DÖNEM : 21 CİLT : 45 YASAMA
YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 17 nci
Birleşim 16 . 11 . 2000 Perşembe İ Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II.- GELEN KÂĞITLAR III.- YOKLAMALAR IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1.- Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım'ın, esnafın içerisinde
bulunduğu sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması 2.- İzmir Milletvekili Kemal Vatan'ın, Balkan ülkelerine yapılan kültür
treni seyahati ve Balkanlardaki son gelişmelere ilişkin gündemdışı konuşması 3.- Van Milletvekili Kâmran İnan'ın, sözde Ermeni soykırımı iddiası konusunda
Avrupa Parlamentosunun aldığı karar ile Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesine ilişkin
gündemdışı konuşması B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- İstanbul Milletvekili Cahit Savaş
Yazıcı ve 20
arkadaşının, boğazlardaki deniz trafiğinin yarattığı tehlikelerin
araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/158) C) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/238) 2.- Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/237) V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLAR-DAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/650, 1/679)
(S.Sayısı: 517) 2.- Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/709)
(S.Sayısı: 536) 3.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S.Sayısı : 433) 4.- Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman Kanunu, Gelir Vergisi
Kanunu ile 4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/776) (S.Sayısı: 539) VI.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1.- FP Grup Başkanvekili Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan'ın,
Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, konuşmasında, partisinin genel başkanına
sataşması nedeniyle konuşması VII.- SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Karaman-Merkez-Yukarıakın Köyü TV
vericisine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'in cevabı
(7/2421) I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı. Rize Milletvekili Ahmet Kabil'in, Rize İli ve Doğu Karadeniz Bölgesinde
bugüne kadar değerlendirilmeyen turizm potansiyeline ilişkin gündemdışı
konuşmasına Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen; Siirt Milletvekili Takiddin Yarayan'ın, Siirt Havaalanında 22 Mart
2000'de meydana gelen uçak kazası sonrasında yaşanan sorunlara ilişkin
gündemdışı konuşmasına da Devlet Bakanı Faruk Bal; Cevap verdi. Konya Milletvekili Veysel Candan da, hükümetin mahallî idarelerdeki bazı
uygulamalarına itirazlarına ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı. Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporlarının (1/650, 1/679)(S.Sayısı:517); Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporunun (1/53)(S.Sayısı :
433); Görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadıklarından, ertelendi. Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi
ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun Tasarısının (1/775)
(S.Sayısı: 537) görüşmeleri tamamlanarak, yapılan açık oylamasından sonra kabul
edildi ve kanunlaştı. Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/709) (S.Sayısı: 536) 6 ncı maddesine
kadar kabul edildi. Alınan karar gereğince, 16 Kasım 2000 Perşembe günü saat 14.00'te
toplanmak üzere, birleşime 00.05'te son verildi.
No.
: 30 II. – GELEN
KAĞITLAR 16.11.2000
PERŞEMBE Sözlü Soru
Önergeleri 1.- Erzincan
Milletvekili Sebahattin Karakelle'nin,
ücretli usta öğreticilere ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi
(6/933) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.11.2000) 2.- Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre'nin, Hakkâri Havaalanı Projesine ilişkin Ulaştırma
Bakanından sözlü soru önergesi (6/934) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.11.2000) 3.- Hakkâri
Milletvekili Hakkı Töre'nin,
Hakkâri-Yüksekova baraj inşaatına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/935)
(Başkanlığa geliş tarihi : 14.11.2000) 4.- Trabzon
Milletvekili Ali Naci Tuncer'in,
kapatılan bankaların rehabilite edilip edilemeyeceklerine ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/936) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.200 5.- Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, geçici işçilere kadro verilmesine yönelik
çalışmalara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/937) (Başkanlığa geliş
tarihi : 14.11.2000) 6.- Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, Bankalar Düzenleme ve Denetleme Üst Kurulunun
geç oluşturulmasının nedenine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/938)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 7.- Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, kapatılan bankalara verilen kredilere ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/939) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 8.- Kayseri Milletvekili Sevgi Esen'in, Bankalar
Düzenleme ve Denetleme Üst Kurulunca
denetlenen bankalara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/940)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 9.- Kayseri Milletvekili Sevgi Esen'in, Bankalar Düzenleme ve Denetleme Üst
Kurulunun oluşumuna ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/941) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.11.2000) 10.- Kayseri Milletvekili Sevgi Esen'in, kiralarda
uygulanan artış oranlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/942)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 11.- Kayseri Milletvekili Sevgi Esen'in, kapatılan bankalarla ilgili olarak
hazırlanan raporların ilgili Devlet Bakanınca bekletildiği iddialarına ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/943) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 12.- Kayseri Milletvekili Sevgi Esen'in, faaliyetleri durdurulan bankalar hakkında
önceden bilgi sızdırıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/944) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 13.- Kayseri Milletvekili Sevgi Esen'in, altı yeni bankaya kuruluş izni verilmesine
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/945) (Bakanlığa geliş tarihi:
14.11.2000) 14.- Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer'in,
terörist başı Abdullah Öcalan'ın idam kararının TBMM' ne sevk
edilmemesine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/946) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 15.- Trabzon
Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, ceza infaz kurumlarında meydana gelen
olaylara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/947) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 16.- Trabzon
Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, Batum
tren yoluna ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/948) (Bakanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 17.- Trabzon
Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, aftan yararlanacaklara ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/949) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 18.- Trabzon
Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, Af Kanunu tasarısının öncelikle ele alınacak
olmasına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/950) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 19.- Trabzon
Milletvekili Ali Naci Tuncer'in,
Bakanlar Kurulu'nda değişiklik yapılıp yapılmayacağına ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/951) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 20.- Aksaray Milletvekili Murat Akın'ın, öğretmen
atamalarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/952)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 21.- Trabzon
Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, memur, işçi, emekli, dul ve yetimlerin
ücretlerine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/953) (Başkanlığa geliş tarihi. 14.11.2000) 22.- Trabzon
Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, Samsun-Hopa duble yoluna ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/954) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 23.- Trabzon
Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, Cumhurbaşkanınca iade edilen KHK'lere
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/955) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.11.2000) Yazılı Soru
Önergeleri 1.- Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün'ün,
619 sayılı KHK'nin 15 inci maddesinin uygulanmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2948) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.11.2000) 2.- Karaman
Milletvekili Zeki Ünal'ın, Ayaş Tüneli
projesinden vazgeçildiği iddiasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2949) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 3.- Rize
Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Bakanlıklara tahsis edilen geçici işçi
kadrolarının dağıtımına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2950) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.11.20000) 4.-İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın, İstanbul İlindeki taşımalı eğitim
uygulamasına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2951) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 5.- İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Adana
İlindeki taşımalı eğitim uygulamasına ilişkin
Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2952) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 6.- İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın,
Diyarbakır İlindeki taşımalı eğitim
uygulamasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2953)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 7.- İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Bursa İlindeki taşımalı eğitim uygulamasına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2954) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.11.2000) 8.- İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın, İzmir
İlindeki taşımalı eğitim uygulamasına ilişkin
Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2955) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 9.- İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Ankara İlindeki taşımalı eğitim uygulamasına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2956) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.11.2000) 10.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Yolbaşı Belediyesine yapılan yardıma
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2957) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 11.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Derepazarı Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2958) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 12.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Madenli
Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2959) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 13.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize- Büyükköy Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2960) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 14.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Tunca
Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2961) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 15.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Muradiye
Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2962) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 16.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Kendirli Belediyesine yapılan yardıma
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2963) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 17.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize- Gündoğdu Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2964) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 18.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Çayeli
Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2965) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 19.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Ardeşen
Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2966) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 20.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Merkez
Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2967) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 21.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Derepazarı Belediyesine yapılan yardıma
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2968) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 22.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Fındıklı Belediyesine yapılan yardıma
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2969) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 23.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Çamlıhemşin Belediyesine yapılan yardıma
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2970) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 24.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-İkizdere Belediyesine yapılan yardıma
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2971) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 25.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Güneysu Belediyesine yapılan yardıma
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2972) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2000) 26.- İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-Pazar
Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2973) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 27.- İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın,
Rize-Kalkandere Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2974) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 28.- İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın,
Rize-Çaykent Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2975) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 29.- İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın, Rize-
İyidere Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2976) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 30.- İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman'ın,
Rize-Hemşin Belediyesine yapılan yardıma ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2977) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 31.- Aksaray
Milletvekili Ramazan Toprak'ın, depremzedeler için toplanılan vergi ve dış kaynaklı kredilere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/2978) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 32.- Adana
Milletvekili M. Halit Dağlı'nın, özelleştirilen kurumların personeline ilişkin
Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi (7/2979) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.11.2000) 33.- Ankara
Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, AB üyeliğine adaylık sürecindeki
faaliyetlere ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2980) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 34.- Amasya
Milletvekili Akif Gülle'nin, Amasya-Merzifon- Kayadüzü Kasabası sağlık ocağı
inşaatına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2981) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.11.2000) 35.- Amasya
Milletvekili Akif Gülle'nin, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün Amasya’daki
hizmetlerine ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi
(7/2982) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 36.- Manisa
Milletvekili Rıza Akçalı'nın, Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Genel
Başkanına Yunanistan'a giriş izni verilmemesine ilişkin Dışişleri
Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2983) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 37.- Konya
Milletvekili Mehmet Gölhan'ın, batık bankalara ilişkin Devlet Bakanından (Recep
Önal) yazılı soru önergesi (7/2984) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2000) 38.- Aksaray Milletvekili Murat Akın'ın, Aksaray İlindeki
bazı yerleşim birimlerinin yollarına
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2985) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.11.2000) Meclis Araştırması Önergesi 1. - İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı ve 20
arkadaşının, boğazlardaki deniz trafiğinin yarattığı tehlikelerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/158) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.11.2000) BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati:14.00 16 Kasım 2000
Perşembe BAŞKAN:
Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP
ÜYELER:Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 nci
Birleşimini en iyi di-leklerimle açıyor, saygılar sunuyorum. III. –
YOKLAMA BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için 5 dakika süre veriyorum. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden evvel, 3 sayın milletvekiline
gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz, esnaf sorunları hakkında söz
isteyen Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım'a aittir. Buyurun Sayın Yıldırım.(DYP sıralarından alkışlar) Konuşma süreniz 5 dakika efendim. IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1.- Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri
Yıldırım'ın, esnafın içerisinde bulunduğu sorunlara ilişkin gündemdışı
konuşması MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizdeki ve Eskişehir'deki çeşitli esnaf
gruplarının dert ve sıkıntılarını dile getirmek üzere gündemdışı söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinize, sıkıntı içinde olan esnafımıza ve
aziz milletime saygılarımı sunuyorum. Değerli milletvekilleri, kendi imkânıyla kendi adına
bir iş kurup, sermayesi ve emeği kendisinin olan, istihdama katkı yapan,
devletine vergisini ödeyen 4 milyon esnaf ve sanatkârımız mevcuttur. Eğer,
şoför esnafımızı, kamyoncu esnafımızı da hesap edersek, esnaf sayımız 6 milyona
çıkar. Bir de inşaat esnafını sayarsak, bu, daha da çoğalır. Ekonominin temel dayanağı esnaflar, sanatkârlar,
KOBİ'ler ve sanayicilerdir. İki yıldan beri esnafın, KOBİ'lerin ve
sanayicilerin sıkıntılarını bu kürsüden dile getiriyorum; ama, maalesef,
hükümet, diğer kurumlar gibi, esnafımızın derdine de çare olmadığı gibi,
esnafın altından kalkamayacak şekilde ekvergilerin süresini uzatmış ve yeni
vergiler ihdas ederek, yükünü daha da ağırlaştırmıştır. Değerli milletvekilleri, siftah etmeden dükkân kapatan,
vergisini ödeyemeyen, sigorta primlerini yatıramayan; bırakınız para kazanmayı,
hayatını, işini ve mesleğini devam ettiremeyen; çoluk çocuğuna bakamayan ve
iflas eden, icraya düşen ve neticede hapishaneye giren esnafın durumu ne
olacaktır? İşleri gittikçe kötüye giden esnaf, KOBİ'ler ve sanayiciler, eğer
yanında işçi çalıştırıyorsa bunları işten çıkarmıştır; böylece, bir taraftan da
işsizler ordusu gün geçtikçe çoğalacaktır. Değerli milletvekilleri, bu yetmezmiş gibi, sayın
hükümet, 4 Ekim 2000 tarihli kararnameyle, esnafın yapacağı her işte, ihale ve
ruhsatta, Halk Bankasından ve Esnaf ve Kefalet Kooperatifinden kredi alabilmesi
için, Bağ-Kura borcu olmaması gerekir diyerek karar çıkarmıştır. Yani, esnaf,
Bağ-Kur primini ödemeden hiçbir işlem yapamayacak, kredi alamayacaktır. Yine, sayın hükümet, motorlu taşıtlar kanun
tasarısıyla, şoför esnafın işini bitirmiş; âdeta ayırım yaparak, kasıtlı olarak
LPG gaza yapılan zamlarla onların da ekmeğini elinden almıştır. Kamyoncu esnafı, zaten mağdur durumdadır,
lastik alamaz hale gelmiştir. Öyleyse, sayın hükümetten soruyorum; ülkede ekonomiyi
ayakta tutan, vergisini veren bu esnafın, bakkalın, sanayicinin hali ne olacak?
