Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 45       YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

18 inci Birleşim

21 . 11 . 2000 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

 

 I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III.  – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Tokat Milletvekili Ali Şevki Erek'in, pancar fiyatlarının henüz açıklanmamasına, takip edilen pancar politikasının yanlışlığına ve alınması gerekli tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

2. – Antalya Milletvekili Nesrin Ünal'ın, 20  Kasım  Dünya Çocuk Hakları Günü münasebetiyle  gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı

3. – Malatya Milletvekili Yaşar Canbay'ın, Malatya kayısısının yararları ve üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Görüşmeleri izlemek üzere Genel Kurulu ziyaret eden Alman Yeşiller Partisinden Claudia Roth Başkanlığındaki 5 kişilik parlamenter heyete Başkanlıkça "hoş geldiniz" denilmesi

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın Çevre Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/239 )

2. – Yozgat Milletvekili İlyas Arslan'ın Millî Savunma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/240 )

3. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin  (2/164) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/241 )

4. – Yozgat Milletvekili İlyas Arslan'ın, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/11) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/242)

5. – Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.11.2000 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/700)

D) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının, TürkiyeAvrupa Birliği ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15)

2. – Fazilet Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Manisa Milletvekili Bülent Arınç ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun, sözde Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/159)

3. – Samsun Milletvekili Kemal Kabataş ve 20 arkadaşının, kamuda çalışan memur ve işçilerle emeklilerin özlük hakları konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi  (10/160)

IV. – ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. – Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerileri

V. – SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – Millî Savunma; Millî Eğitim ; Çevre; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme ve Dilekçe Komisyonlarında  açık bulunan üyeliklere seçim

VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22 arkadaşının,  ithal kömür uygulamasının yeniden değerlendirilmesi ve kömür üreticilerinin içinde bulunduğu durumun araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/9)

2. – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, cezaevlerinin içinde bulunduğu genel durum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/14)

VII. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün, DYP sözcülerinin, konuşmalarında, kendisine sataşması nedeniyle konuşması

2. – Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Denizli Milletvekili Beyhan Aslan'ın, Antalya Milletvekili Kemal Çelik'in, konuşmasında, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a sataşması nedeniyle konuşması

3. – Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan'ın, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün, konuşmasında, partisine sataşması nedeniyle konuşması

VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A)   YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Çanakkale Jandarma Er Eğitim Alayının dekovil hattı döşenmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2454)

2. – Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz'in, MKE'ye bağlı Kırıkkale Çelbor, Çeliksan ve Pirinçsan A.Ş.'nin özelleştirileceği iddialarına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun cevabı (7/2672)

3. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in, üniversite lojmanlarında ikamet eden mensupların aile ve misafirlerinin kampus içinde başörtüsüyle bulunmalarını yasaklayan genelgeye ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2673)

4. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in, Devlet üniversitelerinden, vakıf üniversitelerine öğretim üyesi geçişlerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2681)

5. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, hayvancılık kredisi uygulamasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/2684)

6. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, YÖK tarafından gönderilen 15 Eylül 2000 tarih ve 3699/20644 Sayılı Genelgeye ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2685)

7. – Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, şehitlik ve gazilik uygulamasında karşılaşılan sorunlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun cevabı (7/2693)

8. – İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı'nın, Milletvekillerinin orduevlerine alınmamalarına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun cevabı (7/2701)

9. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, kuraklıktan zarar gören çiftçilere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in yazılı cevabı (7/2730)

10. – Tokat Milletvekili M. Ergün Dağcıoğlu'nun, Sayıştay arşivinde çıkan yangın hakkında ileri sürülen iddialara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/2734)

11. – Bursa Milletvekili Teoman Özalp'in, Bursa İznik'teki çiftçilerin borçlarının kredi ertelenmesi konusunda bir çalışma olup olmadığına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/2743)

12. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, BAĞKUR çalışanları ve emeklilerinin maaşlarından yapılan kesintilere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/2751)

13. – Van Milletvekili Maliki Ejder Arvas'ın, Van İlinde yürütülen turizm amaçlı spor faaliyetleri projesine ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/2760)

14. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Yavuzeli'ne Emniyet Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2774)

15. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep İli Karkamış İlçesine Emniyet Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2775)

16. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın;

Gaziantep Islahiye İlçesi Ortaklı Jandarma Karakol binasına,

Gaziantep Islahiye İlçesi Kerküt Jandarma Karakol binasına,

Gaziantep Islahiye İlçesi Jandarma Karakol binasına,

İlişkin soruları ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2776, 2777, 2778)

17. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın;

Gaziantep Araban İlçesi Özel İdare işhanı inşaatına,

Gaziantep Karakamış Hükümet Konağı inşaatına,

İlişkin soruları ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2779, 2782)

18. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Emniyet Müdürlüğü tevzi inşaatına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2780)

19. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Nurdağı İlçesi Emniyet Amirliği inşaatına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2781)

20. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Güzel Sanatlar Lisesi binası projesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2808)

21. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Islahiye İlçesi Anadolu Lisesi binası inşaatına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2810)

22. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Üniversitesi kampus altyapı projesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2813)

23. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep Üniversitesinin yatırım ve hizmet projelerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2814)

24. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep'te yürütülen okul projelerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2815)

25. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar'ın, Gaziantep İlinde yürütülen projelere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/2817)

26. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, Sıvas Divriği Maden İşletmesinin belediyeye ait payları ödemediği iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı'nın cevabı (7/2831)


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 Birinci, İkinci, Üçüncü ve  Dördüncü Oturum

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak altı oturum yaptı.

Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım, esnafın içerisinde bulunduğu sorunlara,

İzmir Milletvekili Kemal Vatan da, Balkan ülkelerine yapılan kültür treni seyahati ve Balkanlardaki son gelişmelere,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Van Milletvekili Kâmran İnan, sözde Ermeni soykırımı iddiası konusunda Avrupa Parlamentosunun aldığı karar ile Avrupa Birliği  Katılım Ortaklığı Belgesine ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı; MHP Grubu Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail Köse, ANAP Grubu Başkanvekili Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, FP Grubu Başkanvekili Manisa Milletvekili Bülent Arınç, DSP Grubu Başkanvekili Konya Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı ve DYP Grubu Başkanvekili Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül, Van Milletvekili Kâmran İnan'ın görüşlerine katıldıklarını belirterek, TBMM'yi muhatap alan bu karara gerekli tarihî cevabın verilmesi dileğinde bulundular.

İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı ve 20 arkadaşının, boğazlardaki deniz trafiğinin yarattığı tehlikelerin araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/158) okundu; önergenin gündemde yerini alacağı ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmenin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın,  Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu,

Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un da, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu,

Üyeliğinden çekildiklerine ilişkin önergeleri  Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"  kısmının:

1  inci sırasında yer alan, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname  (1/53) (S.Sayısı:433) ile,

2 nci sırasında yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarılarının  (1/650, 1/679)  (S.Sayısı: 517)

Görüşmeleri,  komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından ertelendi.

Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/709) (S.Sayısı: 536)  görüşmelerine devam edildi, tümünün kabul edilerek,  kanunlaştığı açıklandı.

FP Grup Başkanvekili Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, konuşmasında, Partisinin Genel Başkanına sataştığı iddiasıyla  bir konuşma yaptı.

Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile 4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Kurumlar Vergisi Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının (1/776) (S.Sayısı: 539) görüşmelerine devam edilerek, 2 nci maddesine kadar kabul edildi.

 

 

Mehmet Vecdi Gönül

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Levent Mıstıkoğlu

 

Melda Bayer

 

Hatay

 

Ankara

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

Beşinci ve Altıncı Oturum

Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile 4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Kurumlar Vergisi Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının (1/776) (S.Sayısı:539) görüşmelerine devam edilerek 5 inci maddesine kadar kabul edildi.

21 Kasım 2000 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 01.59'da son verildi.

 

 

Murat Sökmenoğlu

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Levent Mıstıkoğlu

 

Şadan Şimşek

 

Hatay

 

Edirne

 

 Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


No. :31

II. – GELEN KÂĞITLAR

17.11.2000 CUMA

Rapor

1. – 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 125 inci Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile 22 Ocak 1990 Tarihli ve 399 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/427, 1/426) (S. Sayısı: 540) (Dağıtma tarihi: 17.11.2000) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, Af Kanunu Tasarısına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/956) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

2. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, cezaevlerinde meydana gelen olaylara ve çözüm yollarına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/957) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

3. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, bazı kamu bankalarının giderlerine ve reklam harcamalarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/958) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

4. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Marmara Depreminde hasar gören okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/959) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

5. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, et ithalatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/960) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

6. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilen İnterbank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/961) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

7. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilen Bank Ekspres'e ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/962) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

8. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilen Bank Kapital'e ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/963) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

9. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilen Yaşarbank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/964) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

10. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilen Etibank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/965) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

11. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilen Esbank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/966) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

12. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilen Egebank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/967) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

13. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilen Yurtbank'a ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/968) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin, İstanbul 8. Vergi Mahkemesi üyesi hakkında açılan soruşturmaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2986) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

2. – Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata'nın, yurda kaçak olarak sokulan etlere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2987) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

3. – Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata'nın, Bakanlığın et alım ihalelerine ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2988) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

4. – Karabük Milletvekili Erol Karan'ın, Karabük İlindeki yerel basın organlarının vergi borçlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2989) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

5. – Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, Orta Asya Türk Devletlerini ziyaret edip etmeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2990) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

6. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, Genel Bütçeden Adalet Bakanlığına ayrılan paya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2991) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

7. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, Af Kanunu Tasarısına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2992) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

8. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, cezaevlerinin güvenliğinin İçişleri Bakanlığına devredilebileceği yolundaki açıklamasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2993) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

9. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, bir hükümlünün Uşak cezaevinden Bilecik cezaevine nakli sırasında üzerinde silah taşımasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2994) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

10. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, F-Tipi cezaevlerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2995) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

11. – Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, Adalet Bakanlığının bütçesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2996) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

12. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Karadeniz Teknik Üniversitesinde yapılan ihaleler hakkındaki yolsuzluk iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2997) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

13. – Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Amerikan İlaç ve Gıda Dairesinin satışını yasakladığı ilaçların Türkiye'deki durumuna ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2998) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

14. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin su ve kanalizasyon yatırım projelerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2999) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

15. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin yürüttüğü projelere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3000) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

16. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, rüşvet, yolsuzluk, soygun ve vurgun olaylarının MGK'nun gündemine getirilip getirilmeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3001) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.11.2000)

            No : 32

20.11.2000 PAZARTESİ

Yazılı Soru Önergeleri

1. – İstanbul Milletvekili  Bülent Akarcalı'nın, Fransa'da ülkemizi temsil eden basın mensuplarına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3002) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

2. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İstanbul'da görev yapan bazı hâkimlerden savunma istendiği iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3003) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

3. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, kamu görevlilerinin özel hayatlarını düzenleyen  bir kanun veya yönetmelik olup olmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3004) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

4. – Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, kamu çalışanları hakkında açılan soruşturmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3005) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

5. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, adli koluk kuvveti oluşturulması konusunda bir çalışma yapılıp yapılmadığına ilişkin Adelet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3006) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

6. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankaların Hazineye getirdiği malî yüke ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3007) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

7. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa-Yeniköy Beldesi ile Orhangazi İlçesi arasındaki karayoluna ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/3008) (Başkanlığa geliş tarihi:16.11.2000)

8. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa-Orhangazi-Yeniköy Belediyesinin çöp kamyonu talebine ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/3009) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

9. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın,  sözde Ermeni soykırımı ile ilgili karar alan devlet ve kuruluşlara ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3010) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

10. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, Bursa-Orhangazi-Yeniköy Belediyesinin park ve bahçe düzenlemesine ilişkin Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3011) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

11. – İstanbul Milletvekili Abdülkadir Aksu'nun, afetzedelere verilen kredi miktarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/3012) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

12. – Hatay Milletvekili Hakkı Oğuz Aykut'un, Bakanlıkca belediyelere yapılan yardımlara ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru  önergesi (7/3013) (Başkanlığa geliş  tarihi: 17.11.2000)

13. – Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, ülkemizde üniversite eğitimi gören yabancı uyruklu öğrencilere ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3014) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.11.2000)

14. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, pancar  üretimine uygulanan kotaya ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3015) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.11.2000)

15. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, lise açılmasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3016) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.11.2000)

16. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan'ın, Muğla İlindeki ören yerlerine ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/3017) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.11.2000)

Genel Görüşme Önergesi

1. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

            No : 33

21.11.2000 SALI

Raporlar

1. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, Muhtar Ödenek ve Sosyal Güvenlik Yasasının Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/306) (S. Sayısı: 542) (Dağıtma tarihi: 20.11.2000) (GÜNDEME)

2. – Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak ve 2 Arkadaşının, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/450) (S. Sayısı: 543) (Dağıtma tarihi: 20.11.2000) (GÜNDEME)

3. – Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca ve Vahit Kayırıcı'nın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/260) (S. Sayısı: 541) (Dağıtma tarihi: 21.11.2000) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/969) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)

2. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/970) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)

3. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/971) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)

4. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar  Bakanından sözlü soru önergesi (6/972) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)

5. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Çevre Bakanından sözlü soru önergesi (6/973) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)

6. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Keçeciler) sözlü soru önergesi (6/974) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)

7. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, özelleştirme çalışmalarına ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) sözlü soru önergesi (6/975) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)

8. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Şükrü Sina Gürel) sözlü soru önergesi (6/976) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)

9. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/977) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

10. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/978) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

11. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, belediyelere tahsis edilen Hazine arazilerine ve arsa sertifikası verilen vatandaşlara ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Bal) sözlü soru önergesi (6/979) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

12. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/980) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

13. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Bal) sözlü soru önergesi (6/981) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

14. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Ramazan Mirzaoğlu) sözlü soru önergesi (6/982) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

15. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, yardıma muhtaç aile sayısına ve yapılan yardım tutarına ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) sözlü soru önergesi (6/983) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

16. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) sözlü soru önergesi (6/984) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

17. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Abdülhaluk Çay) sözlü soru önergesi (6/985) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

18. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına  ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/986) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

19. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/987) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

20. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/988) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

21. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/989) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

22. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/990) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

23. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü  soru önergesi (6/991) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

24. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Şuayip Üşenmez) sözlü soru önergesi (6/992) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

25. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici)  sözlü soru önergesi (6/993) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

26. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Rüştü Kazım Yücelen) sözlü soru önergesi (6/994) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

27. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, Bakanlığın yaptığı denetimlere ilişkin Çevre Bakanından sözlü soru önergesi (6/995) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

28. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) sözlü soru önergesi (6/996) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

29. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) sözlü soru önergesi (6/997) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

30. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/998) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

31. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/999) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

32. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, personel atamalarına ilişkin Kültür Bakanından sözlü soru önergesi (6/1000) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2000)  

Meclis Araştırması Önergeleri

1. – Fazilet Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Manisa Milletvekili Bülent Arınç ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu'nun, sözde Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/159) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2000)

2. – Samsun Milletvekili Kemal Kabataş ve 20 arkadaşının, kamuda çalışan memur ve işçilerle emeklilerin özlük hakları konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/160) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.11.2000)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı  Soru Önergeleri

1. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Düzce Kaynaşlı Dereboğazı mevkiindeki toprak kayması tehlikesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2652)

2. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, İzmit-Körfez'de depremden zarar görenlerin kalıcı konutlarının yapılacağı yere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2653)

3. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Dünya Bankası kredisiyle Düzce Gölyaka İlçesinde yapılan toplu konut bölgesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2655)

4. – Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, Van, Muş ve Bitlis'te Yol-İş üyesi işçilerin deprem bölgelerine sürgün edildikleri iddialarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2660)

5. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı'nın, Türkiye-Gürcistan sınır kapısına giden yolda Ilgar Dağı'nda tünel yapılması için bir proje olup olmadığına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2663)

6. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı'nın, DAP Kanun Tasarısının ne zaman T.B.M.M.'ye sevk edileceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2665)

7. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Karaman- Kazımkarabekir-Özyurt Köyünün imam ihtiyacına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/2666)

8. – Van Milletvekili Maliki Ejder Arvas'ın, yatırım harcamalarının illere göre dağılımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2676)

9. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'in, Diyarbakır-Çüngüş'te yöre halkına satılan konutların lojman yapılmak üzere geri alınacağı iddialarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2688)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

21 Kasım 2000 Salı

BAŞKAN: Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER:Şadan ŞİMŞEK (Edirne), Mehmet BATUK (Kocaeli)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, pancar fiyatlarının açıklanmaması ve takip edilen pancar politikasının yanlışlığı hakkında söz isteyen Tokat Milletvekili Ali Şevki Erek'e aittir.

Buyurun Sayın Erek.

Süreniz 5 dakika efendim.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Tokat Milletvekili Ali Şevki Erek’in, pancar fiyatlarının henüz açıklanmamasına, takip edilen pancar politikasının yanlışlığına ve alınması gerekli tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi, sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bugünkü gündemdışı konuşmamda, bizi dinleyenler, çok değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin bunca önemli meselesi varken, bir af çıkmazı varken, bir bankalar meselesi varken, katılım ortaklığı belgesinde ve Avrupa Parlamentosunda "sınır oyuşmazlıklarını halledin, Kıbrıs işini halledin, soykırımı tanıyın, ondan sonra gelin ortak olun" gibi bir furya varken; ekonomik ve siyasî alanda binbir sıkıntı varken, acaba bu pancar işi nereden çıktı diye düşünenler belki olabilir.

Tabiî böyle bir düşünceye haklılık tanımak mümkün değil; ama, şurası kesin ki: Bugün, pancar ziraatiyle, Türkiyemizde tam 500 000 ailenin meşgul olduğu resmî rakamlarca ifade ediliyor. Değerli arkadaşlarım, bu, şu demek: Eğer, pancar ziraatiyle meşgul olan bir aileyi 7 kişi olarak kabul ederseniz 3,5 milyon, 8 kişi olarak kabul ederseniz -ki, bu bir aile ziraatidir- 4 milyon vatandaşımızı çok yakından ilgilendiren, fevkalade önemli bir meseledir.

Nedir, bugünkü, pancar konusunda dile getireceğimiz husus ve nedir bugünkü cumhuriyet hükümetinin takip ettiği pancar politikası? Değerli arkadaşlarım, bildiğim kadarıyla, cumhuriyet tarihinde, pancar fiyatlarının açıklanması, hiçbir zaman 21 Kasıma kalmadı; bu bir. Son on yılda, pancar fiyatları, 4 defa ağustos ayında, 2 defa mayıs ayında, 2 defa eylül ayında, 1 defa temmuz ayında, 1 defa da ekim ayının başında ilan edildi. "Bu niye bugüne kadar sürer; ne olacak canım, hükümet kaçıyor mu, parayı ödeyecek" diyebilirsiniz; ama, bir pancar bölgesinin çocuğu olarak, Orta Karadenizin iç bölgesinde, Orta Anadolu'da ve Doğu Anadolu'da yaşayan çiftçilerimizin önde gelen bir geçim kaynağı olarak pancar fiyatlarını bu kadar geciktirmek ve pancar çiftçisini bu kadar beklentiye sokmak -değerli arkadaşlarım, mazur görünüz- zulme varan bir kayıtsızlıktır.

Bakınız, size bir şey söyleyeyim; daha evvel bu rakamlar burada verildi, yeni bir şey söyleyecek değilim: Bugün, bu 500 000 ailenin yüzde 70'e yakınının pancar üretimi  için kullandığı arazi  1 ilâ 10 dönüm arasında, buradan elde ettiği pancar da 40 ton ve yüzde 75'e yakınının geçimini idame ettirmek için ektiği biçtiği tek ürün de pancar ürünü. Onun için, pancar fiyatları deyip geçmemiz mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, hafızaları bir kere daha tazelemekte fayda var. Türkiye'nin yıllık şeker tüketimi 2 milyon ton. 2 milyon ton şeker elde edebilmek için, Türkiye'nin asgarî 15 milyon ton pancar üretmesi gerekli. Geçen sene pancar üretimi 16 800 000 ton idi; bu sene, pancar üretiminin 12 milyon tonda kalacağı anlaşılıyor. Gelecek sene 2001 yılında, pancar üretiminin 6 milyon tona düşeceği ifade ediliyor; çünkü, IMF'nin beklentisi ve tavsiyesi -talimatı demiyorum- bu noktada birleşiyor. Şu durumda, biz, yeniden bir şeker ithali furyasına kalacağız.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği ülkelerinin yıllık şeker tüketimi 12 milyon ton; ama, Avrupa Birliği ülkelerinin şeker üretimi yılda 16 milyon tona yakın. Yani, 3 ilâ 4 milyon ton ihracat kapasitesini Avrupa Birliği ülkeleri dahi göze alıyor. Bugün, Türkiye'de olsun, Avrupa Birliği ülkelerinde olsun, 1 ton şekerin maliyetini 600 dolar ile 900 dolar arasında hesap ediyorlar; halbuki, dış dünya piyasalarında 1 ton şekerin satış fiyatı 300 dolar. Avrupa Birliği ülkeleri, fazla ürettikleri 3-4 milyon ton şekeri dışarıya 250 dolardan satmayı göze alabiliyorlar. Dışarıdan 250 dolara ihraç...

BAŞKAN - Sayın Erek, 1 dakika eksüre veriyorum; toparlayınız.

Buyurun.

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Dışarıdan ithal etmek yerine, Avrupa ülkeleri dahi çiftçiyi destekleyerek, böyle bir şeyi öngörüyorlar.

Değerli arkadaşlarım, pancar üretimini düşürmemek gerekir. Pancardaki kota meselesini kaldırmak gerekir. Türkiye'deki gıda sanayiini ilerletmek gerekir. Gıda güvenliğini rafa kaldıramazsınız. Türkiye'nin rezervleriyle oynayamazsınız. Şekeri, Türkiye'nin ithal edebileceği bir dereceye düşüremezsiniz. Gübreyi söylemiyorum, mazotu söylemiyorum, faizin fazlalığını söylemiyorum; ama, mutlaka, kotanın kaldırılmasını, kotanın pancar çiftçisi üzerinde -affınıza  sığınarak söylüyorum- uygulamasının fevkalade, tarifi imkânsız bir tepkiye neden olduğunu, burada, bir kere daha vurguluyorum. Pancar fiyatını bir an evvel ilan ediniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Pancar fiyatında köylünün hakkını veriniz ve pancar üretimini düşürmeyiniz.

Sayın Başkan, iki cümleyle bitireceğim.

BAŞKAN - Efendim, benim prensibim; 1 dakika eksüreden sonra ilave süreyi bugüne kadar hiç kullanmadım. O nedenle, o prensiplerime uymanızı başında belirttim.

Teşekkür ederim.

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Çok teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımı sunarım. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim. Sağ olun.

Gündemdışı konuşmaya yanıt verecek Sayın Bakan?.. Yok.

Gündemdışı ikinci söz, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü münasebetiyle söz isteyen Antalya Milletvekili Sayın Nesrin Ünal'a aittir.

Süreniz 5 dakikadır Sayın Ünal.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

2. – Antalya Milletvekili Nesrin Ünal’ın, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı

NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 20 Kasım 2000  Çocuk Hakları Günü dolayısıyla hazırladığım konuşmamı, Yüce Heyetinize saygılarımla sunuyorum.

Çocuk hakları, bir eksiksiz bütün dünya çocukları içindir. Çocuklara ve ailelerine, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, bölge, politika, millet, sosyal orijin, fakirlik ve aklınıza gelebilecek hiçbir konuda ayrımcılık yapılamaz. Çocukların fiziksel, mental, ahlakî, manevî ve sosyal gelişmelerini sağlıklı, özgür, saygın bir ortamda sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalı ve şartlar, çocukların ve ailelerin lehine kolaylaştırılmalıdır.

Her çocuk, doğuştan milliyet ve isim hakkına sahiptir. Anne ve çocuğun doğum öncesi ve doğum sonrası sağlık hizmetleri en iyi şartlarda sunulmalıdır.

Fiziksel, mental, sosyal yönden özürleri olan çocuklarımızın tedavileri, eğitimleri ve özel bakım ihtiyaçları karşılanmalıdır.

Çocuğun kişiliğinin tam ve düzgün gelişmesi için sevgi ve anlayışa ihtiyacı vardır. Bu da, ancak aile ortamında olacaktır. Aile, maddî açıdan desteklenmeli; aile yapısı korunmalıdır.

Her çocuğun eğitim hakkı vardır; eşit şartlarda ve kolaylaştırılarak bütün çocuklar eğitimden faydalanmalıdır.

Çocuklar, zulmün, terk edilmenin, sömürünün her türlü formuna karşı korunmalıdır, hiçbir olumsuz olayda aracı obje olmamalıdır. Çalışma yaşı uygun olmayan çocuklar istihdam edilmemeli; çalışma yaşı uygun çocuklar ise, eğitimlerini, sağlıklarını, mental, fiziksel ve ahlakî gelişmelerini olumsuz etkileyecek ortamlarda çalıştırılmamalıdır.

Bu şartlar altında Türkiye'ye bakarsak, UNICEF'in hazırladığı 2000 Türkiye raporunda, çocuklarımıza sağladığımız imkânlarla dünyanın 189 ülkesi arasında 95 inci sıradayız. Bu, bizim için utanç verici bir tablodur. Peki, bizi 95 inci sıralara taşıyan olumsuzluklar nelerdir; bir bakalım.

Türkiye'de, halen, 100 evin 30'unda sağlıklı tuvalet, 100 evin 26'sında sağlıklı içmesuyu yok; her 100 kız çocuğundan 30'u, her 100 erkek çocuğundan 20'si okula kayıtlı değil ve bebek ölüm hızlarında binde 40'lardayız. Gelişmiş ülkelerde binde 6 olan bu hız, bizde binde 40; yani, gelişmiş ülkelerde, artık, genetik ve sakat doğumlar dışında bebek ölümleri olmamakta. Halen hamile kadınlarımızın yüzde 67'si dışındaki kadınlarımız sağlıklı hizmet alamıyorlar. Kadınlarımızın tetanos aşıları tam değil ve çocuklarımızın yarısının aşıları tam değil.

Çocuklarımız büyüdükçe durumları düzeliyor mu; hayır. Şimdi sayıları 6 bin civarında olan, literatürde "sokak çocuğu" denen, sahipsiz çocuklarımızın sayısı on yıl sonra kontrol altına alamayacağımız şekilde artıyor. Uyuşturucu kullanım yaşı düşüyor, özürlü çocuklarımız ve aileleri yeterince desteklenmiyor ve ailelerle birlikte ortak projeler üretilmiyor.

Çocuk işçilerimizin halini soran yok. 1 milyon civarında 14 yaş altı kontrolsüz çocuk işçimiz mevcut.

Peki eğitebildiğimiz çocuklarımızın durumu nasıl? Kişi başına düşen bilgisayar oranında Mısır'dan, İsrail'den ve komşumuz Yunanistan'dan çok gerilerdeyiz.

Milyonlarca çocuk açlıktan ölürken, yüzbinlerce çocuk ekonomik olumsuzluklardan etkilenirken, onbinlerce çocuk savaşa maruz olurken, gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler arasındaki uçurum iyice derinleşirken, çocuklarımız, bizlere, ailelerine ve yüreklerimize sesleniyorlar; diyorlar ki, 21 inci Yüzyıla girerken vizyonunuz, bir eksiksiz her yeni doğanın hayata sağlıklı başlaması, her çocuğun kaliteli eğitilmesi, eşsiz yeteneklerinin gelişmesi için fırsat ve kolaylıkların sağlanması olmalıdır.

Artık ülkelerin gelişmişlikleri ve güçleri, füzelerin taşıdığı savaş başlıklarının ağırlığıyla, başkentlerinin ya da kamu binalarının görkemliliğiyle değil, gelişmişlik, yeni doğan ve anne ölüm hızının düşüklüğüyle, eğitim seviyesinin yüksekliğiyle, kişi başına düşen bilgisayar sayısının artmasıyla ve o ülkenin kullandığı iletişim bantlarının kalınlığıyla ölçülmektedir.

Hal böyleyken, ülkemizi, dolayısıyla çocuklarımızı daha güzel günlere taşıyacak yol haritamızı bize Avrupa Birliği sunmadan, biz kendimiz çizmeliydik ve 21 inci Yüzyıla girerken, keşke, böyle bir yol haritasına da ihtiyacımız olmasaydı.

Keşke, insan hakları denince, sadece çocukken haklarını tam kullanamayıp şu anda suçlu konumunda olan insanlar aklımıza gelmeseydi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 1 dakika ilave süre verdim efendim; buyurun.

NESRİN ÜNAL (Devamla) - Keşke, insan hakları denilince, sayıları milyonları bulan, haklarını kullanamayan, geleceğimiz, her şeyimiz çocuklarımız da aklımızdan hiç çıkmasa; sahipsiz, sokaklarda yaşayan çocuklarımızı, dünyaya gözünü açar açmaz ölen bebeklerimizi, okula kaydedilmeyen ve eşit şartlarda eğitimden faydalanamayan çocuklarımızı, özürlü çocuklarımızı hiç unutmasak.

Geleceğimizi emanet edeceğimiz, Türkiye'yi güçlü, lider ülke konumuna taşıyacak çocuklarımız için yapacağımız tek şey, seçeniyle seçileniyle toplumun bütün bireylerinin, topyekûn, tepeden tırnağa temiz toplumu yaratması olmalıdır.

Saygılarımla konuşmamı tamamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Ünal.

Gündemdışı konuşmaya Devlet Bakanımız Sayın Hasan Gemici yanıt verecektir, buyurun Sayın Bakanım. (DSP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Milletvekilimiz Nesrin Ünal'ın Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi dolayısıyla yapmış olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; artık, tüm dünyada, çocuklar, sadece biyolojik anne-babalarının değil, tüm insanlığın ortak varlığı sayılmakta ve sağlıklı ortamlarda iyi bir şekilde yetiştirilmiş dünya çocukları, gelecekte de dünyadaki barışın, refahın ve mutluluğun güvencesi olarak görülmektedir. Bu bilinçle, 1989 yılında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edilmiştir. Türkiye, bu sözleşmeyi, 1990 yılında imzalamıştır. 1994 yılında da, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanarak içhukuk normu haline dönüştürülmüştür. Çocuk Hakları Sözleşmesiyle ilgili çalışmalarda koordinasyon görevi Devlet Bakanlığıma bağlı Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumuna verilmiştir.

Bir yıl önce, 20 Kasım 1999'da, Çocuk Hakları Sözleşmesinin tanıtılması amacıyla bir kampanya başlatılmıştır ve bu kampanya çerçevesinde Türkiye'nin 81 ilinde, önce o ildeki kamu kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, ticaret ve sanayi odalarının temsilcilerinin katılımıyla bir yetişkinler komisyonu kurulmuştur. Bunun yanında, o ildeki her kesimden çocukların temsil edildiği ilk çocuk komisyonları kurulmuştur ve bu çocuk komisyonları altı ay gibi uzun bir süre çalışarak, illerindeki çocuklarla ilgili verileri toplamışlar, çocukların durumlarını saptamışlar ve illeriyle ilgili çözüm önerileri geliştirmişlerdir. 23 Nisan bayramı öncesi, 20-21 Nisan 2000 tarihinde bu temsilciler Ankara'ya gelerek çocuk kongresine katılmışlar ve bu çocuk kongresinde il raporları tartışılarak ulusal rapor haline getirilmiş ve bir sonuç bildirgesi Cumhurbaşkanlığı makamına sunulmuştur.

Daha sonra, 6-7 Ekim tarihleri arasında Bolu'da bir toplantı yapılmış ve yine, 20 Kasımda Çocuk Hakları Sözleşmesinin imzası nedeniyle de, dün başlayan bir ulusal forumda çocuklarımız, aile, sağlık, eğitim, medya, yargı gibi konularda çocukların katılımı konusunu tartışarak bir sonuç bildirgesi haline getirmişler ve bu sonuç bildirgesi, biraz önce, saat 14.00'te çocuklarla birlikte, yine, Cumhurbaşkanlığı makamına sunulmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gerek 20-21 Nisan tarihlerinde gerekse de 20-21 Kasım, yani dün ve bugün, çocuklarımızın yaptığı bu çalışmaların, tartışmaların bir kısmına bizzat katıldım. Gerçekten, çocuklarımızın konulara, sorunlara içten yaklaşımları, son derece akılcı çözüm önerileri beni heyecanlandırdı ve bir kere daha, Büyük Önder Atatürk'ün, 23 Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşu dolayısıyla 23 Nisanı çocuk bayramı olarak ilan ve Türk çocuklarına armağan etmesinin ve yine, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetimizi gençlere emanet etmesinin ne kadar doğru ve ne kadar eşsiz bir öngörü sahibi olduğuna bir kere daha şahit oldum ve mutlu oldum.

Çocuklar, gerçekten, bütün konulara son derece içten ve önyargısız olarak yaklaşıyorlardı ve şunu tespit ettim: Çocuklar, gerçekten, Türkiye'deki yaşanan her türlü olayla çok yakından ilgililer ve son derece de bilgililer.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben, sizlere, burada, çocuklarla ilgili kendi görüşlerimi aktarmak yerine, gerek 20-21 Nisan tarihlerindeki çocuk kongresi sonuçlarını gerekse bugün Sayın Cumhurbaşkanımıza sunulan çocuk bildirgesi sonuçlarını, çocukların kendi önerileri, kendi talepleri olarak sunmuş oldukları bildiriyi sizlere anlatmak, onları, size, onlar adına aktarmak istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çocuklarımızın öncelikle tespit ettikleri, Türkiye'de çocukların sağlıklı bir şekilde yetişmeleri, gelişmeleri, korunmaları, katılımlarıyla ilgili yeterli bir veri tabanına sahip olmadığımız konusu, öncelikli tespit olarak yer alıyor ve çocuklarımızın, yine, bütün çalışma gruplarının ortak tespitleri olarak çocuklar, dernek de kurabilerek, haklarını kendileri bizzat aramak istiyorlar. Bu, bütün grupların ortak talebiydi. Ben de onu sizlere aktarmak istiyorum.

Sizlere, izin verirseniz, medya, yargı, aile, sağlık ve eğitim konularında çocuklarımızın saptamalarını özetle aktarmak istiyorum.

Çocuklarımızın medyayla ilgili görüşlerini ve taleplerini öncelikle sizlere aktarmak istiyorum. Çocuklarımız, Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun yarısının 18 yaşın altı insanlardan, yani, çocuklardan oluştuğunu ifade ediyorlar ve medyanın, bu nüfusa, bu Türkiye'nin yarısına yeterli ilgiyi göstermediklerinden, bir anlamda, yakınıyorlar ve sadece görsel basında değil, yazılı basında da çocuklarla ilgili yayınların yer almasını istiyorlar. Yine, medyayla ilgili çocuklarımızın talepleri, çocukların duygusal ve fiziksel istismara uğratılmamasını, rencide edilmemesini istiyorlar. Çocukların görsel ve yazılı basında sömürülmesinin engellenmesini istiyorlar. Çocukların haber malzemesi olarak kullanılmamasını ve kimliğinin deşifre edilmemesini istiyorlar. Çocuklar, medyada çocuk kimlikleriyle temsil edilmek istiyorlar ve başta çizgi filmler olmak üzere, çocuk programlarının şiddet içerikli olmasının engellenmesi, kötü kahraman özdeşiminin tartışılmasını istiyorlar ve çocukların reklam aracı olarak kullanılmasını istemiyorlar ve çizgi filmler dışında, çocuklarla ilgili daha geniş ve daha çok program yapılmasını istiyorlar.

Yine, çocuklarımızın yargı konusundaki görüşlerini sizlere aktarmak istiyorum. Çocuklarımız, suça yönelen çocuklar, farklı yapılarda, kendi istekleri ve görüşleri de gözönüne alınarak eğitilmeli ve topluma kazandırılmalıdır diyorlar ve özellikle, kanunla ihtilafa düşen çocuklarla ilgili çocuk mahkemelerinin sayısının çoğaltılmasını ve çocukların, genel mahkemeler yerine çocuk mahkemelerinde yargılanmasını, eğer hüküm giyiyorlarsa, çocukların yetişkinlerle aynı cezaevinde kalmak yerine çocuk ıslahevlerinde kalması gerektiğini ifade ediyorlar.

Yine, çocuğun taraf olduğu her uyuşmazlıkta arabuluculuk kurumuna yer verilmesini ve çocuğun kendisini ifade etmesi için gerekli ortamların sağlanmasını istiyorlar. Yargılama öncesinde, çocukların uzman kişiler tarafından psikolojik olarak hazırlanmasını ve hukuksal olarak bilgilendirilmesini istiyorlar. Çocuklar, aile içerisinde, aileyle ilgili mahkemelerde kendi görüşlerinin de dinlenmesini ve dikkate alınmasını istiyorlar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; size, çocukların eğitimle ilgili görüşlerini sıralamak istiyorum. Müfredata ve eğitim programlarına öğrencilerin katılımlarının artırılmasını ve güçlendirilmelerini istiyorlar. Öğrenciler arasında yapılan ayırımcılığın önlenerek, tüm öğrencilere eşit katılım hakkı ve fırsat eşitliği sağlanmasını ve kız çocuklarına, mutlaka, daha çok okullaşma olanağı verilmesini istiyorlar. Özellikle okulöncesi eğitim olmak üzere, eğitimin her kademesine tüm çocukların ve gençlerin katılım hakkının sağlanmasını istiyorlar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu, gerçekten çok önemli. Ülkemizde 0-6 yaş grubunda 6 milyon çocuğumuzun olduğunu biliyoruz ve bu 6 milyon çocuğumuzdan ancak 252 000'i okulöncesi eğitimden yararlanabiliyor. Oysa, hepimiz biliyoruz ki, bir insanın fiziksel, ruhsal, duygusal ve zihinsel gelişimi, ilk 6 yaş içerisinde tamamlanıyor.

Çocuklarımız, sekiz yıllık eğitim uygulamasının olumlu sonuçlarına değiniyorlar; ancak, yeterli araç, gereç ve laboratuvarlarla donatılmış daha çok okul istiyorlar ve bu okullarda iyi yetişmiş öğretmenler tarafından eğitilmek istiyorlar. Özetle çocuklarımız, kendilerinin eğitimleriyle ilgili önlerindeki bütün engellerin kaldırılmasını istiyorlar.

Sizlere, çocuklarımızın sağlık konusundaki görüşlerine de aktarmak istiyorum. Çocuklarımız, bütün çocukların sağlık hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmalarını istiyorlar. Anne ve bebek ölümlerinin azaltılmasını istiyorlar. Biliyorsunuz, Türkiye'de, 1960'lı yıllarda 1 000 çocuktan 208 çocuğumuzu kaybederken, bu oran, bugün için, 1 000 çocuktan yüzde 38, yüzde 40 seviyesine düşmüştür. Tabiî ki, bu, çok büyük bir başarıdır; ama, bu oranın daha da çok düşürülmesini, çocuk ve anne ölümlerinin engellenmesini istiyorlar. Özetle, bebekler ölmesin, anneler ölmesin istiyorlar.

Yine, çocuklarımız, Türkiye'deki özürlü çocuklar sorununa dikkat çekiyorlar. Biliyorsunuz, ülkemizde 7,5 milyon özürlü insanımız var ve bu özürlü insanlarımız -özellikle özürlü çocuklar- eğitim, sağlık ve rehabilitasyon hizmetlerinden yeterli derecede yararlanamıyor. Bugün, Millî Eğitim Bakanlığımızda özel eğitimimizden yararlanan çocuk sayısı 33 000 civarında ve bu çocuklarımız, rehabilitasyon hizmetlerinden neredeyse yok denilecek kadar az yararlanıyorlar ve yine çocuklarımız, özellikle özürlülüğün önlenmesiyle ilgili koruyucu, önleyici hizmetlere ağırlık ve-rilmesini istiyorlar.

Çocuklarımız çevre konusunda da son derece duyarlı; çünkü, bugün, biz yetişkinlerin -büyüklerin- kirlettiği çevrede gelecekte onlar yaşayacak. O bilinçle çevreye, çevrenin korunmasına son derece bilinçli bir şekilde sahip çıkıyorlar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aile konusunda çocuklarımızın görüşlerini sizlere aktarmak istiyorum. Biliyorsunuz, demokrasi aileden başlıyor. Geleceğin demokratik toplumunu yaratmak için mutlaka aile içi demokrasinin gerçekleşmesi gerekiyor ve çocuklarımız, çocuğun ailede söz hakkına sahip olabilmesi için, ailede birey olarak onun görüşlerine değer verilmesini istiyorlar. Çocukların, ailesinin ihmal ve istismarı durumunda, çocukların ailesini yargılama olanağı olmasını istiyorlar. Çocuğun ailede dinî inanç, siyasî görüş gibi konularda fikir özgürlüğü olsun diyorlar. Çocuk, okul ve meslek seçimini de, kendi ilgi alanı ve yeteneklerine göre aile baskısına maruz kalmadan yapabilmelidir diyorlar. Yine, çocuklarımız, çocuklarımızın arkadaş seçiminde, ailelerinin kendilerini özgür bırakmasını istiyorlar ve çocuğun oynama eğlenme hakkını ve çocuğun sosyal, kültürel aktivitesinin geliştirilmesini istiyorlar. Ailenin, çocuğun eğitiminde fiziksel ve duygusal şiddete başvurmamasını istiyorlar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bunlar çocuklarımızın görüşleriydi. Ben, sizlere bu görüşleri aktarmak istedim; çünkü, dün Dünya Çocuklar Günüydü, bugün devam ediyor. Böyle bir günde doğru olan, çocukların görüşlerinin sizlere aktarılmasıydı; ancak, ben, ülkemizde, nüfusumuzun yüzde 40'ının 18 yaşın altında olduğuna, çok genç bir nüfusa sahip olduğumuza bir kez daha dikkat çekmek istiyorum. Gerçekten, bu, Türkiye'nin çok büyük bir avantajıdır, çok büyük bir zenginliğidir, ancak, bu, ne zaman bir avantaj olacaktır, ne zaman bir zenginlik olacaktır; eğer, biz, bu, sayıları nüfusunun yüzde 40'ı olan 18 yaşın altında 27 milyon çocuğumuzu iyi ortamlarda, iyi bir şekilde yetiştirebilirsek, bu bizim avantajımız olacaktır. Aksi takdirde, iyi yetişmemiş her çocuk, hem ailesine hem topluma hem ülkesine, giderek insanlığa gelecekte yük olacaktır. Bu bilinçle çocuklara yaklaşmamız gerekiyor ve mutlaka çocuklarla ilgili ulusal bir politika geliştirmemiz ve bütün politikalarımızda çocuk faktörüne önem vermemiz gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz önce de sizlere çocuklarımızın görüşlerini sundum. Çocuklarımız, gerçekten, son derece özgür ve rahat bir şekilde kendilerini ifade ediyorlar. Onları dinlemek, onları anlamak zorundayız. Onların her dedikleri doğru olmayabilir, biz yetişkinlerin de zaman zaman her dediğimiz doğru olmayabiliyor; ama, onların, o saf, o temiz dünyasındaki görüşlerinden, duygularından, düşüncelerinden mutlaka yararlanmamız gerektiğini düşünüyorum.

Böyle bir günde bu konuyu gündeme getirdiği için Milletvekilimiz Sayın Nesrin Ünal'a özellikle teşekkür etmek istiyorum.

Sözlerimi, eğer izin verirseniz, bugün çocuk forumu dolayısıyla bir konuşma yapan Bartın delegesi Didem Taşkın kızımızın bir çağrısıyla bitirmek istiyorum. Bu sözler bana ait değildir, onun bizzat kendi yazdığı ve kendi söylediği sözlerdir. Didem Taşkın kızımız, konuşması sonunda şöyle diyor: "Sizden istediğimiz çok zor bir şey değil aslında. Ellerinizi yüreklerinize götürüp içinizde yaşattığınız o çocuğun kalp atışlarını hissedin; o coşkuyu, yaşama isteğini duyumsayın. Ne kadar haklı olduğumuzu o zaman anlayacaksınız. Şimdi uzatın ellerinizi, her bir çocuğun yüreğine sıcacık bir dokunuş bırakın. İnanın, buna çok ihtiyacımız var. İçinizdeki çocuğu ömür boyu yaşatmanız dileğiyle."

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Görüşmeleri izlemek üzere Genel Kurulu ziyaret eden Alman Yeşiller Partisinden Claudia Roth Başkanlığındaki 5 kişilik parlamenter heyete Başkanlıkça “hoş geldiniz” denilmesi

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şu anda, Alman Yeşiller Partisinden 5 milletvekili Sayın Claudia Roth'un başkanlığında Genel Kurulumuzu izlemektedirler. Genel Kurulumuz adına, kendilerine hoş geldiniz diyorum. (Alkışlar)

Gündemdışı üçüncü söz, Malatya kayısısının yararları ve üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen, Malatya Milletvekili Sayın Yaşar Canbay'a aittir.

Buyurun Sayın Canbay. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)

3. – Malatya Milletvekili Yaşar Canbay’ın, Malatya kayısısının yararları ve üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

YAŞAR CANBAY (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, kayısı üreticisinin sorunlarını dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Dünya kuru kayısı üretiminin yüzde 80'i Malatya'da yapılmaktadır. Malatya kayısısı, dünyanın en kaliteli kayısısıdır. Kuru kayısı, ülkemizin en önemli ihraç ürünlerindendir. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, dünyanın her tarafına kuru kayısı ihraç edilmektedir. Ülkemiz, kuru kayısı ihracatından yılda 150 milyon dolar civarında gelir elde etmektedir.

Dünyanın üretemediği stratejik ürün olan kuru kayısıda dünyada lideriz. Yüksek besin değeri olan, insan sağlığı bakımından çok önemli bulunan kuru kayısı, gelişmiş ülkelerde, günlük düzenli beslenmede özel bir yeri olan harika bir üründür. Bu kadar kıymetli bir ürünü olan ülkeler, bunu en iyi şekilde değerlendirirler.

Malatya ekonomisinin temel taşı olan kayısı, 50 000 ailenin geçim kaynağıdır; ancak, kayısı üreticisi, tarihinin en zor dönemini yaşamaktadır. Kuru kayısı, bu yıl, değerinin çok çok altında, âdeta yok pahasına satılmaktadır. Geçen yıl kilosu 1 250 000 liradan satılan kuru kayısı, bu yıl, 400 000 lira fiyattan satılmaktadır. Tarım İl Müdürlüğü verilerine göre 900 000 lira maliyeti olan kuru kayısı, bu yıl, maliyetinin yarısına satılmaktadır. Kayısı üreticisi hiçbir zaman bu yıl kadar perişan olmamıştır; çünkü, geçmiş yıllarda -Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Kayısıbirlik'e yaptığı finansman desteğiyle- Kayısıbirlik, yaptığı alımlarla, kuru kayısı fiyatında istikrarı sağlamaktaydı. 2000 yılında ise, sadece 2,2 trilyon lirayla, rekoltenin ancak yüzde 3'ü alınabilmiş. Halbuki, Kayısıbirlik'e, bugünkü kayısının yüzde 15'ini alabilecek kadar bir finansman desteğinin sağlanması gerekmektedir.

Ülkemizde, adına "istikrar programı" denilen bir program uygulanmaktadır. Bu program sebebiyle, çiftçimize yapılan destekler kısıtlanmış, hatta, tamamen kaldırılmıştır. Halbuki, özellikle, ihraç ürünü olup, ülkemize önemli döviz sağlayan ürünler için bu destek artırılmalıdır.

Hükümet, kuru kayısıya gereken önemi vermelidir. Dışticaret Müsteşarlığımız bünyesinde, fındıkta olduğu gibi, kayısı için de kayısı tanıtım grubu oluşturularak, kuru kayısının iç ve dış piyasalarda tanıtımı yapılmalıdır. Malatya Sektörel Dış Ticaret Anonim Şirketinin kurulmuş olması, bu yönde atılmış önemli bir adımdır.

Kuru kayısı ihracatçıları desteklenerek, daha çok ülkeye kuru  kayısı satılabilmesine yardımcı olunmalıdır. İhracatçılarımızın projelerine Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı destek olmalıdır. Millî Savunma Bakanlığına ve Millî Eğitim Bakanlığı aracılığıyla okullara, uygun şartlarda kuru kayısı verilmelidir. Kuru kayısının tanıtımı yoluyla tüketiminin artırılması için, Türk Hava Yollarına ve Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla yurtdışı temsilciliklerimize kuru kayısı verilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Böylece, kuru kayısı ihracı sebebiyle ülkemizin elde ettiği 150 milyon dolar 2-3 katına çıkarılabilir.

