman  Milletvekili Zeki Ünal'ın,  BAĞ-KUR emeklilerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3194) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.2000)

3. – Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu'nun, Bursa Yaprak Tütün İşletme Müdürü hakkında Müfettiş raporu olup olmadığına ilişkin Devlet Bakanından (Rüştü Kâzım Yücelen) yazılı soru önergesi (7/3195) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.2000)

Geri Alınan Yazılı Soru Önergesi

1. –  Kayseri Milletvekili Sadık Yakut, Karayolları Genel Müdürlüğünde çalışan avukatlara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanına yönelttiği yazılı soru önergesini 11.12.2000 tarihinde geri almıştır. (7/3053)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, eğitime katkı payı olarak toplanan paralara ve öğretmen kadrolarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2722)

2. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Marmara depreminde hasar gören camilere ve din görevlilerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/2723)

3. – Diyarbakır Milletvekili  Sebgetullah Seydaoğlu'nun, Diyarbakır Merkez Doğum ve Bağlar Devlet hastanelerine ayrılan ödeneğe ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2724)

4. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Sincan İmam Hatip Lisesinde öğrenci ve öğretmenlere Kaymakam ve İlçe Millî Eğitim Müdürü tarafından hakaret edildiği iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2728)

5. – Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, İller Bankasınca köylere hizmet fonundan ayrılan ödeneklerin Karayolları Genel Müdürlüğüne aktarıldığı iddialarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2729)

6. – Adana Milletvekili Yakup Budak'ın, mesleki ve teknik okullardaki öğrenci, öğretmen ve derslik sayısına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2731)

7. – Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan'ın, belediyelerin borç ve gelirlerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2733)

8. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, sözde Ermeni soykırımı ile ilgili bazı gazete haberlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2735)

9. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşılık ABD'ne karşı uygulanacak yeni önlemlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2736)

10. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, sözde Ermeni soykırımı iddiaları konusundaki tarihsel belgelere ve araştırmalara  ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2737)

11. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, sözde Ermeni soykırımı  tasarısıyla ilgili bazı  iddialara  ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2738)

12. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Karayolları Genel Müdürlüğü 14. Bölge Müdürlüğü yatırım  programına ilişkin Bayındırlık ve İskân  Bakanından yazılı soru önergesi (7/2739)

13. – Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün, eğitime katkı payı adı altında alınan vergilerin kullanıldığı yerlere  ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2747)

14. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Kırıkkale Üniversitesinde yardımcı doçentlik görevini sürdüren bir öğretim üyesinin görevinden çıkarılmasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2749)

15. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, öğrencilere tavsiye edilen kitaplara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2756)

16. – Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki intihar olaylarına ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2759)

17. – Amasya  Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, Amasya'da üniversite kurulup kurulmayacağına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2767)

18. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, LPG'li araçların muayeneleri ile ilgili yürütmeyi durdurma kararının uygulanmamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2768)

19. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Üniversitesi için ayrılan ödeneklere ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2809)

20. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakülte Binası projesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2812)

21. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep'teki öğretmen ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2816)

22. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep'teki imam ve müezzin sayısına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/2818)

23. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep'teki camilere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/2819)

24. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, YÖK'ün başörtüsü konusunda yayımladığı genelgeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2824)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 11.00

11 Aralık 2000 Pazartesi

BAŞKAN : Ömer İZGİ

KÂTİP ÜYELER :Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyor ve gündeme geçiyoruz.

Gündemimize göre, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.

III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/764) (S.Sayısı: 552) (1)

2. – 1999 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu ( 1/740, 3/642) ( S.Sayısı : 554) (1)

3. – 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S.Sayısı:553) (1)

4. – 1999 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S.Sayısı: 555) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarıları ve komisyon raporları bastırılıp, sizlere dağıtılmıştır.

Komisyon raporlarının okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım : Raporların okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Şimdi, bütçe kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere, hükümete söz vereceğim.

Buyurun Sayın Bakan. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Plan ve Bütçe Komisyonunda enine boyuna müzakere edildikten sonra Genel Kurula gelmiş bulunan 2001 Malî Yılı Bütçe ve 1999 Yılı Kesinhesap Kanun tasarılarının görüşülmesine başlanmaktadır.

Konuşmamın başında, hepinizi saygı ile selamlıyorum.

Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli başkan ve üyelerine de, titiz çalışmaları ve değerli katkıları için teşekkür ediyorum.

                                             

(1) 552, 554, 553, 555 S. Sayılı Basmayazılar ve ödenek cetvelleri tutanağa eklidir.

Sayın Başkan, bütçeler, her zaman devletin en önemli belgeleri olmuştur. Bütçelerin, Parlamentodaki tartışmaları da bütçe hakkı ve bilmek hakkı temelinde, ülkenin bütün sorunlarının gündeme getirilmesi ve tartışılması suretiyle daha farklı olmaktadır. Çünkü, bütçeler, hukukî, sosyal, iktisadî, malî ve siyasî boyutları itibariyle ülkenin ve insanlarının geleceğe hazırlanmasında etkin bir role sahiptir.

Huzurlarınızda bulunan 2001 yılı bütçesi 57 nci Hükümetin hazırlayıp sizlere sunduğu ikinci bütçedir. Bu bütçenin, kararlılıkla uyguladığımız üç yıllık ekonomik programın ikinci dilimi olması yanında, cumhuriyetimizin 100 üncü kuruluş yıldönümü olan 2023 yılında dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmemizi hedefleyen Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının ilk bütçesi olma gibi önemli bir özelliği bulunmaktadır.

Uyguladığı programla, hükümet, ekonomideki istikrarsızlığın temel nedeni olan kamu maliyesi başta olmak üzere, ekonomik ve malî kurumları sağlıklı bir yapıya dönüştürmeyi, uzun yıllar yüksek düzeyde seyreden enflasyonu düşürmeyi, ülkede yatırım şevk ve iklimini yeniden yaratmayı ve yapısal reformların da desteğiyle ekonomiyi sağlam bir zemin üzerinde, istikrarlı ve sürekli bir büyüme ortamına kavuşturmayı hedeflemiştir.

Ülke ekonomisinin birbiriyle bağlantılı, birbirinden kaynaklanan sorunları bir bütün olarak ele alınmıştır. Biliyoruz ki, kapsamlı olmayan ve yapısal değişiklikleri ihmal eden programlar vakit ve güven kaybına yol açmaktadır.

Amacımız, Türkiye'nin, istikrarlı, kişilikli ve saygın bir dünya devleti olması, küreselleşmenin getirdiği imkânlardan daha fazla pay alması, siyasî ve iktisadî oluşumları, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilecek bölgesel bir güç konumuna gelmesidir.

Ekonomik programın uygulanmasında, bugüne kadar ortaya konulan kararlılık ile iç ve dış piyasaların güveni ve kamuoyunun büyük desteği kazanılmış ve hedefe doğru önemli aşamalar kaydedilmiştir.

Bundan sonra da, sorunları, toplumsal uzlaşma çerçevesinde, demokrasiyi güçlendirerek, serbest piyasa ekonomisinden uzaklaşmadan çözen, siyaseti, yurt içinde toplumsal uzlaşmanın, yurt dışında ulusal çıkarları koruyup gözetmenin bir aracı olarak gören ve kullanan bir hizmet anlayışıyla yolumuza devam edeceğiz.

Bu anlayışla hazırlanan 2001 bütçesi, burada da bütün yönleriyle tartışılacak, değerlendirilecek ve ülkemiz ve milletimizin ihtiyaçlarına en üst seviyede cevap verecek bir şekil alacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünya ekonomisi, son on yılın en güçlü büyümesini yaşamaktadır. Bu güçlü büyüme, hemen hemen bütün bölgelerde kaydedilmiştir. 2000 yılında, dünya ekonomisinin yüzde 4,7 oranında bir büyüme gerçekleştirmesi beklenmektedir.

Ülkelerin izledikleri sağlıklı makro ekonomik politikalar, krizlerin olumsuz etkilerinin sınırlı kalmasında önemli rol oynadı. Kuzey Amerika ülkelerinin ve Asya'daki kriz ülkelerinin büyümelerindeki artışlar da, dünya ekonomisinin canlanmasında belirleyici oldu. Petrol fiyatlarındaki hızlı yükselişler ise, ihracatçı ülkelerin gelirlerini artırdı; dış dengelerini ve malî yapılarını olumlu yönde etkiledi.

Gelişmiş ekonomilerin ortalama büyüme hızının, 2000 yılında, yüzde 4,2'ye yükselmesi beklenmektedir.

Amerika Birleşik Devletlerinin enflasyonda yükselme olmadan, verimlilik ve iç talep artışına dayalı, hızlı ve istikrarlı büyümeye devam etmesi, dünya ekonomisinin iyileşmesinde de itici rol oynadı. Global krizlerin ardından, hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerdeki sermayenin en çok tercih ettiği ülke Amerika Birleşik Devletleri oldu.

Euro bölgesinde de, ekonominin güçlenmesi nedeniyle, yüzde 3,5 civarında büyüme bekleniyor. Geçen yıl Euronun değerinin düşük seyretmesi, Avrupa Birliğinin ihracatını artırmasına, dünya pazarlarında biraz daha rekabetçi bir konuma ulaşmasına imkân sağladı. Ancak, Euronun değeri düşerken, petrol fiyatlarının artması olumsuz etki yaratmaya başladı. Bu nedenle, G-7 ülkeleri, Euronun değerinin düşmesinin küresel etkilerini de dikkate alarak, müdahale etmeye başladılar.

Parasal birliğe uyum için sıkı para ve maliye politikaları uygulayan Avrupa Birliği üyesi ülkeler, daha çok kaynak çekebilmek ve verimliliği artırarak, Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya ile rekabet edebilmek için, vergilerde de indirim yapmaya başladılar.

Öte yandan, iç talepteki zayıflığın da etkisiyle, bir süredir durgunluk içerisinde olan Japonya ekonomisindeki hassasiyet devam ediyor.

Tutarlı makroekonomik politikalar izleyen, malî sistemlerini güçlendiren, yapısal reformlara hız veren gelişmekte olan ülkelerin, 2000 yılında, yüzde 5,6 oranında bir büyüme hızına ulaşabilecekleri tahmin ediliyor.

Rusya krizinden olumsuz yönde etkilenen geçiş süreci ülkelerinde de ekonominin canlandığı görülmektedir. 2000 yılında, bu ülkelerin büyüme hızının yüzde 4,9'a ulaşması bekleniyor.

Ancak, Rusya ve diğer Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri ile Avrupa Birliğine aday statüsündeki geçiş süreci ülkeleri arasında, ekonomik performans ve reformlar açısından farklılıklar artmaktadır.

2001 yılı için yapılan tahminler, büyümenin; dünya ekonomisi ortalamasında yüzde 4,2, gelişmiş ekonomilerde yüzde 3,2, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 5,7 ve geçiş sürecindeki ülkelerde yüzde 4,1 oranında olacağı şeklindedir.

2000 yılında, dünya ticaret hacmindeki artışın yüzde 10'a yükselmesi beklenmekte ve 2001 yılı için yüzde 7,8 oranında bir artış tahmin edilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 yılı sonlarına doğru 10 doların altına düşen petrol fiyatlarını artırmak için, Petrol İhracatçısı Ülkeler Teşkilatı (OPEC) ülkeleri ile bu teşkilatın dışındaki bazı petrol üreticisi ülkeler, 1999 yılının mart ayından itibaren aşamalı olarak üretimi kısma kararı aldılar. Bu karara, dünya ekonomisindeki canlanmanın meydana getirdiği talep artışı da eklenince petrol fiyatları yükselmeye başladı ve mart ayında 30 doları aştı.

Mart sonunda yapılan OPEC toplantısında, Nisan 2000'den itibaren fiyatların 22-28 dolar bandında kalmasını ve günlük üretimin 1 milyon 45 bin varil artırılmasını içeren bir dizi karar alındı.

Gerek bu karar gerek haziran, eylül ve ekim aylarındaki günlük üretimi artırma kararları, petrol fiyatlarındaki yükselişi önleyemedi, petrol fiyatlarının 25 dolar civarında dengelenmesi için yeterli olamadı. 12 Kasımda yapılan toplantıda da bir karar çıkmadı.

Yüksek petrol fiyatlarından dolayı reel gelir artışı sağlayan ülkeler, bu ilave gelirlerini kısa dönemde tüketime harcamamaktadırlar. Öte yandan, tüketicilerin de reel gelirleri azaldığından tüketim talebi düşmektedir. Böylece, petrol fiyatlarının yüksek düzeyde seyretmesi, dünya talebinin genel düzeyini ve fiyat seviyesini, dolayısıyla ekonomik faaliyetleri olumsuz yönde etkilemektedir.

Son zamanlarda gerileme söz konusu ise de, petrol fiyatlarının makul bir düzeye inmemesi halinde, biraz önce dünya ekonomisine ait verdiğim tahminler kuşkusuz değişecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son on yıllık dönemde, dünya ekonomisindeki en etkileyici gelişme, yüksek teknolojilerin, özellikle bilgi ve haberleşme teknolojilerinin rolünün artmasıdır. Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinin en uzun hızlı büyüme dönemini yaşaması da, bilgi ve iletişim endüstrilerine yapılan yatırımların ekonomik büyümeye etkisinin kanıtı olarak kabul edilmektedir.

Uzun dönemde, bilgi ve iletişim teknolojilerinin faydalarından tam olarak yararlanmak, bu konuda Amerika Birleşik Devletlerine ulaşmak, hatta geçebilmek için, hem Avrupa Birliği hem Japonya, özel tedbirler almaya ve bu alanlara yoğun yatırım yapmaya başlamışlardır.

Avrupa Birliği ve Japonya, bir taraftan firma, sanayi ve piyasalarını yeniden yapılandırmaya yönelik önlemler alırken, diğer taraftan da, özellikle eğitim ve işgücü politikalarını, insan kaynaklarına yatırımı artıracak şekilde yeniden düzenlemektedirler.

Amerika Birleşik Devletleri deneyimi, diğer ülkeler için de bir örnek teşkil etmektedir. Net olarak tanımlanamasa da, yoğun ve yaygın olarak internet kullanımını ve ucuz haberleşme ve ulaştırma altyapısını gerektiren yeni ekonomiye, bütün ülkeler, değişik ölçü ve biçimlerde uyum sağlamaya çalışmaktadırlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilimi ve bilgiyi, yarınların her kapıyı açacak tek anahtarı olarak değerlendirmenin ve bu bilinci nesilden nesile ulaştırmanın zamanını yaşıyoruz. Çağı yakalamanın ve uygar toplumlara yetişmenin tek yolu, bilim ve bilgiyi rehber yapmaktan geçmektedir.Toplum olsun, kurum olsun, birey olsun, çağı yakalamak isteyenlerin yarışacağı bir tek kulvar kalmıştır; o da, bilim ve bilgi kulvarıdır. Bu yarışı kazanmak için, önce bu bilinci kazanmak zorundayız.

Türkiye Cumhuriyetinde bir sonsuzluk sayfası açan Atatürk, bu bilinci millete kazandırmak yönünde bir ömür harcamıştır. Uygar toplumlar, Atatürk'ün gösterdiği bu hedefte, yarınlarını şekillendirmektedirler. 2001 yılı bütçesi dolayısıyla, bir büyük çağdaşlık rehberi olan Büyük Atatürk üzerinde derin derin düşünmeye ve ondan yarınlarımız için yeni dersler çıkarmaya mecburuz diyorum.

Bu amaçla, ileri teknolojiyi kullanabilen ve küresel boyutta düşünebilen bir işgücüne sahip olmak, bunun için de bilgiye, eğitime, araştırma ve geliştirmeye öncelik vermek zarurî hale gelmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; küreselleşme, dünyadaki toplum ve insanlara yaşam şartlarını sürekli ve kapsamlı biçimde geliştirmeleri yönünde önemli fırsatlar sağlarken, kuşkusuz, bazı ciddî sorunları da beraberinde getirmektedir.

Herkesin yararına işleyecek bir küreselleşme sürecini temin edecek doğru sistem ve politikaların uygulamaya konulması, uluslararası toplumun 21 inci yüzyıldaki kilit mücadelesi olacaktır.

Yakın geçmişte yaşanan tecrübeler, krizlerin, sadece çıktıkları ülkeler değil, diğer ülkeleri de etkilediğini gösterdi. Bu durum, uluslararası malî sistemin ve kurumların yeniden ele alınması ve yapılandırılması ihtiyacını gündeme getirdi.

Bu nedenle, dünyanın en gelişmiş yedi ülkesi ile ekonomik yapısı ve bölgesel önemi itibariyle, global ekonomide hayatî bir rol oynayan ve aralarında bizim de bulunduğumuz ülkeler Grup 20 zeminini oluşturdular. G-20, ülkelerin uluslararası krizlerden etkilenmesini önleyecek yeni bir malî mimarî kurmayı ve dünyada sürdürülebilir ve istikrarlı bir büyüme sağlamayı hedeflemektedir. Türkiye de bu yeni oluşumda yerini aldı. Grubun ilk Maliye Bakanları toplantısı geçen yıl 15-16 Aralık günlerinde Berlin'de, ikinci toplantısı bu yıl 25 Ekim'de Montreal'de yapıldı.

Son toplantıda, güçlü ve istikrarlı bir malî sistem için uluslararası malî kuruluşların etkin olarak çalışması amacıyla şeffaflığın artırılması ve kuruluşlararası işbirliğinin güçlendirilmesi, ülkelerin malî krizlere karşı dayanıklılığını artırmak için uygun döviz kuru politikalarının seçilmesi ve basiretli borç yönetimi, özel sektörün krizlerin önlenmesi ve çözümünde daha fazla rol alması, gelişmekte olan ekonomilerin uluslararası malî toplum ve kuruluşlar tarafından teknik yardım ve politika danışmanlığıyla desteklenmesi, uluslararası malî sistemin bütünlüğünü ve itibarını sarsan karapara aklama, vergi kaçırma gibi uluslararası yolsuzluklarla mücadelede işbirliğinin güçlendirilmesi, küreselleşme sürecinde toplumun en çok zarar görebilecek kesimlerinin korunması için sosyal güvenlik programlarının hazırlanması ve uygulanması konularında görüş birliğine varıldı.

G-20'nin Maliye Bakan Yardımcıları düzeyindeki 2001 yılı ilk toplantısı şubat sonunda İstanbul'da yapılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki'de yapılan zirvede, Türkiye, Avrupa Birliğine aday ülke olmuştu. Bu zirvede kararlaştırılan, Avrupa Birliğine uyum için yapılması gerekenlerin, sağlanacak malî yardımların ve üyelik için kısa ve uzun vadeli önceliklerin yer alacağı Katılım Ortaklığı Belgesi de belirlenmiştir. Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üye olması, ülkemizin dünya ile bütünleşmesini pekiştireceği gibi, 40 yılı aşan bir kararlılığın da meyvesi olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye ekonomisinde 1998 yılının son çeyreğinde başlayan durgunluk, iç ve dış olumsuz gelişmelere ve uzun seneler çözüme kavuşturulamayan yapısal düzenlemelere bir de asrın en büyük depreminin eklenmesi sonucu, 1999 yılında da devam etti ve gayri safî millî hâsıla yüzde 6,1 gibi önemli bir oranda geriledi.

Hükümet, üç yıllık ekonomik programla, küçülerek değil, büyüyerek istikrarı hedefledi ve 2000 yılı için yüzde 5,5 oranında büyüme öngördü. 2000 yılında yıllık toptan eşya fiyatları artışını yüzde 20'ye, tüketici fiyatları artışını ise yüzde 25'e indirmeyi amaçladı.

2000 yılı bütçesi, faiz ödemeleri hariç, dengede gayri safî millî hâsılanın yüzde 5,6'sı oranında fazla vererek, içborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranını artırmamayı, kamu açıklarının piyasalardaki baskısını azaltmayı ve reel faiz oranlarını makul düzeylere düşürmeyi öngörmüştü.

Para politikaları da buna göre belirlendi. Merkez Bankasının döviz girişi olmadan para arzını artırmaması esas alındı. 2000 yılı için 1 dolar+0,77 eurodan oluşan döviz sepetinin değeri günlük olarak açıklanarak ekonomik birimlere uzun vadeli bakış açısı kazandırıldı.

2000 yılının bu hedefleri, bugüne kadar alınan sonuçlar ışığında ne durumdadır; şimdi geldiğimiz noktayla ilgili Yüce Heyetinize bilgi sunmak istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; programın iç ve dış çevrede kabul görmesi, dış borçlanmanın yapılabilmesi ve faiz oranlarının hızla düşmesi, reel ekonominin aslî faaliyetine dönmesini sağladı, kapasite kullanımı ve üretim geçen yıla göre arttı.

Ekonomide, bu yılın ilk üç aylık döneminde yüzde 4,1, ikinci üç ayında yüzde 4,6 ve üçüncü döneminde de yüzde 6,9 oranlarında büyüme gerçekleşti. Böylece, 2000 yılının dokuz aylık döneminde, gayri safî millî hâsıla yüzde 5,4 oranında büyüdü.

Dokuz aylık büyüme, tarımda yüzde 1,9, sanayide yüzde 5,8 ve hizmetlerde yüzde 7,9 oranlarında gerçekleşti. Bu dönemde gayri safî yurtiçi hâsıla da yüzde 6,5 oranında genişledi. Aylık veriler, üretim artışının ekim ayında da devam ettiğini göstermektedir.

Bu olumlu gelişmeler, ekonominin, 2000 yılının tamamında yüzde 6 oranında bir büyüme gerçekleştireceğini ortaya koymaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde toptan eşya fiyatlarındaki yıllık artış oranları, 1995 yılında yüzde 65,6 iken, 1996 yılında yüzde 84,9'a ve 1997 yılında yüzde 91'e yükselmişti. 1998 yılında yüzde 54,3'e gerilemişse de, 1999 yılında yüzde 62,9'a çıktı. Tüketici fiyatlarındaki yıllık artış oranları da, hemen hemen benzer bir seyir izledi. Aynı yıllarda, sırasıyla, yüzde olarak, 76; 79,8; 99,1; 69,7 ve 68,8 seviyesinde gerçekleşti.

Hükümet, yıllardır yüksek düzeyde kronikleşmiş olan enflasyonu, tek haneli rakamlara düşürmeyi öncelikli hedef seçmiştir; çünkü, yüksek enflasyon, hem gelir dağılımını bozmakta hem ekonomik birimlerin orta ve uzun vadeli karar almasını engelleyerek, ülkenin esasen kıt olan kaynaklarının verimini düşürmektedir. Üç yıllık ekonomik program, bu durumu tersine çevirmeyi amaçlamaktadır. Programın ilk yılı olan 2000 yılında, aylık fiyat artışları mart ayından itibaren geçen yılki değerlerinin altında gerçekleşti. 1999 yılının aralık ayına göre bu yılın kasım ayındaki onbir aylık fiyat artışı toptan eşyada 22,3 puan azalışla 30,2 ve tüketici fiyatlarında 23,6 puan azalışla yüzde 35,7 oldu.

Petrol fiyatlarında öngörülenin üzerinde yükseliş, ekonomideki canlanmanın ve faizlerdeki gerilemenin getirdiği talep artışı nedenleriyle, yıl sonu için hedeflediğimiz seviyeye birkaç ay gecikmeli olarak ulaşılacaktır.

 Nitekim, petrol fiyatlarındaki artış, dünyanın en gelişmiş ülkelerinin çoğunda da enflasyon hedeflerinin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu hale getirmiştir.

Ekonomi teorileri yanında sosyal bilimler de enflasyonu bir numaralı halk düşmanı olarak tanımlamaktadır. Gerçekten, bir ekonomik ve sosyal bataklık olan enflasyonu kurutmakta kararlıyız ve açıklıkla ifade ediyorum ki, bataklık kuruyor. Bugün gelinen nokta, son ondört yılın en düşük enflasyon oranıdır. Âdeta kader olarak algılanmaya başlanan yirmibeş yıllık kronik enflasyon, bugün ciddî bir düşüş eğilimi içine girmiştir. Enflasyonu aşağılara çekme mücadelesinde toplumun tüm kesimlerinin ortaya koyduğu destek, programın başarısında hiç kuşkusuz en önemli unsurdur. Yüksek enflasyonu olan ülke, dünyada bugün bir elin parmaklarından daha da az sayıdadır. Tüm dengeleri tahrip eden enflasyon, gelir dağılımındaki bozukluğun da ana nedenidir. Enflasyonda izlenen düşmenin, makul bir süre içinde, vatandaşımızın cebinde, mutfağında ve pazarında hissedilmesi temel hedefimizdir.Ekonominin amacı, insanın mutluluğu ve refahıdır. Esasen, odağında insan olmayan ekonomik politikalar doğru politikalar olamaz. Hükümet, ekonomik programın son yılında enflasyon oranını tek rakamlı düzeye indirmeye kararlıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ihracat, 2000 yılının ilk dokuz ayı sonunda yüzde 4 oranında artarak 20 milyar dolar oldu. Aynı dönemde ithalat, yüzde 35,1 arttı ve 39 milyar dolara ulaştı.

İthalattaki yüksek artış sonucu dışticaret açığı yüzde 97,6 artışla 19 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti ve ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 51,4'e geriledi.

Ekonomik daralmanın yaşandığı 1999 yılı yerine 1998 yılıyla karşılaştırma yapıldığında, ithalattaki artış oranı yüzde 11,7 olmaktadır.

Programa duyulan güven, faizlerdeki düşüş, para ve kur politikalarındaki şeffaflık ve talepteki artış, sermaye ve aramalları ithalatını artırmış; bu da, yatırım ve üretimdeki canlanmaya katkıda bulunmuştur.

İhracattaki artışın sınırlı kalmasında ise, euronun dolar karşısında değer kaybetmesi nedeniyle Avrupa bölgesinden yapılan ihracatın dolar karşılığının düşmesi, ihracat fiyatlarının gerilemesi ve tarım ürünleri ihracatının azalması rol oynamıştır.

Yılın ilk sekiz ayında ihracattaki artış yüzde 4,8'dir. Bu dönemde ihracat miktar olarak yüzde 17 artarken, ihraç fiyatları yüzde 4,9 oranında gerilemiştir. Bu dikkate alındığında, sekiz aylık ihracatımızda geçen yıla göre yüzde 10,2 oranında reel artış gerçekleşmiştir.

Yılın ocak-eylül döneminde işçi dövizleri 5,5 oranında azalırken, bavul ticareti yüzde 37,9 artışla 2,1 milyar dolara, turizm gelirleri yüzde 47,9 artarak 5,9 milyar dolara ulaştı.

Bu gelişmelerle dışticaret dengesi 16 milyar dolar açık verirken, görünmeyen işlemler dengesi 9,3 milyar dolar fazla verdi ve sonuçta, cari işlemler dengesi açığı 6,8 milyar dolar oldu.

Bu yıl sonu itibariyle cari açığın, 8,2 milyar dolar ile gayri safî millî hâsılanın yüzde 4,1 seviyesinde olması beklenmektedir.

Bu açık, programı aksatacak, endişe edilecek bir seviye değildir. Cari açığın ekonominin taşıyamayacağı bir seviyeye çıkmasına izin vermeyeceğiz.

Bu açığın azaltılması yanında, yatırım, üretim ve istihdamın artması bakımından büyük önem taşıması nedeniyle, ihracat, uygulanan ekonomik programın en duyarlı olduğumuz alanlarının başında gelmektedir. İhracatı turizmle birlikte ekonominin itici gücü olarak görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkede yurtiçi tasarrufların yetersiz olması, dış kaynak ihtiyacını artırmaktadır. Dış kaynak teminindeki güçlük nedeniyle, başta borç anapara ve faiz ödemeleri olmak üzere, kamu kesiminin finansmanında sınırlı olan iç kaynağa ağırlıklı olarak başvurulmaktadır. Bu durum, bir taraftan reel faiz oranlarını yükseltirken, diğer taraftan reel ekonominin finansman ihtiyacını büyütmekte, kalan sınırlı miktardaki kaynağın da maliyetinin yükselmesine neden olmakta ve enflasyonu körüklemektedir.

Dış kaynak temini ise, malî kesimdeki kamu baskısını azaltarak ekonominin ihtiyacı olan kaynağı bulabilme imkânı yaratmakta, faiz oranlarını düşürerek, maliyetlerin ve enflasyonun gerilemesine imkân sağlamaktadır.

Yıllardır, net dış borç ödeyicisi olan ülkemize, dış kaynak girişi başladı ve net dış borçlanıcı konumuna geldik.

Bütçenin finansmanı için yılbaşından bu yana, programlanan miktarın üzerinde, 7,5 milyar dolar dış borçlanma gerçekleştirildi.

İlk defa olarak, dolar piyasasında 30 yıl, euro piyasasında ise 10 yıl vadeli tahvil ihracı yapılmış, dış borç vadesi uzatılmış, maliyeti de geçen yıla göre önemli oranda düşürülmüştür.

İç borç stoku, 2000 yılının ekim ayında 32,3 katrilyon liradır. Bu miktarın 30,1 katrilyon lirası tahvil, 2,2 katrilyon lirası da bonodur.

Uygulamaya konulan ekonomik program sonrasında faizlerin hızla gerilemesi, kamu borçlanma maliyetlerinin de önemli oranda düşmesini sağlamıştır.

İç borçlanmanın vadesi geçen yılın ilk on aylık döneminde ortalama 296 gün iken, bu yıl 391 güne çıktı; yüzde 98,8 olan ortalama basit faiz oranı da, yüzde 36,3'e geriledi.

Bu olumlu gelişmeler, kısa bir sürede, bir yıl içinde, kamuda ciddî bir faiz tasarrufu sağlamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik göstergeler son derece olumlu seyrederken, programın uzantısı olmayan, kasım ayının sonlarında, malî piyasalarda likidite alanında oluşan dalgalanmalara, hükümet son derece hızlı ve etkin bir şekilde müdahale etmiştir. Alınan önlemlerle, piyasalar ve göstergeler normale dönmeye başlamıştır.

Program, kararlılıkla uygulanmaktadır ve uygulanacaktır. Programın hedeflerine ulaşabilmesi için gereken ne ise yapılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçelerle ilgili açıklamalarıma geçmeden önce, bugüne kadar gerçekleştirilen ve üç yıllık ekonomik programın başarısı açısından büyük önem taşıyan yapısal reformları, izninizle, başlıklar halinde belirtmek istiyorum:

Sosyal güvenlik sisteminin finansman yapı ve dengesini sağlamlaştırmayı hedefleyen değişiklikler gerçekleştirildi.

Kamu malî yönetiminin iyileştirilmesi ve şeffaflığın sağlanması amacıyla 24 bütçe içi ve 3 bütçe dışı fon kapatıldı.

Uluslararası tahkimle ilgili anayasa değişikliğinden sonra, ilgili kanunlarda da gerekli düzenlemeler yapıldı.

İletişim ve enerji sektörlerini devlet imtiyazı olmaktan çıkaracak yasal değişiklik yapılarak, Türk Telekom’un Türk Ticaret Kanununa tâbi özel bir şirket olarak faaliyet göstermesi sağlandı. Telekomünikasyon Kurulu adıyla düzenleyici bir kurul oluşturuldu.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu faaliyete geçti.

Tarım ve tarımsal destekleme politikalarını daha etkin ve verimli kılarak üretimde devamlılığı ve üretici gelirlerinde istikrarı sağlayacak tarımsal sistemin yeniden yapılandırılmasını gerçekleştirmek üzere Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulu oluşturuldu.

Devletin gerçekleştireceği tarımsal desteklerin, aracılar yerine doğrudan üreticilere ulaşmasına imkân sağlayacak "doğrudan gelir desteği" uygulaması için tüm hazırlıklar tamamlandı ve pilot bölge uygulaması başlatıldı.

Tarım satış kooperatifleri ve birliklerine malî ve idarî özerklik sağlayan yasal çerçeve oluşturuldu.

Ürün ihtisas borsaları kurulmasına imkân veren kanun yürürlüğe girdi.

Kamu bankalarının özerkleştirilerek üç yıl içinde özelleştirmeye hazır hale gelmesini öngören kanun yürürlüğe girdi.

Bankacılık sektörünün yeniden yapılanma sürecini desteklemek amacıyla, bu sektördeki devir ve birleşmelere geçici bir süreyle vergi istisnası getirildi.

Elektrik sektöründe liberalizasyonu sağlayacak kanun tasarı da Yüce Meclise sunulmak üzeredir.

Sağlam bir ekonomik zemin oluşması için, yapısal değişikliklere büyük önem veriyoruz. Programımızda yer alan diğer yapısal reformların da gecikmeye meydan verilmeksizin bir an önce gerçekleştirilmesi kararlılığı içindeyiz.

Ekonomik kurumların daha güçlenmesi ve büyümenin sürekli ve istikrarlı olması için yapılması gerekenler yerine getirilecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2000 yılı bütçesine geçmeden önce, kesinhesap kanun tasarısı görüşülecek olan 1999 yılı bütçesine kısaca değinmek istiyorum.

1999 yılı bütçesinde, konsolide bütçe gelirleri 18,9 katrilyon liraya ulaşmış ve gayri safî millî hâsılaya oranı bir önceki yıla göre 2,1 puan artışla yüzde 24,2 olmuştur. Bütçe giderleri ise 28,1 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşmiş, gayri safî millî hâsılaya oranı da 6,7 puan artarak yüzde 35,9 olmuştur.

1999 yılı bütçe açığı 9,2 katrilyon liradır. Bu tutar, gayri safî millî hâsılanın yüzde 11,7'sidir. Faiz hariç denge, tahminin de üzerinde, gayri safî millî hâsılanın yüzde 2'si büyüklüğünde fazla vermiştir.

2000 yılının ilk on aylık döneminde ise, bütçe giderleri geçen yıla göre yüzde 70,6 artarak 38,9 katrilyon lira, gelirleri yüzde 94,5 artarak 27,9 katrilyon lira seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde, 19 katrilyon lira faiz ödemesi yapılmıştır.

Sosyal güvenlik sisteminde gerçekleştirilen düzenlemelerin olumlu etkileri haziran ayından itibaren alınmaya başlanmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumuna, uzun bir dönemdir ilk defa, bu aydan itibaren bütçeden katkıda bulunulmamıştır. Bu gelişme, bütçe dengesini de olumlu etkilemiştir.

Vergi gelirleri yüzde 96,7 oranında artarak 22,1 katrilyon liraya yükselmiştir.

Vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsıla içindeki payının, yıl sonu itibariyle, yüzde 21,3'le önceki yıllara kıyasla en yüksek düzeye ulaşmasını bekliyoruz. Bu gelişmede, ekvergi gelirlerinin önemli katkısı vardır. Bu yılın on aylık döneminde tahsil edilen ekvergi gelirleri içinde faiz vergisinin yüzde 64,2'lik bir paya sahip olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir.

Bu durum, ek vergi yükünün dağılımında sosyal adaleti gözeten önemli bir noktadır.

Vergi gelirlerinde, ek vergiler hariç, artış ise yüzde 74,5'tir.

Vergidışı normal gelirler yüzde 114 oranında artarak 2,7 katrilyon lira, özel gelir ve fonlar yüzde 67,9 artışla 2,7 katrilyon lira ve katma bütçe gelirleri yüzde 70,5 artarak 451 trilyon lira düzeyinde gerçekleşmiştir.

2000 yılı bütçesi, bu dönem sonunda, 11 katrilyon lira açık, 8 katrilyon lira faizdışı fazla vermiştir.

Yılsonu itibariyle de, giderlerin 46,4 katrilyon lira ve gelirlerin 34,8 katrilyon lira olacağını, buna göre bütçe açığının 11,6 katrilyon lira ile gayri sâfi millî hâsılanın yüzde 9,3'ü düzeyinde gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz.

Faiz hariç dengenin ise 8,7 katrilyon lira ile gayri sâfi millî hâsılanın yüzde 7'si düzeyinde bir fazla vermesi beklenmektedir.

Özellikle vergi gelirlerindeki hedefin aşılmasının katkısıyla bütçe açığının gayri sâfi millî hâsılaya oranının başlangıç hedefine göre 2 puan daha azalacağı, faiz dışı fazla oranının da 1,4 puan daha yükseleceği anlaşılmaktadır.

Bu durum, uygulanan üç yıllık ekonomik programın birinci diliminin, malî kriter yönünden hedeflerin üzerinde bir gelişme gösterdiğini ortaya koymaktadır.

Devlet bütçesinin esnekliğini yok eden ve devletin temel hizmetleri için kaynak ayrılmasını engelleyen faiz ödemelerini azaltacak en önemli araç olan faiz dışı fazlanın yıllık hedefi yılın bitmesine 4 ay kala yakalanmış ve eylül ayından itibaren de aşılmıştır.

2000 yılı bütçe uygulamasında sağlanan etkinlik ile hem 2000 yılı hem de 2001 yılı faiz giderlerinde büyük ölçüde tasarruf imkânı elde edilmiştir.

Bütçe, faiz üreten bir yapıdan çıkıp faiz yükünü eriten bir niteliğe dönüşmektedir.

2000 yılında kamunun malî dengelerini sürdürebilir bir biçimde kurmak amacıyla, vergi, özelleştirme ve harcama etkinliğinin eşzamanlı olarak gerçekleştirilmesine özen gösterilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001 yılı bütçesi de 2000 bütçesi gibi yeni çağın imkânları yanında, beraberinde getireceği farklı ve çetin şartların sorumluluğu gözetilerek hazırlandı.

2001 yılı, kronik hale gelmiş yüksek enflasyon ve kamu kesimi açıklarının düşürülmesi konusundaki kararlılığımızın devam ettiği bir yıl olacaktır.

2001 yılı bütçesi, uzun yıllar özlemi çekilen sağlıklı bir kamu maliyesine dayalı, istikrarı hedefleyen bir iktisadî politikanın aracı olarak hazırlanmıştır.

Yüce Meclise sunduğumuz bütçeyle, bu yılın başında uygulamaya başladığımız üç yıllık enflasyonla mücadele programının hedeflerine bir adım daha yaklaşacağız. Aldığımız önlemler pekiştirilecek, yapısal reformlara devam edilecektir.

Görüş ve değerlendirmelerinize sunulan 2001 yılı Bütçe Kanun Tasarısının büyüklükleri, dengeleri ve hedefleri de bu çerçevede belirlenmiştir.

2001 yılı için hedef alınan temel büyüklükleri şöyle özetleyebiliriz:

Gayri safî millî hâsıla 153 katrilyon 405 trilyon lira,

Büyüme oranı yüzde 4,5,

Gayri safî millî hâsıla deflatörü yüzde 18,

Toptan eşya fiyat endeksi ortalama yüzde 15,2,

Toptan eşya fiyat endeksi yılsonu yüzde 10,

Tüketici fiyat endeksi yıllık ortalama yüzde 19,5,

Tüketici Fiyat Endeksi yılsonu yüzde 12,

Ortalama dolar kuru 714 000 lira,

İhracat 31 milyar dolar,

İthalat 54 milyar 500 milyon dolardır.

Bu büyüklükler dikkate alınarak ve Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan değişiklikler sonucunda, 2001 yılı bütçesinde;

Giderler 48 katrilyon 360 trilyon lira

Gelirler 43 katrilyon 127 trilyon lira,

Bütçe açığı 5 katrilyon 233 trilyon lira,

Faizdışı fazla 11 katrilyon 444 trilyon lira olarak belirlenmiştir.

Bütçe giderlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 31,5, gelirlerinin oranı yüzde ise 28,1'dir.

2001 bütçesindeki 48,4 katrilyon lira ödeneğin dağılımı ve geçen yılın bütçesine göre değişimi şu şekildedir:

Personel giderleri yüzde 21,2 artışla 12 katrilyon lira,

Diğer carî giderler yüzde 23,7 artışla 4 katrilyon 750 trilyon lira,

Yatırımlar yüzde 47,5 artışla 3 katrilyon 470 trilyon lira,

Transferler yüzde 8,1 azalışla 28 katrilyon 141 trilyon lira,

Sosyal güvenlik kuruluşlarına transferler yüzde 21,5 artışla 4 katrilyon 335 trilyon lira,

Faiz ödemeleri yüzde 21,1 azalışla 16 katrilyon 677 trilyon lira,

Transfer ödenekleri içinde ayrıca;

Kamu iktisadî teşebbüsleri için 847 trilyon lira,

Vergi iadeleri için 1 katrilyon 300 trilyon lira,

Tarımsal destekleme için 985 trilyon lira,

Fonlar için 911 trilyon lira,

Kuruluşların transfer giderleri için 788 trilyon lira,

Diğer transfer giderlerine de 2 katrilyon 298 trilyon lira ayrılmıştır.

Turizm ve ihracat, 2000 yılı bütçesinde olduğu gibi, 2001 bütçesinde de öncelikli sektörler arasında yer almaktadır. Özellikle ihracatın teşvik edilmesiyle ihracata dayalı sektörlere canlılık kazandırılması ve carî işlemler dengesinin iyileştirilmesi 2001 yılında öncelikli hedeflerimiz arasındadır. 2001 yılında bu amaçla ayrılan toplam kaynak tutarı 591 trilyon liradır.

Bütçenin faiz hariç, gider büyüklüğü 31 katrilyon 683 trilyon liradır ve geçen yıl bütçesine göre yüzde 23,9 artış göstermektedir.

Bütçe gelir tahminleri içinde;

Vergi gelirleri 31 katrilyon 777 trilyon lira,

Vergi dışı normal gelirler 8 katrilyon 22 trilyon lira,

Özel gelirler ve fonlar 3 katrilyon 28 trilyon lira,

Katma bütçe gelirleri 300 trilyon lira olarak öngörülmüştür.

Bütçe gelirlerinin 3,7 katrilyon lirasının özelleştirmeden sağlanması hedeflendi.

2001 bütçesinde, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 3,4, faiz dışı bütçe fazlasının gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 7,5 olarak öngörüldü.

Faiz ödemelerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, 2000 yılındaki yüzde 17 seviyesinden yüzde 11'e, bütçe içindeki payı da yüzde 45'ten yüzde 34'e inmektedir.

2000 yılında vergi gelirlerinin yüzde 88'i faize giderken, 2001 yılında bu oran yüzde 52'ye düşecektir.

Faiz ödemelerinin bütçe içindeki payının azalması, kuşkusuz, bütçenin temel hizmet kalemlerinin paylarının artması sonucunu getirmiştir. Böylece, kamu kaynaklarının yeniden devletin aslî görevlerine tahsis edilmesi sağlanmış olacaktır.

Kamu maliyesi açısından, bu, çok önemli bir aşamadır.

Özelleştirmeye gösterilen özen daha da artırılacaktır. Özelleştirmeyi, ekonomiye rasyonellik kazandıracak ve kamu malî sistemini rahatlatacak temel unsurlardan biri olarak ele alıyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; nakit yönetiminin önemli unsurlarından biri olan kamu haznedarlığı ve ödeneklerin önceden belirlenen ayrıntılı harcama programları çerçevesinde kullandırılması ile Hazinenin kefalet ve borçlanmalarına sınır getirilmesi uygulamalarına 2001 yılında da devam edilecektir.

Yeterli ödeneği olmayan yatırım projelerinin başlatılmasına bu yıl da izin verilmeyecektir. Ayrıca, yatırıma ayrılan kaynakların kısa sürede ekonomiye kazandırılabilecek projelere yönlendirilmesi uygulamasına devam olunacaktır.

Kamu kaynaklarının akılcı ve etkin kullanımı yönünde izlenen tutum titizlikle sürdürülecektir.

2000 yılı bütçesinde yer alan kamu personel alımları, demirbaş alımları, taşıt kullanımı ile kamu hizmet binalarının yapım ve kiralanmalarına ilişkin tedbirler 2001 yılı bütçesinde de aynen yer aldı.

Üniversiteler, tapuda kendi adlarına kayıtlı taşınmaz mallarını satarak elde edecekleri gelirleri yatırımlarında kullanma tatbikatına bu yıl da devam edeceklerdir.

Avrupa Birliği ve uluslararası ihale standartlarını esas alan ve şeffaflık, rekabet, kamuoyu denetimi gibi ilkeleri öne çıkaran yeni Devlet İhale Kanunu tasarısı Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla birlikte müştereken hazırlandı; en kısa sürede Yüce Meclise sunulacaktır.

Herhangi bir kamu kuruluşuna tahsisli veya kamu hizmeti için gerekli olmayan Hazineye ait taşınmaz malların satılarak ekonomiye kazandırılmasına 2001 yılında da devam edilecektir.

2001 yılı bütçesinden itibaren, kamu malî yönetiminde sadece girdilerin kontrol edilmesi şeklindeki anlayış yerine, sonuçların da kontrol edildiği bir yaklaşım benimsenecek; gelecek yıllar bütçe çalışmalarında kurumlar açısından 2001 yılı hedefleri ve elde ettikleri sonuçlar büyük önem kazanacaktır.

Dünya Bankasının kredi desteği ile yürütülmekte olan Kamu Malî Yönetim Projesine 2001 yılında da devam edilecektir. Bütçe gelir ve gider sonuçlarının hızla alınması için saymanlıklar nezdinde başlatılmış olan "Say 2000" projesi uygulamaya geçirilecektir.

Harcamalara, gelirler kadar özen gösterdiğimizi, uyguladığımız politikalarla açıkça ortaya koyduk. Aynı kararlılık 2001 yılında da devam edecektir.

Devlet bütçesinin uygulanmasında, vergi gelirlerinin nereden toplandığı kadar, kaynakların nereye ve nasıl harcandığı da son derece önemlidir.

Toplum ödediği verginin nasıl kullanıldığına haklı olarak büyük duyarlılık göstermektedir. Toplumun bilmek hakkına büyük özen göstereceğiz.

Kamu kaynaklarını yerli yerinde kullanma ve israfla mücadele ilkesinin öncelikle kamu yönetiminde uygulanması gerektiğinin altını çizmek istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geride bıraktığımız yüzyılın son yılında, ülke olarak yüzyılın en büyük felaketiyle karşılaştık. 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleriyle 18 243 vatandaşımızı maalesef kaybettik, 48 901 vatandaşımız da yaralandı. Kaybettiğimiz vatandaşlarımıza tekrar Allah'tan rahmet, milletimize başsağlığı diliyor, yaralanan vatandaşlarımıza da geçmiş olsun diyorum.

Hükümet, geçen yıl yaşadığımız büyük depremlerin tüm maddî ve manevî tahribatını en kısa zaman içinde ortadan kaldırmak anlayışı içinde hareket etmiştir.

Nüfus ve sanayiin en yoğun olduğu bölgemizde meydana gelen depremin maddî zararları sadece o günlerde hasar gören alt ve üst yapıların değerleriyle değil, geleceğe dönük istihdam, üretim ve kamu gelirleri kayıplarıyla hesaba alınmıştır ve uygulamakta olduğumuz ekonomik programın içine yerleştirilmiştir.

Deprem yaralarının sarılması için hükümet, her türlü yasal, idarî ve malî tedbirleri süratle aldı. Yetki kanunu çıkarıldı, hasarların karşılanması için gerekli eködenek temin edildi.

Bütçeden yapılacak harcamaların finansmanı için ek gelirlerin sağlanması zorunlu hale geldi ve bu amaçla vergi kanunlarında gerekli düzenlemeler yapıldı.

17 Ağustos depreminden bu yılın ekim ayı sonuna kadar, ülke genelinde muhtelif kamu kurum ve kuruluşlarınca depremle ilgili olarak 1 katrilyon 623 trilyon liralık harcama yapılmıştır.

Aynı dönemde vergi düzenlemeleri, bedelli askerlik gelirleri, nakit bağışlar ve yurt dışından sağlanan kredi kullanımları dahil toplam 2 katrilyon 65 trilyon lira tutarında finansman imkânı sağlanmıştır.

Deprem yaralarının sarılması ve bölgenin depremden önceki ekonomik ve sosyal yaşam düzeyini yeniden yakalayabilmesi için yapılan harcamalar; kalıcı konutların inşaı, çevre ve bağlantı yollarının yapımı, içmesuyu ve kanalizasyon gibi altyapı inşaatları ve bunlara ilişkin kamulaştırmalarla ağır ve orta hasarlı binalar için tahsis edilen kredileri, esnaf ve çiftçi kredilerine katkı ve diğer sosyal yardımlar gibi alanları kapsamaktadır.

Depremin maddî tahribatı tamamen giderilip kayıp üretim gücümüz tekrar devreye sokuluncaya kadar kaynak tahsisimiz devam edecektir. Kullanacağımız bu kaynaklar, bir defaya mahsus aldığımız vergilerle sınırlı değil, aksine, konuya verdiğimiz öncelik ve önem kadar büyük olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanan programın başarısı için bütçede öngörülen hedeflere ulaşma büyük öneme sahiptir. Temel amacımız, enflasyonu düşürüp, sağlıklı bir kamu finansman dengesiyle, sürekli gelişme ve refah artışı sağlamaktır.

Bu amaca ulaşmak için, sorunları hep beraber göğüsleyip, elbirliğiyle ülkemizin önünü açacağız. Yarınlar için, bugün yapılması gerekenleri, sorumluluktan kaçmadan yerine getirmek zorundayız.

Yeni yüzyıl, teknoloji çağı olacaktır. Teknolojik gelişmelerin gerisinde kalan ulusların, gelişmiş ülkelerle refah farkının artacağı kuşkusuzdur. Teknolojik gelişmeleri yakından takip edip uygulamakta kararlıyız. Bu kararlılıkla, vergi idaresini en son teknolojilerle donatmakta olduğumuzu memnuniyetle ifade etmek isterim.

2000 yılında 153 büyük vergi dairesinin tam otomasyona geçirilmesi işlemi tamamlandı. Ayrıca, geriye kalan 120 vergi dairesinde internet, 96 vergi dairesinde intranet üzerinden sicil otomasyonu uygulaması gerçekleştirildi.

Diğer taraftan, 1 Eylül 2000 tarihinden itibaren, otomasyonlu vergi dairelerindeki Kurumlar Vergisi mükellefleri ile otomasyonlu nakil vasıtası vergi daireleri için internet vergi dairesi uygulaması başlatıldı. Bu uygulamayla, mükellefler, tahakkuk, tahsilat, borç gibi bilgilerini, vergi dairesine gitmeden, internet kanalıyla sorgulayabilmektedirler.

Mükelleflerin birçok işlemi vergi dairesine gelmeden yapabilmeleri, kuşkusuz, mükellef ve idare açısından işleri kolaylaştırıp hızlandırarak, sistemdeki etkinlik ve verimliliği artıracaktır.

2001 yılında otomasyon uygulamalarının otomasyonsuz vergi dairelerine yaygınlaştırılmasına devam etmeyi ve internet olanaklarını en iyi şekilde kullanmayı planlamaktayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devletin aslî geliri vergilerdir. Herkesin gücüne göre vergisini ödemesi bir vatandaşlık görevidir.

Amacımız vergi sisteminde etkinlik ve verimliliği artırarak kayıtdışı ekonominin kayda alınmasını sağlamak ve vergi tabanını genişletmektir.

Bir taraftan en son teknolojiyi kullanarak vergi idaresini kanunları hızlı ve etkin bir şekilde uygular hale getirecek, diğer taraftan mükellef hizmetlerini iyileştirerek mükelleflerin vergi ödevlerini kolayca yerine getirmelerini sağlayacağız.

Kayıtdışı ekonominin önlenmesi amacıyla yurt çapında yaptırmakta olduğumuz yaygın ve yoğun vergi denetimleri aralıksız sürdürülmektedir.

Otomasyonun yaygınlaştırılması, 15 milyonu aşan tek vergi numarası uygulaması ve vergi istihbarat merkezinde oluşturulan dinamik veri tabanıyla ekonomik faaliyetleri anında takip ederek denetimin tesadüfî, zaman ve enerji kaybettiren bir yapıdan daha sistemli, planlı, yaygın ve hedefi isabetle tespit eden etkin bir yapıya kavuşmasını sağladık.

Denetim yapısındaki bu değişimin sonuçlarını almaya başladığımızı memnuniyetle söyleyebilirim. İncelemeler sonucunda bulunan matrah farkının incelenen matrah oranı 1997 yılında yüzde 28,2, 1998 yılında yüzde 27,9 iken, bu oran 1999 yılında yüzde 44,7'ye çıkmıştır. Bu durum, vergi kaçağının değil, denetimin etkinliğinin hızla arttığını ifade eden bir göstergedir.

Vergi kaçağı olan ekonomik faaliyetler ve mükellefler, toplanan veriler sayesinde dosyalar arasında kaybolmadan bilgisayarlı denetim yoluyla doğru bir şekilde tespit edilmeye başlanmıştır.

Gelecek yıl, kayıtdışı mükellef ve hâsılat tespiti, biraz önce sözünü ettiğim istihbarat veri tabanıyla daha da etkin bir şekilde yapılarak, vergisini ödemeyip haksız rekabet yaratanların üze-rine gidilecektir. 2001 yılı bu konuda çalışmalarımızın yoğunlaşacağı bir yıl olacaktır.

Bu gelişmelerin vergiye uyumu, vergide adaleti ve dolayısıyla, vergi gelirlerinin artmasını sağlayacağına inanıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçelerin yaşama geçirilmesinde en büyük görev, kuşkusuz ki, malî idaremizin üzerindedir. Türk malî idaresi, 2000 yılı bütçesinin olduğu gibi, 2001 yılı bütçesinin de takipçisidir.

Malî idaremizin görevleri her geçen gün biraz daha artmakta, ona paralel olarak da sorumluluk alanı genişlemektedir. Özellikle, ekonomik suçların günümüzde kazandığı global ve yerel boyutlar, malî idaremizin denetim misyonunu enine boyuna ve derinliğine gözler önüne çıkarmış bulunmaktadır.

Millet hayatının temiz toplum özlemleriyle dolu olduğu bir dönemde, dürüst bir gayretle ortaya çıkan Türk malî idaresi, bugün, halkımızın yenilmez ve korkusuz yüreğini temsil ederek, denetim görevini, hakkın, adaletin ve kanunun gereği, hiçbir tesir altında kalmadan yapmaktadır. Kaynağını hukuktan, kanundan, ahlaktan ve kurumsal gelenekten alan, kudretini, yine, hukukun denetimi altında kullanarak, halkımızın temiz toplum özlemi hedefinde, bayrak taşıyıcı görevini diğer görevleriyle birlikte yerine getirmektedir. Bunun da, ödülü ve övgüsü değil, sadece onuru vardır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçe söz konusu olunca, üzerinde en çok durulan konulardan biri de, kuşkusuz, memur maaşlarıdır. Memur maaşlarına yapılacak zam oranı, gerek toplumun çok büyük bir kesimini ilgilendirmesi gerek geleceğe yönelik enflasyon beklentilerinin oluşumuna katkısı nedeniyle büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, uygulanacak zam oranının belirlenmesinde, bütçe imkânlarının yanı sıra, 2001 yılı enflasyon hedefleri de göz önünde bulundurulmuştur.

Ocak ayı başından geçerli olmak üzere, 2001 yılının ilk altı aylık dönemi için, memur maaşlarında ortalama yüzde 10 oranında artış yapılması öngörülmüştür. Ancak, 2000 yılında olduğu gibi, bütçe kanununa konulan bir maddeyle, memurlarımıza 2001 yılında da enflasyonun üzerinde bir maaş artışı sağlanması ilkesi benimsenmiştir.

Bu düzenleme, enflasyonun yükselmesi halinde, maaş hesaplamasında kullanılan katsayıların artırılması suretiyle işletilecek ve maaş sistemimizde ilk defa bu yıl uygulamaya başlanan, enflasyon öngörülerindeki sapmanın doğrudan doğruya maaş artışına dönüştürülmesine imkân veren model, önümüzdeki yıl da sürdürülecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 19 Aralık 1999 günü huzurunuzda yaptığım 2000 yılı bütçe sunuş konuşmamda Yüce Meclise ve Büyük Milletimize şöyle demiştim: "2000 yılı bütçesi, sadece bir yıllık bütçe hareketi olarak değil, bugünün şartlarının ağırlığı ile geleceğin hedeflerini telif etmeyi dikkate alarak hazırlanmış bir yol açıcı malî projenin ilk adımıdır. Bu adım, bir yıllık bütçe ölçeğinde küçük, önümüzdeki yıllar ölçeğinde ise büyük bir adımdır. Bu anlamda, 2000 yılı bütçesi, yeni bir sayfadır."

Değerli milletvekilleri, bu, bir iddia idi; bir iddianın en aslî unsurunun yeri ve zamanı geldiğinde savunulabilir olması gerektiği bilinci ve sorumluluğu içinde ortaya konulmuş bir iddia idi.

Bu iddia, zamanın ve olayların akışı içinde, yaşana yaşana bugüne kadar geldi ve zaman ve olaylar, bizim iddiamızda haklı olduğumuzu ortaya koydu.

Artık, 2000 yılı bütçesinin, ağır şartlara rağmen, geleceğin hedeflerinin önünü açacak, yol açıcı bir malî projenin ilk adımı olduğu, bu ilk adımın gelecek yıllar için daha büyük adımlara öncülük edeceği kuşkusuzdur.

Ekonomide ne kadar güçlü olursak, iç ve dış sorunlarımızın çözümünde de o kadar güçlü olacağımız gerçeği, 2000 yılı bütçesinin uygulama sürecinde bir kez daha karşımıza çıkmıştır.

57 nci cumhuriyet hükümetinin ilk bütçesi olan 2000 yılı bütçesi, hayatî sorun olan siyasî istikrar ve hükümet istikrarı endişelerini de ortadan kaldıran bir güven boyutu olmuştur.

Türkiye'nin iç politika dinamikleri açısından buna büyük değer atfettiğimizi ifade etmek isterim.

Ayrıca, Türkiye dış ekonomik ilişkilerinde, üç yılık ekonomik programın ilk bütçesinde, millet olarak gösterilen güvenin, dış güvenin oluşmasında en etkin faktör olduğunu da gururla söyleyebiliriz.

Böyle bir programın millete rağmen değil uygulamaya konulması, uygulamaya konulmasını düşünmek bile mümkün değildi.

Bu nedenle 2000 yılı bütçesi ile programda alınan mesafenin gerçek sahibi Büyük Türk Milletidir ve onun tek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisidir diyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001 yılı bütçesi 3 yıllık ekonomik programın ikinci ve en önemli dilimidir.

2001 yılı bütçesi ile Türkiye çok anlamlı yeni bir adım daha atıyor.

Sorumluluğumuzu çok iyi biliyoruz.

Önce hiç layık olmadığı enflasyonun altında yıllarca ezilmiş bir toplumun başarı ve güven ruhunu restore etmekle yükümlüyüz. Ona yeni bir yüzyılın heyecanını mutlaka hissettirmeliyiz.

İktisat politikalarımızın bir aracı olarak tanımlayabileceğimiz bütçeyi, bir faiz ve personel giderleri bütçesi olarak yaşamaktan kurtulmaya mecburuz.

Bilgi, iletişim ve bilişim teknolojilerinde, araştırma ve geliştirmede çağın ilerlemelerine paralel gitmek zorundayız.

Global dünyada, çağın rekabet arenasında, çağdaşlık iddiasında bir toplum ve devlet olarak dünyayı izlemek mecburiyetindeyiz.

Kamu ve özel kesim işbirliği içinde, ürün ve hizmet kalitemizi çağdaş boyutlara yükseltmeliyiz.

Yeni bir yüzyılın özellikleri olan bilgisayar, bilişim, iletişim teknolojileri yanında fert başına millî geliri 20 000 doları aşan Avrupa Birliği ülkeleri içine girmenin sürecini yaşamalı, G-20'lerin bir üyesi olmanın sorumluluğunu yerine getirmeliyiz.

Yeni çağın bir devleti olmanın ilk şartı sayılan "dünyayı izleme" teknolojisine, mutlaka sahip olmalıyız.

Vergi gelirlerimizin, eğitime, sağlığa, çevreye, sosyal güvenliğe harcamak varken, faize gitmesinden kesinlikle kurtulmalıyız.

Sosyal güvenlik hakkı, çağdaş toplumun yüksek değerlerinin başında gelen bir insanlık hakkı olarak önümüzde duruyor.Sosyal güvenliği, devletin temel görevlerinin ilk sırasında ele almak zamanı çoktan gelmiştir.

İhtiyarımızı, sakatımızı, özürlümüzü, hastamızı, kimsesiz ve muhtaçlarımızı bir şemsiye altına alacak sosyal güvenlik sistemini ve bunun finansman dengelerini, daha da geliştirerek, uzun vadede güçlendirmek zorundayız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, program, birinci yılında hedefini tutmuştur. Programın ikinci yılı olan 2001  bütçesi de, 2000 yılının açtığı yoldan yürüyüşünü sürdürecektir.

Şunu görmeliyiz: Türkiye, sadece, kendi dengeleri ve kendi kalkınmasıyla yetinemez. Dünya ile bütünleşmek kaçınılmazdır.

Güçlü bir ekonominin en güçlü ayağı, güçlü bir kamu maliyesine sahip olmaktır.

Üç  yıllık program uygulanırken, yapısal değişiklikler de ağırlığını sürdürmeye devam etmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik programlar, çok önemli siyasal tercihleri yansıtan belgelerdir.

57 nci hükümetin önünde duran sorunlar, ülkemizin yeni bir yol açılımına olan ihtiyacını zaruret haline getirmişti. Program stratejimizi bu zaruret üzerine kurduk. Stratejik düşünce ve planlarımızı bu zaruretin icaplarıyla dokuduk. Sorumluluk aldık; halkımızdan fedakârlık istedik. Ülkemizin gücü ve fırsatları, hepimize sorumluluk yüklemektedir. Gencimiz var, yaşlımız var, işsizimiz var, çiftçimiz var, işçimiz var, memurumuz var, esnafımız var; hepsinin sorunları var; ancak, sorumluluk alana halk güvenirse, sorumluluk halkla paylaşılır hale gelir. 2001 yılı bütçe uygulamasının en önemli moral lokomotifi, halkımızın hükümete duyduğu güvendir. Zorlukları çözmede en değerli anahtar budur; artık, bu anahtar, büyük amaçlara açılmamızın anahtarı olacaktır.

Yeni yüzyıl, Türkiye'ye çok şey vaat ediyor; çünkü, Türkiye, çok kayda değer, önemli bir dönemden geçiyor. Doğru tercihler yaparak ve disiplinli yaklaşımlarımızı sürdürerek hedefimize varacağız.

Dün, bir yol haritamız vardı; bugün ise, elimizde, sahip olduğumuz ilk somut sonuçlar var. İyiyi ve doğruyu bulmak için, gerçekten, çok şansımız var. Tabiî ki, bütün bunlara, bir bütçe yılı içinde ulaşamayacağız. Büyük bir ulusun layık olduğu amaçlara ulaşmak için, bir bütçe yılı yetmeyebilir; fakat, sonunda mutlaka ulaşacağız. Büyük hedeflere adım adım ulaşacağımız inancımızın tanığı, insanlık tarihidir. Bizler, bugünleri, bu yolun sadece ilk adımları olarak görelim ve inançla yürüyelim.

Üç yıl süreli ekonomik programın ikinci ayağı olan 2001 yılı bütçesi dolayısıyla, Yüce Milletimizin huzuruna başımız eğik çıkmadık. 2002 yılı bütçesi dolayısıyla, Yüce Meclisimizin huzuruna, yine, başımız dik çıkmak için, var gücümüzle çalışacağız.

2000 yılı için öngörülen hedefleri, iddiamıza yakışan biçimde gerçekleştirdik. 2001 yılı için öngördüğümüz hedeflere varmak için, aynı tavizsiz kararlılığı sürdürme inancımızı huzurunuzda tekrarlıyorum.

Yapacağınız çalışmalara ve katkılara şimdiden teşekkür ediyor, bütçenin milletimize ve devletimize hayırlı olmasını diliyorum. (ANAP, DSP, MHP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakana teşekkür ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 30.11.2000 tarihli 23 üncü Birleşimde alınan karara uygun olarak, basılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır. Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasî parti grupları ve hükümet adına yapılacak konuşmalar, hükümetin sunuş konuşması hariç, birer saat, kişisel konuşmalar 10'ar dakika olacaktır. Siyasî parti grupları adına yapılacak konuşmalar birden fazla konuşmacıyla paylaşılabilecektir.

Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını konuşma sıralarına göre okuyorum: Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Tansu Çiller, Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Recai Kutan, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Sayın Oktay Vural ve Sayın İsmail Köse, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu ve Sayın Masum Türker; Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Yılmaz Karakoyunlu. Şahısları adına lehte söz alan Sayın İsmail Özgün. Şahısları adına aleyhte söz alan Sayın Aydın Menderes ve Sayın Ahmet Cemil Tunç.

Şimdi, ilk söz sırası, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Tansu Çiller'de.

Buyurun Sayın Çiller. (DYP sıralarından ayakta alkışlar)

DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum ve yine, bizi televizyonları başında izleyen aziz vatandaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyorum, bir kez daha, mübarek ramazanın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Tarihinde bütçe görüşmeleri, hükümet icraatlarının bir yılının ve ülkenin genel gidişinin bir muhasebesi olarak cereyan eder. Gerek ülkemizin genel gidişi gerek hükümetin son yıllık icraatı gerekse Yüce Meclise sunulan son bütçe, ortaya bir gerçeği çıkarmıştır : Artık, bütün bunların, hesaba kitaba gelir, muhasebeye gelir hiçbir tarafı kalmamıştır.

Şimdi, hükümete bakıldığı zaman, iki yıldır, millet adına hiçbir reel ve pozitif bir icraat ortaya çıkmamış olmasına rağmen, dünyanın kendisine hayran olduğunu ifade eden bir Başbakan; iki yıldır, her şey karşısında devamlı susan bir Başbakan Yardımcısı (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) ve iki yıldır, hükümetin icraatlarına muhalefet etmeyi icraat ve siyaset zanneden bir küçük ortak vardır. (DYP sıralarından alkışlar)

Bu tablonun siyasî anlamı şudur: Ortada bir siyasî irade yoktur; bürokrasiye teslim olmuş bir iktidar anlayışı vardır ve bugün itibariyle görünen görüntüde, ekonomi, IMF'ye ihale edilmiş; içişleri, Avrupa Birliğine ihale edilmiş; dışişleri, ABD'ye ihale edilmiş ve cezaevleri de mahkûmlara ihale edilmiş. (DYP sıralarından alkışlar)

Bunun bir ana ve temel nedeni var. Bu iktidar, kendini milletten koparmıştır, milletin sorunlarıyla kendisinin mesuliyeti arasındaki köprüleri atmıştır. Bakın, bütün işçiler sokakta, hükümet üzerine almıyor; bütün çiftçiler sokakta, hükümet üzerine almıyor; bütün memurlar sokakta, neredeyse Türkiye'nin özel sektörü karakolluk olmuş, kelepçelerle götürülüyor; halkın bir büyük kısmı açlık sınırına dayanmış, hükümet üzerine almıyor ve devletin hazinesi kapanın elinde kalmış ve nihayet, dışarıda, her canı isteyen, Türkiye'yi hırpalıyor, hükümet üzerine almıyor. Hükümet ne yapıyor: Ara sıra dışarıdan SOS, acil imdat istiyor. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Evet, mesele budur. Hükümet, kaderini, milletten koparmış, birkaç ahbap-çavuş ilişkisine dayandırmış, işbirlikçi bir görüntü içerisinde, birtakım saptırılmış manşetlerle gününü gün etmeye, siyasî ömrünü uzatmaya çalışıyor. Millet âdeta susturulmuş, sivil toplum örgütleri susturulmuş, korkutulmuş ve susturucu takılmış bir Türkiye!..

Böyle bir ortamda en önemli mesele, ülkenin, yeniden hak arayan bir konuma gelmesidir, getirilmesidir; çünkü hak aramadan, demokrasinin işlemesi mümkün değildir (DYP sıralarından alkışlar); tam bir demokrasinin gelmesi mümkün değildir; hak aramadan, ortadireği ayağa kaldırmak mümkün değildir; liberal bir ekonomiye, dışa açılan bir ekonomiye geçmek mümkün değildir; işleyen bir piyasa ekonomisine geçmek mümkün değildir ve yok edilmiş ortadireği, geniş halk kitlelerini ayağa kaldırmak mümkün değildir. Onun için, bugün, bu kürsüde, milletin hakkını arayacağım...Milletin hakkını arayacağım ve millet adına, çözümler üretmeyi görev bileceğiz.

MUSTAFA ZORLU (Isparta) - Çok geç kaldın, çok...

BAŞKAN - Konuşmacıya müdahale etmeyin efendim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, kimileri, bu yaklaşıma, belki, popülizm diyecek; ancak, çok yakında, yeni bir binyıla girerken, David Anderson çok önemli bir eser ortaya koyuyor, bu eserinde diyor ki: "Yeni bir antiliberalizm gündeme geliyor ve bu, iktidarların, doğrudan doğruya vatandaşlarla, bireylerle değil de, meselelerini kurumlarla, devlet kurumları veya işbirlikçi haline getirdikleri sivil toplum örgütlerinin başlarıyla götürürlerse eğer, o zaman milletin sorunlarından koparlar ve yeni bir binyılda yeni bir anti-liberalizm ortaya çıkar" ve yine, James Heckman, 2000 yılının başında ekonomi modelini alıyor  ve burada bireyin, yani, vatandaşın hakları ile ekonomiyi birleştiren, vatandaşı ve bireyi öne alan tutumuyla, yeni bir binyılın yükselen değerini ve Nobel armağanını ortaya koyuyor.

Evet, netice itibariyle, milletten ve milletin hakkından kopmuş bir iktidar, sonunda ne olur, meydanlar hareketlenir ve o görmezden gelinen piyasa ekonomisinin balyozu zaman zaman iktidarın başına iner. (DYP sıralarından alkışlar)

Ülkenin geldiği görüntü bu; ama, şimdi soruyorum: Neyiniz eksikti? Bir kere, bu iktidarın dördüncü yılıdır bu. Sayın Ecevit'in ve Sayın Yılmaz'ın 1997'de başlattıklarının sonucudur ve bugün yeni bir bütçe konuşulurken deniliyor ki, geçen sene çok zor bir ekonomik durumu devraldık... İyi de, o ekonomik durumu kim devretti; yine Sayın Ecevit, yine Sayın Yılmaz değil mi? Bıraktığımız Türkiye yüzde 8 büyümüyor muydu! Bıraktığımız Türkiye'nin yüzde 16 ihracat yaptığını görmüyor muydunuz? Bıraktığımız Türkiye, gümrük birliğine girmemiş miydi? Ona rağmen ayakta değil miydi? Bütün bunların hepsi tarihî veriler.

Peki, ne oldu ve iki sene sonra bütün bir büyük desteğe rağmen... Ne yapsanız doğru. Bir seçim öncesi vergi yasası çıkarılıyor; o vergi yasasında görülüyor ki, Türkiye çökertilecek. Yapmayın, bu vergi yasası yanlıştır diyoruz, seçimlerde büyük malî reform ve büyük manşetler, bravo iktidara, bravo Sayın Ecevit'e, bravo Sayın Yılmaz'a; geliniyor, arkasından aynı yasa sil baştan değiştiriliyor. Yine manşetler "bravo size yeni bir reform yaptınız" böyle bir destek, böyle bir destek ortada (DYP sıralarından alkışlar) ve "eğitim" diyorsunuz, yanlışlarla dolu; "8 yıl değil 12 yıl olsun, şöyle bilgisayara geçeceğiz, böyle yapacağız..." Hiçbir şey yok. Yine manşetler arkanızda; her şeyde bir büyük destek ve ona rağmen, böyle bir ortamda, getirildiği nokta seçim sonrasında, açıkça, 1999 yılı enflasyonda şampiyonluk; yolsuzlukta ve özellikle, rüşvet vermede şampiyonluk (DYP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar) -bunu ben söylemiyorum, uluslararası kurumlar söylüyor- ve o yetmiyor, daralmada ve fakirleşmede şampiyonluk.

