DÖNEM : 21 CİLT : 45 YASAMA
YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 18 inci
Birleşim 21 . 11 . 2000 Salı İ Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III.
– BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Tokat Milletvekili Ali Şevki Erek'in, pancar fiyatlarının henüz
açıklanmamasına, takip edilen pancar politikasının yanlışlığına ve alınması
gerekli tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması 2. – Antalya Milletvekili Nesrin Ünal'ın, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları
Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması
ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı 3. – Malatya Milletvekili Yaşar Canbay'ın, Malatya kayısısının yararları
ve üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması B) ÇEŞİTLİ İŞLER 1. – Görüşmeleri izlemek üzere Genel Kurulu ziyaret eden Alman Yeşiller
Partisinden Claudia Roth Başkanlığındaki 5 kişilik parlamenter heyete
Başkanlıkça "hoş geldiniz" denilmesi C) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın Çevre Komisyonu üyeliğinden
çekildiğine ilişkin önergesi (4/239 ) 2. – Yozgat Milletvekili İlyas Arslan'ın Millî Savunma Komisyonu
üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/240 ) 3. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun
Teklifinin (2/164) doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/241 ) 4. – Yozgat Milletvekili İlyas Arslan'ın, Yükseköğretim Kurumları
Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek
Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin
(2/11) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/242) 5. – Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan
olağanüstü halin, 30.11.2000 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay
süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/700) D) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının,
TürkiyeAvrupa Birliği ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin
önergesi (8/15) 2. – Fazilet Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Kahramanmaraş
Milletvekili Avni Doğan, Manisa Milletvekili Bülent Arınç ve Çorum Milletvekili
Yasin Hatiboğlu'nun, sözde Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/159) 3. – Samsun Milletvekili Kemal Kabataş ve 20 arkadaşının, kamuda çalışan
memur ve işçilerle emeklilerin özlük hakları konusunda Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/160) IV. – ÖNERİLER A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ 1. – Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın
yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerileri V. – SEÇİMLER A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE
SEÇİM 1. – Millî Savunma; Millî Eğitim ; Çevre; Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji;
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme ve Dilekçe Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) ÖNGÖRÜŞMELER 1. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22 arkadaşının, ithal kömür uygulamasının yeniden
değerlendirilmesi ve kömür üreticilerinin içinde bulunduğu durumun
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/9) 2. – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Sakarya
Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel
Milletvekili Turhan Güven'in, cezaevlerinin içinde bulunduğu genel durum konusunda
genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/14) VII. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1. – Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün, DYP sözcülerinin,
konuşmalarında, kendisine sataşması nedeniyle konuşması 2. – Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Denizli Milletvekili Beyhan
Aslan'ın, Antalya Milletvekili Kemal Çelik'in, konuşmasında, ANAP Genel Başkanı
Mesut Yılmaz'a sataşması nedeniyle konuşması 3. – Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan'ın, Adalet Bakanı Hikmet Sami
Türk'ün, konuşmasında, partisine sataşması nedeniyle konuşması VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Çanakkale Jandarma Er Eğitim
Alayının dekovil hattı döşenmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin
Tantan'ın cevabı (7/2454) 2. – Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz'in, MKE'ye bağlı Kırıkkale
Çelbor, Çeliksan ve Pirinçsan A.Ş.'nin özelleştirileceği iddialarına ilişkin
sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun cevabı (7/2672) 3. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in, üniversite lojmanlarında
ikamet eden mensupların aile ve misafirlerinin kampus içinde başörtüsüyle
bulunmalarını yasaklayan genelgeye ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2673) 4. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in, Devlet üniversitelerinden,
vakıf üniversitelerine öğretim üyesi geçişlerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2681) 5. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, hayvancılık kredisi
uygulamasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü
Yusuf Gökalp'in cevabı (7/2684) 6. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, YÖK tarafından gönderilen
15 Eylül 2000 tarih ve 3699/20644 Sayılı Genelgeye ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2685) 7. – Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, şehitlik ve gazilik
uygulamasında karşılaşılan sorunlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî
Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun cevabı (7/2693) 8. – İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı'nın, Milletvekillerinin
orduevlerine alınmamalarına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin
Çakmakoğlu'nun cevabı (7/2701) 9. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, kuraklıktan zarar gören
çiftçilere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in
yazılı cevabı (7/2730) 10. – Tokat Milletvekili M. Ergün Dağcıoğlu'nun, Sayıştay arşivinde
çıkan yangın hakkında ileri sürülen iddialara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/2734) 11. – Bursa Milletvekili Teoman Özalp'in, Bursa İznik'teki çiftçilerin
borçlarının kredi ertelenmesi konusunda bir çalışma olup olmadığına ilişkin sorusu
ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/2743) 12. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, BAĞKUR çalışanları ve
emeklilerinin maaşlarından yapılan kesintilere ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/2751) 13. – Van Milletvekili Maliki Ejder Arvas'ın, Van İlinde yürütülen
turizm amaçlı spor faaliyetleri projesine ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Erkan
Mumcu'nun cevabı (7/2760) 14. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Yavuzeli'ne Emniyet
Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin
Tantan'ın cevabı (7/2774) 15. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep İli Karkamış İlçesine
Emniyet Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı
Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2775) 16. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın; Gaziantep Islahiye İlçesi Ortaklı Jandarma Karakol binasına, Gaziantep Islahiye İlçesi Kerküt Jandarma Karakol binasına, Gaziantep Islahiye İlçesi Jandarma Karakol binasına, İlişkin soruları ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2776,
2777, 2778) 17. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın; Gaziantep Araban İlçesi Özel İdare işhanı inşaatına, Gaziantep Karakamış Hükümet Konağı inşaatına, İlişkin soruları ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2779,
2782) 18. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Emniyet
Müdürlüğü tevzi inşaatına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın
cevabı (7/2780) 19. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Nurdağı İlçesi
Emniyet Amirliği inşaatına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın
cevabı (7/2781) 20. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Güzel Sanatlar
Lisesi binası projesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2808) 21. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Islahiye İlçesi
Anadolu Lisesi binası inşaatına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2810) 22. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Üniversitesi
kampus altyapı projesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2813) 23. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Üniversitesinin
yatırım ve hizmet projelerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2814) 24. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep'te yürütülen
okul projelerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun
cevabı (7/2815) 25. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep İlinde
yürütülen projelere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2817) 26. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, Sıvas Divriği Maden
İşletmesinin belediyeye ait payları ödemediği iddiasına ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı'nın cevabı (7/2831) I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ Birinci, İkinci, Üçüncü ve
Dördüncü Oturum TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak altı oturum yaptı. Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım, esnafın içerisinde
bulunduğu sorunlara, İzmir Milletvekili Kemal Vatan da, Balkan ülkelerine yapılan kültür
treni seyahati ve Balkanlardaki son gelişmelere, İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar. Van Milletvekili Kâmran İnan, sözde Ermeni soykırımı iddiası konusunda
Avrupa Parlamentosunun aldığı karar ile Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesine ilişkin
gündemdışı bir konuşma yaptı; MHP Grubu Başkanvekili Erzurum Milletvekili
İsmail Köse, ANAP Grubu Başkanvekili Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, FP
Grubu Başkanvekili Manisa Milletvekili Bülent Arınç, DSP Grubu Başkanvekili
Konya Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı ve DYP Grubu Başkanvekili Aydın
Milletvekili Ali Rıza Gönül, Van Milletvekili Kâmran İnan'ın görüşlerine
katıldıklarını belirterek, TBMM'yi muhatap alan bu karara gerekli tarihî
cevabın verilmesi dileğinde bulundular. İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı ve 20 arkadaşının, boğazlardaki
deniz trafiğinin yarattığı tehlikelerin araştırılarak, alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/158) okundu; önergenin gündemde yerini alacağı ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki öngörüşmenin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu, Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un da, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm Komisyonu, Üyeliğinden çekildiklerine ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu. "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının: 1 inci sırasında yer alan, Kamu
Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname (1/53) (S.Sayısı:433) ile, 2 nci sırasında yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarılarının (1/650, 1/679) (S.Sayısı:
517) Görüşmeleri, komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından ertelendi. Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/709) (S.Sayısı: 536) görüşmelerine devam edildi, tümünün kabul
edilerek, kanunlaştığı açıklandı. FP Grup Başkanvekili Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Tunceli
Milletvekili Kamer Genç'in, konuşmasında, Partisinin Genel Başkanına sataştığı
iddiasıyla bir konuşma yaptı. Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu
ile 4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Kurumlar Vergisi
Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının (1/776)
(S.Sayısı: 539) görüşmelerine devam edilerek, 2 nci maddesine kadar kabul
edildi.
Beşinci ve Altıncı Oturum Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu
ile 4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Kurumlar Vergisi
Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının (1/776)
(S.Sayısı:539) görüşmelerine devam edilerek 5 inci maddesine kadar kabul
edildi. 21 Kasım 2000 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime
01.59'da son verildi.
No.
:31 II. – GELEN KÂĞITLAR 17.11.2000 CUMA Rapor 1. – 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 125 inci Maddesinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile 22 Ocak 1990 Tarihli ve 399
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/427, 1/426) (S. Sayısı: 540) (Dağıtma tarihi:
17.11.2000) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergeleri 1. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, Af Kanunu Tasarısına ilişkin
Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/956) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.11.2000) 2. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, cezaevlerinde meydana gelen olaylara
ve çözüm yollarına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/957)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 3. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, bazı kamu
bankalarının giderlerine ve reklam harcamalarına ilişkin Başbakandan sözlü soru
önergesi (6/958) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 4. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Marmara Depreminde
hasar gören okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi
(6/959) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 5. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, et ithalatına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/960) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15.11.2000) 6. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu'na devredilen İnterbank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/961) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 7. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu'na devredilen Bank Ekspres'e ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/962) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 8. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu'na devredilen Bank Kapital'e ilişkin Başbakandan sözlü soru
önergesi (6/963) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 9. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu'na devredilen Yaşarbank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/964) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 10. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu'na devredilen Etibank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/965) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 11. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu'na devredilen Esbank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/966) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 12. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu'na devredilen Egebank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/967) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 13. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu'na devredilen Yurtbank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/968) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) Yazılı Soru Önergeleri 1. – Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin, İstanbul 8. Vergi Mahkemesi
üyesi hakkında açılan soruşturmaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2986) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 2. – Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata'nın, yurda kaçak olarak
sokulan etlere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2987) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 3. – Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata'nın, Bakanlığın et alım
ihalelerine ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2988)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 4. – Karabük Milletvekili Erol Karan'ın, Karabük İlindeki yerel basın
organlarının vergi borçlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2989) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 5. – Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, Orta Asya Türk
Devletlerini ziyaret edip etmeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2990) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 6. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, Genel Bütçeden Adalet
Bakanlığına ayrılan paya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2991) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 7. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, Af Kanunu Tasarısına ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2992) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.11.2000) 8. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, cezaevlerinin güvenliğinin
İçişleri Bakanlığına devredilebileceği yolundaki açıklamasına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2993) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 9. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, bir hükümlünün Uşak
cezaevinden Bilecik cezaevine nakli sırasında üzerinde silah taşımasına ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2994) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.11.2000) 10. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, F-Tipi cezaevlerine ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2995) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.11.2000) 11. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, Adalet Bakanlığının bütçesine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2996) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.11.2000) 12. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Karadeniz Teknik
Üniversitesinde yapılan ihaleler hakkındaki yolsuzluk iddialarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2997) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 13. – Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Amerikan İlaç ve
Gıda Dairesinin satışını yasakladığı ilaçların Türkiye'deki durumuna ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2998) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.11.2000) 14. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa Büyükşehir
Belediyesi'nin su ve kanalizasyon yatırım projelerine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2999) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 15. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa Büyükşehir
Belediyesi'nin yürüttüğü projelere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3000) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) 16. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, rüşvet, yolsuzluk, soygun ve
vurgun olaylarının MGK'nun gündemine getirilip getirilmeyeceğine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3001) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000) No : 32 20.11.2000 PAZARTESİ Yazılı Soru Önergeleri 1. – İstanbul Milletvekili
Bülent Akarcalı'nın, Fransa'da ülkemizi temsil eden basın mensuplarına
ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3002) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.11.2000) 2. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İstanbul'da görev yapan
bazı hâkimlerden savunma istendiği iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/3003) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000) 3. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, kamu görevlilerinin özel
hayatlarını düzenleyen bir kanun veya
yönetmelik olup olmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3004)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000) 4. – Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, kamu çalışanları hakkında
açılan soruşturmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3005)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000) 5. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, adli koluk kuvveti
oluşturulması konusunda bir çalışma yapılıp yapılmadığına ilişkin Adelet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/3006) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000) 6. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankaların Hazineye getirdiği malî yüke ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/3007) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000) 7. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa-Yeniköy Beldesi
ile Orhangazi İlçesi arasındaki karayoluna ilişkin Bayındırlık ve İskan
Bakanından yazılı soru önergesi (7/3008) (Başkanlığa geliş tarihi:16.11.2000) 8. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa-Orhangazi-Yeniköy
Belediyesinin çöp kamyonu talebine ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3009) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000) 9. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, sözde Ermeni soykırımı ile ilgili karar alan
devlet ve kuruluşlara ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3010) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000) 10. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın,
Bursa-Orhangazi-Yeniköy Belediyesinin park ve bahçe düzenlemesine ilişkin
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3011) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.11.2000) 11. – İstanbul Milletvekili Abdülkadir Aksu'nun, afetzedelere verilen
kredi miktarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3012) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000) 12. – Hatay Milletvekili Hakkı Oğuz Aykut'un, Bakanlıkca belediyelere
yapılan yardımlara ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/3013) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.11.2000) 13. – Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, ülkemizde üniversite eğitimi
gören yabancı uyruklu öğrencilere ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3014) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.11.2000) 14. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, pancar üretimine uygulanan kotaya ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3015) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.11.2000) 15. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, lise açılmasına ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3016) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.11.2000) 16. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan'ın, Muğla İlindeki ören
yerlerine ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/3017) (Başkanlığa
geliş tarihi: 17.11.2000) Genel Görüşme Önergesi 1. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102
ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi
(8/15) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000) No : 33 21.11.2000 SALI Raporlar 1. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, Muhtar Ödenek ve
Sosyal Güvenlik Yasasının Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin
Önergesi (2/306) (S. Sayısı: 542) (Dağıtma tarihi: 20.11.2000) (GÜNDEME) 2. – Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak ve 2 Arkadaşının, Yükseköğretim
Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve
İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi
(2/450) (S. Sayısı: 543) (Dağıtma tarihi: 20.11.2000) (GÜNDEME) 3. – Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca ve Vahit Kayırıcı'nın;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçtüzüğün
37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/260) (S.
Sayısı: 541) (Dağıtma tarihi: 21.11.2000) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergeleri 1. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/969) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.11.2000) 2. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/970) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20.11.2000) 3. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/971) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20.11.2000) 4. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
sözlü soru önergesi (6/972) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000) 5. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Çevre Bakanından sözlü soru önergesi (6/973) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) 6. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Mehmet Keçeciler) sözlü soru önergesi (6/974) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.11.2000) 7. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, özelleştirme çalışmalarına
ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) sözlü soru önergesi (6/975)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000) 8. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Şükrü Sina Gürel) sözlü soru önergesi (6/976) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.11.2000) 9. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/977) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) 10. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/978) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.11.2000) 11. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, belediyelere tahsis edilen
Hazine arazilerine ve arsa sertifikası verilen vatandaşlara ilişkin Devlet
Bakanından (Faruk Bal) sözlü soru önergesi (6/979) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) 12. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/980) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) 13. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Faruk Bal) sözlü soru önergesi (6/981) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20.11.2000) 14. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Ramazan Mirzaoğlu) sözlü soru önergesi (6/982) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.11.2000) 15. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, yardıma muhtaç aile sayısına ve
yapılan yardım tutarına ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) sözlü soru
önergesi (6/983) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000) 16. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) sözlü soru önergesi (6/984) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20.11.2000) 17. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Abdülhaluk Çay) sözlü soru önergesi (6/985) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.11.2000) 18. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru
önergesi (6/986) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000) 19. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/987) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) 20. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/988) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) 21. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/989) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) 22. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/990) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20.11.2000) 23. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/991) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)
24. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Şuayip Üşenmez) sözlü soru önergesi (6/992) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.11.2000) 25. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Hasan Gemici) sözlü
soru önergesi (6/993) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000) 26. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Rüştü Kazım Yücelen) sözlü soru önergesi (6/994) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.11.2000) 27. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, Bakanlığın yaptığı denetimlere
ilişkin Çevre Bakanından sözlü soru önergesi (6/995) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) 28. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) sözlü soru önergesi (6/996) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20.11.2000) 29. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) sözlü soru
önergesi (6/997) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000) 30. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/998) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) 31. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/999) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) 32. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin
Kültür Bakanından sözlü soru önergesi (6/1000) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2000) Meclis Araştırması Önergeleri 1. – Fazilet Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Kahramanmaraş
Milletvekili Avni Doğan, Manisa Milletvekili Bülent Arınç ve Çorum Milletvekili
Yasin Hatiboğlu'nun, sözde Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/159) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000) 2. – Samsun Milletvekili Kemal Kabataş ve 20 arkadaşının, kamuda çalışan
memur ve işçilerle emeklilerin özlük hakları konusunda Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/160) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.11.2000) Süresi İçinde Cevaplandırılmayan
Yazılı Soru Önergeleri 1. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Düzce Kaynaşlı Dereboğazı
mevkiindeki toprak kayması tehlikesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2652) 2. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, İzmit-Körfez'de depremden
zarar görenlerin kalıcı konutlarının yapılacağı yere ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2653) 3. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Dünya Bankası kredisiyle
Düzce Gölyaka İlçesinde yapılan toplu konut bölgesine ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2655) 4. – Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, Van, Muş ve Bitlis'te Yol-İş
üyesi işçilerin deprem bölgelerine sürgün edildikleri iddialarına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2660) 5. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı'nın, Türkiye-Gürcistan
sınır kapısına giden yolda Ilgar Dağı'nda tünel yapılması için bir proje olup
olmadığına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2663) 6. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı'nın, DAP Kanun Tasarısının
ne zaman T.B.M.M.'ye sevk edileceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2665) 7. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Karaman- Kazımkarabekir-Özyurt
Köyünün imam ihtiyacına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/2666) 8. – Van Milletvekili Maliki Ejder Arvas'ın, yatırım harcamalarının
illere göre dağılımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2676) 9. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in, Diyarbakır-Çüngüş'te yöre
halkına satılan konutların lojman yapılmak üzere geri alınacağı iddialarına
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2688) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.00 21 Kasım 2000 Salı BAŞKAN: Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER:Şadan ŞİMŞEK (Edirne),
Mehmet BATUK (Kocaeli) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18 inci Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz, pancar fiyatlarının açıklanmaması ve takip edilen
pancar politikasının yanlışlığı hakkında söz isteyen Tokat Milletvekili Ali
Şevki Erek'e aittir. Buyurun Sayın Erek. Süreniz 5 dakika efendim. III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Tokat Milletvekili Ali Şevki
Erek’in, pancar fiyatlarının henüz açıklanmamasına, takip edilen pancar
politikasının yanlışlığına ve alınması gerekli tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi, sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bugünkü gündemdışı konuşmamda, bizi dinleyenler, çok değerli
arkadaşlarım, Türkiye'nin bunca önemli meselesi varken, bir af çıkmazı varken,
bir bankalar meselesi varken, katılım ortaklığı belgesinde ve Avrupa
Parlamentosunda "sınır oyuşmazlıklarını halledin, Kıbrıs işini halledin,
soykırımı tanıyın, ondan sonra gelin ortak olun" gibi bir furya varken;
ekonomik ve siyasî alanda binbir sıkıntı varken, acaba bu pancar işi nereden
çıktı diye düşünenler belki olabilir. Tabiî böyle bir düşünceye haklılık tanımak mümkün değil; ama, şurası
kesin ki: Bugün, pancar ziraatiyle, Türkiyemizde tam 500 000 ailenin meşgul
olduğu resmî rakamlarca ifade ediliyor. Değerli arkadaşlarım, bu, şu demek:
Eğer, pancar ziraatiyle meşgul olan bir aileyi 7 kişi olarak kabul ederseniz
3,5 milyon, 8 kişi olarak kabul ederseniz -ki, bu bir aile ziraatidir- 4 milyon
vatandaşımızı çok yakından ilgilendiren, fevkalade önemli bir meseledir. Nedir, bugünkü, pancar konusunda dile getireceğimiz husus ve nedir
bugünkü cumhuriyet hükümetinin takip ettiği pancar politikası? Değerli
arkadaşlarım, bildiğim kadarıyla, cumhuriyet tarihinde, pancar fiyatlarının
açıklanması, hiçbir zaman 21 Kasıma kalmadı; bu bir. Son on yılda, pancar
fiyatları, 4 defa ağustos ayında, 2 defa mayıs ayında, 2 defa eylül ayında, 1
defa temmuz ayında, 1 defa da ekim ayının başında ilan edildi. "Bu niye
bugüne kadar sürer; ne olacak canım, hükümet kaçıyor mu, parayı ödeyecek"
diyebilirsiniz; ama, bir pancar bölgesinin çocuğu olarak, Orta Karadenizin iç
bölgesinde, Orta Anadolu'da ve Doğu Anadolu'da yaşayan çiftçilerimizin önde
gelen bir geçim kaynağı olarak pancar fiyatlarını bu kadar geciktirmek ve
pancar çiftçisini bu kadar beklentiye sokmak -değerli arkadaşlarım, mazur
görünüz- zulme varan bir kayıtsızlıktır. Bakınız, size bir şey söyleyeyim; daha evvel bu rakamlar burada verildi,
yeni bir şey söyleyecek değilim: Bugün, bu 500 000 ailenin yüzde 70'e yakınının
pancar üretimi için kullandığı arazi 1 ilâ 10 dönüm arasında, buradan elde ettiği
pancar da 40 ton ve yüzde 75'e yakınının geçimini idame ettirmek için ektiği
biçtiği tek ürün de pancar ürünü. Onun için, pancar fiyatları deyip geçmemiz
mümkün değildir. Değerli arkadaşlarım, hafızaları bir kere daha tazelemekte fayda var.
Türkiye'nin yıllık şeker tüketimi 2 milyon ton. 2 milyon ton şeker elde
edebilmek için, Türkiye'nin asgarî 15 milyon ton pancar üretmesi gerekli. Geçen
sene pancar üretimi 16 800 000 ton idi; bu sene, pancar üretiminin 12 milyon
tonda kalacağı anlaşılıyor. Gelecek sene 2001 yılında, pancar üretiminin 6
milyon tona düşeceği ifade ediliyor; çünkü, IMF'nin beklentisi ve tavsiyesi
-talimatı demiyorum- bu noktada birleşiyor. Şu durumda, biz, yeniden bir şeker
ithali furyasına kalacağız. Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği ülkelerinin yıllık şeker tüketimi
12 milyon ton; ama, Avrupa Birliği ülkelerinin şeker üretimi yılda 16 milyon
tona yakın. Yani, 3 ilâ 4 milyon ton ihracat kapasitesini Avrupa Birliği
ülkeleri dahi göze alıyor. Bugün, Türkiye'de olsun, Avrupa Birliği ülkelerinde
olsun, 1 ton şekerin maliyetini 600 dolar ile 900 dolar arasında hesap
ediyorlar; halbuki, dış dünya piyasalarında 1 ton şekerin satış fiyatı 300
dolar. Avrupa Birliği ülkeleri, fazla ürettikleri 3-4 milyon ton şekeri
dışarıya 250 dolardan satmayı göze alabiliyorlar. Dışarıdan 250 dolara ihraç... BAŞKAN - Sayın Erek, 1 dakika eksüre veriyorum; toparlayınız. Buyurun. ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Dışarıdan ithal etmek yerine, Avrupa ülkeleri
dahi çiftçiyi destekleyerek, böyle bir şeyi öngörüyorlar. Değerli arkadaşlarım, pancar üretimini düşürmemek gerekir. Pancardaki
kota meselesini kaldırmak gerekir. Türkiye'deki gıda sanayiini ilerletmek
gerekir. Gıda güvenliğini rafa kaldıramazsınız. Türkiye'nin rezervleriyle
oynayamazsınız. Şekeri, Türkiye'nin ithal edebileceği bir dereceye
düşüremezsiniz. Gübreyi söylemiyorum, mazotu söylemiyorum, faizin fazlalığını
söylemiyorum; ama, mutlaka, kotanın kaldırılmasını, kotanın pancar çiftçisi
üzerinde -affınıza sığınarak söylüyorum-
uygulamasının fevkalade, tarifi imkânsız bir tepkiye neden olduğunu, burada,
bir kere daha vurguluyorum. Pancar fiyatını bir an evvel ilan ediniz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Pancar fiyatında köylünün hakkını veriniz ve
pancar üretimini düşürmeyiniz. Sayın Başkan, iki cümleyle bitireceğim. BAŞKAN - Efendim, benim prensibim; 1 dakika eksüreden sonra ilave süreyi
bugüne kadar hiç kullanmadım. O nedenle, o prensiplerime uymanızı başında
belirttim. Teşekkür ederim. ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Çok teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımı
sunarım. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür ederim. Sağ olun. Gündemdışı konuşmaya yanıt verecek Sayın Bakan?.. Yok. Gündemdışı ikinci söz, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü münasebetiyle
söz isteyen Antalya Milletvekili Sayın Nesrin Ünal'a aittir. Süreniz 5 dakikadır Sayın Ünal. Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) 2. – Antalya Milletvekili Nesrin Ünal’ın,
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması ve Devlet
Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 20 Kasım
2000 Çocuk Hakları Günü dolayısıyla
hazırladığım konuşmamı, Yüce Heyetinize saygılarımla sunuyorum. Çocuk hakları, bir eksiksiz bütün dünya çocukları içindir. Çocuklara ve
ailelerine, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, bölge, politika, millet, sosyal
orijin, fakirlik ve aklınıza gelebilecek hiçbir konuda ayrımcılık yapılamaz.
Çocukların fiziksel, mental, ahlakî, manevî ve sosyal gelişmelerini sağlıklı,
özgür, saygın bir ortamda sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalı ve şartlar,
çocukların ve ailelerin lehine kolaylaştırılmalıdır. Her çocuk, doğuştan milliyet ve isim hakkına sahiptir. Anne ve çocuğun
doğum öncesi ve doğum sonrası sağlık hizmetleri en iyi şartlarda sunulmalıdır. Fiziksel, mental, sosyal yönden özürleri olan çocuklarımızın tedavileri,
eğitimleri ve özel bakım ihtiyaçları karşılanmalıdır. Çocuğun kişiliğinin tam ve düzgün gelişmesi için sevgi ve anlayışa
ihtiyacı vardır. Bu da, ancak aile ortamında olacaktır. Aile, maddî açıdan
desteklenmeli; aile yapısı korunmalıdır. Her çocuğun eğitim hakkı vardır; eşit şartlarda ve kolaylaştırılarak
bütün çocuklar eğitimden faydalanmalıdır. Çocuklar, zulmün, terk edilmenin, sömürünün her türlü formuna karşı
korunmalıdır, hiçbir olumsuz olayda aracı obje olmamalıdır. Çalışma yaşı uygun
olmayan çocuklar istihdam edilmemeli; çalışma yaşı uygun çocuklar ise,
eğitimlerini, sağlıklarını, mental, fiziksel ve ahlakî gelişmelerini olumsuz
etkileyecek ortamlarda çalıştırılmamalıdır. Bu şartlar altında Türkiye'ye bakarsak, UNICEF'in hazırladığı 2000
Türkiye raporunda, çocuklarımıza sağladığımız imkânlarla dünyanın 189 ülkesi
arasında 95 inci sıradayız. Bu, bizim için utanç verici bir tablodur. Peki,
bizi 95 inci sıralara taşıyan olumsuzluklar nelerdir; bir bakalım. Türkiye'de, halen, 100 evin 30'unda sağlıklı tuvalet, 100 evin 26'sında
sağlıklı içmesuyu yok; her 100 kız çocuğundan 30'u, her 100 erkek çocuğundan
20'si okula kayıtlı değil ve bebek ölüm hızlarında binde 40'lardayız. Gelişmiş
ülkelerde binde 6 olan bu hız, bizde binde 40; yani, gelişmiş ülkelerde, artık,
genetik ve sakat doğumlar dışında bebek ölümleri olmamakta. Halen hamile
kadınlarımızın yüzde 67'si dışındaki kadınlarımız sağlıklı hizmet alamıyorlar.
Kadınlarımızın tetanos aşıları tam değil ve çocuklarımızın yarısının aşıları
tam değil. Çocuklarımız büyüdükçe durumları düzeliyor mu; hayır. Şimdi sayıları 6
bin civarında olan, literatürde "sokak çocuğu" denen, sahipsiz
çocuklarımızın sayısı on yıl sonra kontrol altına alamayacağımız şekilde
artıyor. Uyuşturucu kullanım yaşı düşüyor, özürlü çocuklarımız ve aileleri
yeterince desteklenmiyor ve ailelerle birlikte ortak projeler üretilmiyor. Çocuk işçilerimizin halini soran yok. 1 milyon civarında 14 yaş altı
kontrolsüz çocuk işçimiz mevcut. Peki eğitebildiğimiz çocuklarımızın durumu nasıl? Kişi başına düşen
bilgisayar oranında Mısır'dan, İsrail'den ve komşumuz Yunanistan'dan çok
gerilerdeyiz. Milyonlarca çocuk açlıktan ölürken, yüzbinlerce çocuk ekonomik
olumsuzluklardan etkilenirken, onbinlerce çocuk savaşa maruz olurken, gelişmiş
ve gelişmemiş ülkeler arasındaki uçurum iyice derinleşirken, çocuklarımız,
bizlere, ailelerine ve yüreklerimize sesleniyorlar; diyorlar ki, 21 inci
Yüzyıla girerken vizyonunuz, bir eksiksiz her yeni doğanın hayata sağlıklı
başlaması, her çocuğun kaliteli eğitilmesi, eşsiz yeteneklerinin gelişmesi için
fırsat ve kolaylıkların sağlanması olmalıdır. Artık ülkelerin gelişmişlikleri ve güçleri, füzelerin taşıdığı savaş
başlıklarının ağırlığıyla, başkentlerinin ya da kamu binalarının
görkemliliğiyle değil, gelişmişlik, yeni doğan ve anne ölüm hızının
düşüklüğüyle, eğitim seviyesinin yüksekliğiyle, kişi başına düşen bilgisayar
sayısının artmasıyla ve o ülkenin kullandığı iletişim bantlarının kalınlığıyla
ölçülmektedir. Hal böyleyken, ülkemizi, dolayısıyla çocuklarımızı daha güzel günlere
taşıyacak yol haritamızı bize Avrupa Birliği sunmadan, biz kendimiz çizmeliydik
ve 21 inci Yüzyıla girerken, keşke, böyle bir yol haritasına da ihtiyacımız
olmasaydı. Keşke, insan hakları denince, sadece çocukken haklarını tam kullanamayıp
şu anda suçlu konumunda olan insanlar aklımıza gelmeseydi. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 1 dakika ilave süre verdim efendim; buyurun. NESRİN ÜNAL (Devamla) - Keşke, insan hakları denilince, sayıları
milyonları bulan, haklarını kullanamayan, geleceğimiz, her şeyimiz çocuklarımız
da aklımızdan hiç çıkmasa; sahipsiz, sokaklarda yaşayan çocuklarımızı, dünyaya
gözünü açar açmaz ölen bebeklerimizi, okula kaydedilmeyen ve eşit şartlarda
eğitimden faydalanamayan çocuklarımızı, özürlü çocuklarımızı hiç unutmasak. Geleceğimizi emanet edeceğimiz, Türkiye'yi güçlü, lider ülke konumuna
taşıyacak çocuklarımız için yapacağımız tek şey, seçeniyle seçileniyle toplumun
bütün bireylerinin, topyekûn, tepeden tırnağa temiz toplumu yaratması
olmalıdır. Saygılarımla konuşmamı tamamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Ünal. Gündemdışı konuşmaya Devlet Bakanımız Sayın Hasan Gemici yanıt
verecektir, buyurun Sayın Bakanım. (DSP sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sayın Milletvekilimiz Nesrin Ünal'ın Dünya Çocuk Hakları
Sözleşmesi dolayısıyla yapmış olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere
söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; artık, tüm dünyada, çocuklar,
sadece biyolojik anne-babalarının değil, tüm insanlığın ortak varlığı sayılmakta
ve sağlıklı ortamlarda iyi bir şekilde yetiştirilmiş dünya çocukları, gelecekte
de dünyadaki barışın, refahın ve mutluluğun güvencesi olarak görülmektedir. Bu
bilinçle, 1989 yılında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul
edilmiştir. Türkiye, bu sözleşmeyi, 1990 yılında imzalamıştır. 1994 yılında da,
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanarak içhukuk normu haline
dönüştürülmüştür. Çocuk Hakları Sözleşmesiyle ilgili çalışmalarda koordinasyon
görevi Devlet Bakanlığıma bağlı Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumuna
verilmiştir. Bir yıl önce, 20 Kasım 1999'da, Çocuk Hakları Sözleşmesinin tanıtılması
amacıyla bir kampanya başlatılmıştır ve bu kampanya çerçevesinde Türkiye'nin 81
ilinde, önce o ildeki kamu kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, meslek
odaları, ticaret ve sanayi odalarının temsilcilerinin katılımıyla bir
yetişkinler komisyonu kurulmuştur. Bunun yanında, o ildeki her kesimden
çocukların temsil edildiği ilk çocuk komisyonları kurulmuştur ve bu çocuk
komisyonları altı ay gibi uzun bir süre çalışarak, illerindeki çocuklarla
ilgili verileri toplamışlar, çocukların durumlarını saptamışlar ve illeriyle
ilgili çözüm önerileri geliştirmişlerdir. 23 Nisan bayramı öncesi, 20-21 Nisan
2000 tarihinde bu temsilciler Ankara'ya gelerek çocuk kongresine katılmışlar ve
bu çocuk kongresinde il raporları tartışılarak ulusal rapor haline getirilmiş
ve bir sonuç bildirgesi Cumhurbaşkanlığı makamına sunulmuştur. Daha sonra, 6-7 Ekim tarihleri arasında Bolu'da bir toplantı yapılmış ve
yine, 20 Kasımda Çocuk Hakları Sözleşmesinin imzası nedeniyle de, dün başlayan
bir ulusal forumda çocuklarımız, aile, sağlık, eğitim, medya, yargı gibi
konularda çocukların katılımı konusunu tartışarak bir sonuç bildirgesi haline
getirmişler ve bu sonuç bildirgesi, biraz önce, saat 14.00'te çocuklarla
birlikte, yine, Cumhurbaşkanlığı makamına sunulmuştur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gerek 20-21 Nisan tarihlerinde
gerekse de 20-21 Kasım, yani dün ve bugün, çocuklarımızın yaptığı bu
çalışmaların, tartışmaların bir kısmına bizzat katıldım. Gerçekten,
çocuklarımızın konulara, sorunlara içten yaklaşımları, son derece akılcı çözüm
önerileri beni heyecanlandırdı ve bir kere daha, Büyük Önder Atatürk'ün, 23
Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşu dolayısıyla 23 Nisanı çocuk
bayramı olarak ilan ve Türk çocuklarına armağan etmesinin ve yine, laik,
demokratik Türkiye Cumhuriyetimizi gençlere emanet etmesinin ne kadar doğru ve
ne kadar eşsiz bir öngörü sahibi olduğuna bir kere daha şahit oldum ve mutlu
oldum. Çocuklar, gerçekten, bütün konulara son derece içten ve önyargısız
olarak yaklaşıyorlardı ve şunu tespit ettim: Çocuklar, gerçekten, Türkiye'deki
yaşanan her türlü olayla çok yakından ilgililer ve son derece de bilgililer. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben, sizlere, burada, çocuklarla
ilgili kendi görüşlerimi aktarmak yerine, gerek 20-21 Nisan tarihlerindeki
çocuk kongresi sonuçlarını gerekse bugün Sayın Cumhurbaşkanımıza sunulan çocuk
bildirgesi sonuçlarını, çocukların kendi önerileri, kendi talepleri olarak
sunmuş oldukları bildiriyi sizlere anlatmak, onları, size, onlar adına aktarmak
istiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çocuklarımızın öncelikle tespit
ettikleri, Türkiye'de çocukların sağlıklı bir şekilde yetişmeleri, gelişmeleri,
korunmaları, katılımlarıyla ilgili yeterli bir veri tabanına sahip olmadığımız
konusu, öncelikli tespit olarak yer alıyor ve çocuklarımızın, yine, bütün
çalışma gruplarının ortak tespitleri olarak çocuklar, dernek de kurabilerek,
haklarını kendileri bizzat aramak istiyorlar. Bu, bütün grupların ortak
talebiydi. Ben de onu sizlere aktarmak istiyorum. Sizlere, izin verirseniz, medya, yargı, aile, sağlık ve eğitim
konularında çocuklarımızın saptamalarını özetle aktarmak istiyorum. Çocuklarımızın medyayla ilgili görüşlerini ve taleplerini öncelikle
sizlere aktarmak istiyorum. Çocuklarımız, Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun
yarısının 18 yaşın altı insanlardan, yani, çocuklardan oluştuğunu ifade
ediyorlar ve medyanın, bu nüfusa, bu Türkiye'nin yarısına yeterli ilgiyi göstermediklerinden,
bir anlamda, yakınıyorlar ve sadece görsel basında değil, yazılı basında da
çocuklarla ilgili yayınların yer almasını istiyorlar. Yine, medyayla ilgili
çocuklarımızın talepleri, çocukların duygusal ve fiziksel istismara
uğratılmamasını, rencide edilmemesini istiyorlar. Çocukların görsel ve yazılı
basında sömürülmesinin engellenmesini istiyorlar. Çocukların haber malzemesi
olarak kullanılmamasını ve kimliğinin deşifre edilmemesini istiyorlar.
Çocuklar, medyada çocuk kimlikleriyle temsil edilmek istiyorlar ve başta çizgi
filmler olmak üzere, çocuk programlarının şiddet içerikli olmasının
engellenmesi, kötü kahraman özdeşiminin tartışılmasını istiyorlar ve çocukların
reklam aracı olarak kullanılmasını istemiyorlar ve çizgi filmler dışında,
çocuklarla ilgili daha geniş ve daha çok program yapılmasını istiyorlar. Yine, çocuklarımızın yargı konusundaki görüşlerini sizlere aktarmak
istiyorum. Çocuklarımız, suça yönelen çocuklar, farklı yapılarda, kendi
istekleri ve görüşleri de gözönüne alınarak eğitilmeli ve topluma
kazandırılmalıdır diyorlar ve özellikle, kanunla ihtilafa düşen çocuklarla
ilgili çocuk mahkemelerinin sayısının çoğaltılmasını ve çocukların, genel
mahkemeler yerine çocuk mahkemelerinde yargılanmasını, eğer hüküm giyiyorlarsa,
çocukların yetişkinlerle aynı cezaevinde kalmak yerine çocuk ıslahevlerinde
kalması gerektiğini ifade ediyorlar. Yine, çocuğun taraf olduğu her uyuşmazlıkta arabuluculuk kurumuna yer
verilmesini ve çocuğun kendisini ifade etmesi için gerekli ortamların sağlanmasını
istiyorlar. Yargılama öncesinde, çocukların uzman kişiler tarafından psikolojik
olarak hazırlanmasını ve hukuksal olarak bilgilendirilmesini istiyorlar.
Çocuklar, aile içerisinde, aileyle ilgili mahkemelerde kendi görüşlerinin de
dinlenmesini ve dikkate alınmasını istiyorlar. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; size, çocukların eğitimle ilgili
görüşlerini sıralamak istiyorum. Müfredata ve eğitim programlarına öğrencilerin
katılımlarının artırılmasını ve güçlendirilmelerini istiyorlar. Öğrenciler arasında
yapılan ayırımcılığın önlenerek, tüm öğrencilere eşit katılım hakkı ve fırsat
eşitliği sağlanmasını ve kız çocuklarına, mutlaka, daha çok okullaşma olanağı
verilmesini istiyorlar. Özellikle okulöncesi eğitim olmak üzere, eğitimin her
kademesine tüm çocukların ve gençlerin katılım hakkının sağlanmasını
istiyorlar. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu, gerçekten çok önemli. Ülkemizde
0-6 yaş grubunda 6 milyon çocuğumuzun olduğunu biliyoruz ve bu 6 milyon
çocuğumuzdan ancak 252 000'i okulöncesi eğitimden yararlanabiliyor. Oysa,
hepimiz biliyoruz ki, bir insanın fiziksel, ruhsal, duygusal ve zihinsel
gelişimi, ilk 6 yaş içerisinde tamamlanıyor. Çocuklarımız, sekiz yıllık eğitim uygulamasının olumlu sonuçlarına
değiniyorlar; ancak, yeterli araç, gereç ve laboratuvarlarla donatılmış daha
çok okul istiyorlar ve bu okullarda iyi yetişmiş öğretmenler tarafından
eğitilmek istiyorlar. Özetle çocuklarımız, kendilerinin eğitimleriyle ilgili
önlerindeki bütün engellerin kaldırılmasını istiyorlar. Sizlere, çocuklarımızın sağlık konusundaki görüşlerine de aktarmak
istiyorum. Çocuklarımız, bütün çocukların sağlık hizmetlerinden eşit bir
şekilde yararlanmalarını istiyorlar. Anne ve bebek ölümlerinin azaltılmasını
istiyorlar. Biliyorsunuz, Türkiye'de, 1960'lı yıllarda 1 000 çocuktan 208
çocuğumuzu kaybederken, bu oran, bugün için, 1 000 çocuktan yüzde 38, yüzde 40
seviyesine düşmüştür. Tabiî ki, bu, çok büyük bir başarıdır; ama, bu oranın
daha da çok düşürülmesini, çocuk ve anne ölümlerinin engellenmesini istiyorlar.
Özetle, bebekler ölmesin, anneler ölmesin istiyorlar. Yine, çocuklarımız, Türkiye'deki özürlü çocuklar sorununa dikkat
çekiyorlar. Biliyorsunuz, ülkemizde 7,5 milyon özürlü insanımız var ve bu
özürlü insanlarımız -özellikle özürlü çocuklar- eğitim, sağlık ve
rehabilitasyon hizmetlerinden yeterli derecede yararlanamıyor. Bugün, Millî
Eğitim Bakanlığımızda özel eğitimimizden yararlanan çocuk sayısı 33 000
civarında ve bu çocuklarımız, rehabilitasyon hizmetlerinden neredeyse yok
denilecek kadar az yararlanıyorlar ve yine çocuklarımız, özellikle özürlülüğün
önlenmesiyle ilgili koruyucu, önleyici hizmetlere ağırlık ve-rilmesini
istiyorlar. Çocuklarımız çevre konusunda da son derece duyarlı; çünkü, bugün, biz
yetişkinlerin -büyüklerin- kirlettiği çevrede gelecekte onlar yaşayacak. O
bilinçle çevreye, çevrenin korunmasına son derece bilinçli bir şekilde sahip
çıkıyorlar. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aile konusunda çocuklarımızın
görüşlerini sizlere aktarmak istiyorum. Biliyorsunuz, demokrasi aileden başlıyor.
Geleceğin demokratik toplumunu yaratmak için mutlaka aile içi demokrasinin
gerçekleşmesi gerekiyor ve çocuklarımız, çocuğun ailede söz hakkına sahip
olabilmesi için, ailede birey olarak onun görüşlerine değer verilmesini
istiyorlar. Çocukların, ailesinin ihmal ve istismarı durumunda, çocukların
ailesini yargılama olanağı olmasını istiyorlar. Çocuğun ailede dinî inanç,
siyasî görüş gibi konularda fikir özgürlüğü olsun diyorlar. Çocuk, okul ve
meslek seçimini de, kendi ilgi alanı ve yeteneklerine göre aile baskısına maruz
kalmadan yapabilmelidir diyorlar. Yine, çocuklarımız, çocuklarımızın arkadaş
seçiminde, ailelerinin kendilerini özgür bırakmasını istiyorlar ve çocuğun
oynama eğlenme hakkını ve çocuğun sosyal, kültürel aktivitesinin
geliştirilmesini istiyorlar. Ailenin, çocuğun eğitiminde fiziksel ve duygusal
şiddete başvurmamasını istiyorlar. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bunlar çocuklarımızın görüşleriydi.
Ben, sizlere bu görüşleri aktarmak istedim; çünkü, dün Dünya Çocuklar Günüydü,
bugün devam ediyor. Böyle bir günde doğru olan, çocukların görüşlerinin sizlere
aktarılmasıydı; ancak, ben, ülkemizde, nüfusumuzun yüzde 40'ının 18 yaşın
altında olduğuna, çok genç bir nüfusa sahip olduğumuza bir kez daha dikkat
çekmek istiyorum. Gerçekten, bu, Türkiye'nin çok büyük bir avantajıdır, çok
büyük bir zenginliğidir, ancak, bu, ne zaman bir avantaj olacaktır, ne zaman
bir zenginlik olacaktır; eğer, biz, bu, sayıları nüfusunun yüzde 40'ı olan 18
yaşın altında 27 milyon çocuğumuzu iyi ortamlarda, iyi bir şekilde
yetiştirebilirsek, bu bizim avantajımız olacaktır. Aksi takdirde, iyi
yetişmemiş her çocuk, hem ailesine hem topluma hem ülkesine, giderek insanlığa
gelecekte yük olacaktır. Bu bilinçle çocuklara yaklaşmamız gerekiyor ve mutlaka
çocuklarla ilgili ulusal bir politika geliştirmemiz ve bütün politikalarımızda
çocuk faktörüne önem vermemiz gerekmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz önce de sizlere
çocuklarımızın görüşlerini sundum. Çocuklarımız, gerçekten, son derece özgür ve
rahat bir şekilde kendilerini ifade ediyorlar. Onları dinlemek, onları anlamak
zorundayız. Onların her dedikleri doğru olmayabilir, biz yetişkinlerin de zaman
zaman her dediğimiz doğru olmayabiliyor; ama, onların, o saf, o temiz
dünyasındaki görüşlerinden, duygularından, düşüncelerinden mutlaka
yararlanmamız gerektiğini düşünüyorum. Böyle bir günde bu konuyu gündeme getirdiği için Milletvekilimiz Sayın
Nesrin Ünal'a özellikle teşekkür etmek istiyorum. Sözlerimi, eğer izin verirseniz, bugün çocuk forumu dolayısıyla bir
konuşma yapan Bartın delegesi Didem Taşkın kızımızın bir çağrısıyla bitirmek
istiyorum. Bu sözler bana ait değildir, onun bizzat kendi yazdığı ve kendi
söylediği sözlerdir. Didem Taşkın kızımız, konuşması sonunda şöyle diyor:
"Sizden istediğimiz çok zor bir şey değil aslında. Ellerinizi
yüreklerinize götürüp içinizde yaşattığınız o çocuğun kalp atışlarını hissedin;
o coşkuyu, yaşama isteğini duyumsayın. Ne kadar haklı olduğumuzu o zaman
anlayacaksınız. Şimdi uzatın ellerinizi, her bir çocuğun yüreğine sıcacık bir
dokunuş bırakın. İnanın, buna çok ihtiyacımız var. İçinizdeki çocuğu ömür boyu
yaşatmanız dileğiyle." Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakan. B) ÇEŞİTLİ İŞLER 1. – Görüşmeleri izlemek üzere Genel
Kurulu ziyaret eden Alman Yeşiller Partisinden Claudia Roth Başkanlığındaki 5
kişilik parlamenter heyete Başkanlıkça “hoş geldiniz” denilmesi BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şu anda, Alman Yeşiller Partisinden 5
milletvekili Sayın Claudia Roth'un başkanlığında Genel Kurulumuzu
izlemektedirler. Genel Kurulumuz adına, kendilerine hoş geldiniz diyorum.
(Alkışlar) Gündemdışı üçüncü söz, Malatya kayısısının yararları ve üreticilerinin
sorunları hakkında söz isteyen, Malatya Milletvekili Sayın Yaşar Canbay'a
aittir. Buyurun Sayın Canbay. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam) 3. – Malatya Milletvekili Yaşar
Canbay’ın, Malatya kayısısının yararları ve üreticilerinin sorunlarına ilişkin
gündemdışı konuşması YAŞAR CANBAY (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, kayısı
üreticisinin sorunlarını dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum; sizleri
saygıyla selamlıyorum. Dünya kuru kayısı üretiminin yüzde 80'i Malatya'da yapılmaktadır.
Malatya kayısısı, dünyanın en kaliteli kayısısıdır. Kuru kayısı, ülkemizin en
önemli ihraç ürünlerindendir. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere,
dünyanın her tarafına kuru kayısı ihraç edilmektedir. Ülkemiz, kuru kayısı
ihracatından yılda 150 milyon dolar civarında gelir elde etmektedir. Dünyanın üretemediği stratejik ürün olan kuru kayısıda dünyada lideriz.
Yüksek besin değeri olan, insan sağlığı bakımından çok önemli bulunan kuru
kayısı, gelişmiş ülkelerde, günlük düzenli beslenmede özel bir yeri olan harika
bir üründür. Bu kadar kıymetli bir ürünü olan ülkeler, bunu en iyi şekilde
değerlendirirler. Malatya ekonomisinin temel taşı olan kayısı, 50 000 ailenin geçim
kaynağıdır; ancak, kayısı üreticisi, tarihinin en zor dönemini yaşamaktadır.
Kuru kayısı, bu yıl, değerinin çok çok altında, âdeta yok pahasına
satılmaktadır. Geçen yıl kilosu 1 250 000 liradan satılan kuru kayısı, bu yıl,
400 000 lira fiyattan satılmaktadır. Tarım İl Müdürlüğü verilerine göre 900 000
lira maliyeti olan kuru kayısı, bu yıl, maliyetinin yarısına satılmaktadır.
Kayısı üreticisi hiçbir zaman bu yıl kadar perişan olmamıştır; çünkü, geçmiş
yıllarda -Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Kayısıbirlik'e yaptığı finansman desteğiyle-
Kayısıbirlik, yaptığı alımlarla, kuru kayısı fiyatında istikrarı sağlamaktaydı.