Sayın hükümet, çiftçi gibi, işçi emeklisi gibi, memur gibi, esnafı da mı gözden
çıkarmıştır? O zaman, sayın hükümet, vergiyi kimden alacaktır? Sayın milletvekilleri, bu yapılan, ülkeye kötülüktür,
vatandaşa kötülüktür. Vatandaşı isyan ettirecek hale getirdiniz. Gelin, bu
ülkeye yazık etmeyelim. Vatandaşa, esnafa vermeden hep aldınız. Sayın hükümet,
biraz da, esnafımıza, çiftçimize, vatandaşımıza elini uzatmalıdır. Değerli milletvekilleri, hükümetin esnafına,
vatandaşına yaptığı eziyet, vergi yükü yetmezmiş gibi, Eskişehir Büyükşehir
Belediye Başkanı da, hepinizin basında okuduğunuz ve televizyonlarda
izlediğiniz gibi, cadde ve sokakların adını, kurullara, muhtarlara ve halka,
odalara ve kuruluşlara sormadan ve fikrini almadan, kanunları ve yönetmeliği
hiçe sayarak, cadde ve sokak adını değiştirecek hiçbir sebep yokken, 2 000
cadde ve sokağın adının değiştirilmesine, halk, esnaf, sanayici ve herkes büyük
tepki göstermiştir. Halk, esnaf ve odalar ile sanayiciler ve taksiciler,
huzursuzluklarını basına ve televizyonlara bildirdiği gibi, bize de
bildirmiştir. Esnaf birlikleri ve ticaret odası diyor ki, bu
değişimin esnaf başına maliyeti 300-400 milyon civarındadır. Bu yükü çekecek,
esnafın ve halkın gücü yoktur. Yine, halk diyor ki, bizim doğduğumuz, büyüdüğümüz,
yaşadığımız sokak ve cadde isminin değişmesinin sebebi nedir? Zaten,
Eskişehir'de iki senedir inşaat ruhsatı verilmemektedir, inşaat sektörü zaten
bitmiştir. Yeni sokak ve cadde yok; öyleyse, bu halkın duygularıyla, kültürüyle
neden oynanmaktadır! Halkımızdan dava açanlar olduğu gibi, Türk Ocağı da, bu
işlemin durdurulması ve iptali için dava açmıştır. Kırım Derneği de büyük tepki
göstermiştir. İsmi değişen cadde ve sokaklara bakınız: Mustafa Kemal
Caddesi, Hasan Polatkan Caddesi, Fevzi Çakmak Caddesi ve bir sürü sokak ismi
değiştirilmiştir. Değişen isimler, Türkün özüne, kültürüne aykırı isimler olup,
bu işlem, kanuna ve Anayasaya da aykırıdır. Adı değişen sokak ve caddelere
verilen isimlerden örnekler veriyorum: Despot, Nemrut, Firavun, Şaki, Havra,
Afilli, Konçerto, Dolomit, Antilop, Senfoni, Albatros ve devam ediyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlayınız. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Bitiriyorum efendim. Görüyorsunuz sayın milletvekilleri, bu isimler tarihe
ihanettir, Türk kültürünün bağrına saplanmış hançerdir. Bu hususu, mahallî ve
ulusal basın günlerce dile getirmiştir. Bu işleme son verilmesini, Sayın İçişleri Bakanımızdan,
bütün Eskişehir halkı ve esnafı beklemektedir diyor, Yüce Heyetinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım. Gündemdışı ikinci söz, 6-12 Kasım 2000 tarihleri
arasında, Balkan ülkelerine yapılan Kültür Treni seyahati ve
Balkanlardaki son gelişmeler hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Sayın
Kemal Vatan'a aittir. Buyurun, Sayın Vatan. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. 2.- İzmir Milletvekili Kemal Vatan'ın,
Balkan ülkelerine yapılan kültür treni seyahati ve Balkanlardaki son
gelişmelere ilişkin gündemdışı konuşması KEMAL VATAN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 6-12 Kasım 2000 tarihleri arasında, Balkan ülkelerine
(Bulgaristan, Makedonya ve Yunanistan'a) gerçekleştirdiğimiz Kültür Treni
seyahatiyle ilgili gündemdışı söz almış bulunuyorum, Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. Parlamentomuz-Balkan ülkeleri (Makedonya, Bulgaristan,
Yunanistan, Arnavutluk, Romanya, Bosna-Hersek) Dostluk Grup Başkanları olarak
ortak projelerimizden en önemlisi olan Balkanlara (Bulgaristan, Makedonya ve
Yunanistan'a) Kültür Treni seyahati; Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığının
destekleri ve TRT Çocuk ve Gençlik Vakfı ile Devlet Demiryollarının
işbirliğiyle gerçekleştirilmiştir. Gezinin amacı, balkan ülkeleri arasındaki dostluğun ve
kardeşliğin pekiştirilmesi ve ülkeler halklarının kaynaşmasının sağlanmasıdır. Geziye, Parlamentomuzdan, Balkan Ülkeleri Dostluk
Grupları Başkanı, yönetici ve üyelerinden oluşan Parlamento heyeti,
üniversitelerden öğretim üyeleri, Rumeli-Balkan Derneklerinin başkan ve
yöneticileri, ilgili kurum ve kuruluşların temsilcileri, sanatçılar ve basın
mensupları katılmıştır. Gezinin ilk durağı olan Bulgaristan'da, Filibe'de
coşkulu karşılama sonrası, milletvekili heyeti olarak belediye başkanı ve vali
ziyaret edildi, ardından coşku ve heyecanın yoğun olarak yaşandığı bir konser
gerçekleştirilmiştir. Sofya'da, parlamenter heyetimiz, Bulgaristan Parlamentosu
Genel Kurul oturumuna nezaket ziyareti yapmış, Bulgaristan-Türkiye Dostluk
Grubuyla görüşmeler, Halk ve Özgürlükler
Hareketi Genel Başkanı ve milletvekilleriyle yararlı görüşmeler yapılmıştır. Gezinin ikinci durağı olan Makedonya'da, Üsküp'te
Makedon-Türk Bayraklarıyla ve "Türkiye, Türkiye" sloganlarıyla
coşkulu karşılama sonrasında, Manastır'da Atatürk'ün okuduğu Askeri İdadi,
buradaki anı odası ve Kalkandelen'de Harabati Tekkesi ile Alaca Camii ziyaret
edildi. Ardından Üsküp'te coşkulu ve duygulu anların yaşandığı konser verildi. Gezinin son durağı olan Yunanistan'da ise, Atatürk'ün
doğduğu evde, 10 Kasım günü saat 9'u 5 geçe Atatürk'ü anma töreni düzenlendi.
Yunan-Türk Forumunun Parlamento heyetimize verdiği ve Trakya-Makedonya
Devlet Bakanının da
katıldığı yemekli toplantıda
karşılıklı görüş alışverişinde
bulunuldu. Yunan makamlarının, Batı Trakya'daki soydaşlarımızın
dış dünyayla ilişkilerini en alt düzeyde tutma gayretleri bilinmektedir.
Dostluk Grubumuzun karşılığı olan Yunanistan Parlamentosunda,
Yunanistan-Türkiye dostluk grubu hâlâ kurulmamıştır. Heyetimiz, Drama, İskeçe ve Gümülcine'de soydaşlarımız
tarafından coşkuyla karışlanmış olup, zorunlu olarak Gümülcine'ye 30 kilometre
mesafede yapılan konserde, her şeye rağmen, coşku, heyecan ve duygulu anların
yaşanmasına engel olunamamıştır. Ayrıca, Kültür Treninin her uğradığı istasyonda
Atatürk'ün özel vagonu ziyarete açılmıştır. Yapılan tüm konserler öncesi, Türk kültür mirasının
Anadolu'daki izlerini belgeleyen, TRT tarafından hazırlanan "Anadolu Işığı
Belgeseli" gösterimi yapılmıştır. 6 günlük Kültür Treni gezisi sırasında uğradığımız her istasyonda
büyük coşku ve sevgi seliyle karşılanmak, bölgede yaşayan soydaşlarımızın böyle
organizasyonlara ne kadar ihtiyacı olduğunu bir kere daha ortaya çıkarmıştır. Sonuç olarak, Kültür Treni seyahati, amacına uygun ve
ülkemiz ve Balkanlar'da yaşayan soydaşlarımız için çok yararlı bir görevi
yerine getirerek, hem ülkelerarası hem de ülkeler halkları arasındaki, her
konuda işbirliğinin ve yakınlaşmanın, dostluğun pekişmesi için önemli bir görev
üstlenmiştir. Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Balkan ülkeleri
dostluk gruplarımızın çalışmaları içerisinde bulunan, Makedonya'nın Debre
Kazası Kocacık Köyündeki Atatürk'ün Babası Ali Rıza Beyin evinin restore
edilmesi projesi için çalışmalar Kültür Bakanlığımızın öncülüğünde başlamış
olup, birkaç ay içerisinde, iki ülkeden en yüksek makamların katılımını
arzuladığımız bir törenle müze evin açılışı yapılacaktır. Bu proje, turizm dahil, yörede genel bir canlanmaya
katkı sağlayacaktır. Atatürk'ün Babası ve Dedesinin yaşadığı Kocacık Köyü ve
komşu köyler, yörük Türk köyleridir ve bugün de örf ve gelenekleriyle bu
özelliklerini muhafaza etmekteler. Restorasyonu yapılacak Atatürk'le ilgili
müze ev, Türkiye'nin olduğu gibi, Makedonya'nın ve tüm Balkanların da gururu
olacaktır. Parlamentomuzdaki dostluk gruplarımızın bu tür gezi ve
organizasyonları devam ettirmesinin ilgili ülke ve ilişkiler için önem
taşıdığı, gezimiz sırasında bizzat yaşanmıştır. Ayrıca, Makedonya Cumhuriyeti Parlamentosu-Türkiye
Büyük Millet Meclisi İşbirliği Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisimizi
ziyaret etme arzusu bulunmakta olup, bu ziyaretin, Meclisimizin yaz tatiline
girmeden gerçekleştirilmesi, iki ülke ilişkileri için önem arz etmektedir. Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Vatan. Gündemdışı üçüncü söz, kalkınmada öncelikli illerimizin
bütçeden aldıkları payların artırılması hakkında söz isteyen, Siirt
Milletvekili Sayın Ahmet Nurettin Aydın'a aittir. Buyurun Sayın Aydın. AHMET NURETTİN AYDIN (Siirt) - Sayın Başkan, Sayın
Kâmran İnan, Ermenistan konusuyla ilgili konuşacaklar; söz hakkımı kendilerine
veriyorum. BAŞKAN - Peki efendim. Sayın milletvekilleri, Avrupa Parlamentosunda dün akşam
alınan kararla ilgili olarak, gündemdışı sözde bir değişiklik yapıldı. Daha
önce, Siirt Milletvekili Sayın Ahmet Nurettin Aydın'a verdiğimiz sözü, kendisi
fedakârlıkta bulunarak, Van Milletvekili Sayın Kâmran İnan'a devrettiler. Buyurun Sayın İnan. (Alkışlar) 3.- Van Milletvekili Kâmran İnan'ın,
sözde Ermeni soykırımı iddiası konusunda Avrupa Parlamentosunun aldığı karar
ile Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı
Belgesine ilişkin gündemdışı konuşması KÂMRAN İNAN (Van) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; her şeyden önce, sırasını bana vermek lütfunda bulunan değerli
milletvekillerine teşekkürlerimi arz ediyorum. Son zamanlarda
-takip buyuruyorsunuz- memleketimize
yönelik, âdeta düğmeye basılmış şekilde, senkronize bir hareket ve bir cephenin
genişletilmesi hadisesi var. Amerikan Temsilciler Meclisindeki hareketle beraber ve
eşzamanlı olarak İtalyan Meclisinde bir hareket başladı. Üç ayrı önerge, Ermeni
iddiaları istikametinde, ki, yarın oylanması bekleniyor. Ayın 7'sinde Fransız Senatosu, kendi Anayasaları ve
usullerini çiğneyerek, bir teklifi kabul etti; çünkü, Fransa'da, Beşinci
Cumhuriyetten beri, Senatonun sınırlı yetkileri dolayısıyla, teklifler, Millet
Meclisinden Senatoya intikal eder.
1998'de, Millet Meclisinden 29 üyenin kabulüyle geçmiş bir teklif Senato
masasında varken, bu defa, senatörlerin teşebbüsüyle, oradan ayrı bir teklif
çıktı ve bunun Millet Meclisine gönderilmesi gibi, ilk defa bir uygulamaya
giriliyor ve üstelik de Türkiye'ye meyilli insanların ağırlıklı olduğu bilinen,
farz edilen Fransız Senatosundan. Onunla, eşzamanlı olarak, dün, Avrupa Parlamentosunun
çıkardığı ve her bakımdan, son derece rahatsız edici ve düşündürücü hadise. Bunlar, memleketimize karşı, bir nevi, âdeta, ahenkli
bir hareketin çok düşündürücü işaretleri olmaktadır. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin ve sayın hükümetin bu gelişmeleri çok yönlü olarak değerlendirmesi
ve bununla ne mesaj verilmek isteniyor, olaylar nereye götürülmeye çalışılıyor,
buna bakmak lazım. Avrupa, daha, kendi yakın tarihine bakmadan, hatta, beş sene
öncesinde, Avrupa'nın göbeğindeki Bosna-Hersek'te sadece etnik mensubiyetleri
ve dinlerinden dolayı, 200 000'i aşkın insanın katledilmesi ve bugün, onların
katillerinin dolaşmasına -Miloseviçiyle, Karadziçiyle, Miladiçiyle- seyirci
kalan Avrupa kamuoyu ve parlamentolarının, yüz sene önceden tarihi tahrif
ederek, sırf Türkiye'ye karşı bir hareket başlatmak maksadıyla bu teşebbüste
bulunmaları... Fransa Senatosu bunu yaparken
-ki, Fransa'nın radyosu aradığında söyledim- Paris'te, Fransız
Devletinin koruması altında bulunan üç Türk diplomatının ruhu önünde
utanmadılar mı? Büyükelçimiz katledildi, ekonomik işler müşavirimiz katledildi
ve basın müşavirimiz katledildi. ASALA'nın katlettiği diplomatlarımızın,
temsilcilerimizin sayısı 52. Bundan söz eden yok ve bunlar, 1970'lerin
sonlarından 1980'lerin başlarına kadar cereyan eden hadiseler. Hatta, daha beş
sene önce, 1,5 milyon Azerî, toprağından kovuldu, öldürüldü, beşte 1 toprağı
işgal edildi; söz eden yok; ama, 1915'ler gündemde. Yirmialtı yıl önce çözüme bağlanan ve kan akmayan
Kıbrıs, her gün gündemde. Neden; çünkü, onun bir tarafı kendi kültürlerinden ve
kendi dinlerinden. Bundan dolayı, devamlı olarak bunu gündemde tutmak gibi çok
rahatsız edici gelişmeler var. Bu çerçevede, değerli milletvekillerinin, biz, Avrupa
Birliğinin, Türkiye'yi, Lüksemburg'da, 1997 13 Aralığında reddettikten sonra,
dünyadaki gelişmeler malum, bunların detaylarına girmeyeyim; sonucunda,
nihayet, geçen sene, 10-11 Aralıkta Helsinki'deki gelişme ve Türkiye'nin 13
üncü aday olarak listeye alınması hadisesi. O gün bugün, Avrupa Birliği
memleketlerinin, Türkiye'nin tam üyeliği yolunda gerçek ve hakikaten
inanılabilir bir siyasî iradeyi ortaya koydukları, maalesef söylenemez; çünkü,
bizim dışımızdaki 12 aday memleketten 6'sının tam üyelik müzakereleri cereyan
ediyor, devam ediyor, diğer 6'sının takvimi malum; bir malum olmayan Türkiye. Sayın hükümet, Brüksel'e, 2001 yılı içerisinde, Türkiye
müzakereleri başlatabilecek noktaya gelebilir diye beyan etti; Brüksel'in
"biz, bu işte hazır değiliz, 2005 yılından evvel de hiçbir şeyi aklınıza
getirmeyin" gibi beyanları oldu. Daha bir hafta önce, Alman Dışişleri Bakanı Sayın
Fischer'in makalesi var. "Türkiye tam üyeliğe hazır değildir, gündeme
getirilemez" ve Helmut Schmidt (eski Başbakanlarının) ve Giscard
D'Estaing'in, (eski Fransız Devlet Başkanının) "Türkiye, Avrupa coğrafyası
içerisinde değildir. Binaenaleyh Avrupa Birliğine giremez" sözü... Bunları biraz daha geriye götürüp de, geçmiş yıllarda
ortaya atılan bazı düşünceler ışığında incelediğinizde, birbirini tutan bir
çizgi meydana çıkıyor. 9 Kasım 1989'da Berlin Duvarının yıkılmasından sonra, 2
Ekim 1990'da Almanya'nın birleşmesi, Soğuk Savaşın bitmesiyle, Nisan 1990'da
Financial Times'in Başyazarı Edward Mortimer -ki, şimdi Sayın Kofi Annan'ın
nutuk yazarıdır- bir makale yazdı ve çok ilginçtir. Makalesinde diyor ki:
"Türklerin Avrupa kuruluşlarındaki mevcudiyeti, Stalin'in ve komünizm tehdidinin
bir neticesidir. Stalin öldü, komünizm çöktü; Türkler, ait oldukları yere
dönebilirler." Bundan üç sene sonrasına gelin, 1993'te, Samuel
Huntigton'ın -başlangıçta, 25 sayfalık, Foreign Affairs Dergisinin özel
sayısında çıkan- makalesi Medeniyetlerin Çatışması ve sonra kitap halinde...