Peki, bunu siz devraldınız; size kim devretti bunu? Bunu devreden kim? 1997'den beri dördüncü yılınızdasınız, dördüncü yılınızda; soruyorum, neredesiniz siz?!..  Dördüncü yılınızdasınız !... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,  alkışlar)

Dedik ki:"Bakın, bu IMF programlarını getiriyorsunuz; milleti IMF'nin kapısına bıraktınız; bu, Tablita programlarına dikkat edin." Daha geçen sene -açın, okuyun- şu kürsüde "bu  programa dikkat edin; bu program, Tablita programıdır; 18 ülke civarında uygulanmıştır, bunlardan ikisi dışında, hepsi çökmüştür. Dikkat edin, ilk  önce faizler  düşer, büyüme olur; ama, çok ciddî sıkıntılar çıkar,  bütün bunların hepsi çok hassas dengelerdir, bunların sonucunda şuralara şuralara varırsınız" dedim.

Ne oldu; netice itibariyle, dediğimiz  her şey oldu. Şimdi, rakamlarıyla vereceğim; açın, geçen seneki bütçe konuşmamı, Meclisteki yaptığım bütün konuşmaları okuyun. Ama, ne oldu; beceremediniz; beceremediniz ve bedelini de millete ödetiyorsunuz, millete!.. (DYP sıralarından alkışlar)

Ne dediniz, ne oldu, bakın : Hâlâ ,başarılı bir bütçe uygulaması diye konuşuyorsunuz. Ne dediniz, ne oldu... dediniz ki:"Cari işlemler açığı, geçen sene, hedef nedir, 2,9 milyar dolar." Dedik ki: "Yapamazsınız; böyle bir ortamda 10 milyar dolarlara gider bu." Ne oldu; revize ettiniz bir daha, bir daha revize ettiniz, cari işlemler açığı 10 milyar dolarlara gidiyor, resmî açıklamanız 8,5 şu anda; ama, daha var, daha kasım ve aralık var. Ne oldu; dedik ki: "İhracatı, böyle, bu kur politikasıyla büyütemezsiniz, dikkat edin" ama, dediniz ki: "Yok, hayır, ihracat da büyür, ithalat da 46 milyar dolarlarda kalır." Dedik ki: "50'leri çok aşar, dikkat edin." Ne oldu; 50'leri aşıyor...

Ne dediniz: "Ticaret açığı 14 milyar dolarda kalır." Açın okuyun, dedik ki: "20 milyar doları geçer." Ne oldu; 21'de biterse eğer iyi, 21'de kapanırsa iyi. Daha yetmedi, özelleştirme dediniz, ne koydunuz ortaya; 7,6 milyar dolarlık hedef. Ne çıktı; dedik ki:"Bunun yarısını yapın başarı." Hazineye giren 2,9 milyar dolar hani özelleştirmeden gelecekti, nerede?! Yetmedi, dediniz ki; "biz enflasyonu düşüreceğiz." Dedik ki: "Bakın, dikkat edin, bu ortamda ilk önce faizler düşer, büyüme yukarı çıkar; ama, enflasyon sonunda tekrar büyüyen faizlerle, yükselen faizlerle yeniden sürdürülebilir bir hale gelmez." Ne oldu; enflasyon rakamlarına bir bakın... Enflasyon rakamlarında görünen, şu anda, oniki ay itibariyle, son onbir ayın sonucu; yüzde 43,8 TEFE'de... Yüzde 43,8... Hadi, bu yıl diyelim ki...

BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Toptan?..

TANSU ÇİLLER (Devamla) -  Ha, toptanı mı soruyorsun? Bak, toptanı biraz daha aşağıda soktunuz. Neden biliyor musun; KİT'lerin açıklarını büyüttünüz... KİT'lerin açıklarını büyüttünüz. (DSP sıralarından gürültüler)

BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli) - Enflasyon 1994'te kaçtı? (DYP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Çiller, bir dakika...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Oturduğunuz yerden müdahale etmeyin.

BAŞKAN - Sayın Çiller... Sayın Çiller....

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bu işi bilmiyorsunuz, bilmiyorsunuz bu işi!

BAŞKAN - Sayın Çiller... Sayın Çiller... (DYP ve DSP sıralarından gürültüler)

TANSU ÇİLLER  (Devamla) - Hiçbir şey bilmiyorsunuz, hiçbir şey!..

BAŞKAN - Sayın Çiller... Sayın Çiller...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Dinleyin biraz.. (DYP ve DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Çiller, bir dakika efendim.

Değerli milletvekilleri, lütfen,  konuşmacıya müdahale etmeyiniz. Sizin de grup başkanvekilleriniz konuşacak; verilecek cevapları verilecek cevapları o zaman verirsiniz; kürsü, her türlü şeyi söyleyecektir, biz cevaplarını, zamanı geldiğinde kendimiz vereceğiz, lütfen müdahale etmeyin.

Buyurun Sayın Çiller. (DYP ve FP sıralarından gürültüler)

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Öğrenin, öğrenin...

MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) - Sayın Başkan, siz değil; siz ne demek!..

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Tarafsız davran, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanısın!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, sayın milletvekilleri... (DYP ve FP sıralarından gürültüler)

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Tarafsız davran, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanısın!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri, yanlış anladınız...

MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) - Hayır, düzeltin.

BAŞKAN - İçtüzüğü açınız, bakınız. Konuşmacı, kürsüde, Başkana ve milletvekillerine hitap eder, Genel Kurula hitap eder, onun için "biz" dedik; bize ait olursa biz veririz, Genel Kurula ait olursa siz vereceksiniz, İçtüzüğü açın okuyun.

Buyurun Sayın Çiller.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Evet, evet, evet...

Netice itibariyle -devam ediyorum- bakın, dediniz ki, enflasyon 20 ve 25 olacak, dediniz ki, toptan eşya 20 ve tüketici 25 olacak; dedik ki, 40'larda olur. Ne oldu; yüzde 43,5; bu senenin, daha bu ayın gelen zamları, bu ayın gelen bütün vergi farklılıkları; bunların hiçbir tanesi yok bunun içinde.

Netice itibariyle, bakın göstereyim size, göstereyim size milletin enflasyonunun ne olduğunu, dinleyin: Daha 1 ocakta bu programı açıkladığınızda, ekmek 50 000 liraydı, oldu 90 000, artış yüzde 80, hani yüzde 20-25, nerede yüzde 20-25?! (DYP sıralarından alkışlar)

BURHAN BIÇAKÇIOĞLU (İzmir) - Benzin de, benzin de...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Beyazpeynir 1 100 000'dü, 2 milyon olmuş, artış yüzde 82, hani yüzde 20?! Veriyorsunuz, o, sizin yüzde 20'leriniz, yüzde 10'larınız, memur maaşları için; yoksa, milletin cebindeki için değil. (DYP sıralarından alkışlar) Zeytin, 1 200 000, olmuş 2,5 milyon -bugün iftar sofrasının bütün ana kalemlerini sayıyorum- yüzde 108 artış; yumurta, 30 000'den çıkmış 60 000'e, yüzde 100 artış, pirinç yüzde 90 artış; böyle gidiyor.

İsterseniz bir de dağıtalım...

İSMET ATTİLA (Afyon) - Dağıtalım efendim...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Bunlar, bizzat, gidip pazara milletle beraber, alışverişlerden toplanmış rakamlar.

Şimdi, bütün bunlarla birlikte, gördük ki, bir aşamaya daha dikkat çektiğimiz gibi, yine aynen doğru çıktı. Dedik ki, bakın, bu programın bir hassas noktası da bankalardır. Açın, okuyun; geçen seferki konuşmalarımızı okuyun... Bu bankalar, ilk önce, yüzde birtakım faiz inişleriyle Hazine tahvilleri alırlar... Tipik Brezilya örneği; tipik ama, tipik.. İlk önce alırlar, ondan sonra, faizler çıkar, o faizler çıkınca, o bankalar sapır sapır dökülmeye başlar ve size inanıp da bu düşük faizden alanlar, çok ciddî sıkıntıya girerler. Brezilya'da girdiler, aynen oldu. Tablita programlarının örneğidir dedik "yok, her şey yolunda" dediniz ve netice itibariyle, bugün itibariyle geldiğimiz nokta açıkça belli. Ne oldu şimdi; hani, o mezar taşına yazılan zavallı hasta gibi, hastayım demiş demiş, hiç kimsenin aldırdığı yok, nihayet, mezar taşına yazılmış: "Ee, şimdi ne oldu?! Peki; ben öldüm, ne oldu!.. (DYP sıralarından alkışlar) Ekonomi öldü, öldü... Ekonomiyi çökerttiniz...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sizden de doktor olmaz.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi endişe ederim, aynı şeylerin arkasına saklanacaksınız. İlk önce Asya krizi oldu, onun için başarılı olamadık; sonra Rusya krizi oldu, onun için başarılı olamadık; sonra, deprem oldu -depremin de bütün vergilerini alıp, bu açığa koydunuz; biraz sonra geleceğim- ve şimdi de petrol fiyatları...

Şimdi, bakın, petrol fiyatlarına -yazın, yazın bunu- 22 değil, 24 dolardı ocak başında. Bunun bütün etkisini alsanız enflasyona, her yüzde 10'un, nokta 6'dır etkisi; toplam olarak, tüketicide... Bunun anlamı şu; yıllık bazda yüzde 3. Yarısında dahi fiyat artışı olmadı; yani, ilk yarıda olmadı,  daha sonra çıktı 24 dolardan; bunun etkisi enflasyonda yüzde 1,5'dir. Bunun arkasına saklanmayın! Bu sonuç, sizin beceriksizliğinizdir, beceriksizliğiniz; başka hiçbir şey değil! (DYP sıralarından alkışlar)

Başka ne oldu; cari işlemlerde açık var; çünkü, petrol fiyatları... Hayır, o da değil, 24'tü 1 Ocakta... Bütün artışı alın, doğalgazı da koyun, petrol faturasını da koyun, 750 milyon dolar eder; 1 milyar dahi değil... Ortalama aldığınız, eğer, 22 doları alırsanız bütün bu programda yaptığınız zaman,  o zaman da 1,3 katrilyon eder. Nerede sizin 2,8'lik hedefiniz carî işlemlerde, nerede 10 milyar dolarlık açık?!. Hiçbir şeyle izah edemezsiniz bunu; bilgisizliğiniz, beceriksizliğiniz, işbirlikçiliğiniz, ortaklığınızdır bu. (DYP sıralarından alkışlar) Millet bedelini ödüyor. Doğrudur, millet, ciddî olarak bedelini ödüyor bunun.

Şimdi, bakın, ben size bazı fakirleşme örnekleri vereyim: Fakirleştirdiniz bu milleti ve demeyin gelir dağılımı her zaman bozuktu. Bozuktu; doğru da, çok daha kötü yaptınız, çok daha kötü yaptınız...

Bakın, 3 160 dolar kişi başına gelir. Bu kur politikasında bunun çok artması lazım; tam tersine, bir bakıldı ki, 3 000 dolarların altına inmiş ve Dünya Bankası açıkladı "üst orta gelir grubundan Türkiye, alt orta gelir grubuna düştü." Düşme var; fakirleştirdiniz milleti. Gelir dağılımı açıklıyor uluslararası birtakım kurumlar, diyorlar ki, bu ülkenin 10-15 milyonu rahat yaşıyor, gerisi yoksulluk altında ve hele bir 15-20 milyonu var ki, açlık sınırının altında. O açı daha aç yaptınız!.. Hani, siz, yoksul babasıydınız?!. Hani, siz, yoksulluklarla mücadele edecektiniz?!. Neredesiniz siz; neredesiniz?!. (DYP sıralarından alkışlar)

Asgarî ücret 86 milyona düştü; böyle bir şey olmaz. Yüzde 8 büyüme, yüzde 8 artış. Hiçbir dönemde böyle bir şey olmadı. Enflasyon yüzde 43, asgarî ücretinki yüzde 8 ve memurlar... Şimdi, hani, memurları ezmeyecektiniz?!. DPT'nin rakamını söylüyorum özellikle, DPT'ninkini söylüyorum: Bu sene, sadece 2000 yılında, DPT'ye göre yüzde 11,2 sadece bir yılda gelir kaybı oldu. KAMU-SEN'in hesapları çok daha farklı. İki yıl içinde, en resmî hesapları alsanız, yüzde 24; yani, 4 diliminin 1 dilimini aldınız. Memur babaları, memur babalar... 4 dilimin 1 dilimini aldınız!.. 1 di-limini aldınız!.. (DYP sıralarından alkışlar)

Esnaf felaket bir durumda; esnaf "böyle bir şeyi yaşamadık" diyor. Hadi, yüreğiniz yetiyorsa, gelin, şu Ostim'e çıkalım beraber, bir Kızılay'a çıkalım beraber. Bir Ostim'in halini görün, bir Anadolu esnafının halini görün; büyük şehirlerde kapanan o kepenklerin halini bir görün! Sadece, Ankara Ticaret Odası üyelerinin yüzde 81'i "artık, ben vergimi ödeyemiyorum" diyor; yüzde 92'si "yatırımı falan zaten unuttuk, böyle bir şey yok" diyor; yüzde 64'ü "değil kâr etmek, benim cirolarım dahi düşüyor" diyor; yüzde 50'den fazlası, yüzde 55'e yakını "işçi çıkarıyorum" diyor; yüzde 76'sı "gün geliyor, siftah yapamıyorum" diyor. Bugün karşı karşıya kalınan durum bu.

İşçi böyle... İşçinin geliri düşmüş... Tuttunuz, bir SSK yasası çıkardınız... Sosyal güvenlik reformuna ihtiyaç var; doğrudur; ama, sadece, prim yükseltmek değildir sosyal güvenlik reformu. Bağ-Kur orada duruyor, o orada duruyor, yine, açık bütçede; ama, bu yetmiyor gibi, zorunlu tasarruflarda birikmiş olan, ekim itibariyle, 6,2 katrliyon liraydı, buna da el koydunuz. Ha, madem ki siz, 10 bankaya milyarlarca dolar veriyorsunuz, ilk önce, bu 6 milyon insanın hakkını verin, hakkını verin, hakkını arıyoruz. (DYP sıralarından alkışlar)

Deprem dediniz, insanların acısından faydalandınız, deprem vergisi topladınız. Bugün 2 katrilyon diyor Sayın Maliye Bakanı; biz, daha bundan iki ay, üç ay önce resmî rakamları 2,5 katrilyon biliyorduk; peki, diyelim ki 2 katrilyon oldu; biliyorsunuz, ayrıca, 300 trilyon da bedelli askerlikten bir defaya mahsus olarak verildi. Niçin verildi; bu vatandaş, sağduyusuyla, asil duygusuyla, diğer vatandaşlarının yardımına koşmak için verdi. Siz, ne yaptınız acı istismarından mada? O vergileri toplayıp nereye verdiniz? Bankalara mı verdiniz, 10 bankaya mı verdiniz, nereye verdiniz? (DYP sıralarından alkışlar) Ne kadarı deprem bölgesine gitti? O yetimin hakkını arıyoruz; oradaki yetimin hakkını arıyorum.

Bakın, arkasından vergiler... Sadece, deprem için... Deprem için;  Gelir ve Kurumlar Vergisine ek vergi, deprem için bunların hepsi. Götürü usulde vergi ödeyene ek vergi; ücretliye ek vergi, Emlak Vergisine, ev sahibine ek vergi; Motorlu Taşıtlar Vergisine ek vergi; o yetmedi, cep telefonlarına yüzde 25 ek vergi. Bunların hepsi deprem için. Ondan sonra, banka çeklerine... Ondan sonra, Akaryakıt Tüketim Vergisi yüzde 300'den 500'e çıkıyor; hep deprem için. Ne kadarı gitti depreme, ne kadarı gitti deprem bölgesine, bölgenin kendisine? Siz, acı istismarı yapıyorsunuz; başka hiçbir şey değil.

Netice itibariyle, görülen şey şu ki, çiftçi, belki de hiç olmadığı kadar zor durumda. Bakın, fakirleşmenin boyutlarını söyleyeyim, millet için çözümleri de söyleyeceğim. Pancar; bıraktığımız köylü 6 kilogram pancarla 1 litre mazot alıyordu, bugün 16 kiloyla alamıyor; 16 kilo. Aradaki farka bakın. Buğday; bıraktığımız Türkiye'de 2 kilogram buğdayla 1 litre mazot alınıyordu, bugün 4-5 kilogramla alınmıyor. Mısır; bıraktığımız Türkiye'de 1 kilogramla 1 litre mazot alınıyordu, bugün 4-5 kilogramla ancak alınıyor. Patates; 2,5 kilogramla 1 litre mazot alınıyordu, bugün 6 kilogramla alınamıyor.

Bunlar somut veriler. Nedir bunun anlamı, köylünün sofrasından 4 ekmekten 2'sini aldınız, 2 ekmekten 1'ini aldınız. Kime verdiniz, yandaşlarınıza verdiniz, yandaşlarınıza, kayınbiraderlerinize, kayınvalidelerinize... (DYP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Soygunculara verdiler.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Ve fındık... Fındık, Karadenizin en önemli ürünü. Bir tek ürün varsa söz sahibi olacağınız, dünya fiyatını illâ kabul etmeyeceğiniz; fındıktır. Neden; dünya ticaretinin yüzde 75'i ve üretiminin aşağı yukarı yüzde 80 civarı, fındıkta, Türklerin elindedir, Türkiye'nin elindedir. Böyle bir ortamda, ne verdiniz; yüzde 7,8'lik bir artış. O da, sondan, eğer son artıştan itibaren ortaya çıkarılırsa yüzde 3'e kadar da düşüyor bu. Peki, ne olacak; bıraktığımız Türkiye'de -dolar üzerinden veriyorduk- 2,25 sente kadar çıkmıştı, dolar üzerinden 1,70'e kadar da düşürdünüz. Üstelik de, depolar fındık dolu, ihracatı da yapamadınız, döviz girdisini de getiremediniz Türkiye'ye. Böyle bir Türkiye'yle karşı karşıyayız.

Zeytinyağında durum nedir?.. Maliyetinin 1 888 000 lira olduğunu biliyor musunuz?.. Verdiğiniz nedir; 1 050 000 lira; yüzde 6 artış. Prim istiyorlar... Şimdi, rekabet edeceği ülkeler kimler; Portekiz, İspanya, Yunanistan... Eloğlu 120 sent veriyor, siz ne veriyorsunuz belli değil daha, belki 20 sent verirsiniz; onlar 120 sent, siz 20 sent ve onlar rekabet edecek, Türk'le rekabet edecek.

Her alanda böyle. Tütüne bakın... 1 kilogram tütünle, bıraktığımız Türkiye'de, 12 litre mazot alınırdı; şimdi, 1 kilogramla 6 litre alınıyor. Peki, ekmeğe geçelim; 1 kilogram tütünle, bıraktığımız Türkiye'de, 34 ekmek alınırdı; şimdi, 20 ekmek alamıyor tütüncü. Bıraktığımız Türkiye, 1 kilogram tütünle 7 paket sigara alırdı, şimdi 2 paket alamıyor. Ne anlarsınız siz, benim kınalı kızımın doğum masrafından; ne anlarsınız siz, benim askerden geri dönen oğlumun düğün masrafından?.. Ne anlarsınız siz... Ne anlarsınız siz! Sizin haberiniz yok milletten...(DYP sıralarından alkışlar)

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Bir tek siz anlarsınız!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Milletten haberiniz yok sizin, haberiniz yok... (DYP sıralarından alkışlar)

Haberiniz yok sizin, hiçbir şeyden haberiniz yok... Siz ne yaparsınız; siz, banka batırırsınız, sonra, bu milletin hakkını onlara yedirirsiniz, onlara... (DYP sıralarından alkışlar)

Pamuk... Tekstilde 1 200 000 tona ihtiyaç var. Bu, bizim yerli tekstilimiz için 1 200 000 ton. Bunun, aşağı yukarı 300 000 ton kadarı ithal edilir, gerisi Türkiye tarafından karşılanır. Pamuk düştü 700 000 tona, üretmiyor millet, niye üretsin. Niye üretmiyor; çünkü, alım fiyatı 380 000, maliyeti 470 000 lira.

Şimdi, geçen sene 12 sent prim verdiniz, bu sene onu da vermeyeceğim 9 sent prim vereceğim diyorsunuz. Verin şu 20 senti, verin bari şu 20 senti şu pamuk üreticilerine...

Netice itibariyle, bugün gelinen noktada, yaş üzümün geçen sene fiyatı daha yüksekti, inmiş; Tekel almıyor kuru üzümü; İran'dan getirmişsiniz; TARİŞ'in elinde, aşağı yukarı 125 000 ton var.

Bütün bunların hepsi bir kargaşa ve bütün bunların içerisinde tuttunuz, bir çözüm diye, hiç bilmediğiniz bir şeyi uygulamaya kalktınız. Bakın, çözüm diye dediniz ki "gelecek sene doğrudan gelir yardımı yapacağız." Siz, şimdi ne yaptınız biliyor musunuz 5 dolar dönümüne verdiniz.

Alın, alın notu da öğrenin, ne yaptığınızı öğrenin; ne yaptığınızı dahi bilmiyorsunuz, ne yaptığınızın dahi farkında değilsiniz! (DYP sıralarından alkışlar)

Tuttunuz, dönüm başı 5 dolar vereceğim dediniz; doğrudan gelir yardımı. Peki, şimdi soruyorum: Bu ülkenin sadece 20 dönümle üretim yapan üreticisinin, çiftçisinin oranı kaçtır; yüzde 40; verdiğiniz ortalama... (DYP sıralarından "Başbakan gidiyor" sesleri)

Tabiî kaçarlar kaçarlar; çünkü, duracak halleri yok! (DYP sıralarından alkışlar[!], DSP sıralarından gürültüler) Bütün bunların karşısında kim durabilecek ki, bu rakamların karşısında; bu rakamların hepsi doğru, bunların hepsi...

Siz, netice itibariyle, geleceksiniz, üreticisinin yüzde 40'ı 20 dönüm ve netice itibariyle 5 dolar vereceksiniz, ortalama 45 dolar ediyor; 50 dolar, almaya kalksa, masraf yapacak.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sadaka veriyorlar!

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şunları da, şu birtakım yerleri de pilot bölge diye ilan etmişsiniz; onların büyük bir bölümü de almadı. Nitekim, Adıyaman'da Kahta, elinin tersiyle itti; bize 45 dolara gerek yok, hiç almam dedi geçti.

Şimdi, Avrupa Birliği diyorsunuz, evet Avrupa Birliği.. Şimdi gelelim Avrupa Birliğinin rakamlarına, bakın öğrenin: Avrupa Birliğinde, 2 650 dolar sübvansiyon veriliyor üreticiye; değil sizin öyle 45 dolarınız, 2 650 dolar. Amerika, 4 500 dolar... Ve siz, bu şartlarla, bu milleti onlarla yarıştıracaksınız; nasıl yapacaksınız bunu?! Haklı rekabet, doğru haklı; rekabet de, bu haksız rekabet. Sizin elinizle, bu ülkede, tarım tasfiye ediliyor.

Şimdi, ben, milliyetçi geçinen,  milliyetçilik deyince mangalda toz bırakmayan, hiçbir şey bırakmayan, kül bırakmayan o Başbakan Yardımcısına soruyorum; neredesiniz?.. Neredesiniz?... (DYP sıralarından alkışlar) Sizin elinizle, bu ülkenin tarımı tasfiye ettiriliyor; tarım tasfiye ettiriliyor dış dünyaca... Yedi ülkeden biriydik kendi kendine yetişen. Biliyor musunuz ki, Avrupa Birliğinde, 1999 ile 2006 yılı arasında, apayrı bir program yapıldı? Farkında mısınız ki, DNA reformunu tarıma geçiriyorlar? Farkında mısınız ki, teknolojik atılım var? Ne yapıyorsunuz?.. Tarım Bakanlığı MHP'de... Ne yaptınız yoksulluk için?.. Ne yaptınız tarım kesimi için soruyorum?.. (DYP sıralarından alkışlar) Neden haberiniz var sizin?!. Neden haberiniz var?!. Neden haberiniz var?!.

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Anlamaz onlar Sayın Başkanım!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, Avrupa Birliğinde ne varsa, evet, Türkiye'de o olacak; kıstas o. O zaman, Avrupa Birliği normlarını elde edelim. Biz, ne yaptığımızı bilmek durumundayız. Türkiye'de de, mutlaka, bir gıda sanayii kurulmalıdır; DNA reformundan sonra kurulmalıdır. O gıda sanayiine, yabancı sermaye, yabancı teknoloji,  DNA reformları getirtilmelidir mutlaka ve bunun içerisinde, o üretici de, mutlaka, ortak kılınmalıdır. Türkiye'nin, turizmden sonra, tekstilden sonra emek yoğun en önemli meselesi gıda sanayiin, yeni teknolojiyle kurulabilmesi meselesidir.

Şimdi, eğitim diyeceğim ben size, sağlık diyeceğim; bunları eğitmek lazım, tarım kesiminde bir büyük reform seferberliği lazım, eğitim seferberliği lazım diyeceğim. Haa, diyeceksiniz ki "Çiller, iyi de, kaynağı nereden bulacağım?" Bakın, söyleyeyim: Sadece, daha en son katılan banka değil, sadece, bugün itibariyle, sizin, o batık bankalara verdiğiniz para, bugün, bir önceki yılın, yani, 2000 yılının bütün eğitim harcamalarını katlıyor, katlıyor... Haberiniz var mı ondan?!. (DYP sıralarından alkışlar) Sağlık harcamalarını katlıyor; haberiniz var mı?!.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - O bankaları sen batırmadın mı?!.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - O batan bankalarla, sadece, 7 000'den fazla, 8 000'e yakın hastane, genel amaçlı hastane, bir 7 000 daha, 1 000 tane araştırma-eğitim okulu, eğitim hastanesi, 35 000 ilköğretim okulu, 3 500 organize sanayi, 7 hidrolik santral, 9 termik santral, 13 doğalgaz sant-ralı, 7 000 kilometre karayolu, 1615 kilometre otoyol, 11 666 kilometre demiryolu, 5 000 kilometre ayrıca demiryolu, 300 milyon her memura ek maaş verilebilir; yaptığınız bu, yaptığınız bu!

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sen 225 000 lira verdin ama...

BAŞKAN - Sayın Çiller, 1 dakika efendim.

Değerli milletvekilleri, çalışma süremizin dolmasına az zaman kaldı. Sayın Çiller'in konuşmasının bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasını oylarınıza sunacağım. Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Buyurun Sayın Çiller.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, acaba diyebilir misiniz "ne yapalım bu bankalar battı; biz ne yapalım" bunu diyebilir misiniz? Eğer o murakıp raporları önünüze gelip aylarca önce konulduysa, o murakıp raporlarını, o günün Hazineden sorumlu bakanı görmediyse veya tesadüfen intihar ettiyse ve ondan sonra oradaki müsteşarlar istifa ettiyse, başbakan yardımcıları, o murakıp raporlarının başına geçip, bir müddet vekâlet ettilerse, sonra aylarca o bakanlar, o murakıp raporunu örtbas ettiyse, bu işin mesulü sizsiniz, bu işin sorumlusu sizsiniz. (DYP sıralarından alkışlar) Bu hesabı, siz vermek mecburiyetinde kalırsınız. Çünkü, bu milletin, bu fakir milletin hakkına el koyuyorsunuz; ama, şimdi, burada, tarih önünde bir not düşüyorum. Tarih önünde bir not düşüyorum; çünkü bu işin milâdı vardır; bu işin milâdı, o kurulan havuzlardır;o kurulan havuzlara getirilip yatırılan imkânlardır, onlarla birlikte yapılan milletvekili transferleridir (DYP sıralarından alkışlar) o milletvekili transferleriyle kurulmuş iktidarlardır. Milletin iradesinin gasp edilme olayıdır, demokrasiyi tahrip etme olayıdır...(DYP sıralarından alkışlar) Çünkü, o havuzlara, o imkânları sağlayanlarla siz işbirlikçi oldunuz, onlar manşetler attı, sizi ayakta tuttu, siz de onları ayakta tuttunuz! Hepsi belgesiyle hazır... (DYP sıralarından alkışlar) Tarih önünde sorumluluğu taşıyorsunuz. Bu hesabı size tarih soracak, bu hesabı size millet soracak, bu hesabı size biz soracağız! (DYP sıralarından alkışlar)

Bugünkü duruma gelince; bugünkü durumda, kalktınız dediniz ki "iki üç dedikoduyla ekonomi çöktü" İki üç dedikoduyla ekonomi falan çökmedi. Bayağı, yabancılar dışarı çıkmaya başladı; çünkü, yabancı hesabını bilir, ne yaptığını bilir. Niye çıktı; cari işlemler açığına 2,9 dediniz 10 milyar çıktı. Niye çıktı; enflasyona yüzde 20 dediniz, 40'lara merdiven dayadı, ihracat yapılamaz hale geldi. Niye çıktı; çünkü, siz "enflasyonu yüzde 20'de tutacağım" dediniz, kurları yüzde 18,3'te ayarladınız; bu, birbirinin üstüne örtüşmeyince, bankaların açık bir biçimde zarar edeceği belli. Yüzde 30'dan, size inanıp almış, neyi almış; Hazinenin kağıdını almış, yüzde 60'a çıkmış     -çıkacak da- ne oldu; zarar etti. Bu durumda ne yapacak; verdiği bütün kredileri de kapatır. Bunun, hiç böyle dedikoduyla falan ilgisi yok. Marjinal birtakım etkenleri bir ana etken haline getirirseniz, meselenin ne olduğunu yine anlamazsınız.

Netice itibariyle, şimdi yabancılar, kamu açıklarının da son derece büyük bir biçimde açıldığını görmekteler. O rakamları da birazdan teker teker vereceğim.

Netice itibariyle, Türkiye, IMF'den yardım isteme durumuyla karşı karşıya kaldı; S.O.S verircesine, imdat dercesine... IMF hemen geldi; IMF ne yaptı; IMF programında yapılan şunlar oldu: IMF, 7,5 milyar dolarlık yeni bir yardım verdi. Bu yeni yardım karşılığında, aynı zamanda, zaten garantide olan -ki, onu çoktan kaldırmış olmanız lazımdı, bizim geçen krizde koyduğumuz şeyi dört yıldır kaldırmadınız- mevduatın güvencesini verdi. Hani mevduata güvence vermek yanlıştı? Ne yaptınız şimdi siz?! Ne yaptınız?! O yetmedi, bir de bankaların, Türk bankalarının yabancılara açtığı krediye güvence verdiniz; yani 7,5 milyar dolar. Bakın, ne tesadüf! 7,5 milyar dolar, Türkiye, Eurobank, dışarı sattı; 7,5 milyar dolar da, IMF, Türkiye'ye verdi ve dedi ki "o, açtığın dış kredilere de güvence ver." Siz ne yaptınız; siz, yabancıları kurtardınız. Millete ne yaptınız; millete vergiyi getirip dayadınız. Bu kadar açık. (DYP sıralarından alkışlar) Ne ekonomiden anlıyorsunuz ne yaptığınızdan anlıyorsunuz; netice itibariyle, Sayın Başbakan, önüne konmuş bir kağıdı başladı okumaya; okudu, okudu, okudu ve "Türkiye'de her şey kontrol altında" dedi. Türkiye'de her şey kont-rol altında!..

Siz, Temel'in o hikayesini biliyor musunuz? Temel, pilot, uçakta, yolcular geliyor, kalkıyorlar. Uçak, başlıyor sarsılmaya. Temel, hemen mikrofonu kapıyor, diyor ki "kaptan pilotunuz Temel, her şey kontrol altında."  Derken, sağ motor başlıyor yanmaya. Herkes, panik, ayağa kalkıyor. Temel, hemen mikrofonu kapıyor, diyor ki "merak etmeyin, endişe etmeyin, oturun yerinize, her şey kontrol altında." Derken, sol motor yanıyor. Yine, Temel, mikrofonu kapıyor "kaptanınız Temel, her şey kontrol altında." Tabiî, ne olacak; uçak, hızla aşağıya inmeye başlıyor. Nihayet, yine, Temel, mikrofonu kapıyor "kaptanınız Temel, Eşhedü en la ilahe illallah..." (DYP sıralarından alkışlar) Sizin haliniz bu. Öyle, önüne verilen kâğıdı okumakla ekonomiden anlar bir duruma gelinmez, söyleyelim. (DYP sıralarından alkışlar) Gelmez, gelinmez öyle. Kontrol da edilmez. Neyi yaptığınızın farkında olduğunuz da belli değil; ama, netice itibariyle, şimdi açıklıyorsunuz. Diyorsunuz ki "her şey aynen devam edecek, programa devam." Siz demiyorsunuz da, zaten siyaset bürokrasinin emrinde; eh, onlar diyorsa, siz de yapacaksınız tabiî. Onlar diyor ki "her şey aynen devam edecek." İyi, peki, hadi bakalım, şimdi cevabı verin.

Şimdi, içborç yapılacak. Ben, sadece birkaç rakamı söyleyeyim: 6,4 katrilyon lira şubatta, mayısta 8,2 katrilyon lira, haziranda 8 katrilyon lira; böyle gidiyor. Nereden bulacaksınız bu parayı siz? Hangi faizden bulacaksınız? Size kim verecek? Bir Demirbank, yeni fona devredildi. Siz, özelleştirme değil, devletleştirme yapıyorsunuz (DYP sıralarından alkışlar) ve farkında değilsiniz; siz, ilk önce soyguna ortaklık ediyorsunuz, ondan sonra da piyasa ekonomisinin güven unsuruna oturduğunu fark etmeden, insanları kelepçelerle götürüyorsunuz.

Piyasa ekonomisi çok büyük hassas dengeler ister; ama, tabiî, bir Başbakan Yardımcısı susu-yor. Niyeymiş; orta sağa talipmiş! Orta sağa talip olmak, milletin hakkını aramak demek, milletin hakkını vermek demek (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) piyasa ekonomisinden anlamak demek, liberalizmden anlamak demek, onların haklarını müdafaa etmek demek.

Nasıl ödeyeceksiniz bunları? Derken, bu içborç... Peki, bu kur politikasıyla, yüzde 10, enflasyon yüzde 40, siz, nasıl ihracat yapacaksınız? Nasıl yapacaksınız bu rakamlarla? Bunu devam ettireceğiz diye övünüyorsunuz.

Bankalar ne olacak, başka bankalar? Hadi dışarıdakileri kurtardınız; 7,5 milyar dolar verdi. Ne kadar açık pozisyon bu ülkenin diğer bankalarında biliyor musunuz siz; 15 milyar dolar. Biliyor musunuz?.. Bilmezsiniz tabiî. Sizin bir tek bildiğiniz var; aman, şu manşetler bize göre çıksın. Başka hiçbir bildiğiniz yok.

Şimdi, sanayie bunun sirayet etmeyeceği nereden malum? 42 milyar dolar döviz tevdiat hesabı... Bu millet, o faizler düşünce dövize gitmeyecek mi? Neden duruyor şu anda Türk Lirasında? Bu, yüzde 100 000'lerle, yüzde bilmem 1 900'lerle... Bankalar arası faiz yüzde 19 000. Böyle bir şeyi Türkiye yaşamadı. Bankalar  arası faiz yüzde 19 000!.. Bütün bunlarla, diyorsunuz ki... Çözüme bak şimdi; diyor ki: "Program aynen devam edecek." Netice itibariyle, milleti fakirleştirmeye devam ediyorsunuz ve bakın, çözümünüz arkasından geliyor. Bütün bunları bir yerden alacaksınız; yepyeni vergiler. Okuyorum şimdi: Kira gelirlerinden alınan stopaj devam -aynen deprem vergisindeki gibi- tahvil ve bonolarda devam -sanki deprem var tekrar ülkede- TL ve döviz mevduat faizlerinden aynen devam, deprem vergileri aynen devam edecek, Katma Değer Vergisi hem devam edecek, hem de artacak -yüzde 8 olanlar yüzde 17'ye, yüzde 17 olanlar da aşağı yukarı yüzde 25'e çıkacak- yetmiyormuş gibi, elektrikte herkesten kelle vergisi alınacak, Emlak Vergisi artırılacak, Motorlu Taşıtlar Vergisi, Damga Vergisi artırılacak, Taşıt Alım Vergisi yüzde 60 artacak, Motorlu Taşıtlar Vergisi yüzde 75 artacak; o yetmeyecek, bütün harçlar yüzde 212 artacak; o yetmeyecek, özel işlem vergileri yüzde 100 artırılacak; trafik tescil, otomobil, traktör sürücü belgesi, ağır vasıta, bütün bunların hepsinin harçları yüzde 212 artacak; özel işlem vergileri, vergi dairesi ve belediyeye verilen beyanname, SSK primleri yüzde 100 artacak; keza, motorlu taşıt kayıt, tescil ve devirleri yüzde 100; spor toto, at yarışları, silah taşıma, kara avcılığı, iç hat uçak biletleri, cep telefonu, bunların hepsi yüzde 100 artacak. Evet, sizin çözümünüz, ortaya getirdiğiniz çözüm bu.

Dört yıldır, Türkiye'de, nelerin yanlış olduğunu söylüyoruz. Bütün bunların karşılığında ne yapıldı biliyor musunuz; o IMF krizi ve IMF'nin 7,5 milyar doları bütün dış kaynaklı kredileri kapatmak için verildiğinde; manşetleri söylüyorum şimdi, manşetler şunlar: "Pupa Yelken Gidiyoruz" , "Tarihî Başarı..." Bu, tarihî başarı değil, tarihî soygun! Bu, tarihî başarı değil, tarihî başarısızlık! (DYP sıralarından alkışlar) Evet, pupa yelken gidiyor, birileri gidiyor, birkaç tane banka sahibi gidiyor; ama, bu ülkenin insanlarının ne halde olduğu açık ve artık, yetti diyorum!.. Yetti bu medyanın yaptığı siz işbirlikçilerle! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Hiçbir dönem, Türkiye böylesine aldatılmadı, böylesine kandırılmadı! Her gün bir manşet, her gün bir kandırmaca!.. Böyle, bize koyduğunuz ambargo, öyle, bize konulan ambargo değildir, demokrasiye konulan ambargodur, milletin hakkına konulan ambargodur. (DYP sıralarından alkışlar) Sonra dönüp yazacaksın "muhalefet yok..." Muhalefet, bu kürsüde olduğu gibi, her yerde var. Manşetlerde "yok..." Çünkü, bilgi verilmiyor; her gün yanlış yönlendirme... Neden; çünkü, ortakçısınız; çünkü, onlarla işbirlikçisiniz.

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Devlet ihaleleri hep onlara veriliyor.

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şimdi, gelelim bugünün bütçesine... Bu bütçeyi konuşmaya dahi gerek yok. Bakın, enflasyonu belirleyecek olan kamu açıklarıdır, bütçe açıkları değil. Ben, size, o açıkların bugün itibariyle ne hale getirildiğini söyleyeyim: Konsolide bütçe açığı, hiç, okyanusta bir damla; onunla ne başlayın ne bitirin, enflasyon onunla katiyen kontrol altına alınmaz; kamu açıklarıdır mesele. İşletmeci KİT'ler ve özelleştirmedekiler 3 katrilyon... Onun dışında olanlardan bazılarını okuyorum: Kamu bankaları görev zararları, fona devredilenler, hazine garantileri, kur farkları, tarım satış kooperatifleri, hepsi, 43,2 katrilyon. Bu, millî gelirin yüzde 35'i eder. Türkiye böyle bir şey yaşamadı cumhuriyet tarihinde; yok böyle bir olay. Siz, bununla mı enflasyonu gelecek sene yüzde 10'da tutacaksınız?!.. Mümkün mü bu?! O yüzde 10 ne biliyor musunuz; sizin, sadece, ücretliye vermek için ortaya koyduğunuz referans noktası, başka hiçbir şey değil. (DYP sıralarından alkışlar)

Bu bütçe bitmiştir; konuşmaya, üzerinde durmaya dahi gerek yok; çünkü, açıkça görülüyor ki, siz, yüzde 30-35'ten faizi hesaplamışsınız; eğer yüzde 50-60'lara düşürürseniz faizi, ne mutlu size. Bununla yapılan bütün hesaplar bugünden çökmüştür; yok öyle bir olay. Dolayısıyla, bu konuda konuşmayı abesle iştigal addediyorum.

Bütün bunlardan sonra size IMF yazdırıyor; çözüm; PTT'yi satın, Telekomu satın... Peki, PTT'nin T'sini satmayı, biz, size ta on yıl önce söylemedik mi, CHP ile yaptığımız koalisyonda?.. O zaman, telekomünikasyonun değeri 40 milyar dolardı, Türkiye'nin içborcu 20 milyar dolardı. Sayın Ecevit, Sayın Yılmaz, o zaman, MHP, bir araya getirip, bunu Anayasa Mahkemesine götürmediniz mi, bunu bozdurmadınız mı?! (DYP sıralarından alkışlar) Bizim millî egemenliğimiz... (MHP sıralarından "On sene önce MHP var mıydı" sesleri) Evet, evet.. O zaman MHP de onun içindeydi. Oradaki sıradakilerin bir kısmı orada değildi; ama, MHP onun içindeydi ve o zaman 40 milyar dolar değer biçilmiş, 20 milyar dolar, Türkiye'nin içborcu; ne enflasyonu kalacak ne fakirlik kalacak Türkiye'de, ne bu millete, böyle, memura bu türlü para verilecek : Bunları, gittiniz, Anayasa Mahkemesinde bozdurdunuz. Şimdi, değeri düştü 10 milyar dolara. Satacaksınız yüzde 33'ünü, alacaksınız 3 milyar dolar. Nerede 40 milyar doların yarısı 20 milyar dolar, nerede şimdiki durum!.. Kim verecek bunun hesabını, soruyorum; bu milletin hakkının hesabını kim verecek?! Kim verecek?! (DYP sıralarından alkışlar)

Bu işin çözümü; ciddî bir revizyon yapmak lazım. Hemen, bu, contingency linea geçmek lazım IMF'de. Böyle special reserve facilities falan değil, yanlış bu. Tıpkı Arjantin'de olduğu gibi. Arjantin'e 30 milyar dolar verildi. Ödemeler dengesinde kriz var Türkiye'nin. Bu yoldan gitmek lazım, derhal bir revizyona gitmek lazım. Yetmiyor -yapısal önlemler de son derece önemli- tarım tasfiye ettiriliyor. Ciddî bir reform... Teknoloji ve özellikle DNA reformunu mutlaka tarıma taşımak lazım ve kamu açığı üzerinde durmak lazım. Ankara'yı küçültün. Kamu açığı... Bütçeyi unutun. Bütçe, okyanusta bir damla.

Netice itibariyle, liberal bir demokrasi ve liberal bir ekonomi, dışa açılan bir ekonomi... Bakın, buradan söylüyorum: Şu bilmeyenler gitsin, bilenler gelsin, altı ayda Türkiye doğru yöne yönlenir! Doğru yöne yönlenir! (DYP sıralarından alkışlar) Ekonomi de doğru yöne yönlenir. Çünkü, yaptığınız her şey, daha fenaya götürüyor Türkiye'yi.

Af yasası... Af, elbette, sizin için kamu vicdanında resmen mahkûm olduğunuz bir konu haline geldi, söyleyeyim. Cambaza bak gibi, her iki dakikada bir getiriyorsunuz. Deprem oluyor, af; ekonomide deprem oluyor, af ve netice itibariyle, görülen şey şu ki, şimdi de cezaevleri çok kötü durumda, baskı var, onun için...

Bakın, söyleyeyim; cezaevleri, bizim yaptığımız o büyük terör mücadelesindeki zamandan dahi kötü; o zaman, her zaman cezaevlerinde sıkıntı olmuştur; ama, o günden dahi kötü; ki, o gün, terörün göbeğindeyiz, göbeğindeyiz; her gün, akınla insan hapishanelere taşınıyor; o günden bile kötü. Hiçbir dönemde, böyle, mahkûmlar diğerlerini rehin alacaklar, günlerce işkence yapacaklar, ondan sonra, kanlarıyla yazacaklar, o kanlı cesetleri görevlilerin üzerine, bahçeye fırlatıp atacaklar; böyle şeyleri Türkiye görmedi. Dünyanın hiçbir medenî ülkesi görmedi. Siz, bunları yaşattınız. Bunları yaşatırken görevlileriniz neredeydi, biliyor musunuz, o cezaevi görevlileri; sokaklarda yürüyordu, basın toplantısı yapıyordu, biz bu maaşla geçinemiyoruz diye. Bunların hepsini Türkiye yaşadı, hepsini yaşadı.

Netice itibariyle, bugün, iş var mı, yok mu; eğitimi var mı, yok mu; onca insan sokakta. Siz, hapishanelerde kontrol edemediniz onları, dışarıda nasıl edeceksiniz?!. (DYP sıralarından alkışlar) Herkese merhamet gösteriyorsunuz; o mağdurlara kim merhamet gösterecek?! Bayramda sevindireceksiniz... Peki, bayramda mezarları ziyaret edecek vatandaşları kim sevindirecek?! Kim sevindirecek?! (DYP sıralarından alkışlar)

Af böyle olmaz. Af, bir büyük adalet reformuyla olur, bir büyük liberalizasyon hamlesiyle olur; her şeyi ele alırsınız, bir sosyal dönüşüm paketiyle birlikte olur.

Sizin yaptığınız, pazarlık; başka hiçbir şey değil. Oturuyorsunuz, karşılıklı olarak, sen beni kurtar, ben senin çeteni kurtarayım, ben senin adamını kurtarayım, ben senin soyguncunu kurtarayım... Günlerce bunun pazarlığını duyuyoruz; günlerce yazılıyor, çiziliyor ve netice itibariyle, emniyeti kötüye kullananlar afta; görevini ihmal edenler afta, trafik suçluları afta, deprem müteahhitleri afta, depremde birtakım binalara yanlış ruhsat verenler afta.

Şimdi, hafızaları tazeleyin. Ne yapmak istiyorsunuz siz? Bir dönem, bir başbakan suçüstü yakalandı! Suçüstü yakalandı! Bir bankayla pazarlık yaparken yakalandı. Onun için, itiraf da etti ben bu pazarlığı yapıyorum diye. O banka, sonra fona alındı, devletleştirildi. O bankanın sahibi, şimdi yargı önünde; ama, pazarlığın öbür tarafındaki başbakanın hükümeti düşürüldü, şimdi başbakan yardımcısı. Siz, onu da mı kurtarmak istiyorsunuz; mesele bu mu?! Bu mu mesele?! Bu mu mesele?! (DYP sıralarından alkışlar)

Bir kere, hiç olmazsa, bu affı reddetme imkânını getirin dedik, defalarca dedik. Hiç olmazsa, affı reddetme imkânı gelsin. Ama, eşitsizlik ilkesinden bu bozulabilir. Bakın söylüyorum; Anayasa Mahkemesi, eşitsizlik ilkesinden bunu bozabilir; bütün o istisnaların hepsi dışarı çıkabilir ve o zaman, Türkiye'de, tıpkı 1970'lerde Ecevit döneminde olduğu gibi, tıpkı 1991'de olduğu gibi istisnalar da af kapsamına girebilir ve nihayet, bakın, bugün, bir terörist başının mahkemesindeki savcı açıkça diyor ki: "Bizzat Apo'nun kendisi, bu af kapsamı içerisinde, bundan yararlanacak noktaya gelebilir." Yapmak istediğiniz bu mu?..

Peki, Başbakan Yardımcısı şimdi niye susuyor?.. Niye susuyor?.. Siz, galiba, uyumlu olmayı teslim olmakla aynı anlama geliyor zannettiniz. (DYP sıralarından alkışlar) Galiba öyle zannettiniz... Öyle zannettiniz...

Ve dışpolitika... Dışpolitika inanılmaz bir durumda. Bir büyük irade eksikliği... Kafkaslarda Türkiye yok artık. Çeçenler kan ağlıyor, karda kışta onur ve haysiyet mücadelesi yapıyorlar. Daha 1994-1995'te o Çeçenler, Sovyet Rusya'nın Devlet Başkanı ve Başbakanıyla iki ayrı devlet gibi konuştu, iki ayrı devlet gibi karşılandı. Onlar kendi kendine olmuyordu. Şimdi ne oluyor; şimdi tümüyle boş...

Hani Şeyh Şamil kardeşinizdi?!. Hani?!. Hani ninnilerle büyüttünüz o bebekleri?!. (DYP sıralarından alkışlar) Milleti de aynı şekilde uyutarak bu noktalara kadar getirdiniz. Yetmiyor...

Siz, hiç Azerbaycan'a gittiniz mi, o kaçkınların halini gördünüz mü?.. Felaket durumda. Nerede, hani milliyetçi Başbakan? Doğu Türkistanlılar yıllardır komünizm baskısı altında. Bunu çok beğendiğiniz için mi Çin Devlet Başkanına resmî devlet nişanı verdiniz? Çok mu memnunsunuz bundan?! Çok mu memnunsunuz?! (DYP sıralarından alkışlar)

Putin, Ortaasya'ya el koydu; farkında mısınız? Yeniden el koydu. Kazakistan'a, Kırgızistan'a gitti, tek ordu, tek para anlaşmaları imzalandı. Diğer bütün Türk cumhuriyetleri de şimdilik bunun dışında olduğunu söylediler.

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Onları anlamazlar Sayın Genel Başkanım...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Şu kadere bakın, şu kadere!.. Şu Turan türküleriyle yeri göğe katanların iktidarı sırasında şu kadere bak!.. Bütün Türkiye'nin yıllardır rüyasını kurduğu o büyük olay, o büyük tarihî olay, şimdi, Türk cumhuriyetlerinin yeniden Rusya'nın güdümüne girmesiyle sonuçlanıyor ve o türküleri tutanlar bugün iktidarda. Şu kadere bak!.. Şu kadere bak!.. (DYP sıralarından alkışlar)

Irak'ta boşluk... Hiç girmeyeceğim; çünkü, yazık. Bir Ankara Anlaşmasıyla o Barzani'yi, Talabani'yi buraya getirmişiz, Türkmenleri buraya getirmişiz. Türkiye'nin Ankarasında, başkentinde... İngiltere gelmiş, Amerika gelmiş, anlaşmalar imzalanıyor; oradan, bir boşluğa...

Şarm-el-Şeik... İnanılacak şey değil. Bir Filistin-İsrail birbirine kapışmış, bütün dünya, nihayet, Şarm-el-Şeik'te bir araya geliyor; İsrail var, Filistin var, Ürdün var, Mısır var; ama, Türkiye'nin Dışişleri Bakanı bile yok orada; yok orada, yoksunuz... Türkiye bunları hak etmiyor; söyleyeyim.

Ermeni soykırımı, her gün bir yerden patlak veriyor. İlkönce Fransa, İtalya, Vatikan... "Aman, önemli, bunun üstüne eğilin" diyoruz. Morillion raporları çıkıyor. "Morillion raporlarında hiçbir şey olmaz" deniyor. Bunun içine giriyor Ermeni soykırımı. Yetmiyor... Fransız Başbakanı Jospin, Cezair'deki katliama ilişkin bir önerge veriliyor, diyor ki, benim ülkemde olunca, bunu tarihçilere bırakalım;ama, bize gelince, görülüyor ki, ses, yine çıkmıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çiller, süreniz doldu; eksüre verdim; toparlayın lütfen efendim...

TANSU ÇİLLER (Devamla) - Kıbrıs raporu... Kıbrıs raporunda, aynen, o tepki, gösterdiğiniz her şey var. Kıbrıs raporunda deniyor ki "buradaki Türk askeri işgalci." Sonra aynı şey, aynı ruh, aşağı yukarı, bundan sonraki etaplarda, katılım ortaklığında çıkınca "vay, Kıbrıs'a sen bunu söyledin mi; ben, Kıbrıs'ı çekiyorum." Helsinki ruhu bizim için aykırıydı; Helsinki ruhu için, Kıbrıs'ta ve özellikle Yunanistan'la ilişkilerde Sayın Başbakan mektup yazmıştı; hani onun gereği yapılacaktı? Onun gereği yapılmadı. Aynen katılım ortaklığına yansıdı o. Bu defa, hayır, ben, bunu kabul etmem; ben, Kıbrıs'tan çekiliyorum... Endişem var. Bakın, endişem var. Bir büyük devlet, böyle, zikzak çizmez. Avrupa Birliği bir medeniyet projesidir, bir demokrasi projesidir. Siz beceriksizliğiniz sonucunda, Türkiye'yi böyle bir projeden, böyle bir hedeften mahrum edersiniz; ondan endişe edi-yorum.

Nihayet Nice'e gittiniz. Nice giderken ne değişti?.. İşte, aynı anlaşma. Kıbrıs, bir yıllık siyasî kriterlerin içinde. Ne değişti?.. Oraya resim çektirmeye gittiniz; o resmi bile çektiremeden, onu bile beceremeden döndünüz. (DYP sıralarından alkışlar)

Netice itibariyle, Avrupa Birliğinde yokuz. Avrupa Birliğini, o bıraktığımız Türkiye'den... Biz, Türkiye'yi gümrük birliğine sokarken, bütün Balkan ülkelerinin önüne geçirdik Türkiye'yi. Polonya, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan dahil olmak üzere 27 ülke... Bundan sonra, 2010 yılına kadar, bir genişleme süreci içinde, aday adaylarından bir tek Türkiye yok. On yıl içinde yok Avrupa'da, sesi çıkmayacak Türkiye'nin. Oysa, Türkiye bir büyük devlettir, Avrupa'ya vereceği çok şeyi vardır; bir büyük tarihi vardır, bir büyük coğrafyası vardır. On yıl, Türkiye'nin, Avrupa'nın gelişmesine katacağı hiçbir şey yok mu?! Bir tek Türkiye dışarıda. Bulgaristan içinde, herkes içinde; bir tek Türkiye dışarıda. Hani, 2003 yılında Türkiye girecekti?! Nerede?! Bırak onu, genişleme sürecinin içinde on yılda dahi yok.

Evet, görülen şey şu ki, Türkiye, bugün getirilen noktasıyla bir hasta adam görüntüsündedir, hasta adam ve bu görüntü, Türkiye'nin hak ettiği bir görüntü değildir. Bizim bıraktığımız Türkiye'de, gümrük birliğinde, Türkiye'yi, en büyük filosu olan Türkiye... Bakın, kimler arasında; Polonya, Macaristan, Litvanya, Slovakya, Romanya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyetinin tümünden fazla büyük deniz filosu, tümünden büyük turizmi, tümünden büyük öğrenci sayısı, bütün üniversitelerinde, tümünden daha fazla bilgisayar kullanımı; yani, laptop'lar, her kişinin bilgisayarı. Bütün bunlardan başka, o yetmiyor, Türkiye, en fazla, onların hepsini ikiye katlayan çimento sanayiindeki üretimi, hafif beyaz ürünlerdeki üretimi, hepsini aşmış ve Türkiye, en hızlı büyüyen, en fazla yatırım yapan... Türkiye, bugün, en hızlı küçülen, yatırımı en hızlı küçülen bir ülke konumuna geldi. Millet umutsuz; ama, buradan sesleniyorum, umutsuz olmasın; hepsinin çözümü vardır. Bu çözümü bilenler getirirler.

Türkiye, bir büyük devlet gibi Avrupa Birliğine girecektir, hakkını araya araya girecektir, gereğini önceden yaparak girecektir. Demokrasi diyorsunuz; ne yaptınız dört yıldır demokrasi adına, ne yaptınız, sadece konuşmaktan maada, ayıbınızı örtmekten maada?! Bütün bunları başararak girecektir. Türkiye, bunu gümrük birliğinde yaptı, yine yapar ve Türkiye, hak arayarak girecektir; ekonomisi için de hak arayacak, demokrasisi için de hak arayacak.

Onun için, muhalefet olarak, milletin avukatlığını yapmaya devam edeceğiz, hak aramaya devam edeceğiz; tam demokrasiyi bulana kadar devam edeceğiz; yeniden bu ülkenin ekonomisini ayağa kaldırana kadar da milletin hakkını arayacağız; çünkü, siyaset, susanların ve susturulmuşların işi değildir.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta alkışlar; FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çiller'e teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, alınmış karara göre, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 13.22

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

BAŞKAN : Ömer İZGİ

KÂTİP ÜYELER :Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

 

   III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. –  2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/764) (S.Sayısı:552) (Devam)

2. –  1999 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi İle 1999 Malî Yılı Kesinhesap  Kanunu Tasarısı  ve  Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu ( 1/740, 3/642) ( S. Sayısı : 554)      (Devam)

3. –  2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S. Sayısı :553) (Devam)

4. –   1999 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi İle 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S. Sayısı: 555) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerinde.

Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Genel Başkan Sayın Recai Kutan'dadır.

Buyurun Sayın Kutan. (FP sıralarından ayakta alkışlar)

FP GRUBU ADINA MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; sizleri ve televizyonları başında bu müzakereleri takip eden aziz milletimizi şahsım ve Fazilet Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum, mübarek ramazanlarınızı da tebrik ediyorum.

Değerli milletvekilleri, işbaşında bulunan 57 nci hükümetin 2001 yılı bütçesini müzakere edi-yoruz. Bizim yarım yüzyıllık demokrasi tarihimizde ve Meclis çalışmalarımızda, bütçe müzake-relerinin özel bir yeri ve önemi vardır; çünkü, bu müzakereler vesilesiyle, yalnız bütçe rakamları değil, bütçenin hedefleri değil, Türkiye konuşulmaktadır, dünya konuşulmaktadır, siyasetin muhasebesi yapılmaktadır. Bu bütçe vesilesiyle de, hükümetin icraatlarını değerlendireceğiz. Ne dediler, ne vaat ettiler, ne yaptılar, millete ne verdiler, başkalarına ne verdiler, onu ortaya koyacağız bu hükümetin hangi kesimin hükümeti olduğunu sorgulayacağız ve bu hükümete bir karne vereceğiz; çünkü, bütçe dönemleri, hükümetlerin karne dönemleridir.

 Bütçe müzakeresinde, bu defa, sadece bütçe hesabını değil, devlet, siyaset, tarih, kültür, gelişme ve değişme açısından daha derin, daha köklü, daha kalıcı bir değerlendirme yapmalıyız. Komplekssiz, soğukkanlı, gerçeklere sırt çevirerek değil onlarla yüz yüze gelerek, ideolojinin dar kalıplarından sıyrılarak, aklın ve bilginin ışığında bu muhasebe işlemi yapılmazsa, korkarım ki, içinde bulunduğumuz yeni yüzyıl, bize bir şey ifade etmeyecektir.

Bütün bunları yapacağız da, keşke, ortada başarılı bir hükümet olsaydı, onun imzasını taşıyan bir belge olsaydı. Biz, bu konuları, bir evvelki yılda da konuştuk, söyledik. Mecliste sayısal çoğunluğu olan, ama, siyasal ağırlığı olmayan, özgül ağırlığı bulunmayan bir siyasî heyet işbaşında. (FP sıralarından alkışlar) Bu hükümetin, hiçbir konuya yeterli ilgisi de yok, bilgisi de yok, hiçbir olaya hâkimiyeti de yok; bütçe diye getirdiği şey, âdeta, iflas etmiş bir şirketin tasfiye raporu gibi. (FP sıralarından alkışlar) Bütçenin adı var, kendisi yok; çünkü, bu bütçeyi hükümet hazırlamadı. Düyuni Umumiyenin hazırladığı, yani, IMF'nin hazırladığı, eline tutuşturduğu metni anayasal zorunluluk sebebiyle, bizzarur Meclise getirdiler. Biz, şimdi, onu konuşuyoruz; çünkü, Türkiye'nin tabldotunu onlar hazırlıyor, ne yiyip, ne içeceğimize, neyi ne zaman, nasıl, neden yapacağımıza hükümet değil, onlar karar veriyor. Hal böyle olunca, tarihi bir tespit yapmamız gerekiyor. Bu hükümet sayesinde çarşıda, pazarda, mutfakta, faizde, repoda, vurgunda, soygunda velhâsıl ekonomide enflasyon; millî iradede, hukukta, demokraside yüksek bir devalüasyon yaşanıyor. İşte, bu hükümetin en büyük başarısı da budur; bununla, elbette, övünmektedirler. Bu hükümetin yüksek dirayetiyle, arsızın güçlü, haklının suçlu olduğu bir ülkede yaşar hale geldik. Hükümetin çevresindekilere bir bakın, onlara destek verenlere, arkasında duranlara bir bakın, körü badem gözlü yapanlara bir bakın, kimin değirmenine su taşıdıklarına bir bakın, söylediklerimi daha iyi anlayacaksınız. (FP sıralarından alkışlar)

Bu hükümetin en başarılı icraatları olarak, maalesef, iki şey gündemdedir; bunlardan biri rüşvet ve diğeri işret. Milletin anasını da bu iki şey ağlatıyor; çekilen sıkıntı bundandır, akan gözyaşları bundandır. Piyasa arsızlardan geçilmiyor. En büyük arsızlık, maalesef, siyasette yaşananlardır. Halen, soyguncuların siyasî uzantıları aramızda dolaşmakta; belki milletvekili, belki bir bakan. Hükümet, bundan rahatsızlık duymuyor. Bürokratik kimlik taşıyanlar; belki müsteşar, belki genel müdür, belki murakıp; onlar himaye görüyor. Belki de gazete patronu, belki de hükümetin borçlu olduğu insanlar... Baksanıza, ya dışarı kaçıyorlar ya da çay içmeye karakola bile çağırılamıyorlar. (FP sıralarından alkışlar) Onların, yatları var, özel uçakları var, saltanatları var; onlar aynen devam ediyor; çünkü, onlar, bu hükümetin himayeye mazhar gördüğü hatırlı zevattır. Onun için "hükümet başarılıdır" diye manşetler atılıyor "Türkiye düzlüğe çıktı" diye yazılar yazılıyor, programlar yapılıyor. Ne yapalım, hırsız evden olunca, bulunması da müşkül oluyor. (FP sıralarından alkışlar) Onun için, güneşi balçıkla sıvamaya kalkıyorlar. Bilmiyorlar ki, arpa samanıyla, kömür de dumanıyla tezahür eder. Bu manşetleri atanlar, hayalî başarıları millete yutturmaya çalışanlar, boş yere, arpa unundan muhallebi yapmaya çabalıyorlar; gerçekler ortaya çıkmasın diye, toplumu bir korku ve açlık tüneline hapsediyorlar, sanal tehditlerle millete baskı ve zulüm yapıyorlar; Mc Carthy'ciliği hükümet felsefesi, jurnalciliği, müzevirliği hükümet icraatı olarak takdim ediyorlar. Kıyım kanunları bunun için çıkarılıyor, Anayasa bunun için çiğneniyor; günlerce, bu ülkenin insanları, gerilimler, bunalımlar, krizler içinde bir hayat sürmeye mecbur bırakılıyor. Onun için, devlet gücü dışa yöneleceğine, içe yönleniyor; Ermeni lobisi ne yapıyor, Rum lobisi nasıl çalışıyor diye merak edileceğine, insanların harimi ismetine girip, hangi müziği dinliyor, evde kim, nasıl oturu-yor, hangi çorabı, hangi pijamayı giyiyor diye araştırılıyor. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Sonra da, çıkıp diyorlar ki, bu ülkede hukuk var, özel hayatın gizliliği var, anayasal haklar var, yargı bağımsızlığı var...

Bugün, muhterem arkadaşlarım, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin kabulünün 52 nci yılı. Böyle bir yıldönümünde Türkiye'de görülen utandırıcı manzara ise, maalesef, şu: Siyasetçi ve aydınlara, sırf düşüncesinden dolayı mahkûmiyet, din ve vicdan özgürlüğü ihlalleri, memurlara fişleme ve kıyım, karakollarda dayak ve işkence, cezaevlerinde ise çete katliamları ve ölüm oruçları...

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de ve Türkiye'nin dış ilişkilerinde çok önemli sıkıntıların yaşandığı ve gelişmelerin olduğu bir dönemde 2001 yılı bütçesini görüşüyoruz. Bu bütçe müza-kereleri dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve esas olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin sahibi aziz milletimize şu hatırlatmayı yapmak, sanırım vazifemizdir: Meclis niçin önemlidir, bu Meclis için bütçenin anlamı nedir? Sıkça  ifade edildiği ve herkesin hatta iktidar partileri de dahil olmak üzere, diliyle de olsa, kabul ettiği şekliyle, demokrasilerde Meclis, millet iradesinin siyasal kararlara dönüştüğü kurumdur; yani, millî egemenliğin temsilcisidir. Bir büyük kurtuluş savaşının ardından zamanın emperyal güçlerine karşı, destansı bir şahlanışla kazanılan millî istiklalimizin ardından egemenliği elinde bulunduran yegâne kuvvet Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu egemenlik hakkını, kendisinden başka hiçbir güce; ama, hiçbir güce, hele  uluslararası yabancı bir güce devredemez. (FP sıralarından alkışlar)

Bütçe ise, milletin parasının milletçe denetlenmesinin adıdır. Bu anlamda bütçe yapma yetkisi, egemenlik hakkının ayrılmaz bir parçasıdır; ne esasen, ne şeklen, kısmen de olsa devredilemez, başkalarına aktarılamaz. Bu hatırlatmayı yapmamızın sebebi, önümüze gelen 2001 yılı bütçesinin, 57 nci cumhuriyet hükümetinin bütçesi değil; artık günümüzde, çoğu ülkenin ciddiye almadığı, modası geçmiş bir uluslararası kurum olan ve ne yazık ki, bu hükümet sayesinde ülkemizde stajyer elemanlarına tecrübe kazandıran IMF'in bütçesi olduğudur. (FP sıralarından alkışlar) Bu bütçe Sayın Ecevit Hükümetinin bütçesi değil, Cottarelli ekibinin bütçesidir.

Muhterem arkadaşlarım, Yüce Meclisimizin önünde, bütçenin dışında, çok yoğun ve çok yüklü bir gündem var. Bütçenin hemen ardından, milletimizin yıllardan beri hasretle beklediği çok önemli bazı yasaları da ele almak mecburiyetindeyiz. Peşinen ifade edeyim ki, biz Fazilet Partisi Grubu olarak, Meclis çalışmalarında, hukuka uygun, milletimizin hayrına her teklife, her çalışmaya destek olduk, bundan böyle de destek vermeye devam edeceğiz; ancak, koalisyon ortağı partilerin, nasıl olsa bizim 350 blok oyumuz var, her istediğimizi, hatta, hukuka, Anayasaya uygun olmasa da Meclisten geçiririz gibi yanlış bir anlayışı terk etmelerini de beklemekteyiz.

Milletimiz, bu önümüzdeki dönemde, çok önem verdikleri bazı yasaların, öncelikle demokratikleşme, özgürlükler, insan hakları ve hukuk devleti tatbikatı, yerel yönetimler, yolsuzluklarla mücadele, herkese insanlık onuruna yaraşır bir refah seviyesinin sağlanması, yargı reformu ve sosyal reformlar gibi konularla ilgili yasaların acilen çıkarılmasını beklemektedir. Millet adına, koalisyon ortaklarına bu kürsüden sesleniyorum: Suni gündemleri terk ediniz, milletin gündemine dönünüz; geliniz, bu önemli yasaları elbirliğiyle çıkaralım.

Değerli milletvekilleri, Yüce Meclisimizin en önemli görevlerinden biri de şüphesiz denetimdir. Özellikle, ülkemizin içinde bulunduğu üzücü şartlar, bu denetim görevini daha da önemli kılmaktadır. Yakın tarihimizi bir inceleyiniz; bu dönemdeki kadar vurgun, talan, rüşvet, soygun ve yolsuzluğun pervasız ve yaygın olduğu bir dönemi bulamazsınız. Neredeyse  her gün gazete manşetlerinde ve televizyon ekranlarında gördüğümüz bir yolsuzluk, bir peşkeş olayından irkilmekte ve âdeta kahrolmaktayız. Yüce Meclisimiz bu duruma acilen el koymalıdır.

Geçtiğimiz üç yıllık dönemin olaylarını şöyle bir hatırlayınız. Banka soygunları, gümrüklerdeki yolsuzluklar, hayali ihracatlar, hazine arazilerinin yağmalanması, bunlardan sadece ufak bir bölüm. Başta bankalar olmak üzere, devletin birçok kurumundan tahammül edilmez pis kokular geliyor. Balina, paraşüt, kasırga, buffalo ve vampirleri ve vaktiyle önlerinde ceket iliklenen muteber kişilerin adlarının karıştığı olayları, milletimiz, âdeta, takip edemez duruma düştü. Zulmün, baskının, kayırmacılığın, vurgunun, soygunun, haksızlığın ve hukuksuzluğun, siyasetin gündemini oluşturduğu Türkiye'de, onun için vatandaş soruyor; elbette hükümete soruyor; "Bizi nereye götürüyorsunuz; Türkiye nereye gidiyor?"

Değerli arkadaşlarım, bu suale, en evvel cevap vermesi gereken, hiç şüphesiz, hükümettir. İşleri düzene koymak, vatandaşa refah ve imkân sağlamak, onun geleceğe güvenle bakmasını temin etmek, işbaşındaki siyasî heyetin sorumluluğundadır. İktidarın, Mecliste 350'lik bir çoğunluğu var; bütün güç odakları da arkalarında; geçmişte hiçbir hükümetin sahip olmadığı kadar imkânlar ve fırsatlar elinin altında. "Yerim dar da oynayamadım" diyemez "zamanımız yetmedi; daha yeni işbaşına geldik" diyemez; çünkü, üç yıldır ülkeyi bu zihniyet yönetiyor; işlerine karışan yok, dolaşan yok; ne istiyorlarsa nasıl istiyorlarsa, halkın feryadına, bizim ikazlarımıza, mazlum halk çoğunluğunun çığlıklarına aldırış etmeden istediklerini yapıyorlar. Üstelik yaptıkları ve yapacaklarını yasa tanımadan, anayasa tanımadan, hak, hukuk gözetmeden yapıyorlar; ancak, Türkiye, bir türlü düzlüğe çıkamıyor, işler bir türlü yoluna girmiyor, vatandaşın da hiçbir ıstırabı dinmiyor. Neden? Niçin? Çünkü, muhterem milletvekilleri, et kokarsa tuzlanır; ya tuz kokarsa... Türkiye'de tuz kokmaya başladı. Bunun en açık delili batırılan, içi boşaltılan, soyulan bankalardır. Bu bankaları hükümet en azından gafletiyle soydurmuştur; yapılan ikazları ciddiye almamıştır. Biz, Anamuhalefet Partisi olarak, aylar önce, bu hükümete ilk gensoruyu bankacılık konusunda verdik; Meclis çoğunluğuna dayanarak reddettiler. Ardından, Meclis araştırması açılsın istedik. Halen, bu teklifimiz 22 nci sırada bekliyor; gündeme öncelikle almadılar. Genel görüşme yolunu denedik, esasa girilmesini önlediler. Soru önergeleri, yapılan konuşmalar bir türlü fayda vermedi; iğne batırdık olmadı, çuvaldız batırdık duymadılar. Neden; çünkü, işin içerisinde kendi yandaşları var, kendilerini destekleyen çevreler var, kendi adamları var. Sayın İçişleri Bakanı söylemedi mi bu ortaya çıkarılanlar işin binde 1'dir diye. Şimdi buradan soruyorum : Geriye kalan 999'u ne oldu?

Kamu makamlarını işgal edip, devlet adına geniş yetkiler kullanan ve bu yetkilerini büyük menfaatlar karşılığı küçük bir gruba kiralayan, onların yönetim kurullarında görev alan bürokratlar nerede? Kim, kimin bankasında görev aldı; neden aldı?.. Şimdi siz, bunlarla ilgili ne yapıyorsunuz? Nüfuz casuslarına ne oldu? Yeğenleri, bacanakları, kayınbiraderleri, enişteleri kim, niçin, neden korudu ve hâlâ korumaya devam ediyor?! (FP sıralarından alkışlar) Bunları himaye eden nüfuz sahipleri kimler? Bunların hepsini ortaya çıkarmaya mecbursunuz. Bu bilgiler ticarî sırdır diye hırsızları himaye edemezsiniz, bunun arkasına sığınamazsınız. Hırsızın bildiği bilgiyi, milletin de bilmeye hakkı var. Gerekirse, gizli celse yaparız; ama, siz, bunların hiçbirini yapmadınız, yapmaya da niyetli görünmüyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisi, gerçek anlamda, bir krizin içerisindedir. Türkiye ekonomisinin içine düşürüldüğü bu darboğaz, milletin kaynaklarını sömürdükçe iştahı açılan ve doymak bilmeyen iktisadî elitin ciddî manipülasyonları sonucu oluşturulmuştur. Özelleştirme adı altında kamu mallarını ucuza kapatmak, devlete yüksek miktarda kısa vadeli ve yüksek faizli borç vererek Hazineyi boşaltmak ve bankalar kanalıyla milletin parasını hortumlamak suretiyle sebep oldukları kriz ve bu arada da, akıl almaz borsa spekülasyonları, döviz girişlerindeki ciddî daralmalar, nihayet, sokaktaki esnafı dahi etkileyecek şekilde inanılmaz bir likidite krizine yol açmıştır.