2000 yılında ise, sadece 2,2 trilyon lirayla, rekoltenin ancak yüzde 3'ü
alınabilmiş. Halbuki, Kayısıbirlik'e, bugünkü kayısının yüzde 15'ini alabilecek
kadar bir finansman desteğinin sağlanması gerekmektedir. Ülkemizde, adına "istikrar programı" denilen bir program
uygulanmaktadır. Bu program sebebiyle, çiftçimize yapılan destekler
kısıtlanmış, hatta, tamamen kaldırılmıştır. Halbuki, özellikle, ihraç ürünü
olup, ülkemize önemli döviz sağlayan ürünler için bu destek artırılmalıdır. Hükümet, kuru kayısıya gereken önemi vermelidir. Dışticaret
Müsteşarlığımız bünyesinde, fındıkta olduğu gibi, kayısı için de kayısı tanıtım
grubu oluşturularak, kuru kayısının iç ve dış piyasalarda tanıtımı
yapılmalıdır. Malatya Sektörel Dış Ticaret Anonim Şirketinin kurulmuş olması,
bu yönde atılmış önemli bir adımdır. Kuru kayısı ihracatçıları desteklenerek, daha çok ülkeye kuru kayısı satılabilmesine yardımcı olunmalıdır.
İhracatçılarımızın projelerine Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı destek
olmalıdır. Millî Savunma Bakanlığına ve Millî Eğitim Bakanlığı aracılığıyla
okullara, uygun şartlarda kuru kayısı verilmelidir. Kuru kayısının tanıtımı
yoluyla tüketiminin artırılması için, Türk Hava Yollarına ve Dışişleri
Bakanlığı aracılığıyla yurtdışı temsilciliklerimize kuru kayısı verilmesi için
çalışmalar yapılmalıdır. Böylece, kuru kayısı ihracı sebebiyle ülkemizin elde
ettiği 150 milyon dolar 2-3 katına çıkarılabilir. Dünya piyasalarındaki kuru kayısı konumumuzu korumak ve başka ülkelere
kaptırmamak için, hükümetin üzerine düşeni yapmasını bekliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Canbay. Gündemdışı konuşmaya yanıt verecek sayın bakan?.. Yok. Gündemdışı konuşmalar tamamlanmıştır. Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır. 2 adet komisyonlardan istifa önergesi vardır; ayrı ayrı okutup
bilgilerinize sunacağım: C) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın
Çevre Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/239) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Çevre Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. 20.11.2000 Zeki Ünal Karaman BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Diğer önergeyi okutuyorum: 2. – Yozgat Milletvekili İlyas Arslan’ın
Millî Savunma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/240) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Çevre
Komisyonunda görevlendirilmiş olduğumdan Millî Savunma Komisyonu üyeliğinden
istifa ediyorum. 16.11.2000 İlyas Arslan Yozgat BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Bir genel görüşme önergesi vardır; okutuyorum: D) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak
ve 22 arkadaşının, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda genel görüşme
açılmasına ilişkin önergesi (8/15) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında son yıllarda özellikle
Lüksemburg, Kopenhag, Helsinki Zirvelerinde alınan kararlar ile son olarak 7
Kasım 2000 tarihinde açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) ile Katılım
İlerleme Raporu (KİR) çerçevesinde, AB Konseyinin 20 Kasım veya 5 Aralık 2000
tarihinde yapacağı toplantı öncesinde, TürkiyeAB ilişkilerinin ayrıntılarıyla
ele alınması konusunda TBMM'de bir genel görüşme yapılmasını, TC Anayasasının
98 inci ve İçtüzüğün 101 ve devamı maddeleri gereğince arz ve talep ederiz.
9.11.2000
Gerekçe: Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında, müracaat ettiğimiz 1959
yılından itibaren süregelen ilişki, önceleri ekonomik ilişki olarak
şekillenmiş, son dönemlerde ilişkinin
boyutu değişmiş ve gelişmiş, özellikle de bu ilişkiye siyasal boyut
ağırlığını koymuştur. Son yıllarda ise, Türkiye ile AB arasındaki gerek
ekonomik ilişkiler bakımından ve gerekse siyasal ilişkiler bakımından gündeme gelen
konular, ya gerektiği şekilde ve ölçüde Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
getirilmemiş ya da Türk kamuoyunun çekincelerini giderecek şekilde başkaca bir
şekilde dile getirilmemiştir. 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi
Başkanlık Sonuçları Belgesi ile ilk kez Türkiye - AB ilişkilerinin bir nevi
önşartı olarak getirilen Kıbrıs sorunuyla ilgili hükümlere ilaveten, son olarak
8 Kasım 2000 tarihinde açıklanan katılım ortaklığı belgesi (KOB) ile Kıbrıs
sorunu kısa vadeli hedefler arasına sokulmuştur. Türk dışpolitikasının uzun yıllardır Kıbrıs sorunu konusunda ortaya
koyduğu temel politikalardan özellikle son yıllarda uzaklaşıldığı, bu konuda
ciddî anlamda kırılmalar olduğu ve sorunun "Türkler ve Rumlar arasında iki
taraflı bir sorun olduğu ve bu sorunun taraflar arasında karşılıklı görüşmeler
ve uzlaşmayla mümkün olabileceği" şeklindeki Türk tezi bir kenara itilmiş,
bunun yerine "Kıbrıs sorununun uluslararası bir sorun olduğu ve bu sorunun
ancak uluslararası platformlarda çözülebileceğine" dair Kıbrıs Rum Kesimi
ile Yunanistan'ın tezinin kabul edilİR hale geldiği, Helsinki Sonuç Belgesi İle
2004 yılı sonuna kadar Kıbrıs sorununa taraflar arasında bir çözüm bulunamaması
halinde, sorunun, Lahey Uluslararası Adalet Divanında gündeme getirilmesi kararlaştırılmıştır.
Görüşmeler esnasında daha ayrıntılı olarak ifade edilecek olmakla
birlikte, kısaca ifade ettiğimiz gibi, Türkiye - AB ilişkilerinde Kıbrıs sorunu
başta olmak üzere siyasal sorunlar ve ekonomik sorunlarla birlikte, ilişkilerin
gerçek boyutunun neler olduğunu Türk Milletinin bilgilerine sunmak ve Türk
dışpolitikasında meydana gelen kırılmaları ve çözüm yollarını ortaya koymak
amacıyla genel görüşme açılmasında zaruret vardır. BAŞKAN - Önerge bilgilerinize sunulmuş olup, gündemdeki yerini alacak ve
genel görüşme açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme sırası geldiğinde
yapılacaktır. 2 adet Meclis araştırması önergesi vardır; ayrı ayrı okutup,
bilgilerinize sunacağım: 2. – Fazilet Partisi Grubu adına, Grup
Başkanvekilleri Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Manisa Milletvekili
Bülent Arınç ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu’nun, sözde Ermeni soykırımı
iddiaları konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/159) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sözde Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin olarak dünya kamuoyunda
oluşturulmaya çalışılan yanlış ve tek taraflı kanaatlerin bertaraf edilmesi ve
bu konuda alınması gereken tedbirlerin tespiti amacıyla, Anayasanın 98 inci,
TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını saygı ile arz ve teklif ederiz.
Gerekçe: Son günlerde Türkiye aleyhinde dünya kamuoyunu yanıltacak, ülkemizin
dünya kamuoyu nezdindeki itibarını zedeleyecek ve dost olarak gördüğümüz
ülkelerle münasebetlerimizi zedeleyecek birtakım çalışmaların yapıldığına şahit
olmaktayız. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisince ele
alınıp son anda geri çekilen sözde Ermeni soykırım tasarısına benzer çalışmalar
Avrupa'da da yürütülmektedir. Fransa Senatosu kısa bir zaman önce sözde Ermeni
soykırımı iddialarının doğru olduğunu benimseyen bir karar almıştır. Avrupa
Birliği Parlamentosunda, Türkiye raporu görüşülürken, bu mahiyette bir
paragrafın rapora dahil edilmesi, durumun vahametini açık bir şekilde gözler
önüne sermektedir. Benzer çalışmaların diğer bazı Avrupa ülkelerinde de
yapıldığı bilinmektedir. Biz, tarihî hadiselerin siyasetçiler tarafından değil tarihçiler
tarafından değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz; ancak, Avrupa ve
Amerika'da mevcut bulunan Ermeni lobisi yıllardır bu konu üzerinde çalışmış,
tarihî gerçekleri saptırarak tek taraflı veya sahte belgelerle dünya kamuoyunu
ve siyasîleri yanıltmayı başarmıştır. Özellikle Amerika'da Ermeni nüfusu, hem
Türk asıllı Amerikalılardan daha fazla hem de ekonomik olarak daha güçlüdür.
Benzer durum Avrupa için de geçerlidir. Bu sebeple yapılan çalışmaları maddî
olarak destekleme ve politik olarak et- kileme imkânına sahiptir. Bu yetmiyormuş gibi, bu çalışmalar 1970'lerde Ermeni terör örgütü Asala
tarafından Türk diplomatların katline kadar götürülmüş ve 43 diplomatımız bu
hain saldırılar neticesinde katledilmiştir. Maalesef, hadiselerin bu şekilde
tırmanması, Türk hükümetlerince konunun ciddiyetinin yeterince anlaşılmasını
sağlamamıştır. Kanaatimizce bu konu sadece siyasî ve diplomatik girişimlerle
geçiştirilecek boyutun çok ötesine taşınmış bulunmaktadır. Dünya kamuoyunda oluşturulan bu yanlış ve tek taraflı kanaatlerin
bertaraf edilmesi için ilmî çalışmaların yapılmasında zaruret vardır. BAŞKAN - Meclis araştırması önergesi bilgilerinize sunulmuş olup
gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki
öngörüşme sırası geldiğinde yapılacaktır. Diğer Meclis araştırması önergesini okutuyorum: 3. – Samsun Milletvekili Kemal Kabataş ve
20 arkadaşının, kamuda çalışan memur ve işçilerle emeklilerin özlük hakları
konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/160) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Kamu kesiminde çalışan memur ve işçilerle emeklilerin maaş, ücret ve
diğer haklarına ilişkin sorunlar konusunda Anayasanın 98, TBMM İçtüzüğünün 104
ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif
ederiz. Saygılarımızla.
Gerekçe: 1- Halen kamuda toplam 2 milyon memur, 600 000 işçi görev yapmaktadır.
Emekli Sandığından 1 200 000 memur, 900 000 yaşlı ve muhtaç, SSK'dan 3 milyon
emekli, Bağ-Kurdan da 1 milyon emekli maaş almaktadır. 2- Devlet Memurları Kanunu ve ilgili mevzuat, Emekli Sandığı mevzuatı,
sosyal güvenlik mevzuatı ile çalışanlar ve kamu emeklilerine yapılan ödemeler
düzenlenmektedir. Bu düzenlemeler çerçevesinde yaklaşık 8,5 milyon çalışan ve
emekli kamu kaynaklarından doğrudan veya dolaylı olarak maaş ve ücret
almaktadır. Devletin uygulamaları ve bu uygulamalardaki haksızlık ve tutarsızlıklar
8,5 milyon çalışanı ve emekliyi ve aileleriyle birlikte yaklaşık 25-30 milyon
vatandaşımızın geçim standardını ve yaşam koşullarını yakından
ilgilendirmektedir. 3- Çalışanların maaşlarının tespitine ilişkin esasları düzenleyen Devlet
Memurları Kanunu ve bu kanunda değişiklik yapan çok sayıda kanun hükmünde
kararname dışında son yıllarda yapılan yeni düzenlemelerle özellikle yeni
kurulan kuruluşlarda maaş ve ücret tespiti konusunda farklı esaslar ve kuruluş
yönetimlerine de geniş yetkiler verilmiştir. Sistemdeki bu dağınıklık kamu
kurumu niteliği taşıyan kuruluşlarda çalışan personelin maaşları arasında çok
büyük ve kabul edilemez farkların yaratılmasına, kamu ücret dengelerinin altüst
olmasına neden olmuştur. Devlette geçerli maaş esasları dışında son yıllarda
oluşturulan onbeş ayrı kuruma birbiri ile uyumlu ve tutarlı olmayan ölçülerde
maaş tespiti yetkisi verilmiştir. Verilen bu yetkilerin tamamı TBMM'nin kabulüne,
yasal açıdan onayına dayandırılmıştır. 4- Bazı kamu kurumlarında ödenmekte olan ücretler toplumdan gelebilecek
tepkiler nedeniyle açıklanamamakta, bu konularda, düzenleme yapma yetkisi olan
Maliye Bakanlığına da bilgi verilmemektedir.
Halen kamuda görev yapan üniversite mezunu memur 148 milyon maaş
almakta, bir başka kamu kuruluşundaki yöneticinin maaşı 3,5 milyar TL düzeyine
çekilmektedir. Keza, Devlet Memurları Kanunundaki esaslara göre maaş alanlarda
üst sınırdan maaş alanların maaşları 1,1 TL'yi aşmaktadır. Bir hesaplamaya göre en düşük maaş alanla en
yüksek maaş alan arasındaki fark 7,5 kat, bir başka emsale göre de 24 kat veya
daha fazla olabilmektedir. Kamuda görev yapmanın güven, gurur ve onurunu taşımakta olan görevliler
arasında bu düzeyde maaş farkı yaratılmasını hiçbir gerekçeyle savunmak mümkün
değildir. 5- Kamu kesiminde işçi statüsünde görev yapan personelin ücretleri ile
devlet memuru statüsünde uzman ve yönetici olarak çalışan personelin ücretleri
arasında büyük ve kabul edilemez ücret
farklılıkları yaratılmıştır. Kurumlarda sendikalı işçi olarak çalışanlarda
ücretler 1,1 milyar TL. düzeyine yükseltilmiştir. Aynı kurumlarda bölge müdürleri 500 milyon, mühendisler ise 330
milyon TL düzeyinde maaş almaktadır.
Her türlü yönetim ilkesine aykırı olan bu uygulama, işyerlerinde çalışma
huzurunu ve işte verimi olumsuz etkilemektedir. 6- Sosyal güvenlik kuruluşlarından emekli aylığı almakta olanlar
arasındaki maaş farkları da ciddî tartışmalar yaratacak boyuttadır. Bağ-Kur ve SSK'da 85-120 milyon arasında
yoğunlaşan maaşlar, Emekli Sandığında 150-200 milyon düzeyinde kalmakta; ancak,
Sandıktan maaş alan yönetici sınıfta maaşlar 1 milyar TL'nin üstüne
çıkmaktadır. En düşük emekli aylığı alanla en üst derecede aylık alanlar
arasındaki farkın 7,5-8 kat seviyesine
yükseltilmesini de doğrusu haklı ve makul bir yaklaşım olarak değerlendirmek
mümkün değildir. 7- Kamudaki maaş ve ücret ödeme sistemindeki ve ödenen maaş tutarları
arasındaki derin farklılıkları, irrasyonel ve toplum vicdanını rahatsız eden
uygulamaları tüm açıklığıyla ortaya koymak, kurum olarak TBMM'nin görevidir,
sorumluluğudur. Kabul edilemez bu uygulama ve farklılıklar, TBMM'nin kanunlarla
veya yetki kanunlarıyla verdiği yetkiler çerçevesinde oluşturulmuştur. Bugünkü
yapısı itibariyle uygulamada ortaya çıkmış fahiş farklılıkları TBMM dışında
hiçbir kurum ortaya koyamamakta, ilgili kurumlardan da bu konularda sağlıklı
bilgi dahi alınamamaktadır. 8- Yukarıda sunulan açıklamalar çerçevesinde; Tüm kamu kurumlarında halen uygulanmakta olan maaş, ücret, ikramiye,
sair adlarla yapılmakta olan ödemelerin açık ve net tutarlarının ortaya
konulması, Yaratılmış olan aşırı ve kabul edilemez farklılıkların makul düzeylere
çekilmesi konusunda alınacak tedbirlerin ve getirilecek düzenlemelerin
belirlenmesi, Sosyal güvenlik kuruluşlarından emekli aylığı almakta olanların maaşları
arasındaki 8 kata varan farklılıkların ortaya konulması ve kabul edilemez bu
farklılıkların giderilmesine yönelik tedbirlerin tespiti, Özellikle yatırımcı kamu kuruluşlarında, toplu iş sözleşmesi kapsamında
çalışanlar ile devlet memuru statüsünde çalışanlar arasındaki farkların ortaya
konulması, bu durumun çalışma ilişkileri, verim ve çalışanların moral ve
motivasyonları üzerindeki etkilerinin saptanması, Konularında gerekli çalışmalar yapılabilmesi için Anayasanın 98, TBMM
İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. BAŞKAN - Meclis araştırması önergesi bilgilerinize sunulmuş olup,
gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. Danışma Kurulunun önerileri vardır; önce tümünü okutacağım, sonra ayrı
ayrı okutup, oylarınıza sunacağım: IV. – ÖNERİLER A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ 1. – Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma
Kurulu önerileri Danışma
Kurulu Önerisi No: 54 Tarih: 20.11.2000 Danışma Kurulunca aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması
uygun görülmüştür.
Öneriler: 1- Genel Kurulun 21.11.2000 Salı günkü birleşiminde sunuşlardan sonra
gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler" kısmının 1 inci sırasında yer alan (10/9) esas numaralı,
kömür üreticilerinin içinde bulunduğu durum konusundaki Meclis araştırması
önergesinin görüşülmesi ve görüşmelerinin bitiminden sonra, cezaevlerinin
içinde bulunduğu durum konusundaki genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin
yapılması ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması
önerilmiştir. 2.- Genel Kurulun 22.11.2000 Çarşamba ve 23.11.2000 Perşembe günleri
14.00-19.00; 20.00-24.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesi, 21.11.2000
Salı ve 22.11.2000 Çarşamba günlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, tasarı ve
tekliflerin görüşmelerinde soru-cevap işleminin 10 dakika ile sınırlandırılması
önerilmiştir. 3.- Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler" kısmının 138 inci sırasında yer alan (8/13) esas numaralı
dış politika konusundaki genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin 5 Aralık
2000 Salı günkü birleşimde, gündemin 48 inci sırasında bulunan (8/4), 52 nci
sırasında bulunan (8/5), 120 nci sırasında bulunan (8/9), 130 uncu sırasında
bulunan (8/10), 131 inci sırasında bulunan (8/11) ve 20.11.2000 tarihli gelen
kâğıtlarda yayımlanan (8/15) esas numaralı genel görüşme önergeleri ile
birlikte yapılması önerilmiştir. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, söz istiyorum. BAŞKAN - Sayın Genç, vereceğiz. Önce grupların söz talebi?.. Yok. Şahsı adına, Sayın Kamer Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) - Gruplar adına olmaz Sayın Başkan, şahıs adına
olur. BAŞKAN - Pardon. Şahsınız adına buyurun Sayın Genç. Süreniz 10 dakikadır. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danışma
Kurulunun önerileri üzerinde aleyhte söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar
sunuyorum. Değerli milletvekilleri, Danışma Kurulu, Meclisin en verimli şekilde
çalışmasını sağlayacak bir kuruldur. Bu
kurul, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek konuları saptarken, o
günlerde, ülkede çok önemli olan meselelerin birinci sıraya alınması lazım. Şimdi, günümüzdeki önemli olan mesele nedir; birincisi, Avrupa'nın
özellikle Ermeni soykırımı tasarısıyla ilgili olarak Türkiye aleyhine aldığı
kararlardır. Bu kararlar kimler tarafından alınıyor;Avrupa Parlamentosu
tarafından alınıyor, İtalya Parlamentosu tarafından alınıyor ve Fransa
Parlamentosu tarafından alınıyor. O halde, bizim, Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak, evvela ne yapmamız lazım; bunlara bir cevap vermemiz lazım. Bunların,
hakikaten... Çünkü, biz hep sessiz kalırsak, bunlar peyderpey dağılacak.
Ayrıca, bunların bizimle ilgili aldıkları kararlar varsa, bizim de onlarla
ilgili alacağımız kararlar vardır. Yani, İstiklal Savaşı sırasında,
Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların, İngilizlerin Türkiye'de ne işi
vardı?! (Alkışlar) Onlar, bizim gelip de insanlarımızı kırmadılar mı?!
Rusların, Anadolu topraklarında ne işi vardı?! Bunlara, öncelikle bu konulara,
bizim, burada, anında cevap vermemiz lazım. Şimdi, Avrupa Katılım Ortaklığı Belgesi... Avrupa Birliğine gireceğiz,
bir belge yayımlandı; hükümet yok, Dışişleri Bakanı yok. Sayın Kâmran İnan
çıktı burada bir konuşma yaptı. Şimdi, Sayın Kâmran İnan, Dışişleri Komisyonu
Başkanıdır; ama, Sayın Kâmran İnan'ın bize verdiği bilgilerin gerçek olup
olmadığı konusunda, bizim, evvela, bir tereddütümüzün olmaması lazım. Sayın
Kâmran İnan bir milletvekilidir, Dışişleri Komisyonu Başkanıdır; ama, bize bu
konuda en sağlıklı bilgiyi verecek, Dışişleri Bakanıdır. Yani, şimdi, biz
burada konuşuyoruz; efendim, Avrupa Katılım Ortaklığı Belgesinde şunlar şunlar
şunlar var diyoruz; ama, işin özünü bilmiyoruz. Hakikaten, orada söylenenler
doğru mudur yanlış mıdır; bunları, gelip burada, Dışişleri Bakanının söylemesi
lazım. Türkiye'de, maalesef, Dışişleri, şu anda, bu Bakan zamanında çok zayıf
yönetiliyor; Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap verilmeyecek bir tavır içinde. Bakın, Yunanistan suçüstü yakalandı, dünyada terörist devlet ilan
edilecekti. Bizim Dışişleri Bakanımız gitti, Papandreu'nun koltuğuna girdi
"ya, biz dost olduk" dedi. Peki, dost olduksa, hani Yunanistan bize
nerede yardım etti?; hani, nerede bize dostluk gösterdi?! (DYP ve FP
sıralarından alkışlar) Her yerde bize düşman davranıyor. O zaman, yani, hep
onların oyununa geliyoruz. Hangi kişiler kanalıyla; Türkiye'de zayıf
politikacılar, zayıf yöneticiler kanalıyla geliyoruz. Onun için, Parlamentonun bunları öncelikle ele alması lazım ve bu
meselelere el atması lazım. Yani, bir kömür araştırması hiç önemli değil.
Zaten, herhalde, burada çıkacak herkes bir laf söyleyecek, iktidardaki gruplar
diyecekler ki; yahu, araştırmaya ne gerek var, herkes çıktı, burada bir şeyler
söyledi. Şimdi, devletin kaderiyle ilgili çok yakın meseleler var. Bu yakın
meseleleri, anında, gecikmeden, en etkili şekilde çözmemiz lazım. Bugün Türkiye'nin en önemli sorunlarının başında ekonomi geliyor.
Bankaların için boşaltılmış, çalınmış; hesaba gelinen kişilerle ilgili
mahkemelere başvuruluyor, soruşturma yapılıyor; ama, manşetleri satın alınan,
iktidarı manşetleriyle destekleyen patronlar, maalesef, suçsuz diye bekliyor
orada. Yani, bir banka patronunun çıkıp da "yahu, işte ben size teminat
veriyorum, borcumu ödeyeceğim" demesi kâfi midir?! Yani, bunun, devletin
kaynaklarını kendi özel şirketlerine, kendi yandaşlarına aktarmasının üzerinde
durmazsanız; onun kendisinin, aile şirketlerinin, akrabalarının aldığı paralara
el koymazsanız ve memurlarımız, işçilerimiz sokakta aç sefil gezerken, insanlar
işsizlikten, açlıktan kıvranırken... Her gün büromuza geliyorlar, sizlere de geliyorlar, üniversitede okuyan
pırıl pırıl gençlerimiz, 15 milyon lira, 20 milyon lira burs bulmak için,
yardım yapılması için. Yani, o genç, pırıl pırıl insanlar, bize geliyor ve bir
nevi onurları da zedeleniyor; devletin, bu paraları alıp, bunlara yardım etmesi
lazım; bunların üzerinde durmuyoruz. Yine, benim, geçmişte, tatilden önce, burada 2 tane soruşturma
önergesinin oylamasında hata yapıldığı konusunda Meclis Başkanlığına yaptığım
bir müracaat vardı. Neydi bu; Mesut Yılmaz ile Yalım Erez'in Yüce Divana sevkı
konusundaki oylama birlikte yapıldı; yine, Mesut Yılmaz ile Menzir'in Yüce
Divana sevkı konusundaki soruşturma önergelerinin oylaması birlikte yapıldı.
Halbuki, Anayasanın 100 üncü maddesinde, aynen, soruşturma raporlarında
ilgilinin denilir; 100 üncü maddenin üçüncü fıkrasında, ilgilinin Yüce Divanı
gidip gitmemesine karar verilebilir denilir. Düşünebiliyor musunuz, rapor
oylanır mı arkadaşlar?! O zaman, bir raporda 15 bakanın Yüce Divana sevkı
konusunda, 15'ine birden mi karar vermek lazım!.. Burada yapılacak usul şuydu:
Herkesin ayrı ayrı oylanması lazımdı; ama, rapor oylandı. Nitekim, İçtüzükte
de, rapor oylanır denilmiyor, rapora göre karar verilir deniliyor. Şimdi, burada, bu oylamada bir hata yapıldığına dair Meclis Başkanlığına
bir müracaatta bulundum. Meclis İçtüzüğümüze göre, oylamalarda, Genel Kurulda
hata yapılır ve farkına varılırsa, Başkan, usul tartışmasını açar ve o zaman,
Genel Kurul karar verir; ama, oylamadan sonra anlaşılırsa, bunun, Meclis
Başkanlık Divanına gitmesi lazım ve bir karar verilmesi lazım. Sayın Meclis
Başkanımızdan da özellikle rica ediyorum, bu konuda bir karar versin. Bu
oylamalar yanlış yapılmıştır bu 2 soruşturma önergesinin; Yüce Divana sevk
konusunda yapılan oylamalarda her bir kişi, yani, sorumlu Başbakan ile bakanın
ayrı ayrı oylanması gerekirken, birlikte oylanmıştır. Ya İçtüzüğü uygulasınlar
ya da uygulamasınlar... Sayın Başkanımız hukuka uyacağını, Anayasaya uyacağını
defalarca söyledi; bu konuda da bizim bu müracaatımıza cevap vermek zorundadır.
Yani, burada, çıkıp da, bir Meclis başkanvekili veyahut da bir Meclis
Başkanının "oylamada hata yoktur" demeye hakkı yok; çünkü,
İçtüzüğümüzün 13 üncü maddesinde, oylamada hata yapıldığı iddia edilirse, bu
konuda Başkanlık Divanınca karara varılır deniliyor ve Başkanlık Divanı
kararının da gelip burada okunması lazım. Oylanır mı oylanmaz mı, o ayrı bir
konu. İcabında, Anayasa Mahkemesine de gidilebilir; yani, hakikaten, biliyorsunuz,
cezanın şahsiliği prensibi esastır. Yani, 10 kişi suç işlediği ve mahkemeler de
bununla ilgili karar verdiği zaman, herkes hakkında ayrı ayrı, bu suçu işlemiş
midir işlememiş midir diye karara varır. Ama, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak, tuttuk, Yalım Erez ile Mesut Yılmaz'ı, Mesut Yılmaz ile o zamanki
Ulaştırma Bakanı Menzir'i birlikte karara bağladık. Böyle bir usul yok. Daha
önceden de uygulamalar var. Bu itibarla, bunların da gelip, burada oylanması
lazım. Ama, burada yapılan hataları, maalesef... Meclis Başkanlığının, evvela,
hatasız çalışması lazım, Anayasa ve İçtüzüğe riayet etmesi lazım. Eğer bunları
yapmazsa, o zaman, parlamenter olarak bizim, Meclis Başkanlık Divanına ve
Başkanına güvenimiz kalmaz. Lütfen, bu konuları getirsinler ve bir an önce
karara bağlasınlar. Onun için, değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye'nin acil gündemleri
vardır. Bu acil gündemlerinde yer alan, özellikle ekonominin çöken halini,
özellikle, dış politikada kaybettiğimiz değerlerin tekrar kazanılması için,
bunları buraya en seri bir şekilde getirip, çözmemiz gerekiyor. Yoksa, dostlar
alışverişte görsün; Meclisi saat 15.00'te toplayıp, saat 24.00'e kadar veyahut
daha da geç saatlere kadar, hatta o geç saatlerde de bazı arkadaşlarımız buraya
çıkıp konuşur, ondan sonra da bazı arkadaşlarımızın canı sıkılır; böyle
Parlamento çalışması olmaz. İşte, vergi yasalarını getirirken gördük. Ne
yapılıyor; vatandaştan vergi alınıyor. Niye alıyor vergiyi?.. Sen git, Maliye
Bakanının tuvaletlerine 400 milyar lira harca. Eski tuvaleti kullansa ne olacak,
kullanmasa ne olacak? Yanında lüks bina yapmışsın, 12 trilyon lira. Yani, bir
tek Maliye Bakanlığında değil ki, her yerde safahat var, her yerde lüks var.
Bir bakıyorsunuz, vali konakları süper lüks eşyalarla donatılıyor. Hatta bazı
yerlerde fakir fukaraya gönderilen paralar, maalesef, oradaki mülkî
idarecilerin makam odalarının lüks döşenmesine harcanıyor. Böyle bir devlet
yönetimi olur mu; tabiî olur; nasıl olur; işte, biz Parlamento olarak işe el
koymazsak, eğer, bu hırsızların, hortumlayıcıların yakasına yapışmazsak, bunlar
da öyle yapar; çünkü, artık, devleti bürokrasi yönetiyor. Nereye gitsek vatandaş "Parlamento" diyor. Ben de diyorum ki,
kardeşim, Parlamentoda bir şey yok; biz hangi kanunu eksik çıkarmışız
söyleyin... Bütün kanunları çıkarmışız; ama, bunu uygulayacak olan hâkimdir,
savcıdır, bürokrattır. Bunlar görevlerini yapmıyorsa, ben parlamenter olarak
gidip de vatandaşın yakasına yapışıp, hapse mi atacağım; yok öyle bir şey. Onun
için, herkesin görevini yapması lazım. Parlamentonun da burada kusursuz olarak
çalışması lazım. Hepinize saygılar sunuyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Genç, toparlayın lütfen. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bitirdi zaten Sayın Başkan... KAMER GENÇ (Devamla) - İki cümle daha söyleyeyim, ne olacak yani... Aslında söylenecek çok şey var da... Sayın Başkan da iktidar Partisinin
Başkanvekili olduğu için kendisini huzursuz etmek de istemiyorum. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Hepimizin Başkanvekili o... KAMER GENÇ (Devamla) - Tabiî, Başkanvekilinin Meclisin Başkanvekili
olması lazım; ama, neyse, zamanımı harcamayayım. BAŞKAN - Harca, harca, iyi oluyor!.. KAMER GENÇ (Devamla) - Sayın Cumhurbaşkanımız -kendisine teşekkür
ediyorum- hakikaten her davranışıyla uluslararası düzeyde Türkiye'ye saygınlık
getiren bir kişi; ama, kendisinden bir şey bekliyoruz; kendisine bağlı Devlet
Denetleme Kurulu ne yapıyor? Bunlar devletten kaç lira maaş alıyor? Sayın
Süleyman Demirel zamanında hangi devlet kuruluşunu incelediler; incelemediler.
Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanından rica ediyorum; Devlet Denetleme Kurulunu köküyle
değiştirsin ve buna görev yaptırsın. Kimler türedi zenginlerse bunları ortaya
koysun. Kendilerinde yetki var; herkes yetkisini kullanmak zorundadır. Bizim,
artık, laflara karnımız tok; kimse boş konuşmasın, görevini yapsın. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Önerinin aleyhinde mi oy kullanacaksınız Sayın Genç? Beyanınız
olmadı. KAMER GENÇ (Tunceli) - Aleyhte dedim. BAŞKAN - Aleyhinde... Çok güzel... Cumhurbaşkanının da aleyhinde konuştunuz bu vesileyle. KAMER GENÇ (Tunceli) - Hayır, Cumhurbaşkanının aleyhinde konuşmadım;
kendisine saygı sundum. Cumhurbaşkanını çok takdir ediyorum ve saygı duyuyorum.
BAŞKAN - Sayın Mehmet Sağlam. Lehinde mi aleyhinde mi efendim? MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Aleyhte. BAŞKAN - Aleyhte olmak üzere, Sayın Sağlam; buyurun. MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Danışma Kurulu kararının aleyhinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlarım. Danışma Kurulu kararlarını dikkatle dinledim. Gerçekten, Türkiye'nin çok
güncel konuları var. Bunların başında, dış ilişkilerle ilgili gelişmeler
geliyor. Bununla ilgili genel görüşmeyi 5 Aralığa koyduklarını görüyorum; yani,
aşağı yukarı bundan 15 gün sonra. Halbuki, dış politikadaki gelişmeler
fevkalade hızlı ilerliyor. Biliyorsunuz ki, her şeyden evvel, Balkanlar'da Türkiye'nin ilişkileri
var, Kafkasya'da var, Ortaasya'da var, Ortadoğu'da var. Balkanlar'da, en
azından, son zamanlarda Kosova'da bir seçim yapıldı, oradaki Türklerin, 1974
Yugoslavya Federasyonu dönemindeki, kendi dillerinde, resmî dil olarak
Türkçenin kabulü ve oy vermeleri kabul edilmedi; oy kullanamadılar.
Kafkasya'da, Çeçenistan'ın durumu malumunuz; 1994-1995'te, Ruslarla, bağımsız
devlet gibi anlaşma imza eden Çeçenler, bugün Putin'in atadığı bir adamın
yönetimine bırakıldılar ve belki dünyada görülmemiş bir soykırıma varan
cinayetler işlendi, ağır silahlar kullanıldı ve dünya seyretti. Orta Asya'da, ilişkilerimiz bakımından romantik dönemden sonra çok
önemli kültürel gelişmeler olmuştu, 20 000'e yakın öğrenci getirilmişti.
Bunlar, Türk dünyasının çimentosunu oluşturacaklardı; ama, maalesef, son
zamanlarda burada büyük sorunlar var; gelen öğrencilerin durumlarıyla ilgili
sorunlar var, bizim oraya burslu gönderip de muadeletini alamayan çocuklarla
ilgili sorunlar var ve bu 20 000 kişiye yakın insana, Türkiye, tek başına belki
dünyada görülmemiş ölçekte hem burs yardımı yaptı hem de harç yardımı yaptı,
trilyonlar harcadı ve Türk dünyasını, bunlar bir arada tutacak ümidiyle yaptı;
ama, giderek bu, Türk dünyasında sorun olacak boyutlara gelmiştir, hiç kimse,
bugün bununla ilgilenememektedir. Şimdi, Avrupa Birliği konusuna değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, Avrupa
Birliğiyle maceramız 1959'da başlıyor, rahmetli Menderes başvuruyor, 63 Ankara
Anlaşması imzalanıyor. Sonra, 1987'de rahmetli Özal tam üyelik için başvuruyor.
Nihayet, 1995 yılında, Sayın Çiller hükümeti, Gümrük Birliği Anlaşmasını imza
ediyor ve en son olarak, Helsinki'de, 1999 Aralık ayı içerisinde, tam üyelik
adaylığımız için bir çağrı yapılıyor. Bir yıla yakın bir zaman geçmesine ve
Kopenhag Kriterleri doğrultusunda Helsinki'de ileri sürülenlere, hükümetimizin,
süratle birtakım uyum yasaları çıkararak, birtakım adımlar atılmasını
beklerken, 12 ekimde Katılım Ortaklığı Belgesi geliyor. Helsinki'de, Kıbrıs ve
Ege sorununun, tamamen -o zamanki dönem başkanı, Finlandiya Başbakanı
Lipponen'in, Sayın Başbakanımıza yazdığı mektupla- bu metnin dışında tutulduğu
millete ilan edilmişken, bir bakıyoruz ki, metnin, tekrar hem de bir yıllık
kısa vadeli bölümüne Kıbrıs konusu konuluyor. Şimdi, Türkiye, daha bunun şokunu atlatmadan bir haber alıyoruz ki,
Bakanlar Konseyine, belki Ege sorunu da getirilecek. Nihayet, dünkü toplantı
erteleniyor. Değerli arkadaşlarım, bu gelişmeler olurken, Dışişleri Bakanı, Yüce
Meclise gelip, bir genel görüşme veya genel bilgi verme babında, son günlerde
bir açıklamada bulunmadı. Şimdi, biz, bir genel görüşme yapılsın, Meclis bu
gelişmelerden haberdar edilsin derken, bir bakıyoruz ki, genel görüşme teklifi
de onbeş gün sonraya bırakılıyor hem de Avrupa Birliği Parlamenterler
Asamblesinin veya Batı Avrupa Birliğinin genel görüşmesinin yapılacağı bir
zamana bırakılıyor; yani, dışilişkilerle ilgili birçok arkadaşın burada
olmadığı bir döneme bırakılıyor. Bu, fevkalade hatalıdır; bu tarihin mutlaka
değiştirilmesi lazım. Diğer taraftan görüyoruz ki, Amerika Birleşik Devletlerinin Temsilciler
Meclisinde en azından oylanmamak suretiyle geri alınan Ermeni tasarısı, bu
defa, maalesef, önce Avrupa Parlamentosunda, arkasından Fransız Senatosunda,
daha sonra İtalyan Parlamentosunda kabul ediliyor. Avrupa'nın parlamenterleri
oturuyor, tarih yazmaya kalkıyor. Tarihi tarihçilere bırakmak gerektiğini,
Türkiye Cumhuriyetinin bu konuyla ilgili bütün arşivlerinin açık olduğunu ve
dünyada böyle bir soykırımı iddia eden bilim adamlarının, gerçek bilim
adamlarının hiç bulunmadığını dikkate almıyorlar. Parlamentolar tarih yazmaz!
Bunu, bütün dünyaya haykırmamız lazım; bunu, Avrupa'ya duyurmamız lazım; hem de
tam katılım ortaklığından sonra gelecek olan belgenin hazırlanması aşamasında; yani,
Türkiye'nin, Avrupa Birliğine doğru bir adım atma aşamasında, hemen Ermeni
meselesi gündeme getiriliyor. Denebilir ki, efendim bunlar bağlayıcı değil;
ama, bunlar o kadar önemli ki, Avrupa Parlamentosu, en azından Avrupa'nın
nüfusunu temsil ediyor, Avrupa'daki halk seçiyor bunları. Oturuyorlar diyorlar
ki; Türkiye, Ermeni soykırımı yapmıştır, bunu kabul etsin. Biz de, burada, kuzu
kuzu dinliyoruz. Hükümet ve sorumlular, bize, mutlaka bu konuları açıkça,
mertçe ve milletin bileceği dilden gelip anlatmalıdırlar ve biz, burada,
milletin temsilcisi olarak, bunu, bütün dünyaya duyurmalıyız; demeliyiz ki,
Osmanlı arşivleri açıktır. 1985 yılında, Amerika Birleşik Devletlerinde,
konuyla ilgili bütün bilim adamları oturdular, böyle bir soykırımın olmadığını
belgeleriyle ortaya koydular, imza altına aldılar. O zamanki büyükelçimiz,
1985'te, Washington'da bunu dosyaladı; bu, dosyasında duruyor. Yine, Osmanlı Devletinin en önemli bilim adamı Bernard Lewis Ermeniler
tarafından, Fransa'da Paris Mahkemesine verildi. İddiaları, Bernard Lewis
çalışmalarında, Ermeni soykırımı olmadığı ve harp esnasında, iki devletin
sadece birbirleriyle harp ettikleri ve karşılıklı ölümler bulunduğu
şeklindeydi. Bernard Lewis, bu davadan beraat etti değerli arkadaşlarım. Bu
davanın zabıtları orada; ama, Fransız Senatosu, hiç sıkılmadan, hiç utanmadan,
oturup, buna rağmen, kendi memleketinin mahkemesinin kararına rağmen, Ermeni
soykırımının varlığı kararını verebiliyor. (Alkışlar) Bunu seyredemeyiz. Buna
sessiz kalamayız. Bunlar millî meselelerimizdir, partiler üstüdür. Değerli
hükümetimizden, mutlaka, gelip, konuyla ilgili ne yaptıklarını anlatmalarını
istiyoruz. Bu memlekette ve bu Mecliste, bütün siyasî partilerin, hükümetimiz
de dahil, memleketimizin sevgisinden, memleket severliklerinden zerre kadar
şüphemiz yok; ama, konu ihmale gelmez. Bakınız, Fransa'nın hemen arkasından İtalya; İtalya, orada bekliyormuş.
Bakınız, benim aldığım duyumlara göre, o İtalya, son zamanlarda, tarım
kesiminde işçi bulamadığı için, tarım kesiminde çalışan bulamadığı için,
güneydoğudaki belirli vatandaşlarımıza, âdeta, davetiye çıkarmıştır ve bu
vatandaşlarımızı, sorgusuz sualsiz götürüp, kırsal alanlara yerleştirmektedir.
Bu alanlara yerleştirilirken de bunların içerisine bazı başkaları da katıldığı
için, bütün dünyaya bizi şikâyet etmektedir. Demektedir ki, mülteciler geliyor.
Mülteciye davetiye çıkaran sensin. Mülteci diye birtakım adamları oraya getiren
ve işlemeyen tarım kesimine yerleştiren sensin. Bu, bir hükümet politikasıdır
değerli arkadaşlarım. Bunu ortaya koymak zorundayız. Dışişlerimiz, bu konuda,
bize, ciddî bilgileri vermelidir ve yüce milletin Meclisi, yüce milletin önünde
bunları sonuna kadar tartışmalıdır. İşte bunun için, bu işin 15 gün değil, 15
dakika bile geciktirilmeye tahammülü yoktur. Danışma Kurulunu teşkil eden
değerli arkadaşlarımızdan istirham ediyorum, bir an önce, dış politikanın genel
görüşmesiyle ilgili teklif mutlaka bu Meclisin gündemine gelmelidir ve biz ne
olup bittiğini yüce milletimize doğrularıyla söylemeliyiz ve millî
menfaatlarımız karşısında hep beraber bir demir yumruk gibi hareket etmeliyiz.