Orada, iki cüm-le var, dikkatten kaçtı: Birisinde diyor ki: "Türkiye,
Avrupa Birliğine alınmadıktan başka... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun, devam edin Sayın İnan. KÂMRAN İNAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. ... ileride NATO'nun dışına itilmesi de gündeme
gelecektir." Avrupa Birliğine alınıp alınmamasına birazdan geleceğim;
Başkanımızın yüksek müsaadeleriyle; şimdi, NATO dışına itilmek operasyonu
başladı. Nasıl başladı; Avrupa Savunma ve Güvenlik Kimliği ismi altında bunu
NATO'ya zerk etmek suretiyle, Avrupa'nın 15 memleketi, NATO kaynaklarını; yani,
benim kaynak ve imkânlarımı, benim bulunmadığım kararlarda alacak!.. Ben, kırk
küsur sene emek vermişim, en büyük fedakârlıkta bulunmuşum, Varşova Paktıyla
ortak sınırların yüzde 37'sini kendi başıma savunmuşum, Amerika Birleşik
Devletlerinden sonra en büyük kuvveti tahsis etmişim. Vaktaki, Soğuk Savaş
bitmiştir, aile fikri, düşüncesi ön plana gelmiştir, eski Varşova Paktı üyesi
memleketler, Bulgaristan'ı, Romanya'sı dahil, Avrupa Birliği gözünde ve
diğerlerinin gözünde benim önüme geçmiştir; şimdi, bunun tezgâhları... Tarafsız
devletler, mesela İrlanda gibi, İsveç gibi, Avusturya gibi, Finlandiya gibi,
Soğuk Savaş döneminin en ufak külfetine katlanmamış, tehdide maruz kalmamış
memleketler, bu yeni formül altında, Türkiye'den daha fazla, NATO içerisinde
söz sahibi olabilecek gibi bir istikamet!.. Buna, sayın hükümet direniyor,
Genelkurmayımız direniyor, Millî Savunma diyor; ama, niyet ortada, bu çizgiyi getirdiğiniz takdirde. Binaenaleyh, bize yönelik çok garip gelişmeler var. Şimdi, buradan, 8 Kasımda açıklanan, Avrupa
Komisyonunun Türkiye Katılım Ortaklığı
Belgesine gelelim. Bu belge çok rahatsız edici. Bir defa,
belge, Sayın Hükümetimizle yapılan
görüşmelere sadık kalınmadan geliştirildi ve belgeyi okuduğunuz zaman,
haklı olarak kendinize şunu
soruyorsunuz: Bu, acaba
Brüksel'de mi kaleme alındı, yoksa Atina'da mı?.. Çünkü, tümüyle,
belgede, Türkiye'ye yönelik Yunan iddialarının arkasında
yer alıyor Avrupa Birliği; Avrupa Birliği, Ege'yi
ve Kıbrıs'ı kendi davası haline
getiriyor. Kıbrıs'ın, Helsinki
şekliyle ifade edilmesi bahis konusuydu.
Hayır; kısa vadeli,
öncelikli meseleler içerisine
aldı; o yetmiyormuş gibi, orta vadeli
dedi; iki defa, Kıbrıs'ı tekrar
eder bir duruma geldi.
Onunla da yetinmiyor; Türkiye'ye, bir nevi, seri halinde
direktifler yağdırıyor.
Aslında, bu belgeyi
incelediğinizde, devletlerarası zarafete ve
diplomasiye pek uygun
bir dili yok. Her yerde bir talimat var, Meclise talimat var. Diyor ki: "Birleşmiş Milletlerin şu konvansiyonlarını, Türk Parlamentosu bunu icra etmelidir
ve onaylamalıdır." Bunu Türkiye
millî iradesi söyleyebilir, siz değil. Beyler, Brüksel'de oturup da veya Strasbourg'ta
oturup da... Benim içişlerimle ilgili
bütün maddeler var. Hepiniz
okumuşsunuzdur, detaylarına girmek
istemiyorum. Şimdi, geliyorsunuz, sanki Kıbrıs önşartı
yetmiyormuş gibi, malî
hükümlerde, orada da bir
cümle eklemiş,. "Türkiye
için tam üyelik strateji çerçevesi içerisinde öngörülen malî desteğin
açılabilmesi, yukarıda sayılan
şartların Türkiye tarafından yerine
getirilmesine bağlıdır"
diyor. Yani, bir şey
almak istiyorsanız
maddeten, bütün bunlara
uyacaksınız. Uyduğunuz zaman
da yine bir
bahane çıkaracaktır. Onu da üzülerek arz edeyim. Şimdi, bu malî
kısımda da çok rahatsız edici
bir tablo var.
Bu, aday memleketler için öngörülen,
tam üyeliğe hazırlık stratejisi
çerçevesinde yardımlar. Bu yardımlar
çerçevesinde, Polonya için
950 milyon ECU
öngörülüyor; Macaristan için, Çek Cumhuriyeti için ve diğerleri için 400-450,
300-350 minimum...Türkiye için nedir -bu 13 aday içerisinde en büyük
Türkiye'dir; ekonomik desteğe de en çok ihtiyaç duyan, bilinen sebeplerle,
Türkiye'dir- sadece 170 milyon ECU ve o da kendi fonlarından değil, üçüncü
memleketler için öngörülen MEDA Akdeniz İşbirliği Fonundan veriliyor. Burada da
bir mesaj var Türkiye'ye; yani, sizi tam aday olarak kabul etmiyorum; muhtemel
aday, hâlâ o statüde. Bunlar, tabiî, son derece düşündürücü ve rahatsız edicidir.
Daha bunun mürekkebi kurumadan, bu sefer, raportör
Morillon'un -Fransız; Bosna-Hersek birlikleri eski komutanı ve şimdi Avrupa
Parlamentosu üyesi- sunduğu bir rapor üzerine bir karar tasarısı hazırlandı ve
bu karar tasarısı Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonundan da geçti.
Orada Türkiye'ye, maalesef, yanıltan raporlar geldi. Efendim, Avrupa, Amerikan
Kongresinden farklı düşündü, Türkiye'yi de katiyen bahis konusu etmedi. Ermeni
karar tasarısı veya iddiaları vardı efendim. Morillon'un raporu üzerine
hazırlanıp Dış İlişkiler Komisyonunda kabul edilen ilk şekilde, karar
tasarısında vardı. Hem de, çok gariptir, karar tasarısının bütün paragrafları
Fransızca; ama, bu Ermeni iddialarıyla ilgili paragraf, İngilizce monte
edilmiş. Orada -bu, dün çıkan kararda da var- diyor ki: "Türk Parlamentosu
ve hükümeti, Osmanlı döneminde elim ve trajik muamelelere maruz kalan
Ermenistan'ın durumunu, Ermenilerin durumunu göz önünde bulundurarak bugünkü
Ermeni cemaatine karşı daha anlayışlı ve müşfik davranmalıdır." Burada
çifte suçlama var; birisi, soykırımı iddialarını örtülü olarak benimsiyor;
birisi de, bugün vatandaşımız olan ve sayıları 50 000'e yaklaştığı bilinen
Ermenilere karşı, âdeta, ayrı bir standartta devlet muamelesi yapıyoruz da,
bunu düzeltmeye Türk Parlamentosu ve hükümeti davet ediliyor. Bununla da
yetinmediler; genel kurulda dün görüşülmesi sırasında bir paragraf ilave
edildi. O da "Türkiye, dünya kamuoyu önünde Ermeni soykırımını resmen
kabul etmelidir" maddesi... Bu, gayet kötü bir niyetin beyanı ve ilanı
değil mi?! 213'e karşı 234 oyla kabul edildi. Bununla da yetiniyor mu; hayır.
Diğer paragrafların hepsi, Türkiye'yi rahatsız eden... Kıbrıs'taki
mevcudiyetimiz, varlığımız için iki yerde "Kıbrıs'taki Türk işgal
kuvvetleri çekilmelidir" diyor. Gayet net bir şekilde ve bunu, Birleşmiş
Milletler söylemiyor; ama, Avrupa Birliği söylüyor. Daha önce, Avrupa
Parlamentosu, çok daha rahatsız edici bir karar aldı. Geçen eylül ayında... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın inan, 2 dakika daha veriyorum; lütfen,
toparlar mısınız. KÂMRAN İNAN (Devamla) - ...o da bir tek temsilcisi
bulunduğunu, Lefkoşa'daki Kıbrıs idaresi olduğunu ve bütün Kıbrıs'ı temsil
ettiği... Bundan şu mana çıkıyor: Kıbrıs'ın tam üyeliği sadece Güneyle sınırlı
kalmayacak; Kıbrıs'ın tümü Avrupa Birliğine alınmış olacak; dolayısıyla,
Türkiye'nin bulunmadığı Avrupa Birliği içerisinde Kıbrıs'ın gizli enosisle
Yunanistan tarafından yutulması yolu açılmış olacak. Nitekim, Yunan Sayın
Başbakanı, dünkü açıklamasında "Türkiye'yle ilişkilerimizin gelişmesi
Kıbrıs meselesinin halline bağlıdır" diyor. Şimdi, onun ifadesi ve arz ettiğim Avrupa Birliğinin bu
dokümanının bir başka yönü, bize açıkça şunu söylüyor: "Kıbrıs'ı bir bedel
olarak vereceksiniz." Bu gayet net. Şunu bilmelidirler ki, Kıbrıs'ı
verecek, bu millî davayı terk edecek Türk Milletinden bir hükümet çıkamaz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinden böyle bir hükümet çıkamaz. (Alkışlar) Sayın Başbakan bunu gayet açık şekilde ifade
buyurdular. Bu şartların, önşartların kabul edilemez olduğunu, 15 memleket
başbakanlarına mektupla yazdılar. Gayet isabetlidir ve yerindedir. Ayın
20'sinde yapılacak olan Avrupa Birliği Bakanlar Konseyinden önce bu
sivriliklerin hükümetlerce düzeltilmesi yolunda azamî çabayı göstermemiz lazım.
Parlamento ve hükümet olarak ki, 8 ve 9 Aralıkta Nice'de yapılacak Avrupa
Birliği zirvesinden önce bunun mümkünse düzeltilmesi... Aksi takdirde, çıkmaza
gireriz. Benim temennim ve bunu hükümete yönelerek arz ve rica
ediyorum. Bu, Avrupa Parlamentosunun hiçbir yönüyle kabul edilemez kararı
karşısında ve Avrupa Birliğinin -ki, bir tarafı Parlamenter kanadı, Avrupa
Komisyonunun dokümanı da icra kanadı- kabul edilemez pek çok hükmü taşıyan bu
dokümanı karşısında, Sayın Hükümetin, Avrupa Birliğine "siz, Türkiye'nin
tam üyeliği ve takvimi konusunda açık bir irade sergilemediğiniz müddetçe... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Evet, tekrar açıyorum. KÂMRAN İNAN (Devamla) - ...Türkiye kendi tutumunu saklı
tutar; Türkiye bekleyişe girer" diye bir uyarıda bulunması lazım.
Lüksemburg'da devre dışı bırakılmamızın, 13 Aralık 1997'de, hükümetin aldığı
kararlı tutum neticesi, bizi Helsinki'ye getirdi. Burada da kararlı olmak
lazım. Değerli milletvekilleri, milletlerarası ilişkilerin en
büyük vazgeçiriciliği, kararlı bir davranış içinde olmaktır. Bizim, maalesef,
bazı zaaflarımızla Avrupa'da uyandırdığımız yanlış intiba var: Türklere ne
verirseniz kabul eder. Hayır efendim; Türkiye bunu kabul etmez. Bugünkü
muameleyi hiçbir şekilde kabul etmez. (Alkışlar) Son olarak şunu arz edeyim. Bu kürsüden ve eğer izniniz
oluyorsa, sizlerin de iradeleri istikametinde, gerek Amerikan kamuoyu gerek
Avrupa kamuoyu şunu kesin olarak bilmelidir: Bugünkü 70 milyona yaklaşan
Türkiye Cumhuriyeti, tarihî gelişme trendi içerisinde her bakımdan güçlenen
Türkiye Cumhuriyeti, onların 19 uncu Yüzyılda kaleme aldıkları şark meselesini
dikte etmeleri ve Osmanlı topraklarını tevzi etmeleri politikasına devam
etmelerine hiçbir şekilde müsamaha ve müsaade etmeyecektir. (Alkışlar) NECMİ HOŞVER (Bolu) - Bravo! KÂMRAN İNAN (Devamla) - Biz, Avrupa ile eşit şartlar
içerisinde menfaat dengeleri çerçevesinde yürürüz. Kendilerine vesileler
doğdukça hep söylüyorum: Batı'yla birlikte yürümek, Türk Devletinin, cumhuriyetin ve milletin tercihidir; ama, siz, bizimle beraber
yürümek istemezseniz, biz yalnız yürümekte tarih boyunca, binlerce yıl, hiçbir
zaman korkmadık, yarın da korkmayız. (Alkışlar) Ve sizi temin ederim değerli milletvekilleri, biraz
olayları ileri götürüp onbeş yirmi sene sonrasına da sirayet edercesine tabloya
bakmak lazım. Avrupa Birliğine benimolan ihtiyacımdan on misli onun bana
ihtiyacı olacaktır. Avrupa Birliği toplumları yaşlanıyor. Şurada bir dua
edeceğim; ama, zabıtlara geçsin; Allah beter etsin. Yaşlanıyor ve önümüzdeki on
onbeş yıl sonra yalnız yüzde 30'u çalışabilir çağda olacak. Sadece Almanya'nın,
1960'larda nasıl elemeğimize kırmızı halı serdiyse, o zaman çifte kırmızı halı,
hatta sırmalı halı serecek; 14 milyon yabancıya, elemeğine ihtiyacı olacak.