Şimdi, burada sormak gerek : Eğer, faizlerde yüzde 1 500'lük artışlar başka bir ülkede olsaydı neler olurdu? Seyredilen ve her biri geliyorum diyen borsa spekülasyonlarıyla bir gecede 5-6 milyar dolar gitmiştir. Bu para, nasıl ve kimlere gitmiştir? Eğer çok rahat kaybedeceğiniz 5-6 milyar dolar paranız varsa, daha sonra IMF'den alacağınız para için niye bu kadar seviniyorsunuz?! Bu kriz senaryosunun bir komplo olma ihtimali de milletimizin büyük çoğunluğunun aklına geliyor. Hele, özelleştirme adı altında, mesela, Telekom ihalesinde, milletimizin aleyhine, yabancı ortaklar lehine şartların zorlanması, bu konudaki kuşkuları daha da artırıyor. Krizden önce yüzde 29 civarında düşünülen yabancı ortaklık payının krizden sonra yüzde 33,5 civarına çıkarılması ve kamunun stratejik ortak statüsünden vazgeçilerek yönetim hakkının yabancı alıcılara devredilecek olması, şaşırtıcı bir hızla kararlaştırılmıştır. Bütün bunları, biz, anlayamıyor ve kabul edemiyoruz. Nitekim, sorumlu Sayın Bakan da anlayamamıştı; ancak, lideri Sayın Bahçeli Bakan Beye çok iyi anlatmış olmalı. Şimdi, Sayın Bahçeli'den, aynı konuyu, çıkıp, millete de anlatmasını rica ediyorum. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Yalnız, burada anlayamadığımız hususlardan birisi, bu süreçlerde Sayın Başbakanın takındığı tavırdır. 1980 öncesinde rantiyeye taviz vermeyen ve bu yüzden bu grupların elindeki gazetelerle hedef alınan, hakça, insanca bir düzen savunucusu Sayın Ecevit'in, bu yeni Başbakanlığı sırasında geniş halk kesimlerini yoksullaştıran ve ekonomiyi yönetme yetkisini Bay Cottarelli'ye devreden olağanüstü dönem başbakanlığı görüntüsünü anlamak ve onun adına kabul edebilmek mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, hükümet, şu anda, batık bankaları kurtarma gayreti içerisindedir. Şimdi, hükümete soruyoruz: Siz, önce bankaları özelleştireceksiniz, onlara yüzde 100 devlet güvencesiyle mevduat toplama izni vereceksiniz, daha sonra da bu bankaların içlerinin boşaltılmasına müsamaha göstereceksiniz, bankalar batınca, bankaları iştirakleriyle birlikte geri alacaksınız, sonra da, buna serbest piyasa ekonomisi diyeceksiniz; bu, hangi mantığa, hangi ekonomik sisteme sığar? 15 gün kadar süren finans sektöründeki kriz sonunda döviz rezervleri eridi, bankacılık sistemi büyük zarar gördü, yerli mevduata, dış kredilere de Hazine garantisi verildi. Bütün bunlar, yakın gelecekte ortaya çıkabilecek çok daha büyük problemlerin işaretleridir.

Değerli arkadaşlarım, banka özelleştirme ihalelerindeki yolsuzluklarda, usulsüz banka kredilerinde, bankaların  içinin boşaltılmasında, hep, siyasetçi, hırsız bürokrat, fırsatçı işadamı ve işbirlikçi medya dörtlüsünü görmekteyiz.

Buradan açıkça söylüyorum, hükümet ortaklarına sesleniyorum: Bu soygunların siyasî uzantılarını, bürokrasideki şeriklerini ortaya çıkarmadığınız sürece, sizleri, vurgunculara göz yuman insanlar olarak ilan edeceğiz. (FP sıralarından alkışlar) Yolsuzlukların üzerine gidiyoruz diyerek, sınırlı bir soruşturmayla işi kapatamazsınız. Biz, buna müsaade etmeyiz ve etmeyeceğiz de.

Meclis denetiminden sayı çoğunluğuna dayanarak kaçabilirsiniz; ama, yığınla soru, halen, orta yerde durmaya devam ediyor ve hükümet olarak, bunlara, mutlaka, inandırıcı bir cevap bulmak mecburiyetindesiniz.

Muhterem arkadaşlarım, bu kürsüden defaatle söyledik; duymayanlar duysun diye bir daha söylüyorum: Bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için en önemli ve en öncelikli tehdit, yolsuzluktur. Sair tehditler bu bataklıkta yeşeriyor, Türkiye bundan dolayı geri kalıyor, Türkiye bu sebepten IMF'nin kapısına dayanıyor. Ülkemizde yolsuzluk o boyuta ulaşmıştır ki, buna, ne hazinenin ne de halkın tahammülü kalmamıştır. Türkiye, Dünya Bankasının ülkeler bazında yaptırdığı yasal olmayan ödemeler indeksinde 1 inci sırada; şeffaflık sıralamasında, 10 üzerinden 3,6 katsayıyla, Filipinler, Mozambik ve Zambiya grubunda yer almayı başarmıştır. İlimde, teknikte, keşifte, icatta Türkiye'yi ilk 10'a sokamadık; ama, bilimi ve tekniği çok iyi kullanarak, ülkeyi, en iyi, en teknik hırsızlık yapılan ilk 10'a sokmayı başarabildik [!] (FP sıralarından alkışlar) Eserleriyle övünebilirler...

Hükümet, bunları önleyip kaynak temin edeceğine, vatandaşın elinde kalabilen son lokmaya da gözünü dikmiş durumda. Vatandaş canı derdine düştü. Hükümet, millet için değil, IMF için ve vurguncuların, soyguncuların soyguncuların zararlarını kapatmak için çalışıyor. 70 milyonun kazancını, IMF ve bir avuç vurguncu kapıp gidiyor. Bu haliyle, bu icraatıyla, bu hükümet nasıl milletin hükümeti olur?!

Değerli arkadaşlarım, bugün daha iyi anlıyoruz niye 54 üncü hükümetin yıkıldığını; millet inim inim inlerken, hükümet çok başarılıdır, uyum içinde bir hükümet var kabilinden, körü badem gözlü yapan manşetlerin neden atıldığını, şaşı gözlerin nasıl şehla gözlü diye millete yutturulduğunu... Bu manşetlerin ve bu yalanların devlet hazinesine kaça mal olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Evet, bu manşetlerin bedeli en az 10 milyar dolardır. (FP sıralarından alkışlar) Ama, unutulmasın ki, hırsıza mâni olmayan, hırsıza dost olur.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın bundan sonraki bölümünde, 2001 bütçesinin kısaca değerlendirmesini yapacağım.

İlk olarak, 2001 yılı bütçesinin aziz milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Bütçeler, milletten ne kadar vergi alınacağını ve bu vergilerin nereye ve nasıl harcanacağını tespit için yapılır. Vergiyi ödeyenler, bunu, millete hizmet edilmesi için ödüyorlar. Peki, Türkiye'de bu böyle midir? Maalesef, evet diyemiyoruz.

2001 yılı bütçesinde ne var; yaklaşık 32 katrilyon vergi toplanacak. Nereye harcanacak bu vergiler; 12 katrilyon çalışanlara ücret olarak ödenecek, 3,5 katrilyon -evet, dikkatinizi çekiyorum, sadece 3,5 katrilyon- yatırımlara harcanacak, 17 katrilyon ise faizlere gidecek.Görülüyor ki, milletten alınan her 100 lira verginin -biraz gerçekçi olmayan bir iddia olmasına rağmen, öyle ifade ettiği için Sayın Maliye Bakanı- 52 lirasının faiz için ödeneceği anlaşıyor.

İşte, millet böyle soyuluyor. Memur, emekli, asgarî ücretli geçinemiyor, feryat ediyor. Çiftçinin  mazot, gübre alacak, tarlasını ekecek gücü kalmadı, traktörünü satıyor. Milletin ödediği vergi, faize, banka soygunlarına, ihracat ve ihale yolsuzluklarına gidiyor.

Türkiye'yi bu noktaya 55, 56 ve 57 nci hükümetler getirdi. Bakın, bunu bütçe rakamları söylüyor. Toplanan vergilerin faize giden payı, değişik bütçe dönemlerinde; 1995 bütçesinde vergilerin yüzde 53'ü faize gitti, 1996 bütçesinde yüzde 67'si, 1997 bütçesinde önemli ölçüde düşüş var, yüzde 48, 1999 bütçesinde yüzde 72, 2000 bütçesinde ise yüzde 86 olmuştur. Evet, toplanan vergilerin yüzde 86'sı faize gidiyor.

2001 yılı bütçesindeki yüzde 52 hedefinin tutturulması da mümkün değildir. Son ekonomik krizden sonra artan faizler, içborçlanma maliyetlerini artıracaktır. Ekim ayı sonu itibarıyla, içborç stoku 32 katrilyon liraya ulaşmıştır. 1999 sonunda bu değer, 23 katrilyon lira idi.

Yukarıdaki rakamlar itiraf ediyor ki, en iyi bütçe, bu yakın geçmişimizdeki en iyi bütçe, 54 üncü hükümetin, Refahyol Hükümetinin 1997 bütçesidir; faizleri azaltmış, yatırımlara ve çalışanlara ayrılan payı da büyük ölçüde artırmıştır. 55, 56 ve 57 nci hükümetler, Refahyol Hükümetinin başarılı icraatını devam ettirmek yerine, faizcilere, rantiyeye hizmeti tercih etmiştir.

Netice olarak, 2001 yılı bütçesinde millete hizmet yoktur. Bu bütçe, bir faiz bütçesidir, rantiye bütçesidir. 2000 yılı ocak-ekim döneminde ödenen faiz, 31 milyar dolardır muhterem arkadaşlarım, ayda ortalama 3,1 milyar dolar, günde 103 milyon dolar faiz ödenmiştir. 2001 yılı bütçesinde devletin memur ve işçisine ayırdığı ücret payı, 5 aylık faiz harcamasına eşittir. Sağlık Bakanlığına ayrılan pay, 17 günlük faiz harcaması; Millî Eğitim Bakanlığına ayrılan pay, 55 günlük faiz harcaması; yatırımlara ayrılan pay ise, 47 günlük faiz harcamasıdır. Bakanlarımız yeterli ödenek alamamaktan büyük ölçüde şikâyetçidirler. Görülüyor ki, yatırıma, sağlığa ve eğitime yeterli para ayırmayan hükümet, bütün gücüyle faizcilere, rantiyeye çalışıyor.

Değerli milletvekilleri, bu sabah, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi Fazilet Partisi Afyon Milletvekili Sait Açba bir basın toplantısı düzenledi, 2001 yılı bütçe teklifinde yapılan çok önemli bir hatayı açıkladı: "Özel İletişim, Özel İşlem Vergisi ve eğitim özel geliri yoluyla elde edilecek 1 katrilyon 654 trilyon lira gelirin bütçedeki gelirler toplamı içine alınmayışı bir bütçe skandalı değil midir" diye sordu. Herhalde, Sayın Maliye Bakanı bu önemli konuda Yüce Meclise bir açıklama yapacaktır. Sadece bu örnek bile bu bütçenin ne ölçüde ciddiyetten uzak olduğunu açıkça göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, hükümet yaklaşık bir yıl önce bir istikrar programı açıkladı. İstikrar programının esas hedefi, enflasyonu düşürmek idi. 2000 yılında fiyat artışları toptan eşyada yüzde 20'ye, tüketici fiyatlarında güya yüzde 25'e düşürülecekti; ancak, kasım sonu itibariyle fiyat artışlarına bir bakarsak; toptan eşyada 11 aylık yüzde 30,2; tüketicide 11 aylık yüzde 35,7 olmuştur. Bu durumda aralık sonunda muhtemel gerçekleşme ise, toptan eşyada yüzde 35, tüketici fiyatlarında yüzde 40 mertebesinde olacaktır.

Tüketici fiyatlarındaki gerçekleşme, programı hedefinden yüzde 60 nispetinde sapmıştır. Programın başarısızlığını, bu durum, açıkça ortaya koymaktadır. Hal böyleyken, Sayın Maliye Bakanı, sabahki konuşmasında "program, birinci yılın sonunda hedefini tutmuştur" diyebilmiştir; doğrusu, bunu nasıl diyebildi, anlamak mümkün değil!..

Halkın yaşadığı oniki aylık ortalama enflasyon ise, tüketici fiyatlarında kasım ayı sonunda yüzde 57,6'yı bulmuştur. Aslında, mutfaktaki enflasyon çok daha yüksektir.

Hükümet, memur, emekli ve çiftçiye yapacağı ödemeleri, geçmiş enflasyona göre değil, haya-lî hedef enflasyona göre hesaplayarak, bu camiaya büyük haksızlık yapmaktadır. Muhterem arkadaşlarım, çalışanların, emeklilerin ve çiftçilerin maruz kaldığı bu haksızlık mutlaka giderilmeli ve gerekirse bunlara eködeme yapılmalıdır.

Dışticaretteki durumumuz da iç açıcı değil muhterem arkadaşlarım. Hükümetin 2000 yılı dışticaret hedefi; "ihracat 28 milyar dolar, ithalat 46 milyar dolar, dışticaret açığı 18 milyar dolar olacak" dediler; cari işlem açığı, yaklaşık 3 milyar dolar... Eğer gerçekleşmelere bir bakarsanız, ocak-eylül dışticaret açığı 19 milyar dolar olmuştur; yıl sonu, açığın 25 milyar dolar mertebesinde olması beklenmektedir. Cari işlemler açığının da, en az 3 misli artarak, 9 milyar dolar mertebesinde olacağı tahmin ediliyor. İthalatta yüzde 40 mertebesinde artış olurken, ihracat sürekli gerilmektedir.

Dışticarette karşılaşılan sıkıntının sebebi, enflasyon ile döviz kurları arasındaki makasın giderek açılması neticesinde, ithalatın ucuz, ihracatın pahalı hale gelmesidir. Kasım sonu itibariyle fiyat artışları yüzde 30-36 mertebesinde olduğu halde, kur artışı, dolarda yüzde 26, mark ve euroda ise yüzde 9 olmuştur; bu farkları telafi edici hiçbir tedbir de alınmamıştır.

Değerli milletvekilleri, uygulanan yanlış, çarpık politikalar sebebiyle, 2000 yılı başlarında ekonomi iyice kötü duruma düşürülmüştü. İki hafta önce ortaya çıkan kriz ise, ekonomik durumu tam bir çöküntüye sürükledi; IMF'den yardım istendi. IMF'den, Türkiye'ye 10,4 milyar dolarlık acil yardım açıklaması yapıldı. Bu anlaşmanın, IMF'ye büyük tavizler karşılığı sağlandığında hiç şüphe yok. Nitekim, IMF'ye, bilebildiğimiz kadarıyla, şu yeni taahhütlerde bulunuldu :

Türk Telekomun yüzde 33,5 hissesi, yönetim hakkıyla birlikte, 14 Aralık tarihine kadar satışa çıkarılacak. Aynı şekilde, Türk Hava Yolları da 14 Aralık tarihine kadar satışa çıkacak. Vergi gelirleri artırılacak; yeni vergiler konulacak. Mevduata, bankalara açılan dışkredilere, halkın "devlet garantili soygun izni" diye yorumladığı devlet garantisi verilecek. Memurlara ve işçilere, hayalî hedef enflasyon yüzde 12'ye göre düşük zam verilecek. Malî durumu zayıf bankalara el konulacak. Bu kararların, tavizlerin ardından, şu tehlikeli gelişmelerin olacağını tahmin ediyoruz; onun için, hükümeti, bu konuda çok dikkatli olmaya davet ediyoruz :

Evet, bütün bunlardan sonra, bu önümüzdeki dönemde, faizler ve enflasyon artacak; yeni zamlar gelecek; iç talep daralacak; piyasadaki durgunluk daha da artacak; büyüme yavaşlayacak; yatırım azalacak ve Türkiye'nin en ciddî problemi olan işsizlik daha da artacak; bütünüyle ekonomimiz, IMF'nin güdümüne girecek; bu yüzden, bu kriz, orta ve uzun vadede, Türkiye'ye çok pahalıya mal olacak.

Değerli milletvekilleri, bu ekonomik krizden, çöküntüden en büyük sıkıntıya, yoksulluğa düşenler, emeğiyle geçinenler, memurlarımız, işçilerimiz, emeklilerimiz, çiftçilerimiz, esnaf ve küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluşlarımızdır. Bu kesimlerin ne durumda olduklarını kısaca Muhterem heyetinize arz etmek istiyorum.

Muhterem arkadaşlarım, 2001 yılı bütçesi, emek açısından, ne yazık ki, tam bir felaket belgesidir. Dört yılını tamamlayacak olan 55, 56 ve 57 nci hükümetlerce uygulanmakta olan programların sosyal boyutu yoktur. Bu hükümetin ise gündeminde memur yoktur, emekli yoktur, işçi yoktur ve en önemlisi işsiz yoktur. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, emek kesimi müştereken genel grev niteliğinde, 1 Aralık günü işi bırakmışlardır.

Evet, ortada, sorunları çözecek bir hükümet yoktur; ama, hükümet ortaklığından menfaatlananlar vardır. (FP sıralarından alkışlar) Bankaları hortumlayanlar vardır, ormanları yağmalayanlar vardır. Emek kesimini, yani memuru, emekliyi, işçiyi, işsizi sömürenler vardır ve bunların, bu sömürücülerin işbirlikçileri vardır.

Dolayısıyla, bütün içtenliğimle ve kararlılıkla ifade ediyorum ki, bu 28 Şubat sonrası dönem, tarihe, vurgunun, yağmanın ve sömürünün himaye ve teşvik edildiği bir dönem olarak geçecektir. (FP sıralarından alkışlar)

Yine, uygulamalardan görülmektedir ki, bu hükümet, halka ve özellikle emek kesimine sorumluluk duymamaktadır. Bu itibarladır ki, 2001 bütçesi, bir sosyal devlet bütçesi değil bir rant bütçesidir. Tam bir kurtlar sofrası. Şairin dediği gibi, bir kişiye 9 pul, 9 kişiye 1 pul.

Evet, bu iktidar, kendisini, halka, emek kesimine değil, rantiye kesimine ve kartel medyasına ve patronlarına sorumlu hissetmektedir.

Görülüyor ki, istenirse, memura, emekliye, işçiye bu ülkenin verebileceği insanlık onuruna yaraşır bir ücret, maaş imkânı vardır; ancak, bu hükümet, tercihini, halka hizmet yerine, önce rantiyeciye hizmet olarak öngörmüştür. Pişkinlik gösterilerek, dönüp bize soruyorlar da "var da mı vermiyoruz?!." Evet, her zaman ifade ettiğim gibi, bir kez daha ifade ediyorum; var, ama, vermiyorsunuz! (FP sıralarından alkışlar)

İşte, bendenizin de içinde bulunduğum 54 üncü hükümet olarak, oniki aylık enflasyon oranı yüzde 75 olduğu halde, memura yüzde 122, memur emeklisine yüzde 110, işçi emeklisine yüzde 123, Bağ-Kur emeklisine yüzde 211 maaş ve ücret artışı sağlamıştık. Biz, bu "var da mı vermiyoruz" anlayışını, emin olun, çok iyi tanıyoruz. 54 üncü hükümet olarak, emek kesimine bu maaş ve ücret artışları yapılırken de "iyi, ama, nereden bulup vereceksiniz" dememiş miydiniz?! Bu, bir tercih meselesi; ya halktan alıp mutlu azınlığa vereceksiniz veya 54 üncü hükümette bizim yaptığımız gibi, ülke kaynaklarını bütün kesimlere adil bir şekilde paylaştıracaksınız. (FP sıralarından alkışlar)

Ülkemizi, önce sosyal bunalıma, daha sonra da sosyal patlama noktasına taşıdınız. Halkla ve emek kesimiyle aranızda oluşturduğunuz polis barikatıyla, bu gerçekleri, ne yazık ki, göremiyorsunuz. Türkiye'yi uçurumun kenarına getirdiğiniz bu noktada, sorumluluk duyan bir hükümet, bu rahatlıkla bu koltuklarda oturamaz. Uydurduğunuz hayalî enflasyon hedefleriyle, yüzde 10-15 ücret, maaş artışlarıyla yaşamı çekilmez hale getirdiniz. Vaktinde en itibarlı bir görev olan memuriyeti, fitre ve zekat alır noktasına getirdiniz. (FP sıralarından alkışlar)

Muhterem arkadaşlarım, birkaç gün önce, televizyon ekranlarında, emin olun, beni kahreden bir manzarayı gördüm. Bir memur, İstanbul'daki Fazilet Partili belediyelerin iftar çadırlarında idi. Televizyoncu kendisine: "İftarını burada mı yapıyorsun" diye sordu; "evet, iftarımı burada yapıyorum, evime yetişemiyorum, ilaveten de masanın üstünde artan ekmekleri toplayıp evime götürüyorum..." Bundan o daha büyük bir utanç vesilesi olabilir mi muhterem arkadaşlarım?! (FP sıralarından alkışlar)

Memura verdiğiniz ortalama 200 milyon, işçi emeklisine verdiğiniz ortalama 100 milyon, Bağ-Kur emeklisine verdiğiniz ortalama 70 milyon. Şimdi soruyorum size: Bu para, sizin torunlarınızın aylık oyuncak parasına bile yetmez; nasıl geçinecek bu maaşlarla bu insanlar; nasıl oruç açacak, nasıl sahura kalkacak bu insanlar?.. Bu ezen-ezilen kafa yapısıyla ülkemizi yönetmeye devam edeceğinizi zannediyorsanız, ilk seçim sandığında yanıldığınızı göreceksiniz. (FP sıralarından alkışlar)

Şimdi soruyorum hükümete; hani memurdan, işçiden, özellikle işçiden yana olduğunu iddia eden hükümete: Ne oldu iş güvencesi yasası?.. İşte size, anamuhalefetten açık çek. Getirin iş güvencesi yasa tasarısını, bir çırpıda çıkaralım. Bakanlıklar ve hükümetler şov yapma yerleri değildir; işçi ve sendikal kesimin duygularını istismar yeri hiç değildir.

Aynı şekilde, size yine soruyorum: Ne oldu kamu çalışanları sendika yasa tasarısı? Bunu da getirin, bir çırpıda çıkaralım. Duymuyor musunuz kamu çalışanlarının "yüzde 10 zammı al başına çal" feryatlarını?

Yine, size sesleniyorum: Getirin emeklilere intibak yasa tasarısını, onu da hemen çıkaralım.

IMF ile yapılan son anlaşmalardan anlıyoruz ki, toplusözleşmeye tabi işçilere de, memura ve emekliye reva görülen ücret artışı yapılacaktır. Buradan açıkça ilan ediyorum; yapamazsınız! Buna anamuhalefet partisi olarak müsaade etmeyeceğiz. (FP sıralarından alkışlar)

Evet, muhterem arkadaşlarım, ne yazık ki ülkemiz, aynı zamanda, bir işsizler cehennemidir. Anarşi ve terörün de büyük oranda kaynağını teşkil eden işsizlik, yine, ne yazık ki, hükümetleriniz döneminde farklı ve vahim boyutlar kazanmıştır. Geçmişte niteliksiz işgücüne iş sahaları düşünülürken, eksik olmayın, döneminizde işsizlik kalifiye ve nitelikli işgücünün de  işsiz kalmasına dönüşmüştür ve 2000 yılı bütçenizde istihdam yoktur, yatırım yoktur, üretim yoktur. Kendi çocuklarımız işsizken ve çokpartili döneme geçildikten bu yana ilk kez ülkemizde 1 milyona yakın yabancı kaçak işçi çalışmaktadır. Böyle gelmiş böyle gider diyorsanız, yanılıyorsunuz. Bilesiniz ki, Fazilet hareketi, aynı zamanda, böyle gelmiş böyle gider diyenleri bir utandırma hareketidir. (FP sıralarından alkışlar)

Muhterem arkadaşlarım, çağımızın yükselen değerleri, uzlaşma  ve paylaşmadır. İnanıyorum ki, emek kesimi başta olmak üzere, halkla çatışmayı öngören siyasî hareketlerin ömrünü tamamladığı yakın tarihte görülecektir ve yine inanıyorum ki, er veya geç, halk kendi iktidarını kuracaktır ve inanıyorum ki, halka rağmen halkın yönetilemeyeceği, yine, en kısa zamanda görülecektir. (FP sıralarından alkışlar)

Memur, işçi, emekli böyle de, acaba zavallı çiftçilerimizin durumu ne: Arkadaşlarım, çiftçilik, zor ve meşakkatli bir meslektir. Bu meşakkatten kurtulabilmeleri için çiftçilerimizin desteklenmesine yüzde yüz zaruret vardır. Çiftçiler desteklenmeden, çiftçiliklerini devam ettiremezler. Bütün dünya bu durumu görüyor, biliyor; onun için de, istisnasız bütün dünya ülkeleri kendi tarımlarını destekliyorlar. Peki, siz ne yaptınız; tarımdaki destekleri ya kaldırdınız ya da asgarî seviyeye indirdiniz. 2000 yılı, buğday, pamuk, ayçiçeği, çeltik, zeytin, fındık, çay, kayısı, antepfıstığı üreticimiz ve bu arada da hayvancılığımız için kayıp bir yıl olmuştur. Çiftçilerimiz zarar etmişler, iflas etmişler, traktörlerini, biçerdöverlerini satmışlar ve fakirleşmişlerdir. Bu yıl buğdaya, bir yıl öncesine göre yüzde 27 artış yapılarak, 102 000 lira taban fiyatı verildi. Evet, bu 102 000 liraya bile çiftçilerimiz itiraz ediyorlardı; ama, korktukları başlarına geldi. Nitekim, tüccar, 75- 80 bin liradan fazla fiyat vermedi; Toprak Mahsulleri Ofisi de taban fiyatın altında  80 ilâ 85 bin liradan alım yaptı.

Biz, anamuhalefet partisi olarak uyardık; tarımla ilgili meslek kuruluşları, özellikle, ziraat odaları feryat ettiler : "2000 yılı buğday taban fiyatı en az 140-150 bin lira olmalıdır"dedik. Hükümet, ne muhalefeti dinledi ne de inim inim inleyen çiftçinin sesini duydu. Sizin kulaklarınız IMF'ye çevrili olduğu için, çiftçinin feryadını bir türlü duymadınız, duymazdan geldiniz; uyarılara kulak tıkadınız; sonuçta, hububat ekimi yapan Güneydoğu, Trakya, Çukurova, Ege, İç Anadolu'daki çiftçilerin işini bitirdiniz.

Peki, buğday böyle de, diğer mahsullerde durum farklı mı muhterem arkadaşlarım; hayır. Hani, deveye "niçin boynun eğri? diye sormuşlar; "nerem doğru ki?!."demiş. Hangi işinizi ele alsak, mutlaka bir yamukluk, bir eğrilik var. Şeker pancarı üretiminde bir facia yaşandı. Ülkemizde 27 şeker fabrikasının senelik üretimi 2 400 000 tondur; Türkiye'nin şeker tüketimi ise, yılda 2 milyon ton; dolayısıyla, fazla şeker üretimi 400 000 ton. Hükümet, 400 000 fazla şekeri ihraç edemiyor; ama, bir bakıyorsunuz  Türkiye şartlarında şekerpancarıyla şeker üreten Fransa, birkaç milyon ton şekeri ihraç edebiliyor. Evet, bizimkiler çareyi, çiftçiye "sen niye fazla ürettin?" çalışan insana da "niye çalışıyorsun?" demekte buluyorlar. pancar üreticisine üretim kotası koymakta buluyorlar; bu da yetmiyormuş gibi, üreticiye maliyetinin altında fiyat veriyorlar.

Ziraat odalarının tespitlerine göre, bugün, 1 kilo şekerpancarının üretim maliyeti 35 000 liradır. Üreticinin mağdur olmaması için, şekerpancarı alım fiyatının en az 45 000 lira olması gerekiyordu. Bu hükümet, bırakın çiftçilerin hakkını vermeyi, beş aydan bu yana, pancar taban fiyatını bile açıklayamadı. Evet, bu metni hazırlarken yazmıştım:"Ey hükümet, 2001 yılına girdik, hani pancar fi-yatı?" Böyle yazmıştım da, evet, dünkü gazetelerde, Sanayi Bakanının bir açıklamasını okudum; meğer, pancar taban fiyatı olarak, 33 750 lira bir fiyat tespit edilmiş.

Türkiye bu teslimiyetçi politikaya devam ederse, iki yıl sonra şeker üretimi 750 000 tona inecek, 1 250 000 ton şeker ithal edilecek ve bu hükümet, Türk çiftçisinden esirgediği parayı Fransız çiftçisine ödeyecek. Fındık ve çay üreticilerinin durumu da aynı şekilde; detayına girmek istemiyorum. Bu arada, kayısı, antepfıstığı, zeytin ve zeytinyağı üreticileri, aynı şekilde büyük sıkıntı içindedir.

Muhterem arkadaşlarım, dünyanın en kaliteli kayısısı Türkiye'de üretiliyor; başta Amerika olmak üzere, 76 ülkeye ihraç ediliyor. Bu yıl, diğer tarımsal ürünler gibi, kayısı da iyice perişan hale getirildi. 1999 yılında 1 milyon liraya alıcı bulan kuru kayısı, 2000 yılında, en fazla 500 ilâ 600 bin liraya ancak satılabiliyor. Rekolte yükselir yükselmez çiftçinin yüzü güleceğine, kan ağlıyorlar. Evet, yılda 120 milyon dolar döviz girdisi sağlayan kayısı, bu yıl üreticinin elinde kaldı. Aynı şekilde zeytinyağı, aynı şekilde, Niğde, Nevşehir'in en büyük ürünü olan patates; bunlar, hepsi perişan duruma düşürüldü.

Muhterem arkadaşlarım, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bu yıl büyük kuraklık yaşandı. Kaba yem konusunda zamanında tedbir alınmadı. Hayvancılık bitme noktasına geldi. Kendi üreticimizin işini bitiriyorsunuz, onun ardından da, dışarıdan et ithal ediyorsunuz. Eylül ayında, bazı Doğu Anadolu illerimizi -bunlar arasında Erzurum, Kars, Ardahan, Ağrı, Erzincan, Bayburt, Gümüşhane ve diğer Doğu Anadolu illerini- gezdim; bu hükümetin hayvancılığı getirdiği noktayı büyük üzüntüyle tespit ettim.

Muhterem arkadaşlarım, tespit ettiğim önemli bir husus şu: Ot ve kaba yem karaborsaya düşmüş, kiloyla satılır hale gelmiş. Bu arada da, çok garip bir durum tespit ettim; buğdayının para etmediğini gören çiftçiler, buğdayı samanlarına katarak, 120 ilâ 130 bin liraya satış yaptılar; çünkü, bu sene, sayenizde, saman, buğdaydan daha pahalı hale geldi. Netice olarak, yanlış politikalarınız yüzünden, hayvancılığımız, neredeyse yıkıldı ve çöktü.

Sayın milletvekilleri, Ziraat Bankasının görevlerinden biri de, çiftçiye destek vermek idi. Ziraat Bankası, Türk çiftçisi için çok önemli bir kurumdu, senelerce tarıma hizmet verdi. Peki şimdi ne oldu; 57 nci hükümet, çıkardığı bir kanunla, bu bankayı özerkleştirdi, yani, çiftçilere kapılarını eskisi gibi açmayacak, açamayacak, bu banka, tüccar ve sanayicinin bankası olacak. Bu yaparken ne bahane öne sürülüyor; efendim, Ziraat Bankasının görev zararı 11 milyar dolara çıktı. Peki soruyorum; bu zarar, çiftçiye destek verdiği için mi oldu; hayır; bu, gerçeği saptırmaktır. Gerçek şudur: Bu zararın büyük bir kısmı, çiftçiye ödenen destek değil, üst üste hesap edilen faizlerdir. Bir örnek vereyim, 1994 yılında pamuk üreticisine ödenen 4 trilyon liralık primi Hazine zamanında Ziraat Bankasına ödemediği için, bu borç 2 katrilyon liraya çıktı. Peki, burada çiftçinin cebine giren para var mı; hayır. Buna, nasıl görev zararı diyebiliyorsunuz; bu, olsa olsa, ihmal zararı, görevi kötüye kullanma zararıdır. (FP sıralarından alkışlar)

Muhterem arkadaşlarım, vakit daraldığı için fazla detaya girmeden, esnafımızın da, iş ha-yatının da, sanayicinin de fevkalade büyük bir perişanlık içerisinde olduğunu ifade ederek geçeceğim. Esnaf kesimi, tam bir perişanlık içerisine düşmüştür. Binlerce esnaf, ya siftah etmeden akşamı bulmakta ya da kepenk kapatmaktadır.

Sanayicinin durumu bundan farklı değil. Özellikle büyük sanayi kuruluşları, üretimden değil, faizden para kazanıyorlar. Nitekim, 500 sanayi kuruluşunun 1999 yılı dönem kârı 720 trilyon idi, üretim dışı gelirleri, yani faiz gelirleri ise 1,6 katrilyon oldu; yani, kârlarının üçte 2'si faizden geldi. Sanayicinin, şu sıra en büyük problemlerinden bir tanesi de, enerji krizi.

Muhterem arkadaşlarım, Türkiye, soygun vurgun, baskı ve vergi üçlü kıskacındadır. Eğer, bir ülkede, soygunların ve vurgunların rahatlıkla yapılabilmesi isteniyor ise, orada, mutlaka, bir baskı düzeni gerçekleştiriliyor ve soygunlarla boşaltılan hazinenin ihtiyacı ise, yeni ve acımasız vergiler yoluyla karşılanıyordur.

2001 yılı bütçesinde, 2000 yılına göre reel olarak artacak olan ender kalemlerden biri, yüzde 32'lik bir artışla vergi gelirlerindeki artıştır. Enflasyonun yüzde 10 olacağı iddia edilen bir dönemde, yüzde 32'lik vergi artışı, zincirleme yeni vergiler geleceğinin açıkça işaretidir. Daralan, küçülen bir ekonomide vergi gelirlerinin bu ölçüde artırılabilmesi, ancak, bir gırtlak sıkma politikasıyla mümkün olabilir. Dün, Hayat Standardı Vergisi adil değildir derken, şimdi, büyük bir pişkinlikle bu vergiyi geri getirenler, başta, esnaf ve sanatkârlarımız olmak üzere, işadamlarımıza kazansan da kazanmasan da şu kadar vergiyi getirip, ödeyeceksin demektedirler. Hayat standardının ardından, halk tabiriyle, Deli Dumrul vergileri sökün etmeye başladı; bu, düpedüz bir zulümdür. Kaldı ki, bu yeni vergileri, rantiye kesimi, Kurumlar Vergisine tabi olan yat, kat, uçak sahipleri de verecek değil, yük, yine, emekçilerin, dargelirlilerin sırtına yüklenecektir.

Muhterem arkadaşlarım, 55, 56 ve 57 nci koalisyon hükümetleri döneminde dış politikamızın da başarılı olduğunu söylemek, maalesef, mümkün değil. Vaktin darlığı sebebiyle, dış politikadaki görüşlerimi bütçede yapacağım son konuşmada Muhterem Heyetinize arz edeceğim; ancak, şunu kısaca ifade edeyim ki, maalesef, komşularımızla münasebetlerimiz iyi değil. İslam ülkeleri topluluğuyla münasebetlerimizi de yeterince geliştirmediğimiz ve onları zaman zaman kırdığımız ortada. Buna mukabil, 17 Ağustos depreminden sonra, beraber kahve içtik, sirtaki oynadık diye Yunanistan'ın teröre destek veren imajını dünya kamuoyundan silmeyi ve âdeta, onları temize çıkarmayı başarabildik. (FP sıralarından alkışlar) Irak ambargosu diğer bir problem. Kafkaslarda, Çeçenler ve Dağlık Karabağ meselesi, Balkanlardaki gelişmeler, Filistin'de, 28 Eylülden bu yana, 350'ye yakın çocuk ve çok genç yaştaki Filistinlilerin hayatını kaybetmesi, Orta Asya'daki sıkıntılı durumumuz, bütün bunlar, hep dışpolitikadaki başarısızlığımızın işaretleri.

Aynı şekilde, son zamanlarda herkesin heyecanla beklediği Katılım Ortaklığı Belgesi... Bununla ilgili olarak da Türkiye için söylenenler, Türkiye'nin katiyen kabul edebileceği şeyler değil.

BAŞKAN - Sayın Kutan, süreniz bitti, eksüre veriyorum, tamamlayın efendim.

MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, güçlü bir dışpolitika izleyebilmenin önşartı, güçlü ve istikrarlı bir ülke olmaktan geçer. Bu ise; ekonomik yönden kalkınmış, içeride insan haklarına saygılı, demokratikleşmiş, hukuku üstün tutan bir anlayışın hâkim olmasıyla mümkündür; kendi halkına sırt çevirmeyen, kendi halkıyla barışık, kendi insanını potansiyel bir tehdit olarak görmeyen, onun manevî ve kültürel değerlerine saygılı olmakla mümkündür.

Aynı zamanda, ufkumuzu da geniş tutmak mecburiyetindeyiz. Yıllardan beri tarihî ve kültürel bağlarımız olan ülkelerle ve bugün kalkınma çabası içinde olan ülkelerle münasebetlerimizi en ileri seviyeye çıkarmalıyız.

Bugün dünyanın; savaşa değil barışa ihtiyacı var; çatışmaya değil, diyaloğa ihtiyacı var; baskıya değil, demokrasiye ihtiyacı var. Bunun için, zengin ülkelerin çifte standarttan, tekebbürden, sömürüden vazgeçip, adalete, eşitliğe ve işbirliğine yanaşmaları gerekir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, zaman yetersizliği sebebiyle, eğitim, sağlık, enerji, dışpolitika konusunda fazla detaya girme imkânım olmadı; son konuşma sırasında, Muhterem Heyetinize, görüşlerimi arz edeceğim.

Muhterem milletvekili arkadaşlarım, 55, 56 ve  57 nci koalisyon hükümetleri siyasette de, ekonomide de, sosyal meselelerde de ülkeyi tam bir çıkmazın içerisine sokmuştur. Bugüne kadar uyguladıkları yanlış politikalar, 2001 yılında da devam edeceğe benziyor maalesef.

Bütün bunlara rağmen, aziz milletimiz ümitsizliğe düşmesin. Türkiye'nin o kadar çok fırsat ve imkânları var ki, Türkiye biraz sabırla, eninde sonunda bu zorlukları aşacak ve sırtındaki yüklerden mutlaka; ama, mutlaka kurtulacaktır. Zira, inanıyoruz ki, dağ ne kadar yüksek olursa olsun yol onu aşar ve sonunda düzlüğe çıkılır.

Bu inançla, sizlere ve aziz milletimize saygılar sunuyor, 2001 yılı bütçesinin milletimize hayırlar getirmesini diliyor, mübarek Ramazan Bayramınızı da tebrik ediyorum. (FP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Anamuhalefet Partisi Lideri Sayın Kutan'a teşekkür ediyorum.

Şimdi, konuşma sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Oktay Vural'dadır.

Buyurun Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarılarının tümü hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Yüce Heyetinizi ve milletimizi saygıyla selamlarım.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bütçe görüşmelerinin mahiyeti ve kapsamı, sadece, dar bir bütçe değerlendirmesinin sınırları içerisinde cereyan etmemektedir. Yapılan değerlendirmeler -iktidar olsun muhalefet olsun- siyasî partilerin ülke dışındaki ve içindeki meselelere bakış açılarını ortaya koyması ve tespitler yapması bakımından son derece önemlidir. Bu bakımdan, günümüzdeki sorunların sebeplerini ortaya koymadan, sadece, bu sorunları iktidarın sorumluluğuna taşıyarak muhalefet yaparak, demagojik politika geliştirmek, artık terk edilmesi gereken bir siyaset anlayışıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, sorumlu bir siyaset anlayışı içinde, meselelerin değerlendirilmesinden yana olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Doğrusu, muhalefetin, ülke meselelerini değerlendirirken ortaya koyduğu üslubu değerlendirmekte zorluk çekeceğimizi de eklemek isterim. Bununla beraber yapılan eleştirilerden gerekli tespitlerin çıkarılmasına da gayret edeceğiz.

Sayın milletvekilleri, bugün, Genel Kurulda görüşmeye başladığımız bütçe, yeni bir binyıl ve yüzyılın ilk bütçesi olması sebebiyle özel bir önem taşımaktadır. Bu nedenle, bu yeni yüzyılın değerlerinin şekillendiği 90'lı yılların gözden geçirilmesinde fayda görüyorum.

90'lı yıllar, yeni bir çağın gelişinin habercisi olan insanoğlunun tarihte hiç yaşamadığı bir hızla gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur. İkinci Dünya Savaşından sonra şekillenen iki kutuplu dünya düzeni, demirperdenin yıkılmasıyla bir anda altüst olmuş ve ülkelerin, tüm stratejilerini yeniden değerlendirmelerine sebep olmuştur.

Demirperdenin yıkıntıları, birçok bağımsız yeni ülkenin uluslararası arenaya katılmasına yol açmış, bunlardan da bizi en çok etkileyeni ise, şüphesiz, uzun yıllar Sovyet hegemonyası altında bizlerden koparılmış olan Türk devletleri teşkil etmiştir. Bizler, bir taraftan, uzun yıllardır irtiba-tımız olmayan bu ülkeleri yeniden tanımaya çalışırken, siyasî, ekonomik ve kültürel anlamda Türkiye'nin önüne yeni açılım ve fırsatlar sunulmuştur; ancak, ne yazık ki, Türkiye, değişen jeostrate-jisini yeniden şekillendirirken, bu avantajlarını iyi kullanamamış, âdeta hazırlıksız yakalanmıştır.

90'lı yıllar, birçok insanın alışkanlıklarını ve yaşam biçimini değiştiren yeni araçların da ha-yatımıza girmesine sebep olmuştur.  İnsanlar, her gün bir yenisi çıkan araçlar karşısında uyum göstermeye çalışırken, teknolojinin kendini yenileme hızı aylara inmiştir. Hepimizin kullanıcı olarak yaşadığı bu gelişmelerin dinamiği, araştırma, geliştirme, beşeri sermaye ve bilgi ekonomisine da-yalı içsel büyüme teorileri çerçevesinde uygulanan arz yönlü iktisat politikalarıdır.

Bu ülkeler, ekonomilerini, bilgi ve teknoloji alanındaki sermaye birikimini artırmaya yönelik iktisat politikalarıyla âdeta yeniden düzenleyerek, geleneksel, kitlesel sanayi üretim yapılarını, bilgi ve teknolojinin üretimine kaydırmışlardır. Bu değişen üretim anlayışıysa, yeni ekonomi olarak adlandırılmaktadır. Bu yeni ekonomi, insan aklını ve bilgisini tüm üretim faktörlerinin önüne alarak, müşteri istek ve ihtiyaçlarını, aynı zamanda kaliteyi önplanda tutan yeni bir anlayıştır. Bu yeni ekonomide, bilgi, doğal kaynaklardan, büyük bankalardan ve sermayeden daha değerli ve daha güçlüdür. 1990'lı yıllar, ayrıca sanayi devriminden bu yana değişmeyen toplumsal sınıf yapısına, yeni bir sınıf olarak entelektüel sermayenin eklenmesine de sahne olmuştur. Bu yeni dünya ve getirdikleri sayesinde, bilgi en önemli rekabet öğesi haline gelirken, özellikle iletişim teknolojisinde yaşanan gelişmeler, küreselleşme kavramının doğmasına neden olmuştur. Küreselleşmeyle küçülen dünya, ister kamu ister özel, tüm sektörlerde küresel bir rekabetin yaşanmasına, tüketici ve vatandaşın istek ve tercihlerinin hizmetin merkezine odaklanmasına sebep olmuştur. Küresel bir dünyada, yatırım için artık sınırlar kalkmıştır. Bugün, tüm dünyayı kendisine yatırım alanı olarak belirlemiş, yaklaşık 800 milyar dolarlık bir uluslararası sermaye vardır. 1990'lı yıllar, yabancı sermaye girişlerindeki hızlanmalara sebep olmuştur. Gelişmekte olan birçok ülkenin kalkınmasında önemli rol oynayan uluslararası sermayeden, ülkeler kendi paylarına düşecek kısmı artırabilmek amacıyla, birbirleriyle yoğun bir rekabet içindedirler.

Sayın milletvekilleri, iki kutuplu bir dünya düzeninin ortadan kalkmasından sonra, bütün bu gelişmelerle hızlanan küreselleşmeyle, uluslararası rekabetin ortadan kalkarak tek bir anlayışın hâkimiyetine girildiği kanaati uyanmaktadır; oysa, durum böyle değildir. Bu oluşumla, temelde iki farklı ekonomik sisteme dayalı iki kutuplu bir dünyadan, nitelik olarak tek sistemin hâkim olduğu, başta Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Japonya'nın oluşturduğu çok merkezli bir dünya düzenine geçmiş bulunuyoruz. Uluslararası yatırım ve sermaye hareketlerine, yönetim yapı ve stratejilerin globalleşmesine ve birbirine yakınlaşmasına rağmen, ekonomik faaliyetlerin organizasyon ve kontrolünde farklılaşmalar devam etmektedir. Bu farklılaşmalar, çeşitli ülkelerin oluşturduğu merkezler etrafında toplanmaktadır. Piyasa ekonomileri arasında bu farklılaşmalar, devlet, sermaye, işgücü piyasası gibi sosyal kurum ve araçlar ile eğitim, güven, sadakat, otorite, adalet ve hürriyet hakkında hâkim düşünceler arasındaki ülkelerarasındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında, küreselleşme sürecinde, ülkeler, sadece mal ve hizmetlerle değil, aynı zamanda meydana getirdikleri değer sistemleri ve kurumlarıyla da rekabet etmektedir. Bu, milliyetçiliğin temel teşkil ettiği sosyal ve ekonomik yapılanmadan başka bir şey değildir. Gelişmiş ülkeler, meydana getirdikleri sistemle rekabet güçlerini sürdürürken, gelişmekte olan ülkelerde, bu millî yapılanmayı önplana çıkaracak rekabet gücünün globalleşme vetiresinde nasıl sağlanacağı sorunu büyük bir önem kazanmaktadır. Küreselleşme vetiresinde, rekabet gücü, uluslararası gelişmelere kapanmadan ve bunlara teslim olmadan meydana getireceğimiz millî bir ekonomik ve sosyal modelle kazanılabilir. Bu noktada, uluslararası rekabet ilişkilerini sağlıklı değerlendirmek suretiyle, merkezlerin kontrolüne girmeden, meydana getirdiğimiz değer ve yargı sistemlerini  dumura uğratmadan rekabet gücü temin edecek siyaset anlayışlarını sağlamak, bizlere düşen tarihî bir sorumluluktur.

Daha önce de ifade ettiğim gibi, yeni ekonominin odak noktası bilgidir. Bütün gelişmeler, üretim için bilgi ve bilgili işgücüyle milletlerin zenginliği arasında yakın bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Yeni oluşan ekonomik yapılanmada, bilgiye hâkim olan ülkeler en üstte, sanayileşmiş ülkeler ortada ve tarım ülkeleri en altta yer alacaktır. Bu gelişmeler, bilginin kaynağı olan insanı, onun yer aldığı kurumsal ve toplumsal yapıyı içeren ve bütünleştiren ekonomi politikalarını önplana getirmektedir. Bu bakımdan, beşerî kaynakları önplanda tutarak, teknolojik değişimi ve bu değişimin kaynağı olan insan beynini, insan değerlerini, insanın yer aldığı kurumsal ve toplumsal yapıyı içeren millî değer ve bölüşüm politikaları rekabet gücünü tayin edecektir. Üretim için insana, bilgiye ve bilgili insana değer veren bir kalkınma stratejisi ve ekonomi politikası, rekabet gücünü sağlamanın temel araçlarını oluşturmaktadır.

Sayın milletvekilleri, uluslararası güç rekabetinde iki kutuplu bir çekişmenin, bir başka ifadeyle, güçlerin dengesinin önemi azalmıştır; bunun yerine, devletlerin her seviyede farklı ve uygun aktörlerle güç ve denge temin etmesi önem kazanmaktadır. Bir diğer ifadeyle, dengenin gücü; yani devletlerin her seviyedeki menfaatlarının türbülansa girmesini engelleyebilme kabiliyeti önplana çıkmıştır. Bu bakımdan, geleneksel ülkelerarası ilişkilerde, bu ilişkilerin her seviyesinde yer alan aktörleri iyi tanımak gerekmektedir. Yeni bir dünya düzeninden bahsederken, tek bir düzen yerine, düzeni meydana getiren boyutlarda çeşitli düzen ve bunun çeşitli aktörlerinden bahsetmek gerekir. Güçlü devletler güçlerini kullanırken, devlet dışında farklı aktörlerle bu mücadeleyi yürütmektedir. Globalleşen dünyada çokuluslu şirketlerin, sivil toplum örgütlerinin ve hatta fertlerin güçleri ve etkinlikleri arttığına göre, devletlerin bu güçlerle koalisyon yapmaması ihtimali pek yoktur. Böyle bir koalisyon içinde yer alan aktörlerin elde ettikleri ve edecekleri faydaların kesişmesinin bir neticesidir.

Güçlü devlet olmak yolundaki bir mücadelede sistemin alt boyutları dahil, her seviyedeki aktörleri dikkate almak ve derin koalisyonları tanımak gereklidir. Uluslararası mücadelenin kazandığı yeni boyutta Milliyetçi Hareket Partisinin yaptığı temel tespitlerde millî menfaatlarımızı ve hassasiyetlerimizi esas almasının hayati önemi haiz olduğu açıktır. Derin koalisyonların MHP'ye karşı çıkışının aktörlerini ve amaçlarını milletimiz gayet iyi tanımaktadır.

Sayın milletvekilleri, genel hatlarıyla değindiğim bu dönem, gerçekten dünya tarihinde yeni bir çağın başlangıç yılları olmuştur. Bu kadar etkin bir dönemde, Türkiye'ye bakıldığında ise, ülkenin biraz içine kapanık, kendine has sorunlarla bu gelişmelerin yeterli derecede özümsenemediği bir ortamda olduğu gözlemlenmektedir.

Türkiye, 1990'lı yıllara, ülke ekonomisini liberalleştirmeye yönelik atılımların yapıldığı bir dönemden sonra girmiştir. Türkiye için bu dönemi belirleyen faktörler, siyasî istikrarsızlık, uzun yıllar süren terör, kronik enflasyon, düzensiz büyüme, bölgeler arasında yaşanan gelir farklılıkları, malî disiplinini kaybetmiş ve giderek büyüyen iç-dışborç kısır döngüsü, yoksulluk ve yolsuzluk olmuştur.

Siyasî istikrarsızlık bu dönemde öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, 1980'den sonra siyasette yaşanan kırılma, Türkiye'yi koalisyon yönetimlerine mecbur bırakmıştır. Öyle ki, toplam on yıllık dönem içerisinde 11 ayrı hükümet iktidara gelerek, ortalama on ay gibi ömürlerle iktidarda kalmışlardır. Bu siyasî istikrarsızlık, devletin ve siyasetin dejenere olmasına, güvenilirliğinin ve halkın bu kurumlara olan inancının tamamen yok olmasına sebep olmuştur.

Günübirlik popülist politikalar ve siyasî çekişmeler yoluyla kaybolan malî disiplin, kamu açıklarının önlenemez bir şekilde artmasına sebep olmuştur. Bu açıkların finansmanı ise, borçlanma yoluyla sağlanmaya çalışılmış, alınan borçların ödenmesinde ise tekrar borçlanma gerçekleşmiştir. Bu kadar yoğun borçlanma ise, beraberinde, iç ve dış piyasalarda oluşan güven eksikliklerini ve bu da, giderek artan faiz oranlarında borçlanmayı getirmiştir.

1990-1999 arasında, on yılda, içborç stoku tam 400 kat artmıştır. İçborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı, 1990 yılında yüzde 14,4 iken, 1999 yılında yüzde 29,9'a ulaşmıştır. Bu dönemde toplam faiz ödemesi, 593 kat artmıştır; on yılda ödenen faiz, 407 milyar dolardır. Bütün vatandaşlarımızın meydana getirdiği gayri safî millî hâsılanın on yılda meydana getirdiği toplamının 2,5 katı bu faiz ödemelerine gitmiştir.

İç borçlanmadaki ortalama faiz vade yapısı, 1990'da 15,8 ay iken, 1994'te 3,9 aya kadar düşmüş, 1999 yılında ise 15,9 aya çıkmıştır.

Faizlere gelince: 1990'da 53,1 olan faizler, 1994'te 165,8'e; 1996'da yüzde 140 ve 1999'da ise yüzde 108,4'e ulaşmıştır. On yıllık faiz ortalaması, yüzde 107,4 olmuştur.

Dışborç stoku, 49 milyar dolardan 102 milyar dolara çıkarak, ikiye katlanmıştır. Dışborç stoğunun gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 33,5'ten yüzde 55'e çıkmıştır. Toplam olarak, tüm borçların gayri safî millî hâsılaya oranı ise, yüzde 46'dan yüzde 84'e yükselmiştir.

Türkiye, 1994'ten itibaren, dışborçlarını ödemek için iç borçlanmaya başlamıştır. 1990'lı yıllar gayri safî millî hâsıla değerleri, tam bir istikrarsızlık arz etmektedir. Bu dönemde, ekonomimiz, birkaç dönem büyümenin ardından yaşanan gerileme dönemlerini izleyen bir eğilim ortaya koymuştur.  1994 yılında ve 1999 yılında yüzde eksi 6,1 gibi düşüşler yaşanmıştır. Dönemin ortalama büyüme hızı yüzde 3,7 olmuştur. Tüketici fiyat endekslerindeki değişmenin 1990'lı yılların yıllık ortalaması, yüzde 74'tür. Dönem içinde inişli çıkışlı seyreden enflasyon, üç haneli rakamlara ulaşarak kronik bir hale gelmiştir.

Halen, dünyada, yıllık 800 milyar ABD Doları tutarında bir yabancı sermayenin, yatırım için dolaşımda olduğu bilinmektedir. Ancak, Türkiye, ekonomik ve siyasî istikrarsızlıktan dolayı, Uzakdoğu ülkelerinin, Brezilya, Macaristan, Arjantin gibi ülkelerin, yılda ortalama 10 milyar doların üzerinde yabancı sermaye yatırımı çektikleri 1990'lı yıllarda, ortalama yıllık 1 milyar dolar seviyesinde bir yatırım çekebilmiştir. Bu 90 milyar dolarlık kaybın, ülkemiz ekonomisine yapabileceği katkıyı düşünmek gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, 1990'lı yılların ekonomik yapısı, rant ekonomisi olarak nitelendirilebilir. Uygulanan ekonomi, para ve kur politikalarıyla, ülke kaynakları rant kesimine aktarılmıştır. Esasen, gerçek manada, bunu bir "hortum ekonomisi" olarak adlandırmak, daha uygun olacaktır. Vatandaşlardan aldığımız vergilerin tamamına yakınını faizlere aktaran ekonomi politikalarıyla faizlere yüzde 50 reel getiri sağlanırken; çiftçi memur, emekli, küçük işletmelere enflasyon oranında gelir artışı hedefi, siyasîler tarafından sunulabilmiştir.

1990-1999 yılları arasında toplam faiz ödemesi 593 kat artarken, buğday fiyatı 304 kat, tütün fiyatı 120 kat, fındık fiyatı 337 kat, pamuk fiyatı 285 kat artmıştır. Memur tavan aylık katsayısı 350 kat artmıştır. İşte, yolsuzluk, yoksulluk ve gelir dağılımının bozulmasının sebeplerini, 90'lı yıllar ekonomisinde aramak gerekmektedir. İşte, bu safhada, sağlam kaynaklardan karşılanmayan kamu harcamalarının borçlanma politikasıyla finansmanı yoluyla, rant kesimine, reel getirilerle kaynak aktarılmasına devam edilmiştir. Böyle bir ekonomi politikasının sürdürülmesi, yoksulluğun artması, ahlakî tehlike sınırlarının aşılarak, yolsuzluğun ekonomik olarak yapısallaşması sonuçlarını doğurmuştur. Bu yapısıyla, dış dünyadaki gelişmelerden kopuk, içeride toplumsal dengesi bozulmuş bir yapılanmayı tersine çevirmek için, son derece kararlı ekonomik politikaların tatbiki ve siyasî istikrar gerekli olmuştur. İşte, siyasete düşen tarihî sorumluluğun bilincinde Milliyetçi Hareket Partisi, sorunların sebeplerini ortadan kaldırmayı siyaset anlayışının odağı yapmıştır.

Sayın milletvekilleri, bütün bu olumsuz tablonun bir an önce giderilerek, ülkenin yaşadığı kısır döngüden çıkarılarak, yeni bir bin yıla yeni bir Türkiye umuduyla girilmesini amaçlayan hükümetimiz, 2000 yılı başında, enflasyonla mücadele ve yapısal reform programını uygulamaya koymuştur. Bu programa, Uluslararası Para Fonunun desteğiyle uluslararası piyasalarda güvenin tesis edilmesi, kredi notunun yükselmesini ve dış finansman kaynaklarının artmasını sağlamıştır. Üç yıllık ekonomik programın temel amacı, enflasyonu, yapısal reformlarla desteklenen birbirleriyle tutarlı, güçlü, itibarlı ve süreklilik arz eden maliye, gelir, para ve kur politikalarının eşgüdümlü uygulamasıyla, 2002 yılında yüzde 7'ye indirmektir. Programın ana araçları, sıkı bir maliye politikasıyla bütçede harcamaların kısılması ve gelirlerin artırılarak faiz dışı fazlanın artırılması, önceden açıklanan çapalanmış döviz kuru ve para politikalarıyla birlikte yapılacak özelleştirme ve yapısal reformlardır.

Bu uygulanan programla uyumlu olarak bir dizi yapısal reformlara da girişilmiştir; fonların kapatılması, tahkimle ilgili düzenleme, tarımda oluşturulan destekleme kurulu, Bankalar Kanunu, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin özerkleştirilmesi, Sermaye Piyasası Kanunu, kamu bankalarının özelleştirilmesi gibi birçok yapısal düzenleme yapılmıştır.

Uygulanan programın 2000 yılındaki sonuçları başarılı gözükmektedir. Kamu finansmanı alanındaki performans, program hedeflerinin ötesinde gerçekleşmiştir. Piyasalarda kasım ayı sonunda meydana gelen dalgalanmalara kadar, parasal hedeflere uyulmuş, kur politikasında sapma olmamıştır; bununla beraber, cari işlemler açığı, öngörülenin üzerinde gerçekleşmiştir. Program sonrasında faizlerin hızla düşmesi, kamu borçlanma maliyetlerinin önemli oranda düşmesini sağlamıştır. İç borçlanma faizleri, yüzde 98,8'den yüzde 36,3'e gerilemiştir. Ayrıca, vadelerde de belirgin bir iyileşme görülmüş, geçen yılın ilk on ayındaki ortalama vade 296 gün iken, bu yıl 391 gün olmuştur.

Vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payının, yıl sonu itibariyle yüzde 21,3'le, önceki yıllara kıyasla en yüksek düzeye ulaşması beklenmektedir. Bu gelişmede, ekvergi gelirlerinin önemli katkısı vardır.

Program çerçevesinde, kamu açıklarının azaltılması, kamu kesimi temel fazlasının yaratılması hedeflenmiştir. Bu çerçevede, 2000 yılında, faiz dışı dengenin, gayri safî millî hâsılanın yüzde 7'si oranında, 8,7 katrilyon lira düzeyinde bir fazla vermesi beklenmektedir.

Bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranının, 1999'da yüzde 11,6 iken, 2000 yılında yüzde 9,3 düzeyinde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.

Uygulanmakta olan program çerçevesinde, sıkı para ve maliye politikasının, ekonomik faaliyetler üzerinde olumsuz bir etkisi olmamış, aksine, beklentilerin ötesinde bir ekonomik canlanma yaşanmıştır. Gayri safî millî hâsılada, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 4,1; ikinci çeyreğinde yüzde 4,6; üçüncü çeyreğinde ise yüzde 6,9'luk bir büyüme gerçekleşmiştir. Alınan bu sonuçlar, programın, büyümeyi olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Toptan eşya fiyatları endeksinde, 2000 yılının onbir aylık döneminde toplam artış yüzde 30,2 olarak gerçekleşmiştir. Kentsel yerler tüketici eşya fiyatları endeksinde, 2000 yılının onbir aylık döneminde toplam artış ise yüzde 35,7 olarak gerçekleşmiştir.

Enflasyonun ondört yıl önceki seviyeye gerilemesi, programın başarısını ortaya koymaktadır. Kamuoyunun, programa verdiği desteğin boşa gitmediğini görmesi, programa olan inancı güçlendirmiş ve aynı zamanda, enflasyonun daha da indirilmesi sırasında en büyük zorluk olan bekleyişlerde de program yönünde eğilimlerin güç kazanmasına sebep olmuştur.

İşsizlik oranlarına bakıldığında da programı doğrulayıcı veriler ortaya çıkmaktadır. İşsizlik oranı, Türkiye genelinde, 2000 yılı ilk çeyreğinde yüzde 8 iken, ikinci çeyrekte yüzde 6,2, üçüncü çeyrekte ise yüzde 5,6'ya gerilemiştir. Aylık sanayi üretim endeksi sonuçlarına göre, 2000 yılı ekim ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre imalat sanayii sektörünün yüzde 14,3 ve madencilik sektörünün yüzde 7,8 oranında arttığı görülmektedir. Endeksin on aylık ortalama artış oranı ise yüzde 5,7 oranında olmuştur.

Yaşanan bu olumlu gelişmeler yanında, euronun değer kaybetmesi, petrol fiyatlarındaki artışlar ve bazı gelişmekte olan ülke piyasalarında yaşanan dalgalanmalar gibi dışsal nedenlerden dolayı, cari işlemler açığı öngörüleri aşmıştır. Bu gelişmelerle bankacılık kesiminin mevsimsel olarak açık kapatma girişimleri, geçici bir krize yol açmıştır. Hükümetimiz, bu çerçevede, krizin büyümesini önlemek amacıyla piyasalara likidite arz etmiş ve Uluslararası Para Fonuyla anlaşarak, 10 miyar dolarlık bir kaynakla, krizin devamını önlemiştir. Kriz, sorunun daha çok sıcak para hareketinden kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Günümüzde, globalleşmeyle sıcak paranın ülkeler arasındaki yer değiştirmesindeki hız, ekonomi politikası uygulayıcılarını aynı hızda hareket etmeye ve önlem almaya zorlamaktadır. Bundan sonra da, reel ekonomide yaşanan başarıları ve programa duyulan güveni zedeleyecek spekülatif aktif hareketlerine karşı tetikte bulunulması gerekmektedir Kriz sonrasında, hükümet, krize derhal müdahale ederek sorunun kontrol altına alındığı mesajını hem ulusal hem de uluslararası piyasalara vererek paniğe kapılınmasını önlemiştir. Yapılan girişimler neticesinde, ekonomik istikrar programından taviz verilmeyeceği ve ilkeli, kuralcı ekonomik yönetimin devam edeceği güvencesinin verilmesiyle dış piyasalardan sağlanan döviz girdisiyle kısa vadeli yaşanan bu TL sıkıntısı giderilecektir. Ancak, bu olaylardan alınacak dersler de yok değildir. Öncelikle, krizin önceden algılanabilme şartlarının oluşturulması gerekmektedir. Kriz öncesi tedbirlerin maliyeti ile kriz sırasındaki maliyetler arasında önemli farklılıklar vardır. Şartlar ne olursa olsun, ekonomik istikrar programının uygulanmasına devam edilmeli ve programın disiplininden taviz verilmemelidir. Bu bakımdan, krizin ana hedefinin kur politikasında değişikliği temin etmek olduğu dikkate alındığında, bu yönlü bir talebe direnmek, ülkeyi önemli bir krizin eşiğinden döndürmüştür.

Para ve sermaye piyasası kurumlarına karşı duyulan güven sağlamlaştırılmalı ve yeni yapılanmanın getirdiği sancıların sektörce sorunsuz atlatılabilmesi amacıyla destek olunmalıdır. Kamu bütçesi üzerinde önemli katkıları olacak ve oldukça önemli miktarda yabancı sermayeyi ülkeye çekecek olan özelleştirme uygulamasına hız verilmelidir. Özelleştirmedeki başarı, programın yurt dışındaki prestiji ve güvenilirliği açısından da oldukça önemlidir.

Ekonomik istikrar programında dikkat edilmesi gereken konulardan biri de dışticarettir. Programın temel taşlarından biri olan döviz çapası, yıllardır ihracatımızın dayanağı olan kur avantajını ortadan kaldırmış ve ithal fiyatlar lehine gelişmelere neden olmuştur. Bu çerçevede, dışticaret açığıyla yaşanacak rezerv kayıplarının önüne geçilmeli ve ihracatın artırılmasına yönelik teşvik araçları devreye sokulmalıdır.

Sayın milletvekilleri, 2001 yılı bütçesi, 57 nci hükümetin hazırladığı ekonomik programın ikinci bütçesidir. 2001 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 4,5 büyümesi, TEFE'nin yüzde 15, TÜFE'nin yüzde 19,5 ortalamayla gerçekleşmesi beklenmektedir.

2001 yılı bütçesinde göze çarpan husus transfer kalemidir. Transferler, geçen yıla göre yüzde 8,1'lik bir düşüş sergileyerek 28 katrilyon TL'ye düşmektedir. Transferler içinde en yüksek düşüş, yüzde 32,8'le fonlardadır. Daha sonra ise en yüksek düşüş oranı, içborç faizlerinde gerçekleşmiştir; bu faizlerde düşme oranı yüzde 21'dir.

Bütçe giderlerinde, transfer harcamalarının haricinde, geçen yıla göre düşen kalem yoktur. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husussa, yatırım kalemidir. Yatırım harcamalarında geçen yıla göre yüzde 48,8'lik gibi yüksek bir artış hedeflenmiştir. Faizdışı bütçe fazlasının artması, kaynaklarımızın faize giden kısmının düşmesi ile bütçenin ekonomik fonksiyonu çalışabilecektir. Şüphesiz, kamu personeline, çiftçilerimize bütçe desteğinin artması için, kaynakların faiz yerine gelir dağılımını düzeltmeye yönelik politikalara yönlendirilmesi de gerekmektedir.

2001 yılı bütçesinde bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 3,4 olarak öngörülmüştür. Faiz ödemelerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, 2000 yılında yüzde 17 seviyesinden yüzde 11'e, giderler içerisindeki payı yüzde 45'ten yüzde 34'e inmektedir. 2000 yılında vergi gelirlerinin yüzde 76'sı faize giderken, 2001 yılında, bu, yüzde 52,5'e düşecektir.

Bu gelişmeler, kamu maliyesinin sağlıklı bir yapıya dönüşmekte olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu, bütçede yıllardan beri geçmiş yıllarda uygulanmış ekonomi politikası sonucu faiz ipoteğinin etkisini azaltmaktadır. Şüphesiz, bu ipoteğin kaldırılarak sağlıklı bir malî denge oluşturmak, hızlı büyüme ve adil paylaşım kararlarını vermek, programın hedeflerine ulaşmasıyla mümkün olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Mecliste görüşmekte olduğumuz bütçeler, bir yılın ekonomik tercihlerini gösterir. Bu bütçe içinde ortaya koyduğumuz hedefler ve bu hedefleri gerçekleştirmek için oluşturulan vergi, borçlanma gibi kaynaklar, sadece kamu ekonomisini ilgilendirmemektedir. Bütçe hedeflerinin tamamı, piyasalardaki gelişmeleri, vatandaşların yatırım ve tasarruf kararlarının oluşmasını etkilemektedir. Demokrasilerde, sadece devletin değil, vatandaşların da bütçe yapma  hakları vardır. Bu bütçe yapma hakkının kullanılmasında kamu bütçesinin hedefleri etken olmaktadır. Bütçe hedeflerindeki sapmalar, esasında, vatandaşların bütçe yapma hakkını da elinden almaktadır. Özellikle, yıl içinde, bütçe hedefi dışında gerçekleştirilen kaynak artışları, demokratik bir hak olan bütçe yapma hakkını bozmaktadır. Yıllardan beri tutturulamayan bütçe hedefleri, bu hakkı oldukça daraltmıştır. Bu bakımdan, istikrar programının uygulanmasındaki başarı ve dengelerin oluşması, vatandaşlarımızın da demokrasinin önemli unsurunu ifade eden bütçe hakkını rahatlıkla kullanmasını mümkün kılacaktır. İstikrar programının ve bütçelerin hedefe ulaşmasını temin ederek, vatandaşlarımızın bütçe yapma hakkını kullanmasını, demokratikleşmenin yapısallaşmasında önemli olduğunu düşünüyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ekonomi politikalarında başarı için, belli bir paradigma çerçevesinde, tercihlere dayalı olarak alınan kararların tutarlı ve sistematik bir biçimde uygulanması gerekir. Ekonomi politikası, en basit tanımıyla, önceliklerin tercihidir. Bu tercihleri oluşturacak en önemli amaçlar ise, fiyat istikrarı, yüksek ve kararlı bir istihdam, ülke kaynaklarını aşındırmayacak büyüme, dengeli kalkınma ve gelir dağılımında adaletin sağlanmasıdır; ancak, ekonomi politikalarında karşılaşılan en önemli sorun, bu temel amaçların birbirleriyle çatışabilmesi ve zorunlu olarak amaçlar arasında bir sıralamanın süreye bağlı olarak yapılmasıdır. Mesela, fiyat istikrarını sağlamadan işsizliği azaltmak ya da büyümeyi sürdürebilmek, kaynakların etkin kullanımını sağlamadan gelir dağılımını düzeltebilmek mümkün değildir. Sadece büyümeyi hedefleyerek tasarruf artışına yönelik bir politika izlemekse, gelir dağılımında adalet sorununu ortaya çıkarabilmektedir.

Son yirmibeş yıldır yaşanan kronik enflasyon düşürülmeden, ekonomi politikasının diğer amaçlarına yönelmek veya bunlarda başarı elde ederek, iktisadın nihaî amacı olan refaha ulaşmak mümkün değildir.

Amaçlarda, önceliğin doğru tespiti kadar, bu önceliğe ulaşmada kullanılacak araçların seçimi de önemlidir. Zira, bu araçlar arasında da çatışmalar söz konusu olabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, enflasyonla mücadelede para ve maliye politikası araçlarının aynı yönde kullanımında da önemli sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Bunun en tipik örneği, borçlanma politikasıyla sıkı para politikalarının ortak etkisi olan faiz düşüşlerinde yaşanmaktadır. Bir taraftan yatırımları kolaylaştıran düşük faiz arzu edilirken, enflasyondaki küçük bir ivmeye istinaden talep azaltmak için, tasarrufları ve kamu borçlanma maliyetini artıracak faiz yükseltilmesi istenebilmektedir. Paranın satın alma gücünü artırmaya yönelik kur politikasıyla ihracatta bazı sıkıntılar doğmakta, bunun sonucunda da kur ayarlamaları beklenebilmektedir.

Uygulanmakta olan programın temel hedefi, enflasyonu tek rakamlara düşürmek, sağlıklı bir makro ekonomik istikrarı sağlamaktır. Bunu gerçekleştirmeden gelir dağılımındaki bozuklukla ve yoksullukla mücadeleyi başarmak son derece zordur.

İktisat politikası amaçları ve araçları arasındaki bu çatışmalar, siyasetçiler tarafından kullanılmaktadır. 57 nci hükümetin enflasyonun düşürülmesi temel tercihini eleştiremeyenler, bu amaçla diğer amaçlar arasındaki çatışmaları veya bu amaç için kullanılan araçların etkilerini siyaset malzemesi yapabilmektedir.

Sağlıklı işlemeyen piyasaların ortaya çıkardığı sorunları çözmeye yönelik politikalar, emir-komuta, paradan para kazanmayı sona erdiren politikalar insansız olarak nitelendirilmektedir.