Zaten diplomasi kadife eldiven içinde demir yumruk sanatıdır; bunu unutmayalım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sağlam. Sanıyorum, 5 Aralıkta yapılacak genel görüşmeyle ilgili konuşmanızı
şimdiden peşinen yapmış oldunuz. Çünkü söz konusu Danışma Kurulu önerisinin
altında Sayın Ercan'ın da imzası var, 5 Aralık olarak onunla ilgili karar
alınmış; tabiî takdir sizin, ben konuşmanızı bölmek istemedim. Ama, kürsüye
çıkan hatip arkadaşlarımızın konuyla ilgili konuşmalarının daha doğru olacağını
ve doyurucu olacağına inanıyorum. Bu konuya hassasiyet gösterilmesini özellikle
arkadaşlarımdan istirham ediyorum. Aleyhte iki arkadaşımızın konuşması tamamlandı. Lehinde konuşma isteği?.. Yok. Şimdi, önerileri ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım. Öneriler: 1- Genel Kurulun 21.11.2000 Salı günkü Birleşiminde, sunuşlardan sonra,
gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler" kısmının birinci sırasında yer alan (10/9) esas Numaralı
Kömür Üreticilerinin İçinde Bulunduğu Durum Konusundaki Meclis Araştırması
Önergesinin görüşülmesi ve görüşmelerin bitiminden sonra cezaevlerinin içinde
bulunduğu durum konusundaki genel görüşme önergesinin görüşülmesinin yapılması
ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir. BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Öneri kabul edilmiştir. İkinci öneriyi okutuyorum: 2- Genel Kurulun 22.11.2000 Çarşamba ve 23.11.2000 Perşembe günleri
14.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında çalışmalarının sürdürülmesi;
21.11.2000 Salı ve 22.11.2000 Çarşamba günlerinde sözlü soruların
görüşülmemesi; tasarı ve tekliflerin görüşmelerinde soru cevap işleminin 10
dakikayla sınırlandırılması önerilmiştir. BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 2
nci öneri de kabul edilmiştir. Üçüncü öneriyi okutuyorum: 3- Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler" kısmının 138 inci sırasında yer alan (8/13) esas numaralı
dışpolitika konusundaki genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin 5 Aralık
2000 Salı günkü birleşimde; gündemin 48 inci sırasında bulunan (8/4), 52 nci
sırasında bulunan (8/5), 120 nci sırasında bulunan (8/9), 130 uncu sırasında
bulunan (8/10), 131 inci sırasında bulunan (8/11) ve 20.11.2000 tarihli Gelen
Kâğıtlarda yayımlanan (8/15) esas numaralı genel görüşme önergeleriyle birlikte
yapılması önerilmiştir. BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Öneri kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş, iki
adet doğrudan gündeme alınma önergeleri
vardır; ayrı ayrı okutup işleme alacağım, daha sonra oylarınıza sunacağım. Birinci
önergeyi okutuyorum: III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam) C) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam) 3. – Balıkesir Milletvekili İlyas
Yılmazyıldız’ın, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/164) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergesi (4/241) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına (2/164) esas numaralı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa Bir
Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifim komisyona havale edildiği
tarihten itibaren 45 gün geçtiği halde görüşülmemiştir. İçtüzüğün 37 nci maddesi uyarınca, doğrudan Genel Kurul gündemine
alınmasını arz ederim. Saygılarımla. İlyas
Yılmazyıldız Balıkesir
BAŞKAN - Önerge sahibi olarak, buyurun Sayın Yılmazyıldız. (DYP
sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
geçen yasama yılında verdiğim 8.6.1949 tarihli, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifim, 45
gün geçtiği halde komisyonlarda görüşülmediği için, İçtüzüğün 37 nci maddesine
göre doğrudan gündeme alınması amacıyla söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlarım. Sayın milletvekilleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında 1111 sayılı
Askerlik Kanunu hükmü gereğince, 19 yaşında askere sevk edilen ve 1861 sayılı
Jandarma Kanunu gereğince, yurdun korunması ve iç emniyet hizmetlerini
yürütmek, dirlik düzenliği sağlamak üzere 4 yıl, tam 4 yıl 48 ay hizmet yapan
ve daha sonra da sınavlarla jandarma assubay okuluna giren, 2 yıl okuduktan
sonra assubay rütbesiyle mezun olanlar, diplomaları İçişleri Bakanlığınca
onaylanarak 1949 yılında göreve başlamışlardır. Bu kişiler, ülkemizin bölünmez
bütünlüğünü sağlamak için, gece gündüz demeden, yurdun her yerinde görev
yaparak hizmet sürelerini doldurduktan sonra emekli olmuşlardır. 1992 yılında çıkarılan 3777 sayılı Kanun hükmü gereğince, hizmetleri
intibak yapılarak derece ve kıdemleri verilmiştir. Adı geçen kanunda,
"Borçlanma" kelimesi olmaması nedeniyle Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü,
okuldan önceki askerlik ve hizmet borçlanmasını yapmamaktadır. Bugün hayatta
bulunan ve rahmetli olan assubayların dul ve yetimleriyle birlikte, jandarma
teşkilatında yaklaşık 3 bin kişi, bu durumdan dolayı mağdur bulunmaktadır. 8.6.1949 tarihli 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa
Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifim kanunlaştığı takdirde,
yapılan değişiklikle, 26.2.1992 tarihli 3777 sayılı Uzman Jandarma Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek
Kabulü Hakkında Kanuna göre, askerlik hizmetinde ve uzman jandarma çavuşluğunda
geçen süreleri kıdemlerine sayılan assubayların, istekleri halinde, bu süreleri
5434 sayılı Kanunun geçici 170 inci maddesindeki esaslara göre, borçlanmak
suretiyle bu süreler hizmetlerine eklenecektir. Yapılacak bu değişiklikle,
müracaat eden kişilerin, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne kesenek ve
karşılığını ödemek suretiyle emekli maaşlarında artış olacaktır. Yıllarca vatanın bölünmez bütünlüğü ve korunması için hizmet vermiş
assubayların emeklilik yıllarındaki bu haklı taleplerinin karşılanması
konusunda hazırladığım kanun teklifimin doğrudan gündeme alınması için
desteklerinizi beklemekteyim. Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz üzere, bu kanun teklifinin benzeri
kanun tasarısı hükümet tarafından da verilmişti, komisyonlardan geçmişti, kadük
oldu. Gündemin çok yüklü olması nedeniyle belki, görüşülemedi. Bu nedenle, bu
teklifin kabul edilmesi durumunda, şu anda yaşları 70'lere varan, sayıları
oldukça azalmış, çok mağdur olan ve şu anda bir iki aylık askerliğin
yapılmasında bile zorluk duyan insanlarımız varken, bir de onların İkinci Dünya
Savaşında dört yıl askerlik yaptığını düşündüğünüzde, kanundaki
"borçlanma" kelimesinin unutulması hasebiyle, bu haktan istifade
edemedikleri dikkate alındığında, bunun doğrudan gündeme alınması konusunda
beni destekleyeceğinizi ümit etmekteyim. Bu arada, uzman erbaşların da -yaptığımız bazı ziyaretlerde aldığımız
bilgiye göre- sağlık raporu yeterli olmadığı zaman 5,6,7 yıl -her neyse- hizmetini verdikten sonra, görev başındaki
rahatsızlığı nedeniyle bile olsa, derhal meslekten çıkarıldığı, bir tazminat
alamadıkları yönündeki yakınmaları gelmiştir. Bu konunun da ayrıca düzeltilmesi
gereğini, burada, hükümete duyurmak istiyorum. Vereceğiniz destek için şimdiden teşekkür eder, saygılar sunarım. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yılmazyıldız. Başka söz isteği?.. Yok. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) -İkinci Dünya Savaşı sırasında dört yıl
askerlik yapmış insanlarla ilgili kanun teklifini nasıl kabul etmezsiniz
arkadaşlar. Bunu, zaten, hükümet kabul etmişti. Vicdan... İnsaf... Dört yıl
askerlik yapmışlar. BAŞKAN - Önerge kabul edilmemiştir. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Saymadınız bu tarafı. BAŞKAN - Saydım efendim; buradaki sayı 87, sizinki 45 bile yok. Ben de kabul edilmesini istiyordum, onu da söyleyeyim; ama, olmadı. Diğer önergeyi okutuyorum: 4. – Yozgat Milletvekili İlyas Arslan’ın,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/11) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergesi (4/242) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 sayılı Kanuna bir madde
eklenerek Yozgat Üniversitesi adıyla Yozgat İline bir üniversite kurulması
için, benim ve arkadaşlarımın imzasıyla verilen 2/11 esas numaralı kanun
teklifim, 17.06.1999 tarihinde Millî Eğitim Komisyonuna sevk edilmiştir. Bu
tarihten itibaren 45 günden fazla zaman geçmesine rağmen komisyonda
görüşülememiştir. Teklifimin, İçtüzüğün 37 nci maddesi gereğince doğrudan Genel
Kurul gündemine alınmasını saygılarımla arz ve talep ederim. İlyas Arslan Yozgat BAŞKAN - Önerge sahibi olarak, Sayın İlyas Arslan; buyurun. (FP
sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakikadır. İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yozgat
İlinde "Yozgat Üniversitesi" adıyla bir üniversite kurulmasıyla
ilgili kanun teklifimin, İçtüzüğün 37 nci maddesi gereğince doğrudan Genel
Kurul gündemine alınmasına ilişkin önergem ve kurulacak olan Yozgat
üniversitesi hakkında bilgi arz etmek üzere söz almış bulunuyor; Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, büyükşehirlerde, üniversitelerin özellikle büyük
kampuslara taşındığı günümüzde, Ankara'ya iki saat uzaklıkta olan ilimize, tüm
altyapısı hazır, her türlü imkânları müsait olan üniversitenin kurulmasını,
ilimizin çoktan hak ettiğine inanıyoruz. Yozgat'a girişte, karşımıza, ilk olarak, Yozgat üniversitesiyle ilgili
tabelanın çıktığını hepiniz göreceksiniz. Yozgatlıların gönüllerinde kurdukları
bu üniversiteye, sizler de resmî bir hüviyet kazandırarak "devlet
üniversitemizi kursun yeter; biz, üniversiteyi istediğimiz seviyeye
getireceğiz" diyen Yozgat'a bir vefa borcunu ödemiş olacaksınız. Sayın milletvekilleri, Yozgat, öyle ihmal edilmiş ki, etrafındaki komşu
iller birer sanayi kenti olmuştur; birçok ilde, birkaç tane organize sanayi
kurulmuş olmasına rağmen, Yozgat'ta, ancak yeni bir organize sanayi
kurulabilmiştir. İl nüfusunun büyük bir çoğunluğunun geçimi, tarım ve hayvancılığa
dayanmaktadır. Geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlayan Yozgatlı, tarımı da,
sadece geçim aracı olarak yapmaktadır. Değerli milletvekilleri, biz, Yozgat Üniversitesi Kanun Teklifini, 19
uncu Dönemde de, 20 nci Dönemde de Genel Kurula sunmuş bulunuyoruz. Gerek 19
uncu Dönemde, gerekse 20 nci Dönemde, ne yazık ki, Yozgat üniversitesi
kurulması, bir nevi direkten dönmüştür. Şu anda, Yozgat, üniversite kurulmuş
birçok ilden, daha müsait durumdadır. Her türlü altyapısı hazır vaziyettedir ve
Yozgat'ta, şu anda, 4 tane fakülte, 3 tane yüksekokul, bir de, yeni dönemde
yüksekokul hüviyetine sahip olacak polis okulu mevcuttur. Biz, önceki hükümetler döneminde hep bunu dile getirdik, dedik ki,
üniversiteler konusunda bir kıstas geliştirilsin, hükümet desin ki "biz,
şu şu şu şartlara haiz olan illerde, yılda, 1 veya 2 tane üniversite
kuracağız" biz de, ona göre bir hazırlık yapalım. 20 nci Dönemde, Yozgat, Ağrı, Erzincan İllerinde üniversite kurulması
gündeme gelmişti; ancak, ne yazık ki, o günün şartlarında bu üniversiteler
kurulamadı; fakat, Yozgat'ta, o günden bugüne kadar geçen dört yıl içerisinde,
üniversiteye karşı büyük bir haz, büyük bir istek gelişti. Gün geçmesin ki, her
konuşmada, her platformda, devlet büyüklerinin her karşılanmasında, halkımızın
birinci söylediği "Yozgat üniversitesini istiyoruz..." Zaten -Sayın
Köse Erzurum'a giderken belki karayoluyla gidiyorsa görüyordur- Yozgat'a ilk
girişte tabelalar mevcut: "Yozgat, üniversitesini istiyor..." Bir
Yozgat mahallî gazetesini elinize alsanız, üstünde "Yozgat üniversitesini
istiyoruz. 898 inci gün" gibi; devamlı bu yazılarla karşılaşırsınız. Bizim burada istediğimiz, Yozgat olarak, yeni yeni gelişmekte olan bir
il olarak, 4325 sayılı Yasadan sonra, organize sanayi bölgesinin yavaş yavaş
dolmuş olduğu bir il olarak, gönlümüzden geçen, Yozgat'ın üniversite hakkının
kendisine verilmesidir. Bunun için, bir kıstas... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) İLYAS ARSLAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun, devam edin Sayın Arslan. İLYAS ARSLAN (Devamla) - Bugünlerde, basın yayın organlarında bir konu
özellikle gündeme gelmektedir. O da şudur: Devlet GAP bölgesinde 4 tane
üniversite kurmayı düşünmekte diye, gazetelerde yazılarla karşılaşıyoruz. Bu
konuda, biz güneydoğuya üniversite kurulmasını canı gönülden arzu ediyoruz;
ama, biz, Orta Anadolu'nun geri kalmış bir şehri olarak, aynı şekilde, Yozgat
üniversitesinin de kurulmasını arzu ediyoruz. Bu konuda, Yüce Meclisin, önceki
dönemlerde gösterdiği hassasiyeti göstereceğine, Yozgat'a bu hakkını tevdi
edeceğine inanıyoruz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Arslan. Konu Yozgat olunca, Yozgat üniversitesi olunca, elbette ki, diğer Yozgat
Milletvekili arkadaşımız Sayın Mesut Türker de söz isteğinde bulunacaktı ve
bulundu. 5 dakika süre de Sayın Türker'e... Buyurun Sayın Türker. (MHP sıralarından alkışlar) MESUT TÜRKER (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
atalarımız "beşikten mezara kadar ilim" diyerek bu konudaki
hassasiyetini ve geçmiş dönemde tarihinde bu konuya vermiş olduğu önemi her
devirde göstermiştir. Ortadoğu'da, Bağdat'ta, Balkanlarda atalarımız -Selçuklular olsun,
Osmanlılar olsun- bu konuda çok önemli yatırımlar yapmış, dünyanın diğer
ülkelerine örnek olacak düzeyde kuruluşlar, ilmî müesseseler oluşturmuşlardır
ve bu müesseselerde, hâlâ isimleri unutulmayan Ahmet Yesevî gibi ve onların
yetiştirdiği insanları yetiştirmişlerdir; yani, Türk Milleti, geçmişinde,
tarihinde ilme o denli önem vermiştir ki, belki de, bu konuda, atalarımız,
geçmiş yıllarda emsali az görülen örnek teşkil etmiştir. Bizler de, o ataların
soyu, onların torunları olarak, dünyadaki milletler mücadelesindeki yarışta
yerimizi alabilmemiz için, bu amansız yarışta, bilgi çağında, millet olarak, bu
milletin geleceğiyle ilgili güzellikleri yaşatabilmemiz için, mutlaka ve
mutlaka, ilme ve dolayısıyla üniversitelerimize gerekli önemi vermek
mecburiyetindeyiz. Yozgat İlimiz bu konuda kültürel olarak bu fikre sahip, bunu yaşatan
vilayetlerimizin başında gelmektedir. Atalarımız Oğuzların millî kültürünü en
yoğun şekilde yaşayan, yaşatan illerin başında Yozgatımız gelmektedir; ama,
maalesef, cumhuriyet döneminde, Yozgat İlimiz, bu konuda gerekli maddî desteği
göremediği için, bu konuda gerekli devlet desteğini göremediği için, millî
kültürümüz de zayıflamış, Yozgatımız, bırak kültürünü yaşatmayı, geçim derdine
düşmüştür. Bugün yapılan araştırmalarda görüyoruz ki, Yozgatımızda fert başına
düşen millî gelir 1 200 dolar civarındadır. Saygıdeğer milletvekilleri, biz, üniversiteleri, öncelikle maddî kaynak
yeri olarak görmüyoruz; üniversiteler, ilim yuvasıdır, bilgi üretilen
yerlerdir. Öncelikle, üniversitelerin kurulmasında, bu fikirden, bu noktadan
hareket etmek mecburiyetindeyiz; ancak, son yıllarda, üniversitelerimizin, hem
bu konudaki özellikleri hem de o vilayete sağladıkları, o bölgeye sağlamış
oldukları avantajları bildiğimiz için, Yozgatlı, Yozgat'ın yiğit insanları,
yıllardan beri ihmal edilmişliğin çözümünü, artık Bozok üniversitesinde, Yozgat
üniversitesinde görmek istemektedir ve bütün Yozgatlının hayali, ideali,
hedefi, Yozgatımıza, layık olduğu bağımsız ve bağlantısız üniversitesinin
kurulmasıdır. Bu konuda Yozgatımıza imkân sağlanmakta biraz da geç kalınmıştır. İşte, bunu telafi edebilmek için, hepimize, herkese önemli görev
düşmektedir. Ben inanıyorum ki, her milletvekili arkadaşımız, kendi yöresine,
kendi vilayetine üniversite kurulmasını tabiî olarak istemektedir; ama,
geliniz, bunun kriterlerini, ölçülerini ortaya koyalım. Ondan sonra, gerekirse,
vilayetler arasında bir sıralama yapmak suretiyle, layık olan, altyapısını
hazırlamış olan vilayetlere sırasıyla üniversiteleri kuralım. Ben inanıyorum ki, Yozgatımız yüksekokullarıyla, fakülteleriyle, diğer
fizikî imkânlarıyla, bağımsız ve bağlantısız bir üniversitenin kurulmasına
hazır vaziyettedir. BAŞKAN - Sayın Türker, 1 dakika içinde toparlayınız. Buyurun. MESUT TÜRKER (Devamla) - Sadece, bu konuda, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, siz saygıdeğer üyelerimizin desteğinizi bekliyoruz. Bu konuda,
şimdiden, destek gösteren, gayret gösteren, ilgi gösteren herkese saygılar
sunuyorum. Ayrıca, 19 uncu Dönemde Grup Başkanvekilimiz Sayın İsmail Köse Bey
de bu konuda bir kanun teklifi vermiştir; kendisine de teşekkür ediyorum.
İnşallah, bu konuda, şimdi yapılacak oylamada desteklerini bekliyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Türker. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge
kabul edilmiştir. Değerli arkadaşlar, şimdi, dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin
dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi vardır; okutuyorum: 5. – Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve
Tunceli İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.11.2000 günü saat
17.00’den geçerli olmak üzere 4 ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/700) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28.6.2000 tarihli ve 699 sayılı kararı
uyarınca Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan
olağanüstü halin, 30.11.2000 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay süre
ile uzatılmasının, Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca
2.11.2000 tarihinde kararlaştırılmıştır. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan BAŞKAN - Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre
görüşme açacağım. Gruplara, hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri, gruplar ve hükümet için 20'şer dakika, şahıslar için
10'ar dakikadır. Görüşmeler sonunda tezkereyi oylarınıza sunacağım. Tezkereyle ilgili Sayın Hükümetin bir açıklaması olacak mı efendim? Yok. Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: ANAP Grubu adına,
Bursa Milletvekili Turhan Tayan; MHP Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mehmet
Pak; şahısları adına, Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak, Tunceli Milletvekili
Kamer Genç, Bingöl Milletvekili Mahfuz Güler, Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil
Tunç. ANAP Grubu adına, Sayın Turhan Tayan; buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA TURHAN TAYAN (Bursa) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; olağanüstü halin 30 Kasım 2000 tarihinden geçerli olmak üzere,
Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde dört ay süreyle uzatılmasına
dair hükümet tezkeresi üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek
üzere huzurlarınızdayım; Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım adına saygıyla
selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, 1984 yılında tırmanışa geçen bölücü terörist
olaylar, faaliyetlerle ilgili mücadeleyi sağlamak amacıyla 1987 yılından
itibaren Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ihdas edilmiş ve olağanüstü hal
uygulaması çeşitli tarihlerdeki uzatma kararlarıyla bugüne kadar devam
edegelmiştir. Dileğimiz, ülkemizin bu bölgesinde olağanüstü hal uygulamasının
bütünüyle kalkmasıdır. Esasen anayasal ve hukukî bir yönetim tarzı olan
olağanüstü hal, siyasal iktidarların son çare olarak başvurdukları bir
yöntemdir. Sayın milletvekilleri, olağanüstü halin Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve
Tunceli İllerinde dört ay süreyle 41 inci defa uzatılmasını müzakere ediyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarını incelediğimizde, gelmiş geçmiş
hükümetlerin hepsi, yörede devam eden terörün önlenmesi için alınacak ekonomik
ve sosyal önlemlerden bahsetmişlerdir. Nitekim, 28 Haziran tarihinde olağanüstü
hal tezkeresi üzerinde konuşan hükümet sözcüsü sayın bakan, bakınız neler
söylemiş: "Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerinde ve genel olarak ülkemizde, hayvancılığı geliştirmek ve desteklemek
amacıyla 2000 yılında 45 trilyon liralık bir program uygulamaya konulma
aşamasındadır. Hayvancılık kooperatiflerine 17,8 trilyon liralık kaynakla kredi
desteği sağlanacaktır. Mevcut destekleme sistemleri değiştirilerek, pazar
fiyatlarını bozmadan, gerçek anlamda çiftçiye gidecek şekilde destek olunması
amaçlanmaktadır. Üretim planlanacak, yeni bir planlamaya gidilecektir. Ülkemiz
genelinde 40 milyon hektar olan meralar 17 milyon hektara düşmüştür. 1998
yılında yürürlüğe giren Mera Yasasından sonra, hızla, meraların, tespit,
tahdit, tashih ve ıslah çalışmasına başlanılmış olup, çalışmalar devam
edecektir." Görüldüğü gibi genellikle, cek'le, cak'la sona eren, hâlâ
dı'lı zamana gelinememiş birtakım vaatlerle konu bugüne kadar geçiştirilmiştir.
Oysa, vaatler, gerçekçi, planlı programlı ve somut olmalıdır. Aşağı yukarı, her kürsüye çıkan, bu bölgenin hayvancılık potansiyelini
dikkate alarak yapılması gerekenleri ifade etmiştir. Evet, bu bölge, 1980
öncesi hayvancılık açısından Türkiye'nin en zengin bölgesiydi. Sürü
hayvancılığı ve küçükbaş hayvancılık sadece Anadolu'yu değil Ortadoğu'yu
besliyordu. Hayvan ihracatçısı ülkemiz, maalesef, kaçak buffalo etine muhtaç
hale gelmiştir. Terör, doğu ve güneydoğu bölgelerimizde meraları, yaylaları kapatmış,
sürü sahiplerini de bu işten ayrı koymuştur. Bölgeye, doktor, hemşire
gidememiş, sağlık ocakları, hastaneler kapanmıştır. Dozerler yakılmış, yollar
bakımsız kalmıştır. 137 öğretmen şehit edilmiş, okullar öğretmensizlikten
kapanmıştır. 1984 Ağustosundan itibaren başlayan katliam, 17 nci yılını doldurmuştur.
Geride 5 500 şehit, toplam 30 000'in üzerinde ölü, bir o kadar yaralımız var;
ekonomik kaybımızı hesap etmek ise mümkün değildir. 1987 yılında olağanüstü hal
uygulamasına geçildiğinde olay sayısı sadece 570'ti, 1993'te ise 6 956 ve daha
sonra giderek düşmüş, 2000 yılının ilk altı ayında bu sayı 776'ya düşmüştür.
Çeşitli dönemlerde çıkarılan Pişmanlık Yasasından faydalanmak için
başvuranların sayısı bugün için 5 kata yükselmiştir. Ölü ele geçirilen terörist
sayısına bakarsak, 1987 yılında 106 iken, terörün doruğu 1994'te 4 111, 1999'da
ise 1 017'dir; bu yılın ilk altı ayında ise 182 terörist ölü olarak ele
geçirilmiştir. Sayın milletvekilleri, bu rakamlar çok önemli birtakım
işaretleri ortaya koymaktadır. Sayın milletvekilleri, yöreden Hakkâri bağımsız Milletvekili Sayın
Evliya Parlak, 28 Haziran 2000 tarihli 121 inci Birleşimde olağanüstü hal
tezkeresinin müzakeresi sırasında şunları söylüyordu: "Değerli arkadaşlar,
şimdi, geçen sene bugünkü durumla karşılaştırdığımız zaman, bölgede çok olumlu
bir huzur ortamı olduğunu vurgulamakla sözlerime devam etmek istiyorum.
Samimiyetimle söylüyorum, geçen sene, bu aylarda, herhangi bir arkadaşımız, Van
Havaalanına, öğleden sonra saat 3'te, hatta, 2'de indiği zaman, Bitlis'e,
Hakkâri'ye, Muş'a veya Ağrı'ya gitme olanağına sahip değildi. Bir hafta önce
Hakkâri İlindeydim ve gerçekten, akşam 20.00'de de, 21.00'de de, istediğiniz
şekilde, Van'a, Van'dan Bitlis'e, Muş'a, Ağrı'ya gidebilmektesiniz. Bütün
köyleri gezme şansınız vardır ve gerçekten, insanların onbeş yıldır çektiği bu
ıstırap, güven ortamı açısından bitmiştir; ancak, ekonomik olarak işi
değerlendirdiğimizde, maalesef, çok olumlu sonuçlar alındığını söylemek mümkün
değildir." İşte, Sayın Parlak'ın bu beyanları -ki, bunlar, yörenin gerçek ve
doğrudan gözlem ve sesleridir- önemli ölçüde azalan terörün sebep olduğu
olağanüstü halin yerine, olağan hal idaresinin gereğini ortaya koymaktadır.
Bölgedeki huzur ortamı geliştikçe, hizmetlerin akışı da hızlanmaktadır. 55 inci cumhuriyet hükümeti zamanında, Dünya Bankasından sağlanan 100
milyon dolarlık krediyle, temel sağlık hizmetlerinin altyapısının yeniden
düzenlendiğini görmekten duyduğumuz memnuniyeti ifade etmek isterim. Doğu ve
güneydoğuda sağlık hizmetlerini geliştirmeye yönelik programlar yapılmaktadır;
19 ilde, büyük bir aşı kampanyası devam etmektedir. Yine, 55 inci hükümet
zamanında alınmasına karar verilen Köy Hizmetleri araç parkından, 600 kamyon,
30 kar rotatifi, 50 delici, 200 greyder, 150 dozer, 250 yükleyici ve 150
silindirin, öncelikle doğu ve güneydoğuda kış öncesi hizmet verdiğini görmenin
mutluluğunu sizlerle paylaşmak isterim. Hükümetimizden, özellikle köye dönüş projesi hakkında, meraların ıslahı
hakkında, yaylaların açılması hakkında ve de hayvancılığın geliştirilmesi
hakkında, köy ve meraların yeniden düzenlenmesi konularında somut sonuçları
burada dinlemek istiyoruz. 1984'te doğan çocuklar 17 yaşına basmışlardır. Bu nesil, bu yörede,
devletin sadece bir yüzünü görebilmiştir. Yöre halkını kucaklayan, milletini
şefkatle karşılayan, güleç bir devlet yüzüne ihtiyaç vardır. Bu güzel ortamın
sağlanmasında, herkese, hepimize görev düşüyor. Her dört ayda bir, olağanüstü
halin uzatılmasıyla ilgili görüşmeler artık geride kalmalıdır; yeni bir sayfa
açmalıyız. Türk Silahlı Kuvvetleri, polis kuvvetleri, büyük bir özveriyle
görevlerini yapmışlardır ve yapmaktadırlar ve de yapacaklardır. Şu anda, Türk
Silahlı Kuvvetleri, sağlık ve eğitim gibi alanlarda yöreye hizmet etmeye
çalışmaktadır. Esasen, şimdi, görev, bize göre, silahsız kuvvetlerdedir.
Hükümetlerimizin, sivil yönetimin ve olağan yönetimin yapması gerekenlerle
ilgili ortaya konulan tespitler doğrultusunda, yeniden bir yapılanmaya gerek
vardır. Bugün, şu sıralarda, Strasbourg'da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde,
bölücü eşkiya PKK terör örgütünün başı yargılanıyor. Bağımsız Türk yargısının
verdiği idam kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ele alınıyor. 1984
Ağustosunda, Eruh'ta başlayan serüven, burada noktalanıyor. Bu, bir derstir.
Bu, bir ibrettir. Türkiye, bu acıyı bir daha yaşamamalıdır. Devletle kimse baş
edemez. Devletimiz, millet için vardır ve millet için olacaktır, olmaya devam
edecektir. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Ülke ve millet birliğine duyduğumuz hassasiyeti hepimiz paylaşıyoruz,
herkes biliyor. Devlet büyüktür, devlet güçlüdür; ama, devlet, müşfiktir,
müşfik olmalıdır, böyle olacaktır. Modern devlet anlayışına Türkiye'nin
ihtiyacı var; özellikle bu bölgede daha da ihtiyacımız vardır. Devletimiz
yaralı olan bu bölgeye yeni bir yaklaşım göstermelidir. Korkunun yerini
sevginin almasını istiyoruz. Kamuda yeni bir yapılanmanın arzu edildiği, kamu harcamalarında, kamu
idaresinden vaki şikâyetlerin gündemde olduğu şu günlerde, kamu yönetiminin
idarî ve ekonomik yapılanma konusunun bu bölgenin özel durumu sebebiyle daha da
önemli ve hassas olduğunu ifade etmek isterim. Sayın milletvekilleri, onüç yılda 40 defa olağanüstü hal tezkeresini
görüştük, şu anda 41 inci tezkereyi görüşüyoruz. Çoğu sözcü, bundan önceki
konuşmalarda ve bugün yapacakları konuşmalarda uzatmanın son olması dileğinde
bulunacaktır ve bulunmuştur. Ben de, 28 Haziranda, Anavatan Partisi Grubu adına
yaptığım konuşmada, aynı şeyi söyledim, şimdi de aynı dilekte bulunuyorum. Bu
dilek, benim şahsen dileğim olduğu gibi, Anavatan Partisi Grubumuzun da samimî
dileğidir. Dört ay sonra bu 4 ilimizde olağan yönetime kavuşmalıyız. Dört ay
sonra tekrar bir uzatma tezkeresini görüşmemek arzusundayız; temennimiz,
dileğimiz budur. 57 nci cumhuriyet hükümeti bunu başarmalıdır. Dört ay sonra
hükümet buraya gelip, şunları şunları yaptım, bu önlemleri aldım diyerek, bu
tarihî kararı açıklamalıdır. Ben, mutlu sonun hayırlı olacağını ümit ediyorum. Sözlerimi burada bitirirken, olağanüstü hal bölgesinde ve bu bölge
hizmetleri için özveriyle çalışan bütün kamu görevlilerine, asker, sivil bütün
güvenlik güçlerimize teşekkür ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak için hayatlarını kaybeden aziz
şehitlerimize, rahmetle, kahraman gazilerimizi saygıyla anıyor, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Tayan. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mehmet
Pak. Buyurun Sayın Pak. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. MHP GRUBU ADINA MEHMET PAK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin, 30 Kasımdan
itibaren dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle,
Yüce Heyetinizi Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, terörle mücadele sırasında kaybettiğimiz şehitlerimize Cenabı
Allah'tan rahmet, gazilerimize acil şifalar, şehit ailelerimize de sabırlar ve
şu anda bölgede özveriyle görev yapmakta olan güvenlik kuvvetlerine
görevlerinde başarılar diliyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin malumları olduğu üzere,
Anayasamızın 120 nci maddesine göre, Anayasayla kurulan hür demokrasi düzenini
veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet
hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları
sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması halinde, Cumhurbaşkanı
Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü
aldıktan sonra, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi
altı ayı geçmemek üzere, olağanüstü hal ilan edebilmekte ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi, Bakanlar Kurulunun istemi üzerine, bu süreyi dört ayı geçmemek
üzere uzatabilmektedir. Anayasanın bu hükmü doğrultusunda, 14 Temmuz 1987 tarihinde çıkarılan
285 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, Diyarbakır İl merkezî olmak üzere,
Bingöl, Van, Hakkâri, Siirt, Mardin, Elazığ ve Tunceli, OHAL kapsamına alınmış
ve Adıyaman, Bitlis ve Muş İllerimiz mücavir il statüsüne alınmıştır. Bugüne kadar 41 kez süresi uzatılan OHAL uygulaması, huzur ve güven
ortamına kavuştuğu düşünülen bazı illerimizde kaldırılmış ve en son 27 Haziran
2000 tarihinden geçerli olmak üzere, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli'de
dört aylığına uzatılmış, 6 ilimiz ise mücavir il statüsüne alınmıştır. Bugün
görüşmekte olduğumuz tezkerede de, bu illerdeki OHAL dört aylığına daha
uzatılmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclisimizde bugüne kadar yapılan
olağanüstü halin uzatılması görüşmelerinde, her defasında, bundan sonra
olağanüstü halin tümüyle kaldırılması temennisinde bulunulmuş; ancak, bu sonuca
ulaşmak mümkün olmamıştır. Elbette ki, hepimizin gönlünde yatan, OHAL'in bir an
önce kaldırılması ve bölgede olağan yönetim usulleri uygulanmasına
geçilmesidir. Olağanüstü hal uygulamasının kaldırılması için bölgede mümkün olan bütün
çalışmalar yapılmakta, bir taraftan, güvenlik güçleri fedakârca görev yaparak
terör örgütünün son kalıntılarını temizlemeye çalışmakta, diğer taraftan,
hükümetimizce, kalıcı bir güvenlik ortamı oluşması için bölge kalkınmasına
yönelik tedbirler alınmaktadır; ancak, maalesef, üzüntüyle belirtmeliyim ki,
henüz OHAL'in kaldırılabilmesi için bölgede gerekli olan olağan şartlar gerçekleşmemiştir.
Sağduyulu her insanın kabul edeceği gibi, olağan yönetim usulleri, ancak olağan
şartların bulunduğu mahallerde mümkün olabilir. Şartların olağanüstülüğü, tabiî
ki, beraberinde olağanüstü yönetim usullerini getirir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geldiğimiz noktayı görebilmek
bakımından, sizlere, terör örgütünün ve ülkemizdeki terörün kısa bir
tarihçesini hatırlatmakta yarar görüyorum. PKK terör örgütü, Kuzey Irak'ta yapılanmasını gerçekleştirdikten sonra,
ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesinde bölücü faaliyetlerine başlamıştır. Millî
birlik ve bütünlüğümüze kastedici eylemlerine 15 Ağustos 1984 tarihinde
gerçekleştirdiği Eruh ve Şemdinli saldırılarıyla başlayan örgüt, bu
saldırılarını zaman içinde artırmış ve bazı ülkelerden de destekler alarak
güçlenmiştir. 1987 yılına kadar sınırlı kalan örgüt, bu yıldan sonra, gözü
dönmüş bir şekilde terör dehşetini yaymaya başlamıştır ve bunun üzerine,
Anayasamızın 120 nci maddesi gereğince, bölgede, OHAL uygulaması
başlatılmıştır. Terör olaylarının başladığı yıllardan bugüne kadar geçen süre içinde
olaylara istatistikî olarak bakmak aydınlatıcı olabilir; ancak, daha önceki
OHAL'in uzatılması görüşmelerinde, bu konuda oldukça ayrıntılı bilgiler
verilmiştir. Bu nedenle, bu verileri tekrarlayarak zamanınızı almak
istemiyorum; ancak, bu veriler incelendiğinde şöyle bir sonuca varmak
mümkündür: 1987 yılında tırmanmaya başlayan terör olayları, 1993-1994
yıllarında doruğa ulaşmış ve bu yıllardan sonra düşüş eğilimine girmiştir.
İçinde bulunduğumuz 2000 yılında belirgin bir düşüş eğilimini görmek mümkünse
de, maalesef, olayların ve dolayısıyla, kayıpların bitmediğini görmekteyiz;
ancak, olayların giderek azalma eğiliminde olması sevindirici ve ümit
vericidir. PKK terör örgütü elebaşısı Öcalan'ın yakalanarak ülkemize
getirilmesini müteakip, 57 nci cumhuriyet hükümetinin tavırlı tutumu sayesinde
terör olaylarının kaynağı kurumaya yüz tutmuş ve yeni terör odakları canlanmaya
başlamıştır. Olağanüstü hal bölgesi ve diğer illerde, PKK terör örgütünün
zayıflamaya başlamasıyla birlikte, bu örgütle işbirliği içerisinde bulunan,
birçok kanlı eylem ve faili meçhul olayı gerçekleştiren ve güvenlik
güçlerimizin başarılı bir operasyonuyla çökertilen Hizbullah terör örgütü,
DHKP-C, Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist ve TİKKO gibi yasadışı sol
örgütler de yoğun bir şekilde faaliyet göstermeye başlamışlardır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu hususta, dikkatlerinizi başka
bir noktaya çekmek istiyorum. PKK terör örgütünün faaliyetlerine başlamasından
önce, ülkemizi ciddî boyutta tehdit eden Asala terör olayları, PKK terörünün
başlamasıyla son bulmuştu; ancak, PKK terör örgütünün çökme sinyallerinin
alınmasıyla birlikte, hiç gecikmeden Ermeni lobisi harekete geçmiş ve ülkemizi
uluslararası alanda zor durumda bırakacağını düşündüğü taktiklerini harekete
geçirmiştir. Bu olaylardan biri biterken diğerinin başlaması, ülkemiz üzerinde
Sevr'den beri çirkin planları bulunan çeşitli devletlerin hesaplaşmalarını
henüz tamamlamadıklarını göstermektedir. Bunun için, ülkemizin içerisinde
bulunduğu birtakım ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar istismar edilerek,
çeşitli adlar altında, ülkemizin bölünmesi yolunda, çeşitli ve çok sayıda
senaryo sahneye konulmaktadır. Ülke içerisindeki senaryolar başarılı
olamayınca, uluslararası alanda harekete geçilmekte ve aynı sonuç bu yolla
alınmaya çalışılmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütün bu senaryoların farkında
olarak, bir parçası olma yolunda önemli adımlar atmış olduğumuz Avrupa
Birliğinin, ülkemize de diğer ülkelere uygulamış olduğu standartları
uygulaması, bizlere ek standartlar uygulamaması gerekir. Bu senaryoların üyelik
karşılığı olarak uygulanmaya konulması ve üyelik karşılığında bu senaryoları
kabul etmemizin istenilmesi, sunulan tekliflerin ciddiyeti konusunda kuşkular
doğurur. Tesadüf eseri olarak, OHAL uygulamasının uzatılmasını görüşmekte
olduğumuz bugün, terör örgütü elebaşısı hakkında bağımsız Türk yargısı
tarafından verilmiş olan kararın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
müzakeresinin başlayacağı gündür. Diliyoruz ki, ülkemizin bu konuda çekmiş
olduğu önemli sıkıntıların farkında olarak ve bağımsız Türk yargısı ve
hâkimleri tarafından verilen kararın tarafsızlığına ve adilliğine inanarak,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu kararı onaylasın; diğer bir ifadeyle, adil
bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden beklentimiz, bağımsız Türk adaleti
tarafından verilmiş olan kararın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da
onanmasıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terör olaylarındaki bu
gelişmeler, terör örgütlerinin destekçileri ve bu destekçilerin planları göz
önünde tutulduğunda, sağlıklı bir güven ortamı temin edilmeden terörle
mücadeleye son vermenin sakıncaları ortadadır. Ülkemizin ve milletimizin
bölünmez bütünlüğüne yönelik bu ciddî tehditler karşısında hassas olunması
gereği çok açıktır. Bütün bu tehditleri görmezden gelerek, terör örgütünün
elebaşının yakalandığı ve terör olaylarının azalmakta olduğu gerçeğinden hareketle
terör mücadelesini bırakmak, ileride ummadığımız sıkıntılara yol açabilir. O halde, yapılması gereken nedir: Yapılması gerekeni tek bir noktaya
sığdırarak önlem alınırsa, sorunun kökünden çözümü imkânsızdır. O halde,
yapılması gereken, çok yönlü bir perspektiften olayları gözleyip, yerinde ve
zamanında kararlar almaktır. İlk olarak, terörün iç ve dış kaynaklarının
kurutulması gerekmektedir. 57 nci cumhuriyet hükümeti, bu amaçla yoğun bir diplomatik trafik
başlatmış, kararlı tutumunu ve haklılığını bütün dünyaya gösterme yoluna
gitmiş, bu konuda büyük bir başarı göstermiştir. Bu yöndeki çabalar, önemli
başarılar sağlanmış olmasına rağmen, halen devam etmektedir. Yine, örgütün iç desteklerinin kurutulması için, Devlet İhale Kanununda
ve Terörle Mücadele Kanununda yapılması öngörülen değişikliklerle yasal
önlemler alınmaya çalışılmaktadır. İkinci olarak; terör olaylarının arka yüzünde bölge insanının yaşadığı
ekonomik sıkıntılar yatmaktadır. Bilindiği gibi, terör, her zaman, ekonomik
yönden geri kalmış, eğitim imkânları kısıtlı bölgelerde taban bulmakta ve çok
kolay örgütlenmektedir. Terör örgütleri, başka bölgelerimizde de bulunan bu
ekonomik sıkıntıları kullanarak önemli bir yandaş kitlesi toplamış ve bu güçle
eylemlerini sürdürmüşlerdir. 57 nci cumhuriyet hükümeti, bu konuda da gerekli tedbirleri almakta,
bölgede bir kalkınma hamlesi başlatma kararlılığındadır. Hükümet, bu terör
zeminini ortadan kaldırmak, olağanüstü hal uygulamasına bir an önce son vermek
ve bu bölgedeki insanımızı üretken hale getirmek için gerekli istihdamı
yaratacak projelerin hazırlanması konusunda çalışmalarına titizlikle devam
etmektedir. Eğitim ve sağlık hizmetlerinde sağlanan iyileştirmenin yanında, bölgede
çok büyük bir potansiyele sahip tarım ve hayvancılık alanında bölgenin ve
ülkenin kalkınmasında çok önemli katkılar sağlayacak olan çalışmalar uygulama
aşamasına gelmiştir. Yine, bölgede sınır ticareti imkânı artırılarak, bölge ekonomisinin
canlandırılmasına çalışılmaktadır. Üçüncü olarak; alınacak güvenlik önlemleriyle, zora başvurma yöntemini
kullanan terör örgütlerine anladıkları dilden cevap vermek gerekmektedir. Bunun
için de, olayları tehdit boyutundan çıkıncaya kadar, olağanüstü yönetim
usullerini kullanmaktan başka çare bulunmamaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti,
Anayasamızda, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanmış
ve hukukunun üstünlüğünü benimsemiş bir devlet olarak, elbette ki,
vatandaşlarını olağandışı yönetim biçimleriyle idare etmeyi istemez; ancak,
Anayasal düzenimizin, üniter devlet yapımızın, ülke ve milletimizin bölünmez
bütünlüğünün tehlikede olması, milletin huzur ve güvenliği ile
vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin tehlikede olması olağanüstü hal gibi,
demokratik ülkelerde bulunması mümkün olan, Anayasal yönetim biçimlerinin
uygulanması kaçınılmaz olmaktadır. Bu uygulama; ancak, koşulların olağanlaştığı
konusundaki işaretlerin güçlü olması durumunda kaldırılabilecektir ki, yukarıda
size aktardığım istatistiksel veriler henüz bu şartların oluşmadığını
göstermektedir. Bütün bu nedenlerle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak olağanüstü
halin dört ay daha uzatılmasının ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğü
açısından yerinde olacağını düşünmekteyiz. Bu uzatmanın, son uzatma olması
temennisiyle Grubum ve şahsım adına hepinize saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP
ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Pak. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Valimiz, Manisa Milletvekili Necati
Çetinkaya; buyurun efendim. Sayın Çetinkaya, süreniz 20 dakika. DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın Başkan, çok değerli
milletvekili arkadaşlarım; konuşmalarıma başlamadan önce şahsım ve Doğru Yol
Partisi Grubu adına hepinizi en derin saygılarım ve sevgilerimle selamlıyorum. Vatanı uğruna seve seve canlarını feda eden şehitlerimize Allah'tan rahmet
diliyor, geride kalan değerli ailelerine sabır niyaz ediyor, yaralılara da
geçmiş olsun diyorum. Bölücü terör örgütünün, Eruh ve Şemdinli baskınından sonra bölgede
başlayan terör faaliyetleri neticesinde, 19 Temmuz 1987 tarihinden itibaren
şimdiye kadar 40 sefer uzattığımız olağanüstü hal uygulaması, 41 inci sefer
Meclisimizin huzuruna gelmiş bulunuyor. Bugünlere nasıl gelindiğine bir göz atacak olursak, meselenin vahametini
ve bundan sonra alınacak tedbirlerin dikkatle alınması ve uygulanması bakımından
yararlı olacağını ümit ediyorum. Değerli arkadaşlarım, Körfez Savaşıyla birlikte, 1990'dan başlayarak,
özellikle 1991 yılının başında hududumuza gelip dayanan 500 000'e yakın
Peşmerge ile birlikte, bunların arasında gelen PKK militanlarının,
kaybettikleri silah güçleriyle birlikte yeniden bir güç kazanmaları, hakikaten,
terörün yeniden güçlenmesi ve tırmanması bakımından önemli bir olay olmuştur. O
sırada bölgemize, hududunuza gelip sığınan 500 000'e yakın Peşmergenin,
insanca, hiçbir dünya devletinin yapmadığı; fakat, tarih boyunca insanlık için
mücadele eden benim ülkem, benim milletim, benim devletim, kucağını açmış, Muş,
Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Cizre ve Silopi bölgelerinde Peşmerge kampları
kurmuş ve burada kendi vatandaşlarımıza sağladığımız imkânların aynısını
bunlara da sağlamıştır. Bu konuya temas ederken şunu da belirtmek gerekir. O gün, Batı'daki
bugünkü dostlarımız, hiç kimse bu konu üzerinde hassasiyetle durmamış ve buna
bigâne kalmıştır. O sırada müteveffa Fransa Cumhurbaşkanının eşi Bayan
Mitterrand bölgeye gelmiş ve bölgede, insanlık dışı bir araştırma ve kontrol
neticesinde -o olay bizi fevkalade rahatsız etmiştir- 500 bine yakın insanın
içinden ancak 42 kişi götürebilmiştir. Bu 42 kişinin dışında hiçbir Peşmerge
başka bir yere götürülmemiş ve bu konuda yeteri derecede yardım da
yapılmamıştır. Şimdi, bugün, sözde Ermeni soykırımından dolayı, Türkiye'yi, yıllarca,
müttefiki olduğumuz Fransa ve İtalya başta olmak üzere, Batı ülkeleri... 1958
ve 1959 yılları arasında, Mağrip'te, vatanını korumak ve istiklaline kavuşmak
için gayret gösteren, mücadele eden 1 milyon Cezayirli Müslümanı gözünü
kırpmadan katleden, şehit eden Fransız, kendi ayıbını görmeden, sanki
kendilerinin hiçbir günahı ve vebali yokmuş gibi, bugün, ülkemi beni,
Türkiye'yi suçlamaya kalkmaktadırlar. Kendi alınlarındaki kara durduğu sürece,
işte, bu Peşmergelere gösterdiğimiz yardım, ihtimam ortadayken, Türkiye, tarih
boyunca bu konuda insanlık duygularını ispat ederken, bir Fransız, çıkıp da
kendi günahını benim üzerime kesinlikle
fatura edemez; bunu, bu Meclisin huzurunda şiddetle kınıyorum. (Alkışlar) Değerli arkadaşlar, bu, tabiî, tarihî bir oyundur. Bu oyun
bitmeyecektir. Bu ülke, asırlar boyu dünyaya hizmet etmiş, insanlığa hizmet
etmiş, insanlık için kendisini feda etmiş, kendi nefsini değil, diğer
insanların nefsini kendisinden efdal
görmüş; ırk, dil, din, mezhep farkı gözetmeksizin yardım götürmüştür.
Cihanşümul imparatorluklarla, gerek
Balkanlarda gerek Ceziretül Arap'ta gerek Kafkaslarda gerek Mağrip'te
(Kuzey Afrika'da) tarih boyunca insanlık duygularıyla, bu ülke, hakikaten
dünyaya insanlık dersi vermiştir; ama, bugün beni kınayanlar, yine çok uzak
değil, 1986'dan başlayarak şiddetini artıran ve 1990'lı yıllarda
Bosna-Hersek'te 220 bin günahsız, silahsız, savunmasız insanı, kadın-erkek,
yaşlı demeden, ırzına tecavüz ederek, hunharca öldürerek toplu katliamlara tabi
tutarak katlettiler. Günahları, sırf Müslüman olan bu insanlara yaşama hakkını
fazla gören demokrasi havarisi Batılılar, bugün, beni hiçbir zaman suçlayamazlar
ve tarihte kendi vatandaşımdan farksız olarak muamele gören Türkiye'deki Ermeni
vatandaşlara yönelik soykırım iddiasıyla Türkiye'yi hiçbir kimse suçlayamaz.
(DYP sıralarından alkışlar) Benim, savunmasız, tamamen sizin himayeniz altında olan büyükelçilerim,
müsteşarlarım ve oradaki görevlilerim, gözlerinizin önünde -Biz, yalnız Fransa'da üç diplomatımızı
şehit verdik- toplam 57 diplomatım şehit olurken, dün neredeydiniz, bunu niye
kınamadınız, bunu niye engellemediniz? Onun için, siz, beni suçlayamazsınız... Değerli arkadaşlar, işte, bugün güvenlik güçlerinin bu olaylar
karşısında göstermiş olduğu olağanüstü gayret ve başarı neticesinde terör,
tamamen olmasa bile, büyük mikyasta gücünü kaybetmiş ve teröristbaşı
yakalanmış, aynı zamanda, bugün, artık, güvenlik güçlerinin azimli ve kararlı
mücadeleleri karşısında direncini yitirmiş duruma gelmiştir. Şimdi, bölgede bu huzur ve güvenlik ortamı sağlanırken, devlet olarak,
bizim, oraya yapmamız gereken çok önemli hizmetlerin gözardı edilmemesi gerekir.
Bakınız, bölgede, terörle yapılan mücadele neticesinde 100 milyar dolara yakın
para sarf edilmiştir. Cumhuriyet hükümetleri tarihinde elli yıl boyunca,
Batıdan aldığımız toplam 120 milyar dolarlık kredinin karşısında göreceksiniz
ki, bizim yalnız oraya sarf ettiğimiz 100 milyar dolardır. Eğer, biz, o parayı,
ülkenin kalkınmasına sarf etmiş
olsaydık, bugün, Türkiye, gelişmiş 15
ülkenin başında yer alırdı ve Türkiye'nin fert başına düşen millî geliri 7 bin
dolara ulaşırdı; ama, gelin görün ki, yıllarca, millî birlik ve bütünlüğünün
devamı için mücadele veren Türkiye, bu
konuda, bu mücadelenin sonunu getirebilmesi için, her şeyden önce, bölgenin
kalkınmasına yönelik faaliyetlerini ciddî bir şekilde sürdürmesi gerekiyor. Ekonomik kalkınmasını tamamlamayan ülkelerin, terör belasından, terör
afetinden kendisini kurtarması mümkün değildir. En önemli konu, ekonomik
kalkınmadır. Yıllarca terörle mücadele eden bir arkadaşınız olarak şunu
söyleyeyim ki, ekonomik güce erişen ülkelerde terörü çok az görürsünüz; ama,
ekonomik gücün yitirildiği, işsizliliğin kol gezdiği yerlerde, eğitim seviyesi
de düşecek ve dolayısıyla, işsiz insanları kandırmak ve terörün pençesine
düşürmek daha kolay olacaktır. Bakınız, bölgede okuma-yazma oranını incelediğimiz zaman, son verilere
göre, öğrenci sayısı 1 100 118'dir. Sınıf öğretmeni 20 888'dir; ihtiyaç duyulan
1 430'dur. Branş öğretmeni 9 281'dir, özellikle branş öğretmeni konusunda
bölgede 4 445 ihtiyaç vardır; bu bir
açıktır. Okul sayısı 4 442, kapalı okul sayısı hâlâ 372'dir. Sağlık ocağı
sayısı 442, kapalı sağlık ocağı 70'dir. Sağlık evi sayısı 788, kapalı olan
681'dir. Şimdi, bu istatistikleri vermemdeki sebep şudur: Bu bölgede, eğer,
gerçek manada bu problemin yok olmasını kökten istiyorsak, altyapı hizmetlerine
gereken ehemmiyeti mutlaka vermeliyiz. Oraya neler yapmalıyız? Yapacağımız
önemli, çok önemli hizmetler var; nedir onlar: Hizmetlerin başta geleni, GAP'ın
tamamlanmasıdır. Güneydoğu Anadolu'da, GAP Urfa tünellerinin açılmasıyla
birlikte... Beş yıl önce Urfa tünellerini bitirdik. O konuda emeği geçen bütün
yetkilileri huzurlarınızda şükranla, minnetle anıyorum; çünkü, Güneydoğu
Anadolu Projesinin tamamlanması, Güneydoğu Anadolu'nun en büyük kalkınma
hamlesinin gerçekleşmesi demektir ve oranın ekonomik güce kavuşması, terörün
kaynağının kökten kurutulması demektir. Sivrisineği değil, sivrisineğin ürediği
kaynağı, bataklığı kurutmamız lazım. İşte, bataklığı kurutmak, sefil, perişan
durumda olan, eğitimsiz olan, doktorsuz olan oradaki bölge insanımızı, devletle
doya doya barıştırmak ve seve seve, ondan sevgiyi esirgemeden kucaklamak ve
ekonomik imkânsızlıklardan kurtararak, gerçek manada birinci sınıf vatandaş
haline getirmektir. Bakınız, İzmir'de, Manisa'da, Aydın'da, son birkaç senedir, 1995
yılından bu tarafa, GAP'ın kısmen faaliyete girmesiyle birlikte, batıdaki pamuk
tarlalarında, batıdaki domates tarlalarında çalışacak yeteri derecede işçi
bulmak artık zorlaşmış durumda; çünkü, her tarla, GAP'la birlikte bir fabrika
mesabesindedir. GAP'ı tamamladığınız takdirde, fabrikalar yapmış kadar üretimi
artırmış oluyorsunuz. Onun için, o insan, orada rızkını bulduğu takdirde, niye kamyonların
kasasında ta batıya gitsin? Binlerce insanımız, sırf rızk kapısını aralamak
için, trafikte bütün tehlikeleri göze alarak, binlerce kilometre yol
katetmektedir. Onun için, ben diyorum ki, GAP, bir an önce, yeteri derecede
ödenek sağlanarak tamamlanmalıdır. Urfa tünellerinin açılmasıyla birlikte, onun devamı olan entegrasyon
tamamlanmalıdır. Nedir o; sulama kanalları tamamlanmalıdır. Hâlâ, bu konuda
yeteri derecede ödenek ayrılmamaktadır. Kusura bakılmasın, ben, popülist bir politika yapmak istemiyorum; ama,
bankaların kurtarılmasıyla ilgili 10 milyar 600 milyon dolar para verilen bir
yerde, eğer, GAP'a bu ödeneği vermemişsek, bu, bizim için bir millî ayıptır. Sulama kanalıyla birlikte, aynı zamanda, sulama eğitimini de vermemiz
lazım. Bu yaz Harran Ovasına iki sefer gittim. Vatandaş, ne kadar fazla su
verirse, o kadar fazla üretim alacağını zannediyor; teknik bilgisizlik, tarım
bilgisizliği vardır. Mutlaka, oradaki vatandaşlarımızı eğitmek bakımından,
önemle bu konunun üzerinde durmalıyız. Altyapı hizmetleri tamamlanmalıdır; yol, su, elektrik, sağlık hizmetleri
ve sağlık hizmetlerindeki uzman personel ihtiyacı kısa zamanda giderilmelidir. Yine, bölgede yapılacak önemli hizmetlerin başında, bölgenin
kalkınmasına yönelik bir millî ekonomi, bölgeye yönelik bir millî ekonomi
politikası tespit edilmelidir. Her gelen hükümet tarafından -hepimiz
dinliyoruz- ne denildi; efendim, Güneydoğu Anadolu kalkınma paketi açılıyor...
Açıldı... Açılacak... Bir türlü bu paket açılmadı. Niye açılamıyor, bu kadar
zor mu?!. Hani paket açılıyordu, hani Hakkâri'ye gittik, orada toplantılar
yaptık. Nerede bu paketiniz?!. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, oradaki vatandaş, bir an önce destek beklemektedir.