Dünya piyasalarındaki kuru kayısı konumumuzu korumak ve başka ülkelere kaptırmamak için, hükümetin üzerine düşeni yapmasını bekliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Canbay.

Gündemdışı konuşmaya yanıt verecek sayın bakan?.. Yok.

Gündemdışı konuşmalar tamamlanmıştır.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

2 adet komisyonlardan istifa önergesi vardır; ayrı ayrı okutup bilgilerinize sunacağım:

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın Çevre Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/239)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Çevre Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim. 20.11.2000

        Zeki Ünal

          Karaman

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer önergeyi okutuyorum:

2. – Yozgat Milletvekili İlyas Arslan’ın Millî Savunma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/240)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Çevre Komisyonunda görevlendirilmiş olduğumdan Millî Savunma Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum. 16.11.2000

     İlyas Arslan

             Yozgat

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Bir genel görüşme önergesi vardır; okutuyorum:

D) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında son yıllarda özellikle Lüksemburg, Kopenhag, Helsinki Zirvelerinde alınan kararlar ile son olarak 7 Kasım 2000 tarihinde açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) ile Katılım İlerleme Raporu (KİR) çerçevesinde, AB Konseyinin 20 Kasım veya 5 Aralık 2000 tarihinde yapacağı toplantı öncesinde, TürkiyeAB ilişkilerinin ayrıntılarıyla ele alınması konusunda TBMM'de bir genel görüşme yapılmasını, TC Anayasasının 98 inci ve İçtüzüğün 101 ve devamı maddeleri gereğince arz ve talep ederiz. 9.11.2000

1. Ramazan Toprak

(Aksaray)

2. Mahfuz Güler

(Bingöl)

3. Akil Gülle

(Amasya)

4. Ahmet Aydın

(Siirt)

5. İlyas Arslan

(Yozgat)

6. Abdullah Veli Seyda

(Şırnak)

7. Osman Yumakoğulları

(İstanbul)

8. Zülfükar İzol

(Şanlıurfa)

9. Veysel Candan

(Konya)

10. Fahrettin Kukaracı

(Erzurum)

11. Suat Pamukçu

(Bayburt)

12. Bekir Sobacı

(Tokat)

13. İsmail Özgün

(Balıkesir)

14. Tevhit Karakaya

(Erzincan)

15. Azmi Ateş

(İstanbul)

16. Mustafa Niyazi Yanmaz

(Şanlıurfa)

17. Nurettin Aktaş

(Gaziantep)

18. Ahmet Cemil Tunç

(Elazığ)

19. Hüseyin Arı

(Konya)

20. Eyüp Fatsa

(Ordu)

21. Rıza Ulucak

(Ankara)

22. Yakup Budak

(Adana)

23. Bülent Arınç

(Manisa)

Gerekçe:

Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında, müracaat ettiğimiz 1959 yılından itibaren süregelen ilişki, önceleri ekonomik ilişki olarak şekillenmiş, son dönemlerde ilişkinin  boyutu değişmiş ve gelişmiş, özellikle de bu ilişkiye siyasal boyut ağırlığını koymuştur. Son yıllarda ise, Türkiye ile AB arasındaki gerek ekonomik ilişkiler bakımından ve gerekse siyasal ilişkiler bakımından gündeme gelen konular, ya gerektiği şekilde ve ölçüde Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilmemiş ya da Türk kamuoyunun çekincelerini giderecek şekilde başkaca bir şekilde dile getirilmemiştir.

10-11 Aralık 1999 tarihlerinde gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi Başkanlık Sonuçları Belgesi ile ilk kez Türkiye - AB ilişkilerinin bir nevi önşartı olarak getirilen Kıbrıs sorunuyla ilgili hükümlere ilaveten, son olarak 8 Kasım 2000 tarihinde açıklanan katılım ortaklığı belgesi (KOB) ile Kıbrıs sorunu kısa vadeli hedefler arasına sokulmuştur.

Türk dışpolitikasının uzun yıllardır Kıbrıs sorunu konusunda ortaya koyduğu temel politikalardan özellikle son yıllarda uzaklaşıldığı, bu konuda ciddî anlamda kırılmalar olduğu ve sorunun "Türkler ve Rumlar arasında iki taraflı bir sorun olduğu ve bu sorunun taraflar arasında karşılıklı görüşmeler ve uzlaşmayla mümkün olabileceği" şeklindeki Türk tezi bir kenara itilmiş, bunun yerine "Kıbrıs sorununun uluslararası bir sorun olduğu ve bu sorunun ancak uluslararası platformlarda çözülebileceğine" dair Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan'ın tezinin kabul edilİR hale geldiği, Helsinki Sonuç Belgesi İle 2004 yılı sonuna kadar Kıbrıs sorununa taraflar arasında bir çözüm bulunamaması halinde, sorunun, Lahey Uluslararası Adalet Divanında gündeme getirilmesi kararlaştırılmıştır.

Görüşmeler esnasında daha ayrıntılı olarak ifade edilecek olmakla birlikte, kısaca ifade ettiğimiz gibi, Türkiye - AB ilişkilerinde Kıbrıs sorunu başta olmak üzere siyasal sorunlar ve ekonomik sorunlarla birlikte, ilişkilerin gerçek boyutunun neler olduğunu Türk Milletinin bilgilerine sunmak ve Türk dışpolitikasında meydana gelen kırılmaları ve çözüm yollarını ortaya koymak amacıyla genel görüşme açılmasında zaruret vardır.

BAŞKAN - Önerge bilgilerinize sunulmuş olup, gündemdeki yerini alacak ve genel görüşme açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme sırası geldiğinde yapılacaktır.

2 adet Meclis araştırması önergesi vardır; ayrı ayrı okutup, bilgilerinize sunacağım:

2. – Fazilet Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Manisa Milletvekili Bülent Arınç ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu’nun, sözde Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/159)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sözde Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin olarak dünya kamuoyunda oluşturulmaya çalışılan yanlış ve tek taraflı kanaatlerin bertaraf edilmesi ve bu konuda alınması gereken tedbirlerin tespiti amacıyla, Anayasanın 98 inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygı ile arz ve teklif ederiz.

 

Avni Doğan

Bülent Arınç

Yasin Hatiboğlu

 

FP Grup Başkanvekili

FP Grup Başkanvekili

FP Grup Başkanvekili

 

Kahramanmaraş

Manisa

Çorum

Gerekçe:

Son günlerde Türkiye aleyhinde dünya kamuoyunu yanıltacak, ülkemizin dünya kamuoyu nezdindeki itibarını zedeleyecek ve dost olarak gördüğümüz ülkelerle münasebetlerimizi zedeleyecek birtakım çalışmaların yapıldığına şahit olmaktayız. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisince ele alınıp son anda geri çekilen sözde Ermeni soykırım tasarısına benzer çalışmalar Avrupa'da da yürütülmektedir. Fransa Senatosu kısa bir zaman önce sözde Ermeni soykırımı iddialarının doğru olduğunu benimseyen bir karar almıştır. Avrupa Birliği Parlamentosunda, Türkiye raporu görüşülürken, bu mahiyette bir paragrafın rapora dahil edilmesi, durumun vahametini açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Benzer çalışmaların diğer bazı Avrupa ülkelerinde de yapıldığı bilinmektedir.

Biz, tarihî hadiselerin siyasetçiler tarafından değil tarihçiler tarafından değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz; ancak, Avrupa ve Amerika'da mevcut bulunan Ermeni lobisi yıllardır bu konu üzerinde çalışmış, tarihî gerçekleri saptırarak tek taraflı veya sahte belgelerle dünya kamuoyunu ve siyasîleri yanıltmayı başarmıştır. Özellikle Amerika'da Ermeni nüfusu, hem Türk asıllı Amerikalılardan daha fazla hem de ekonomik olarak daha güçlüdür. Benzer durum Avrupa için de geçerlidir. Bu sebeple yapılan çalışmaları maddî olarak destekleme ve politik olarak et- kileme imkânına sahiptir.

Bu yetmiyormuş gibi, bu çalışmalar 1970'lerde Ermeni terör örgütü Asala tarafından Türk diplomatların katline kadar götürülmüş ve 43 diplomatımız bu hain saldırılar neticesinde katledilmiştir. Maalesef, hadiselerin bu şekilde tırmanması, Türk hükümetlerince konunun ciddiyetinin yeterince anlaşılmasını sağlamamıştır. Kanaatimizce bu konu sadece siyasî ve diplomatik girişimlerle geçiştirilecek boyutun çok ötesine taşınmış bulunmaktadır.

Dünya kamuoyunda oluşturulan bu yanlış ve tek taraflı kanaatlerin bertaraf edilmesi için ilmî çalışmaların yapılmasında zaruret vardır.

BAŞKAN - Meclis araştırması önergesi bilgilerinize sunulmuş olup gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşme sırası geldiğinde yapılacaktır.

Diğer Meclis araştırması önergesini okutuyorum:

3. – Samsun Milletvekili Kemal Kabataş ve 20 arkadaşının, kamuda çalışan memur ve işçilerle emeklilerin özlük hakları konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/160)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kamu kesiminde çalışan memur ve işçilerle emeklilerin maaş, ücret ve diğer haklarına ilişkin sorunlar konusunda Anayasanın 98, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

1.

 Kemal Kabataş (Samsun)

2.

 Nevzat Ercan (Sakarya)

3.

 Ali Rıza Gönül (Aydın)

4.

 Turhan Güven (İçel)

5.

 Ahmet İyimaya (Amasya)

6.

 Oğuz Tezmen (Bursa)

7.

 Mehmet Gölhan (Konya)

8.

 Mehmet Sağlam (Kahramanmaraş)

9.

 Saffet Arıkan Bedük (Ankara)

10.

 Mahmut Nedim Bilgiç (Adıyaman)

11.

 Hakkı Töre (Hakkâri)

12.

 M. Necati Çetinkaya (Manisa)

13.

 Yahya Çevik (Bitlis)

14.

 Mümtaz Yavuz (Muş)

15.

 Mustafa Örs (Burdur)

16.

 Ramazan Gül (Isparta)

17.

 Nihan İlgün (Tekirdağ)

18.

 Ayvaz Gökdemir (Erzurum)

19.

 Zeki Ertugay (Erzurum)

20.

 Sevgi Esen (Kayseri)

21.

 Ali Naci Tuncer (Trabzon)

 

Gerekçe:

1- Halen kamuda toplam 2 milyon memur, 600 000 işçi görev yapmaktadır. Emekli Sandığından 1 200 000 memur, 900 000 yaşlı ve muhtaç, SSK'dan 3 milyon emekli, Bağ-Kurdan da 1 milyon emekli maaş almaktadır.

2- Devlet Memurları Kanunu ve ilgili mevzuat, Emekli Sandığı mevzuatı, sosyal güvenlik mevzuatı ile çalışanlar ve kamu emeklilerine yapılan ödemeler düzenlenmektedir. Bu düzenlemeler çerçevesinde yaklaşık 8,5 milyon çalışan ve emekli kamu kaynaklarından doğrudan veya dolaylı olarak maaş ve ücret almaktadır. Devletin uygulamaları ve bu uygulamalardaki haksızlık ve tutarsızlıklar 8,5 milyon çalışanı ve emekliyi ve aileleriyle birlikte yaklaşık 25-30 milyon vatandaşımızın geçim standardını ve yaşam koşullarını yakından ilgilendirmektedir.

3- Çalışanların maaşlarının tespitine ilişkin esasları düzenleyen Devlet Memurları Kanunu ve bu kanunda değişiklik yapan çok sayıda kanun hükmünde kararname dışında son yıllarda yapılan yeni düzenlemelerle özellikle yeni kurulan kuruluşlarda maaş ve ücret tespiti konusunda farklı esaslar ve kuruluş yönetimlerine de geniş yetkiler verilmiştir. Sistemdeki bu dağınıklık kamu kurumu niteliği taşıyan kuruluşlarda çalışan personelin maaşları arasında çok büyük ve kabul edilemez farkların yaratılmasına, kamu ücret dengelerinin altüst olmasına neden olmuştur. Devlette geçerli maaş esasları dışında son yıllarda oluşturulan onbeş ayrı kuruma birbiri ile uyumlu ve tutarlı olmayan ölçülerde maaş tespiti yetkisi verilmiştir. Verilen bu yetkilerin tamamı TBMM'nin kabulüne, yasal açıdan onayına dayandırılmıştır.

4- Bazı kamu kurumlarında ödenmekte olan ücretler toplumdan gelebilecek tepkiler nedeniyle açıklanamamakta, bu konularda, düzenleme yapma yetkisi olan Maliye Bakanlığına da bilgi verilmemektedir.  Halen kamuda görev yapan üniversite mezunu memur 148 milyon maaş almakta, bir başka kamu kuruluşundaki yöneticinin maaşı 3,5 milyar TL düzeyine çekilmektedir. Keza, Devlet Memurları Kanunundaki esaslara göre maaş alanlarda üst sınırdan maaş alanların maaşları 1,1 TL'yi aşmaktadır.  Bir hesaplamaya göre en düşük maaş alanla en yüksek maaş alan arasındaki fark 7,5 kat, bir başka emsale göre de 24 kat veya daha fazla olabilmektedir. 

Kamuda görev yapmanın güven, gurur ve onurunu taşımakta olan görevliler arasında bu düzeyde maaş farkı yaratılmasını hiçbir gerekçeyle savunmak mümkün değildir.

5- Kamu kesiminde işçi statüsünde görev yapan personelin ücretleri ile devlet memuru statüsünde uzman ve yönetici olarak çalışan personelin ücretleri arasında  büyük ve kabul edilemez ücret farklılıkları yaratılmıştır. Kurumlarda sendikalı işçi olarak çalışanlarda ücretler 1,1 milyar TL. düzeyine yükseltilmiştir.  Aynı kurumlarda bölge müdürleri 500 milyon, mühendisler ise 330 milyon TL düzeyinde maaş almaktadır.  Her türlü yönetim ilkesine aykırı olan bu uygulama, işyerlerinde çalışma huzurunu ve işte verimi olumsuz etkilemektedir.

6- Sosyal güvenlik kuruluşlarından emekli aylığı almakta olanlar arasındaki maaş farkları da ciddî tartışmalar yaratacak boyuttadır.  Bağ-Kur ve SSK'da 85-120 milyon arasında yoğunlaşan maaşlar, Emekli Sandığında 150-200 milyon düzeyinde kalmakta; ancak, Sandıktan maaş alan yönetici sınıfta maaşlar 1 milyar TL'nin üstüne çıkmaktadır. En düşük emekli aylığı alanla en üst derecede aylık alanlar arasındaki farkın  7,5-8 kat seviyesine yükseltilmesini de doğrusu haklı ve makul bir yaklaşım olarak değerlendirmek mümkün değildir.

7- Kamudaki maaş ve ücret ödeme sistemindeki ve ödenen maaş tutarları arasındaki derin farklılıkları, irrasyonel ve toplum vicdanını rahatsız eden uygulamaları tüm açıklığıyla ortaya koymak, kurum olarak TBMM'nin görevidir, sorumluluğudur. Kabul edilemez bu uygulama ve farklılıklar, TBMM'nin kanunlarla veya yetki kanunlarıyla verdiği yetkiler çerçevesinde oluşturulmuştur. Bugünkü yapısı itibariyle uygulamada ortaya çıkmış fahiş farklılıkları TBMM dışında hiçbir kurum ortaya koyamamakta, ilgili kurumlardan da bu konularda sağlıklı bilgi dahi alınamamaktadır.

8- Yukarıda sunulan açıklamalar çerçevesinde;

Tüm kamu kurumlarında halen uygulanmakta olan maaş, ücret, ikramiye, sair adlarla yapılmakta olan ödemelerin açık ve net tutarlarının ortaya konulması,

Yaratılmış olan aşırı ve kabul edilemez farklılıkların makul düzeylere çekilmesi konusunda alınacak tedbirlerin ve getirilecek düzenlemelerin belirlenmesi,

Sosyal güvenlik kuruluşlarından emekli aylığı almakta olanların maaşları arasındaki 8 kata varan farklılıkların ortaya konulması ve kabul edilemez bu farklılıkların giderilmesine yönelik tedbirlerin tespiti,

Özellikle yatırımcı kamu kuruluşlarında, toplu iş sözleşmesi kapsamında çalışanlar ile devlet memuru statüsünde çalışanlar arasındaki farkların ortaya konulması, bu durumun çalışma ilişkileri, verim ve çalışanların moral ve motivasyonları üzerindeki etkilerinin saptanması,

Konularında gerekli çalışmalar yapılabilmesi için Anayasanın 98, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

BAŞKAN - Meclis araştırması önergesi bilgilerinize sunulmuş olup, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Danışma Kurulunun önerileri vardır; önce tümünü okutacağım, sonra ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım:

IV. – ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. – Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerileri

Danışma Kurulu Önerisi

No: 54   Tarih: 20.11.2000

Danışma Kurulunca aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

 

 

 

Ömer İzgi

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

 

M. Emrehan Halıcı

İsmail Köse

Avni Doğan

 

DSP Grubu Başkanvekili

MHP Grubu Başkanvekili 

FP Grubu Başkanvekili

 

Beyhan Aslan

 

Nevzat Ercan

 

ANAP Grubu Başkanvekili

 

DYP Grubu Başkanvekili

Öneriler:

1- Genel Kurulun 21.11.2000 Salı günkü birleşiminde sunuşlardan sonra gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 1 inci sırasında yer alan (10/9) esas numaralı, kömür üreticilerinin içinde bulunduğu durum konusundaki Meclis araştırması önergesinin görüşülmesi ve görüşmelerinin bitiminden sonra, cezaevlerinin içinde bulunduğu durum konusundaki genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin yapılması ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

2.- Genel Kurulun 22.11.2000 Çarşamba ve 23.11.2000 Perşembe günleri 14.00-19.00; 20.00-24.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesi, 21.11.2000 Salı ve 22.11.2000 Çarşamba günlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, tasarı ve tekliflerin görüşmelerinde soru-cevap işleminin 10 dakika ile sınırlandırılması önerilmiştir.

3.- Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 138 inci sırasında yer alan (8/13) esas numaralı dış politika konusundaki genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin 5 Aralık 2000 Salı günkü birleşimde, gündemin 48 inci sırasında bulunan (8/4), 52 nci sırasında bulunan (8/5), 120 nci sırasında bulunan (8/9), 130 uncu sırasında bulunan (8/10), 131 inci sırasında bulunan (8/11) ve 20.11.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan (8/15) esas numaralı genel görüşme önergeleri ile birlikte yapılması önerilmiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Genç, vereceğiz.

Önce grupların söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına, Sayın Kamer Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Gruplar adına olmaz Sayın Başkan, şahıs adına olur.

BAŞKAN - Pardon.

Şahsınız adına buyurun Sayın Genç.

Süreniz 10 dakikadır.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danışma Kurulunun önerileri üzerinde aleyhte söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, Danışma Kurulu, Meclisin en verimli şekilde çalışmasını sağlayacak bir kuruldur.  Bu kurul, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek konuları saptarken, o günlerde, ülkede çok önemli olan meselelerin birinci sıraya alınması lazım.

Şimdi, günümüzdeki önemli olan mesele nedir; birincisi, Avrupa'nın özellikle Ermeni soykırımı tasarısıyla ilgili olarak Türkiye aleyhine aldığı kararlardır. Bu kararlar kimler tarafından alınıyor;Avrupa Parlamentosu tarafından alınıyor, İtalya Parlamentosu tarafından alınıyor ve Fransa Parlamentosu tarafından alınıyor. O halde, bizim, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, evvela ne yapmamız lazım; bunlara bir cevap vermemiz lazım. Bunların, hakikaten... Çünkü, biz hep sessiz kalırsak, bunlar peyderpey dağılacak. Ayrıca, bunların bizimle ilgili aldıkları kararlar varsa, bizim de onlarla ilgili alacağımız kararlar vardır. Yani, İstiklal Savaşı sırasında, Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların, İngilizlerin Türkiye'de ne işi vardı?! (Alkışlar) Onlar, bizim gelip de insanlarımızı kırmadılar mı?! Rusların, Anadolu topraklarında ne işi vardı?! Bunlara, öncelikle bu konulara, bizim, burada, anında cevap vermemiz lazım.

Şimdi, Avrupa Katılım Ortaklığı Belgesi... Avrupa Birliğine gireceğiz, bir belge yayımlandı; hükümet yok, Dışişleri Bakanı yok. Sayın Kâmran İnan çıktı burada bir konuşma yaptı. Şimdi, Sayın Kâmran İnan, Dışişleri Komisyonu Başkanıdır; ama, Sayın Kâmran İnan'ın bize verdiği bilgilerin gerçek olup olmadığı konusunda, bizim, evvela, bir tereddütümüzün olmaması lazım. Sayın Kâmran İnan bir milletvekilidir, Dışişleri Komisyonu Başkanıdır; ama, bize bu konuda en sağlıklı bilgiyi verecek, Dışişleri Bakanıdır. Yani, şimdi, biz burada konuşuyoruz; efendim, Avrupa Katılım Ortaklığı Belgesinde şunlar şunlar şunlar var diyoruz; ama, işin özünü bilmiyoruz. Hakikaten, orada söylenenler doğru mudur yanlış mıdır; bunları, gelip burada, Dışişleri Bakanının söylemesi lazım. Türkiye'de, maalesef, Dışişleri, şu anda, bu Bakan zamanında çok zayıf yönetiliyor; Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap verilmeyecek bir tavır içinde.

Bakın, Yunanistan suçüstü yakalandı, dünyada terörist devlet ilan edilecekti. Bizim Dışişleri Bakanımız gitti, Papandreu'nun koltuğuna girdi "ya, biz dost olduk" dedi. Peki, dost olduksa, hani Yunanistan bize nerede yardım etti?; hani, nerede bize dostluk gösterdi?! (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Her yerde bize düşman davranıyor. O zaman, yani, hep onların oyununa geliyoruz. Hangi kişiler kanalıyla; Türkiye'de zayıf politikacılar, zayıf yöneticiler kanalıyla geliyoruz.

Onun için, Parlamentonun bunları öncelikle ele alması lazım ve bu meselelere el atması lazım. Yani, bir kömür araştırması hiç önemli değil. Zaten, herhalde, burada çıkacak herkes bir laf söyleyecek, iktidardaki gruplar diyecekler ki; yahu, araştırmaya ne gerek var, herkes çıktı, burada bir şeyler söyledi. Şimdi, devletin kaderiyle ilgili çok yakın meseleler var. Bu yakın meseleleri, anında, gecikmeden, en etkili şekilde çözmemiz lazım.

Bugün Türkiye'nin en önemli sorunlarının başında ekonomi geliyor. Bankaların için boşaltılmış, çalınmış; hesaba gelinen kişilerle ilgili mahkemelere başvuruluyor, soruşturma yapılıyor; ama, manşetleri satın alınan, iktidarı manşetleriyle destekleyen patronlar, maalesef, suçsuz diye bekliyor orada. Yani, bir banka patronunun çıkıp da "yahu, işte ben size teminat veriyorum, borcumu ödeyeceğim" demesi kâfi midir?! Yani, bunun, devletin kaynaklarını kendi özel şirketlerine, kendi yandaşlarına aktarmasının üzerinde durmazsanız; onun kendisinin, aile şirketlerinin, akrabalarının aldığı paralara el koymazsanız ve memurlarımız, işçilerimiz sokakta aç sefil gezerken, insanlar işsizlikten, açlıktan kıvranırken...

Her gün büromuza geliyorlar, sizlere de geliyorlar, üniversitede okuyan pırıl pırıl gençlerimiz, 15 milyon lira, 20 milyon lira burs bulmak için, yardım yapılması için. Yani, o genç, pırıl pırıl insanlar, bize geliyor ve bir nevi onurları da zedeleniyor; devletin, bu paraları alıp, bunlara yardım etmesi lazım; bunların üzerinde durmuyoruz.

Yine, benim, geçmişte, tatilden önce, burada 2 tane soruşturma önergesinin oylamasında hata yapıldığı konusunda Meclis Başkanlığına yaptığım bir müracaat vardı. Neydi bu; Mesut Yılmaz ile Yalım Erez'in Yüce Divana sevkı konusundaki oylama birlikte yapıldı; yine, Mesut Yılmaz ile Menzir'in Yüce Divana sevkı konusundaki soruşturma önergelerinin oylaması birlikte yapıldı. Halbuki, Anayasanın 100 üncü maddesinde, aynen, soruşturma raporlarında ilgilinin denilir; 100 üncü maddenin üçüncü fıkrasında, ilgilinin Yüce Divanı gidip gitmemesine karar verilebilir denilir. Düşünebiliyor musunuz, rapor oylanır mı arkadaşlar?! O zaman, bir raporda 15 bakanın Yüce Divana sevkı konusunda, 15'ine birden mi karar vermek lazım!.. Burada yapılacak usul şuydu: Herkesin ayrı ayrı oylanması lazımdı; ama, rapor oylandı. Nitekim, İçtüzükte de, rapor oylanır denilmiyor, rapora göre karar verilir deniliyor.

Şimdi, burada, bu oylamada bir hata yapıldığına dair Meclis Başkanlığına bir müracaatta bulundum. Meclis İçtüzüğümüze göre, oylamalarda, Genel Kurulda hata yapılır ve farkına varılırsa, Başkan, usul tartışmasını açar ve o zaman, Genel Kurul karar verir; ama, oylamadan sonra anlaşılırsa, bunun, Meclis Başkanlık Divanına gitmesi lazım ve bir karar verilmesi lazım. Sayın Meclis Başkanımızdan da özellikle rica ediyorum, bu konuda bir karar versin. Bu oylamalar yanlış yapılmıştır bu 2 soruşturma önergesinin; Yüce Divana sevk konusunda yapılan oylamalarda her bir kişi, yani, sorumlu Başbakan ile bakanın ayrı ayrı oylanması gerekirken, birlikte oylanmıştır. Ya İçtüzüğü uygulasınlar ya da uygulamasınlar... Sayın Başkanımız hukuka uyacağını, Anayasaya uyacağını defalarca söyledi; bu konuda da bizim bu müracaatımıza cevap vermek zorundadır. Yani, burada, çıkıp da, bir Meclis başkanvekili veyahut da bir Meclis Başkanının "oylamada hata yoktur" demeye hakkı yok; çünkü, İçtüzüğümüzün 13 üncü maddesinde, oylamada hata yapıldığı iddia edilirse, bu konuda Başkanlık Divanınca karara varılır deniliyor ve Başkanlık Divanı kararının da gelip burada okunması lazım. Oylanır mı oylanmaz mı, o ayrı bir konu. İcabında, Anayasa Mahkemesine de gidilebilir; yani, hakikaten, biliyorsunuz, cezanın şahsiliği prensibi esastır. Yani, 10 kişi suç işlediği ve mahkemeler de bununla ilgili karar verdiği zaman, herkes hakkında ayrı ayrı, bu suçu işlemiş midir işlememiş midir diye karara varır. Ama, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, tuttuk, Yalım Erez ile Mesut Yılmaz'ı, Mesut Yılmaz ile o zamanki Ulaştırma Bakanı Menzir'i birlikte karara bağladık. Böyle bir usul yok. Daha önceden de uygulamalar var. Bu itibarla, bunların da gelip, burada oylanması lazım. Ama, burada yapılan hataları, maalesef... Meclis Başkanlığının, evvela, hatasız çalışması lazım, Anayasa ve İçtüzüğe riayet etmesi lazım. Eğer bunları yapmazsa, o zaman, parlamenter olarak bizim, Meclis Başkanlık Divanına ve Başkanına güvenimiz kalmaz. Lütfen, bu konuları getirsinler ve bir an önce karara bağlasınlar.

Onun için, değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye'nin acil gündemleri vardır. Bu acil gündemlerinde yer alan, özellikle ekonominin çöken halini, özellikle, dış politikada kaybettiğimiz değerlerin tekrar kazanılması için, bunları buraya en seri bir şekilde getirip, çözmemiz gerekiyor. Yoksa, dostlar alışverişte görsün; Meclisi saat 15.00'te toplayıp, saat 24.00'e kadar veyahut daha da geç saatlere kadar, hatta o geç saatlerde de bazı arkadaşlarımız buraya çıkıp konuşur, ondan sonra da bazı arkadaşlarımızın canı sıkılır; böyle Parlamento çalışması olmaz. İşte, vergi yasalarını getirirken gördük. Ne yapılıyor; vatandaştan vergi alınıyor. Niye alıyor vergiyi?.. Sen git, Maliye Bakanının tuvaletlerine 400 milyar lira harca. Eski tuvaleti kullansa ne olacak, kullanmasa ne olacak? Yanında lüks bina yapmışsın, 12 trilyon lira. Yani, bir tek Maliye Bakanlığında değil ki, her yerde safahat var, her yerde lüks var. Bir bakıyorsunuz, vali konakları süper lüks eşyalarla donatılıyor. Hatta bazı yerlerde fakir fukaraya gönderilen paralar, maalesef, oradaki mülkî idarecilerin makam odalarının lüks döşenmesine harcanıyor. Böyle bir devlet yönetimi olur mu; tabiî olur; nasıl olur; işte, biz Parlamento olarak işe el koymazsak, eğer, bu hırsızların, hortumlayıcıların yakasına yapışmazsak, bunlar da öyle yapar; çünkü, artık, devleti bürokrasi yönetiyor.

Nereye gitsek vatandaş "Parlamento" diyor. Ben de diyorum ki, kardeşim, Parlamentoda bir şey yok; biz hangi kanunu eksik çıkarmışız söyleyin... Bütün kanunları çıkarmışız; ama, bunu uygulayacak olan hâkimdir, savcıdır, bürokrattır. Bunlar görevlerini yapmıyorsa, ben parlamenter olarak gidip de vatandaşın yakasına yapışıp, hapse mi atacağım; yok öyle bir şey. Onun için, herkesin görevini yapması lazım. Parlamentonun da burada kusursuz olarak çalışması lazım.

Hepinize saygılar sunuyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Genç, toparlayın lütfen.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bitirdi zaten Sayın Başkan...

KAMER GENÇ (Devamla) - İki cümle daha söyleyeyim, ne olacak yani...

Aslında söylenecek çok şey var da... Sayın Başkan da iktidar Partisinin Başkanvekili olduğu için kendisini huzursuz etmek de istemiyorum.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Hepimizin Başkanvekili o...

KAMER GENÇ (Devamla) - Tabiî, Başkanvekilinin Meclisin Başkanvekili olması lazım; ama, neyse, zamanımı harcamayayım.

BAŞKAN - Harca, harca, iyi oluyor!..

KAMER GENÇ (Devamla) - Sayın Cumhurbaşkanımız -kendisine teşekkür ediyorum- hakikaten her davranışıyla uluslararası düzeyde Türkiye'ye saygınlık getiren bir kişi; ama, kendisinden bir şey bekliyoruz; kendisine bağlı Devlet Denetleme Kurulu ne yapıyor? Bunlar devletten kaç lira maaş alıyor? Sayın Süleyman Demirel zamanında hangi devlet kuruluşunu incelediler; incelemediler. Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanından rica ediyorum; Devlet Denetleme Kurulunu köküyle değiştirsin ve buna görev yaptırsın. Kimler türedi zenginlerse bunları ortaya koysun. Kendilerinde yetki var; herkes yetkisini kullanmak zorundadır. Bizim, artık, laflara karnımız tok; kimse boş konuşmasın, görevini yapsın.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Önerinin aleyhinde mi oy kullanacaksınız Sayın Genç? Beyanınız olmadı.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Aleyhte dedim.

BAŞKAN - Aleyhinde... Çok güzel...

Cumhurbaşkanının da aleyhinde konuştunuz bu vesileyle.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Hayır, Cumhurbaşkanının aleyhinde konuşmadım; kendisine saygı sundum. Cumhurbaşkanını çok takdir ediyorum ve saygı duyuyorum.

BAŞKAN - Sayın Mehmet Sağlam.

Lehinde mi aleyhinde mi efendim?

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Aleyhte.

BAŞKAN - Aleyhte olmak üzere, Sayın Sağlam; buyurun.

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Danışma Kurulu kararının aleyhinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlarım.

Danışma Kurulu kararlarını dikkatle dinledim. Gerçekten, Türkiye'nin çok güncel konuları var. Bunların başında, dış ilişkilerle ilgili gelişmeler geliyor. Bununla ilgili genel görüşmeyi 5 Aralığa koyduklarını görüyorum; yani, aşağı yukarı bundan 15 gün sonra. Halbuki, dış politikadaki gelişmeler fevkalade hızlı ilerliyor.

Biliyorsunuz ki, her şeyden evvel, Balkanlar'da Türkiye'nin ilişkileri var, Kafkasya'da var, Ortaasya'da var, Ortadoğu'da var. Balkanlar'da, en azından, son zamanlarda Kosova'da bir seçim yapıldı, oradaki Türklerin, 1974 Yugoslavya Federasyonu dönemindeki, kendi dillerinde, resmî dil olarak Türkçenin kabulü ve oy vermeleri kabul edilmedi; oy kullanamadılar. Kafkasya'da, Çeçenistan'ın durumu malumunuz; 1994-1995'te, Ruslarla, bağımsız devlet gibi anlaşma imza eden Çeçenler, bugün Putin'in atadığı bir adamın yönetimine bırakıldılar ve belki dünyada görülmemiş bir soykırıma varan cinayetler işlendi, ağır silahlar kullanıldı ve dünya seyretti.

Orta Asya'da, ilişkilerimiz bakımından romantik dönemden sonra çok önemli kültürel gelişmeler olmuştu, 20 000'e yakın öğrenci getirilmişti. Bunlar, Türk dünyasının çimentosunu oluşturacaklardı; ama, maalesef, son zamanlarda burada büyük sorunlar var; gelen öğrencilerin durumlarıyla ilgili sorunlar var, bizim oraya burslu gönderip de muadeletini alamayan çocuklarla ilgili sorunlar var ve bu 20 000 kişiye yakın insana, Türkiye, tek başına belki dünyada görülmemiş ölçekte hem burs yardımı yaptı hem de harç yardımı yaptı, trilyonlar harcadı ve Türk dünyasını, bunlar bir arada tutacak ümidiyle yaptı; ama, giderek bu, Türk dünyasında sorun olacak boyutlara gelmiştir, hiç kimse, bugün bununla ilgilenememektedir.

Şimdi, Avrupa Birliği konusuna değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, Avrupa Birliğiyle maceramız 1959'da başlıyor, rahmetli Menderes başvuruyor, 63 Ankara Anlaşması imzalanıyor. Sonra, 1987'de rahmetli Özal tam üyelik için başvuruyor. Nihayet, 1995 yılında, Sayın Çiller hükümeti, Gümrük Birliği Anlaşmasını imza ediyor ve en son olarak, Helsinki'de, 1999 Aralık ayı içerisinde, tam üyelik adaylığımız için bir çağrı yapılıyor. Bir yıla yakın bir zaman geçmesine ve Kopenhag Kriterleri doğrultusunda Helsinki'de ileri sürülenlere, hükümetimizin, süratle birtakım uyum yasaları çıkararak, birtakım adımlar atılmasını beklerken, 12 ekimde Katılım Ortaklığı Belgesi geliyor. Helsinki'de, Kıbrıs ve Ege sorununun, tamamen -o zamanki dönem başkanı, Finlandiya Başbakanı Lipponen'in, Sayın Başbakanımıza yazdığı mektupla- bu metnin dışında tutulduğu millete ilan edilmişken, bir bakıyoruz ki, metnin, tekrar hem de bir yıllık kısa vadeli bölümüne Kıbrıs konusu konuluyor.

Şimdi, Türkiye, daha bunun şokunu atlatmadan bir haber alıyoruz ki, Bakanlar Konseyine, belki Ege sorunu da getirilecek. Nihayet, dünkü toplantı erteleniyor.

Değerli arkadaşlarım, bu gelişmeler olurken, Dışişleri Bakanı, Yüce Meclise gelip, bir genel görüşme veya genel bilgi verme babında, son günlerde bir açıklamada bulunmadı. Şimdi, biz, bir genel görüşme yapılsın, Meclis bu gelişmelerden haberdar edilsin derken, bir bakıyoruz ki, genel görüşme teklifi de onbeş gün sonraya bırakılıyor hem de Avrupa Birliği Parlamenterler Asamblesinin veya Batı Avrupa Birliğinin genel görüşmesinin yapılacağı bir zamana bırakılıyor; yani, dışilişkilerle ilgili birçok arkadaşın burada olmadığı bir döneme bırakılıyor. Bu, fevkalade hatalıdır; bu tarihin mutlaka değiştirilmesi lazım.

Diğer taraftan görüyoruz ki, Amerika Birleşik Devletlerinin Temsilciler Meclisinde en azından oylanmamak suretiyle geri alınan Ermeni tasarısı, bu defa, maalesef, önce Avrupa Parlamentosunda, arkasından Fransız Senatosunda, daha sonra İtalyan Parlamentosunda kabul ediliyor. Avrupa'nın parlamenterleri oturuyor, tarih yazmaya kalkıyor. Tarihi tarihçilere bırakmak gerektiğini, Türkiye Cumhuriyetinin bu konuyla ilgili bütün arşivlerinin açık olduğunu ve dünyada böyle bir soykırımı iddia eden bilim adamlarının, gerçek bilim adamlarının hiç bulunmadığını dikkate almıyorlar. Parlamentolar tarih yazmaz! Bunu, bütün dünyaya haykırmamız lazım; bunu, Avrupa'ya duyurmamız lazım; hem de tam katılım ortaklığından sonra gelecek olan belgenin hazırlanması aşamasında; yani, Türkiye'nin, Avrupa Birliğine doğru bir adım atma aşamasında, hemen Ermeni meselesi gündeme getiriliyor. Denebilir ki, efendim bunlar bağlayıcı değil; ama, bunlar o kadar önemli ki, Avrupa Parlamentosu, en azından Avrupa'nın nüfusunu temsil ediyor, Avrupa'daki halk seçiyor bunları. Oturuyorlar diyorlar ki; Türkiye, Ermeni soykırımı yapmıştır, bunu kabul etsin. Biz de, burada, kuzu kuzu dinliyoruz. Hükümet ve sorumlular, bize, mutlaka bu konuları açıkça, mertçe ve milletin bileceği dilden gelip anlatmalıdırlar ve biz, burada, milletin temsilcisi olarak, bunu, bütün dünyaya duyurmalıyız; demeliyiz ki, Osmanlı arşivleri açıktır. 1985 yılında, Amerika Birleşik Devletlerinde, konuyla ilgili bütün bilim adamları oturdular, böyle bir soykırımın olmadığını belgeleriyle ortaya koydular, imza altına aldılar. O zamanki büyükelçimiz, 1985'te, Washington'da bunu dosyaladı; bu, dosyasında duruyor.

Yine, Osmanlı Devletinin en önemli bilim adamı Bernard Lewis Ermeniler tarafından, Fransa'da Paris Mahkemesine verildi. İddiaları, Bernard Lewis çalışmalarında, Ermeni soykırımı olmadığı ve harp esnasında, iki devletin sadece birbirleriyle harp ettikleri ve karşılıklı ölümler bulunduğu şeklindeydi. Bernard Lewis, bu davadan beraat etti değerli arkadaşlarım. Bu davanın zabıtları orada; ama, Fransız Senatosu, hiç sıkılmadan, hiç utanmadan, oturup, buna rağmen, kendi memleketinin mahkemesinin kararına rağmen, Ermeni soykırımının varlığı kararını verebiliyor. (Alkışlar) Bunu seyredemeyiz. Buna sessiz kalamayız. Bunlar millî meselelerimizdir, partiler üstüdür. Değerli hükümetimizden, mutlaka, gelip, konuyla ilgili ne yaptıklarını anlatmalarını istiyoruz. Bu memlekette ve bu Mecliste, bütün siyasî partilerin, hükümetimiz de dahil, memleketimizin sevgisinden, memleket severliklerinden zerre kadar şüphemiz yok; ama, konu ihmale gelmez.

Bakınız, Fransa'nın hemen arkasından İtalya; İtalya, orada bekliyormuş. Bakınız, benim aldığım duyumlara göre, o İtalya, son zamanlarda, tarım kesiminde işçi bulamadığı için, tarım kesiminde çalışan bulamadığı için, güneydoğudaki belirli vatandaşlarımıza, âdeta, davetiye çıkarmıştır ve bu vatandaşlarımızı, sorgusuz sualsiz götürüp, kırsal alanlara yerleştirmektedir. Bu alanlara yerleştirilirken de bunların içerisine bazı başkaları da katıldığı için, bütün dünyaya bizi şikâyet etmektedir. Demektedir ki, mülteciler geliyor. Mülteciye davetiye çıkaran sensin. Mülteci diye birtakım adamları oraya getiren ve işlemeyen tarım kesimine yerleştiren sensin. Bu, bir hükümet politikasıdır değerli arkadaşlarım. Bunu ortaya koymak zorundayız. Dışişlerimiz, bu konuda, bize, ciddî bilgileri vermelidir ve yüce milletin Meclisi, yüce milletin önünde bunları sonuna kadar tartışmalıdır. İşte bunun için, bu işin 15 gün değil, 15 dakika bile geciktirilmeye tahammülü yoktur. Danışma Kurulunu teşkil eden değerli arkadaşlarımızdan istirham ediyorum, bir an önce, dış politikanın genel görüşmesiyle ilgili teklif mutlaka bu Meclisin gündemine gelmelidir ve biz ne olup bittiğini yüce milletimize doğrularıyla söylemeliyiz ve millî menfaatlarımız karşısında hep beraber bir demir yumruk gibi hareket etmeliyiz. Zaten diplomasi kadife eldiven içinde demir yumruk sanatıdır; bunu unutmayalım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sağlam.

Sanıyorum, 5 Aralıkta yapılacak genel görüşmeyle ilgili konuşmanızı şimdiden peşinen yapmış oldunuz. Çünkü söz konusu Danışma Kurulu önerisinin altında Sayın Ercan'ın da imzası var, 5 Aralık olarak onunla ilgili karar alınmış; tabiî takdir sizin, ben konuşmanızı bölmek istemedim. Ama, kürsüye çıkan hatip arkadaşlarımızın konuyla ilgili konuşmalarının daha doğru olacağını ve doyurucu olacağına inanıyorum. Bu konuya hassasiyet gösterilmesini özellikle arkadaşlarımdan istirham ediyorum.

Aleyhte iki arkadaşımızın konuşması tamamlandı.

Lehinde konuşma isteği?.. Yok.

Şimdi, önerileri ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.

Öneriler:

1- Genel Kurulun 21.11.2000 Salı günkü Birleşiminde, sunuşlardan sonra, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının birinci sırasında yer alan (10/9) esas Numaralı Kömür Üreticilerinin İçinde Bulunduğu Durum Konusundaki Meclis Araştırması Önergesinin görüşülmesi ve görüşmelerin bitiminden sonra cezaevlerinin içinde bulunduğu durum konusundaki genel görüşme önergesinin görüşülmesinin yapılması ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

İkinci öneriyi okutuyorum:

2- Genel Kurulun 22.11.2000 Çarşamba ve 23.11.2000 Perşembe günleri 14.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında çalışmalarının sürdürülmesi; 21.11.2000 Salı ve 22.11.2000 Çarşamba günlerinde sözlü soruların görüşülmemesi; tasarı ve tekliflerin görüşmelerinde soru cevap işleminin 10 dakikayla sınırlandırılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 2 nci öneri de kabul edilmiştir.

Üçüncü öneriyi okutuyorum:

3- Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 138 inci sırasında yer alan (8/13) esas numaralı dışpolitika konusundaki genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin 5 Aralık 2000 Salı günkü birleşimde; gündemin 48 inci sırasında bulunan (8/4), 52 nci sırasında bulunan (8/5), 120 nci sırasında bulunan (8/9), 130 uncu sırasında bulunan (8/10), 131 inci sırasında bulunan (8/11) ve 20.11.2000 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan (8/15) esas numaralı genel görüşme önergeleriyle birlikte yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş, iki adet  doğrudan gündeme alınma önergeleri vardır; ayrı ayrı okutup işleme alacağım, daha sonra oylarınıza sunacağım.

Birinci önergeyi okutuyorum:

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

3. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/164) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/241)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/164) esas numaralı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifim komisyona havale edildiği tarihten itibaren 45 gün geçtiği halde görüşülmemiştir.

İçtüzüğün 37 nci maddesi uyarınca, doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                İlyas Yılmazyıldız

          Balıkesir

BAŞKAN - Önerge sahibi olarak, buyurun Sayın Yılmazyıldız. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen yasama yılında verdiğim 8.6.1949 tarihli, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifim, 45 gün geçtiği halde komisyonlarda görüşülmediği için, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınması amacıyla söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında 1111 sayılı Askerlik Kanunu hükmü gereğince, 19 yaşında askere sevk edilen ve 1861 sayılı Jandarma Kanunu gereğince, yurdun korunması ve iç emniyet hizmetlerini yürütmek, dirlik düzenliği sağlamak üzere 4 yıl, tam 4 yıl 48 ay hizmet yapan ve daha sonra da sınavlarla jandarma assubay okuluna giren, 2 yıl okuduktan sonra assubay rütbesiyle mezun olanlar, diplomaları İçişleri Bakanlığınca onaylanarak 1949 yılında göreve başlamışlardır. Bu kişiler, ülkemizin bölünmez bütünlüğünü sağlamak için, gece gündüz demeden, yurdun her yerinde görev yaparak hizmet sürelerini doldurduktan sonra emekli olmuşlardır.

1992 yılında çıkarılan 3777 sayılı Kanun hükmü gereğince, hizmetleri intibak yapılarak derece ve kıdemleri verilmiştir. Adı geçen kanunda, "Borçlanma" kelimesi olmaması nedeniyle Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü, okuldan önceki askerlik ve hizmet borçlanmasını yapmamaktadır. Bugün hayatta bulunan ve rahmetli olan assubayların dul ve yetimleriyle birlikte, jandarma teşkilatında yaklaşık 3 bin kişi, bu durumdan dolayı mağdur bulunmaktadır.

8.6.1949 tarihli 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifim kanunlaştığı takdirde, yapılan değişiklikle, 26.2.1992 tarihli 3777 sayılı Uzman Jandarma Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanuna göre, askerlik hizmetinde ve uzman jandarma çavuşluğunda geçen süreleri kıdemlerine sayılan assubayların, istekleri halinde, bu süreleri 5434 sayılı Kanunun geçici 170 inci maddesindeki esaslara göre, borçlanmak suretiyle bu süreler hizmetlerine eklenecektir. Yapılacak bu değişiklikle, müracaat eden kişilerin, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne kesenek ve karşılığını ödemek suretiyle emekli maaşlarında artış olacaktır.

Yıllarca vatanın bölünmez bütünlüğü ve korunması için hizmet vermiş assubayların emeklilik yıllarındaki bu haklı taleplerinin karşılanması konusunda hazırladığım kanun teklifimin doğrudan gündeme alınması için desteklerinizi beklemekteyim.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz üzere, bu kanun teklifinin benzeri kanun tasarısı hükümet tarafından da verilmişti, komisyonlardan geçmişti, kadük oldu. Gündemin çok yüklü olması nedeniyle belki, görüşülemedi. Bu nedenle, bu teklifin kabul edilmesi durumunda, şu anda yaşları 70'lere varan, sayıları oldukça azalmış, çok mağdur olan ve şu anda bir iki aylık askerliğin yapılmasında bile zorluk duyan insanlarımız varken, bir de onların İkinci Dünya Savaşında dört yıl askerlik yaptığını düşündüğünüzde, kanundaki "borçlanma" kelimesinin unutulması hasebiyle, bu haktan istifade edemedikleri dikkate alındığında, bunun doğrudan gündeme alınması konusunda beni destekleyeceğinizi ümit etmekteyim.