Sayın milletvekilleri, bu çatışmalara dayalı olarak geliştirilen siyasetlerin çelişkilerini ve yanlışlıklarını halkımız yaşamıştır. Türkiye'nin sorunlarına çözüm getiremeyen, ekonomide istikrarın devamını sağlayamayan bu anlayışın yerine, sosyal dengeleri gözeten, politika çatışmalarını minimize eden ve zaman boyutunu dikkate alan eleştirilere dayalı siyaset, milletimiz için daha faydalı değil midir?

Yaşamakta olduğumuz yoksulluk, yolsuzluk, enflasyon, rant ekonomisi gibi sorunların sebeplerini oluşturmuş siyasî iradeler, bugün,  bu sorunları çözme yükümlülüğünü taşıma cesareti gösteren Milliyetçi Hareket Partisinin yaklaşımlarını takdirle karşılamalıdır.

Şu bilinmelidir ki, bu program, ülkenin belki de son şansı olarak mutlaka başarıya ulaşmalıdır. Bu amaçla, geniş bir kamuoyu desteğini arkasına alan, yıllardır halkın gözünde düşmesi mümkün olmayan enflasyonun ondört yıl önceki seviyelere düşmesi gibi hususlar, bu programın toplumun umudu haline geldiğini ortaya koymaktadır.

Programın hedeflerine ulaşmasında önemli başarılar elde edilmiştir; ancak, bunları yeterli görmek mümkün değildir. Ekonomik ve sosyal kesimlerin sıkıntılarını çözebilecek bir ekonomik ve malî yapılanma hedefi mutlaka gerçekleştirilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 18 Nisan 1999 seçimlerinde, Milliyetçi Hareket Partisi seçim beyannamesinde, vatandaşlarına, ülke meselelerinin çözümüne yönelik düşüncelerini aktarmıştı.

Milliyetçi Hareket Partisinin seçim beyannamesinde, ekonomik sorunların acil olarak çözümlenmesini sağlamak üzere, 2000-2002 yıllarını kapsayan orta vadeli "toparlanma ve dönüşüm programı" çerçevesinde fiyat istikrarı ve hızlı büyümenin sağlanması hedeflenmişti. Bu programda, 2000 yılı için öngördüğümüz enflasyon oranı yüzde 30, 2001 için yüzde 15, 2002 için yüzde 5 olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisinin vatandaşlara taahhüt ettiği program ve hedeflerin gerçekliği, günümüzdeki gelişmelerle ortaya konmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi bu konuda meselelere orta vadede bakma yaklaşımını hükümete taşımış olmaktadır.

Bu programda, kamu açıklarının azaltılmasıyla para politikası üzerindeki Hazine baskısının azaltılacağı ve bağımsız bir para politikasının uygulanacağı tespitiyle, bugün, Merkez Bankasının uyguladığı bağımsız bir para politikasının ekonomideki etkinliği örtüşmüyor mu?

Seçimlerden önce, bu orta vadeli programla, içborcun vade yapısının uzatılması ve bütçedeki faiz yükünün azaltılması, buna bağlı olarak piyasalarda sağlanacak istikrar sonucu dışborçlanmanın kolaylaşmasıyla yatırım, üretim, büyüme hamlesine girileceği şeklindeki tespitlerimiz, bugün elde ettiğimiz neticelerin habercisi değil midir?

Kamu bankalarından Halk Bankası ve Emlak Bankasının süratle özel kesime devredileceği, Halk Bankasının satışında sektörü ilgilendiren meslekî kuruluşlara öncelik verileceği şeklindeki yaklaşımlarımız bugün gerçekleşme yolunda değil midir?

Sağlıklı piyasaların oluşması için enerji, haberleşme ve hava ulaşımı regülasyon kurumlarının oluşmasını seçimlerden önce öngörmüşken, bugün telekomünikasyon kurumu oluşturulmamış mıdır? Elektrik piyasasında düzenlemeler için regülasyon kurumunun gerekliliği istikrar programının son hedeflerinden biri olarak ilan edilmemiş midir?

Kamu vicdanını rahatsız eden şaibeli özelleştirmelerin önüne geçilmesi için, idarî ve yasal düzenlemelerin yapılmasına dair tespitimiz ışığında "özelleştirme" kavramı Anayasaya konulmamış mıdır?

Tarım kesimine yönelik olarak doğrudan gelir transferi sistemine geçilmesinin adımları atılmadı mı? Üretici birliklerinin, ürün borsalarının kurulması için yasal değişiklikler yapılmadı mı?

Milliyetçi Hareket Partisi, seçimlerden önce, yoksulluk ve yolsuzluk sorunlarını ve bunların çözümüne ilişkin projeleri de ortaya koymuştur. Bugün, tüm siyaset ve fikir dünyasının en önemli tartışma alanlarını bu konular teşkil etmektedir. Böylece, Milliyetçi Hareket Partisi, bu iki önemli sorunu, ülke gündemine taşıyarak, 57 nci hükümetin yaklaşımlarının temeli haline getirmiştir.

Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisinin önemle durduğu bir başka konu da yolsuzluktur. Yolsuzluğun ekonomik sebepleri kadar, önemli ekonomik etkileri de bulunmaktadır. Özellikle, yapısal olarak oluşturulmuş rant ekonomisi ile para ve sermaye piyasalarının sağlıklı ve etkin işlemesi için gerekli hukukî tedbirlerin alınmamış olması, günümüzde meydana gelen banka boşaltmalarının temelini oluşturmuştur.

Kamu harcamalarının iç borçlanma yoluyla finansmanına dayalı olarak gelişmiş rant ekonomisini üretim ekonomisine dönüştürme çabaları, esasen, yolsuzluk ekonomisinin kaynağını kurutmaya yöneliktir. Yolsuzlukların yaygınlaşmasını temin eden bir başka husus da siyasî istikrarsızlıktır. Kısa vadeli rant davranışları bu istikrarsızlıklarda etkin olmaktadır.

Siyasî istikrara, uzlaşmaya, koalisyonu bir bölüşme aracı görmeyen siyasete, Meclisin çalışmasına, sağlıklı etkin para ve sermaye piyasalarına, bürokrasinin azaltılmasına, kamuda performans denetimine ve şeffaflığa, yatırım önceliklerine, rekabete, özelleştirmeye verdiğimiz önem, yolsuzluk ekonomisinin kaynaklarını kurutmaya yöneliktir.

Yolsuzluklarla mücadelede, siyaset anlayışı ve siyasî kararlılık son derece önemlidir. Bu mücadelede, parti veya şahısların değil, milletin menfaatını korumaya kararlı siyaset anlayışının ne kadar önemli olduğu ve etkin olduğu ortaya çıkmıştır. Yolsuzluklarla mücadele için temiz siyaseti benimsemiş, temiz yürekler gerekir. Bu mücadelenin sürdürülmesinde kararlıyız. Bu mücadelede, etkili, hızlı ve kararlı davranarak başarılı olmaktan başka seçenek de yoktur.

Sayın milletvekilleri, seçimlerde milletimize verdiğimiz sözleri yerine getirmeye devam edi-yoruz. Koalisyon hükümetinin yapısı içinde ülke sorunlarının çözümünde Milliyetçi Hareket Partisinin katkılarını gözardı etmek mümkün müdür?

Ülkemizi ve milletimizi sorunlara teslim etmedik. Son derece kritik safhaya gelmiş sorunların derinleşmesini önledik; iyileşme yolunda da önemli adımlar attık.

Milletimizin içinde bulunduğu sorunların çözümünde, koalisyon hükümetinin gerektirdiği uzlaşma anlayışı içinde, tespitlerimizin hayata geçmesinden kimse ürkmesin. Kararlı, seviyeli, uzlaşmacı siyaset anlayışıyla çözüm yoluna sokamayacağımız bir sorun yoktur. İktidar ortaklığımızı, milletimizin sorunlarını derinleştirmeden çözmek için kullanmaya kararlıyız. Yapabildiğimizi yapacağız; hem de çatışmadan, kavga etmeden yapacağız.

18 Nisanda bir şey değişti; millet, Meclise girdi. O günden bu yana çok şey değişti ve değişmeye devam edecek. Çalışan Meclis, siyasî istikrar, çatışma yerine uzlaşma siyaseti, kavga yerine hoşgörülü anlayış, yolsuzluklara karşı yapılan operasyonlar, ondört yıl önceki seviyeye düşen enflasyon, çatırdayan rant ekonomisi, düşen faizler, bölücülüğe karşı millî bir direncin uyanışı, milletin bütünlüğünü uluslararası planda savunan güçlü irade, bu değişimin sesleri değil midir?.. Sözü yüksek olan Milliyetçi Hareket Partisinin sesi, bu değişimlerdir.

Milliyetçi Hareket Partisine her fırsatta düşmanlık tohumu ekmek isteyenlerin, Milliyetçi Hareket Partisini hedef alanların rahatsızlıklarının asıl kaynağı, bu değişimlerin gerçekleşmeye başlamasından kaynaklanmaktadır. Uluslararası rekabetin aktörlerini, değişim karşısında direnenleri, milleti değil partisini ve kendisini düşünenleri milletimiz gayet iyi tanımaktadır.

Sayın milletvekilleri, gerek uluslararası gerek ulusal gelişmeler, Milliyetçi Hareket Partisinin siyaset anlayışının temel yaklaşımlarının doğruluğunu ortaya koymaktadır. Son derece önemli iç ve dış gelişmelerin yaşandığı bir dönemdeyiz. Ülkemizin ve milletimizin menfaatlarını her seviyede savunan Milliyetçi Hareket Partisinin siyasî iradesi, toplumsal umudun kaynağıdır.

Milletimizin bütünlüğünü ve değerlerini korumaya, insanımızı kalkınma politikasının odağı yapmaya, yoksulluktan refaha sıçrama yaptırmaya, yolsuzluktan sorumluluğa dönüşümü sağlamaya kararlıyız. Milleti ve milletin menfaatlarını merkeze oturtmaya, hedefe ulaşmaya, lider ülke Türkiye'yi gerçekleştirmeye kararlıyız.

Bu düşüncelerle, Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Oktay Vural'a teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Sayın İsmail Köse'dir.

Buyurun Sayın İsmail Köse. (MHP sıralarından alkışlar)

Kalan süreyi dolduruyorsunuz efendim; süreniz, 20 dakika.

MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001 malî yılı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; konuşmama başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bütçemizin, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hükümetimizin yapmış olduğu icraatlardan dolayı vermiş olduğumuz desteğin boşa gitmediği, şu anda önümüze getirilen bütçeden de anlaşılmaktadır. Uygulanan politikaların doğruluğuna baktığımızda, özellikle tarımda uygulanan politikaların, vatandaşımızı rahatlatıcı bir noktaya geldiğinin şahidi olmaktayız. Köylü vatandaşımız, tarihinde ilk defa, peşin parayı görmüştür. Toprak Mahsulleri Ofisinin önünde, kuyruklar ve aylarca beklemeler nihayete ermiş ve çiftçimiz, vermiş olduğu ürünün değerini çok kısa süre içerisinde almıştır.

Dünyada eşi ender görülen, ülkemizde, yüreklerimizi sızlatan, binlerce insanımızın ölümüne sebep olan 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri dolayısıyla meydana gelen insan kaybımızın acısını ve orada meydana gelen kayıpların ortadan kaldırılmasıyla ilgili hükümetimizin yapmış olduğu çalışmalar, özellikle Bayındırlık Bakanlığımızın, gerçekten, çok büyük bir başarıyla, çalışmaları sonucunda neticelendirerek bugünlere getirmesi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, bizim için övünç kaynağı olmuştur. Şu anda, son aşamaya gelen ve onikinci aydan itibaren kalıcı konutların teslim edilmesi imkânı sağlanacak olan bu depremin meydana getirmiş olduğu sıkıntılar, önümüzdeki aylarda giderilecektir. Muhalefet partilerinin, bunu çok iyi değerlendirmesi gerekir; çünkü, yabancı gözler, yabancı vicdanlar dahi, bu depremin meydana getirmiş olduğu tahribatın kısa sürede önlenmesi hususunda ortaya konulmuş olan çalışmayı, gerçekten, takdir etmişlerdir. Biz de, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Sayın Bakanımızı ve hükümetimizi takdirle karşılıyoruz.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; hastanelerin önünde insanlar sürünmemektedir. Hiçbir vatandaşımız, hasta olması nedeniyle, parası olmadığından dolayı, herhangi bir şekilde, kendisini tedavi ettirmek üzere gitmiş olduğu tedavi merkezinden geri çevrilmemektedir. Sağlık hizmetlerimizin ve sağlık politikalarının önünü tıkayan yasaları ise, inşallah, önümüzdeki aylarda Yüce Meclisimize getirerek bu konudaki yasaları da çıkarmak suretiyle, bugüne kadar noksanları olan ve vatandaşımızın öncelikle sağlık ihtiyaçlarını karşılaması konusundaki yasaların ortaya çıkarılması sağlanacaktır.

Diğer taraftan, yine, Türkiye'de, çok az da olsa ekonomimizin canlanmasına vesile olan ithalat ve ihracatımızın kaynaklarından biri olan serbest bölgelerde çok önemli gelişme ve değişmeler olmuştur. Türkiye'de, kara ve deniz sınırlarımızda bulunan serbest bölgeler, zamanla başı boş bırakıldığından dolayı, ekonomimize gerekli ve istediğimiz ölçüde bir imkân sağlamamıştır. Bugün, ele alınmış olan serbest bölgelerin, ekonomimizi destekleyen ve ekonomimize en büyük kaynak teşkil eden bir seviyeye getirilmesi konusunda çalışmalar sürdürülmektedir.

Yine, serbest bölgelerden sorumlu bakanımızın, Irak'la olan münasebetleri sağlamak suretiyle, Irak hükümetiyle, ticaretimizin gelişmesiyle ilgili göstermiş olduğu çalışmaları da takdirle karşılıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının yapmış olduğu ve tamamen siyasî amaçla, her ilçede bir küçük sanayi sitesi yapılmış, bazı bölgelerde ise organize sanayi bölgeleri programlara alınmış veya bir kısmı başlatılmış; ancak, atıl vaziyette bulunan küçük sanayi sitelerinin devreye sokulduğunun ve yine, organize sanayi bölgelerinin de, bir taraftan yenilerinin yapıldığının, diğer taraftan daha önce yapılmış olan organize sanayi bölgelerinin de bugünlerde bitirilerek vatandaşımızın hizmetine sokulduğunun örneklerini görmekteyiz.

Tabiî, şu anda önümüze konulan bütçenin ekonomik kaynaklardan uzak olmasının nedenlerinden bir tanesi ve en önemlisi, geçtiğimiz yıllarda, terörün Türkiye'ye getirmiş olduğu ekonomik kayıptır; insan kaybının yanında, en büyük kaybı, terör bırakmıştır. Terörün bırakmış olduğu rakamlar belki 100 milyar dolar civarında; ama, ekonomistlerin vermiş olduğu rakamlar ise, bunun çok daha üzerindedir.

İşte, bugünkü hükümetimizin ortaya koymuş olduğu tutarlı, ciddî politikalar sonucunda, artık, Türkiye'de terör, dikkat ederseniz, bugün hiç konuşulmamaktadır ya da çok az konuşulmaktadır. Demek ki, gündemimizi başka şeyler işgal etmiştir. Gündemimizde, bugün, Türkiye'nin soyulmasının, geçtiğimiz yıllarda -yani, on yılda, yirmi yılda, otuz yılda- profesyonelce altyapısı hazırlanmış, profesyonelce mafya ve çeteleşme organizasyonu teşkil edilmek suretiyle. İşte, bugün, hırsızlık ve yolsuzluklarla mücadele gelmektedir; bugün, Türkiye'nin gündemini birinci işgal eden konu budur. Muhalefet şuna inansın ve bilsin ki, Milliyetçi Hareket Partisinin olduğu hükümetlerde, Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunmaya devam ettiği sürece bu hırsızlık ve yolsuzlukları yapanların yaptıkları yanlarına kâr kalmayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar) Bugün, güvenlik kuvvetlerimizce daha önce hazırlanmış veya bugün hazırlanmış olan raporlar, belgeler ve çeşitli şekildeki çalışmalar ilgili kişilere, kurumlara verilmiştir ve bu kurumlarda hükümetimizin, altını çiziyorum hükümetin üç ortağının ciddî kararlılığı sonucu bu operasyonlar yapılmıştır.

Değerli milletvekilleri, yapılan operasyonlardan önce herhangi bir yasada değişiklik yoktur, yine aynı bakanlık vardır, aynı güvenlik kuvvetleri vardır, aynı mevzuat vardır; ne İçişleri Bakanlığı teşkilatında kanununda bir değişiklik yapılmıştır ne Emniyet Genel Müdürlüğümüzün ya da Jandarma Teşkilatımızın kanunlarında herhangi bir değişiklik yapılmıştır; aynı yasalar uygulanmıştır; ancak, bir zihniyet farkı vardır. İşte, bu zihniyet farklılığını ortaya koyan Milliyetçi Hareket farklılığıdır değerli milletvekilleri. Onun için diyoruz ki, Türkiye için Milliyetçi Hareket gerçekten bir kazançtır, bir şanstır, bunun değerini milletimiz bilmektedir ve bunun değerini bilmeye devam etmektedir. Şu anda, elimizde bulunan ve anketlerde çıkan sonuçlara baktığımızda -muhalefet partilerine de, eğer isterlerse gönderebiliriz- Milliyetçi Hareket Partisi, tabiî, ortağımız Demokratik Sol Partinin de önüne geçmek suretiyle birinci parti olma noktasına gelmiştir. Onun için, yapmış olduğumuz politikaların, yapmış olduğumuz çalışmaların millet nezdinde makes bulduğunu, vicdanlarda yer ettiğini ve Türk Milletinin, 57 nci cumhuriyet hükümetinin politikalarını benimsediğini... Bu arada, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, kavga etmeden, uzlaşarak, vatandaşımız ve milletimiz için hangi yasaların öncelikle çıkarılması gerekiyorsa onun arkasında durarak, bugüne kadar çıkarmış olduğumuz yasalar ve Anayasa değişiklikleriyle, milletimiz nezdindeki bu güven ortamı sağlanmıştır.

Tabiî, güven çok önemli bir olaydır. Türkiye'nin aramış olduğu iki konu vardır; bunlardan bir tanesi güven, diğeri istikrar. İstikrarı siyasette sağlamadığınız müddetçe ekonomide sağlamanız mümkün değildir. O itibarla, gerek Milliyetçi Hareket Partisi Grubu gerek 57 nci cumhuriyet hükümeti,Türkiye'de bu güven ortamını ortaya çıkarmıştır.

Bakın, değerli milletvekilleri, birkaç dolarını buraya getirmek suretiyle ekonomimizi sarsmak isteyen hain düşüncedekiler -dışarıda ve içeridekiler- paralarını kaçırdığı gün, bizim meslek kuruluşlarımızın temsilcileri Sayın Başkanımızı makamında ziyaret ederek "biz programın arkasındayız, Türk Milleti olarak ve meslek kuruluşları olarak programınızı desteklemeye devam edeceğiz" demek suretiyle, bu millî davranışı, gerçekten imrenilecek bu davranışı ortaya koymuşlardır. O itibarla, Türk Milleti, büyük millettir. Nereye gidecekti hükümetimiz, nereden para alacaktı?! Birkaç dolar için, bu milletin haysiyetini ve onurunu başkalarına peşkeş çekmek için gelmemiştir 57 nci cumhuriyet hükümeti, onurlu davranışlarıyla... Şartlarımıza uyduğu müddetçe dışkrediler alınır; şartlarımıza uymadığı takdirde de, yüce milletimize giderek "şu yaramızı sarmak için sizin kapınıza geldik" demek suretiyle, işte ekvergiler çıkarılmış depremin yaraları sarılmış ve şu anda da, ülkemizin ihtiyacı olan kaynak için, yine ekonomik sıkıntıdan kurtulabilmemiz konusunda milletin kapısına gidilmiştir. Milletin kapısı, gitmemiz gereken birinci kapıdır. Onun için, bu, hükümet için kötü bir durum değil, bence, en onurlu davranıştır. Başkalarına yalvararak, başkalarına siyaseten taviz vermek suretiyle alınacak kredi, bizim onurumuzu zedeler. Kıbrıs'tan taviz vermek, ne bizim, Milliyetçi Hareketin düşüncesine sığar ne Türk Milletinin ne de 57 nci cumhuriyet hükümetinin düşüncelerine böyle bir şeyi yaklaştırmamız mümkündür. Ege'de taviz vermek veya başka yerlerde taviz vermek veya Ortadoğu'da gelişecek politikalarda, birkaç dolar için, oradaki soydaşlarımıza, Türkmenlere vuku bulacak en kötü politikaları benimsememiz mümkün değildir. O itibarla diyoruz ki, dış politikada ve ekonomik politikalarımızda önemli olan, Türk Milletinin onurunu ve haysiyetini ortaya koymaktır; bu da, çok önemli bir olaydır. Yani, geçtiğimiz yıllardaki, geçtiğimiz dönemlerdeki kredi alışverişlerindeki davranışları göz önüne getirdiğimizde, Türk Milletinin ne kadar küçük düşürüldüğünün şahidi oluruz. O itibarla bizim için önemli olan, milletimizin onuru kırılmadan ve gerekirse şartlarımızı ortaya koymak suretiyle, eğer bu şartlara uygun imkânlar verilirse, bu imkânları almak için, gerekli girişimler ve çalışmalar yapılacaktır.

Değerli milletvekilleri, yıllardan bu yana, milletimizin cebinden ayrı bir hırsızlık olayı vardı. Biliyorsunuz, enflasyon olayı, her yıl, insanımızın cebinden parasını alıp götüren bir canavardı; bu canavarın başı ezilmiştir; bu, çok önemli bir başarıdır. Enflasyonun yüzde 100'lerde olduğu dönemlerde, burada, bütçe müzakerelerini dinleyen milletvekillerinden bir tanesiydim. O dönemlerde, bütçe müzakerelerinin yüzde 50'si "enflasyonu düşüreceğiz" sözleriyle geçerdi; nasıl düşürülecektir, nasıl politikalar ortaya koyulacaktır ki, enflasyon yüzde 50'lerin altına düşsün. Bugün, enflasyon, yüzde 20'lerin altına düşme noktasına gelmesine rağmen, yine, hâlâ niçin yüzde 20'lerin altına düştü diye bir yanlış düşünceyle karşı karşıyayız.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Hangi yüzde 20 yahu?!

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Onun için inanıyorum ki, önümüzdeki 2001 yılı bütçesinde konulmuş olan hedefiyle, bir sonraki bütçe konuşmalarımızda, burada, Allah nasip ederse, yüzde 10'lardan bahsedeceğiz.

Yine, hükümetin ortaya koymuş olduğu... Belki, yarın basın da yazacaktır, bütçesi müzakereleri pek heyecanlı geçmedi; çünkü, muhalefet, kayda değer bir şey söylemediği için, heyecan veremedi...

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Ama, kendi siyasî partinde bile heyecan yok.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Bizim de, heyecan vermemizi gerektiren bir konu yoktur. Burada hamasî konuşmalarla, hamasi nutuklarla, milletimize yalan dolanla heyecan vermenin manası yok. Millet, realiteyi görmek istiyor. İşte hükümetimiz, bu realiteyi milletimizin önüne getirmiştir. Enflasyon nasıl düşürülecek; üç yıllık bir program yapmış, bu programın uygulanması konusunda en önemli enstrümanlardan bir tanesi de bütçedir. Bütçeyi gerçekçi bir zemine oturtmadığınız takdirde, bütçeyi realist olarak gündeme getirmediğiniz ve hayalî rakamlarla doldurarak "işçiye şunu vereceğim, köylüye bunu vereceğim" şekliyle değil, gerçeği ortaya koyduğunuzda, sokağa çıktığınızda millet sizin arkanızdadır. Bugün, inanıyorum ki, milletimiz yine hükümetimizin arkasındadır; çünkü, araştırmalar da bunu gösteriyor. Yine, hükümeti destekleyen üç siyasî partinin, yapılan anketlerde, almış olduğu puanlar itibariyle, muhalefete rağmen çok daha başarılı ve çok daha yüksek rakamlarda olduğu ortadadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'de en önemli olaylardan bir tanesini yaşıyoruz; yolsuzluk. Yolsuzluk ve hırsızlıklarla mücadele, gerçekten milletimizi bugün içerisinde bulunduğu en önemli sıkıntılara sokan olaylardan bir tanesidir. Bankalardaki paralarımızın nerelere gittiğini ve içinde bir tek kuruş sermayesi olmayanların katrilyonlarla oynadığı ve yaşları itibariyle, babalarından miras kalmış olsa dahi, o paraları sayamayacak kadar ömürlerinin kısa olmasına rağmen, katrilyonlarca TL veya yabancı parayı alıp ve bankaların içini nasıl boşalttıkları olaylara şahit olmaktayız.

Tabiî, bugün, yalnız bunlarla kalınmayacaktır,  bu operasyonlar devam edecektir. Bunlara devam ettiğiniz zaman nerelere gidiyor, görüyorsunuz. Ekonomimizi sarsmak için içeride ve dışarıda meydana getirilmiş olan bu çeteleşme ve organizasyon, hem onbeş yıldan beri terörle mücadelemizde, terör örgütünün eline silah veren insanların bugün de birilerine sermaye verdiklerine ve bir başka taraftan dolanarak da Avrupa Birliğine girmemiz bakımından, bu birliğe girerken bazı şartları önümüze koyduklarına şahit olmaktayız. Türkiye, bu konuda da tavrını koymuştur, hükümetimiz bu konuda da tavrını koymuştur; Helsinki Anlaşmasındaki düşünceler istikametinde, gelişmeleri değerlendirecek ve önümüzdeki aylarda ulusal belge dediğimiz Katılım Ortaklık Belgesine karşılık bir millî belgeyi ortaya koyacağız. Bu millî belgede Milliyetçi Hareket Partisinin düşüncesi muhakkak surette çok daha önem kazanacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; siyasî istikrarın sağlandığı bir ortamda, ekonomimizin iyi göstergelerinin ortaya çıktığı ve bütçenin gerçek rakamlara oturtulmak suretiyle önümüze getirildiği bugünlerde, milletimizin biraz da morale ihtiyacı vardır.

Milletimizin, üç yıldan bu yana içerisinde bulunmuş olduğu o günkü şartlardan bugüne kadar, bazı değişikliklere şahit olduğunu biz de görüyoruz; ama, bu yeterli olmamaktadır; milletimizin, muhakkak surette, moral değerlerinin çok yüksek seviyeye ulaşması gerekmektedir. Bunun için de, kurumlar arasındaki münasebetler pekiştirilmeli, milletimiz ile devlet arasındaki soğukluk giderilmelidir.

İşte, hükümetimizin, yapmak üzere olduğu ve önümüzdeki aylarda da beklediğimiz çalışmaların en önemlilerinden bir tanesi bu olacaktır; yani, milletimizin moral değerlerini yükseltecek, millî heyecanını yükseltecek ve ona bir millî heyecan verecek çok önemli çalışmaların önümüze getirilmesidir.

Bu konulardan bir tanesi dışpolitikamızla ilgilidir. Malumunuz, dışpolitikamızdaki gelişme ve değişmelerde, yerinde durması mümkün olmayan, ileriye dönük ve 2023 yılına koymuş olduğumuz hedef doğrultusunda, on devletten bir tanesi olacak lider Türkiyemizi ortaya çıkaracak dışpolitikaları muhakkak surette önümüze getirmemiz ve o istikamette çalışmamız gerekiyor.

Bunların en önemlilerinden bir tanesi de Türk cumhuriyetleridir. Bu cumhuriyetlerle olan münasebetlerimiz Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattıyla devreye sokulmuştur; ancak, sosyal ve kültürel gelişmeler de bunu takip etmelidir. Şu anda Değerli Bakanımız Sayın Abdulhaluk Çay Beyefendi, inanıyorum ki, zamanının çoğunu Türk cumhuriyetlerinde geçirmekte ve o cumhuriyetlerin içerisinde bulunmuş olduğu imkânları, sosyal, kültürel çalışmalarımızla beraber pekiştirerek, noksanlarımızı tamamlamaya çalışmaktadır.

Diğer taraftan, Ortadoğu'daki sıkıntı henüz giderilmemiştir. Ortadoğu, fludur, daha netleşmemiştir; kimin eli kimin cebinde belli değildir; ama, Türkiye Cumhuriyeti bir tavır koymuştur. Bu tavır, Irak'ın toprak bütünlüğüne herkesin saygı duyması istikametindedir. Irak'ın toprak bütünlüğü korunacaktır ve burada, birilerinin kafasından geçirmiş olduğu, hayal etmiş olduğu değişik şekildeki bir senaryonun ortaya çıkarılmasına, Türkiye, müsaade etmeyecektir ve kendisi de, bunu, bir savaş sebebi olarak ortaya koymuştur.

O itibarla, Ortadoğu'daki gelişmeler, geciktirilmeden, bir an önce çözüme kavuşturulmalıdır; çünkü, burası, bizim ekonomimizle direkt ilgili bir olaydır. Irak'la olan ekonomik politikalarımızın gelişmesi, ihracatımızın çoğaltılması ve 1990'lı yıllardan önce Irak'la yapmış olduğumuz ekonomik varlığın, karşılıklı ticaretimizin yeniden ihya edilmesi Türkiye için çok önem arz etmektedir. Bu bakımdan, Ortadoğu politikaları önemlidir. İsrail-Filistin arasındaki bu sıkıntının muhakkak suretle giderilmesiyle ilgili Türkiye'ye gösterilen itibar bizi de gururlandırmıştır. Demek ki, Türkiye, Ortadoğu'da yapılacak olan çalışmalarda gözardı edilmeyecek bir devlettir; bunu da, iyi görmemiz lazım.

Kafkaslarda sıkıntı vardır; doğrudur. Çeçenlerin, muhakkak suretle, insanca yaşayabileceği bir ortama kavuşması gerekmektedir.

Balkanlarda sıkıntı vardır. Bakın, Lozan Antlaşmasına göre, değerli milletvekilleri, biz, kendi azınlığımızın, yani, kendi içimizde bulunan azınlıkların, patriğini, papazını seçmesine müsaade ediyoruz; ama, Yunanistan'da, Bulgaristan'da, maalesef, bizim soydaşlarımız azınlık haklarını kullanamıyorlar. Ne yapıyorlar; maalesef, kendi seçtikleri müftülerin arkasında duramıyorlar. İçerisinde bulundukları devlet, maalesef, kendilerini alet etme durumunda olduğu insanları getirerek, oradaki soydaşlarımıza zulmetmektedirler.

O itibarla, bu dışpolitikaların da gözden geçirilmesi suretiyle, Türkiye'nin önü açıktır, hiç kimsenin böyle kötümser bir tablo çizmeye hakkı yoktur. Türkiye, inşallah, inanıyoruz ki, şu istikrar programımızı olağanüstü herhangi bir olay olmadığı müddetçe, gerçekleştirdiğimiz takdirde, 1990'lı yıllardan üzerimizde kalan çok ağır yüklere rağmen, bunu, bu Meclisimizle, bu Hükümetimizle aşacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Köse, süreniz bitti; Yüce Meclisin çalışma süresi de bitmiştir. Size, konuşmanıza son vermek ve teşekkür etmek için süre veriyorum.

Buyurun.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Sayın Başkanım, ben de, o noktaya getirmiştim konuşmamı.

Bu duygularla, 2001 yılı bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Köse'ye teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, saat 18.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.07


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 18.00

BAŞKAN : Ömer İZGİ

KÂTİP ÜYELER :Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/764) (S.Sayısı : 552) (Devam)

2.- 1999 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740, 3/642) ( S.Sayısı : 554) (Devam)

3.- 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S.Sayısı : 553) (Devam)

4.- 1999 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S.Sayısı: 555) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu'nda.

Sayın Kumcuoğlu, sürenizi başlatmadan öğrenmek istiyorum; sizden sonra konuşacak Masum Türker Beyle süre bakımından bir anlaşmanız var mı; yoksa?..

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Var efendim; 30'ar dakika konuşacağız.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kumcuoğlu. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerinde Demokratik Sol Parti adına görüş ve düşüncelerimizi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; konuşmamın başında, Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, bu sabah, saygın bir siyasî partimizin çok saygıdeğer bir Genel Başkanı, bu kürsüden, tansiyonu yüksek, yalnızca karamsar değil, kapkaramsal bir konuşma yaptı. Bu konuşma, yer yer mütecaviz, aşağılayıcı ve dolayısıyla inciticiydi. Bunun da ötesinde, bu konuşma, içerikten daha çok retoriğe ağırlık veriyordu.

Bu yüce çatı altında, deneyimli politikacılardan çok şeyler öğrenmeyi umut etmiş yeniyetme bir politikacı olarak, bu üslubu yadırgadığımı ifade etmekten kendimi alamıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - İkibuçuk yıl Başbakanlık yaptı, sensin yeni yetme...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Tekrar ediyorum...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sen kendinle çelişiyorsun, incitici, kırıcı... Sana yakışmıyor, bu üslubu yadırgadım.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Tekrar ediyorum, bu yüce çatı altında, deneyimli politikacılardan çok şey öğrenmeyi umut etmiş yeniyetme bir politikacı olarak, bu üslubu yadırgadığımı ifadeden kendimi alıkoyamıyorum. (DSP  sıralarından alkışlar)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Anladım şimdi. (DSP sıralarından "anladı, anladı" sesleri)

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Benim biraz önce ifade ettiğim gibi...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Güzel tabloyu söyle...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - ...bu konuşma, içerikten daha çok retoriğe ağırlık veriyor.

Ben, 1987 senesinde maliye camiasından ve Maliye Müsteşarlığından ayrıldıktan sonra, oniki yıl sonra, bu sefer, seçilmiş bir kamu yöneticisi olarak, tekrar, kamu yönetimine döndüm. Bu dönüşümde, devletin bütçesine yeniden göz attığım zaman, devlet bütçesinin ne denli örselenmiş, ne denli hırpalanmış, hatta, boğulma noktasına getirilmiş olduğunu hayretle müşahede ettim ve bu olumsuz oluşumun nasıl olup da farkına varılmamış, nasıl olup da görülmemiş, nasıl olup da önüne geçilememiş diye hayret ettim; fakat, bu sabahki konuşmada, bir cümle, benim irkilmeme ve belli bir ölçüde bu işin farkına varmama sebep oldu; o da şudur; muhterem hanımefendi dediler ki "Şimdi, gelelim bugünün bütçesine. Bu bütçeyi konuşmaya dahi gerek yok. Bakın, enflasyonu belirleyecek olan kamu açıklarıdır, bütçe açıkları değil. Konsolide bütçe açığı bir hiç, okyanusta bir damla..." Daha ötesine geçmiyorum. Konuşmamın hemen başında, bu değerlendirmeye, eski bir bütçeci, eski bir maliyeci olarak kesinlikle katılamadığımı ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin sorunu, Türkiye'nin sıkıntısı, Türkiye'nin açmazı bütçededir. Neden böyle olduğunu biraz sonra açıklamaya gayret edeceğim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı bütçesi, zaman boyutunda iki özelliğiyle öne çıkıyor; birincisi, 21 inci Yüzyılın ilk bütçesi oluşu; ikincisi, 57 nci cumhuriyet hükümetince, 9 Aralık 1999 tarihinde açıklanıp uygulamaya konulan üç yıllık ekonomi programının ikinci dilimini teşkil etmesi.

Önümüzdeki bütçe, ilk yönüyle, geride bıraktığımız yüzyılda, alınteri ve göznuru döküp edindiklerimiz ile boş bulunup elden kaçırdıklarımızın, başardıklarımız ile başaramadıklarımızın saklı açık izlerini taşımaktadır. Bu bakımdan, yalnızca bütçenin kendisinin değil, bu bütçenin üzerine oturduğu ekonomik ve toplumsal zeminin, geçen yüzyılın son yirmi yılından hareketle, kısa ve hızlı bir değerlendirmesini yapmakta yarar görüyorum. Bunun için de, kendimin veya partimin değil, uluslararası uzman bir kuruluşun bundan kısa bir süre önce yayımladığı kapsamlı bir çalışmayı esas alıyorum.

Bu çalışmaya göre, 21 inci Yüzyıla yaklaşırken, ekonomimizin durumu şudur : Türkiye 1960'lı ve 1970'li yıllarda ortalama yüzde 6'yı aşan yüksek büyüme hızlarını yakalamış olmasına rağmen, bu oranlar 1980'li ve 1990'lı yıllarda önemli ölçüde düşmüş ve dalgalı bir seyir izlemiştir. Nitekim, 1981 ilâ 1997 döneminde ortalama büyüme hızı yüzde 4,5'ta kalmıştır. Bu oran bile, bazı benzeri orta gelirli ülkelere kıyasla önemli bir başarıdır; ancak, Türkiye'nin hedefi olan diğer OECD ülkelerindeki gelir düzeylerinin yakalanması açısından yeterli değildir.

Halihazırda kişi başına geliri İspanya'nın beşte 1'i, Kore'nin ise üçte 1'i düzeyinde kalan Türkiye, bu iki ülkenin yakın geçmişte gösterdiği sıçramayı tekrarlamak ve vatandaşlarına benzeri yaşam standartlarını sağlamak için, belli bir süre, yüzde 7 ilâ yüzde 10 büyüme durumundadır.

Bu çalışma şöyle devam ediyor: Türkiye'yi son yirmi yıl içinde daha hızlı büyümekten alıkoyan temel etmen şudur: Gayri safî sabit sermaye yatırımlarının gayri safî millî hâsıla içindeki payı  1980'li yılların başında ciddî biçimde düştü ve o tarihten sonra da, çok yavaş tempoda arttı. Kamu yatırımları sürekli olarak azaldı. Özel sektör yatırımlarında belli bir artış görülmesine rağmen, bu da, daha çok konut sektöründeki patlamadan kaynaklandı. Konut sektörü dışındaki özel sektör yatırımları gayri safî millî hâsılanın yüzde 10 ilâ 12'si düzeyinde takıldı kaldı. Bu arada ihracattaki patlamaya rağmen, imalat sanayiine yönelik yatırımlar düşük düzeyde kaldı. Bu bakımdan millî gelir içerisinde yatırımların payını artırmak, orta vadede daha yüksek büyüme oranlarını tutturmak açısından kilit öneme sahiptir."

Dikkatlerimizi tarım kesimine yönelttiğimizde durum daha farklı değildir. Aynı çalışmaya göre, üretim faktörlerinin verimliliği, bir ülkenin büyüme performansının temel belirleyicilerinden birisidir. Ülkemizde 1981-1997 döneminde, tarımda yıllık ortalama büyüme hızının yüzde 4'ten ibaret kaldığı anlaşılmaktadır. Nüfus artış hızı dikkate alındığında, söz konusu onyedi yıllık dönemde tarımda emek verimliliğinin neredeyse sabit kaldığı anlaşılıyor. Halbuki bu oran, İspanya'nın ekonomik atılım yaptığı 1964-1974 döneminde yüzde 2,5; Kore'nin benzeri bir sıçrama yaşadığı 1980-1989 döneminde ise, yüzde 3,3 olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Türk çiftçisi dünya fiyatlarıyla geleneksel ve verimsiz üretim alışkanlıklarının arasında sıkışmıştır. Bu açmazın çözülebilmesi için Türk çiftçisinin kişi başına, dekar başına, traktör başına verimliliğinin artırılması şarttır. Önümüzdeki dönemde en önemli sorunlarımızdan ve hedeflerimizden birisi bu olacaktır, bu olmalıdır.

Yine aynı çalışmaya göre -başlangıçtaki uluslararası kurumun çalışmasına atıfta bulunuyorum- Türkiye, 1980 sonrası düşük ve dalgalı da olsa, belli bir büyüme oranı tutturmayı başarmış olmasına rağmen, istihdam yaratmakta yeterince başarılı olamamıştır. 1970'lerden bu yana istihdam edilebilenlerin toplam işgücüne oranı sürekli düşüş göstermiştir; yani, bugün toplam işgücünün yirmi yıl öncesine nazaran daha küçük bir bölümü fiilen istihdam edilebilmektedir. Nitekim, 15 ilâ 65 yaş nüfusun istihdam oranı, 1975'ten 1997'ye, yüzde 74'ten yüzde 54'e gerilemiştir. 25-65 yaşları arasında olup da iş sahibi olanların aynı yaş aralığındaki nüfusa oranı yüzde 52,2'den ibarettir. Bu alandaki OECD ortalaması ise yüzde 75,4'tür. 1975 yılında Türkiye, OECD ülkeleri içinde Japonya'dan sonra en yüksek istihdam oranına sahipti; 1997 yılı itibariyle ise, İspanya'nın hemen önünde, sondan ikincidir. Eğer bugün Türkiye'de 1997 senesinde bir iktidar değişikliği olduysa, yeni iktidara nasıl bir Türkiye devredilmiş olduğu bu rakamlardan açıkça belli olmaktadır.

Türkiye, atıfta bulunulan yıllar boyunca yeteri kadar büyüyememenin sancılarını taşır, çağı yakalayamamanın somut karinelerini teşkil eden göstergeler durağan bir seyir sergilerken, yalnızca bir alanda göstergeler -deyim yerindeyse- çılgınca büyümeyi sürdürüyordu. Bu alan, tahmin edeceğiniz gibi, kamu borçlanması alanıydı. Bu konudaki rakamlar ve açıklamalar, bütçe ekinde sizlere sunulan yıllık ekonomik raporda ayrıntılarıyla yer almıştır. Ben, sizlere, orada olmayan ve pervasız ve sorumsuz borçlanmanın, dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde devlet için en doğru ve en sağlıklı finansman yöntemi olan vergi gelirlerini nasıl kemirdiğini göstermek istiyorum. Nitekim, bütçelerimizde, toplam faiz ödemelerinin toplam vergi gelirlerine oranı 1981 yılında yaklaşık yüzde 6'dan ibaretken -sadece yüzde 6'dan ibaretken- bu oran 1983'te yüzde 11'e, 1986'da yüzde 22'ye, 1990'da yüzde 30'a, 1994'te yüzde 50'ye, 1996'da yüzde 67'ye yükselmiştir.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir)- Kim yaptı bunları?!

HASAN FEHMİ KONYALI (Ordu)- Arkadaşların döneminde...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunun sorumlusu kimdir değildir burada önemli olan sorun; bu problemin, süratle ve en iyi şekilde çözümlenmesidir ve anılan yıllar boyunca, bu tehlikeli gidişin önüne radikal önlemlerle çıkma kararlılığını, maalesef, gösterememişizdir; ta ki, 57 nci cumhuriyet hükümetince, 9 Aralık 1999 tarihinde üç yıllık ekonomik reform ve yeniden yapılanma programı uygulamaya konuluncaya kadar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüldüğü gibi, 21 inci Yüzyıla yaklaşırken, Türkiye, sosyoekonomik alanda ciddî bir dönüşüm, yani, transformasyon ihtiyacı içindedir.

Yukarıda belirttiğim saptamaların ifade ve işaret ettiği durağanlığın çözülmesi, açmazın açılması için, gerçekçi, ciddî ve kapsamlı bir ekonomik programın uygulamaya konulması gerekli ve kaçınılmazdı. Genel Başkanımız Sayın Bülent Ecevit'in Başbakan Yardımcısı olarak görev aldığı 55 inci cumhuriyet hükümetiyle birlikte bunun bilincine varılmış, bu konuda bazı arayışlar başlamış; örneğin, vergi ve eğitim konusunda bazı önemli mesafeler alınmıştır. IMF ile imzalanan yakın izleme anlaşması da bu kapsamda gündeme gelmiştir; ancak, gerek 55 inci hükümet gerek onu izleyen azınlık hükümeti sırasında, anılan hükümetlerin yapısal özellikleri nedeniyle, böylesine yaşamsal bir atılım için gerekli zemin tam anlamıyla oluşamamıştır. Bu olanak, ancak, yine, Genel Başkanımız Sayın Ecevit'in Başkanlığındaki 57 nci hükümetin kurulmasıyla yakalanmış, böyle bir program hazırlanarak, uygulanmaya konulmuştur.

Başlangıçtan itibaren, hükümette, bilinçli, kararlı, tutarlı ve uyumlu bir çalışma anlayışının sürdürülmesi sayesinde, Türk'ün makûs talihinin bir kere daha doğru yöne çevrilmesi şansı doğmuştur. İşte, gündemimizdeki ekonomik programın anlamı da amacı da budur. (DSP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, bu bütçenin, doğru algılanıp, sağlıklı uygulanabilmesi için, bu programı iyi yorumlamamız şarttır. Bunun için, hem bu programı kaçınılmaz kılan nedenlerin hem program hedeflerinin iyi anlaşılması önemlidir.

Kurulduğundan bu yana, mevcut cumhuriyet hükümetinin gerçekleştirdiği yoğun hukukî düzenlemeler, bu düzenlemelere dayalı uygulamalar, izlenen politika ve stratejiler, gerek IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlara gerek Avrupa Birliğine bakış açısı ve bunlarla olan ilişkiler ve nihayet, alınan önemli siyasî riskler, Türkiye'nin gündemindeki üç yıllık ekonomi programının, basit ve yalın bir istikrar programının ötesine geçtiğini, açıkça göstermektedir.

Kamu açıklarının Maastricht kriterleri düzeyine düşürülmesi ve enflasyonun yüzde 2-3 gibi küçük tek haneli rakamlara indirilmesi, amaç değil, sadece araçtır; bu husus, gereksinim duyulan sosyoekonomik dönüşüm için, asgarî şarttır. Ülkemizin, yıllardır sıkıntısını çekip, bedelini acı bir şekilde ödediği enflasyon olmasaydı da, bu transformasyon gerekliydi. Amaç, artık, Türkiye'yi, Avrupa Birliği olgusunun içinde veya dışında, Avrupa standartlarının belirlediği uygarlık düzeyine ve yaşam kalitesine taşımaktır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; burada, birkaç defa üst üste "transformasyon" ve "dönüşüm" kelimelerini kullandım. Bu konuda, bu programa verdiğim önemi aksettirebilmek için, bu programı hangi dönüşüm olgularıyla karşılaştırdığıma, biraz açıklık getirmek istiyorum.

Türkiye ve Anadolu insanı, 20 nci Asır boyunca, dört temel transformasyondan geçmiştir; bu beşincisidir. Birincisi, 23 Nisan 1920'de başlayıp, 29 Ekim 1923'de sonuçlanan cumhuriyet transformasyonudur, cumhuriyet dönüşümüdür. Cumhuriyet, Anadolu tarihinde, Anadolu insanının yaşadığı en büyük transformasyon değildir; onun yanında, insanlık tarihinin en büyük toplum projelerinden birisidir. O, bu bakımdan, cumhuriyetin ve cumhuriyetin arkasındaki beynin, yani Mustafa Kemal Atatürk'ün çok iyi irdelenmesi, incelenmesi ve algılanması şarttır.

İkinci transformasyon 14 Mayıs transformasyonudur. 14 Mayıs 1950 sonrasında, Türkiye'de, ilk defa, birey, ekonomik karar verme mekanizmasının parçası haline gelmiş ve o dönemde ilk defa Türk köylüsü motor ve makineyle tanışmıştır.

Üçüncü transformasyon 1961 Anayasasıyla gelmiştir. 27 Mayıs müdahalesiyle değil 1961 Anayasasıyla gelmiştir. 1961 Anayasasıyla, Türkiye'de karma ekonomi düzeni benimsenmek suretiyle, devletle özel teşebbüsün, ülkenin kalkınmasında ve yücelmesinde birlikte hareket etmeleri esası getirilmiştir ve 1961 Anayasası Türkiye'ye ve Türk insanına yeni ve başka bir ufuk daha açmıştır. Hepinizin bildiği gibi, batı ekonomilerinde sanayileşme emeğin istismarına dayanmaktaydı; ama, Türkiye'de 1961 Anayasasının oluşturduğu ortamda getirilen çalışma kanunlarıyla, ilk defa, insanlık tarihinde bir millet, yani Türkler, emeği yücelterek sanayileşme becerisini göstermiş olmuşlardır.

 Dördüncü transformasyon 24 Ocak 1980'de başlamış ve 1983 seçimleriyle sonuçlanmıştır. Bu transformasyonda Türkiye,

1- Ekonomik kalkınmada serbest piyasa ekonomisini benimsemiş, ekonomik kalkınmada devletin yerine özel teşebbüsün lokomotif olarak öne geçmesini sağlamış ve dışa açılma operasyonu başlatılmak suretiyle küreselleşmenin önünü açmıştır.

İşte, bugün, gündemimizdeki ekonomik programla, Türkiye, beşinci transformasyon, yani dönüşüm dönemine girmiştir. Dolayısıyla, bu programın, bu anlamda ve kapsamda çok iyi incelenmesi, algılanması, değerlendirilmesi ve buna kesin surette sahip çıkılması esastır; aksi takdirde, Türkiye, 21 inci Asra sağlıklı bir şekilde giremeyecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, artık, girmiş olduğu bu doğru ve haklı yoldan dönemez, dönmemelidir, dönmeyecektir. Bu program başarıyla uygulanıp, gerekli yapısal düzenlemeler gerçekleştirildiğinde, istikrar içinde daha yüksek büyüme hızları yakalanmasına olanak veren makro ekonomik ortam ve koşullar sağlanmış olacaktır. Hem yatırılabilir kaynakların artırılması hem bu kaynakların, başta sanayi olmak üzere, doğru sektörlere ve doğru projelere yönlendirilmesi fırsatı doğacaktır. Tarım dışı sektörlerde yeni istihdam olanakları yaratma şansı artacaktır. Tarım kesiminde verimlilik artışını sağlayacak koşullar oluşacak, köylü ve çiftçi, refahı, yalnızca zorlanmış destekleme fiyatlarında değil, üretim artışında arayacaktır. Bölgesel ve toplumsal gelir ve refah farklarının giderilmesi olanağı artacaktır. İşte, üç yıllık ekonomik programla hedeflenenler bunlardır, bunlar olmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yukarıda açıklamaya çalıştığım ekonomi programına uygun olarak hazırlanmış ve bu temel çizgi korunarak, Plan ve Bütçe Komisyonundan geçmiş olan 2001 yılı bütçesi de, bir önceki yıl bütçesinde olduğu gibi, öncelikle bir enflasyonla mücadele bütçesi olarak dikkatleri çekmektedir. Bu amaçla, faizdışı bütçe ödeneklerinde bir önceki yıla göre büyüme oranı, geçmiş enflasyona göre değil, çok daha düşük olan hedeflenen fiyat artış oranına göre belirlenmiştir. Böylece, ödeneklerin, ancak, haklı ve zorunlu gereksinimleri karşılayacak en asgarî düzeyde tutulmuş olduğu görülmektedir.

Yine, bu çerçevede, bütçe finansmanında vergi gelirlerine gereken önem ve ağırlık verilmiş, bir süre önce Yüce Heyetinizce de benimsendiği üzere, sağlıklı finansman tercihi ek vergi düzenlemeleriyle güçlendirilmiştir. Bu anlayış çerçevesinde ek finansman gereksinimi için borçlanmaya olanak tanınmış olmasına rağmen, Merkez Bankası kaynaklarına başvurulması, kesinlikle öngörülmemiştir.

2001 yılı bütçesi, geçmiş yıl bütçeleriyle karşılaştırıldığında, hemen dikkati çeken önemli bir özellik, beklenen faiz ödemelerindeki hızlı düşüştür. Nitekim, gelecek yıl bütçesi, geçmiş yıllarda, vergi gelirlerinin yüzde 75'ini aşan kısmını götüren faiz ödemelerinde önemli bir ferahlama öngörmekte ve söz konusu oran, yüzde 52'ye kadar gerilemektedir.

Bu bağlamda, faiz dışı bütçe giderleri, 2000'den 2001'e yüzde 24 oranında büyürken, faiz ödemelerinin 20 katrilyon liradan 16 katrilyon liraya gerileyeceği de öngörülmektedir. Bu olgu, uygulanmakta olan ekonomik programın ne denli yerinde ve zamanlı bir tercih olduğunu açıkça göstermektedir.

Kasım sonu itibariyle ekonomide yaşanan çalkantı ve gerilimin gelecek yıl faiz ödemeleri üzerinde olumsuz yönde bir etki yapması beklenebilir; ancak, bütçenin yapısı ve büyüklüğüyle hükümetin ekonomik programla ilgili kararlılığı göz önüne alındığında, bu etkinin üstesinden gelinebilir boyutta kalacağına inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, eski bir maliyeci olarak gerek seçim bölgemi gerek Anadolumuzun çeşitli yerlerini gezerken beni en çok rahatsız eden, üzen, hatta utandıran husus, ülkemizin bir şantiyeler mezarlığına dönmüş olmasıdır. Hangi hükümet tarafından ne zaman temelinin atıldığı unutulmuş olan, mevcut ödenek temposuyla ne zaman biteceği bilinmeyen ve en kötüsü, bittiğinde ne işe yarayacağı dahi tartışmalı projeler ve tesisler, israf ve sorumsuzluk anıtları gibi Anadolumuzun güzelim görüntüsünü kirletmektedir. Bu yanlışlıkların pek çoğundan, artık, bütünüyle dönülmesi çok güç, hatta olanaksız görünmektedir.  Ancak, 2001 yılı bütçesi dikkatle incelendiğinde, bu yanlışların en az zararla atlatılmasına çaba gösterildiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, bir önceki yıl bütçesinde olduğu gibi, yatırım ödeneklerinin ekonomiye daha kısa sürede kazandırılacak projelere yönlendirildiği anlaşılmaktadır. Gönlümüz, bu doğru tercihten ödün verilmemesinden yanadır.

Değerli arkadaşlarım, demokrasi tarihinde parlamento olgusunun doğuşuna yol açan en önemli etmen, bütçe hakkıdır. Zamanımızda bütçelerin oluşmasında, hükümetler, daha fazla söz sahibi gibi görünebilir; ancak, temelde, bütçelerin gerçek sahibi parlamentolardır. Nitekim, geçmiş deneyimlerden hareket edildiğinde, bütçelerimizin en kötü hastalıklarından biri haline gelen proje kirlenmesinin asıl sebebinin ve sorumlusunun bizlerin, yani, milletvekillerinin olduğu görülecektir. O bakımdan, devletin malî olanaklarını hesaba katmadan, bilimsel ve teknik önceliklere değer vermeden, sırf kişisel tatmin ve seçmen memnuniyeti uğruna bu tür yanlışlara düşmemek de bizim görevimiz, bizim sorumluluğumuzdur. (DSP sıralarından alkışlar) Uygulamadaki ekonomik programın başarıya ulaşması ve çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşma çabamızda önümüzün açılabilmesi için izlenmesi gereken yol ve yöntemlerden biri de budur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanmakta olan ekonomik program çerçevesinde, hükümetimizin tarım kesiminde etkinliğin ve verimliliğin artırılması ve bu suretle, köylü ve çiftçimizin daha yüksek ve daha adil bir gelir düzeyine kavuşturulması için belli çabalar içinde olduğunu biliyoruz. Bu konudaki ayrıntılı açıklamalar, ilgili bakanlar tarafından mutlaka yapılacaktır. Ben burada, bu konudaki çalışmanın bütçeye yansıyan yönüne dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Bu kapsamda, devlet tarafından gerçekleştirilecek tarımsal malî desteklerin, aracılar yerine doğrudan üreticilere ulaştırılması önemlidir. Bu maksatla, ilk defa 2001 yılı bütçesinde özel bir tertip açılmış ve tarımsal destekleme amacıyla tahsis edilen 1 katrilyon liradan ayrı olarak, bu özel tertibe 424 trilyon liralık ödenek konulmuştur. Bu yaklaşımı memnuniyet ve takdirle karşılıyor, benimsiyor ve destekliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanmakta olan ekonomik program, belli bir süre, toplumun bütün kesimlerinden anlayış, fedakârlık, sabır ve destek beklemektedir. Aksi takdirde, devletimizin borç batağından sıyrılıp çıkması, aslî ve zorunlu işlevlerini yerine getirmesi, giderek daha da zorlaşacaktır.

Toplumun her bireyinin daha yüksek bir gelir düzeyini amaçlaması ve bunu gerçekleştirmek için meşru zeminde hak araması doğaldır; ama, devletin, toplumun belli bir kesimini tatmin etmek için, giderek daha çok, giderek daha pahalı borçlanması, sonuçta, yalnızca devlete borç verme imkân ve iktidarına sahip yurt içindeki ve yurt dışındaki rantiyelerin işine yarayacak, hepimizin aleyhine onları zenginleştirecek, devlet karşısında onları güçlendirecektir. Sanıyorum ve umuyorum, bu, hiçbirimizin arzuladığı bir sonuç değildir. Onun için, hükümetin, kamu çalışanlarının ücretlerini artırma konusundaki zorluklarını ve sıkıntılarını anlıyoruz. Ancak, uygulamadaki ekonomik programın başarıyla yürütülmesi halinde ve sayesinde, orta vadede, hem kamu çalışanlarının geçim durumlarının iyileştirilmesinin hem de mevcut dengesizliklerin ve adaletsizliklerin giderilmesinin mümkün olacağına inanıyoruz. Bu bakımdan, uygun bir zamanda, kamuoyunun, bu konuda var olduğunu sandığım çalışmalar hakkında bilgilendirilmesinin uygun olacağını düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı bütçesi, zaafları ve meziyetleri, hataları ve sevaplarıyla artık Yüce Heyetinizindir. Bir istikrar bütçesi hazırlamanın güçlüklerini, bu güçlükleri, bir zamanlar bizzat yaşamış bir arkadaşınız olarak yakından bildiğimi sanıyorum. Onun için, bu zor dönemde, bu zor işi özveriyle; fakat, başarıyla götüren seçilmiş ve atanmış tüm kamu görevlilerini kutluyorum. Bu bütçeyi uygulamanın da, en az hazırlamak ve bağlamak kadar zor olacağını tahmin ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kumcuoğlu, süreniz bitti, eksüre veriyorum; lütfen toparlayın efendim.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Fakat, deneyimli, inançlı ve zaman zaman da inatçı kadrolarıyla, Türk kamu yönetiminin, programın gerekliliğine ve yararına inanmış politikacıların da desteğiyle, bu zor işi de başaracaklarına ve Türkiyemizi hep birlikte aydınlık yarınlara taşıyacağımıza inanıyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, DSP Grubu olarak bütçeye olumlu oy vereceğimizi belirtir, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kumcuoğlu'na teşekkür ederim.

Şimdi, Demokratik Sol Partiden ikinci konuşmacı, Sayın Masum Türker'dir.

Buyurun Sayın Türker. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bizi televizyon başında izleyen değerli vatandaşlarım; sözlerime başlarken, sizleri, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına içten saygılarımla selamlıyorum. Bu vesileyle, ulusumuzun ve tüm Müslüman dünyasının kutsal ramazan ayını da kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün burada görüştüğümüz bütçe, aslında 57 nci hükümetin, ciddî bir kararlılıkla ve gerçekten beklenen kararlı bir hükümet yaklaşımıyla; önce, ele alınmış olan üç yıllık bir istikrar programının ikinci dönem bütçesi ve diğer taraftan da, bu yıl, 23 yıllık bir süreyi kapsayan bir plan stratejisinin ilk bütçesi. Bu nedenle, bu bütçede arayışında olacağımız şey, gelecekte, acaba, Türkiye?.. nasıl olmalıdır, nasıl bir Türkiye; adaleti sağlanmış, hukukun üstünlüğü egemen kılınmış, doğumdan ölüme kadar sağlık ve barınma sorunları çözülmüş, eğitim fırsatlarından eşit yararlanılan bir Türkiye özlemidir bu. Bu özlem, temsil ettiğim Demokratik Sol Partinin, temel olarak dayandığı başlıca düşüncesi ve dayandığı fikirdir. (DSP sıralarından alkışlar) Aynı zamanda, toplumsal kesimlerle barış ve kardeşlik içinde, saygın ve güçlü bir Türkiye için düşünmek ve enerjimizi de buna göre harcamak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Bu nedenle, Türkiye'nin gelecekte kurulacak yeni yapısında, Türkiye'nin tüm sorunlarının, en azından, çözüme yaklaşmış olması gerekir. Bu noktadan baktığımız zaman, Türkiye'nin, özellikle 57 nci hükümet döneminde yapılanların, gerçekleştirilenlerin haksız eleştirildiğini de birazdan hep birlikte göreceğiz.

Türkiye, 1980'den bu yana aşırı liberal olarak geçirdiğimiz yılların deneyimi ve kısa vadeye sıkıştırılmış konjonktürel politikalar ve finans piyasası aktörlerinin ürettikleri ve yabancı yatırım kararlarını etkileyerek yönetişim esaslarının saydamlaştırılması gerektiği bir dönemde, hazırlanan bu bütçenin çok önemli bir fonksiyonu vardır. Bu bütçe, 57 nci hükümet tarafından, ilk defa, faiz yükünü üreten bir bütçe değil, faiz yükünü eriten bir bütçeyi karşımıza getirmiştir. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, işte, bütçenin faiz eriten bütçe olmasından kaygı duyanların işbirlikçileri, bu kürsülerde, 57 nci hükümeti, Başbakanını, Başbakan Yardımcılarını, kendi kusurlarını kapatmak için eleştirmekten -biraz da olsa- hiç çekinmiyorlar. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Neden çekinmiyorlar; çünkü, onlar, sürekli bu kürsülerde "benim köylüm" diye politika yaptıkları köylülerin içinden gelmiştir; MHP'lisi de DSP'lisi de ANAP'lısı da... Köyün içinden çıkmış olan bu üçlü koalisyon, hiçbir zaman, başkasının "benim köylüm" edebiyatıyla elli yıldır burada yaptığını yapmamayı düşünüyor. (DSP sıralarından alkışlar) O nedenle, onların aklı anlamaz, doğrudan gelir yardımına. Neden anlamaz; çünkü, onlar, hiçbir zaman köylü olmadılar.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Demagoji yapma!

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sen köylüyü biliyor musun?!.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Onların komşuları, hiçbir zaman köylü olmadı. (DSP sıralarından alkışlar) Yetiştikleri çevrelerde komşularının kim olduğunu onlar biliyorlar; onlar, bunu her zaman biliyorlar. İşte, biz, komşumuz değil, içimizden doğduklarımızın, ister Konyalı olsun, isterse Çorumlu olsun, birlikte yaşadıklarımızın dertlerini bildiğimiz için, biz, burada saptırmayız.

Değerli milletvekilleri, bu kürsüde söylenenlerden bir sözcük var; bu sözcüğün burada açıklanması gerekir. "Tablita programı" denildi. Bu, yurtdışına mesajdır, Türkiye üzerinde -biraz evvel Sayın Köse'nin dediği gibi- işbirliği hesapları yapma noktasında olanlara bir mesajdır. Türkiye Cumhuriyetinin geçen yıl uygulamaya başladığı program, tablita programı değildir; ama, tablita programının ne olduğunu bir anlatalım da, ona göre yapılan suçlamayla da ne derece ekonomi bilindiğini ortaya koyalım!..

İSMET ATTİLA (Afyon)- Bugüne gel, bugüne...

MASUM TÜRKER (Devamla)- Tablita programı, bir ülkenin para programını, tam para kuruluna emanet etmesi, Merkez Bankasını devreden çıkarmasıdır. Türkiye Cumhuriyetinin Merkez Bankası, bu programın sahibidir, bu programı uyguluyor. Dolarizasyon, bu ülkede hükümet eliyle gerçekleştirilmemiştir. Biraz evvel burada eleştirirken, bizim liderlerimizi ekonomi bilmez diye eleştirirken, kendi ekonomi bilgisizliklerini ortaya koyanlar şunu bilmediler... (DSP sıralarından alkışlar) Neyi bilmediler; tablita programını uygulayan ülkeler, bütün sözleşmelerini, liralarını dolara ya da yakın buldukları başka bir yabancı birime bağlarlar; yani, Arjantin'de, pezo'yu dolara bağladılar.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sen kime bağladın?!.

MASUM TÜRKER (Devamla)- Ama, Türkiye Cumhuriyeti, 1 Türk Lirası eşittir 1 dolar ve buna göre bir tablita programına adını veren bir değişim tablosuyla bütün borçlarını, bütün sözleşmelerini bağlamadı. İşte, bu, yurtdışına bir mesajdır. Bu mesajın yanlış olduğunu Demokratik Sol Parti adına, ben, burada belirtmek istiyorum. Yani, ne Demokratik Sol Partinin Genel Başkanı ne kendisiyle ortak olan koalisyonun diğer liderleri böylesine bir programı körü körüne -ülkeyi başkalarına teslim etmek amacına- uygulanmayacak kadar bu ülkeyi seven vatanseverlerdir. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar.)

Değerli milletvekilleri, burada sürekli denildi ki "işçiyi, memuru, siz, düşünmüyorsunuz.."

İSMET ATTİLA (Afyon) - Doğru...

MASUM TÜRKER (Devamla) - İşçiyi, memuru bizim kadar kimse düşünmüyor. (DYP sıralarından "ooo" sesleri, gürültüler.) Biz, yıllarca, bugün "işçiyi, memuru düşünüyorum" diyenlerin yaptıkları yasaklamaların baskısı altındaydık. Neden; çünkü, biz, bir hakça düzenin, işçiyi, emekliyi, dargelirliyi koruyan bir düzenin kurulmasını istiyorduk. Bu düzen, bugün üç parti tarafından kurulmuştur.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sen, köylüyü biliyor musun?!

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sen, Kızılay'a çıkabiliyor musun?!.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, geçmişte "işçiye para veriyorum, memura para veriyorum, esnafa vergiyi artırmıyorum" deniliyordu, ondan sonra da enflasyon kudurtuluyor, hem enflasyon vergisi alınıyordu gayrî kanunî, hem de kurdurtulan enflasyonla, daha para verilmeden cebinden alınıyordu. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, muhalefetin bir sıkıntısı var, bu kürsüye gelip, ne hükümeti ne Tarım Bakanını ne de Hazineden sorumlu Bakanı "birikmiş tarım borçlarını ödemediniz" diye suçlayamı-yor.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Dört yıldır ödemediniz...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Niye; çünkü, biz borç yapmıyoruz. Onlar borç yapıyorlardı, parayı ödeyene kadar azdırdıkları enflasyonla parayı geri alıyorlardı. Almıyorlar mıydı?!

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Saçmalıyorsun!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - O halde, çiftçinin, köylünün borcu yıllarca nasıl birikti? Eğer, verdikleri parayla çiftçiye kazandırsalardı, nasıl yaparlardı...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Hakikaten saçmalıyor...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Tabiî, biz, bu Mecliste seviyenin ne olduğunu da biliriz; biz, saçmalayana bile "saçmalıyorsun" demeyiz. Biz, saçmalayana "saçmalıyorsun" bile demeyiz. (DSP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından gürültüler.) Bu şekilde denildiği zaman "ben, eleştiririm, sen, bu eleştirime yanıt veremezsin, kendini savunamazsın, kendini ifade edemezsin" demektir. Böylesine baskılar kurulduğu zaman, o baskıları kuranların, gelip burada, bu kürsüde demokrasi havarisi kesilmeye de hakları yoktur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye büyük bir oyunun içine girmişti. Büyük oyun neydi; dışborç yerine içborç miktarı artırılmıştı; ama, aslında o içborç da dışborçtu. Nasıl dışborçtu; insanlar doğrudan doğruya, ucuz faizle Türkiye Cumhuriyetine borç vereceklerine, bir (X) bankası aracılığıyla veriyorlardı bu borcu, (X) bankası geliyordu, kamu kâğıdını daha yüksek faizle alıyordu ve bu öyle bir sarmaldı ki, sonuçta bir saadet zinciri kurulmuştu. Bu saadet zincirini bu iktidar kırmıştır; bu iktidar, bu saadet zincirini kırmıştır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Borcunuz boğazınıza gelmiş, nereye kırıyorsunuz?

MASUM TÜRKER (Devamla) - İşte bu saadet zinciri kırıldığı içindir ki, bunun ne olduğunu anlamayanlar, Türkiye'yi sürekli borçlandıranlar, Türkiye'nin geleceğini ipotek altına almışlardı.

Değerli milletvekilleri, oysa, bir ülkenin bütçesi, elde ettiği vergi gelirleriyle oluşturulursa bütçedir. Eğer, bütçe, vergi gelirleriyle oluşturulmuşsa, işte burada, çok değerli milletvekillerimizin gelip söyledikleri, demokratik, Magna Carta'dan beri gelen bütçe hakkını kullanma hakkımız olurdu.

Geçtiğimiz yıllara kadar, burada bütçe neydi; faiz artı personel harcamaları. Yatırım adı altında denilenler ise birer israftı. Nasıl israftı; her yerde temel atabilirsiniz; attığınız temellerin ödeneklerini ayırmadıkça, oradaki işleri tamamlamadığınız sürece -ne yapıyorsunuz o zaman- sürekli maliyeti artan; ama, bitmeyen yatırımlarla karşı karşıyasınız. İşte, 57 nci hükümet, daha iktidara geldiği 1999 yılından beri, yarım kalan yatırımları tamamlama ve yeni bir yatırıma -eski yatırımlar tamamlanmadan- ödenek vermeme yolunu seçmiştir.

Bu, belki, siyaseten, 3 partiyi de burada eleştirmeye ve ciddî bir şekilde bağırıp çağırmaya, "sokaklarda yürüyoruz" demeye müsait bir politikadır. Neden; çünkü, sizden istenenleri popülist amaçlarla şimdilik yerine getirmiyorum diyorsunuz. Ne yapıyorsunuz; yıllarca devam eden işleri tamamlamaya çalışıyorsunuz. Eğer, bunun hesabını yaparsak, 1974 yılından beri tamamlanmamış olan Ayaş Tüneli, bunun örneğidir. Yıllarca para harca, para dök, iş bitmesin...

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de faiz yükünü eriten bu bütçenin, kuşkusuz, kaynaklarını da akılcı kullanmak ve her kuruşun yerine gitmesini sağlamak bizim görevimizdir. (DSP sıralarından alkışlar)

Şimdi, burada, çıkılıp eleştiriliyor ve deniliyor ki "bankalar hortumlandı, yolsuzluklar meydana çıktı." Aklıma geliyor, kendi kendime soruyorum : Yapma ya, söyleyenler mi yakaladı bu yolsuzluk yapanları?! Onlar, yıllarca hükümeti idare ederken akılları neredeydi?.., Bu yolsuzlukları ortaya çıkaramadılar mı?..

Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakanımızın dediği gibi, Sayın İçişleri Bakanının muhtelif zamanlarda söylediği gibi, yolsuzluk varsa, sonuna kadar gidilecektir, gidilmeye devam edilecektir!(DSP sıralarından alkışlar)

Bugün, bu hükümete destek veren milletvekilleri, bu ülkede, yolsuzluğun yapılmasına karşı oldukları gibi, yolsuzluk yapanları da nefretle anmaktadırlar.

LÜTFİ YALMAN (Konya) - Sana, dokuz ay önce banka murakıp raporlarını vermedim mi; hani, sonuç ne oldu?

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, özellikle son yirmi yıl içinde, en çok sıkıntıyı çeken kesimin köylüler olduğunu biliyoruz; ama, bilmiyordum ki, köylüden yana olanlar, burada adımı dile getirip, konsantrasyonumu bozmaya çalışsınlar...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Köylü dinliyor!.. Köylü dinliyor!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Olmaz öyle şey, birbirimizi dinlemeye alışacağız ve birbirimizi dinlerken, yirmi yıl içinde sesini çıkarmamış olanların, köylüyü sömürmüş olanların, bugün, köylülere doğrudan ödeme politikasını anlamaları mümkün değildir. Onlar anlayamazlar doğrudan ödemenin ne demek olduğunu; çünkü, yeni politikayla birlikte, artık, arada köylü adına parayı alan aracılar yok. O aracılar, onların işbirlikçisidir ki, onların dertlerini dile getiriyorlar. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar.)

Değerli milletvekilleri, burada, özellikle şunu söylemek istiyorum: Biz, köylüyü, tarım işçisini, tarım sanayiini onlardan daha iyi biliyoruz...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Belli, belli, ne kadar bildiğiniz belli!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Çünkü, çok iyi biliyoruz ki, yıllarca, burada tarım sömürülmüştür. Değil mi ki, daha üç yıl evveline kadar verilmiş olan teşviklerle giren etlerin haddi hesabı yoktu. O etlerin, o sınırdan giren, burada eleştirilen, meyvenin, sebzenin ithalatına biz mi izin vermiştik? İzin verenler, bu işi bilenler çok iyi düşünsünler.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ayıp, ayıp!