Bazı yörelerde, özel sektör, teşvikle birlikte, bazı yerlerde de, devlet
sektörü, kamu yatırımlarını azaltmadan, eksiltmeden devam ettirmelidir. İşte,
bu yerlerden birisi de Güneydoğu Anadolu'dur, Doğu Anadolu'dur. Evet, liberal
ekonomilerde özel sektör yatırım yapmalıdır. Ben, liberal ekonominin gönülden
taraftarı olan bir kişi olarak diyorum ki, Güneydoğu Anadolu'da, eğer, özel
sektörü oraya celp edememişsek, teşviklerle, her çeşit imkânlarla hâlâ oraya
gidemiyorsa, devlet, orada yatırım faaliyetlerini durdurmadan, işsizliğe çare
bulmak için yatırımlarını sürdürmelidir. Devletin ekonomik hayattaki rolü son
derece önemli. Onun için, ekonomik kalkınmayı hızlandırmak ve bölgeler arasındaki
dengesizliği gidermek için, devlet, ekonomik hayata müdahale etmelidir bu
bölgelerimizde. Bu müdahalelerin, ekonomik açıdan bir maliyeti vardır. En
başta, ekonomide kaynak dağılımını değiştirmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN- Sayın Çetinkaya, size 2 dakika eksüre veriyorum; lütfen,
tamamlayınız. M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla)- Teşekkür ederim. Gelişen ekonomilerde devlet, piyasa hatalarını düzeltmenin yanında,
ekonomide, bizzat yatırım yaparak, bu bölgede aktif rol oynamalı; ekonomik
kalkınmayı hızlandırmak için özel ekonomik faaliyetleri yönlendirici ve teşvik
edici politikalar izlemelidir. Belirli bölgelerde her sektörün devlet
tarafından desteklenmesi yerine, başarılı olabilecek bütün sektörleri
destekleyebilecek bir ortamı sağlamaya yönelik rekabet ortamı oluşturma
stratejisinin seçimi daha uygundur. Bu stratejinin amacı, belirsizliklerin en
aza indirildiği, istikrarlı bir makro ekonomik ortamın sağlanması, altyapının
ve teknolojinin geliştirilmesidir. Az gelişmiş bölgelerin sanayileşmesi ve kalkınması için aşağıdaki
ilkelerin dikkate alınması yönünden fayda mülahaza ediyoruz: Emek-yoğun sanayilerin kurulmasına önem verilmelidir. Doğal kaynak
kullanımı yüksek sanayiler tercih edilmelidir. İleri ve geri bağlantısı yüksek
sanayiler tercih edilmeli, kurulacak sanayiler optimal ölçeğe sahip olmalı ve
tam kapasiteyle çalışmalıdır. Özel girişim özendirilmeli ve bölgeye çekilmeli,
bölgede modern ulaşım yatırımlarına ağırlık verilmelidir. Değerli arkadaşlar, gönül arzu eder ki, görüştüğümüz olağanüstü halin 41
inci defa uzatılması inşallah son olsun. Biz diyoruz ki, artık, yeter, normal
bir hayat oraya avdet etsin; avdet etmenin yolu da, candan, gönülden, samimi
olarak, o bölgeye gereken ilgiyi ve alakayı göstermemizdir. Bu duygu ve düşüncelerle, bölge insanının çektiği sıkıntıların son
olmasını diliyor, şehit olanları rahmetle anıyor, geride kalanlara Allah'tan
sabır diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çetinkaya. Fazilet Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet
Fırat. (FP sıralarından alkışlar) Sayın Fırat, süreniz 20 dakika. Buyurun efendim. FP GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; olağanüstü halin 4 ilimizde, 4 ay süreyle daha
uzatılması hakkındaki Başbakanlık tezkeresi üzerinde Grubum adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, 41 inci kez görüşülmekte olan olağanüstü halin
uzatılması olayı, artık, Türkiye Büyük Millet Meclisi için, olağan, rutin bir
işlem haline gelmiştir. İnanıyorum ki, birçok arkadaşımızın, olağanüstü halin
kaynaklarının neler olduğunu, olağanüstü hal altında yaşayan insanlarımızın
hangi şartlar içerisinde yaşadığını -yasal olarak hangi şartlar içerisinde
yaşadığını; yaşanmadığı sürece, fiilî olarak bunu söyleyebilmek mümkün değil-
unuttukları veya fazla ilgilenmedikleri kanısıydayım. Çünkü, Başbakanlık
tezkereleri, genellikle, yurt dışına giden bakanlarımızın dönüşüne kadar, o
süre içerisinde, başka bakanların görevlendirilmesi hususunda gündemimize
geliyor. Olağanüstü hal, ismi üstünde olduğu üzere, Anayasamızın 119 uncu ve
müteakip maddelerinde "Olağanüstü Yönetim Usulleri" adı altında
belirtilmiştir. Olağanüstü yönetim usullerini, olağanüstü haller, sıkıyönetim,
seferberlik ve savaş hali olarak belirlemiştir. Olağanüstü hal ise, 119, 120 ve
121 inci maddelerde yer almıştır. Bugün, üzerinde konuşmuş olduğumuz olağanüstü
hal, şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması
sebepleriyle ilan edilmiş olan bir olağanüstü haldir. Anayasamızın 120 nci
maddesi, aynen şöyle demektedir: "Anayasa ile kurulan hür demokrasi
düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın
şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları
sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı
başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü
aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi
altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edilir." hükmünü
getirmektedir. Bu Anayasa hükmünden hareketle, bir de Olağanüstü Hal Yasası tanzim
etmiştir bu Meclisimiz. Burada, hangi temel hak ve özgürlüklerin askıya
alınacağını tek tek belirtmiştir bu yasa. Artı, bu yasa yetmediği için, 11 tane
de kanun hükmündeki kararname yürürlüğe konulmuş ve halen de yürürlükte
bulunmaktadır. Bu olağanüstü hal uygulaması altında yaşayan vatandaşlarımız, acaba,
hangi temel hak ve özgürlüklerden yoksun yaşıyorlar, bunu bir an düşünmenizi
rica ediyorum. İsterseniz bir kısmını okuyayım size; çünkü, Anayasada teminat
altına alınmış olan temel hak ve özgürlüklerin tamamı askıya alınmış, alınma
imkânına sahip olunmuştur. Bu bölgemizde yaşayan insanlarımızın temel hak ve
özgürlüklerinden, sokağa çıkmayı sınırlamak ve yasaklamak; kişilerin, belli
yerlerde veya belli saatlerdeki dolaşmalarını, toplanmalarını ve araçların
seyirlerini yasaklamak; kişilerin, üstünü, araçlarını, eşyalarını aratmak ve
bulunacak suç eşyası ve delil niteliğinde olanlarına el koymak; olağanüstü hal
ilan edilen bölge sakinleri ile bu bölgeye hariçten girecek kişiler için kimlik
belirleyici belge taşıma mecburiyetini koymak; gazete, dergi, broşür, kitap, el
ve duvar ilanı ve benzerlerinin basılmasını, çoğaltılmasını, yayımlanmasını ve
dağıtılmasını, bunlardan olağanüstü hal bölgesi dışında basılmış veya
çoğaltılmış olanlarının bölgeye sokulmasını ve dağıtılmasını yasaklamak veya
izne bağlamak; basılması ve neşri yasaklanan kitap, dergi, gazete, broşür, afiş
ve benzeri matbuayı toplatmak; söz, yazı, resim, film, plak, ses ve görüntü
bantlarını ve sesle yapılan her türlü yayını denetlemek, gerektiğinde
kayıtlamak ve yasaklamak; hassasiyet taşıyan, kamuya ve kişilere ait
kuruluşlara, bankalara, kendi iç güvenliklerini sağlamak için özel koruma
tedbirleri aldırmak veya bunların artırılmasını istemek; her nevi sahne
oyunlarını ve gösterilen filmleri denetlemek, gerektiğinde durdurmak veya
yasaklamak; ruhsatlı da olsa, her nevi silah ve mermilerin taşınmasını veya
naklini yasaklamak; kamu düzeni ve kamu güvenini bozabileceği kanısını
uyandıran kişi ve toplulukların bölgeye girişini yasaklamak, bölge dışına
çıkarmak veya bölge içerisinde belirli yerlere girmesini veya yerleşmesini
yasaklamak; bölge dahilinde güvenliklerinin sağlanması gerekli görülen tesis ve
teşekküllerin bulunduğu alanlara giriş ve çıkışı düzenlemek, kayıtlamak ve
yasaklamak; yasaklamak, yasaklamak, yasaklamak ve askıya almak... Türkiye'de demokratik hak ve özgürlüklerin daha çok artırılması, bu
halkın çağdaş demokratik hak ve özgürlüklerden istifadesinin münakaşasını ve
münazarasını bu kürsülerden yaparken, belli bir bölgenin bu temel hak ve
özgürlüklerden yoksun bırakılmasını, hem de otuz yılı aşkın bir süreyle yoksun
bırakılmasını izah edebilmenin, bugünkü şartlarda imkânı yoktur. Doğrudur,
belli bir dönem içerisinde, bu bölgede, olağanüstü hal şartlarının oluştuğu
dönemler olmuştur; ancak, gerek Millî Güvenlik Kurulundan gerekse Sayın
Bakanımızdan, Türkiye'deki öncelikli tehlikelerin sıralanmasında bir değişiklik
yapıldığını çeşitli kezler duyuyoruz, işitiyoruz. Millî Güvenlik Kurulumuz, PKK
terör örgütünün tasfiye edildiğini ve bu bölgedeki terör olaylarının minimuma
indirildiğini, dolayısıyla, öncelikli tehlikenin, artık, terör olayları
olmadığını ilan etmiş ve yeni bir hedef göstermiştir; bu hedef, irticadır; ama,
Sayın Bakanımız, Millî Güvenlik Kurulunun bu belirlemesinin dışında,
Türkiye'deki öncelikli tehlikenin, yolsuzluk, usulsüzlük ve ekonomik suçlar
olduğunu beyan etmiştir. Peki, devletin güvenlik konusunda en üst düzeyde
yetkili bir anayasal kurumu olan Millî Güvenlik Kurulumuz, eğer, tehlike,
tehdit vasfını değiştirmişse, o zaman, 41 inci kez önümüze getirilen bu uzatma
işlemi, acaba, işin rutin oluşundan, bir alışkanlıktan mı ileri gelmektedir
veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilmediği bazı nedenlerle, Türkiye, halen
terör olayının tehlikesi altında mıdır? Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak
bunu bilmek hakkımızdır. Eğer, açık bir toplantıda bu konu münakaşa edilemiyor
ve bizlere iletilemiyorsa, İçtüzüğümüzün sarih maddeleri vardır. Gizli bir
toplantı yapılır; gerekçeler, açık olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyelerine açıklanır. Biz de, vicdanen buna kanaat getirdiğimiz zaman ve gerekli
görülüyorsa, buna "evet" oyu veririz. Aksi halde, Türkiye'de değil 4 vilayetin, tek bir şahsın dahi temel hak
ve özgürlüklerinin... Ki, biraz sonra, ceza ve tutukevlerini görüşeceğiz,
oradaki insanların temel hak ve özgürlüklerinden bahsedeceğiz; ama, bir yerde
de, kalkıp, cezaevlerine istemiş olduğumuz, tutuklular ve hükümlülere istemiş
olduğumuz temel hak ve özgürlükleri, Türkiye'nin belli bir kesiminde, o bölgede
yaşayan insanlara layık göreceğiz. Bunu izah etmenin mantığı yoktur. Çok kısa bir süre içerisinde, yalnız olağanüstü halin o bölgeden
kaldırılmasıyla yetinilmemesi gerektiği kanısındayız. Hükümetin, gerek kendi
programında gerekse siyasî partilerin kendi programlarında olağanüstü halin en kısa sürede kaldırılacağı
konusunda taahhütleri vardır. Burası, Türkiye Büyük Millet Meclisi, sadece bir
tasdik mercii, bir noter mercii değildir; mutlak surette nedenleri, özellikle
temel hak ve hürriyetler konularında mutlak surette bilgilendirilmesi ve
hakikaten gerçek gerekçelere dayandırılması lazımdır; aksi halde, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olduğu ilkesinin ihlal
edildiği kanısına varırım. Olağanüstü halin kaldırılması yetmeyecektir, bu bölgedeki insanlarımız,
olağanüstü hal, askerî dönem ve sıkıyönetim dönemleri artarda eklendiği zaman,
o bölgede 30-35 yaşına gelmiş olan bir insanın anayasal haklarını kullanarak
yaşadığı bir süreci görebilmek mümkün değildir. Bir hikâye anlatmak istiyorum. Diyarbakır'ın 45 - 50 derecelik bir
sıcağında, sırtında 100 kilo taşıyan bir hamala vatandaşın birisi yaklaşıyor ve
soruyor "hamal kardeş saat kaç?" Hamal cevap veriyor "saat
30" diyor. Soran hayretle dönüyor "saat 30 olur mu" diyor, hamal
cevap olarak "ee, peki hamalda saat olur mu" diyor. Şimdi, inanıyorum ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin zaman mefhumu
vardır. Halkımız, otuz yıldır sıkıyönetim, askerî dönem ve olağanüstü hal
olarak yaşatılan bu dönemde, inanıyorum ki, bize, o vatandaşın hamala sorduğu
suali soracaktır. NECDET SARUHAN (İstanbul) - Hamalda cep telefonu da var! DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Bu ekonomik gelişmeler karşısında,
halkımızın, mutlu, iktisaden kalkınmış olduğunu, tabiî, göz önünde tutmamız
lazım; onu tasrih ediyorum o konuda. Sayın milletvekilleri, olağanüstü halin kaldırılması yetmez. Bu bölgede
uzun bir süredir meydana gelen bu olağanüstü halin yaratmış olduğu tahribatlar
vardır. Bu tahribatların, öncelikle ve kısa sürede kaldırılması lazım. Bunlar
nedir; bunların birincisi, olağanlaşmadır. Artık, olağanüstü dönemi bırakmamız
gerekir. İkincisi, boşalan köyler ve göç eden insanlarımız vardır. Bugün
İstanbul'un, Mersin'in, Adana'nın, Ankara'nın varoşlarında, o bölgeden terör
nedeniyle göç etmiş ve köyleri boşaltılmış, köyleri yıkılmış olan milyonlarımız
vardır. Oradaki sorunu metropol şehirlere taşımış durumdayız ve bir süre sonra,
eğer, bu dönüş sağlanmadığı takdirde, hakikaten, şu olağanüstü hal
tedbirleriyle önüne geçemeyeceğimiz çok daha büyük sosyal olaylar meydana gelecektir.
Çok kısa bir süre içerisinde, köye dönüş programının, acilen ve kesin olarak
hayata geçirilmesi gerekir. Artı, bir paramiliter sistem olan ve modern dünyada kabulü mümkün
olmayan, sivil insanların silahlandırılmasına -ki, bunların adına
"korucular" diyoruz- mutlak surette, bu tatbikata son verilmesi
lazım; ama, adil bir şekilde son verilmesi lazım. Bunların, bugüne kadar
kullanıldıktan sonra ellerinden silahlarını alıp başıboş bırakılmalarının da
doğru olmadığı kanısındayım; çünkü, bu da bir sosyal problem olarak karşımıza
çıkacaktır. Bunların da sosyal güvenceleri, iş güvenceleri sağlanarak
silahsızlandırılmaları gerekir. Bunun yanında, birçok kez çıkarılan özel yasalarla bölge
silahlandırılmıştır. Uzun namlulu silahlar dahil olmak üzere, ağır silahlar
dahil olmak üzere, bugün bölgede milyonlarca silah vesikalandırılmıştır. Mutlak
surette bunun önüne geçilmesi, bu silahların bedelleri ödenerek -çünkü, devlet
teşvik etmiştir bunu- toplatılması gerektiği kanısındayım. Önümüzde, gündemde olan, güncel olan bir af yasa tasarısı var. Af yasa
tasarılarının iki temel nedeninden birisi -özellikle olağanüstü dönemlerden
geçmiş bizim gibi ülkelerde- sosyal barışı sağlayabilmek, ikincisi ise, olağan
dışı olaylar sırasında hukukî yanlışların düzeltilmesi temeline dayanmaktadır. Bu af tasarısıyla, inanıyorum ki, doğu ve güneydoğuda sosyal bir barışın
sağlanabilmesi imkânının ikinci bir enstrümanı karşımızda bulunmaktadır. Mutlak
surette, silah zoruyla, devletin sahip çıkamaması nedeniyle ve bir yerde de,
bir müessese haline getirilen itirafçılık müessesesinin imkânlarından istifade
etmek üzere, binlerce insanımız, maalesef "yardım ve yataklık" adı
altında ya mahkûm olmuş, hapishanelerde veya halen haklarında ceza yargılaması
devam etmektedir. Bunların, mutlak surette af kapsamı içerisine alınması
gerekmektedir. Hatta, Terörle Mücadele Yasasının ilgili maddesine göre, eline
silah almamış olan, çatışmaya girmemiş olan, dağa çıkmamış olan insanların da
-eğer sadece fikrî düzeyde, ifadelerinden dolayı mahkûmiyet almışlarsa- af kapsamı
içerisine alınmasında mutlak surette fayda olduğu kanısındayım. Eğer, olağanüstü halin uzatılması konusunda bir karar alacak olur isek,
o zaman, ben, hükümete, yine Anayasamızın olağanüstü halle ilgili 119 uncu
maddesinin ilgili kısmını hatırlatmak istiyorum; çünkü, tabiî afet, tehlikeli
salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde yine olağanüstü halin
ilanı, Anayasamızın amir hükümlerindendir. Sayın İçişleri Bakanımız, her gün güncelleşen ve her biri de çok
enteresan isimler alan ve tamamen ekonomik suç olduğu iddia edilen -ki, bir
müddet sonra, karşımıza, af yasasında, ekonomik suça ekonomik ceza verilmesi
gerekçesiyle bunların da kapsanması olayı geliyor- bankaları hortumlayanlarla,
hayalî ihracat yapanlarla ve Türkiye'nin ekonomik hayatını etkileyen -ki, 10
milyon dolarlarla ifade edilen- bu soygunla baş edebilmenin olağan yöntemlerle
başarılacağı kanısında değilim. O bakımdan, bu Olağanüstü Hal Yasasının
getirmiş olduğu imkânlardan yararlanmanız için, mutlak surette, Anayasamızın
119 uncu maddesine göre, bir an evvel, Türkiye'nin özellikle büyük
şehirlerinde, Ankarasında, İstanbulunda da -yani, finans merkezlerinde, yani
siyaset merkezlerinde, yani bürokrasinin merkezlerinde- olağanüstü halin ilanı
gerektiği kanısındayım. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Eğer, bunu
yapamıyorsanız, Hakkâri'deki, Şırnak'taki, Diyarbakır'daki, Tunceli'deki
vatandaşların üzerinde şu temel hak ve özgürlüklerinin kaldırılması isteğini
talep edemezsiniz; vebal altında kalırsınız. Bu vesileyle, kabul edilmemesi yönünde oy kullanacağımızı beyan eder,
diğer tüm milletvekili arkadaşlarımın da vicdanlarının sesini dinleyerek,
olağanüstü halin uzatılmaması yönünde oy kullanacaklarını temenni eder;
hepinizi saygıyla selamlarım. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Fırat. Demokratik Sol Parti Grubu adına, Manisa Milletvekili Cihan Yazar;
buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakikadır. DSP GRUBU ADINA M. CİHAN YAZAR (Manisa) - Sayın Başkanım, sayın
milletvekilleri; Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak, Tunceli İllerinde devam etmekte
olan olağanüstü halin, 30.11.2000 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay
daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde söz almış
bulunmaktayım; Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlarım. Anayasamızın 119 ve 120 nci maddelerinde, tabiî afet, tehlikeli salgın
hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde ve tür demokrasi düzenini,
temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet
hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları
sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, yurdun bir veya
birden fazla bölgesinde olağanüstü hal ilan edilebileceği belirtilmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizin gayet iyi bildiği bir
gerçek, olağanüstü halin Doğu ve Güneydoğu'da uzun yıllar devam ettiğidir.
Yalnız, hükümetlerimizin yıllardır uyguladığı kararlı ve azimli tutum
sayesinde, bu sayı, 28.6.2000 tarihinde Van İlimizin de kapsam dışı
bırakılmasıyla 4'e düşmüştür. 57 nci cumhuriyet hükümetinin tüm arzusu, Diyarbakır, Şırnak, Hakkâri,
Tunceli gibi OHAL kapsamındaki iller ile mücavir alan kapsamındaki diğer
illerimizde genel politikalar konusunda kesin başarı elde etmektir. Hükümetimizin genel politikaları, eğitim seferberliği, sağlık
seferberliği, ekonomi ve Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in kesin
talimatlarıyla hükümetimizin gündeme aldığı ve büyük önem verdiği köye dönüş ve
rehabilitasyon projesidir. Bu projelerin düzenli uygulanması sonucunda, bölgemizde, olağanüstü
halin çok kısa zamanda sona ereceğine, Demokratik Sol Parti olarak inancımız
tamdır; en büyük emelimiz de budur. Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; son 4 ayda yapılan çalışmaları ve
elde edilen başarıları sizlerle paylaşmak istiyorum. Eğitim konusu: 57 nci cumhuriyet hükümetinin, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'daki en büyük silahı eğitimdir. Bu kürsüden, 1997 yılında yapmış
olduğum konuşmamdan birkaç örnekle, sizleri aydınlatmak istiyorum. 1997 yılında, OHAL Bölgesi ile mücavir alanda kapalı okul sayısı 2
202'ydi. Bugün, kapalı okul sayısı 372'dir. En sevindirici husus ise, öğretmen
eksikliğinden, 1997 yılında 357 okulumuz kapalıyken, bugün, bölgede, öğretmen
eksikliği nedeniyle kapalı okulumuz yoktur; yalnız, bölgenin, sınıf öğretmeni
ihtiyacı 1 430, branş öğretmeni ihtiyacı 4 445'tir. Bakanlığımız, bu konuya
hassasiyetle yaklaşmakta ve eksiklikleri en kısa zamanda tamamlamak
arzusundadır. Millî Eğitim Bakanlığımızın, bölgedeki en büyük ve en güzel uygulaması,
yatılı kız öğretmen okullarıdır. Hükümetimizin ana görevi, kız evlatlarımızı bu
bölgede kesinlikle eğitmektir. Çünkü, bir kız evladımızı eğitirsek, bir aileyi
eğitmiş oluruz. Unutmamak gerekir ki, çocuğun, ilk okulu ailesi, ilk öğretmeni
de annesidir. Sağlık sorunu: Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; hükümetimiz, Doğu
ve Güneydoğu Anadolu'da, koruyucu sağlık hizmetleri, aşılama, bebek, gebe
takibi, temel sağlık hizmetleri ve ana sağlık hizmetleri açısından çok önemli
aşamalar kaydetmiştir. Şu an, bölgemizde, 412 sağlık ocağı hizmet vermektedir.
Kapalı sağlık ocağı adedi 70'tir; bunlar, personel eksikliğinden
kaynaklanmaktadır. Bölgemizdeki sağlık eksikliğinden kaynaklanan personel eksikliğimizin
giderilmesi için, Sağlık Bakanlığımız, çok yoğun bir çalışma içine girmiştir.
Şu an, olağanüstü hal bölgesindeki illerimizde çalışan uzman hekim sayısı 161,
pratisyen hekim sayısı 630, hemşire 976, ebe 873, sağlık personeli 693'tür.
Sağlık Bakanlığı, yeni tahsis edilen tüm kadrolarını OHAL bölgesi ve mücavir
alan için kullanmaktadır. Ekonomi: Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; hükümetimiz, OHAL bölgesi ve
mücavir alanı için 193 sayılı, yatırımların teşvik edilmesiyle ilgili, bölgenin
ekonomik ve sosyal yönden kalkınmasını sağlamak amacıyla bir kanun çıkarmış ve
uygulamaktadır. Bu kanun, müteşebbislerin bölgede yatırım yapmalarını
özendirici bir unsur olmuştur. Ayrıca, Halk Bankamız, bölgede KOBİ'lere, iş
kurmada, üretimde ve standart geliştirmede son derece büyük katkılar
sağlamaktadır. Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi: Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; Sayın Başbakanımız Bülent
Ecevit'in talimatlarıyla uygulanmaya başlanan köye dönüş projesi bizim için
hayatî bir önem taşımaktadır. İsteyenin kendi köyünde yaşamak istemesi en doğal
hakkıdır. Bu hak, hem Anayasadan hem de uluslararası İnsan Hakları
Sözleşmesinden kaynaklanan temel bir haktır. Köye dönüşte zorlama olmamalı,
bireyler, dönme kararını, özgür iradeleriyle, baskısız, demokratik ortam
koşulları altında verebilmelidir. Halihazırda bu proje kapsamı içinde yer alan
illerimiz, Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli, Van, Batman, Diyarbakır,
Mardin, Siirt ve Şırnak'tır. Bunlardan Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli ve
Van İlleri, İçişleri Bakanlığının yatırım programı kapsamında yer almaktadır.
2000 yılı içinde, bu projelere toplam 2,8 trilyon ödenek ayrılmış ve illerine
gönderilmiştir. 2001 yılında, bütçemize 3,2 trilyonluk ödenek öngörülmüştür. Köye dönüş projesinde amacımız, üretimden kopmuş bu insanları yeniden
üretici haline getirmek, eğitim düzeyini yükseltmek ve terörü, düşünce olarak
ortadan kaldırmaktır. Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; yukarıda arz ettiğim hususların
gerçekleşmesi için, 57 nci cumhuriyet hükümetinin zamana ihtiyacı olduğu
kesindir. Bu yüzden, Demokratik Sol Parti Grubu olarak, olağanüstü halin 4 ay
daha uzatılması için olumlu oy vereceğimizi bildirmek istiyorum. Demokratik Sol Parti kültürü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki sorunu ayrı
bir sorun olarak görmemekte, ülkenin bir sorunu olarak görmektedir. O bölgenin
insanları arasında, birbirlerine yan bakan, birbirini yabancı gören ne Türk
asıllı ne de Kürt asıllı yurttaşımız vardır. Bizi birbirimizden ayrı gibi
görmek ve göstermek, Türkiye'yi bölmeye doymamış Sevr özlemcisi yabancılar ve
onların maşalarıdır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Bu Sevr özlemcisi
yabancılar, Avrupa Birliğine katılma konusunda da ülkemize karşı aynı
tavırlarını sürdürmektedirler. Bizim yüreğimizde Türk ve Kürt'ün ayrı yeri
yoktur. İkisini ayrı gözle görmek, bizlerin yüreğimizi ikiye ayırmamız kadar
güçtür. Zaten, ikiye ayrılan yürek de çalışmaz. Yüce Meclisi Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Yazar. Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır. Şahısları adına, Hakkâri Milletvekili Sayın Evliya Parlak.... (DYP
sıralarından alkışlar) KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, hükümet konuşacak mı konuşmayacak
mı? BAŞKAN - İçtüzük neyi gerektiriyorsa onu yapacağım. KAMER GENÇ (Tunceli) - Öğrenelim canım... Konuşacak mı konuşmayacak mı? BAŞKAN - Siz konuşmanızı yapın Sayın Genç, sırası geldiğinde tabiî... Sayın Parlak, süreniz 10 dakika. EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin kıymetli üyeleri;
sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlarım. Değerli arkadaşlar, görüşmekte olduğumuz, Başbakanlığın 4 ilde
olağanüstü halin 4 ay daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi üzerinde söz almış
bulunmaktayım. Hepiniz hatırlarsınız, 18 Nisanda seçilen 21 inci Dönem Meclisine
geldiğimiz günden bugüne kadar, bu, 5 inci uzatma kararı karşımıza gelmektedir
ve 5 inci kez huzurunuza çıkmaktayım. Değerli arkadaşlar, biraz önce konuşan arkadaşlar "bu, 40 ıncı defa
oldu" dediler, sadece olağanüstü halin uzatılması. Unutuluyor ki, 1987'de
olağanüstü hale geçilirken, sekiz yıllık sıkıyönetim yaşamı da vardı arkasında.
Yani, ben, aynı şekilde başa dönmek istiyorum. 1979'dan bugüne kadar, başta
mensubu olduğum il olmak üzere, bu 4 ilin insanları, aşağı yukarı yirmibir
yıldır normal bir insan gibi yaşama kavuşmamıştır. Değerli Adıyaman Milletvekili arkadaşım, hukukçu olması sebebiyle, çok
güzel izah ettiler; olağanüstü hal insanlara neler getiriyor, insan hak ve
hürriyetlerini nasıl kısıyor. Bunun, siz, bir de evveliyatını alın -ki,
sıkıyönetimin çok daha ağır şartlar taşımakta olduğu da bilinen bir gerçek-
yirmibir yıl, gençler, insanlar bu yaşamı sürdürmüşler... Değerli ANAP Grubu adına konuşan sayın milletvekili benim konuşmamdan
alıntı yaptı. Doğrudur; dört ay önceki konuşmamdan çok daha iyi durumda
olduğumuzu iftiharla, umutla ve zevkle söylemek istiyorum. Eylül ayında
dolaşmadığım köy kalmadı, bütün yaz boyunca. Hakkâri'nin, hem İran hem Irak
sınırında bulunan ve ilçeye 90 kilometre uzaklıktaki Derecik'ten akşam üzeri
çıkıp Şemdinli'ye, Şemdinli'den gece 10'dan sonra Hakkâri'ye gelme şansını elde
ettik; ama, maalesef, MHP Grubu adına konuşan arkadaşımız, bundan üç dört yıl
önceki terör olaylarının durumunu ifade eden bir konuşma yaptılar. Gerçekten, benim, MHP'li arkadaşlardan, özellikle grup başkanvekilinden
istirhamım şu: Bizim dediklerimize inanmıyorsanız -istirham ediyorum- lütfen,
bölgede bir araştırma yaptırın, arkadaşlar görevlendirin veya bize misafir
olsunlar, gidip gezelim, görelim; acaba, bu bölgede, gerçekten, hâlâ terör var
mıdır, yoksa, bu insanlar haklı olarak istedikleri normal bir yönetimi hak
etmişler midir... Bunu, özellikle bilginize arz etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, Anavatan Partisi Grubu da beni çok şaşırtıyor. İki
gün önce Sayın Genel Başkan, Başbakan Yardımcısı -Bingöl ve Muş'ta galiba-
yaptığı konuşmalarda, gazeteden edindiğim izlenime, okumaya göre, olağanüstü
halin kalkması gerektiğini vurgulamış. Şimdi, ben, şunu sormak istiyorum: Doğuya gidip, bunu böyle konuşup,
Millî Güvenlik Kuruluna gidip bunu söylememek!.. Ben, bunu anlayamıyorum. Eğer
böyle bir konuşma varsa, gerçekten bunun açıklanması lazım. Hatırlarsınız,
geçen sene, ocak ayında da Diyarbakır'a gittiler; Avrupa Birliğine giden yol
Diyarbakır'dan geçer; olağanüstü hemen kalkması lazım... Sayın Bakan, burada,
şubat ayında dört ay uzatmayla karşımıza geldi. Şimdi, bu çelişkidir. Yani,
samimî olmak lazım. Gerçekten, eğer bu bölgede bunun devam etmesi gerekiyorsa,
Sayın Dengir Fırat Beyin söylediği gibi, milletvekili olarak -dün, Sayın Bakana
Plan ve Bütçe Komisyonunda da sorduk- beni tatmin etmek zorundasınız, ben
milletvekiliyim, Hakkâri Milletvekiliyim. Vatandaşla beraber değerlendiriyoruz,
geziyoruz, tartışıyoruz; gerektiren bir sebep yok. Gizli söylenmesi gerekiyorsa
-ki, Meclisten bir şey saklanmaması lazım- gizli oturum yapalım, bizi de bu
şekilde aydınlatın; biz de seve seve bu fikirlere katılalım, bu onaylara
katılalım. Değerli arkadaşlar, bölgede sıkıntılar had safhada devam ediyor. Ben,
birkaç defa huzurunuza çıktım. Plan ve Bütçe Komisyonunda bütçeler görüşülüyor.
Derecik yolu 80-90 kilometre -ki, ben, bunu, defalarca huzurunuza getirdim;
Plan ve Bütçe Komisyonunda Köy Hizmetleri bütçesi görüşülürken arz ettim, dün
Sayın Bakanıma da arz ettim- güvenlik yönüyle çok ağır basan bir bölge; 40-50
bin nüfus yaşıyor; yolu hâlâ beş saatte ancak alabiliyorsunuz. 8 trilyonu
bütçeye koyduramıyoruz ki, bu iş başlasın. Arkasından sınır ticareti... Yalvarıyoruz; insanımız açtır, perişandır;
sadece Sınır Ticaret Kanununun elverdiği ölçüde, sınır ili ve mücavir ilde
olmak şartıyla, belli bir sene, mesela iki sene buna imkân verin. İnsanımız
başka bir çözüm yolu bulamıyor; artık terörü arar hale geliyor; perişandır.
Yine sonuç yok. Köye dönüşten bahsedildi; doğrudur. DSP'li sözcü arkadaşımızın söylediği
gibi, geçen sene 2,8 trilyon, bu yılki bütçede de 3,2 trilyon. İçişleri
Bakanlığı bütçesini dün görüştük. Takdir edin ki, 3 000'in üzerinde köy
boşalmış; bu köylere yol gidecek, bu köylere elektrik gidecek, sağlık hizmeti
gidecek, eğitim hizmeti gidecek, artı, vatandaşa da -deprem felaketinden çıkar
gibi- hiç olmazsa üç tane kiremit, iki tane çimento torbası, bir iki demir
çubuk vermemiz lazım, köyüne gittiği zaman üç beş tane hayvan vermemiz lazım.
Bu şekilde giderse, her ilde, üç veya dört köy dönüşü sağlayamıyor. Valiler
çırpınıyor, ellerinde imkân yok. Bu imkân da belli, ortada. Türkiye'nin
ekonomik durumu da belli. O zaman sınır ticaretine imkân verelim, hiç olmazsa
belli bir müddet bununla geçim sağlansın. Değerli arkadaşlar, bütün bakanlık bütçeleri gelip geçiyor.
Bakıyorsunuz, gerçekten, okul, eğitim çok önemli. Bölgede terörü, her şeyi
kökünden kazımak gerekiyorsa, eğitime önem vermemiz lazım. Sağ olsun
Bakanlığımız, planlamasını yapmış, ilköğretim yatılı bölge okullarına çok büyük
öncelik vermiş; ama, beş altı proje alıyorsunuz, sadece Hakkâri İlinde 3,5
trilyon para lazım, para bulunamıyor. Anadolu lisesi, çok amaçlı lise, sağlık
kuruluşu, Kültür Bakanlığının bir sürü tesisi, gençlik sporla ilgili... Gönül arzu ederdi ki, Sayın Bakanımız, buraya, uzatma yerine, bölgedeki
bu kurumların, bu yarım projelerin gerçekleştirilmesi için bir çözümle
gelsinler. Hükümetimiz çok iyiniyetli bakıyor, çok önemli projeler ele alınmış;
ama, sağlıklı sonuca gidemiyoruz; fakat, karşımıza dört ayda bir hep aynı şey
çıkıyor, olağanüstü hali uzatıyoruz. Değerli arkadaşlar, bir de, bu uzatmalarla ilgili olarak, bölge
milletvekillerine, özellikle Hakkâri, Şırnak, Diyarbakır ve Tunceli
milletvekili olan iktidar ve muhalefetten bütün arkadaşlarıma seslenmek
istiyorum: Değerli arkadaşlar, lütfen, bu konuda, ya bizim hakikaten haklı
olduğumuzu teyit eden açıklamalarınızı getirin veya biz yanılıyorsak, gerçekten
bunun devamı gerekiyorsa, bu yönde bir açıklama yapın ki, bizim, sadece... Her
uzatmada -beşincidir tahmin ediyorum - Evliya Parlak, Kamer Genç'ten başka
konuşan olmuyor. Acaba, bunlar artık belli, alışmış, böyle bozuk plak gibi...
Ben, böyle, bozuk plak gibi konuşmak istemiyorum; ama, gerçekten, artık şuna
inanıyorum: Bölge insanım, yirmibir senelik benim gençlerim, isterse
ilköğretimi isterse liseyi isterse ortaöğretimi isterse üniversiteyi bitirsin,
artık normal bir insan gibi yaşamayı hak etmiştir; çünkü, ben, şunu kesinlikle,
hepinize samimiyetle söylüyorum, tekrar söylüyorum, inanmayan varsa, benim özel
misafirim olsun, buyurun gidelim; İstanbul'dan, Ankara'dan, İzmir'den daha
güvenlidir bölge. Başka bir sebebi yoksa niçin uzatılıyor; ben bunu
anlayamıyorum. Her sefer, her arkadaşımız çıkıyor, işte bu son olur inşallah
diyor; ben de hep öyle diyorum; ama, olmaz; ben biliyorum, dört ay sonra tekrar
gelecek. Sayın Başkanım, son olarak bir şeyi vurgulamak istiyorum. Değerli arkadaşlar,
geçen sene gündeme gelip veto edilen bir af kanunu, bugün, yine güncel olarak
karşımızdadır. Yine, Değerli Adıyaman
Milletvekili arkadaşım vurguladılar, bölge insanı onüç ondört sene terörle
boğuşmuş, güvenlik kuvvetleriyle birlikte günde belki 20-30 şehit verdiğimiz
bölge olmuştur. Bu insanlar, son iki yıldır, güvene kavuşmanın mutluluğunu
yaşıyor; ama, gerçekten, köylerin toptan imha edildiği, çoluk çocuk, bebek
demeden öldürüldüğü günleri hatırlayalım. O günlerde, köylerde mezralarda
yaşayan bu insanlar, istese de istemese de ekmek vermek zorundaydı. Siz de
olsanız, ben de olsam, kim olsa verirdi. Bir kısmı bu şekilde yargılanmaktadır
bir kısmı hükümlüdür bir kısmı tutukludur artı İtiraf Kanunundan yararlanmak
isteyen çok sayıda insanımız da, maalesef... Bazen iftira, bazen doğru. Adam,
üç sene önce gelmiş evine, kar kış, elinde bombası, kalaşnikofu, yemeğini
yemiş, ayakkabısını almış gitmiş. Üç sene sonra yakalanınca, ha, filan köyde
bir eve gittim, gelin size göstereyim diyor. Gidiyor evi gösteriyor, işte bu
evde yattık diyor. Acaba biz olsak, o evde, o adamı barındırmayacak mıydık?! İşte, demin arkadaşımın vurguladığı gibi, eline silah almamış, terör
olayına bilfiil karışmamış olan bu insanlardan yardım ve yataklıktan hükümlü
veya tutuklu olanların ceza indiriminden yararlanması konusu; ki, bu, geçen
sene... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Parlak, 1 dakika içinde toparlayınız. EVLİYA PARLAK (Devamla) - Arkadaşlarım hatırlarlar, geçen sene, 50'ye
yakın doğu ve güneydoğu milletvekilleri olarak, başta Sayın Başbakanımız,
başbakan yardımcılarımız, anamuhalefet ve muhalefet partisi genel başkanları,
Adalet ve Anayasa Komisyonları Başkanlarını ve Adalet Bakanını ziyaret ettik.
Bu 40-50 milletvekili, hepimizin bildiği, yaşadığı gerçek olayları anlatmaya
çalıştık, değerli büyüklerimizden bu konuda destek istirham ettik. Ben, yine,
Yüce Meclisten, hepinizden, özellikle istirham ediyorum, bu af kanununa, ceza
indirimi şekliyle, bu yardım ve yataklık yapanların dahil edilmesinde büyük
zaruret vardır, huzur ve güven açısından, o insanlarımızın mağduriyetini
gidermek açısından... Sürem bitiyor... Bu uzatma kararı, inşallah son olur der -inşallah
olmaz; ama, ben biliyorum, biraz sonra oylanacak, kabul edilecek; ama, bu
duaya, gerçekten, gelecek dört aydan önce Sayın Bakanım çare düşünsün- bir daha
huzurumuza getirilmemesi dileğiyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (ANAP; FP
ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Parlak. Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Kamer Genç; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü
halin dört ay daha uzatılması konusundaki Başbakanlık tezkeresi üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Değerli milletvekilleri, herhalde, bu Meclis, olağanüstü halin ne
olduğunu bilmiyor, bu olağanüstü hal altında yaşayan insanların taşıdığı
ıstırabı, acıyı, sıkıntıyı hissetmiyor; çünkü, o yaygın şiddet hareketlerinin
çok daha yoğun olduğu beş sene, dört sene önce, bu Meclis salonlarına
olağanüstü halin uzatılması geldiği zaman, bu, bir hükümeti düşürmenin nedeni
oluyordu ve insanlar oy vermiyordu. Demokrasisi gelişmiş, insan haklarına saygı
duyan toplumlarda, olağanüstü hal diye bir kavram olmaz. Gerçi, anayasal bir
rejimdir; ama, burada, biraz önce bazı arkadaşlarımız da açıkladılar... Değerli milletvekilleri, her ay, bir veya iki defa bölgeye gidiyorum,
Tunceli'ye gidiyorum. İşte, bundan onbeş gün önce Sayın Bakan geldi, 1994
yılından beri tek gözlü barakalarda yaşayan Ovacık halkı için bir 500 milyar
liralık lütufta bulundular, 80 tane konutun temeli attılar; kendilerine
teşekkür ediyorum. Şimdi, gittiğimde soruyorum, yahu, arkadaşlar, dağda teröristler var mı,
silahlı adamlar var mı; yok diyorlar. Yalnız, geçen gün, birisi, bir yerde üç
dört kişi var dedi. Şimdi, biz, niye kalksın diyoruz biliyor musunuz; burada,
silahlı eylemler sona ermiş. Ha, üç dört kişi var, beş kişi olur, yüz kişi
olur. Şimdi, sayın milletvekilleri, bizim dağlarımız, silahlı adamların
gezmesine elverişli dağlar. Şimdi, orada, bir silahlı adam kalırsa, yani,
olağanüstü hal kalkmayacak mı Tunceli'den! Bunu düşünmemiz lazım. Yani,
olağanüstü halin ilanını gerektiren, yaygın şiddet hareketlerinin demokratik
hak ve özgürlükleri yok edecek biçimde gelişmesidir. Burada, böyle bir şey
kalmamış. Sayın hükümet, çıkıp, bunun gerekçesini bile açıklama cesaretini
bulmuyor değerli milletvekilleri. Yani, bir hükümet, çıkıp da, size, tezkereyi
yazıyor; ama, tezkerenin arkasında kalmıyor, durmuyor, gelip de burada izah
etmiyor. Bakın, iktidar partisi milletvekillerini, yani, grupların sözcülerini
dinledim; birisi 5 dakika konuştu, birisi 7-8 dakika konuştu, birisi 10 dakika
konuştu. Bu işi bu kadar gayri ciddiye almayın değerli milletvekilleri. Ben, size bir olay anlatayım: Bu sene, gittim, Pülümür'de, sabahleyin
8'de kalktım, Tunceli'ye geçiyorum. Baktım, 15-20 aile, kadın, çocuk ve yaşlı
insanlar, eşeğin sırtına binmiş, Kırmızı Köprü'de bekliyorlar. Yahu, niye
bekliyorsunuz arkadaşlar diye sorduğumda, dediler ki, efendim, kumandan
bırakmıyor bizi. Gittim, kumandan, niye bırakmıyorsun bunları dedim. Bakın,
sabah saat 8; kumandan onlara demiş ki, akşam 8'e kadar burada bekleyeceksiniz.
Kendilerine verilen emir şu: Koyunlar yürütülerek gidecek; ama, gece 8'den
sabah 8'e kadar yürütülecek. Bu arkadaşların yanında koyun yok, yalnız
yürüyorlar. Kumandana dedim ki, niye beklettin; efendim, yanlış anlaşıldı dedi.
Peki, ver bunların hüviyetlerini gitsinler dedim; peki dedi, verdi, çıktılar.
Ben, biraz orada oturdum, baktım, orada duruyorlar. Yahu, niye duruyorsunuz
dedim; efendim, hüviyetlerimizin yarısı orada kaldı dediler. Bakın, şimdi, orada, özellikle, güvenlik kuvvetleri, yani, polis olaydan
çekiliyor; asker, vatandaşın her eylemine müdahale ediyor. Ben, burada, askeri
hiç suçlu görmüyorum. Burada, sivil otorite olması lazım. Aşağıya geldim, 10-12
tane sürü, dağın tepesine sürülmüş, yanda bir ova var. Oradaki kumandana dedim
ki, arkadaşım, şu sürüleri burada dağa salacağınıza, saat 8'den sonra, şu ovaya
gitsin; peki dedi. Efendim, kumandanımız yukarıda dedi. Gittik assubaya, 5-6
kilometre de yukarıya gittik; assubay, peki bırakırım dedi; geldi, yine
bırakmadı. Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakın, bu insanlarımız, çok büyük sıkıntı
içerisinde yaşıyor. Hele o göçerlerimiz, hayvanlarını getiriyorlar, dağda,
yaylalara çıkarmak için ne büyük sıkıntılar görüyorlar. O insanların şu Türk
ekonomisine yaptığı katkıyı kimse yapmıyor; ama, o insan, üç aylık, beş aylık
bebeğini, kışın çamurda, eşek sırtında götürüyor. Bu insanların ıstırabını
görmek lazım. Bizim memlekette, Tunceli'de, daha geçen şeye kadar gıda ambargosu
vardı; nasıl olduysa, kaldırdılar. Arkadaşlar, kendi paranızla, kendi evinize
ekmek getiremiyorsunuz, şeker getiremiyorsunuz. Bunlar geçti diyoruz; kaldırın
bunu, gidelim... Bakın, Sayın Evliya Parlak, gelin, gidelim, bölgeyi gezelim
dedi. Şimdi, sivil olarak, Meclis olarak olaya el koymamız lazım. Şimdi, bu insanlarımız, artık, yaşadıkları onbeş senelik bir ıstırabın,
acının, kime, kimin tarafından yapıldığını ve teröre... Güvenlik kuvvetlerimize
teşekkür ediyorum; esasen, tabiî ki, güvenlik kuvvetlerimiz, askerimiz,
polisimiz önledi; ama, halkımız da buna katkıda bulundu. Halkın destek olmadığı
bir hareket başarıya ulaşamaz. O silahlı örgütleri içinde barındırmadılar,
onlara karşı çıktılar. Şimdi, Sayın Bakan, çıksın, yahu, şurada şu kadar silahlı adam var
desin. Varsa da, olabilir, nerede olduğu da biliniyor; ama, birileri, bu
olağanüstü hali kaldırmak istemiyorsa, lütfen, hükümet de bir kişilik göstersin
efendim! Çıksın... Sayın Bakan, senin görevindir; çıkıp, bu kürsüde, bana gerekçeyi
açıklamak zorundasın. Benim ilimde, insanların yaşama hakkı her an denetim
altında olamaz. Arkadaşlar, ben milletvekiliyim; bir yerden bir yere serbest
gezemiyoruz. Yani, bunun acısını siz görmüyorsunuz; ama, Tunceli, Diyarbakır,
Şırnak, Hakkâri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin illeri değil midir?! Burada
yaşayan insanların ıstırabı sizi hiç rahatsız etmiyor mu?! Kimse terörü desteklemiyor değerli milletvekilleri. Kaldıralım; kış
geldi. Zaten, kışın, silahlı adamların dışarıda gezmesi mümkün değil; o halde,
kaldıralım dört ay. Eğer, hakikaten, burada bu olaylar devam ederse, o zaman
yine koyarız arkadaşlar. Yani, hükümetimiz getirsin. Biz de, zaten
insanlarımızı ölüm tehdidi altında yaşatmak da istemiyoruz. Biraz önce Sayın
Dengir Fırat da çok güzel şeyler söylediler, teşekkür ederim; Anayasanın 119
uncu maddesinde deniliyor ki "ağır ekonomik bulanımlar olduğu zaman sen
olağanüstü hal ilan edebilirsin." Peki, bu hükümet zamanında, şu anda,
Türkiye'de ağır ekonomik bunalımlar yok mu? Türkiye'de asker öldüren insanların
suçundan daha ağır ekonomik suçlar işlenmiyor mu? Devleti yok ediyorlar
arkadaşlar. Nihayet, işte, bir terörist, çıkıyor, üç beş tane insanı öldürüyor;
ama, vergi kaçakçılığı yapmak suretiyle, ihalelerde rüşvet almak suretiyle,
hayali ihracat yapmak suretiyle, bankaların içerisini hortumlamak suretiyle suç
işleyenler, bu memlekete, bu millete ve bu ekonomiye, o dağda silahla gezen
insanların bin misli zarar veriyorlar. O halde, Sayın Bakan, eğer, siz, hükümetseniz, eğer, Türkiye Cumhuriyeti
Devletini ve halkını düşünüyorsanız, Anayasanın 119 uncu maddesine göre
olağanüstü hal ilan edin ve siz, ancak, o olağanüstü halle, o bankaları
hortumlayanların, ihalelerde rüşvet alanların ve hayalî ihracat yapanların
hakkından gelebilirsiniz. Aksi takdirde, gelemezsiniz; çünkü, bunun için özel
bir sistem getirmiş Anayasamız. Şimdi, ben, bu hükümeti de anlamıyorum. Biraz önce Sayın Evliya Parlak
da söylediler, bir ortağı çıkıyor Bingöl'de diyor ki "olağanüstü hal
uzatılmamalı." Sayın Mesut Yılmaz, bir de yiğitlik yapıyor "efendim,
ben, banka hortumlayanların affa sokulmasını istemiyorum" diyor; burada da
"banka affını DSP istedi. Yani, ne yapalım, bizim ortağımız istiyor, biz
de bunu kabul edeceğiz" diyor. Şimdi, gidiyor, o banka patronlarının
kulağına " yahu, ben böyle söyleyeceğim -kamuoyunda, tabiî, itibar
toplamak için- yine siz merak etmeyin; biz el altından bu affı
çıkaracağız" diyorlar. Değerli arkadaşlarım, politikacılar sözüne güvenilir olması lazım,
Meclis kürsüsünde söylediği sözün aynısını dağın başında da söylemesi lazım.