Bu arada, uzman erbaşların da -yaptığımız bazı ziyaretlerde aldığımız bilgiye göre- sağlık raporu yeterli olmadığı zaman 5,6,7 yıl -her neyse-  hizmetini verdikten sonra, görev başındaki rahatsızlığı nedeniyle bile olsa, derhal meslekten çıkarıldığı, bir tazminat alamadıkları yönündeki yakınmaları gelmiştir. Bu konunun da ayrıca düzeltilmesi gereğini, burada, hükümete duyurmak istiyorum.

Vereceğiniz destek için şimdiden teşekkür eder, saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yılmazyıldız.

Başka söz isteği?.. Yok.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) -İkinci Dünya Savaşı sırasında dört yıl askerlik yapmış insanlarla ilgili kanun teklifini nasıl kabul etmezsiniz arkadaşlar. Bunu, zaten, hükümet kabul etmişti. Vicdan... İnsaf... Dört yıl askerlik yapmışlar.

BAŞKAN - Önerge kabul edilmemiştir.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Saymadınız bu tarafı.

BAŞKAN - Saydım efendim; buradaki sayı 87, sizinki 45 bile yok.

Ben de kabul edilmesini istiyordum, onu da söyleyeyim; ama, olmadı.

Diğer önergeyi okutuyorum:

4. – Yozgat Milletvekili İlyas Arslan’ın, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/11) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/242)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 sayılı Kanuna bir madde eklenerek Yozgat Üniversitesi adıyla Yozgat İline bir üniversite kurulması için, benim ve arkadaşlarımın imzasıyla verilen 2/11 esas numaralı kanun teklifim, 17.06.1999 tarihinde Millî Eğitim Komisyonuna sevk edilmiştir. Bu tarihten itibaren 45 günden fazla zaman geçmesine rağmen komisyonda görüşülememiştir. Teklifimin, İçtüzüğün 37 nci maddesi gereğince doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını saygılarımla arz ve talep ederim.

     İlyas Arslan

             Yozgat

BAŞKAN - Önerge sahibi olarak, Sayın İlyas Arslan; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yozgat İlinde "Yozgat Üniversitesi" adıyla bir üniversite kurulmasıyla ilgili kanun teklifimin, İçtüzüğün 37 nci maddesi gereğince doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasına ilişkin önergem ve kurulacak olan Yozgat üniversitesi hakkında bilgi arz etmek üzere söz almış bulunuyor; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, büyükşehirlerde, üniversitelerin özellikle büyük kampuslara taşındığı günümüzde, Ankara'ya iki saat uzaklıkta olan ilimize, tüm altyapısı hazır, her türlü imkânları müsait olan üniversitenin kurulmasını, ilimizin çoktan hak ettiğine inanıyoruz.

Yozgat'a girişte, karşımıza, ilk olarak, Yozgat üniversitesiyle ilgili tabelanın çıktığını hepiniz göreceksiniz. Yozgatlıların gönüllerinde kurdukları bu üniversiteye, sizler de resmî bir hüviyet kazandırarak "devlet üniversitemizi kursun yeter; biz, üniversiteyi istediğimiz seviyeye getireceğiz" diyen Yozgat'a bir vefa borcunu ödemiş olacaksınız.

Sayın milletvekilleri, Yozgat, öyle ihmal edilmiş ki, etrafındaki komşu iller birer sanayi kenti olmuştur; birçok ilde, birkaç tane organize sanayi kurulmuş olmasına rağmen, Yozgat'ta, ancak yeni bir organize sanayi kurulabilmiştir.

İl nüfusunun büyük bir çoğunluğunun geçimi, tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlayan Yozgatlı, tarımı da, sadece geçim aracı olarak yapmaktadır.

Değerli milletvekilleri, biz, Yozgat Üniversitesi Kanun Teklifini, 19 uncu Dönemde de, 20 nci Dönemde de Genel Kurula sunmuş bulunuyoruz. Gerek 19 uncu Dönemde, gerekse 20 nci Dönemde, ne yazık ki, Yozgat üniversitesi kurulması, bir nevi direkten dönmüştür. Şu anda, Yozgat, üniversite kurulmuş birçok ilden, daha müsait durumdadır. Her türlü altyapısı hazır vaziyettedir ve Yozgat'ta, şu anda, 4 tane fakülte, 3 tane yüksekokul, bir de, yeni dönemde yüksekokul hüviyetine sahip olacak polis okulu mevcuttur.

Biz, önceki hükümetler döneminde hep bunu dile getirdik, dedik ki, üniversiteler konusunda bir kıstas geliştirilsin, hükümet desin ki "biz, şu şu şu şartlara haiz olan illerde, yılda, 1 veya 2 tane üniversite kuracağız" biz de, ona göre bir hazırlık yapalım.

20 nci Dönemde, Yozgat, Ağrı, Erzincan İllerinde üniversite kurulması gündeme gelmişti; ancak, ne yazık ki, o günün şartlarında bu üniversiteler kurulamadı; fakat, Yozgat'ta, o günden bugüne kadar geçen dört yıl içerisinde, üniversiteye karşı büyük bir haz, büyük bir istek gelişti. Gün geçmesin ki, her konuşmada, her platformda, devlet büyüklerinin her karşılanmasında, halkımızın birinci söylediği "Yozgat üniversitesini istiyoruz..." Zaten -Sayın Köse Erzurum'a giderken belki karayoluyla gidiyorsa görüyordur- Yozgat'a ilk girişte tabelalar mevcut: "Yozgat, üniversitesini istiyor..." Bir Yozgat mahallî gazetesini elinize alsanız, üstünde "Yozgat üniversitesini istiyoruz. 898 inci gün" gibi; devamlı bu yazılarla karşılaşırsınız.

Bizim burada istediğimiz, Yozgat olarak, yeni yeni gelişmekte olan bir il olarak, 4325 sayılı Yasadan sonra, organize sanayi bölgesinin yavaş yavaş dolmuş olduğu bir il olarak, gönlümüzden geçen, Yozgat'ın üniversite hakkının kendisine verilmesidir. Bunun için, bir kıstas...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İLYAS ARSLAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun, devam edin Sayın Arslan.

İLYAS ARSLAN (Devamla) - Bugünlerde, basın yayın organlarında bir konu özellikle gündeme gelmektedir. O da şudur: Devlet GAP bölgesinde 4 tane üniversite kurmayı düşünmekte diye, gazetelerde yazılarla karşılaşıyoruz. Bu konuda, biz güneydoğuya üniversite kurulmasını canı gönülden arzu ediyoruz; ama, biz, Orta Anadolu'nun geri kalmış bir şehri olarak, aynı şekilde, Yozgat üniversitesinin de kurulmasını arzu ediyoruz. Bu konuda, Yüce Meclisin, önceki dönemlerde gösterdiği hassasiyeti göstereceğine, Yozgat'a bu hakkını tevdi edeceğine inanıyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Arslan.

Konu Yozgat olunca, Yozgat üniversitesi olunca, elbette ki, diğer Yozgat Milletvekili arkadaşımız Sayın Mesut Türker de söz isteğinde bulunacaktı ve bulundu.

5 dakika süre de Sayın Türker'e...

Buyurun Sayın Türker. (MHP sıralarından alkışlar)

MESUT TÜRKER (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; atalarımız "beşikten mezara kadar ilim" diyerek bu konudaki hassasiyetini ve geçmiş dönemde tarihinde bu konuya vermiş olduğu önemi her devirde göstermiştir.

Ortadoğu'da, Bağdat'ta, Balkanlarda atalarımız -Selçuklular olsun, Osmanlılar olsun- bu konuda çok önemli yatırımlar yapmış, dünyanın diğer ülkelerine örnek olacak düzeyde kuruluşlar, ilmî müesseseler oluşturmuşlardır ve bu müesseselerde, hâlâ isimleri unutulmayan Ahmet Yesevî gibi ve onların yetiştirdiği insanları yetiştirmişlerdir; yani, Türk Milleti, geçmişinde, tarihinde ilme o denli önem vermiştir ki, belki de, bu konuda, atalarımız, geçmiş yıllarda emsali az görülen örnek teşkil etmiştir. Bizler de, o ataların soyu, onların torunları olarak, dünyadaki milletler mücadelesindeki yarışta yerimizi alabilmemiz için, bu amansız yarışta, bilgi çağında, millet olarak, bu milletin geleceğiyle ilgili güzellikleri yaşatabilmemiz için, mutlaka ve mutlaka, ilme ve dolayısıyla üniversitelerimize gerekli önemi vermek mecburiyetindeyiz.

Yozgat İlimiz bu konuda kültürel olarak bu fikre sahip, bunu yaşatan vilayetlerimizin başında gelmektedir. Atalarımız Oğuzların millî kültürünü en yoğun şekilde yaşayan, yaşatan illerin başında Yozgatımız gelmektedir; ama, maalesef, cumhuriyet döneminde, Yozgat İlimiz, bu konuda gerekli maddî desteği göremediği için, bu konuda gerekli devlet desteğini göremediği için, millî kültürümüz de zayıflamış, Yozgatımız, bırak kültürünü yaşatmayı, geçim derdine düşmüştür. Bugün yapılan araştırmalarda görüyoruz ki, Yozgatımızda fert başına düşen millî gelir 1 200 dolar civarındadır.

Saygıdeğer milletvekilleri, biz, üniversiteleri, öncelikle maddî kaynak yeri olarak görmüyoruz; üniversiteler, ilim yuvasıdır, bilgi üretilen yerlerdir. Öncelikle, üniversitelerin kurulmasında, bu fikirden, bu noktadan hareket etmek mecburiyetindeyiz; ancak, son yıllarda, üniversitelerimizin, hem bu konudaki özellikleri hem de o vilayete sağladıkları, o bölgeye sağlamış oldukları avantajları bildiğimiz için, Yozgatlı, Yozgat'ın yiğit insanları, yıllardan beri ihmal edilmişliğin çözümünü, artık Bozok üniversitesinde, Yozgat üniversitesinde görmek istemektedir ve bütün Yozgatlının hayali, ideali, hedefi, Yozgatımıza, layık olduğu bağımsız ve bağlantısız üniversitesinin kurulmasıdır. Bu konuda Yozgatımıza imkân sağlanmakta biraz da geç kalınmıştır.

İşte, bunu telafi edebilmek için, hepimize, herkese önemli görev düşmektedir. Ben inanıyorum ki, her milletvekili arkadaşımız, kendi yöresine, kendi vilayetine üniversite kurulmasını tabiî olarak istemektedir; ama, geliniz, bunun kriterlerini, ölçülerini ortaya koyalım. Ondan sonra, gerekirse, vilayetler arasında bir sıralama yapmak suretiyle, layık olan, altyapısını hazırlamış olan vilayetlere sırasıyla üniversiteleri kuralım.

Ben inanıyorum ki, Yozgatımız yüksekokullarıyla, fakülteleriyle, diğer fizikî imkânlarıyla, bağımsız ve bağlantısız bir üniversitenin kurulmasına hazır vaziyettedir.

BAŞKAN - Sayın Türker, 1 dakika içinde toparlayınız.

Buyurun.

MESUT TÜRKER (Devamla) - Sadece, bu konuda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, siz saygıdeğer üyelerimizin desteğinizi bekliyoruz. Bu konuda, şimdiden, destek gösteren, gayret gösteren, ilgi gösteren herkese saygılar sunuyorum. Ayrıca, 19 uncu Dönemde Grup Başkanvekilimiz Sayın İsmail Köse Bey de bu konuda bir kanun teklifi vermiştir; kendisine de teşekkür ediyorum. İnşallah, bu konuda, şimdi yapılacak oylamada desteklerini bekliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Türker.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Değerli arkadaşlar, şimdi, dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi vardır; okutuyorum:

5. – Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.11.2000 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere 4 ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/700)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28.6.2000 tarihli ve 699 sayılı kararı uyarınca Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.11.2000 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay süre ile uzatılmasının, Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca 2.11.2000 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

   Bülent Ecevit

         Başbakan

BAŞKAN - Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.

Konuşma süreleri, gruplar ve hükümet için 20'şer dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır.

Görüşmeler sonunda tezkereyi oylarınıza sunacağım.

Tezkereyle ilgili Sayın Hükümetin bir açıklaması olacak mı efendim? Yok.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: ANAP Grubu adına, Bursa Milletvekili Turhan Tayan; MHP Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mehmet Pak; şahısları adına, Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak, Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Bingöl Milletvekili Mahfuz Güler, Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç.

ANAP Grubu adına, Sayın Turhan Tayan; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA TURHAN TAYAN (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; olağanüstü halin 30 Kasım 2000 tarihinden geçerli olmak üzere, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde dört ay süreyle uzatılmasına dair hükümet tezkeresi üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, 1984 yılında tırmanışa geçen bölücü terörist olaylar, faaliyetlerle ilgili mücadeleyi sağlamak amacıyla 1987 yılından itibaren Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ihdas edilmiş ve olağanüstü hal uygulaması çeşitli tarihlerdeki uzatma kararlarıyla bugüne kadar devam edegelmiştir.

Dileğimiz, ülkemizin bu bölgesinde olağanüstü hal uygulamasının bütünüyle kalkmasıdır. Esasen anayasal ve hukukî bir yönetim tarzı olan olağanüstü hal, siyasal iktidarların son çare olarak başvurdukları bir yöntemdir.

Sayın milletvekilleri, olağanüstü halin Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde dört ay süreyle 41 inci defa uzatılmasını müzakere ediyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarını incelediğimizde, gelmiş geçmiş hükümetlerin hepsi, yörede devam eden terörün önlenmesi için alınacak ekonomik ve sosyal önlemlerden bahsetmişlerdir. Nitekim, 28 Haziran tarihinde olağanüstü hal tezkeresi üzerinde konuşan hükümet sözcüsü sayın bakan, bakınız neler söylemiş: "Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ve genel olarak ülkemizde, hayvancılığı geliştirmek ve desteklemek amacıyla 2000 yılında 45 trilyon liralık bir program uygulamaya konulma aşamasındadır. Hayvancılık kooperatiflerine 17,8 trilyon liralık kaynakla kredi desteği sağlanacaktır. Mevcut destekleme sistemleri değiştirilerek, pazar fiyatlarını bozmadan, gerçek anlamda çiftçiye gidecek şekilde destek olunması amaçlanmaktadır. Üretim planlanacak, yeni bir planlamaya gidilecektir. Ülkemiz genelinde 40 milyon hektar olan meralar 17 milyon hektara düşmüştür. 1998 yılında yürürlüğe giren Mera Yasasından sonra, hızla, meraların, tespit, tahdit, tashih ve ıslah çalışmasına başlanılmış olup, çalışmalar devam edecektir." Görüldüğü gibi genellikle, cek'le, cak'la sona eren, hâlâ dı'lı zamana gelinememiş birtakım vaatlerle konu bugüne kadar geçiştirilmiştir. Oysa, vaatler, gerçekçi, planlı programlı ve somut olmalıdır.

Aşağı yukarı, her kürsüye çıkan, bu bölgenin hayvancılık potansiyelini dikkate alarak yapılması gerekenleri ifade etmiştir. Evet, bu bölge, 1980 öncesi hayvancılık açısından Türkiye'nin en zengin bölgesiydi. Sürü hayvancılığı ve küçükbaş hayvancılık sadece Anadolu'yu değil Ortadoğu'yu besliyordu. Hayvan ihracatçısı ülkemiz, maalesef, kaçak buffalo etine muhtaç hale gelmiştir.

Terör, doğu ve güneydoğu bölgelerimizde meraları, yaylaları kapatmış, sürü sahiplerini de bu işten ayrı koymuştur. Bölgeye, doktor, hemşire gidememiş, sağlık ocakları, hastaneler kapanmıştır. Dozerler yakılmış, yollar bakımsız kalmıştır. 137 öğretmen şehit edilmiş, okullar öğretmensizlikten kapanmıştır.

1984 Ağustosundan itibaren başlayan katliam, 17 nci yılını doldurmuştur. Geride 5 500 şehit, toplam 30 000'in üzerinde ölü, bir o kadar yaralımız var; ekonomik kaybımızı hesap etmek ise mümkün değildir. 1987 yılında olağanüstü hal uygulamasına geçildiğinde olay sayısı sadece 570'ti, 1993'te ise 6 956 ve daha sonra giderek düşmüş, 2000 yılının ilk altı ayında bu sayı 776'ya düşmüştür. Çeşitli dönemlerde çıkarılan Pişmanlık Yasasından faydalanmak için başvuranların sayısı bugün için 5 kata yükselmiştir. Ölü ele geçirilen terörist sayısına bakarsak, 1987 yılında 106 iken, terörün doruğu 1994'te 4 111, 1999'da ise 1 017'dir; bu yılın ilk altı ayında ise 182 terörist ölü olarak ele geçirilmiştir. Sayın milletvekilleri, bu rakamlar çok önemli birtakım işaretleri ortaya koymaktadır.

Sayın milletvekilleri, yöreden Hakkâri bağımsız Milletvekili Sayın Evliya Parlak, 28 Haziran 2000 tarihli 121 inci Birleşimde olağanüstü hal tezkeresinin müzakeresi sırasında şunları söylüyordu: "Değerli arkadaşlar, şimdi, geçen sene bugünkü durumla karşılaştırdığımız zaman, bölgede çok olumlu bir huzur ortamı olduğunu vurgulamakla sözlerime devam etmek istiyorum. Samimiyetimle söylüyorum, geçen sene, bu aylarda, herhangi bir arkadaşımız, Van Havaalanına, öğleden sonra saat 3'te, hatta, 2'de indiği zaman, Bitlis'e, Hakkâri'ye, Muş'a veya Ağrı'ya gitme olanağına sahip değildi. Bir hafta önce Hakkâri İlindeydim ve gerçekten, akşam 20.00'de de, 21.00'de de, istediğiniz şekilde, Van'a, Van'dan Bitlis'e, Muş'a, Ağrı'ya gidebilmektesiniz. Bütün köyleri gezme şansınız vardır ve gerçekten, insanların onbeş yıldır çektiği bu ıstırap, güven ortamı açısından bitmiştir; ancak, ekonomik olarak işi değerlendirdiğimizde, maalesef, çok olumlu sonuçlar alındığını söylemek mümkün değildir."

İşte, Sayın Parlak'ın bu beyanları -ki, bunlar, yörenin gerçek ve doğrudan gözlem ve sesleridir- önemli ölçüde azalan terörün sebep olduğu olağanüstü halin yerine, olağan hal idaresinin gereğini ortaya koymaktadır. Bölgedeki huzur ortamı geliştikçe, hizmetlerin akışı da hızlanmaktadır.

55 inci cumhuriyet hükümeti zamanında, Dünya Bankasından sağlanan 100 milyon dolarlık krediyle, temel sağlık hizmetlerinin altyapısının yeniden düzenlendiğini görmekten duyduğumuz memnuniyeti ifade etmek isterim. Doğu ve güneydoğuda sağlık hizmetlerini geliştirmeye yönelik programlar yapılmaktadır; 19 ilde, büyük bir aşı kampanyası devam etmektedir. Yine, 55 inci hükümet zamanında alınmasına karar verilen Köy Hizmetleri araç parkından, 600 kamyon, 30 kar rotatifi, 50 delici, 200 greyder, 150 dozer, 250 yükleyici ve 150 silindirin, öncelikle doğu ve güneydoğuda kış öncesi hizmet verdiğini görmenin mutluluğunu sizlerle paylaşmak isterim.

Hükümetimizden, özellikle köye dönüş projesi hakkında, meraların ıslahı hakkında, yaylaların açılması hakkında ve de hayvancılığın geliştirilmesi hakkında, köy ve meraların yeniden düzenlenmesi konularında somut sonuçları burada dinlemek istiyoruz.

1984'te doğan çocuklar 17 yaşına basmışlardır. Bu nesil, bu yörede, devletin sadece bir yüzünü görebilmiştir. Yöre halkını kucaklayan, milletini şefkatle karşılayan, güleç bir devlet yüzüne ihtiyaç vardır. Bu güzel ortamın sağlanmasında, herkese, hepimize görev düşüyor. Her dört ayda bir, olağanüstü halin uzatılmasıyla ilgili görüşmeler artık geride kalmalıdır; yeni bir sayfa açmalıyız.

Türk Silahlı Kuvvetleri, polis kuvvetleri, büyük bir özveriyle görevlerini yapmışlardır ve yapmaktadırlar ve de yapacaklardır. Şu anda, Türk Silahlı Kuvvetleri, sağlık ve eğitim gibi alanlarda yöreye hizmet etmeye çalışmaktadır. Esasen, şimdi, görev, bize göre, silahsız kuvvetlerdedir. Hükümetlerimizin, sivil yönetimin ve olağan yönetimin yapması gerekenlerle ilgili ortaya konulan tespitler doğrultusunda, yeniden bir yapılanmaya gerek vardır.

Bugün, şu sıralarda, Strasbourg'da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, bölücü eşkiya PKK terör örgütünün başı yargılanıyor. Bağımsız Türk yargısının verdiği idam kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ele alınıyor. 1984 Ağustosunda, Eruh'ta başlayan serüven, burada noktalanıyor. Bu, bir derstir. Bu, bir ibrettir. Türkiye, bu acıyı bir daha yaşamamalıdır. Devletle kimse baş edemez. Devletimiz, millet için vardır ve millet için olacaktır, olmaya devam edecektir. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Ülke ve millet birliğine duyduğumuz hassasiyeti hepimiz paylaşıyoruz, herkes biliyor. Devlet büyüktür, devlet güçlüdür; ama, devlet, müşfiktir, müşfik olmalıdır, böyle olacaktır. Modern devlet anlayışına Türkiye'nin ihtiyacı var; özellikle bu bölgede daha da ihtiyacımız vardır. Devletimiz yaralı olan bu bölgeye yeni bir yaklaşım göstermelidir. Korkunun yerini sevginin almasını istiyoruz.

Kamuda yeni bir yapılanmanın arzu edildiği, kamu harcamalarında, kamu idaresinden vaki şikâyetlerin gündemde olduğu şu günlerde, kamu yönetiminin idarî ve ekonomik yapılanma konusunun bu bölgenin özel durumu sebebiyle daha da önemli ve hassas olduğunu ifade etmek isterim.

Sayın milletvekilleri, onüç yılda 40 defa olağanüstü hal tezkeresini görüştük, şu anda 41 inci tezkereyi görüşüyoruz. Çoğu sözcü, bundan önceki konuşmalarda ve bugün yapacakları konuşmalarda uzatmanın son olması dileğinde bulunacaktır ve bulunmuştur. Ben de, 28 Haziranda, Anavatan Partisi Grubu adına yaptığım konuşmada, aynı şeyi söyledim, şimdi de aynı dilekte bulunuyorum. Bu dilek, benim şahsen dileğim olduğu gibi, Anavatan Partisi Grubumuzun da samimî dileğidir. Dört ay sonra bu 4 ilimizde olağan yönetime kavuşmalıyız. Dört ay sonra tekrar bir uzatma tezkeresini görüşmemek arzusundayız; temennimiz, dileğimiz budur. 57 nci cumhuriyet hükümeti bunu başarmalıdır. Dört ay sonra hükümet buraya gelip, şunları şunları yaptım, bu önlemleri aldım diyerek, bu tarihî kararı açıklamalıdır. Ben, mutlu sonun hayırlı olacağını ümit ediyorum.

Sözlerimi burada bitirirken, olağanüstü hal bölgesinde ve bu bölge hizmetleri için özveriyle çalışan bütün kamu görevlilerine, asker, sivil bütün güvenlik güçlerimize teşekkür ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak için hayatlarını kaybeden aziz şehitlerimize, rahmetle, kahraman gazilerimizi saygıyla anıyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Tayan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mehmet Pak.

Buyurun Sayın Pak. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

MHP GRUBU ADINA MEHMET PAK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin, 30 Kasımdan itibaren dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Ayrıca, terörle mücadele sırasında kaybettiğimiz şehitlerimize Cenabı Allah'tan rahmet, gazilerimize acil şifalar, şehit ailelerimize de sabırlar ve şu anda bölgede özveriyle görev yapmakta olan güvenlik kuvvetlerine görevlerinde başarılar diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin malumları olduğu üzere, Anayasamızın 120 nci maddesine göre, Anayasayla kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması halinde, Cumhurbaşkanı Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi altı ayı geçmemek üzere, olağanüstü hal ilan edebilmekte ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kurulunun istemi üzerine, bu süreyi dört ayı geçmemek üzere uzatabilmektedir.

Anayasanın bu hükmü doğrultusunda, 14 Temmuz 1987 tarihinde çıkarılan 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, Diyarbakır İl merkezî olmak üzere, Bingöl, Van, Hakkâri, Siirt, Mardin, Elazığ ve Tunceli, OHAL kapsamına alınmış ve Adıyaman, Bitlis ve Muş İllerimiz mücavir il statüsüne alınmıştır.

Bugüne kadar 41 kez süresi uzatılan OHAL uygulaması, huzur ve güven ortamına kavuştuğu düşünülen bazı illerimizde kaldırılmış ve en son 27 Haziran 2000 tarihinden geçerli olmak üzere, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli'de dört aylığına uzatılmış, 6 ilimiz ise mücavir il statüsüne alınmıştır. Bugün görüşmekte olduğumuz tezkerede de, bu illerdeki OHAL dört aylığına daha uzatılmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclisimizde bugüne kadar yapılan olağanüstü halin uzatılması görüşmelerinde, her defasında, bundan sonra olağanüstü halin tümüyle kaldırılması temennisinde bulunulmuş; ancak, bu sonuca ulaşmak mümkün olmamıştır. Elbette ki, hepimizin gönlünde yatan, OHAL'in bir an önce kaldırılması ve bölgede olağan yönetim usulleri uygulanmasına geçilmesidir.

Olağanüstü hal uygulamasının kaldırılması için bölgede mümkün olan bütün çalışmalar yapılmakta, bir taraftan, güvenlik güçleri fedakârca görev yaparak terör örgütünün son kalıntılarını temizlemeye çalışmakta, diğer taraftan, hükümetimizce, kalıcı bir güvenlik ortamı oluşması için bölge kalkınmasına yönelik tedbirler alınmaktadır; ancak, maalesef, üzüntüyle belirtmeliyim ki, henüz OHAL'in kaldırılabilmesi için bölgede gerekli olan olağan şartlar gerçekleşmemiştir. Sağduyulu her insanın kabul edeceği gibi, olağan yönetim usulleri, ancak olağan şartların bulunduğu mahallerde mümkün olabilir. Şartların olağanüstülüğü, tabiî ki, beraberinde olağanüstü yönetim usullerini getirir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geldiğimiz noktayı görebilmek bakımından, sizlere, terör örgütünün ve ülkemizdeki terörün kısa bir tarihçesini hatırlatmakta yarar görüyorum.

PKK terör örgütü, Kuzey Irak'ta yapılanmasını gerçekleştirdikten sonra, ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesinde bölücü faaliyetlerine başlamıştır. Millî birlik ve bütünlüğümüze kastedici eylemlerine 15 Ağustos 1984 tarihinde gerçekleştirdiği Eruh ve Şemdinli saldırılarıyla başlayan örgüt, bu saldırılarını zaman içinde artırmış ve bazı ülkelerden de destekler alarak güçlenmiştir. 1987 yılına kadar sınırlı kalan örgüt, bu yıldan sonra, gözü dönmüş bir şekilde terör dehşetini yaymaya başlamıştır ve bunun üzerine, Anayasamızın 120 nci maddesi gereğince, bölgede, OHAL uygulaması başlatılmıştır.

Terör olaylarının başladığı yıllardan bugüne kadar geçen süre içinde olaylara istatistikî olarak bakmak aydınlatıcı olabilir; ancak, daha önceki OHAL'in uzatılması görüşmelerinde, bu konuda oldukça ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Bu nedenle, bu verileri tekrarlayarak zamanınızı almak istemiyorum; ancak, bu veriler incelendiğinde şöyle bir sonuca varmak mümkündür: 1987 yılında tırmanmaya başlayan terör olayları, 1993-1994 yıllarında doruğa ulaşmış ve bu yıllardan sonra düşüş eğilimine girmiştir. İçinde bulunduğumuz 2000 yılında belirgin bir düşüş eğilimini görmek mümkünse de, maalesef, olayların ve dolayısıyla, kayıpların bitmediğini görmekteyiz; ancak, olayların giderek azalma eğiliminde olması sevindirici ve ümit vericidir. PKK terör örgütü elebaşısı Öcalan'ın yakalanarak ülkemize getirilmesini müteakip, 57 nci cumhuriyet hükümetinin tavırlı tutumu sayesinde terör olaylarının kaynağı kurumaya yüz tutmuş ve yeni terör odakları canlanmaya başlamıştır. Olağanüstü hal bölgesi ve diğer illerde, PKK terör örgütünün zayıflamaya başlamasıyla birlikte, bu örgütle işbirliği içerisinde bulunan, birçok kanlı eylem ve faili meçhul olayı gerçekleştiren ve güvenlik güçlerimizin başarılı bir operasyonuyla çökertilen Hizbullah terör örgütü, DHKP-C, Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist ve TİKKO gibi yasadışı sol örgütler de yoğun bir şekilde faaliyet göstermeye başlamışlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu hususta, dikkatlerinizi başka bir noktaya çekmek istiyorum. PKK terör örgütünün faaliyetlerine başlamasından önce, ülkemizi ciddî boyutta tehdit eden Asala terör olayları, PKK terörünün başlamasıyla son bulmuştu; ancak, PKK terör örgütünün çökme sinyallerinin alınmasıyla birlikte, hiç gecikmeden Ermeni lobisi harekete geçmiş ve ülkemizi uluslararası alanda zor durumda bırakacağını düşündüğü taktiklerini harekete geçirmiştir. Bu olaylardan biri biterken diğerinin başlaması, ülkemiz üzerinde Sevr'den beri çirkin planları bulunan çeşitli devletlerin hesaplaşmalarını henüz tamamlamadıklarını göstermektedir. Bunun için, ülkemizin içerisinde bulunduğu birtakım ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar istismar edilerek, çeşitli adlar altında, ülkemizin bölünmesi yolunda, çeşitli ve çok sayıda senaryo sahneye konulmaktadır. Ülke içerisindeki senaryolar başarılı olamayınca, uluslararası alanda harekete geçilmekte ve aynı sonuç bu yolla alınmaya çalışılmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütün bu senaryoların farkında olarak, bir parçası olma yolunda önemli adımlar atmış olduğumuz Avrupa Birliğinin, ülkemize de diğer ülkelere uygulamış olduğu standartları uygulaması, bizlere ek standartlar uygulamaması gerekir. Bu senaryoların üyelik karşılığı olarak uygulanmaya konulması ve üyelik karşılığında bu senaryoları kabul etmemizin istenilmesi, sunulan tekliflerin ciddiyeti konusunda kuşkular doğurur.

Tesadüf eseri olarak, OHAL uygulamasının uzatılmasını görüşmekte olduğumuz bugün, terör örgütü elebaşısı hakkında bağımsız Türk yargısı tarafından verilmiş olan kararın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde müzakeresinin başlayacağı gündür. Diliyoruz ki, ülkemizin bu konuda çekmiş olduğu önemli sıkıntıların farkında olarak ve bağımsız Türk yargısı ve hâkimleri tarafından verilen kararın tarafsızlığına ve adilliğine inanarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu kararı onaylasın; diğer bir ifadeyle, adil bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden beklentimiz, bağımsız Türk adaleti tarafından verilmiş olan kararın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da onanmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terör olaylarındaki bu gelişmeler, terör örgütlerinin destekçileri ve bu destekçilerin planları göz önünde tutulduğunda, sağlıklı bir güven ortamı temin edilmeden terörle mücadeleye son vermenin sakıncaları ortadadır. Ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne yönelik bu ciddî tehditler karşısında hassas olunması gereği çok açıktır. Bütün bu tehditleri görmezden gelerek, terör örgütünün elebaşının yakalandığı ve terör olaylarının azalmakta olduğu gerçeğinden hareketle terör mücadelesini bırakmak, ileride ummadığımız sıkıntılara yol açabilir.

O halde, yapılması gereken nedir: Yapılması gerekeni tek bir noktaya sığdırarak önlem alınırsa, sorunun kökünden çözümü imkânsızdır. O halde, yapılması gereken, çok yönlü bir perspektiften olayları gözleyip, yerinde ve zamanında kararlar almaktır. İlk olarak, terörün iç ve dış kaynaklarının kurutulması gerekmektedir.

57 nci cumhuriyet hükümeti, bu amaçla yoğun bir diplomatik trafik başlatmış, kararlı tutumunu ve haklılığını bütün dünyaya gösterme yoluna gitmiş, bu konuda büyük bir başarı göstermiştir. Bu yöndeki çabalar, önemli başarılar sağlanmış olmasına rağmen, halen devam etmektedir.

Yine, örgütün iç desteklerinin kurutulması için, Devlet İhale Kanununda ve Terörle Mücadele Kanununda yapılması öngörülen değişikliklerle yasal önlemler alınmaya çalışılmaktadır.

İkinci olarak; terör olaylarının arka yüzünde bölge insanının yaşadığı ekonomik sıkıntılar yatmaktadır. Bilindiği gibi, terör, her zaman, ekonomik yönden geri kalmış, eğitim imkânları kısıtlı bölgelerde taban bulmakta ve çok kolay örgütlenmektedir. Terör örgütleri, başka bölgelerimizde de bulunan bu ekonomik sıkıntıları kullanarak önemli bir yandaş kitlesi toplamış ve bu güçle eylemlerini sürdürmüşlerdir.

57 nci cumhuriyet hükümeti, bu konuda da gerekli tedbirleri almakta, bölgede bir kalkınma hamlesi başlatma kararlılığındadır. Hükümet, bu terör zeminini ortadan kaldırmak, olağanüstü hal uygulamasına bir an önce son vermek ve bu bölgedeki insanımızı üretken hale getirmek için gerekli istihdamı yaratacak projelerin hazırlanması konusunda çalışmalarına titizlikle devam etmektedir.

Eğitim ve sağlık hizmetlerinde sağlanan iyileştirmenin yanında, bölgede çok büyük bir potansiyele sahip tarım ve hayvancılık alanında bölgenin ve ülkenin kalkınmasında çok önemli katkılar sağlayacak olan çalışmalar uygulama aşamasına gelmiştir.

Yine, bölgede sınır ticareti imkânı artırılarak, bölge ekonomisinin canlandırılmasına çalışılmaktadır.

Üçüncü olarak; alınacak güvenlik önlemleriyle, zora başvurma yöntemini kullanan terör örgütlerine anladıkları dilden cevap vermek gerekmektedir. Bunun için de, olayları tehdit boyutundan çıkıncaya kadar, olağanüstü yönetim usullerini kullanmaktan başka çare bulunmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti, Anayasamızda, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanmış ve hukukunun üstünlüğünü benimsemiş bir devlet olarak, elbette ki, vatandaşlarını olağandışı yönetim biçimleriyle idare etmeyi istemez; ancak, Anayasal düzenimizin, üniter devlet yapımızın, ülke ve milletimizin bölünmez bütünlüğünün tehlikede olması, milletin huzur ve güvenliği ile vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin tehlikede olması olağanüstü hal gibi, demokratik ülkelerde bulunması mümkün olan, Anayasal yönetim biçimlerinin uygulanması kaçınılmaz olmaktadır. Bu uygulama; ancak, koşulların olağanlaştığı konusundaki işaretlerin güçlü olması durumunda kaldırılabilecektir ki, yukarıda size aktardığım istatistiksel veriler henüz bu şartların oluşmadığını göstermektedir.

Bütün bu nedenlerle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak olağanüstü halin dört ay daha uzatılmasının ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğü açısından yerinde olacağını düşünmekteyiz. Bu uzatmanın, son uzatma olması temennisiyle Grubum ve şahsım adına hepinize saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Pak.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Valimiz, Manisa Milletvekili Necati Çetinkaya; buyurun efendim.

Sayın Çetinkaya, süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; konuşmalarıma başlamadan önce şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinizi en derin saygılarım ve sevgilerimle selamlıyorum.

Vatanı uğruna seve seve canlarını feda eden şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyor, geride kalan değerli ailelerine sabır niyaz ediyor, yaralılara da geçmiş olsun diyorum.

Bölücü terör örgütünün, Eruh ve Şemdinli baskınından sonra bölgede başlayan terör faaliyetleri neticesinde, 19 Temmuz 1987 tarihinden itibaren şimdiye kadar 40 sefer uzattığımız olağanüstü hal uygulaması, 41 inci sefer Meclisimizin huzuruna gelmiş bulunuyor.

Bugünlere nasıl gelindiğine bir göz atacak olursak, meselenin vahametini ve bundan sonra alınacak tedbirlerin dikkatle alınması ve uygulanması bakımından yararlı olacağını ümit ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Körfez Savaşıyla birlikte, 1990'dan başlayarak, özellikle 1991 yılının başında hududumuza gelip dayanan 500 000'e yakın Peşmerge ile birlikte, bunların arasında gelen PKK militanlarının, kaybettikleri silah güçleriyle birlikte yeniden bir güç kazanmaları, hakikaten, terörün yeniden güçlenmesi ve tırmanması bakımından önemli bir olay olmuştur. O sırada bölgemize, hududunuza gelip sığınan 500 000'e yakın Peşmergenin, insanca, hiçbir dünya devletinin yapmadığı; fakat, tarih boyunca insanlık için mücadele eden benim ülkem, benim milletim, benim devletim, kucağını açmış, Muş, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Cizre ve Silopi bölgelerinde Peşmerge kampları kurmuş ve burada kendi vatandaşlarımıza sağladığımız imkânların aynısını bunlara da sağlamıştır.

Bu konuya temas ederken şunu da belirtmek gerekir. O gün, Batı'daki bugünkü dostlarımız, hiç kimse bu konu üzerinde hassasiyetle durmamış ve buna bigâne kalmıştır. O sırada müteveffa Fransa Cumhurbaşkanının eşi Bayan Mitterrand bölgeye gelmiş ve bölgede, insanlık dışı bir araştırma ve kontrol neticesinde -o olay bizi fevkalade rahatsız etmiştir- 500 bine yakın insanın içinden ancak 42 kişi götürebilmiştir. Bu 42 kişinin dışında hiçbir Peşmerge başka bir yere götürülmemiş ve bu konuda yeteri derecede yardım da yapılmamıştır.

Şimdi, bugün, sözde Ermeni soykırımından dolayı, Türkiye'yi, yıllarca, müttefiki olduğumuz Fransa ve İtalya başta olmak üzere, Batı ülkeleri... 1958 ve 1959 yılları arasında, Mağrip'te, vatanını korumak ve istiklaline kavuşmak için gayret gösteren, mücadele eden 1 milyon Cezayirli Müslümanı gözünü kırpmadan katleden, şehit eden Fransız, kendi ayıbını görmeden, sanki kendilerinin hiçbir günahı ve vebali yokmuş gibi, bugün, ülkemi beni, Türkiye'yi suçlamaya kalkmaktadırlar. Kendi alınlarındaki kara durduğu sürece, işte, bu Peşmergelere gösterdiğimiz yardım, ihtimam ortadayken, Türkiye, tarih boyunca bu konuda insanlık duygularını ispat ederken, bir Fransız, çıkıp da kendi günahını benim üzerime  kesinlikle fatura edemez; bunu, bu Meclisin huzurunda şiddetle kınıyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bu, tabiî, tarihî bir oyundur. Bu oyun bitmeyecektir. Bu ülke, asırlar boyu dünyaya hizmet etmiş, insanlığa hizmet etmiş, insanlık için kendisini feda etmiş, kendi nefsini değil, diğer insanların nefsini kendisinden  efdal görmüş; ırk, dil, din, mezhep farkı gözetmeksizin yardım götürmüştür. Cihanşümul imparatorluklarla, gerek  Balkanlarda gerek Ceziretül Arap'ta gerek Kafkaslarda gerek Mağrip'te (Kuzey Afrika'da) tarih boyunca insanlık duygularıyla, bu ülke, hakikaten dünyaya insanlık dersi vermiştir; ama, bugün beni kınayanlar, yine çok uzak değil, 1986'dan başlayarak şiddetini artıran ve 1990'lı yıllarda Bosna-Hersek'te 220 bin günahsız, silahsız, savunmasız insanı, kadın-erkek, yaşlı demeden, ırzına tecavüz ederek, hunharca öldürerek toplu katliamlara tabi tutarak katlettiler. Günahları, sırf Müslüman olan bu insanlara yaşama hakkını fazla gören demokrasi havarisi Batılılar, bugün, beni hiçbir zaman suçlayamazlar ve tarihte kendi vatandaşımdan farksız olarak muamele gören Türkiye'deki Ermeni vatandaşlara yönelik soykırım iddiasıyla Türkiye'yi hiçbir kimse suçlayamaz. (DYP sıralarından alkışlar)

Benim, savunmasız, tamamen sizin himayeniz altında olan büyükelçilerim, müsteşarlarım ve oradaki görevlilerim, gözlerinizin önünde   -Biz, yalnız Fransa'da üç diplomatımızı şehit verdik- toplam 57 diplomatım şehit olurken, dün neredeydiniz, bunu niye kınamadınız, bunu niye engellemediniz? Onun için, siz, beni suçlayamazsınız...

Değerli arkadaşlar, işte, bugün güvenlik güçlerinin bu olaylar karşısında göstermiş olduğu olağanüstü gayret ve başarı neticesinde terör, tamamen olmasa bile, büyük mikyasta gücünü kaybetmiş ve teröristbaşı yakalanmış, aynı zamanda, bugün, artık, güvenlik güçlerinin azimli ve kararlı mücadeleleri karşısında direncini yitirmiş duruma gelmiştir.

Şimdi, bölgede bu huzur ve güvenlik ortamı sağlanırken, devlet olarak, bizim, oraya yapmamız gereken çok önemli hizmetlerin gözardı edilmemesi gerekir. Bakınız, bölgede, terörle yapılan mücadele neticesinde 100 milyar dolara yakın para sarf edilmiştir. Cumhuriyet hükümetleri tarihinde elli yıl boyunca, Batıdan aldığımız toplam 120 milyar dolarlık kredinin karşısında göreceksiniz ki, bizim yalnız oraya sarf ettiğimiz 100 milyar dolardır. Eğer, biz, o parayı, ülkenin kalkınmasına sarf  etmiş olsaydık,  bugün, Türkiye, gelişmiş 15 ülkenin başında yer alırdı ve Türkiye'nin fert başına düşen millî geliri 7 bin dolara ulaşırdı; ama, gelin görün ki, yıllarca, millî birlik ve bütünlüğünün devamı için  mücadele veren Türkiye, bu konuda, bu mücadelenin sonunu getirebilmesi için, her şeyden önce, bölgenin kalkınmasına yönelik faaliyetlerini ciddî bir şekilde sürdürmesi gerekiyor.

Ekonomik kalkınmasını tamamlamayan ülkelerin, terör belasından, terör afetinden kendisini kurtarması mümkün değildir. En önemli konu, ekonomik kalkınmadır. Yıllarca terörle mücadele eden bir arkadaşınız olarak şunu söyleyeyim ki, ekonomik güce erişen ülkelerde terörü çok az görürsünüz; ama, ekonomik gücün yitirildiği, işsizliliğin kol gezdiği yerlerde, eğitim seviyesi de düşecek ve dolayısıyla, işsiz insanları kandırmak ve terörün pençesine düşürmek daha kolay olacaktır.

Bakınız, bölgede okuma-yazma oranını incelediğimiz zaman, son verilere göre, öğrenci sayısı 1 100 118'dir. Sınıf öğretmeni 20 888'dir; ihtiyaç duyulan 1 430'dur. Branş öğretmeni 9 281'dir, özellikle branş öğretmeni konusunda bölgede  4 445 ihtiyaç vardır; bu bir açıktır. Okul sayısı 4 442, kapalı okul sayısı hâlâ 372'dir. Sağlık ocağı sayısı 442, kapalı sağlık ocağı 70'dir. Sağlık evi sayısı 788, kapalı olan 681'dir.

Şimdi, bu istatistikleri vermemdeki sebep şudur: Bu bölgede, eğer, gerçek manada bu problemin yok olmasını kökten istiyorsak, altyapı hizmetlerine gereken ehemmiyeti mutlaka vermeliyiz. Oraya neler yapmalıyız? Yapacağımız önemli, çok önemli hizmetler var; nedir onlar: Hizmetlerin başta geleni, GAP'ın tamamlanmasıdır. Güneydoğu Anadolu'da, GAP Urfa tünellerinin açılmasıyla birlikte... Beş yıl önce Urfa tünellerini bitirdik. O konuda emeği geçen bütün yetkilileri huzurlarınızda şükranla, minnetle anıyorum; çünkü, Güneydoğu Anadolu Projesinin tamamlanması, Güneydoğu Anadolu'nun en büyük kalkınma hamlesinin gerçekleşmesi demektir ve oranın ekonomik güce kavuşması, terörün kaynağının kökten kurutulması demektir. Sivrisineği değil, sivrisineğin ürediği kaynağı, bataklığı kurutmamız lazım. İşte, bataklığı kurutmak, sefil, perişan durumda olan, eğitimsiz olan, doktorsuz olan oradaki bölge insanımızı, devletle doya doya barıştırmak ve seve seve, ondan sevgiyi esirgemeden kucaklamak ve ekonomik imkânsızlıklardan kurtararak, gerçek manada birinci sınıf vatandaş haline getirmektir.

Bakınız, İzmir'de, Manisa'da, Aydın'da, son birkaç senedir, 1995 yılından bu tarafa, GAP'ın kısmen faaliyete girmesiyle birlikte, batıdaki pamuk tarlalarında, batıdaki domates tarlalarında çalışacak yeteri derecede işçi bulmak artık zorlaşmış durumda; çünkü, her tarla, GAP'la birlikte bir fabrika mesabesindedir. GAP'ı tamamladığınız takdirde, fabrikalar yapmış kadar üretimi artırmış oluyorsunuz.

Onun için, o insan, orada rızkını bulduğu takdirde, niye kamyonların kasasında ta batıya gitsin? Binlerce insanımız, sırf rızk kapısını aralamak için, trafikte bütün tehlikeleri göze alarak, binlerce kilometre yol katetmektedir. Onun için, ben diyorum ki, GAP, bir an önce, yeteri derecede ödenek sağlanarak tamamlanmalıdır.

Urfa tünellerinin açılmasıyla birlikte, onun devamı olan entegrasyon tamamlanmalıdır. Nedir o; sulama kanalları tamamlanmalıdır. Hâlâ, bu konuda yeteri derecede ödenek ayrılmamaktadır.

Kusura bakılmasın, ben, popülist bir politika yapmak istemiyorum; ama, bankaların kurtarılmasıyla ilgili 10 milyar 600 milyon dolar para verilen bir yerde, eğer, GAP'a bu ödeneği vermemişsek, bu, bizim için bir millî ayıptır.

Sulama kanalıyla birlikte, aynı zamanda, sulama eğitimini de vermemiz lazım. Bu yaz Harran Ovasına iki sefer gittim. Vatandaş, ne kadar fazla su verirse, o kadar fazla üretim alacağını zannediyor; teknik bilgisizlik, tarım bilgisizliği vardır. Mutlaka, oradaki vatandaşlarımızı eğitmek bakımından, önemle bu konunun üzerinde durmalıyız.

Altyapı hizmetleri tamamlanmalıdır; yol, su, elektrik, sağlık hizmetleri ve sağlık hizmetlerindeki uzman personel ihtiyacı kısa zamanda giderilmelidir.

Yine, bölgede yapılacak önemli hizmetlerin başında, bölgenin kalkınmasına yönelik bir millî ekonomi, bölgeye yönelik bir millî ekonomi politikası tespit edilmelidir. Her gelen hükümet tarafından -hepimiz dinliyoruz- ne denildi; efendim, Güneydoğu Anadolu kalkınma paketi açılıyor... Açıldı... Açılacak... Bir türlü bu paket açılmadı. Niye açılamıyor, bu kadar zor mu?!. Hani paket açılıyordu, hani Hakkâri'ye gittik, orada toplantılar yaptık. Nerede bu paketiniz?!. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, oradaki vatandaş, bir an önce destek beklemektedir. Bazı yörelerde, özel sektör, teşvikle birlikte, bazı yerlerde de, devlet sektörü, kamu yatırımlarını azaltmadan, eksiltmeden devam ettirmelidir. İşte, bu yerlerden birisi de Güneydoğu Anadolu'dur, Doğu Anadolu'dur. Evet, liberal ekonomilerde özel sektör yatırım yapmalıdır. Ben, liberal ekonominin gönülden taraftarı olan bir kişi olarak diyorum ki, Güneydoğu Anadolu'da, eğer, özel sektörü oraya celp edememişsek, teşviklerle, her çeşit imkânlarla hâlâ oraya gidemiyorsa, devlet, orada yatırım faaliyetlerini durdurmadan, işsizliğe çare bulmak için yatırımlarını sürdürmelidir. Devletin ekonomik hayattaki rolü son derece önemli. Onun için, ekonomik kalkınmayı hızlandırmak ve bölgeler arasındaki dengesizliği gidermek için, devlet, ekonomik hayata müdahale etmelidir bu bölgelerimizde. Bu müdahalelerin, ekonomik açıdan bir maliyeti vardır. En başta, ekonomide kaynak dağılımını değiştirmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Çetinkaya, size 2 dakika eksüre veriyorum; lütfen, tamamlayınız.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla)- Teşekkür ederim.