İSMET ATTİLA (Afyon) - Niye yazmadınız o zaman, niye yazmadınız; yazsaydınız. Onun için mi söylüyorsun?

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, özellikle, bugüne kadar, burada birçok şey söylendi. Tabiî, bu söylenenlerden bir tanesi, dikkat ettiniz mi, bugün, bütçede, hiç tartışılmadı. Terör tartışılmadı, terörden ölenler söylenmedi.

HASAN FEHMİ KONYALI (Ordu) - Kalmadı ki öyle bir şey.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Daha yeni yapılmış Genelkurmay açıklamasına göre, eskiden günde 9 terör vakası varken, şimdi, 9 günde 1 vaka oluyor. Bu ne demektir; 81'de 1...

FETHULLAH GÜLTEPE (Van) - Kim bitirdi, sen mi bitirdin?!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Bunun nedeni nedir; bunu, Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisinin ortaklığı bitirmiştir, kararlı hükümet bitirmiştir. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından "vay vay vay" sesleri) Nasıl kararlı hükümet bitirmiştir; yıllarca denildi ki, bu ülkeye kararlı, korkmayan, sözünde duran, birbirini gammazlamayan bir hükümet gelsin. Geldi işte!

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sen buna inanıyor musun?!

İSMET ATTİLA (Afyon) - Apo'nun ifadesini oku!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, şimdi, bu kürsülerde, geliniyor, Başbakan resimde çıkmamış...

BAŞKAN - Sayın Attila, lütfen kürsüye müdahale etmeyelim.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Apo'nun ifadesini okusun efendim.

BAŞKAN - Lütfen efendim... Lütfen... Kürsüde söylersiniz efendim.

MASUM TÜRKER (Devamla) - Sayın Başbakan resimde çıkmamış, Başbakan Yardımcıları konuşmuyormuş deyip, üç partinin birbirleriyle kavga edeceğini düşünüyorlar. Halbuki, hükümet programının birinci sayfasında "bu hükümet, bir uzlaşma ve atılım hükümetidir" sözü yer alıyor.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Menfaat var menfaat!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Uzlaşma ve atılım hükümeti... Menfaat olsa, bu kadar yasayı, bu ülkede, bu Meclisten ilk defa geçirmezdi; burada oturup sıraları doldururken, muhalefet sıraları boş kalmazdı.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Menfaat var!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, geçmişin savurganlığının, israfın bedelini bu ülke halen ödüyor; bir süre daha da ödemeye devam edecek; ancak, bilip bilmeden, belirli konular dile getirildi. Denildi ki: "Dışpolitika da sıfırsınız." Gelin, biraz, dışpolitikaya beraber bakalım. Övündükleri şey nedir: Gümrük birliğine biz soktuk...

RAMAZAN GÜL (Isparta) - O kadar da siz yapın bakalım...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Canım, gümrük birliği oluşumu eğer biraz yavaşlasaydı, şimdi, Avrupa Birliğine tam giriş zamanımızda elimizde bir koz olarak olsaydı, belki de, karşımıza çıkarılacak koşulların derecesi biraz daha hafiflemez miydi?..

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sen hayal âleminde geziniyorsun...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, biz, gümrük birliğine girdik, arkasından Avrupa Birliğine girmeyi düşünüyoruz; ama, diğer ülkeler gümrük birliğine girmeden, Avrupa Birliğinin pazarlığında gümrük birliğini koz olarak kullandılar. Tabiî, bunu anlayamazlar... Niye anlayamazlar; çünkü, onlar, bir iş becermeyi değil, fotoğrafa girmeyi seviyorlar! (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; MHP sıralarından alkışlar) Fotoğrafa girmeyi seviyorlar... Bizim için fotoğrafa girmek önemli değil. Türkiye değil, dünya, Sayın Bülent Ecevit'in kim olduğunu biliyor. (DSP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Biliyor!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Burada, Sayın Bülent Ecevit'in bir fotoğrafa girmekle prim yapacağını düşünüyorlarsa, yanılıyorlar. Türkiye, hatta, kendileri bile biliyorlar ve kendileri öyle biliyorlar ki, bir zamanlar yürüyen işçilerin durması Sayın Ecevit'in sayesinde olmuştu. 1995 yılının son aylarını da ne çabuk unutuyorlar...

Değerli milletvekilleri, Kırgızistan'da, Kazakistan'da, Ortaasya'da yokuz diyorlar.

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Yoksunuz, bitirdiniz...

MASUM TÜRKER (Devamla) - Canım, biz, bir kere, böyle, genel başkan seyahatiyle Ortaasya'ya gitmeyi düşünen bir iktidar değiliz. Sayın Abdulhalûk Çay, bu işten sorumlu Devlet Bakanıdır, bir ayağı sürekli orada; Sayın İsmail Cem, Ortaasya'yla sürekli diyalog içindedir ve bir söylemi söylemek istiyorum : Çeçenistan'a ilk insanî yardım Türkiye tarafından yapılmıştır. Azerbaycan'a ilk insanî yardımlar Türkiye tarafından yapılmıştır. Bunu da söyleyen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil; ama, bir Türk; Haydar Aliyev söylüyor. Eğer, siz, bize inanmıyorsanız, arada bir dışpolitikayla ilgileniyorsanız, Haydar Aliyev'in söylemlerini de takip etmenizi tavsiye ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, deniyor ki, Ortadoğu'da Türkiye yok. Canım, Ortadoğu ile Arap dünyasıyla tarihî olarak en iyi ilişkisi olan Türkiye'dir. Bu ülkelerle yakın olmak için, yalnız bu hükümetin başta olması şart değil, hangi hükümet olursa olsun, komşusu olan Arap dünyasıyla bir tarihî ilişki içindedir; ancak, arabulucu olarak bugün seçilenler içinde Türkiye vardır. Yani, bir toplantıda bulunmayı değil, önemli olan bundan sonraki çözümde yer alabilmektir. Biz, bir kerelik fotoğraf peşinde değiliz, biz, birlikte etkinliğimizi göstermenin peşindeyiz.

Değerli milletvekilleri, eğer beğenilmeyen Türkiye, bu konuda, Avrupa Birliği adaylığı açısından da eleştirileceksek, herkese burada bir konuyu duyurmak istiyorum. Hatırlarsanız, Lüksemburg'tan sonra herkes yine böyle başlamıştı söylenmeye, Sayın Ecevit "Avrupa Birliği kendiliğinden kapımıza gelecek" demişti. Biz, Türkiye Cumhuriyeti olarak siyasî görüşü ne olursa olsun, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kendi gücüne inandığını bildiğimiz için, Avrupa Birliğinin bize gelmek zorunda olduğuna inanan bir grubuz.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Kaç sene sonra?..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, oturup da bunu, eğer, Avrupa Birliğine girmeyi herkes arzu ediyorsa, o zaman, sorunların nasıl çözüldüğü konusunda çözüm öne-rilir, burada çözüm söylenir. Yoksa, sen yer almadın, filanca kişi az konuştu diye değil.

Değerli milletvekilleri, bu bütçede önemli bir şeyler var. Kamu nitelikli kurumların Hazineye ait kullandıkları taşınmazların ilgili kamu kurumuna satılmasıyla ilgili bir düzenleme var. Bu, özellikle, geçmiş dönemlerin hatası olarak, belirli kamu kurumlarına devredilmiş fonların merkezi bütçeye alınmasıyla ilgili yepyeni bir uygulamadır.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Yapmayın, 1992'den beri var canım!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Tabiî, bunu anlamak için, geçmişte bütçe hakkını yok etmek için fonları üretmemek, bütçe dışına paraları aktarmamış olmak gerekir. Biz öyle olmadığımız için rahatlıkla buraya, bunların içine almaya devam ediyoruz.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - ANAP'a söyle ANAP'a!

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Üç seneden beri iktidarsınız, niçin yapmadınız?!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, biraz evvel burada bir karşılaştırma yapıldı. Yapılan karşılaştırma neydi; denildi ki: "Ekmekle mazot, arpayla mazot..." Tabiî, bunu kimler yapıyor; ekonomiyi çok iyi bilenler! Rahmetli -eski milletvekilidir- Prof. Şükrü Baban vardı; İktisat Fakültesinde hoca. O zaman, hem yazılı hem sözlü olurdu. Şimdi çok değerli emekli bir profesör olan hanım not almış; ama, kâğıdı iyi değil, hep birbirine karıştırıyor. Kızı da seviyor, not vermek istiyor. Hoca, girmiş, heyette demiş ki: "Kızım, öyle bir doğru çiz ki, sonsuza kadar olsun, seni geçireyim." O da almış tebeşiri, başlamış duvarı çizmeye, yavaş yavaş kapıdan çıkmış gitmiş!.. (DSP sıralarından gülüşmeler)

Değerli milletvekilleri, Rahmetli Sayın Şükrü Baban'ın o öğrencisi gibi değiliz biz! (DSP sıralarından gülüşmeler, alkışlar) Şükrü Baban'ın o öğrencisi gibi değiliz biz. Petrolün varil fiyatı 10-12 dolar iken, bugünkü mazotun fiyatıyla o günkü mazotun fiyatını mukayese etmeyiz!

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - O sizin döneminiz, Anasol döneminde. Sen bir şey bilmiyorsun be! O kadar çarpıtma!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Ekonomide "ölçümleme birimi" diye bir maliyet, bir aynı birim vardır. Tabiî, eğer ekonomiyi sürekli, elmayla armudu toplayıp, "bir artı bir, iki eder" demişlerse ve elmaya da armut demişlerse, bir diyeceğimiz yok; ama, bu, ekonomi değildir. Ekonominin, iktisadın tanımı, kaynakların kıtlığında seçenekler arasında tercih yapmaktır.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Kaynağı kuruttunuz... Kaynak kaldı mı ki!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Eğer kaynaklar arasında, seçenekler arasında bu tercihin yapılmasında ciddî, doğru çizgiyi çizip de ne not aldığını bilmemek, gitmekse, biz o ekonomide yokuz! Biz, olduğumuz yerin çizgisini, daire çizeriz ki, aldığımız notu da bilerek kapıdan dışarı çıkarız.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de "ahbap-çavuş kapitalizmi" diye bir laf var. Bunun İngilizcesi crony kapitalizmdir. Şimdi, gelip burada derler ki: "Canım, siz ahbap-çavuş kapitalizmisiniz..." Allahaşkına, bizim, şu anda, yolsuzluk peşine düşüp, yakaladıklarımızın içinde ahbabımız mı var ya da çavuşumuz mu var?! (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, ahbap-çavuş kapitalizmi, konu komşusuyla ülkeyi idare etmeye kalkanların kapitalizmidir! (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Demokratik Sol Parti ve inanıyorum ki, ortaklarımız, böylesine bir kapitalizmin, 21 inci Yüzyılın ilk  yıllarında, Türkiye'de "serbest piyasa ekonomisi" adı altında yerleşmesinden yana değildir, asla da olamaz; çünkü, biz, yarınlarımıza, borçsuz bir Türkiye, yaşayan bir Türkiye'de yaşayan bir hukuk, yaşayan bir insan yapısı bırakmak istiyoruz.

Değerli milletvekilleri "bankalara para verildi" deniliyor. Ekonomistlerin ilk yapması gereken iş, kanunları okumaktır. Bu kanunu da, burada, beraber yaptık. Hele, şimdi, biz, parlamenter olarak, sık sık gittiğimiz seçim çevrelerimizde, bize soran seçmenlerimize de anlatmak zorundayız. Haydi, okumamışlarsa, burada ben anlatayım, öğrensinler.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sen çok okumuşsun!..

MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, der ki "bir banka zor duruma düşmüşse  ve Tasarruf Mevduat Fonunda yeterli para yoksa, birinci başvuru yeri, diğer bankalardan avans almaktır." İlgili maddeye baksınlar, 16 ncı maddeydi herhalde. O maddenin bir sonraki bendi... Eğer, bankacılık sektöründe yeterli fon yoksa, orada sıkıntı varsa, o zaman, Hazineden borç kâğıdı alırlar, avans kağıdı alırlar, o avans kâğıdını verirler. Yani, devlet borçlanmıyor; sistem, kendi içerisinde borçlanıyor. Şimdi, sen, hem gelip, burada, serbest piyasa ekonomisini savunacaksın hem de o sistemin kendi kendini tedavi etme yöntemini unutup "devlet şu kadar para verdi" deyip, ha-yalî bir "43,2 katrilyonluk bütçe açığı var" çıkaracaksın...

KEMAL KABATAŞ (Samsun) - Hangi hayalî, hangi hayalî?!

MASUM TÜRKER (Devamla) - Böyle şey olmaz canım! Hayalî olduğunu nereden biliyoruz; mevcut olan açığı, tekrar bir başka şekilde getiriyoruz, üzerine faizin faizini yapıyoruz. Bu hesap, bizim Plan ve Bütçe Komisyonundaki tartışmalarda var. Eğer alınıp bakılırsa, o rakamların nerede birbirini tutmadığını çok daha iyi görebilirsiniz.

Değerli milletvekilleri, biz, bu ülkede bir şeye inanıyoruz. İnandığımız şey nedir; soygun olmamalı, yolsuzluk olmamalı. Şimdi, geçtiğimiz yıllarda, Washington'da, Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı Al Gore'un öncülüğünde toplanan yolsuzluklarla savaşım için global bir forumda, katılanların aldıkları kararları size okumak istiyorum ve Türkiye, o toplantıda yok.

"1- Açık ve hesap vermekle yükümlü bir devlet idaresi anlayışının hayata geçmesi, rüşvete karşı kesin hükümlü yasaların uygulanması, iktisadî kararlarda, bankacılıkta şeffaflık, ihalelerde uluslararası denetim."

Değerli arkadaşlar, bunlardan, şu anda hazırlanmakta olan ihale kanunu dışında tümü gerçekleşmiştir.

"2- Adalet, güvenlik ve maliye görevlilerinin ahlakının yasalarla ve yaptırımlarla garanti edilmesi ve servet beyanı zorunluluğu.

3- Özel sektörde de açıklık ve hesap verme yükümlülüğünün uygulanması.

4- Güçlü, bağımsız, tarafsız yargı ile özgür, açık, bağımsız basının yolsuzluklarla mücadelesinin temel şartları konusunda mutabık kalındı."

Değerli milletvekilleri, biz, burada olmadığımız halde, 57 nci hükümet o toplantıya katılmadığı halde, Organize Suçlarla Mücadele Yasasını çıkarmadı mı Kamu Çalışanlarının Yargılanmasıyla İlgili Yasayı çıkarmadı mı? Biz, bunları önceden aldık.

Peki, acaba, bu Al Gore'un başkanlığında yapılan toplantıda ne oldu? "Yolsuzluk, devleti ele geçirmektir" endişesinden kaynaklandı. Yani burada, bazen çıkılır, denilir ki, yolsuzluk, birisinin 5 para rüşvet aldığı falan değil; yolsuzluk, küreselleşmede, global ekonomide uluslararası konuma gelmiş olan şirketlerin adına kanun yapmaktır, tebliğ yayınlamaktır, kararname çıkarmaktır. 57 nci hükümet, bunu engelleyecek yasaları çıkarmıştır; ama, tarihî deşersek, bir Katma Değer Vergisi düzenlemesinin, yalnız bir şirket için yapıldığını ortaya çıkarırız. (DSP sıralarından alkışlar) Fazla üstümüze gelirseniz, hangi yılda, hangi tarihte, hangi başbakan döneminde, hangi gazete sahibi için çıkarıldığını da söyleriz; çünkü, şimdi, o gazete sahibi değil artık.

Değerli milletvekilleri, bizim ihracata dayalı sürdürülebilir bir büyümeye geçebilmemiz için, özellikle, Türkiye'nin, çok önemli sorunları ele alması gerekir. Ben, televizyon başında bizi izleyen vatandaşlarımızın moralini kırmamak için, bu ülkeyi devraldığımız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Türker, süreniz bitti. Çok kısa rica edeyim; çünkü, iki konuşmacıydınız, eksürelerle tek konuşmacının süresini aşabiliriz. Çok kısa rica edeyim.

MASUM TÜRKER (Devamla) - ... dört yıl önce bu ülkeyi devraldığımız 14 koşulu söylemeyeceğim; ama, bir gün, burada, yine konuşma imkânı verilirse, bu ülke 1997 yılında ekonomide nasıldı, söyleyeceğiz.

Değerli milletvekilleri, ünlü Türk edebiyatçısı ve düşünürü Melih Cevdet Anday, geleceği şöyle anlatıyor: "Gelecek, beklenen değil yaratılan bir şeydir. Geleceğe adım atmalıyız, onu gerçekleştirmeye başlamanın mutluluğunu tatmalıyız. Bizi mistikten ayıracak bu bilinçtir. Yarını ummak, ahrete hazırlanmak gibi olmalıdır. Yarın, bugünün içindedir. O halde, geleceği bugüne taşımalıyız." Bu bütçe, geleceği bugüne taşıyor.

Sayın Başkana, gösterdiği müsamaha için şükranlarımı sunuyorum.

Atatürk'ün aydınlık yolunda, ulusumuza esenlik ve başarılar ve tüm insanlığa sürekli barış dileyerek, Yüce Meclise, televizyonları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımıza, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına içten saygılarımı sunuyorum. Allah, ulusumuza ve devletimize yardımcı olsun. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Türker'e teşekkür ediyorum.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkan, izninizle, bir cümle bir şey söyleyeceğim. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Ercan; hangi konudaydı efendim?

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim, sayın sözcüyle ilgili...

Efendim, dönemimize ilişkin, çok haksız, sağlıksız... (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika değerli milletvekilleri, bir dakika... Dinleyelim efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - ...birtakım eleştiriler getirdi. Şu anda bizi izleyen milyonlarca insanımız var televizyonları başında.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkan, biz onları dinledik, onlar da bizi dinlesin.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Dolayısıyla, bir hususu, bir iki cümleyle, hemen... (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Ercan, liderinize ilişkin diye mi söylediniz efendim? Ben öyle anladım.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Tabiî... Doğru Yol Partisinin iktidar olduğu dönem, Sayın Çiller de Başbakan o tarihlerde... (DSP sıralarından gürültüler)

HALİT DİKMEN (Aydın) - Sayın Başkan, bunları söyleyemez!.. Hakkı yok...

BAŞKAN - Sayın Ercan, ben, Doğru Yol Partisi ya da Doğru Yol Partisinin sayın liderinin adının geçtiği bir konuşma duymadım; ama, tutanakları getirtiyorum; size, açıklama hakkınızı, 69 uncu maddeye göre veririm efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, isim belirtmesi önemli değildir. (DSP sıralarından "otur yerine" sesleri, gürültüler) Kendi döneminden öncesiyle ilgili, yanlış ve gerçekleri çarpıtan konuşmaları var.

BAŞKAN - Yorumla olmaz; getirteceğim tutanakları efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkanım, kamuoyunu o kadar yanlış bilgilendirdi ki, hayret etmemek mümkün değil. Sadece bir tek şey söyleyeceğim: Bakınız, bu hükümet döneminde Türkiye'nin içte ve dışta borçlanma yoluna gitmediğini söylüyor. Çok çarpıcı... (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Ercan... Efendim, cevap veriyorsunuz...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim, 1997'de içborç stoku 6 katrilyondan, bu hükümetler döneminde...

BAŞKAN - Kesiyorum efendim...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - ...55, 56 ve 57 nci hükümetler döneminde gelinen nokta 32 katrilyondur. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Açıklama yapıyorsunuz; sataşmayla ilgili değil Sayın Ercan.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - 80 milyar dolar dışborç, 106 milyar dolardır.

BAŞKAN - Ben size söz vereceğim efendim, açıklama hakkınızı kullanacaksınız. Tutanakları getirteyim efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Peki efendim... Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, şimdi, Anavatan Partisi Grubu adına konuşmaya sıra gelmiştir.

Konuşmacı, Sayın Yılmaz Karakoyunlu'dur.

Buyurun Sayın Karakoyunlu. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 1 saattir.

ANAP GRUBU ADINA YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; son derece sinirli bir bütçe müzakeresi yaşıyoruz. Sabahki ilk konuşmadan...

RASİM ZAİMOĞLU (Giresun) - Ses gelmiyor.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Evet, değerli arkadaşlar, haklısınız. Bu mikrofonlar, Sayın Çiller için, Sayın Recai Kutan için, Sayın Mesut Yılmaz için, Sayın Ömer İzgi için ergonomik olarak uygun; ama, benim için uygun değil, Dengir için uygun değil, Şükrü Yürür için uygun değil. (Gülüşmeler) Dolayısıyla, sorunu sürekli olarak benimle izah etmeniz teknik olarak bunun çözülmesi ihtimallerinin ortadan kaldırılmasını sonuçlandırıyor. Biraz da Başkanlık Divanına sorunu iletiniz de şunu değiştirsinler. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Karakoyunlu, ben kendime göre yaptırmadım; benden önce yapılmış. (Gülüşmeler)

RASİM ZAİMOĞLU (Giresun) - Seçilseydin belki düzelttirirdin o mikrofonu.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Beş defa yazı yazdım ben.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Karakoyunlu.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Neyse, hiç olmazsa asabiyetin dağılmasına vesile oldu. Teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlar, geçen sene, bütçe konuşmaları, milenyum bütçesinin tartışmaları olarak, gerçekten, bizim maliye tarihimizde ve siyaset tarihimizde çok özgün ve itibarlı yeri olan bir konuşma, müzakere tarzı olarak cereyan etti ve yerini aldı; o konuşmalar da, hemen hemen 125 yıllık Parlamento geleneğimizin örnek gösterilebilecek konuşmalarından biri olarak cereyan etti. Bizim Parlamento tarihimizde bütçe görüşmelerinin taşıdığı önemi idrak eden bütün konuşmacılar, burada, sadece devletin sayılar arşivini tartışmak değil, tümüyle ekonomisini, siyasetini, sosyolojisini, kültürünü, dışpolitikasını veya toplumu başka unsurlar itibariyle ilgilendiren meselelerini ayrıntılı olarak tartışmaya hakları olduklarını ifade ettiler ki, bu, çok doğru bir şeydir.

Bakınız, bizim mücadele tarihimizin içerisinde, 1911'de, dönemin Maliye Bakanı Mehmet Cavit Beyin yapmış olduğu bir konuşma vardır ki, bunu, bundan evvelki bütçe konuşmaları sırasında bir kere daha gündeme getirmiş ve değerli milletvekillerinin dikkatlerine sunmuştum. O konuşmada, bugün, siyasî ve iktisadî manada tartıştığımız liberalizmin temelleri atılmıştı. Hatta, o konuşmadan sonra, aradan yaklaşık yüz yıla, doksan yıla yakın bir zaman geçmiştir; bu süre içerisinde, hâlâ, 72 üniversitemizin iktisat fakültelerinde okutulan iktisat dersleri bile ilhamını o konuşmadan almıştır.

Yine aynı şekilde, yürüyecek olursanız, 1931 bütçesi, Türkiye'nin fevkalade önemli bir bütçe müzakeresi olarak hatırlanmalıdır. Demokratik hareket olarak Serbest Fırkanın kurulup üç ay sonra kapatılmasını takip eden hadiseler Meclis kürsüsünde iktisadî ve siyasî liberalizm anlayışıyla tartışılmış ve dönemin Maliye Bakanı Şükrü Saraçoğlu'nun yakasına yapışılıp "bunun hesabını vermedikçe, tarih, seni, ülkenin siyasetine hâkim olmuş bütün demagojilerin ve bütün sertliklerin mümessili olarak ilan edecek" denilmişti. Değerli arkadaşlardan, buna benzeyen çok değerli konuşmalar oldu.

Yine, hepiniz, siyaset tarihi itibariyle hatırlayacaksınız; 1955 yılında, Demokrat Partinin bütçesini eleştirmek üzere kürsüye çıkan Sakarya Milletvekili Ekrem Alican, ülkede hangi siyasî mantığın hâkim olması lazım geldiğini kendi partisinin yetkililerine karşı müdafaa eden bir dikkat ve ciddiyetle tarihimize geçti.

Bana sorarsanız, dördüncü büyük bütçe müzakeresi, geçtiğimiz yıl yapılan 2000 yılı bütçesi. Tansu Hanımefendi, geçen sene, 2000 yılı bütçesinde olağanüstü güzellikte bir konuşma yaptı. İşaret ettiği hususların hepsinde, bir milenyum bütçesinin, bir milenyum siyasetçisi olarak, nasıl değerlendirilmesi, nasıl algılanması gerektiğini ortaya koydu ve arkadaşlar, gelenekçi demokrasi talebini tazelemek suretiyle "21 inci Yüzyıla, üçüncü milenyuma giren bir ülkenin siyasetçisi olarak tartışıyorum" dedi. Fevkalade önemliydi, isabetliydi, doğru şeyler söyledi, iyi eleştiriler ortaya koydu ve koyduğu eleştirilerden hükümet istifade etti. 2001 yılı bütçesinin getirilmesi sırasında da, işaret edilmiş doğru şeylerden yararlanılarak, sağlıklı bir bütçe tasarısı hazırlandı.

Yine, aynı tarihte Recai Kutan Bey, bana göre, fevkalade olağanüstü güzellikte bir konuşma yapmıştı. Bakınız, yine, kendisi de, gelenekçi demokrasi talebini tekrarlamak suretiyle, yepyeni bir muhalefet tarifi vermişti. O muhalefet tarifini, geriye doğru gidiniz, okuyunuz. O muhalefet ta-rifinin içerisinde, bugünkü konuşmasında yine fevkalade önemli bulduğum o noktaya temas ederek, sorumluluk idrakinde bulunacaklarını iddia etti.

Aynı şekilde, Sayın Devlet Bahçeli de, bütçe müzakeresi sırasında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ortaya koydu ve yepyeni bir milliyetçi tahlil diyalektiği getirdi.

Bunların hiçbiri, bugüne kadar bütçe müzakereleri sırasında gündeme gelip tartışılmış ve siyasetimizin üzerinde ısrarla durması gerekli meseleler olarak ele alınmamıştı. Geçtiğimiz bütçede bunlardan çok istifade ettik.

Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz bütçede, bugün Demokratik Sol Parti adına konuşmasını yapan Sayın Kumcuoğlu ile Sayın Türker de, yine aynı şekilde, bütçenin, bugün yaptıkları gibi, bütçenin sayısal tahlilleri ile bir ekonomiye yön verebilecek değerlerin neler olduğunu isabetle ortaya koydular.

Yine, geçen sene, Anavatan Partisi Grubu adına ilk konuşmayı yapan Sayın Mesut Yılmaz, ilk defa olarak, bu Mecliste, insan haklarını, demokrasi değerlerini ve toplumun kendine özgü değerlere sahip çıkma azmi karşısındaki hiddete hangi şekilde demokratik yoldan yaklaşılarak istenilen sonuçların anlatılabileceğini ortaya koyan bir konuşma yaptı. Faziletten bazı arkadaşlar ayakta bile alkışladılar.

Yine, geçen sene, bütçenin ikinci konuşmasında Partimin sözcüsüydüm. Ben de, aynı şekilde, herhangi bir şekilde bir parti mensubiyeti değil, bir parlamenter mesuliyeti içerisinde bütçe eleştirisinde bulundum. Hiçbir kimseyi, hiçbir arkadaşı, kendilerinin geçmişteki siyaset ihmallerine veya hatalarına ima yoluyla dahi temas eden bir eleştiriyle ayıplama noktasında olmadım; aksine, sizlere, hep birlikte yeni yılların, yeni milenyumun gerektirdiği bir ülkeye ulaşmak için, muhalefet ve iktidar olarak hangi koşullarda bir araya gelebileceğimizin hesabını yapalım, bu muhasebeden birlikte istifade edelim diye davetiye çıkardım. Ama, bu yılki bütçede inanılmaz bir asabiyet görüyorsunuz. Sabahleyin Tansu Hanımın ilk konuşmasıyla başlayan asabiyet, biraz evvel Masum Beyin konuşmasına kadar, sürekli olarak yürüdü, geldi. Şimdi, ben, bu asabiyeti hafifçe teskin edecek bir konuşmayla sözlerimi devam ettirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, geçen sene söylediğimi tekrar ediyorum. Bu kürsüde bir grup sözcüsüyüm; ama, bir parti mensubiyetinde değil, bir parlamenter mesuliyetinde ifade ediyorum. İkisi arasındaki farkı tefrik edecek ehliyette olan değerli arkadaşlarım, bu sözlerimden kendilerine çok özel manalar çıkararak, gruplarına sataşıldığı iddiasıyla Mecliste tekrar bir müzakere açma arzusunu lütfen izhar etmesinler, biraz tahammül göstersinler, biraz sabırla dinlesinler.

Değerli arkadaşlar, Yunan trajedilerinin primadonnaları vardır. O trajedilerin birinci sahnesinde primadonnalar bir felaketi yaratırlar; sonra, ikinci perdesinde, yarattıkları felaketi çareymiş gibi, çözümmüş gibi önerirler. Dolayısıyla, bugünkü yapılan konuşmada, geçtiğimiz bir Yunan trajedisi primadonnasına benzer tarzda felaketlerin hazırlayıcısı, müsebbibi olma noktasından birdenbire sıyrılıp, sadece çarelerin üreticisi melek gibi görünmenin, şurada yapılmakta olan müzakereye hiçbir katkısı yoktur. Tansu Hanımefendinin söylediği çok güzel bir söz var bu sabah; "iyi ürün, bereketli ürün almak, sağlıklı ürün almak istiyorsanız, ülkenizde DNA reformu yapın" diyor. Evet, doğru. Demek ki, ilk DNA reformunu muhalefette yapmamız lazım. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Muhalefetten sağlıklı, iyi ürün alabilmemiz için bir numaralı DNA reformunu orada uygulamamız lazım.

Değerli arkadaşlar, Tansu Hanımefendinin...

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Önce Genel Başkanına konuş.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Bakın, ben dedim size. Yani... Ben size sıçramıyorum. Onun için, bana hiç müdahale etmeyin.

Değerli arkadaşlar, Tansu Hanımın anlattığı güzel bir hikâye var. Temel'in birisi, uçağın pilotu olmuş; kanatlar, kollar vesaire... Gittikçe, sürekli olarak, aman müdahale etmeyin, aman endişe etmeyin, her şey kontrol altında diyormuş. Doğru; ama o uçağı, Temel'den önce Fadime idare ediyordu. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından gülüşmeler, alkışlar) Fadime'nin idare ettiği uçaktı.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Yapmayın efendim, o uçak düşmedi. Uçak salimen yere indi.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Değerli arkadaşlar, muhalefet konuşmalarının talihinde bir makes vardır, bir de makûs vardır. Eğer, iyi bir konuşma yapar, ülkenin menfaatına, geleceğine ilişkin doğru şeyler söyler, iyi önerilerle ülke menfaatına katkıda bulunursanız, o konuşmanın talihi, Mecliste ve millet vicdanında makes bulur; ama, laf ola beri gele, birtakım şeyler söyleyip sadece asabiyet teşhir ederseniz, o konuşmanın talihi makûstur. Bugün, Doğru Yol Partisi Grubunun konuşması, makûs talihli bir konuşmaydı. (ANAP sıralarından alkışlar)

HASAN EKİNCİ (Artvin) - Tam sana yakışan bir konuşma oldu Sayın Yılmaz.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, ileriye sürmek istediğim bir şey var.

Recai Bey konuşmasında, geçen yıl yapmış olduğu konuşmasınada atıfta bulunarak, geçen yılki konuşmayı cümlesi cümlesine aynen tekrar ederek, kendisine has bir siyaset üslubu kullandı. Ben de diyorum ki, bir muhalefet ile bir iktidarın karşılıklı olarak ülkenin yararlarında birleşebilmesi için, ülkenin meselelerini hiçbir siyaset kompleksine kapılmaksızın, gerçekleri göğüsleyecek cesareti göstererek, ondan korkup sırtınızı çevirerek değil, aksine, yüreklenip yüzünüzü dönerek; ideolojik kalıpların dolaplarında dolaşarak, dehlizlerinde dinlenerek değil, aklın ve bilginin ışığında ve meydanında bir vicdan muhasebesi ve bir vatan felsefesiyle değerlendirebilirseniz, iktidarın muhalefete, muhalefetin iktidara isabetle yaklaşması ve birbirlerini sağlık içerisinde yorumlaması mümkün olur. Bunu yapmadığınız takdirde, siyasetimizdeki isabetsizliğin ve karşılıklı eleştiri kısırlığının sonucuna girebilirsiniz. Yeni milenyumun eşiğinde, üzerimizden atmamız gereken ölü toprağı budur.

Değerli arkadaşlar, Atatürk, bize iki şey emanet etti. Bunlardan birincisi bağımsızlığımız, ikincisi devrimlerimiz. Bizim, muhalefet ve iktidar olarak bu topluma karşı, bu ülkeye karşı sorumluluğumuz, cumhuriyetimizi her türlü müdahaleden uzak tutacak ve onu ebediyete kadar payidar kılacak gayretin, ısrarın, özenin ve mesuliyetin içinde olmamızdır. (DSP sıralarından alkışlar) Yetmişyedi yıllık cumhuriyet tarihimiz içerisinde, yetmiş yıla yakın bir demokrasi mücadelemiz var.

Değerli arkadaşlarım, dün, insan hakları günüydü. Ne muhalefet ne de ben gelinceye kadar iktidara mensup olan arkadaşlarımızdan hiçbirisi, insan haklarımızdan ve ülkemizin içinde bulunduğu tartışılabilir demokrasi değerlerinden söz etmedi. Doğrusunu isterseniz, yadırgadığımı da ifade etmeliyim.

Değerli arkadaşlar, demokrasi mücadelemizin bize öğrettiği çok şey var; ama, demokrasimiz, hâlâ istenen rotada değil. Demokrasiye imreniyoruz; ama, sahip olmanın gerektirdiği dürüst cesareti gösteremiyoruz. Söz ustalığıyla mugalatayı karıştırıyoruz. Atatürk, bize demokrasimizin ne olacağını, insan haklarımızın ne olacağını, bundan 67 yıl evvel açıkça belirtti.

Değerli arkadaşlar, bizim demokrasi geleneğimizin temel değerleri, Atatürk'ün yazdırmış olduğu İnkılap Tarihi kitabında yer alır. Ben, gelirken, bu kitabı sizlere getirdim. Bu kitap, cumhuriyetimizin üç güzide siyasetçisine, Atatürk'ün emriyle yazdırılmış bulunan inkılap tarihini ihtiva eder. Üzülerek ifade etmek zorundayım ki, bu kitap, Türkiye Büyük Millet Meclisinin raflarında yok. Elbette ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, cumhuriyetin inkılap tarihini raflarına koymaya tenezzül etmeyecek noktada değildir; ama, bu noktada gösterilmiş olan ihmalin de bir an evvel giderilmesi ve bundan istifade edilebilir hale getirilmesi gerekir. Bu kitap, cumhuriyetin Onuncu Yıl Marşıyla aynı yaştadır; bu kitap, aynı felsefededir. Bu kitap, o felsefe içerisinde değerlendirilecek olan bir demokrasi ve insan hakları silsilesi ve kitlesi içerisinde değerlendirme yapar.

Değerli arkadaşlar, kısaca size arz etmek zorundayım. Bu üç İnkılap Tarihi kitabından bir tanesini Recep Peker yazmıştır. Siyaset tarihimizde, Jandarma Recep diye tanınandır. Bu Jandarma Recep'in arkasından, ikincisi, Boyabatlı Yusuf dediğimiz, Yusuf Kemal Tengirşenk'in yazdığıdır ve üçüncüsü de, Medenî Kanunumuzu getiren Mahmut Esat Bozkurt'un yazmış olduğu İnkılap Tarihidir. Recep Peker'in yazmış olduğu İnkılap Tarihi, Türkiye'deki bütün değerleri Cumhuriyet Halk Partisinin altı oku içerisine almış ve sadece o çerçeve içerisinde düşünmüştür. Devletin meşruiyetini, ilahî ve medenî hayatın insana kazandırdığı güçlü bütün meşru hakların ve özgürlüklerin üzerinde görmüştür. Daha doğrusu, insana meşruiyet tanımayan bir disiplin içerisinde yazmıştır ve tamamı, karanlık bir noktada çizilmiş devlet portresinin gösterdiği hiddettir. Her ne kadar, Yusuf Kemal Bey, altı okun içerisine sıkıştırılmış bulunan bu insan hakları ve demokrasi tariflerini biraz eklektik anlayışla genişletmiş, biraz insanlık tarihinden, biraz ihtilaller tarihinden örnekler vermek suretiyle yumuşatmaya çalışmışsa da, sarahaten ifade edilecek insan hakları ve özgürlüklerini satır aralarının kurnazlığına terk ederek geçiştirmişti. Buna mukabil, Mahmut Esat Bozkurt'un yazmış olduğu İnkılap Tarihi, Michel Zevaco'nun romanları gibidir; alınız okuyunuz, olağanüstü bir güzellik içinde olduğunu göreceksiniz. Atatürk, bunları, üniversitede ders olarak verdirirken, hoparlörü meydanlara koydurmuş ve halkın dinlemesini istemişti.

Değerli arkadaşlar, işte, Türk Milletinin, kendisine ilişkin hak ve özgürlüklerini devletinden istediği ilk meydan hareketi, ilk demokrasi hareketi budur ve bu hareket çerçevesi içerisinde yapılmış olanların tamamı da, bu ülkedeki demokrasi tarihi ve insan hakları tarihi bakımından fevkalade önemlidir. Biz, 1923 yılından beri, bu demokrasi mücadelesini veriyoruz. Biz, bu felsefe temelinde özgürlüğümüzü istiyoruz, bu felsefe temelinde insan haklarımızı savunuyoruz, bu felsefe çerçevesinde Batılılaşma hedefimizi sürdürüyoruz; ama, nedense, bu hedeflerimize bir türlü ulaşamı-yoruz.

Bakınız, bu felsefe, kaynağını, 1923'teki İzmir İktisat Kongresinden aldı. Zaman zaman çok sık kullandığımız ve gerçekten, manasına nüfuz ettiğimizde de isabetini gördüğümüz "Halkın sesi Hakkın sesidir" yani "Halka hizmet Hakka hizmettir" sözünü, ilk defa, Atatürk, İzmir İktisat Kongresinin açılış konuşmasında söylemişti. O gün, Regaip Kandiliydi ve kongreyi yöneten Kazım Karabekir Paşa, ayağa kalktı; Kazım Karabekir Paşa ayağa kalkınca kongrenin bütün delegeleri ayağa kalktılar, halkın sesinin Hakkın sesi olduğunu, halka hizmetin Hakka hizmet olduğunu ifade eden Atatürk'ü ayakta karşıladılar, ayakta alkışladılar.

Arkadaşlar, bu cümle, sıradan bir şey değildir ve 77 yıldan beri de cumhuriyetimizin amentüsüdür. 1946'da, Dörtlü Takrir verildiği zaman, Celal Bayar'ın kürsüde söylediği şey budur. 1951 bütçesinde, Menderes, kürsüye çıkıp  "bütün mesele, halkın çıkarları uğruna düşen bir iktidar olarak demokrasiyi gerçekleştirme mesuliyetimizi yerine getirmek, sadece iktidar olarak bize ait bir sorumluluk değildir. Muhalefet, elindeki bütün imkân ve fırsatları bunun gerçekleşmesi için kullanmak zorundadır. Zira, halka yapılan hizmet Hak'ka yapılan hizmettir" demiş idi. Aynı şekilde, 1983 yılında, rahmetli Turgut Özal'ın kürsülere çıkıp da, demokrasinin, insan haklarının, özgürlüğü halka hizmetin Hak'ka hizmet olduğu anlayışında toplandığını anlatışındaki o gürlük, o iddia, o cesaret, o basiret, yine, aynı anlayışın örneğini vermekti. Bugün bu iddia var mı? Bugün, bunu, bu şekilde iddia edebilecek durumda mıyız? Ellerimizi vicdanımıza koyarsak diyeceğiz ki "hayır."

Değerli arkadaşlar, bir noktayı hiçbir şekilde zihnimizden uzaklaştırmayalım; adalet, ancak özgür insanın erdemidir. Özgür olmayan bir insan hodkâm devlet anlayışı karşısında, vazgeçilmez özgürlüklerine, insan haklarına, insan onuruna yaraşan seviyeye ulaşamaz ve ona kavuşturma imkânı da bulunmaz.

O halde, eğer, insanımızı, hakikaten, hodkâm devlet ya da bencil devlet, jakoben devlet radikalizmi karşısında vazgeçilmez özgürlüklerine, insan haklarına, insan onuruna kavuşturamazsanız, halka hizmet etmenin Hak'ka hizmet etmek olduğunu iddia edemezsini, çağdaş uygarlığın dinamiği olan ferdiyetçiliği kavrayamamış olursunuz. Ve 1923'teki felsefesiyle söylüyorum Atatürk'ün; devleti tebcil edelim derken milleti terzil edemezsiniz, milleti tenkil edemezsiniz.

Yüzyirmibeş yıllık Parlamento geleneğimizin anayasalarına bakınız. 2000 yılında, aşağı yukarı yüzyirmibeş yıllık bir geleneği tartışıyoruz. 1876 Anayasamızı, değerli arkadaşlar, o dönemin hürriyet kahramanlarına yazdırdık, Ziya Paşaya yazdırdık, Mithat Paşaya yazdırdık, Namık Kemal'e yazdırdık; fakat, bu hürriyet kahramanlarının hiçbirisi Abdülhamit istibdatı karşısında insan haklarını, özgürlüklerini anayasaya koyabilecek cesareti gösteremediler; yine, aynı şekilde, 1909'da, yani İkinci Meşrutiyet İhtilalini gerçekleştiren kadro da yapamadı. O tarihin hürriyet kahramanlarını hatırlayınız; Resneli Niyazi, Ohrili Eyüp Sabri, Cemal Paşa, Talat Paşa, Enver Paşa... Bunlar da, tavzihen tadil ettikleri meşhur Anayasaya, hiçbir şekilde, insan haklarından, özgürlüklerden ve demokrasiden söz edebilecek tek kelimeyi yerleştirebilecek ya idraki gösteremediler ya cesareti gösteremediler. Dolayısıyladır ki, biz, herhangi bir şekilde, geçmişimizde, bugün sıkıntısını çektiğimiz demokrasi ve insan hakları mücadelesine sığınıp tutabileceğimiz örneğe sahip değiliz.

Garip bir ironiye de temas etmeliyim: 1950 senesinde, demokrasiyi ülkeye getirme iddiasıyla, üç kez üst üste, anayasayı değiştirebilecek kahir ekseriyetle iktidara gelen Demokrat Parti de, 1924 Anayasasına, herhangi bir şekilde, insan haklarından ve demokrasiden söz edebilecek eklemede bulunmadı. Bugün, hiç kimse, 1924 Anayasasının ne dibacesinde ne maddesinde ne de herhangi bir şekilde gerekçesinde "demokrasi ve demokrat" laflarını bulamaz ve garip bir ironiye tekrar işaret etmek zorundayım ki, Demokrat Parti iktidarını düşüren ve dolayısıyla demokrasiyi inkıtaa uğrattığı söylenen 27 Mayıs İhtilalinin getirdiği Anayasadır ki, demokrasiyi ve demokratlığı, insan haklarını tarif etmiştir. Bugün, işte, müzakeresini yapıp, hâlâ, seviyesine ulaşmak için peşini kovaladığımız tarifler, o Anayasanın tarifleridir.

Değerli arkadaşlar, bütün bunların hemen arkasından, zannedildiği gibi de, ülkede istenilen seviyede rahatlıklara kavuşmak da mümkün olmamıştır.

Bakınız, yüzyirmibeş yıllık anayasa geleneğimizin içerisinde, halkına, demokrasiden, insan haklarından, insan haysiyetinden, özgürlüklerden söz etme fırsatı tanımayanların tamamı, bütün bu  mücadeleleri boyunca “devleti kurtarmak, milleti kurtarmaktır” deyip gelmişlerdir; ama yüzyirmibeş yıldan beri de, milleti kurtarmadan devleti kurtarmanın mümkün olmadığının da farkına varamamışlardır. Çünkü, çağdaş uygarlık düzeyine bireyin hak ve özgürlüklerinin iradesinin bütünleştiği noktada ancak hür ve haklarına sahip bir millet meydana gelebilir ve ancak o milletin iradesiyle, meclis hür olarak hakların ve özgürlüklerin verilmesinin mücadelesini yapabilir.

Cumhuriyet tarihimizden geriye doğru gidip de, tetkik ettiğiniz zaman, hiç şüpheniz olmasın ki, şu gün münakaşa ettiğimiz konuların ellide 1’inin, yüzde 1’inin dahi münakaşa edilmediğini göreceksiniz. 2001 yılının bütçesini görüştüğümüz şu 2000 yılının sonunda, bizim, hürriyetler, haklar, insan onuru, demokrasi ve ona ilişkin bütün müesselerin müzakeresinde gösterdiğimiz cesaret, gösterdiğimiz isabet, kabiliyet ve değer kazandırıcı üstünlüklerimizin binde 1’ine bile rastlamanız mümkün değil. O itibarla, bu Meclis olarak, bu mücadeleyi vermekten onur duyduğunuzu bilmelisiniz; hepimiz birbirimizden onur duymalıyız bu mücadeleyi verdiğimiz için.

Değerli arkadaşlar, bakınız, kendimle ilgili bir itirafta bulunarak sözlerimi sürdüreyim. Ben , cumhuriyetin yetiştirdiği bir öğretmen annenin ve yine cumhuriyetin yetiştirmiş olduğu bir hukukçu babanın çocuğuyum. Açıkça söylüyorum, sapına kadar cumhuriyetçiyim, sapına kadar Atatürkçüyüm; babamdan aldığım miras bu, evladıma bırakacağım mirasım da bu; ama, cumhuriyetin kendine has hususiyetlerini, bir tahlil diyalektiğinin isabeti çerçevesinde tespitleri de görmezlikten gelemem, onları da size anlatmak zorundayım.

Cumhuriyetimizin kuruluş hedefleri içerisinde muhalefete yer yoktu. 1924 senesinin sonunda Terakkiperver Fırkayı kurduk, beş ay sonra kapattık; 1930’da Serbest Fırkayı kurduk, üç ay sonra kapattık.

Değerli arkadaşlar, bütün bunların yapılışındaki temel hedef, demin size anlattığım “jandarma Recep Peker’in inkılâp tarihi dersinde anlattığı devlet anlayışıydı. Bireyine hiçbir şekilde hak tanımayan bir devlet tarifiyle, artık, yeni milenyumda Türkiye'yi götürebileceğimiz hiçbir yer yoktur. Bugün birlikte mesuliyetini yüklenerek bir an evvel bu işleri yapmamızın sebebi de, yeni bir demokrasi sentezi ve kritiği içinde olmamız gerekir.

Demokrasi sentezimizin içerisinde bugün sahip olduklarımızla belki iftihar ediyoruz; ama, bunların hiçbirisini biz kendiliğimizden getirip yapmadık değerli arkadaşlar. Nasıl ki, 1839 Tanzimat, 1856 Islahat, 1875 Adalet Fermanları sırasında, Batı, bize, nelerin bulunması lazım geldiğini "ekonomik ve sosyal reform" adı altında kabul ettirdiyse, bizim de demokrasiden söz etmemiz, bizim de cumhuriyetimiz içinde muhalefete yer vermemiz, insan haklarından, özgürlüklerden, haysiyetten ve demokrasiden söz etmemiz, yine, Batı'nın, bize 1944 yılında yapmış olduğu "Birleşmiş Milletler Anayasasına imza koy" diktesinin sonucunda geldi. Keşke biz, Batı'nın bizden sosyal ve ekonomik reformlar çerçevesinde istediklerini yerine getirmek yerine, şu millî iradenin hakikî manasına nüfuz etmiş olarak millet hakkını kendiliğinden teslim eden mesuliyeti yüklenebilseydik. O zaman bu münakaşalarımız, bu seviyesizliğe inmez, bu münakaşa düzeyinde asabiyet davet etmezdi.

Değerli arkadaşlar, bakınız, tabiat insanda iki tane önemli şuur oluşturur; bu iki şuurdan birinin adı adalet şuuru, diğerinin adı tarih şuurudur. Adalet şuuru, bizde, insanda olgunlaşarak, bizi imanımıza, Allahımıza götürür, tarih şuuru da bizi, yine bizde olgunlaşarak vatan sevgisine ve milliyetçilik yüceliğine ulaştırır. İşte bu ikisinin terkip ettiği noktada hür ülkelerin demokrasileri, insan hakları, neşvünema bulabilir. Adalet duygusundan, adalet şuurundan ulaştığımız ilahî teslimiyetteki idrakimiz, yine tarih şuuruyla ulaştığımız milliyetçiliğimizdeki üstünlüğümüzü meydana getirdiğimiz terkip, o terkip içinde yurttaşa her türlü hakkı teslim etmek mecburiyetini verir. Ancak bu terkip içerisinde bir demokratik ortam elde edebilirseniz, insanlarınız, fikri hür, vicdanı hür, haysiyetli fikir sahibi insanlar olabilir ve ancak o şartlarda, bu hürriyetlere layık olabilir; ancak o şartlarda, devlet, vatandaşına bu hürriyeti sağlamış olmaktan ötürü de övünebilir. Buna "demokrasinin izanı" diyoruz. Eğer, demokrasiyi, biraz evvel tarif ettiğim ölçekte idrak etmez ve şimdi açıklamasını yaptığım demokrasi izanıyla birleştirmezsek, devlette zaaf meydana gelir ve devletteki bu zaafın bulunduğu yerde de, vatandaşa verilen şey, artık, hizmet değil, olsa olsa eziyettir. Vatandaşımızı bundan kurtarmak, bundan kesinlikle uzak tutmak durumundayız.

Elbet vatandaşımıza her türlü hak ve özgürlüğü tanıyacağız, vatandaşımızın hak ve özgürlüklerini serbestçe kullanmasının fırsatlarını, imkânlarını da hazırlayacağız; ama, bir gerçeğin altını da önemle çizeceğiz; hiç kimse, ama hiç kimse, ülkenin bölünmez bütünlüğüne ve demokratik sistemin ilkelerine karşı alt kimlik, etnisite, mezhep esasına dayalı bir talep dayatması da yapamaz. (ANAP, MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Demokrasinin bireyci değerleri, insanların talep niteliklerine göre ayırmaz; ayrım yapmaz ve hepsini, insan onurunun en üst düzeyinde yurttaş olarak kabul eder, yurttaşının bu özelliklerini de tarihî ve kültürel varlığı ve sıfatıyla da saygıdeğer bulur.

Değerli arkadaşlar, içerisinde bulunduğumuz ayın ulvî manasına da uygun olarak bir açıklama yapmak istiyorum: İnsan haklarının yerine getirilmesinde izafe ettiğimiz değerler, kime izafe ediyorsak, ona yakıştırdığımızı zannettiğimiz bir kurnazlıkla, döner dolaşır, hepimizi vuran noktaya gelir. Bunlardan bir tanesi "liberaldir, ateisttir, Allahsızdır" dediğimiz şey; ötekisi dönüp "mürtecidir" dediğimiz şey.

Değerli arkadaşlar, bir küçük hatırayı da sizlere anlatmak isterim. Bizim siyaset tarihimizde "mürteci" kelimesi ilk defa, Millî Mücadelemizin büyük kahramanı, İstiklal Harbimizin Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi, yani Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak hakkında söylendi. 1947 senesinde emekli olduğu zaman siyasete katılmak istemiş, Demokrat Parti saflarına geçmişti. Bayar'ın önerisiyle halkla temas etmek üzere görevlendirildi ve Anadolu'ya gitti. Anadolu'ya gittiği zaman halk kendisinin etrafında toplanıyordu, gelip elini öpüyorlardı. Bu, çok doğal bir şeydi; çünkü, Mareşal, kendilerinin Millî Mücadelede Başkomutanıydı ve ona, gidip "baba" diyorlardı. Mareşal Çakmak da, o delikanlılara, o yiğit delikanlılara "evlatlarım" diye hitap ediyordu.

Değerli arkadaşlar, Mareşal Çakmak, kendisini ziyarete gelen eski askerlerine "evlatlarım" dediği için, mutaassıp ilan edildi. Daha sonra da, kızının bir kadir günü kabrine gidip Fatiha okuduğu için, mürteci olarak anıldı. Daha sonra da "bu insanlar aç, bunlara ekmek veriniz" dediği için, komünist ilan edildi. "İnsanlar hür doğar, hürlüklerini bunlara mutlak suretle vermemiz gerekir" dediği için de liberal ateist ilan edildi. (ANAP sıralarından alkışlar) İşte, bir sistemin içerisinde değerlerin nasıl aşağılandığını bu şekilde görebilirsiniz. Dolayısıyla, kimlere, nasıl hitap ederken, hangi sıfatı izafe ederken, hangi mesuliyetle karşımıza çıkabileceğini önceden kestirir, ona göre davranmazsanız, toplumda insanlara tanıdığınızı söylediğiniz haklar ve özgürlüklere gerçek anlamda sahip çıkmalarının imkân ve fırsatlarını vermezsiniz.

1950 döneminin ilk başlarında, hatırlayacaksınız, Demokrat Parti müsamahalarıyla yepyeni bir tarif gelmişti; onun adı mütemeddin ve mütedeyyindi. Mütemeddin, bugünkü Türkçesiyle söylüyorum, çağdaş uygarlığa mensup demek; mütedeyyinin zaten ne demek olduğunu biliyorsunuz. Demokrat Partinin getirdiği "mütemeddin ve mütedeyyin yurttaş" deyimi, çağdaş uygarlığın değerlerini bilen ve onun idrakinde olan, imanlı, inançlı insan demekti.

O tarihte, imanlı, inançlı, mütemeddin ve mütedeyyin yurttaş ile mürteciyi ayırabilen bir kabiliyet teşekkül etmişti, bir siyasî kabiliyet vardı. Bugün, bu değerlerin çoğunu kaybettik ve bu değerleri kaybetmiş olmaktan ötürü de, bu kürsülerde veya bu kürsülere istikamet verebilecek başka zeminlerde kavramları tartışırken, içeriklerinin dışında çok daha ağır manalar yükleyerek, birbirimizi suçlar hale geldik. Böylesine bir suçlama zemininin içerisinde, hiç kimse, insan haklarından, insan haysiyetinden, demokrasi tariflerinden cesaretle ve rahatlıkla söz edemez. İlk defa olarak elde etmemiz gereken husus da, şu kullandığımız kelimelere hangi manaları yüklediğimizin ortak değerini oluşturmak olacaktır.

Değerli arkadaşlar, bir miktar da, Avrupa Birliğiyle ilgili olarak sizlere görüşlerimi anlatmam lazım. Gerek muhalefet mensupları gerekse iktidara mensup arkadaşlarımız, Avrupa Birliğiyle ilgili olarak karşılaştığımız durum konusunda yeteri kadar bilgiler sunma fırsatını bulamadılar.

Avrupa Birliğine gidişimizde, önümüze çok sayıda engel çıkarılıyor. Bu engellerin hepsini görüyoruz; ama, teenniyle hareket ederek, nihaî hedefimiz olan Avrupa Birliğine ulaşmamız için gereken gayreti gösteriyoruz.

Değerli arkadaşlar, zaman zaman, Avrupa Birliğinin bir Hıristiyan kulübü olduğunu ve Müslüman Türkiye'ye karşı sırf bu gerekçeyle herhangi bir şekilde kabule yanaşmama direnişi gösterdiğini anlatıyoruz.

Değerli arkadaşlar, Avrupa'nın bize karşı takındığı tavır, Müslüman kimliğimizden değil, Türk kimliğimizle ilgilidir. (ANAP ve MHP sıralarından alkışlar) Avrupa Birliği zeminlerinde ve kürsülerinde bugün tartışılan ve kendileri için göz korkutucu olan kimlik, yine Türk kimliğimizdir.

Avrupalı iki olayı hazmedememiştir. Birincisi, 1453 İstanbul'un fethidir; çünkü, İstanbul'un fethiyle birlikte, Fatih, yepyeni bir çağı açmış, artık Avrupa'nın o geleneksel, o kırılması imkânsız zannedilen dengelerini bozmuş, hem iktisadında hem sosyolojisinde hem teolojisinde İstanbul'un direnç noktası olmasını ellerinden almıştır. İkinci olarak affedemedikleri husus, Birinci Dünya Savaşında İstanbul'u işgal edip "tekrar aldık, tekrar aynı dünyayı yaşatıyoruz diyeceklerini zannettiği yerde, Atatürk'ün "geldikleri gibi gideceklerdir" deyip, hatırlatması ve arkasından da hakikaten geldikleri gibi kovulup gitmeleridir. Bu iki olayı hazmedemedikleri müddetçe, Türklere karşı olan tavırlarından kaynaklanır.

Bakınız Avrupa'nın tarihine, Avrupa'nın sosyolojisine, felsefesine, edebiyatına, hatta tıbbına, hatta matematiğine, sürekli olarak Türkleri tezyif etmeyi kendilerini yükseltmenin aracı telakki eden nice şöhretli adamlar yetiştirmişlerdir. Martin Luther'e bakınız, Bacon'a bakınız, Auquste Comte'a bakınız, Katerina'ya bakınız, Churchill'e bakınız, Lloyd George'a bakınız, Clemenceau'ya bakınız; bunların hepsi, Türk kimliğimizin korkusu içerisinde hareket etmişlerdir ve hiç şüpheniz olmasın ki, Avrupa'da da, Avrupa Birliği içerisinde de, bu korku hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir.

Bize karşı takınılmış olan tavra karşı, biz de dönüp, duygusal tepkiler koymak suretiyle herhangi bir sonuca ulaşma imkânını bulabilir miyiz; hayır, bulamayız. Dolayısıyla, bizim duygusal tepkilerimize karşı, belki, bir iki müsamaha cümlesiyle kolaylık getirdikleri izlenimi veren davranış türlerini gösterebilirler; ama, eğer, kendilerini ikna edebilecek ekonomik, sosyal ve kültürel değer yargılarınızın emniyetiyle ikna etmezseniz, bu duygusal tepkilerinizin çok fazla itibar görmesi ve buna göre size yakın tavırlar takınılması mümkün değildir.

Avrupa'da Helsinki Zirvesi sonrasında, ileriye dönük bir politika çerçevesini belirledik; ama, şartlar birdenbire değişti. Ortaya çıkan yeni manzara karşısında, başta Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit olmak üzere, Sayın Bahçeli, Sayın Yılmaz; yani, hükümeti oluşturan partilerin liderleri, aynı anlayış, aynı disiplin, aynı isabet içerisinde, ileriye sürülen, hatta dikte edildiği izlenimi yaratılan meselelerin hiçbirisinin kabul edilemeyeceğinin, bunların mutlak suretle gözden geçirilmesi gerektiğinin mukabil tavrını koydular; ama, Avrupa Parlamentosunun arkasına saklanmış birtakım ülkeler, birtakım odaklar, Türkiye aleyhinde, bu meseleyi tekrar sürdürmenin anlayışı içerisine girdiler ve yeni bir müzakere noktasına geldik.

Değerli arkadaşlar, itiraf etme noktasındayız ki, herhangi bir şekilde, Avrupa Birliğinin Katılma Ortaklığı Belgesinde, çok üstün düzeyde bir değişiklik sağlayamadık ve bu gerçeği de burada itiraf etmek durumundayız. Dolayısıyla, Türkiye'de, Katılma Ortaklığı Belgesinin, sadece Türkiye'nin önüne konulmuş olmadığını, Kıbrıs olayının, aynı zamanda Güney Kıbrıs yönetiminin önüne konulduğunu; zaman içerisinde, güçlendirilmiş siyasî diyalog ve siyasî kriterler çerçevesinde bu sorunun tartışılması lazım geldiğini; yine, güçlendirilmiş siyasî diyalog ifadesiyle, Türkiye'nin hassasiyetlerinin göz önünde tutulduğunu; ama, siyasî kriterler ibaresi konulmak suretiyle, Yunanistan'ın da iddialarına saygıdeğer davranıldığını kabul etmek zorundayız.

Bugün, Türkiye'de, Türkiye optiğinden baktığımız zaman, Kıbrıs konusuyla müzakereye başlanılmasının önşart olmaktan çıkarılmasındaki ısrarımız, elbette ki, bizim yıllardan beri takip ettiğimiz politikaya sadakatimizi ve bu politika üzerindeki istikrarımızı göstermek açısından da önem taşıyacaktır.

Değerli arkadaşlar, Katılma Ortaklığı Belgesiyle ilgili yarın liderler zirvesi toplanacak ve ulusal program görüşmesi yapılacaktır. Asıl önemli olan nokta, bizim ne yapacağımızı, neleri hangi takvime bağlı olarak gerçekleştireceğimizi ifade edeceğimiz Avrupa Birliğiyle ilgili belgemiz, bu ulusal programdır. Bu, bizim uyum politikalarımızı, uyum programımızı içerecektir. Bununla, hiç şüpheniz olmasın ki, Türkiye, önemli birtakım meselelerini de elde edecektir; ama, bir başka noktayı da mutlak surette hatırlamak durumundayız. Avrupa Birliğine girmenin gerektirdiği doğrultularda gereken her şeyi yapmalıyız; ancak, Türkiye ile Avrupa ve Asya arasında birleşmenin getirdiği o üstün jeopolitik konumu da sadece Avrupa Birliğinin lehine kullandıramayız, Avrupa Birliğinin bizden bu yoldaki talebini de uygun bulamayız. Münhasıran bu birlik içinde olmak kaydıyla, bu jeopolitik konumun hakkını vermiş olmamız gerekiyorsa, tarihî, kültürel ve ekonomik bağlar yönünden çok eski günlere dayanan ilişkilerimiz bulunan Balkanlarla, Kafkasya'yla ve Ortaasya Türk Cumhuriyetleriyle olan ilişkilerimizi de geliştirmemiz ve bu konuda fevkalade duyarlı ve ısrarlı olmamız gerekir.

Değerli arkadaşlar, kısa bir süre önce ciddî bir malî kriz yaşadık. Yaşadığımız malî krizin içerisinde, çok yapışkan, çok sırnaşık ve yüksek bir enflasyon vardı. Bu enflasyonla, piyasanın ahlakı bozulmuştu, malî piyasalar dengelerini kaybetmişti. Böyle bir ortamdan kurtulmanın yolu, istikrar programı gerektiriyordu ve bu hükümet, bu istikrar programını, üç yıllık zaman dilimini içermek suretiyle uygulamaya koydu; birinci yılından olumlu sonuçlar elde ettik, ikinci yılının uygulama programıyla ilgili olarak bütçemize ilişkin değerleri toplantının başında Maliye Bakanımız, ekonomiye ilişkin gelişmelerini de Sayın Masum Türker özetledi.

Yalnız, bu, yirmibeş yıldan beri uzayıp gelen bir politikanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır; sadece bu hükümete mahsus bir ekonomik kriz, bir malî krizdir tanımlaması yapmak insafa sığmaz.

Değerli arkadaşlar, bunun ilk örneklerini, meşhur 39 uncu cumhuriyet hükümeti döneminde gördük. Bu meşhur 39 uncu cumhuriyet hükümeti, bir türlü güvenoyu alamayan Sadi Irmak Hükümetinin arkasından kurulmuş olan hükümetti. O hükümetin başkanı Demirel'di; o hükümetin üç başbakan yardımcısı vardı; bunlardan biri rahmetli Türkeş'ti, biri -hayatta- Sayın Necmettin Erbakan, diğerli de rahmetli Turhan Feyzioğlu idi. Bu hükümet, Türkiye'nin siyaset tarihine "Birinci MC Hükümeti" olarak geçmiştir.

Değerli arkadaşlar, şimdi, hepiniz odalarınıza gidiniz, Sayın Başkanımızın bize tahsis etmiş olduğu kanalları kullanarak İnternetten Türkiye Büyük Millet Meclisinin web sayfasına giriniz, 39 uncu hükümetin programını çıkarınız ve okuyunuz. 39 uncu hükümetin programının, bugün karşılaştığımız sorunların tamamının mesuliyetini yüklemeksizin son derece popülist olmaktan kaynaklanan örneklemeler suretiyle neler yarattığını göreceksiniz.

Üzülerek ifade ediyorum, o günkü politika tercihleri, teknisyen görüşüne itibar etmeyen bencil ve hoyrat bir iktidar anlayışıydı. Güvenoyu alamayan Sadi Irmak hükümetinin hemen akabinde kurulmuş olması nedeniyle de bu hükümet her istediğini yapabileceğini zannediyordu. Ancak, o tarihte teknisyenler, kendisine, karşılaşılması muhtemel tehlikeleri tam 23 yıllık stratejik dönemi içerisinde vermişlerdi. 1973 yılında Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planının 22 yıllık stratejisi hazırlanırken, takip edilecek yol haritası açıkça belirtilmişti, Millî Güvenlik Kurulunda kabul görmüştü ve uygulamak durumundaydı; 39 uncu hükümetle beraber, bu, ilk ihlali yaşadı, o günden bu yana o küçücük kartopu büyüye büyüye, bugün, malî krizi yaratan dev haline geldi.

Afakî bir şey söylemiyorum, o günkü kabinenin içerisinde bugün Parlamentomuzda bulunan üç değerli milletvekilimiz var. Biri, Değerli Ali Şevki Erek arkadaşımız, o zaman, zannederim, Gençlik ve Spor Bakanı idi; ama, ben, çok iyi hatırlıyorum, kendisi Yüksek Planlama Kurulu toplantılarında ulaştırma bakanı bulunmadığı için ona vekâleten içeriye gelmişti ve bütün detaylarıyla bu meseleyi hatırlayacak mükemmel bir hafızaya sahiptir. O zaman, teknisyenler tarafından "eğer bu politika böyle devam edecek olursa, ülke, stratejik dönem aralığı bittiğinde, inanılmaz derecede malî ve ekonomik tehditler altında kalacaktır" diye söylendi. Söyleyenlerden, teknisyenlerden de bugün bu Parlamentonun değerli milletvekilleri var.

Değerli arkadaşlar, işte, biraz evvel dinlediğiniz Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu, Sayın Hikmet Uluğbay ve ben mütevazı Yılmaz Karakoyunlu, o dönemlerde finansman müdürü olarak Devlet Planlama Teşkilatında, karşılaşılması muhtemel bütün tehlikelere işaret etmiş, dikkat çekmiştik; fakat, dediğimiz gibi, hiçbirisi, popülist olmak çaresini üretmek istemediği için, döndüler geldiler. O tarihte -unutmayınız değerli arkadaşlar- bugünkü gibi serbest piyasa ekonomisi de söz konusu değil. Leasing yok, factoring yok, serbest piyasada döviz ticareti yok; bunların hiçbirisi yok. Ola ola iki şey var: 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetinin Korunması Hakkında Kanun ve ona dayalı olarak çıkarılmış 17 sayılı kararname; yani, bir kumanda ekonomisi. Dolayısıyla, disiplinin bozulmasının tarihini çok iyi hatırlayınız ve bugün karşılaşılan malî krizi sadece bu hükümetin suçuymuş gibi göstermeyiniz.

Değerli arkadaşlarım, bir ufak noktaya da işaret etmek zorundayım. Bu kriz sistematiği kendi içerisinde büyüdü büyüdü büyüdü geldi. Geçen sene Sümer Oral kendi bütçesini takdim ederken bu konuyla ilgili çok ayrıntılı açıklamalar verdi. 1974 yılında petrol fiyatlarıyla başlayan mekanizmadan hareket etmek suretiyle, bugüne kadar gelen kısmını anlattı. Geçen sene Sayın Sümer Oral'ın yapmış olduğu bütçeyi takdim konuşmasını okuyunuz, tarihî seyrini ve ekonomik etkilerini en detaylı şekilde elde edebileceksiniz; ama, bugünkü malî krizin içerisine bu anormal faiz mikrobu nasıl girdi; değerli arkadaşlar, bu anormal faiz mikrobu 1994'te 50 nci cumhuriyet hükümetiyle girdi. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin en melez olanı, bu 50 nci cumhuriyet hükümetidir ve 57 yıllık dönem içerisinde bir benzeri de yoktur. Yaklaşık iki yıl sürmüştür ve bu iki yıl içerisinde, ortağı olan partinin kendi içerisindeki ihtilaflar nedeniyle üç defa başbakan yardımcısı değiştirmiş ve tam 63 milletvekili bu kabinede bakan olarak görev yapmıştır. Şimdi o hükümet, 1994'te tavlanmış olan sıkıntılı dönemde mevduata yüzde 100 teminat getirdi. İtiraf ediniz, başka yapabilecek bir şeyi yoktu. Daha sonra gelen hükümetler  -buna Erbakan-Çiller Hükümeti de dahil olmak üzere söylüyorum- bu yüzde 100 garantiyi kaldırmadılar; kaldıramadılar. Kaldırabilirler miydi; hayır kaldıramazlardı; yani, bir gerçeği de, oturunuz, itiraf ediniz; kaldıramazlardı. Neden; çünkü, 1994 tahribi o kadar büyük etkiler yaratmıştı ki, bunu kaldırmaya teşebbüs ettiğiniz anda, piyasadan  olağanüstü çekilmeler tehdidi söz konusu oluyordu ve hükümetler bunu kaldıramadılar.

Şimdi, elinizi vicdanınıza koyup, tarafsızlık içerisinde hadiseyi birlikte mütalaa edeceksiniz. Sürekli olarak "siz, yüzde 100 garanti getirdiniz" tarzında bir eleştiriyle karşı tarafı mahkûm etmekte isabet yoktur. O tarafın da, dönüp "siz de yüzde 100, bunu niye kaldırmadınız" eleştirisiyle bu tarafı tahrip etmeye yönelmesi de isabetli değildir. Bu, ortak bir sorumluluktur. Fakat, garip olan nokta şudur ki, ekonomiyi bu hallere düşürenlerin hepsi, tartışmasız -1975'ten yana olan bu hükümetlerin hepsi- kendisini tertemiz ve günahsız sayıp, bir kenara çekilerek, bütün kabahati diğerlerinin üzerine yıkıyor.

Değerli arkadaşlar, ekonomiyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak için, malî piyasaların gerçekten taşıdığı öneme uygun disiplinleri getirmek lazım. Bununla ilgili, çok önemli fırsatları kaçırdık; ama, bugün, gerekli müdahaleyi yapmanın zamanıdır ve bunu yerine getirmek için de, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulunu kurduk. Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu, hemen meselelere müdahale etti. Ancak, bir noktaya da işaret etmek durumundayım ve bir noktaya da dikkatlerinizi çekmek ihtiyacındayım; malî sektörde gözetim ve denetim yapmak, sadece, suç ve suçlu aramak veya göz korkutmak değildir. Dolayısıyla, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulunun görevi, sadece bu işin peşinde koşmak, karakolluğunu yapmak değil, gerekli olan düzenlemeyi bir an evvel yerine getirmektir. Ancak, itiraf etmek zorundayım ki, görünen manzaradan hareketle baktığınız takdirde, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulunun, böyle bir hazırlık içinde olmadığı izlenimi vardır.

Değerli arkadaşlar, Tasarruf Fonuna ilişkin birtakım Hazine kaynaklarının paymal edildiğine ilişkin iddialara, Masum Türker arkadaşımız, gayet detaylı bir şekilde açıklama yaptı; ama, unutmayınız ki, her malî krizin arkasından, fevkalade dikkatle izlenmesi lazımgelen bir makroekonomik etkinlik ve tehlike vardır. Bugüne kadar, hiçbir muhalefet mensubunun bu noktaya temas etmemiş olmasını da, doğrusunu isterseniz, isabetli bir muhalefet anlayışı ve gerçeği olarak görmüyorum.

Değerli arkadaşlar, bir başka konu da, şu anda hazırlığı yapıldığı söylenen iş güvencesi yasa tasarısıdır. Burası, sosyal güvenlikle ilişkili olarak, çok önemli kararlar çıkardı. Hatırlayacaksınız, geçen sene, burada, işsizlik sigortasına ilişkin olarak, yasa tasarısının üzerinde tartışmalar yaptık ve iş hayatının düzenlenmesinde önemli olan kanunların bir an evvel getirilmesi gerektiğinde, ortak karar isabeti gösterdik.