Yani, insanlar itibarı böyle kazanır. Yoksa, sen, burada başka konuş, orada
başka konuş; bu olmaz. Tabiî, şimdi, zamanım çok az; bazı ufak tefek şeyleri de söylemek
istiyorum. Bakınız, mademki siz, bu dört ilde olağanüstü hal ilan ediyorsunuz,
olağanüstü hal altında yaşayan insanların temel hak ve özgürlüklerini askıya
alıyorsunuz; o halde, onlar için de özel bir ekonomik program getirin. Orada,
işsizlik... Devletin yatırımı yok, özel şahsın yatırımı yok, o halde, işsizliği
önlemek için özel bir program getirin, belediyelere özel bir para yardımı
yapın; orada işsiz olan insanlara belli bir para yardımı yapın... Değerli
arkadaşlarım, bunların hiçbirinin üzerinde durulmuyor. Mesela, bu sene, yavaş yavaş bu terör azaldığına göre, dağda mayınlı
araziler var, bunları hemen ciddiyetle kontrol altında tutmak lazım. Dağlarda,
atılan ve patlamayan bombalar var. Mesela, bu sene iki vatandaşımız, bomba
patladı, öldü. Bunları, artık, bu hükümetin ciddiyetle ele alması lazım. Bu bölgede en önemli sıkıntılardan birisi de -biraz önce Sayın Fırat da,
Sayın Evliya Parlak da söylediler- bu yardım ve yataklık suçu. Sayın milletvekilleri, bakın, uzun yıllar dağda terörist olarak gezip,
insanları, askeri, polisi öldüren kişilerin büyük bir kısmı geldi, itirafçı
oldu. İtirafçı olunca, o dağda gezdiği zaman kendisine yardım etmeyen kişileri
de "bana bunlar yardım ve yataklık etti" diye çok masum insanları ele
verdi değerli milletvekilleri. Bakın, buna inanmanızı istiyorum. Araştırmak
lazım. Şimdi, bu kadar şartlar içerisinde, bu insanları, bence, Anayasanın 87
nci maddesi kapsamına sokulmuyor. Yani, buna engel denilse bile, ben, o
kanaatte değilim; çünkü bu, asıl suç değil, ferî suçtur; bunu da, af
getirilecekse... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Genç, 1 dakika içerisinde toparlayınız. KAMER GENÇ (Devamla) - Sayın milletvekilleri, tabiî, sıkıntılarımız çok,
acılarımız çok. Bunu yaşayan bilir. Bu kısa zaman içerisinde çok şey söylemek
de mümkün değil; ama, inanmanızı istiyorum, bölgemizde büyük miktarda sükûnet
sağlanmıştır. Belki tek tük dağda gezen insanlar vardır ve bunlar da silah
kullanmamaktadır. Öyle görünüyor. Sayın milletvekilleri, sizden ricam, vicdanınızın sesini dinleyin ve bu
olağanüstü hali kaldırın. Millî Güvenlik Kurulu böyle istemiş diye, biz,
hepsine de aynı şekilde karar vermek zorunda değiliz. Millî Güvenlik Kurulu bir
anayasal kurumdur, tabiî ki bizim kardeşlerimizdir, dostlarımızdır, bu
memleketin kaderini onlar da belirliyor; ama, biz halkın temsilcileriyiz.
Halkın temsilcileri, gerektiği zaman memurların önüne geçip karar vermelidir
değerli arkadaşlarım. Bu, önemli bir adım olur. Bakın, Avrupa Birliğine giriyoruz; deniyor ki, olağanüstü hali
kaldırın... Yani, ben, sizin inanmanızı istiyorum ki, şartlar müsaittir
kaldırmak için. Çıksın, bakan, tersini söylesin arkadaşlar. Bir hükümet,
olağanüstü halin uzatılması için tezkere getirip, gerekçesini söylemez mi
arkadaşlar!.. Dünyanın neresinde böyle bir şey var?! Bunu lütfen söylesin.
Eğer, inanınız, dünyanın bir yerinde böyle bir şey varsa, ben
milletvekilliğinden istifa ederim. Çıksın Sayın Bakan, bunu açıklasın. Saygılar sunarım. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Genç. BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Sayın Aslan. BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın hatip, Genel Başkanımızı ilzam edici bir
konuşma yaptı; müsaade ederseniz, yerimden bir iki cümleyle cevap vermek
istiyorum. BAŞKAN - Açıklamada bulunacaksınız... Buyurun. BEYHAN ASLAN (Denizli) - Gazete bilgilerine dayalı afakî ve demagojik
beyanlarla, Genel Başkanımızın afla ilgili görüşlerinden bahsetti. Af yasa
tasarısı taslağı henüz genel başkanlara intikal etmiş, partiler kendi
aralarında çalışmaktadırlar. Genel Başkanımız, hiçbir şekilde, bu tür bir görüş
ifade etmediği gibi, ortağımız olan Demokratik Sol Partinin de herhangi bir
ilzamı yoktur; bunu Genel Kurula arz etmek istiyorum. Bu, Sayın Genç'in
alıştığımız konuşma tarzı ve üslubudur; bunu da Sayın Genel Kurulun
değerlendirmesini talep ediyorum. Teşekkür ediyorum. KAMER GENÇ (Tunceli) - Bunu, ben demiyorum ki, kendilerini destekleyen
gazeteler yazıyor. BAŞKAN - Biz, Sayın Aslan'ın beyanına itibar ederiz. Sayın milletvekilleri, görüşmeler tamamlanmıştır. Tezkereyi tekrar okutup, oylarınıza sunacağım. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28.6.2000 tarihli ve 699 sayılı Kararı
uyarınca Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan
olağanüstü halin, 30.11.2000 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay
süreyle uzatılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı, Bakanlar Kurulunca
2.11.2000 tarihinde kararlaştırılmıştır. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan BAŞKAN - Tezkereyi kabul edenler... Etmeyenler... Tezkere kabul
edilmiştir. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, konuşmamda "bir asker
öldürmekten daha fazladır" diye bir cümle kullanmışım, yanlış anlaşılır
diye Grup Başkanvekilimiz ikaz etti. Benim oradaki maksadım şu: Yani, banka
hortumlayan... Yani, dağda gezen bir terörist bir asker öldürüyor, tabiî, o
büyük bir suç da; ama, banka ve bunun benzerini soyanlar, onbinlerce asker
öldürüyormuşçasına suç işliyor anlamında kullandım. Yanlış anlaşılmasın
efendim. BAŞKAN - Düzeltme isteği; peki, teşekkür ederiz Sayın Genç. Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz. Bazı komisyonlarda boş bulunan ve Fazilet Partisi Grubuna düşen üyelikler
için gösterilen adayları okutup, ayrı ayrı oylarınıza sunacağım. V. – SEÇİMLER A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE
SEÇİM 1. – Millî Savunma; Millî Eğitim; Çevre;
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını
İnceleme ve Dilekçe Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim. BAŞKAN - Millî Savunma Komisyonunda boş bulunan bir üyeliğe İstanbul
Milletvekili Bahri Zengin aday gösterilmiştir. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Millî Eğitim Komisyonunda boş bulunan bir üyeliğe, Kahramanmaraş
Milletvekili Avni Doğan aday gösterilmiştir. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Çevre Komisyonunda boş bulunan bir üyeliğe, Yozgat Milletvekili İlyas
Arslan aday gösterilmiştir. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda boş bulunan bir
üyeliğe Giresun Milletvekili Turhan Alçelik aday gösterilmiştir. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonunda boş bulunan iki üyeliğe Bayburt Milletvekili Suat Pamukçu ve Konya
Milletvekili Teoman Rıza Güneri aday gösterilmişlerdir. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunda boş
bulunan iki üyeliğe, Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün ve Konya Milletvekili
Veysel Candan aday gösterilmişlerdir. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Dilekçe Komisyonunda boş bulunan üç üyeliğe, Ankara Milletvekili Oya
Akgönenç Muğisuddin, Bursa Milletvekili Faruk Çelik ve Çorum Milletvekili Yasin
Hatiboğlu aday gösterilmişlerdir. Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyoruz. Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler"
kısmına geçiyoruz. 1 inci sırada yer alan, Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22
arkadaşının, ithal kömür uygulamasının yeniden değerlendirilmesi ve kömür
üreticilerinin içerisinde bulunduğu durumun araştırılarak alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin
öngörüşmesine kaldığımız yerden devam ediyoruz. VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) ÖNGÖRÜŞMELER 1- Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22
arkadaşının, ithal kömür uygulamasının yeniden değerlendirilmesi ve kömür üreticilerinin içinde bulunduğu durumun
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/9) BAŞKAN - Hükümet?.. Burada. Geçen birleşimde, Fazilet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Doğru Yol
Partisi ve Demokratik Sol Parti Grupları adına konuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, Anavatan Partisi Grubu adına, Kırıkkale Milletvekili Nihat
Gökbulut konuşacaktır. Buyurun Sayın Gökbulut. (ANAP sıralarından alkışlar) Konuşma süreniz 20 dakika. ANAP GRUBU ADINA NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Kütahya Milletvekilimiz Ahmet Derin ve 22 arkadaşının,
Ankara'nın hava kirliliğini önlemek amacıyla ithal edilmesine müsaade edilen
yabancı kömür, petrokok ve buna bağlı olarak yerli kömür üreticilerinin
ürettiği kömürü satamaz hale getirilmesi hakkında Meclis araştırması açılması
amacıyla verdiği önerge hususunda, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi ve aziz milletimi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama görevi yanında denetim görevini de
yerine getirmektedir. Türk Milleti adına hareket eden Yüce Meclis, Türk
Milletini temsilen, yürütmeyi temsil eden hükümet ile bağlı kurum ve
kuruluşların harcamalarını ve faaliyetlerini denetlemekle yükümlüdür.
Anayasamızın 98 inci ve İçtüzüğün 104 üncü maddeleri, Meclisimize bu konuda denetim
ve araştırma yetkisi tanımıştır. Bu bağlamda, Ankara'da hava kirliliğini önlemek amacıyla yabancı kömür
ve petrokok ithaline müsaade edilmesiyle yerli kömür üreticilerinin zor durumda
kaldıkları ve ürettikleri kömürü satamadıkları gerekçesiyle verilen Meclis
araştırması önergesini müzakere edeceğiz. Bu önergenin müzakeresinde iki önemli konu ve mesele dikkatimizi
çekiyor: Biri, hava kirliliği ve buna bağlı olarak ekolojik şartlar; diğeri
ise, ülkemizdeki kömür üretimi, pazarlaması ve buna bağlı olarak enerji
sorunları. Hava kirliliği aslında bir netice olup, sebepleri, çevre sorunlarından,
ekonomik darboğazdan, çarpık kentleşmeden kaynaklanmaktadır. Düşük kalorili ve
kükürt oranı yüksek, niteliksiz kömür kullanımı, hava kirliliğinin başlıca
sebebidir. Gideceğimiz başka bir Türkiye olmadığına, göç edeceğimiz başka bir dünya
olmadığına göre, çevre sorunları, öncelikli ve birinci sorunlardır. Mesele,
Türkiye'de üretilen kömür meselesi olmayıp, çevre sorunları ve hava
kirliliğidir. Unutmayalım, korkunç olandan korkarsak, en büyük felaket yaklaşmaktadır.
Korkunç olan felaket ise, ekolojik dengenin bozulmasıdır; soluduğumuz havanın,
içtiğimiz suyun, yediğimiz gıdanın, kullandığımız toprağın, yaşadığımız
çevrenin, insanın ve insanlığın çevreyle birlikte bozulmasıdır. Nüfus arttıkça, teknoloji geliştikçe, insanların refahı arttıkça ve en
önemlisi, toplumsal sorumluluk azaldıkça, dünyada ve çevremizde, yaşanabilir,
olumlu şartların azaldığına tanık olacağız. İnsanlar, çevre kirleniyor; fakat, gelişen teknoloji nasıl olsa halleder
yanılgısı ve açmazı içerisindedirler. Oysa, fosil yakıtların yanması sırasında
oluşan karbondioksit gazını ortadan kaldıracak teknoloji halen icat
edilmemiştir. "Çevre, piyasa ekonomisi kapsamına alınmadan korunamaz; ama,
çevrenin bir fiyatı yok. Çevrenin değeri dediğimiz zaman, aklımıza tek gelen
değer var; sıfır. Temiz hava alınıp satılamaz; hava bedavadır. Kimse bunun
fiyatı olabileceğini aklına getirmez. Bu nedenle, hava, ekonomik bakımdan sanki
değersizmiş sayılır. Çevrenin bir alım satım değeri ve piyasası yoktur. Akan
suyun parasal değeri nedir? Sessizliğin
değeri var mıdır? Temiz toprağın değeri var mıdır? Bir parasal değeri olmadığı
için de, tüm çöpleri suya ve toprağa atmakta hiçbir sakınca görmeyiz. Havayı
kirletebiliriz, toprağın yok olmasına seyirci kalabiliriz. Neden;çünkü, hava,
su, toprak, sessizlik için para ödemiyoruz. Bir şeyin parasal değeri yoksa,
istismar edilir; ama, değeri varsa, korunur." Evet, bu sözler ünlü bir çevre profesörünün sözü. Parasal değeri yok;
ama, kirlenen havanın, temiz olmayan suyun, kısırlaşan toprağın insanlığa çok
büyük bedeli ve faturası var. Fosseptik haline gelen Marmara Denizinin, İzmit
ve İzmir Körfezinin eski temiz haline getirilmesinin maliyetini düşünebiliyor
musunuz? Kirlenen, sanayi artıklarıyla ölen Gediz ve Menderes ırmakları acaba
kaç milyar dolara temizlenebilir? Bu tespitleri uzatabiliriz. Gelişmiş ülkelerde, bozulan çevrenin eski halini alması, çevrenin
korunması ve yaşanabilir hale getirilebilmesi için yapılan yatırımlar,
sanayileşme sürecinde teknolojiye harcanan tutarlardan daha fazladır. Türkiye, kentleşme ve sanayileşme sürecinde gelişmiş sanayi ülkelerinin
bu deneyimlerinden yararlanmalıdır; gelişmiş ülkelerin sanayileşme sürecinde
bozdukları ekolojik dengeden çıkardıkları derslerden ibret almalıdır.
Amerika'yı yeniden keşfetmeye hiç gerek yok. Bir zamanlar Ankara'da,
Türkiye'nin başkentinde hava kirliliğinden kuşların öldüğünü, maskeyle soluk
alındığını, gündüzün gece gibi karardığını ne çabuk unutuyoruz. Düşük kalorili,
kükürt oranı yüksek kömürler satılsın, ne önemi var; Ankara'nın havası
kirlensin, ne önemi var; insanlar ölmüyor ya, bu bizim için yeterli! Değerli milletvekilleri, 1952 yılında Londra'da şehir merkezinde
havadaki kükürtdioksit ve kömür tozu -partiküllerin- yoğunluğundan 3 000 kişi
solunum yetersizliğinden ölmüştür. Bugün Londra'da hava kirliliğinden insanlar
ölmüyor; çünkü, meskenlerin teshininde -ısınmasında- kükürt oranı yüksek, düşük
kalorili kömür kullanılmıyor. Bozdukları ekolojik dengeyi çok büyük yatırımlar
ve maliyetlerle düzelttikleri için, bugün Londra'nın havası temiz. Alınan tedbirlerle eskiye göre Ankara'nın havası nispeten temiz
olmuştur. Artık kuşlar ölmüyor, insanlar da maske takmıyor; fakat, dikkat
ediniz, kaçak sokulan düşük kalorili kömürler sebebiyle çok temiz bir Ankara'yı
da göremiyoruz. Son günlerde Çankaya'dan Ankara merkezini şöyle bir temaşa
ederseniz, hiçbir şey göremezsiniz; çünkü, satılsın diye iddia ettiğimiz yerli,
vasıfsız kömürler kaçak olarak kullanıldığı için hava, maalesef, kirlenmiştir. İşte, bir gazetenin bir hafta önceki başlığı: "Hava kirliliği
hortluyor. Ankara'da 1970'li yılların sonunda, 1980'li yılların başında yaşanan
yoğun hava kirliliği sorunu yeniden ortaya çıktı." Bu bir çevre sorunudur
ve tümüyle çözmek, asgarî açıdan, bizim görevimizdir. İthal kömür, doğalgaz, elektrik veya başka enerji alternatiflerinin -maliyeti ne olursa olsun- bedeli,
hava kirliliğinin meydana getireceği maliyet ve zarardan fazla olamaz.
Alternatif ekonomik çözümler bulabiliriz; herhangi bir şekilde insanlarımızı
doyurabiliriz, giydirebiliriz, barındırabiliriz, ısınmasını temin edebiliriz;
ancak, yitirdiğimiz doğayı, çevreyi ve temiz havayı bulamayız. Tabiat, insan
olmadan yaşar; ama, insan, tabiat yok olduktan sonra yaşayamaz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yaşanabilir temiz bir çevrede
solunabilir bir hava mı, yoksa, ekonomik çıkarlar uğruna kükürt ihtiva eden
düşük kalorili kömür kaynakları mı?.. Bu paradoksa, geleceğimizi ve gelecek
nesilleri düşünerek cevap vereceğiz. Dikkatinizi çekiyorum; 3,7 litre benzin 3
milyon litre içmesuyunu kirletiyor; 1 litre kullanılmış motor yağı, 800 000
litre içmesuyunu zehirleyebiliyor; saatte 300 000 dönüm, yani, dakikada 50 dönüm orman yok oluyor; pazar günleri
okuduğumuz gazeteler için, yılda 500 000 ağaç kesiliyor. Son kırk yılda,
dünyadaki kirlenme oranı yüzde 55 oranında artmıştır. Evet, dünya tehlikede.
Onu bu tehlikeye sürükleyen sebeplerin başında, sanayileşmiş Batı
medeniyetlerinin gelişmesi yer alıyor. Buna "beyaz tehlike" diyoruz.
Son yıllarda yayınlanan ve çok satan kitapların çoğunun başlığı aynı:
"Dünyanın Sonu." Seyrettiğimiz ünlü filmlerin ismi de buna yakın:
"Kıyamet Günü." O halde, ne yapacağız; çevre mi teknoloji mi, temiz
hava mı kömür mü? Ülke gerçekleri ve bilimin ışığında ve doğrultusunda her
ikisi de... Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görünebilir linyit rezervlerimiz
8,7 milyar ton olup, 1998 yılı üretimimiz 67 milyon ton; ancak, bu üretimin
sadece 6 milyon tonunu konut ve hizmette kullanıyoruz. Çevrim santrallarında
kullanılan miktar, 53 milyon ton. Bunun sebebi, rezervlerimizin yüzde 90'ına
yakınının düşük kalorili kömür olmasıdır. 1997 yılında, 10 milyon tona yakın
linyit ve kok kömürü ithali için 624 milyon dolar ödemişiz. Bu miktar,
şüphesiz, yüksektir; ancak, bunun 4 milyon tonunu demir-çelik endüstrisinde
kullandığımızı bilmenizi istiyorum. Yerli üreticilerin korunması açısından alınacak tedbir, fon
uygulanmasıdır; buna da katılıyoruz. Avrupa Birliği dışındaki ülkelere yüzde 10
fon uygulaması, bu açıdan olumlu bir adımdır. Netice olarak, ısınma amaçlı olarak kullanılan linyit sebebiyle,
özellikle büyük şehirlerde 1980'li yıllarda gözlenen hava kirliliği, linyitin
yüksek kaliteli ithal taşkömürü ve doğalgaz ile ikamesi neticesinde, önemli
derecede düşürülmüştür. Petrokokun ithalini uygun görmüyoruz; kanserojen
iddiaları vardır, doğrudur da; ama, doğalgazın konut ve ticarethanelerde
kullanımının yaygınlaştırılması çalışmalarının devamını desteklemeliyiz.
Doğalgaz, dışa bağımlılık değildir, temiz enerjidir ve Avrupa'nın tümü
dışarıdan ithal olarak doğalgazı kullanmaktadır. Şehirlerdeki kirliliğin
azaltılması politikası çerçevesinde, konutlarda kullanılan linyitin doğalgazla
ikamesi hususu hükümetçe desteklenmektedir ve doğru bir politikadır. Bu şartlar altında, özellikle büyük şehirlerimizde, hava kirliliğine
mani olmak amacıyla, kükürt oranı yüksek, düşük kalorili linyit kömürlerinin
kullandırılmaması, alternatif enerji kaynaklarının tercih edilmesi, doğru bir
karardır. Daha temiz bir dünya ve yaşanabilir bir Türkiye dileğiyle, hepinizi
saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Gökbulut. Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır. Önerge sahibi sıfatıyla, Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin. (FP
sıralarından alkışlar) Sayın Derin, süreniz 10 dakika; buyurun. AHMET DERİN (Kütahya) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. 14 Mayıs 1999'da vermiş bulunduğum Meclis araştırma önergesi, ancak 17
ay sonra görüşülebildi, görüşülmeye başlandı; 31 Ekim 2000 günkü Genel Kurul
toplantısında da yarım kalmıştı. Bugün, son konuşmacı olarak huzurlarınızdayım.
Benden önce, grup adına konuşan DSP temsilcisi arkadaşımız ile Anavatan
Partisi adına konuşan arkadaşımız, Meclis araştırma önergesine evet dememek
için, belli gerekçelerle bazı ifadelerde bulundular. Ben, öncelikle bunu
düzeltmek istiyorum; bir. Verdiğimiz önerge, Ankara'da ithal kömür kullanılmasın, doğalgaz
yakılmasın anlamında bir önerge değildir. 1987 öncesi, Ankara'da, değişik
yerlerden gelen kalitesiz kömürlerden dolayı korkunç bir hava kirliliği vardı
ve o günkü hükümet değil, o günkü belediye başkanı değil, Yüksek Planlama
Kurulu, Belko Şirketini de görevlendirerek, Ankara'ya, Güney Afrika'dan, yüzde
1'den daha küçük oranda kükürt içeren ithal kömürün getirilmesine karar verdi.
Karar verildi; ama, bu karar sadece Ankara'yla bağımlı kalmadı. İkinci, üçüncü,
dördüncü derecede hava kirliliği olan illerde de, yerli kömürlerimiz olmasına
rağmen, kullanılması gerekliliğine rağmen, bu kapıdan, Rusya kömürleri,
dünyanın değişik ülkelerinden kömürler ithal edilmeye başlandı. Yine, bu
kapıdan hareket edilerek ülkemize petrokok ithali başladı ki -bugün 1,5 milyon
ton petrokok geliyor, yerli kömürün 5 milyon tonuna tekabül etmekte- yüzde 8,
yüzde 9, yüzde 11 oranında kükürt içeren petrokoklar da girmeye başladı. Biz, katiyetle, doğalgaz gelmesin, Güney Afrika'dan -veyahut da dünyanın
neresinden olursa olsun- yüzde 1'in altında kükürt içeren kömür gelmesin,
Ankara'da yerli kömür yakılsın demiyoruz, birinci derecede hava kirliliği olan
bölgelerde kömür yakılsın demiyoruz. Hangi çimento fabrikası şehir dışında
kalmıştır ki, yüzde 2, yüzde 3 kükürt içeren, partikülü yüksek olan, kendi
üretimimiz olan fuel-oilimizi yasaklamışız; ama, yüzde 8 kükürt içeren, hatta
ve hatta kanserojen etkisi olan petrokoku -ki, petrokok gelişmiş ülkelerde bir
petrol ürünüdür- çimento fabrikalarında, sanayide serbest bırakmışız. Ne biçim
çevrecilik anlayışı ki, yüzde 1 ile yüzde 2 kükürt içeren yerli kömürleri
yasaklıyoruz, yüzde 8 ve yüzde 9 kükürt içeren, kanserojen etkisi olan, hatta
gelişmiş ülkelerin zehirli atıklarının içine absorbe edilerek bedavaya gemilere
yüklenip de az gelişmiş ülkelerin insanlarını zehirleyen petrokokun ülkemizde
kullanımına nasıl müsaade ediyoruz?! Nasıl bir çevrecilik anlayışı bu?! Ben
yadırgıyorum doğrusu. Bundan önceki dönemlerde de ithal kömürlerle ilgili Meclis araştırması
önergeleri verilmiş ve o günün iktidarı da yine reddetmiş; ancak, burada şunu
ifade etmek istiyorum: 27.1.1987 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi 59 uncu
Birleşimde görüşülmüş bir Meclis araştırması önergesi... O günkü DSP, DYP ve
SHP sözcüleri şöyle diyorlar... Güney Afrika'dan getirilen bu kömürün,
Tunçbilek yıkanmış kömüründen, Soma kömüründen daha kötü olduğunu, Çevre Genel
Müdürlüğünün hava ölçüm raporuyla tespitli olduğunu; daha pahalıya geldiğini,
vatandaşın ve milletin soyulduğunu, dövizlerimizin belli boğazlara gittiğini;
Beykoz ve Kanlıca sırtlarında milyarlık köşk alanlarının kimlerin olduğunu;
tüyü bitmedik yetimin hakkının olduğunu söyleyen DSP, aradan onüç sene geçtikten
sonra diyor ki: "Yanlış bu; doğrudur." Bu ne biçim bir anlayış?! Şimdi, Anavatan Partisi temsilcisine de buradan şunu ifade etmek
istiyorum: Anavatan Partili Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı, geçen hafta
buradaki sunuş konuşmasında "bu yanlıştır; bugün ülkemizde birinci ve
ikinci derecede kirli illerde bile kullanılabilecek 5 000-5 500 kalorilik
kömürlerimiz vardır. Temiz kömür teknolojisiyle inşa edilmiş 2 tane yıkama
tesisimiz vardır. Bu kömürler ülkemizde mevcuttur; niye dışarıdan alıyoruz? Bu
bir çöküntüdür, krizdir ve bir çöküntü meydana getirmiştir" diye ifade ettiler. Burada bir konuya daha değinmek istiyorum. Şimdi diyoruz ki: Güney
Afrika'dan, kükürt oranı yüzde 1'in altında olan kömürler ithal ediyoruz. İşte,
elimde, Güney Afrika İhracatçılar Birliğine gönderdiğimiz bir yazı var. O
yazıda deniliyor ki: "Yüzde 1'den daha düşük oranda kükürt içeren kömürler
varsa satın alacağız." Güney Afrika İhracatçılar Birliğinin cevabında
deniliyor ki: "İstediğiniz düşük uçuculu parça kömür özelliklerine tamamen
uyan bir kömür ülkemizde mevcut değildir." Elimde belge... Pekala, Güney
Afrika'da kükürt oranı yüzde 1'in altında kömür olmadığını Güney Afrika
İhracatçılar Birliği kabul ediyor da nasıl ithalat yapılıyor? İthalat şu
şekilde yapılıyor: İskenderun Limanına gemiyi getiriyor. Getirdiği malın
kalitesinin ne olduğunu, kükürt oranının yüzde 1'in altında olup olmadığını
ispatlaması lazım. İki tane yabancı gözetim firması geliyor, bakıyorsunuz ki
binde 93; yani, yüzde 1'in binde 7 altında. Aynı kömürü alıyoruz,
götürüyoruz, MTA'nın laboratuvarlarında
tahlil ettiriyoruz; yüzde 1,07, yüzde 1,09. Yüksek!.. Bir konu daha var; onu da, burada, devletin resmî kayıtlarından ifade
etmek istiyorum. Grafiğini çıkardım. 1984 öncesinde hakikaten korkunç bir hava
kirliliği vardı. Değişik birçok kömür geliyordu; kükürdü yüksek kömürler,
kalorisi düşük kömürler... O zaman için TKİ, kendi üretimine, satışı
karşılığında, oradaki çalışanlara prim veriyordu, destek veriyordu; taş,
toprak, ne varsa buraya geliyordu. 1983 yılında 35 000 ton numune kömür getirildi. Askerî yönetim var o
zaman, sıkıyönetim var, askerler başta; tutuyorlar, bu kömürü numune olarak
MTA'da tahlil ettiriyorlar. MTA'nın raporunda deniliyor ki: "Yıkanmış
Tunçbilek kömürü kireçle karıştırılacak olursa, ithal kömüre gerek yok."
İthal kömür 1993 yılında kesiliyor. 1994 yılında yıkanmış Tunçbilek kömürü ve
Soma kömürü kireçle karıştırılarak getiriliyor. Şu, yıkanmış Tunçbilek
kömürünün kullanıldığı dönemi, şu da, Güney Afrika'dan getirilen ithal kömürün
kullanılmaya başlandığı dönemin hava grafiği. Burada, sadece partikül
değerlerinde yükseklik var; ama, S2, kükürt -esas zehirleyici olan- değerinde
düşme yok. Ne yazık ki, kendi kömürlerimizden daha yüksek bir S2O değeri burada
mevcut. İşte, kuşlar ölüyormuş da, bilmem neler oluyormuş... Yani, sadece,
Anavatan temsilcileri mi çevreci?! Şimdi, bir konuyu daha burada dile getirdikten sonra, niçin Meclis
araştırması önergesi verilmesi gerekiyor... Dünyada belli stratejiler var.
Gelişmiş ülkeler var, gelişmekte olan ülkeler var. Onlar, bakın, sürdürülebilir
kalkınma diye bir şey çıkardılar. Evet, biz de arzuluyoruz; ama, azgelişmiş
ülkeleri kandıracak bir slogan diye bakmaya başladım ben buna. Greenpeace,
petrol kartellerinin finansmanıyla Aliağa Rafinerisinin önüne çıkıyor
"burayı kapatın..." Ee, kapatsan, sen, denizmotoru akaryakıt
kullanıyor, buna binemeyeceksin. Şimdi, kraldan daha fazla kralcı olmak bize
yakışmaz. 650 milyon dolar para harcıyoruz. 14 milyon ton üzeri açılmış kömür var.
Burada TKİ temsilcileri var, Enerji Bakanlığının temsilcisi de var. 14 milyon
ton, 1 katrilyona varan bir değer, cayır cayır yanacak şimdi. O zaman ne
yapalım; tüketim ve üretim planlaması yapalım. Birinci derece bölgelerde ithal
kömür kullanılsın, kükürdü çok düşük olan kullanılsın; ama, Bitlis'te,
Diyarbakır'da. 6 500 kalorilik kömür istiyor
Diyarbakır'da, Bitlis'te 3 000 kalorilik kömür... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Derin, 1 dakika içinde toparlayınız. AHMET DERİN (Devamla) - Hemen. Demek ki, mahallî çevre il kurulları, ilmî olmadan, bazı hissî veyahut
da meseleyi kavrayamadıklarından belki, böyle bir karar veriyorlar. Bu lügat,
bu tabir, bu cümle de benim değil, DSP'nin Genel Başkanı, hükümetimizin
Başbakanı, Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü, Başbakan adına
Müsteşar Ahmet Şağar, kendi adıyla, bir genelge yayımlıyor bütün illere; diyor
ki: "Son yıllarda, özellikle büyük illerimizde önemli bir sorun haline
gelen hava kirliliği kömür ithalatını gündeme getirmiş; ancak, son dönemlerde,
hava kirliliği oranı makul kabul edilebilecek illerde dahi yeterli inceleme,
bilimsel araştırma yapılmadan ithal kömür kullanılmaya başlanmıştır. Kömür
ithalatı aşırı miktarda artış göstermiş, buna karşın sağladığı katkılar ve
ülkemiz ekonomisine ve madencilik sektörüne getirdiği problemler yönünden
değerlendirildiğinde, ithal kömürün çok pahalıya mal olduğu müşahede
edilmektedir." Bu genelge, Başbakanlık tarafından yayımlanmış; DSP "hayır, böyle
bir şey yok" diyor. Şimdi Meclisin... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AHMET DERİN (Devamla) - Sayın Başkan, bir cümleyle bağlıyorum. BAŞKAN - Sayın Derin, uzatma yapamıyorum biliyorsunuz, süre veremiyorum;
bir sefer veriyorum, ikinci eksüre hiç vermedim bugüne kadar. AHMET DERİN (Devamla) - Sizin de iktidar partisi milletvekili olduğunuz
anlaşılıyor. Millet bunun hesabını sizden soracaktır. Saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Derin. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?.. BAŞKAN - Buyurun Sayın Tümen. AYDIN TÜMEN (Ankara)- Sayın Derin az önceki konuşmasında bir iddiayı
gündeme getirdi; Demokratik Sol Partinin onüç yıl önce farklı bir görüş, bugün
ise daha farklı bir görüş öne sürdüğünü söyledi. Sanıyorum, Sayın Derin'in,
1987 yılında Demokratik Sol Partinin Parlamentoda olmadığını bilmiş olması
gerekirdi. Bu yanlışın mutlaka düzeltilmesi gerekir diye düşünüyorum ve Sayın
Derin'den bir açıklama bekliyorum. BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim. AHMET DERİN (Kütahya) - Sayın Başkan, 1987'de aynı önerge verildikten
sonra 1993 yılında da aynı önerge verilmiş aynı tarzda. 1993'te ki, DSP burada
mevcuttu. AYDIN TÜMEN (Ankara) - 1987'den bahsettiniz Sayın Derin. AHMET DERİN (Kütahya) - Hem 1987'de hem 1993 yılında, iki kez bu önerge
burada konuşulmuş ve DSP'nin temsilcileri aynı tabirleri kullanmışlar. Birleşim
tutanaklarına bakabilirler Sayın Başkan. BAŞKAN - Anlaşıldı efendim; teşekkür ederiz. Görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza
sunuyorum: Meclis araştırması açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmemiştir. (FP sıralarından "Bravo"sesi, alkışlar [!]) Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldik; yeni bir işe
başlamak için süre yeterli değil. Bu nedenle, saat 20.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati:18.55 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 20.00 BAŞKAN: Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Mehmet BATUK (Kocaeli),
Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 18 inci Birleşimin İkinci Oturumunu
açıyorum. Çalışmalara kaldığımız yerden devam ediyoruz. Alınan karar gereğince, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup
Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza
Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in cezaevlerinin içinde bulunduğu genel
durum konusunda Anayasanın 98, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir
genel görüşme açılmasına ilişkin önergeleri üzerindeki öngörüşmelere
başlıyoruz. VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam) A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam) 2. – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup
Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza
Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in cezaevlerinin içinde bulunduğu genel
durum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/14) BAŞKAN - Hükümet?.. Burada. İçtüzüğe göre, genel görüşme açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla,
hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun
göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir. Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahibi
için 10 dakikadır. Sayın Hükümet söz istemiştir. Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar) ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; cezaevlerimizin genel durumu ve bu konuda alınması gereken
önlemlerin tartışılması için, Anayasamızın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 101, 102 ve 103 üncü maddeleri gereğince genel görüşme açılmasına
ilişkin önerge dolayısıyla huzurunuzda bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sözlerimin başında, cezaevleri sorunu hakkında genel görüşme açılması
isteğini memnuniyetle karşıladığımızı ifade etmek isterim, çünkü, böyle bir
genel görüşmede, ceza ve tutukevlerimizin genel durumunu hep birlikte incelemek
ve alınması gereken önlemleri birlikte belirlemek fırsatını bulacağımıza
inanıyorum. Türkiye, 65 milyon nüfuslu büyük bir ülkedir. Ülkemizde, 515 kapalı
cezaevi, 36 açık cezaevi, 1 çocuk cezaevi, 1 kadın cezaevi ve 3 çocuk ıslahevi
olmak üzere, toplam 556 ceza infaz kurumu ve tutukevi bulunmaktadır. Ceza ve
tutukevlerimizde 31 194 kanunî kadro bulunmasına karşılık, 25 122 personel
çalışmaktadır. Halen ceza ve tutukevlerimizde 73 748 hükümlü ve tutuklu
bulunmaktadır. Oysa, ceza ve tutukevlerimizin toplam kapasitesi 72 575 kişidir.
Dolayısıyla, ülkemizdeki ceza ve tutukevleri, toplam kapasitelerinin çok üstünde
hükümlü ve tutukluyu barındırmaktadır. Ceza ve tutukevlerinin bugünkü hükümlü
ve tutuklu mevcudu, cumhuriyet döneminin en yüksek rakamıdır. 57 nci hükümetin göreve başladığı Mayıs 1999 sonundan bugüne kadar, ceza
ve tutukevlerimizde, insan haklarına saygılı, çağdaş devletlere yakışır bir
ortam oluşturmak, asayiş, disiplin ve güvenliği tam olarak kurmak yolunda yoğun
çaba gösterilmektedir. Ancak, şurası açıktır ki, ülkemiz büyük bir ekonomik ve
toplumsal değişimden geçmekte, bu değişime paralel olarak, yeni suç türleri ve
suçlu tipleri ortaya çıkmaktadır. Kapasitelerinin çok üstünde hükümlü ve
tutuklu barındıran ceza ve tutukevlerimizde, her ay yapılan tahliyelere rağmen,
hükümlü ve tutuklu sayısı ayda ortalama 372 kişi artmaktadır. Mevcut kapasite
dolduğu için, bu yüksek artışı karşılamak üzere, her ay en az 372 ilave kişiyi
barındıracak yeni ceza ve tutukevlerini hizmete açmak gerektiği açıktır. Bunun
yapılması, her ay asgarî 5 trilyon lira tutarında bir ödemeyi gerektirdiği
gibi, inşaat süresi itibariyle de bu hıza yetişmek olanağı bulunamamaktadır. Mevcut hükümlü ve tutukluların 10 657'si terör suçlarından, 674'ü çıkar
amaçlı suçlardan, geri kalan 62 417'si adlî suçlardan dolayı ceza ve
tutukevlerinde bulunmaktadır. Son zamanlarda, çıkar amaçlı suç örgütleri ile
bunların eylemlerinde dikkat çekici bir artış görülmektedir. Ceza ve tutukevlerinde,
terör suçlarından hükümlü ve tutuklu bulunanların sayısı ise, başka ülkelerle
kıyaslanmayacak kadar yüksektir. Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde karşılaşılan sorunlar, fizikî
altyapı yetersizliği, malî kaynak, mevzuat ve personel yetersizliğinden doğan
sorunlar olarak, 4 ana başlık altında toplanabilir. Fizikî altyapı yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar: Ülkemizdeki ceza infaz kurumları ve tutukevleri, genellikle tek kişilik
hücre sistemine dayalı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri cezaevlerinden
farklı olarak, çok sayıda hükümlü ve tutuklunun bir arada bulunduğu koğuş
sistemine göre inşa edilmiştir. Ceza ve tutukevlerinde yaşanan sorunların büyük
bir bölümü, mevcut kalabalık koğuş sisteminden kaynaklanmaktadır. Birçok büyük şehrimizde, ceza ve tutukevleri, hızlı yapılaşma nedeniyle
yerleşim alanları içerisinde kalmıştır. Kurumların güvenliği bakımından tehlike
oluşturan bu durum, ceza ve tutukevlerine dışarıdan çeşitli suç eşyası
atılabilmesine elverişli bir ortam yaratmaktadır. Ceza ve tutukevlerimizde 30-40, bazen 50-60, hatta 80-100 kişilik
koğuşlardaki yaşam koşullarının insan onuruyla bağdaştığını söylemek güçtür.
Kaldı ki, koğuş sisteminde bazı hükümlü ve tutuklular, diğerleri üzerinde bir
egemenlik kurmak olanağını bulabilmektedir. Nitekim, bu hükümlü ve
tutukluların, diğerlerini de yanlarına alarak topluca hareket edebildikleri,
binalarda tahribat yaparak görevlileri etkisiz hale getirebildikleri, kapıları
kapattırmamak, rehin almak, haraç almak, aramalara engel olmak, tünel kazmak ve
firar etmek gibi eylemleri gerçekleştirebildikleri, isyan çıkarabildikleri
görülmektedir. Terör ve çıkar amaçlı suç örgütlerinde, bu tür eylemler ayrı bir boyut
kazanmaktadır. Çünkü, bu tür örgütler, grup disiplinlerini ceza ve
tutukevlerinde de korumakta, üstelik dışarıyla olan ilişkilerini
sürdürebilmektedir. Terör örgütleri, ceza ve tutukevlerini ideolojik eğitimleri
için bir alan olarak kullanmaktadır. Değişen suçlu profili nedeniyle, terör ve mafya suçlularının artmasıyla,
kalabalık koğuşlardan oluşan şimdiki sistemin bütün sakıncaları açıkça ortaya
çıktığı halde, yüksek güvenlikli ve az sayıda hükümlü ve tutukluyu barındıran
odalardan oluşan yeni bir cezaevi sisteminin uygulanmasında geç kalınmıştır. Gerçekten, genel görüşme önergesini veren Doğru Yol Partisinin başında
bulunduğu veya katıldığı koalisyon hükümetleri de dahi olmak üzere, birçok
hükümetin görev yaptığı uzun yıllar boyunca, yeterli sayıda yeni cezaevleri
açılmamıştır. Bu arada, 1991 yılında yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanununda, bu
kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar veya tutuklananlar için tek
kişilik veya üç kişilik oda sistemine dayalı özel infaz kurumları inşası öngörüldüğü
halde, 1999'a kadar bu yolda herhangi bir adım atılmamış, dolayısıyla kanunun
gereği yerine getirilmemiştir. Üstelik, 1992'de açılan ve küçük oda sistemine
dayanan Eskişehir Özel Tip Cezaevi, Doğru Yol Partisi-Sosyaldemokrat Halkçı
Parti Koalisyon Hükümetinin iktidara gelmesinden hemen sonra kapatılmış ve beş
yıl süreyle kapalı tutulmuştur. Malî kaynak yetersizliğinden doğan sorunlar: Adalet Bakanlığı, yıllardan beri genel bütçeden görevleriyle orantılı
bir pay alamamaktadır. Gerçekten, Adalet Bakanlığı, 1961'e kadar genel bütçeden
yüzde 3 pay alırken, sonraki yıllarda bu oran giderek azalmış, 1995'e kadar
yüzde 1 veya yüzde 2'nin altındaki rakamlarda seyretmiş, 1996'dan itibaren
yüzde 1'in altına düşmüştür. Nitekim, Adalet Bakanlığının genel bütçe payı 1996'da binde 8, 1997'de
binde 9, 1998'de yine binde 8, 1999'da binde 9,4 ve 2000 yılında binde 7,7
olarak gerçekleşmiştir. Bu durum, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin yapım,
onarım ve araç-gereç donanımlarını da etkilemektedir. Ödenek yetersizliği,
bazen araç veya yakıt sıkıntısına dönüşmekte, hükümlülerin nakil işlemlerinin
gecikmesine ya da tutukluların duruşma günlerinde mahkeme önüne
çıkarılamamasına neden olmaktadır. Hükümlü ve tutukluların günlük iaşe bedeli, 1998 sonuna kadar kişi
başına 400 000 lirayken, 1 Ocak 1999 tarihi itibariyle 500 000 liraya
çıkarılmış, 2000 yılı için de 800 000 liraya yükseltilmiştir. İlgili kanunda
ölçü olarak öngörülen erat tayın bedelinin, yani halen uygulanmakta olan 1 300
000 liranın hayli altında kalan bu parayla, hükümlü ve tutuklulara üç öğün
yemek verilmesinin ve bu yemeklerin istenen kaliteye ulaştırılmasının güçlüğü
ortadadır. O nedenle, zorunlu olarak, hükümlü ve tutuklulara dışarıdan yiyecek
ve çiğ besin getirme izni verilmekte, bu durumsa yiyeceklerle birlikte birkısım
yasadışı suç eşyasının da cezaevlerine sokulmasına olanak hazırlamaktadır. Mevzuat yetersizliği nedeniyle karşılaşılan sorunlar: Ceza infaz kurumlarının yönetimi, 3 maddesi ilga edilmiş 10 maddeden
oluşan 14.6.1930 tarih ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi
Hakkında Kanun, 13.7.1965 tarih ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun,
Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair
Tüzük ile dağınık şekildeki çeşitli mevzuat ve genelgelerle yürütülmekte olup,
bu mevzuat, değişen ihtiyaçlara cevap veremeyecek hale gelmiştir. Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda yapılan değişiklikler sonucunda,
hürriyeti bağlayıcı cezalarının beşte 2'sini çeken hükümlülerin şartla tahliye
edilmeleri, cezaların caydırıcılığını ortadan kaldırmıştır. Türk Ceza Kanununun cezaların birleştirilmesine ilişkin hükümlerindeki
azamî sınırlar da, sonradan işlenecek suçlardan dolayı verilecek cezaların
caydırıcılığını ortadan kaldırmaktadır. Personel yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar: Devlet Personel Başkanlığınca, ceza infaz kurumları ve tutukevleri için
öngörülen kadro sayısının 43 345 olmasına karşılık, bugünkü kadro sayımız 31
194'tür. Bu kadrolardan da, ancak 25 122'si dolu bulunmaktadır. Özellikle,
sağlık, eğitim ve psikososyal hizmet uzmanları başta olmak üzere, 6 072
kadromuz boş bulunmaktadır. Hükümlü ve tutukluların yeniden topluma
kazandırılmasında aktif bir rol oynayan hizmet kadrolarındaki noksanlık, infaz
sistemimizin çok önemli bir sorunudur. Çalışan personelimiz, özellikle infaz ve koruma başmemurları ve
memurları, yaptıkları işin zorluğuna ve riskine rağmen, malî ve sosyal haklar
yönünden çok sıkıntılı durumdadırlar. Örneğin, infaz ve koruma memurları
ortalama 188 milyon, en çok 207 milyon lira maaş alabilmekte, başmemurların
maaşı 220 milyon lirayı geçmemektedir. Bu maaşların, özellikle büyükşehirlerde
görev yapan infaz ve koruma memurlarının temel gereksinmelerini karşılamakta ne
kadar yetersiz olduğu açıktır. Bu personelin daha cesur ve kararlı görev
yapabilmesi için, malî ve sosyal haklarında iyileştirme yapılması şarttır. Öte
yandan, infaz ve koruma memurlarının eğitim düzeyinin yükseltilmesi de kesin
bir zorunluluktur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu olumsuz koşullara rağmen,
ceza ve tutukevlerimizin büyük bir bölümünde sükûnet vardır;ancak,
barındırdıkları hükümlü ve tutuklular itibariyle özellikleri olan bazı
kalabalık cezaevlerinde zaman zaman cereyan eden olaylar, kamuoyunu büyük ölçüde
meşgul edegelmiştir; ancak, bu tür olaylar yeni değildir. Başka ülkelerde
olduğu gibi, ülkemiz cezaevlerinde de istenmeyen bazı olaylar meydana
gelmiştir. Örneğin, 16.2.1993 günü Nevşehir E Tipi Kapalı Cezaevinden 18 kişi,
19.2.1993 günü İstanbul Bayrampaşa Kapalı Cezaevinden 7 kişi, 3.8.1997 günü
İskenderun Özel Tip Kapalı Cezaevinden 21 kişi, 7.8.1997 günü Ümraniye E Tipi
Kapalı Cezaevinden 5 kişi firar etmişlerdir. Bazen, cezaevlerinde çıkan olaylar üzerine jandarma tarafından
gerçekleştirilen müdahaleler sırasında ölüm olayları meydana gelmiştir.
Örneğin, 21.9.1995 günü İzmir Buca Kapalı Cezaevinde 3 kişi, 4.1.1996 günü
Ümraniye E Tipi Kapalı Cezaevinde 4 kişi, 24.9.1996 günü Diyarbakır E Tipi
Kapalı Cezaevinde 10 kişi, 26.9.1999 günü Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinde 10
kişi hayatını kaybetmiştir. Bazen, ceza ve tutukevlerinde, hükümlü ve tutuklular arasında hesaplaşma
ve çatışmalar sonucunda öldürme olayları meydana gelmiştir. Bu tür hesaplaşma
ve çatışmalar sonucunda, örneğin, 2.7.1996 günü Uşak E Tipi Kapalı Cezaevinde 5
kişi, 8.7.1996 günü Metris Kapalı Cezaevinde 5 kişi 9.7.1997 günü Alaşehir Özel
Tip Kapalı Cezaevinde 2 kişi, 20.9.1999 günü İstanbul Bayrampaşa Kapalı
Cezaevinde 7 kişi, 2.11.2000 günü Uşak E Tipi Kapalı Cezaevinde 5 kişi
öldürülmüş veya ölümle sonuçlanacak şekilde yaralanmıştır. Temmuz 1996'da terör suçlarından hükümlü ve tutuklu barındıran
cezaevlerinde yapılan açlık grevleri sonucunda 12 hükümlü ve tutuklu hayatını
kaybetmiştir. Bu bağlamda, halen F tipi cezaevlerini protesto etmek amacıyla, bazı
cezaevlerimizde çeşitli yasadışı örgüt mensuplarınca yürütülen açlık grevleri
önem kazanmaktadır. Eyleme katılanların sayısı 857'yi bulmuştur. Eylemin
ileride ölüm orucuna dönüştürülmesi tehlikesi vardır. Hiçbir yarar sağlamayacak
olan bu açlık grevlerinin en kısa zamanda sona erdirilmesini bekliyoruz. Hiç kimsenin, Birleşmiş Milletler cezaevleri minimum standartlarıyla,
Avrupa Konseyi cezaevleri kurallarına uygun olarak inşa edilen F tipi
cezaevleri hakkında en ufak bir kaygıya kapılmasına gerek yoktur. Kaldı ki,
bütün cezaevlerimiz gibi, F tipi cezaevlerinin de insan haklarına en uygun
kullanımını sağlayacak yasal düzenlemeler de hazırlanmış bulunmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ceza infaz kurumları ve
tutukevlerinin karşı karşıya bulunduğu sorunlar, uzun yılların birikiminin
sonucudur. 57 nci hükümet, yılların getirdiği bu sorunları çözmek amacıyla
yoğun çaba göstermektedir. Bu konudaki çalışmaları şöyle sıralayabiliriz: Fizikî altyapı yetersizliğini gidermeye yönelik çalışmalar: Tek ve üç kişilik oda sistemine dayalı yüksek güvenlikli, elektronik ve
mekanik donanıma sahip, eğitim, işyurdu, spor ve sosyal, kültürel faaliyet
alanları bulunan toplam 368'er kişilik F tipi cezaevleri projesi tamamlanmış,
1999 yılında Ankara, İzmir, Edirne, Bolu, Kocaeli, Tekirdağ ve Adana illerinde
inşa edilmek üzere F tipi 11 cezaevinin ihalesi yapılmıştır. Bunlardan 6'sı
personel atamaları yapıldıktan sonra hizmete açılacaktır, diğer 5'inin inşaatı
devam etmektedir. Diyarbakır ve Denizli'de oda sistemine dayalı 400'er kişilik 2
cezaevinin halen devam eden inşaat işleri yüzde 80 oranında bitirilmiş
durumdadır. (E) tipi ve özel tip cezaevlerimizin oda sistemine çevrilmesi amacıyla
1996 yılında başlayan çalışmalar 57 nci hükümet döneminde kararlılıkla
sürdürülmektedir; ancak, ceza ve tutukevlerimizin kapasitelerinin çok üstünde
dolu olması, hükümlü ve tutuklular için başka yer bulunamaması nedeniyle bazı
ceza ve tutukevlerimizde oda sistemi çalışmaları istenilen süratte
yürütülememiş, çalışmalar aksamıştır. Buna rağmen, 53 adet E tipi ve özel tip cezaevimizin bir bölümü, 4
tanesinin de tamamı oda sistemine dönüştürülmüştür. Bunlar, Bingöl, Isparta E
Tipi Cezaevleri ile Eskişehir ve Kartal Özel Tip Cezaevleridir. 44 adet E tipi
ve özel tip cezaevinin de oda sistemine çevrilme projeleri tamamlanmıştır. Af kanunu çıkarıldığı ve cezaevlerinde kapasite sorunu hafiflediği
takdirde, söz konusu 97 cezaevinin oda
sistemine dönüştürülmesi çalışmaları süratle tamamlanacaktır. Böylece, koğuş
sisteminden doğan asayiş ve güvenlik sorunları bir ölçüde aşılmış olacaktır. F tipi yeni cezaevleri yanında mevcut cezaevlerinin oda sistemine
dönüştürülmesi, bugüne kadarki olumsuzlukların yeniden yaşanmaması yolunda
önemli bir altyapı oluşturacaktır. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesinin de görüşleri doğrultusunda, çeşitli
ceza ve tutukevlerinin revirleri, ziyaretçi görüş yerleri, duş yerleri ve
hücreleri ile hastanelerin mahkûm koğuşları ve adliye nezarethaneleri yeniden
elden geçirilmiş ve olumsuzluklar düzeltilmiştir. Eskimiş, küçük, çoğu kiralık binalarda hizmet veren cezaevleri
kapatılarak bunların yerine daha güvenlikli cezaevlerinin açılması çalışmaları
sürdürülmektedir. Ceza ve tutukevleri yapımının ucuz ve çabuk bitirilen işlerden
olmamasına rağmen, yenilerinin yapılması ve var olanların oda sistemine
dönüştürülmesi zorunludur. Geçmiş yıllarda bu işler için yeterli ödenek
ayrılmamış, ceza ve tutukevlerinin gereksinmelerinin karşılanması için yeterli
özen gösterilmemiştir. Eğer, bugün sürdürmekte olduğumuz çabalar geçmişte
gösterilmiş olsaydı, en az 20 adet F tipi veya benzeri cezaevi terör ve mafya
suçlularını barındırmış, böylece asayiş ve güvenlik konusunda bugün çekilen
sıkıntılar yaşanmamış olacaktı. Malî kaynak yetersizliğini gidermeye yönelik çalışma ve tedbirler: 1997 yılında çıkarılan 4301 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri
İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine Dair Kanunun sağladığı kaynaklardan,
ayda ortalama 3 trilyon lira gelir elde edilmekle birlikte, bu paralar, Maliye
Bakanlığınca çok gecikmeli olarak kurum hesabına devredilmektedir. F tipi
cezaevleri, bu paralarla inşa edilmektedir. 4301 sayılı Kanunda değişiklik yapılması amacıyla Yüce Meclise sunulan
kanun tasarımızda, halen yargı ve noter harçlarından yüzde 25 oranında kesilen
gelir paylarının yüzde 35'e çıkarılması öngörülmektedir. Günlük iaşe bedelinin, halen erat tayın bedeli olan 1 300 000 liraya
yükseltilmesi, ceza ve tutukevlerine çiğ besin ve yiyecek girişini ortadan
kaldırmaya yardımcı olacak, böylece, asayiş ve güvenliğe büyük katkı
sağlayacaktır. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri personelinin özlük haklarının
iyileştirilmesi ve emekliliklerinde meslekî risk faktörünün değerlendirilmesi
amacıyla hazırlanan kanun hükmünde kararnameyle ilgili tasarı, Bakanlar
Kuruluna sunulmuştur. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri işyurtlarında çalışan hükümlülerin
gündelikleri, 2000 yılı için 2 milyon liraya yükseltilmiştir. Bu rakamdan
günlük iaşe bedeli çıkarılınca, çalışan hükümlüye 1 200 000 lira verilmektedir.