Kendi öz evlatları ekonomilerini, hatta savunmalarını yüklenemeyeceği için,
Türkiye'ye dönecektir, benden isteyecektir. Yarınlar benimdir, istikbal benimdir; mazide kalanlar
düşünsün. Saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Bu veciz ve aydınlatıcı konuşmasından dolayı
Sayın İnan'a teşekkür ediyorum. Yalnız, bir hususu açıklamak zorundayım. Bu gelişme dün
akşam oldu Avrupa Parlamentosunda ve Sayın İnan'ın söz değişimi bu sabah
cereyan etti. Bu sebeple, Sayın İnan'ın görüşmelerini, biz, Dışişleri
Bakanlığına duyuramadık. Bu sebeple, bu konuşma, önemine binaen istisnaî bir
konuşma oldu. Belki duyurabilseydik -tabiî, bu mümkün değildi; bir gün önceden
hükümete duyurmamız gerekiyordu- muhtemelen hükümet buna cevap verecekti; ama,
ümit ediyorum, ilerde cevap verebilir. AHMET İYİMAYA (Amasya) - İletişim teknolojisini
kullanabilirdiniz efendim. BAŞKAN - Hayır efendim, son dakika değişimi oldu. Şimdi, siz, belki yoktunuz... AHMET İYİMAYA (Amasya) - Son dakikada dahi ulaşmak
mümkündür efendim teknolojik olarak. BAŞKAN - Efendim, farkındaysanız, ben buraya
milletvekili Ahmet Nurettin Aydın Beyi davet ettim; o, yerini bıraktı. Yani,
birkaç saniyelik bir meseleydi bu. EMİN KARAA (Kütahya) - Gelişini bekledik zaten... BAŞKAN - Evet, gelişini de bekledik. İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, izin verir
misiniz... BAŞKAN - Sayın Köse, buyurun efendim. İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Çok teşekkür ederim Sayın
Başkanım. Önce, Sayın Kâmran İnan Beyefendiye bu imkânı sağlayan
Değerli Milletvekilimize, bu fedakârlıkta bulunduğu için teşekkür ediyorum.
Sonra, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, böyle bir millî meselenin
gündeme getirilmesi hususundaki hassasiyetinizden dolayı, siz Değerli
Başkanımıza çok teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Sayın İnan'ın tüm konuşmalarına, hissiyatına,
devletimizin ve milletimizin haysiyetiyle ilgili bu meseledeki ortaya koymuş
olduğu düşüncelerine aynen iştirak ediyoruz. Bu hassasiyetin Meclisimizin tüm
milletvekillerinde, tüm gruplarında olduğuna da inandığım içindir ki, 5
grubumuza şu teklifi getiriyorum: İzin verirseniz, Sayın Kâmran Beyefendinin
konuşmasının muhteviyatını içerisine alacak ve gruplarımızın da ilave edeceği
cümlelerden müteşekkil, Türkiye Büyük Millet Meclisimizi muhatap alan bu çok önemli
belgeye, gerekli, tarihî bir cevabın verilmesini, bugün arz ediyorum,
zatıâlinize sunuyorum efendim. ("Bravo" sesleri, alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi, usulümüz şu: Eğer 5 grup
başkanvekilimiz de, birazdan tutanaktan getirteceğimiz hususu imzalarsa, bu,
Meclisimizin deklarasyonu olarak önünüze getirilebilir. Bu, nihayet yarım
saatlik bir meseledir. Buyurun Sayın Aslan. BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Van Milletvekilimiz Kâmran
İnan Beyin konuşması Meclisimizin hissiyatıdır.
Kendisine teşekkür ediyor, tebrik ediyoruz. Biz, Sayın Köse'nin de belirttiği gibi, 5 grup
başkanvekili olarak, Türkiye Cumhuriyetinin aleyhine olan her olayda olduğu
gibi bir araya gelmeye ve bu konuda, Mecliste, gerekirse -geçenlerde olduğu
gibi- yeniden bir genel görüşme yapmaya da hazırız. Sayın Kâmran İnan'a tekrar teşekkür ediyoruz. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Sayın İnan, aynı zamanda
Dışişleri Komisyonu Başkanı olduğu için... BAŞKAN - Evet efendim, Dışişleri Komisyonu Başkanı. EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Sayın Başkan, arkadaşlarımız
kürsüden hitap etseler daha iyi olmaz mı? BAŞKAN - Şimdi onu formüle etmek zor olur; yerinden... Buyurun Sayın Arınç. BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Gündemdışı konuşan Sayın Kâmran
İnan Beyfendiye, hepimizin hislerine tercüman olduğu için, bütün milletimizin
düşüncelerine tercüman olduğu için özellikle teşekkür ediyorum. Böyle bir
imkânı sağladığından dolayı Siirt Milletvekilimiz Ahmet Nurettin Aydın
Beyfendiye ve konuşmanın bütününü bozmayan zatıâlinize ayrıca teşekkür
ediyorum. Efendim, millet olarak duygusal bir milletiz; bugün,
hissetiklerimizi büyük bir coşku içinde söylüyoruz. Ancak, biz bir devletiz. Bu
devletin de, dışpolitikada çok uzun yılları içerisine alan, devletin bekası
için, milletinin inancına, kültürüne, ahlakına, tarihine uygun bir millî
politikasını tespit etmesi ve bu politikayı tavizsiz uygulaması gerekli. Ermenilerin, dünya yüzünde Türkiye aleyhinde
başlattıkları, isterse sözde soykırım iddiaları, isterse ASALA yoluyla yaptığı
pek çok cinayetler, yıllardan beri kamuoyunun gündeminde. Amerika'da uzun
uğraşlar sonucunda Temsilciler Meclisinden çekilen tasarı, bir başka şekilde
Fransa'da, belki İtalya'da, belki başka ülkelerde de uygulanabilecek. Hepsine
günübirlik çözümler aramak yerine, bu konunun nerede başladığını, nereye kadar
gidebileceğini, dışpolitikamız ve iç dünyamız açısından neler getirip götürdüğünü
gerçekten iyice düşünmek ve buna uygun planlar üretmek gerektiğine inanıyorum. Belki, bu, Meclisimizde bir genel görüşmeyle de ortaya
konulabilir. Fazilet Partisi olarak böyle bir genel görüşmeyi... Hatta, konuyu
bütünüyle inceleyen ve dışpolitikamızın tespitinde gösterilecek tedbirleri
içerisine alan bir Meclis araştırması da olabilir. Yöntemini birlikte de tercih
edebiliriz. Buna mutlak ihtiyacımız var; yoksa, bugün Sayın İnan'ın, geçmişte
bazı arkadaşlarımızın hepimizin hislerine tercüman olan konuşmalarıyla
yetinmek, bizim için, sanıyorum ki, aldatıcı olur. Bunlar gözümüzü açmalıdır ve dışpolitika, sadece
dışişleri bakanlarının veya belki bazı başka şahısların kişisel gayretleriyle
yürüttükleri bir çalışma olmaktan çıkmalı, Türk Devletinin ve Türk Milletinin
birlikte yürüttüğü bir millî politika haline gelmelidir; yoksa,
arkadaşlıklarla, dostluklarla, şahsî ilişkilerle bir meseleyi hallettim diye
böbürlenenlerin, karşılaştığımız olaylar karşısında gerçekten utanabildiklerini
düşünürüz. Biz, Parlamentomuzun, bu meselede, bütün ağırlığıyla,
bütün ehemmiyetiyle elkoymasını ve bunu
partiler arasında bir
millî mesele olarak
düşünmesini isteriz. Dışpolitikada temel hedeflerimiz, Türk Milletinin millî menfaatlarıdır. Buna
yönelecek tecavüzleri hep beraber defetmeli; ama, millî menfaatlarımızın
gerektirdiğini de millî politikalarla ortaya koymalıyız. Ben de arkadaşlarımızın duygularına tercüman oluyorum,
ortak oluyorum. Beraberce yapabileceğimiz öncelikli meseleleri bir an evvel
kararlaştırmak gereğini işaret etmek istiyor, bütün Meclise saygılar sunuyorum.
(FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Sayın Halıcı, buyurun efendim. MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, ben de,
Siirt Milletvekili Sayın Nurettin Aydın'a, hem de zatıâlinize, Sayın Kâmran
İnan Beyefendiye bu fırsatı vermiş olmanızdan dolayı teşekkür etmek istiyorum. Hakikaten, Sayın Kâmran İnan Bey, hem Meclisimizin hem
de eminim ki milletimizin hislerine tercüman olmuşlardır. Bu konuşma talebi,
hepimizin önünde ve Meclis çalışmaya başladıktan sonra oluşmuştur. Daha önce
böyle bir konu biliniyor olsaydı, tahmin ediyorum ki, hükümetimiz, gerekli
konuşmayı, gerekli cevabı sayın konuşmacıya verecekti; ama, Sayın Köse'nin
dileğine ve talebine ben de katılıyorum. Grup başkanvekilleri bir araya
gelerek, ortak bir metin üzerinde bir çalışma, bir hazırlık yapabilirler. Böyle
önemli bir konuda, tekraren, Sayın Kâmran İnan'ın konuşmalarına katıldığımızı
ifade etmek istiyorum. Size de teşekkür ediyorum. (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Sayın Gönül, buyurun efendim. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlarım; bu kürsüden biraz evvel Sayın İnan'ın dile getirdiği hissiyat ve
görüşler, aslında, Türk Milletinin sesi, hissiyatı ve kararlılığıdır.
Kendilerini kutluyorum ve teşekkür ediyorum. Diğer grup başkanvekili arkadaşlarımızın ortak bir
metin hazırlanması yolundaki görüşlerine katılıyorum ve destek veriyorum;
ancak, bir konunun da altını çizerek, arkadaşlarımı, önümüzdeki günlerde, bir
teklifimiz olmuştu, ona destek vermeye çağırıyorum. Doğru Yol Partisi olarak,
biz, Türk dışpolitikası hakkında bir genel görüşme talebinde bulunmuştuk. Eğer
uygun görürlerse, bir Danışma Kurulu toplantısı yapmak suretiyle, bu önergenin
ve diğer katılacak grupların önergeleriyle birleştirilerek, Yüce Meclisimizde
konunun genel hatlarıyla ve tümüyle tartışılmasının faydalı olacağına
inanıyorum. Teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Efendim, tekrar, Sayın İnan'a ve gösterilen
hassasiyetten dolayı, bütün grup başkanvekillerine ve söz hakkını veren Sayın
Aydın'a teşekkür ediyorum. Şimdi, Başkanlık olarak, bizim yapacağımız iş, Sayın
İnan'ın konuşmasını, Tutanak Müdürlüğünden, hazır olur olmaz, 5 grup
başkanvekilimize takdim etmek ve ondan sonra, Danışma Kurulu olarak
toplanmaları halinde, tekliflerini huzurunuza getirmektir. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, müsaade ederseniz, gündeme geçmek
istiyorum. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Çok kısa efendim... BAŞKAN - Aynı konudaysa, mümkün değil efendim.
Arkadaşlarımızın hepsi görüşmek ister sonra. Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır. Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum. B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- İstanbul Milletvekili Cahit Savaş
Yazıcı ve 20 arkadaşının, boğazlardaki deniz trafiğinin yarattığı tehlikelerin
araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/158) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Son yıllarda, Türk boğazlar bölgesinde çok büyük
boyutlara ulaşan deniz trafiği, kaza riskini de beraberinde getirmekte ve
meydana gelen kazalar, can ve mal kaybıyla birlikte büyük çevre felaketlerine
yol açmaktadır. Türk boğazlar bölgesinde yaşanan deniz trafiğinin
yarattığı tehlikeler ve bunun çözümleriyle ilgili gerekli önlemlerin alınması
için Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılmasını saygıyla arz ederiz
Gerekçe: İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizinden
oluşan Türk boğazları bölgesinde son yıllarda artan deniz trafiği, güvenli
seyre ilişkin ciddî tedbirlerin alınmasını kaçınılmaz hale getirmiştir.
Montreux Sözleşmesinin imzalandığı 1936 yılında yıllık ortalama 4 500 olan gemi
geçişi 1998 yılında İstanbul Boğazı için 24 500'ü transit olmak üzere yaklaşık
50 000 geçişe ulaşmıştır. Bunun yanı sıra, Avrupa ve Asya arasında düzensiz
seferler yapılarak gerçekleştirilen yolcu taşımacığı da artan nüfusun ihtiyaçlarına
paralel olarak gelişmiştir. Artan bu trafiğin yanı sıra geçiş yapan gemilerin
özellikleri ve yüklerinde değişiklikler olması deniz trafiğini daha da riskli
kılmaktadır. Günümüzde yaşanan teknolojik gelişmeler gemilerin boyutlarını
etkilemiş, gemilerin taşıma hacimleri genişleyerek boyutları büyümüş ve özel
maksatlı gemilerin sayısında artışlar meydana gelmiştir. Bununla birlikte, son
yıllarda boğazlar yoluyla taşınan kargonun niteliği de değişmiş, petrol, yanıcı
gazlar çeşitli kimyasal ürünler ve nükleer artıklardan oluşan yükler taşıyan
gemilerin geçişlerinde büyük artışlar ortaya çıkmıştır. Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlayan önemli bir suyolu
olan İstanbul Boğazı, özelliklerinden dolayı son derecede riskli bir yapıya sahiptir.