Biz, 1865 yılından beri, sosyal güvenlik işleriyle meşgul oluruz. İlk defa olarak, Ereğli'deki maden işçilerinin, fitreyle, zekâtla geçinemeyecekleri görüldüğünden, kendilerine sosyal güvenlik haklarının tanınması için, bir Dilaver Paşa kararnamesi çıkarılmıştı. Ta, o Dilaver Paşa kararnamesinden bugüne kadar, aynı mantığı bir türlü değiştirmedik. Orada da, işçi haklarını yerine getirelim derken, işveren dünyasının rekabetçi etkinliğini hiç dikkate almadık. Bugün, böyle bir tehlikeyle karşı karşıyayız. İş dünyası, iş güvencesiyle hangi zorlukların içerisine girecektir; bunu, eğer, iyice tespit etmez ve bu tespit ettiklerimizin haklarını teslim edecek şekilde iş güvencesi yasasını getirmezsek, ekonomide, dışa yönelik olarak rekabet gücünü kaybetmiş bir endüstriyle karşı karşıya kalırız; o malî krizden çok daha tehlikeli bir kriz yaratabilir.

Değerli arkadaşlarım, yeni istikrar programının başarılı olacağına hiç şüphem yoktur; ancak, bir küçük hatırlatma yapmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, iktisat ilminin doruk isimlerinden Stuart Mille diyor ki : "Sayılarla kuşatılmış bir zihnin sahibi, hiçbir zaman, bu kuşatmayı, sayıları kullanarak kıramaz. Çünkü, evrenin sayıları zihnimizin sayılarını ezecek kadar çok ve zalimdir. Bu kuşatmadan, ancak, zihnimizi olgunlaştıran kültür, sanat ve bilimle kurtulabiliriz."

Değerli arkadaşlarım, biraz da size, son 5 dakikamda, bu bütçenin ahlakından söz etmek istiyorum.

Bütçeler sadece sayısal dengelerden ibaret değildir. Aksi halde bazıları gibi, düştüğü arşivlerde, farelercesine, sayılar sisteminden, gelir birtakım şeyleri anlatabilir. Hatta kendiniz, birdenbire,  Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurulunda değil, sıradan bir ilçenin belediyesindeki iktisat müdürlüğünde, köşe başındaki hale fiyat tanzim ediyormuş gibi fiyat listeleri de söyleyebilirsiniz, alkış da alabilirsiniz, itibar da görebilirsiniz; ama, bir bütçenin ahlakı içerisinde, sayılar sisteminin dışında taşıması gerekli olan önemlere işaretten uzak kalırsınız.

Değerli arkadaşlar, bütçelerin ahlakı dediğimiz bu ruhu, bu maneviyatı kavrayamazsanız, ülkenin geleceğini teminat altına alacak, halkın olgunlaştırılması, eğitimi ve kültürü için gerekli davranışı da gösteremezsiniz. Türkiye'de, küreselleşen dünyada en önemli unsurlarımızdan birisi budur.

Sayın Recai Kutan, sabahki konuşmasında bütçelerden bazı örnekler vermişti. Dedi ki : "Bütün millî eğitimle ilgili olan bütçeleriniz topu topu 65 günlük faiz karşılığıdır; Sağlık Bakanlığınızla ilgili olanı iki aylıktır."

Değerli arkadaşlar, evet, dedikleri doğru; ama, 54 üncü hükümet, yani Necmettin Erbakan'ın Başbakan olduğu, Tansu Hanımefendinin de iştirakçisi bulunduğu 54 üncü hükümette de aynı ilişkiler vardı.

AHMET DERİN (Kütahya) - Hayır.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Hayır, aynı ilişkiler vardı; işte, gider sorarsınız.

Değerli arkadaşlar, Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi 60, Sağlık Bakanlığının bütçesi 23, Kültür Bakanlığının bütçesi 3, Diyanet bütçesi 5 günlüktü. Rakamlar burada. (DSP sıralarından alkışlar, FP sıralarından gürültüler)

AHMET DERİN (Kütahya) - Geç onları!..

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Dolayısıyla, sistemin içerisinde, bütçenin manevî değerlerine, bütçenin ahlakî değerlerine temas ederken sayılar sisteminden kendimizi çıkaralım, daha yüksek düzeyde düşünebilen insanlar olduğumuzu ortaya koyalım.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bir küçük noktaya işaret etmek istiyorum. Yıl 1785, daha Fransız İhtilali yok; İngiltere'de, kral ve saraya mensup olanlar, astığı astık kestiği kestik, istediği her şeyi yapabilmektedir. Halkın bilgi alabileceği tek kaynak vardır, yayımlanan Times Gazetesi. Herhangi bir şekilde Times Gazetesini kapatabilecek hukukî yetkilerle donanmamış olduklarını fark eden saray ve kral, halkın bilgi edinmesini engellemek için Times Gazetesine yüzde 25 oranında KDV uygular; buna rağmen, halk, yüzde 25 farkı ödeyerek Times Gazetesini alır; çünkü, ülkede nelerin olup bittiğini öğrenmek ihtiyacındadır. Yıl şimdi 2000, aradan 215 yıl geçmiştir; değerli arkadaşlar, hiçbir farklılık yoktur, bugün aynı mantığı uyguluyoruz. Bugün gidiniz, bilgisayarınızı açınız, bilgi almak için internette herhangi bir sayfaya girmek üzere bilgisayarınızın düğmesine basınız, o andan itibaren telefon fiyatına yüzde 25 KDV ödüyorsunuz.

Biraz evvel Sayın Bakan burada konuşurken yepyeni bir kavram getirdi; döndüm, konuşmasının metnine baktım, tırnak içine almış "bilmek hakkı" diyor; eğer, yurttaşınızın bilmek hakkını, bundan 215 sene evvel, İngiltere'de, kralın, gazetelere uyguladığı gibi yüksek vergi uygulamak suretiyle engelleyecekseniz "benim ülkemin insanlarının yüzde 25'i 14 yaşın altındadır, benim insanlarımın yüzde 50'si 30 yaşın altındadır; ey Avrupa, kork benden" iddiasını söylemeye hakkınız olamaz. Maliyenin bu üslubunu fevkalade kınadığımı ifade etmek istiyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, son cümlem. Bundan iki gün evvel, allem ettik kallem ettik, bir af kanunu çıkardık. İçinize sindi mi sinmedi mi bilmiyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Şimdi, diyorum ki, biriniz de çıkın, beni ekran başında dinleyen Türk kadını, siz düşün bu işin peşine ya da Tansu Hanım siz düşün, Sevgi Hanım siz düşün, Ayfer Hanım siz düşün, kendisi yok ama, Meral Hanım siz düşün, yok ama, Oya Hanım siz düşün, Nazlı Hanım siz düşün...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla)- ...yok ama, Nesrin Hanım, Işılay Hanım yine söylüyorum buradan, Nesrin Hanım, Melek Hanım, siz düşün. On tane isim saydım.

BAŞKAN - Sayın Karakoyunlu, sizden öncekiler gibi, sizin de konuşmanızı zevkle dinledik, dinliyorduk; ama, süreniz bitti. Size toparlamanız için eksüre veriyorum efendim.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, 12 tane de değerli kadın milletvekilimiz DSP'de var. Değerli arkadaşlarım, gelin bu 22 güzide kadın milletvekili arkadaşımız...

BAŞKAN - Bir dakika, Sayın Karakoyunlu, cihazın azizliğine uğradık, bir dakika efendim.. Cihaz çalışmıyor efendim...

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Bu konuda benim sesim gürdür, müsaade edin, arkadaşlar beni takip eder.

Değerli 22 kadın milletvekilimiz, gelin, bu işin peşine siz düşün. Tam üç seneden beri bekleyen Medeni Kanunun çıkarılması için bir baskı kurun. Siz gösteriniz bu baskıyı. Sizin haysiyetiniz, sizin cesaretinizle hemcinslerinizden daha aşağıda olmadığınızı gösterin.

Hepinize saygılar sunar, bütçenin memleketimize, milletimize  hayırlı olmasını dilerim. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Karakoyunlu'ya teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, genelde olan bir arızadan dolayı cihazımız çalışmıyor. Bu  nedenle, birleşime 5 dakika ara veriyorum efendim.

 

Kapanma Saati: 20.09


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 20.18

BAŞKAN : Ömer İZGİ

KÂTİP ÜYELER :Mehmet BATUK (Kocaeli), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/764) (S.Sayısı:552) (Devam)

2.- 1999 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/740, 3/642) ( S.Sayısı: 554) (Devam)

3.- 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/765) (S.Sayısı:553) (Devam)

4.- 1999 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/741, 3/643) (S.Sayısı: 555) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerinde.

Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, söz sırası, lehte olmak üzere, şahsı adına söz isteyen Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün'e aittir.

Buyurun Sayın Özgün. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi hürmetle selamlıyorum. Görüşmekte olduğumuz 2001 yılı bütçesinin hayırlı olmasını sözlerimin başında temenni ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Meclise arz edilmiş, sunulmuş bulunan 2001 yılı bütçesi üzerinde acaba lehte neler söyleyebilirim, bu bütçenin olumlu tarafları var mıdır diye birkaç günden beri bütçe üzerinde inceleme yapıyorum ve bugün Sayın Maliye Bakanımızın da sunuş konuşmasında ifade ettiği gibi, bir-iki hususa değinmek istiyorum.

Sayın bakan, bugünkü konuşmasında şöyle söylediler: “Faiz ödemelerinin gayri safi millî hâsılaya oranı 2000 yılındaki yüzde 17 seviyesinden yüzde 11'e; bütçe büyüklüğü içindeki payı da, yüzde 45'ten yüzde 34’e inecektir."

Şimdi, 2001 yılı için öngörülmüş olan bu rakamlar, elbette önemsenmesi gereken ve olumlu ifadeleri içermektedir. Gönül arzu ediyor ki, 2001 yılı bütçesinde, bütçe büyüklüğü içindeki faiz ödemelerinin payı, burada ifade edildiği gibi, yüzde 45'ten yüzde 34'e insin. Buna, tabiî ki, yürekten katılıyorum; ama, 2000 yılındaki ve ondan önceki senelerde bütçe içerisindeki faiz yükünün hangi mertebede olduğunu düşünürsek, hangi oranlarda gerçekleşmiş olduğuna bir bakarsak, bu nispette bir düşüşün 2001 yılı içerisinde gerçekleşebileceğine inanmak gerçekten çok zor.

Yine, bu bütçe üzerindeki gördüğüm bir husus da, 2000 yılı içerisinde gerçekten, hükümet, iyi  vergi toplamış, koyduğu hedefe ulaşmış, özellikle, katmerli ek vergilerle milleti ezerek, vergi hedefine ulaşmış bulunmaktadır.  Bu, hükümet açısından sevinilecek bir durumdur; çünkü, 2000 bütçesine hedeflediği noktaya vergi toplama açısından gelmiş; ama, milletimiz açısından durum hiç de öyle değildir. Vergi toplama bakımından gerçekten bu hükümetin üzerine başka bir hükümet bugüne kadar görülmedi. Gerçekten sağanak gibi yağan vergilerle milletimiz perişan oldu; ama, hükümet, yaptığı konuşmalarla bununla övünüyor "çok vergi topladık, hedefimize ulaştık" diyor; ama, bir de gelin görün, millete bir sorun, milletin hali nedir, bu vergileri nasıl ödemiştir, nerelerden kısmıştır; yediği iki ekmeği bire indirmek suretiyle bunu yapabilmiştir. O bakımdan, bu başarınızdan dolayı, vergi toplamadaki bu ustalığınızdan dolayı, ben, burada, size teşekkür edemeyeceğim, kusuruma bakmayın; çünkü, bu yapılan, milletin yaptığı bu fedakârlıkları, ne yazık ki, son günlerde yaşadığımız ekonomik krizle boşa çıkardınız.

Son krizle, ülke, en az on yıl geriye gitmiştir. Bu son krizin faturası, millete 10 milyar dolar olmuştur. Şimdi, IMF’den bu aldığınız veya alacağınız, kısa vadeli krediyi nasıl o süre içerisinde - 18 ay sonra - geri döndüreceksiniz? Üretim yokken, istihdam daralmışken, piyasa büyük bir talep sıkıntısı içerisindeyken, siz, bu milletten nasıl vergi toplayacaksınız da, bu aldığınız kısa vadeli IMF kredisini nasıl geriye çevireceksiniz; gerçekten izaha muhtaç. Sayın Bakanın buraya çıkıp, bu konulara mutlaka açıklık getirmesi lazım. Çünkü, gerçekten, bugün, tarım, hayvancılık ve sanayi üretimi çok sıkıntılı bir noktadadır. Üreten değil, tüketen ve ithal eden bir ekonomik yapı bugün orta yere çıkmış bulunmaktadır.

Ülke insanı, zor ekonomik şartlara rağmen, her zamankinden daha fazla vergi ödeyerek bugünlere gelmiştir; ama, hükümet, vatandaşını bugüne kadar hep kandırmıştır. Ülkenin kalkınması ve enflasyonun önlenmesi için kullanılması gereken vergileri, faiz ödemesi ve banka kurtarmalarında kullanmıştır. Ama, artık, bu milletin, bilesiniz ki, dayanacak gücü kalmamıştır. Memur bugün ayaktadır, işçiler ayaktadır, esnaf ve sanatkâr patlama noktasına gelmiştir, çiftçi büyük bir öfke içerisindedir ve emeklilerimiz de perişan ve hüzün içerisindedir.

Bakınız, esnaf ve sanatkârımız ne diyor; ben söylemiyorum, Balıkesir Esnaf ve Sanatkârlar Odası Birliği Başkanı Sayın Mesut Aşanel "esnaf bitik" diyor. Ben söylesem, belki, abartıyorsunuz diyebilirsiniz; ama, Balıkesir'deki Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı "biz, bu Hayat Standardı Vergisinin altından kalkamayız, ödeyemeyiz" diyor.

İşte elimde bir faks, Balıkesir Bigadiç Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı Süleyman Saran "bu Hayat Standardı Vergisi, haksız bir vergidir, hiçbir dayanağı, hiçbir adalet ölçüsü yoktur, bunun kaldırılması gerekir" diyor.

Hatta, daha ileri giderek söylüyorum, hükümete mensup bir milletvekili arkadaşınız, Balıkesir'de yaptığı bir konuşmada şöyle diyor, basına yansıdığı için söylüyorum: "Esnaf kan ağlıyor, kim ne derse desin, ekvergiler çok kötü olmuştur" diyor. Ben söylemiyorum, iktidar sıralarında oturan bir milletvekili arkadaşımız söylüyor. Hatta daha ileri gidiyor "ekvergilerin kabul edilmemesi için grup başkanvekili ile de neredeyse kavga etme noktasına geldik" diyor.

Şimdi, bu kadar adaletsiz ve dayanağı olmayan bir Hayat Standardı Vergisini, üstelik, geçmişte, adalete uygun değil diye kaldırdığınız halde, buraya getirip, milletin sırtına yükleme hakkına sahip değilsiniz.

Esnaf ve sanatkârımız, bırakınız sizin bu getirdiğiniz Hayat Standardı Vergisini, ekvergileri, bunları ödeyecek gücü zaten yok da, birikmiş vergi borçlarını ödeyemiyor. Birikmiş vergi borçları için siz, bir ödeme kolaylığı düşünün. Şurada, geçtiğimiz günlerde Af Kanunu çıkardınız; niye, bu esnaf ve sanatkârın birikmiş vergi borçlarını bu kanunun içerisine koymadınız? Niye, çiftçilerimizin, bugüne kadar ekonomik sıkıntılardan dolayı, alıp, geriye ödeyemediği kredi borçlarını affetmeyi veya kolaylık getirmeyi düşünmediniz; ama, çiftçi bağırıyor. Balıkesir Ziraat Odası Başkanı Sayın Sözat "çiftçi af istiyor" diyor, eski bir milletvekilimiz. O bakımdan , siz, bugün, esnaf ve sanatkârımızı, çiftçimizi, memurumuzu, işçimizi ve emeklimizi, içine düştükleri sıkıntıdan, bu bütçeyle, bu tarz bütçelerle kurtaramazsınız.

Ben -lehinde söz aldığım için Sayın Başkan- yahu, bu bütçede, çiftçi için, onun derdine derman olacak acaba bir şey var mı diye bakıyorum; keşke bulsam da, şurada çiftçiye bir şey var diyebilsem, şurada memura verilecek bir şey var diyebilsem...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Af değil ki bu, şartlı tahliye...

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) - Bütçeyi söylüyorum sayın milletvekilim, bütçeden bahsediyorum.

Şu bütçenin içerisinde, memur ve işçilerimizin derdine derman olacak ne var diye günlerden beri bakıyorum; ama, derde derman olacak, ne yazık ki, hiçbir şey olmadığını, üzülerek söylemek zorunda kalıyorum.

Değerli milletvekilleri, bakınız, dün, pancar tabanfiyatlarını sayın hükümet açıkladı; maliyeti 35 000 lira olan pancara, 33 750 lira fiyat verdi.

Pamuk primi ne olacak? Zeytin sezonu geldi, gidiyor; hâlâ, zeytinyağına ne kadar prim vereceksiniz, söylemediniz; 28 sent mi olacak, 40 sent mi olacak, üreticinin istediği 60 sent mi olacak... Her şey belirsizlik içerisinde, üretici şaşkın bir vaziyette ne olacağını bekleyip duruyor. O bakımdan, siz, bir şey yapmak istiyorsanız, şu esnaf ve sanatkârın elinden tutunuz, şu çiftçinin elinden tutunuz, şu işçi ve memurun...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özgün, siz, benden, lehte konuşacağım diye söz aldınız değil mi?! Ben, lehte hiçbir şey göremedim; teessüf ediyorum!

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) - Evet, lehte şeyler söylüyorum.

BAŞKAN - Size yeniden eksüre veriyorum; lütfen, son cümlenizi, söz aldığınız gibi lehte yapınız efendim.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Lehte söyleyecek bir şey bulamıyor ki!

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) - Sayın Başkan, sözümün başında ifade etmiştim, bu hükümet, vergi toplamada, hakikaten, görevini yerine getirmiş. Bunun, lehte bir ifade olduğunu, herhalde, siz de takdir edersiniz. (FP sıralarından alkışlar) O bakımdan, milleti ezme pahasına bu vergileri toplayan hükümeti tebrik ediyorum; ama, ne yazık ki, hükümetimiz ezilmiştir. Toplanan bu paralar da, millete hizmet olarak değil, batık bankalara ve faiz olarak gitmiştir. Keşke, toplanan paralar millete hizmet olarak gitseydi, keşke, milletin hizmetine sunulabilseydi; ama, ne yazık ki, öyle olmamıştır.

Onun için ben, sözlerimi şöyle toparlıyorum: Eğer bu şekilde devam ederseniz, milletten çok büyük bir ders alacaksınız.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu)- Sen sevin!..

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla)- Millet büyük bir öfke içerisinde, büyük bir tepki içerisinde. O bakımdan, geliniz, bu yapmakta olduğunuz icraatları gözden geçiriniz. Bu milletin üzerine bu kadar gitmeyiniz. Bu getirdiğiniz ek vergiler yetmiyormuş gibi, şimdi, KDV oranlarını artırıyorsunuz, taşıt vergilerine yüzde 75'ler...

BAŞKAN- Sayın Özgün, toparlayın lütfen.

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla)- Bitiriyorum Sayın Başkan.

Taşıt Alım Vergilerine yüzde 60'lar civarında ilaveler yapıyorsunuz. Bu milletin bunları kaldırması mümkün değildir. O bakımdan, buraya, daha samimî, daha rasyonel, milletin dertlerini çözecek bütçeler getirmenizi sizlerden istirham ediyor; hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Hükümet adına cevap vermek üzere söz isteği var.

Hükümet adına, Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral, söz sizde; buyurun efendim.

Süreniz 1 saat efendim.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulumuzda görüşülmekte olan 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısıyla ilgili olarak, Parlamentoda temsil edilen siyasî partilerimizin değerli genel başkanları ve kıymetli grup sözcüleri, 2001 yılı bütçesi üzerinde görüş ve tenkitlerini ortaya koydular. Hiç kuşku yok ki, bu görüş ve tenkitlerin bir bölümü, bütçe kanununun yapısı, hedefleri ve muhtemel etkilerine dönük oldu; bir bölümü de, bütçe nedeniyle, ülkenin karşı karşıya bulunduğu sorunların bir değerlendirmesi şeklinde geçti; bu da, son derece doğaldır. Sabah yaptığım konuşmada da ifade ettiğim gibi, bütçeler, bir yılın her yönüyle muhasebesi olur ve bu bütçeler içerisinde bu muhasebe yapılırken, zaman zaman çok güzel tartışmalar da olur, farklı üsluplarla değerlendirmeler olur; bunlar da, o bütçe tartışmalarının, esasında, tatlı bir tarafıdır.

Şunu unutmamak gerekir ki, bütçeler, hazırlanması kadar, uygulanması açısından çok daha önem arz eder. Bir bütçeyi, çok düzgün bir şekilde hazırlayabilirsiniz; ama, önemli olan, o bütçedeki hedeflere, rakamlara yıl sonu itibariyle erişilmesidir. O bakımdan, uygulamanın etkinliği ve kalitesi, hazırlanmasından çok daha önemlidir. Burada değerli sözcülerin, kıymetli genel başkanların yaptığı konuşmaların bazıları, bizim uygulamalarımızda dikkatle üzerinde duracağımız ve bütçenin etkin ve kaliteli uygulanmasında bize yardımcı olacak konulardır. O bakımdan, burada görüş ve düşüncelerini ortaya koyan değerli arkadaşlarıma bir kere daha teşekkürü bir görev kabul ediyorum.

Yapılan değerlendirmelerle ilgili görüşlerimi de “siz yaptınız, biz yaptık”, “siz şu sene şöyleydiniz, biz bu sene böyleydik” şeklinde götürmek istemiyorum. Daha çok, ileriye bakarak, bugün mevcut bulunan yapıdan, nasıl daha rahat bir noktaya gelebiliriz, toplumumuzun satın alma gücünü nasıl daha artırabiliriz, refahını, mutluluğunu nasıl daha artırabiliriz ve ülkenin karşı karşıya bulunduğu fevkalade önemli sorunları nasıl aşarız... Yoksa, gelip "şu sorun şöyle, bu sorun böyle" denebilir tabiî; ama, mühim olan, bu sorunları nasıl aşarız; bu sorunlar aşılacak, bu sorunlarla beraber yaşama gibi bir durumumuz da yok, sorunları erteleme gibi bir noktada da değiliz. 21 inci Asra girdik, global bir dünya, fevkalade çetin şartlarla bir mücadele, bir taraftan Avrupa Birliğine tam üyelik noktası, bir taraftan G-20'lerde bir zemin.

Türkiye, kendisini, bir an evvel sağlıklı bir kamu maliyesine... Kamu maliyesi işin esasıdır. Kamu maliyesi sağlıklı hale gelmeden, ülkede ne yatırım ne üretim ne istihdam ortamı ve ne de re- kabet gücü olan bir ekonomiyi yaratabilirsiniz. Bütün bunları sağlamak için, her şeyden evvel, kamu maliyesini sağlıklı bir hale getireceksiniz. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri de bunu yapmıştır. Kamu maliyesi sağlıklı olmayan bir ülkenin, ekonomide belli düzeylere geldiğini söylemek, göstermek mümkün değildir. Esasen, yapılması gereken de budur.

Bir program eleştirilebilir, mevcut durum da eleştirilebilir, bütün bunlar doğaldır; ama, bu programın nasıl daha iyi olması gerektiğinin, nelerin yapılması gerektiğinin, mevcut durumu aşmada nelerin yapılması gerektiğinin belirtilmesi de görüşmelerin sıhhati bakımından fevkalade önemlidir. Şunu, bir arkadaşınız olarak, samimî olarak ifade ediyorum, burada yapılan görüşmelerde, özellikle muhalefetin görüşmelerinde "şunu şöyle yaptınız; bu yanlış, böyle olması gerekirdi, böyle böyle yapmanız gerekirdi" şeklindeki eleştirileri, çok arzu etmeme rağmen, gördüğümü söyleme imkânına da sahip değilim; bunu da arkadaşlarımın anlayışla karşılayacağını umuyorum.

T. RIZA GÜNERİ (Konya) - Biraz dikkatli dinlemeliydiniz; vardı.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Geneli itibariyle diyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlar nedir; 2000 yılına başlarken, daha doğrusu 21 inci Asra girerken şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız: Bütçedeki faiz ödemelerimiz, gayri safî millî hâsılamızın yüzde 16,3'ünü teşkil etmektedir. Bütçenin tüm büyüklüğü içinde faizin ağırlığı yüzde 43,6  olup, her gün toplanan vergilerin yüzde 88'i de faize gitmektedir; böylece, size, sadece yüzde 12'si kalmaktadır. Bütçe açığı, gayri safî millî hâsılanın 9,3'üne ulaşmıştır. Bütçede, faiz ve sosyal güvenlik sisteminin finansman yapısı için, bütçeden ödenen transferle faizi topladığımız zaman vergi gelirleriniz yetmiyor.

Böyle bir tablo, kamu maliyesinde olduğu zaman, bu kamu maliyesiyle bir yere gitmek mümkün değil. Eğer, tedbirini 2000 yılında almamış olsaydık; bu, biraz daha dursun deseydik -2001 yılı bütçesini görüşüyoruz- vergilerimiz, sadece faize yetmeyecekti.

Peki, nasıl götüreceğiz bu olayı; bu tablo bir yılda, iki yılda meydana gelmiş değil -biraz sonra o konulara da gireceğiz- belli kademelerden geçe geçe bu noktaya gelmiş. Efendim, kim getirmişse getirmiş; ama, bunun aşılması lazım. Kimsenin, canım, bu bir sene daha dursun ne olur, hiçbir tedbir almayın, program uygulamayın demesi mümkün mü; bunu demek mümkün olmadığına göre, eğer, biz, bugün bu tedbirleri almazsak, yarın, gelecek faturayı Türk Milleti ödemek durumunda kalacak. Ödenecek olan o faturayı dikkate almayalım mı; hayır, erteleyin, şunu yapın, bakın öyle bir fatura ödenmez diyorsanız, eğer böyle bir durum varsa, gelin koyun ortaya. Öyle bir durum olmadığına göre, devletin bir şeyler yapması gerekirdi.

Bakın, 2000 yılının sonunda- "2000 yılında program uymadı" deniliyor- bu uygulanan programla, bütçe açığı yüzde 9,3'ten, yüzde 3,4'e düşüyor, bir yıllık uygulamanın sonunda. Faizin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 16,3'ten 10,9'a düşüyor, verginin her 100 lirasının 88'i faize giderken 52,4'ü gider hale geliyor ve bütçe büyüklüğü içinde faizin ağırlığı yüzde 45'lerdeyken yüzde 34,5'e düşüyor. Çok açık söylüyorum, bu rakamlara ulaşılacağı bir sene evvel söylense, birçok kimsenin inanması mümkün değildi. İşte, bu yapı, kamu maliyesini sağlıklı hale getiriyor. Kamu maliyesi sağlıklı olduğu zaman, topladığımız vergileri faize değil devletin temel ihtiyaçlarına -sabah da söyledim çevreye, sağlığa, eğitime, altyapıya, yatırıma, Türkiye'nin yarınına aktarma imkânı olacak.

2000 yılının sonunda, Türkiye “böyle gelmiş böyle gider” deme şansına sahip değil ve onun gereği olan ne ise, o yapılmaya başlanmıştır. Bir ekonomik program uygulanıyor; peki, ekonomik program uygulanırken, hiçbir sıkıntı olmasın, her şey aynı olsun... O zaman, o, program değildir veya tedbirler, sizi öngördüğünüz hedefe ulaştıracak ağırlıkta değildir; o, zaman kaybıdır.

Bakınız, bu program uygulanırken, Türkiye, zaman zaman bu tür programlar uyguladı ve onların 16 tanesi sonuç vermedi; arkadaşlarımız söyledi, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerek burada. İşte, aynısı olmasın diye, kapsamlı bir program, yapısal değişikliklerini... Bu Parlamentonun, sizlerin gece gündüz çalışmasıyla, onayınızla çıkmış olan birtakım yapısal değişiklikler var. Onlar yapıldı, onun sonunda da ödün vermeden, tutarlı bir program uygulandı; ama, o programı uygulayan bir hükümet ve hükümetin arkasında bir Parlamento desteği... Bunlar fevkalade önemli şeyler. Bunlar olmadığı zaman, zaten programı uygulamak mümkün değildir. Böyle bir gidişatı, Türkiye yakalamıştır. Bunun sonuç vermesi çok büyük bir fırsattır. Eğer, bu tablo değişmezse, Türkiye, hedefine uygun bir mücadele içerisinde olabilir mi?! Bakın, yine, 2023 yılında, dünyanın on büyük ülkesi arasına gireceğini söyledik; bununla girecek. Bu nedenle, bu tedbirler alınmazsa, faturanın ne olacağını da çok yakından görmek lazım.

Şimdi, “1999'da ekonomide bir daralma olmuştur” dendi -Sayın Çiller buyurdular- doğrudur; ama, 1999'un da çok büyük özelliği var, onları da gözden uzak tutmamak lazım. Şimdi, Uzakdoğu krizi; şu oranda etkilemiştir, bu oranda etkilemiştir; ama, etkilememiştir demek mümkün değil. En büyük partnerimiz Rusya'da bir kriz oldu. Ağustos ve kasımda asrın en büyük depremiyle karşılaştık; bunun ekonomiye etkisinin, olumsuz etkisinin olmadığını söylemek mümkün değil; çünkü, endüstrinin doruğunda olan bir bölgede cereyan etti. Seçim yılı vardı. 1999'da iki bütçe yapıldı. Cumhuriyet tarihinin ikinci en büyük geçici bütçe dönemini geçirdik. Bütün bunların bulunduğu bir yıl, 6,4; ama, onu, yavaş yavaş, önümüzdeki yıl, tekrar olumluya geçirip, büyümeyi devam ettireceğiz.

Sonra, Türkiye, 6'lar oranındaki gerilemeyi ilk defa da yaşamıyor, geçmişte de bunlar oldu ve hatta, bu olayların cereyan etmediği yıllarda da oldu; ama, hep beraber, bu mübarek ramazan günü, temenni edelim ki, Türkiye, artık, belli bir büyümeyi yakalasın ve toplumun refahını, gelir seviyesini artırsın; amaç bu; ekonominin amacı da bu, hepimizin amacı da bu, halkımızın bizden beklediği  de bu.

Sen yaptın, ben yaptım, işte, benim 2 puan daha iyiydi, seninki 1 puan daha kötüden çok, bunlardan bir kurtulun, bizi bir rahata kavuşturun. Bakın, Batı'yla aramızdaki fark her gün büyüyor. Biz de onlar düzeyine gelelim. Bilgi çağının, iletişim çağının bir ülkesi olalım. Bunlar, kendiliğinden de olmaz; yani, hiçbir şey yapmayacaksınız... Hiçbir sonuç, sebepsiz değildir.

Değerli Başkan, kıymetli arkadaşlarım; bakın, çok enteresan bir gelişmedir, borç faizleri. Türkiye'nin bütçesi, yıllarca, faiz bütçesidir, personel bütçesidir dedik. İşte, amacımız ondan kurtarmak olduğuna göre, ona göre gidiyoruz. Şimdi, 2001 yılında bütçeden ödenecek faizler 16,6 katrilyondur.

Değerli arkadaşlarım, ilk defa, 1980 yılından bu yana ilk defa borç faiz oranı negatif oluyor, tam 20 yıldır, oransal olarak. İki, ilk defa nominal bazda faizler bir önceki yıldan daha düşük oluyor. Bu, hepimizi mutlu eden, hepimizin arzusudur; bu, önemli bir gelişmedir. Şimdi, elbirliğiyle bu trendi nasıl kalıcı kılarız, bunun tedbirleri üzerinde durmamız lazım, ki, hükümet olarak da bunun üzerinde duruluyor. İlk defa oluyor 1980'den bu yana, önümüzdeki sene bu oran daha da küçülecektir.

Kamu açığı... Tabiî, bütçeyi konuştuğumuz için bütçe açığını konuşuyoruz; ama gayet tabiî, kamu açığı da üzerinde durulacak bir konudur haklı olarak; ama, kamu açığının içerisinde bütçe açığının önemli bir ağırlığı vardır. Bütçe açığını düzelttiğimiz zaman, kamu açığını da önemli ölçüde küçültmüş oluruz. Kaldı ki, bütçe açığının yanında, kamu açığını azaltma yolunda birtakım tedbirler de alındı, yapısal değişiklikler yapıldı.

Bakınız, sosyal güvenlik reformu -2000 yılında çok büyük kaynak tasarrufu sağlandı- işte, kamu açığını azaltacak olaylardan biri. Bankacılık Yasası... Bütün arkadaşlarımız bu bankaların durumunu haklı olarak dile getirdiler. Bankaların durumunu daha sağlıklı hale, Batı standartlarına getirebilmek için Meclis olarak hepimiz -hepinize de şükranlarımız var- bankacılıkla ilgili düzenlemeyi yaptık. Ee, o, işte, kamu açığını azaltacak bir tedbir. Sermaye Piyasası Yasası, Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulu, Kamu bankalarının özerkleştirilmesine imkân veren düzenleme. Bütün bunlar, kamu açığını azaltıcı yönde alınan tedbirler. Bunlar bir defada düzelmez, bir sihirli değnek olup da üzerinden geçirdiğimiz zaman da düzelmez. İşte, bu tedbirlerle sonuç almaya çalışacağız.

Enflasyon üzerinde değerli arkadaşlarım durdular; ama, sevgili arkadaşlarım, son ondört yıldır enflasyon ilk defa bu rakama, bu eğilime gelmiş. "Hayır, bu böyle değildir" diyen bir arkadaşımız var mı? "Ondört yıldır böyle idi, şimdi olmuyor" diyen bir arkadaşımızın çıkması lazım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Geçen sene 60'lı bantlardaki enflasyon -gerek toptan eşya gerekse tüketici- 2000 yılında yüzde 30'lar bandına çekilmiştir. Ben, devletin rakamlarını konuşuyorum.

Bakınız, toptan eşyada, 1999 Kasım ayında 52,5 iken, yüzde 22,3 azalarak, bu senenin kasım ayında yüzde 30,2'ye düşmüş. Kasım 1999'da tüketici fiyat endeksi -11 aylık- yüzde 59,3 iken, yüzde 23,6 düşüşle, yüzde 35,7'ye inmiş. Ee, bunlar önemli rakamlar değil mi?! Şimdi "efendim, siz yüzde 25 demiştiniz, 35 oldu..." Ama, bir yılda yüzde 22 düşmüş, yüzde 23 düşmüş ve 60'lar bandından 30'lar bandına çekilmiş. Bu, fevkalade önemli bir sonuç.

Bakınız, ne diyoruz; toptan eşyada 11 aylık endeks yüzde 30,2. Geçmiş dönemlere şöyle bir bakarsak -çok uzaklara gitmeye gerek yok- bizim bir aylık endeksimizin 32'nin üzerinde olduğu ay vardır. Bir ayda 32 olmuştur, 1994'ün nisanında, şimdi 11 ayda o rakamın altına düşmüşüz; bu, olumlu bir sonuç değil mi?! Tamam, bu yeterli değil; bunu daha aşağıya çekelim, daha aşağıya çekmeyi yaratacak tedbirler üzerinde duralım, kamu maliyesini daha sağlıklı hale getirelim ve bir de kalıcı getirelim. Önemli olan, sürekliliktir. Bir defa getirmişsiniz -olmuştur, geçmiş dönemlerde- ama, ertesi sene tekrar çıkmıştır. İşte, öyle olmaması lazım. Kalıcı... Aksi takdirde, gayretler boşa gider. Onu sağlayacak bir politikayı tartışalım; ama, programın da temel hedefi budur.

Bakınız, işte, 1994 Nisan ayı, aylık 32,8. Şimdi, çok şükür, onbir ayda bu rakamın altındayız, inşallah, çok daha aşağı rakamlara... Her zaman söylüyoruz, bu hükümetin sorumluluğu, enflasyonu, yüzde 32'lere, yüzde 25'lere, yüzde 10'lara indirmek değil, tek haneli rakamlarla indirmek sorumluluğudur. Enflasyonu bu rakamlara indiremediğimiz zaman, ülkenin en büyük eksiği olan gelir dağılımını düzeltemeyiz, refah düzeyini de artıramayız, yatırım ortamını da meydana getiremeyiz. Bütün Avrupa Birliği ülkeleri, 15'ler Avrupası, onun dışındaki bütün gelişmiş ülkeler, yılda yüzde 2-3 enflasyonla yaşarken, Türkiye, bu enflasyonla, onlarla mücadele edemez.

"Petrol fiyatlarındaki -biz, bunu söyledik- beklenenin üzerindeki artış, enflasyon hedefinde sapma meydana getirdi" dedik. Burada denildi ki: Petrol fiyatlarındaki artış çok azdır; yüzde 1-1,5; doğrudur. Petrol fiyatlarındaki yüzde 10'luk artış, toptan fiyat endekslerinde yüzde 1'lik bir artış meydana getirir; ama, bu, direkt etkidir, yüzde 1'lik bir artıştır. Bunun dolaylı etkileri de var. Ulaşım vasıtalarında veya petrolün girdi olarak kullanıldığı alanlardaki etkisi var, sektörler arasında birtakım alışverişler var; bu dolaylı etkilerini de eklediğimiz zaman, bu rakam yüksek olur. Bir de şunu ifade edeyim: Fransa gibi  ülke dahi, 2000 yılı enflasyon rakamını, petrol fiyatlarındaki artışlar nedeniyle, yüzde 20'ler civarında revize etme durumunda kalmıştır. Sadece Fransa değil, diğer başka ülkelerde de bu düzenlemeler yapılmıştır.

Özelleştirmede, 2000 yılında hedefimiz 2,6 idi, buna ulaşılamadı. Şimdi, değerli Ertuğrul Kumcuoğlu arkadaşım konuşurken, ben de şöyle geçmişe indim; çünkü, kendisiyle birlikte, üçer ay arayla, Maliye Bakanlığına maliye müfettişi olarak girmiştik; yıllarca bütçe üzerinde çalıştık, yıllarca denetim yaptık.

Şimdi, gerçekten, bu geçmiş yıllara baktığımız zaman, hiçbir zaman, her programın bütün hedefleri aynı rakama ulaşmaz -zaman zaman birinde fazlalaşma olur, birinde azalma olur- yoktur. Ta, 1923'ten bugüne kadar bakalım bütçe rakamlarına, onda dahi farklılıklar olur; ama, biz, iddiayla ortaya koyduk, 2000 yılında, gelir hedeflerimiz öngörülenin çok üzerinde gerçekleşti. Özelleştirmede bir miktar gerileme oldu; ama, o da, tabiî, işin tabiatından kaynaklanan bir şeydi; ama, GSM'de, 2,5 milyar dolarlık bir satış gerçekleşti. Şimdi, 2001 yılında, özelleştirmeye daha fazla özen gösterip, programın sağlıklı uygulanmasında onun da katkılarını görmek istiyoruz.

Bakın, 2000'de, gelir hedefi, bütçede 32,6 katrilyon liraydı, gerçekleşme 34,8 katrilyon lira olmuştur; 2,2'lik bir fazlalık vardır; bütçe gelirleri olarak diyorum. Vergi gelirlerini de dikkate aldığımızda, vergi gelirleri hedefi 24 katrilyon liraydı, 26,5 katrilyon lira oldu; 2,5'lik bir artış var.

Bu arada, şunu ifade etmek isterim. Değerli arkadaşlarım, zaman zaman, 2000 yılında, ekvergilerle çok fazla vergi alındı denildi; ama, sabah da ifade ettim, şunu bir kere daha ifade etmek isterim. Ek vergilerin yüzde 65'inin faiz üzerinden alındığını da unutmamak lazım. Faiz üzerinden alınan vergiler de, bir sosyal politikanın gereğidir. Burada, arkadaşlarımız, hep "faize dünya kadar ödenek ayırıyorsunuz; rantiye..." dediler. İşte, o yüzden, geçen sene yine sizlerin alkışlarıyla kabul edilen kanunla çıkan vergi olayında, ekvergilerin yüzde 65'i onlardan oluşuyor. Bu da, meselenin sosyal bir niteliğidir.

Sayın Başkan, Sayın Çiller "tarımda doğrudan gelir desteği dediniz, pilot uygulama başlattınız; Adıyaman'ın Kâhta İlçesinde çiftçiler reddetti" diye ifade ettiler ve "20 dönüme kadar 5 dolar ödüyorsunuz, verdiğiniz 100 doların 55 doları masrafa gidiyor" şeklinde idi eleştirileri. Doğrudan gelir desteği pilot uygulamasında, 20 dönüme kadar değil, 200 dönüme kadar ödeme yapılmaktadır. 200 dönüm, tabiî 20 hektara karşılık gelmektedir; yani, 20 dönüm değil, 20 hektar esas alınmıştır. Toplam çiftçi ve işletme sayıları da var. Orada da, gerçekten, fevkalade olumlu gelişmeler var. Tabiî, gönül arzu eder ki, bunu pilot uygulamadan çıkarıp, genele doğru götürelim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; memur maaşları üzerinde, arkadaşlarımız, haklı olarak çok duyarlılık gösterdiler. Biz de, hükümet olarak, en zor kararları, bu memur maaşları konusunda aldık; ama, şunu yaptık: İlk defa olarak, bütçe kanunu sistemimize dahil ettik bunu. Memur maaşlarındaki artış oranı, eğer, tüketici fiyatlarındaki artışın gerisinde kalırsa, hemen o devreye giriyor ve tüketici fiyatları endeksinin üzerinde 2 puan da refah payıyla hesaplanacak maaşlar kamu çalışanlarımıza veriliyor. Bunun ilk tatbikatını da haziran ayında yaptık. Böylece, 2000 yılında, memurlarımıza -yeterli değil; biz de verdiğimizin yeterli olduğunu söylemiyoruz; ama- hiç değilse, yılı enflasyonun üzerinde bir maaş ödeme modelini bütçeye getirdik; 2001 yılında da bunu aynen muhafaza ediyoruz.

Asgarî ücretliyi, yüzde 8 zamla sefalete ittiğimiz ifade edildi. Asgarî ücret, ocak ayında yüzde 17,3; temmuz ayında ayrıca yüzde 8,2 olmak üzere yüzde 27 oranında artırılmıştır. Yani, yüzde 8, yıllık değil, ikinci dönemidir, birinci dönem de yüzde yüzde 17,3'tür; ceman yüzde 27 oranında artırılmaktadır.

Deprem harcamaları konusunda, değerli arkadaşlarım bugün de konuyu gündeme getirdiler, daha önce de getirdiler. Biz de deprem gelir ve harcamaları konusunda fevkalade duyarlıyız. Bakınız, Maliye Bakanlığının Muhasebat Genel Müdürlüğünün her ay yayımladığı Kamu Hesapları Bültenini internete veriyoruz ve burada, belli bir süreden beri -tahmin ediyorum, dört beş aydır- depremle ilgili gelir ve giderleri de tek tek gösteriyoruz. Bizim sakladığımız gizlediğimiz bir şey olamaz; biz, şeffaflığı savunarak geliyoruz ve bütün projelerimizi de ona göre uyguluyoruz.

Şimdi, tabiî, Sayın Çiller dediler ki: “Rakamlar zaman zaman farklı oluyor." Doğru... Ben, Bütçe Komisyonunda eylül rakamlarını dile getirmiştim, burada ekim rakamlarını dile getiriyoruz; ama, hepsi, internette yer alıyor ve gayet açık bir şekilde... Nitekim, sabahleyin yaptığım konuşmada da aynen şunu söylemişim: 17 Ağustos depreminden bu yılın ekim ayı sonuna kadar, ülke genelinde, muhtelif kamu kurum ve kuruluşlarınca, depremle ilgili olarak 1 katrilyon 623 trilyon liralık harcama yapılmıştır. Bu, eylül ayında gayet tabiî biraz daha azdı, kasım ayında da bundan biraz daha fazla olacak. Aynı dönemde, vergi düzenlemeleri, bedelli askerlik gelirleri, nakit bağışları, yurt dışından sağlanan kredi kullanımları dahil, toplam, 2 katrilyon 65 trilyon olarak ifade ettim. Kaldı ki, bütün bunlar, biraz evvel de ifade ettiğim gibi, internette de yer almaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidar olarak halktan hiç kopmadık. Sabahleyin, bu programın en büyük teminatının halkın desteği olduğunu ifade ettim. Halkın desteği olmadan, değil böyle bir programı uygulamak, uygulamaya koymayı dahi düşünmenin mümkün olmadığını ifade ettim. Bu programlar halkla birlikte götürülür. Onun için, halktan kesinlikle kopmuşluğumuz yok. Demokrasi, bütün kurum ve kurallarıyla işlemektedir. Hükümet, halkın sesine her zaman kulak vermektedir. Zor bir programı halkın büyük desteğiyle yürütmekteyiz; başka türlü de yürütülemez.

"IMF'nin bu programını uygulayanlar başarısız olmuştur..." Evet, başarısız olmuş ülkeler vardır; ama, biz başarılı olacağız. Türkiye, bugünkü şartlarını koruyarak onu başarılı bir şekilde uygulayacak. Programın cari işlemler açığındaki sapmayı çöküş olarak nitelemek, bana göre, çok haklı bir değerlendirme olmaz. Cari işlemler açığı için gerekli tedbirler alınmıştır. Program, yapısal reformları gerçekleştirip yerleştikçe sorunsuz bir şekilde uygulanacak ve başarıya ulaşılacaktır. Tabiî, hepsini bir anda gerçekleştirmek, ne yazık ki, mümkün olmuyor.

Diğer bir eleştiri: "Efendim, 2001'de bütün vergilerde çok yüksek oranlarda artış yapıldı..." Bu söylendi. Değerli arkadaşlarım, bu tür vergiler, yani, yüksek artış yapıldı dediğimiz vergiler, genelde, her sene ocak ayı başında, kararnameyle veya kanunla yapılan artışlardır. Bakınız, Taşıt Alım Vergisi artışı... Yıl 1996, bir önceki yıla göre yüzde 99,5 oranında artmıştır; yıl 1997, bir önceki yıla göre yüzde 72,8 artmıştır; Yıl 1998; yüzde 80,4 artmıştır; yıl 1999, 77,8 artmıştır; 2001 yılında yüzde 60 artıyor ve programın uygulandığı yılda, kendisinden evvelki altı yıldan daha aşağı artırılmış. Nasıl oluyor bu, çok artırılıyor?

Şimdi, motorlu taşıtlara geliyoruz; 1996 yılında yüzde 99,5 -çünkü, yeniden değerlendirme katsayısı o, onun için- 1997 yılında 72,8; 1998 yılında 80,4; 1999 yılında 77,8; 2000 yılında 75. Yine, beş yıldan en düşük.

Emlak Vergisi... Emlak Vergisi için zaten şöyle der kanun: "O yılın yeniden değerlendirme katsayısının yarısı kadar olur." 2001'de yeniden değerlendirme katsayısı 56, yarısı 28. 28 olmasın da, yuvarlak, 30 olsun dedik; yani, burada, bir kanunun lafzıyla ve ruhuyla söylediğini gerçekleştirmiş olduk.

Bütçe hakkı... Sayın Kutan buyurdular: "Bütçe hakkı yabancı kuruluşlara devredilemez." Gayet tabiî devredilemez. Kimsenin de, ne böyle bir hakkı olur ne de buna cesaret edebilir. Türkiye, biraz evvel söylediğim, yeni bir yüzyıla, binyıla girerkenki şartlarını düzeltmek, kendisine bir çekidüzen vermek zorundaydı; “böyle gelmiş, böyle gider” diyemezdi; ödediği her verginin 88'ini faize veremezdi. Onun için, kendi şartlarına uygun bir program yaptı. Biz, kendi şartlarımıza uygun program yaptık; ama, bu program, birtakım malî çevrelerce de benimsendi. IMF'yle, yani Uluslararası Para Fonuyla da bir stand-by'a bağladık. Bu, gayet doğal; ama, idareyi onlara vermiş, falan... Kimseye verilemez. İşte, o hakkı, sadece, Türk Halkı adına görev yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi kullanır; onun bağrından çıkan, onun güvenoyuyla görev yapan hükümet ancak alabilir. Dolayısıyla, yapılan, hiçbir şekilde teslim edilmiş değildir.

Kasımın sonlarında yaşadığımız, likit alanındaki olaylarla ilgili olarak da, aynı ilke içerisinde, Türkiye, kendi şartlarına göre ne gerekiyorsa onu yapmıştır; ama, Türkiye, biraz evvel ifade ettiğimiz tabloyu değiştirmek için de bir şeyler yapmak durumundadır; yapmadığımız zaman, faturayı hepimiz öderiz. Eh, onu ödememek için gereken yapılıyor. Arkadaşlarımız da, zaten, bize "yapın, ama, doğru yapın, hata etmeyin, bunu düzgün getirin" diyorlar ve bundan dolayı, biz de, sizlere karşı teşekkürlerimizi bir kere daha ifade etmek isteriz. Bu ülkenin meselelerini birlikte götüreceğiz, hep birlikte; aksi takdirde -milletimiz bizden bunu bekliyor- bunu yapmamış oluruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Kutan, haklı olarak "2001 yılı bütçesinde yatırım azdır" dedi. Şimdi, Türkiye'de konsolide bütçe içerisindeki yatırımların yeterli olmadığı bir gerçek; ama, vergi gelirlerinin faize ve sosyal güvenlik sisteminin finansman katkısına yetmediği  bir kamu maliyesinde, işte, biraz evvel de söyledik, birtakım temel unsurlara gerekli yatırımı veya gerekli ödeneği ayıramıyorsunuz. Yatırım, altyapı, Türkiye'nin hayatıdır, yarınıdır, geleceğidir. Bir altyapıyı eğer zamanında yapamıyorsanız, ekonomide çok büyük kaybınız olur; ama, bütçe ödenekleri içerisinde çok fazla veremiyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, yalnız, şunu söylemek isterim, 2001 yılında yatırımlardaki artış, bir yıl önceye oranla, diğer ödeneklerin çok üstünde olarak, 48,8'lik bir artışla 2,3 katrilyon liradan 3,5 katrilyona çıkarılmıştır. Bu miktar, gayri safî millî hâsılanın yüzde 2,3'üne tekabül etmektedir. Yatırımların oranı, geçmiş yıllarda bunun da altındaydı ve 1996'da da gayri safî millî hâsılaya karşı oranı 1,5 idi, şimdi 3,5; ama, gönül arzu eder ki -ve hedefimiz de odur- gittikçe bunu artırmak...

Yine, Fazilet Partisi Değerli Genel Başkanı Sayın Kutan "son kriz bütçe hedeflerini saptıracaktır" dedi. Tabiî, bu düşünülebilir; ama, biz, hükümet olarak, bu hedeflerin sapmaması için elimizden gelen her türlü tedbiri almaktayız ve alacağız. Özellikle bu tür gelişmelerden sonra -Yılmaz Karakoyunlu arkadaşımızın da ifade ettiği gibi- makro ekonomik politikaların titizlikle izlenmesi lazım. Makro ekonomik politikalarda, dengenin ve yapının mutlaka korunması gerekir.

Yine, Sayın Kutan "Özel İşlem, Özel İletişim ve Eğitim Katkı Vergilerinin kanunî dayanağı olmadığı ifade ediliyor" buyurdular. Şimdi, olay şöyle gelişmiştir: Bilindiği gibi bütçe kanunumuzun (C) cetvelinde yürürlükte olacak vergi kanunları sıralanır; ancak, bütçe, bilindiği gibi, 17 Ekim 2000 yılında Meclise sunuldu. O tarihte, biraz evvel bahsettiğimiz Özel İşlem, Özel İletişim ve Eğitime Katkı Vergilerinin, kanunlarına göre, 2000 yılının sonunda sona ermesi gerekiyordu. Bunların uzatılmasına dair bir irade, Meclis iradesi, bir kanun olmadığı için, biz, haliyle, onları, uygulanmayacağı gerekçesiyle oraya koymadık; koyamazdık da. Koysaydık, sanki, 2001'de de uygulanacak anlamına gelirdi. Oraya konmadı. O nedenle yer almadı. Aynı şekilde, geçen sene de, deprem dolayısıyla çıkarılan vergiler, bütçenin Meclise sunuluşundan sonra geldiği için, orada da yoktu; ama, bu demek değildir ki, kanunî dayanağı yok. Kanunî dayanağı, vergi kanunlarıdır.

Ayrıca, Bütçe Kanunumuzun 18 inci maddesinde de şu ifade vardır: "Maliye Bakanı, gerektiğinde (B) işaretli cetvelde -ki, vergi ve gelirleri gösteren cetveldir- yeni bölüm, kesim ve maddeler açmaya yetkilidir." Buradan yararlanarak, o, ortaya konacaktır. Ayrıca, yine, 2000 Bütçe Kanunu Tasarısının Komisyon raporunda vardır. Burada da, derki: “Bu cetvellerde- yani, (C) cetvelinde- herhangi bir şekilde yer almayan, kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik, tebliğ ve diğer mevzuat ile ikili veya çok taraflı her türlü anlaşmanın, gelir, tarh, tahakkuk ve tahsiline ilişkin hükümleri...” Dolayısıyla, Afyon Milletvekili değerli arkadaşımızın ortaya koymuş olduğu konuda kanunî bir boşluk kesinlikle söz konusu değildir; onu da, değerli arkadaşlarımın bilgisine sunmak istedim.

Kıymetli arkadaşlarımın bütçeye yapmış oldukları katkıdan dolayı, kendilerine, tekrar teşekkürü bir görev kabul ediyorum. Bu bütçeyle toplanacak olan vergilerin, kuruşu kuruşuna, yerli yerine gitmesi konusundaki, sizler adına göstereceğimiz hassasiyetten, emin olmanızı istiyoruz. Her kuruş, mutlaka yerli yerine gidecek ve israfla mücadale edilecektir. Vatandaş, dişinden tırnağından biriktirerek ödediği verginin yerli yerine gittiğini görecektir ve bu anlayışın da, Ankara'dan, kamu yönetiminden başlanması gerektiğinin altını çizmek istiyorum.

Sayın Başkan, size ve değerli arkadaşlarıma tekrar teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (ANAP, DSP, MHP, FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Hükümet adına konuşma yapan Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral'a teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, şimdi, aleyhte söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Menderes konuşacaklardır; buyurun. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

AYDIN MENDERES (İstanbul) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; vaktin elverdiği ölçüde, bu hükümetin dışpolitikası, ekonomi politikası ve içpolitikadaki muhtemel gelişmeler üzerinde duracağım. Amacım, sadece eleştirmek değildir. Ülkemiz için önemli olduğunu düşündüğüm konulara temas edeceğim ve neler yapılması gerektiği hakkındaki görüşlerimi de Yüce Heyetinize arz etmeye çalışacağım.

İlk ele alacağım konu, Kıbrıs'tır. Avrupa Birliğinin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini, bütün Kıbrıs'ın temsilcisi olarak üye yapması, Kıbrıs meselesini, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bir mesele haline getirmiştir ve bu konu, öyle tahmin ediyorum ki, önümüzdeki günlerde dışpolitikamızın en önemli, en hayatî meselelerinden bir tanesi olacaktır. Böyle bir ihtimali, Türkiye, asla kabul edemez. Her şeyden önce, böyle bir durum, 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarına kesinlikle aykırıdır. Mevcut hükümetin de görevi, bütün cumhuriyet hükümetlerinin de görevi, Türkiye'nin, uluslararası anlaşmalardan kazanmış olduğu hakları sonuna kadar savunmaktır.

Sanıyorum ki, bu noktaya kadar, bir tereddüt hâsıl olmamış olması iktiza eder. Zira, Türkiye'nin izni olmadan, Kıbrıs, hiçbir uluslararası kuruluşa dahil olamaz. Hukukun üstünlüğünden her zaman bahis açan Avrupa Birliği, burada çifte standart bir tutum izlemektedir. Bu temel gerçeğin ışığında, Kıbrıs'ta, eşit iki toplumlu ve iki devletli konfederasyondan başka hiçbir çözüme razı olamayız. Konfederasyon dışında söz konusu olabilecek her formül, Türkiye için, geri bir adım atmak olur. Eğer, başka türlü bir düşünce varsa, onu, hep birlikte, zaman içerisinde öğreniriz; ama, her zaman, tartışmaya, ben, kendi payıma hazırım.

Bugünkü aşamada ise, Kıbrıs'ta atılacak en ufak bir geri adım bile, kısa zamanda Kıbrıs davasının kaybedilmesine yol açar. (Alkışlar) Kıbrıs davası kaybedilirse ne olur demeyiniz. Türkiye'nin önemini artırdı diyoruz; Türkiye'nin önemi, durduk yerde artmıyor ki. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, onun orada varlığı, oradaki askerî varlığımız, 21 inci Yüzyılın başında, Türkiye'nin en büyük hasletlerinden biridir, en büyük kozlarından biridir ve bu vesileyle, 1959'da Zürih ve Londra Antlaşmalarını imzalayan merhum Menderes'i, merhum Zorlu'yu ve 1974'te çıkarma kararını veren Sayın Ecevit'i, hayatta olmayanları rahmetle, Sayın Başbakanı da saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Burada, asıl üzerinde durmak istediğim nokta şudur: Avrupa Birliğinin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini, Avrupa Birliği üyesi yapması ihtimali karşısında, hükümetimiz "biz de, o zaman, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle ileri bir entegrasyona gideriz" demektedir. Bu tez yeterli değildir ve Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap vermez. Zaten, Kıbrıs derken, asıl altını çizmek istediğim nokta budur. Her şeyden önce, böyle bir beyan, Avrupa Birliği için, bir zımnî rıza olarak algılanabilir; bu izlenimi vermemek gerekir.

İkincisi, böyle bir ihtimali; yani, bizim entegrasyonumuzu, Avrupa Birliğinin kabul edip etmeyeceği de belli değildir. Kabul etmezse, Kıbrıs Adasında, belki, sonucunu kolay kolay kimsenin tahmin edemeyeceği, ucu açık bir bunalım başlar. Daha da önemlisi, varsayalım ki, Avrupa Birliği bunu kabul etmiştir; Pek muhterem milletvekilleri, Avrupa Birliği, acaba, Güney Kıbrıs Yönetimini niçin üye yapmak istiyor; amacı, Doğu Akdenize gelmektir; Doğu Akdenize gelip ne yapacaktır; Türkiye'yi yalıtacaktır, bizimle işbirliği yapmaya gelecek değildir ve sonuç itibariyle, orada farklı bir denge ortaya çıkar.

Bizim, Avrupa Birliğiyle, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliğine üye olması dolayısıyla, Kıbrıs'ta fiilî bir komşuluğu kabul etmememiz iktiza eder. Zira, eğer, Avrupa Birliği oraya bu şekilde gelecek olursa, kendi gücünü artırmak, bizim etkinliğimizi kırmak ve kendi etkinliğini, bizim etkinliğimizin yerine ikame etmek için gelir. Binaenaleyh, burada, bizim sabit durmamız lazım.

Ne yapmak gerekir? Birincisi, hükümetin görevidir zaten, uluslararası anlaşmalardan doğan hakkımızı koruyacaktır, bunu her vesileyle savunacaktır. İkincisi, başta Avrupa Birliği olmak üzere, bütün herkese, münasip bir dille -o münasip dilin takdiri sayın hükümete aittir- anlatacaktır ki, Türkiye, asla böyle bir emrivakiye, uluslararası anlaşmalara aykırı böyle bir emrivakiye razı olmaz ve, eğer, Avrupa Birliği bunda ısrar edecek olursa, o zaman, yine, Avrupa Birliğine ve ilgili herkese, Türkiye, yine, münasip bir dille anlatmalıdır ki, bu, hem bölgesel barışa hem de küresel barışa çok ciddî bir fatura çıkarır.

Muhterem milletvekilleri, şimdi, izniniz olursa, bir başka güncel konuya gelmek istiyorum; o da, üzerinde çok sık tartışılan Kürtçe özel televizyon ve eğitim meselesidir. Eğer, işin içinde Avrupa Birliği, Katılım Ortaklığı Belgesi, ulusal program olmasaydı, bir başka ifadeyle, Türkiye'nin demokratikleşmesi, yanlış bir politika ile, Avrupa Birliğine girişe endekslenmeseydi, o zaman, böyle bir gelişme Türkiye'nin demokratikleşmesinin doğal bir aşaması olarak kabul edilebilirdi; ama, bu işin üzerine bir kere Avrupa Birliğinin gölgesi düşmüştür. Türkiyede, eğer, şu veya bu şekilde, Kürtçe özel eğitime ve televizyona izin verilecek olursa, hiç kimseye anlatamayız ki, bu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin hür iradesiyle ve demokratikleşme için atmış olduğu bir adım olsun. Her şeyden önce, son derece de sevdiğim Kürt kardeşlerimiz bile diyeceklerdir ki "Avrupa Birliği, Türkiye'nin kafasına vura vura bunu kabul ettirdi." Böylece, Türkiye'de Kürt meselesine bir nokta koymuş olmayız; tam tersine, yeni bir paragraf açılır ve böyle bir karar, tarihin, Allah'ın ve milletin huzurunda söylüyorum ki, asrın hatası olur Türkiye için. (Alkışlar) Kimseye faydası da olmaz. Bunlar, kendiliğinden gerçekleşecek konulardır.

Şimdi, deniliyor ki: "Efendim, teknoloji çıktı, her televizyon hitap ediyor." Bu iddiayı ortaya koyanlara soruyorum: Bugün, bütün Kürt vatandaşlarımızın -Zazaca da dahil olmak üzere söylüyorum- anlayabilecekleri bir Kürtçe var mı acaba (MHP sıralarından "Yok" sesleri, alkışlar) ve televizyonu kaç kişi anlıyor?

Bir başka ifade, deniliyor ki: "Efendim, işte, anaları kaybettik, hitap edemiyoruz Kürt kardeşlerimize." Nasıl hitap edeceksiniz? Yani, Nutku Kürtçeye mi tercüme edeceksiniz?! İstiklal Marşını mı Kürtçeye tercüme edeceksiniz?! (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yoksa, dağa taşa, "ne mutlu Türküm diyene" sözünü Kürtçeye mi tercüme edip yazacaksınız?

Muhterem milletvekilleri, şunu huzurlarınızda açıkça ifade etmek istiyorum ki, tarihimiz, millî mücadele ve cumhuriyet Türkçe yazılmıştır. Bu, bir etnik zorlama değildir, tarih böyle gelmiştir; bu, geri çevrilemez. Onun için, bu milletin değerleri de, bu cumhuriyetin değerleri de, Türkçe dışında hiçbir dille paylaşılamaz. ("Bravo" sesleri, alkışlar) O itibarla, hükümete istirham ediyorum, bunu, basit bir demokrasi çatışması haline getirmeyin. 

Son zamanlarda, Türk Silahlı Kuvvetleri de, son derecede politize edilir hale geldi. Milletimizin huzurunda, tarihin huzurunda şunu da açıklıkla ifade ediyorum: Türk Silahlı Kuvvetleri, bu ülkenin en ulusal, (millî) kurumlarının başında gelmektedir. Şu aşamada, Avrupa Birliğini memnun etmek için, Türk Silahlı Kuvvetleriyle bir siyasî mübarezenin, bir münakaşanın içine girmek de, emin olunuz ki, çok büyük bir tarihî hata olur ve bu vesileyle, izin verirseniz, şunu da hemen ilave edeyim ki, Avrupa Birliği ile Kürt kardeşlerimizin arasına, daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Kürt kardeşlerimizin arasına Avrupa Birliğini sokmayınız.

Avrupa Birliği çok övüldü. Gelin, birlikte şu Avrupa Birliği ile aramızdaki satranç tahtasına bir bakalım ve oradaki durumu birlikte okuyalım. Avrupa güvenlik ve savunma kimliğine Türkiye girmeyecek. Bunun bir amacı da, Balkanlarda bizi marke etmektir, Balkanlardaki etkinliğimizi kırmaktır. Ege'de, Yunanistan aracılığıyla, çıkarlarımız ve sınırlarımız tehdit altındadır. Kıbrıs'ta bizi yanıltmak, Doğu Akdenizden ve Ortadoğu'dan uzaklaştırmak için, Güney Kıbrıs Rum yönetimini almak istiyor. Bunun dördüncü ayağı, Kürk meselesini kaşıyarak, doğuda ve güneydoğuda istikrarsız bir alan yaratmaktır. Beşincisi ise, bizim, Kafkaslara ve Ortaasya'ya çıkışımızı kapatmak üzere, Ermenistan politikasıdır.

Huzurunuzda şunu ifade etmek istiyorum ki, Avrupa Birliği, bizi üye yapmak istemezken, istikbalde, bu coğrafyada, Türkiye'yle muhtemel bir çıkar çatışmasına girebileceğini hesap ederek müstağni kalmaktadır, uzak kalmaktadır. Bunu da başka türlü düşünenler çıkabilir, onu da her zaman üzerinde durmak ve tartışmak, en azından, kendi açımdan söylüyorum, mümkündür.

En son üzerinde durmak isteyeceğim konu ekonomik durumla ilgilidir. Türkiye çok ağır bir ekonomik krizle karşılaştı, umarım ki, bunu atlatmış olsun. Bu şekliyle atlatmış olsa bile, gerçi, bu kriz ekonomiyi derinden sarsacaktır. Bir istikrar programı uygulaması esnasında böyle bir krizle karşılaşmak, durumu daha da ağırlaştırmaktadır. Yani, acaba, bu hükümetimiz istikrar programı uygulamıyor olsaydı, 10 milyar dolarlık değil de 20 milyar dolarlık bir kriz mi gelecekti Türkiye'nin başına? İstikrar programı bu gibi durumlara düşmemek için uygulanır; ama, bu istikrar programının bir maliyeti vardır, en az, ihracatınızın beşte 3'ünü alıp götürecektir ve IMF'den gelen kredi, Telekom ile THY'yi beraberinde alıp gidecektir. Çok liberal bir kambiyo ve çok zayıf bir bankacılık sektörüyle, döviz kurunu sabitleyen bir ekonomik modele geçmek büyük bir hata idi. Bu program daha baştan işleyemeyeceğini göstermişti. Giderek büyüyen- dış ticaret ve cari işlemler açığı bu programın karnındaki saatli bombadır. IMF "yeni vergiler koyun ve harcamaları kesin" diyor; bununla, dışticaret ve cari işlemler açığı önlenmez, sadece ivmesi yavaşlar. Başka bir ifadeyle, bomba yerinde durur; ama, saati biraz yavaşlatılmış olur. (DYP sıralarından alkışlar)

Kaldı ki, bu harcamalar nereye kadar kısılacaktır; çiftçinin, memurun, işçinin, emeklinin, dar ve orta gelirlinin hali meydandadır. Memura verdiğimiz para, aşağı yukarı, onun, oturduğu evinin yönetim giderine yetmiyor. Çiftçi, son elli yılın en zor şartlarını yaşamaktadır.

Esnaf... Gidin, Ankara'nın en mutena yerlerine bakınız; daha yılbaşı, bayramı idrak etmedik; yüzde 50'ye varan indirimler başlamıştır. Ben, şunu ifade etmek istiyorum: Güzel adetleri olmuş; Osmanlı padişahları tebdili kıyafet gezerlermiş ahali ne yapıyor diye; eğer, benim sözlerimde mübalağam varsa, sayın hükümet tebdili kıyafet gezip, halkın dertlerini anlayabilir. (DYP sıralarından alkışlar)

Ayrıca şunu da hemen söyleyeyim: İşçinin durumu malumdur; emeklinin, dulun, yetimin hepsinin durumu aynıdır. Ayrıca, ne kadar keserseniz kesiniz, artık, enflasyondaki düşüş giderek yavaşlayacaktır. Enflasyonu birazcık daha düşürmek için geniş kitleleri daha fazla mağdur etmek gerecektir. Bugünkü programda ısrar edilecek olursa, halkın daha da ezileceği kesin; ama, enflasyonun düşeceği meçhuldür. (DYP sıralarından alkışlar) Sonra, ne sebeple kısacaksınız ki?! Kaynak mı yok; hayır, kaynak var. Hortumlanan bankalara giden kaynakları, (DYP sıralarından alkışlar) hayalî ihracata giden kaynakları, gümrüklerdeki kaçakları, kâğıttan yollara ve kartondan köprülerin inşasına akıtılan kucak dolusu paraları, İstanbul ve büyük şehirlerdeki arazi yağması ve vergilendirilmemiş arazi rantını ülkenin kalkınması ve halkın refahı için kullanırsanız, inanınız ki, Türkiye'de her şey değişecektir. (DYP sıralarından alkışlar)

İstikrar programı uygulansa bile, halkı buna ezdirmeyecek alternatif kaynaklar vardır. Bunun içindir ki, karşılaşılan ekonomik bunalımın sebebi ekonomik değil, siyasîdir. Mevcut hükümet, siyasal tercihini halkın değil, yağma ve talan ekonomisinin lehinde yapmaktadır. (DYP sıralarından alkışlar) Teşhisi doğru koymak gerekir.

ZEKİ EKER (Muş) - Bilgilerinizi kim yazmışsa, hepsini yanlış yazmış vermiş.

AYDIN MENDERES (Devamla) - Benim konuşmamı yazacak...

BAŞKAN - Müdahale etmeyin efendim.

Buyurun Sayın Menderes.

AYDIN MENDERES (Devamla) - Yok Sayın Başkan; ya söz atılmasını engellersiniz ya da ben cevap veririm.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Menderes.

AYDIN MENDERES (Devamla) - Teşekkür ederim.

Bu konuşmayı yazacak ikinci bir şahıs Türkiye'de bulursan, ben elini öperim kardeşim, (DYP sıralarından alkışlar) ama, senin aklın ermiyorsa, ona da, benim diyeceğim bir şey yok! (DYP sıralarından alkışlar)

Bu itibarla, halk, ümitsiz olmamalıdır. Türkiye'nin kaynakları vardır; ancak, bunları harekete geçirecek siyasal irade ortada yoktur. Sebep, ekonomik değil siyasî olduğu için de, durum, siyasetle düzelecektir; ancak, ne yazık ki, şimdilik, siyaset kilitlenmiştir. Bu hükümet, başarılı olduğu için iktidarda değildir, alternatifsiz olduğu için iktidardadır. Bir partinin aforoz edilmiş olması, bu iktidarı alternatifsiz kılmaktadır; başka bir hükümet çıkamamaktadır Meclisten; muhalefet de, bunun için, güdük kalmaktadır. İktidar başarısız, muhalefet güdüktür; bu sebepten dolayı güdüktür.

Tam böyle bir noktada, 1 Aralık Cuma günü, işçi, memur ve emeklilerin Kızılay ve Sultanahmet'te büyük kalabalıklarla toplanmaları, tünelin ucundaki ışığın yandığını göstermektedir; çözüm ortaya çıkmıştır. Kızılay ve Sultanahmet'ten yükselen ses, sessiz milyonların ayak sesleridir, ezilenlerin, gariplerin ayak sesleridir. (DYP sıralarından alkışlar) Sessiz milyonlar, haklarını korumak ve siyasetin kilidini açmak için, bir kere daha tarih sahnesine yürümektedirler. Türkiye'de demokrasi vardır. Hiçbir iktidar, başarısız olmasına rağmen, iktidarda kalamaz; hiçbir tehlike veya ümit, bunu mümkün kılamaz.

Bugünkü manzaranın özeti, siyasetin kilitlenmiş olmasıdır. Siyasetin kilitlenmiş olmasının çözümünün ışığını 1 Aralıkta gördük. Bu kilidi çözmenin görevi, doğrudan doğruya halka ve millete düşmektedir. Halk, kendi kaderini eline almalıdır. Bunun anlamı şudur: Bu kilidi halk açacaktır, millet açacaktır; gerekirse, demokratik yollardan bu hükümete, hatta gerekirse, muhalefete rağmen açacaktır. Bunu, demokrasinin kuralları ve meşruiyeti içerisinde gerçekleştirecektir. Şafak sökmeye başlamış, çoğu gitmiş azı kalmıştır.