Bu miktarın yükseltilmesi, işyurtlarında iş güvenliği ve verimliliğin
artırılması bakımından yararlı olacaktır. Mevzuat yetersizliğini gidermeye yönelik çalışmalar: Yüce Meclise sunulan Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli
Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı, personelin meslek öncesi ve meslekiçi
eğitimlerini düzenlemektedir. Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Kanunu Tasarısı,
adlî yargı adalet komisyonlarınca, tıp, eczacılık, hukuk, kamu yönetimi,
sosyoloji, psikoloji, sosyal hizmetler ve eğitim bilimleri alanlarında
saygınlıklarıyla tanınmış kimseler arasından seçilecek bağımsız ve tarafsız
izleme kurullarınca, ceza ve tutukevlerindeki yaşam koşullarının incelenmesini,
hükümlü ve tutukluların şikâyetlerinin dinlenmesini, böylece sorunların yerinde
tespit edilerek, yetkili makamlara iletilmesini düzenlemektedir. İnfaz Hakimliği Kanunu Tasarısı, hükümlü ve tutuklular hakkında
uygulanan infaz veya tutukluluk işlemleriyle ilgili şikâyetleri incelemek ve
karara bağlamakla görevli infaz hakimliklerinin kuruluş, görev ve çalışma
usullerini düzenlemektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Teşekkür ederim. Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı, bu kanunun 16 ncı maddesinde değişiklik yaparak, hükümlüler
için hazırlanacak iyileştirme ve eğitim; -yani, tretman- programlarına uygun
olarak, eğitim, spor, rehabilitasyon, işyurdu çalışmaları ile diğer toplumsal
ve kültürel etkinlikler için ortak alanların kullanılmasına olanak
tanımaktadır. Yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısını hazırlamak üzere Adalet Bakanlığınca
oluşturulan uzmanlar kurulu, çalışmalarının birinci bölümünü tamamlamıştır.
Bakanlıkların, yüksek yargı organlarının, üniversitelerin ve ilgili meslek
kuruluşlarının görüşleri alındıktan sonra, tasarıya son şekli verilecektir.
Tasarıda, hürriyeti bağlayıcı cezalar yanında, ceza yerine geçen güvenlik
tedbirleri ve kamuya yararlı bir işte çalıştırma gibi yeni yaptırımlar da
öngörülmektedir. Yürürlükteki 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun yerine yeni
bir kanun tasarısı hazırlanacaktır. Yeni tasarıda, ceza ve tutukevlerinde
hükümlü ve tutukluların hak ve yükümlülükleri düzenlenecek, cezaların caydırıcı
etkisi mutlaka sağlanacak, bu arada, şartla tahliye için hürriyeti bağlayıcı
cezaların en az üçte 2'sinin çekilmesi zorunluluğu yeniden getirilecektir. Yedinci ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planları ile 57 nci hükümet
programında öngörülen adlî kolluk kurulmasına ilişkin kanun tasarısıyla ilgili
hazırlık çalışmalarına başlanmıştır. Cezaevlerinde asayiş, güvenlik ve sağlık hizmetlerinin daha iyi
yürütülmesini sağlamak üzere, Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıkları arasında
imzalanan protokol 17 Ocak 2000 günü yürürlüğe girmiştir. Protokol, şimdiye
kadarki uygulamada alınan sonuçlar ışığında gözden geçirilecektir. Personel yetersizliğini gidermeye yönelik çalışmalar: Boş kadrolara açıktan atanma izni alınması için Devlet Personel
Başkanlığına başvurulmuştur. Ceza infaz kurumlarının standart kadro sayısının artırılması için 6 100
kişilik ek kadro alınmasına olanak sağlayan kanun tasarısı yenilenmiştir. Sağlık Bakanlığınca doktor atamalarına cezaevleri de dahil edilmiştir;
ancak, cezaevlerini tercih eden doktor sayısı, henüz tatmin edici rakamlara
ulaşmamıştır. Ceza ve tutukevleri personelinin eğitimini sağlamak üzere, 30 Ekim 2000
günü Ankara-Keçiören'de, Devlet Personel Kanununun verdiği yetkiyle, Personel
Eğitim Merkezi kurulmuştur. Eğitim merkezinde 250 kişi aynı anda eğitim
görebilecektir. Merkez, halen, F tipi cezaevleri personeli için eğitim
vermektedir. Kısa zamanda, 6 ilimizde daha birer bölge eğitim merkezi kurmak
suretiyle, bu sayının 7'ye çıkarılması planlanmıştır. Yüce Meclise sunulan,
Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı
yasalaştığında, bu çalışmalara yeni bir ivme kazandıracaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ceza ve tutukevlerimizde,
yıllardan beri süregelen ihmallerin sonucu olarak ciddî sorunlar vardır; ancak,
cezaevleri, başka ülkelerde de başlıbaşına bir sorundur. Bizde de her zaman
böyle olmuştur. Bu arada, bazı ceza ve tutukevleri, barındırdıkları kimi
hükümlü ve tutuklular veya bunların işledikleri fiillerle, kamuoyunun özel
dikkatini çekmektedir; ancak, ülkemizde 556 ceza infaz kurumu ve tutukevi ile
73 748 hükümlü ve tutuklu bulunduğunu gözden uzak tutmamak ve olayları bu geniş
tablo içerisinde değerlendirmek gerekir. 57 nci hükümet olarak, cezaevlerindeki sorunları çözmek için gereken
tedbirleri almaya kararlıyız. Yüce Meclisin desteği, bu yoldaki çalışmalarımızı
kolaylaştıracaktır. Ceza ve tutukevlerinin, insan haklarına uygun yaşam koşullarına sahip,
hükümlü ve tutukluları yeniden toplumun onurlu bireyleri olarak kazandırmaya
elverişli, suç örgütlerinin etkili olamadığı kurumlar haline getirebilmek için
alınması gerekli ve yararlı tedbirlerin başlıcaları şöyle sıralanabilir: 1- Ceza infaz kurumları ve tutukevleri, ceza hukuku ve ceza infaz
sistemiyle ilgili olarak Yüce Meclise sunulan ve sunulacak kanun tasarılarının
kısa zamanda yasalaştırılmasında büyük yarar vardır. 2- Adalet Bakanlığının genel bütçe içerisindeki payı mutlaka yeterli
düzeye çıkarılmalıdır. 3- Adalet Bakanlığının ceza infaz kurumları ve tutukevleriyle ilgili
yeni kadro istekleri olumlu değerlendirilmelidir. 4- Ceza infaz kurumları ve tutukevleri personelinin malî ve sosyal
haklarının iyileştirilmesine ilişkin çalışmalar süratle sonuçlandırılmalıdır. 5- Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde yönetim ve güvenlik
konusundaki çift başlılığa son verilmeli, adlî kolluk kurulmalıdır. 6- Jandarma personelinin ceza infaz kurumlarının dış güvenliğini sağlama
görevi, yapılacak kanun değişikliğiyle adlî nitelikte sayılmalı, bu arada bayan
jandarma personeli alınmasına olanak tanınmalıdır. 7- Ceza infaz kurumları ve tutukevleri personeli eğitim merkezlerinin
kurulması ve gelişmesi desteklenmelidir. Gerek F tipi cezaevleri gerek E tipi ve özel tip cezaevlerinin, 2, 3, 4
veya 6 kişilik oda sistemine dönüştürülmesi desteklenmelidir. 9- Mahkûm koğuşu bulunmayan devlet ve üniversite hastanelerinde, ilgili
kurumlarca, mahkûm koğuşu yapılması hızlandırılmalıdır. 10- Ceza ve tutukevlerinde yeni bir düzenlemenin süratle yapılabilmesi
için, af kanunu, en kısa zamanda çıkarılmalıdır. Bu düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Gruplar adına ilk söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Hayri Kozakçıoğlu'nun. Buyurun Sayın Kozakçıoğlu. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, cezaevleriyle ilgili olarak yapılması istenilen genel
görüşmenin öngörüşmesinde, Doğru Yol Partisinin düşünce, değerlendirme ve
önerilerini sizlere takdim etmek üzere huzurunuzdayım; hepinizi, saygılarımla
selamlarım. Biraz önce Sayın Bakanımızın da belirttiği gibi, bugünkü görüşmenin
konusu, cezaevleri; ama, özellikle, son aylarda cezaevlerinde meydana gelen
olaylar. Sayın Bakan da ifade etti, cezaevlerinde olaylar ilk defa meydana
gelmiyor. Evet, dünyanın her tarafında olduğu gibi, Türkiye'de de,
cezaevlerinde, zaman zaman olaylar meydana gelmiştir; ama, son yıllarda,
özellikle son aylarda meydana gelen olaylar, olayların niteliği bakımından çok
farklıdır; olayların görüntüsü bakımından, gerçekten, dehşet verecek tarzda
ürkütücüdür; olayların sonuçları bakımından da, toplumumuzun huzuru yönünden
de, çok tehlikelidir. Bunları, gözardı ederek olayların üzerine gidersek,
geleceğe yönelik önlemlerimizi noksan alırız, tam zamanında alamayız. Basında, muhtelif isimler altında gruplardan bahsedildi, terör grupları
denildi, mafya denildi, çeteler denildi. Bunlar ne yapmışlar: Bunlar,
cezaevlerini ele geçirmişler, bunlar cezaevlerindeki yönetime el koymuşlar;
cezaevi müdürleri de dahil olmak üzere, birkısım infaz memurlarını ve bazı
hükümlü ve tutukluları rehin almışlar; rehin aldıkları bu kişilere işkence
yapmışlar, bu kişileri öldürmüşler ve daha sonra da bunları pencereden dışarı
atmışlar. Bütün bu olaylar cereyan ederken, görevliler ve ilgililer de sade bir
vatandaş gibi bunu seyretmişler, sadece seyretmekle yetinmişler. İçerideki bu
kişilerin canı istediği zaman masalara oturulmuş, pazarlıklar yapılmış,
tavizler verilmiş, anlaşılmış ve onların isteğiyle eylem sona erdikten sonra,
bunların arzuları üzerine, istedikleri cezaevlerine gitmek üzere oradan
ayrılmışlar. İşte, kısa hatlarıyla, olayların kabaca oluş şekli budur. Şimdi, bu olaylar meydana gelirken, hükümetin otoritesi neredeydi? Bu
olaylar meydana gelirken, zamanında değerlendirme, zamanında müdahale niye
yapılmamıştır? Ben beklerdim ki, Sayın Adalet Bakanımız kürsüden bunu anlatsın.
Olaylar cereyan ederken ne önlemler aldılar, öncesi önlemler neydi, olay
sırasında önlemler neydi, olay sonrasında neler yaptılar; bunların burada
anlatılması gerekiyordu. Bunların değerlendirmesini biraz sonra yapacağız; ancak, ben ona
geçmeden önce şunu belirtmek istiyorum: Cezaevlerinde görev alan başta sayın
savcılarımız olmak üzere, emniyet görevlileri, infaz memurları ve diğer
görevliler bizim bugünkü konumuzun tamamen dışındadır. Onlar kamu
görevlileridir. Biz, burada, seçimle işbaşına gelmiş en üst seviyedeki siyasî
görevlilerin siyasî sorumluluklarını tartışıyoruz, onların siyasî
sorumluluklarını değerlendireceğiz. (DYP sıralarından alkışlar) Bu nedenle, bu
olaylarda şu savcının, şu güvenlik görevlisinin, şu infaz memurunun şu hatası
vardır, bu sorumluluğu vardır gibi konu bizim konumuz değildir; bu konu,
yetkililer ve ilgililer tarafından değerlendirilir. Esasen, eğer, siyasî irade
kararlılığını ortaya koyamamışsa, siyasî irade ağırlığını ortaya koyamamışsa,
kamu görevlilerine, yapması gereken görevler için yeterli miktarda ortamı
hazırlayamamışsa, o görevlilerin sorumluluğundan bahsetmenin de bir anlamı
yoktur zaten. Bize göre, esas sorumlu, siyasîdir; esas sorumluluk, siyasî
sorumluluktur ve bu nedenle, burada tartışılacak olan olay da doğrudan doğruya
siyasetin sorumluluğudur. Buna rağmen, Sayın Adalet Bakanı tarafından, bazı
savcıların pasif görevlere alınmak üzere başka yerlere atandığını da gazetelerden
öğreniyoruz. Bu, bize göre, siyasî sorumluluktan kaçma, sorumluluğu kamu
görevlileri üzerine aktarma ve bir anlamda, ilahların istediği kurbanları
vermedir. Önce, Bakanlık merkez teşkilatı ve Sayın Bakanımız özeleştiri yapmalı.
Gazetede okuyoruz; Türkiye'deki cezaevleri parsellenmiş; hangi cezaevlerinde
hangi grupların, hangi mafyanın hâkim olduğu belli. Peki, bunları oralara
toplayan kimdir; bunları oralara toplayan, yerel yöneticiler değildir. Bunların
nakilleri, bunların bir araya toplanmaları, doğrudan doğruya merkezden
yönetilmektedir. O nedenle, Sayın Adalet Bakanımız, önce özeleştiri yapmalı;
önce kendi davranışlarını, önce merkezin davranışlarını değerlendirmeli ve
ondan sonra başka görevliler üzerinde sorumluluk aramalıdır. Şimdi, cezaevi ve infaz deyince aklımıza ne geliyor; cezaevi ve infaz,
yargının devamıdır, yargıdan ayrılmaz ve infaz, kişinin sadece özgürlüğünün
alınması için cezaevine konulması meselesi değildir. İnfaz, cezaevinde bulunan
hükümlü veya tutuklunun sağlık, barınma, iaşe gibi her türlü hizmetlerinin
yanında, eğitilmesi, öğretime tabi tutulması, beceri kazandırılması,
yeteneğinin geliştirilmesi ve daha sonra da uzman psikologlar aracılığıyla
topluma tekrar kazandırılmasıdır. Eğer, Adalet Bakanlığı, kendi emrindeki
teşkilatı vasıtasıyla bunu yapıyorsa, o zaman görevini yapmış sayılır. Eğer,
bunu yapmıyorsa, fizikî yetersizliklerden, diğer yetersizliklerden bahsederek
bazı gerekçelerin, bazı mazeretlerin arkasına saklanmaya da hiç kimsenin hakkı
yoktur. Şimdi, genel durum böyle olduğuna göre, Türkiye'dekine bakalım:
Türkiye'de bırakın bütün bu hizmetleri, Türkiye'de cezaevinde bulunan kişinin
can güvenliği yok; en önemli hakkı, yaşama hakkı yok cezaevinde bulunan
kişinin. Bunu, can güvenliğini sağlayamamışız. İçeri giren kişi kendini devlete
emanet ediyor. İçeri giren kişi kendi güvenliğini devlete bırakıyor. Peki, ne
oluyor devlete bırakıyor da?! Hükümet otoritesi, oradaki devletin ağırlığını
ortadan kaldırmış durumda. Şimdi, düşünebiliyor musunuz, yakınları cezaevinde
öldürülen kişiler, ne büyük ıstırap çektiler, ne büyük acı çektiler, hâlâ da
acılarını çekiyorlar. Peki, Sayın Adalet Bakanımız, içeride öldürülen kişinin
eşine, çocuklarına, annesine, babasına hesabı nasıl verecektir, ne diyecektir?
Bana emanet ettiğiniz, devlete ve hükümete güvenip emanet ettiğiniz kişiyi ben
koruyamadım; onları rehin aldılar, ben gidip kurtaramadım; operasyon dahi
yapamadım; hatta, bu olayların cereyan ettiği cezaevlerinin yakınına dahi
gidemedim; böyle mi diyecektir?! Böyle dendiği zaman devlete yakışan bir tavır
mı olacaktır?! Peki, cezaevinde göz göre göre işkence edilen ve öldürülen
kişinin çocukları, bundan sonra devlete nasıl güvenecektir, bundan sonra
devlete nasıl bakacaktır, bundan sonra adalet hizmetlerine nasıl güvenecektir?
İşte, bana göre, yapılan en büyük noksanlık budur. Devletin saygınlığı
kaybolmuştur. Devletin güveni kaybolmuştur. Hükümet, otoritesini tamamen
kaybetmiş ve cezaevlerini bu gruplara teslim etmiştir. (DYP sıralarından
alkışlar) Olayın bir diğer yönü daha var. Şimdi, cezaevinde bu olayları meydana
çıkaran, hükümeti, hükümet otoritesini cezaevine sokmayan, o otoriteyi
dinlemeden insanları öldürüp pencereden dışarı atan gruplar, bu grupların
dışarıda yarattığı dehşeti düşünebiliyor musunuz? Acaba Sayın Adalet Bakanımız,
hiç Uşak'ta inceleme yaptı mı? Uşak ne hale geldi... Bu kişilerin
gönderildikleri Bergama ve Ödemiş'te inceleme yaptı mı? İl Jandarma Alay
Komutanı beyanatlar vermek zorunda kaldı, vatandaşlara güvence sağlamak zorunda
kaldı. Şimdi, bundan sonra, bu gruplara mensup kişilere karşı acaba
vatandaşları nasıl koruyacaksınız? Bu gruplara mensup kişiler haraç almak
amacıyla işyerlerinin kapısına dayandığı zaman, haraç vermeyen kişileri kim
koruyacak; onlara kim karşı koyacak; onlara kim cesaret verecek? İşte bunun
hesabını hükümetin vermesi lazım. Bundan sonra meydana gelen bir olay olursa,
bunun sorumlusu, doğrudan doğruya zamanında müdahale etmeyen, bu gruplara
devlet otoritesini perişan ettiren hükümetin ta kendisidir. (DYP sıralarından
alkışlar) Bir diğer olay daha var. İçeri giren gençlerin eğitilmesi lazım, topluma
kazandırılması lazım. Cezaevlerine bakıyoruz, cezaevleri bir mektep haline
gelmiş. İçeri giren siyasî eğitim görüyor, içeri giren pratik eğitim görüyor,
dışarı çıktığı zaman ya militan oluyor veya mafyanın tetikçisi oluyor. Adalet
Bakanımız, 6 binin üzerinde kadrom boş diyor. Niye boş duruyor bu kadrolar? Bu
kadrolara atama yapılması lazım. Ben atama yapamıyorum, ben eleman bulamıyorum
demek, bir adalet bakanına yakışmaz. Devlet kadro vermiş. Devletin verdiği
kadroya göre psikolog da bulacak, doktor da bulacak, uzman da bulacak. Adalet
Bakanlığı şikâyet mercii, mazeret mercii değildir. Adalet Bakanlığı icra
merciidir ve bunu mutlaka yerine getirmesi lazım. (DYP sıralarından alkışlar)
İçeri giren gençler, dışarı militan ve tetikçi olarak çıktığı zaman ne oluyor
biliyor musunuz? Halk ne diyor; içeriye bıçak giren, ustura çıkıyor diyor.
Aynen cezaevleri böyledir bugün. Bıçak giriyor, dışarıya ustura çıkıyor. Bugün
cezaevleri bu hale gelmiştir maalesef. Şimdi, bu kadar önemli olaylar oldu, kişiler canlarını kaybettiler.
Sayın Adalet Bakanımız, burada kürsüye çıkıp da Türkiye Büyük Millet Meclisine
bilgi vermek zahmetine hiç katlanmadı; cezaevlerinde şu olaylar oldu, şu
önlemleri aldık, bundan sonra şunu yapacağız diye hiç bilgilendirmedi. Biraz
önce kürsüye geldi zaman da, cezaevlerimizin büyük bölümünde sükunet var diyor.
Cezaevlerindeki olayları hiç anlatmıyor; nedenlerini de anlatmıyor.
Cezaevlerindeki olayların fizikî nedenlerinin bir bölümü eskiye dayanıyormuş;
eskiyi mazeret olarak gösteriyor. Eskiyi mazeret olarak göstermenin hiçbir
gereği yoktur; bu, mazeret de sayılmaz. Onun arkasından diyor ki, efendim,
cezaevlerinde hesaplaşma oluyor; yani, çok komik bir gerekçe. Sanki oraya giren
kişiler rahatça ortaya çıkıyorlar, filmlerdeki gibi bir arenada toplanıp
hesaplaşıyorlar; böyle şey nasıl olur?! Cezaevinde böyle bir şey nasıl meydana
gelir; bu nasıl söylenir?! Sayın Bakan bunu burada nasıl telaffuz ede; ben çok
garipsiyorum. Bu olaylar hemen bir anda mı meydana geldi. Şöyle bir bakalım, hem
basına bakacağız hem de hükümetlerin protokolüne bakacağız. 55 inci hükümetin
protokolünde deniliyor ki: "Hükümetimiz yargı bağımsızlığını sağlayacak ve
denetimi etkili kılacak yasal düzenlemeleri gerçekleştirecektir." 57 nci
hükümetin programı: "Yargının bağımsızlığını ve işlevlerini güçlendirici
ve örgütlü suçlara karşı yaptırımları daha etkili duruma getirici anayasa ve
yasa değişiklikleri öncelikle ele alınacaktır." Orada bir cümle daha var
programlara, protokollere ne kadar bağlı kalındığını göstermek bakımından
deniliyor ki "yerel yönetimlerin yetkilerini genişletici, kaynaklarını
artırıcı ve denetimleri daha etkili kılıcı yasa bir yıl içinde
çıkarılacaktır." 28.5.1999 tarihli protokol. Bir yıl içerisinde yerel
yönetim yasası çıkarılacak deniliyor; birbuçuk yıl geçmiş, hâlâ, Meclise gelmiş
değil. Yani, yerel yönetimler konusunda koalisyon ortakları ne söz vermişlerse,
adlî yargı meselesinde de yargı reformu meselesinde de cezaevi meselesinde de
aynı şekilde, aynı yerlerinde durmaktadırlar. 1997 yılından bu yana kadarki gazeteleri taradım, bir kısmının sadece
başlığını okuyacağım: 3.11.1997 tarihli bir gazete -isteyenlere gazetenin
ismini verebilirim- başlık: "Adalet Bakanlığından ikinci itiraf:
Cezaevlerine hâkim olamıyoruz." Ayrıntıyı okumuyorum. 19.2, 1998 o günün
İçişleri Bakanının itirafı: "Cezaevlerine hâkim değiliz. Acı da olsa
itiraf etmek gerekir ki, devlet, cezaevi yönetiminde tam anlamıyla hâkim
olamamıştır." Adli yılın açılışında Yargıtay Başkanı Mehmet Uygur'un beyanı:
"İnfaz kurumları, suç okulu ve mafya lojmanı değil, infaz kurallarının
eksiksiz uygulandığı, uygar devlete ve insan unsuruna yakışır nitelikteki
yerler olmalıdır." Bu arada 12.10.1998 tarihinden itibaren cezaevlerindeki affı protesto
eden, söz verildiği halde af çıkmadı denilen sözler üzerine gösteriler... Bir
sürü cezaevi raporları... "Cezaevinde otorite sağlanacak" Sayın
Başbakan Bülent Ecevit'in beyanatı, tarih 27.9.1999. "Cezaevlerini
yönetemeyen devlet" 28.9.1999... "Adalet Bakanı istifa etmeli"
Fatih Altaylı, 29.9.1999... "Cezaevleri kan gölü, bakan bey ortada
yok" 28.9.1999... Millî Güvenlik Kurulu kararı, 1.10.1999; konu Millî Güvenlik Kuruluna
gelmiş, Millî Güvenlik Kurulu da etkin tedbirler alınmasını önermiş. Bu tip bir sürü haber devam ediyor ve 2000 yılında da yine cezaevi
raporları var. 2000 yılında "çözmek yerine üstünü örtmek",
"cezaevine hâkim olamayan sokağı hiç kontrol edemez", "nerede bu
devlet" başlıklı yazılar var ve en sonunda medyanın haberi şöyle bitiyor,
aynen okuyorum, benim sözlerim değil: "Türkiye'de cezaevleri sorunu değil,
cezaevi rezaleti var." (DYP sıralarından alkışlar) İşte, cezaevleri böyle başlıyor, yuvarlana yuvarlana bu noktaya kadar
geliyor. Bu olay, gerçekten devletin saygınlığını etkilemiştir. Çıkacak olan affın bir de gerekçesi var -19.7.1998 tarihli gazeteden-
gerekçe anlatılmış, DSP Grubunda da görüşülmüş, ondan sonra deniliyor ki
"böyle bir af cezaevlerini büyük ölçüde boşaltacağı için, hükümetin
cezaevlerinde yeni bir düzenlemeye geçiş çabalarını kolaylaştıracaktır."
Yani, affın gerekçesi, gerçek anlamda af değil, cezaevlerini boşaltıp tamirat
yapmaktır. Bu, DSP Grubunda kabul edilen, affın gerekçesi; tarih: 19.7.1998. Şimdi, Sayın Adalet Bakanı, afla cezaevlerini boşaltmayı düşünüyor.
Peki, afla cezaevleri boşaltılınca ne olacak; cezaevleri kimlerle
doldurulacak?! Afla cezaevlerini boşalttığı zaman, cezaevlerini, süratle, vergi
borcunu ödeyemeyen, banka borcunu ödeyemeyen, bu nedenle haciz işlemine tabi
olan esnafla, çiftçiyle, köylüyle dolduracak; yani, amacı, cezaevinin içini
değiştirmek. (DYP sıralarından alkışlar) Yani, affın amacı, cezaevinin içini
değiştirmek, cezaevini boşaltmak. Zaten, bakın, bu hükümetin boşaltmayla ilgili çok büyük bir yanılgısı
var. Cezaevlerini boşaltıyor. Bankalar; bankalar da boşaltıldı. Boşaltılan
bankaların ne olduğunu, biraz sonra söyleyeceğim. Bunun arkasından, ek vergiler
dedi, deprem vergisi dedi, vergileri devamlı hale getirdi. Ne yaptı; köylünün,
çiftçinin, esnafın cebini de boşalttı. Vatandaş ne diyor biliyor musunuz;
artık, boşalta boşalta, boşaltacak bir şey kalmadı; artık, hükümet boşalsın,
hükümet boşaltılsın diyor.( DYP sıralarından alkışlar) MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Çok basit bir konuşma... AYDIN TÜMEN (Ankara) - Çok komik!.. HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Şimdi, affa karar verirken, cezaevini
boşaltalım diyor; ama, bilmiyor ki, esasında, cezaevine, boşaltılacak
koğuşlara, Adalet Bakanı giremiyor. Af çıksa da, o koğuşlar boşalmayacak zaten.
O nedenle, o koğuşlara hiçbir zaman giremeyecek ve o fizikî onarımı da hiçbir
zaman zaten yapamayacak. Şimdi, hükümetin, iki tane olayı var getirdiği, geldiği: Bunlardan
birincisi, bankaları boşaltanların sahip oldukları holdinglere bağlı şirketleri
kurtarmak. 10,5 milyar dolar gitmiş, bir 10,5 milyar dolar daha verilecek, bu
şirketler kurtarılacak. Şimdi, vatandaş soruyor; Gaziantep'ten Ökkeş efendi,
Mardin'den Şehmuz efendi, Diyarbakır'dan Zülküf efendi, İstanbul'dan Ali
efendi, Veli efendi "ben bakkalım, ben esnafım, ben KOBİ'yim, ben
çiftçiyim, ben de battım; ey hükümet, beni niye kurtarmıyorsun da, bu
holdinglerin şirketlerini kurtarıyorsun, eğer kurtaracaksan, gel beni
kurtar" diyor. (DYP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler) MELDA BAYER (Ankara) - Çarpıtıyorsunuz... HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Şimdi, sayın arkadaşlarımız, lütfen,
dinlesinler; dinledikleri zaman, söyleyeceğimiz güzel şeyler de var. Bu işlerin düzelmesi için, esasında, Adalet Bakanlığının, bizim
karşımıza bir yargı reformuyla çıkması gerekiyordu; dört başı mamur bir yargı
reformu getirecek. Bugün, Türkiye'nin en büyük sorunu, yargı reformudur. Cezaevlerini
yargıdan ayrı düşünemezsiniz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım... BAŞKAN - Buyurun efendim. HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Bir yargı reformu hazırlayacaksınız; bunun
içerisinde yeni infaz sistemi de olacak, bunun içerisinde yeni cezaevi yönetimi
de olacak, bunun içerisinde yargının bağımsızlığı olacak, bunun içerisinde
gerekirse istinaf mahkemeleri olacak ve bunun içerisinde vatandaşın daha hızlı
şekilde hakkını arayabilme sistemleri olacak, hukukun üstünlüğü olacak. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, sizin getirdiğiniz ve halkın yararına
olan her şeye evet dedik; tahkime evet dedik, devlet güvenlik mahkemelerine
evet dedik, özelleştirmelere evet dedik. Halkın yararına olan adlî reformu da
getirin, yeni infaz sistemini de getirin, mahallî idareler reformunu da
getirin. Biz, oy cimrisi değiliz, getirdiğiniz her şeye karşı, halkın yararına
olduğuna inandığımız her şeye karşı, oyumuzu veririz. Amaç bu ülkenin önünü
açmaktır, amaç bu ülkenin yerinde saymasını önlemek ve böylece, ufkunu
genişleterek bu ülkeyi daha güzel hedeflere doğru götürmektir. Bütün amacımız
budur. Hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın Kozakçıoğlu, teşekkür ederim. Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili
Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat'ta; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım,
değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Cezaevleri
hakkında genel görüşmenin öngörüşmesi için Partim adına söz almış bulunuyorum. Biraz evvel, Sayın Adalet Bakanını dinledik ve dinlerken, acaba, yanlış
mı biliyorum; çünkü, bildiğim kadarıyla Doğru Yol Partisi bu önergeyi vermişti
dedim ve Sayın Bakan, infaz sisteminin baştan sona iflas ettiğini beyan etti ve
nedenlerini açıkladı. Bir yerde aklıma bir şey geldi. Vakti zamanındaki bir
Millî Eğitim Bakanının "ah, şu okullar olmasaydı Millî Eğitim Bakanlığını
çok iyi idare edecektim" demesine geldi. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Adalet Bakanımız da, ceza ve infaz evlerinin olmaması halinde Adalet
Bakanlığının çok iyi yürütüleceğini beyan ettiler. Bir kere, genel
şikâyetlerini incelediğimiz zaman, bütün noksanlıkları saydık; fakat, çok mühim
olan bir noksanlığı saymadık. İnfaz sistemimiz içerisinde unutulan temel bir
yapı vardı. Bu, cezaevlerinin fiziksel yapısı değildi. Bu, o cezaevlerinde
hüküm giymiş olan veya tutuklu bulunan insan unsuruydu. Biz, parayla
yapılabilecek olan her şeyi sıraladık; ancak, o cezaevlerinin neden yapıldığı,
kimin için, niçin yapıldığını ortaya koymadık. Siz, insan unsurunu o cezaevinin
dışında düşündüğünüz zaman, zaten problem orada başlamış demektir. Problemin
temelinde suçlu da olsa, hükümlü de olsa orada yatan insanın insan olduğunu ve
temel hak ve özgürlüklerden onların da istifade etmesi gerektiği neticesine
varmamız lazım. Türkiye Büyük Millet Meclisi bundan önceki iki yıl içerisinde
bu konuda çok güzel bir çalışma yapmış. İnsan Hakları Komisyonunda, bundan önce
bulunan, başta başkanları olmak üzere orada görev yapmış olan arkadaşlarımı kutluyorum;
onun üstünde, cezaevleriyle ilgili, oradaki insan haklarının ihlalleriyle
ilgili ve aslında, problemi derinlemesine irdeleyen çok güzel bir çalışma
yapmışlardır. Bence, bunun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iftihar vesilesi
olması lazım; yoksa, başkanının sürgün nedeni olmaması lazımdır. Değerli arkadaşlarım, önce, ceza ne, infaz ne; bence, çok kaba
tabirlerle bunları belirlemekte ve şu andaki cezaevlerinin durumunu da bir
tespit etmekte fayda vardır, ancak ondan sonra, sorunlara daha akılcı bir
yaklaşımla yaklaşabilmemiz mümkün olabilir. Toplumsal sisteme ve devlete yönelik, kişi veya kişilerin tehdit ve
eylemlerinin, bu kişilerin mekânsal özgürlüklerinin kısıtlanarak önlenmesini
amaçlayan bir yaptırım aracına ceza ve infaz sistemi diyoruz. Belki çok kaba
bir tabir, buna eklenebilecek çok unsurlar olabilir, ancak, hükümlü ve
tutuklunun hukukî, sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel kimlikleri ne olursa
olsun, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklerine mutlak riayet etmek, onları,
içeride kaldıkları süre içinde, insan olmanın gerektirdiği koşullara uygun
ortam ve olanaklar içinde bulundurmak, çağdaş hukuk devletinin vazgeçilmez
unsurudur. Bu tespit içerisinde, infaz sisteminin hukukî dayanaklarına da bir göz
atmakta fayda vardır. Uluslararası dayanaklarına baktığımız zaman, Birleşmiş
Milletler asgarî standart kuralları, Avrupa cezaevleri kuralları, medenî ve
siyasî haklara ilişkin uluslararası anlaşmaları bunlar arasında saymamız
mümkündür ve burada da infaz sisteminin temelleri belirtilmiştir. Ancak, Türk
infaz sistemine geldiğimiz zaman şöylesine çok uzun bir hukukî düzenleme var.
Bunların bir kısmını okumak istiyorum, hepsini okuyup vaktinizi almak
istemiyorum. 14.6.1930 tarih ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi
Hakkında Kanun, 9.7.1934 tarih ve 2548 sayılı Cezaevleri ile Mahkeme Binaları
İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek
Bedelleri Hakkında Kanun, yine 4358 sayılı Ceza ve Tevkif Evleri Umum
Müdürlüğünün Teşkilât ve Vazifeleri Hakkında Kanun, Cezaların İnfazı Hakkında
Kanun, kanun, kanun, yönetmenlik, 40'ın üzerinde bir mevzuat bolluğu ve
tarihleri de çok eski, 1930'larda. Ancak, bunlara, o biraz evvel bahsettiğim İnsan Hakları Komisyonunun
hazırlamış olduğu hapishane raporlarını incelediğimizde şu düzenlemelere bir ek
düzenleme olduğu gerçeğiyle karşılaştım. O da, cezaevlerindeki tutuklu ve
yükümlüler ile cezaevi arasında yapılmış olan protokoller; o da bu yasal
düzenlemeler içerisinde yer alıyor. Çünkü, cezaevlerimizin, maalesef,
yönetiminde bir müştereklik getirilmiş; bir yanda devlet görevlileri, bir yanda
hükümlü ve tutuklular. Bunlar oturmuşlar, kendi aralarında protokoller
yapmışlar; ne şekilde ziyaretçi kabul edileceğinden tutun ne şekilde yiyecek
getirileceğine, idarenin tutuklular karşısındaki davranışlarından ve hatta
hatta hangi idarî personelin, koruma görevlisinin nerede görevlendirileceğine
dair uzun protokoller imzalamışlar. Bu, bir yerde boşluk anlamına geliyor. Ne
boşluğu; idarî otoritenin boşluğu. İdarî otorite ve siyasî otorite, bunu, bu
otoriteyi ortaya koyamadığından, bir yerde hükümlünün ve tutuklunun koymuş
olduğu kurallara göre cezaevleri idare edilmeye başlanmış. Doğru, Sayın
Bakanımın ifade ettiği sayıları ben de aynen tekrarlıyorum; aslında bir fecaat.
Doğru, tahsis edilen kadro 31 175; ancak, yine Devlet Planlama Teşkilatının
yapmış olduğu çalışmalara göre uygun kadro sayısı 43 345; ancak, buna rağmen
tahsis edilmiş olan 5 000'e yakın kadro şu ana kadar doldurulamamış. Peki,
doldurulamayan kadrolar neler; 150 psikolog kadrosundan 117 tanesi boş, 150 sosyal
çalışmacı kadrosundan 112 tanesi boş, 422 öğretmen kadrosundan 310 tanesi boş
ve idarî olarak da 403 tane personel yok, 7 tane de mimar kadrosuı var, hiç
istihdam edilmiyor. Şimdi, aslında, bir yaklaşım tarzı var, bir siyasî tercih meselesi var.
Bu siyasî tercihi görebilmek için de şu anda gündemimizde olan ve Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşülmekte olan bütçeyi tetkik etmekle, aslında bugünkü siyasî
iktidarın siyasî tercihlerini görebilmek ve bunun altında da infaz sistemine ve
adalet sistemine ne kadar önem verildiğini teşhis ve tespit edebilmek
mümkündür. Sayın Adalet Bakanımız biraz evvel ifade buyurdular, 1960'lı yıllara
kadar Adalet Bakanlığına ayrılan bütçe, bütçenin tümünün yüzde 3'ünü teşkil
ediyordu, bugün bütçe içerisinde binde 7'yi teşkil ediyor. Tekrar ediyorum,
Adalet Bakanlığının bütçesi genel bütçe içerisinde binde 7'ye tekabül ediyor. O
zaman siyasî iktidarın tercihlerini görebilmek için diğer fasıllara bakmamız
lazım, diğer bakanlıklara bakmamız lazım. Ben, bakanlıklarla kıyaslamak istemiyorum;
çünkü, bakanlıklarla kıyaslamak mümkün değil. Dolayısıyla, bakanlığa bağlı,
bağlı kuruluşlarla kıyaslamak istiyorum. Dün görüşmüş olduğumuz İçişleri
Bakanlığına bağlı olan Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığının
bütçeleriyle kıyaslamak istiyorum. Hatırladığım kadarıyla Jandarma Genel Komutanlığının bütçesi 1 katrilyon
400 trilyon civarında; Emniyet Genel Müdürlüğü de aynı seviyelerde. Demek ki,
biz, öncelikle bir tercihte bulunmuşuz, demişiz ki, polisiye tedbirlerimizi
güçlendireceğiz. Türkiye'deki olaylara çözümü ancak polisiye tedbirlerle
bulabiliriz. Aslında, temelde yanlış olan bir düşünce; ama, bir zihniyeti öne
çıkardığı için de bence, çok mühim olarak teşhis edilmesi ve üstünde durulması
gereken bir olay bu. Şimdi, Jandarma Genel Komutanlığına ayırmış olduğunuz bütçenin üçte
birini adalete ayırırsanız, Emniyet Genel Müdürlüğüne ayırmış olduğunuz
bütçenin yarısını Adalet Bakanlığının tümüne ayırmış olursanız, siz, bataklıkta
sivrisinek avıyla meşgulsünüz demektir. Peki, içgüvenlik kuvvetlerimiz suçluları takip etti, yakaladı, getirdi;
nereye teslim edecek; yargıya teslim etmek durumunda. Yargı ney; Anayasaya
göre, bağımsız olan üç erkten birisi; orayı temsil ediyor Adalet Bakanlığı.
Siz, o sistemi besleyemediğiniz sürece, adalet, hukuk sistemini besleyemediğiniz
sürece, hukukun üstünlüğüne inanmadığınız sürece, suçluyla mücadele edebilmeniz
mümkün değil. O zaman suç örgütleri çıkar ortaya. Eğer, adalet gecikmiş ise,
paranızı tahsil edemiyorsanız, adalete müracaat etmezsiniz, birilerini
bulursunuz; çünkü, çare tükenmez, suç örgütleri çıkar ortaya. Eğer, siz, ikide
bir af çıkarırsanız, devletin cezalandırma yetkisini hor kullanırsanız, size
karşı yapılmış olan bir suçun cezasını, yine, o örgütlere bir şeyler ödeyerek,
insanları ayağından vurdurmaya başlarsınız ve işte, o zaman, yeni suç tipleri
ortaya çıkar. Şu anda, 72 523 olan hükümlü ve tutuklu sayısının içerisine
baktığımız zaman, çıkar amaçlı suç örgütlerinden dolayı yatan insan sayısı 633
ve düzeni bozan veyahut -düzeni bozan demeyeyim- cezaevlerine yeni düzen koyan,
devlet değil mahkûmlarsa, işte şu 633 kişidir; ama, siz bunu tercih ediyorsunuz,
tercihiniz bu; yani, bütçenizden... Çünkü, bütçeler, hükümetlerin temel
politikalarını, temel siyasetlerini belirleyen kanunlardır ve onun için de, çok
mühimdir. Dolayısıyla, Sayın Bakanım, biraz önce birçok yasanın önümüze geleceğini
ve bu konuda destek vermemizi istedi; biz, her zaman bu desteğe hazırız. Biz,
şu uygun kadro olan 43 000'in 50 000'e çıkarılmasına da hazırız, gerekli
desteği veririz veya hapishane sayılarını... F tipi, bundan sonra, bilemiyorum,
G,J ve ondan sonra alfabemizdeki harf sırasına göre yapılacak yeni
hapishanelerin de derde deva olmayacağını şimdiden söylemek mümkün; çünkü,
bundan önce de aynı şeyleri gördük; çünkü, E tipi cezaevleri yapıldığı zaman
problemlerin çözüleceği söylenmişti. Bugün, Sayın Bakan F tipi diyor! Siz, temel sorunlara bu şekilde yaklaştığınız süre içerisinde
problemleri çözebilmeniz mümkün değildir. Siz, yargı erkini güçlendirmediğiniz
sürece, hukukun üstünlüğünü sağlamadığınız sürece, siz, insanların devlete ve
şahıslara karşı işlenen suçun mutlak surette cezalandırılacağını ve infaz
edileceğini garanti etmediğiniz sürece, hapishaneleri aflarla da boşaltsanız,
çok kısa bir süre sonra dolduğunu göreceksiniz. O bakımdan, öncelikle, mevcut
olan hükümetin, bu düşüncesinin ötesine geçmesi ve doğru yolu, doğruyu bulması
lazım. Bu doğru da, ilk başlangıç olarak, bütçeden binde 7 pay alan Adalet
Bakanlığının bütçesini ya Plan ve Bütçe Komisyonunda veya burada, mutlak
surette, 1960'da olduğu gibi, en azından yüzde 3'e çıkarabilmektir. Bunlar olduğu takdirde, inanıyorum ki, hapishane problemimiz, infaz
problemimiz ve yargı problemimiz... Aslında, yargı problemidir, infaz problemi
değildir bence işin temelinde yatan; çünkü, Sayın Kozakçıoğlu'nun da söylediği
gibi, infaz, yargının bir devamıdır, bir parçasıdır, ondan ayıramazsınız,
mümkün değil. Bacaria'nın söylediği gibi, cezaların etkinliği, cezaların
uzunluğu ve şiddetiyle kıyaslanamaz; cezaların mutlak uygulanmasıyla ceza
korkutucu olabilir, ibreti müessire olabilir, toplumu rahatlatabilir, toplumda
adalet duygusunu besler. Yoksa, adam öldürene 24 yıl verip, ondan sonra,
çeşitli kanun hileleriyle, yasalarla bunun yüzde 60'ını ortadan kaldırır ve
bunun yanında, üç yılda bir, dört yılda bir, işte, çeşitli nedenlerle af
yasalarını getirir, ortaya koyarsanız, toplumun adalete, toplumun devlete
inancını sağlayabilmeniz mümkün değildir. Değerli arkadaşlarım, biraz da, hapishanelerin şu andaki durumunu
irdelemekte fayda var. Mutlak surette, Sayın Bakanımın sıralamış olduğu
problemler doğru, zaten, bu, gerek Sekizinci Beş Yıllık Planda ve gerekse
Sekizinci Beş Yıllık Plan içerisinde adalet sisteminin etkin çalışmasıyla
ilgili özel ihtisas raporunda, detaylı olarak yazılmış; orada da, kesin olarak,
bu sistemin, Türk infaz sisteminin iflas ettiği beyan edilmiştir. Tabiî ki, bu malî sorunların çözülmesi lazım. İçeride olan bir insanın
iaşesinin 500 000 lirayla sağlanmasını bekleyemezsiniz; olmadığı zaman da,
tabiî ki, açlıktan öldürmeyeceğinize göre, mutlaka dışarıdan yiyecek girmesine
müsaade etmek zorundasınız. Ama, biraz evvel söylediğim, o tercihiniz değiştiği
zaman, eğer, bu 1 500 000 liraya çıkarılabiliyorsa, o zaman, doğru, siz, oraya,
dışarıdan yiyecek girmesini önleme hakkına sahipsiniz; ama, bunu sağlamadığınız
sürece, girmesini önleme hakkınız olmaz. Fizikî altyapının, personelin yeterliliği, mevzuatın değiştirilmesi...
Bunların tamamına evet; doğru, bunlar yapılması lazım; ama, biraz evvel, işin
başında söylediğim gibi, hapishanede olan insanlarımızın, suçlu dahi olsa -ki,
suçlu bir kısmı, mahkûmiyeti kesinleşenlerin suçu sabittir- mutlak surette
suçlu olsalar dahi, orada rehabilite etmek istediğimiz kişilerin, bir gün
topluma geri döneceklerini de nazara alarak ve onların insanî vasıflarını da
unutmadan, onlara insanî bir yaklaşım içerisinde olmamızın, infaz sisteminin
temelini oluşturması gerektiğini, bir kez daha altını çizerek belirtmek
istiyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim.(FP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Demokratik Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Tayfun İçli;
buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Ankara) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşmama başlarken, sizlere
saygılarımı sunuyorum. Grubum adına konuşma yapmakla görevlendirildiğimde, ilk işim, Meclis
kütüphanesinde arşiv taraması yapmak oldu, Sayın Kozakçıoğlu gibi. Çok uzak
değil, 1995, 1996 ve 1997 tarihli gazete haberlerine baktığımda, şaşırtıcı,
şaşırtıcı olduğu kadar üzüntü verici haberler geçmişte yaşananları hafızamda
tekrar canlandırdı, ülkemizin nereden nereye geldiğini apaçık ortaya koydu.