31 kilometre uzunluktaki boğaz keskin dönüşlerden oluşmakta, bu ise geçişte en
az 12 kez 80 derecelik rota değişikliklerine varan manevralar yapılmasını
gerektirmektedir. Bununla birlikte, Boğazın değişik yerlerinde oluşan akıntılar
ile güçlü güney rüzgârlarının neden olduğu "orkoz" olarak
adlandırılan ters akıntılar, gemilerin manevra kabiliyetlerini olumsuz yönde
etkilemektedir. Ayrıca, bunlara fırtına, kar, yağmur ve sis gibi kötü hava
şartları da eklendiğinde deniz trafiğinin riski daha da artmaktadır. Aynı
coğrafî ve oşinoğrafik özellikler Çanakkale Boğazı için de söz konusudur. Geçiş
yapan gemilerin römorkör ve kılavuzluk hizmetlerinden yeterince yararlanmaması,
geçişleri daha da riskli kılmaktadır. Her iki boğazın yoğun yerleşim alanları içerisinde
bulunması, meydana gelebilecek kazaların büyük can ve mal kayıplarıyla
sonuçlanması olasılığını artırmaktadır. Uluslararası alanda ortaya çıkan yeni kavramlar ve
hukukî düzenlemeler ile boğazların belirtilen özel durumu, güvenli geçişin
düzenlemesinde ülkemize yeni olanaklar sunmaktadır. Üçüncü kuşak insan hakları kavramı içerisinde ele
alınan "dayanışma hakları" çevre hakkı ile insanlığın ortak mal
varlığına saygı hakkını da içermektedir. Dünyanın sayılı güzellikleri
içerisinde yer alan Boğaziçi ve onun bünyesinde yer alan tarihî, kültürel ve
doğal güzelliklerin korunmasının sağlanması da, bu anlamda temel bir insan
hakkı talebi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu konuda ülkemizde oluşturulacak
bilinç, uluslararası platformlarda Boğazlardan güvenli geçiş konusunun
savunulmasında önemli katkılar sağlayacaktır. Bununla birlikte, boğazlarda
meydana gelen kazalar bugüne kadar korkunç çevre sorunlarına yol açmış ve
kazaların ortaya çıkardığı bu sorunların giderilmesinde hazırlıksız olduğumuz
da ortaya çıkmıştır. Bu konunun da yeterince savunulması durumunda önemli
kazanımlar elde edilebilecektir. Sayılan nedenlerle, Türk boğazları bölgesinde can, mal,
seyir ve çevre güvenliğinin en üst seviyede sağlanabilmesi için alınması
gerekli önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırma komisyonunun
kurulmasını Yüce Meclisimizin takdirlerine sunarız. BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Önerge, gündemdeki yerine alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. 2 adet, komisyonlardan istifa önergesi vardır; okutup
bilgilerinize sunacağım. Birincisini okutuyorum: C) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1.- İstanbul Milletvekili İsmail
Kahraman'ın, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyeliğinden
çekildiğine ilişkin önergesi (4/238) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Seçilmiş
bulunduğum Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu üyeliğinden çekildiğimi, gereğinin
yapılmasını arz ederim. 15.11.2000 İsmail
Kahraman İstanbul BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. İkincisini okutuyorum: 2.- Kayseri Milletvekili Salih
Kapusuz'un, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Üyeliğinden
çekildiğine ilişkin önergesi (4/237) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Üyesi bulunduğum Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu üyeliğinden
istifa ediyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. 16.11.2000 Salih Kapusuz Kayseri BAŞKAN - Sayın Milletvekilleri, gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz. Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız. Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve
Plan ve Bütçe komisyonları raporlarının müzakeresine kaldığımız yerden devam
edeceğiz. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasa-rıları ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/650,
1/679) (S.Sayısı: 517) BAŞKAN - Komisyon?.. Mevcut değil. Hükümet?.. Yerini almamış durumda. Bu durumda, bu maddeden sarfınazar ediyoruz. Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu raporlarının müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz. 2.- Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim
Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/709) (S.Sayısı: 536) (1) BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. (1) 536 Sıra
Sayılı Basmayazı 15.11.2000 tarihli 16 ncı Birleşim tutanağına eklidir. Sayın milletvekilleri, tasarının 5 inci maddesi kabul
edilmişti. Şimdi, çerçeve 6 ncı madde ve bu maddeye bağlı ek madde
1'i okutuyorum: MADDE 6. - 6219 sayılı Kanuna aşağıdaki ek maddeler
eklenmiştir. "EK MADDE 1. - Hisse senetlerinin satışında 2886
sayılı Devlet İhale Kanunu ve 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu hükümleri
uygulanmaz. BAŞKAN - Ek madde 1 üzerinde gruplar adına ilk söz,
Doğru Yol Partisi Grubu adına... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkanım, sözcümüzü
değiştiriyoruz, Ali Naci Tuncer Bey konuşacaklar. BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına, Ali Naci Tuncer
Bey; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika efendim. DYP GRUBU ADINA ALİ NACİ TUNCER (Trabzon) - Sayın
Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan Türkiye Vakıflar
Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi
şahsım ve Grubum adına selamlıyorum. Saygıdeğer milletvekilleri, bu kanun tasarısı
görüşülürken uzun bir süre huzurlarınızı işgal ettim; ama, samimî söylüyorum,
bu tasarıyı hiç içime sindiremiyorum. Biz anlatacağız, inşallah, sizler de
vicdanınızın sesini dinleyerek en doğru yolu bulacaksınız. Sayın Dışişleri eski Bakanımız çok veciz bir konuşma
yaptı. Türkiye bir ateş çemberi içerisine alınıyor. Hiç ilgisi yokken
Amerika'da Ermeni tasarısı görüşülüyor, Fransız Senatosunda kabul ediliyor,
Avrupa Konseyinde kabul ediliyor; AB'ye girme pahasına birçok şeyden fedakârlık
ediyoruz ve bir belge yayımlanıyor. Bu belgede, dışpolitikamızın ana
mihraklarından biri olan Kıbrıs üzerinden söz ediliyor. Televizyonda Sayın
Dışişleri Bakanımızın kendi ağzından duydum "bunda ne var; her
uyuşmazlıkta bir sulh noktası bulunacak. İşte, bizi de buna yönlendiriyor
'Birleşmiş Milletlerin kararlarına bakın, bir ay içerisinde ona uygun olmaya
çalışın' diyor, diyor" Sayın
Başbakan çıkıyor "biz bu belgedeki Kıbrıs şerhini kesinlikle kabul
etmeyiz" diyor. Şimdi, Dışişleri Bakanım böyle diyor, Sayın Başbakanım
böyle diyor. Biz, bu dönemde bunlarla uğraşmamız gerekirken, çok aciliyeti
olmayan kanun tasarılarıyla gece 24.00'lere kadar, bugün de bitmezse
sabaha kadar çalışacağız. 43 yıllık bir mazisi olan Vakıflar Bankasına,
bankacılık sektöründe en üst düzeye gelmiş, politik birkaç müdahalenin dışında
hiçbir sıkıntısı olmayan bir bankaya yeni düzenlemeler getiriyoruz. Bu yeni
düzenlemeler de hem hukukî hem de ekonomik olarak çok daha büyük sıkıntılar
getirecek. Dün yüksek oylarınızla 3 kamu bankasının özerk hale
getirilmesi ka-bul edildi. İçerisinde çok güzel hükümler var, onları
alkışlarız, destekleriz. En azından, çalışan personeli az da olsa tatmin edecek
hükümler koyduk. Bir özel bankada 30 000 dolara çalışan bir genel müdür, bir
kamu bankasın-da 1 milyara çalışıyor. Bu dengesizlik en azından biraz
hafifletilmiş oldu. Dün yüksek oylarınızla kabul edildi, özerkleştirdik. Sayın arkadaşlarım, ifade ettik; ama, dinletemedik. 5
inci maddede bir hüküm getiriyoruz, kamu hisseleri -ki, bankalardaki kamu
hisselerimiz yüzde 99- ilgili bakan tarafından temsil edilir. Bunun neresi
özerktir arkadaşlar? Kanunlaştı; ümit ediyorum Sayın Cumhurbaşkanımız veto eder
de yeniden irdeleme fırsatı buluruz; değilse, Anayasa Mahkemesine götürebilme
şansımız olursa, inşallah oradan döner. Bir bakana, bir bankanın temsili, hem
de ilgili bakan, bağlı bakan da değil... Bir bakan, koltuğunda oturacak, yüzde
99 hisseyi temsil ettiği için "ben gene kurul topladım, genel kurulda bu
kararları aldım" diyecek. Bugünkü ilgili bakanlar belki bu yola
gitmeyecek, iyi çalışacak, ben onlardan şu anda bir endişe duymuyorum; Sayın
Özkan'dan, Sayın Bal'dan, ekonomiden sorumlu bakanımızdan belki böyle bir
endişe taşımıyorum; ama, bu, genel bir hükümdür. Özelleşinceye kadar bu böyle
devam edecek. Biz özerkleştireceğiz derken, siyasîleştiriyoruz. Vakıflar Bankasında yapılmak istenileni çok uzun uzun
anlattım ben size. Kaç dönem "bu Anayasaya aykırıdır" diye iade
ettik; şimdi, öyle anlaşılıyor ki, yüksek oylarınızla yine kabul edilecek.
Bunun denenmiş örneği var arkadaşlar; Ticaret Bankasını, devlet bankasıyken
çalışanların sandığına bıraktık, özerk hale gelsin dedik, Ticaret Bankasının ne
hale geldiğini hepimiz biliyoruz. 6 ncı madde, tabiî, düzenlemenin bir devamıdır. Ek
maddeler getiriyorlar. Vakıflar Bankası Meclis denetimine tabiî değildi bir KİT
kuruluşu olmadığı için; ama, Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine tabi idi,
onu da kaldırıyoruz. Efendim, uluslararası şirketler denetleyebilir... Buna
mani olan hiçbir hüküm yok ki! Bugün, kamu bankaları da uluslararası
şirketlerin denetimindedir, Vakıflar Bankası da. Dün ifade ettim; Kanun, kendi içerisinde çelişki
halinde. Genel müdürün durumunu düzenleyen maddede, efendim, (A) hisseleri
yüzde 50'nin altına düştüğünde ortadan kalkacak deniliyor; ancak, genel müdür
dört yıl müddetle atanır hükmü kalıyor. Özelleştiriyorsak, bunu bir şahıs, bir
holding alacaksa, yabancı sermaye alacaksa, onun genel müdürü kaç yıl tahdit
ettiğinden bize ne!.. Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, ömrümün
yarısından çoğunu bürokraside geçirdim. Bu Yüce Meclisin komisyonlarında
bürokrat olarak yıllarca -ara rejimlerde de, demokratik rejimlerde de- hizmet
verdim. Şunu samimiyetle itiraf edeyim, ara rejimlerde dahi, komisyonlarımızda
kanunlarımız çok daha iyi irdeleniyordu. Çok acele ediyoruz, yaparken de hata
yapıyoruz. Saat 24.00'lere kadar çalışalım, sabahlara kadar çalışalım,
gücümüzün yettiği kadar çalışalım; ama, kamuoyunun beklediği yasaları
çıkaralım. Efendim, Vakıflar Bankası 99 yıllığınaymış da, biz, bu
hükmü kaldıralım, sonsuza kadar olsun... Daha yarım asırdan fazla bir zaman
var. Yarım asır sonra, finans kuruluşlarının ne hale geleceğini, bankaların ne
hale geleceğini nereden biliyoruz; nedir bu acelecilik, çok mu önemli bir
hüküm?! Nerede mahallî idareler kanunu?! Her gün, her milletvekilimizin yanına,
onlarca belediye başkanı koşup geliyor; finansı yok, iş yapamıyor, vatandaş oy
vermiş, belediyeden hizmet istiyor... Bu kanun ortada yok. Hastane kapılarında,
vatandaşlarımız, sefil, perişan ölüp gidiyor; nerede sağlık sigortası
kanunumuz?! Bunlar acil değil mi saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım?!
Gündemimizi çok acil olmayan kanun tasarılarıyla işgal ediyoruz. Ayrıca, dün de ifade ettim, yıllarını yargıda geçirmiş
bir arkadaşınız olarak ifade ediyorum: Bunu, yüzde yüz Anayasaya aykırı
buluyorum. "Efendim, bizim alacağımız kararlar yargı denetimine
tabidir..." Her idarî tasarruf, yargı denetimine tabidir. Yargıyı ne hale
getiriyoruz arkadaşlar. Daha dün, Plan ve Bütçe Komisyonunda, memurlarla ilgili
bir tasarı kabul edildi; hâkim ve savcıları da içine soktuk, Anayasanın amir
hükmüne rağmen; "hâkim ve savcılar, hiçbir sebeple görevlerinden
alınamazlar, kadrolarından yoksun bırakılamazlar" deniliyor. Biz ne
yapıyoruz; onları da bir denetleme komisyonunun emrine veriyoruz; ondan sonra
da, bu yargı bağımsız diyeceğiz ve bu yargı bağımsızlığına gidip, hakkımızı
arayacağız!.. Yıllarca görev yaptığım Adalet Bakanlığındaki bir
müfettişin raporundan bir pasaj okuyacağım -tamamını okumuyorum- bir hâkime
sual soruluyor: "Eşinizin yakın zamana kadar benimsediği çağdaş olmayan
giyim tarzı itibariyle..." Eşinin çağdaş olmayan giyim tarzı yakın zamana
kadarmış; ama, ondan sonra da düzeltmiş onu!.. "Bana savunma ver"
diyor. Nerede yargı bağımsızlığı, biz nereye gideceğiz arkadaşlar?! (DYP ve FP
sıralarından alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlayınız. ALİ NACİ TUNCER (Devamla) - Biz bunları düşünmek
zorundayız arkadaşlar. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Devamını okuyun efendim,
devamını... ALİ NACİ TUNCER (Devamla) - Efendim, devamı önemli
değil. "Yakın
zamana kadar" diyor; yani, yakın zamana kadar çağdaş
giyinmemiş!.. Eşi başını örtüyorsa, korkudan da açmış bunu demektir evinde
oturan hanım. Bu hâkim nasıl bağımsız karar verecek?! Biz, o yargıya gideceğiz.
(DYP ve FP sıralarından alkışlar) Lütfen arkadaşlar, istikrar kelimesinin arkasına
sığınmayalım, vicdanımızın sesini dinleyelim. Bunu getirenlerin hepsi
hüsnüniyetle getiriyor; ama, fazla inceleme fırsatı bulmuyor. Hükümetimizden de
istirham ediyorum, bizi bir muhalefet olarak düşünmeyin, bu Meclisin bir üyesi
olarak düşünün, doğru söylediğimizi lütfen kabul edin. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP, MHP, FP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tuncer. Fazilet Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın
Yakup Budak konuşacaklardır. Buyurun Sayın Budak. Süreniz 10 dakika. FP GRUBU ADINA YAKUP BUDAK (Adana) - Sayın Başkan,
değerli üyeler; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. 536 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde
söz almış bulunuyorum. Bu maddede, bu özelleştirme işleminin hangi esaslar
dahilinde yapılacağı ifade edilmektedir ve maalesef, şimdiye kadar Meclisimizin
huzuruna hiç gelmemiş, Türkiye'de de uygulama bakımından hiç uygulanmamış bir
maddeyle karşı karşıyayız. Hisse senetlerinin satışında 2886 sayılı Devlet
İhale Kanunu ve 1050 sayılı Muhasebei
Umumiye Kanununun hükümleri uygulanmaz deniliyor; zaten uygulanmaz. Niye
uygulanmayacak; çünkü, bu, özel bir bankadır, özel banka olduğu için de bunlar
uygulanmayacak. Peki, uygulanmayacaksa, buraya niye yazıyoruz; çünkü, özel
bankalarda bunlar uygulanmaz, 2886 da uygulanmaz, 1050 de uygulanmayacak; ama,
işte, iş olsun diye de bazen yazıyoruz, incelenmediği için yazıyoruz; yazmasak
bile, zaten, bunları uygulamamız mümkün değil. Şimdi, tabiî, hisse senetlerinin devriyle ilgili,
Vakıflar Bankasının (A), (B), (C) grupları hisse senetleri var. (B) grubu hisse
senetleri öncelikli ola-rak satılacak deniliyor. (B) grubu hisse senetlerinin
binde 6'lık kısmının dı-şında olanlar Vakıflar Genel Müdürlüğünün uhdesinde
bulunuyor; yani, Va-kıflar Genel Müdürlüğü (B) grubu hisse senetlerinin sahibi
değildir, sadece emanetinde bulundurur; çünkü, mevcut yasaya göre (B) grubu
hisse senetle-rinin alınması, satılması söz konusu değildir; ancak, mülhak
vakıflar kendi aralarında alıp satabilirler, Vakıflar Genel Müdürlüğü de
uhdesinde bulundu-rur, emanetinde bulundurur, bir başka mülhak vakıf onu
alıncaya kadar. Şimdi, mevcut yasal düzenlemede bu olduğu halde ve
bizim bütün vakıflarla ilgili yasalarımız da böyle olduğu halde, bu maddeye
niye konulmuştur mülhak vakıfların hisse senetlerinin satılamayacağı; çünkü,
bizim 2762 sayılı Vakıflar Yasamıza göre, mazbut vakıfların ve mülhak
vakıfların malları alınamaz ve satılamaz. "Efendim, bu alınacak, satılacak
şey hisse senedidir..." Ne olursa olsun, bizim hukukumuz çerçevesinde,
bunların alınması ve satılması söz konusu değildir. Paris, Lozan, Berlin Konferanslarında,
Osmanlı Devletinin belirli bölgelerini Avrupalılar işgal ettiği zamanlarda,
gördüler ki, işgal ettikleri topraklar vakıflara ait arazilerdir, kullanmaları
söz konusu değildir; Osmanlı delegasyonuna o konferanslarda baskı yaptılar bu
vakıfları lağvedin diye. Bunlar lağvedilmedi, işgal kuvvetleri bile bu
vakıfların mallarına el koyma, mallarını değerlendirme imkânına sahip
olamadılar. Şimdi, biz, bu mantıkla, yasalarımıza, Anayasamıza göre alınamaz,
satılamaz denilen şeyleri, hem de öncelikli olarak Vakıflar Genel Müdürlüğünün
emanetinde bulunan hisseleri satma yolunu tercih ediyoruz, özelleştireceğiz
diye. Arkadaşlar, özelleştirmeye karşı değiliz; ama,
özelleştirme denilince, muhakkak ki, esasların da dikkate alınması lazım gelir.