Gelişen ekonomilerde devlet, piyasa hatalarını düzeltmenin yanında, ekonomide, bizzat yatırım yaparak, bu bölgede aktif rol oynamalı; ekonomik kalkınmayı hızlandırmak için özel ekonomik faaliyetleri yönlendirici ve teşvik edici politikalar izlemelidir. Belirli bölgelerde her sektörün devlet tarafından desteklenmesi yerine, başarılı olabilecek bütün sektörleri destekleyebilecek bir ortamı sağlamaya yönelik rekabet ortamı oluşturma stratejisinin seçimi daha uygundur. Bu stratejinin amacı, belirsizliklerin en aza indirildiği, istikrarlı bir makro ekonomik ortamın sağlanması, altyapının ve teknolojinin geliştirilmesidir.

Az gelişmiş bölgelerin sanayileşmesi ve kalkınması için aşağıdaki ilkelerin dikkate alınması yönünden fayda mülahaza ediyoruz:

Emek-yoğun sanayilerin kurulmasına önem verilmelidir. Doğal kaynak kullanımı yüksek sanayiler tercih edilmelidir. İleri ve geri bağlantısı yüksek sanayiler tercih edilmeli, kurulacak sanayiler optimal ölçeğe sahip olmalı ve tam kapasiteyle çalışmalıdır. Özel girişim özendirilmeli ve bölgeye çekilmeli, bölgede modern ulaşım yatırımlarına ağırlık verilmelidir.

Değerli arkadaşlar, gönül arzu eder ki, görüştüğümüz olağanüstü halin 41 inci defa uzatılması inşallah son olsun. Biz diyoruz ki, artık, yeter, normal bir hayat oraya avdet etsin; avdet etmenin yolu da, candan, gönülden, samimi olarak, o bölgeye gereken ilgiyi ve alakayı göstermemizdir.

Bu duygu ve düşüncelerle, bölge insanının çektiği sıkıntıların son olmasını diliyor, şehit olanları rahmetle anıyor, geride kalanlara Allah'tan sabır diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çetinkaya.

Fazilet Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Fırat, süreniz 20 dakika.

Buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; olağanüstü halin 4 ilimizde, 4 ay süreyle daha uzatılması hakkındaki Başbakanlık tezkeresi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 41 inci kez görüşülmekte olan olağanüstü halin uzatılması olayı, artık, Türkiye Büyük Millet Meclisi için, olağan, rutin bir işlem haline gelmiştir. İnanıyorum ki, birçok arkadaşımızın, olağanüstü halin kaynaklarının neler olduğunu, olağanüstü hal altında yaşayan insanlarımızın hangi şartlar içerisinde yaşadığını -yasal olarak hangi şartlar içerisinde yaşadığını; yaşanmadığı sürece, fiilî olarak bunu söyleyebilmek mümkün değil- unuttukları veya fazla ilgilenmedikleri kanısıydayım. Çünkü, Başbakanlık tezkereleri, genellikle, yurt dışına giden bakanlarımızın dönüşüne kadar, o süre içerisinde, başka bakanların görevlendirilmesi hususunda gündemimize geliyor.

Olağanüstü hal, ismi üstünde olduğu üzere, Anayasamızın 119 uncu ve müteakip maddelerinde "Olağanüstü Yönetim Usulleri" adı altında belirtilmiştir. Olağanüstü yönetim usullerini, olağanüstü haller, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali olarak belirlemiştir. Olağanüstü hal ise, 119, 120 ve 121 inci maddelerde yer almıştır. Bugün, üzerinde konuşmuş olduğumuz olağanüstü hal, şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması sebepleriyle ilan edilmiş olan bir olağanüstü haldir. Anayasamızın 120 nci maddesi, aynen şöyle demektedir: "Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edilir." hükmünü getirmektedir.

Bu Anayasa hükmünden hareketle, bir de Olağanüstü Hal Yasası tanzim etmiştir bu Meclisimiz. Burada, hangi temel hak ve özgürlüklerin askıya alınacağını tek tek belirtmiştir bu yasa. Artı, bu yasa yetmediği için, 11 tane de kanun hükmündeki kararname yürürlüğe konulmuş ve halen de yürürlükte bulunmaktadır.

Bu olağanüstü hal uygulaması altında yaşayan vatandaşlarımız, acaba, hangi temel hak ve özgürlüklerden yoksun yaşıyorlar, bunu bir an düşünmenizi rica ediyorum. İsterseniz bir kısmını okuyayım size; çünkü, Anayasada teminat altına alınmış olan temel hak ve özgürlüklerin tamamı askıya alınmış, alınma imkânına sahip olunmuştur. Bu bölgemizde yaşayan insanlarımızın temel hak ve özgürlüklerinden, sokağa çıkmayı sınırlamak ve yasaklamak; kişilerin, belli yerlerde veya belli saatlerdeki dolaşmalarını, toplanmalarını ve araçların seyirlerini yasaklamak; kişilerin, üstünü, araçlarını, eşyalarını aratmak ve bulunacak suç eşyası ve delil niteliğinde olanlarına el koymak; olağanüstü hal ilan edilen bölge sakinleri ile bu bölgeye hariçten girecek kişiler için kimlik belirleyici belge taşıma mecburiyetini koymak; gazete, dergi, broşür, kitap, el ve duvar ilanı ve benzerlerinin basılmasını, çoğaltılmasını, yayımlanmasını ve dağıtılmasını, bunlardan olağanüstü hal bölgesi dışında basılmış veya çoğaltılmış olanlarının bölgeye sokulmasını ve dağıtılmasını yasaklamak veya izne bağlamak; basılması ve neşri yasaklanan kitap, dergi, gazete, broşür, afiş ve benzeri matbuayı toplatmak; söz, yazı, resim, film, plak, ses ve görüntü bantlarını ve sesle yapılan her türlü yayını denetlemek, gerektiğinde kayıtlamak ve yasaklamak; hassasiyet taşıyan, kamuya ve kişilere ait kuruluşlara, bankalara, kendi iç güvenliklerini sağlamak için özel koruma tedbirleri aldırmak veya bunların artırılmasını istemek; her nevi sahne oyunlarını ve gösterilen filmleri denetlemek, gerektiğinde durdurmak veya yasaklamak; ruhsatlı da olsa, her nevi silah ve mermilerin taşınmasını veya naklini yasaklamak; kamu düzeni ve kamu güvenini bozabileceği kanısını uyandıran kişi ve toplulukların bölgeye girişini yasaklamak, bölge dışına çıkarmak veya bölge içerisinde belirli yerlere girmesini veya yerleşmesini yasaklamak; bölge dahilinde güvenliklerinin sağlanması gerekli görülen tesis ve teşekküllerin bulunduğu alanlara giriş ve çıkışı düzenlemek, kayıtlamak ve yasaklamak; yasaklamak, yasaklamak, yasaklamak ve askıya almak...

Türkiye'de demokratik hak ve özgürlüklerin daha çok artırılması, bu halkın çağdaş demokratik hak ve özgürlüklerden istifadesinin münakaşasını ve münazarasını bu kürsülerden yaparken, belli bir bölgenin bu temel hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılmasını, hem de otuz yılı aşkın bir süreyle yoksun bırakılmasını izah edebilmenin, bugünkü şartlarda imkânı yoktur. Doğrudur, belli bir dönem içerisinde, bu bölgede, olağanüstü hal şartlarının oluştuğu dönemler olmuştur; ancak, gerek Millî Güvenlik Kurulundan gerekse Sayın Bakanımızdan, Türkiye'deki öncelikli tehlikelerin sıralanmasında bir değişiklik yapıldığını çeşitli kezler duyuyoruz, işitiyoruz. Millî Güvenlik Kurulumuz, PKK terör örgütünün tasfiye edildiğini ve bu bölgedeki terör olaylarının minimuma indirildiğini, dolayısıyla, öncelikli tehlikenin, artık, terör olayları olmadığını ilan etmiş ve yeni bir hedef göstermiştir; bu hedef, irticadır; ama, Sayın Bakanımız, Millî Güvenlik Kurulunun bu belirlemesinin dışında, Türkiye'deki öncelikli tehlikenin, yolsuzluk, usulsüzlük ve ekonomik suçlar olduğunu beyan etmiştir. Peki, devletin güvenlik konusunda en üst düzeyde yetkili bir anayasal kurumu olan Millî Güvenlik Kurulumuz, eğer, tehlike, tehdit vasfını değiştirmişse, o zaman, 41 inci kez önümüze getirilen bu uzatma işlemi, acaba, işin rutin oluşundan, bir alışkanlıktan mı ileri gelmektedir veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilmediği bazı nedenlerle, Türkiye, halen terör olayının tehlikesi altında mıdır? Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bunu bilmek hakkımızdır. Eğer, açık bir toplantıda bu konu münakaşa edilemiyor ve bizlere iletilemiyorsa, İçtüzüğümüzün sarih maddeleri vardır. Gizli bir toplantı yapılır; gerekçeler, açık olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine açıklanır. Biz de, vicdanen buna kanaat getirdiğimiz zaman ve gerekli görülüyorsa, buna "evet" oyu veririz.

Aksi halde, Türkiye'de değil 4 vilayetin, tek bir şahsın dahi temel hak ve özgürlüklerinin... Ki, biraz sonra, ceza ve tutukevlerini görüşeceğiz, oradaki insanların temel hak ve özgürlüklerinden bahsedeceğiz; ama, bir yerde de, kalkıp, cezaevlerine istemiş olduğumuz, tutuklular ve hükümlülere istemiş olduğumuz temel hak ve özgürlükleri, Türkiye'nin belli bir kesiminde, o bölgede yaşayan insanlara layık göreceğiz. Bunu izah etmenin mantığı yoktur.

Çok kısa bir süre içerisinde, yalnız olağanüstü halin o bölgeden kaldırılmasıyla yetinilmemesi gerektiği kanısındayız. Hükümetin, gerek kendi programında gerekse siyasî partilerin kendi programlarında olağanüstü halin en kısa sürede kaldırılacağı konusunda taahhütleri vardır. Burası, Türkiye Büyük Millet Meclisi, sadece bir tasdik mercii, bir noter mercii değildir; mutlak surette nedenleri, özellikle temel hak ve hürriyetler konularında mutlak surette bilgilendirilmesi ve hakikaten gerçek gerekçelere dayandırılması lazımdır; aksi halde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olduğu ilkesinin ihlal edildiği kanısına varırım.

Olağanüstü halin kaldırılması yetmeyecektir, bu bölgedeki insanlarımız, olağanüstü hal, askerî dönem ve sıkıyönetim dönemleri artarda eklendiği zaman, o bölgede 30-35 yaşına gelmiş olan bir insanın anayasal haklarını kullanarak yaşadığı bir süreci görebilmek mümkün değildir.

Bir hikâye anlatmak istiyorum. Diyarbakır'ın 45 - 50 derecelik bir sıcağında, sırtında 100 kilo taşıyan bir hamala vatandaşın birisi yaklaşıyor ve soruyor "hamal kardeş saat kaç?" Hamal cevap veriyor "saat 30" diyor. Soran hayretle dönüyor "saat 30 olur mu" diyor, hamal cevap olarak "ee, peki hamalda saat olur mu" diyor.

Şimdi, inanıyorum ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin zaman mefhumu vardır. Halkımız, otuz yıldır sıkıyönetim, askerî dönem ve olağanüstü hal olarak yaşatılan bu dönemde, inanıyorum ki, bize, o vatandaşın hamala sorduğu suali soracaktır.

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Hamalda cep telefonu da var!

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Bu ekonomik gelişmeler karşısında, halkımızın, mutlu, iktisaden kalkınmış olduğunu, tabiî, göz önünde tutmamız lazım; onu tasrih ediyorum o konuda.

Sayın milletvekilleri, olağanüstü halin kaldırılması yetmez. Bu bölgede uzun bir süredir meydana gelen bu olağanüstü halin yaratmış olduğu tahribatlar vardır. Bu tahribatların, öncelikle ve kısa sürede kaldırılması lazım. Bunlar nedir; bunların birincisi, olağanlaşmadır. Artık, olağanüstü dönemi bırakmamız gerekir. İkincisi, boşalan köyler ve göç eden insanlarımız vardır. Bugün İstanbul'un, Mersin'in, Adana'nın, Ankara'nın varoşlarında, o bölgeden terör nedeniyle göç etmiş ve köyleri boşaltılmış, köyleri yıkılmış olan milyonlarımız vardır. Oradaki sorunu metropol şehirlere taşımış durumdayız ve bir süre sonra, eğer, bu dönüş sağlanmadığı takdirde, hakikaten, şu olağanüstü hal tedbirleriyle önüne geçemeyeceğimiz çok daha büyük sosyal olaylar meydana gelecektir. Çok kısa bir süre içerisinde, köye dönüş programının, acilen ve kesin olarak hayata geçirilmesi gerekir.

Artı, bir paramiliter sistem olan ve modern dünyada kabulü mümkün olmayan, sivil insanların silahlandırılmasına -ki, bunların adına "korucular" diyoruz- mutlak surette, bu tatbikata son verilmesi lazım; ama, adil bir şekilde son verilmesi lazım. Bunların, bugüne kadar kullanıldıktan sonra ellerinden silahlarını alıp başıboş bırakılmalarının da doğru olmadığı kanısındayım; çünkü, bu da bir sosyal problem olarak karşımıza çıkacaktır. Bunların da sosyal güvenceleri, iş güvenceleri sağlanarak silahsızlandırılmaları gerekir.

Bunun yanında, birçok kez çıkarılan özel yasalarla bölge silahlandırılmıştır. Uzun namlulu silahlar dahil olmak üzere, ağır silahlar dahil olmak üzere, bugün bölgede milyonlarca silah vesikalandırılmıştır. Mutlak surette bunun önüne geçilmesi, bu silahların bedelleri ödenerek -çünkü, devlet teşvik etmiştir bunu- toplatılması gerektiği kanısındayım.

Önümüzde, gündemde olan, güncel olan bir af yasa tasarısı var. Af yasa tasarılarının iki temel nedeninden birisi -özellikle olağanüstü dönemlerden geçmiş bizim gibi ülkelerde- sosyal barışı sağlayabilmek, ikincisi ise, olağan dışı olaylar sırasında hukukî yanlışların düzeltilmesi temeline dayanmaktadır.

Bu af tasarısıyla, inanıyorum ki, doğu ve güneydoğuda sosyal bir barışın sağlanabilmesi imkânının ikinci bir enstrümanı karşımızda bulunmaktadır. Mutlak surette, silah zoruyla, devletin sahip çıkamaması nedeniyle ve bir yerde de, bir müessese haline getirilen itirafçılık müessesesinin imkânlarından istifade etmek üzere, binlerce insanımız, maalesef "yardım ve yataklık" adı altında ya mahkûm olmuş, hapishanelerde veya halen haklarında ceza yargılaması devam etmektedir. Bunların, mutlak surette af kapsamı içerisine alınması gerekmektedir. Hatta, Terörle Mücadele Yasasının ilgili maddesine göre, eline silah almamış olan, çatışmaya girmemiş olan, dağa çıkmamış olan insanların da -eğer sadece fikrî düzeyde, ifadelerinden dolayı mahkûmiyet almışlarsa- af kapsamı içerisine alınmasında mutlak surette fayda olduğu kanısındayım.

Eğer, olağanüstü halin uzatılması konusunda bir karar alacak olur isek, o zaman, ben, hükümete, yine Anayasamızın olağanüstü halle ilgili 119 uncu maddesinin ilgili kısmını hatırlatmak istiyorum; çünkü, tabiî afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde yine olağanüstü halin ilanı, Anayasamızın amir hükümlerindendir.

Sayın İçişleri Bakanımız, her gün güncelleşen ve her biri de çok enteresan isimler alan ve tamamen ekonomik suç olduğu iddia edilen -ki, bir müddet sonra, karşımıza, af yasasında, ekonomik suça ekonomik ceza verilmesi gerekçesiyle bunların da kapsanması olayı geliyor- bankaları hortumlayanlarla, hayalî ihracat yapanlarla ve Türkiye'nin ekonomik hayatını etkileyen -ki, 10 milyon dolarlarla ifade edilen- bu soygunla baş edebilmenin olağan yöntemlerle başarılacağı kanısında değilim. O bakımdan, bu Olağanüstü Hal Yasasının getirmiş olduğu imkânlardan yararlanmanız için, mutlak surette, Anayasamızın 119 uncu maddesine göre, bir an evvel, Türkiye'nin özellikle büyük şehirlerinde, Ankarasında, İstanbulunda da -yani, finans merkezlerinde, yani siyaset merkezlerinde, yani bürokrasinin merkezlerinde- olağanüstü halin ilanı gerektiği kanısındayım. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Eğer, bunu yapamıyorsanız, Hakkâri'deki, Şırnak'taki, Diyarbakır'daki, Tunceli'deki vatandaşların üzerinde şu temel hak ve özgürlüklerinin kaldırılması isteğini talep edemezsiniz; vebal altında kalırsınız.

Bu vesileyle, kabul edilmemesi yönünde oy kullanacağımızı beyan eder, diğer tüm milletvekili arkadaşlarımın da vicdanlarının sesini dinleyerek, olağanüstü halin uzatılmaması yönünde oy kullanacaklarını temenni eder; hepinizi saygıyla selamlarım. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Fırat.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Manisa Milletvekili Cihan Yazar; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA M. CİHAN YAZAR (Manisa) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak, Tunceli İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.11.2000 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde söz almış bulunmaktayım; Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Anayasamızın 119 ve 120 nci maddelerinde, tabiî afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde ve tür demokrasi düzenini, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde olağanüstü hal ilan edilebileceği belirtilmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizin gayet iyi bildiği bir gerçek, olağanüstü halin Doğu ve Güneydoğu'da uzun yıllar devam ettiğidir. Yalnız, hükümetlerimizin yıllardır uyguladığı kararlı ve azimli tutum sayesinde, bu sayı, 28.6.2000 tarihinde Van İlimizin de kapsam dışı bırakılmasıyla 4'e düşmüştür.

57 nci cumhuriyet hükümetinin tüm arzusu, Diyarbakır, Şırnak, Hakkâri, Tunceli gibi OHAL kapsamındaki iller ile mücavir alan kapsamındaki diğer illerimizde genel politikalar konusunda kesin başarı elde etmektir.

Hükümetimizin genel politikaları, eğitim seferberliği, sağlık seferberliği, ekonomi ve Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in kesin talimatlarıyla hükümetimizin gündeme aldığı ve büyük önem verdiği köye dönüş ve rehabilitasyon projesidir.

Bu projelerin düzenli uygulanması sonucunda, bölgemizde, olağanüstü halin çok kısa zamanda sona ereceğine, Demokratik Sol Parti olarak inancımız tamdır; en büyük emelimiz de budur.

Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; son 4 ayda yapılan çalışmaları ve elde edilen başarıları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Eğitim konusu: 57 nci cumhuriyet hükümetinin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki en büyük silahı eğitimdir. Bu kürsüden, 1997 yılında yapmış olduğum konuşmamdan birkaç örnekle, sizleri aydınlatmak istiyorum. 

1997 yılında, OHAL Bölgesi ile mücavir alanda kapalı okul sayısı 2 202'ydi. Bugün, kapalı okul sayısı 372'dir. En sevindirici husus ise, öğretmen eksikliğinden, 1997 yılında 357 okulumuz kapalıyken, bugün, bölgede, öğretmen eksikliği nedeniyle kapalı okulumuz yoktur; yalnız, bölgenin, sınıf öğretmeni ihtiyacı 1 430, branş öğretmeni ihtiyacı 4 445'tir. Bakanlığımız, bu konuya hassasiyetle yaklaşmakta ve eksiklikleri en kısa zamanda tamamlamak arzusundadır.

Millî Eğitim Bakanlığımızın, bölgedeki en büyük ve en güzel uygulaması, yatılı kız öğretmen okullarıdır. Hükümetimizin ana görevi, kız evlatlarımızı bu bölgede kesinlikle eğitmektir. Çünkü, bir kız evladımızı eğitirsek, bir aileyi eğitmiş oluruz. Unutmamak gerekir ki, çocuğun, ilk okulu ailesi, ilk öğretmeni de annesidir.

Sağlık sorunu: Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; hükümetimiz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, koruyucu sağlık hizmetleri, aşılama, bebek, gebe takibi, temel sağlık hizmetleri ve ana sağlık hizmetleri açısından çok önemli aşamalar kaydetmiştir. Şu an, bölgemizde, 412 sağlık ocağı hizmet vermektedir. Kapalı sağlık ocağı adedi 70'tir; bunlar, personel eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Bölgemizdeki sağlık eksikliğinden kaynaklanan personel eksikliğimizin giderilmesi için, Sağlık Bakanlığımız, çok yoğun bir çalışma içine girmiştir. Şu an, olağanüstü hal bölgesindeki illerimizde çalışan uzman hekim sayısı 161, pratisyen hekim sayısı 630, hemşire 976, ebe 873, sağlık personeli 693'tür. Sağlık Bakanlığı, yeni tahsis edilen tüm kadrolarını OHAL bölgesi ve mücavir alan için kullanmaktadır.

Ekonomi:

Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; hükümetimiz, OHAL bölgesi ve mücavir alanı için 193 sayılı, yatırımların teşvik edilmesiyle ilgili, bölgenin ekonomik ve sosyal yönden kalkınmasını sağlamak amacıyla bir kanun çıkarmış ve uygulamaktadır. Bu kanun, müteşebbislerin bölgede yatırım yapmalarını özendirici bir unsur olmuştur. Ayrıca, Halk Bankamız, bölgede KOBİ'lere, iş kurmada, üretimde ve standart geliştirmede son derece büyük katkılar sağlamaktadır.

Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi:

Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in talimatlarıyla uygulanmaya başlanan köye dönüş projesi bizim için hayatî bir önem taşımaktadır. İsteyenin kendi köyünde yaşamak istemesi en doğal hakkıdır. Bu hak, hem Anayasadan hem de uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesinden kaynaklanan temel bir haktır. Köye dönüşte zorlama olmamalı, bireyler, dönme kararını, özgür iradeleriyle, baskısız, demokratik ortam koşulları altında verebilmelidir. Halihazırda bu proje kapsamı içinde yer alan illerimiz, Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli, Van, Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Şırnak'tır. Bunlardan Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli ve Van İlleri, İçişleri Bakanlığının yatırım programı kapsamında yer almaktadır. 2000 yılı içinde, bu projelere toplam 2,8 trilyon ödenek ayrılmış ve illerine gönderilmiştir. 2001 yılında, bütçemize 3,2 trilyonluk ödenek öngörülmüştür.

Köye dönüş projesinde amacımız, üretimden kopmuş bu insanları yeniden üretici haline getirmek, eğitim düzeyini yükseltmek ve terörü, düşünce olarak ortadan kaldırmaktır.

Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; yukarıda arz ettiğim hususların gerçekleşmesi için, 57 nci cumhuriyet hükümetinin zamana ihtiyacı olduğu kesindir. Bu yüzden, Demokratik Sol Parti Grubu olarak, olağanüstü halin 4 ay daha uzatılması için olumlu oy vereceğimizi bildirmek istiyorum.

Demokratik Sol Parti kültürü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki sorunu ayrı bir sorun olarak görmemekte, ülkenin bir sorunu olarak görmektedir. O bölgenin insanları arasında, birbirlerine yan bakan, birbirini yabancı gören ne Türk asıllı ne de Kürt asıllı yurttaşımız vardır. Bizi birbirimizden ayrı gibi görmek ve göstermek, Türkiye'yi bölmeye doymamış Sevr özlemcisi yabancılar ve onların maşalarıdır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Bu Sevr özlemcisi yabancılar, Avrupa Birliğine katılma konusunda da ülkemize karşı aynı tavırlarını sürdürmektedirler. Bizim yüreğimizde Türk ve Kürt'ün ayrı yeri yoktur. İkisini ayrı gözle görmek, bizlerin yüreğimizi ikiye ayırmamız kadar güçtür. Zaten, ikiye ayrılan yürek de çalışmaz.

Yüce Meclisi Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Yazar.

Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şahısları adına, Hakkâri Milletvekili Sayın Evliya Parlak.... (DYP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, hükümet konuşacak mı konuşmayacak mı?

BAŞKAN - İçtüzük neyi gerektiriyorsa onu yapacağım.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Öğrenelim canım... Konuşacak mı konuşmayacak mı?

BAŞKAN - Siz konuşmanızı yapın Sayın Genç, sırası geldiğinde tabiî...

Sayın Parlak, süreniz 10 dakika.

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin kıymetli üyeleri; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, görüşmekte olduğumuz, Başbakanlığın 4 ilde olağanüstü halin 4 ay daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Hepiniz hatırlarsınız, 18 Nisanda seçilen 21 inci Dönem Meclisine geldiğimiz günden bugüne kadar, bu, 5 inci uzatma kararı karşımıza gelmektedir ve 5 inci kez huzurunuza çıkmaktayım.

Değerli arkadaşlar, biraz önce konuşan arkadaşlar "bu, 40 ıncı defa oldu" dediler, sadece olağanüstü halin uzatılması. Unutuluyor ki, 1987'de olağanüstü hale geçilirken, sekiz yıllık sıkıyönetim yaşamı da vardı arkasında. Yani, ben, aynı şekilde başa dönmek istiyorum. 1979'dan bugüne kadar, başta mensubu olduğum il olmak üzere, bu 4 ilin insanları, aşağı yukarı yirmibir yıldır normal bir insan gibi yaşama kavuşmamıştır.

Değerli Adıyaman Milletvekili arkadaşım, hukukçu olması sebebiyle, çok güzel izah ettiler; olağanüstü hal insanlara neler getiriyor, insan hak ve hürriyetlerini nasıl kısıyor. Bunun, siz, bir de evveliyatını alın -ki, sıkıyönetimin çok daha ağır şartlar taşımakta olduğu da bilinen bir gerçek- yirmibir yıl, gençler, insanlar bu yaşamı sürdürmüşler...

Değerli ANAP Grubu adına konuşan sayın milletvekili benim konuşmamdan alıntı yaptı. Doğrudur; dört ay önceki konuşmamdan çok daha iyi durumda olduğumuzu iftiharla, umutla ve zevkle söylemek istiyorum. Eylül ayında dolaşmadığım köy kalmadı, bütün yaz boyunca. Hakkâri'nin, hem İran hem Irak sınırında bulunan ve ilçeye 90 kilometre uzaklıktaki Derecik'ten akşam üzeri çıkıp Şemdinli'ye, Şemdinli'den gece 10'dan sonra Hakkâri'ye gelme şansını elde ettik; ama, maalesef, MHP Grubu adına konuşan arkadaşımız, bundan üç dört yıl önceki terör olaylarının durumunu ifade eden bir konuşma yaptılar.

Gerçekten, benim, MHP'li arkadaşlardan, özellikle grup başkanvekilinden istirhamım şu: Bizim dediklerimize inanmıyorsanız -istirham ediyorum- lütfen, bölgede bir araştırma yaptırın, arkadaşlar görevlendirin veya bize misafir olsunlar, gidip gezelim, görelim; acaba, bu bölgede, gerçekten, hâlâ terör var mıdır, yoksa, bu insanlar haklı olarak istedikleri normal bir yönetimi hak etmişler midir... Bunu, özellikle bilginize arz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Anavatan Partisi Grubu da beni çok şaşırtıyor. İki gün önce Sayın Genel Başkan, Başbakan Yardımcısı -Bingöl ve Muş'ta galiba- yaptığı konuşmalarda, gazeteden edindiğim izlenime, okumaya göre, olağanüstü halin kalkması gerektiğini vurgulamış.

Şimdi, ben, şunu sormak istiyorum: Doğuya gidip, bunu böyle konuşup, Millî Güvenlik Kuruluna gidip bunu söylememek!.. Ben, bunu anlayamıyorum. Eğer böyle bir konuşma varsa, gerçekten bunun açıklanması lazım. Hatırlarsınız, geçen sene, ocak ayında da Diyarbakır'a gittiler; Avrupa Birliğine giden yol Diyarbakır'dan geçer; olağanüstü hemen kalkması lazım... Sayın Bakan, burada, şubat ayında dört ay uzatmayla karşımıza geldi. Şimdi, bu çelişkidir. Yani, samimî olmak lazım. Gerçekten, eğer bu bölgede bunun devam etmesi gerekiyorsa, Sayın Dengir Fırat Beyin söylediği gibi, milletvekili olarak -dün, Sayın Bakana Plan ve Bütçe Komisyonunda da sorduk- beni tatmin etmek zorundasınız, ben milletvekiliyim, Hakkâri Milletvekiliyim. Vatandaşla beraber değerlendiriyoruz, geziyoruz, tartışıyoruz; gerektiren bir sebep yok. Gizli söylenmesi gerekiyorsa -ki, Meclisten bir şey saklanmaması lazım- gizli oturum yapalım, bizi de bu şekilde aydınlatın; biz de seve seve bu fikirlere katılalım, bu onaylara katılalım.

Değerli arkadaşlar, bölgede sıkıntılar had safhada devam ediyor. Ben, birkaç defa huzurunuza çıktım. Plan ve Bütçe Komisyonunda bütçeler görüşülüyor. Derecik yolu 80-90 kilometre -ki, ben, bunu, defalarca huzurunuza getirdim; Plan ve Bütçe Komisyonunda Köy Hizmetleri bütçesi görüşülürken arz ettim, dün Sayın Bakanıma da arz ettim- güvenlik yönüyle çok ağır basan bir bölge; 40-50 bin nüfus yaşıyor; yolu hâlâ beş saatte ancak alabiliyorsunuz. 8 trilyonu bütçeye koyduramıyoruz ki, bu iş başlasın.

Arkasından sınır ticareti... Yalvarıyoruz; insanımız açtır, perişandır; sadece Sınır Ticaret Kanununun elverdiği ölçüde, sınır ili ve mücavir ilde olmak şartıyla, belli bir sene, mesela iki sene buna imkân verin. İnsanımız başka bir çözüm yolu bulamıyor; artık terörü arar hale geliyor; perişandır. Yine sonuç yok.

Köye dönüşten bahsedildi; doğrudur. DSP'li sözcü arkadaşımızın söylediği gibi, geçen sene 2,8 trilyon, bu yılki bütçede de 3,2 trilyon. İçişleri Bakanlığı bütçesini dün görüştük. Takdir edin ki, 3 000'in üzerinde köy boşalmış; bu köylere yol gidecek, bu köylere elektrik gidecek, sağlık hizmeti gidecek, eğitim hizmeti gidecek, artı, vatandaşa da -deprem felaketinden çıkar gibi- hiç olmazsa üç tane kiremit, iki tane çimento torbası, bir iki demir çubuk vermemiz lazım, köyüne gittiği zaman üç beş tane hayvan vermemiz lazım. Bu şekilde giderse, her ilde, üç veya dört köy dönüşü sağlayamıyor. Valiler çırpınıyor, ellerinde imkân yok. Bu imkân da belli, ortada. Türkiye'nin ekonomik durumu da belli. O zaman sınır ticaretine imkân verelim, hiç olmazsa belli bir müddet bununla geçim sağlansın.

Değerli arkadaşlar, bütün bakanlık bütçeleri gelip geçiyor. Bakıyorsunuz, gerçekten, okul, eğitim çok önemli. Bölgede terörü, her şeyi kökünden kazımak gerekiyorsa, eğitime önem vermemiz lazım. Sağ olsun Bakanlığımız, planlamasını yapmış, ilköğretim yatılı bölge okullarına çok büyük öncelik vermiş; ama, beş altı proje alıyorsunuz, sadece Hakkâri İlinde 3,5 trilyon para lazım, para bulunamıyor. Anadolu lisesi, çok amaçlı lise, sağlık kuruluşu, Kültür Bakanlığının bir sürü tesisi, gençlik sporla ilgili...

Gönül arzu ederdi ki, Sayın Bakanımız, buraya, uzatma yerine, bölgedeki bu kurumların, bu yarım projelerin gerçekleştirilmesi için bir çözümle gelsinler. Hükümetimiz çok iyiniyetli bakıyor, çok önemli projeler ele alınmış; ama, sağlıklı sonuca gidemiyoruz; fakat, karşımıza dört ayda bir hep aynı şey çıkıyor, olağanüstü hali uzatıyoruz.

Değerli arkadaşlar, bir de, bu uzatmalarla ilgili olarak, bölge milletvekillerine, özellikle Hakkâri, Şırnak, Diyarbakır ve Tunceli milletvekili olan iktidar ve muhalefetten bütün arkadaşlarıma seslenmek istiyorum:

Değerli arkadaşlar, lütfen, bu konuda, ya bizim hakikaten haklı olduğumuzu teyit eden açıklamalarınızı getirin veya biz yanılıyorsak, gerçekten bunun devamı gerekiyorsa, bu yönde bir açıklama yapın ki, bizim, sadece... Her uzatmada -beşincidir tahmin ediyorum - Evliya Parlak, Kamer Genç'ten başka konuşan olmuyor. Acaba, bunlar artık belli, alışmış, böyle bozuk plak gibi... Ben, böyle, bozuk plak gibi konuşmak istemiyorum; ama, gerçekten, artık şuna inanıyorum: Bölge insanım, yirmibir senelik benim gençlerim, isterse ilköğretimi isterse liseyi isterse ortaöğretimi isterse üniversiteyi bitirsin, artık normal bir insan gibi yaşamayı hak etmiştir; çünkü, ben, şunu kesinlikle, hepinize samimiyetle söylüyorum, tekrar söylüyorum, inanmayan varsa, benim özel misafirim olsun, buyurun gidelim; İstanbul'dan, Ankara'dan, İzmir'den daha güvenlidir bölge. Başka bir sebebi yoksa niçin uzatılıyor; ben bunu anlayamıyorum. Her sefer, her arkadaşımız çıkıyor, işte bu son olur inşallah diyor; ben de hep öyle diyorum; ama, olmaz; ben biliyorum, dört ay sonra tekrar gelecek.

Sayın Başkanım, son olarak bir şeyi vurgulamak istiyorum. Değerli arkadaşlar, geçen sene gündeme gelip veto edilen bir af kanunu, bugün, yine güncel olarak karşımızdadır.  Yine, Değerli Adıyaman Milletvekili arkadaşım vurguladılar, bölge insanı onüç ondört sene terörle boğuşmuş, güvenlik kuvvetleriyle birlikte günde belki 20-30 şehit verdiğimiz bölge olmuştur. Bu insanlar, son iki yıldır, güvene kavuşmanın mutluluğunu yaşıyor; ama, gerçekten, köylerin toptan imha edildiği, çoluk çocuk, bebek demeden öldürüldüğü günleri hatırlayalım. O günlerde, köylerde mezralarda yaşayan bu insanlar, istese de istemese de ekmek vermek zorundaydı. Siz de olsanız, ben de olsam, kim olsa verirdi. Bir kısmı bu şekilde yargılanmaktadır bir kısmı hükümlüdür bir kısmı tutukludur artı İtiraf Kanunundan yararlanmak isteyen çok sayıda insanımız da, maalesef... Bazen iftira, bazen doğru. Adam, üç sene önce gelmiş evine, kar kış, elinde bombası, kalaşnikofu, yemeğini yemiş, ayakkabısını almış gitmiş. Üç sene sonra yakalanınca, ha, filan köyde bir eve gittim, gelin size göstereyim diyor. Gidiyor evi gösteriyor, işte bu evde yattık diyor. Acaba biz olsak, o evde, o adamı barındırmayacak mıydık?!

İşte, demin arkadaşımın vurguladığı gibi, eline silah almamış, terör olayına bilfiil karışmamış olan bu insanlardan yardım ve yataklıktan hükümlü veya tutuklu olanların ceza indiriminden yararlanması konusu; ki, bu, geçen sene...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Parlak, 1 dakika içinde toparlayınız.

EVLİYA PARLAK (Devamla) - Arkadaşlarım hatırlarlar, geçen sene, 50'ye yakın doğu ve güneydoğu milletvekilleri olarak, başta Sayın Başbakanımız, başbakan yardımcılarımız, anamuhalefet ve muhalefet partisi genel başkanları, Adalet ve Anayasa Komisyonları Başkanlarını ve Adalet Bakanını ziyaret ettik. Bu 40-50 milletvekili, hepimizin bildiği, yaşadığı gerçek olayları anlatmaya çalıştık, değerli büyüklerimizden bu konuda destek istirham ettik. Ben, yine, Yüce Meclisten, hepinizden, özellikle istirham ediyorum, bu af kanununa, ceza indirimi şekliyle, bu yardım ve yataklık yapanların dahil edilmesinde büyük zaruret vardır, huzur ve güven açısından, o insanlarımızın mağduriyetini gidermek açısından...

Sürem bitiyor... Bu uzatma kararı, inşallah son olur der -inşallah olmaz; ama, ben biliyorum, biraz sonra oylanacak, kabul edilecek; ama, bu duaya, gerçekten, gelecek dört aydan önce Sayın Bakanım çare düşünsün- bir daha huzurumuza getirilmemesi dileğiyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (ANAP; FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Parlak.

Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Kamer Genç; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü halin dört ay daha uzatılması konusundaki Başbakanlık tezkeresi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, herhalde, bu Meclis, olağanüstü halin ne olduğunu bilmiyor, bu olağanüstü hal altında yaşayan insanların taşıdığı ıstırabı, acıyı, sıkıntıyı hissetmiyor; çünkü, o yaygın şiddet hareketlerinin çok daha yoğun olduğu beş sene, dört sene önce, bu Meclis salonlarına olağanüstü halin uzatılması geldiği zaman, bu, bir hükümeti düşürmenin nedeni oluyordu ve insanlar oy vermiyordu. Demokrasisi gelişmiş, insan haklarına saygı duyan toplumlarda, olağanüstü hal diye bir kavram olmaz. Gerçi, anayasal bir rejimdir; ama, burada, biraz önce bazı arkadaşlarımız da açıkladılar...

Değerli milletvekilleri, her ay, bir veya iki defa bölgeye gidiyorum, Tunceli'ye gidiyorum. İşte, bundan onbeş gün önce Sayın Bakan geldi, 1994 yılından beri tek gözlü barakalarda yaşayan Ovacık halkı için bir 500 milyar liralık lütufta bulundular, 80 tane konutun temeli attılar; kendilerine teşekkür ediyorum.

Şimdi, gittiğimde soruyorum, yahu, arkadaşlar, dağda teröristler var mı, silahlı adamlar var mı; yok diyorlar. Yalnız, geçen gün, birisi, bir yerde üç dört kişi var dedi. Şimdi, biz, niye kalksın diyoruz biliyor musunuz; burada, silahlı eylemler sona ermiş. Ha, üç dört kişi var, beş kişi olur, yüz kişi olur.

Şimdi, sayın milletvekilleri, bizim dağlarımız, silahlı adamların gezmesine elverişli dağlar. Şimdi, orada, bir silahlı adam kalırsa, yani, olağanüstü hal kalkmayacak mı Tunceli'den! Bunu düşünmemiz lazım. Yani, olağanüstü halin ilanını gerektiren, yaygın şiddet hareketlerinin demokratik hak ve özgürlükleri yok edecek biçimde gelişmesidir. Burada, böyle bir şey kalmamış. Sayın hükümet, çıkıp, bunun gerekçesini bile açıklama cesaretini bulmuyor değerli milletvekilleri. Yani, bir hükümet, çıkıp da, size, tezkereyi yazıyor; ama, tezkerenin arkasında kalmıyor, durmuyor, gelip de burada izah etmiyor.

Bakın, iktidar partisi milletvekillerini, yani, grupların sözcülerini dinledim; birisi 5 dakika konuştu, birisi 7-8 dakika konuştu, birisi 10 dakika konuştu. Bu işi bu kadar gayri ciddiye almayın değerli milletvekilleri.

Ben, size bir olay anlatayım: Bu sene, gittim, Pülümür'de, sabahleyin 8'de kalktım, Tunceli'ye geçiyorum. Baktım, 15-20 aile, kadın, çocuk ve yaşlı insanlar, eşeğin sırtına binmiş, Kırmızı Köprü'de bekliyorlar. Yahu, niye bekliyorsunuz arkadaşlar diye sorduğumda, dediler ki, efendim, kumandan bırakmıyor bizi. Gittim, kumandan, niye bırakmıyorsun bunları dedim. Bakın, sabah saat 8; kumandan onlara demiş ki, akşam 8'e kadar burada bekleyeceksiniz. Kendilerine verilen emir şu: Koyunlar yürütülerek gidecek; ama, gece 8'den sabah 8'e kadar yürütülecek. Bu arkadaşların yanında koyun yok, yalnız yürüyorlar. Kumandana dedim ki, niye beklettin; efendim, yanlış anlaşıldı dedi. Peki, ver bunların hüviyetlerini gitsinler dedim; peki dedi, verdi, çıktılar. Ben, biraz orada oturdum, baktım, orada duruyorlar. Yahu, niye duruyorsunuz dedim; efendim, hüviyetlerimizin yarısı orada kaldı dediler.

Bakın, şimdi, orada, özellikle, güvenlik kuvvetleri, yani, polis olaydan çekiliyor; asker, vatandaşın her eylemine müdahale ediyor. Ben, burada, askeri hiç suçlu görmüyorum. Burada, sivil otorite olması lazım. Aşağıya geldim, 10-12 tane sürü, dağın tepesine sürülmüş, yanda bir ova var. Oradaki kumandana dedim ki, arkadaşım, şu sürüleri burada dağa salacağınıza, saat 8'den sonra, şu ovaya gitsin; peki dedi. Efendim, kumandanımız yukarıda dedi. Gittik assubaya, 5-6 kilometre de yukarıya gittik; assubay, peki bırakırım dedi; geldi, yine bırakmadı.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakın, bu insanlarımız, çok büyük sıkıntı içerisinde yaşıyor. Hele o göçerlerimiz, hayvanlarını getiriyorlar, dağda, yaylalara çıkarmak için ne büyük sıkıntılar görüyorlar. O insanların şu Türk ekonomisine yaptığı katkıyı kimse yapmıyor; ama, o insan, üç aylık, beş aylık bebeğini, kışın çamurda, eşek sırtında götürüyor. Bu insanların ıstırabını görmek lazım.

Bizim memlekette, Tunceli'de, daha geçen şeye kadar gıda ambargosu vardı; nasıl olduysa, kaldırdılar. Arkadaşlar, kendi paranızla, kendi evinize ekmek getiremiyorsunuz, şeker getiremiyorsunuz. Bunlar geçti diyoruz; kaldırın bunu, gidelim... Bakın, Sayın Evliya Parlak, gelin, gidelim, bölgeyi gezelim dedi. Şimdi, sivil olarak, Meclis olarak olaya el koymamız lazım.

Şimdi, bu insanlarımız, artık, yaşadıkları onbeş senelik bir ıstırabın, acının, kime, kimin tarafından yapıldığını ve teröre... Güvenlik kuvvetlerimize teşekkür ediyorum; esasen, tabiî ki, güvenlik kuvvetlerimiz, askerimiz, polisimiz önledi; ama, halkımız da buna katkıda bulundu. Halkın destek olmadığı bir hareket başarıya ulaşamaz. O silahlı örgütleri içinde barındırmadılar, onlara karşı çıktılar.

Şimdi, Sayın Bakan, çıksın, yahu, şurada şu kadar silahlı adam var desin. Varsa da, olabilir, nerede olduğu da biliniyor; ama, birileri, bu olağanüstü hali kaldırmak istemiyorsa, lütfen, hükümet de bir kişilik göstersin efendim! Çıksın...

Sayın Bakan, senin görevindir; çıkıp, bu kürsüde, bana gerekçeyi açıklamak zorundasın. Benim ilimde, insanların yaşama hakkı her an denetim altında olamaz.

Arkadaşlar, ben milletvekiliyim; bir yerden bir yere serbest gezemiyoruz. Yani, bunun acısını siz görmüyorsunuz; ama, Tunceli, Diyarbakır, Şırnak, Hakkâri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin illeri değil midir?! Burada yaşayan insanların ıstırabı sizi hiç rahatsız etmiyor mu?!

Kimse terörü desteklemiyor değerli milletvekilleri. Kaldıralım; kış geldi. Zaten, kışın, silahlı adamların dışarıda gezmesi mümkün değil; o halde, kaldıralım dört ay. Eğer, hakikaten, burada bu olaylar devam ederse, o zaman yine koyarız arkadaşlar. Yani, hükümetimiz getirsin. Biz de, zaten insanlarımızı ölüm tehdidi altında yaşatmak da istemiyoruz. Biraz önce Sayın Dengir Fırat da çok güzel şeyler söylediler, teşekkür ederim; Anayasanın 119 uncu maddesinde deniliyor ki "ağır ekonomik bulanımlar olduğu zaman sen olağanüstü hal ilan edebilirsin." Peki, bu hükümet zamanında, şu anda, Türkiye'de ağır ekonomik bunalımlar yok mu? Türkiye'de asker öldüren insanların suçundan daha ağır ekonomik suçlar işlenmiyor mu? Devleti yok ediyorlar arkadaşlar. Nihayet, işte, bir terörist, çıkıyor, üç beş tane insanı öldürüyor; ama, vergi kaçakçılığı yapmak suretiyle, ihalelerde rüşvet almak suretiyle, hayali ihracat yapmak suretiyle, bankaların içerisini hortumlamak suretiyle suç işleyenler, bu memlekete, bu millete ve bu ekonomiye, o dağda silahla gezen insanların bin misli zarar veriyorlar.

O halde, Sayın Bakan, eğer, siz, hükümetseniz, eğer, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve halkını düşünüyorsanız, Anayasanın 119 uncu maddesine göre olağanüstü hal ilan edin ve siz, ancak, o olağanüstü halle, o bankaları hortumlayanların, ihalelerde rüşvet alanların ve hayalî ihracat yapanların hakkından gelebilirsiniz. Aksi takdirde, gelemezsiniz; çünkü, bunun için özel bir sistem getirmiş Anayasamız.

Şimdi, ben, bu hükümeti de anlamıyorum. Biraz önce Sayın Evliya Parlak da söylediler, bir ortağı çıkıyor Bingöl'de diyor ki "olağanüstü hal uzatılmamalı." Sayın Mesut Yılmaz, bir de yiğitlik yapıyor "efendim, ben, banka hortumlayanların affa sokulmasını istemiyorum" diyor; burada da "banka affını DSP istedi. Yani, ne yapalım, bizim ortağımız istiyor, biz de bunu kabul edeceğiz" diyor. Şimdi, gidiyor, o banka patronlarının kulağına " yahu, ben böyle söyleyeceğim -kamuoyunda, tabiî, itibar toplamak için- yine siz merak etmeyin; biz el altından bu affı çıkaracağız" diyorlar.

Değerli arkadaşlarım, politikacılar sözüne güvenilir olması lazım, Meclis kürsüsünde söylediği sözün aynısını dağın başında da söylemesi lazım. Yani, insanlar itibarı böyle kazanır. Yoksa, sen, burada başka konuş, orada başka konuş; bu olmaz.

Tabiî, şimdi, zamanım çok az; bazı ufak tefek şeyleri de söylemek istiyorum.

Bakınız, mademki siz, bu dört ilde olağanüstü hal ilan ediyorsunuz, olağanüstü hal altında yaşayan insanların temel hak ve özgürlüklerini askıya alıyorsunuz; o halde, onlar için de özel bir ekonomik program getirin. Orada, işsizlik... Devletin yatırımı yok, özel şahsın yatırımı yok, o halde, işsizliği önlemek için özel bir program getirin, belediyelere özel bir para yardımı yapın; orada işsiz olan insanlara belli bir para yardımı yapın... Değerli arkadaşlarım, bunların hiçbirinin üzerinde durulmuyor.