Unutkanız, bu doğru; ama, arşivler, unutulduğunu zannettiğimiz gerçekleri
tekrar canlandırıyor. Belki, insanoğlu çektiği acıları hafifletebilmek için
yaşananları aklına getirmek istemiyor. Ancak, siyasetçiler ve siyaset
bilimcileri, geçmişi, günümüz ve gelecek için irdelemeli, geçmişin acılarından
ders çıkararak, yapılması gerekenleri ülkemiz koşullarına uygun olarak tespit
edip yaşama geçirmelidirler. Konuşma metnimi, geçmiş, yapılanlar ve yapılması gerekenler olmak üzere
üç ana başlıkta hazırladım. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tarih, 24 Şubat 1993; Doğru Yol
Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Süleyman Demirel şöyle diyor:
"Hapishaneler koğuşlarını sayamıyor. Azgınlık ve düzensizlik bir disiplin
içine alınabilmiş değil. İtirafçılar veya dediklerini yapamayanlar da, yeniden
cezaevine girdiklerinde sağ çıkamıyorlar." Adalet eski Bakanı Sayın Mehmet Moğultay ise, 24 Ekim 1994 tarihli
açıklamasında "cezaevlerinin durumu içler acısı. Tutuklu ve hükümlüler ne
karnını doyurabiliyor ne ısınabiliyor ne de ilaç alabiliyorlar. Mevcut
cezaevlerimizin hiçbiri terör suçundan tutuklu ve hükümlü olanların korunmasına
ve barınmasına elverişli değil" diyerek, dönemin Başbakanı Sayın Tansu
Çiller'den yardım istiyor. Tarih 21 Eylül 1995, dönemin Başbakanı Sayın Tansu Çiller... Gazete
manşetlerinde büyük puntolarla haber: "İçişleri Bakanlığından Şok Rapor.
Terör cezaevlerinden yönetiliyor. Cezaevlerinin eğitim kampına dönüştüğü,
militanların cezaevinde kariyer yaptıkları, koğuşlarda otomatik silahlardan cep
telefonlarına kadar her şeyin olduğu; ancak, cezaevi yönetiminin arama
yapamadığı belirtiliyor." Gazetelerde günlerdir süregelen haberlerden bir başka manşet:
"Cezaevleri Örgüt Evi." Haber okunduğunda korkunç gerçeklerle yüz
yüze kalıyoruz: "İstihbarat birimlerinin araştırmasında, PKK, DHKP-C ve
İslamî Hareket adlı yasadışı örgütlerin beyin takımının kaldığı koğuşlarda,
kalaşnikof otomatik silahlar, cep telefonları, kesici aletler olduğu saptandı.
Ancak, cezaevi yönetimi, bu koğuşlara girip arama yapamadı. Örgüt militanları,
bulundukları cezaevlerinde bir sorun artık. Özellikle Bayrampaşa Cezaevi, PKK
ve DHKP-C'nin askerî komitesinin üstlendiği bir merkez ve okul haline dönüştü.
Her örgütün kendi yasasını uygulatmak için direttiği Bayrampaşa Cezaevinde
görev yapan infaz koruma memurları da can güvenlikleri bulunmadığından yakınır
hale geldi. Siyasî tutukluların kaldığı bölümler tamamen ayrı yasalarla
yönetiliyor. Bu yasalara uymayanlar ve yakalandığında polisle işbirliği yaptığı
iddia edilenler, cezaevleri içinde kurdukları sözde kendi mahkemelerinde
yargılanıyor, ifadeleri videolara kaydediliyor, içeri nasıl sokulduğu belirlenemeyen
kamerayla infaz görüntüleri bile çekilip, örgüt üst düzey yöneticilerine
gönderiliyor. Dışarıda bulunduğu takdirde, her an izlenme, yakalanma ve
çatışmaya girme riski olan teröristler, örgütlerini cezaevinden rahatlıkla
yönetebiliyor. Siyasî tutuklu ve hükümlülerin kaldığı koğuşları aramak isteyen
jandarma ve infaz koruma memurları ise, başarılı olamıyor. Tutuklu ve
hükümlüler jandarmaların bu girişimine karşı, koğuş kapısına elektrik vererek
ya da barikat kurarak engel olmaya çalışıyor. Aramada ısrar edildiğinde ise,
gardiyanlar rehin alınıyor, isyan çıkıyor. Bayrampaşa Cezaevinden çok sayıda
terörist elini kolunu sallayıp, firar ediyor. Siyasî ve adi tutuklu ya da
hükümlüler bir gece içerisinde kuş misali kaçarken, bazılarının eksikliği
haftalar sonra anlaşılıyor. Bazıları ise, gardiyan kıyafeti giyip, servis
otobüsüyle cezaevi dışına çıkıyor. Cezaevindeki isyanlar ve infazlar sadece siyasîler tarafından
yapılmıyor. Yeraltı dünyasının çatışmaları ve hesaplaşmaları cezaevlerinde de
sürüyor. Hasan Heybetli, Kürşat Yılmaz, Nejat Daş gibi baronlar cezaevlerinde
lüks koğuşlarda kalıp, istedikleri an firar edebiliyor." Bunlar benim beyanlarım değil, o günün gazetelerinden yapılan alıntılar
sayın milletvekilleri. Ne kadar iç karartıcı ve üzüntü verici bir tablo değil
mi? Bunlarla da bitmiyor arşiv taramamdaki saptamalar; ama, zamanım kısıtlı
olduğu için Sayın Tansu Çiller'in Başbakan olduğu 50, 51, 52 nci hükümet
dönemlerini bırakıp, 54 üncü hükümet dönemine geçmek, Sayın Necmettin
Erbakan'ın Başbakan, Sayın Tansu Çiller'in Başbakan Yardımcısı olduğu dönemden
birkaç tespit yapmak istiyorum. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Ecevit'e gel. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - 1974'e gel. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Dört yıllık kendi iktidarını da sorgula. (DSP
sıralarından "Dinle" sesleri) BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim; hatibin sözünü kesmeyin. HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Tarih 26 Temmuz 1996. Başbakan
Erbakan'dan sonra Adalet Bakanı Kazan'ı da uyaran Cumhurbaşkanı Demirel,
cezaevleri sorununa bir an önce çözüm bulunmasını istiyor. Ben de arşiv
taraması yaptım, yaptığım arşiv taramalarından, Sayın Kozakçıoğlu gibi, sizleri
bilgilendiriyorum. Tarih 27 Temmuz 1996. Adalet eski Bakanı Seyfi Oktay'dan, Şevket Kazan'a
yanıt "çamur atacağına sorunu çöz" 31 Temmuz 1996 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde başka bir haber bakın ne
diyor: "Başbakan Necmettin Erbakan'ın cezaevleri bunalımı nedeniyle Doğru
Yol Partisi - Cumhuriyet Halk Partisi Hükümetine yönelik doğrudan
suçlamalarına, bu koalisyonların başbakanlığını yapan Doğru Yol Partisi Genel
Başkanı Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller yanıt vermedi. Partisinin grup
toplantısında konuşan Erbakan eylemlerin geçmiş hükümetler tarafından ve 54
üncü hükümete bırakılan kötü bir miras olduğunu söyledi. Cezaevlerinde, gereken
önlemlerin alınmaması nedeniyle bilinen oluşumların meydana geldiğini savunan
Erbakan 'seyirci kalmışlardır ve ihmaller olmuştur; son iki yıl içerisinde
terör yuvası haline gelmiştir' dedi. Erbakan, cezaevlerinde, insanlara komünist
düşünceler aşı edildiğini öne sürerek, açlık grevlerinin kendi dönemlerinden
önce başladığını, hükümetlerinin ellerinden gelen çabayı gösterdiğini kaydetti.
Eylemlerin 40-60 kişilik koğuşlarda yapıldığına işaret eden Erbakan şöyle dedi:
'Eylemler baskıyla yapılıyor. Doktorların içeri girmeleri engellendi. Bu,
baştan sona örgüt faaliyetidir. Devlet müdahale etme noktasına geldi; ancak,
içeride silahları, bomba yapımında kullanılacak malzemeleri vardı. Bu nedenle
zayiat verme durumu vardı. Mübarek kandil gecesinde iş başarıyla sonuçlandı.’” Sayın milletvekilleri, bakın, dönemin Adalet Bakanı Sayın Şevket Kazan
ne demiş, 31 Temmuz 1996 tarihli Hürriyet Gazetesinden okuyalım: "Adalet
Bakanı Şevket Kazan, cezaevlerindeki ölüm oruçlarıyla ilgili tutumunda haklı
olduğunu kanıtlamak için, Batılı ülkelerin büyükelçilerine dağıttığı raporda,
eski bakanlar Doğru Yol Partili Mehmet Ağar ile Cumhuriyet Halk Partili Seyfi
Oktay ve Mehmet Moğultay'ı suçladı. Rapor ekinde Bayrampaşa ve Ümraniye
Cezaevlerinin krokileri de verildi. Raporda, olayların faturası Mehmet Ağar'ın
Adalet Bakanlığı dönemine çıkarılırken, Kazan'ın eylemi sona erdirmek için
gösterdiği çaba anlatıldı. Bayrampaşa Cezaevinde bulunan toplam 700 gardiyandan
sadece 20'sinin bu koğuşlarda görev yaptığı, bunların da, örgüt sempatizanı olduğu
belirtildi. Raporda, CHP ve SHP'li bakanlar da suçlanırken, bir cezaevinde bir
tutuklu olarak bu kadar geniş imkâna nasıl sahip oldukları sorulduğunda
'bunları, daha önceki yönetimde SHP'li, CHP'li bakanlarla yaptıkları özel
anlaşmalar neticesinde kazanılmış hak olarak elde ettiklerini ifade
etmişlerdir' denildi." 27 Eylül 1996 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde bir haber:
"Erbakan'dan Cezaevi İtirafı." Detaylara girmiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisinin genel görüşme
istemini içeren başvurusu incelendiğinde, 57 nci hükümetin Başbakanı Sayın
Bülent Ecevit'e haksız, haksız olduğu kadar yakışıksız ithamlarda bulunulduğu
görülmektedir. AHMET İYİMAYA (Amasya) - İsim yok, isim yok... Nazik davrandık... HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Bu itham ve yakıştırmalara "ainesı
iştir kişinin lafa bakılmaz" deyişiyle yanıt vermek istiyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) İşte, 50, 51, 52 nci hükümetlerin Başbakanı Sayın Tansu Çiller'in
geçmişte yaptıkları ve bugüne miras bıraktıkları; işte, Sayın Erbakan'ın
Başbakan olduğu ve Sayın Tansu Çiller'in Başbakan Yardımcısı olduğu 54 üncü
hükümetin yaptıkları ve bugüne devrettikleri!.. Sayın milletvekilleri, cezaevlerindeki sorunlar, devletimizde ve
toplumumuzda, kanayan bir yara durumundaydı. 1992 yılından beri, cezaevlerinin
sorunlarını çözebilmek için, ilgili kuruluşlar arasında görüşmeler sürüyordu;
ama, bir türlü netice alınamıyordu. 5 Ocak 2000 tarihinde, Başbakan Yardımcısı
Sayın Hüsamettin Özkan'ın başkanlığında, Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk,
İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan, Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş ve
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sayın Rasim Betir bir araya gelmiştir; 6 Ocak
2000 tarihinde ise, ceza infaz kurumları ile tutukevlerindeki yönetim, dış
koruma ve sağlık hizmetlerine işlerlik kazandırılması amacına yönelik protokolü
imzalamışlardır. Bu protokolle, mevcut cezaevlerinde, daha etkili biçimde
güvenlik sağlanmış, sağlık koşulları daha elverişli duruma getirilmiş ve
güvenlikle ilgili her türlü personelin eğitimi için gerekli çalışmalara
başlanılmıştır. Bu protokol, yıllardır çözülemeyen, cezaevlerinin yönetiminden
kaynaklanan sorunlarının çözümüne katkı yapmıştır. Girilemeyen cezaevlerine ve
koğuşlara girilerek, terör ve suç örgütlerinin içeride oluşturdukları düzen yok
edilmiş, devlet hâkimiyeti sağlanmıştır. Terör ve suç örgütlerinin hemen hemen
her cezaevinde kurdukları sistematik düzen dağıtılmıştır. Bazı cezaevlerinde oluşan
münferit hadiselere anında müdahale edilerek sorunlar çözümlenmiş, bu münferit
olaylara neden olan kamu görevlileri hakkında soruşturma açılarak, bu
görevliler, vakit geçirilmeksizin açığa alınmıştır. Hükümetin bu kararlılığı,
her alanda olduğu gibi, bu alanda da etkisini göstermiştir. Değerli milletvekilleri, bölücü terörün kaynağı nasıl kurutulduysa, bu
hükümet döneminde, din sömürüsü terörün kaynağı da hızla kurutulmaya
başlanmıştır. Yıllardan beri, ülkemizde, bir tartışma yaşanıyordu, faili meçhul
cinayetler vardı "bu cinayetleri devlet mi işletiyor, falan kuruluş mu
işletiyor" diye türlü söylentiler, tahminler, iddialar ileri sürülüyordu.
Faili meçhul cinayetlerin sırrı açığa çıktı; bunları yapanın bir sözde din
örgütü olduğu anlaşıldı ve sayısız ceset toprak altından çıkarıldı. Bu din
sömürücülerinin vahşeti de, vatandaşların gözleri önüne serildi. Bu hükümet
döneminde, Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası çıkarılarak, kamuoyunun
da yakından takip ettiği mafya ve çetelerle mücadelede büyük yol katedildi.
Bankalar Yasası değiştirilerek, bankaların içlerini boşaltanlar bir bir
yakalandığı gibi, şahsî mal varlıklarına tedbir konuldu. Peki, bu cinayetlerin, bu vahşetin, bu banka soygunlarının sırları nasıl
çözüldü? Sorumluları nasıl yakalanıp cezaevine konuldu? Artık, işkence lafı,
devlet içindeki kayırma iddiaları, dikkat ederseniz, büyük ölçüde bitmiştir.
Tüm bu sayılan cinayetlerin, vahşetin ve soygunların sırrını, bu hükümet
döneminde, devlet, akılla, bilimle çözdü. (DSP sıralarından alkışlar) MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Nerede çözdü?!. MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Nerede çözdü?!. HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Şimdi, haklı olarak, polisimize,
devletimizin istihbarat örgütlerine, Bankacılık Üst Kuruluna ve diğer
görevlilere övgüler yağdırılıyor; fakat, ilginç olan gerçek şu; bu olayları, bu
sırları çözen, bu hırsızları, bu canileri, bu suçluları yakalayan Türk polisi,
jandarması, istihbaratçısı, askeri ve maliyecisi gökten inmedi; bunlar, öteden
beri işlerinin başındaydılar; ama, onlara karışanlar vardı, onları yanlış
yollara sevk edenler vardı. Hükümetimiz, bu oyunlara son verdi; polisimiz,
jandarmamız, istihbaratçımız ve maliyecimiz, görevlerini en sağlıklı biçimde
yapar hale geldiler; çünkü, yönetim değişmişti, zihniyet değişmişti, tutum
değişmişti, kayırmalar ve yolsuzluklar sona ermişti. Değerli milletvekilleri, bu hükümet, biraz evvel açıkladığım gibi,
teröristi, çeteciyi ve organize suç örgütü mensuplarını bir bir yakalayıp
cezaevine koyarken, suçluların cezaevleri hâkimiyetine de son vermiş,
cezaevlerini yol geçen hanı olmaktan çıkarmıştır; Birleşmiş Milletler ve Avrupa
cezaevleri kurallarına uygun düzenlemeler getirmiştir. Geçmişte, değişen suçlu
profiliyle mafya ve terör olaylarının artmasına karşılık ihtiyacı karşılayacak
sayı ve nitelikte yüksek güvenlikli cezaevi yapılamamışken, hükümetimizin
kararlı tutumu neticesinde Birleşmiş Milletler ve Avrupa cezaevi kurallarına
uygun bir ve üçer kişilik oda sistemine dayalı, yüksek güvenlikli, elektronik
ve mekanik sistemlere ve spor, eğitim, iş yurdu ve sosyal faaliyet alanlarına
sahip 373 kişilik (F) tipi cezaevi projesi hayata geçirilmiştir. Bu projede
tespit edilen eksiklikler süratle giderilecektir. Diyarbakır ve Denizli'de inşa edilen, oda sistemine dayalı, yüksek
güvenlikli 400 kişilik cezaevinin inşaatına devam edilmektedir. (E) ve özel tip cezaevlerinden 54'ünün bir bölümü, 3'ünün de tamamı oda
sistemine çevrilmiştir. Diğer taraftan, 30 (E) ve özel tip cezaevinin tamamen
oda sistemine geçirilebilmesi için gerekli olan proje çalışmaları
bitirilmiştir; yıl sonuna kadar bu sayı 73'e tamamlanacaktır. Elmadağ (K-2) tipi kapalı cezaevi bağımsız çocuk cezaevi haline
dönüştürülerek Ankara Kapalı Cezaevindeki çocuk tutuklu ve hükümlülerin olumsuz
koşullarına son verilmiştir. Bingöl, Eskişehir ve Kartal özel tip cezaevlerinin tamamı oda sistemine
çevrilmiş ve hizmete sokulmuştur. Çocuk koğuşları, revirler, ziyaretçi görüş mahalleri, disiplin
hücreleri, hastane, mahkûm koğuşları ve adliye nezarethaneleri yeniden elden
geçirilmektedir. Eskimiş, küçük il ve ilçe cezaevleri kapatılarak bunların yerine,
belirlenecek ortak merkezlerde bölge cezaevleri kurulması planlanmaktadır. Hükümetimiz döneminde mevzuat yetersizliğini gidermeye yönelik
çalışmalar da yapılmıştır. Birleşmiş Milletler ve Avrupa cezaevi kurallarına
uygun olarak hazırlanan, Ceza ve Tutukevleri Genel Müdürlüğünü Adalet
Bakanlığına bağlı kuruluş haline getiren, kurumlarda asayiş ve güvenliği
sağlayacak olan Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğünün teşkilat
ve görevleri hakkında yasa tasarısı tamamlanmıştır. Dağınık durumda bulunan ceza infaz mevzuatını tek yasada toplayacak ve
cezaları caydırıcı hale getirecek olan ceza infaz yasa tasarısı çalışmalarına
başlanmıştır. Malî kaynak sorununa önemli oranda çözüm getiren Ceza İnfaz Kurumları
ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine İlişkin Yasa ve
yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Ceza infaz kurumlarının, Adalet Bakanlığından
bağımsız yerel izleme komitelerince denetimini sağlayacak olan bir yasa
tasarısı hazırlanmıştır. Ceza infaz kurumları standart kadro sayısının
artırılması için ek kadro ihdası konusunda hazırlanan yasa tasarısı
Başbakanlıktan Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmek üzeredir. Ankara'da
1 cezaevi personel eğitim merkezi hizmete sokulmuş olup, bu merkezlerin
sayısının 7'ye çıkarılması planlanmaktadır. Bu husustaki yasa tasarısı Bakanlar
Kurulunca Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. Sağlık Bakanlığınca
düzenlenen doktor kuralarına, cezaevlerinin de dahil edilmesi sağlanmıştır.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun bağlı bulunduğu Devlet
Bakanlığıyla Adalet Bakanlığı arasında yapılan protokol gereğince, tutuklu ve
hükümlülerin 0-7 yaş grubu çocuklarının kreş ve gündüz bakımevlerinden
yararlandırılması sağlanmıştır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sorun, ceza ve tutukevleri sorunu olmayıp, infaz hukuku
sorunudur. Tabiî ki, infaz hukuku genel bir kavram, bir üst kavram. 1933
yılında Ceza Hukuku Milletlerarası 3 üncü Kongresinde yapılan bir tanımlamaya
göre, infaz hukuku, en geniş manasıyla, mahkûmiyet kararının kesinleştiği andan
ceza infazının sona erdiği ana kadar, devletle hükümlü arasındaki ilişkiyi
tayin eden hukuk dalıdır. Türk infaz sistemi ve infaz hizmetlerinin yeterli
olmadığı konusunda kamuoyunda görüş birliği vardır. Çünkü, infaz sistemimizden
ve sunulan infaz hizmetlerinden ne iddia, ne yargı, ne savunma, ne tutuklu, ne
hükümlü, ne aileler, ne infaz personeli ve ne de kamuoyu olmak üzere, hiçbir
kesim memnun değildir. Herkesin mutabık kaldığı üzere, cezaevleri sorunu,
bugünün sorunu değil, yılların birikimidir. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal sorunların bir neticesi
olarak, yıllardır Adalet Bakanlığı bütçesine yeterli kaynak aktarılamamıştır.
Bu, sadece adalet hizmetleriyle ilgili olmayıp, sağlık, eğitim, kültür ve diğer
hizmetlerde de karşılaşılan başlıca bir sorundur. Ancak, hükümetimizin
uyguladığı ekonomik istikrar programı çerçevesinde, kısıtlı olanaklarına rağmen
gerekli düzenlemeleri yapmaktadır ve yapacaktır. Sayın milletvekilleri, uluslararası alanda yerleşik kural ve kurumların
sorgulandığı, yeni arayışların hız kazandığı bir dönüm noktasındayız. Bunun
için de öncelikle siyasî, ekonomik, idarî ve adlî alanlarda bir kısmı
başlatılmış olan reformları bir an önce
tamamlamalıyız. Türkiye'nin amacı, bugüne kadar olduğu gibi, bundan
böyle de Avrupa Birliği standartlarını en
kısa zamanda yakalamaktır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Teşekkür ederim efendim. Bu, esasen, Türkiye'nin daha ileriye gitmek, daha zenginleşmek, refah ve
mutluluğa daha çabuk ulaşmak için kendi kendine koyduğu bir hedeftir. Türkiye, bu hedef doğrultusunda başlatmış
bulunduğu köklü reform sürecini artık, her alanda daha da hızlandırarak
sürdürmek sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Bunun öncelikli gereği de, siyasî ve
ekonomik istikrardır. Bu düşüncelerle konuşmama son verirken, Yüce Heyetinize saygılarımı
sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İçli. Şimdi söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili
Sayın Beyhan Aslan'da. (ANAP sıralarından alkışlar) Bu arada da Galatasaray'a başarılar diliyoruz efendim. Biraz sonra maç
başlayacak. Buyurun Sayın Aslan. ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, Doğru Yol Partisi Grubunca verilen cezaevlerinin sorunlarına
ilişkin genel görüşme önergesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini
arz etmek üzere huzurunuzdayım; şahsım ve Grubum adına Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Cezaevlerimizde, özellikle Uşak Cezaevinde meydana gelen üzücü olaylar,
konuyu yeniden masaya yatırmamıza sebeptir. Genel görüşme önergeleriyle konuyu görüşmemize vesile olan Doğru Yol
Partisi Grubuna ve önergeyi destekleyerek gündeme alınmasına oybirliğiyle onay
veren diğer siyasî parti gruplarına teşekkür ediyoruz. Devletin en önemli görevi, kamu düzenini sağlamak için öncelikle suç ve
suçluluğu önlemektir. Ne var ki, tüm önlemlere, yaptırımlara ve çabalara karşı,
suçun işlenmediği bir toplum yoktur. Suç işleniyorsa, devlet, hukuk kuralları
çerçevesinde suçluları yargılayacak, adil yargılanmalarını sağlayacak, hüküm
giyenlerin de, çağdaş infaz kurumlarında, insan haysiyet ve onuruna yaraşır bir
şekilde cezalarını çekmelerini sağlayacaktır. Ceza ve infaz hukukunda temel ilke, suçluların ıslahıdır; onları yeniden
kazanmak ve toplumsal yaşama dahil olmalarını sağlamaktır. Bunun için de
cezaevlerimizi, güvenli, ıslaha yönelik, huzur ve sükûnun hâkim olduğu, insana
ve insan onuruna yaraşır çağdaş kurumlar haline getirmek, devletin en acil ve
en elzem görevleri arasındadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, tabiî ki, biz, bugünün gerçeklerini konuşuyoruz. Ceza infaz
kurumlarımızı, cezaevlerimizi masaya yatırıyoruz. Bu genel görüşmeyle, sadece
sorunları sıralamak yetmez; çözüm yollarını da ortaya koymakta fayda görüyorum.
Çözüm önermeyen şikâyet ve dertlenme, aczin ifadesidir. Çözüm yollarını arayıp,
bulma ise bilimin ve gücün ifadesidir. Cezaevlerindeki sorunlar, bugünün ya da dünün değil, yılların ihmalinin,
bazen de gafletinin biriktirdiği sorunlardır. Bugün, maalesef, teröristlerin,
mafya ve çete mensuplarının bulunduğu cezaevleri, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin hâkimiyeti altında değildir. Yasalar, infaz tüzük ve yönetmelikleri,
Bakanlık talimatları, bu cezaevlerinde bir hüküm ifade etmez... BAŞKAN - Sayın Beyhan, bir dakika... Efendim, sükûneti sağlayamıyoruz; Sayın Aslan'ın sesi hiç duyulmuyor.
Çok önemli... Rica edeceğim efendim. Buyurun efendim. BEYHAN ASLAN (Devamla) - Cezaevleri, terör suçluları için, örgüte
militan yetiştiren eğitim kampı, çete mensuplarının ve mafyalarının da yönetim
karargâhıdır. Cezaevlerinde krallar vardır. Cezaevlerinde ağalar türemiştir.
Devletin hâkimiyeti zaafa uğrayınca terör suçluları, mafya ve çete mensupları
şiddetle, tehditle yönetime korku salarak, bazen de rüşvetle cezaevlerine hâkim
olmuşlardır. Yönetim, sayım yapamaz, koğuşlara giremez; yönetim, sindirilmiş
ve dışlanmıştır. Devletin emaneti olan
tutuklu ve hükümlüler, huzur içinde cezalarını tamamlamaktan mahrumdurlar. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerimizde, yönetimden fizikî yapıya, personel
eğitiminden güvenliğe, suçluların tasnifinden teknolojiye, savunma hakkından
sağlığa kadar tümüyle sistemimiz çökmüştür. Cezaevlerinde kaosun sebebi,
sistemin yetersizliği ve yanlışlığındadır. Açık ve net söylüyoruz; koğuş
sistemi iflas etmiştir. Meseleye ideolojik gözle bakmak bizi yanıltır; olaya bilimsel yaklaşmak
şarttır. Cezaevi yönetimleri, koğuşları 24 saat denetimi altında tutamıyor.
Sayım yapılıp koğuşun kapısı kapanınca, hâkimiyet ve disiplin tamamen güçlünün
elindedir. İçeride olanı idareye bildireni de ispiyonculukla suçlarlar ve onu
da cezalandırırlar. Meslekî anılarımızda yer alan koğuşlardan iki manzara sunacağım: Sanık
(A) tutuklanıp cezaevine konulur; ırza tasaddi suçunu işlemiştir. Tecritten
sonra koğuşa gelir, koğuşta kendisiyle kimse konuşmaz, korkulu gözlerle
koğuştakileri süzer,akşam olur, koğuş tıka basa doludur, kapının kenarına
uzanır, ceketini yastık yapar, uyumaya yüz tutmuştur ki, koğuş ağasının
"ayağı kalk" sesiyle uyanır; keten çuvalın içerisine girmesi istenir;
itiraz mümkün değildir, can pazarındadır, çuvalda iki kediyle birliktedir,
sopayı çuvala vurdukça kediler (A)'yı tırmalar. Bu insanlıkdışı işkence sabaha
kadar devam eder. Sanık (K) yaralamadan içeri girmiştir, güçlü kuvvetlidir, koğuştaki
hâkim güç kendisinden çekinir, sindirilmesi gerekir, kendisine "gece
nöbeti sen tutacaksın; görevin, horlayanı uyarmaktır" derler. Koğuşun bir
bölümü horlamaya başlar: sanık (K) görevini yapmak, horlayanı kaldırmak
isteyince, tüm horlayanların toplu hücumuyla dövülüp sindirilir. İşte, koğuştan
manzaralar bunlardır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; koğuşların kendine göre töresi
vardır. Bu töreler gereği, bazen, mahkeme cezalarından başka yeni ceza
verirler. Koğuşlarda yaşam kontrol edilemiyor. Kişinin hakları, onuru, can
güvenliği orada güçlüye emanettir. "Koğuş" adı altında uygulanan
sistemin, koğuşta yaşayanlar ve kamu düzeni açısından yarattığı sakıncalar göz
ardı edilerek, koğuş sistemi savunulamaz. Koğuş sisteminde, koğuşta ya da
havalandırmada, cezaevi yönetimine karşı direnç başlıyor, personel içeri giremiyor,
devlet olarak gördükleri ceza infaz koruma memurunu, yani, gardiyanı rehin
almakla isyanı başlatıyorlar. Bir arada bulunmanın verdiği güç, isyanı
kolaylaştırıyor. Koğuş sisteminde, mahkûmlar ile cezaevi personeli yüz yüze
gelmekle, mahkûm, personeli tanımakta, ismen de cismen de bilmekte, isteklerini
yerine getirmediği takdirde, tehdit ve şantaja başvurmaktadır. Cezaevi
personeline hitaben "oğlunu tanıyoruz, lisede öğrenci, vururuz" ya da
"kızını okul çıkışı kaçırırız" gibi tehditlere maruz kalan
personelden görev beklenemez. Zayıf karakterli personelden de rüşvetle yardım
alıyorlar. Arz etmeye çalıştığımız gerçeklerle, koğuş sistemi derhal terk
edilmelidir. İstisnası, en az güvenlik gerektiren, kısa süreli hapis cezasına
çarptırılan mahkûmlar için olabilir. Bu konuda gayretler sarf edilmiştir. İlk
defa, Adalet eski Bakanlarımızdan Sayın Oltan Sungurlu Beyin girişimleri
sonucu, terör suçluları için, Eskişehir özel tip cezaevi yapılmış. Cezaevi
basına açıldığında, basınımız lüks
otele benzetmiş, oda sistemi esasına göre yapılmıştır. Ne var ki, Doğru Yol
Partisi-SHP Hükümeti, daha güvenoyu almadan, ilk (siftah) olarak, hükümetin
Adalet Bakanı Sayın Seyfi Oktay, ideolojik nedenlerle, bir yerlere mesaj için
bu cezaevini boşaltmış ve 206 tutuklu ve hükümlüyü başka cezaevlerine
nakletmiştir. Niçin; çünkü bu cezaevine telefon giremezdi, çünkü bu cezaevine
silah giremezdi, çünkü bu cezaevine eroin giremezdi; bilemiyorum, onun için mi
kapatmışlardı!.. MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Şimdi daha rahat giriyor. BEYHAN ASLAN (Devamla) - Bu kapatma, geriye gidişin dönüm noktası
olmuştur. Tekrar ediyorum, bu kapatma, geriye gidişin, kaosun dönüm noktası
olmuştur ve zafer statükonun olmuştur, statüko kazanmış; ama, Türkiye
kaybetmiştir. Sayın Sungurlu, Adalet Bakanlığından bir heyeti, cezaevlerini
incelemeleri için Avrupa'ya göndermiş, Amerika Birleşik Devletleri cezaevleri
sistem iyileştirme uzman müşaviri olarak çalışan Melda Türker'i Türkiye'ye
çağırmış. Netice itibariyle, oda sistemi ağırlıklı projeler üzerinde karar
kılınmış. Ne var ki, Doğru Yol Partisi-SHP, bilahara, Doğru Yol Partisi-CHP
hükümetlerinin Adalet Bakanları bu projeleri durdurmuştur; yani, oda
sistemlerini durdurmuştur; koğuş sistemini savunmuşlar, oda sistemini kesinlikle
dikkate almamışlardır; yerine herhangi bir çözüm de önermemişlerdir, Adalet
Bakanı Sayın Şevket Kazan'ın, Diyarbakır ve Denizli Cezaevleri projelerine
kadar. Cezaevlerinin kapıları ya caddeye açılır ya da caddeye yakındır. Kaçan
mahkûmun taksiye atlaması, insanlara karışması kolaydır. Şehir dışına yapılan
cezaevlerinin çevresi de, en kısa sürede, sanayi ya da konutlarla donanmıştır.
Bu, ciddî bir olumsuzluktur ki, Bursa Cezaevi örnektir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerinin fizikî yapısını
acilen iyileştirme gereği ortadadır; ama, ne yazık ki, genel bütçeden
ödediğimiz rakamlara bakarsak, Adalet Bakanlığı bütçesi öksüzdür, yoksuldur;
binde 7 bütçeyle bu tedbirlerin alınması da imkânsızdır. Bu bütçeyle ne olur?!
Kaynağa ihtiyaç vardır, kaynak sorununun acilen çözülmesi gerekir. İyi ki, 4301 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları
Kurumunun Kuruluş ve İdaresine İlişkin Kanun var, biraz nefes aldırıyor; ama,
yetmiyor. Bu kanunu çıkaran Sayın Sungurlu'ya, yine, burada teşekkürü borç
biliyorum. Cezaevleri yapılırken, ihtiyaç olan yerler tespit edilmelidir. Bugün,
öyle cezaevlerimiz var ki, içeride mahkûm yok veya üç kişinin, beş kişinin
kaldığı cezaevini düşünün, orada harcanan (masraf) israftır. Öyleyse, her
ilçede cezaevi olmamalı, yargı çevrelerine hizmet verebilecek ortak yerler
seçilmelidir. Kiralama suretiyle var olan evden bozma cezaevleri terk
edilmelidir. Avrupa'da ya da Amerika'da, mahkûmların sahibi devlettir.
Cezaevine düşen kişi, kendisini ziyarete gelebilecek en fazla 4 kişinin ismini
bildirir. Ayrıca, mahkûmlarla ilgilenecek mahkûm dernekleri vardır;
ziyaretçiler, ancak bunlardır. Bizde ise, bir delikanlı cezaevine düştüğünde,
bütün köy ziyaretçidir, bütün köy cezaevinin önüne yığılır. İşte,
disiplinsizliğin bir başka örneği de budur. MURAT AKIN (Aksaray)- Sungurlu'dan bahset!.. BEYHAN ASLAN (Devamla)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan
Partisi Grubu olarak öneriyoruz: Şehir merkezlerindeki kıymetli araziler
üzerindeki cezaevleri satılsın. Satılan cezaevleri, belediye mücavir
sahalarının en az 10 kilometre dışına çıkarılsın ve cezaevlerinin 2 kilometre
çevresinde de yapılaşma olmasın. 2 kilometrelik alan, cezaevlerinin güvenlik
alanı olsun. Bakalım, cezaevinden kim kaçar, kim, 2 kilometrelik tünel açar?..
50 metre sonra caddeye ya da sokağa çıkarsan, kaçışları önleyemezsin; kaçarak
halkın içine karışan, taksiye atlama imkânı olan mahkûmu yakalayamazsın. Cezaevleri üç ayrı tip olarak inşa edilmelidir: Terör ve mafya, çete
suçluları, sair organik suçlular ve tehlikeli mahkûmlar için birinci derecede
güvenlikli cezaevleri ve bunlar, kesinlikle F tipi olmalıdır, oda sistemi
olmalıdır. Orta dereceli güvenlik suçlularını ilgilendiren cezaevleri ise,
bunlar, E tipi olmalıdır. Bir de, kısa süreli mahkûmiyeti gerektiren, kısa
süreli cezaların infazını gerektiren cezaevleri ise, koğuş sistemi olmalıdır.
Bunu, mutlaka, yapmak durumundayız. Bunu yapmadığımız takdirde, cezaevinde
güvenliği sağlayamayız, ciddî bir infaz sistemine de ulaşamayız. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevleri -tekrar ediyorum-
kesinlikle, şehir merkezlerinin 10 kilometre dışına çıkarılmalıdır ve
cezaevleri, 10 kilometre dışına çıkarıldıktan sonra, çevresinde yapılaşma
önlenmelidir. Şehirlerdeki cezaevlerinin komşusu, Ahmet dayı, Ayşe teyze,
bakkal, fırın olmamalıdır. Bayrampaşa Cezaevini görüyorsunuz... İşte,
Ulucanlar, Buca, Denizli, Kırşehir, Afyon Cezaevleri; şehrin en merkezî, en
işlek yerlerinde; böyle cezaevi olmaz. Hiçbir ülkede böyle cezaevi yoktur. İşte,
en büyük. sorun, şehrin en merkezi yerlerine cezaevlerinin yapılmasıdır. Bunlar
mutlaka elden çıkarılmalı ve bunlardan elde edilecek gelirle, mutlaka, dediğim
tarzda cezaevleri yapılmalıdır. Ankara Ticaret Odası "Ulucanlar Cezaevini verin bana, ben burayı
fuar alanı yapayım, size de iki tane cezaevi yapayım" diye teklifte
bulundu. Bu nedenle, hiçbir işe yaramayan, hiçbir fayda temin etmeyen şehir
merkezlerindeki cezaevleri kesinlikle elden çıkarılmalı ve ciddî cezaevleri
yapılmalıdır. Bakın, benin İlim Denizli'de cezaevinin komşusu okuldur, yani, kaçan
mahkûm, okulun bahçesinden atlayıp kaçar. Böyle cezaevi dünyanın hiçbir yerinde
görülmemiştir. Bu nedenle, ceza infaz kurumlarımızın altyapılarını mutlak; ama,
mutlak düzenlemek zorundayız; mutlaka, sistemi geliştirmek zorundayız, radikal
tedbirler almak zorundayız. Bir sonraki dönemin, bir önceki dönemi kötülemesiyle bir yere varılamaz.
Sistem yanlıştır, yapılanma yanlıştır. Bu nedenle, sistemi mutlaka değiştirmek
zorundayız. MURAT AKIN (Aksaray) - Çözümlerden bahsedin!.. BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım efendim. BEYHAN ASLAN (Devamla) - Çözümleri arz ediyorum. Cezaevleri şehrin
dışına çıkarılmalıdır ve cezaevlerinin 2 kilometre etrafında yapılaşma
olmamalıdır. Cezaevinde 2 kilometre tünel kazılmaz MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Yapılırken zaten dışarıya yapılmış... BAŞKAN - Efendim karşılıklı konuşmayalım, hatibin sözünü kesmeyelim. BEYHAN ASLAN (Devamla) - Bu nedenle, biz onları söylüyoruz, çözümleri de
söylüyoruz.Başında söyledik, çözüm önermeyen tenkitler, dedikodudan ibarettir.
Biz, çözümleri söylüyoruz. Tam 6 yıl geriye dönüşü sağladınız. Eskişehir Cezaevini kapatmakla
kaosu, statükoyu zafer kıldınız; ama, maalesef, infaz sistemini bozdunuz. İşte,
o bir dönüm noktasıdır; o statükonun zaferi, dönüm noktasıdır ve bugün infaz
sistemimizin geldiği yerdeki en büyük yanlışlıktır. Bunu içinize sindirin. Ben,
Doğru Yol Partili hiçbir arkadaşımızın -tek tek konuştuğumda- Eskişehir
Cezaevini içine sindirdiğine inanamam. Bunu, maalesef, o günün hükümeti
yapmıştır ve o yanlışı da bugün, Doğru Yol Partisinin hiçbir milletvekili
savunamaz. MURAT AKIN (Aksaray) - Niye düzeltmediniz 4 yılda? BEYHAN ASLAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
cezaevlerinde yönetim iki başlıdır. Ayrı ayrı sicil amirlerine bağlı kişiler
tarafından yönetilmektedir. Dış koruma jandarmanın, iç koruma Adalet
Bakanlığınındır. Bunlar, aynı sicil amirlerine bağlı olmadıkça, aralarında bir
koordinasyon oluşturmadıkça, hiçbir zaman bu koruma mümkün olmaz. Bakın,
cezaevlerine cep telefonu, esrar, silah ve örgütsel doküman, yürüyerek
girmiyor; orada insan unsuru önemli. Oraya ya tehditle, şantajla giriyor, ya da
rüşvetle giriyor; insan unsuruna mutlaka dikkat etmemiz gerekir. Bir kere, şunu ifade etmek istiyorum. Dünyanın her yerinde, infaz
kurumlarının sorumlusu Adalet Bakanlığıdır, bütün dış koruma da, iç koruma da
Adalet Bakanlığına bağlıdır. Bunu bu hale getirmek durumundayız. Sayın
Bakanımızın da ifade ettiği gibi, ciddî bir personel eğitimi yaptırıp, iç
korumayı da, dış korumayı da mutlaka sağlamak durumundayız. Değerli milletvekilleri, mutlaka, dış korumaya olan ihtiyacı azaltmamız
gerekir. Öyle cezaevi yapalım ki, dış korumaya ihtiyacımız azalsın ve
jandarmamızı devreden çıkarmanın yollarını arayalım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanın kendisini savunması,
insanlık tarihiyle eşittir; dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez nitelikli bir
haktır. Bireyin savunma hakkını vekâleten kullanan avukatlık mesleğinin onuruna
gölge düşüren uygulamalara, cezaevinde, son verilmelidir. Jandarmanın, 13
avukatın cezaevlerine silah soktuğu iddiası doğru olabilir; ama, Türkiye'de
binlerce avukat vardır. Bu çirkin davranışın cezasını avukatlarımıza
ödetmeyelim. Mesleğin yüzkarası bu kişilere elbette cezası çektirilmelidir.
Teknoloji ne güne duruyor; elektronik kapılarla, onur kırıcı arama işlemini
modernize edersek, meseleyi çözmüş ve avukatlık mesleğinin de onuruyla
oynamamış oluruz diye düşünüyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerinde, devletin
hakimiyetini tesis etmek, ıslaha yönelik bir infaz sistemini kurumlaştırmak,
infaz sisteminde modern dünyanın geldiği noktayı yakalayabilmek için duruma
acilen el konulması, imkânların, kaynakların seferber edilmesi gerekir. Cezaevlerimizin içinde bulunduğu kaostan, bana göre, tüm cumhuriyet
hükümetlerinin nasibi vardır. 55 inci cumhuriyet hükümetinin ve onun Adalet
Bakanının cezaevlerimiz konusundaki görüş ve düşüncelerinde isabet vardır. Bize
göre, bu öngörüşmeden sonra, bir genel görüşmeye ihtiyaç yoktur; çünkü, mesele
anlaşılmıştır. Anavatan Partisi Meclis Grubu olarak, bu konuda her türlü desteğe hazır
olduğumuzu, hukuk hâkimiyeti ve devlet otoritesinin yerini hiçbir gücün
almasına müsaade edilmeyeceği konusundaki irademizi arz eder, Yüce Meclisi
saygıyla selamlarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslan. Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Parti Grubu adına Denizli
Milletvekili Sayın Salih Erbeyin'de. Buyurun Sayın Erbeyin. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA SALİH ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; cezaevlerinin içinde bulunduğu genel durum hakkında söz almış
bulunuyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ve şahsım adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Fenolojik anlamda infaz kavramı, ceza mahkûmiyetine ilişkin olarak
kararların çektirilmesine ve bu süreç içerisinde, suçlunun, genel eğilimlerine
göre rehabilite edilerek, yeniden topluma kazandırılmasına ilişkin dinamikler
yelpazesini ifade etmektedir. Ceza infaz mevzuatı çerçevesinde, infazı gereken cezalar genel anlamda: 1- İdam cezası, 2- Hürriyeti bağlayıcı cezalar, 3- Para cezaları olmak üzere üç grubu ayrılmaktadır. Bunlardan hürriyeti bağlayıcı cezalar, tüm dünyada olduğu gibi,
ülkemizde de en sık başvurulan cezalandırma yöntemi olduğundan, infaz sürecinde
yaşanan birçok sorun da burada karşımıza çıkmaktadır. Hürriyeti bağlayıcı cezaların infazından beklenen esas amaç: 1- Toplumun suçludan korunması, 2- Suçlunun toplumun öfkesinden korunması, 3- Suç bedelinin hukuk çerçevesinde ödettirilmesi, 4- Suçlunun rehabilite edilerek yeniden topluma kazandırılmasıdır. İnfazdan beklenen bu amaçlara ulaşılabilmesi içinse, en zayıf mahkûmun
bile cezaevinde kendini güvende hissetmesi, kendisine saygıyla ve insanca
davranılması, kendisini geliştirme imkânına sahip olması, ailesi ve
yakınlarıyla temas imkânına sahip olarak tahliyeye hazırlanması gerekmektedir. İnfaz sistemleri: Dünyada hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği
belli başlı üç tip cezaevi sistemi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; 19 uncu
Yüzyılın başlarına kadar mahkûmların toplu olarak barındırıldıkları ve cezaevi
kompleksi içinde yer alan taşocakları ve diğer işlerde çalıştırıldıkları koğuş
sistemli cezaevleridir. İkincisi , Amerika'da uygulanan hücre sistemli cezaevleridir. Üçüncüsü ise, koğuş ve hücre sisteminin karma hale getirilmiş halidir. Çeşitli ülkelerde ve bu cezaevi sistemlerinde, toplumsal kültürlere
paralel olarak birtakım değişiklikler de yapılmıştır. Günümüzde önemli olan,
cezaevi sistemi ile onu destekleyen yasal mevzuat ve uygulamaların çağdaş,
caydırıcı, insanlık haysiyetine ve insan haklarına saygılı, mahkûmun sosyal
rehabilitasyonuna elverişli ve çağdaş eğitim yöntemlerine açık olmasıdır. Ülkemize bakıldığında, Osmanlı döneminde, suç işleyenler ya zindana
atılır ya da kalebentliğe mahkûm edilirdi. Anadolu'da, ilk defa, 19 uncu
Yüzyılın ortalarından itibaren koğuş sistemine dayalı cezaevleri yapılmaya
başlanmıştır. Günümüzdeyse, cezaevlerinde gerek suçluların eğitilmesinde
yarattığı olumsuz etkiler gerek can güvenliği, asayiş, disiplin ve güçlünün
zayıfı ezmesi gibi nedenlerle, koğuş sistemi terk edilmiş olup, E tipi ve özel
tip cezaevlerinin 2, 4, 6 ve 8 kişilik oda sistemine göre yeniden tadil
edilmesine ve inşa edilen yeni cezaevlerinde de 1 ve 3 kişilik oda sisteminin
esas alınmasına başlanılmıştır. Bugün tarihi itibariyle, ülkemizde 556 ceza infaz kurumu bulunmaktadır.
Cezaevlerimizin 515'i kapalı, 36'sı açık, 1'i çocuk cezaevi, 3'ü çocuk
ıslahevi, 1'i kadın ve çocuk cezaevi olarak kullanılmaktadır. Ceza ve infaz kurumlarımız Adalet Bakanlığına bağlı olup, tüm personeli
bu Bakanlık tarafından atanmaktadır; ancak, kapalı cezaevlerinin dış güvenliği,
İçişleri Bakanlığına bağlı Jandarma Teşkilatı tarafından sağlanmaktadır. Bu
sistem, Belçika ve Fransa'da da halen uygulanmaktadır. Kurumlar, bir müdür ve
yeteri kadar ikinci müdür tarafından yönetilmektedir. Müdürler, Cumhuriyet
Başsavcısına; başsavcı ise genel müdüre karşı sorumludur. Kapalı cezaevlerinde
müdür, kurumun yönetiminden, başsavcı tarafından görevlendirilen cumhuriyet
savcısı ise cezaların infazından sorumludur. Kurumlar, başsavcının denetim ve
gözetimi altında çalışmaktadırlar. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ceza ve infaz sistemimizde
yaşanan temel sorunlar şunlardır: Günümüz ceza infaz sisteminde yaşanan
sorunları dört ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar; fizikî altyapı
yetersizliği, malî kaynak yetersizliği, mevzuat yetersizliği ve personel
yetersizliğidir. Fizikî altyapı yetersizliği nedeniyle karşılaşılan infaz sorunları: Ceza
infaz kurumlarımız, Batı Avrupa cezaevlerinin aksine, koğuş sistemi üzerine
inşa edilmişlerdir. Cezaevlerimizde yaşanmakta olan önemli sorunlar, bu
sistemin sağladığı elverişli ortamdan kaynaklanmaktadır. Özellikle, büyük
cezaevlerinde kapasiteler aşılmış ve yoğun bir kalabalıklaşma ortamı meydana
gelmiştir. Açık cezaevleri ile çocuk ıslahevlerinde önemli bir sorun
yaşanmazken, terör ve mafya suçlularının barındırıldığı ve yerleşim alanı
içerisine sıkışmış kalmış olan bazı cezaevlerinde asayiş ve güvenlik ortamının
sağlanması riskli boyutlara ulaşmıştır. Yerleşim alanları içerisinde
kaldığından, bu kurumların havalandırma avlularına dışarıdan her türlü madde
atılabilmekte, ulaştırılabilmektedir. Ceza infaz kurumlarının oda, koğuş
bölümlerini birbirinden ayıran duvar ve kapılar, binalar ve yapılar eski
olduğundan tutuklu ve hükümlülerce toplu olarak zorlandığında kolayca
yıkılabilmekte ve yerlerinden sökülebilmektedir. Diğer taraftan kurumlarımız önemli oranda teknik imkânlardan yoksun
bulunmaktadır. Kalabalık koğuş sistemlerinin, mahkûmların eğitilerek topluma
hazırlanması yönünden en önemli zararı, kurumlarda eğitim ve rehabilitasyon
çalışmalarının istenildiği gibi yapılamamasıdır. Zaman zaman mevcudu 60'ı dahi
aşabilen bazen de bu rakamların üzerine çıkan koğuşlarda, psikolog, sosyal
çalışmacı, öğretmen, bunun gibi eğitici personel güvenli bir ortam içerisinde
görevini yerine getirememektedir. Bu personel, eğitim faaliyetinin uygulanacağı
mahkûm sayısının fazla olması nedeniyle de, zaman zaman, hak etmedikleri
davranışlara maruz kalmaktadır. Koğuş sistemine dayalı bu kurumlardaki kalabalık ortam ile asayiş,
güvenlik ve mahkûmiyet zafiyeti nedeniyle tünel kazma, firar etme, isyan
çıkarma, rehin alma, avukat görüşlerine dahi çıkmama, cezaevi idaresine ve
doktora çıkmama; aile, akraba ve ziyaretçilerinin kabulünü dahi örgüt iznine
tabi kılma; hükümlüleri sorgulama; açlık grevine, ölüm orucuna, tecride veya
ölüm dahil birtakım bedensel cezalara mahkûm etme; koğuş kapılarını
kapattırmama; hastaneye ve duruşmaya dahi gitmeme; eğitim ve öğretim çalışmalarını
engelleme; dışarıya eylem talimatı verme; kurum görevlilerini rehin alma;
yaralama, öldürme, asma, koğuşlarda çeşitli suç eşyası bulundurma gibi
faaliyetlerle de karşılaşılabilinmektedir. Ülkemizde müşahede ve sınıflandırma
merkezleri tam olarak kurulamadığından, hükümlülerin sınıflandırılması ve
gruplara ayrılması işlemi yapılamamakta, cezaevlerinin güvenlik standartları
belirlenememektedir. Gerçekte, hükümlüler, kurumların güvensizlik standardını belirleyici
duruma gelmişlerdir. Değişen suçlu profiliyle, mafya ve terör olaylarının
artmasına karşılık ihtiyacı karşılayacak sayı ve nitelikte yüksek güvenlikli
cezaevi yapılamamıştır. Malî kaynak yetersizliği nedeniyle karşılaşılan sorunlar: Malî kaynak olarak da, her yıl, bütçeden, Adalet Bakanlığının payları
düşmekte, bu da sıkıntıları had safhaya çıkarmaktadır. Diğer taraftan, ceza infaz kurumlarında görev yapan personel, ifa
etmekte olduğu işin zorluğuna ve riskine karşılık, malî ve sosyal haklar
yönünden tatmin edici bir durumda bulunmamaktadır. Göreve yeni başlamış olan
bir cezaevi infaz koruma memuru çok düşük ücret almaktadır. Aynı zamanda, küçük
ve orta ölçekli illerde görev yapan cezaevi personeli sürekli aynı yerde
kaldığı için, bunlar, suçlu ve mafyalar tarafından zaman içinde kontrol altına
alınabilmekte, bu da cezaevi ve mahkûm güvenliğini zedelemektedir. Mevzuat yetersizliği nedeniyle karşılaşılan sorunlar: Maalesef, cezaevlerimiz, bugün, ceza infaz kurumlarının yönetimi 1930
tarihli 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında 10 maddelik
Kanun ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, Ceza İnfaz Kurumları ve
Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük ve dağınık
vaziyette bulunan çeşitli mevzuat ile yürütülmekte olup, söz konusu mevzuat
günün ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda yer alan şartlı tahliye,
tecil ve paraya çevirme hükümleri cezaların caydırıcılığını ortadan
kaldırmıştır. Bugün potansiyel suçlular ve mafya tipi suçlular hangi suçtan ne
kadar ceza alacaklarını bilmekte, infaz kanunun beşte 2'lik cezasını hesap
ederek, suçların da içtimaını bilerek, bilinçli olarak ceza işlemekte,
maalesef, beşte 2'sini çektikleri noktada şartlı tahliye edileceklerini
bilmektedirler. Bunun için, yapılması gereken, öncelikle, şartlı tahliyenin
beşte 2'den üçte 2'ye çekilmesi veyahut da bu şekilde değiştirilmesidir. Ayrıca, cezaevi personelinin eğitimini ve öğretim kalitesini yükseltmek
gerekmektedir. Kanaatimizce, bizim için en ideal olacak uygulama, cezaevi
personeli eğitim okulları kurularak, iç ve dış güvenlik personelinin de bu
okullarda eğitilmesi ve Adalet Bakanlığına bağlı olmasıdır. Yine, uygulamada göze çarpan bir diğer sorun, cumhuriyet başsavcısı ve
cezaevi savcılarının cezaevlerindeki konumlarının ne olduğu ya da ne olması
gerektiği hususu enine boyuna ortaya konulmalıdır. Dördüncü sorun olarak, personel yetersizliğinden kaynaklanan infaz
sorunları: Mevcut kurumlarda, özellikle sağlık, eğitim, psikososyal hizmet
kadrolarında önemli oranda eksiklikler mevcuttur. Tutuklu ve hükümlülerin
eğitilerek, yeniden topluma kazandırılmasında önemli rol oynayan eğitim
kadrolarıyla psikososyal hizmet kadrolarındaki eksiklik, infaz sistemimizin
önemli bir sorununu teşkil etmektedir. Personel temininde, bazı cezaevlerinde
oluşan riskli ortam nedeniyle güçlük çekilmekte; bunda, özellikle can
güvenliği, işin zorluğu ve maaş yetersizliği etken olmaktadır. Ceza ve infaz kurumları personelinin eğitim düzeyi oldukça düşük ve
yetersizdir. Bugün, profesyonel suçlular, geneli itibariyle yüksekokul mezunu
olup, bunların cezaevlerindeki görevlileri ortaokul ve lise mezunu insanlardır.