Üretim vardır, buzdolabı üretimi ayrı şeydir, buğday üretimi ayrı şeydir.
Buzdolabı üreten insanlar şaltere bastıkları zaman üretimi durdurabilirler;
ama, buğday üreten insanlar şaltere bastıkları zaman istedikleri zaman üretimi
durdurabilirler mi; hayır. Niye durduramazlar; çünkü, buğday üretiminin kendine
ait bir doğası, yasası, bir çerçevesi vardır. Vakıflar da aynıdır; biz istediğimiz
muameleyi yaparız, istediğimiz gibi alırız, satarız mantığıyla hareket
edemeyiz. Belki, burada, parmakların çoğunluğuyla birtakım maddeler
geçirilebilir, birtakım uygulamalar yapılabilir; ama, maddelerin çoğunlukla
geçirilmesi demek, hak, hukuk ve adalet demek değildir; bunun altını da
özellikle çizmek istiyorum. Eskiden yüzde 55 hisseye tekabül eden (A) grubu hisse
senetlerinin yönetim kurulundaki temsili 4 üyeyle idi, yüzde 20'yi elinde
bulunduran mülhak vakıflara ait hisse senetlerinin yönetim kurulundaki temsili
2 üyeydi ve yüzde 25 olan (C) grubu yine 2 üyeyle temsil ediliyordu. Şimdi
burada bir değişiklik yapılıyor, (B) grubu hisse senetlerinin yeni
oluşturulacak yönetim kurulundaki temsili
1 üyeye indiriliyor. Neden indiriliyor; (C) grubunda
bulunan üyelerin lehine olarak mı indiriliyor; burada, insan, ister istemez bir
şüpheye kapılıyor. Zaten, burada yapılmak istenilen, bankanın özelleştirilmek
istenilmesi değildir. Zaten, ileriki maddelerde de "genel müdür dört
yıllığına atanmıştır" deniliyor. Dört yıl sonra, şayet, yüzde 50 oranında
hisseler kamunun malı olmaktan çıkacak olurlarsa başkalarının eline geçecektir.
Burada, özelleştirmekten daha ziyade, iş siyasallaştırılıyor,
devletleştiriliyor, Başbakanın emrine ve ilgili bakanın emrine bu iş havale
ediliyor. Dolayısıyla, bu, özelleştirme değildir, sadece, vakıflara ait
birtakım kıymetlerin, değerlerin birilerine hazırlanması gibi bir kanaatin de
oluşma-ması için hiçbir neden ortada yoktur. Bunun için, bu hisse senetlerinin değerlendirilmesinde
yanlış bir yol takip edilmiştir. Aldığımız duyumlara göre, (C) grubu hisselere
3 üye verilmekte; dolayısıyla, satış suretiyle de 1 üyelik, yine, mülhak
vakıfların haklarına 1 üye verilmek suretiyle ne olacaktır; (C) grubu hisse
senetlerinin üye sayısı 4'e tamamlanacak, genel müdür de nereden oy kullandıysa
ağırlık orada teşekkül edeceği için, ileride yapılacak birtakım manevralara,
maalesef, yol açılmaktadır. Sayın Bakanım "buradan elde edilecek gelirlerle,
biz, vakıfların tamiratını ve onarımını yapacağız; sekiz, dokuz, on yıldır,
onlarca yıldır süren tamiratlar var" diyorlar. Ben şunu ifade etmek
istiyorum: Burayı sattık, neticede elde edeceğimiz rakamların tamamını da bu
onarım için harcadığımızı düşünelim, ne kadar para geleceği belli değil. Bu
gelecek paraların Vakıflar Umum Müdürlüğü eliyle bu onarımlara ve tamirata
harcanacağı da belli değildir. Sayın Bakan "Vakıflar Genel Müdürlüğünün
zaten vazifesidir bu işten elde edecek paraları tamirata ve onarıma harcamak; dolayısıyla,
böyle bir şey yazmaya gerek duymadık" diyorlar. Bu zamana kadarki
uygulamalarda ne gördük: Buralardan elde edilen gelirlerin, özelleştirmeden
elde edilen gelirlerin tamamına yakını, özellikle bütçe açıklarının
kapatılmasına, memur maaşlarının verilmesine harcanmıştır ve özellikle
Özelleştirme İdaresinin el-de ettiği gelirlerin zaten yüzde 99'u, özelleştirme
masraflarını bile karşılamamıştır. Bu tablo karşısında biz, bu paraların,
vakıfların tamiratına ve onarımına harcanacağı kanaatinde değiliz. Elbette ki,
büyük bir tamirata ve onarıma ihtiyaç var, onların durumları göz önünde
bulundurulmak suretiyle birtakım hukuksuz işlerin yapılması, Anayasa
Mahkemesinin iptal ettiği kanun hükmündeki kararnamelerin muhtevasının aynısını
taşıyan bir kanunun Meclisin huzuruna getirilmesi, ayrıca bir garabetin de
ifadesi olmaktadır. Onun için, vakıflarımıza ait olan binaların,
imarethanelerin, camilerin, medreselerin buradan elde edilecek gelirlerle
tamiratının yapılacağı kanaatinde değiliz. Efendim, bu zamana kadar yapılamış... Eğer bu zamana
kadar bu tamiratlar yapılamamışsa, bizim kendi ayıbımızdır, ülke olarak
ayıbımızdır; tarihine, kültürüne, tarihî eserlerine bir millet sahip
çıkmamışsa, bir ülke sahip çıkmamışsa, o ülkenin yöneticileri olan iktidarlar
sahip çıkmamışlarsa, o, vakıflar idaresinin değil, bu kanaati ortaya koymayan,
bu inisiyatifi ortaya koymayan yönetimlerindir. Maalesef, bu eserler belki çok
kısa sürelerde yapıldı; ama, biz, tamiratını bile onlarca yılda bitiremiyoruz.
Neden; çünkü, geçtiğimiz dönemlerde, maalesef, tarihimize sövme noktasında,
geçmişimizi inkâr etme noktasında tarihî eserlerimizi ve kültürel
varlıklarımızı yok etme noktasında hoyratça davranan bir anlayışın, bir
zihniyetin temsilcileri, maalesef yönetimde iktidar oldular, dolayısıyla
eserlerimize sahip çıkmadılar. Şimdiye kadar yapılmış olan hataları, yapılmış
olan eksiklikleri ve kusurları, yeni yapacağımız, çıkaracağımız birtakım
kanunlara gerekçe yapamayız, yeni hata ve kusurlara yol açacak bir şekilde de
kullanamayız. O, geçmişin, dünün hatalarıydı. Dünün hataları, bugünün
hatalarına gerekçe olarak da kullanılamaz. Aynı anlayışın, aynı kavrayışın da
devam ettiğini görüyoruz. Muhterem arkadaşlar, maalesef, o eserleri meydana
getiren dünya görüşünün önünde saygıyla eğilemeyen insanlar, onlarca yıl
geçmesine rağmen bu eserleri tamir bile edememektedirler. Mesela, bir Şehzadebaşı
Camiini görüyoruz, Valide Atik
Camiini görüyoruz; yıllardır, on yıldır gideriz geliriz, o iskeleler orada
durmaktadır. Niye; ödenek yoktur. Niye ödenek yoktur; efendim, Vakıflar Genel
Müdürlüğünün 2000 yılı için ayırdığı ödenek 288 trilyonmuş. Peki, niye başka
gelirleri buraya dahil değil; çünkü, Vakıflar Genel Müdürlüğünün, Vakıflar
Bankasının öyle giderleri var ki, vakıfların
tamir ve onarımına
gelinceye kadar daha birçok işin yapılması gerekiyor, oraya
gelinceye kadar da vakıflara para kalmıyor. Şimdi batık bankalara para bulmaya
gelince, off-shorezedelere para bulmaya gelince, birtakım çıkar gruplarının
hedeflerini karşılamaya gelince, maalesef, para bulunuyor; tarihimize,
kültürümüze, bizi biz yapan değerlere sıra gelince para bulunmuyor. Bu özelleştirmeler, sonunda devletleştirmeyi de
beraberinde getiriyor. Dün arkadaşlarımız ifade ettiler; 10 banka battı. O
bankaları ne yaptık; devletleştirdik. Onlar da daha önce devlet bankasıydı,
satıldı, içi boşaltıldı, tekrar devletleştirildi. Sadece bu bankalar da değil;
Bursa'da kurulu, Türkiye'nin büyük, önde gelen holdinglerine ait bir
demir-çelik fabrikası vardı, batıyordu, devlet aldı, iyileştirildi, yeni
teknolojileri kurdu, geçtiğimiz dönemlerde de tekrar eski sahibine iade etti.
Ne güzel anlayış! (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Budak, lütfen toparlayınız. YAKUP BUDAK (Devamla) - Batmakta olan fabrikayı
kurtarıyoruz, yeni teknolojiler ilave ediyoruz, ondan sonra da, eski
sahiplerine, özelleştirmek suretiyle tekrar satıyoruz. Aynı mantık devam ettiği
sürece bunların yapılması mümkün değildir; onun için, Vakıfların
özelleştirilmesiyle ilgili konularda düşünmemiz, tarihimizin, kültürümüzün ve
her şeyden önce de hukukun gereği neyse onun yapılması gerekiyor. Maalesef, bu
hükümet, hukuksuzluğu hukuk haline getirmiştir, istisnaları esas haline
dönüştürmüştür. Bizim parmak çoğunluğumuz var, Meclisten geçirelim, Anayasa
Mahkemesinden dönerse döner, biz yaptık oldu mantığıyla hareket edilmektedir.