Allah, devlete ve millete zeval vermesin.

Yüce Milletimizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Menderes'e teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, tümü üzerindeki görüşmelerimiz tamamlanmıştır.

Sayın Güler, Sayın Yıldırım, Sayın Göksu, Sayın Kukaracı, soru sorma isteğinde bulundunuz; ancak, ileriden beri biliyoruz ki, bu aşamada soru sorma imkânımız yoktur. Nitekim, daha geçen dönem yapılan bütçe görüşmelerinde, soru istekleri, İçtüzük gereğince, karşılanamamıştı; sizlere duyuruyorum.

Sayın milletvekilleri, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum.

1.- 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2.- 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3.- 2001 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4.- 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Böylece, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi, sırasıyla, her 4 tasarının da, 1 inci maddelerini okutuyorum:

2001 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir  ve Denge

Gider bütçesi

MADDE 1.- Genel Bütçeye dahil dairelerin harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere 48.219.490.000.000.000 liralık ödenek verilmiştir.

1999 MALÎ YILI KESİNHESAP KANUNU TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Genel bütçeli idarelerin 1999 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (27 841 439 383 525 000) lira olarak gerçekleşmiştir.

2001 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER

BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

Ödenekler, Öz Gelirler, Hazine Yardımı

MADDE 1.- a) Katma bütçeli idarelerin 2001 yılında yapacakları hizmetler için 4.784.252.200.000.000 lira ödenek verilmiştir.

b) Katma  bütçeli idarelerin 2001 yılı gelirleri 300.000.000.000.000 lirası öz gelir, 3.521.787.300.000.000 lirası Hazine yardımı, 962.464.900.000.000 lirası yükseköğretim kurumlarının cari hizmet giderlerine yapılacak Devlet katkısı  olmak üzere toplam 4.784.252.200.000.000 lira olarak tahmin edilmiştir.

1999 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER KESİNHESAP KANUNU TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Katma Bütçeli İdarelerin 1999 Malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (2 606 570 920 663 000) lira olarak gerçekleşmiştir.

BAŞKAN - Her 4 tasarının 1 inci maddeleri okunmuş bulunuyor.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü maddesi uyarınca, bütçe kanunu tasarıları ile kesinhesap kanunu tasarılarının görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2001 malî yılı bütçeleri ile 1999 malî yılı kesinhesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanılacaktır.

Ancak, birleşimi kapatmıyorum; çünkü, gündemimizde yer alan, yanlış ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla Başbakan Sayın Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki gensoru önergesi, alınan karar gereğince, bugünkü birleşimde görüşülecektir.

Şimdi, 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.44


BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21. 50

BAŞKAN: Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Hüseyin ÇELİK (Van), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Genel Kurulun 8.12.2000 tarihli 27 nci Birleşiminde alınan karar gereğince Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekili Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, yanlış ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında (11/5) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) GÖRÜŞMELER

1.- DYP Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, yanlış ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/5)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, önerge daha önce bastırılıp, dağıtıldığı ve okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika, gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır.

Efendim, önerge sahibi olarak kim konuşacak?

NEVZAT ERCAN (Sakarya)- Hatay Milletvekilimiz Sayın Mehmet Dönen konuşacaklar.

BAŞKAN- Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Dönen; buyurun efendim.

Sayın Dönen, süreniz 10 dakikadır. Ümit ediyorum ki, sürenizi aşmazsınız.

MEHMET DÖNEN (Hatay)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakan ve Bakanlar Kurulu hakkında verdiğimiz gensoru önergesi üzerinde, önerge sahipleri adına söz almış bulunuyorum. Şahsım ve grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün burada, gerçekten, ekonomi bütün yönleriyle konuşuldu, iktidar ve muhalefet grupları, ekonomiyi bütün yönleriyle irdeledi. Özellikle iktidar grupları, bugün burada, bilinçli, kararlı, istikrarlı, tutarlı, uyumlu bir hükümetin sürdürdüğü ekonomik politikadan bahsettiler.

Değerli arkadaşlarım, bu hükümetin ne kadar bilinçli, ne kadar tutarlı, ne kadar kararlı ve ne kadar uyumlu olduğunu hep birlikte düşünmek istiyorum, sizlerle birlikte düşünmek istiyorum. Bu hükümet bilinçli! Doğru. Bu hükümet, uyguladığı ekonomik politika gereği kura baskı yaptı. Elbette ki, kura yaptığı baskılar sonucunda faizler aşağıya düştü. Bu, bunun bir sonucuydu. Elbette ki, enflasyon belirli ölçüde hız kesti. Bu da, bunun ciddî bir sonucuydu, olumlu sonuçlarıydı; ama, bu uygulanan ekonominin olumsuz sonuçları da vardı. Neydi olumsuz sonuçları; elbette ki, ihracat azalacak, ithalat artacak ve buna bağlı olarak dış ticaret açığı büyüyecek ve ona bağlı olarak da cari işlemler açığı büyüyecekti; bunu, hükümet göremedi. Ağustos ayında dış ticaret açığı en yüksek noktaya vurduğu gün, bürokrasi, bunu konuşmaya başladı; ama, ortada, bu konuda karar alacak bir siyasal erk yoktu ve geldik, doğal olarak, bugünkü "kriz" diye adlandırdığımız ekonominin çöküş noktasını bulduk.

Değerli arkadaşlarım, elbette ki, hükümetin, bu alanda, sabahtan bu yana söylediği tek olumlu şey, faiz gelirlerinin, özellikle faizlerin -içborç faizlerinin- bütçe içindeki oranının düşmesi; bu, olumlu bir gelişme gibi gözüküyor; ama, az önce söylediğim noktadan bakarsak, diğer hiçbir kalem, makro ekonomik alanda hiçbir kalem, olumlu göstergeler vermiyor; hatta, olumlu diye nitelendirilen bu faizlerin düşmesiyle, bugünkü bütçede ortalama yüzde 23 faizle borçlanacağını hedef alan hükümetin, şimdi, yüzde kaçlarla borçlandığını hep beraber görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Lucas diyor ki "Piyasaları bir kez aldatabilirsiniz." Siz, bir kez piyasalara güven verebilirdiniz; ama, artık, piyasalar, size güvenmiyor. Piyasaların güvenmediği hükümetin, artık, bir gün bile iktidarda durması doğru değil. (DYP sıralarından alkışlar) Eğer, piyasalar, hükümete güvenmiyorsa, değerli arkadaşlarım, bundan sonra uygulamak istediğiniz ekonomik politikaların sonucunu alamazsınız.

Değerli milletvekilleri, özellikle burada konuşan arkadaşlarımız, 1998 öncesini baz aldılar.

Değerli arkadaşlarım, 1997'de, bizim bıraktığımız Türkiye'de kişi başına millî gelir 3 100 dolar civarındaydı; şimdi, millî gelir ne kadar; 2 800 dolar. Yani, insanları, 300 dolara yakın fakirleştirmişsiniz; bunun anlamı bu.

Yine, bizim bıraktığımız Türkiye'de, ihracatın ithalatı karşılama oranı, aşağı yukarı yüzde 70'ler seviyesindeydi; bugün geldiğimiz noktada, yüzde 51'ler seviyesine indik. Bunların anlamı, bu toplumu gittikçe fakirleştiriyorsunuz demektir. Fakirleşen bir toplum, üretmeyen bir toplum, artık, Türkiye'nin geleceği konusunda kuşkuya düştüğü, hiç kimsenin mutlu olmadığı bir süreci yaşıyor.

Şimdi, burada, iktidar sözcüsü arkadaşlarım, bilinçli bir hükümetten bahsediyor; ama, bütün göstergeler, bilinçsiz bir hükümetin başımızda olduğunu gösteriyor. Peki, bu hükümet uyumlu mu?.. Bu hükümetin uyumlu olup olmadığını, hükümetin kendi içerisindeki bakanlar söylüyor. Bir bakan, bir diğer bakanı, Telekom’un satışında hile yapmakla, bir başkasına peşkeş çekmekle suçluyor. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, müşterek sorumluluğun olduğu Bakanlar Kurulunda -ben söylemiyorum- bunu, bir bakan söylüyor. Bir bakan, eğer, bunları söyleyebiliyorsa, bu hükümet içerisinde uyum yok demektir. Ancak, bu alanda mı?.. Hükümetin Başbakan Yardımcılarından biri gidiyor "demokrasi ve Avrupa Birliği Diyarbakır'dan geçer" diyor; bir başka Başbakan Yardımcısı "hayır" diyor, buna karşı son derece tavır alıyor. Yani, demokrasi alanında da kendi içlerinde uyum yok, ekonomik alanda uyum olmadığı gibi.

Değerli arkadaşlarım, peki, bu kadar kan uyuşmazlığı... Daha da ileri gidelim, Bakanlar Kurulundan çıkan bir karara, Cumhurbaşkanlığına giden bir karara, bir bakan, Cumhurbaşkanına mektup yazarak "bunu tasdik etme, onaylama" diyor. Bu ne demek?! (DYP sıralarından alkışlar) Hangi uyumdan bahsediyorsunuz?.. Böyle bir uyumu nasıl tanımlıyorsunuz?.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Aile içi mesele.

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Aile içi meseleniz değil.

Bakın, eğer siz, aile içi meselelerinizi çözmekle uğraşıyorsanız, bu insanların, özellikle esnafın, çiftçinin, sanayicinin, memurun sizi beklemeye artık takatı yoktur, bir an evvel sizden kurtulmak istiyor, "gidin, siz, başka yerde aile sorunlarınızı çözün" diyor. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, değerli arkadaşlarım, burada köylünün, çiftçinin haklarının savunulduğu, özellikle Masum Türker tarafından çok veciz bir şekilde anlatıldı ve "biz köylünün içinden geliyoruz, onların sorunlarını çok iyi biliriz" dedi; ama, Masum Türker bir şeyi de çok iyi bilsin ki, kekliği keklikle, bıldırcını bıldırcınla avlarlar. Biz, kekliğin keklikle avlandığı bir süreci yaşıyoruz. Ben size bunun bir fıkrasını anlatayım. Sizin içinizde bunu çok iyi bilenler var.

Pazarda keklikler satılır, köylünün biri pazara gider "ben bir keklik almak istiyorum" der. Ona "işte, en iyi öten ve avcıların vurması, avlanması için başına en çok keklik toplayan, en iyi keklik budur" derler ve onu çok yüksek bir bedelle alır, imha eder, ortadan kaldırır. "Niye kaldırdın?" dediklerinde, "kendi ırkına ihanet eden, böyle, ortadan kaldırılmak durumundadır" der.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, önemli olan köylünün, esnafın içinden çıkmak değildir; önemli olan, onların sorunlarını burada dile getirmek, onların çıkarlarını savunmaktır. (DYP sıralarından alkışlar)

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Demogoji yapmayın.

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Ben demogoji yapmıyorum.

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Köylünün üzerinden demogoji yapma.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Köylünün içine git.

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Ben burada demogoji yapmıyorum.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın.

MEHMET DÖNEN (Devamla) - "Ben, çiftçiye doğrudan destek yerine, dönüm başına 5 dolar veriyorum; hem de bunu, çiftçinin ekim yapmaması için, çiftçinin üretim yapmaması için veriyorum" deyin de çiftçi dinlesin sizi.

Ben, çiftçiye, özellikle esnafa yeni bir hayat standardı getiriyorum...

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - 96 ve 97'nin borcu duruyor!..

BAŞKAN - Efendim, hatibi rahat bırakın, konuşsun.

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Gelin, 96'yı da 97'yi de birlikte tartışalım, bakalım ne var.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - SHP'den oy alıp DYP'ye geçtin!.. (DYP sıralarından gürültüler)

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Gel buradan konuş; yüreğin yetiyorsa buradan konuş.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayalım.

Sayın Dönen, siz de Genel Kurula hitap edin.

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, Genel Kurula hitap ederseniz...

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, gelin buradan deyin ki...

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Oradan söyledik; dinlemiyorsunuz ki!..

MEHMET DÖNEN (Devamla) - "Biz, esnafa hayat standardı getirdik; vergileri azdı, daha çok vergi yükledik ve bu, çok iyi oldu" deyin ve bu esnaf sizi dinlesin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Dönen...

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bitirelim efendim.

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Tamam.

BAŞKAN - Darbımeselle konuştuğunuz için vakti çabuk yediniz.

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Hemen bitiriyorum.

Değerli arkadaşlarım, dün, burada bir af yasası çıkardınız; çıkardığınız af yasasında, özellikle siyasetçileri koruyan bir anlayışı ve onun altında bürokrasiyi ve o işi yapanları cezalandıran bir anlayışı benimsediniz. Hani siz dürüst politikacıydınız?.. Hani siz yolsuzluklara karşıydınız?.. Neden bu kadar yolsuzluğun siyasî temsilcilerini, siyasî sorumlularını gün ışığına çıkarıp mahkemelere göndermiyorsunuz da bunları affedecek yasaları gelip burada kabul ediyorsunuz? (DYP sıralarından alkışlar)

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Biz, burada aklanmaları da yaptık!..

MEHMET DÖNEN (Devamla) - Ben, burada, sizin iktidar milletvekiliniz gibi, Başbakana "vatan hainlerini affediyorsunuz" demiyorum; bunu ben demiyorum. Sizin, zaten, iç uyuşmazlığınız, kan uyuşmazlığınız her zaman gündeme geliyor ve doğal olarak, bu ülkeyi yönetmeye bu hükümet salahiyetli değil; içinde kan uyuşmazlığı var...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET DÖNEN (Devamla) - ...uyguladığı politikalarla, özellikle emeğiyle geçinen bütün kesimleri fakirlik sınırlarının altına indirmiştir. Onun için, bu hükümet bir an evvel yerini daha iyi yapacak hükümetlere bırakmalıdır der, saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -Teşekkür ederim Sayın Dönen.

Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nevzat Yalçıntaş, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri, verilen önergede, ekonomik krize doğru sürüklendiğimiz, ilk teşhis olarak belirtiliyor. Zannediyorum sürüklenmiyoruz, ekonomik krizin içerisindeyiz ve en dip noktasına vurmuş durumdayız. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Kriz göstergeleri nedir?.. Önce, astronomik sayılabilecek bütçe açıkları -bunların nispetlerini Sayın Maliye Bakanımız, bu sene için, geçmiş sene için verdiler- yüksek faizler (yüzde 88). Faizlerin önümüzdeki 2001 yılında hafifleyeceğini bir müjde olarak da verdiler. Temenni ediyoruz; ama, o müjde de yüzde 50'ler seviyesinde.Yani, bütün vergi gelirlerinin yarısını vereceğiz.

Yüksek enflasyon düşme eğilimi gösteriyor, doğrudur; ama, yıl ortalaması olarak aldığımızda, enflasyonun yüzde 45 civarında olacağı anlaşılıyor.

Sene içinde memurlara verilen zamları düşünürsek, satın alma gücünde, reel olarak yüzde 7-8 civarında bir azalma var.

Tabiatıyla, bu arada, sürekli değer kaybeden bir para, yatırımların yetersizliği -kriz unsurları, kriz göstergeleri bunlar- durgun bir piyasa, düşük ihracat- yüzde 64'ünü karşılıyordu, nispeti Sayın Bakanımız da verdiler, yüzde 51'e indi ihracatın ithalatı karşılama oranı- işsizlik- yüzde 20-25 tahmin ediliyor; müsaade edildiği günlerde Meclis koridorlarındaki kuyruklar, sıralar kâfidir bunu göstermek için- ve daha da bozulan bir gelir dağılımı... Tabiî, bu göstergeleri daha da fazlalaştırabiliriz; ama, şu on tane gösterge kâfidir.

Neticesi ne olur bunların; bunu, zannediyorum, geçen seneden beri muhtelif zamanlarda söyledik, bugün daha sık söyleniyor; fakirleşme, Aşağı yukarı fert başına 260 dolar fakirleştik. Tabiatıyla, bu fakirleşme, dünya standartlarında, bizi, yavaş yavaş, az gelişmiş ülkelere, yani, yirmi yirmibeş senedir mücadelesini yapıp çıkmaya çalıştığımız gruptan ve nihayet çıktığımız gruba tekrar iade etme eğilimi gösteriyor.

Burada şu söylenebilir ve haklıdır: Biz, güllük gülistanlık mı devraldık, dikensiz bir gül bahçesi mi aldık?.. Ekonomiyi biz devralırken, her şey yerinde miydi?.. Yerinde olduğunu söylemek mübalağalı olur. Elbette ki, son on onbeş senenin problemlerini de bu hükümet devraldı. Sonra, bütün Türk Milletini derinden üzen, son aylarda ortaya çıkan yolsuzluklar... Bu haramzadeleri de biz mi yetiştirdik?.. Şu altı yedi ay içerisinde, birbuçuk senede bunları biz mi türettik? Şüphesiz ki, değil; ama, her şeyi de biz yapmadık, biz hiçbir hata işlemedik, biz çok iyi yönettik dersek, şu göstergeleri tekrar saymama lüzum yok, rakamlarıyla, bugün, Sayın Bakanımızın yaptığı fevkalade güzel konuşma içinde bunlar var; demin söylediğim rakamlar var, ihracat meselesi de var, faizler de var, diğerleri de var. Bunlardan kurtulmaya çalışılıyor; ama "etkili bir ekonomi yönetimi kurabildik mi?" sualini, bana göre müspet şekilde cevaplandırmak zor. Etkili bir yönetim kurulamadı. Bunun ilk adımı, teşhis yanlış oldu. Talep enflasyonu var zannettik. Yani, büyük bir satın alma gücü var; bu satın alma gücü, dalgalar halinde piyasaya zaman zaman geliyor, dengeleri bozuyor... Hayır, daha yakından tabloya bakarsak, maliyet enflasyonu idi.

Bu, başka bir şeyle de kombine olmuştu. O da, üretimde düşüklükler. Yani, arz noksanlığı. Zaten, gelişme rakamlarında bu kendini gösterdi. Bu iki faktör, kombine olarak krize doğru götürdü. Teşhis yanlış olduğu için, hep tüketicinin üzerine yüklendik.. Yani, sosyal boyutunu, ekonomik politika, kaybetti. Enflasyon, tüketicilerin piyasaya üşüşmelerinden gelmiştir; öyle ise, yapacağımız şey nedir; zam yapalım... Zam yaptıkça maliyetleri daha da artırdık. Zaten, durgunluk içinde olan yani, stagflasyona sürüklenmiş ekonominin arz cephesi de zayıfladığı için, enflasyon, durgunluğa, işte, biraz evvel söylenen, esnafın vesairenin iş yapamamazlığına, mal satamamazlığına yol açmıştır.

Eğer, teşhis doğru olsaydı, yani, maliyet enflasyonu, içine düştüğümüz, olsaydı- tabiî, kısmen transfer edilmiş bir enflasyon var petrolden, rakamlarını sayın bakanımız verdiler o da var, ama, nispet o kadar fazla değildir- o zaman, meselenin üretim kısmına ve fiyatları daha da düşürecek tedbirlere doğru gidebilirdik.

Bunun içinden çıkmak lazım. Aksi halde, bu doktrini ileri sürenler, yani "bu iş bir talep enflasyonu"diyenler, tüketicinin daha da fazla ezilmesine yol açacaktır. Onlar, mütemadiyen ya bu bürokrat arkadaşlarımız olacak ya politikacılar olacak; mütemadiyen zamlar gelecek ve mütemadiyen vergiler gelecek; bu şekilde de, sosyal, geniş az gelir grupları daha da ezilecekler.

Teşhisin yanlışlığından sonra, ekonomi idaresinde tecezzi görülmüştür. Yani, bu tecezzi, şüphesiz ki, ayrı ayrı dairelerimiz var, Hazinemiz var, muhakkak ki Maliye Bakanlığımız var, Merkez Bankamız var, diğerleri var; ama, acaba, şu son dönemde aralarında iç disiplini sağlamış, etkili bir koordinasyon oldu mu? Bunu söylemek de zor; bu, olamamıştır. Herkes kendi politikasını üretmeye, kendi politikasını uygulamaya çalışmıştır.

Kanaatime göre, şanlısınız -iktidara söylüyorum- tecrübeli, bilgili, enerjik bir Maliye Bakanınız var. Bazı şeyleri, belki, artık, Maliyeye geçici de olsa devredelim. Hazineyi tenkit için bu sözlerimi söylemiyorum; ama, Hazinede, belki, Sayın Bakanın devraldığı tablo hoş bir tablo değil, bir türlü o tablonun içinden çıkılamıyor; ama, Hazine- Maliye uyumsuzluğu ortadadır. Merkez Bankası, bu tabloyu, olumsuz şekilde tamamlıyor. İşte, burada, tecezzi eden yürütme erkini başka alanlarda da görmeye başladık. Kaldı ki, birtakım devlet kurumları da pasif kaldılar.

Etkili ve isabetli bir planlamanın olduğu bir ülkede bu tablo çıkmaz. Eğer, Planlama, son senelerde bu kadar pasif, bu kadar kendi fonksiyonunun dışına itilmemiş olsaydı, tehlike çanlarını çalacaktı; basın toplantıları yaparak değil, hükümete verdiği, vereceği raporlarla -böyle raporlardan habersiziz- getireceği çözümlerle.

Sual şu: Bağıra bağıra gelen bir kriz var. Peki, Planlama ne yapar? Üretimde rol alacak olan diğer kurumlar ne yapar? Şüphesiz ki, bunlar, aktive edilemedi, bu koordinasyon sağlanamadı ve bir otorite boşluğu, bir tecezzi eden ekonomi idaresi ortaya çıktı. Bu, orada kalmadı. Anlaşılıyor ki, bu, sadece ekonomi idaresinde değil. Bu kürsüye getiriliyor, Sayın Menderes de getirdi; ülkenin en üst derecesindeki istihbarat örgütü, kendi başına, Türkiye'nin en hassas olduğu konularda politika üretti, hedef gösterdi, yapılacak işleri söyledi. Ondan önce de, bir başka otorite, tarih koymuştu, başka işler için, şu tarihte şunu yapabilirsiniz... Orada, sadece radyo ve televizyon meselesinde sınırlı kalan bir durum mu var? İhtimal şudur: Ya gerçekten otorite zaafı vardır, bu istihbarat başkanımız, diğerleri gibi, o zaafların içinden çıkarak, kendi anladığı, bildiği bir politikayı koymuştur, bunu, şeffaflığın sonucu olarak...Şeffaflık ayrı bir şey tanıtmak, anlatmak, izah etmek, politika üretmek ayrı bir şey. Peki, bu iş, bu kadar masum mu duruyor?.. Sayın Başbakanımız, şeffaflığa işaret etti. Kendisini tercüme etmeye lüzum yoktur; şüphesiz ki, çok iyi lisanı vardır. İşte, Türkiye için hazırlanan "Gelişme, İlerleme (Progress Report)" denilen rapor... Orijinal nüshası... Şu kürsüden söylüyorum, lütfen, açsınlar, 18 inci, 19 uncu sayfaları okusunlar, ancak 15-20 dakikasını alır. Burada, mesele, sadece bir televizyon meselesi değil, bu ülkenin unsuru aslisi olan bir grubun, anadilleri Kürtçe olan bir grubun, tam vatandaşlık statüsünden azınlık statüsüne itilme hedefi vardır, izahı vardır. Bu, sadece bu belgede yok ki, 1989 ret belgesinde, Helsinki ve diğerlerinde... Meseleler, realite hududuna gelip dayandığında, her şey soğuk gerçeğe geldiğinde, işte o zaman denizin suları çekiliyor ve yalı kazıkları, bütün çirkinlikleriyle ortaya çıkıyor.

Mesele, bir tarihî hafıza meselesi. Bütün bir Arap dünyasının, Beyrut'tan Arnavutluğa kadar Müslüman ülkelerin Osmanlı Devletinden ayrılma süreci, kendiliğinden, normal şekilde olmamıştır, facialarla neticelenmiştir. Bu facia da, bize, 30 bin kişiye mal oldu.

Meseleyi, hafife almak... Bazı meseleler hafife alınmaz. Moliere bile "aşkla alay edilmez" diyor meşhur eserinde. Bazı konular hassastır, ona dikkat edeceksiniz; durup dururken bunu niçin söyledi...

İkinci ihtimal nedir?.. İkinci ihtimal, sayın başkan ve diğerleri -burada başka misalleri de not aldım, vaktinizi almak istemiyorum- diğer devlet daireleri de böyle şeyler yapıyorlar. Çağırmıştır MİT Müsteşarını, ona "bu açıklamayı yap" demiştir; bu da bir ihtimaldir. Vatandaş, bunu da düşünüyor; ben, şahsen düşünüyorum.

Bu da yanlıştır... Siyasetçi, bu seviyede icraat yapıyorsa, onun sorumluluğunu üzerine almak durumundadır. Görülüyor ki, tecezzi sadece orada değil.

Şüphesiz ki, bu türlü bir davranış şeklinin Türkiye'de gelişmesi, orada kalmıyor. Hepimizin, âdeta, her hafta rastladığı, bir genel müdür, bir müsteşar, en üst derecedeki bir bürokrat, kendi bulunduğu yerin, sanki mahkeme kadıya mülk kalıyormuş gibi, sanki bulundukları makamlar onlar için daimî makamlar ve normal bir terfiden gelmiş de değiller, o kadar tesahub ediyorlar ki, artık, tecezzi, yönetimin derinliklerine doğru gidiyor; yani, tarihteki tavaifi mülûk, küçük beylikler, küçük küçük beylikler... Bu beyliklerin toplamı devlet olmaz.

İşte, bu otorite boşluğunun giderilmesi lazım. Zaaftan istifade ediliyor. Birincisi, işte ediliyor. Şundan emin olalım ki, bugünkü krizin çıkmasında büyük rol oynamış olan, vurguncu denilen, benim haramzade dediğim insanlar, bu olur, yapabiliriz zannetmişlerdir. Yani, bu zaaf o kadar derindedir ki, hazırlarız her şeyimizi... Eğer bu zaaf olmasaydı, şüphesiz ki, bu manzara bu kadar acı bir şekilde ortaya çıkmazdı.

Bunların, zamanında raporları verilmiş, anlatılmış, söylenmiş, müfettişler, vesaire... Bunların hepsi bu kürsüden de anlatıldı. Demek ki, zamanında hareket edememek... Bir ihmal kusuru var. Bu tecezzinin yanında ihmal var. Sayın Bakanımız bütçe konuşmalarında bunu izah etti; ama, tarihler meydanda. Ne yaparsanız yapın, verilen raporların bir tarafa itildiği malum. Dışarıdan bu zaaftan istifade ediliyor. Bize verilen bu belgeler, IMF'nin olsun, Avrupa Birliğinin olsun -bütün belgeler hepimizin elinde- IMF Başkanının mektubu olsun; bize 19 uncu Asrın Osmanlı dönemini hatırlatıyor. Kendileri, artık, bu kuruluşlar, bu devletler, birer düveli muazzama psikolojisiyle hareket etmeye başladılar. Bunda bizim bazı hatalarımız da oldu; gelen - giden insanların, bizim orada istifade edemeyeceğimiz davranış şekillerini rahatlıkla yapabilmeleri sağlandı. Şüphesiz ki, gelmeyin diyemeyecektik; ama, her şeyin bir yolu ve yordamı var.

Islahat talepleri... Düveli muazzamanın o gün yaptığını, bugün, işte, bu kuruluşlar, işte, Avrupa Birliği ve diğerleri, aynen o psikoloji içerisinde "şunu yapın ve bunu yapın" diyorlar.

Bu zaafa düşen ve bu yanlışlıklarla malul olan hükümetimiz, şüphesiz ki, çok isabetli kararlar da alıyor. Çalışan, eden, muhakkak ki, başarılı bakanlarımız var, başarısızların yanında. Başarısızlar da -biraz sonra zikredeceğim- inat ve gayrete devam ediyor.

Türkçemizde bir söz vardır "tatlı aşın yoksa, tatlı dilin, güler yüzün olsun." Ekonomide ve diğer şeylerde bir şey veremiyorsak, bari haklarda, hürriyetlerde, vatandaşla olan ilişkilerde daha şefkatli ve merhametli, kucaklayıcı bir devlet imajı... Hayır, polis, cop, yasak, itilme, kakılma... Ben temsil ettiğim şehirde bunu gördüm. Durup dururken sayın millî eğitim yöneticileri şehirde olay çıkardılar. Türkiye'nin her yerinde kız çocukları, imam-hatip okullarına, kendi okullarına, bildiğimiz kıyafetle gidiyorlar, halen de gidiyorlar. Her sene bir yerde bir olay çıkarmak lazım. Daha önce Bursa'da çıkardılar ve o olayda da bir genç kızımız ayaklarını kaybetti, o itişme, kakışma sırasında otobüsten düştü ve ayakları kesildi. İstanbul'da Gaziosmanpaşa'da, benim seçim bölgemde, Kâzım Karabekir Paşa İmam-Hatip Lisesinde, 13, 14,15 yaşında -hazan yaprakları gibi, incecik- kız çocukları içeri alınmayacak... Polis gönderiliyor... Ebeveynleri, anaları, babaları gelmişler, ağlaşıyorlar. Biz akşam gidiyoruz, gelip bizi buluyorlar. Ali kıran baş kesen midir bir ülkenin yöneticileri?.. Hangi kanunla, hangi yönetmelikle, neyle, sen, bunları itiyorsun ve kakıyorsun?.. Ha, herhalde devrimciliktir bu, tahmin ediyorum odur; çünkü, düşünüyorum, ne olabilir... Yani, yeni osmanlıcılık olur da, ikinci cumhuriyetçilik vesaire olur da, yeni devrimcilik olmaz mı? Tahmin ediyorum, bu yeni devrimcilik psikozuna saplanmışlar, her sene, bir yerde bir bayrak göstermek gerekiyor. Allah'tan ki, dengeli bir İçişleri Bakanımız var... Polis orada, hem de kamyonlarla, zırhlı şeylerle, coplar ellerinde, miğferler başlarında...

BAŞKAN - Sayın Yalçıntaş, süreniz bitmek üzere efendim. Toparlarsanız minnettar kalırım.

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Coplar işlemedi. Baktılar, onlar ağlaştılar, giremediler. Bizim ilericilerimiz, Batıcı olduklarını söylerler. Batıdan, standartlarından, evrensel değerlerinden o kadar uzaklar ki. Şüphesiz, Batı’ya gittiler, gezdiler turist olarak. Ve Fransa'yı örnek alırlar. Gitsinler, Jardin de Lüksemburg'un yanında, Katolik Üniversitesine baksınlar- Paris'in orta yerinde- kadınlar, kızlar hangi kıyafetlerle dolaşıyorlar...

Anavatan Partimiz bir yol gösterdi; dedi ki "meslek okulu..." Meslek okulunda, işte, bu din hanımları yetişecek. Bırakın kılıklarına kıyafetlerine karışmayı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Evet efendim...

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Koalisyon değil misiniz, uyum lazım gelmez mi size? Onu da dinlememişler. Belçika'ya, Louvain Katolik Üniversitesine geçsinler; Almanya'ya, İngiltere'ye, oradan atlasınlar Amerika'ya. Yaptıkları iş, bir zamanların ceberut kuzey komşumuzda görülenlere benziyor; şimdiki de güneydeki, Baas rejimine benziyor. Ağır bir şey söylediğimi zannediyorsunuz; hayır, benziyor diyorum.

Lütfen düşünün; hangi demokratik, gerçek hürriyetlerin olduğu yerde... Vesikalar, hepsi elimde; en son, Nice'de kabul edilen sözleşme elimde; diyor ki "açığa vurma..." Uygulama gereklerini... "Düşünce, vicdan ve din hürriyeti" başlığı altındaki yeni belge "açığa vurma hakkına sahip" diyor. Ve biz buraya girmeye çalışıyoruz, onlar da orada uğraşıyorlar.

Arkadaşlar, görülüyor ki, hükümetimizin bazı konulardaki başarısızlığı, onların bazılarını, bazı bakanlarını şiddete itiyor, sürekli devrim teorisine itiyor, bayrak göstermeye itiyor, vatandaşı itme ve kakma teşebbüslerine itiyor. Başka örnekleri vermek istemiyorum, Sayın Bakanı üzmek istemiyorum. Yapılacak iş, belki burada söylendi; Türkiye'ye bayramda bir hediye vermek. Hani, af için, bir hediye veriyoruz diyor ya. O hediye, belki de bir zarfın içerisinde, Sayın Cumhurbaşkanına, bu hükümetin çekildiği müjdesini ülkeye vermek. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Alternatifsiz olmaz. Bunu çok mu istedik; o zaman revize yapın. Başarısız bakanlarınız var, ülkeyi onlar krize sürüklüyorlar. Onlar, nasıl ki "okullar olmasa ne güzel idare ederdim" zihniyetini, başka alanlarda, bugün uygulamaya çalışıyorlar. Başarısızlıklarına ilaveten -belki ideolojik gayeleridir o- bitmiş olan bir dönemi yaşatmak isteyebilirler, bir nostalji içinde olabilirler. Recep Peker'den bahsediyorum aziz kardeşlerim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN -Efendim, lütfen toparlar mısınız.

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) - Dolayısıyla, hiç olmazsa, kabinede revize yapıp başarısız bakanlarınızı çekin, yeni yıla daha tazelenmiş, enerjik ve demokrat bir kabineyle girin.

Teşekkürlerimi arz ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yalçıntaş.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Revize olmaz, hükümetin çekilmesi lazım.

BAŞKAN - Efendim, şimdi söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vural'da.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakan ve Bakanlar Kurulu hakkında verilmiş olan gensorunun gündeme alınıp alınmamasına dair yapılmakta olan görüşmede, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun düşüncelerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Gensoru önergeleri, Anayasanın Türkiye Büyük Millet Meclisine tanıdığı en önemli denetim yollarından birisidir. Zira, gensoru, siyasî sonuçlar doğurabilecek bir mahiyet arz etmektedir. Bu bakımdan, gensoru önergesinin verilme şekli, zamanı, amacı ve muhtevasını değerlendirerek, gensoru verenlerin meseleye bakış açılarını ortaya koymak gerekmektedir.

Anayasamızın 99 uncu maddesi, gensoru önergelerinin, bir siyasî parti grubu adına veya en az yirmi milletvekilinin imzasıyla verileceğine amirdir. Aslında, yüksek malumlarınız olduğu gibi, aynı gensoru önergesi, yirmibeş sayın milletvekili tarafından 1 Aralıkta Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş ve önerge sahiplerinden bazılarının imzasını çekmesi üzerine görüşülmemişti. Huzurlarınızdaki gensoru önergesi ise, Doğru Yol Partisi Grubu adına verilmiştir.

Bazı milletvekillerinin ilk gensoru önergesinden imzalarını çekmesinin bir sebebini, önerge metnine katılmamaları teşkil edebilir veya ilk önergenin grup adına verilmemiş olmasının sebebini, önergede yer alan bazı ekonomik ve malî sorunların oluşumunda partinin sorumluluğunu gözardı etme yaklaşımı teşkil edebilirdi. Şüphesiz, önerge, parti grubu adına verildiğine göre, artık bunu sebep olarak göstermek doğru olmayabilir; ancak, Anayasamızın 99 uncu maddesine göre, gensoru önergelerinde imza sahiplerinden birisinin konuşması gerekirken partili milletvekillerinden birine söz verilmesi, doğrusu, kafamızı biraz daha fazla karıştırdı.

Sayın milletvekilleri, gensoru önergesinin şekli konusunda ele alınması gereken bir başka husus da, gensoruda bahsedilen sorunların sebep ve sonuçları ile bu konuda 57 nci hükümetin sorumluluğu hususunu izah etmek için önergenin yeterli olup olmadığıdır. Meclis İçtüzüğümüz, gensoru önergesinin beşyüz kelimeden fazla olması halinde, imza sahiplerinin beşyüz kelimeyi geçmeyecek bir özeti önergeye eklemesini istemektedir. Huzurlarınızdaki bu önerge, özet kapsamında bir muhtevaya sahiptir. Son derece önemli bir denetim aracı olan gensorunun böyle bir muhtevadan yoksun olmasını, milletimizin sorunlarıyla ne derece ilgili ve sorumlu hissedildiğinin göstergesi olarak mütalaa etmek mümkündür. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, muhalefetin verdiği önergenin, bu sorumlulukla daha analitik, sorunlar ve sebepleri konusunda daha kapsamlı bir bakış açısını içermiş olmasını tercih eder ve böyle bir yaklaşımı değerlendirmeyi de isterdik.

Sayın milletvekilleri, önergenin verilmesinde siyasî bir sonuç doğmayacağına göre, bu önergenin gerçek amacı nedir? Bu amacı tespit edebilmek için, önergenin verilme zamanına dayalı olarak bir muhakeme yürütmek gerekmektedir. Önergenin verilmesinin bir başka amacı, ülkemizin sorunları hakkında meseleleri kamuoyu önünde tartışarak, bilgi sahibi olunmasını temin etmektir. Gerek ilk önerge gerekse bu önerge, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bütçe görüşmelerinin başlangıç arifesinde verilmiştir. Yüce Meclis Genel Kurulunda 2001 yılı bütçe görüşmeleri de bugün başlamıştır. Bütçe görüşmelerinde, hükümetin ekonomik politikası dahil, her türlü faaliyeti geniş olarak değerlendirilmiş ve tartışılmıştır. Bütçe görüşmeleri, iktidar için bir hesap verme günüdür ve bu hesap da verilmiştir. Önergenin muhtevası bütçe görüşmelerinin kapsamında olduğuna göre, muhalefetin bütçeyi beklemeden veya bütçe görüşmelerini dikkate almadan gensoru önergesi vermesi, daha özel ve acil bir mana taşımalıdır.

Önergenin verilmesindeki amillerden birinin muhalefetin kendi arasındaki çekişme olduğunu belirtmek mümkündür. Hafızalarımızı zorladığımızda, yakın zamanda, bankalar hakkında önce bir muhalefet partisinin genel görüşme önergesi verdiğini, sonra, diğerinin aynı konuda araştırma önergesi verdiğini kolayca hatırlayabiliriz. Genel görüşmenin öngörüşmelerinin yapılmasına karar verildiğinde de, bu sefer, yine, diğer parti bir genel görüşme önergesi vermiştir.

Görüşmekte olduğumuz önergenin aynısı, yine, bir diğer muhalefet partisinin verdiği ve reddettiğimiz bankalarla ilgili önergenin akabinde verilmişti. Bu önergenin bankalarla ilgili önergeyle aynı günde görüşülmesine dair yaptığımız Danışma Kurulu toplantısında, önerge sahiplerinin parti başkanvekili, bunu kabul etmemiştir. Mevcut piyasalardaki oynaklıkların dikkate alınarak, ekonomi hakkında, gensoru gibi önemli bir siyasî değerlendirmeyi içeren bir denetimin öncelikle gündeme alınması hususunda muhalefetin daha sorumlu olması gerektiğine dair talebimize, o Danışma Kurulunda karşı çıkılmıştır. İşte, görüşmekte olduğumuz bu önergeden imza çekilmesinin temel sebebi, gensorunun daha önce görüşülmesini engellemek olmuştur. Son derece kritik malî gelişmelerin olduğu bir zamanda, gensoruyu verenlerin gensorudaki imzalarını çekmelerinin, ülkenin koşullarını düşünmek sonucunda gelişmediği de görülmektedir. Bu gelişmeler gösteriyor ki, önergeler, bir ihtiyaçtan dolayı değil, giderek eriyen muhalefetin günübirlik kararları sonucunda verilmiş bulunmaktadır. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Şüphesiz, böyle bir yaklaşımı, siyasî partiler arasındaki tabiî rekabete bağlamak mümkündür; ancak, takdir edersiniz ki, muhalefetin kendi arasında ortak bir anlayış dahi temin edilmemişse, siyasî sonuçlara nasıl taşınabilecektir?

Sayın milletvekilleri, gerek ilk gerekse huzurlarınızdaki bu önergenin verilmesi sırasında ortaya çıkan en önemli ve manalı gelişme, para ve sermaye piyasalarında meydana gelen gelişmelerdir. Şimdi, böyle kısa vadeli bir piyasa oynamasına karşılık, siyasî sonuçlar doğurabilecek bir gensoruyla sorunu siyaset gündemine taşımak, bu kesimin etkinliğini artırabilecek bir yaklaşımdır. Böyle olunca da, ekonomide ortaya çıkan kısa vadeli spekülatif davranışlara siyasî bir sonuç atfetme iradesinin gensoru verilmesine amil olduğu ifade edilebilir. Sağlıklı ve etkin bir para ve sermaye piyasasının temeli güvendir. Bu bakımdan, piyasalara güvensizliği empoze edecek, bunu siyasî bir tavrın esası haline getirecek davranışların milletimize bir faydası yoktur. Böyle hassas zamanlarda meseleyi serinkanlı değerlendirmek ve ülke ve millet menfaatini düşünmek ön planda olmalıdır. Bu hususlar dikkate alındığında, gensoru önergesinin verilmesini zamansız olarak değerlendirmemiz mümkündür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gensoru önergesinin şekli, amacı ve zamanı değerlendirildiğinde, bunun gündeme alınmasını gerektirecek bir mahiyet arz etmediği görülmektedir.

Böyle olmakla beraber, gensorunun sınırlı muhtevasında yer alan bazı hususlarda düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Önergede, hükümetin tutarsız, hatalı politikalarının ülke ekonomisini çıkmaza soktuğu ifade edilerek, öncelikle 1999 yılsonu itibariyle eksi yüzde 6,4 küçülmenin -zaten küçülme eksidir- gerçekleştiği vurgulanmakta, bunun da son 50 yılın en büyük ekonomik daralması olduğu ifade edilmektedir. Oysa, Devlet İstatistik Enstitüsünün hesaplamalarına göre, 1999 yılı önergede bahsedildiği gibi yüzde 6,4 değil, yüzde 6,1 küçülmüştür.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Hükümetinizin büyük başarısı!..

OKTAY VURAL (Devamla) - Önerge, bu gerçeği dahi muhtevasına alamamıştır. Herhalde, 1999'daki küçülmeden bahsederken, 2000 yılının 9 ayında yüzde 6,9'luk büyümeden dahi bahsetmemek, 1994 yılını kamufle ihtiyacından kaynaklanmıştır. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

İlk önergeden milletvekillerinin imzalarını çekmelerinin sebeplerinden birinin bu olduğu ifade edilebilir. Bu durumda, ülkemizin 1994 yılının en büyük küçülme rekoru halen devam etmektedir. Burada dikkatinizi çekmek istediğim husus bundan daha başkadır.

Ekonomik büyüme ve küçülmenin içsel ve dışsal faktörleri vardır. Bu bakımdan, mukayeselerde, özellikle sebep-sonuç ilişkilerini iyi kurmak gerekir.

1999 yılı küçülmesinin amillerinden biri, Rusya ve Uzakdoğu'daki gelişmelerdir; ancak, bunların dışında, 1999 yılını etkileyen önemli bir faktör deprem olmuştur. Depremin gayri safî millî hâsılaya yüzde 1,5 civarında negatif etkisi olduğu bilinmektedir.

Esas itibariyle, depremin meydana gelmesinde hükümete bir sorumluluk atfetmek mümkün olmadığına göre, 1999 yılındaki küçülmenin tamamını hükümet politikalarına bağlamak, ancak muhalefetin anlayışını yansıtır.

1994 yılında ne dışsal faktörler ne de deprem meydana gelmediğine göre, küçülmenin, uygulanmış ekonomik politikalardan kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da, tutarsız, hatalı politikalar sonucu, rekor küçülme, yine 1994 yılına ait olmaktadır.

Sayın milletvekilleri, gensoru önergesinde, Uluslararası Para Fonu ile yapılan stand-by anlaşmasının millete dayatıldığı ve yoksullaşmaya yol açtığı belirtilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, bugüne kadar IMF ile 16 anlaşma imzalamıştır, 57 nci hükümetin IMF ile yaptığı anlaşma 17 ncisidir. Malumlarınız olduğu gibi, bu anlaşmalardan biri de 1994'te imzalanmıştı; ancak, 1995 yılında bu anlaşmayla verilecek son iki kredi, hükümetin gerekli tedbirleri alamamasından dolayı iptal edilmiştir; yani, asıl başarısızlık o zaman meydana gelmiştir.

Ekonomik programın bir yıllık süre içerisinde önemli başarılar elde ettiği bir vakıadır. Son günlerde malî piyasalarda meydana gelen gelişmeler karşısında, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankasının desteğini yadırgamayı anlamak da mümkün değildir.

Sayın milletvekilleri, gensoru önergesinde, ekonomik programın içinde insan olmadığı ifade edilmektedir. "Bu programda insan yok" demek, onbeş yıldan bu yana çiftçilerimize, emeklilerimize, işçilerimize, memurlarımıza, müteşebbislerimize ayırabileceğimiz kaynaklarımızın tamamına yakınını faize veren rant ekonomisinde insan var demektir. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) 1980'lerin başında 100 liralık verginin 1 lira kadarı faize giderken, 1999'da 100 liralık verginin 90 lirasını faize ayıran bir ekonomik yapının kimin eseri olduğunu, milletimiz gayet iyi bilmektedir. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın konuşmacı, 1999'da hükümet kim?!

OKTAY VURAL (Devamla) - Esasen, bu noktada asıl amaç ortaya çıkmaktadır; ülkemizin kaynaklarını sülük gibi emenlere karşı geliştirilen ekonomik politikalara karşı çıkış için bir gerekçe bulmak.

Kim ne derse desin, insanı, alınterini, üretimi, milletin menfaatını ekonominin merkezine yerleştirmeye kararlıyız. Bugüne kadar uygulanmış ekonomi politikalarının beslemelerine, enflasyon lobilerine, faiz lobilerine boyun eğmemekte kararlıyız. (MHP ve DSP  sıralarından alkışlar)

İSMET ATTİLA (Afyon) - Faiz ne şimdi, faiz?! Faizin oranı ne?

OKTAY VURAL (Devamla) - Son günlerdeki  gelişmeler karşısında,  milletimizin menfaatı yanında siyasî kararlılığımızı devam ettireceğiz.

Sayın milletvekilleri, gensoruda "Uluslararası Para Fonunun programının dayattığı yüzde 25'lik çeyrek yılsonu hedeflerinin tutmayacağı, son onbir aylık verilerle ortaya çıkmaktadır" denilmektedir. Açıkçası, bu önermeden ne kastedildiği hiç anlaşılmamaktadır. Bir hedefin tutmadığına dair bir iddia var; ama, neyin tutmadığı da belli değil. Bu bakımdan, bu önermeyi değerlendirme imkânı bulamıyorum; sizlerden özür dilerim.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Anlayamıyorsun.

OKTAY VURAL (Devamla) - Gensoru önergesinde, enerjide politikasızlık ve ihmalden bahsedilmektedir.

ASLAN POLAT (Erzurum) - DPT de öyle diyor.

OKTAY VURAL (Devamla) - Bir termik santralın yatırım süresi dört yıl, hidrolik santralın yedi yıldır. Birbuçuk yıllık bir hükümete, elektrik kısıntılarının sebebini atfetmek, doğrusu, anlaşılır değildir.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Dört yıl, dört yıl...

BAŞKAN - Bir dakika efendim.

Sayın Yılmazyıldız, bırakın...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Hükümette dört yıldır...

BAŞKAN - Bir dakika efendim.

Buyurun efendim.

OKTAY VURAL (Devamla) - Yabancı sermaye girişlerinin, son yılların en düşük düzeylerine indiği iddiası da doğru değildir. 2000 yılı yabancı sermaye izinleri, son üç yıldan ve son onüç yılın ortalaması olan 1,8 milyar dolar civarındadır.

Önergede, enflasyon oranlarında en az yüzde 50 sapma veya yanılma olduğundan bahsedilmektedir.

ASLAN POLAT (Erzurum) - TÜFE' de kaç?

BAŞKAN - Sayın Polat, lütfen efendim...

OKTAY VURAL (Devamla) - Bakınız, rakamları konuşturduğunuzda, 1994 yılındaki programda, TEFE'nin yıl sonu hedefi...

ASLAN POLAT (Erzurum) - TÜFE yüzde 58...

BAŞKAN - Kürsüyü serbest bırakın efendim, konuşsun.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Ama, doğru söylesin.

BAŞKAN - Efendim, size ne! Kendi doğrularını söylüyor.

Buyurun Sayın Vural.

OKTAY VURAL (Devamla) - ...TEFE'nin yılsonu hedefi, yüzde 48,2 iken, yüzde 49,6 olarak gerçekleşmiştir.

1995 yılında, TEFE yılsonu hedefi ise yüzde 22,5 iken gerçekleşen oranın yüzde 64,9 olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durumda, 1994 yılındaki sapma yüzde 210, 1995 yılındaki ise yüzde 188 olmaktadır. Sırf eleştirmek bakımından gelinen bu noktada, enflasyon oranının son onüç yılın en düşük seviyesine geldiği gözardı edilmiştir.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Millet ne oldu?..

OKTAY VURAL (Devamla) - Doğrusu, rakamları sağlıklı değerlendirememek, muhalefetin iddiasının esasını teşkil etmiştir.

Sayın milletvekilleri, gensoru önergesinde dikkati çeken bir başka husus da, esasen ilk önergeden tek farklı olan husus, bazı bankaların batma ve batırılma noktasına geldiğine dair yapılan vurgulamadır. Önergede, bankalara el koyma hareketinin hâlâ devam ettiği ifade edilirken, doğrusu, sağlıklı işlemeyen ve risk oluşturan bankalara yönelik yaklaşımları -eğer sadece bir tespit olarak sunulmuyorsa- el koyma olarak eleştirilmesinin manasını, siz, Değerli Heyetinize bırakıyorum.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Raporlar ne zaman verildi, o önemli.

OKTAY VURAL (Devamla) - İçi boşaltılan bankalara karşı alınan hukukî tedbirleri yerinde buluyoruz. Kamunun yüksek faizle borçlanma politikasıyla beslenen bankacılık kesiminin, reel kesime kaynak oluşturan bir yapıya dönüştürülmesine yönelik ekonomik politika doğrudur. Saadet zincirleriyle yüksek kâr sağlama devri kapanmalıdır.

Sayın milletvekilleri, ilk önerge ile bu önerge arasında ortak olan bir husus da, yüzde 400'lere varan faizin bir iki hafta daha sürmesinin, ekonomiyi geri dönülemez tarihî bir çöküşe götürmesinden duyulan endişedir. 1 Aralıkta verilen ilk önergede de bu rakam yer almaktaydı. Şimdi, bu, aynı rakam bir hafta süreyle devam ettiğine göre, herhalde değerli önerge sahipleri piyasaları yakinen takip etmemektedir. (MHP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) - 1 000'lere çıktı, 1 000'lere...

OKTAY VURAL (Devamla) - Bir iki hafta sürmediğine göre de, önergedeki bu gerekçe doğrusu gerçekleşmemiştir ve kendi içerisinde çelişkiyi de beraberinde getirmektedir.

Gensoru önergesinde, ekonomi politikasının gelir dağılımı bozukluklarına ve yoksulluğa yol açtığından bahsedilmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, 18 Nisan seçimlerinde, en önemli tespitlerimizden biri yoksulluk sorunu olmuştur. Yapılan gelir dağılımı araştırmaları, 1987'den 1994'e yoksulluğun yüzde 70 arttığını ortaya koymuştur. 1994'te yapılan devalüasyonla, yoksulluğun daha da artmış olduğu bir vakıadır.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Bugüne gel, bugüne.

OKTAY VURAL (Devamla) - Şüphesiz, günümüzde yoksulluk ciddî bir sorundur. Bu sorunun sebepleri ise, geçmişte uygulanmış ekonomi politikalarıdır.

Ülkemizde, yıllardan beri, sürdürülebilir bir makroekonomik denge oluşturulamamıştır. Bunun sonucunda ortaya çıkan enflasyon, borçlanma ve malî açıklar, yoksulluğun artmasına ve gelir dağılımının da bozulmasına yol açmıştır. Bu bakımdan, yoksulluk sorununun sebepleri ile 57 nci hükümet arasında illiyet bağı kurmak, doğrusu, talihsizliktir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öngörüşmeleri yapılan gensoru önergesinin verilme zamanı, amacı ve muhtevası ile gensoru içerisindeki sorunlarla 57 nci hükümetin politikaları arasında sebep sonuç ilişkisi olmadığından, gündeme alınmasına gerek olmadığı kanaatindeyiz.

Gensorunun gündeme alınmasına ret oyu vereceğimizi ifade ederek, Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Vural.

Sayın milletvekilleri, bir açıklamada bulunayım. Sayın Vural sordular... Efendim, Anayasanın 99 uncu maddesinde "gensoru önergesi, bir siyasî parti grubu adına veya en az yirmi milletvekilinin imzasıyla verilir... Bu görüşmede, ancak önerge sahiplerinden biri, siyasî parti grupları adına birer milletvekili konuşur" deniliyor efendim, hüküm çok açık. Doğru Yol Partisi Grubunun grup başkanvekilleri verdiği için, tüm grubu kapsadı ve Grup Başkanları da, kendi istemleriyle, her milletvekilini konuştururlar.

Arz eder, teşekkür ederim efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkanım, daha yeni, zamanla öğrenir.

BAŞKAN - Efendim, düzeltme yaptım; kimseye öğretmenlik yapmıyorum burada.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Estağfurullah!.. Yok, öğretiyorsunuz, güzel öğretiyorsunuz.

BAŞKAN - Gruplar adına başka söz isteyen?..

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Ufuk Söylemez konuşacak efendim.

BAŞKAN - Efendim, pusula göndermemişsiniz, önüm boş...

Efendim, birbirinize işaret etmekten vazgeçseniz de... Ben keserim hemen. Vakit geçiyor efendim.

Gruplar adına başka söz isteyen var mı?

TURHAN GÜVEN (İçel) - O zaman, müsaade ederseniz Sayın Işın Çelebi konuşsun efendim; pusula göndermiş size.

BAŞKAN - Hiç böyle işaretle de olmaz bu iş yani!.. Gecenin bu saati, bütçeden sonra...

Efendim, Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Işın Çelebi; buyurun.

ANAP GRUBU ADINA IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; öncelikle, gensoruyu veren arkadaşlara, böyle bir dönemde ekonomik programın tartışılmasına vesile oldukları için teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

Ayrıca, gensorunun bütçeyle aynı güne gelmesi de çok ilginç bir rastlantı. Bu anlamda, ben, bu müzakereyi, gelecek açısından bir özeleştiri niteliğinde değerlendiriyorum ve bu gensorudan, bu tartışmalardan maksimum ölçüde faydalanacak şekilde değerlendirilmesinin doğru olduğu kanaatindeyim.

Burada, sabah yapılan konuşmaları da değerlendirdikten sonra ve gensoru metnini dikkatle okuduğum zaman, çok net olan bir şey var: Kendimizi geçmişteki tartışmaların içine çekmeden ve kendimizi geçmişle ilgili yaptığımız çalışmalardan aklamaya çalışmadan, geleceğe dönük birtakım öneriler getirmemiz ve geleceği tartışmamızda büyük yarar var. Çok net olan bir şey var; Türkiye, yüksek enflasyon ortamında, ciddî bir tahribatla karşı karşıyadır. Bu yüksek enflasyon ortamında devam edemez. Ne yazık ki, gensorunun en önemli noktası, eleştiri niteliği ağır olması; ama, geleceğe dönük hiçbir çözüm içermemesidir.

Bilgili ve becerikli arkadaşlarımızın verdiği gensorunun ve bütçe konuşmalarındaki nitelikli çıkışların öfke ağırlığının fazla olması, bize, özeleştiri yapma imkânını kısıtlamaktadır. Ben arzu ediyorum ki, bugün sabah 11.00'den bu yana yapılan görüşmeler, Türkiye'nin çok önemli bir dönemeç noktasında olduğu bir tarihî anda, geleceğe ışık tutmalıdır; çünkü, uzun zaman süren yüksek enflasyon ve istikrarsız büyümeyle bugünkü ortamdan çıkmak mümkün değildir. Evet, bugün faizler yüzde 100'ün üzerindedir. Bence, bu, hepimizin dikkatle değerlendirmesi gereken önemli bir noktadır.

Şunu belirtmek isterim: Akıllı arkadaşlarımızın verdiği gensoruda, bugün, sabahtan bu yana "bilmiyorsunuz”, “öğrenin”, “ne anlarsınız" gibi kavramlarla karşılıklı tartışmalar yapılmaktadır. "Bıraktığımız Türkiye böyleydi, bugün Türkiye budur" gibi birtakım tartışmalar gündeme getirilmektedir. Ben kimseyi burada mahcup etmek istemiyorum, somut gerçekleri ve doğruları söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu yüksek enflasyon devam ettiği sürece, bu yapısal sorunlar derinleştiği sürece, istikrarsız büyüme ortamında, Türkiye'de, biz, fakirliği önleyemeyiz, Türkiye'nin büyümesini sağlayamayız; Türkiye'nin büyümesini sağlayamadığımız sürece de sosyal dengeleri oluşturamayız.

Bakın, Polonya'yla, Macaristan'la, Çekoslovakya'yla, Avrupa Birliğine aday birçok ülkeyle yaptığımız karşılaştırmada, yabancı sermaye girişi açısından da değerlendirdiğimizde, bu ülkelere yılda 3 milyar dolar yabancı sermaye girerken Türkiye'ye 1 milyar doların altında girmektedir. Neden diye düşündüğümüzde, bu eski merkezî Doğu Avrupa ülkelerine 3 milyar doların üstünde yabancı sermayenin girmesinin, Türkiye'ye girmemesinin temel nedeni, Türkiye'deki yüksek enflasyon ortamıdır. Türkiye'deki fiyatlar, ne yazık ki, yüzde 100'lerden 1998'de yüzde 50'lere indirilmiş, 1999'da tekrar yüzde 60'lara çıkmış ve bugün yüzde 40'lar seviyesine çekilebilmiştir. Bunun faturası, elbette, zor ve ağırdır; ama, bu yolda devam etmek ve Polonya'nın, Çekoslovakya'nın, Litvanya'nın, Macaristan'ın, Yunanistan'ın enflasyon rakamlarına inmek gerekir. Polonya'da, Macaristan'da enflasyon yaklaşık yüzde 10 düzeyindedir. Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bir Polonya'nın, bir Macaristan'ın yüzde 10 düzeyinde enflasyona sahip olduğu bir kulvarda yüzde 40 enflasyonla gidemez.

Kişi başına millî gelir açısından baktığımızda da, durum, ne yazık ki, Türkiye açısından hoş değildir. 1991 yılında, Türkiye'nin kişi başına millî geliri 3 000 dolar düzeyindeyken, bugün yine 3 000 dolar düzeyindedir. Türkiye, geçtiğimiz dokuz, on yılda patinaj yapmaktadır. Bunu aşmanın yolu, bu yüksek enflasyon ortamından çıkmaktan geçmektedir.

Faiz oranları açısından da bakarsanız, aynı tabloyla karşılaşırız.

Ben, şunu söylüyorum: Türkiye'de, ne yazık ki, 1994'te başlayan kriz ortamı devam etmektedir ve bugün, içinde olduğumuz nokta, bu, kendini yeniden bir başka biçimde göstermektedir.

Evet, yönetim hataları yapılmıştır. Açıkyüreklilikle özeleştirilerimizi yapmamız lazım. Cari işlemler açığıyla ilgili tedbirler alınmamış olması ciddî bir eksikliktir.Buradaki eleştirilere katılıyorum ve saygı duyuyorum. Ancak, bu yapısal sorunlar devam ettiği sürece, biz, bu yapısal sorunların devam etmesini, bu sorunları, aramızdaki çekişmeler nedeniyle -Parlamentodaki siyasî partilerin tümü olarak kastediyorum- aşamayacağız. Biz, piyasaların etkin çalışmasını sağlamak zorundayız. Biz, devletin, artık, teknik devlet haline gelmesini temin etmek zorundayız. Biz, rekabet gücünü artırmak ve devletçi bir ekonomi mantığını terk etmek zorundayız.

Evet, hükümet içinde tartışmalar var; çünkü, devletçi ekonomiyle piyasa ekonomisi arasındaki anlayışların çatışması olduğu için var. (FP ve DYP sıralarından alkışlar[!]) Bu, reddedilebilir bir durum değil; ama, bunu,  Türkiye olarak aşmamız lazım. Bu, sadece hükümet içindeki bir mesele değil, Türkiye'nin meselesi. Bu, Türkiye'de toplumun içinde olan olay, hükümete de yansıyor, Parlamentoya da yansıyor. Bir özelleştirmede mesafe alamıyoruz. Neden; 1994'te Özelleştirme Kanununu hep beraber yaptık, kamu bankaları iki yılda özelleştirilecek dedik; ama, özelleşmedi. Keşke özelleşseydi; bugün, 20 milyar dolarlık bir görev zararıyla karşılaşmazdık. Bu, istediğimiz sonuçlar değil, arzu ederek yaptığımız işler de değil.

Evet, bugün, IMF kapısına yeniden geldik; ama, bakın, ben, size bir bilgi vereceğim: 3 Nisan 1985'te, Türkiye, IMF'yle bütün ilişkilerini kesti. Ne zaman; 5 Nisan 1994'te kadar. Yaklaşık dokuz sene, IMF'nin yönetiminde Türkiye yönetilmedi ve Türkiye, o dönemde çok başarılı bir süreç yaşadı. Bugün, yeniden IMF'nin kapısında olmamız, Türkiye'deki yapısal sorunların çözülmemesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye, özelleştirmeye hız vermek zorundadır. Türkiye, bu enflasyonu tek haneli rakama indirmek zorundadır. Bunları yapmadığı sürece, her yıl istikrarlı bir büyüme çizgisi yakalamadığı sürece, Türkiye, kişi başına millî gelirini yükseltemez.

Değerli arkadaşlarım, bu özeleştiriyi yapmamız lazım, hep beraber yapmamız lazım. Eğer, Türkiye, kamu kesimi finansman açığı problemini çözemezse; Türkiye, cari işlemler açığı problemini çözemezse, sosyal dengelerini kuramaz, gelir dağılımını düzeltemez. Türkiye, bunları yaparken, aynı anda demokrasisini genişletemezse ve kökleştiremezse, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi bu toplumda geçerli kılamazsa, hukuk devleti ilkelerini çalıştıramazsa, insan haklarını bu ülkede geçerli hale getiremezse, rekabet gücünü artıramazsa ve piyasaları etkin hale getiremezse, bu ekonomik programda da başarılı olamaz. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bunlar birbiriyle son derece iç içe olan meselelerdir, birbirinden bağımsız meseleler değildir. Demokrasi orada ayrı bir konu, ekonomideki kamu kesimi finansman açığı ayrı bir konu değildir. Piyasaların gelişmesi burada bir başka konu, rekabet gücünün artması bir başka konu değildir. Bilgi ve iletişim çağında, bu teknolojinin gelişiminde bilgi önemli bir unsur haline gelmiştir. Bu şartlarda, artık, devlet, baba olmaktan çıkmalı, teknik devlet konumuna gelmelidir. Bu noktada piyasaların yeniden düzenlenmesi ve kamunun ekonomideki ağırlığını minimuma indirmemiz şarttır.

Bu bakımdan, ben, bu özeleştiriyi yaparken, herkesi kapsayan çözümleri de tartışmaya açmamız gerektiği kanaatindeyim. Türkiye olarak, bu derinleşen ekonomik krizde -iki  defa krizi yönetmiş bir arkadaşınız olarak söylüyorum; 90 yılında Körfez krizini, global krizde, 97-98'de de Türk ekonomisini yönetmiş bir arkadaşınız olarak söylüyorum- daha soğukkanlı olmamız lazım yönetim olarak, daha bir dayanışma içinde olmamız gerekiyor, sorunları biriktirmeden, hızlı çözmemiz gerekiyor ve açık ve şeffaf olmamız gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, ekonomi politikasındaki tercihini doğru yapmıştır; ama, eksik yapmıştır. Doğru olan şudur: Bu enflasyonu indirmesi gerekir. Eksik olan yanı şudur: Türkiye, istikrarlı bir büyüme çizgisini yakalamak zorundadır ve sosyal dengesini gözeterek, toplumdaki kesimlerin desteğini alarak yürümek zorundadır. Bu anlamda, Türkiye'nin, önünde, atması gereken çok önemli adımlar vardır.

Ben, bugünkü güven ortamını yeterli görmüyorum. Türkiye'de, ekonomi yönetimi açısından son onbeş yirmi gündür güven ortamı kaybolmuştur. Bunu yeniden oluşturmak zorundayız. Tek haneli enflasyona ve istikrarlı bir büyüme çizgisine gelene kadar Türkiye, büyük ve gelişmiş bir Türkiye projesinin veya resminin hangi noktada oluşacağını dikkate alarak adım atmalıdır. Avrupa Birliği yolundaki adımlar, bence, vazgeçilmez adımlardır. Sayın Aydın Menderes'e katılmıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği üyeliği, Türkiye'nin hedefi olmalıdır. Türkiye ya Avrupalı bir ülke olacaktır ya klasik Ortadoğu ülkesi olacaktır. Bunlar arasında çok ciddî bir tercihle karşı karşıyadır. Benim şahsî tercihim, Türkiye'nin bir Avrupalı ülke olmasıdır; çağdaş, demokrat ve ülkesinde hukuk devleti ilkelerinin uygulandığı, gelir dağılımının düzgün olduğu, gelişmiş bir ülke olmasıdır. Ben, Irak ve Suriye gibi bir Türkiye tahayyül edemiyorum. Ben, bir Almanya, bir Fransa, bir İngiltere'deki refah düzeyinin olduğu, büyümenin kalitesinin ve standardının eşit dağıldığı bir ülkeyi özlüyorum ve bu nedenle de, böyle bir ülke için, Türkiye için, Avrupa Birliği yolunun önemli olduğuna inanıyorum.

Bu anlamda, ben, gensorunun bu yoldaki engellere dönük verilmesini temenni ederdim; bu Parlamentonun bir bütün olmasını temenni ederdim. Ben, bu sürecin, Türkiye'de oluşacağına inanıyorum. Onun için, özeleştiri yaparken tribünlere oynamadan, propaganda yapmadan, bilim ve akıl doğrultusunda çözümler üreterek yürümemiz gerekir.

Bu anlamda, bir örnek sektörden bahsedeceğim; enerji sektöründen. Uzun vadeli düşünmenin gerekli olduğu bir sektör. Geçmişte uzun vadeli düşünmediğimiz için, Türkiye, bu anlamda atacağı adımları bugün yeterince atmıyor. Gerçekten, bugünkü yönetimdeki arkadaşların sorumluluğu bence minimum ölçüde; sorumluluk geçmişten geliyor.

Türkiye'de, enerji sektöründe arz artışı, yıllık ortalama yüzde 8 olması gerekirken; 1983-1991 yılları arasında arz artışı yüzde 12 iken; 1992-1997 yılları arasında bu yüzde 4'e düşmüş; 1994'te bu yüzde 2 civarında olmuş; 1995'te 0,5; 1996'da  da 1,5 civarında olmuş. Türkiye'de enerji sektöründe yatırımlara ayrılan ödenekler, 1993 ile 1990 yılları arasında yıllık 472 milyon dolar iken; bu, 1991 ile 1994 yılları arasında 236 milyon dolara, daha sonra da 200 milyon dolara düşmüş.

Buradan şunu anlatmak istiyorum: Türkiye'nin yatırımlarına, özellikle, enerji gibi temel sektörlerde öncelik vermek gerek; buradaki birikimi iyi kullanmak, potansiyeli iyi değerlendirmek gerek. 29 projenin iki yılda önü açıldı, 22 proje şu anda beklemede. Umuyorum ki, Türkiye'nin bu alandaki bürokratik engellemelerinin, artık, sonu gelir.

Türkiye'nin kaynak yetersizliği problemini çözmek açısından, yabancı sermaye girişini hızlandıracak altyapıyı hazırlamak lazım. Bu konuda, enerji sektöründe, yabancı sermaye ve özel kesimin Türkiye'ye daha fazla yatırım yapabilmesi için gerekli yasal altyapının tamamlanmış olması çok önemli bir avantaj; bu avantajı kullanmamız lazım. Ancak, tarımda sulama projelerinde ödenekler bu sene -2001 yılı için söylüyorum- yüzde 4 oranında geriliyor. Sulama projeleri çok önemli. Türkiye'nin geleceği açısından, tarımdaki sulama projelerinin hayatî önemi var. Bu konuda inanıyorum ki, sulama projelerine, enerji projeleri kadar öncelik verilecektir.

Değerli arkadaşlarım, bankacılık sektöründeki eleştirilerin, geçmişten bu yana gelen birikimlerin, sorunların hepsini tartışabiliriz. Ancak, Bankacılık Kanunu ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun kurulması önemli bir avantaj getirmiştir. Açıklık, şeffaflık isteyen, malî sektörde disiplin isteyen önemli  bir süreç başlamıştır. Malî sektördeki güç, malî sektördeki disiplin, ekonomideki başarıyı da beraberinde getirecektir. Ancak, piyasalarla inatlaşmadan yürümek gerekir. Piyasalarla inatlaşmak, ekonomide sorun yaratır. Bu anlamda geleceği değerlendirirken, mutlaka malî sektörün açıklık ve şeffaflık anlamında yenilenmesini ve gelişmesini temenni ediyorum, derinliğinin artmasını temenni ediyorum.

Cari işlemler açısından Türkiye'nin ihracatını geliştirmek gerekiyor. Türkiye, ihracatını ve üretimini artırmadan ve cari işlemler açığı sorununu çözmeden, yani, kamu kesimi finansman açığı -yani, iç denge- ve cari işlemler açığı -yani, dış denge- problemini optimum ölçüde çözmeden, Türkiye'nin piyasalarını geliştirme şansı fazla yoktur.

Bu nitelikleri itibariyle, Türkiye, 21 inci Yüzyıla, hangi anlayışla yönetileceğini bilerek ve geleceği kazanarak, rekabet gücü yüksek, piyasaları gelişmiş, bilgi ve iletişim teknolojisini genç nüfusuyla beraber kullanan, girişimci gücünü kullanan, geliştiren bir anlayışla ve biraz önce belirttiğim gibi, eski tarz alışkanlıklarla ve tribünlere oynayan bir politika tavrıyla değil, çoğulcu demokrasi, katılımcı bir anlayışla, hukuk devleti ilkeleriyle yürüyecektir.

Bugün, bu gensorunun, bütçeyle beraber, her ne kadar öfkeli bir ortamda tartışmalara yol açtıysa da, yeterince konuların üzerinde tartışmayı derinliğine yapamadıysak da, geleceğe umutla bakmamıza neden olacak başlangıç olmasını diliyorum.

2001 yılının ekonomik anlamda zor bir dönem olacağını görüyoruz. Özellikle ilk altı ayda reel sektörün ciddî sorunlarla karşılaşma ihtimaline karşı, başta Para Kredi Kurulu, Yüksek Planlama Kurulu gibi kurumların ve hükümetin bu konulara duyarlı olup, istikrarlı bir çalışma temposuna girmesinin, sorunları anında ve biriktirmeden çözmesinin, gelecekte büyük hayırlar getireceğine inanıyorum. Bu nedenle, bu önergeyi veren arkadaşlarımıza yeniden teşekkür ediyor; ancak, bu gensoru önergesine hayır oyu vereceğimizi, Türkiye'nin siyasî istikrarının çok önemli olduğunu, ekonomik ve sosyal istikrar açısından siyasî istikrarın kaçınılmaz olduğunu belirtiyorum. Bu nedenle, verilen gensoru önergesinden, özeleştiri anlamında yararlanılması gerektiğine; ancak, Türkiye'deki istikrarın mutlak gerekli olduğu mantığıyla da hayır oyu verilmesi gerektiğine inanıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP, MHP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelebi.

Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Ufuk Söylemez'de.