Mesela, bu sene, yavaş yavaş bu terör azaldığına göre, dağda mayınlı araziler var, bunları hemen ciddiyetle kontrol altında tutmak lazım. Dağlarda, atılan ve patlamayan bombalar var. Mesela, bu sene iki vatandaşımız, bomba patladı, öldü. Bunları, artık, bu hükümetin ciddiyetle ele alması lazım.

Bu bölgede en önemli sıkıntılardan birisi de -biraz önce Sayın Fırat da, Sayın Evliya Parlak da söylediler- bu yardım ve yataklık suçu.

Sayın milletvekilleri, bakın, uzun yıllar dağda terörist olarak gezip, insanları, askeri, polisi öldüren kişilerin büyük bir kısmı geldi, itirafçı oldu. İtirafçı olunca, o dağda gezdiği zaman kendisine yardım etmeyen kişileri de "bana bunlar yardım ve yataklık etti" diye çok masum insanları ele verdi değerli milletvekilleri. Bakın, buna inanmanızı istiyorum. Araştırmak lazım.

Şimdi, bu kadar şartlar içerisinde, bu insanları, bence, Anayasanın 87 nci maddesi kapsamına sokulmuyor. Yani, buna engel denilse bile, ben, o kanaatte değilim; çünkü bu, asıl suç değil, ferî suçtur; bunu da, af getirilecekse...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Genç, 1 dakika içerisinde toparlayınız.

KAMER GENÇ (Devamla) - Sayın milletvekilleri, tabiî, sıkıntılarımız çok, acılarımız çok. Bunu yaşayan bilir. Bu kısa zaman içerisinde çok şey söylemek de mümkün değil; ama, inanmanızı istiyorum, bölgemizde büyük miktarda sükûnet sağlanmıştır. Belki tek tük dağda gezen insanlar vardır ve bunlar da silah kullanmamaktadır. Öyle görünüyor.

Sayın milletvekilleri, sizden ricam, vicdanınızın sesini dinleyin ve bu olağanüstü hali kaldırın. Millî Güvenlik Kurulu böyle istemiş diye, biz, hepsine de aynı şekilde karar vermek zorunda değiliz. Millî Güvenlik Kurulu bir anayasal kurumdur, tabiî ki bizim kardeşlerimizdir, dostlarımızdır, bu memleketin kaderini onlar da belirliyor; ama, biz halkın temsilcileriyiz. Halkın temsilcileri, gerektiği zaman memurların önüne geçip karar vermelidir değerli arkadaşlarım. Bu, önemli bir adım olur.

Bakın, Avrupa Birliğine giriyoruz; deniyor ki, olağanüstü hali kaldırın... Yani, ben, sizin inanmanızı istiyorum ki, şartlar müsaittir kaldırmak için. Çıksın, bakan, tersini söylesin arkadaşlar. Bir hükümet, olağanüstü halin uzatılması için tezkere getirip, gerekçesini söylemez mi arkadaşlar!.. Dünyanın neresinde böyle bir şey var?! Bunu lütfen söylesin. Eğer, inanınız, dünyanın bir yerinde böyle bir şey varsa, ben milletvekilliğinden istifa ederim. Çıksın Sayın Bakan, bunu açıklasın.

Saygılar sunarım. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Genç.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Aslan.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın hatip, Genel Başkanımızı ilzam edici bir konuşma yaptı; müsaade ederseniz, yerimden bir iki cümleyle cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN - Açıklamada bulunacaksınız...

Buyurun.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Gazete bilgilerine dayalı afakî ve demagojik beyanlarla, Genel Başkanımızın afla ilgili görüşlerinden bahsetti. Af yasa tasarısı taslağı henüz genel başkanlara intikal etmiş, partiler kendi aralarında çalışmaktadırlar. Genel Başkanımız, hiçbir şekilde, bu tür bir görüş ifade etmediği gibi, ortağımız olan Demokratik Sol Partinin de herhangi bir ilzamı yoktur; bunu Genel Kurula arz etmek istiyorum. Bu, Sayın Genç'in alıştığımız konuşma tarzı ve üslubudur; bunu da Sayın Genel Kurulun değerlendirmesini talep ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bunu, ben demiyorum ki, kendilerini destekleyen gazeteler yazıyor.

BAŞKAN - Biz, Sayın Aslan'ın beyanına itibar ederiz.

Sayın milletvekilleri, görüşmeler tamamlanmıştır.

Tezkereyi tekrar okutup, oylarınıza sunacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28.6.2000 tarihli ve 699 sayılı Kararı uyarınca Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.11.2000 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay süreyle uzatılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı, Bakanlar Kurulunca 2.11.2000 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

   Bülent Ecevit

         Başbakan

BAŞKAN - Tezkereyi kabul edenler... Etmeyenler... Tezkere kabul edilmiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, konuşmamda "bir asker öldürmekten daha fazladır" diye bir cümle kullanmışım, yanlış anlaşılır diye Grup Başkanvekilimiz ikaz etti. Benim oradaki maksadım şu: Yani, banka hortumlayan... Yani, dağda gezen bir terörist bir asker öldürüyor, tabiî, o büyük bir suç da; ama, banka ve bunun benzerini soyanlar, onbinlerce asker öldürüyormuşçasına suç işliyor anlamında kullandım. Yanlış anlaşılmasın efendim.

BAŞKAN - Düzeltme isteği; peki, teşekkür ederiz Sayın Genç.

Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

Bazı komisyonlarda boş bulunan ve Fazilet Partisi Grubuna düşen üyelikler için gösterilen adayları okutup, ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

V. – SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – Millî Savunma; Millî Eğitim; Çevre; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme ve Dilekçe Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim.

BAŞKAN - Millî Savunma Komisyonunda boş bulunan bir üyeliğe İstanbul Milletvekili Bahri Zengin aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Millî Eğitim Komisyonunda boş bulunan bir üyeliğe, Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Çevre Komisyonunda boş bulunan bir üyeliğe, Yozgat Milletvekili İlyas Arslan aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda boş bulunan bir üyeliğe Giresun Milletvekili Turhan Alçelik aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda boş bulunan iki üyeliğe Bayburt Milletvekili Suat Pamukçu ve Konya Milletvekili Teoman Rıza Güneri aday gösterilmişlerdir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunda boş bulunan iki üyeliğe, Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün ve Konya Milletvekili Veysel Candan aday gösterilmişlerdir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Dilekçe Komisyonunda boş bulunan üç üyeliğe, Ankara Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin, Bursa Milletvekili Faruk Çelik ve Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu aday gösterilmişlerdir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyoruz.

Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

1 inci sırada yer alan, Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22 arkadaşının, ithal kömür uygulamasının yeniden değerlendirilmesi ve kömür üreticilerinin içerisinde bulunduğu durumun araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin öngörüşmesine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1- Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22 arkadaşının, ithal kömür uygulamasının yeniden değerlendirilmesi ve kömür  üreticilerinin içinde bulunduğu durumun araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/9)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

Geçen birleşimde, Fazilet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Doğru Yol Partisi ve Demokratik Sol Parti Grupları adına konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, Anavatan Partisi Grubu adına, Kırıkkale Milletvekili Nihat Gökbulut konuşacaktır.

Buyurun Sayın Gökbulut. (ANAP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 20 dakika.

ANAP GRUBU ADINA NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kütahya Milletvekilimiz Ahmet Derin ve 22 arkadaşının, Ankara'nın hava kirliliğini önlemek amacıyla ithal edilmesine müsaade edilen yabancı kömür, petrokok ve buna bağlı olarak yerli kömür üreticilerinin ürettiği kömürü satamaz hale getirilmesi hakkında Meclis araştırması açılması amacıyla verdiği önerge hususunda, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi ve aziz milletimi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama görevi yanında denetim görevini de yerine getirmektedir. Türk Milleti adına hareket eden Yüce Meclis, Türk Milletini temsilen, yürütmeyi temsil eden hükümet ile bağlı kurum ve kuruluşların harcamalarını ve faaliyetlerini denetlemekle yükümlüdür. Anayasamızın 98 inci ve İçtüzüğün 104 üncü maddeleri, Meclisimize bu konuda denetim ve araştırma yetkisi tanımıştır.

Bu bağlamda, Ankara'da hava kirliliğini önlemek amacıyla yabancı kömür ve petrokok ithaline müsaade edilmesiyle yerli kömür üreticilerinin zor durumda kaldıkları ve ürettikleri kömürü satamadıkları gerekçesiyle verilen Meclis araştırması önergesini müzakere edeceğiz.

Bu önergenin müzakeresinde iki önemli konu ve mesele dikkatimizi çekiyor: Biri, hava kirliliği ve buna bağlı olarak ekolojik şartlar; diğeri ise, ülkemizdeki kömür üretimi, pazarlaması ve buna bağlı olarak enerji sorunları.

Hava kirliliği aslında bir netice olup, sebepleri, çevre sorunlarından, ekonomik darboğazdan, çarpık kentleşmeden kaynaklanmaktadır. Düşük kalorili ve kükürt oranı yüksek, niteliksiz kömür kullanımı, hava kirliliğinin başlıca sebebidir.

Gideceğimiz başka bir Türkiye olmadığına, göç edeceğimiz başka bir dünya olmadığına göre, çevre sorunları, öncelikli ve birinci sorunlardır. Mesele, Türkiye'de üretilen kömür meselesi olmayıp, çevre sorunları ve hava kirliliğidir.

Unutmayalım, korkunç olandan korkarsak, en büyük felaket yaklaşmaktadır. Korkunç olan felaket ise, ekolojik dengenin bozulmasıdır; soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun, yediğimiz gıdanın, kullandığımız toprağın, yaşadığımız çevrenin, insanın ve insanlığın çevreyle birlikte bozulmasıdır.

Nüfus arttıkça, teknoloji geliştikçe, insanların refahı arttıkça ve en önemlisi, toplumsal sorumluluk azaldıkça, dünyada ve çevremizde, yaşanabilir, olumlu şartların azaldığına tanık olacağız.

İnsanlar, çevre kirleniyor; fakat, gelişen teknoloji nasıl olsa halleder yanılgısı ve açmazı içerisindedirler. Oysa, fosil yakıtların yanması sırasında oluşan karbondioksit gazını ortadan kaldıracak teknoloji halen icat edilmemiştir.

"Çevre, piyasa ekonomisi kapsamına alınmadan korunamaz; ama, çevrenin bir fiyatı yok. Çevrenin değeri dediğimiz zaman, aklımıza tek gelen değer var; sıfır. Temiz hava alınıp satılamaz; hava bedavadır. Kimse bunun fiyatı olabileceğini aklına getirmez. Bu nedenle, hava, ekonomik bakımdan sanki değersizmiş sayılır. Çevrenin bir alım satım değeri ve piyasası yoktur. Akan suyun parasal değeri nedir?  Sessizliğin değeri var mıdır? Temiz toprağın değeri var mıdır? Bir parasal değeri olmadığı için de, tüm çöpleri suya ve toprağa atmakta hiçbir sakınca görmeyiz. Havayı kirletebiliriz, toprağın yok olmasına seyirci kalabiliriz. Neden;çünkü, hava, su, toprak, sessizlik için para ödemiyoruz. Bir şeyin parasal değeri yoksa, istismar edilir; ama, değeri varsa, korunur."

Evet, bu sözler ünlü bir çevre profesörünün sözü. Parasal değeri yok; ama, kirlenen havanın, temiz olmayan suyun, kısırlaşan toprağın insanlığa çok büyük bedeli ve faturası var. Fosseptik haline gelen Marmara Denizinin, İzmit ve İzmir Körfezinin eski temiz haline getirilmesinin maliyetini düşünebiliyor musunuz? Kirlenen, sanayi artıklarıyla ölen Gediz ve Menderes ırmakları acaba kaç milyar dolara temizlenebilir? Bu tespitleri uzatabiliriz.

Gelişmiş ülkelerde, bozulan çevrenin eski halini alması, çevrenin korunması ve yaşanabilir hale getirilebilmesi için yapılan yatırımlar, sanayileşme sürecinde teknolojiye harcanan tutarlardan daha fazladır.

Türkiye, kentleşme ve sanayileşme sürecinde gelişmiş sanayi ülkelerinin bu deneyimlerinden yararlanmalıdır; gelişmiş ülkelerin sanayileşme sürecinde bozdukları ekolojik dengeden çıkardıkları derslerden ibret almalıdır. Amerika'yı yeniden keşfetmeye hiç gerek yok. Bir zamanlar Ankara'da, Türkiye'nin başkentinde hava kirliliğinden kuşların öldüğünü, maskeyle soluk alındığını, gündüzün gece gibi karardığını ne çabuk unutuyoruz. Düşük kalorili, kükürt oranı yüksek kömürler satılsın, ne önemi var; Ankara'nın havası kirlensin, ne önemi var; insanlar ölmüyor ya, bu bizim için yeterli!

Değerli milletvekilleri, 1952 yılında Londra'da şehir merkezinde havadaki kükürtdioksit ve kömür tozu -partiküllerin- yoğunluğundan 3 000 kişi solunum yetersizliğinden ölmüştür. Bugün Londra'da hava kirliliğinden insanlar ölmüyor; çünkü, meskenlerin teshininde -ısınmasında- kükürt oranı yüksek, düşük kalorili kömür kullanılmıyor. Bozdukları ekolojik dengeyi çok büyük yatırımlar ve maliyetlerle düzelttikleri için, bugün Londra'nın havası temiz.

Alınan tedbirlerle eskiye göre Ankara'nın havası nispeten temiz olmuştur. Artık kuşlar ölmüyor, insanlar da maske takmıyor; fakat, dikkat ediniz, kaçak sokulan düşük kalorili kömürler sebebiyle çok temiz bir Ankara'yı da göremiyoruz. Son günlerde Çankaya'dan Ankara merkezini şöyle bir temaşa ederseniz, hiçbir şey göremezsiniz; çünkü, satılsın diye iddia ettiğimiz yerli, vasıfsız kömürler kaçak olarak kullanıldığı için hava, maalesef, kirlenmiştir.

İşte, bir gazetenin bir hafta önceki başlığı: "Hava kirliliği hortluyor. Ankara'da 1970'li yılların sonunda, 1980'li yılların başında yaşanan yoğun hava kirliliği sorunu yeniden ortaya çıktı." Bu bir çevre sorunudur ve tümüyle çözmek, asgarî açıdan, bizim görevimizdir.

İthal kömür, doğalgaz, elektrik veya başka enerji alternatiflerinin        -maliyeti ne olursa olsun- bedeli, hava kirliliğinin meydana getireceği maliyet ve zarardan fazla olamaz. Alternatif ekonomik çözümler bulabiliriz; herhangi bir şekilde insanlarımızı doyurabiliriz, giydirebiliriz, barındırabiliriz, ısınmasını temin edebiliriz; ancak, yitirdiğimiz doğayı, çevreyi ve temiz havayı bulamayız. Tabiat, insan olmadan yaşar; ama, insan, tabiat yok olduktan sonra yaşayamaz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yaşanabilir temiz bir çevrede solunabilir bir hava mı, yoksa, ekonomik çıkarlar uğruna kükürt ihtiva eden düşük kalorili kömür kaynakları mı?.. Bu paradoksa, geleceğimizi ve gelecek nesilleri düşünerek cevap vereceğiz. Dikkatinizi çekiyorum; 3,7 litre benzin 3 milyon litre içmesuyunu kirletiyor; 1 litre kullanılmış motor yağı, 800 000 litre içmesuyunu zehirleyebiliyor; saatte 300 000 dönüm, yani, dakikada 50  dönüm orman yok oluyor; pazar günleri okuduğumuz gazeteler için, yılda 500 000 ağaç kesiliyor. Son kırk yılda, dünyadaki kirlenme oranı yüzde 55 oranında artmıştır. Evet, dünya tehlikede. Onu bu tehlikeye sürükleyen sebeplerin başında, sanayileşmiş Batı medeniyetlerinin gelişmesi yer alıyor. Buna "beyaz tehlike" diyoruz. Son yıllarda yayınlanan ve çok satan kitapların çoğunun başlığı aynı: "Dünyanın Sonu." Seyrettiğimiz ünlü filmlerin ismi de buna yakın: "Kıyamet Günü." O halde, ne yapacağız; çevre mi teknoloji mi, temiz hava mı kömür mü? Ülke gerçekleri ve bilimin ışığında ve doğrultusunda her ikisi de...

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görünebilir linyit rezervlerimiz 8,7 milyar ton olup, 1998 yılı üretimimiz 67 milyon ton; ancak, bu üretimin sadece 6 milyon tonunu konut ve hizmette kullanıyoruz. Çevrim santrallarında kullanılan miktar, 53 milyon ton. Bunun sebebi, rezervlerimizin yüzde 90'ına yakınının düşük kalorili kömür olmasıdır. 1997 yılında, 10 milyon tona yakın linyit ve kok kömürü ithali için 624 milyon dolar ödemişiz. Bu miktar, şüphesiz, yüksektir; ancak, bunun 4 milyon tonunu demir-çelik endüstrisinde kullandığımızı bilmenizi istiyorum.

Yerli üreticilerin korunması açısından alınacak tedbir, fon uygulanmasıdır; buna da katılıyoruz. Avrupa Birliği dışındaki ülkelere yüzde 10 fon uygulaması, bu açıdan olumlu bir adımdır.

Netice olarak, ısınma amaçlı olarak kullanılan linyit sebebiyle, özellikle büyük şehirlerde 1980'li yıllarda gözlenen hava kirliliği, linyitin yüksek kaliteli ithal taşkömürü ve doğalgaz ile ikamesi neticesinde, önemli derecede düşürülmüştür. Petrokokun ithalini uygun görmüyoruz; kanserojen iddiaları vardır, doğrudur da; ama, doğalgazın konut ve ticarethanelerde kullanımının yaygınlaştırılması çalışmalarının devamını desteklemeliyiz. Doğalgaz, dışa bağımlılık değildir, temiz enerjidir ve Avrupa'nın tümü dışarıdan ithal olarak doğalgazı kullanmaktadır. Şehirlerdeki kirliliğin azaltılması politikası çerçevesinde, konutlarda kullanılan linyitin doğalgazla ikamesi hususu hükümetçe desteklenmektedir ve doğru bir politikadır.

Bu şartlar altında, özellikle büyük şehirlerimizde, hava kirliliğine mani olmak amacıyla, kükürt oranı yüksek, düşük kalorili linyit kömürlerinin kullandırılmaması, alternatif enerji kaynaklarının tercih edilmesi, doğru bir karardır.

Daha temiz bir dünya ve yaşanabilir bir Türkiye dileğiyle, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Gökbulut.

Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Önerge sahibi sıfatıyla, Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Derin, süreniz 10 dakika; buyurun.

AHMET DERİN (Kütahya) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

14 Mayıs 1999'da vermiş bulunduğum Meclis araştırma önergesi, ancak 17 ay sonra görüşülebildi, görüşülmeye başlandı; 31 Ekim 2000 günkü Genel Kurul toplantısında da yarım kalmıştı. Bugün, son konuşmacı olarak huzurlarınızdayım.

Benden önce, grup adına konuşan DSP temsilcisi arkadaşımız ile Anavatan Partisi adına konuşan arkadaşımız, Meclis araştırma önergesine evet dememek için, belli gerekçelerle bazı ifadelerde bulundular. Ben, öncelikle bunu düzeltmek istiyorum; bir.

Verdiğimiz önerge, Ankara'da ithal kömür kullanılmasın, doğalgaz yakılmasın anlamında bir önerge değildir. 1987 öncesi, Ankara'da, değişik yerlerden gelen kalitesiz kömürlerden dolayı korkunç bir hava kirliliği vardı ve o günkü hükümet değil, o günkü belediye başkanı değil, Yüksek Planlama Kurulu, Belko Şirketini de görevlendirerek, Ankara'ya, Güney Afrika'dan, yüzde 1'den daha küçük oranda kükürt içeren ithal kömürün getirilmesine karar verdi. Karar verildi; ama, bu karar sadece Ankara'yla bağımlı kalmadı. İkinci, üçüncü, dördüncü derecede hava kirliliği olan illerde de, yerli kömürlerimiz olmasına rağmen, kullanılması gerekliliğine rağmen, bu kapıdan, Rusya kömürleri, dünyanın değişik ülkelerinden kömürler ithal edilmeye başlandı. Yine, bu kapıdan hareket edilerek ülkemize petrokok ithali başladı ki -bugün 1,5 milyon ton petrokok geliyor, yerli kömürün 5 milyon tonuna tekabül etmekte- yüzde 8, yüzde 9, yüzde 11 oranında kükürt içeren petrokoklar da girmeye başladı.

Biz, katiyetle, doğalgaz gelmesin, Güney Afrika'dan -veyahut da dünyanın neresinden olursa olsun- yüzde 1'in altında kükürt içeren kömür gelmesin, Ankara'da yerli kömür yakılsın demiyoruz, birinci derecede hava kirliliği olan bölgelerde kömür yakılsın demiyoruz. Hangi çimento fabrikası şehir dışında kalmıştır ki, yüzde 2, yüzde 3 kükürt içeren, partikülü yüksek olan, kendi üretimimiz olan fuel-oilimizi yasaklamışız; ama, yüzde 8 kükürt içeren, hatta ve hatta kanserojen etkisi olan petrokoku -ki, petrokok gelişmiş ülkelerde bir petrol ürünüdür- çimento fabrikalarında, sanayide serbest bırakmışız. Ne biçim çevrecilik anlayışı ki, yüzde 1 ile yüzde 2 kükürt içeren yerli kömürleri yasaklıyoruz, yüzde 8 ve yüzde 9 kükürt içeren, kanserojen etkisi olan, hatta gelişmiş ülkelerin zehirli atıklarının içine absorbe edilerek bedavaya gemilere yüklenip de az gelişmiş ülkelerin insanlarını zehirleyen petrokokun ülkemizde kullanımına nasıl müsaade ediyoruz?! Nasıl bir çevrecilik anlayışı bu?! Ben yadırgıyorum doğrusu.

Bundan önceki dönemlerde de ithal kömürlerle ilgili Meclis araştırması önergeleri verilmiş ve o günün iktidarı da yine reddetmiş; ancak, burada şunu ifade etmek istiyorum: 27.1.1987 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi 59 uncu Birleşimde görüşülmüş bir Meclis araştırması önergesi... O günkü DSP, DYP ve SHP sözcüleri şöyle diyorlar... Güney Afrika'dan getirilen bu kömürün, Tunçbilek yıkanmış kömüründen, Soma kömüründen daha kötü olduğunu, Çevre Genel Müdürlüğünün hava ölçüm raporuyla tespitli olduğunu; daha pahalıya geldiğini, vatandaşın ve milletin soyulduğunu, dövizlerimizin belli boğazlara gittiğini; Beykoz ve Kanlıca sırtlarında milyarlık köşk alanlarının kimlerin olduğunu; tüyü bitmedik yetimin hakkının olduğunu söyleyen DSP, aradan onüç sene geçtikten sonra diyor ki: "Yanlış bu; doğrudur." Bu ne biçim bir anlayış?!

Şimdi, Anavatan Partisi temsilcisine de buradan şunu ifade etmek istiyorum: Anavatan Partili Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı, geçen hafta buradaki sunuş konuşmasında "bu yanlıştır; bugün ülkemizde birinci ve ikinci derecede kirli illerde bile kullanılabilecek 5 000-5 500 kalorilik kömürlerimiz vardır. Temiz kömür teknolojisiyle inşa edilmiş 2 tane yıkama tesisimiz vardır. Bu kömürler ülkemizde mevcuttur; niye dışarıdan alıyoruz? Bu bir çöküntüdür, krizdir ve bir çöküntü meydana getirmiştir" diye ifade ettiler.

Burada bir konuya daha değinmek istiyorum. Şimdi diyoruz ki: Güney Afrika'dan, kükürt oranı yüzde 1'in altında olan kömürler ithal ediyoruz. İşte, elimde, Güney Afrika İhracatçılar Birliğine gönderdiğimiz bir yazı var. O yazıda deniliyor ki: "Yüzde 1'den daha düşük oranda kükürt içeren kömürler varsa satın alacağız." Güney Afrika İhracatçılar Birliğinin cevabında deniliyor ki: "İstediğiniz düşük uçuculu parça kömür özelliklerine tamamen uyan bir kömür ülkemizde mevcut değildir." Elimde belge... Pekala, Güney Afrika'da kükürt oranı yüzde 1'in altında kömür olmadığını Güney Afrika İhracatçılar Birliği kabul ediyor da nasıl ithalat yapılıyor? İthalat şu şekilde yapılıyor: İskenderun Limanına gemiyi getiriyor. Getirdiği malın kalitesinin ne olduğunu, kükürt oranının yüzde 1'in altında olup olmadığını ispatlaması lazım. İki tane yabancı gözetim firması geliyor, bakıyorsunuz ki binde 93; yani, yüzde 1'in binde 7 altında. Aynı kömürü alıyoruz, götürüyoruz,  MTA'nın laboratuvarlarında tahlil ettiriyoruz; yüzde 1,07, yüzde 1,09. Yüksek!..

Bir konu daha var; onu da, burada, devletin resmî kayıtlarından ifade etmek istiyorum. Grafiğini çıkardım. 1984 öncesinde hakikaten korkunç bir hava kirliliği vardı. Değişik birçok kömür geliyordu; kükürdü yüksek kömürler, kalorisi düşük kömürler... O zaman için TKİ, kendi üretimine, satışı karşılığında, oradaki çalışanlara prim veriyordu, destek veriyordu; taş, toprak, ne varsa buraya geliyordu.

1983 yılında 35 000 ton numune kömür getirildi. Askerî yönetim var o zaman, sıkıyönetim var, askerler başta; tutuyorlar, bu kömürü numune olarak MTA'da tahlil ettiriyorlar. MTA'nın raporunda deniliyor ki: "Yıkanmış Tunçbilek kömürü kireçle karıştırılacak olursa, ithal kömüre gerek yok." İthal kömür 1993 yılında kesiliyor. 1994 yılında yıkanmış Tunçbilek kömürü ve Soma kömürü kireçle karıştırılarak getiriliyor. Şu, yıkanmış Tunçbilek kömürünün kullanıldığı dönemi, şu da, Güney Afrika'dan getirilen ithal kömürün kullanılmaya başlandığı dönemin hava grafiği. Burada, sadece partikül değerlerinde yükseklik var; ama, S2, kükürt -esas zehirleyici olan- değerinde düşme yok. Ne yazık ki, kendi kömürlerimizden daha yüksek bir S2O değeri burada mevcut. İşte, kuşlar ölüyormuş da, bilmem neler oluyormuş... Yani, sadece, Anavatan temsilcileri mi çevreci?!

Şimdi, bir konuyu daha burada dile getirdikten sonra, niçin Meclis araştırması önergesi verilmesi gerekiyor... Dünyada belli stratejiler var. Gelişmiş ülkeler var, gelişmekte olan ülkeler var. Onlar, bakın, sürdürülebilir kalkınma diye bir şey çıkardılar. Evet, biz de arzuluyoruz; ama, azgelişmiş ülkeleri kandıracak bir slogan diye bakmaya başladım ben buna. Greenpeace, petrol kartellerinin finansmanıyla Aliağa Rafinerisinin önüne çıkıyor "burayı kapatın..." Ee, kapatsan, sen, denizmotoru akaryakıt kullanıyor, buna binemeyeceksin. Şimdi, kraldan daha fazla kralcı olmak bize yakışmaz.

650 milyon dolar para harcıyoruz. 14 milyon ton üzeri açılmış kömür var. Burada TKİ temsilcileri var, Enerji Bakanlığının temsilcisi de var. 14 milyon ton, 1 katrilyona varan bir değer, cayır cayır yanacak şimdi. O zaman ne yapalım; tüketim ve üretim planlaması yapalım. Birinci derece bölgelerde ithal kömür kullanılsın, kükürdü çok düşük olan kullanılsın; ama, Bitlis'te, Diyarbakır'da. 6 500 kalorilik kömür istiyor  Diyarbakır'da, Bitlis'te 3 000 kalorilik kömür...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Derin, 1 dakika içinde toparlayınız.

AHMET DERİN (Devamla) - Hemen.

Demek ki, mahallî çevre il kurulları, ilmî olmadan, bazı hissî veyahut da meseleyi kavrayamadıklarından belki, böyle bir karar veriyorlar. Bu lügat, bu tabir, bu cümle de benim değil, DSP'nin Genel Başkanı, hükümetimizin Başbakanı, Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü, Başbakan adına Müsteşar Ahmet Şağar, kendi adıyla, bir genelge yayımlıyor bütün illere; diyor ki: "Son yıllarda, özellikle büyük illerimizde önemli bir sorun haline gelen hava kirliliği kömür ithalatını gündeme getirmiş; ancak, son dönemlerde, hava kirliliği oranı makul kabul edilebilecek illerde dahi yeterli inceleme, bilimsel araştırma yapılmadan ithal kömür kullanılmaya başlanmıştır. Kömür ithalatı aşırı miktarda artış göstermiş, buna karşın sağladığı katkılar ve ülkemiz ekonomisine ve madencilik sektörüne getirdiği problemler yönünden değerlendirildiğinde, ithal kömürün çok pahalıya mal olduğu müşahede edilmektedir."

Bu genelge, Başbakanlık tarafından yayımlanmış; DSP "hayır, böyle bir şey yok" diyor. Şimdi Meclisin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET DERİN (Devamla) - Sayın Başkan, bir cümleyle bağlıyorum.

BAŞKAN - Sayın Derin, uzatma yapamıyorum biliyorsunuz, süre veremiyorum; bir sefer veriyorum, ikinci eksüre hiç vermedim bugüne kadar.

AHMET DERİN (Devamla) - Sizin de iktidar partisi milletvekili olduğunuz anlaşılıyor. Millet bunun hesabını sizden soracaktır.

Saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Derin.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?..

BAŞKAN - Buyurun Sayın Tümen.

AYDIN TÜMEN (Ankara)- Sayın Derin az önceki konuşmasında bir iddiayı gündeme getirdi; Demokratik Sol Partinin onüç yıl önce farklı bir görüş, bugün ise daha farklı bir görüş öne sürdüğünü söyledi. Sanıyorum, Sayın Derin'in, 1987 yılında Demokratik Sol Partinin Parlamentoda olmadığını bilmiş olması gerekirdi. Bu yanlışın mutlaka düzeltilmesi gerekir diye düşünüyorum ve Sayın Derin'den bir açıklama bekliyorum.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim.

AHMET DERİN (Kütahya) - Sayın Başkan, 1987'de aynı önerge verildikten sonra 1993 yılında da aynı önerge verilmiş aynı tarzda. 1993'te ki, DSP burada mevcuttu.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - 1987'den bahsettiniz Sayın Derin.

AHMET DERİN (Kütahya) - Hem 1987'de hem 1993 yılında, iki kez bu önerge burada konuşulmuş ve DSP'nin temsilcileri aynı tabirleri kullanmışlar. Birleşim tutanaklarına bakabilirler Sayın Başkan.

BAŞKAN - Anlaşıldı efendim; teşekkür ederiz.

Görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunuyorum: Meclis araştırması açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir. (FP sıralarından "Bravo"sesi, alkışlar [!])

Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldik; yeni bir işe başlamak için süre yeterli değil.

Bu nedenle, saat 20.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati:18.55


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.00

BAŞKAN: Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Mehmet BATUK (Kocaeli), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 18 inci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

Çalışmalara kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Alınan karar gereğince, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in cezaevlerinin içinde bulunduğu genel durum konusunda Anayasanın 98, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergeleri üzerindeki öngörüşmelere başlıyoruz.

VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

2. – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in cezaevlerinin içinde bulunduğu genel durum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/14)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

İçtüzüğe göre, genel görüşme açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahibi için 10 dakikadır.

Sayın Hükümet söz istemiştir.

Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerimizin genel durumu ve bu konuda alınması gereken önlemlerin tartışılması için, Anayasamızın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 101, 102 ve 103 üncü maddeleri gereğince genel görüşme açılmasına ilişkin önerge dolayısıyla huzurunuzda bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, cezaevleri sorunu hakkında genel görüşme açılması isteğini memnuniyetle karşıladığımızı ifade etmek isterim, çünkü, böyle bir genel görüşmede, ceza ve tutukevlerimizin genel durumunu hep birlikte incelemek ve alınması gereken önlemleri birlikte belirlemek fırsatını bulacağımıza inanıyorum.

Türkiye, 65 milyon nüfuslu büyük bir ülkedir. Ülkemizde, 515 kapalı cezaevi, 36 açık cezaevi, 1 çocuk cezaevi, 1 kadın cezaevi ve 3 çocuk ıslahevi olmak üzere, toplam 556 ceza infaz kurumu ve tutukevi bulunmaktadır. Ceza ve tutukevlerimizde 31 194 kanunî kadro bulunmasına karşılık, 25 122 personel çalışmaktadır. Halen ceza ve tutukevlerimizde 73 748 hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır. Oysa, ceza ve tutukevlerimizin toplam kapasitesi 72 575 kişidir. Dolayısıyla, ülkemizdeki ceza ve tutukevleri, toplam kapasitelerinin çok üstünde hükümlü ve tutukluyu barındırmaktadır. Ceza ve tutukevlerinin bugünkü hükümlü ve tutuklu mevcudu, cumhuriyet döneminin en yüksek rakamıdır.

57 nci hükümetin göreve başladığı Mayıs 1999 sonundan bugüne kadar, ceza ve tutukevlerimizde, insan haklarına saygılı, çağdaş devletlere yakışır bir ortam oluşturmak, asayiş, disiplin ve güvenliği tam olarak kurmak yolunda yoğun çaba gösterilmektedir. Ancak, şurası açıktır ki, ülkemiz büyük bir ekonomik ve toplumsal değişimden geçmekte, bu değişime paralel olarak, yeni suç türleri ve suçlu tipleri ortaya çıkmaktadır. Kapasitelerinin çok üstünde hükümlü ve tutuklu barındıran ceza ve tutukevlerimizde, her ay yapılan tahliyelere rağmen, hükümlü ve tutuklu sayısı ayda ortalama 372 kişi artmaktadır. Mevcut kapasite dolduğu için, bu yüksek artışı karşılamak üzere, her ay en az 372 ilave kişiyi barındıracak yeni ceza ve tutukevlerini hizmete açmak gerektiği açıktır. Bunun yapılması, her ay asgarî 5 trilyon lira tutarında bir ödemeyi gerektirdiği gibi, inşaat süresi itibariyle de bu hıza yetişmek olanağı bulunamamaktadır.

Mevcut hükümlü ve tutukluların 10 657'si terör suçlarından, 674'ü çıkar amaçlı suçlardan, geri kalan 62 417'si adlî suçlardan dolayı ceza ve tutukevlerinde bulunmaktadır. Son zamanlarda, çıkar amaçlı suç örgütleri ile bunların eylemlerinde dikkat çekici bir artış görülmektedir. Ceza ve tutukevlerinde, terör suçlarından hükümlü ve tutuklu bulunanların sayısı ise, başka ülkelerle kıyaslanmayacak kadar yüksektir.

Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde karşılaşılan sorunlar, fizikî altyapı yetersizliği, malî kaynak, mevzuat ve personel yetersizliğinden doğan sorunlar olarak, 4 ana başlık altında toplanabilir.

Fizikî altyapı yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar:

Ülkemizdeki ceza infaz kurumları ve tutukevleri, genellikle tek kişilik hücre sistemine dayalı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri cezaevlerinden farklı olarak, çok sayıda hükümlü ve tutuklunun bir arada bulunduğu koğuş sistemine göre inşa edilmiştir. Ceza ve tutukevlerinde yaşanan sorunların büyük bir bölümü, mevcut kalabalık koğuş sisteminden kaynaklanmaktadır.

Birçok büyük şehrimizde, ceza ve tutukevleri, hızlı yapılaşma nedeniyle yerleşim alanları içerisinde kalmıştır. Kurumların güvenliği bakımından tehlike oluşturan bu durum, ceza ve tutukevlerine dışarıdan çeşitli suç eşyası atılabilmesine elverişli bir ortam yaratmaktadır.

Ceza ve tutukevlerimizde 30-40, bazen 50-60, hatta 80-100 kişilik koğuşlardaki yaşam koşullarının insan onuruyla bağdaştığını söylemek güçtür. Kaldı ki, koğuş sisteminde bazı hükümlü ve tutuklular, diğerleri üzerinde bir egemenlik kurmak olanağını bulabilmektedir. Nitekim, bu hükümlü ve tutukluların, diğerlerini de yanlarına alarak topluca hareket edebildikleri, binalarda tahribat yaparak görevlileri etkisiz hale getirebildikleri, kapıları kapattırmamak, rehin almak, haraç almak, aramalara engel olmak, tünel kazmak ve firar etmek gibi eylemleri gerçekleştirebildikleri, isyan çıkarabildikleri görülmektedir.

Terör ve çıkar amaçlı suç örgütlerinde, bu tür eylemler ayrı bir boyut kazanmaktadır. Çünkü, bu tür örgütler, grup disiplinlerini ceza ve tutukevlerinde de korumakta, üstelik dışarıyla olan ilişkilerini sürdürebilmektedir. Terör örgütleri, ceza ve tutukevlerini ideolojik eğitimleri için bir alan olarak kullanmaktadır.

Değişen suçlu profili nedeniyle, terör ve mafya suçlularının artmasıyla, kalabalık koğuşlardan oluşan şimdiki sistemin bütün sakıncaları açıkça ortaya çıktığı halde, yüksek güvenlikli ve az sayıda hükümlü ve tutukluyu barındıran odalardan oluşan yeni bir cezaevi sisteminin uygulanmasında geç kalınmıştır.

Gerçekten, genel görüşme önergesini veren Doğru Yol Partisinin başında bulunduğu veya katıldığı koalisyon hükümetleri de dahi olmak üzere, birçok hükümetin görev yaptığı uzun yıllar boyunca, yeterli sayıda yeni cezaevleri açılmamıştır.

Bu arada, 1991 yılında yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanununda, bu kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar veya tutuklananlar için tek kişilik veya üç kişilik oda sistemine dayalı özel infaz kurumları inşası öngörüldüğü halde, 1999'a kadar bu yolda herhangi bir adım atılmamış, dolayısıyla kanunun gereği yerine getirilmemiştir. Üstelik, 1992'de açılan ve küçük oda sistemine dayanan Eskişehir Özel Tip Cezaevi, Doğru Yol Partisi-Sosyaldemokrat Halkçı Parti Koalisyon Hükümetinin iktidara gelmesinden hemen sonra kapatılmış ve beş yıl süreyle kapalı tutulmuştur.

Malî kaynak yetersizliğinden doğan sorunlar:

Adalet Bakanlığı, yıllardan beri genel bütçeden görevleriyle orantılı bir pay alamamaktadır. Gerçekten, Adalet Bakanlığı, 1961'e kadar genel bütçeden yüzde 3 pay alırken, sonraki yıllarda bu oran giderek azalmış, 1995'e kadar yüzde 1 veya yüzde 2'nin altındaki rakamlarda seyretmiş, 1996'dan itibaren yüzde 1'in altına düşmüştür.

Nitekim, Adalet Bakanlığının genel bütçe payı 1996'da binde 8, 1997'de binde 9, 1998'de yine binde 8, 1999'da binde 9,4 ve 2000 yılında binde 7,7 olarak gerçekleşmiştir. Bu durum, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin yapım, onarım ve araç-gereç donanımlarını da etkilemektedir. Ödenek yetersizliği, bazen araç veya yakıt sıkıntısına dönüşmekte, hükümlülerin nakil işlemlerinin gecikmesine ya da tutukluların duruşma günlerinde mahkeme önüne çıkarılamamasına neden olmaktadır.

Hükümlü ve tutukluların günlük iaşe bedeli, 1998 sonuna kadar kişi başına 400 000 lirayken, 1 Ocak 1999 tarihi itibariyle 500 000 liraya çıkarılmış, 2000 yılı için de 800 000 liraya yükseltilmiştir. İlgili kanunda ölçü olarak öngörülen erat tayın bedelinin, yani halen uygulanmakta olan 1 300 000 liranın hayli altında kalan bu parayla, hükümlü ve tutuklulara üç öğün yemek verilmesinin ve bu yemeklerin istenen kaliteye ulaştırılmasının güçlüğü ortadadır. O nedenle, zorunlu olarak, hükümlü ve tutuklulara dışarıdan yiyecek ve çiğ besin getirme izni verilmekte, bu durumsa yiyeceklerle birlikte birkısım yasadışı suç eşyasının da cezaevlerine sokulmasına olanak hazırlamaktadır.

Mevzuat yetersizliği nedeniyle karşılaşılan sorunlar:

Ceza infaz kurumlarının yönetimi, 3 maddesi ilga edilmiş 10 maddeden oluşan 14.6.1930 tarih ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun, 13.7.1965 tarih ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük ile dağınık şekildeki çeşitli mevzuat ve genelgelerle yürütülmekte olup, bu mevzuat, değişen ihtiyaçlara cevap veremeyecek hale gelmiştir.

Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda yapılan değişiklikler sonucunda, hürriyeti bağlayıcı cezalarının beşte 2'sini çeken hükümlülerin şartla tahliye edilmeleri, cezaların caydırıcılığını ortadan kaldırmıştır.

Türk Ceza Kanununun cezaların birleştirilmesine ilişkin hükümlerindeki azamî sınırlar da, sonradan işlenecek suçlardan dolayı verilecek cezaların caydırıcılığını ortadan kaldırmaktadır.

Personel yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar:

Devlet Personel Başkanlığınca, ceza infaz kurumları ve tutukevleri için öngörülen kadro sayısının 43 345 olmasına karşılık, bugünkü kadro sayımız 31 194'tür. Bu kadrolardan da, ancak 25 122'si dolu bulunmaktadır. Özellikle, sağlık, eğitim ve psikososyal hizmet uzmanları başta olmak üzere, 6 072 kadromuz boş bulunmaktadır. Hükümlü ve tutukluların yeniden topluma kazandırılmasında aktif bir rol oynayan hizmet kadrolarındaki noksanlık, infaz sistemimizin çok önemli bir sorunudur.

Çalışan personelimiz, özellikle infaz ve koruma başmemurları ve memurları, yaptıkları işin zorluğuna ve riskine rağmen, malî ve sosyal haklar yönünden çok sıkıntılı durumdadırlar. Örneğin, infaz ve koruma memurları ortalama 188 milyon, en çok 207 milyon lira maaş alabilmekte, başmemurların maaşı 220 milyon lirayı geçmemektedir. Bu maaşların, özellikle büyükşehirlerde görev yapan infaz ve koruma memurlarının temel gereksinmelerini karşılamakta ne kadar yetersiz olduğu açıktır. Bu personelin daha cesur ve kararlı görev yapabilmesi için, malî ve sosyal haklarında iyileştirme yapılması şarttır. Öte yandan, infaz ve koruma memurlarının eğitim düzeyinin yükseltilmesi de kesin bir zorunluluktur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu olumsuz koşullara rağmen, ceza ve tutukevlerimizin büyük bir bölümünde sükûnet vardır;ancak, barındırdıkları hükümlü ve tutuklular itibariyle özellikleri olan bazı kalabalık cezaevlerinde zaman zaman cereyan eden olaylar, kamuoyunu büyük ölçüde meşgul edegelmiştir; ancak, bu tür olaylar yeni değildir. Başka ülkelerde olduğu gibi, ülkemiz cezaevlerinde de istenmeyen bazı olaylar meydana gelmiştir. Örneğin, 16.2.1993 günü Nevşehir E Tipi Kapalı Cezaevinden 18 kişi, 19.2.1993 günü İstanbul Bayrampaşa Kapalı Cezaevinden 7 kişi, 3.8.1997 günü İskenderun Özel Tip Kapalı Cezaevinden 21 kişi, 7.8.1997 günü Ümraniye E Tipi Kapalı Cezaevinden 5 kişi firar etmişlerdir.

Bazen, cezaevlerinde çıkan olaylar üzerine jandarma tarafından gerçekleştirilen müdahaleler sırasında ölüm olayları meydana gelmiştir. Örneğin, 21.9.1995 günü İzmir Buca Kapalı Cezaevinde 3 kişi, 4.1.1996 günü Ümraniye E Tipi Kapalı Cezaevinde 4 kişi, 24.9.1996 günü Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevinde 10 kişi, 26.9.1999 günü Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinde 10 kişi hayatını kaybetmiştir.

Bazen, ceza ve tutukevlerinde, hükümlü ve tutuklular arasında hesaplaşma ve çatışmalar sonucunda öldürme olayları meydana gelmiştir. Bu tür hesaplaşma ve çatışmalar sonucunda, örneğin, 2.7.1996 günü Uşak E Tipi Kapalı Cezaevinde 5 kişi, 8.7.1996 günü Metris Kapalı Cezaevinde 5 kişi 9.7.1997 günü Alaşehir Özel Tip Kapalı Cezaevinde 2 kişi, 20.9.1999 günü İstanbul Bayrampaşa Kapalı Cezaevinde 7 kişi, 2.11.2000 günü Uşak E Tipi Kapalı Cezaevinde 5 kişi öldürülmüş veya ölümle sonuçlanacak şekilde yaralanmıştır.

Temmuz 1996'da terör suçlarından hükümlü ve tutuklu barındıran cezaevlerinde yapılan açlık grevleri sonucunda 12 hükümlü ve tutuklu hayatını kaybetmiştir.

Bu bağlamda, halen F tipi cezaevlerini protesto etmek amacıyla, bazı cezaevlerimizde çeşitli yasadışı örgüt mensuplarınca yürütülen açlık grevleri önem kazanmaktadır. Eyleme katılanların sayısı 857'yi bulmuştur. Eylemin ileride ölüm orucuna dönüştürülmesi tehlikesi vardır. Hiçbir yarar sağlamayacak olan bu açlık grevlerinin en kısa zamanda sona erdirilmesini bekliyoruz. 

Hiç kimsenin, Birleşmiş Milletler cezaevleri minimum standartlarıyla, Avrupa Konseyi cezaevleri kurallarına uygun olarak inşa edilen F tipi cezaevleri hakkında en ufak bir kaygıya kapılmasına gerek yoktur. Kaldı ki, bütün cezaevlerimiz gibi, F tipi cezaevlerinin de insan haklarına en uygun kullanımını sağlayacak yasal düzenlemeler de hazırlanmış bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin karşı karşıya bulunduğu sorunlar, uzun yılların birikiminin sonucudur. 57 nci hükümet, yılların getirdiği bu sorunları çözmek amacıyla yoğun çaba göstermektedir. Bu konudaki çalışmaları şöyle sıralayabiliriz:

Fizikî altyapı yetersizliğini gidermeye yönelik çalışmalar:

Tek ve üç kişilik oda sistemine dayalı yüksek güvenlikli, elektronik ve mekanik donanıma sahip, eğitim, işyurdu, spor ve sosyal, kültürel faaliyet alanları bulunan toplam 368'er kişilik F tipi cezaevleri projesi tamamlanmış, 1999 yılında Ankara, İzmir, Edirne, Bolu, Kocaeli, Tekirdağ ve Adana illerinde inşa edilmek üzere F tipi 11 cezaevinin ihalesi yapılmıştır. Bunlardan 6'sı personel atamaları yapıldıktan sonra hizmete açılacaktır, diğer 5'inin inşaatı devam etmektedir.

Diyarbakır ve Denizli'de oda sistemine dayalı 400'er kişilik 2 cezaevinin halen devam eden inşaat işleri yüzde 80 oranında bitirilmiş durumdadır.

(E) tipi ve özel tip cezaevlerimizin oda sistemine çevrilmesi amacıyla 1996 yılında başlayan çalışmalar 57 nci hükümet döneminde kararlılıkla sürdürülmektedir; ancak, ceza ve tutukevlerimizin kapasitelerinin çok üstünde dolu olması, hükümlü ve tutuklular için başka yer bulunamaması nedeniyle bazı ceza ve tutukevlerimizde oda sistemi çalışmaları istenilen süratte yürütülememiş, çalışmalar aksamıştır.