Bu mantığın, Türkiye'nin ufkunu açması, önünü açması, beklenilen
iyileştirmeleri ortaya çıkarması, halkın taleplerine çözüm bulması ve halkın
isteklerini yerine getirmesi mümkün değildir. Onun için de, bu hükümet, üç
yıldır yapmış olduğu uygulamalarla, adetâ, patinaj yapmaktadır; ekonominin
iyiye gittiğini, özelleştirmelerin yapıldığını ifade etmesine rağmen de, maalesef,
bir türlü ülkenin önünü açamamaktadır; her gün, ekonomik sefaletin yanında
hukukî sefalet de diz boyu olarak gerçekleşmektedir. Ben, bu duygularla, tekrar, hepinize saygılar
sunuyorum. (FP sırala-rından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok. Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Yüksel Yalova söz
istediler. Buyurun efendim. Süreniz 10 dakika. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Sayın Başkanım,
muhterem milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Ek madde 1'le ilgili, değerli arkadaşımız söz aldı. Dün
akşamdan bu yana, daha doğrusu, bu kanun tasarısını görüşmeye başladığımızdan
bu ya-na, bizim takdirlerinize sunduğumuz kanun tasarısıyla ilgili olan
bölümler var; ama, onunla ilgili olmayan ne kadar husus varsa burada dile
getirildi. Doğrusu, Sayın Budak'ı izlerken, esasen, söz alma niyetim yoktu;
ama, bir gerçeği bu kadar çarpıtabilme konusunda özel bir gayret içinde
olmasını, yadırgamanın ötesinde, anlayamadığımı da ifade etmek durumundayım. Değerli milletvekilleri, biz kanun tasarısını size
sunmadan önce, Plan ve Bütçe Komisyonunda takdim etmeden önce, hem de aylar
öncesinde, kanun tasarısını ilk hazırladığımız için, daha sonra kanun hükmünde
kararname haline getirdiğimiz için, bilgi olsun düşüncesiyle her bir sayın
milletvekilimize, ben, kanun tasarısı metnini ve neyi amaçladığımızı arza
çalıştım. (B) grubu hisseler deniliyor. (B) grubu hisselerle ilgili yüzde 20
dedik; bunun tabiî tam doğrusu, yüzde 19,78'dir. Neden öyledir; mütevelliler,
yasanın kendisine tanıdığı sermaye artırımında, rüçhan hakkını, maddî
imkânsızlık nedeniyle kullanamadığı için, her seferinde, sermaye artışı gündeme
geldiğinde, hisse değerleri kaybedilmiş; dolayısıyla, o yüzde 20'de, kala kala,
yüzde 19,78'den geriye kalan bölüm kalmış; binde 22. O mütevellilerle de ben bire bir görüştüm, banka
yetkililerim görüştü. Bir kere, bu yüzde 19,78'in, mülhak vakıflara ait olup da
emaneten Vakıflar Genel Müdürlüğüne verildiği doğru değil; bu, artık, Vakıflar
Genel Müdürlüğünün malı olmuş, kasasında sakladığı, ama, hiçbir ekonomik değeri
olmayan ve gün geçtikçe değer yitiren bir kâğıt; başka hiçbir şey değil. Eğer
siz şimdi bunu, mülhak vakıflara ait, orada emaneten verilmiş bir değer olarak
söylerseniz, bizim söylediğimizin tam aksini iddia etmiş olursunuz. Şimdi biz
diyoruz ki, bu yüzde 19,78'e ilişkin, yani o hisseye ilişkin satış yasağını
kaldırmak istiyoruz. Biz, burada, Vakıfbankın özelleştirilmesi demedik; ama,
her konuşmacı arkadaşım, getirdiğimiz kanun tasarısını, Vakıfbankın
özelleştirilmesi olarak algılama eğiliminde; hayır, bu, sonuçta, (A) ve (B)
grubu hisse senetlerinin satışına ilişkin, mevcut yasadaki
"satılamaz" hükmünün değiştirilmesinden başka hiçbir şey değil. Peki,
neden öyle; gün geçtikçe değerini yitirecek. Bu bankanın vaktiyle kurulması,
Merkez Bankasının yönlendirmesiyle neden gerekli olmuşsa, bugün de, Vakıflar
Genel Müdürlüğü bugünkü ekonomik yapıya ayak uyduramadığı için gerekli. Bu
birinci husus. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Aynı kapıya çıkmaz mı Sayın
Bakan? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Devamla) - Çıkmaz; ikisi
çok farklı şey. Banka zaten özel hukuk tüzelkişiliğini haiz bir kuruluş; yüzde
25'i alınıp satılabilen bir kategoride. Değerli milletvekilleri, burada aslında, bizim
getirdiğimiz kanun tasarısının kutlanmayı hak ettiği bir nokta var. Zaten
bilerek, sunuş konuşmamda iki cümle ederek huzurlarınızdan ayrıldım. Ben isterdim
ki, neden önce halka arz, daha
sonrasında Bakanlar Kurulunda satışa ilişkin yetki veriliyor hususu burada bir
tebrik konusu olsun. Açıklayayım: Eğer ben, önce yüzde 55'lik (A) grubu
hisse senedini blok yoluyla satmayı kararlaştırmak üzere sizden yetki almak
amacıyla huzurunuza gelseydim ne olurdu?.. Matematik değere bakalım: Bugün
yüzde 25, hukuken alınır satılır konumda; ama, gerçek değer ortada olmadığı
için hiç kimse bununla ilgili işlem yapmak istemiyor, istemez de. Ben, yüzde
55'lik (A) grubunu blok satış yoluyla satsaydım, geriye kalan o yüzde 20'lik
ekonomik değeri çöpe atmış olacaktım. Türkiye'de böylesi bir bankanın -çünkü,
bu, sonuçta Vakıflar Bankası- sizin tabirinizle özelleştirilmesine, benim
tabirimle (B) grubu hisse senedinin satış yasağının kaldırılmasına inanılmaz
bir rağbet olacak. Uluslararası piyasalarda da var bu, yatırımcılarda da var bu
rağbet. Dedim ki, yüzde 25'in değeri, oran olarak var, matematiksel ifade
olarak yok. Ben, yüzde 20'yi halka arz yoluyla -blok değil- satarsam aynen
TÜPRAŞ'ta olduğu gibi -378 000 müracaat vardı- yüzbinlerce insan bu yüzde
20'nin sahibi olur. Bu yüzde 20, bize bir matematik değer verecek, (x) rakamı
verecek. Böyle noktalarda, bağlayıcı olabilir endişesiyle rakam vermek
istemiyorum. Yüzde 20 (x) rakamını bize matematik olarak verdiği vakit, biz
diyeceğiz ki, yüzde 25, 20'den büyük
olduğuna göre, şimdi alınıp satılabilen o yüzde 25'in rakamı x+5 puan, 100
üzerinden fazla olacak. 20 ile 25'in toplamı 45 ettiğine göre, x=20, 25 de x+5
ettiğine göre, bunları da toplayacağız, yüzde 45'lik bir matematik ifadeye
kavuşacağız. Daha sonra, ben bakan olayım olmayayım, bu hükümet kalsın
kalmasın, kim gelirse gelsin Vakıfbanktan sorumlu Devlet Bakanlığı koltuğuna ya
da Başbakanlığa, artık, yüzde 45'in matematik ifadesi belli olduğu için,
Bakanlar Kurulu, yüzde 55'e ilişkin blok satış yöntemine karar verse bile,
45'ten daha büyük olduğu için yüzde 55, yüzde 55'in ulaşacağı rakam 45'in
toplam rakamının üstünde bir yerde gerçekleşecektir. Böylece, banka, hini
hacette, hiçbir şekilde, birilerinin kamuoyu oluşturması yöntemiyle ya da
birilerinin siyasal tercihlerinin ağır basması usulüyle, hiçbir şekilde peşkeş
çekilemez hale gelecek. İşte, onu, kendimizden sonraki dönemi de bağlayacak
şekilde, matematik ifadeyle bu şekilde sabitlemek istedik. Aksi olsaydı ne
olacaktı; yüzde 51'i alan insan, elbette, çoğunluk hissesi kendisinde olduğu için,
geri kalan o yüzde 19,78'le ilgili hiç boşuna para verme zahmetine katlanmayacaktı. Öyle bir noktada halka arz yoluna giderse ne olacaktı;
yüzde 51 için verdiği paranın da bir kısmını halkın sırtına yüklemiş olacaktı,
ona transfer etmiş olacaktı. İşte, Vakıfbank olduğu için, hem duası hem bedduası
olduğunu en az sizler kadar bildiğimiz için ve de bunca yılın bir tarihî mirası
olduğunun sorumluluğunu taşıdığımız için, birilerine, şu ya da bu ekonomik
konjonktürde ucuz fiyata verilmesin diyeyim en kibarcasıyla, biz, bu matematik
rakamlara bağlama işini getirdik; o nedenle, (B) grubuyla ilgili düzenleme
budur. Şu anda, Genel Müdürlüğün kasasında bir peçete kadar bile işe
yaramamaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü bunu alıp da başka yere
harcayabilir mi? İnsaf edelim değerli milletvekilleri, geçen sene Meclis olarak
uygun gördü-ğünüz 228 milyar lirayı Vakıflar Genel Müdürlüğü nasıl harcadıysa,
bunu da öyle harcayacak. Zaten, siz bir yasa yapıp "Vakıflar Genel
Müdürlüğü bu yüzde 20'ye yakın oranın satışından elde edilecek geliri şurada
burada kullanır" demezseniz, biz, istesek de kullanamayız. Hele hele
özelleştirme geliriymişçesine başka yerlerde harcamak gibi bir iddiaya da cevap
vermeyi gereksiz addederim. Hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. Şahsı adına ilk konuşma, Erzurum Milletvekili Sayın
Aslan Polat'a ait. ASLAN POLAT (Erzurum) - Konuşmayacağım. BAŞKAN - Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?..
Yoklar. Bursa Milletvekili Sayın Ahmet Sünnetçioğlu?.. AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Daha sonra görüşeceğim. BAŞKAN - Daha sonra görüşeceksiniz. Ek madde 1 üzerinde önerge yoktur. Ek madde 1'i ... YAKUP BUDAK (Adana) - Sayın Başkan, soru sormak
istiyorum. BAŞKAN - Oylamaya geçtik artık. YAKUP BUDAK (Adana) - Elektronik cihazla söz
istemiştim. BAŞKAN - Efendim, ek madde 2'de açıklayın lütfen...
Olur mu?..Şimdi oylamaya geçtik... YAKUP BUDAK (Adana) - Yalnız Sayın Bakanın sataşması
var efendim. BAŞKAN - Aynı şeyi ek madde 2'de söylersiniz. Söz
veriyorum, söz vereceğim. Ek madde 1'i komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Ek madde 1 kabul edilmiştir. Ek madde 2'yi okutuyorum: EK MADDE 2. - Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait (B) grubu
hisseler halka arz suretiyle satılabilir. Bu hisselerin satışı yapılmadan (A)
grubu hisselerin satışına karar alınamaz. (A) grubu hisselerin satışına
Bankalar Kurulu yetkilidir." BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına İzmir
Milletvekili Sayın Ufuk Söylemez?.. Yok. Fazilet Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın
Ahmet Sünnetçioğlu; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. FP GRUBU ADINA AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 6219 sayılı Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim
Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının ek 2 nci
maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Meclisi selamlıyorum. Vakıflar, sivil organizasyonların meydana getirdiği,
kamu imkânının yetersiz kaldığı alanlarda dil, din, ırk ayırımı yapmadan
toplumun bütün kesimlerine hizmet götürmek ve
kamuya destek sağlamak üzere özel kişi veya kişiler tarafından mahkeme
kararıyla kurulurlar. Burada da, değerli konuşmacıların hepsinin iki gündür
yaptıkları konuşmalarda özellikle vurguladıkları gibi, bu vakıfların ve
vakfiyelerin en güzel örneklerini hep beraber göğsümüz kabara kabara izledik.
Bu vakfiyeler, öylesine vakfedilmişlerdir ki, hem bu vakfiyelerin bakım ve
onarımları hem burada çalışanların personel giderleri hem de vakfın amacına
harcanacak giderler en ince ayrıntılarına kadar düşünülmüştür. Bugün, vakıf eserlerinin içinde bulunduğu durum da
değerli konuşmacılar tarafından özellikle vurgulandı ve bugün vakıf eserlerinin
geldiğimiz noktadaki durumu da Sayın Bakanımız kendi ifadesiyle "bu kanun
değişikliğinin ticarî ve ekonomik boyutu yanında, bence en başta gelen ve çok
önem verdiğim bir yanı da, (B) grubu hisselerinin satışıyla elde edilecek
kaynaklar, ecdat yadigârı vakıf eserlerinin bakım ve onarımının yapılması
imkânı olacaktır" diyor milletvekillerine göndermiş olduğu bir bilgi
notunda. Vakıf eserlerinin bakımı ve tamiri bu kanun tasarısında
bütün konuşmacılar tarafından önplana çıkarıldı ve Sayın Bakanımız da bunu
ısrarla vurguladı ve bütün konuşmacıların dileği, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin de dileği bu manadadır. Yani, bu kanun tasarısının esas amaçlarının
başında gelen en önemli madde, vakıf eserlerinin bakım ve onarımlarının
sağlanmasıdır. Sayın Bakan, 26 Nisan 2000 tarihinde milletvekillerine
gönderdiği bir bilgi notunda "bankanın yüzde 20'sini teşkil eden (B) grubu
hisselerinin satışıyla 400 milyon dolarlık bir gelir tahmin
edilmektedir"diyor. Biraz evvel sayın bakan burada yapmış olduğu konuşmada
"bu miktarı vermek istemiyorum"diye belirttiler; ama, o tarihte,
belirttiğim tarihte, milletvekillerine göndermiş olduğu bilgi notunda bunun
"400 milyon dolar olduğu tahmin edilmektedir"diye bir bilgi notu var
ve devam ediyor Sayın Bakan "bu gelirle, ülkenin en önemli zenginliği olan
kültür ve tarih mirasımızın dünden bugüne getirilmesi ve gelecek kuşaklara
aktarılması sağlanacaktır"demektedir. Ben, bu ifadeleri, sadece sözde kalmayıp bu tasarıya
monte etmemiz gerektiğine inanıyorum; bu, bir. İkinci olarak "yüzde 20'yi teşkil eden (B) grubu
hisseleri, 400 bin dolar ise, yüzde 100'ü, yani, tamamı, 2 milyar dolar
eder" diye bir hesap yapmamız mümkündür. Yine, Sayın Bakanımızın 13 Haziran 2000'de, yine,
milletvekillerine gönderdiği bilgilendirme notunda, bugün bankanın aktif
büyüklüğünün 6 milyar dolar olduğu belirtiliyor. Görüştüğümüz bu tasarının ek 2
nci maddesinde "(B) grubu hissseleri satılacak, (B) grubu satıldıktan
sonra (A) grubu hisse senetlerinin satışı konusundaki yetki Bakanlar Kuruluna
verilmiştir" deniliyor;ancak, ilke ve esaslar belirtilmemiş burada. Yine, bakanın, 13 Haziran 2000 tarihli bilgi
notunda" Bakanlar Kurulu (A) grubu yüzde 55 hissenin, blok veya arz
yoluyla satışına karar verecektir"deniliyor. Şimdi, bu bilgiler toparlandığı zaman, şayet, bu karar,
ileride Bakanlar Kurulu kararı olarak, blok satış kararı olarak çıkarsa,
sermayenin tabana yayılması gibi özelleştirmenin esas amacı olan konu nasıl
gerçekleştirilecektir? Blok satışlara büyük sermaye sahiplerinin ve
holdinglerin talip olması, tekelleşmeyi ve şaibeyi beraberinde getirmeyecek
midir? Büyük sermaye bankayı aldığında, kâr amaçlı olarak
işleteceğinden, ecdat yadigârı eserlere bakım ve onarımı düşünmesi mümkün
müdür? Yine, banka, yüzde 20'si 400 milyar dolar, yüzde 55'i
de 1 milyar dolar hesabıyla alıcı bulursa, 6
milyar dolar olan aktif büyüklük
göz önüne alınırsa, 5 milyar dolarlık bir zarar söz konusu olmayacak mıdır? Sayın Bakanım, Viyana'da yaptığınız bir konuşmada -28
Ocak 2000- acilen yapılması gereken ekonomik reformları: "Bir; yapısal
reformlar ve bütçe disipliniyle malî dengesizlikleri gidermek; iki, bütçe
açıklarını kapatmak ve verimliği sağlamak için özelleştirme faaliyetlerini
hızlandırmak" gibi maddeler sayıyorsunuz. Acaba, bu özelleştirme gelirleri
de bütçe açıklarına mı gidecek diye bir soru sormama, zannediyorum, hiç gerek
yok; çünkü, zaten, bütçede de böyle bir kalem var. O zaman, gelin, bu ecdat
yadigârı vakfiyelerin tamir ve bakımını bir daha düşünelim, tasarıya muhakkak
monte etmenin imkânını araştıralım diyorum. Sayın Bakanımız "Vakıflar Genel Müdürlüğünün, bu,
zaten görevidir, tasarıda özel olarak
belirtmedim" diyor akşam sorulan bir soruya. Ama, yukarıdaki saydığım
çekinceleri bir kere daha yineliyorum ve kayda geçmeyip sözde kalırsa, bunların
yeterli olmadığı kanaatindeyim. Zira, dün, Ziraat Bankası ve Halk Bankasıyla ilgili
özerkleştirme konularında, Sayın Bakanımıza bir sorumuz vardı. Sayın Bakanımız,
8 Ocak 2000 günü -şimdiki Sayın Bakanımızdan bahsetmiyorum, dün akşam Hazineden
sorumlu Bakanımıza sormuştuk- Hazineden sorumlu Devlet Bakanı tarafından,
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasının, Halk Bankasının özerkleştirileceği,
özelleştirileceği, Ziraat Bankasının çiftçilere, Halk Bankasının esnaf ve
sanatkârlara verileceği müjdelenmiştir. Böyle bir müjde verdiğiniz doğru mudur
Sayın Bakanım? Eğer, verdiyseniz ki, o yazıda -devamla- mart sonuna kadar,
esnaf ve sanatkârlar almış oldukları kararlarda, Türkiye'de kurulu
kooperatiflerinin genel kurullarında, Halk Bankasının esnaf ve sanatkârlara
devri için, yetki işlemlerini tamamlamışlar ve bu yetkiyi yönetim kurullarına
vermişler. Buna esnaf ve sanatkârlarımız hazırlar. Bu sözünüzü tutacak mısınız,
yoksa kanunda geçtiği gibi 4,5 yıl bunu ertelediniz mi" diye bir soru
sormuştum. Sayın Bakanımız vermiş olduğu cevapta da "evet, benim 8
Ocaktaki bir sözümden bahsettiler. Zannederim, Halk Bankasının Krediler
Kuruluna ben vekâleten gitmiştim. Orada esnaf kuruluşlarıyla konuştuk ve
kendilerine böyle bir şey söyledim; 'hazırlık yapınız, eğer bu kamu
bankalarımız özelleştirilme safhasına girerse, özellikle küçük esnaf ve
sanatkârlarımızın ve bu çerçevedeki sivil toplum örgütlerimizin bunlara talip
olması lazım' diye söyledim" diyor; ama bir "yalnız" dan sonra
şunu tekrar söylüyorum: İşin özelleştirme tarafıyla, şu anda hiç oraya gelmemeye
niyetimiz var; yani, verilen sözün, daha sonra işin o tarafına hiç gelmemeye
niyetimiz var gibi bir cümle sarf edildi. Bu bakımdan, bu konuşmamda, bilhassa vakıfların ve
vakıf eserlerinin tamir ve bakımlarıyla ilgili bölümün, verilen sözde kalmayıp,
zabıtlara muhakkak geçirilerek veyahut da kanun tasarısının uygun bir yerine
monte edilerek, garanti altına alınmasını talep ediyor, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sünnetçioğlu. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili
Sayın Saffet Arıkan Bedük konuşacaklar; buyurun efendim. Süreniz 10 dakika. DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri;
Doğru Yol Partisi
Grubu adına, madde 6'yla
getirilen ek madde 2 üzerinde görüşlerimizi sunmak üzere söz almış bulunuyorum;
Yüce Heyetinizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, 2 günden beri bankaların
özerkleştirilmesi ve özelleştirilmesi anlayışı çerçevesinde, bugüne kadar,
özellikle, ülkemizde fevkalade etkin olmuş olan bankalarla ilgili tasarıları
görüşüyoruz. İçerisinde bulunduğumuz şartlar itibariyle banka sektörü,
günümüzün en büyük bunalımını, maalesef yaşamaktadır. Oysa, büyük bir önemle üzerinde durulması gereken nokta
şudur: Bankalar, son derece önemli, itibar ve güven müesseseleridir; ne yazık
ki, itibar ve güven müessesesi olan bu bankalar, artık, kamuoyunda itibarını
kaybetmiş, belli bazı gruplara, çıkar gruplarına âdeta hortumlama mekanizması
haline dönüşmüştür. Bundan, büyük üzüntü duyduğumuzu, bilhassa belirtmek
istiyorum. Bugün esnafın, bugün köylünün, çiftçinin ve memurun en
büyük sıkıntısı, kendisine para bulamayan hükümetin, 10 bankaya 12,5 milyar
dolarlık bir hortumlamaya nasıl izin verdiği noktasıdır ve bundan, herkes büyük
bir üzüntü duymaktadır. Artık, hiç kimse enflasyonu meflasyonu düşünmüyor;
düşündüğü şey, bu bankaların Türkiye'ye getirdiği sıkıntı ve özellikle,
devletin imkânlarının buraya doğru yönlendirilmesi hadisesidir. İşte, bu anlayış içerisinde, bugün de vakıflarla ilgili
olarak görüşüyoruz. Vakıflar, Türk kültürünün çok önemli kaynaklarından,
organizasyonlarından bir tanesidir. Hem vakıf mallarının ve hem de bu vakıf
mallarının korunması ve geleceğe taşınmasıyla ilgili olarak fevkalade önemli
görevler üslenmiş olan Vakıflar Bankası, bugün, yine aynı espri içerisinde
"özerkleştirme" ve "özelleştirme" adı altında gündeme
getirilmektedir. Ama, gördüğümüz şekliyle, bundan hiçbir şey anlaşılmıyor. Şöyle
anlaşılmıyor: Acaba, gerçekten, Vakıflar Bankası özerkleştirilecek veya
özelleştirilecek mi; hayır, çünkü devlet halen içerisinde; genel müdürü kendisi
atamaya devam ediyor, dört yıl süreyle orada, o genel müdür kalacak.