Buyurun Sayın Söylemez. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ekonomik krize ilişkin gensoru önergesiyle ilgili olarak, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, konuşmamın başlangıcında, şahsım ve Doğru Yol Partisi adına, en derin saygılarımla selamlıyorum efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, gensoruyla ilgili olarak, az önce, Milliyetçi Hareket Partisinin Değerli Grup Başkanvekilinin değindiği hususlara ilişkin kısa bir açıklama yaparak, ana konuya geçmek istiyorum. Bu gensoru önergesi, zamanlaması ve tercihi bize ait olan bir önerge değildir. Bu önerge, ülkenin krize ne zaman gireceğini planlayamadığımız için, bizim tarafımızdan da planlanmamıştır. Bu önerge, faizlerin yüzde 2000'lere çıkıp, 7 milyar doların Türkiye'den ne zaman kaçacağını bilemediğimiz için planlanamamıştır. O yüzden, kusura bakmayın. Bu önergeyi, biz, planlayıp verdiğimiz zaman, 7,2 milyar dolar döviz, on gün içerisinde Türkiye'yi terk etmiş, gecelik faizler yüzde 2000'e fırlamış, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası tarihinin en büyük düşüşlerinden birini yaşayarak onbinlerce borsa yatırımcısının servetlerinin yarısından çoğunu eritmişti. Hükümetin, önlem almasını, müdahale etmesini bekledik. Bir hafta sustuk ve böyle bir ekonomik krizde yangına körükle gitmek bize yakışmaz, sorumlu ve sağduyulu olalım, bekleyelim dedik; ama, hükümet, hem teşhiste hem müdahalede geç ve yetersiz kaldı. Bizim, milletten aldığımız vekâlet, iktidarın hoşuna gitmeyecek önergeleri vermemek değildir; aksine, bunların zamanlamasını doğru yaparak, zamanında ve yerinde vermektir. İşte, o nedenle, 1 Aralık günü, arkadaşlarımızın imzasıyla bu önergeyi Meclise sunduk; ancak, yapılan Danışma Kurulu toplantısında, bankalarla ilgili gensoru önergesiyle bu gensoru önergesinin bir araya gelmesinin kavram kargaşası yaratacağı ve iki gensoru önergesinin aynı gün görüşülmesinin mümkün olmadığını görünce ve aynı zamanda da, IMF'le yürütülen görüşmelerde bir sonuç alınması ihtimali belirince, biz, önergemizi geri çekerek, bir hafta süreyle bekledik ve verdik. Dolayısıyla, Sayın Vural'ı elbette mutlu edemedik, biliyorum, biz de, bütçeyle aynı gün görüşülmesinden çok mutlu değiliz; ama, krizi yaratan biz değiliz, Türk ekonomisini çıkmaz sokağa sokan biz değiliz. Dolayısıylada “niye gensoru önergesi verdiniz; bu ne biçim zamanlama” şeklindeki eleştirinize katılmak mümkün değil Sayın Vural. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, Türkiye, son günlerde hem iç hem de dış meselelerinde giderek derinleşen ve aleyhine gelişen olaylar karşısında yalnızlığa, sosyal, ekonomik ve siyasal bir karmaşaya doğru sürüklenmektedir. Giderek derinleşen ve idaresi zorlaşan, yönetilemeyen bir ekonomik kriz, hükümetin tutarsız makroekonomik politikalarıyla, ülke ekonomisini gerçekten de tam bir çıkmaz sokağa sokmuştur. Ülkenin içerisine sokulduğu bu ekonomik çıkmaz ve gidişattan, biz, Doğru Yol Partisi olarak, gerçekten kaygı duyuyoruz. O nedenle de, bu gensoru önergesini vermeyi bir millî görev, ekonominin millî çıkarlarına uygun bir görev olarak kabul ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, daha geçen hafta, büyük bir kriz yaşandı. Bugün, iktidar sözcülerinin söylediklerine bakılırsa, ortalık güllük gülistanlık, her şey kontrol altında, Sayın Genel Başkanımız Çiller Hanımefendinin anlattığı fıkradaki gibi her şey kontrol altında. Sayın Ecevit, Sayın Başbakan “her şey kontrol altında” diyor, sayın iktidar sözcüleri de “merak etmeyin, “her şey kontrol altında” diyorlar; ama, gelin görün ki, bunu piyasalar anlamıyor.

Çok bilinen bir fıkrayı hatırlatarak gecenin bu ilerleyen saatinde konuşmama devam etmek istiyorum. Adamın biri kendisini arpa sanırmış, darı sanırmış. Gitmiş psikiyatr doktora, tedavi olmuş. Doktor "sen iyileştin, gidebilirsin" demiş. Adam, ertesi gün yine gelmiş, alı al moru mor, demiş ki "sayın doktor, ben iyileştim, artık kendimi arpa, darı zannetmiyorum; ama, gelin görün ki, bunu dışarıdaki tavuklara anlatamıyorum."

İşte, siz “her şey iyi” diyorsunuz ama “piyasalar kontrol altında” diyorsunuz ama: bunu, iç ve dış piyasalar, döviz piyasaları, borsalar ve piyasanın aktörleri hiç anlamıyor. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin içborcu ne kadar biliyor musunuz; Türkiye'nin içborcu 32 katrilyona dayanmış, dolar bazında 46-47 milyar doları geçmiş. (DSP sıralarından "Kim yaptı" sesleri)

Evet... Kim yaptı; söyleyeceğim.

İçborcun bu sene yüzde kaç arttığını biliyor musunuz; yüzde 40'a yakın. Kim yaptı? Daha geçen hafta, bu ülke sevinerek, bayram yaparak, aslında üzülmesi ve düşünmesi gerektiği şekilde, birbuçuk yıl gibi kısa vadeli, dolar bazında yüzde 7,5 faizle 7,5 milyar dolar borçlanmadı mı?! Bu borç, yatırım için mi gelecek; fabrika mı kurulacak bu parayla; yoksa, kaçan dövizlerin yerine ikame mi edilecek; yoksa, ithal cennetine dönüşen Türkiye'de, ithalatı finanse etmek için, ithal otoları finanse etmek için mi kullanılacak?!

Değerli milletvekilleri, kura baskı yapan politikalar, kiraları yasaklayan narh anlayışları, ücretlere, tarım ürünlerinin fiyatlarına ve KİT ürünlerinin mal ve hizmet fiyatlarına yasak ve narh koyan politikalarla enflasyonu belli bir yere kadar indirebilirsiniz; ama, o belli bir yer, işte, yüzde 40'ların altına düşmemektedir. Yaşanan ortalama enflasyon 56'dır. Yaşanan ortalama enflasyonun 56 olduğunu da, zaten, Maliye Bakanımız, yeniden değerleme katsayısını 56 olarak tespit ederek ortaya koymuştur; ama, çekilen onca sıkıntı, fedakârlık ve onca yoksullaşma, maalesef, bir arpa boyu bile yol gidilemediğinin göstergesidir.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Dolar bir gecede 15 000'den 45 000'e çıktı; onu söyle!

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın.

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, az önce, MHP'nin değerli sözcüsü “eksi 6,4 değil 1999'daki büyüme” dedi; herhalde, Devlet İstatistik Enstitüsü kendilerine bağlı olduğu için öyle konuştu; ama, 6,4 gayri safî millî hâsıladaki küçülme. İsterseniz, bunu teyit etmek için de, bugün hükümetin dağıttığı 2000 yılı ekonomik raporunun 15 inci sayfasına bakmanızı tavsiye ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Fırsatı olmamıştır... Bakmaya fırsatı olmamıştır... Hükümetin bir kanadının yaptığını diğer kanadı bilmiyor.

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Tabiî ki, Devlet İstatistik Enstitüsünün MHP'ye bağlı olması, sizin bu rakamları doğru söylemenizi gerektirmez. Eğer öyle olsaydı, bakın, nüfus sayımını bu ülke doğru dürüst yapardı, hâlâ nüfus sayımı sonuçları açıklanmadı. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, ne oldu da, Türkiye'de, borsa bir ayda 14 000'lerden 7 000'lere düşerek, onbinlerce yatırımcıyı ve servetlerini yok etti?! Ne oldu da, gecelik faizler yüzde 2 000'lere fırladı ve ne oldu da, 12 tane bankanın 11 tanesi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredildi?! Ne oldu da, çiftçinin çiftine çubuğuna, traktörüne haciz geldi?! Ne oldu da, esnaf ve sanatkârın, Bağ-Kur borçları, Halk Bankası borçları nedeniyle yüzü gülmüyor; küçük ve orta boy işletmeler çek ve senetlerini ödeyemiyorlar ve sokaktaki insanların, emeklinin, dargelirlinin, memurun yüzü gülmüyor?! Daha geçen hafta, onbinlerce kamu çalışanı, sendikalı, emekli, memur, işçi sokaklarda, hükümetin ekonomik programını ve uygulamalarını protesto ederek, aş istediler, ücret istediler ve insanca yaşam koşulları istediler. Ne oldu da, bu toplum bu hale getirildi?! Ne oldu da, son beş yıldır dolar bazında ihracatını artırabilen Türkiye, ilk kez, dolar bazında ihracatını geriletti?! İhracat, başta tekstil sektörü olmak üzere can çekişiyor.

Yabancı sermaye... Sayın Oktay Vural yabancı sermaye izinlerinden bahsetti; izin ile net yabancı sermaye girişi arasında dağlar kadar fark vardır Sayın Vural, gerçekleşen yabancı sermaye son yılların en düşük düzeyindedir, bunu belirtmek isterim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Eksi 1... Eksi 1... Tersine çıkıyor...

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Değerli milletvekilleri "enflasyon yaz aylarında eksiye düşecek" dediniz, enflasyon, ortalama çarşı-pazar enflasyonu yüzde 56 oldu. Şimdi de diyorsunuz ki "enflasyon, 2001 yılında yüzde 10 olacak” Buna, bunu söyleyen bakanlar dahil, Türkiye'de kim inanır?!

Evet, enflasyon, 2001 yılında yüzde 10'a düşebilir; ama, ilk üç ay için, yani, kurulan yıllık enflasyon hedeflerinin, üç dört ay içinde aşılması kaçınılmazdır. Bugün yapılan, krizin ertelenmesi, devalüasyonun biriktirilmesidir.

Değerli milletvekilleri, elimde, Türkiye'ye ve dünyaya en büyük krediler açan uluslararası yatırım bankalarının raporlarından ve notlarından örnekler var. UBS Warburg, Deutsche Bank ve Morgann Stanley, bakınız, ne diyorlar; bir hafta önceki raporlar: "Türkiye, devalüasyon riskini biriktirmektedir, sert ve acil önlemler alınmalıdır. Merkez Bankası ve Hazinenin yapabileceği bütün politika seçenekleri tüketilmiştir, acilen IMF'in yardımı SOS gerekmektedir" UBS söylüyor, Deutsche Bankınki de benzer bir şey.

Değerli milletvekilleri, yabancı sermaye gelirken insanlar alkışlar; ama, giderken "niye gitti" diye kızmamak lazım, sebebini düşünmek lazım.

Bakınız "özelleştirme" dediniz, bu hedefleri yüzde 50 tutturamadınız; "Telekom özelleşmesi" dediniz, bizi 1994'ten beri yıllarca engellediniz, bu ülkenin milyarlarca dolarlık gelirini, milyarlarca dolarlık imkânını engellediniz ve bugün, geleceğinizi, kuşa çevirdiğiniz Telekomun özelleştirilmesinden umar ve bekler hale getirdiniz. (DYP sıralarından alkışlar)

İSMET ATTİLA (Afyon) - 4 milyar dolar...

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bakınız, Türkiye'de hükümet ve ekonomi yönetimi o kadar panik içinde, o kadar inisiyatif ve kendine güvenden uzak ki, artık, uzaktan kumandayla yönetilir hale gelmiş. Eylül ayında, IMF görevlisi Carlo Cottarelli, yetkisini ve bana göre haddini de aşan açıklama ve beyanlarda bulundu. O zaman Sayın Başbakan, Başbakanlıkta kameraların önüne geçti ve şu konuşmayı yaptı:"Yabancı kuruluşlar bize politika dikte ettirmesin." Aynı Sayın Başbakan, aradan iki ay geçmeden, bu kez Dünya Bankası Başkanının mektubunu, hem de "bu hafta toplanın, şu kararları alın" dediği mektubunu, övünerek açıkladı ve Dünya Bankası Başkanının âdeta talimat niteliğindeki bu mektubundaki işleri aynen yerine getirdi. (DYP sıralarından alkışlar) Bu, ne çelişkidir; bu, ne yaman çelişkidir! İki ayda bu ne değişikliktir! Hani yabancı kuruluşlar bize politika dikte ettiremezdi?! Hani Carlo Cottarelli'ye haddini bildirmiştiniz?!

Değerli milletvekilleri, iki tür de yanlış; yani, yabancı kuruluşlarla elbette, haysiyetli, ülke çıkarlarına, ülke gerçeklerine uygun programlar yapılabilir; ama, bugün uygulanan program, Tablita programıdır; Uruguay'da, Şili'de, Arjantin'de uygulanmıştır; para kurulunun maskeli halidir; örtülü para kurulu vardır. Bu, ithalatı patlatır.

Bakınız, Türkiye'de, gümrük birliğine girdiğimiz, ithalatın patladığı denilen sene 1996'dır. 1996 yılında Türkiye'de satılan her 100 otomobilin sadece 20 tanesi ithaldi, 1997'de bu yüzde 30, 1998'de yine yüzde 33'ler civarındaydı; yani, hiçbir zaman yüzde 25- yüzde 30'un üzerine çıkmamıştı. Bugün Türkiye'de, kasım ayı itibariyle, satılan her 100 otomobilin yaklaşık 57-58 tanesi ithaldir. Yani, siz "24 milyar dolar rezervimiz var" deyip, kısa vadeli sıcak sermaye hareketiyle, yani, sıcak parayla gelen, sizin olmayan dövizlere güvenip de ucuz döviz satarsanız, yabancı bankalar, bu raporlar üzerine, güven krizi nedeniyle, likidite krizi nedeniyle ülkeyi terk ederler ve reel gelirleri düşen memur, emekli de, gider bankalardan "yüzde 1-2'ye düştü, ne güzel, faizler düştü" diye tüketici kredisi alır ve bugün o tüketici kredisi alanların hepsine de bankalardan birer mektup gider "yüzde 2'yle aldığınız kredi aylık yüzde 10'a çıkarılmıştır..." Bu bir soygundur. Bu, fakiri, yoksulu, fukarayı tuzağa düşürmektir. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, yüzde 1 000'lere, 2 000'lere çıkan faizler, Türk ekonomisinde sadece malî sektörü vurmamıştır, reel sektörü de vurmaktadır. Krediler kesilmiştir; haberiniz var mı?! Yüzde 500'le, yüzde 400'le gecelik krediler geri çağrılmıştır bankalar tarafından; haberiniz var mı?! Sanayici üretim planlamasını ertelemiştir; ihracatçı ihracat kapatırken zorlanmaktadır. Bu krizin etkilerini önümüzdeki aylarda göreceksiniz.

Önümüzdeki aylarda bir şey daha göreceğiz; bu program, kredibilite kaybına uğramıştır; bu program, itibar kaybına uğramıştır; Hazine ve Maliye bütçesine büyük yük getirecektir. Artık, sizi kurtaracak, size yüzde 30 faizle katrilyonlarca lira para bulacak Demirbank da yok. Dolayısıyla, 2001 yılı bütçesinde, Hazinenin, böyle yüzde 25-30'larla bir birbuçuk yıl vadeli bono satabileceğini, aklı başında, ekonomi bilen kimse tahmin edemiyor. Bunun sebebi de sizsiniz.

Yılın başında, abartılmış propagandalarla, hükümet yanlısı çevrelerin de desteğiyle, manşetlerle, birtakım sivil toplum örgütlerini de yanınıza alarak, oluşturulan pembe tablolar ve estirilen rüzgârlar, bugün, ters esmiştir. O gün Türkiye'de enflasyon yüzde 60 iken, yüzde 30'la, psikolojik baskıyla, manipülasyonla bono sattırmanın bedelini, Türkiye'ye, bugün, yüzde 1 000'lerle, 2 000'lerle borçlanarak ödeteceksiniz.

Bakınız, bugün, Hazine parasız kalmıştır. Halk Bankasının ve Ziraat Bankasının kıyıda köşede kalmış 30 milyon dolarını, 50 milyon dolarını özel arzlarla almaktadır; doğru mu Sayın Bakan?! Çünkü, borçlanmaya çıkamamaktadır; bunun maliyeti, Türkiye'ye çok yüksek olmuştur. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, az önce konuşan Anavatan Partisinin değerli sözcüsünü ilgiyle izledim. ANAP sözcüleri bunu uzun süredir yapıyorlar. Gerçekten de, dışarıdan dinleyen, tanımayan birisi, belki de, muhalefet sözcüsü konuşuyor zannedebilir; ancak, Anavatan Partisinin değerli sözcülerinin, bugünkü ekonomi yönetimini yerden yere vuran, ekonomideki krizi tespit eden, çözüm öneren ve ekonomideki yanlışların üzerine giden konuşmalarına, zaman zaman panellere katılarak, zaman zaman televizyonlarda ben de bizzat bulunarak tanık oldum, yanımda da bazı konuşmalarını getirdim; ama, koalisyon ortağı olarak, ya bu yanlışların yapılmasına engel olup, bu yanlışların sorumluluğuna ortak olsun ya da gelsin, bu gensoruya destek versin; tavşana kaç tazıya tut, olmaz... Koalisyon adabı ve uyumu da, uyumlu hükümetlerde herhalde bunu gerektirir. (DYP sıralarından alkışlar)

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Bu sözün doğru.

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Doğru mu...

Sonra Sayın Oktay Vural "muhalefet, gensoruya, niye elektrik işini karıştırıyor, elektrikten bahsediyor" dedi. Sayın Vural, sanayiî, üretim, elektriksiz olur mu?! Bu çağda elektriksiz bir ekonomi yürür mü?! Elbette, elektriği de verecektik. Bakınız, ben, size bir tane genelge göstereceğim -Sayın Başbakanın Ağustos 2000'de imzaladığı genelge- bu genelgede ne deniyor biliyor musunuz:

"1- Tüm sokak aydınlatmaları yarı yarıya azaltılacaktır.

2- Ticarethane ve sanayi abonelerinde vitrin aydınlatmaları sadece güvenlik gereklerini yerine getirecek ölçüde yapılacaktır.

3- Tüm resmî kurumlarda gündüz az aydınlatma yapılacak, gece güvenlik dışında yapılmayacaktır" deniyor, deniyor...

Bir sıkıyönetim bildirisi mi?! 21 inci Yüzyılın Türkiyesi karanlığa mı mahkûm olacak? (DYP sıralarından alkışlar) Elbette, bu gensoruda elektrik enerjisi de olacak, elektrik politikası da olacak.

Değerli milletvekilleri, kriz geçti mi? Şimdi bakın, Merkez Bankasının bugün repo ihalesinde gecelik yüzde kaç faizle borçlandığını biliyor musunuz; üç geceye verdiği faiz, gecelik verdiği faiz yüzde 229,90...

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Yüzde 400 idi zamanınızda.

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - ...geçen hafta da bu yüzde 1 135 idi. Cumhuriyet tarihinin görmediği en büyük malî faizi, maalesef, geçen iki hafta içinde Türkiye ekonomisine yaşattınız. Bu gensoru verilmesin mi?! Bunlar konuşulmasın mı?! 7 milyar doların hesabı sorulmasın mı?! Çöken borsanın hesabı, çiftçinin, esnafın hesabı sorulmasın mı?! Konuşmayalım mı bunları?! (DYP sıralarından alkışlar)

Buradan, bir çift sözüm de, hükümeti ve hükümetin yanlış politikalarını millete rağmen destekleyen ve propaganda yapan çevreleredir. Çok seçkin bir işadamı örgütümüz, bundan yirmi gün kadar önce, kriz haberleri çıkmadan önce, dedi ki: “Türkiye'nin on yıl sonrasına yönelik planlar yapıyoruz.” Büyük gazetelerimiz koca koca manşetler attılar “on yıl sonrasını görüyoruz” diye.

Değerli milletvekilleri, bırakın on yıl sonrasını on gün sonrasını, görmüyorlardı; işte kriz, işte Türkiye'nin içine düşürüldüğü durum! (DYP sıralarından alkışlar) Onun için, gelin, olayları örtbas etmeden enine boyuna konuşalım. Elbette, yangına körükle gitmeyelim; bu ülke hepimizin; ama, bu program, başından beri yanlıştır, ülke gerçeklerine uymuyor, IMF'le yeniden müzakere edelim, bir büyük onarım programı yapalım, hedefleri revize edelim dediğimiz zaman, bizi dinlemediniz. Bu program, ihracatı çökertir, cari açığı 10 milyar doların üzerine çıkarır, dışticaret açığını 25 milyar dolar yapar, ondan sonra ülkeye kriz gelir dediğimizde, dinlemediniz.

Üç yıl diye övündüğünüz program, daha birinci yılı bitmeden, onbirinci ayında, Türkiye'yi, tarihinin en ağır ekonomik bunalımlarından birine sürükledi. Bunu, Türkiye hak etti mi?! Bunu, Türk insanı hak etti mi?! Bunca yoksullaşmanın, fedakârlığın karşılığı bu mu olmalıydı vatandaşımız için, bu mu olmalıydı?! (DYP sıralarından alkışlar)

Bakınız, 8 milyon icra dosyası var icra ve iflas dairelerinde; vatandaş icraya düşmüş. 8 milyon dosyanın yüzde 40'ı, esnaf ve sanatkâr ile küçük ve orta boy işletmelerimize ait; çeklerini, senetlerini ödeyemiyorlar, icraya düşmüşler; kalan yüzde 40'ı da çiftçiye ait, çiftçiye!

Gidin bakalım, İzmir'in köyünden Anadolu'nun her türlü köyüne kadar, bir tane traktörü hacze uğramayan, Ziraat Bankasından, Tarişbanktan aldığı borcu ödeyebilen çiftçi bulabilecek misiniz?!.

Değerli milletvekilleri, çiftçi, tarihinin en büyük sıkıntısı içindedir. Gelir dağılımı dediğiniz hadise, 20 dönüme kadar olan arazilerde, dönüm başına 5 dolardır. Türkiye'de arazilerin ne kadar küçük ve miras yoluyla ne kadar parçalanmış olduğunu hepimiz biliyoruz. 10 dönüm, 15 dönüm arazisi olana, dönüm başına 5 dolar doğrudan gelir desteği verseniz ne olur, vermeseniz ne olur?! Onun yapacağı masraf, aldığı geliri geçiyor; bizim itirazımız bunadır.

Gelin, kapsamlı bir tarım reformu yapalım. Gelin, kayıtdışı ekonomiyi kayda alalım. Gelin...(DSP sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK DEMİR (Ardahan) - Madem o kadar becerikliydiniz, niye siz yapmadınız şimdiye kadar?!.

BAŞKAN - Sayın Söylemez, toparlarsanız memnun olurum.

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Gelin, gelin...(DSP sıralarından gürültüler)

FARUK DEMİR (Ardahan) - 1994'te ne oldu!

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Susarsanız, hatibe eksüre vereceğim. Bir dakika... (DSP sıralarından gürültüler)

İHSAN ÇABUK (Ordu) - Sayın Başkan, ne anlatıyor?!.

BAŞKAN - Sözünü kestiniz efendim; o da, darbımesel anlatmak mecburiyetinde kaldı. Bugün hep darbımeselle geçiyor iş... Bırakın...

Buyurun Sayın Söylemez.

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - Şimdi, ikide bir 1994'e atıf yapıyorlar. Ben kendilerine diyorum ki, gelin, bu yüzyılı konuşalım; 2001'e giriyoruz beyler... Sekiz sene öncesinin, dokuz öncesinin eski defterlerini karıştıran müflis tüccar gibi... Bırakın onu...

Bakın, ben, size bir şey söylüyorum: Bu kürsüden, çıktınız dediniz ki: “Mevduat güvencesi yüzünden bunlar oldu.” Sayın Ecevit, çıktı dedi ki: Ben, mevduat güvencesi getiriyorum, bir de üstüne üstlük ne getiriyorum biliyor musunuz; bu batan bankaların batmayan bankaların hepsinin yurt dışından kârlı zararlı, hesaplı hesapsız aldıkları tüm dış kredilere garanti getiriyorum. Beyler, böyle bir garanti olmaz, bunun hukukî temeli yoktur; garanti, ancak tasarruf sahibini korur. (DYP sıralarından alkışlar) Bankanın ticarî faaliyetlerini nasıl garanti altına alırsınız?

Türkiye ekonomisi kötü yönetilmektedir. Türk ekonomisi çıkmaz sokaktadır. Fakirleşme ve gelir dağılımındaki bozukluk en adaletsiz seviyeye çıkmıştır; buna, Türkiye'nin tahammül gücü kalmamıştır. Gelin, hedeflerde büyük bir revizyona gidin. Gelin, 2001 yılı için koyduğunuz bütün hedefleri yılın ilk üç ayı için değiştirin. Bakınız, bu hedefler üç ayda aşılır, enflasyon hedefleri üç ayda aşılır, sonra, yine mahcup olursunuz; ama, olan millete olur.

Bu gensoru önergesine, Türk ekonomisini, içine düştüğü bu çıkmazdan kurtarmak isteyen tüm değerli milletvekillerinin katkısını ve desteğini diliyor; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum efendim.

Sağ olun. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Söylemez.

OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkan...

IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Vural ve Sayın Çelebi, söz istiyorsunuz; ama, müsaade ederseniz, Demokratik Sol Parti Grubunun sözcüsünden sonra söz vereyim.

Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Aydın Milletvekili Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu'nda.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisinin, son ekonomik gelişmelere ilişkin gensorusu üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüş ve değerlendirmelerini açıklamak üzere söz aldım; şahsım ve Grubum adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, bilmiyorum, teamül müdür; ama, yüksek aracılığınızla, bu gensoruyu veren değerli arkadaşlarımıza bir karşı öneride bulunmak istiyorum: Gecenin bu geç saatinde, biraz önce, heyecanlı bir tempoda vermek istediğiniz mesajları kamuoyuna verdiniz. Gelin, bu noktada, yiğitlik sizde kalsın, bu gensoruyu geri alın.

FETULLAH GÜLTEPE (Van) - Niye?!

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Evet, bu gensoruyu geri alın beyefendiler, hanımefendiler; çünkü, siyaset, uygun zamanda, doğru tavır alma beceri ve basiretini gösterebilme sanatıdır.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Kitapta o, kitapta...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu gensorunun zamanlaması yanlıştır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bankalar battıktan sonra...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Ama, milletin zamanlamasına uygun. Millet aç, çiftçi aç, işçi aç, esnaf aç...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Evet, millet biliyor...

Bu gensorunun zamanlaması...

BAŞKAN - Sayın Kumcuoğlu, 1 dakika.

Sayın Yılmazyıldız, Parlamentoda en kötü şey, sesinizin tanınması efendim. Onun için, lütfen...

Buyurun efendim.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, bunları zamanıma ilave ediyorsunuz umarım.

Bunun zamanlaması yanlıştır; çünkü, Türk Anayasasını, İçtüzüğünü ve bu Meclisin teamüllerini iyi bilenler dikkat edeceklerdir; gensoru, sonuç itibariyle, bir güvenoyu oylamasıyla sonuçlanır ve bundan birkaç saat önce, bu yüce çatı altında bir güven oylaması oldu; çünkü, bütçenin maddelerine geçiş oylaması da bir güven oylamasıdır ve bu hükümet, bundan 2 saat önce, bu yüce çatı altında, bu Yüce Meclisten güvenoyu aldı. (DSP sıralarından alkışlar) Yarım saat sonra tekrar güvenoyu istemek, zamansızlıktır, uygunsuzluktur.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama, milletten alamıyor Sayın Kumcuoğlu...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Biz, milletin hakkı için, onu aramak için veriyoruz Sayın Kumcuoğlu. Sen, bunları daha iyi biliyorsun ya...

BAŞKAN - Efendim, lütfen, karşılıklı konuşmayın...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Kumcuoğlu iyi bilir efendim, zamanında müsteşarımızdı.

BAŞKAN - Olsun efendim.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu gensoru önergesinin, ne zamanlamasının uygun ne de amacının haklı olduğunu savunmak mümkün değildir.

Evet, ekonomi, 22 Kasım tarihi itibariyle, hiç beklenmedik bir zamanda ve beklenmedik bir biçimde, bir yüksek tansiyon dönemine, çalkantı sürecine sokulmak istenmiştir; bunu hep birlikte yaşadık ve hepimiz de gayet iyi biliyoruz ki, gerek siyasî gerek bürokratik kadrolar, bu zamansız ve nedensiz yüksek tansiyonu düşürmek, ekonomi teknesini sakin sulara çekebilmek için var güçleriyle çalıştılar. Bunun yanı sıra, ülkemizin çok uzun bir süredir aşamadığı ekonomik sorunu çözmek, azgelişmişlik kısır döngüsünü kırmak konusunda 57 nci cumhuriyet hükümetinin samimiyetini, kararlılığını ve olumlu performansını yakından izleyen ve bundan etkilenen iyi niyetli ve sorumluluk duygusu içindeki yerli ve yabancı çevreler, bu konuda bize yardımcı olmaya çalıştılar ve oldular.

Peki, değerli arkadaşlarımız ne yaptılar; bu gerilimin en duyarlı noktasında, yani, 1 Aralık tarihinde alelacele bir gensoru önergesi verip, yangına körükle gitmeye kalktılar. Onun için, birinci seferde de, ikinci seferde de, bu gensorunun zamanlaması yanlıştır diyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın, biraz önce bu kürsüde konuşan değerli Doğru Yol Partisi sözcüsü dedi ki: "Hükümet olaya müdahalede geç kaldı ve yetersiz kaldı." (DYP sıralarından "Doğru" sesleri)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Merkez Bankası zamanında müdahale etmedi.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu konuyu gündeme getirmeyecektim; fakat, bugün Doğru Yol Partisi adına bütçe üzerinde konuşan değerli konuşmacı şöyle dedi: "Gelin, bu işi bize bırakın, biz bu işi altı ay içinde çözeriz." Dedi mi; dedi...

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Üç ay, üç ay... Çözülmedi mi?..

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Keşke, icraatta olsaydık da, görseydiniz.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Yalnız, ben, eski bir maliyeci olarak, 22 Kasımdan bu yana, Türkiye'de olan biten olayları dikkatlice izliyorum. Sadece olayları izlemekle kalmıyorum, ilgili ilgisiz herkes bu konuda ne dedi diye de, özellikle takip ediyorum. Takip ediyorum; çünkü, acaba, bir eksiğimiz filan varsa, oradan akıl alalım, o işi değerlendirelim ve ilgili mercileri bu konuda uyaralım diye.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Kim dinliyor seni canım...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Ve ben size söyleyeyim "bu işi bize bırakın, altı ayda düzeltiriz" sözü...

İSMET ATTİLA (Afyon) - Doğru yola getiririz dedik, doğru yola...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - ... İlk defa 1 Aralık gecesi, yine, aynı muhterem hanımefendi tarafından televizyonda söylendi. 1 Aralık gecesi de, bize "bu işi bırakın, biz bunu altı ay içerisinde çözeriz" dedi...

İSMET ATTİLA (Afyon) - Doğru Yola getiririz dedik.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu temelden yanlış bir yaklaşımdı. Neden?.. Eğer, kastedilen 22 Kasımda girilen sürecin düzeltilmesi ise, altı ay bu iş için çok uzun süre idi, bu işin azamî altı günde halledilmesi gerekiyordu. Nitekim, bu konuşma yapıldıktan iki gün sonra, IMF heyeti oradan yola çıktı, pazar günü buraya geldi, üç gün içerisinde olay bitti. (DSP sıralarından alkışlar)

Eğer, amaçlanan, bu ekonominin, yoldan çıkan ekonominin tekrar rayına oturtulması ise, altı ay bunun için çok kısa süredir. Biz, 1994'te yapılan yanlışın telafisi için altı yıldır uğraşıyoruz da, olmuyor. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Onun için çok dikkatli bir şekilde üç yıllık bir ekonomi programı hazırlanmıştı, bu iş o maksatla söyleniyorsa, üç yıldan daha kısa zamanda olmaz...

TURHAN GÜVEN (İçel) - El parasının sana faydası yok.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Senden akıl alan var mı?

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - O programa rağmen batıyoruz.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Gündüz ki konuşmamda dedim ki, içerikten çok retoriğe ağırlık veriliyor. Arkadaşlardan biri sordu "retorik ne" dedi...

AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş)- Bilmiyor muymuş?..

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bilmiyormuş efendim.

Özür dileyerek dedim ki, yani bir âmiyane tabirle, laf kalabalığı dedim.

Şimdi, bugün, bu gensoru üzerinde yapılan konuşmalarda biraz fazla laf kalabalığı oldu; çünkü, biraz önce dediğim gibi, gensorunun zamanlaması yanlış, amacı yanlış...

İSMET ATTİLA (Afyon) - Malî kriz var da, zamanı  yanlış öyle mi?

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Esasına gelmedim, geliyorum.

BAŞKAN- Efendim, karşılıklı konuşmayın. Böyle bir âdetimiz yok Sayın Kumcuoğlu.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- Değerli arkadaşlarım, iki hafta kadar önce malî piyasaları etkisi altına alan çalkantı ve gerilim, yalnızca bu hükümetin veya iktidar partilerinin sorunu değildir. Ülkemizde çeşitli bankalarda küçüklü büyüklü tasarruf hesabı bulunan milyonlarca vatandaşımız, bizlerden, kamu hizmeti yapan herkesten, soğukkanlı, temkinli, basiretli ve sorumluluk duygusu içerisinde davranış bekliyor. Ben, bu yüce çatı altında görev yapan herkesin, bu anlayış, niyet ve davranış içerisinde hareket etmesini doğal olarak bekliyorum.

İSMET ATTİLA (Afyon)- Sessiz kalın da, ne yaparlarsa yapsınlar!

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- Burada fırsat düşmüşken, bazı hususları daha da açmak istiyorum. Kimse hesaplarını sanal bir kriz senaryosu üzerine yapmasın. Özellikle, küçük tasarruf sahibi orta halli vatandaşlarımıza sesleniyorum. Şu anda ülkemizde bir ekonomik krize düşülmesi için hiçbir somut gösterge, hiçbir haklı sebep yoktur. (DYP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)

TANSU ÇİLLER (İstanbul)- Allah!.. Allah!.. Bundan daha somut ne olabilir ki?!

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir)- Sizin lafınıza inananlar bütün servetini kaybetti. Bundan sonra herhalde aç kalacaklar.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- Uygulanmakta olan ekonomik program, ülke gerçeklerine dayandırılmış, evrensel kabullere ve ölçütlere uygun, sağlam ve sağlıklı bir programdır. Bak, Türkiye krize düşüyor diyorsanız... (DYP sıralarından "Düştü... Düştü..." sesleri)

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir)- Düştü... Düştü...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- ...o zaman, Türkiye'yi dışarıya karşı gammazlıyorsunuz derim. (DSP sıralarından alkışlar) Ben de demagoji yaparım. Yaptırtmayın... Bana yakışmaz, size hiç yakışmaz.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir)- Kuruluşların verdiği raporlarda yazıyor. Nasıl müsteşarlık yaptınız Maliye Bakanlığında?!

BAŞKAN- Sayın Yılmazyıldız, lütfen efendim.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla)- Evet, uygulanmakta olan ekonomik program, ülke gerçeklerine dayandırılmış, evrensel kabullere ve ölçütlere uygun sağlam ve sağlıklı bir programdır. Şu günlerde bazıları, vatandaşlarımızı birtakım aşırı beklentilere sürükleyip bazı spekülatif oyunların içine çekmeye çalışacaklardır. Ne paniğe kapılın, ne oyuna gelin; çünkü, oyuncular, bu spekülasyonların bedelini her zaman ve her zaman amatörlere ödetirler. (DSP sıralarından alkışlar)

İSMET ATTİLA (Afyon)- Onu Sayın Başbakan söylesin, sen söyleme. Başbakan çıkıp söylesin de, duyalım.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu arada, bulanık suda balık avlama beklentisinde olabilecek fırsatçıları da uyarmakta yarar görüyorum.

 İSMET ATTİLA (Afyon) - Sana mı sordular?!

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu program, iyi düşünülmüş, iyi hazırlanmış, iyi müzakere edilmiş bir dizi anlaşmanın üzerine oturmaktadır ve son olaylarda kanıtlandığı gibi, sağlam destekleri vardır.

Hükümetin, bu programa, geçmişte örnekleri görüldüğü üzere, yeterince sahip çıkmayacağı, çıkamayacağı varsayımları geçerli değildir.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Sahibi yok bu programın; imzası var da sahibi yok!

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Yeniden yüksek enflasyon, yeniden yüksek faiz ve yeni bir devalüasyon beklentisi, gerçekçi beklentiler değildir.

Artık, işin rengi belli olmuştur; bu tür hesaplar, böyle beklentiler içinde olanlar için, zararın neresinden dönülse kârdır. Onun için, bu tanıma girenlerin, yol yakınken yanlışlarından dönmeleri, akıllıca bir tercih olur.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Vatandaş, şimdi telefonda söylüyor...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız...

 İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Vatandaş şimdi, telefonla bildiriyor; Erzurum'da bir köyde bütün traktörler satılıkmış...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, ikaz edin!

BAŞKAN - Söylüyorum efendim; daha nasıl söyleyeyim!

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Millet şimdi, telefonla bildiriyor... Perde arkası programında...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, benim muhatabım zatıâliniz ve Yüce Meclistir. Yoksa, bu Meclisin münferit üyeleri değil. Lütfen...

BAŞKAN - Siz de Genel Kurula konuşun efendim, cevap vermeyin.

Sayın Yılmazyıldız, birkaç gündür böyle bir âdet edindi. (DSP sıralarından gürültüler)

Ne yapayım efendim?

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Atın dışarı efendim!

BAŞKAN - Efendim, tansiyonu yükseltmeyin.

Sayın Kumcuoğlu, siz devam edin efendim.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Bu çerçevede, son olarak şu hususa açıklık getirmek istiyorum: Bir ülkeye zarar vermek isteyenler, o ülke insanları için kötülük düşünenler, her zaman silaha sarılıp, sınırlara veya kapınıza dayanmazlar. Küreselleşen dünyada, malî ve ekonomik manipülasyon olanakları, en az ileri teknoloji ürünü ateşli silahlar kadar tehlikelidir; hatta, zaman zaman, ondan da tehlikelidir. Onun için, bu tür kötü niyetli kişilere ve girişimlere karşı, daima uyanık olmak, fısıltı gazetesine ve sokak dedikodularına kulak vermek yerine, yetkili ve sorumlu kamu otoritelerinin açıklama ve değerlendirmelerine itibar etmek en doğru iş olur.

TURHAN GÜVEN (İçel) - O fısıltı gazetesi sizsiniz!

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Biz, Türkiye'nin dışında mıyız?! Öyle anlaşılıyor...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, gensorunun içeriği hakkında, vakit yeterli olmadığı için, ayrıntılara girmek istemiyorum; fakat, benden önceki konuşmacılar tarafından temas edilmeyen bir noktaya temas etmekte yarar görüyorum.

Gensorunun bir cümlesi şöyle: "İşte, bu şartlar altında, Dünya Bankası Başkanının gönderdiği, âdeta, talimat niteliğindeki mektubunu, Başbakanın kamuoyuna açıklaması, bardağı taşıran damla olmuştur." Yani, burada, bardağı taşıran damla, Dünya Bankası Başkanının bir mektup göndermesi değildir; Başbakanın kamuoyuna bu mektubu açıklamasıdır.

Değerli arkadaşlarım, bu rejimin adı demokrasi ve sizler muhalefetsiniz. Şeffaflıktan, saygınlıktan, açıklıktan şikâyet edilir mi?! (DSP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından gülüşmeler)

Bakın, burada, ilginç bir husus var. Ben Maliyeden geliyorum... Bu hükümet döneminde, hiçbirimizin dikkatini çekmeyen olaylar oluyor...

İSMET ATTİLA (Afyon) - Dünya Bankası talimat veriyor; onu okuyor, Başbakan talimatı okuyor.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Ne oluyor; stand-by anlaşmaları imzalanmasının akabinde, hepinizin odasına, masasının üzerine konuluyor. Bundan yirmi sene önce değil, on sene önce değil; beş sene önce, bunu hayal etmek bile mümkün değildi. Bugün, interneti tıklıyorsunuz, stand-by anlaşmasının metni karşınızda. İşte, bu, demokrasi yolunda atılmış, önemli, son derece önemli bir adımdır. Artık, millet, hükümetinin, kiminle hangi anlaşma yaptığını, bu anlaşmayla neyi hedeflediğini, bu anlaşma sırasında ne taahhütlerde bulunduğunu, ne yararlar sağladığını açıkça biliyor. Bunun bir tek adı vardır; demokrasi. Bundan şikâyet edilmez.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Talimat... Talimat...

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Dışarıdan aldığınız borçları da gösteriyor mu?..

İSMET ATTİLA (Afyon) - Acele günlüdür diyor, şu güne kadar yap diyor; üzerinde durduğumuz o.

HASAN EKİNCİ (Artvin) - Yalnız, sizi Aydın'da kahvede dinliyorlar. Eğer gidebiliyorsanız Aydın'da kahveye sizi dinliyorlar. Onlar daha iyi anlıyor seni.

BAŞKAN - Efendim...

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Sayın Ekinci, ben bunları bugün burada söylemiyorum; yanınızda oturan değerli arkadaşım çok iyi bilir; ben bunları seçimden önce söyledim. Ben politikaya bir heves olarak girmedim; ben politikaya bir vebal olduğu için girdim. (DSP sıralarından alkışlar)

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Anlamazlar.

HASAN EKİNCİ (Artvin) - Siz anlamazsınız, o Aydın'daki kahveye gidemiyor.

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Şimdi bakın, bu Türkiye-IMF ilişkilerine de bir açıklık, aydınlık getirmekte fayda var.

Siyaset bir değişim, bir münavebe olayıdır; üç yıl sonra, beş yıl sonra, onbeş yıl sonra bazıları muhalefet olur, muhalefet iktidar olur, o zaman da gider IMF ile 19 uncu, 20 nci stand-bay anlaşmasını sizler imzalarsınız. (DSP sıralarından "ihtiyaç kalmaz inşallah" sesleri) O zaman bugün söylediklerinizi okuduğunuz veya size hatırlatıldığı zaman müşkül durumda kalırsınız. IMF olgusunun ne olduğu konusunu iyi değerlendirmemiz gerekir. IMF hekim gibidir, hastane gibidir. Yani, Allah muhtaç etmesin; fakat, eksikliğini de göstermesin. (DSP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından gülüşmeler ve alkışlar)

IMF ne zaman doğmuştur; IMF, İkinci Dünya Harbi içinde Havana Konferansında doğmuştur, daha harp bitmemiştir...

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Şimdi harp mi var?

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Niçin IMF'nin doğuşuna imkân veren bir konferans daha İkinci Dünya Harbi devam ederken Havana'da toplanmıştır; çünkü, dünyada 1929 buhranı insanlığı tarihin en büyük felaketiyle karşı karşıya getirmiştir. Çünkü, 1929 buhranına yol açan rekabetçi devalüasyon tedbirleri İkinci Dünya Harbiyle sonuçlanmıştır ve 1929 buhranının içinden çıkamayan Hitler Almanyası, çözümü, zorda, şiddette ve silahlanmada görmüştür. Bu şiddet, bu zor ve silahlanma tercihi İkinci Dünya Harbiyle neticelenmiş ve milyonlarca insan ölmüş, ıstırap çekmiştir. Bunun için, böyle bir felaketin tekrar edilmemesi için, uluslararası dayanışmaya, uzlaşmaya ve de barışa dayanan bir çözüm düşünülmüş ve Bretton Woods antlaşmalarıyla IMF ve Dünya Bankası kurulmuştur. Bunlar, dünyayı, gelecek nesillerde barış içinde sürükleyebilmek, götürebilmek için alınmış tedbirlerdir.

Bugün IMF'nin varlığı, stratejileri, hizmetleri veya misyonu tartışılabilir; ama, bu, IMF olgusunun tarih sahnesinden silinmesiyle sonuçlanmayacaktır; tamamen aksine, eğer, böyle bir değişiklik olacaksa, bu, IMF'nin bir dünya merkez bankasına dönüşmesi, daha güçlenmesi biçiminde tecelli edecektir; çünkü, bugün, Türkiye ve benzeri ülkelerin çektiği sıkıntılar, biraz da küreselleşmenin gerektirdiği bir uluslararası merkez bankası ve uluslararası para biriminin yokluğundan kaynaklanmaktadır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama, o hastaneye girenin cenazesi çıkıyor!..

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Devamla) - Onun için, bu tür müesseseleri, herhangi bir rasyonel irdelemeye tabi tutmaksızın tukaka ilan etmenin hiçbir kimseye yararı yoktur. Bunlar silah gibidir, doğru kullanırsanız doğru sonuç alırsınız, yanlış yerde yanlış biçimde tutarsanız kendinize zarar verirsiniz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gecenin bu saatinde sabrınızı istismar etmek istemediğim için sözlerime burada son veriyorum ve Demokratik Sol Parti Grubu olarak bu önergeye olumlu oy vermemizin mümkün olmadığını beyan eder, hepinizi saygıyla selamlarım (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kumcuoğlu.

OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Vural, ne hakkında söz istiyorsunuz efendim?

OKTAY VURAL (İzmir) - DYP Grubu adına konuşan Sayın Ufuk Söylemez, benim adımı zikretmek suretiyle Yüce Heyeti yanlış bilgilendirmiştir. Bu konuda gerçekleri Yüce Heyete beyan edeceğim.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

V. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, DYP Grubu sözcüsü İzmir Milletvekili H. Ufuk Söylemez’in konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkanım, bu zamansız ve muhtevasız gensoru önergesinde verdiğim bilgiler ışığında sayın hatip Yüce Heyeti yanlış bilgilendirmiştir.

Devlet İstatistik Enstitüsünün Milliyetçi Hareket Partisine bağlı...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Millet geç bile kaldınız diye soruyor.

BAŞKAN - Hem sataşıyorsunuz hem dinlemiyorsunuz.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, sataşan biz değiliz. "Muhtevasız" demek suretiyle...

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim. Ben gördüm efendim... Rica ederim... Uyumuyorum burada... Aman efendim!..

Sonra, "yüksek sesle konuşuyorsunuz" diye tenkit ediyorsunuz. Ne yapayım yani?.. Saat gecenin 12'si olmuş, insaf yani!..

OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın hatip, gayrisâfi millî hâsılanın 1999 yılı verilerine ilişkin son bilgilerin, Devlet İstatistik Enstitüsü Milliyetçi Hareket Partisine bağlı olduğundan alınmış olacağını ifade etmiştir. Bu doğru değildir. Milliyetçi Hareket Partisinin, kamu kurumlarının bu bilgilerini kapalı kapılar ardında kullanma alışkanlığı ve tecrübesi yoktur. Kendilerinin bu konuda tecrübeleri var mı yok mu, bilemem?(MHP sıralarından alkışlar)

Gayrisâfi millî hâsıla ile ilgili veriler, Devlet İstatistik Enstitüsünün bülteninden alınmıştır ve bu haber bülteni, 30.11.2000 tarihlidir. Günlük faizleri takip edenlerin, bu bültenleri takip etmemesini, doğrusu, yadırgadığımı ifade ederim.

Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır efendim.

Sağ olun.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan!..

BAŞKAN - Sayın Işın Çelebi'ye söz vereceğim efendim... Bir dakika... Sırasıyla... İstirham ederim... Sırasıyla... Siz demediniz mi "tavşana kaç, tazıya tut." Müsaade edin...

Buyurun Sayın Çelebi.

2. – İzmir Milletvekili Işın Çelebi’nin DYP Grubu sözcüsü İzmir Milletvekili H. Ufuk Söylemez’in konuşmasında, partilerine sataşması nedeniyle konuşması

IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Doğru Yol Partisi Grubu sözcüsü arkadaşımız, bize "tavşana kaç, tazıya tut" politikası güttüğümüzü söyledi, koalisyon içerisindeki sorumluluğumuzu yerine getirmemizdeki anlayışımızı sorguladı ve bunu da bir soru olarak yöneltti. Söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum.

Biz, koalisyon içinde hükümet sorumluluğumuzu sonuna kadar yerine getiririz ve gensoruya da takındığımız tavır çok açık ve net; ama, doğruları söylemek de, bizim aynı zamanda görevimiz, özeleştiri yapmak bizim görevimiz. Tribünlere oynamadan, bu ülkenin topraklarında büyümüş, suyunu içmiş, havasını solumuş insanlar olarak, 65 milyon insana karşı sorumluluğumuz var. (DYP ve FP sıralarından "Ooo" sesleri) Gerektiğinde özeleştiri de yapmamız gerekiyor, doğruları belirtmemiz gerekiyor; ama, hükümet içindeki sorumluluğumuzu da sonuna kadar yerine getirmemiz gerekiyor. Bu açıklama fırsatını verdiğiniz için, ANAP olarak temel anlayışımız da budur, bunu da ayrıca belirtmek istiyorum.

Saygılar sunarım.(ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çelebi;  çok mersi.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Söylemez, ne hakkında söz istiyorsunuz?

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisine yanlış bilgi verildi, yanlış beyan var, şahsıma sataşma var...

BAŞKAN - Hayır efendim... (DYP sıralarından gürültüler)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Ama, efendim, bilgiler yanlış...

BAŞKAN - Hayır efendim... (DYP sıralarından gürültüler)

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Yanlış bilgi verildi...

BAŞKAN - Zatıâliniz... Zatıâliniz...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Biz yanlış bilgilerin düzeltilmesini talep ediyoruz...

BAŞKAN - Efendim, size sataşmadılar ki, burada,  istirham ederim... (DYP sıralarından gürültüler)

Bir dakika efendim...

Sayın Yılmazyıldız ne olacak şimdi, siz mi vereceksiniz cevabı, avukatı mısınız! (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Yapmayın istirham ederim yani... Efendim, aşkolsun...

NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) - Size yardımcı oluyor Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, 65 milyon bizi seyrediyor... Hayır müsaade edin efendim.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan, adımdan bahsedilerek, yanlış bilgi verilmiştir; lütfen müsaade edin...

BAŞKAN - Yerinizden çok kısa efendim, doğru bilgi verin.

Buyurun.

3. – İzmir Milletvekili H. Ufuk Söylemez’in, İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan, anlayışınıza teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN - Estağfurullah.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) -Şimdi, Sayın Oktay Vural Beyefendi, İstatistik Enstitüsü rakamlarını gösterdiler; biz, burada hangi rakama itibar edeceğimizi bilemiyoruz. Maliye Bakanlığı bütçesi görüşülürken, Maliye Bakanımız tarafından bastırılıp, bugün dağıtılan ve altında da İstatistik Enstitüsünden alındığı belirtilen tüm vekillerimizin önündeki raporun 15 inci sayfasında "6,4 küçülme var" deniliyor; biz kime inanacağız?! (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -Teşekkür ederim, anlaşılmıştır.

Sayın Bakan, buyurun. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) GÖRÜŞMELER (Devam)

1. – DYP Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven’in, yanlış ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/5) (Devam)

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Sayın Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven ve arkadaşları tarafından ekonomik alandaki gelişmelerle ilgili olarak verilen gensoru önergesinin öngörüşmesi nedeniyle  hükümetimiz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi, şahsım ve hükümetim adına en içten saygılarımla selamlıyorum.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, bugün neden bir enflasyonla mücadele ve yeniden yapılanma programı uygulamaktadır; bunu en iyi bilmesi gerekenler, ekonomide psikolojinin çok önem taşıdığı bir ortamda neden gensoru vermektedirler? Geçen hafta bankacılık alanında yaptığımız gensoru öngörüşmesinde de, bu yersizlik ve zamansızlık ortadaydı. İçinde bulunduğumuz ekonomik durum, benim hükümetimin yanlışlarından, kusurlarından ya da beceriksizliklerinden kaynaklanmış değildir. Son yirmibeş yılda Türkiye'de yaşanan kronik yüksek enflasyonun ana kaynağını, esas olarak, yüksek kamu kesim açıkları oluşturmuştur. Kamu açıkları 1988 yılı sonrasında sürekli artma eğilimi göstermiş ve 1993 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 12'sine ulaşarak, 1994 yılında yaşanan finansal krizin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Kamu  açıklarındaki artışta, hazinenin faiz ödemeleri ve özellikle, 1992 sonrasında sosyal güvenlik kuruluşlarına bütçeden yapılan transferlerdeki artışlar başlıca rolü oynamıştır. Sürekli artan kamu kesimi açıkları, yeterince derin olmayan yurtiçi malî piyasalar üzerinde baskı oluşturmuş ve reel faiz oranlarının yükselmesine neden olmuştur. Reel faizlerin yüksek düzeylerde seyretmesinin temel etkeni ise, kronik yüksek enflasyonun özünde Türk Lirasına olan güveni azaltmış olmasıdır. Yüksek reel faizler, kamu kesiminin borçlanma gereksinmesini daha da artırmış ve borç-faiz sarmalını ortaya çıkarmıştır. Reel faizlerin aşırı ölçüde yükselmesinin de etkisiyle, içborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı giderek yükselmiştir. Ekonomide yüksek enflasyon ve kamu açıklarının hızla artması şeklinde ortaya çıkan iç makroekonomik dengesizlikler, gayri safî millî hâsıla büyümesinin düşük ve istikrarsız bir seyir izlemesine yol açmıştır.

Gayri safî millî hâsıla büyümesindeki dalgalanmada bir başka etken de, büyümenin, genişlemeci kamu finansmanı ve gelirler politikalarıyla desteklenen iç talep artışından kaynaklanması olmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye ekonomisi, 1980'li yıllardan bu yana, başta yüksek enflasyon olmak üzere, birçok istikrar bozucu dengesizlikle karşı karşıya kalmıştır. Gelir dağılımı bozulmuş, zengin kesim ile fakir kesim arasındaki gelir uçurumu giderek daha da büyümüştür. Sabit gelirler, enflasyon nedeniyle erimiştir. Fiyatlandırma politikalarında belirsizlikler ortaya çıkmıştır. Ekonomide radikal kararlar alınamamış, uygulamada, gereken etkinlik sağlanamamıştır. Daha önce yürütülen ekonomi politikalarının kalıcı başarıyı sağlayamamış olması ve sorunların kronikleşmesi, bozulan dengelerin yeniden tesis edilmesinde tutarlı ve kararlı politikaların izlenmesini gerekli kılmıştır. Bu saptamadan hareket eden hükümetimiz, geçmişte örneğine rastlanamayacak bir kararlılıkla, cumhuriyet tarihinin en kapsamlı enflasyonla mücadele ve yapısal uyum programını yürürlüğe koymuştur. Ekonominin düzlüğe çıkabilmesi için yıllardır yapılması gereken, ancak, siyasî çıkar kaygılarıyla her zaman gözardı edilen önlemler, hükümetimiz tarafından tam bir kararlılıkla gerçekleştirilmektedir.

Önergede, başarısızlıkla sonuçlandığı iddia edilen IMF yakın izleme anlaşması, her şeyden önce, istikrar sürecine geçiş aşamasının birinci basamağını temsil etmektedir. Bu anlaşma, IMF ile bir stand-by düzenlemesi yapılmaksızın, Türkiye'nin ekonomi politika uygulamalarının izlenmesini, bunun da, daha sonraki bir stand-by düzenlemesine temel oluşturmasını hedeflemiştir. Bu anlaşmayla, bir kaynak sağlanmamasına rağmen, uluslararası finans piyasalarına verilecek olumlu bir mesajın önemli olduğunu gören o zamanki hükümet, IMF ile masaya oturmayı bizzat kendisi istemiştir. Bu işbirliği çerçevesinde, ekonomide yapılabilecek olanın en iyisi yapılmış, rakamsal hedeflerin pek çoğuna ulaşılmış ve yapısal reformların başlatılması konusunda önemli bir yol katedilmiştir.

Güneydoğu Asya'da başlayan ve 1998 yılında Rus ekonomisine sıçrayan global kriz, ülkemizde, önceden birikmiş ekonomik sorunların patlamasına neden olmuş ve bunun sonucunda, 99 yılında yaşanan ekonomik daralma ortaya çıkmıştır. Global krizin olumsuz etkilerinin yanı sıra geçtiğimiz yılın ikinci yarısında meydana gelen iki deprem felaketi de, ekonomide canlanma eğiliminin başladığı bir döneme rastlamış ve yeni bir şok yaratmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'nin, IMF ile bundan önce yaptığı 17 stand-by düzenlemesinin başarıya ulaşamamasının temelinde, siyasî istikrarsızlık ve popülist politikaların terk edilememesi yatmaktadır. Örneğin, 94 krizini izleyen dönemde, önerge sahibi partinin hükümeti, bir kahramanlık gösterisi gibi sunarak, IMF ile olan ilişkilere son vermiş, bunun sonucunda ülkemiz, uluslararası finans camiasında güvenilmez ülke konumuna düşürülmüş ve istikrar için önemli bir fırsat, ülkenin elinden kaçırılmıştır. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!]) Oysa, o gün, o program uygulanabilmiş olsaydı, Türkiye, bugün karşı karşıya bulunduğu pek çok sorunla baş etmek zorunda kalmayacak, uygulamakta olduğumuz programa gerek bile duyulmayacaktı.

Şimdiye kadar yapılan programlardan hiçbiri, bugün uyguladığımız program kadar ekonomik sorunlara kapsamlı ve tutarlı bir şekilde yaklaşamamıştır. Ülkemizde geçmişte yürütülen programlar ile bugün uygulamakta olduğumuz program arasındaki temel fark, bu noktada açıkça ortaya çıkmaktadır. Geçmişte Türkiye ekonomisinde gözlenen makroekonomik dengesizlikler, istikrarsızlığın temelinde yer alan dinamiklerin ortadan kaldırılmasına yönelik yapısal reformlar yerine, geçici yüzeysel önlemlerle ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bizim programımızda, yatırım, tasarruf, kamu finansmanı ve dışticaret gibi temel makroekonomik dengelerin piyasa koşullarında sağlanması amaçlanmış, dengeli ücret, finansman, para ve kur politikaları oluşturulmuştur. Açıklık ve şeffaflık programın temel unsurudur. Gerek iç ve dış destek ve yeterli katılım sağlanarak programın kredibilitesi, dolayısıyla, başarı potansiyeli güçlendirilmiştir. Önceki dönemlerde, hükümetler, enflasyonla mücadelede gerekli siyasî cesaret ve kararlılığı gösterememişler, bilenen doğruları gerçekleştirmek yerine, bunları yapar gibi görünüp, göz boyamayı yeğlemişlerdir. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!])

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bravo Sayın Bakan; dört yıl sonra, hâlâ, mazeret arıyorsunuz.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) - Bizim programımız, serbest piyasa koşullarını ve kalkınmayı gözardı eden, tüm fiyatların sabitlendiği, kalkınmanın sıfırlandığı bir dezenflasyon programı değildir. Programımızda büyümeden feragat edilmemekte ve bu yıl için en az yüzde 5,5 büyüme hedeflenmektedir. Geçmiş programlarda şeffaflık ve kredibilite yetersizliği nedeniyle enflasyon bekleyişleri bir türlü kırılamamış ve enflasyon, kendi kendini besleyen bir sürece dönüşmüştür. Programımız, bu kısır döngüyü tersine çevirebilmek ve fiyat bekleyişlerini geçmiş enflasyondan bağımsız olarak oluşturabilmek amacıyla önceden açıklanmış ve enflasyon hedefiyle uyumlu bir kur politikası ortaya koymuş, kamu kesimindeki ücret ve fiyatların enflasyon hedefi çerçevesinde gelişmesi amaçlanmıştır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın)- Sonunda ekonomi batmış!..

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla)- Bunun yanı sıra, kamu açıkları azaltılarak ve kamu temel dengesinin fazla vermesi sağlanarak, orta dönemde sürdürülebilir bir ekonomik denge hedeflenmektedir.

Türkiye'de, bir süredir, gelir dağılımında ciddî bir bozulma gözlenmekte, toplam gelir içinde faiz gelirlerinin payı artarken, ücret ve kâr gibi unsurların payı düşmekteydi. Uygulamakta olduğumuz programla, gelir dağılımındaki bozulmanın ana nedeni olan enflasyonun düşürülmesi, kamu açıklarının azaltılması, faizlerin düşürülmesi ve toplam gelir içinde faiz gelirlerinin payının azalması mümkün olacaktır.

Tüm bunlara ek olarak, yapısal reformlar, programımızın üzerine oturduğu önemli bir temeli oluşturmaktadır. Yapısal reformlar kapsamında, uzun yıllardır amacının dışında uygulanmakta olan tarım destekleme politikası ele alınmış ve doğrudan gelir desteği sistemine geçilmesi doğrultusunda ilk adımlar atılmıştır. Tarım sektörümüzün daha etkin ve verimli çalışması için öngörülen bu sistem, devletin kaynaklarının sorumsuzca kullanılmasını engelleyecektir. Artık, destek, önceki dönemlerden farklı olarak, aracıya ve tüccara değil, gerçek üreticiye ve çiftçiye verilecektir.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir)- Ne zaman; çiftçiler bittikten sonra mı?!.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla)- Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; uygulanan para politikasıyla, likidite, Merkez Bankasının uluslararası rezervleriyle ilişkilendirilerek yaratılmaktadır.

Öte yandan, döviz kurları, enflasyon hedefiyle uyumlu bir biçimde belirlenip, önceden ilan edilmiştir. Döviz kuruyla ilgili olarak ileriye dönük taahhüt altına girilmesinin temel amacı, enflasyonist bekleyişlerin kırılması ve geriye değil, ileriye dönük endeksleme mantığının yaygınlaştırılmasıdır. Döviz kuru politikasını desteklemek için, Merkez Bankasının net iç varlıklarına bir sınır getirilmiştir. Bunun anlamı, daha önceki uygulamalardan farklı olarak, karşılıksız para yaratma imkânının tümüyle ortadan kaldırılmasıdır.

Kamu açıklarının azaltılmasına yönelik olarak uygulanan sıkı finansman politikalarıyla ekonomideki dengelerde öngörülenin üzerinde bir iyileşme sağlanmıştır. 1999'da kamu kesimi faiz dışı açığı binde 5 iken, 2000 yılında kamu kesimi faiz dışı fazlası yüzde 6,5 olmuştur. Bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı 1999'da yüzde 11,6 iken, 2000'de yüzde 9,3'e inmiş ve 2001'de ise yüzde 3,4 olması hedeflenmiştir.

Gerek uygulanan sıkı kamu finansmanı politikaları nedeniyle azalan borçlanma gereği gerekse dış borçlanma olanaklarının değerlendirilmesi sonucunda kamunun, iç finans piyasalarından fon talebi önemli ölçüde azalmıştır. Bunun sonucu ortaya çıkan rekabet, bankacılık sektöründeki kâr marjlarının daralmasına yol açmıştır.

Bankacılık sistemimizin, çağdaş risk yönetimi yanında, uluslararası kabul görmüş denetim ve gözetim ilke ve kurallarına tabi olmasını sağlamak amacıyla, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu kurularak faaliyete geçirilmiştir. Yeniden yapılanmadan olumsuz etkilenen bankaların sistemin bütününe zarar vermesini önlemek amacıyla, bazı bankaların, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi gerekmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu aşamada bir diğer konuyu daha vurgulamakta yarar görmekteyim. Döviz kuruna dayalı stabilizasyon programlarında, enflasyonun, kurdaki hareketi bir miktar gecikmeyle izlemesi doğaldır. Bu, kısa vadede Türk Lirasının reel olarak değer kazanması anlamına gelmektedir. Türk Lirasının reel olarak değer kazanması, ihracatı olumsuz yönde etkilemesi ve ithalatı da özendirmesi sonucu, dışticaret ve cari işlemler açıklarını artırıcı bir etki yaratmaktadır. Ocak-Eylül 2000 döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre, ihracat, değer olarak yüzde 4 oranında artarken, ithalat yüzde 35 oranında büyümüş ve buna bağlı olarak dışticaret açığı da 9,6 milyar dolardan 19 milyar dolara yükselmiştir. Durum böyle olmakla birlikte, bu gelişmelerin tümüyle uyguladığımız kur politikasına bağlanması da doğru değildir. İhracatımız miktar olarak arttığı halde, ihraç ürünlerimizin fiyatlarının uluslararası piyasalarda düşük seyretmesi, dolar cinsinden ihracatımızın değerini olumsuz yönde etkilemiştir. Ocak-temmuz döneminde, ihracatımız miktar olarak yüzde 17 oranında artarken, fiyat olarak yüzde 5,1 oranında düşüş kaydetmiştir. Bölge ülkelerinin ihraç mallarımıza olan talebinin azalması yanında, euro-dolar paritesinin euro aleyhine seyretmesi ve ihracatımızın önemli bir bölümünün euro bölgesiyle yapılması, dolar cinsinden ihracat gelirlerimizi olumsuz etkilemiştir.

Son yıllarda, önemli ticarî partnerlerimizden biri haline gelmiş olan Rus ekonomisindeki durgunluk, Rusya'yla ticarî ilişkilerimize, daralma biçiminde yansımıştır. Bu gelişme, sadece mal ticaretiyle sınırlı kalmamış, özellikle turizm ve müteahhitlik hizmetlerinde de gözlenmiştir. Benzer şekilde, yüksek seyreden petrol ve hammadde fiyatları, ithalat faturamızı yükseltmiştir.

Ayrıca, ekonominin canlanma sürecinde, hammadde ve aramal ithalatı da, toplam ithalatımızı artırmıştır. Cari açık büyümesine rağmen, bu açığın finansmanında ciddî bir sorunla karşılaşılmamıştır.

Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, bu yıl, geçen yılların oldukça üzerinde seyretmiş, 1,2 milyar dolar civarında gerçekleşmesi beklenmektedir. Uzun vadeli sermaye girişini daha da artırmak amacıyla, yeni bir yabancı sermaye kanunu taslağı hazırlanmış olup, işlemlerde bürokrasinin azaltılması için çalışmalarımız sürdürülmektedir.

Hepinizin bildiği üzere, bozulan kamu dengeleri sonucu, enerji gibi altyapı yatırımlarına uzun yıllardır yeterince kaynak ayrılamamıştır. Bu sorun, Hazine garantili dışfinansman yanında, yap-işlet ve yap-işlet-devret gibi yöntemler kullanılarak, özel sektörün de bu projelere katkısını sağlayacak bir biçimde aşılmaya çalışılmaktadır.

Hükümetimiz, kısıtlı bütçe kaynaklarına rağmen, enerji yatırımları için mümkün olan tüm olanaklarını zorlamaktadır. Bu çerçevede alınan önlemlerle, 2003 yılından itibaren, ülkemizde enerji sıkıntısı kalmayacaktır. Enerji yatırımlarının tamamlanma süreleri ve kısıtlı ülke kaynakları dikkate alındığında, uluslararası petrol fiyatlarının had safhada yüksek seyrettiği bir dönemde, her ülkede tasarrufa yönelik çeşitli tedbirlerin alınmasına gayret edildiği bir ortamda, uyguladığımız tasarruf önlemlerinin ilkel tedbirler olarak nitelendirilmesi en azından haksızlıktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hükümetimiz, verimliliğe dayalı rekabetçi piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi, etkinliğinin artırılması ve kamu mülkiyetindeki işletmelerin yarattığı finansman yükünün ortadan kaldırılması açısından özelleştirmeye büyük önem vermektedir. Uygulamalarımızla Türkiye, son onbeş yılda gerçekleştirdiği özelleştirme tutarına eş bir performansı bir yılda sağlayabilmiştir; ancak, özelleştirme yürütülürken, halkımızın konuyla ilgili duyarlılığı dikkate alınmakta, özellikle, stratejik işletmelerin özelleştirilmesinde büyük bir titizlik gösterilmektedir.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; malî piyasalarda son zamanlarda meydana gelen gelişmeler sonucunda faiz oranları yükselmiş ve döviz rezervlerinde azalma yaşanmıştır. Carî işlemler dengesinin hedeflenenin üzerinde açık vermesi ve uluslararası finans piyasalarında yaşanan dalgalanmalar, döviz girişini azaltmıştır.

Bununla birlikte, bankacılık kesiminin yıl sonunda açık pozisyonlarını kapatma eğilimi ve bayram tatili nedeniyle bu işlemin öne çekilmesi, piyasalarda döviz talebinin artmasına neden olmuştur.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Siz necisiniz, niye takip edip önlem almadınız; siz, bakan değil misiniz?..

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) - Döviz talebinin Merkez Bankası rezervlerinden karşılanması likiditenin daralmasına yol açmış ve özellikle bazı bankaların likidite ihtiyaçlarının karşılanmasında güçlükler doğmuştur. Bunun yanı sıra, bazı bankaların diğer bazı bankalarla ilgili risklilik algılamasının artması da, faizlerdeki yükselişi körüklemiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) - Likidite sıkışıklığı, devlet içborçlanma senetlerinin ikinci el piyasasında ve bankaların para piyasasında faiz oranlarını yükseltmiştir. Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, piyasalardaki dalgalanmaların giderilmesine yönelik gerekli tüm önlemleri alarak, sistemin ihtiyaç duyduğu likiditeyi piyasaya sürmüştür. Hükümetimizce Uluslararası Para Fonuyla temasa geçilerek, 7,5 milyar doların üzerinde ekkaynak sağlanmıştır. Öte yandan, Dünya Bankasından da ülke yardım stratejisi çerçevesinde sağlanmış bulunan toplam 5 milyar dolar tutarındaki kredinin 400 milyon dolarlık bölümünün, aralık ayı içerisinde ülkemize girişinin sağlanması öngörülmektedir.

Likidite sıkışıklığı içinde bulunan bankaların sistemin bütününe zarar vermesini önlemek amacıyla, bu arada bir bankanın daha Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi gerekmiştir. Böylelikle, riskli olan bankaların yatırımcıları kamu güvencesi altına alınarak, tüm finansal sisteme olan güven yeniden tesis edilmiştir. Bu güvenin göstergesi olarak, çok yüksek düzeyde seyreden faiz oranları gerilemeye başlamıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; özetlemek gerekirse, Avrupa Birliği normlarını yakalamayı hedef almış olan hükümetimiz, tüm siyasî riski üstlenmekten çekinmeksizin popülist uygulamalardan uzak durmayı başarmaktadır. Kısa vadede katlanılacak fedakârlıkların bilincinde olarak, uzun vadede ekonomiyi düzlüğe çıkaracak bir dizi önlem uygulamaya konulmuştur. Programımıza IMF ve Dünya Bankasının verdiği destek de son derece önemlidir. Kimi çevrelerce iddia edildiği gibi, uygulanmakta olan program bir dayatma ürünü değil, ülkemizin ihtiyaçlarının gerçekçi bir çözümüdür. Bu program, Türk ekonomisinin gerçeklerine uygun bir biçimde, tüm dengeleri gözeterek oluşturulmuş bir programdır. (DYP sıralarından "yeter artık" sesleri)

BAŞKAN - Bir dakika, Sayın Bakan...

Efendim, suçladınız, o da cevap veriyor; müsaade edin...

SAFFET KAYA (Ardahan) - Uykumuzu getirdi...

BAŞKAN - Tahammül göstereceksiniz efendim, onlar size gösteriyorlar.

Buyurun Sayın Bakanım.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) - Unutmamak gerekir ki, enflasyonla mücadele ve reform programı, Türkiye'nin ve Türk insanının refahını kalıcı olarak artırmak için kaçınılmazdır. Bu nedenle, finans piyasalarındaki dalgalanmaların sakinleştirilmeye çalışıldığı bir dönemde, kamuoyunu, hükümetimizin ve ekonomik programımızın geleceğiyle ilgili olumsuz yönde bekleyiş içine sokarak istikrarın gecikmesine yol açabilecek nitelikte bir gensoru açılması isteminin bugün için yersizliği ve zamansızlığı açıktır. Geçmişte yapılanlara ya da yapılmayanlara bakıldığında, her iki gensoruyu da verenler, herhalde, en son gensoru vermesi gerekenler olmalıydı. (DSP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından  alkışlar [!]) Bu yaklaşım, önerge sahiplerinin ekonomiyi ve finans sektörünün işleyişini kavramalarının güç olduğunu göstermektedir. (DYP sıralarından “Ooo” sesleri alkışlar [!])

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclise en içten saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında (11/5) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım: Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (DYP sıralarından alkışlar [!])

Sayın milletvekilleri, programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, 12 Aralık 2000 Salı günü saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı geceler efendim.

Kapanma Saati: 00.23

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.