Buna rağmen, 53 adet E tipi ve özel tip cezaevimizin bir bölümü, 4 tanesinin de tamamı oda sistemine dönüştürülmüştür. Bunlar, Bingöl, Isparta E Tipi Cezaevleri ile Eskişehir ve Kartal Özel Tip Cezaevleridir. 44 adet E tipi ve özel tip cezaevinin de oda sistemine çevrilme projeleri tamamlanmıştır.

Af kanunu çıkarıldığı ve cezaevlerinde kapasite sorunu hafiflediği takdirde,  söz konusu 97 cezaevinin oda sistemine dönüştürülmesi çalışmaları süratle tamamlanacaktır. Böylece, koğuş sisteminden doğan asayiş ve güvenlik sorunları bir ölçüde aşılmış olacaktır.

F tipi yeni cezaevleri yanında mevcut cezaevlerinin oda sistemine dönüştürülmesi, bugüne kadarki olumsuzlukların yeniden yaşanmaması yolunda önemli bir altyapı oluşturacaktır.

Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesinin de görüşleri doğrultusunda, çeşitli ceza ve tutukevlerinin revirleri, ziyaretçi görüş yerleri, duş yerleri ve hücreleri ile hastanelerin mahkûm koğuşları ve adliye nezarethaneleri yeniden elden geçirilmiş ve olumsuzluklar düzeltilmiştir.

Eskimiş, küçük, çoğu kiralık binalarda hizmet veren cezaevleri kapatılarak bunların yerine daha güvenlikli cezaevlerinin açılması çalışmaları sürdürülmektedir.

Ceza ve tutukevleri yapımının ucuz ve çabuk bitirilen işlerden olmamasına rağmen, yenilerinin yapılması ve var olanların oda sistemine dönüştürülmesi zorunludur. Geçmiş yıllarda bu işler için yeterli ödenek ayrılmamış, ceza ve tutukevlerinin gereksinmelerinin karşılanması için yeterli özen gösterilmemiştir. Eğer, bugün sürdürmekte olduğumuz çabalar geçmişte gösterilmiş olsaydı, en az 20 adet F tipi veya benzeri cezaevi terör ve mafya suçlularını barındırmış, böylece asayiş ve güvenlik konusunda bugün çekilen sıkıntılar yaşanmamış olacaktı.

Malî kaynak yetersizliğini gidermeye yönelik çalışma ve tedbirler:

1997 yılında çıkarılan 4301 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine Dair Kanunun sağladığı kaynaklardan, ayda ortalama 3 trilyon lira gelir elde edilmekle birlikte, bu paralar, Maliye Bakanlığınca çok gecikmeli olarak kurum hesabına devredilmektedir. F tipi cezaevleri, bu paralarla inşa edilmektedir.

4301 sayılı Kanunda değişiklik yapılması amacıyla Yüce Meclise sunulan kanun tasarımızda, halen yargı ve noter harçlarından yüzde 25 oranında kesilen gelir paylarının yüzde 35'e çıkarılması öngörülmektedir.

Günlük iaşe bedelinin, halen erat tayın bedeli olan 1 300 000 liraya yükseltilmesi, ceza ve tutukevlerine çiğ besin ve yiyecek girişini ortadan kaldırmaya yardımcı olacak, böylece, asayiş ve güvenliğe büyük katkı sağlayacaktır.

Ceza infaz kurumları ve tutukevleri personelinin özlük haklarının iyileştirilmesi ve emekliliklerinde meslekî risk faktörünün değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan kanun hükmünde kararnameyle ilgili tasarı, Bakanlar Kuruluna sunulmuştur.

Ceza infaz kurumları ve tutukevleri işyurtlarında çalışan hükümlülerin gündelikleri, 2000 yılı için 2 milyon liraya yükseltilmiştir. Bu rakamdan günlük iaşe bedeli çıkarılınca, çalışan hükümlüye 1 200 000 lira verilmektedir. Bu miktarın yükseltilmesi, işyurtlarında iş güvenliği ve verimliliğin artırılması bakımından yararlı olacaktır.

Mevzuat yetersizliğini gidermeye yönelik çalışmalar:

Yüce Meclise sunulan Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı, personelin meslek öncesi ve meslekiçi eğitimlerini düzenlemektedir.

Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Kanunu Tasarısı, adlî yargı adalet komisyonlarınca, tıp, eczacılık, hukuk, kamu yönetimi, sosyoloji, psikoloji, sosyal hizmetler ve eğitim bilimleri alanlarında saygınlıklarıyla tanınmış kimseler arasından seçilecek bağımsız ve tarafsız izleme kurullarınca, ceza ve tutukevlerindeki yaşam koşullarının incelenmesini, hükümlü ve tutukluların şikâyetlerinin dinlenmesini, böylece sorunların yerinde tespit edilerek, yetkili makamlara iletilmesini düzenlemektedir.

İnfaz Hakimliği Kanunu Tasarısı, hükümlü ve tutuklular hakkında uygulanan infaz veya tutukluluk işlemleriyle ilgili şikâyetleri incelemek ve karara bağlamakla görevli infaz hakimliklerinin kuruluş, görev ve çalışma usullerini düzenlemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Teşekkür ederim.

Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, bu kanunun 16 ncı maddesinde değişiklik yaparak, hükümlüler için hazırlanacak iyileştirme ve eğitim; -yani, tretman- programlarına uygun olarak, eğitim, spor, rehabilitasyon, işyurdu çalışmaları ile diğer toplumsal ve kültürel etkinlikler için ortak alanların kullanılmasına olanak tanımaktadır.

Yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısını hazırlamak üzere Adalet Bakanlığınca oluşturulan uzmanlar kurulu, çalışmalarının birinci bölümünü tamamlamıştır. Bakanlıkların, yüksek yargı organlarının, üniversitelerin ve ilgili meslek kuruluşlarının görüşleri alındıktan sonra, tasarıya son şekli verilecektir. Tasarıda, hürriyeti bağlayıcı cezalar yanında, ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ve kamuya yararlı bir işte çalıştırma gibi yeni yaptırımlar da öngörülmektedir.

Yürürlükteki 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun yerine yeni bir kanun tasarısı hazırlanacaktır. Yeni tasarıda, ceza ve tutukevlerinde hükümlü ve tutukluların hak ve yükümlülükleri düzenlenecek, cezaların caydırıcı etkisi mutlaka sağlanacak, bu arada, şartla tahliye için hürriyeti bağlayıcı cezaların en az üçte 2'sinin çekilmesi zorunluluğu yeniden getirilecektir.

Yedinci ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planları ile 57 nci hükümet programında öngörülen adlî kolluk kurulmasına ilişkin kanun tasarısıyla ilgili hazırlık çalışmalarına başlanmıştır.

Cezaevlerinde asayiş, güvenlik ve sağlık hizmetlerinin daha iyi yürütülmesini sağlamak üzere, Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıkları arasında imzalanan protokol 17 Ocak 2000 günü yürürlüğe girmiştir. Protokol, şimdiye kadarki uygulamada alınan sonuçlar ışığında gözden geçirilecektir.

Personel yetersizliğini gidermeye yönelik çalışmalar:

Boş kadrolara açıktan atanma izni alınması için Devlet Personel Başkanlığına başvurulmuştur.

Ceza infaz kurumlarının standart kadro sayısının artırılması için 6 100 kişilik ek kadro alınmasına olanak sağlayan kanun tasarısı yenilenmiştir.

Sağlık Bakanlığınca doktor atamalarına cezaevleri de dahil edilmiştir; ancak, cezaevlerini tercih eden doktor sayısı, henüz tatmin edici rakamlara ulaşmamıştır.

Ceza ve tutukevleri personelinin eğitimini sağlamak üzere, 30 Ekim 2000 günü Ankara-Keçiören'de, Devlet Personel Kanununun verdiği yetkiyle, Personel Eğitim Merkezi kurulmuştur. Eğitim merkezinde 250 kişi aynı anda eğitim görebilecektir. Merkez, halen, F tipi cezaevleri personeli için eğitim vermektedir. Kısa zamanda, 6 ilimizde daha birer bölge eğitim merkezi kurmak suretiyle, bu sayının 7'ye çıkarılması planlanmıştır. Yüce Meclise sunulan, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı yasalaştığında, bu çalışmalara yeni bir ivme kazandıracaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ceza ve tutukevlerimizde, yıllardan beri süregelen ihmallerin sonucu olarak ciddî sorunlar vardır; ancak, cezaevleri, başka ülkelerde de başlıbaşına bir sorundur. Bizde de her zaman böyle olmuştur. Bu arada, bazı ceza ve tutukevleri, barındırdıkları kimi hükümlü ve tutuklular veya bunların işledikleri fiillerle, kamuoyunun özel dikkatini çekmektedir; ancak, ülkemizde 556 ceza infaz kurumu ve tutukevi ile 73 748 hükümlü ve tutuklu bulunduğunu gözden uzak tutmamak ve olayları bu geniş tablo içerisinde değerlendirmek gerekir.

57 nci hükümet olarak, cezaevlerindeki sorunları çözmek için gereken tedbirleri almaya kararlıyız. Yüce Meclisin desteği, bu yoldaki çalışmalarımızı kolaylaştıracaktır.

Ceza ve tutukevlerinin, insan haklarına uygun yaşam koşullarına sahip, hükümlü ve tutukluları yeniden toplumun onurlu bireyleri olarak kazandırmaya elverişli, suç örgütlerinin etkili olamadığı kurumlar haline getirebilmek için alınması gerekli ve yararlı tedbirlerin başlıcaları şöyle sıralanabilir:

1- Ceza infaz kurumları ve tutukevleri, ceza hukuku ve ceza infaz sistemiyle ilgili olarak Yüce Meclise sunulan ve sunulacak kanun tasarılarının kısa zamanda yasalaştırılmasında büyük yarar vardır.

2- Adalet Bakanlığının genel bütçe içerisindeki payı mutlaka yeterli düzeye çıkarılmalıdır.

3- Adalet Bakanlığının ceza infaz kurumları ve tutukevleriyle ilgili yeni kadro istekleri olumlu değerlendirilmelidir.

4- Ceza infaz kurumları ve tutukevleri personelinin malî ve sosyal haklarının iyileştirilmesine ilişkin çalışmalar süratle sonuçlandırılmalıdır.

5- Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde yönetim ve güvenlik konusundaki çift başlılığa son verilmeli, adlî kolluk kurulmalıdır.

6- Jandarma personelinin ceza infaz kurumlarının dış güvenliğini sağlama görevi, yapılacak kanun değişikliğiyle adlî nitelikte sayılmalı, bu arada bayan jandarma personeli alınmasına olanak tanınmalıdır.

7- Ceza infaz kurumları ve tutukevleri personeli eğitim merkezlerinin kurulması ve gelişmesi desteklenmelidir.

Gerek F tipi cezaevleri gerek E tipi ve özel tip cezaevlerinin, 2, 3, 4 veya 6 kişilik oda sistemine dönüştürülmesi desteklenmelidir.

9- Mahkûm koğuşu bulunmayan devlet ve üniversite hastanelerinde, ilgili kurumlarca, mahkûm koğuşu yapılması hızlandırılmalıdır.

10- Ceza ve tutukevlerinde yeni bir düzenlemenin süratle yapılabilmesi için, af kanunu, en kısa zamanda çıkarılmalıdır.

Bu düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gruplar adına ilk söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hayri Kozakçıoğlu'nun.

Buyurun Sayın Kozakçıoğlu. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, cezaevleriyle ilgili olarak yapılması istenilen genel görüşmenin öngörüşmesinde, Doğru Yol Partisinin düşünce, değerlendirme ve önerilerini sizlere takdim etmek üzere huzurunuzdayım; hepinizi, saygılarımla selamlarım.

Biraz önce Sayın Bakanımızın da belirttiği gibi, bugünkü görüşmenin konusu, cezaevleri; ama, özellikle, son aylarda cezaevlerinde meydana gelen olaylar. Sayın Bakan da ifade etti, cezaevlerinde olaylar ilk defa meydana gelmiyor. Evet, dünyanın her tarafında olduğu gibi, Türkiye'de de, cezaevlerinde, zaman zaman olaylar meydana gelmiştir; ama, son yıllarda, özellikle son aylarda meydana gelen olaylar, olayların niteliği bakımından çok farklıdır; olayların görüntüsü bakımından, gerçekten, dehşet verecek tarzda ürkütücüdür; olayların sonuçları bakımından da, toplumumuzun huzuru yönünden de, çok tehlikelidir. Bunları, gözardı ederek olayların üzerine gidersek, geleceğe yönelik önlemlerimizi noksan alırız, tam zamanında alamayız.

Basında, muhtelif isimler altında gruplardan bahsedildi, terör grupları denildi, mafya denildi, çeteler denildi. Bunlar ne yapmışlar: Bunlar, cezaevlerini ele geçirmişler, bunlar cezaevlerindeki yönetime el koymuşlar; cezaevi müdürleri de dahil olmak üzere, birkısım infaz memurlarını ve bazı hükümlü ve tutukluları rehin almışlar; rehin aldıkları bu kişilere işkence yapmışlar, bu kişileri öldürmüşler ve daha sonra da bunları pencereden dışarı atmışlar. Bütün bu olaylar cereyan ederken, görevliler ve ilgililer de sade bir vatandaş gibi bunu seyretmişler, sadece seyretmekle yetinmişler. İçerideki bu kişilerin canı istediği zaman masalara oturulmuş, pazarlıklar yapılmış, tavizler verilmiş, anlaşılmış ve onların isteğiyle eylem sona erdikten sonra, bunların arzuları üzerine, istedikleri cezaevlerine gitmek üzere oradan ayrılmışlar. İşte, kısa hatlarıyla, olayların kabaca oluş şekli budur.

Şimdi, bu olaylar meydana gelirken, hükümetin otoritesi neredeydi? Bu olaylar meydana gelirken, zamanında değerlendirme, zamanında müdahale niye yapılmamıştır? Ben beklerdim ki, Sayın Adalet Bakanımız kürsüden bunu anlatsın. Olaylar cereyan ederken ne önlemler aldılar, öncesi önlemler neydi, olay sırasında önlemler neydi, olay sonrasında neler yaptılar; bunların burada anlatılması gerekiyordu.

Bunların değerlendirmesini biraz sonra yapacağız; ancak, ben ona geçmeden önce şunu belirtmek istiyorum: Cezaevlerinde görev alan başta sayın savcılarımız olmak üzere, emniyet görevlileri, infaz memurları ve diğer görevliler bizim bugünkü konumuzun tamamen dışındadır. Onlar kamu görevlileridir. Biz, burada, seçimle işbaşına gelmiş en üst seviyedeki siyasî görevlilerin siyasî sorumluluklarını tartışıyoruz, onların siyasî sorumluluklarını değerlendireceğiz. (DYP sıralarından alkışlar) Bu nedenle, bu olaylarda şu savcının, şu güvenlik görevlisinin, şu infaz memurunun şu hatası vardır, bu sorumluluğu vardır gibi konu bizim konumuz değildir; bu konu, yetkililer ve ilgililer tarafından değerlendirilir. Esasen, eğer, siyasî irade kararlılığını ortaya koyamamışsa, siyasî irade ağırlığını ortaya koyamamışsa, kamu görevlilerine, yapması gereken görevler için yeterli miktarda ortamı hazırlayamamışsa, o görevlilerin sorumluluğundan bahsetmenin de bir anlamı yoktur zaten. Bize göre, esas sorumlu, siyasîdir; esas sorumluluk, siyasî sorumluluktur ve bu nedenle, burada tartışılacak olan olay da doğrudan doğruya siyasetin sorumluluğudur. Buna rağmen, Sayın Adalet Bakanı tarafından, bazı savcıların pasif görevlere alınmak üzere başka yerlere atandığını da gazetelerden öğreniyoruz. Bu, bize göre, siyasî sorumluluktan kaçma, sorumluluğu kamu görevlileri üzerine aktarma ve bir anlamda, ilahların istediği kurbanları vermedir.

Önce, Bakanlık merkez teşkilatı ve Sayın Bakanımız özeleştiri yapmalı. Gazetede okuyoruz; Türkiye'deki cezaevleri parsellenmiş; hangi cezaevlerinde hangi grupların, hangi mafyanın hâkim olduğu belli. Peki, bunları oralara toplayan kimdir; bunları oralara toplayan, yerel yöneticiler değildir. Bunların nakilleri, bunların bir araya toplanmaları, doğrudan doğruya merkezden yönetilmektedir. O nedenle, Sayın Adalet Bakanımız, önce özeleştiri yapmalı; önce kendi davranışlarını, önce merkezin davranışlarını değerlendirmeli ve ondan sonra başka görevliler üzerinde sorumluluk aramalıdır.

Şimdi, cezaevi ve infaz deyince aklımıza ne geliyor; cezaevi ve infaz, yargının devamıdır, yargıdan ayrılmaz ve infaz, kişinin sadece özgürlüğünün alınması için cezaevine konulması meselesi değildir. İnfaz, cezaevinde bulunan hükümlü veya tutuklunun sağlık, barınma, iaşe gibi her türlü hizmetlerinin yanında, eğitilmesi, öğretime tabi tutulması, beceri kazandırılması, yeteneğinin geliştirilmesi ve daha sonra da uzman psikologlar aracılığıyla topluma tekrar kazandırılmasıdır. Eğer, Adalet Bakanlığı, kendi emrindeki teşkilatı vasıtasıyla bunu yapıyorsa, o zaman görevini yapmış sayılır. Eğer, bunu yapmıyorsa, fizikî yetersizliklerden, diğer yetersizliklerden bahsederek bazı gerekçelerin, bazı mazeretlerin arkasına saklanmaya da hiç kimsenin hakkı yoktur.

Şimdi, genel durum böyle olduğuna göre, Türkiye'dekine bakalım: Türkiye'de bırakın bütün bu hizmetleri, Türkiye'de cezaevinde bulunan kişinin can güvenliği yok; en önemli hakkı, yaşama hakkı yok cezaevinde bulunan kişinin. Bunu, can güvenliğini sağlayamamışız. İçeri giren kişi kendini devlete emanet ediyor. İçeri giren kişi kendi güvenliğini devlete bırakıyor. Peki, ne oluyor devlete bırakıyor da?! Hükümet otoritesi, oradaki devletin ağırlığını ortadan kaldırmış durumda. Şimdi, düşünebiliyor musunuz, yakınları cezaevinde öldürülen kişiler, ne büyük ıstırap çektiler, ne büyük acı çektiler, hâlâ da acılarını çekiyorlar. Peki, Sayın Adalet Bakanımız, içeride öldürülen kişinin eşine, çocuklarına, annesine, babasına hesabı nasıl verecektir, ne diyecektir? Bana emanet ettiğiniz, devlete ve hükümete güvenip emanet ettiğiniz kişiyi ben koruyamadım; onları rehin aldılar, ben gidip kurtaramadım; operasyon dahi yapamadım; hatta, bu olayların cereyan ettiği cezaevlerinin yakınına dahi gidemedim; böyle mi diyecektir?! Böyle dendiği zaman devlete yakışan bir tavır mı olacaktır?! Peki, cezaevinde göz göre göre işkence edilen ve öldürülen kişinin çocukları, bundan sonra devlete nasıl güvenecektir, bundan sonra devlete nasıl bakacaktır, bundan sonra adalet hizmetlerine nasıl güvenecektir? İşte, bana göre, yapılan en büyük noksanlık budur. Devletin saygınlığı kaybolmuştur. Devletin güveni kaybolmuştur. Hükümet, otoritesini tamamen kaybetmiş ve cezaevlerini bu gruplara teslim etmiştir. (DYP sıralarından alkışlar)

Olayın bir diğer yönü daha var. Şimdi, cezaevinde bu olayları meydana çıkaran, hükümeti, hükümet otoritesini cezaevine sokmayan, o otoriteyi dinlemeden insanları öldürüp pencereden dışarı atan gruplar, bu grupların dışarıda yarattığı dehşeti düşünebiliyor musunuz? Acaba Sayın Adalet Bakanımız, hiç Uşak'ta inceleme yaptı mı? Uşak ne hale geldi... Bu kişilerin gönderildikleri Bergama ve Ödemiş'te inceleme yaptı mı? İl Jandarma Alay Komutanı beyanatlar vermek zorunda kaldı, vatandaşlara güvence sağlamak zorunda kaldı.

Şimdi, bundan sonra, bu gruplara mensup kişilere karşı acaba vatandaşları nasıl koruyacaksınız? Bu gruplara mensup kişiler haraç almak amacıyla işyerlerinin kapısına dayandığı zaman, haraç vermeyen kişileri kim koruyacak; onlara kim karşı koyacak; onlara kim cesaret verecek? İşte bunun hesabını hükümetin vermesi lazım. Bundan sonra meydana gelen bir olay olursa, bunun sorumlusu, doğrudan doğruya zamanında müdahale etmeyen, bu gruplara devlet otoritesini perişan ettiren hükümetin ta kendisidir. (DYP sıralarından alkışlar)

Bir diğer olay daha var. İçeri giren gençlerin eğitilmesi lazım, topluma kazandırılması lazım. Cezaevlerine bakıyoruz, cezaevleri bir mektep haline gelmiş. İçeri giren siyasî eğitim görüyor, içeri giren pratik eğitim görüyor, dışarı çıktığı zaman ya militan oluyor veya mafyanın tetikçisi oluyor. Adalet Bakanımız, 6 binin üzerinde kadrom boş diyor. Niye boş duruyor bu kadrolar? Bu kadrolara atama yapılması lazım. Ben atama yapamıyorum, ben eleman bulamıyorum demek, bir adalet bakanına yakışmaz. Devlet kadro vermiş. Devletin verdiği kadroya göre psikolog da bulacak, doktor da bulacak, uzman da bulacak. Adalet Bakanlığı şikâyet mercii, mazeret mercii değildir. Adalet Bakanlığı icra merciidir ve bunu mutlaka yerine getirmesi lazım. (DYP sıralarından alkışlar) İçeri giren gençler, dışarı militan ve tetikçi olarak çıktığı zaman ne oluyor biliyor musunuz? Halk ne diyor; içeriye bıçak giren, ustura çıkıyor diyor. Aynen cezaevleri böyledir bugün. Bıçak giriyor, dışarıya ustura çıkıyor. Bugün cezaevleri bu hale gelmiştir maalesef.

Şimdi, bu kadar önemli olaylar oldu, kişiler canlarını kaybettiler. Sayın Adalet Bakanımız, burada kürsüye çıkıp da Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi vermek zahmetine hiç katlanmadı; cezaevlerinde şu olaylar oldu, şu önlemleri aldık, bundan sonra şunu yapacağız diye hiç bilgilendirmedi. Biraz önce kürsüye geldi zaman da, cezaevlerimizin büyük bölümünde sükunet var diyor. Cezaevlerindeki olayları hiç anlatmıyor; nedenlerini de anlatmıyor. Cezaevlerindeki olayların fizikî nedenlerinin bir bölümü eskiye dayanıyormuş; eskiyi mazeret olarak gösteriyor. Eskiyi mazeret olarak göstermenin hiçbir gereği yoktur; bu, mazeret de sayılmaz. Onun arkasından diyor ki, efendim, cezaevlerinde hesaplaşma oluyor; yani, çok komik bir gerekçe. Sanki oraya giren kişiler rahatça ortaya çıkıyorlar, filmlerdeki gibi bir arenada toplanıp hesaplaşıyorlar; böyle şey nasıl olur?! Cezaevinde böyle bir şey nasıl meydana gelir; bu nasıl söylenir?! Sayın Bakan bunu burada nasıl telaffuz ede; ben çok garipsiyorum.

Bu olaylar hemen bir anda mı meydana geldi. Şöyle bir bakalım, hem basına bakacağız hem de hükümetlerin protokolüne bakacağız. 55 inci hükümetin protokolünde deniliyor ki: "Hükümetimiz yargı bağımsızlığını sağlayacak ve denetimi etkili kılacak yasal düzenlemeleri gerçekleştirecektir." 57 nci hükümetin programı: "Yargının bağımsızlığını ve işlevlerini güçlendirici ve örgütlü suçlara karşı yaptırımları daha etkili duruma getirici anayasa ve yasa değişiklikleri öncelikle ele alınacaktır." Orada bir cümle daha var programlara, protokollere ne kadar bağlı kalındığını göstermek bakımından deniliyor ki "yerel yönetimlerin yetkilerini genişletici, kaynaklarını artırıcı ve denetimleri daha etkili kılıcı yasa bir yıl içinde çıkarılacaktır." 28.5.1999 tarihli protokol. Bir yıl içerisinde yerel yönetim yasası çıkarılacak deniliyor; birbuçuk yıl geçmiş, hâlâ, Meclise gelmiş değil. Yani, yerel yönetimler konusunda koalisyon ortakları ne söz vermişlerse, adlî yargı meselesinde de yargı reformu meselesinde de cezaevi meselesinde de aynı şekilde, aynı yerlerinde durmaktadırlar.

1997 yılından bu yana kadarki gazeteleri taradım, bir kısmının sadece başlığını okuyacağım: 3.11.1997 tarihli bir gazete -isteyenlere gazetenin ismini verebilirim- başlık: "Adalet Bakanlığından ikinci itiraf: Cezaevlerine hâkim olamıyoruz." Ayrıntıyı okumuyorum. 19.2, 1998 o günün İçişleri Bakanının itirafı: "Cezaevlerine hâkim değiliz. Acı da olsa itiraf etmek gerekir ki, devlet, cezaevi yönetiminde tam anlamıyla hâkim olamamıştır."

Adli yılın açılışında Yargıtay Başkanı Mehmet Uygur'un beyanı: "İnfaz kurumları, suç okulu ve mafya lojmanı değil, infaz kurallarının eksiksiz uygulandığı, uygar devlete ve insan unsuruna yakışır nitelikteki yerler olmalıdır."

Bu arada 12.10.1998 tarihinden itibaren cezaevlerindeki affı protesto eden, söz verildiği halde af çıkmadı denilen sözler üzerine gösteriler... Bir sürü cezaevi raporları... "Cezaevinde otorite sağlanacak" Sayın Başbakan Bülent Ecevit'in beyanatı, tarih 27.9.1999. "Cezaevlerini yönetemeyen devlet" 28.9.1999... "Adalet Bakanı istifa etmeli" Fatih Altaylı, 29.9.1999... "Cezaevleri kan gölü, bakan bey ortada yok" 28.9.1999...

Millî Güvenlik Kurulu kararı, 1.10.1999; konu Millî Güvenlik Kuruluna gelmiş, Millî Güvenlik Kurulu da etkin tedbirler alınmasını önermiş.

Bu tip bir sürü haber devam ediyor ve 2000 yılında da yine cezaevi raporları var. 2000 yılında "çözmek yerine üstünü örtmek", "cezaevine hâkim olamayan sokağı hiç kontrol edemez", "nerede bu devlet" başlıklı yazılar var ve en sonunda medyanın haberi şöyle bitiyor, aynen okuyorum, benim sözlerim değil: "Türkiye'de cezaevleri sorunu değil, cezaevi rezaleti var." (DYP sıralarından alkışlar)

İşte, cezaevleri böyle başlıyor, yuvarlana yuvarlana bu noktaya kadar geliyor. Bu olay, gerçekten devletin saygınlığını etkilemiştir.

Çıkacak olan affın bir de gerekçesi var -19.7.1998 tarihli gazeteden- gerekçe anlatılmış, DSP Grubunda da görüşülmüş, ondan sonra deniliyor ki "böyle bir af cezaevlerini büyük ölçüde boşaltacağı için, hükümetin cezaevlerinde yeni bir düzenlemeye geçiş çabalarını kolaylaştıracaktır." Yani, affın gerekçesi, gerçek anlamda af değil, cezaevlerini boşaltıp tamirat yapmaktır. Bu, DSP Grubunda kabul edilen, affın gerekçesi; tarih: 19.7.1998.

Şimdi, Sayın Adalet Bakanı, afla cezaevlerini boşaltmayı düşünüyor. Peki, afla cezaevleri boşaltılınca ne olacak; cezaevleri kimlerle doldurulacak?! Afla cezaevlerini boşalttığı zaman, cezaevlerini, süratle, vergi borcunu ödeyemeyen, banka borcunu ödeyemeyen, bu nedenle haciz işlemine tabi olan esnafla, çiftçiyle, köylüyle dolduracak; yani, amacı, cezaevinin içini değiştirmek. (DYP sıralarından alkışlar) Yani, affın amacı, cezaevinin içini değiştirmek, cezaevini boşaltmak.

Zaten, bakın, bu hükümetin boşaltmayla ilgili çok büyük bir yanılgısı var. Cezaevlerini boşaltıyor. Bankalar; bankalar da boşaltıldı. Boşaltılan bankaların ne olduğunu, biraz sonra söyleyeceğim. Bunun arkasından, ek vergiler dedi, deprem vergisi dedi, vergileri devamlı hale getirdi. Ne yaptı; köylünün, çiftçinin, esnafın cebini de boşalttı. Vatandaş ne diyor biliyor musunuz; artık, boşalta boşalta, boşaltacak bir şey kalmadı; artık, hükümet boşalsın, hükümet boşaltılsın diyor.( DYP sıralarından alkışlar)

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Çok basit bir konuşma...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Çok komik!..

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Şimdi, affa karar verirken, cezaevini boşaltalım diyor; ama, bilmiyor ki, esasında, cezaevine, boşaltılacak koğuşlara, Adalet Bakanı giremiyor. Af çıksa da, o koğuşlar boşalmayacak zaten. O nedenle, o koğuşlara hiçbir zaman giremeyecek ve o fizikî onarımı da hiçbir zaman zaten yapamayacak.

Şimdi, hükümetin, iki tane olayı var getirdiği, geldiği: Bunlardan birincisi, bankaları boşaltanların sahip oldukları holdinglere bağlı şirketleri kurtarmak. 10,5 milyar dolar gitmiş, bir 10,5 milyar dolar daha verilecek, bu şirketler kurtarılacak. Şimdi, vatandaş soruyor; Gaziantep'ten Ökkeş efendi, Mardin'den Şehmuz efendi, Diyarbakır'dan Zülküf efendi, İstanbul'dan Ali efendi, Veli efendi "ben bakkalım, ben esnafım, ben KOBİ'yim, ben çiftçiyim, ben de battım; ey hükümet, beni niye kurtarmıyorsun da, bu holdinglerin şirketlerini kurtarıyorsun, eğer kurtaracaksan, gel beni kurtar" diyor. (DYP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler)

MELDA BAYER (Ankara) - Çarpıtıyorsunuz...

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Şimdi, sayın arkadaşlarımız, lütfen, dinlesinler; dinledikleri zaman, söyleyeceğimiz güzel şeyler de var.

Bu işlerin düzelmesi için, esasında, Adalet Bakanlığının, bizim karşımıza bir yargı reformuyla çıkması gerekiyordu; dört başı mamur bir yargı reformu getirecek.

Bugün, Türkiye'nin en büyük sorunu, yargı reformudur. Cezaevlerini yargıdan ayrı düşünemezsiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Bir yargı reformu hazırlayacaksınız; bunun içerisinde yeni infaz sistemi de olacak, bunun içerisinde yeni cezaevi yönetimi de olacak, bunun içerisinde yargının bağımsızlığı olacak, bunun içerisinde gerekirse istinaf mahkemeleri olacak ve bunun içerisinde vatandaşın daha hızlı şekilde hakkını arayabilme sistemleri olacak, hukukun üstünlüğü olacak.

Biz, Doğru Yol Partisi olarak, sizin getirdiğiniz ve halkın yararına olan her şeye evet dedik; tahkime evet dedik, devlet güvenlik mahkemelerine evet dedik, özelleştirmelere evet dedik. Halkın yararına olan adlî reformu da getirin, yeni infaz sistemini de getirin, mahallî idareler reformunu da getirin. Biz, oy cimrisi değiliz, getirdiğiniz her şeye karşı, halkın yararına olduğuna inandığımız her şeye karşı, oyumuzu veririz. Amaç bu ülkenin önünü açmaktır, amaç bu ülkenin yerinde saymasını önlemek ve böylece, ufkunu genişleterek bu ülkeyi daha güzel hedeflere doğru götürmektir. Bütün amacımız budur.

Hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kozakçıoğlu, teşekkür ederim.

Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat'ta; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Cezaevleri hakkında genel görüşmenin öngörüşmesi için Partim adına söz almış bulunuyorum.

Biraz evvel, Sayın Adalet Bakanını dinledik ve dinlerken, acaba, yanlış mı biliyorum; çünkü, bildiğim kadarıyla Doğru Yol Partisi bu önergeyi vermişti dedim ve Sayın Bakan, infaz sisteminin baştan sona iflas ettiğini beyan etti ve nedenlerini açıkladı. Bir yerde aklıma bir şey geldi. Vakti zamanındaki bir Millî Eğitim Bakanının "ah, şu okullar olmasaydı Millî Eğitim Bakanlığını çok iyi idare edecektim" demesine geldi. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Sayın Adalet Bakanımız da, ceza ve infaz evlerinin olmaması halinde Adalet Bakanlığının çok iyi yürütüleceğini beyan ettiler. Bir kere, genel şikâyetlerini incelediğimiz zaman, bütün noksanlıkları saydık; fakat, çok mühim olan bir noksanlığı saymadık. İnfaz sistemimiz içerisinde unutulan temel bir yapı vardı. Bu, cezaevlerinin fiziksel yapısı değildi. Bu, o cezaevlerinde hüküm giymiş olan veya tutuklu bulunan insan unsuruydu. Biz, parayla yapılabilecek olan her şeyi sıraladık; ancak, o cezaevlerinin neden yapıldığı, kimin için, niçin yapıldığını ortaya koymadık. Siz, insan unsurunu o cezaevinin dışında düşündüğünüz zaman, zaten problem orada başlamış demektir. Problemin temelinde suçlu da olsa, hükümlü de olsa orada yatan insanın insan olduğunu ve temel hak ve özgürlüklerden onların da istifade etmesi gerektiği neticesine varmamız lazım. Türkiye Büyük Millet Meclisi bundan önceki iki yıl içerisinde bu konuda çok güzel bir çalışma yapmış. İnsan Hakları Komisyonunda, bundan önce bulunan, başta başkanları olmak üzere orada görev yapmış olan arkadaşlarımı kutluyorum; onun üstünde, cezaevleriyle ilgili, oradaki insan haklarının ihlalleriyle ilgili ve aslında, problemi derinlemesine irdeleyen çok güzel bir çalışma yapmışlardır. Bence, bunun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iftihar vesilesi olması lazım; yoksa, başkanının sürgün nedeni olmaması lazımdır.

Değerli arkadaşlarım, önce, ceza ne, infaz ne; bence, çok kaba tabirlerle bunları belirlemekte ve şu andaki cezaevlerinin durumunu da bir tespit etmekte fayda vardır, ancak ondan sonra, sorunlara daha akılcı bir yaklaşımla yaklaşabilmemiz mümkün olabilir.

Toplumsal sisteme ve devlete yönelik, kişi veya kişilerin tehdit ve eylemlerinin, bu kişilerin mekânsal özgürlüklerinin kısıtlanarak önlenmesini amaçlayan bir yaptırım aracına ceza ve infaz sistemi diyoruz. Belki çok kaba bir tabir, buna eklenebilecek çok unsurlar olabilir, ancak, hükümlü ve tutuklunun hukukî, sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel kimlikleri ne olursa olsun, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklerine mutlak riayet etmek, onları, içeride kaldıkları süre içinde, insan olmanın gerektirdiği koşullara uygun ortam ve olanaklar içinde bulundurmak, çağdaş hukuk devletinin vazgeçilmez unsurudur.

Bu tespit içerisinde, infaz sisteminin hukukî dayanaklarına da bir göz atmakta fayda vardır. Uluslararası dayanaklarına baktığımız zaman, Birleşmiş Milletler asgarî standart kuralları, Avrupa cezaevleri kuralları, medenî ve siyasî haklara ilişkin uluslararası anlaşmaları bunlar arasında saymamız mümkündür ve burada da infaz sisteminin temelleri belirtilmiştir. Ancak, Türk infaz sistemine geldiğimiz zaman şöylesine çok uzun bir hukukî düzenleme var. Bunların bir kısmını okumak istiyorum, hepsini okuyup vaktinizi almak istemiyorum.

14.6.1930 tarih ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun, 9.7.1934 tarih ve 2548 sayılı Cezaevleri ile Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanun, yine 4358 sayılı Ceza ve Tevkif Evleri Umum Müdürlüğünün Teşkilât ve Vazifeleri Hakkında Kanun, Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, kanun, kanun, yönetmenlik, 40'ın üzerinde bir mevzuat bolluğu ve tarihleri de çok eski, 1930'larda.

Ancak, bunlara, o biraz evvel bahsettiğim İnsan Hakları Komisyonunun hazırlamış olduğu hapishane raporlarını incelediğimizde şu düzenlemelere bir ek düzenleme olduğu gerçeğiyle karşılaştım. O da, cezaevlerindeki tutuklu ve yükümlüler ile cezaevi arasında yapılmış olan protokoller; o da bu yasal düzenlemeler içerisinde yer alıyor. Çünkü, cezaevlerimizin, maalesef, yönetiminde bir müştereklik getirilmiş; bir yanda devlet görevlileri, bir yanda hükümlü ve tutuklular. Bunlar oturmuşlar, kendi aralarında protokoller yapmışlar; ne şekilde ziyaretçi kabul edileceğinden tutun ne şekilde yiyecek getirileceğine, idarenin tutuklular karşısındaki davranışlarından ve hatta hatta hangi idarî personelin, koruma görevlisinin nerede görevlendirileceğine dair uzun protokoller imzalamışlar. Bu, bir yerde boşluk anlamına geliyor. Ne boşluğu; idarî otoritenin boşluğu. İdarî otorite ve siyasî otorite, bunu, bu otoriteyi ortaya koyamadığından, bir yerde hükümlünün ve tutuklunun koymuş olduğu kurallara göre cezaevleri idare edilmeye başlanmış. Doğru, Sayın Bakanımın ifade ettiği sayıları ben de aynen tekrarlıyorum; aslında bir fecaat. Doğru, tahsis edilen kadro 31 175; ancak, yine Devlet Planlama Teşkilatının yapmış olduğu çalışmalara göre uygun kadro sayısı 43 345; ancak, buna rağmen tahsis edilmiş olan 5 000'e yakın kadro şu ana kadar doldurulamamış. Peki, doldurulamayan kadrolar neler; 150 psikolog kadrosundan 117 tanesi boş, 150 sosyal çalışmacı kadrosundan 112 tanesi boş, 422 öğretmen kadrosundan 310 tanesi boş ve idarî olarak da 403 tane personel yok, 7 tane de mimar kadrosuı var, hiç istihdam edilmiyor.

Şimdi, aslında, bir yaklaşım tarzı var, bir siyasî tercih meselesi var. Bu siyasî tercihi görebilmek için de şu anda gündemimizde olan ve Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmekte olan bütçeyi tetkik etmekle, aslında bugünkü siyasî iktidarın siyasî tercihlerini görebilmek ve bunun altında da infaz sistemine ve adalet sistemine ne kadar önem verildiğini teşhis ve tespit edebilmek mümkündür.

Sayın Adalet Bakanımız biraz evvel ifade buyurdular, 1960'lı yıllara kadar Adalet Bakanlığına ayrılan bütçe, bütçenin tümünün yüzde 3'ünü teşkil ediyordu, bugün bütçe içerisinde binde 7'yi teşkil ediyor. Tekrar ediyorum, Adalet Bakanlığının bütçesi genel bütçe içerisinde binde 7'ye tekabül ediyor. O zaman siyasî iktidarın tercihlerini görebilmek için diğer fasıllara bakmamız lazım, diğer bakanlıklara bakmamız lazım. Ben, bakanlıklarla kıyaslamak istemiyorum; çünkü, bakanlıklarla kıyaslamak mümkün değil. Dolayısıyla, bakanlığa bağlı, bağlı kuruluşlarla kıyaslamak istiyorum. Dün görüşmüş olduğumuz İçişleri Bakanlığına bağlı olan Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığının bütçeleriyle kıyaslamak istiyorum.

Hatırladığım kadarıyla Jandarma Genel Komutanlığının bütçesi 1 katrilyon 400 trilyon civarında; Emniyet Genel Müdürlüğü de aynı seviyelerde. Demek ki, biz, öncelikle bir tercihte bulunmuşuz, demişiz ki, polisiye tedbirlerimizi güçlendireceğiz. Türkiye'deki olaylara çözümü ancak polisiye tedbirlerle bulabiliriz. Aslında, temelde yanlış olan bir düşünce; ama, bir zihniyeti öne çıkardığı için de bence, çok mühim olarak teşhis edilmesi ve üstünde durulması gereken bir olay bu.

Şimdi, Jandarma Genel Komutanlığına ayırmış olduğunuz bütçenin üçte birini adalete ayırırsanız, Emniyet Genel Müdürlüğüne ayırmış olduğunuz bütçenin yarısını Adalet Bakanlığının tümüne ayırmış olursanız, siz, bataklıkta sivrisinek avıyla meşgulsünüz demektir.

Peki, içgüvenlik kuvvetlerimiz suçluları takip etti, yakaladı, getirdi; nereye teslim edecek; yargıya teslim etmek durumunda. Yargı ney; Anayasaya göre, bağımsız olan üç erkten birisi; orayı temsil ediyor Adalet Bakanlığı. Siz, o sistemi besleyemediğiniz sürece, adalet, hukuk sistemini besleyemediğiniz sürece, hukukun üstünlüğüne inanmadığınız sürece, suçluyla mücadele edebilmeniz mümkün değil. O zaman suç örgütleri çıkar ortaya. Eğer, adalet gecikmiş ise, paranızı tahsil edemiyorsanız, adalete müracaat etmezsiniz, birilerini bulursunuz; çünkü, çare tükenmez, suç örgütleri çıkar ortaya. Eğer, siz, ikide bir af çıkarırsanız, devletin cezalandırma yetkisini hor kullanırsanız, size karşı yapılmış olan bir suçun cezasını, yine, o örgütlere bir şeyler ödeyerek, insanları ayağından vurdurmaya başlarsınız ve işte, o zaman, yeni suç tipleri ortaya çıkar. Şu anda, 72 523 olan hükümlü ve tutuklu sayısının içerisine baktığımız zaman, çıkar amaçlı suç örgütlerinden dolayı yatan insan sayısı 633 ve düzeni bozan veyahut -düzeni bozan demeyeyim- cezaevlerine yeni düzen koyan, devlet değil mahkûmlarsa, işte şu 633 kişidir; ama, siz bunu tercih ediyorsunuz, tercihiniz bu; yani, bütçenizden... Çünkü, bütçeler, hükümetlerin temel politikalarını, temel siyasetlerini belirleyen kanunlardır ve onun için de, çok mühimdir.

Dolayısıyla, Sayın Bakanım, biraz önce birçok yasanın önümüze geleceğini ve bu konuda destek vermemizi istedi; biz, her zaman bu desteğe hazırız. Biz, şu uygun kadro olan 43 000'in 50 000'e çıkarılmasına da hazırız, gerekli desteği veririz veya hapishane sayılarını... F tipi, bundan sonra, bilemiyorum, G,J ve ondan sonra alfabemizdeki harf sırasına göre yapılacak yeni hapishanelerin de derde deva olmayacağını şimdiden söylemek mümkün; çünkü, bundan önce de aynı şeyleri gördük; çünkü, E tipi cezaevleri yapıldığı zaman problemlerin çözüleceği söylenmişti. Bugün, Sayın Bakan F tipi diyor!

Siz, temel sorunlara bu şekilde yaklaştığınız süre içerisinde problemleri çözebilmeniz mümkün değildir. Siz, yargı erkini güçlendirmediğiniz sürece, hukukun üstünlüğünü sağlamadığınız sürece, siz, insanların devlete ve şahıslara karşı işlenen suçun mutlak surette cezalandırılacağını ve infaz edileceğini garanti etmediğiniz sürece, hapishaneleri aflarla da boşaltsanız, çok kısa bir süre sonra dolduğunu göreceksiniz. O bakımdan, öncelikle, mevcut olan hükümetin, bu düşüncesinin ötesine geçmesi ve doğru yolu, doğruyu bulması lazım. Bu doğru da, ilk başlangıç olarak, bütçeden binde 7 pay alan Adalet Bakanlığının bütçesini ya Plan ve Bütçe Komisyonunda veya burada, mutlak surette, 1960'da olduğu gibi, en azından yüzde 3'e çıkarabilmektir.

Bunlar olduğu takdirde, inanıyorum ki, hapishane problemimiz, infaz problemimiz ve yargı problemimiz... Aslında, yargı problemidir, infaz problemi değildir bence işin temelinde yatan; çünkü, Sayın Kozakçıoğlu'nun da söylediği gibi, infaz, yargının bir devamıdır, bir parçasıdır, ondan ayıramazsınız, mümkün değil. Bacaria'nın söylediği gibi, cezaların etkinliği, cezaların uzunluğu ve şiddetiyle kıyaslanamaz; cezaların mutlak uygulanmasıyla ceza korkutucu olabilir, ibreti müessire olabilir, toplumu rahatlatabilir, toplumda adalet duygusunu besler. Yoksa, adam öldürene 24 yıl verip, ondan sonra, çeşitli kanun hileleriyle, yasalarla bunun yüzde 60'ını ortadan kaldırır ve bunun yanında, üç yılda bir, dört yılda bir, işte, çeşitli nedenlerle af yasalarını getirir, ortaya koyarsanız, toplumun adalete, toplumun devlete inancını sağlayabilmeniz mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, biraz da, hapishanelerin şu andaki durumunu irdelemekte fayda var. Mutlak surette, Sayın Bakanımın sıralamış olduğu problemler doğru, zaten, bu, gerek Sekizinci Beş Yıllık Planda ve gerekse Sekizinci Beş Yıllık Plan içerisinde adalet sisteminin etkin çalışmasıyla ilgili özel ihtisas raporunda, detaylı olarak yazılmış; orada da, kesin olarak, bu sistemin, Türk infaz sisteminin iflas ettiği beyan edilmiştir.

Tabiî ki, bu malî sorunların çözülmesi lazım. İçeride olan bir insanın iaşesinin 500 000 lirayla sağlanmasını bekleyemezsiniz; olmadığı zaman da, tabiî ki, açlıktan öldürmeyeceğinize göre, mutlaka dışarıdan yiyecek girmesine müsaade etmek zorundasınız. Ama, biraz evvel söylediğim, o tercihiniz değiştiği zaman, eğer, bu 1 500 000 liraya çıkarılabiliyorsa, o zaman, doğru, siz, oraya, dışarıdan yiyecek girmesini önleme hakkına sahipsiniz; ama, bunu sağlamadığınız sürece, girmesini önleme hakkınız olmaz.

Fizikî altyapının, personelin yeterliliği, mevzuatın değiştirilmesi... Bunların tamamına evet; doğru, bunlar yapılması lazım; ama, biraz evvel, işin başında söylediğim gibi, hapishanede olan insanlarımızın, suçlu dahi olsa -ki, suçlu bir kısmı, mahkûmiyeti kesinleşenlerin suçu sabittir- mutlak surette suçlu olsalar dahi, orada rehabilite etmek istediğimiz kişilerin, bir gün topluma geri döneceklerini de nazara alarak ve onların insanî vasıflarını da unutmadan, onlara insanî bir yaklaşım içerisinde olmamızın, infaz sisteminin temelini oluşturması gerektiğini, bir kez daha altını çizerek belirtmek istiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim.(FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Tayfun İçli; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşmama başlarken, sizlere saygılarımı sunuyorum.

Grubum adına konuşma yapmakla görevlendirildiğimde, ilk işim, Meclis kütüphanesinde arşiv taraması yapmak oldu, Sayın Kozakçıoğlu gibi. Çok uzak değil, 1995, 1996 ve 1997 tarihli gazete haberlerine baktığımda, şaşırtıcı, şaşırtıcı olduğu kadar üzüntü verici haberler geçmişte yaşananları hafızamda tekrar canlandırdı, ülkemizin nereden nereye geldiğini apaçık ortaya koydu. Unutkanız, bu doğru; ama, arşivler, unutulduğunu zannettiğimiz gerçekleri tekrar canlandırıyor. Belki, insanoğlu çektiği acıları hafifletebilmek için yaşananları aklına getirmek istemiyor. Ancak, siyasetçiler ve siyaset bilimcileri, geçmişi, günümüz ve gelecek için irdelemeli, geçmişin acılarından ders çıkararak, yapılması gerekenleri ülkemiz koşullarına uygun olarak tespit edip yaşama geçirmelidirler.