Elbette, içerideki yüksekokul mezunu profesyonel kişiler bunların üzerinde
fizikî ve psikolojik baskı kurabilmektedirler. Yetersiz eğitim düzeyi nedeniyle kurumlarda personel olarak çalışanların
çeşitli ruhî problemleri de ortaya çıkmıştır. Son yıllarda önemli sayıda cezaevi personeli, çeşitli nedenlerle adlî ve
idarî soruşturmalar sonucu görevinden uzaklaştırılmış veya meslekten
çıkarılmıştır. Ceza ve infaz kurumları personelinin eğitim seviyesi bir an önce
yükseltilmelidir. Günümüzde cezaevi personelinin eğitimini sağlayacak personel
eğitim merkezlerinin kurulması ve yeni atanacak personelin bu merkezlerde
okutularak eğitilmesi ile mevcut personelin bu merkezlerde hizmetiçi eğitimden
geçirilmesi zorunlu hale gelmiş bulunmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; cezaevleri, zaman zaman,
Türkiye'nin kanayan bir yarası olmaktadır. Bu, bugünün meselesi değildir;
geçmişten geleceğe uzanan bir eksiklikler manzumesidir. Şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Son günlerde, gerek basınımızda
gerekse kamuoyunda gündemi oluşturan F tipi cezaevleri konusunda yoğun bir
tartışma yaşanmaktadır. F tipi cezaevi, birilerinin ısrarla yanlış olarak ifade
ettiği gibi, hücre sistemi değildir, geneli itibariyle oda sistemidir. Hepiniz hatırlayacaksınız ki, F tipi cezaevi olmamasına rağmen,
özellikle terör suçluları için yapılan Eskişehir Özel Tip Cezaevi, yapımından
kısa bir süre sonra, 1991 yılında, dönemin DYP-SHP koalisyon hükümetinin Bakanı
Sayın Seyfi Oktay tarafından, daha hükümet güvenoyu almadan kapatılmış ve koğuş
sistemine dönüştürülerek, devletin trilyonları heba edilmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; infaz sistemimizde yaşanan
sorunlarla ilgili olarak yapılması gereken çalışmalar: Öncelikle, fizikî altyapı yetersizliğinin giderilmesi bir an önce
sağlanmalıdır. Birleşmiş Milletler ve Avrupa cezaevi kurallarına uygun, birer ve üçer
kişilik oda sistemine dayalı, yüksek güvenlikli elektronik ve mekanik
sistemlere, spor, eğitim, iş yurdu, sosyal faaliyet alanlarına sahip F tipi
cezaevleri bir an önce bitirilmeli ve mevcutlardaki eksikler giderilmelidir. Eskimiş, küçük, il ve ilçe merkezindeki cezaevleri kapatılarak, bunların
yerlerine, belirlenecek ortak merkezlerde cezaevi kurulmalıdır. Ceza infaz kurumları personelinin malî ve özlük haklarının
iyileştirilmesi için yapılan çalışmalar bir an önce bitirilmelidir. Ceza infaz kurumları iş yurtlarında çalışan mahkûmların gündelikleri,
2000 yılı için 2 milyon TL'dir. Bu rakamdan iaşe bedeli düşüldükten sonra,
mahkûmlara cüzi bir para kalmaktadır. Bunun da suçluların rehabilitesi
açısından artırılması gerekmektedir. Mevcut mevzuat yetersizliğini gidermeye yönelik şunlar yapılmalıdır: Hizmet içerisinde eğitilen cezaevi personeline, eğitim programları
kapsamında, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi için, insan hakları ve insan
ilişkileri derslerinin sayısı ve seviyesi artırılmalıdır. Ceza infaz kurumları personelinin bir okulda eğitilerek mesleğe
alınmasını sağlamak üzere, ülkemizde cezaevi personel eğitim merkezleri
kurulması amacıyla, Kanada Adalet Bakanlığına bağlı cezaevi personel eğitim
merkezi 1999 yılı içerisinde incelenmiş, gerekli belgeler temin edilmiş;
ayrıca, geçmiş yıllarda Danimarka, Almanya, Norveç ve diğer Avrupa cezaevleri
incelenmiştir. Elde edilen bilgiler ve deneyimler neticesinde, Ankara'da bir
cezaevi personel eğitim merkezi hizmete sokulmuştur. Bu cezaevi personel eğitim
merkezlerinin sayısı bölgelerde artırılmalıdır. Sonuç ve önerilerimiz: Gerek genel müdürlük uzmanlarının ulusal ve
uluslararası araştırmalar sonucunda elde ettikleri bilgiler gerekse
uluslararası kurum ve kuruluşların cezaevlerimiz hakkındaki eleştirileri ve
tavsiyeleri doğrultusunda, cezaevleri ve infaz sistemimizde reform niteliğinde
yapılan çalışmalara hız verilmelidir. Bu çerçevede, terör ve çıkar amaçlı suç örgütleri mensuplarının
barındırıldığı cezaevlerimizdeki örgüt etkinliği kırılmalıdır; ancak, koğuş
sistemine dayalı ve muhkem olmayan fizikî yapı, mevzuat ve malî kaynak
yetersizliğiyle, personelin eğitimsiz olmasından dolayı, bazılarında yaşanan
sorunlar tam olarak çözülmelidir. Özellikle büyük şehirlerimizde, ceza infaz kurumlarında, tutuklu ve
hükümlüleri koyacak yer kalmamıştır. Süratle yüksek güvenlikli cezaevi
yapılmadığı takdirde, ceza infaz kurumlarındaki sıkıntılar daha da artacaktır.
Yeterli malî kaynak sağlanmalı, cezaevi sorunu ulusal bir sorun olarak ele
alınarak, iç ve dış kamuoyunun gündeminden bir an önce çıkarılmalıdır. Ceza infaz kurumlarının boş kadroları ehliyetli kadrolarca
doldurulmalıdır. Cezaevi sağlık personeli ile eğitim personelinin organizasyonu,
faaliyetleri, motivasyonu ve meslekî ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda diğer
bakanlıklarla işbirliğine gidilmelidir. Başta Marmara Bölgesi olmak üzere, büyük kentlerimizde veya yakınlarında
süratle oda tipi cezaevleri yapılmalıdır. Örgütlü mafya suçları ve diğer adlî suçlar için kullanılan E tipi ve
özel tip cezaevlerinin tamamı 2, 4, 6 veya 10 kişilik oda sistemine
dönüştürülmelidir. Asayişle ilgili görev yapan infaz kurumlarının personeli ve sosyal
hakları düzeltilmeli, can güvenliklerini koruyucu tedbirler alınmalıdır. Ceza infaz kurumları personelinin, hizmet öncesi, hizmet içi eğitimleri
sağlanmalıdır. Mahkûm koğuşu olmayan devlet ve üniversite hastanelerinde mahkûm koğuşu
yapılmalı ve hizmete açılmalıdır. Ceza infaz kurumlarının dış korumasında görevli olan jandarma
personelinin görev sırasında işlediği suçların doğrudan takibi için eski
uygulamaya dönülerek, bu personelin de icra ettiği görevin adlî görev
sayılmasını gerektirecek yasal düzenleme yapılmalıdır. Cezaevlerindeki çift başlılığa zaman içerisinde son verilmesi için, bir
an önce, yasal çalışma yapılmalıdır. Tutuklu ve hükümlülerin iaşe bedelinin, kanunla belirlenen oranda
artırılması gerekmektedir. Ceza ve infaz kurumlarında ihtiyaç duyulan teknik ve elektronik güvenlik
sistemlerinin kurulabilmesi için gerekli ödeneklerin sağlanması zorunludur. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbeyin. Efendim, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır. Şimdi, önerge sahipleri adına, Antalya Milletvekili Sayın Kemal Çelik;
buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) KEMAL ÇELİK (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
cezaevlerinin içinde bulunduğu genel durum ve bu konuda alınması gereken
önlemler konusunda verdiğimiz genel görüşme önergesi üzerinde söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz, bu önergeyi, biz, Türk toplumunun talebi doğrultusunda
verdik. Türk toplumu, son yıllarda Türkiye'de yaşanan ilginç olayları
seyrediyordu. Türk toplumu, mafyanın cezaevlerine nasıl hâkim olduğunu
seyrediyordu; Türk toplumu, mafya liderlerinin tabancayla nasıl olaylara hâkim
olduğunu seyrediyordu; yine, Türk toplumu, acziyet içerisinde bir Adalet
Bakanının "İçişlerine devredelim, İçişleri Bakanı sorumlu" gibi
sözlerini seyrediyordu. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar)
İşte, biz, bu talepler doğrultusunda, toplumun bu talebi doğrultusunda, bunu
verdik. İyi dinleyin... Şimdi, Sayın Adalet Bakanı burada konuştu. Sayın Adalet Bakanı âdeta
yakındı, ödenek yetersizliğinden bahsetti; yani, bir başka hükümetten para
ister gibi, para istedi. (DYP sıralarından alkışlar) Ama, burada bir başka DSP
temsilcisi konuştu; hep, geçmişte meydana gelen birkaç münferit olaydan
bahsetti. Cezaevlerinde, dünyanın her yerinde münferit olaylar olur; ama,
bugünkü gibi olay da dünyanın hiçbir yerinde olmamıştır. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Al Capone döneminin Amerikasında böyle
olaylar olmamıştır, Amerikan filmlerinde böyle olaylar görülmemiştir; ama,
Ecevit Hükümetinin ve Sayın Türk'ün Bakanlığı döneminde bu olaylar yaşanmıştır,
hepsi de ortada; ama, işin kolaycılığı... "Evet, geçmişte birkaç münferit
olay olmuştu" diyorsunuz. O zaman, siz niçin varsınız?! Geçmişe takılıp
kalacaktınız da niçin iktidara geldiniz; niçin bu Bakanlığı yürütüyorsunuz?! Geçmişe bir bakalım; ne varmış o geçmişte, ne yapılmış o geçmişte, neler
olmuş o geçmişte, bir bakalım. Bakınız, geçmişte ne oldu biliyor musunuz; 1991
yılında, bugün bir adada lüks içerisinde yaşattığınız Apo ne demişti biliyor
musunuz 1991'de: "On yıl sonra gelmeyi hedeflediğimiz, 2000 yılında
gelmeyi hedeflediğimiz yere on yıl önce geldik" demişti ve 1993'te,
Türkiye böyle bir... Türk hükümeti, Sayın Çiller Hükümeti, kolayca
suçladığınız, herkesin kolayca suçladığı Çiller hükümeti böyle bir Türkiye'yi
teslim aldı. O zaman saat 3'lerde gidebiliyor muydunuz güneydoğuda?! Onu bir
hatırlayın, dinleyin. (DYP sıralarından alkışlar) Bakınız, o, sizin adada yaşattığınız, özenle koruduğunuz -bunu
unutmayın- bu Apo sözü buralardan unutulur oldu; siz de unutmayın, biz
hatırlatacağız; bundan sonra daha fazla hatırlatacağız. (DYP sıralarından
alkışlar) FARUK DEMİR (Ardahan) - Niye getirmediniz; niye yakalamadınız? KEMAL ÇELİK (Devamla) - Onu da anlatayım. Siz getirdiniz mi? Dün
demediniz mi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde "bize teslim ettiler"
demediniz mi? Lütfen dinleyin. FARUK DEMİR (Ardahan) - Baskıncı genel müdür... KEMAL ÇELİK (Devamla) - Dinleyin... Dinleyin... Bakın, 1993 yılında ne dedi o aynı Apo biliyor musunuz; 1996 yılına
gelince dedi ki: "Biz, 1993 ile 1996 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti
tarafından âdeta biçildik" dedi... (DYP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) O sizin çok itibar ettiğiniz Apo söyledi bunu; bugün, adını,
Meclis kürsüsünde özellikle anmamaya dikkat ettiğiniz Apo söyledi bunu. (DSP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim, dinleyin, karşılıklı konuşmayın. Siz de Genel Kurula hitap edin efendim. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Evet, onu getirdiniz; bakacağız. Biriniz
"asalım" dediniz, getirdiniz; biriniz "yakaladık" dediniz,
getirdiniz; ama, bu Türk Milletine bazı şeyleri açıklayacağız burada. Bakalım
ne yapacaksınız? Biz mücadele ettik; biz, ininde vurmak için herşeyi yaptık. Değerli arkadaşlarım, bakınız, olay orayla da bitmiyor. Madem, bunu
açtınız, açtıysanız bunun altından kalkamazsınız. Evet, bizim dönemimizde
-1993, 1996, 1997 döneminden bahsediyorum- mafyayla mücadelede de biz bir
numaraydık. Bizim Genel Başkanımızın, o zaman başbakanken bize verdiği talimat
şuydu: Mafyayla mücadele edin. Bugün böyle bir şey var mı; bakın, var mı böyle
bir şey?! Bugün, mafya liderleri, diyeceksiniz ki, içeride... Öyle mi, içeride
mi?! Dışarıda olanlar ne?! İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sizin yetiştirdikleriniz... KEMAL ÇELİK (Devamla) - Evet, hiç orada kolaycılığa kaçmayın. BAŞKAN - Efendim, Genel Kurula hitap edin. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Hiç kolaycılığa kaçmayın. Bakın, dışarıda bir
mafya lideri... Bulgaristan'dan getirdiniz. Bir partimizin de adı karıştı. O
mafya lideri Bulgaristan'dan geldi, birkaç ay sonra da serbest bırakıldı.
İfadesini bir gazete yayımladı. Ne diyor ifadesinde biliyor musunuz?
"Falanın öldürülmesine sen azmettirmişsin; doğru mu, yanlış mı"diye
soruyorlar. "Ben azmettirmedim; ama, onu sevmem." Bir daha
soruyorlar: "Ya şunun?.." "Ben azmettirmedim; ama, onu da
sevmem." Ondan sonra serbest! Şimdi ne yapıyor biliyor musunuz; devlet
ihalelerine giriyor; siyasîlerin, siyasî dostlarının -bunu bazılarınız çok iyi
biliyor- düğünlerine, maalesef, çelenk gönderiyor ve bunu da seyrediyorsun... AYDIN TÜMEN (Ankara) - Açıklayın, açıklayın. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Ben burada söyledim. Yetkilileriniz bunun
gereğini yapsınlar... ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Adını söyleyin, adını... AYDIN TÜMEN (Ankara) - Açık açık konuşun! KEMAL ÇELİK (Devamla) - Bakınız, siz açık açık konuşmadınız, biz de
böyle konuşuruz. Onları anlayan anlar; herkes anlar. Siz bilmezsiniz; ama,
yetkililer anlar. (DYP sıralarından alkışlar) AYDIN TÜMEN (Ankara) - Anlamaz! ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Yok, biz de anlamak istiyoruz; sakıncası mı
var?! AYDIN TÜMEN (Ankara) - Millet anlasın, açıklayın! KEMAL ÇELİK (Devamla) - Bakınız... İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Emniyeti bile rezil ettiniz. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Bakınız, o dönemi hiç bilemezsiniz siz; o
dönemi, o mücadeleyi anlayamazsınız siz; anlamanız da mümkün değildir. Bakınız, bu ülkede bakanların mafyayla pazarlık yaptığı bantları vardı;
unuttunuz mu?! (DYP sıralarından alkışlar) MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - En iyi siz bilirsiniz! KEMAL ÇELİK (Devamla) - Unuttunuz mu?! Sayın Çiller'le ilgili televizyon
konuşmaları yaptıranlar, mafya liderine televizyon konuşmaları yaptıranlar o
zaman Başbakanken, acaba şimdi hangi görevde?.. MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Onlar sizin taktikleriniz. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Acaba hangi görevde?! Maalesef, ortağınızın
Başbakan Yardımcısı yaptırdı bunları. MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Gece de gelmeyi bilirsiniz! KEMAL ÇELİK (Devamla) - Gece de geliriz, gündüz de geliriz! Polisin
görevi 24 saattir; gece de geliriz, gündüz de geliriz! Bakınız, bir mafya lideri bir bakanla işbirliği yapıyor; o zaman, acaba
şimdiki Başbakan neredeydi; o zaman, şimdiki Başbakan acaba hangi görevdeydi?! Bakınız, olayları bu şekilde bitiremezsiniz. Olayları ciddî ele alalım.
Bugün, Al Capone döneminin Amerikasında olmayan bir durum var. O halde, çözüm
yollarına gelelim. Çözüm yollarına gelmediğiniz takdirde, buradan sonuç
alamazsınız. Değerli arkadaşlarım, şimdi ne yapılıyor; bir af. Ne oluyor; af
yapılacak, ondan sonra da cezaevleri boşaltılacak. Bu sistemle çıkan af, daha
sonra kısa sürede cezaevlerinin dolmasını sağlamaz mı?! Siz, Türkiye'de yapısal
reformlar yapmayacaksınız, siz, Türkiye'de adalet reformunu, yargı reformunu
yapmayacaksınız, ondan sonra da af çıkaracaksınız!.. Acaba bu affın gerekçesi
Türkiye Cumhuriyetine, Türk Halkına izah edilebildi mi? Bu af niçin çıkarılıyor
Türkiye Cumhuriyetine izah edilebildi mi; edilemedi; ama, Genel Başkan
Yardımcısı Sayın Rahşan Ecevit, O, af çıkarılmasını istedi; o halde çıkaralım.
Hepsi bu, başka hiçbir gerekçesi yok. (DYP sıralarından alkışlar) Ama şunu
bilmenizde fayda var: Kader mahkûmları diyorlar, kader mahkûmu, bugün, yüzde 20
civarında. Acaba, bu, Sayın Rahşan Ecevit... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Çarpılırsın!.. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Sayın Rahşan Ecevit, bizi değil, sizi çarpar;
onu merak etmeyin! (DYP sıralarından alkışlar) Aman duymasın, aleyhinde de
konuşmayın... Değerli arkadaşlarım, acaba Sayın Rahşan Ecevit, 10 aileyi, 10 milyar
doları hortumlayanları da affedecek mi?! (DYP sıralarından alkışlar) Sayın
Rahşan Ecevit herkesi affediyor; ama, Sayın Rahşan Ecevit'i bu milletimiz
affedecek mi?! (DSP sıralarından gürültüler) İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sen kendi haline bak! KEMAL ÇELİK (Devamla) - Rahşan Ecevit denildi mi, çok
heyecanlanıyorsunuz. Af, zaten, Ecevit hükümetine mahsus. 1974'te affettiniz. Buradaki
arkadaşlarımızın çoğu da bilir. Ne oldu; yine çıktılar, yine girdiler. Bakınız,
bu yapılan da böyledir. Cezaevleri işte böyle dolar. Geri kalmış toplumların
liderleri ancak affeder. Geri kalmış toplumların lideri özelliğini taşıyanlar
ancak affeder. Onun için diyorum ki, lütfen, bu tür şeylerden vazgeçelim, geri
kalmış toplum özelliğinden sıyrılalım ve suçlular cezalarını... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, toparlayın lütfen... Bitirelim... FARUK DEMİR (Ardahan) - Gece yarısı Flash-TV masalı... KEMAL ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir mafya liderine öyle
imkânlar verirseniz, sonuçları da öyle olur. Mafyayla el ele olanlar, kol kola
olanlar bellidir. Bir de bunları seyredenler... Evet, diyeceksiniz ki, ben
dürüstüm. Sen, dürüst olmayanları, yolsuzları, hırsızları, bankaları
hortumlayanları seyredeceksin; ondan sonra, milletin yüzüne bakarak diyeceksin
ki "ben dürüstüm". Öyle yağma yok!.. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) - Millet seyretti sizi, millet!.. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Ha, hem seyredeceksin hem de diyeceksin ki, biz
dürüstüz. Milletimiz biliyor... Bakınız, memur sokaklarda; ama, siz, bir dayatma sonucu binlerce memuru
rejim düşmanı ilan ettiniz. Bunun da altından kalkamayacaksınız. Siz, 1999 yılında köylünün 10 milyar dolarını başka yerlere
hortumladınız ve köylü bugün icralık vaziyette. BAŞKAN - Sayın Çelik... KEMAL ÇELİK (Devamla) - Köylü, bugün, cezaevlerinde, köylü bugün perişan
bir durumda. Bu köylünün sizleri affedeceğini mi düşünüyorsunuz?! BAŞKAN - Sayın Çelik, konunun üzerine gelelim efendim. FARUK DEMİR (Ardahan) - İstanbul Bankasından bahset, İstanbul
bankasından! BAŞKAN - Tamam efendim, müdahale ettik. Bir dakika... Toparlayalım efendim, cezaevleri önemli. (DSP sıralarından "soyulan bankalardan bahset" sesleri) BAŞKAN - Karışmayın efendim. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, bakınız, bu konuyu siz açtınız, bu polemiği siz açtınız biz de
girdik. Size birkaç önerimi sunduktan sonra toparlayacağım. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, süresi bitti... BAŞKAN - Sayın Bakana, 7 dakika müsamaha ettim; onun için, önerge
sahibine de birkaç dakika müsamaha edeceğim. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
Konuya gelmesini ihtar ettim, geldiler efendim. ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Oo... BAŞKAN - Ne yapalım efendim... KEMAL ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu sistemle, Türkiye'deki
yapısal reformları yapmamakla cezaevlerinde hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.
Yapılması gereken, bir an önce adalet reformunun tamamlanmasıdır. Bunun için
yeterli çoğunluğunuz var, 352 kişisiniz; ama, hazırlığınız yok; onun için
yapamıyorsunuz. Hazırlığınız yoksa, hazırlığı olan burada bir parti var. Doğru
Yol Partisinin ikinci demokrasi paketinde tüm bunlar var; kanunları da var,
yönetmelikleri de var, her şeyi de hazır. Gelin -biz sizin gibi düşünmeyiz-
bunları verelim. Ne dediysek çıkmıştır. Bakın, her reformunuzu geriye aldınız.
Sekiz aylık reform yaptınız. Reform dediğiniz elli yıldır yüz yıldır; siz,
sekiz aylık reformlar yaptınız. Onun için diyoruz ki, bu işi bilenden öğrenin. Bakınız, ülkemiz, yeni bir hukuk ve infaz sistemine geçmelidir. Örneğin,
hafif suçlularda -Adalet Bakanımıza söylüyorum- dünyada bir elektronik bilezik
yöntemi var. Herkesi cezaevine sokmayın; bir mahkûmun, belli bir alanda,
evinde, işyerinde veya fabrikasında elektronik bilezikle, belli bir alandan
çıkmamak kaydıyla, cezası orada infaz edilebilir. Bu yönteme gidilebilir ve
gidilmelidir. BAŞKAN - Sayın Çelik, toparlar mısınız lütfen. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Şimdi, dünyada bir sistem var. Dünyada hücre
sistemi de var, koğuş sistemi de var; ama, hücre sistemi, maalesef, Türkiye'de
yapılamadı, bir türlü gerçekleştirilemedi. Bu hükümet de, hep "ihale
ettik" deyip duruyor; ama, gerçekleştiremiyor. Bir an önce, bu oda
sistemine geçilmelidir. Değerli arkadaşlarım, özellikle mahkûmların can güvenliğinden biz
sorumluyuz, üzerinde durmamız gereken konu da bu. Bakınız, Yıldırım Bayezid'e
geliyorlar diyorlar ki "iki kadına iki yeniçeri tecavüz etti." O da
"eyvah; yüreğimin kandilleri söndü" diyor. "Ne var padişahım,
iki kelleyi alırsınız, olur biter" diyorlar. O da "hayır, öldüren de
benim sorumluluğumda, ölen de benim sorumluluğumda" diyor. İşte, hükümet
dediğiniz böyle olur. Hükümet dediğiniz yakınmayacak... (DYP sıralarından
alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim toparlar mısınız lütfen. KEMAL ÇELİK (Devamla) - Şimdi, cezaevlerinin özelleştirme olayından
bahsedeceğim; ama, siz de hiç ondan anlamazsınız; yarın, önce özerkleştirelim
demeye gidersiniz maalesef. Dünyada örnekleri var bunun; cezaevlerini
özelleştirme olayı vardır, örneğin, mahkûm başına 100 milyon lira civarında
verilebilir; ama, koruması, muhafazası her şeyi onun olabilir. Bu da denemeye
değer bir yöntemdir. Aman, sakın özerkleştirmeye de kalkışmayın! Hepinizi saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik. BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz istiyorum. BAŞKAN - Sayın Aslan sataşmadan söz istiyorsunuz; ama, Sayın Bakana daha
evvel sataşma var, önce Sayın Bakana söz vereceğim. Buyurun Sayın Bakan. BEYHAN ASLAN (Denizli) - Efendim, ben yerimden konuşmak istiyorum. BAŞKAN - Efendim Sayın Bakanın önceliği var; sataştılar. SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Sataşma var mı efendim?! BAŞKAN - Var efendim, nasıl yok! Sabahtan beri sataşıyorlar... Kime
sataşıyorlar yani... İnsaf!.. Buyurun Sayın Bakan. SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Hükümet, tenkitle sataşmayı birbirine
karıştırıyor. BAŞKAN - Aman efendim... Sayın Pamukçu, mamafih, sesinizi özlemiştik. Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar) VII. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1. – Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün,
DYP sözcülerinin, konuşmalarında, kendisine sataşması nedeniyle konuşması ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; genel görüşme önergesi
üzerine söz alan bütün konuşmacılara içtenlikle teşekkür ediyorum. Konunun
aydınlanması bakımından, çok yararlı açıklamalar yapıldı; ama, bu arada, Doğru
Yol Partisi sözcüleri, insaf ölçüleriyle bağdaşmayan sözler söylediler; o
nedenle söz almış bulunuyorum. Burada, Doğru Yol Partisi sözcüleri, 1997'ye kadar geriye giderek,
basından bazı örnekler sundular; ama, aslında, biraz daha geriye gitmeleri,
kendilerinin iktidarda bulundukları dönemi kapsayan, yılları kapsayan
gazeteleri de dile getirmeleri gerekirdi. Eğer, ona bakacak olursanız, Doğru
Yol Partisi-Sosyal Demokrat Halkçı Partinin iktidarda bulunduğu yıllarda gazete
manşetleri... Örneğin, Sabah Gazetesinde: "Kepazelik!.. 18 teröristin
kaçtığı Nevşehir Cezaevinde koğuşlara dün de girilemedi. Mahkûmlar sayım yaptırmıyor.
Cezaevi müdürü açığa alındı." AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bunlar münferit Sayın Bakan!.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Evet, bunların münferit
olduğu iddia ediliyor. Şu koleksiyonun tamamı, sizin döneminizde meydana gelen
vukuatlarla ilgilidir. (DSP sıralarından alkışlar) Yüce Meclisin zamanını işgal etmemek için, sadece birkaç tanesini
okumakla yetineceğim: "Betonu idrarla delip kaçtılar", "8
terörist daha kaçtı", "rezalet üstüne rezalet" Hürriyet
Gazetesi, Meydan Gazetesi... Bunlar, sizin döneminizde, sizin iktidarda bulunduğunuz
yıllarda cezaevlerinde meydana gelen olaylardan sadece bazıları, münferit
olaylar değil. (DSP sıralarından alkışlar) HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Şimdiki dönemi konuşuyoruz biz!.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bugünkü olaylar, uzun
yılların ihmalleri sonucudur. KEMAL ÇELİK (Antalya) - Geç bunları!.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Biz, kendi sorumluluğumuzu
inkâr etmiyoruz. Elbette, bizim zamanımızda olanlardan dolayı mesuliyet bize
aittir; ama, Türkiye'de cezaevlerinin durumunu, sadece bugünkü hükümetin dönemi
içinde düşünmemek gerekir. Bu, uzun yılların ihmallerinin sonucudur. Bu
ihmallerde sizlerin de payı vardır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Biz, şimdiki olayları konuşuyoruz Sayın
Bakan... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Gelmiş geçmiş bütün
hükümetlerin, cezaevlerinin bugün geldiği noktada olmasında sorumluluğu vardır;
bu sorumluluğu inkâr etmeyiniz. Biz, burada, geçmişten ders alarak, aynı hataları tekrarlamamak için
birleşmeliyiz; genel görüşme bunu sağlamalıdır. (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) Yoksa, suçlamak söz konusuysa, öncelikle siz suçlusunuz; çünkü,
Türkiye'yi bugüne siz getirdiniz, sizin zamanlarınızdaki ihmaller bunu yaptı.
(DSP ve MHP sıralarından alkışlar) 1992 yılında, Eskişehir Özel Cezaevi sizin zamanınızda kapatıldı. 1991 yılından itibaren, cezaevleriyle ilgili üç bakanlık arasında,
Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında bir protokol
yapılması, Millî Güvenlik Kurulunca defalarca tavsiye edildi, hükümette o yolda
kararlar alındı; ama, yıllarca, bu protokolü yapmaktan kaçındınız. O protokolü
biz yaptık! (DSP ve MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yıllarca, cezaevlerinde oda sistemine geçilmesi konuşuldu. Ne yaptınız
bu alanda?.. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Dört yıldır siz ne yaptınız?! ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Cezaevleri mevzuatının
eksikliği ortada, siz ne yaptınız? İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Dört yıldır siz ne yaptınız?! Çelik
çomak mı oynadınız! Ayıp! Utan, utan! ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Biz, bunların hepsini
düzeltmeye çalışıyoruz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından
gürültüler) İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Dört yıldır yapmadığınızı, şimdi mi
yapacaksınız?! BAŞKAN - Sakin olun efendim... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Yargı reformu diyorsunuz...
Yargı reformuyla ilgili her türlü hazırlığımız tamamdır, yakında sizin
desteğinizi isteyeceğiz, bütün Meclisin desteğini isteyeceğiz. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Bakansın, bakansın... Utan!.. Ayıp!.. BAŞKAN - Sakin olun efendim... Bir dakika efendim... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bakınız, bizim iktidarda
bulunduğumuz yıllarda, cezaevlerinde hiçbir firar olayı olmamıştır. KEMAL ÇELİK (Antalya) - Ağlama!.. BAŞKAN - Sakin olun efendim... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Ağlama!.. Ağlama!.. Yapamıyorsan istifa
et... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Ama, Doğru Yol Partisinin
iktidarın başında bulunduğu veya ortağı olduğu dönemlerde, defalarca firar
olayları olmuştur. RAMAZAN GÜL (Isparta) - Devlet içinde devlet kuruldu, haberiniz var mı?! ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bu, bizim dönemimizde
cezaevlerinde güvenliğin sağlandığını gösterir; ama, biz bununla yetinmiyoruz.
Cezaevlerini, insan haklarına saygının tam olarak gerçekleştiği, orada yaşayan
hükümlü ve tutukluların, suçlu da olsalar, insan saygısı gördükleri, hiçbir
örgütün egemen olamadığı bir konuma getirmek istiyoruz; bunun için
hazırlıklarımız tamamdır, bunları peşpeşe yapıyoruz. (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) KEMAL ÇELİK (Antalya) - Hapishane pencerelerinden cesetler atıldı! ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - İşte, 11 adet F tipi cezaevi;
ama, bunun yanında yasal altyapıyı da oluşturmak istiyoruz. Bunları önümüzdeki
günlerde, önümüzdeki haftalarda sizlerin önüne getireceğiz ve sizlerin
desteğini isteyeceğiz. Eğer, bu konuda samimiyseniz, bu desteğinizi esirgemeyeceğinizi
umuyorum. Bütün Meclisin, cezaevlerinin durumunun düzeltilmesinde görüş birliği
içinde olmasını bekliyorum. Birbirimizi suçlamanın yararı yok. Benim bunları söylememin nedeni; eğer iş karşılıklı suçlamaya
dayanacaksa, herkesin birbirine karşı söyleyeceği çok söz vardır. Kendi
sorumluluk döneminizi unutup sadece bugünü suçlamayınız. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) Bugün, dünün sonucudur. Geçmişten gelen ihmalleri
unutursanız, bugünü yanlış değerlendirirsiniz. KEMAL ÇELİK (Antalya) - Çözemeyecekseniz niçin Bakan oldunuz?! ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Adalet Bakanları, bütün
bakanlar gibi, görevlerini bir teşkilatla yaparlar. O teşkilatın suçlanması söz
konusu değildir. O teşkilatın içinde cumhuriyet savcısının da polisin de
jandarmanın da, herkesin görevini yapması gerekir, herkesin yetkilerini tam
olarak kullanması gerekir. Eğer yetkiler tam olarak kullanılmıyorsa, görevler
tam olarak yapılmıyorsa onların sorumluluğunu araştırmayacak mıyız? MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Onlar hükümetten kaçtı Hocam. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bunların üzerine gitmeyecek
miyiz? (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Bunu yapmadığımız takdirde işleri
düzeltebilir miyiz? Siz, bilmeniz gerekir ki, Adalet Bakanı cumhuriyet savcılarına yer
değiştirtmez, Adalet Bakanı cumhuriyet savcılarının nakil işlemini yapmaz,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapar bunu. Burada, af konusunda bilgi eksikliğinden kaynaklanan sözler söylendi,
gelişmiş ülkelerde af olmadığı iddia edildi. Size şunu söyleyeyim. Son birbuçuk
yıl içinde, İngiltere'de İşçi Partisi Hükümeti 21 000 kişiyi, şartlı salıverme
yöntemiyle serbest bıraktı, bundan haberiniz yok mu sizin?! (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) AHMET İYİMAYA (Amasya) - İngiltere'deki ekonomik koşullar burada yok. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) -1947'den beri, İtalya'da,
cezaevlerinde aynı yöntem; yani, şartlı salıverme yöntemi 20 defa uygulandı,
Fransa'da her yedi yılda bir af uygulaması var, bunlardan sizin haberiniz yok
mu?! (DSP sıralarından "Evet Hocam, evet" sesleri, alkışlar) KEMAL ÇELİK (Antalya) - Türkiye'den haberiniz var mı?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; cezaevleri sorunu, mutlaka çözülmesi gereken bir sorundur;
çünkü, cezaevleri, bu toplumun suç işleyen insanlarının yeniden topluma
kazandırılmak için eğitilmeleri gereken yerlerdir. Biz, oralara insanlarımızı
kapatıp, kapıyı üzerlerine kilitleyip arkamızı dönmek istemiyoruz; o insanları
ıslah ederek, yeniden, toplumun onurlu, üretken bireyleri haline getirmek
istiyoruz. Bunun için, biz, üzerimize düşen görevi yapacağız. Hükümet olarak,
bugün, burada, cezaevleri sorununun çözümünde kararlılığımızı ifade ediyoruz ve
Meclisin desteğini istiyoruz. Bu destek olduğu sürece, bunu hep birlikte
çözebiliriz; ama, eğer, Adalet Bakanlığından olanaklar esirgeniyorsa, Adalet
Bakanlığına bu işleri yapabilmek için yeterli kaynak verilmiyorsa, Adalet
Bakanlığı bunu nasıl yapacak?! Bu mucizeyi nasıl gerçekleştirecek?! İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - İstifa et o zaman!.. BAŞKAN - Bir dakika efendim... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Bu kaynağı alamıyorsan bütçeden,
ağlamana gerek yok o zaman! Ne diye bakanlıkta oturuyorsun?!. RAMAZAN GÜL (Isparta) - İktidarsınız kardeşim!.. BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bir dakika... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Onun için, biz, Yüce
Meclisten, Adalet Bakanlığı için yeterli kaynak istiyoruz. Bunu, bazı
hatiplerimiz çok güzel dile getirdiler. Bu destek verildiği takdirde, kaynak
sağlanmasında... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - İktidar değil misin?!. Bakan değil
misin?!. İstediğin kaynağı alamıyorsan niye o koltukta oturuyorsun?! BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız... Sayın Yılmazyıldız... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - ... gerekli mevzuatın
çıkarılmasında, Yüce Meclisin desteği oldukça, bunu mutlaka başaracağız. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Bütçede sizin imzanız yok mu?!. O zaman
kalk o koltuktan!.. İstifa et!.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - O nedenle, ben, bu
toplantının, bu genel görüşme öngörüşmesinin, cezaevleri sorununun çözümünde
hükümetin kararlılığını doğrulayan, onu destekleyen bir öngörüşme olduğunu
düşünüyorum ve bundan dolayı da, Yüce Meclisin bu konuya verdiği önemden dolayı
hükümetimin teşekkürlerini ifade ediyorum. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Kabul ediyor musun?!. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Hepinizi saygıyla
selamlıyorum; teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri
alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan... NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, Sayın... AHMET İYİMAYA (Amasya) - Sayın Başkan, bu tarafa bakmanızı öneriyorum. BAŞKAN - Bir dakika efendim... Sayın Eyüp Fatsa, buyurun; bir şey mi söyleyeceksiniz efendim? EYÜP FATSA (Ordu) - Soru soracaktım Sayın Başkan. BAŞKAN - Soru işimiz yok burada efendim. Sataşma varsa var... Teşekkür ederim. BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Beyhan Aslan, buyurun, yerinizden...(DSP sıralarından
"Ne için söz verdiniz" sesleri) Sataşmadan efendim, biliyorum neden olduğunu; suçlama var. 2. – Anavatan Partisi Grup Başkanvekili
Denizli Milletvekili Beyhan Aslan’ın, Antalya Milletvekili Kemal Çelik’in,
konuşmasında, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a sataşması nedeniyle konuşması BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Sayın
Çelik, cezaevlerindeki sorunlara ilişkin genel görüşme önergesinin sahibi
olmasına rağmen, cezaevlerinden bahsetmeyerek, Genel Başkanımız Sayın Mesut
Yılmaz'ı mafyayla irtibatlandırmak gayretine girmiştir. Siyasetçilerin
birbirlerine atfettikleri afakî, asılsız iddia ve ithamlar, ancak siyaseti
yıpratır. Türkiye Cumhuriyetinde savcılar ve mahkemeler görevdedir. Herkes,
uluorta konuşmak yerine, bildiğini ihbar etmelidir. Anavatan Partisi hakkında
kim ne biliyorsa, ihbar etmeye davet ediyorum. Anavatan Partisi Genel Başkanı
ve Anavatan Partisinin hiçbir mensubunun, hiçbir konuda verilemeyecek hesabı
yoktur. Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkan, söz istiyorum. BAŞKAN - Ne konuda söz istiyorsunuz efendim? NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sataşmadan dolayı söz istiyorum Sayın Başkan.
(DSP sıralarından "Öyle bir usul yok Sayın Başkan" sesleri,
gürültüler) BAŞKAN - Bir dakika efendim, sataşma varsa vereceğiz; nasıl usul yok
yani! İHSAN ÇABUK (Ordu) -Onlar sataşma değil Sayın Başkan. BAŞKAN - Bir dakika, anlayalım efendim. Buyurun efendim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim, Sayın Bakan, konuşmasında, geçmiş
dönemlere atfen, bilhassa Doğru Yol Partisi iktidar dönemini kapsayan bir
biçimde, bize ait olmayan, o dönemde olmayan birtakım şeyleri olmuş gibi
göstererek sataştı. İçtüzüğün 69 uncu maddesi çerçevesinde... BAŞKAN - Yerinizden söz vereceğim efendim... NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim... BAŞKAN - Müsaade ederseniz yerinizden vereceğim efendim. Lütfen bir daha
sataşmaya mahal olmasın. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Hayır, sataşmaya mahal olmadan efendim...
Kürsüden... BAŞKAN - Hayır efendim... Yerinizden konuşun efendim, aynı şey. Buyurun, mikrofonu açtım. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkanım... BAŞKAN - Buyurun efendim. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Bakan o kürsüyü kullandı, o kürsüden
diyeceğini dedi, izin verin... (DSP ve MHP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim, affedersiniz, sizin sözcüleriniz de o kürsüyü
kullandı, söyledi. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim... BAŞKAN - Efendim, ben size söz veriyorum, niye benimle münakaşa
ediyorsunuz. NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Ben, yeni bir sataşmaya mahal vermeden,
izninizle, rica ediyorum, o kürsüden konuşmak istiyorum. BAŞKAN - Buyurun!.. Ha buradan ha oradan, ne farkı var yani; televizyon,
oradan da çekiyor, buradan da çekiyor. Buyurun. SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul) - Yerinden Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, buradan istedi. Buyurun... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Efendim, tansiyonu artırmanın manası yok. Galatasaray 2-0 galip, oturun
oturduğunuz yerde. Buyurun. 3. – Sakarya Milletvekili Nevzat
Ercan’ın, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün, konuşmasında, partisine sataşması
nedeniyle konuşması NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakan, bir büyük asabiyet içerisinde konuştu. Gönül arzu ederdi
ki, yakın tanıdığımız Sayın Bakan teenniyle konuşabilseydi, aklıyla, mantığıyla
konuşabilseydi, sağduyusuyla birtakım şeyleri, geçmiş dönemlere ilişkin de
olsa, bu kürsüden ifade edebilseydi. Değerli milletvekilleri, verdiğimiz, cezaevlerinde yaşanan olaylarla
ilgili bir genel görüşme önergesidir. Amaç, bu önergeyle ilgili, cezaevlerinde
yaşanan olayların -sadece neticeleri üzerinde gezinmek değil amaç-sebeplerine
de inilerek birtakım önlemlerin alınması noktasındadır. Sayın Bakan, son yıllarda... BAŞKAN - Efendim, Genel Kurula hitap eder misiniz lütfen... NEVZAT ERCAN (Devamla) - ...cezaevlerinde yaşanan olaylardan en çok
rahatsızlık duyan biri olmak konumundadır. Bakın, her gün, gazetelerde, köşe yazarları Sayın Bakanı istifaya davet
ediyor. Daha bugün bile var, dünkü gazetelerde var. İşte, bakın, 8.12.1999
tarihli Hürriyet Gazetesinde, dünyada hiçbir devlet cezaevlerinde bu kadar aciz
duruma düşmemiştir... (DYP sıralarından alkışlar) Bunu söyleyen ben değilim.
(DSP sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Sayın Ercan, sataşmaya cevap verin efendim. NEVZAT ERCAN (Devamla) - Bakın, dönemleri birbirine karıştırmayalım.
(DSP sıralarından "Neye cevap veriyor" sesleri) BAŞKAN - Verecek efendim... NEVZAT ERCAN (Devamla) - 1 Temmuz 1997'den bugüne, Doğru Yol Partisi
iktidarda değil. DSP, yani Sayın Ecevit, bir dönem Başbakan Yardımcısı, sonraki
dönemler Başbakan olarak, Anavatan Partisiyle birlikte dört yıldır ülkenin
yönetiminde; dört yıldır... Bu, uzun bir süredir. Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanı, teenniyle konuşma yerine, bir büyük
sinirlilik içerisinde, asabiyet içerisinde konuşmaya iten, öyle zannediyorum
ki, istifa etmek gibi bir demokratik tavrı koyamamış olmasında yatıyor; asıl
gerekçe bu... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DSP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim, mesele anlaşılmıştır. (Başkan tarafından mikrofon kapatıldı) NEVZAT ERCAN (Devamla) - Hemen bitireceğim efendim. BAŞKAN - Çok affedersiniz... Sayın Bakan, burada size cevap verirken
"eskiyi karıştırmayalım, maziye dönmeyelim, bu işi burada bitirelim, suçlu
aramayalım" dedi; siz, Bakanı istifaya çağırıyorsunuz... NEVZAT ERCAN (Devamla) - Hayır, bitiriyorum... İzninizle tamamlıyorum
efendim. Bakın, dönemleri birbirine karıştırmayalım... BAŞKAN - Lütfen, teşekkür edin, inin efendim... Rica ediyorum... (Başkan tarafından mikrofon açıldı) NEVZAT ERCAN (Devamla) - 1993'lerde 1994'lerde, Fırat'ın ötesine sınırın
bile çizildiği... (DSP sıralarından "Hangi sataşmaya cevap veriyor"
sesleri) BAŞKAN - İşte, bu sataşmayı söylüyor efendim... NEVZAT ERCAN (Devamla) - ...öğleye kadar devletin hâkim olup öğleden
sonra eşkıyanın hâkim olduğu... (DSP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar) BAŞKAN - Efendim, hadiseyi elektriklendirmeyelim lütfen... (Başkan tarafından mikrofon kapatıldı) NEVZAT ERCAN (Devamla) - İşte, o günlerden bugüne... M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) - Siz, Emniyet Genel Müdürlüğünün kapısını
nasıl kırdığınızı anlatın burada! BAŞKAN - Efendim, lütfen... NEVZAT ERCAN (Devamla) - Efendim, ben burada eskiyle bir mukayese
yapıyorum. BAŞKAN - Efendim, burada yeniden suçluyorsunuz... 1993'e geldik... NEVZAT ERCAN (Devamla) - Efendim, ben sadece dönemlerin tespitini
yapıyorum, ortaya koyuyorum. BAŞKAN - Efendim, siz, sataşmaya cevap vermekle mükellefsiniz, dönemle
ilgisi yok. NEVZAT ERCAN (Devamla) - Efendim, niye rahatsızlık duyuyorsunuz; dünle
bugünü mukayese ediyorum... BAŞKAN - Ben rahatsız olmuyorum efendim... Böyle bir usulümüz yok. Ben
"yerinizden konuşun" derken, bunun için istirham ettim efendim. İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sayın Ercan, o Sayın Başbakana dua edin ki,
liderinizi Yüce Divana gönderttirmedi. NEVZAT ERCAN (Devamla) - Şimdi, allahaşkına söyleyin... İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Siz dua edin... Dua edin... Yatın kalkın dua
edin. NEVZAT ERCAN (Devamla) - Allahaşkına insaf edin! Cezaevinin
penceresinden 5 kişinin cesedi atıldı. (DSP sıralarından "daha ne
konuşuyor" sesleri) BAŞKAN - Kestik sözünü; daha ne yapalım efendim!.. Sözünü kestik,
oturuma davet ettik; kolluk kuvveti mi davet edelim. NEVZAT ERCAN (Devamla) - Saygılar sunuyorum efendim. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim; buyurun. M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) - Emniyet müdürlüğünün kapısını nasıl
kırdığınızdan bahsedin!.. VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam) A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam) 2. – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup
Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza
Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven’in, cezaevlerinin içinde bulunduğu
genel durum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/14) (Devam) BAŞKAN - Genel görüşme önergesinin öngörüşmeleri tamamlanmıştır. Şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım:
Genel görüşme açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... (DYP sıralarından
alkışlar!) Genel görüşme açılması kabul edilmemiştir. (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek
için, 22 Kasım 2000 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyor; herkese teşekkür ediyor, hayırlı geceler diliyorum. Kapanma Saati : 22.48 |
|