Konuşma metnimi, geçmiş, yapılanlar ve yapılması gerekenler olmak üzere üç ana başlıkta hazırladım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tarih, 24 Şubat 1993; Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Süleyman Demirel şöyle diyor: "Hapishaneler koğuşlarını sayamıyor. Azgınlık ve düzensizlik bir disiplin içine alınabilmiş değil. İtirafçılar veya dediklerini yapamayanlar da, yeniden cezaevine girdiklerinde sağ çıkamıyorlar."

Adalet eski Bakanı Sayın Mehmet Moğultay ise, 24 Ekim 1994 tarihli açıklamasında "cezaevlerinin durumu içler acısı. Tutuklu ve hükümlüler ne karnını doyurabiliyor ne ısınabiliyor ne de ilaç alabiliyorlar. Mevcut cezaevlerimizin hiçbiri terör suçundan tutuklu ve hükümlü olanların korunmasına ve barınmasına elverişli değil" diyerek, dönemin Başbakanı Sayın Tansu Çiller'den yardım istiyor.

Tarih 21 Eylül 1995, dönemin Başbakanı Sayın Tansu Çiller... Gazete manşetlerinde büyük puntolarla haber: "İçişleri Bakanlığından Şok Rapor. Terör cezaevlerinden yönetiliyor. Cezaevlerinin eğitim kampına dönüştüğü, militanların cezaevinde kariyer yaptıkları, koğuşlarda otomatik silahlardan cep telefonlarına kadar her şeyin olduğu; ancak, cezaevi yönetiminin arama yapamadığı belirtiliyor."

Gazetelerde günlerdir süregelen haberlerden bir başka manşet: "Cezaevleri Örgüt Evi." Haber okunduğunda korkunç gerçeklerle yüz yüze kalıyoruz: "İstihbarat birimlerinin araştırmasında, PKK, DHKP-C ve İslamî Hareket adlı yasadışı örgütlerin beyin takımının kaldığı koğuşlarda, kalaşnikof otomatik silahlar, cep telefonları, kesici aletler olduğu saptandı. Ancak, cezaevi yönetimi, bu koğuşlara girip arama yapamadı. Örgüt militanları, bulundukları cezaevlerinde bir sorun artık. Özellikle Bayrampaşa Cezaevi, PKK ve DHKP-C'nin askerî komitesinin üstlendiği bir merkez ve okul haline dönüştü. Her örgütün kendi yasasını uygulatmak için direttiği Bayrampaşa Cezaevinde görev yapan infaz koruma memurları da can güvenlikleri bulunmadığından yakınır hale geldi. Siyasî tutukluların kaldığı bölümler tamamen ayrı yasalarla yönetiliyor. Bu yasalara uymayanlar ve yakalandığında polisle işbirliği yaptığı iddia edilenler, cezaevleri içinde kurdukları sözde kendi mahkemelerinde yargılanıyor, ifadeleri videolara kaydediliyor, içeri nasıl sokulduğu belirlenemeyen kamerayla infaz görüntüleri bile çekilip, örgüt üst düzey yöneticilerine gönderiliyor. Dışarıda bulunduğu takdirde, her an izlenme, yakalanma ve çatışmaya girme riski olan teröristler, örgütlerini cezaevinden rahatlıkla yönetebiliyor. Siyasî tutuklu ve hükümlülerin kaldığı koğuşları aramak isteyen jandarma ve infaz koruma memurları ise, başarılı olamıyor. Tutuklu ve hükümlüler jandarmaların bu girişimine karşı, koğuş kapısına elektrik vererek ya da barikat kurarak engel olmaya çalışıyor. Aramada ısrar edildiğinde ise, gardiyanlar rehin alınıyor, isyan çıkıyor. Bayrampaşa Cezaevinden çok sayıda terörist elini kolunu sallayıp, firar ediyor. Siyasî ve adi tutuklu ya da hükümlüler bir gece içerisinde kuş misali kaçarken, bazılarının eksikliği haftalar sonra anlaşılıyor. Bazıları ise, gardiyan kıyafeti giyip, servis otobüsüyle cezaevi dışına çıkıyor.

Cezaevindeki isyanlar ve infazlar sadece siyasîler tarafından yapılmıyor. Yeraltı dünyasının çatışmaları ve hesaplaşmaları cezaevlerinde de sürüyor. Hasan Heybetli, Kürşat Yılmaz, Nejat Daş gibi baronlar cezaevlerinde lüks koğuşlarda kalıp, istedikleri an firar edebiliyor."

Bunlar benim beyanlarım değil, o günün gazetelerinden yapılan alıntılar sayın milletvekilleri. Ne kadar iç karartıcı ve üzüntü verici bir tablo değil mi? Bunlarla da bitmiyor arşiv taramamdaki saptamalar; ama, zamanım kısıtlı olduğu için Sayın Tansu Çiller'in Başbakan olduğu 50, 51, 52 nci hükümet dönemlerini bırakıp, 54 üncü hükümet dönemine geçmek, Sayın Necmettin Erbakan'ın Başbakan, Sayın Tansu Çiller'in Başbakan Yardımcısı olduğu dönemden birkaç tespit yapmak istiyorum.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Ecevit'e gel.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - 1974'e gel.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Dört yıllık kendi iktidarını da sorgula. (DSP sıralarından "Dinle" sesleri)

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim; hatibin sözünü kesmeyin.

HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Tarih 26 Temmuz 1996. Başbakan Erbakan'dan sonra Adalet Bakanı Kazan'ı da uyaran Cumhurbaşkanı Demirel, cezaevleri sorununa bir an önce çözüm bulunmasını istiyor. Ben de arşiv taraması yaptım, yaptığım arşiv taramalarından, Sayın Kozakçıoğlu gibi, sizleri bilgilendiriyorum.

Tarih 27 Temmuz 1996. Adalet eski Bakanı Seyfi Oktay'dan, Şevket Kazan'a yanıt "çamur atacağına sorunu çöz"

31 Temmuz 1996 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde başka bir haber bakın ne diyor: "Başbakan Necmettin Erbakan'ın cezaevleri bunalımı nedeniyle Doğru Yol Partisi - Cumhuriyet Halk Partisi Hükümetine yönelik doğrudan suçlamalarına, bu koalisyonların başbakanlığını yapan Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller yanıt vermedi. Partisinin grup toplantısında konuşan Erbakan eylemlerin geçmiş hükümetler tarafından ve 54 üncü hükümete bırakılan kötü bir miras olduğunu söyledi. Cezaevlerinde, gereken önlemlerin alınmaması nedeniyle bilinen oluşumların meydana geldiğini savunan Erbakan 'seyirci kalmışlardır ve ihmaller olmuştur; son iki yıl içerisinde terör yuvası haline gelmiştir' dedi. Erbakan, cezaevlerinde, insanlara komünist düşünceler aşı edildiğini öne sürerek, açlık grevlerinin kendi dönemlerinden önce başladığını, hükümetlerinin ellerinden gelen çabayı gösterdiğini kaydetti. Eylemlerin 40-60 kişilik koğuşlarda yapıldığına işaret eden Erbakan şöyle dedi: 'Eylemler baskıyla yapılıyor. Doktorların içeri girmeleri engellendi. Bu, baştan sona örgüt faaliyetidir. Devlet müdahale etme noktasına geldi; ancak, içeride silahları, bomba yapımında kullanılacak malzemeleri vardı. Bu nedenle zayiat verme durumu vardı. Mübarek kandil gecesinde iş başarıyla sonuçlandı.’”

Sayın milletvekilleri, bakın, dönemin Adalet Bakanı Sayın Şevket Kazan ne demiş, 31 Temmuz 1996 tarihli Hürriyet Gazetesinden okuyalım: "Adalet Bakanı Şevket Kazan, cezaevlerindeki ölüm oruçlarıyla ilgili tutumunda haklı olduğunu kanıtlamak için, Batılı ülkelerin büyükelçilerine dağıttığı raporda, eski bakanlar Doğru Yol Partili Mehmet Ağar ile Cumhuriyet Halk Partili Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay'ı suçladı. Rapor ekinde Bayrampaşa ve Ümraniye Cezaevlerinin krokileri de verildi. Raporda, olayların faturası Mehmet Ağar'ın Adalet Bakanlığı dönemine çıkarılırken, Kazan'ın eylemi sona erdirmek için gösterdiği çaba anlatıldı. Bayrampaşa Cezaevinde bulunan toplam 700 gardiyandan sadece 20'sinin bu koğuşlarda görev yaptığı, bunların da, örgüt sempatizanı olduğu belirtildi. Raporda, CHP ve SHP'li bakanlar da suçlanırken, bir cezaevinde bir tutuklu olarak bu kadar geniş imkâna nasıl sahip oldukları sorulduğunda 'bunları, daha önceki yönetimde SHP'li, CHP'li bakanlarla yaptıkları özel anlaşmalar neticesinde kazanılmış hak olarak elde ettiklerini ifade etmişlerdir' denildi."

27 Eylül 1996 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde bir haber: "Erbakan'dan Cezaevi İtirafı." Detaylara girmiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisinin genel görüşme istemini içeren başvurusu incelendiğinde, 57 nci hükümetin Başbakanı Sayın Bülent Ecevit'e haksız, haksız olduğu kadar yakışıksız ithamlarda bulunulduğu görülmektedir.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - İsim yok, isim yok... Nazik davrandık...

HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Bu itham ve yakıştırmalara "ainesı iştir kişinin lafa bakılmaz" deyişiyle yanıt vermek istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

İşte, 50, 51, 52 nci hükümetlerin Başbakanı Sayın Tansu Çiller'in geçmişte yaptıkları ve bugüne miras bıraktıkları; işte, Sayın Erbakan'ın Başbakan olduğu ve Sayın Tansu Çiller'in Başbakan Yardımcısı olduğu 54 üncü hükümetin yaptıkları ve bugüne devrettikleri!..

Sayın milletvekilleri, cezaevlerindeki sorunlar, devletimizde ve toplumumuzda, kanayan bir yara durumundaydı. 1992 yılından beri, cezaevlerinin sorunlarını çözebilmek için, ilgili kuruluşlar arasında görüşmeler sürüyordu; ama, bir türlü netice alınamıyordu. 5 Ocak 2000 tarihinde, Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan'ın başkanlığında, Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk, İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan, Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sayın Rasim Betir bir araya gelmiştir; 6 Ocak 2000 tarihinde ise, ceza infaz kurumları ile tutukevlerindeki yönetim, dış koruma ve sağlık hizmetlerine işlerlik kazandırılması amacına yönelik protokolü imzalamışlardır. Bu protokolle, mevcut cezaevlerinde, daha etkili biçimde güvenlik sağlanmış, sağlık koşulları daha elverişli duruma getirilmiş ve güvenlikle ilgili her türlü personelin eğitimi için gerekli çalışmalara başlanılmıştır. Bu protokol, yıllardır çözülemeyen, cezaevlerinin yönetiminden kaynaklanan sorunlarının çözümüne katkı yapmıştır. Girilemeyen cezaevlerine ve koğuşlara girilerek, terör ve suç örgütlerinin içeride oluşturdukları düzen yok edilmiş, devlet hâkimiyeti sağlanmıştır. Terör ve suç örgütlerinin hemen hemen her cezaevinde kurdukları sistematik düzen dağıtılmıştır. Bazı cezaevlerinde oluşan münferit hadiselere anında müdahale edilerek sorunlar çözümlenmiş, bu münferit olaylara neden olan kamu görevlileri hakkında soruşturma açılarak, bu görevliler, vakit geçirilmeksizin açığa alınmıştır. Hükümetin bu kararlılığı, her alanda olduğu gibi, bu alanda da etkisini göstermiştir.

Değerli milletvekilleri, bölücü terörün kaynağı nasıl kurutulduysa, bu hükümet döneminde, din sömürüsü terörün kaynağı da hızla kurutulmaya başlanmıştır.

Yıllardan beri, ülkemizde, bir tartışma yaşanıyordu, faili meçhul cinayetler vardı "bu cinayetleri devlet mi işletiyor, falan kuruluş mu işletiyor" diye türlü söylentiler, tahminler, iddialar ileri sürülüyordu. Faili meçhul cinayetlerin sırrı açığa çıktı; bunları yapanın bir sözde din örgütü olduğu anlaşıldı ve sayısız ceset toprak altından çıkarıldı. Bu din sömürücülerinin vahşeti de, vatandaşların gözleri önüne serildi. Bu hükümet döneminde, Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası çıkarılarak, kamuoyunun da yakından takip ettiği mafya ve çetelerle mücadelede büyük yol katedildi. Bankalar Yasası değiştirilerek, bankaların içlerini boşaltanlar bir bir yakalandığı gibi, şahsî mal varlıklarına tedbir konuldu.

Peki, bu cinayetlerin, bu vahşetin, bu banka soygunlarının sırları nasıl çözüldü? Sorumluları nasıl yakalanıp cezaevine konuldu? Artık, işkence lafı, devlet içindeki kayırma iddiaları, dikkat ederseniz, büyük ölçüde bitmiştir. Tüm bu sayılan cinayetlerin, vahşetin ve soygunların sırrını, bu hükümet döneminde, devlet, akılla, bilimle çözdü. (DSP sıralarından alkışlar)

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Nerede çözdü?!.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Nerede çözdü?!.

HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Şimdi, haklı olarak, polisimize, devletimizin istihbarat örgütlerine, Bankacılık Üst Kuruluna ve diğer görevlilere övgüler yağdırılıyor; fakat, ilginç olan gerçek şu; bu olayları, bu sırları çözen, bu hırsızları, bu canileri, bu suçluları yakalayan Türk polisi, jandarması, istihbaratçısı, askeri ve maliyecisi gökten inmedi; bunlar, öteden beri işlerinin başındaydılar; ama, onlara karışanlar vardı, onları yanlış yollara sevk edenler vardı. Hükümetimiz, bu oyunlara son verdi; polisimiz, jandarmamız, istihbaratçımız ve maliyecimiz, görevlerini en sağlıklı biçimde yapar hale geldiler; çünkü, yönetim değişmişti, zihniyet değişmişti, tutum değişmişti, kayırmalar ve yolsuzluklar sona ermişti.

Değerli milletvekilleri, bu hükümet, biraz evvel açıkladığım gibi, teröristi, çeteciyi ve organize suç örgütü mensuplarını bir bir yakalayıp cezaevine koyarken, suçluların cezaevleri hâkimiyetine de son vermiş, cezaevlerini yol geçen hanı olmaktan çıkarmıştır; Birleşmiş Milletler ve Avrupa cezaevleri kurallarına uygun düzenlemeler getirmiştir. Geçmişte, değişen suçlu profiliyle mafya ve terör olaylarının artmasına karşılık ihtiyacı karşılayacak sayı ve nitelikte yüksek güvenlikli cezaevi yapılamamışken, hükümetimizin kararlı tutumu neticesinde Birleşmiş Milletler ve Avrupa cezaevi kurallarına uygun bir ve üçer kişilik oda sistemine dayalı, yüksek güvenlikli, elektronik ve mekanik sistemlere ve spor, eğitim, iş yurdu ve sosyal faaliyet alanlarına sahip 373 kişilik (F) tipi cezaevi projesi hayata geçirilmiştir. Bu projede tespit edilen eksiklikler süratle giderilecektir.

Diyarbakır ve Denizli'de inşa edilen, oda sistemine dayalı, yüksek güvenlikli 400 kişilik cezaevinin inşaatına devam edilmektedir.

(E) ve özel tip cezaevlerinden 54'ünün bir bölümü, 3'ünün de tamamı oda sistemine çevrilmiştir. Diğer taraftan, 30 (E) ve özel tip cezaevinin tamamen oda sistemine geçirilebilmesi için gerekli olan proje çalışmaları bitirilmiştir; yıl sonuna kadar bu sayı 73'e tamamlanacaktır.

Elmadağ (K-2) tipi kapalı cezaevi bağımsız çocuk cezaevi haline dönüştürülerek Ankara Kapalı Cezaevindeki çocuk tutuklu ve hükümlülerin olumsuz koşullarına son verilmiştir.

Bingöl, Eskişehir ve Kartal özel tip cezaevlerinin tamamı oda sistemine çevrilmiş ve hizmete sokulmuştur.

Çocuk koğuşları, revirler, ziyaretçi görüş mahalleri, disiplin hücreleri, hastane, mahkûm koğuşları ve adliye nezarethaneleri yeniden elden geçirilmektedir.

Eskimiş, küçük il ve ilçe cezaevleri kapatılarak bunların yerine, belirlenecek ortak merkezlerde bölge cezaevleri kurulması planlanmaktadır.

Hükümetimiz döneminde mevzuat yetersizliğini gidermeye yönelik çalışmalar da yapılmıştır. Birleşmiş Milletler ve Avrupa cezaevi kurallarına uygun olarak hazırlanan, Ceza ve Tutukevleri Genel Müdürlüğünü Adalet Bakanlığına bağlı kuruluş haline getiren, kurumlarda asayiş ve güvenliği sağlayacak olan Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğünün teşkilat ve görevleri hakkında yasa tasarısı tamamlanmıştır.

Dağınık durumda bulunan ceza infaz mevzuatını tek yasada toplayacak ve cezaları caydırıcı hale getirecek olan ceza infaz yasa tasarısı çalışmalarına başlanmıştır.

Malî kaynak sorununa önemli oranda çözüm getiren Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine İlişkin Yasa ve yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Ceza infaz kurumlarının, Adalet Bakanlığından bağımsız yerel izleme komitelerince denetimini sağlayacak olan bir yasa tasarısı hazırlanmıştır. Ceza infaz kurumları standart kadro sayısının artırılması için ek kadro ihdası konusunda hazırlanan yasa tasarısı Başbakanlıktan Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmek üzeredir. Ankara'da 1 cezaevi personel eğitim merkezi hizmete sokulmuş olup, bu merkezlerin sayısının 7'ye çıkarılması planlanmaktadır. Bu husustaki yasa tasarısı Bakanlar Kurulunca Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. Sağlık Bakanlığınca düzenlenen doktor kuralarına, cezaevlerinin de dahil edilmesi sağlanmıştır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun bağlı bulunduğu Devlet Bakanlığıyla Adalet Bakanlığı arasında yapılan protokol gereğince, tutuklu ve hükümlülerin 0-7 yaş grubu çocuklarının kreş ve gündüz bakımevlerinden yararlandırılması sağlanmıştır.

 Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sorun, ceza ve tutukevleri sorunu olmayıp, infaz hukuku sorunudur. Tabiî ki, infaz hukuku genel bir kavram, bir üst kavram. 1933 yılında Ceza Hukuku Milletlerarası 3 üncü Kongresinde yapılan bir tanımlamaya göre, infaz hukuku, en geniş manasıyla, mahkûmiyet kararının kesinleştiği andan ceza infazının sona erdiği ana kadar, devletle hükümlü arasındaki ilişkiyi tayin eden hukuk dalıdır. Türk infaz sistemi ve infaz hizmetlerinin yeterli olmadığı konusunda kamuoyunda görüş birliği vardır. Çünkü, infaz sistemimizden ve sunulan infaz hizmetlerinden ne iddia, ne yargı, ne savunma, ne tutuklu, ne hükümlü, ne aileler, ne infaz personeli ve ne de kamuoyu olmak üzere, hiçbir kesim memnun değildir. Herkesin mutabık kaldığı üzere, cezaevleri sorunu, bugünün sorunu değil, yılların birikimidir.

Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal sorunların bir neticesi olarak, yıllardır Adalet Bakanlığı bütçesine yeterli kaynak aktarılamamıştır. Bu, sadece adalet hizmetleriyle ilgili olmayıp, sağlık, eğitim, kültür ve diğer hizmetlerde de karşılaşılan başlıca bir sorundur. Ancak, hükümetimizin uyguladığı ekonomik istikrar programı çerçevesinde, kısıtlı olanaklarına rağmen gerekli düzenlemeleri yapmaktadır ve yapacaktır.

Sayın milletvekilleri, uluslararası alanda yerleşik kural ve kurumların sorgulandığı, yeni arayışların hız kazandığı bir dönüm noktasındayız. Bunun için de öncelikle siyasî, ekonomik, idarî ve adlî alanlarda bir kısmı başlatılmış olan reformları bir an önce  tamamlamalıyız. Türkiye'nin amacı, bugüne kadar olduğu gibi, bundan böyle de Avrupa Birliği standartlarını en  kısa zamanda yakalamaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Teşekkür ederim efendim.

Bu, esasen, Türkiye'nin daha ileriye gitmek, daha zenginleşmek, refah ve mutluluğa daha çabuk ulaşmak için kendi kendine koyduğu bir hedeftir.  Türkiye, bu hedef doğrultusunda başlatmış bulunduğu köklü reform sürecini artık, her alanda daha da hızlandırarak sürdürmek sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Bunun öncelikli gereği de, siyasî ve ekonomik istikrardır.

Bu düşüncelerle konuşmama son verirken, Yüce Heyetinize saygılarımı sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İçli.

Şimdi söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan'da. (ANAP sıralarından alkışlar)

Bu arada da Galatasaray'a başarılar diliyoruz efendim. Biraz sonra maç başlayacak.

Buyurun Sayın Aslan.

ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Doğru Yol Partisi Grubunca verilen cezaevlerinin sorunlarına ilişkin genel görüşme önergesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım; şahsım ve Grubum adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Cezaevlerimizde, özellikle Uşak Cezaevinde meydana gelen üzücü olaylar, konuyu yeniden masaya yatırmamıza sebeptir.

Genel görüşme önergeleriyle konuyu görüşmemize vesile olan Doğru Yol Partisi Grubuna ve önergeyi destekleyerek gündeme alınmasına oybirliğiyle onay veren diğer siyasî parti gruplarına teşekkür ediyoruz.

Devletin en önemli görevi, kamu düzenini sağlamak için öncelikle suç ve suçluluğu önlemektir. Ne var ki, tüm önlemlere, yaptırımlara ve çabalara karşı, suçun işlenmediği bir toplum yoktur. Suç işleniyorsa, devlet, hukuk kuralları çerçevesinde suçluları yargılayacak, adil yargılanmalarını sağlayacak, hüküm giyenlerin de, çağdaş infaz kurumlarında, insan haysiyet ve onuruna yaraşır bir şekilde cezalarını çekmelerini sağlayacaktır.

Ceza ve infaz hukukunda temel ilke, suçluların ıslahıdır; onları yeniden kazanmak ve toplumsal yaşama dahil olmalarını sağlamaktır. Bunun için de cezaevlerimizi, güvenli, ıslaha yönelik, huzur ve sükûnun hâkim olduğu, insana ve insan onuruna yaraşır çağdaş kurumlar haline getirmek, devletin en acil ve en elzem görevleri arasındadır.

Sayın Başkan,  değerli milletvekilleri, tabiî ki, biz, bugünün gerçeklerini konuşuyoruz. Ceza infaz kurumlarımızı, cezaevlerimizi masaya yatırıyoruz. Bu genel görüşmeyle, sadece sorunları sıralamak yetmez; çözüm yollarını da ortaya koymakta fayda görüyorum. Çözüm önermeyen şikâyet ve dertlenme, aczin ifadesidir. Çözüm yollarını arayıp, bulma ise bilimin ve gücün ifadesidir.

Cezaevlerindeki sorunlar, bugünün ya da dünün değil, yılların ihmalinin, bazen de gafletinin biriktirdiği sorunlardır. Bugün, maalesef, teröristlerin, mafya ve çete mensuplarının bulunduğu cezaevleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hâkimiyeti altında değildir. Yasalar, infaz tüzük ve yönetmelikleri, Bakanlık talimatları, bu cezaevlerinde bir hüküm ifade etmez...

BAŞKAN - Sayın Beyhan, bir dakika...

Efendim, sükûneti sağlayamıyoruz; Sayın Aslan'ın sesi hiç duyulmuyor. Çok önemli... Rica edeceğim efendim.

Buyurun efendim.

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Cezaevleri, terör suçluları için, örgüte militan yetiştiren eğitim kampı, çete mensuplarının ve mafyalarının da yönetim karargâhıdır. Cezaevlerinde krallar vardır. Cezaevlerinde ağalar türemiştir. Devletin hâkimiyeti zaafa uğrayınca terör suçluları, mafya ve çete mensupları şiddetle, tehditle yönetime korku salarak, bazen de rüşvetle cezaevlerine hâkim olmuşlardır. Yönetim, sayım yapamaz, koğuşlara giremez; yönetim, sindirilmiş ve  dışlanmıştır. Devletin emaneti olan tutuklu ve hükümlüler, huzur içinde cezalarını tamamlamaktan mahrumdurlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerimizde,  yönetimden fizikî yapıya, personel eğitiminden güvenliğe, suçluların tasnifinden teknolojiye, savunma hakkından sağlığa kadar tümüyle sistemimiz çökmüştür. Cezaevlerinde kaosun sebebi, sistemin yetersizliği ve yanlışlığındadır. Açık ve  net söylüyoruz; koğuş  sistemi iflas etmiştir. Meseleye ideolojik gözle bakmak  bizi yanıltır; olaya bilimsel yaklaşmak şarttır. Cezaevi yönetimleri, koğuşları 24 saat denetimi altında tutamıyor. Sayım yapılıp koğuşun kapısı kapanınca, hâkimiyet ve disiplin tamamen güçlünün elindedir. İçeride olanı idareye bildireni de ispiyonculukla suçlarlar ve onu da cezalandırırlar.

Meslekî anılarımızda yer alan koğuşlardan iki manzara sunacağım: Sanık (A) tutuklanıp cezaevine konulur; ırza tasaddi suçunu işlemiştir. Tecritten sonra koğuşa gelir, koğuşta kendisiyle kimse konuşmaz, korkulu gözlerle koğuştakileri süzer,akşam olur, koğuş tıka basa doludur, kapının kenarına uzanır, ceketini yastık yapar, uyumaya yüz tutmuştur ki, koğuş ağasının "ayağı kalk" sesiyle uyanır; keten çuvalın içerisine girmesi istenir; itiraz mümkün değildir, can pazarındadır, çuvalda iki kediyle birliktedir, sopayı çuvala vurdukça kediler (A)'yı tırmalar. Bu insanlıkdışı işkence sabaha kadar devam eder.

Sanık (K) yaralamadan içeri girmiştir, güçlü kuvvetlidir, koğuştaki hâkim güç kendisinden çekinir, sindirilmesi gerekir, kendisine "gece nöbeti sen tutacaksın; görevin, horlayanı uyarmaktır" derler. Koğuşun bir bölümü horlamaya başlar: sanık (K) görevini yapmak, horlayanı kaldırmak isteyince, tüm horlayanların toplu hücumuyla dövülüp sindirilir. İşte, koğuştan manzaralar bunlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; koğuşların kendine göre töresi vardır. Bu töreler gereği, bazen, mahkeme cezalarından başka yeni ceza verirler. Koğuşlarda yaşam kontrol edilemiyor. Kişinin hakları, onuru, can güvenliği orada güçlüye emanettir. "Koğuş" adı altında uygulanan sistemin, koğuşta yaşayanlar ve kamu düzeni açısından yarattığı sakıncalar göz ardı edilerek, koğuş sistemi savunulamaz. Koğuş sisteminde, koğuşta ya da havalandırmada, cezaevi yönetimine karşı direnç başlıyor, personel içeri giremiyor, devlet olarak gördükleri ceza infaz koruma memurunu, yani, gardiyanı rehin almakla isyanı başlatıyorlar. Bir arada bulunmanın verdiği güç, isyanı kolaylaştırıyor. Koğuş sisteminde, mahkûmlar ile cezaevi personeli yüz yüze gelmekle, mahkûm, personeli tanımakta, ismen de cismen de bilmekte, isteklerini yerine getirmediği takdirde, tehdit ve şantaja başvurmaktadır. Cezaevi personeline hitaben "oğlunu tanıyoruz, lisede öğrenci, vururuz" ya da "kızını okul çıkışı kaçırırız" gibi tehditlere maruz kalan personelden görev beklenemez. Zayıf karakterli personelden de rüşvetle yardım alıyorlar.

Arz etmeye çalıştığımız gerçeklerle, koğuş sistemi derhal terk edilmelidir. İstisnası, en az güvenlik gerektiren, kısa süreli hapis cezasına çarptırılan mahkûmlar için olabilir. Bu konuda gayretler sarf edilmiştir. İlk defa, Adalet eski Bakanlarımızdan Sayın Oltan Sungurlu Beyin girişimleri sonucu, terör suçluları için, Eskişehir özel tip cezaevi yapılmış. Cezaevi basına açıldığında, basınımız  lüks otele benzetmiş, oda sistemi esasına göre yapılmıştır. Ne var ki, Doğru Yol Partisi-SHP Hükümeti, daha güvenoyu almadan, ilk (siftah) olarak, hükümetin Adalet Bakanı Sayın Seyfi Oktay, ideolojik nedenlerle, bir yerlere mesaj için bu cezaevini boşaltmış ve 206 tutuklu ve hükümlüyü başka cezaevlerine nakletmiştir. Niçin; çünkü bu cezaevine telefon giremezdi, çünkü bu cezaevine silah giremezdi, çünkü bu cezaevine eroin giremezdi; bilemiyorum, onun için mi kapatmışlardı!..

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Şimdi daha rahat giriyor.

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Bu kapatma, geriye gidişin dönüm noktası olmuştur. Tekrar ediyorum, bu kapatma, geriye gidişin, kaosun dönüm noktası olmuştur ve zafer statükonun olmuştur, statüko kazanmış; ama, Türkiye kaybetmiştir.

Sayın Sungurlu, Adalet Bakanlığından bir heyeti, cezaevlerini incelemeleri için Avrupa'ya göndermiş, Amerika Birleşik Devletleri cezaevleri sistem iyileştirme uzman müşaviri olarak çalışan Melda Türker'i Türkiye'ye çağırmış. Netice itibariyle, oda sistemi ağırlıklı projeler üzerinde karar kılınmış. Ne var ki, Doğru Yol Partisi-SHP, bilahara, Doğru Yol Partisi-CHP hükümetlerinin Adalet Bakanları bu projeleri durdurmuştur; yani, oda sistemlerini durdurmuştur; koğuş sistemini savunmuşlar, oda sistemini kesinlikle dikkate almamışlardır; yerine herhangi bir çözüm de önermemişlerdir, Adalet Bakanı Sayın Şevket Kazan'ın, Diyarbakır ve Denizli Cezaevleri projelerine kadar.

Cezaevlerinin kapıları ya caddeye açılır ya da caddeye yakındır. Kaçan mahkûmun taksiye atlaması, insanlara karışması kolaydır. Şehir dışına yapılan cezaevlerinin çevresi de, en kısa sürede, sanayi ya da konutlarla donanmıştır. Bu, ciddî bir olumsuzluktur ki, Bursa Cezaevi örnektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerinin fizikî yapısını acilen iyileştirme gereği ortadadır; ama, ne yazık ki, genel bütçeden ödediğimiz rakamlara bakarsak, Adalet Bakanlığı bütçesi öksüzdür, yoksuldur; binde 7 bütçeyle bu tedbirlerin alınması da imkânsızdır. Bu bütçeyle ne olur?! Kaynağa ihtiyaç vardır, kaynak sorununun acilen çözülmesi gerekir.

İyi ki, 4301 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine İlişkin Kanun var, biraz nefes aldırıyor; ama, yetmiyor. Bu kanunu çıkaran Sayın Sungurlu'ya, yine, burada teşekkürü borç biliyorum.

Cezaevleri yapılırken, ihtiyaç olan yerler tespit edilmelidir. Bugün, öyle cezaevlerimiz var ki, içeride mahkûm yok veya üç kişinin, beş kişinin kaldığı cezaevini düşünün, orada harcanan (masraf) israftır. Öyleyse, her ilçede cezaevi olmamalı, yargı çevrelerine hizmet verebilecek ortak yerler seçilmelidir. Kiralama suretiyle var olan evden bozma cezaevleri terk edilmelidir. Avrupa'da ya da Amerika'da, mahkûmların sahibi devlettir. Cezaevine düşen kişi, kendisini ziyarete gelebilecek en fazla 4 kişinin ismini bildirir. Ayrıca, mahkûmlarla ilgilenecek mahkûm dernekleri vardır; ziyaretçiler, ancak bunlardır. Bizde ise, bir delikanlı cezaevine düştüğünde, bütün köy ziyaretçidir, bütün köy cezaevinin önüne yığılır. İşte, disiplinsizliğin bir başka örneği de budur.

MURAT AKIN (Aksaray)- Sungurlu'dan bahset!..

BEYHAN ASLAN (Devamla)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu olarak öneriyoruz: Şehir merkezlerindeki kıymetli araziler üzerindeki cezaevleri satılsın. Satılan cezaevleri, belediye mücavir sahalarının en az 10 kilometre dışına çıkarılsın ve cezaevlerinin 2 kilometre çevresinde de yapılaşma olmasın. 2 kilometrelik alan, cezaevlerinin güvenlik alanı olsun. Bakalım, cezaevinden kim kaçar, kim, 2 kilometrelik tünel açar?.. 50 metre sonra caddeye ya da sokağa çıkarsan, kaçışları önleyemezsin; kaçarak halkın içine karışan, taksiye atlama imkânı olan mahkûmu yakalayamazsın.

Cezaevleri üç ayrı tip olarak inşa edilmelidir: Terör ve mafya, çete suçluları, sair organik suçlular ve tehlikeli mahkûmlar için birinci derecede güvenlikli cezaevleri ve bunlar, kesinlikle F tipi olmalıdır, oda sistemi olmalıdır. Orta dereceli güvenlik suçlularını ilgilendiren cezaevleri ise, bunlar, E tipi olmalıdır. Bir de, kısa süreli mahkûmiyeti gerektiren, kısa süreli cezaların infazını gerektiren cezaevleri ise, koğuş sistemi olmalıdır. Bunu, mutlaka, yapmak durumundayız. Bunu yapmadığımız takdirde, cezaevinde güvenliği sağlayamayız, ciddî bir infaz sistemine de ulaşamayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevleri -tekrar ediyorum- kesinlikle, şehir merkezlerinin 10 kilometre dışına çıkarılmalıdır ve cezaevleri, 10 kilometre dışına çıkarıldıktan sonra, çevresinde yapılaşma önlenmelidir. Şehirlerdeki cezaevlerinin komşusu, Ahmet dayı, Ayşe teyze, bakkal, fırın olmamalıdır. Bayrampaşa Cezaevini görüyorsunuz... İşte, Ulucanlar, Buca, Denizli, Kırşehir, Afyon Cezaevleri; şehrin en merkezî, en işlek yerlerinde; böyle cezaevi olmaz. Hiçbir ülkede böyle cezaevi yoktur. İşte, en büyük. sorun, şehrin en merkezi yerlerine cezaevlerinin yapılmasıdır. Bunlar mutlaka elden çıkarılmalı ve bunlardan elde edilecek gelirle, mutlaka, dediğim tarzda cezaevleri yapılmalıdır.

Ankara Ticaret Odası "Ulucanlar Cezaevini verin bana, ben burayı fuar alanı yapayım, size de iki tane cezaevi yapayım" diye teklifte bulundu.

Bu nedenle, hiçbir işe yaramayan, hiçbir fayda temin etmeyen şehir merkezlerindeki cezaevleri kesinlikle elden çıkarılmalı ve ciddî cezaevleri yapılmalıdır.

Bakın, benin İlim Denizli'de cezaevinin komşusu okuldur, yani, kaçan mahkûm, okulun bahçesinden atlayıp kaçar. Böyle cezaevi dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Bu nedenle, ceza infaz kurumlarımızın altyapılarını mutlak; ama, mutlak düzenlemek zorundayız; mutlaka, sistemi geliştirmek zorundayız, radikal tedbirler almak zorundayız.

Bir sonraki dönemin, bir önceki dönemi kötülemesiyle bir yere varılamaz. Sistem yanlıştır, yapılanma yanlıştır. Bu nedenle, sistemi mutlaka değiştirmek zorundayız.

MURAT AKIN (Aksaray) - Çözümlerden bahsedin!..

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım efendim.

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Çözümleri arz ediyorum. Cezaevleri şehrin dışına çıkarılmalıdır ve cezaevlerinin 2 kilometre etrafında yapılaşma olmamalıdır. Cezaevinde 2 kilometre tünel kazılmaz

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Yapılırken zaten dışarıya yapılmış...

BAŞKAN - Efendim karşılıklı konuşmayalım, hatibin sözünü kesmeyelim.

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Bu nedenle, biz onları söylüyoruz, çözümleri de söylüyoruz.Başında söyledik, çözüm önermeyen tenkitler, dedikodudan ibarettir. Biz, çözümleri söylüyoruz.

Tam 6 yıl geriye dönüşü sağladınız. Eskişehir Cezaevini kapatmakla kaosu, statükoyu zafer kıldınız; ama, maalesef, infaz sistemini bozdunuz. İşte, o bir dönüm noktasıdır; o statükonun zaferi, dönüm noktasıdır ve bugün infaz sistemimizin geldiği yerdeki en büyük yanlışlıktır. Bunu içinize sindirin. Ben, Doğru Yol Partili hiçbir arkadaşımızın -tek tek konuştuğumda- Eskişehir Cezaevini içine sindirdiğine inanamam. Bunu, maalesef, o günün hükümeti yapmıştır ve o yanlışı da bugün, Doğru Yol Partisinin hiçbir milletvekili savunamaz.

MURAT AKIN (Aksaray) - Niye düzeltmediniz 4 yılda?

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerinde yönetim iki başlıdır. Ayrı ayrı sicil amirlerine bağlı kişiler tarafından yönetilmektedir. Dış koruma jandarmanın, iç koruma Adalet Bakanlığınındır. Bunlar, aynı sicil amirlerine bağlı olmadıkça, aralarında bir koordinasyon oluşturmadıkça, hiçbir zaman bu koruma mümkün olmaz. Bakın, cezaevlerine cep telefonu, esrar, silah ve örgütsel doküman, yürüyerek girmiyor; orada insan unsuru önemli. Oraya ya tehditle, şantajla giriyor, ya da rüşvetle giriyor; insan unsuruna mutlaka dikkat etmemiz gerekir.

Bir kere, şunu ifade etmek istiyorum. Dünyanın her yerinde, infaz kurumlarının sorumlusu Adalet Bakanlığıdır, bütün dış koruma da, iç koruma da Adalet Bakanlığına bağlıdır. Bunu bu hale getirmek durumundayız. Sayın Bakanımızın da ifade ettiği gibi, ciddî bir personel eğitimi yaptırıp, iç korumayı da, dış korumayı da mutlaka sağlamak durumundayız.

Değerli milletvekilleri, mutlaka, dış korumaya olan ihtiyacı azaltmamız gerekir. Öyle cezaevi yapalım ki, dış korumaya ihtiyacımız azalsın ve jandarmamızı devreden çıkarmanın yollarını arayalım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanın kendisini savunması, insanlık tarihiyle eşittir; dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez nitelikli bir haktır. Bireyin savunma hakkını vekâleten kullanan avukatlık mesleğinin onuruna gölge düşüren uygulamalara, cezaevinde, son verilmelidir. Jandarmanın, 13 avukatın cezaevlerine silah soktuğu iddiası doğru olabilir; ama, Türkiye'de binlerce avukat vardır. Bu çirkin davranışın cezasını avukatlarımıza ödetmeyelim. Mesleğin yüzkarası bu kişilere elbette cezası çektirilmelidir. Teknoloji ne güne duruyor; elektronik kapılarla, onur kırıcı arama işlemini modernize edersek, meseleyi çözmüş ve avukatlık mesleğinin de onuruyla oynamamış oluruz diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerinde, devletin hakimiyetini tesis etmek, ıslaha yönelik bir infaz sistemini kurumlaştırmak, infaz sisteminde modern dünyanın geldiği noktayı yakalayabilmek için duruma acilen el konulması, imkânların, kaynakların seferber edilmesi gerekir.

Cezaevlerimizin içinde bulunduğu kaostan, bana göre, tüm cumhuriyet hükümetlerinin nasibi vardır. 55 inci cumhuriyet hükümetinin ve onun Adalet Bakanının cezaevlerimiz konusundaki görüş ve düşüncelerinde isabet vardır. Bize göre, bu öngörüşmeden sonra, bir genel görüşmeye ihtiyaç yoktur; çünkü, mesele anlaşılmıştır.

Anavatan Partisi Meclis Grubu olarak, bu konuda her türlü desteğe hazır olduğumuzu, hukuk hâkimiyeti ve devlet otoritesinin yerini hiçbir gücün almasına müsaade edilmeyeceği konusundaki irademizi arz eder, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslan.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Parti Grubu adına Denizli Milletvekili Sayın Salih Erbeyin'de.

Buyurun Sayın Erbeyin. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA SALİH ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerinin içinde bulunduğu genel durum hakkında söz almış bulunuyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Fenolojik anlamda infaz kavramı, ceza mahkûmiyetine ilişkin olarak kararların çektirilmesine ve bu süreç içerisinde, suçlunun, genel eğilimlerine göre rehabilite edilerek, yeniden topluma kazandırılmasına ilişkin dinamikler yelpazesini ifade etmektedir.

Ceza infaz mevzuatı çerçevesinde, infazı gereken cezalar genel anlamda:

1- İdam cezası,

2- Hürriyeti bağlayıcı cezalar,

3- Para cezaları olmak üzere üç grubu ayrılmaktadır.

Bunlardan hürriyeti bağlayıcı cezalar, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de en sık başvurulan cezalandırma yöntemi olduğundan, infaz sürecinde yaşanan birçok sorun da burada karşımıza çıkmaktadır.

Hürriyeti bağlayıcı cezaların infazından beklenen esas amaç:

1- Toplumun suçludan korunması,

2- Suçlunun toplumun öfkesinden korunması,

3- Suç bedelinin hukuk çerçevesinde ödettirilmesi,

4- Suçlunun rehabilite edilerek yeniden topluma kazandırılmasıdır.

İnfazdan beklenen bu amaçlara ulaşılabilmesi içinse, en zayıf mahkûmun bile cezaevinde kendini güvende hissetmesi, kendisine saygıyla ve insanca davranılması, kendisini geliştirme imkânına sahip olması, ailesi ve yakınlarıyla temas imkânına sahip olarak tahliyeye hazırlanması gerekmektedir.

İnfaz sistemleri: Dünyada hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği belli başlı üç tip cezaevi sistemi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; 19 uncu Yüzyılın başlarına kadar mahkûmların toplu olarak barındırıldıkları ve cezaevi kompleksi içinde yer alan taşocakları ve diğer işlerde çalıştırıldıkları koğuş sistemli cezaevleridir.

İkincisi , Amerika'da uygulanan hücre sistemli cezaevleridir.

Üçüncüsü ise, koğuş ve hücre sisteminin karma hale getirilmiş halidir.

Çeşitli ülkelerde ve bu cezaevi sistemlerinde, toplumsal kültürlere paralel olarak birtakım değişiklikler de yapılmıştır. Günümüzde önemli olan, cezaevi sistemi ile onu destekleyen yasal mevzuat ve uygulamaların çağdaş, caydırıcı, insanlık haysiyetine ve insan haklarına saygılı, mahkûmun sosyal rehabilitasyonuna elverişli ve çağdaş eğitim yöntemlerine açık olmasıdır.

Ülkemize bakıldığında, Osmanlı döneminde, suç işleyenler ya zindana atılır ya da kalebentliğe mahkûm edilirdi. Anadolu'da, ilk defa, 19 uncu Yüzyılın ortalarından itibaren koğuş sistemine dayalı cezaevleri yapılmaya başlanmıştır. Günümüzdeyse, cezaevlerinde gerek suçluların eğitilmesinde yarattığı olumsuz etkiler gerek can güvenliği, asayiş, disiplin ve güçlünün zayıfı ezmesi gibi nedenlerle, koğuş sistemi terk edilmiş olup, E tipi ve özel tip cezaevlerinin 2, 4, 6 ve 8 kişilik oda sistemine göre yeniden tadil edilmesine ve inşa edilen yeni cezaevlerinde de 1 ve 3 kişilik oda sisteminin esas alınmasına başlanılmıştır.

Bugün tarihi itibariyle, ülkemizde 556 ceza infaz kurumu bulunmaktadır. Cezaevlerimizin 515'i kapalı, 36'sı açık, 1'i çocuk cezaevi, 3'ü çocuk ıslahevi, 1'i kadın ve çocuk cezaevi olarak kullanılmaktadır.

Ceza ve infaz kurumlarımız Adalet Bakanlığına bağlı olup, tüm personeli bu Bakanlık tarafından atanmaktadır; ancak, kapalı cezaevlerinin dış güvenliği, İçişleri Bakanlığına bağlı Jandarma Teşkilatı tarafından sağlanmaktadır. Bu sistem, Belçika ve Fransa'da da halen uygulanmaktadır. Kurumlar, bir müdür ve yeteri kadar ikinci müdür tarafından yönetilmektedir. Müdürler, Cumhuriyet Başsavcısına; başsavcı ise genel müdüre karşı sorumludur. Kapalı cezaevlerinde müdür, kurumun yönetiminden, başsavcı tarafından görevlendirilen cumhuriyet savcısı ise cezaların infazından sorumludur. Kurumlar, başsavcının denetim ve gözetimi altında çalışmaktadırlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ceza ve infaz sistemimizde yaşanan temel sorunlar şunlardır: Günümüz ceza infaz sisteminde yaşanan sorunları dört ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar; fizikî altyapı yetersizliği, malî kaynak yetersizliği, mevzuat yetersizliği ve personel yetersizliğidir.

Fizikî altyapı yetersizliği nedeniyle karşılaşılan infaz sorunları: Ceza infaz kurumlarımız, Batı Avrupa cezaevlerinin aksine, koğuş sistemi üzerine inşa edilmişlerdir. Cezaevlerimizde yaşanmakta olan önemli sorunlar, bu sistemin sağladığı elverişli ortamdan kaynaklanmaktadır. Özellikle, büyük cezaevlerinde kapasiteler aşılmış ve yoğun bir kalabalıklaşma ortamı meydana gelmiştir. Açık cezaevleri ile çocuk ıslahevlerinde önemli bir sorun yaşanmazken, terör ve mafya suçlularının barındırıldığı ve yerleşim alanı içerisine sıkışmış kalmış olan bazı cezaevlerinde asayiş ve güvenlik ortamının sağlanması riskli boyutlara ulaşmıştır. Yerleşim alanları içerisinde kaldığından, bu kurumların havalandırma avlularına dışarıdan her türlü madde atılabilmekte, ulaştırılabilmektedir. Ceza infaz kurumlarının oda, koğuş bölümlerini birbirinden ayıran duvar ve kapılar, binalar ve yapılar eski olduğundan tutuklu ve hükümlülerce toplu olarak zorlandığında kolayca yıkılabilmekte ve yerlerinden sökülebilmektedir.

Diğer taraftan kurumlarımız önemli oranda teknik imkânlardan yoksun bulunmaktadır. Kalabalık koğuş sistemlerinin, mahkûmların eğitilerek topluma hazırlanması yönünden en önemli zararı, kurumlarda eğitim ve rehabilitasyon çalışmalarının istenildiği gibi yapılamamasıdır. Zaman zaman mevcudu 60'ı dahi aşabilen bazen de bu rakamların üzerine çıkan koğuşlarda, psikolog, sosyal çalışmacı, öğretmen, bunun gibi eğitici personel güvenli bir ortam içerisinde görevini yerine getirememektedir. Bu personel, eğitim faaliyetinin uygulanacağı mahkûm sayısının fazla olması nedeniyle de, zaman zaman, hak etmedikleri davranışlara maruz kalmaktadır.

Koğuş sistemine dayalı bu kurumlardaki kalabalık ortam ile asayiş, güvenlik ve mahkûmiyet zafiyeti nedeniyle tünel kazma, firar etme, isyan çıkarma, rehin alma, avukat görüşlerine dahi çıkmama, cezaevi idaresine ve doktora çıkmama; aile, akraba ve ziyaretçilerinin kabulünü dahi örgüt iznine tabi kılma; hükümlüleri sorgulama; açlık grevine, ölüm orucuna, tecride veya ölüm dahil birtakım bedensel cezalara mahkûm etme; koğuş kapılarını kapattırmama; hastaneye ve duruşmaya dahi gitmeme; eğitim ve öğretim çalışmalarını engelleme; dışarıya eylem talimatı verme; kurum görevlilerini rehin alma; yaralama, öldürme, asma, koğuşlarda çeşitli suç eşyası bulundurma gibi faaliyetlerle de karşılaşılabilinmektedir. Ülkemizde müşahede ve sınıflandırma merkezleri tam olarak kurulamadığından, hükümlülerin sınıflandırılması ve gruplara ayrılması işlemi yapılamamakta, cezaevlerinin güvenlik standartları belirlenememektedir.

Gerçekte, hükümlüler, kurumların güvensizlik standardını belirleyici duruma gelmişlerdir. Değişen suçlu profiliyle, mafya ve terör olaylarının artmasına karşılık ihtiyacı karşılayacak sayı ve nitelikte yüksek güvenlikli cezaevi yapılamamıştır.

Malî kaynak yetersizliği nedeniyle karşılaşılan sorunlar:

Malî kaynak olarak da, her yıl, bütçeden, Adalet Bakanlığının payları düşmekte, bu da sıkıntıları had safhaya çıkarmaktadır.

Diğer taraftan, ceza infaz kurumlarında görev yapan personel, ifa etmekte olduğu işin zorluğuna ve riskine karşılık, malî ve sosyal haklar yönünden tatmin edici bir durumda bulunmamaktadır. Göreve yeni başlamış olan bir cezaevi infaz koruma memuru çok düşük ücret almaktadır. Aynı zamanda, küçük ve orta ölçekli illerde görev yapan cezaevi personeli sürekli aynı yerde kaldığı için, bunlar, suçlu ve mafyalar tarafından zaman içinde kontrol altına alınabilmekte, bu da cezaevi ve mahkûm güvenliğini zedelemektedir.

Mevzuat yetersizliği nedeniyle karşılaşılan sorunlar:

Maalesef, cezaevlerimiz, bugün, ceza infaz kurumlarının yönetimi 1930 tarihli 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında 10 maddelik Kanun ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, Ceza İnfaz Kurumları ve Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük ve dağınık vaziyette bulunan çeşitli mevzuat ile yürütülmekte olup, söz konusu mevzuat günün ihtiyaçlarına cevap vermemektedir.

647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda yer alan şartlı tahliye, tecil ve paraya çevirme hükümleri cezaların caydırıcılığını ortadan kaldırmıştır. Bugün potansiyel suçlular ve mafya tipi suçlular hangi suçtan ne kadar ceza alacaklarını bilmekte, infaz kanunun beşte 2'lik cezasını hesap ederek, suçların da içtimaını bilerek, bilinçli olarak ceza işlemekte, maalesef, beşte 2'sini çektikleri noktada şartlı tahliye edileceklerini bilmektedirler. Bunun için, yapılması gereken, öncelikle, şartlı tahliyenin beşte 2'den üçte 2'ye çekilmesi veyahut da bu şekilde değiştirilmesidir.

Ayrıca, cezaevi personelinin eğitimini ve öğretim kalitesini yükseltmek gerekmektedir. Kanaatimizce, bizim için en ideal olacak uygulama, cezaevi personeli eğitim okulları kurularak, iç ve dış güvenlik personelinin de bu okullarda eğitilmesi ve Adalet Bakanlığına bağlı olmasıdır.

Yine, uygulamada göze çarpan bir diğer sorun, cumhuriyet başsavcısı ve cezaevi savcılarının cezaevlerindeki konumlarının ne olduğu ya da ne olması gerektiği hususu enine boyuna ortaya konulmalıdır.

Dördüncü sorun olarak, personel yetersizliğinden kaynaklanan infaz sorunları:

Mevcut kurumlarda, özellikle sağlık, eğitim, psikososyal hizmet kadrolarında önemli oranda eksiklikler mevcuttur. Tutuklu ve hükümlülerin eğitilerek, yeniden topluma kazandırılmasında önemli rol oynayan eğitim kadrolarıyla psikososyal hizmet kadrolarındaki eksiklik, infaz sistemimizin önemli bir sorununu teşkil etmektedir. Personel temininde, bazı cezaevlerinde oluşan riskli ortam nedeniyle güçlük çekilmekte; bunda, özellikle can güvenliği, işin zorluğu ve maaş yetersizliği etken olmaktadır.

Ceza ve infaz kurumları personelinin eğitim düzeyi oldukça düşük ve yetersizdir. Bugün, profesyonel suçlular, geneli itibariyle yüksekokul mezunu olup, bunların cezaevlerindeki görevlileri ortaokul ve lise mezunu insanlardır. Elbette, içerideki yüksekokul mezunu profesyonel kişiler bunların üzerinde fizikî ve psikolojik baskı kurabilmektedirler.

Yetersiz eğitim düzeyi nedeniyle kurumlarda personel olarak çalışanların çeşitli ruhî problemleri de ortaya çıkmıştır.

Son yıllarda önemli sayıda cezaevi personeli, çeşitli nedenlerle adlî ve idarî soruşturmalar sonucu görevinden uzaklaştırılmış veya meslekten çıkarılmıştır. Ceza ve infaz kurumları personelinin eğitim seviyesi bir an önce yükseltilmelidir. Günümüzde cezaevi personelinin eğitimini sağlayacak personel eğitim merkezlerinin kurulması ve yeni atanacak personelin bu merkezlerde okutularak eğitilmesi ile mevcut personelin bu merkezlerde hizmetiçi eğitimden geçirilmesi zorunlu hale gelmiş bulunmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; cezaevleri, zaman zaman, Türkiye'nin kanayan bir yarası olmaktadır. Bu, bugünün meselesi değildir; geçmişten geleceğe uzanan bir eksiklikler manzumesidir.

Şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Son günlerde, gerek basınımızda gerekse kamuoyunda gündemi oluşturan F tipi cezaevleri konusunda yoğun bir tartışma yaşanmaktadır. F tipi cezaevi, birilerinin ısrarla yanlış olarak ifade ettiği gibi, hücre sistemi değildir, geneli itibariyle oda sistemidir.

Hepiniz hatırlayacaksınız ki, F tipi cezaevi olmamasına rağmen, özellikle terör suçluları için yapılan Eskişehir Özel Tip Cezaevi, yapımından kısa bir süre sonra, 1991 yılında, dönemin DYP-SHP koalisyon hükümetinin Bakanı Sayın Seyfi Oktay tarafından, daha hükümet güvenoyu almadan kapatılmış ve koğuş sistemine dönüştürülerek, devletin trilyonları heba edilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; infaz sistemimizde yaşanan sorunlarla ilgili olarak yapılması gereken çalışmalar:

Öncelikle, fizikî altyapı yetersizliğinin giderilmesi bir an önce sağlanmalıdır.

Birleşmiş Milletler ve Avrupa cezaevi kurallarına uygun, birer ve üçer kişilik oda sistemine dayalı, yüksek güvenlikli elektronik ve mekanik sistemlere, spor, eğitim, iş yurdu, sosyal faaliyet alanlarına sahip F tipi cezaevleri bir an önce bitirilmeli ve mevcutlardaki eksikler giderilmelidir.

Eskimiş, küçük, il ve ilçe merkezindeki cezaevleri kapatılarak, bunların yerlerine, belirlenecek ortak merkezlerde cezaevi kurulmalıdır.

Ceza infaz kurumları personelinin malî ve özlük haklarının iyileştirilmesi için yapılan çalışmalar bir an önce bitirilmelidir.

Ceza infaz kurumları iş yurtlarında çalışan mahkûmların gündelikleri, 2000 yılı için 2 milyon TL'dir. Bu rakamdan iaşe bedeli düşüldükten sonra, mahkûmlara cüzi bir para kalmaktadır. Bunun da suçluların rehabilitesi açısından artırılması gerekmektedir.

Mevcut mevzuat yetersizliğini gidermeye yönelik şunlar yapılmalıdır:

Hizmet içerisinde eğitilen cezaevi personeline, eğitim programları kapsamında, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi için, insan hakları ve insan ilişkileri derslerinin sayısı ve seviyesi artırılmalıdır.

Ceza infaz kurumları personelinin bir okulda eğitilerek mesleğe alınmasını sağlamak üzere, ülkemizde cezaevi personel eğitim merkezleri kurulması amacıyla, Kanada Adalet Bakanlığına bağlı cezaevi personel eğitim merkezi 1999 yılı içerisinde incelenmiş, gerekli belgeler temin edilmiş; ayrıca, geçmiş yıllarda Danimarka, Almanya, Norveç ve diğer Avrupa cezaevleri incelenmiştir. Elde edilen bilgiler ve deneyimler neticesinde, Ankara'da bir cezaevi personel eğitim merkezi hizmete sokulmuştur. Bu cezaevi personel eğitim merkezlerinin sayısı bölgelerde artırılmalıdır.

Sonuç ve önerilerimiz: Gerek genel müdürlük uzmanlarının ulusal ve uluslararası araştırmalar sonucunda elde ettikleri bilgiler gerekse uluslararası kurum ve kuruluşların cezaevlerimiz hakkındaki eleştirileri ve tavsiyeleri doğrultusunda, cezaevleri ve infaz sistemimizde reform niteliğinde yapılan çalışmalara hız verilmelidir.

Bu çerçevede, terör ve çıkar amaçlı suç örgütleri mensuplarının barındırıldığı cezaevlerimizdeki örgüt etkinliği kırılmalıdır; ancak, koğuş sistemine dayalı ve muhkem olmayan fizikî yapı, mevzuat ve malî kaynak yetersizliğiyle, personelin eğitimsiz olmasından dolayı, bazılarında yaşanan sorunlar tam olarak çözülmelidir.

Özellikle büyük şehirlerimizde, ceza infaz kurumlarında, tutuklu ve hükümlüleri koyacak yer kalmamıştır. Süratle yüksek güvenlikli cezaevi yapılmadığı takdirde, ceza infaz kurumlarındaki sıkıntılar daha da artacaktır. Yeterli malî kaynak sağlanmalı, cezaevi sorunu ulusal bir sorun olarak ele alınarak, iç ve dış kamuoyunun gündeminden bir an önce çıkarılmalıdır.

Ceza infaz kurumlarının boş kadroları ehliyetli kadrolarca doldurulmalıdır.

Cezaevi sağlık personeli ile eğitim personelinin organizasyonu, faaliyetleri, motivasyonu ve meslekî ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda diğer bakanlıklarla işbirliğine gidilmelidir.

Başta Marmara Bölgesi olmak üzere, büyük kentlerimizde veya yakınlarında süratle oda tipi cezaevleri yapılmalıdır.

Örgütlü mafya suçları ve diğer adlî suçlar için kullanılan E tipi ve özel tip cezaevlerinin tamamı 2, 4, 6 veya 10 kişilik oda sistemine dönüştürülmelidir.

Asayişle ilgili görev yapan infaz kurumlarının personeli ve sosyal hakları düzeltilmeli, can güvenliklerini koruyucu tedbirler alınmalıdır.

Ceza infaz kurumları personelinin, hizmet öncesi, hizmet içi eğitimleri sağlanmalıdır.

Mahkûm koğuşu olmayan devlet ve üniversite hastanelerinde mahkûm koğuşu yapılmalı ve hizmete açılmalıdır.

Ceza infaz kurumlarının dış korumasında görevli olan jandarma personelinin görev sırasında işlediği suçların doğrudan takibi için eski uygulamaya dönülerek, bu personelin de icra ettiği görevin adlî görev sayılmasını gerektirecek yasal düzenleme yapılmalıdır.

Cezaevlerindeki çift başlılığa zaman içerisinde son verilmesi için, bir an önce, yasal çalışma yapılmalıdır.

Tutuklu ve hükümlülerin iaşe bedelinin, kanunla belirlenen oranda artırılması gerekmektedir.

Ceza ve infaz kurumlarında ihtiyaç duyulan teknik ve elektronik güvenlik sistemlerinin kurulabilmesi için gerekli ödeneklerin sağlanması zorunludur.

Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbeyin.

Efendim, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, önerge sahipleri adına, Antalya Milletvekili Sayın Kemal Çelik; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerinin içinde bulunduğu genel durum ve bu konuda alınması gereken önlemler konusunda verdiğimiz genel görüşme önergesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biliyorsunuz, bu önergeyi, biz, Türk toplumunun talebi doğrultusunda verdik. Türk toplumu, son yıllarda Türkiye'de yaşanan ilginç olayları seyrediyordu. Türk toplumu, mafyanın cezaevlerine nasıl hâkim olduğunu seyrediyordu; Türk toplumu, mafya liderlerinin tabancayla nasıl olaylara hâkim olduğunu seyrediyordu; yine, Türk toplumu, acziyet içerisinde bir Adalet Bakanının "İçişlerine devredelim, İçişleri Bakanı sorumlu" gibi sözlerini seyrediyordu. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar) İşte, biz, bu talepler doğrultusunda, toplumun bu talebi doğrultusunda, bunu verdik. İyi dinleyin...

Şimdi, Sayın Adalet Bakanı burada konuştu. Sayın Adalet Bakanı âdeta yakındı, ödenek yetersizliğinden bahsetti; yani, bir başka hükümetten para ister gibi, para istedi. (DYP sıralarından alkışlar) Ama, burada bir başka DSP temsilcisi konuştu; hep, geçmişte meydana gelen birkaç münferit olaydan bahsetti. Cezaevlerinde, dünyanın her yerinde münferit olaylar olur; ama, bugünkü gibi olay da dünyanın hiçbir yerinde olmamıştır. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Al Capone döneminin Amerikasında böyle olaylar olmamıştır, Amerikan filmlerinde böyle olaylar görülmemiştir; ama, Ecevit Hükümetinin ve Sayın Türk'ün Bakanlığı döneminde bu olaylar yaşanmıştır, hepsi de ortada; ama, işin kolaycılığı... "Evet, geçmişte birkaç münferit olay olmuştu" diyorsunuz. O zaman, siz niçin varsınız?! Geçmişe takılıp kalacaktınız da niçin iktidara geldiniz; niçin bu Bakanlığı yürütüyorsunuz?!

Geçmişe bir bakalım; ne varmış o geçmişte, ne yapılmış o geçmişte, neler olmuş o geçmişte, bir bakalım. Bakınız, geçmişte ne oldu biliyor musunuz; 1991 yılında, bugün bir adada lüks içerisinde yaşattığınız Apo ne demişti biliyor musunuz 1991'de: "On yıl sonra gelmeyi hedeflediğimiz, 2000 yılında gelmeyi hedeflediğimiz yere on yıl önce geldik" demişti ve 1993'te, Türkiye böyle bir... Türk hükümeti, Sayın Çiller Hükümeti, kolayca suçladığınız, herkesin kolayca suçladığı Çiller hükümeti böyle bir Türkiye'yi teslim aldı. O zaman saat 3'lerde gidebiliyor muydunuz güneydoğuda?! Onu bir hatırlayın, dinleyin. (DYP sıralarından alkışlar)

Bakınız, o, sizin adada yaşattığınız, özenle koruduğunuz -bunu unutmayın- bu Apo sözü buralardan unutulur oldu; siz de unutmayın, biz hatırlatacağız; bundan sonra daha fazla hatırlatacağız. (DYP sıralarından alkışlar)

FARUK DEMİR (Ardahan) - Niye getirmediniz; niye yakalamadınız?

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Onu da anlatayım. Siz getirdiniz mi? Dün demediniz mi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde "bize teslim ettiler" demediniz mi? Lütfen dinleyin.

FARUK DEMİR (Ardahan) - Baskıncı genel müdür...

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Dinleyin... Dinleyin...

Bakın, 1993 yılında ne dedi o aynı Apo biliyor musunuz; 1996 yılına gelince dedi ki: "Biz, 1993 ile 1996 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti tarafından âdeta biçildik" dedi... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) O sizin çok itibar ettiğiniz Apo söyledi bunu; bugün, adını, Meclis kürsüsünde özellikle anmamaya dikkat ettiğiniz Apo söyledi bunu. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, dinleyin, karşılıklı konuşmayın.

Siz de Genel Kurula hitap edin efendim.

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Evet, onu getirdiniz; bakacağız. Biriniz "asalım" dediniz, getirdiniz; biriniz "yakaladık" dediniz, getirdiniz; ama, bu Türk Milletine bazı şeyleri açıklayacağız burada. Bakalım ne yapacaksınız? Biz mücadele ettik; biz, ininde vurmak için herşeyi yaptık.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, olay orayla da bitmiyor. Madem, bunu açtınız, açtıysanız bunun altından kalkamazsınız. Evet, bizim dönemimizde -1993, 1996, 1997 döneminden bahsediyorum- mafyayla mücadelede de biz bir numaraydık. Bizim Genel Başkanımızın, o zaman başbakanken bize verdiği talimat şuydu: Mafyayla mücadele edin. Bugün böyle bir şey var mı; bakın, var mı böyle bir şey?! Bugün, mafya liderleri, diyeceksiniz ki, içeride... Öyle mi, içeride mi?! Dışarıda olanlar ne?!

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sizin yetiştirdikleriniz...

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Evet, hiç orada kolaycılığa kaçmayın.

BAŞKAN - Efendim, Genel Kurula hitap edin.

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Hiç kolaycılığa kaçmayın. Bakın, dışarıda bir mafya lideri... Bulgaristan'dan getirdiniz. Bir partimizin de adı karıştı. O mafya lideri Bulgaristan'dan geldi, birkaç ay sonra da serbest bırakıldı. İfadesini bir gazete yayımladı. Ne diyor ifadesinde biliyor musunuz? "Falanın öldürülmesine sen azmettirmişsin; doğru mu, yanlış mı"diye soruyorlar. "Ben azmettirmedim; ama, onu sevmem." Bir daha soruyorlar: "Ya şunun?.." "Ben azmettirmedim; ama, onu da sevmem." Ondan sonra serbest! Şimdi ne yapıyor biliyor musunuz; devlet ihalelerine giriyor; siyasîlerin, siyasî dostlarının -bunu bazılarınız çok iyi biliyor- düğünlerine, maalesef, çelenk gönderiyor ve bunu da seyrediyorsun...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Açıklayın, açıklayın.

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Ben burada söyledim. Yetkilileriniz bunun gereğini yapsınlar...

ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Adını söyleyin, adını...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Açık açık konuşun!

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Bakınız, siz açık açık konuşmadınız, biz de böyle konuşuruz. Onları anlayan anlar; herkes anlar. Siz bilmezsiniz; ama, yetkililer anlar. (DYP sıralarından alkışlar)

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Anlamaz!

ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Yok, biz de anlamak istiyoruz; sakıncası mı var?!

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Millet anlasın, açıklayın!

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Bakınız...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Emniyeti bile rezil ettiniz.

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Bakınız, o dönemi hiç bilemezsiniz siz; o dönemi, o mücadeleyi anlayamazsınız siz; anlamanız da mümkün değildir.

Bakınız, bu ülkede bakanların mafyayla pazarlık yaptığı bantları vardı; unuttunuz mu?! (DYP sıralarından alkışlar)

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - En iyi siz bilirsiniz!

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Unuttunuz mu?! Sayın Çiller'le ilgili televizyon konuşmaları yaptıranlar, mafya liderine televizyon konuşmaları yaptıranlar o zaman Başbakanken, acaba şimdi hangi görevde?..

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Onlar sizin taktikleriniz.

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Acaba hangi görevde?! Maalesef, ortağınızın Başbakan Yardımcısı yaptırdı bunları.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Gece de gelmeyi bilirsiniz!

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Gece de geliriz, gündüz de geliriz! Polisin görevi 24 saattir; gece de geliriz, gündüz de geliriz!

Bakınız, bir mafya lideri bir bakanla işbirliği yapıyor; o zaman, acaba şimdiki Başbakan neredeydi; o zaman, şimdiki Başbakan acaba hangi görevdeydi?!

Bakınız, olayları bu şekilde bitiremezsiniz. Olayları ciddî ele alalım. Bugün, Al Capone döneminin Amerikasında olmayan bir durum var. O halde, çözüm yollarına gelelim. Çözüm yollarına gelmediğiniz takdirde, buradan sonuç alamazsınız.

Değerli arkadaşlarım, şimdi ne yapılıyor; bir af. Ne oluyor; af yapılacak, ondan sonra da cezaevleri boşaltılacak. Bu sistemle çıkan af, daha sonra kısa sürede cezaevlerinin dolmasını sağlamaz mı?! Siz, Türkiye'de yapısal reformlar yapmayacaksınız, siz, Türkiye'de adalet reformunu, yargı reformunu yapmayacaksınız, ondan sonra da af çıkaracaksınız!.. Acaba bu affın gerekçesi Türkiye Cumhuriyetine, Türk Halkına izah edilebildi mi? Bu af niçin çıkarılıyor Türkiye Cumhuriyetine izah edilebildi mi; edilemedi; ama, Genel Başkan Yardımcısı Sayın Rahşan Ecevit, O, af çıkarılmasını istedi; o halde çıkaralım. Hepsi bu, başka hiçbir gerekçesi yok. (DYP sıralarından alkışlar) Ama şunu bilmenizde fayda var: Kader mahkûmları diyorlar, kader mahkûmu, bugün, yüzde 20 civarında. Acaba, bu, Sayın Rahşan Ecevit...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Çarpılırsın!..

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Sayın Rahşan Ecevit, bizi değil, sizi çarpar; onu merak etmeyin! (DYP sıralarından alkışlar) Aman duymasın, aleyhinde de konuşmayın...

Değerli arkadaşlarım, acaba Sayın Rahşan Ecevit, 10 aileyi, 10 milyar doları hortumlayanları da affedecek mi?! (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Rahşan Ecevit herkesi affediyor; ama, Sayın Rahşan Ecevit'i bu milletimiz affedecek mi?! (DSP sıralarından gürültüler)

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sen kendi haline bak!

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Rahşan Ecevit denildi mi, çok heyecanlanıyorsunuz.

Af, zaten, Ecevit hükümetine mahsus. 1974'te affettiniz. Buradaki arkadaşlarımızın çoğu da bilir. Ne oldu; yine çıktılar, yine girdiler. Bakınız, bu yapılan da böyledir. Cezaevleri işte böyle dolar. Geri kalmış toplumların liderleri ancak affeder. Geri kalmış toplumların lideri özelliğini taşıyanlar ancak affeder. Onun için diyorum ki, lütfen, bu tür şeylerden vazgeçelim, geri kalmış toplum özelliğinden sıyrılalım ve suçlular cezalarını...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlayın lütfen... Bitirelim...

FARUK DEMİR (Ardahan) - Gece yarısı Flash-TV masalı...

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir mafya liderine öyle imkânlar verirseniz, sonuçları da öyle olur. Mafyayla el ele olanlar, kol kola olanlar bellidir. Bir de bunları seyredenler... Evet, diyeceksiniz ki, ben dürüstüm. Sen, dürüst olmayanları, yolsuzları, hırsızları, bankaları hortumlayanları seyredeceksin; ondan sonra, milletin yüzüne bakarak diyeceksin ki "ben dürüstüm". Öyle yağma yok!.. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) - Millet seyretti sizi, millet!..

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Ha, hem seyredeceksin hem de diyeceksin ki, biz dürüstüz. Milletimiz biliyor...

Bakınız, memur sokaklarda; ama, siz, bir dayatma sonucu binlerce memuru rejim düşmanı ilan ettiniz. Bunun da altından kalkamayacaksınız.

Siz, 1999 yılında köylünün 10 milyar dolarını başka yerlere hortumladınız ve köylü bugün icralık vaziyette.

BAŞKAN - Sayın Çelik...

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Köylü, bugün, cezaevlerinde, köylü bugün perişan bir durumda. Bu köylünün sizleri affedeceğini mi düşünüyorsunuz?!

BAŞKAN - Sayın Çelik, konunun üzerine gelelim efendim.

FARUK DEMİR (Ardahan) - İstanbul Bankasından bahset, İstanbul bankasından!

BAŞKAN - Tamam efendim, müdahale ettik. Bir dakika...

Toparlayalım efendim, cezaevleri önemli.

(DSP sıralarından "soyulan bankalardan bahset" sesleri)

BAŞKAN - Karışmayın efendim.

KEMAL ÇELİK (Devamla)  - Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu konuyu siz açtınız, bu polemiği siz açtınız biz de girdik. Size birkaç önerimi sunduktan sonra toparlayacağım.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, süresi bitti...

BAŞKAN - Sayın Bakana, 7 dakika müsamaha ettim; onun için, önerge sahibine de birkaç dakika müsamaha edeceğim. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Konuya gelmesini ihtar ettim, geldiler efendim.

ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Oo...

BAŞKAN - Ne yapalım efendim...

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu sistemle, Türkiye'deki yapısal reformları yapmamakla cezaevlerinde hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Yapılması gereken, bir an önce adalet reformunun tamamlanmasıdır. Bunun için yeterli çoğunluğunuz var, 352 kişisiniz; ama, hazırlığınız yok; onun için yapamıyorsunuz. Hazırlığınız yoksa, hazırlığı olan burada bir parti var. Doğru Yol Partisinin ikinci demokrasi paketinde tüm bunlar var; kanunları da var, yönetmelikleri de var, her şeyi de hazır. Gelin -biz sizin gibi düşünmeyiz- bunları verelim. Ne dediysek çıkmıştır. Bakın, her reformunuzu geriye aldınız. Sekiz aylık reform yaptınız. Reform dediğiniz elli yıldır yüz yıldır; siz, sekiz aylık reformlar yaptınız. Onun için diyoruz ki, bu işi bilenden öğrenin.

Bakınız, ülkemiz, yeni bir hukuk ve infaz sistemine geçmelidir. Örneğin, hafif suçlularda -Adalet Bakanımıza söylüyorum- dünyada bir elektronik bilezik yöntemi var. Herkesi cezaevine sokmayın; bir mahkûmun, belli bir alanda, evinde, işyerinde veya fabrikasında elektronik bilezikle, belli bir alandan çıkmamak kaydıyla, cezası orada infaz edilebilir. Bu yönteme gidilebilir ve gidilmelidir.

BAŞKAN - Sayın Çelik, toparlar mısınız lütfen.

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Şimdi, dünyada bir sistem var. Dünyada hücre sistemi de var, koğuş sistemi de var; ama, hücre sistemi, maalesef, Türkiye'de yapılamadı, bir türlü gerçekleştirilemedi. Bu hükümet de, hep "ihale ettik" deyip duruyor; ama, gerçekleştiremiyor. Bir an önce, bu oda sistemine geçilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, özellikle mahkûmların can güvenliğinden biz sorumluyuz, üzerinde durmamız gereken konu da bu. Bakınız, Yıldırım Bayezid'e geliyorlar diyorlar ki "iki kadına iki yeniçeri tecavüz etti." O da "eyvah; yüreğimin kandilleri söndü" diyor. "Ne var padişahım, iki kelleyi alırsınız, olur biter" diyorlar. O da "hayır, öldüren de benim sorumluluğumda, ölen de benim sorumluluğumda" diyor. İşte, hükümet dediğiniz böyle olur. Hükümet dediğiniz yakınmayacak... (DYP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim toparlar mısınız lütfen.

KEMAL ÇELİK (Devamla) - Şimdi, cezaevlerinin özelleştirme olayından bahsedeceğim; ama, siz de hiç ondan anlamazsınız; yarın, önce özerkleştirelim demeye gidersiniz maalesef. Dünyada örnekleri var bunun; cezaevlerini özelleştirme olayı vardır, örneğin, mahkûm başına 100 milyon lira civarında verilebilir; ama, koruması, muhafazası her şeyi onun olabilir. Bu da denemeye değer bir yöntemdir. Aman, sakın özerkleştirmeye de kalkışmayın!

Hepinizi saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Aslan sataşmadan söz istiyorsunuz; ama, Sayın Bakana daha evvel sataşma var, önce Sayın Bakana söz vereceğim.

Buyurun Sayın Bakan.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Efendim, ben yerimden konuşmak istiyorum.

BAŞKAN - Efendim Sayın Bakanın önceliği var; sataştılar.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Sataşma var mı efendim?!

BAŞKAN - Var efendim, nasıl yok! Sabahtan beri sataşıyorlar... Kime sataşıyorlar yani... İnsaf!..

Buyurun Sayın Bakan.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Hükümet, tenkitle sataşmayı birbirine karıştırıyor.

BAŞKAN - Aman efendim... Sayın Pamukçu, mamafih, sesinizi özlemiştik.

Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)

VII. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün, DYP sözcülerinin, konuşmalarında, kendisine sataşması nedeniyle konuşması

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)  Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; genel görüşme önergesi üzerine söz alan bütün konuşmacılara içtenlikle teşekkür ediyorum. Konunun aydınlanması bakımından, çok yararlı açıklamalar yapıldı; ama, bu arada, Doğru Yol Partisi sözcüleri, insaf ölçüleriyle bağdaşmayan sözler söylediler; o nedenle söz almış bulunuyorum.

Burada, Doğru Yol Partisi sözcüleri, 1997'ye kadar geriye giderek, basından bazı örnekler sundular; ama, aslında, biraz daha geriye gitmeleri, kendilerinin iktidarda bulundukları dönemi kapsayan, yılları kapsayan gazeteleri de dile getirmeleri gerekirdi. Eğer, ona bakacak olursanız, Doğru Yol Partisi-Sosyal Demokrat Halkçı Partinin iktidarda bulunduğu yıllarda gazete manşetleri... Örneğin, Sabah Gazetesinde: "Kepazelik!.. 18 teröristin kaçtığı Nevşehir Cezaevinde koğuşlara dün de girilemedi. Mahkûmlar sayım yaptırmıyor. Cezaevi müdürü açığa alındı."

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bunlar münferit Sayın Bakan!..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Evet, bunların münferit olduğu iddia ediliyor. Şu koleksiyonun tamamı, sizin döneminizde meydana gelen vukuatlarla ilgilidir. (DSP sıralarından alkışlar)

Yüce Meclisin zamanını işgal etmemek için, sadece birkaç tanesini okumakla yetineceğim: "Betonu idrarla delip kaçtılar", "8 terörist daha kaçtı", "rezalet üstüne rezalet" Hürriyet Gazetesi, Meydan Gazetesi... Bunlar, sizin döneminizde, sizin iktidarda bulunduğunuz yıllarda cezaevlerinde meydana gelen olaylardan sadece bazıları, münferit olaylar değil. (DSP sıralarından alkışlar)

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Şimdiki dönemi konuşuyoruz biz!..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bugünkü olaylar, uzun yılların ihmalleri sonucudur.

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Geç bunları!..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Biz, kendi sorumluluğumuzu inkâr etmiyoruz. Elbette, bizim zamanımızda olanlardan dolayı mesuliyet bize aittir; ama, Türkiye'de cezaevlerinin durumunu, sadece bugünkü hükümetin dönemi içinde düşünmemek gerekir. Bu, uzun yılların ihmallerinin sonucudur. Bu ihmallerde sizlerin de payı vardır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Biz, şimdiki olayları konuşuyoruz Sayın Bakan...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin, cezaevlerinin bugün geldiği noktada olmasında sorumluluğu vardır; bu sorumluluğu inkâr etmeyiniz.

Biz, burada, geçmişten ders alarak, aynı hataları tekrarlamamak için birleşmeliyiz; genel görüşme bunu sağlamalıdır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Yoksa, suçlamak söz konusuysa, öncelikle siz suçlusunuz; çünkü, Türkiye'yi bugüne siz getirdiniz, sizin zamanlarınızdaki ihmaller bunu yaptı. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

1992 yılında, Eskişehir Özel Cezaevi sizin zamanınızda kapatıldı.

1991 yılından itibaren, cezaevleriyle ilgili üç bakanlık arasında, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında bir protokol yapılması, Millî Güvenlik Kurulunca defalarca tavsiye edildi, hükümette o yolda kararlar alındı; ama, yıllarca, bu protokolü yapmaktan kaçındınız. O protokolü biz yaptık! (DSP ve MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Yıllarca, cezaevlerinde oda sistemine geçilmesi konuşuldu. Ne yaptınız bu alanda?..

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Dört yıldır siz ne yaptınız?!

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Cezaevleri mevzuatının eksikliği ortada, siz ne yaptınız?

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Dört yıldır siz ne yaptınız?! Çelik çomak mı oynadınız! Ayıp! Utan, utan!

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Biz, bunların hepsini düzeltmeye çalışıyoruz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından gürültüler)

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Dört yıldır yapmadığınızı, şimdi mi yapacaksınız?!

BAŞKAN - Sakin olun efendim...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Yargı reformu diyorsunuz... Yargı reformuyla ilgili her türlü hazırlığımız tamamdır, yakında sizin desteğinizi isteyeceğiz, bütün Meclisin desteğini isteyeceğiz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Bakansın, bakansın... Utan!.. Ayıp!..

BAŞKAN - Sakin olun efendim... Bir dakika efendim...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bakınız, bizim iktidarda bulunduğumuz yıllarda, cezaevlerinde hiçbir firar olayı olmamıştır.

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Ağlama!..

BAŞKAN - Sakin olun efendim...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Ağlama!.. Ağlama!.. Yapamıyorsan istifa et...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Ama, Doğru Yol Partisinin iktidarın başında bulunduğu veya ortağı olduğu dönemlerde, defalarca firar olayları olmuştur.

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Devlet içinde devlet kuruldu, haberiniz var mı?!

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bu, bizim dönemimizde cezaevlerinde güvenliğin sağlandığını gösterir; ama, biz bununla yetinmiyoruz. Cezaevlerini, insan haklarına saygının tam olarak gerçekleştiği, orada yaşayan hükümlü ve tutukluların, suçlu da olsalar, insan saygısı gördükleri, hiçbir örgütün egemen olamadığı bir konuma getirmek istiyoruz; bunun için hazırlıklarımız tamamdır, bunları peşpeşe yapıyoruz. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Hapishane pencerelerinden cesetler atıldı!

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - İşte, 11 adet F tipi cezaevi; ama, bunun yanında yasal altyapıyı da oluşturmak istiyoruz. Bunları önümüzdeki günlerde, önümüzdeki haftalarda sizlerin önüne getireceğiz ve sizlerin desteğini isteyeceğiz. Eğer, bu konuda samimiyseniz, bu desteğinizi esirgemeyeceğinizi umuyorum. Bütün Meclisin, cezaevlerinin durumunun düzeltilmesinde görüş birliği içinde olmasını bekliyorum. Birbirimizi suçlamanın yararı yok.

Benim bunları söylememin nedeni; eğer iş karşılıklı suçlamaya dayanacaksa, herkesin birbirine karşı söyleyeceği çok söz vardır. Kendi sorumluluk döneminizi unutup sadece bugünü suçlamayınız. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Bugün, dünün sonucudur. Geçmişten gelen ihmalleri unutursanız, bugünü yanlış değerlendirirsiniz.

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Çözemeyecekseniz niçin Bakan oldunuz?!

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Adalet Bakanları, bütün bakanlar gibi, görevlerini bir teşkilatla yaparlar. O teşkilatın suçlanması söz konusu değildir. O teşkilatın içinde cumhuriyet savcısının da polisin de jandarmanın da, herkesin görevini yapması gerekir, herkesin yetkilerini tam olarak kullanması gerekir. Eğer yetkiler tam olarak kullanılmıyorsa, görevler tam olarak yapılmıyorsa onların sorumluluğunu araştırmayacak mıyız?

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Onlar hükümetten kaçtı Hocam.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bunların üzerine gitmeyecek miyiz? (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Bunu yapmadığımız takdirde işleri düzeltebilir miyiz?

Siz, bilmeniz gerekir ki, Adalet Bakanı cumhuriyet savcılarına yer değiştirtmez, Adalet Bakanı cumhuriyet savcılarının nakil işlemini yapmaz, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapar bunu.

Burada, af konusunda bilgi eksikliğinden kaynaklanan sözler söylendi, gelişmiş ülkelerde af olmadığı iddia edildi. Size şunu söyleyeyim. Son birbuçuk yıl içinde, İngiltere'de İşçi Partisi Hükümeti 21 000 kişiyi, şartlı salıverme yöntemiyle serbest bıraktı, bundan haberiniz yok mu sizin?! (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

AHMET İYİMAYA (Amasya) - İngiltere'deki ekonomik koşullar burada yok.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) -1947'den beri, İtalya'da, cezaevlerinde aynı yöntem; yani, şartlı salıverme yöntemi 20 defa uygulandı, Fransa'da her yedi yılda bir af uygulaması var, bunlardan sizin haberiniz yok mu?! (DSP sıralarından "Evet Hocam, evet" sesleri, alkışlar)

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Türkiye'den haberiniz var mı?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevleri sorunu, mutlaka çözülmesi gereken bir sorundur; çünkü, cezaevleri, bu toplumun suç işleyen insanlarının yeniden topluma kazandırılmak için eğitilmeleri gereken yerlerdir. Biz, oralara insanlarımızı kapatıp, kapıyı üzerlerine kilitleyip arkamızı dönmek istemiyoruz; o insanları ıslah ederek, yeniden, toplumun onurlu, üretken bireyleri haline getirmek istiyoruz. Bunun için, biz, üzerimize düşen görevi yapacağız. Hükümet olarak, bugün, burada, cezaevleri sorununun çözümünde kararlılığımızı ifade ediyoruz ve Meclisin desteğini istiyoruz. Bu destek olduğu sürece, bunu hep birlikte çözebiliriz; ama, eğer, Adalet Bakanlığından olanaklar esirgeniyorsa, Adalet Bakanlığına bu işleri yapabilmek için yeterli kaynak verilmiyorsa, Adalet Bakanlığı bunu nasıl yapacak?! Bu mucizeyi nasıl gerçekleştirecek?!

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - İstifa et o zaman!..

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Bu kaynağı alamıyorsan bütçeden, ağlamana gerek yok o zaman! Ne diye bakanlıkta oturuyorsun?!.

RAMAZAN GÜL (Isparta) - İktidarsınız kardeşim!..

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bir dakika...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Onun için, biz, Yüce Meclisten, Adalet Bakanlığı için yeterli kaynak istiyoruz. Bunu, bazı hatiplerimiz çok güzel dile getirdiler. Bu destek verildiği takdirde, kaynak sağlanmasında...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - İktidar değil misin?!. Bakan değil misin?!. İstediğin kaynağı alamıyorsan niye o koltukta oturuyorsun?!

BAŞKAN - Sayın Yılmazyıldız... Sayın Yılmazyıldız...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - ... gerekli mevzuatın çıkarılmasında, Yüce Meclisin desteği oldukça, bunu mutlaka başaracağız.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Bütçede sizin imzanız yok mu?!. O zaman kalk o koltuktan!.. İstifa et!..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - O nedenle, ben, bu toplantının, bu genel görüşme öngörüşmesinin, cezaevleri sorununun çözümünde hükümetin kararlılığını doğrulayan, onu destekleyen bir öngörüşme olduğunu düşünüyorum ve bundan dolayı da, Yüce Meclisin bu konuya verdiği önemden dolayı hükümetimin teşekkürlerini ifade ediyorum.

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Kabul ediyor musun?!.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum; teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, Sayın...

AHMET İYİMAYA (Amasya) - Sayın Başkan, bu tarafa bakmanızı öneriyorum.

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

Sayın Eyüp Fatsa, buyurun; bir şey mi söyleyeceksiniz efendim?

EYÜP FATSA (Ordu) - Soru soracaktım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Soru işimiz yok burada efendim.

Sataşma varsa var...

Teşekkür ederim.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Beyhan Aslan, buyurun, yerinizden...(DSP sıralarından "Ne için söz verdiniz" sesleri)

Sataşmadan efendim, biliyorum neden olduğunu; suçlama var.

2. – Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Denizli Milletvekili Beyhan Aslan’ın, Antalya Milletvekili Kemal Çelik’in, konuşmasında, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a sataşması nedeniyle konuşması

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Sayın Çelik, cezaevlerindeki sorunlara ilişkin genel görüşme önergesinin sahibi olmasına rağmen, cezaevlerinden bahsetmeyerek, Genel Başkanımız Sayın Mesut Yılmaz'ı mafyayla irtibatlandırmak gayretine girmiştir. Siyasetçilerin birbirlerine atfettikleri afakî, asılsız iddia ve ithamlar, ancak siyaseti yıpratır. Türkiye Cumhuriyetinde savcılar ve mahkemeler görevdedir. Herkes, uluorta konuşmak yerine, bildiğini ihbar etmelidir. Anavatan Partisi hakkında kim ne biliyorsa, ihbar etmeye davet ediyorum. Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Anavatan Partisinin hiçbir mensubunun, hiçbir konuda verilemeyecek hesabı yoktur.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Ne konuda söz istiyorsunuz efendim?

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sataşmadan dolayı söz istiyorum Sayın Başkan. (DSP sıralarından "Öyle bir usul yok Sayın Başkan" sesleri, gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika efendim, sataşma varsa vereceğiz; nasıl usul yok yani!

İHSAN ÇABUK (Ordu) -Onlar sataşma değil Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bir dakika, anlayalım efendim.

Buyurun efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim, Sayın Bakan, konuşmasında, geçmiş dönemlere atfen, bilhassa Doğru Yol Partisi iktidar dönemini kapsayan bir biçimde, bize ait olmayan, o dönemde olmayan birtakım şeyleri olmuş gibi göstererek sataştı. İçtüzüğün 69 uncu maddesi çerçevesinde...

BAŞKAN - Yerinizden söz vereceğim efendim...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim...

BAŞKAN - Müsaade ederseniz yerinizden vereceğim efendim. Lütfen bir daha sataşmaya mahal olmasın.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Hayır, sataşmaya mahal olmadan efendim... Kürsüden...

BAŞKAN - Hayır efendim... Yerinizden konuşun efendim, aynı şey.

Buyurun, mikrofonu açtım.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Bakan o kürsüyü kullandı, o kürsüden diyeceğini dedi, izin verin... (DSP ve MHP  sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, affedersiniz, sizin sözcüleriniz de o kürsüyü kullandı, söyledi.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Efendim...

BAŞKAN - Efendim, ben size söz veriyorum, niye benimle münakaşa ediyorsunuz.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Ben, yeni bir sataşmaya mahal vermeden, izninizle, rica ediyorum, o kürsüden konuşmak istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun!.. Ha buradan ha oradan, ne farkı var yani; televizyon, oradan da çekiyor, buradan da çekiyor.

Buyurun.

SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul) - Yerinden Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, buradan istedi.

Buyurun... (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

Efendim, tansiyonu artırmanın manası yok. Galatasaray 2-0 galip, oturun oturduğunuz yerde.

Buyurun.

3. – Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan’ın, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün, konuşmasında, partisine sataşması nedeniyle konuşması

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, bir büyük asabiyet içerisinde konuştu. Gönül arzu ederdi ki, yakın tanıdığımız Sayın Bakan teenniyle konuşabilseydi, aklıyla, mantığıyla konuşabilseydi, sağduyusuyla birtakım şeyleri, geçmiş dönemlere ilişkin de olsa, bu kürsüden ifade edebilseydi.

Değerli milletvekilleri, verdiğimiz, cezaevlerinde yaşanan olaylarla ilgili bir genel görüşme önergesidir. Amaç, bu önergeyle ilgili, cezaevlerinde yaşanan olayların -sadece neticeleri üzerinde gezinmek değil amaç-sebeplerine de inilerek birtakım önlemlerin alınması noktasındadır.

Sayın Bakan, son yıllarda...

BAŞKAN - Efendim, Genel Kurula hitap eder misiniz lütfen...

NEVZAT ERCAN (Devamla) - ...cezaevlerinde yaşanan olaylardan en çok rahatsızlık duyan biri olmak konumundadır.

Bakın, her gün, gazetelerde, köşe yazarları Sayın Bakanı istifaya davet ediyor. Daha bugün bile var, dünkü gazetelerde var. İşte, bakın, 8.12.1999 tarihli Hürriyet Gazetesinde, dünyada hiçbir devlet cezaevlerinde bu kadar aciz duruma düşmemiştir... (DYP sıralarından alkışlar) Bunu söyleyen ben değilim. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Ercan, sataşmaya cevap verin efendim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) - Bakın, dönemleri birbirine karıştırmayalım. (DSP sıralarından "Neye cevap veriyor" sesleri)

BAŞKAN - Verecek efendim...

NEVZAT ERCAN (Devamla) - 1 Temmuz 1997'den bugüne, Doğru Yol Partisi iktidarda değil. DSP, yani Sayın Ecevit, bir dönem Başbakan Yardımcısı, sonraki dönemler Başbakan olarak, Anavatan Partisiyle birlikte dört yıldır ülkenin yönetiminde; dört yıldır... Bu, uzun bir süredir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanı, teenniyle konuşma yerine, bir büyük sinirlilik içerisinde, asabiyet içerisinde konuşmaya iten, öyle zannediyorum ki, istifa etmek gibi bir demokratik tavrı koyamamış olmasında yatıyor; asıl gerekçe bu... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim, mesele anlaşılmıştır.

(Başkan tarafından mikrofon kapatıldı)

NEVZAT ERCAN (Devamla) - Hemen bitireceğim efendim.

BAŞKAN - Çok affedersiniz... Sayın Bakan, burada size cevap verirken "eskiyi karıştırmayalım, maziye dönmeyelim, bu işi burada bitirelim, suçlu aramayalım" dedi; siz, Bakanı istifaya çağırıyorsunuz...

NEVZAT ERCAN (Devamla) - Hayır, bitiriyorum... İzninizle tamamlıyorum efendim.

Bakın, dönemleri birbirine karıştırmayalım...

BAŞKAN - Lütfen, teşekkür edin, inin efendim... Rica ediyorum...

(Başkan tarafından mikrofon açıldı)

NEVZAT ERCAN (Devamla) - 1993'lerde 1994'lerde, Fırat'ın ötesine sınırın bile çizildiği... (DSP sıralarından "Hangi sataşmaya cevap veriyor" sesleri)

BAŞKAN - İşte, bu sataşmayı söylüyor efendim...

NEVZAT ERCAN (Devamla) - ...öğleye kadar devletin hâkim olup öğleden sonra eşkıyanın hâkim olduğu... (DSP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)

BAŞKAN - Efendim, hadiseyi elektriklendirmeyelim lütfen...

(Başkan tarafından mikrofon kapatıldı)

NEVZAT ERCAN (Devamla) - İşte, o günlerden bugüne...

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) - Siz, Emniyet Genel Müdürlüğünün kapısını nasıl kırdığınızı anlatın burada!

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

NEVZAT ERCAN (Devamla) - Efendim, ben burada eskiyle bir mukayese yapıyorum.

BAŞKAN - Efendim, burada yeniden suçluyorsunuz... 1993'e geldik...

NEVZAT ERCAN (Devamla) - Efendim, ben sadece dönemlerin tespitini yapıyorum, ortaya koyuyorum.

BAŞKAN - Efendim, siz, sataşmaya cevap vermekle mükellefsiniz, dönemle ilgisi yok.

NEVZAT ERCAN (Devamla) - Efendim, niye rahatsızlık duyuyorsunuz; dünle bugünü mukayese ediyorum...

BAŞKAN - Ben rahatsız olmuyorum efendim... Böyle bir usulümüz yok. Ben "yerinizden konuşun" derken, bunun için istirham ettim efendim.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sayın Ercan, o Sayın Başbakana dua edin ki, liderinizi Yüce Divana gönderttirmedi.

NEVZAT ERCAN (Devamla) - Şimdi, allahaşkına söyleyin...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Siz dua edin... Dua edin... Yatın kalkın dua edin.

NEVZAT ERCAN (Devamla) - Allahaşkına insaf edin! Cezaevinin penceresinden 5 kişinin cesedi atıldı. (DSP sıralarından "daha ne konuşuyor" sesleri)

BAŞKAN - Kestik sözünü; daha ne yapalım efendim!.. Sözünü kestik, oturuma davet ettik; kolluk kuvveti mi davet edelim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) - Saygılar sunuyorum efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim; buyurun.

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) - Emniyet müdürlüğünün kapısını nasıl kırdığınızdan bahsedin!..

VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

2. – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven’in, cezaevlerinin içinde bulunduğu genel durum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/14) (Devam)

BAŞKAN - Genel görüşme önergesinin öngörüşmeleri tamamlanmıştır.

Şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Genel görüşme açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... (DYP sıralarından alkışlar!) Genel görüşme açılması kabul edilmemiştir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 22 Kasım 2000 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyor; herkese teşekkür ediyor, hayırlı geceler diliyorum.

Kapanma Saati : 22.48

 
















 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.