Dolayısıyla, genel müdürün veya yönetimin, bugüne kadarki yapmış olduğu
işlemler yine aynen sürdürülmüş ve korunmuş olacak. Bir taraftan da
özelleştireceğiz diyorsunuz, hisse senetlerini satacaksınız, özel sektör oraya
girmiş olacak; ama, genel müdür kim; genel müdürü ilgili bakan, başbakan atamış
olacak. Şimdi, böyle bir anlayış içerisinde bir bankanın özelleştirilmesinden
bahsetmek mümkün değil. Deve
midir, kuş mudur;
nedir belli değil. Dolayısıyla,
bu konuyu, gerçekten getirilen şekliyle kabullenmek doğru değil ve bunu hiç
kimseye anlatamazsınız, Vakıflar Bankasıyla ilgili şöyle bir düzenleme getirdik
diyemezsiniz; birincisi bu. İkinci üzerinde durduğum nokta şudur: Değerli
milletvekilleri, bakın, Vakıflar Bankası kanununun 6 ncı maddesinde "hisse
senetleri (A), (B), (C) gruplarına ayrılmıştır. Bunlardan (A) grubu sermayenin
yüzde 55'ini, (B) grubu yüzde 20'sini, (C) grubu da yüzde 25'ini teşkil
eder" deniliyor ve arkasından Vakıflar Umum Müdürlüğü hisselerinin (A)
grubuna, mülhak vakıflara ait hisselerin (B) grubuna dahil olduğu; (C) grubu
hisselerinin ise, sair hakikî ve hükmî şahıslara ait olduğu ifade
ediliyor. Bakın, dikkat edin, çok önemli bir noktayı ifade
ediyorum. Peki, şimdi getirilen şekle bakıyorsunuz; getirilen şekilde
"hisse senetleri (A), (B) ve (C) gruplarına ayrılmış olup, nama
yazılıdır" deniliyor. Bakın, dikkat edin "nama yazılıdır"
deniliyor; ama, bu arada da, Bankanın İdare Meclisindeki temsil noktasına
baktığınızda, dördü (A) grubu, biri (B) grubu, üçü de (C) grubu hisse senedi
sahiplerini temsil etmektedir deniliyor. Bunun anlamı ne: Nama yazılı olan bu
senetler veya bu hisseler, özellikle hamiline kısmına, yani (C) grubuna
taşınıyor. Niye taşınıyor: Bakın, onu da özellikle belirtmek istiyorum; bu
şekliyle yüzde 50'si Vakıflar Umum Müdürlüğüne ait oluyor, (B) grubu yüzde
20'den yüzde 12,5'a düşüyor, (C) grubu ise yüzde 37,5'a çıkıyor. Değerli arkadaşlar, Anayasamıza göre, bir mülkiyet
hakkı var, tabiî hukuk prensibi var. Siz, kalkıp da nama yazılı olan bir
senedi, yüzde 20'lerden yüzde 12,5'a nasıl indiriyorsunuz; bunu, hangi hakla,
hangi hukuk prensibiyle, hangi hukukun üstünlüğü anlayışıyla getiriyorsunuz?
Bunu anlatamazsınız, bunu hiçbir yere anlatamazsınız; bu, Anayasaya aykırı. Bu,
kesinlikle mülkiyet hakkının, özellikle de vakıflarla ilgili ve ticaret
bakımından da keza aynı şekilde, devlete karşı olan güvensizlik noktasını özellikle
yakalamış olacak, bizi o noktaya götürecektir; bunda tereddüdümüz var. Peki,
hamiline geçiriyorsunuz, yüzde 37,5 nispetinde bir hamiline senet grubuna
geçecek. Gerçi, ona, daha evvel diyorsunuz ki, nama yazılıdır; ama, bugün,
yüzde 37,5'a kadar çıkacak olan (C) grubu hisseleri, acaba, hangi hakikî ve
hükmî şahıslara aittir? Bunlar kimlerdir? Nasıl oluyor da, bunlar, kalkacaklar,
şimdi, bu nama yazılı kısma geçecek, etkili olacak, Vakıflar Bankasının sahibi
olacak; dolayısıyla da, bizi bir başka yerlere götürecek diye endişemiz vardır.
Değerli milletvekilleri, onun için, benim üzerinde
durduğum nokta, hisse senetleriyle ilgili getirilen bu sistem, gerçekten, hem
anayasal bakımdan hem ticaret hukuku bakımından hem tabiî hukuk prensipleri
bakımından hem hukukun üstünlüğü bakımından fevkalade yanlış ve nama yazılı
senetlerin değerinin indirilmesi hadisesinde de, hiç kimsenin, kendisini
yetkili görmemesi lazım. Kanunla, kalkıp da, nama yazılı olan hisse
senetlerinin, özellikle, değerini indirmeye hakkınız yoktur. Nama yazılı olan
kısmı indirmeye hakkınız yoktur. (B) grubunu kalkıyorsunuz, indiriyorsunuz;
mülhak vakıfların haklarını zayi ediyorsunuz diye düşünüyorum. Ümit ediyorum ki, hukukçu olduğunu bildiğimiz Sayın
Bakanımız, bu konuyu, gerçekten, üzerinde hassasiyetle değerlendirme yapmak
suretiyle dikkate alacak ve bu konuyu yeniden gözden geçirecek. Onun için de,
çıkacak bu kanun, işin başlangıcında, gerçekten, mutlak butlanla maluldür diye
söyleyebiliyorum. Onun için, gelin, bunu çıkartmayın, gelin buna yanlışlık
yapmayın diyor ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bedük. Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok. Şahıslar adına ilk söz Erzurum Milletvekili Sayın Aslan
Polat'a ait. ASLAN POLAT (Erzurum) - Vazgeçtim Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki efendim. Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yoklar. Bursa Milletvekili Sayın Ahmet Sünnetçioğlu zaten
görüşlerini belirttiler. Şimdi, sorulara geçiyoruz ve bir de Sayın Budak'ın bir
itirazı vardı. Önce, sorular için sırasıyla söz vereceğim; yalnız,
tekrar hatırlatıyorum, Genel Kurulumuzun aldığı karar gereğince, soru ve cevap
süresi 10 dakikadır. Onun için, mümkün mertebe sorularımızı özet ve mümkün
mertebe kısa sormaya çalışalım. Sayın Mahfuz Güler, buyurun efendim. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana şu sorumu
sormak istiyorum; ama, lütfen, bu sorumun açık ve net olarak
cevaplandırılmasını talep ediyorum. Sayın Bakan, Vakıflar Bankasının
söz konusu bu yasa
tasarısının -yani biz
özelleştirme diyoruz, siz değişiklik diyorsunuz- Meclis gündemine
getirilmesinden kısa bir süre önce, Vakıflar Bankasından, bir kartel grubuna,
bir medya kuruluşuna 117 milyon dolar kredi verildiği doğru mudur? Eğer bu
kredi verildiyse -ki verildiği kesin gibi, basın yayın öyle diyor, siz de
verilmediğini söylemediniz hiçbir şekilde- hangi şartlarda verildi, bu medya
grubuna verilen 117 milyon doların
karşılığında ne gibi
bir teminat alındı
ve hangi şartlarda bu para bu medya grubuna verilmiştir,
kimlere ne gibi menfaat sağlanmıştır lütfen açıklar mısınız? BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Sayın Şükrü Ünal, buyurun efendim. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sayın Başkanım, aracılığınızla
Değerli Bakanımıza şu soruyu yöneltmek istiyorum. Vakıflar Bankası, kesin
hesabı çıkarılan son üç dönem kâr mı etmiştir, zarar mı etmiştir; kâr etmişse
ne kadar, zarar etmişse ne kadar zarar etmiştir açıklanmasını bekliyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Sayın Yakup Budak, buyurun efendim. YAKUP BUDAK (Adana) - Geçici 2 nci madde de aynı konuda
olduğu için, orada konuşacağım. BAŞKAN - Tabiî. Sayın Yılmazyıldız, buyurun efendim. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkanım,
Bandırma'da uzun süredir onarımı devam eden Haydar Çavuş Camiinin onarımı ne
zaman tamamlanacaktır? Bir de, bu arada, özellikle derme çatma yapılan köy
camilerini, muhtarlarımız bugünlerde iyileştirmek istemektedirler. Çok sayıda
müracaat vardır, çoğu cevapsız kalmaktadır. Bu konudaki yardımlar artırılacak
mıdır? 100 milyon lira civarında olan bu yardımları 1
milyar lira gibi bir düzeye çıkarmayı Sayın Bakan düşünmekte midir? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Buyurun Sayın Bakan. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Muhterem
Başkanım, Mahfuz Güler arkadaşım açık ve net cevap vermemi istedi. Ben zaten
hep öyle yapıyorum da, soru açık ve net değil. Bir kartele şu kadar verdiniz mi dediğiniz zaman,
kimdir kastettiğiniz bilmem. Şimdi, bir
kartel, kartel tanımı kim?.. Bir holding mi, bir isim mi?.. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Doğan... DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Ben, 22 nci
maddenin 8 inci fıkrasını size dün birkaç kez tekrarladım; ama, genel bilgi
olarak, bankanın 4 katrilyonu bulan bir kredi kullandırttığını söyledim.
Sonuçta bankadır, mevduat toplayacak, birilerine kredi verecek, aradaki kârdan
da geçinecek. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Doğan Grubuna 117 milyon dolar
verdiniz mi, vermediniz mi onu soruyorum, hem de 15-20 gün önce, açık ve net
söylüyorum. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Açık ve net sorma
hakkınızın olduğu yerde ben size açık ve net cevap veririm. Bankalar Kanununun
22 nci maddesinin 8 inci bendi "müşteri isterse ancak kendisi
açıklayabilir" hükmünü koymuşsa, ben söyleyemem; ama, ben size başka bir
bilgi sundum; diyorum ki, 4 katrilyonu bulan bir kredi kullandırma rakamımız
var. Bu 4 katrilyon kredinin -neye göre söylüyorum; Yüksek Denetleme Kurulu raporuna göre söylüyorum- yüzde 97'si
maddî teminatlı, yüzde 3'ü de kefalete bağlı. Bu, oran itibariyle de yüzde
1,5'tir dedim, Avrupa'daki oranı da yüzde 5'tir dedim dün akşam; yani,
Avrupa'daki risk oranının 3'te birinden daha azdır kefaletli. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Hiçbir şey anlaşılmadı Sayın
Bakan, verdiniz mi, vermediniz mi?.. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Ben, banka
literatürünü biliyor varsaymak zorundayım Sayın Güler sizi... MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Zabıtlara geçsin diye
söylüyorum... BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım efendim... MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Yarın ödeme zorunluluğuna
gidince... DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Anladım, dün
akşam siz burada yokmuşsunuz, burada başka arkadaşlarımız da benzer soruları
sordular. Örneğin, Sayın Saffet Arıkan Bedük Beyefendi de sordular, offshora
kadar sordular, her birinde net yanıt verdim; ama, siz, bana, ister hakikî
şahıs olsun ister tüzelkişilik olsun, ona ilişkin soru sorduğunuzda, diyelim,
ben, size ilişkin, başkalarına nasıl bilgi verme hakkına sahip değilsem,
başkalarına ilişkin de yasanın kendilerine tanıdığı hakka riayet etmek zorundayım. Şükrü Ünal arkadaşımız "son üç dönem kâr mı
etmiştir zarar mı etmiştir" diye sordular. Arkadaşlarımız hazırlıyorlar;
1997'de 40 trilyon, 1998'de 74 trilyon, 1999'da 85 trilyon kârımız var.
Rakamları şu anda alamadıysanız ayrıntısıyla size takdim edeyim. AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Ek 2 nci madde üzerindeki
konuşmamızda sorular vardı, ben konuşurken meşguldünüz, o soruları alamadınız
herhalde. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - İki değerli
milletvekilimiz ve Meclis Başkanvekilimiz konuyla ilgili bir şey söyledi, bilgi
arzına çalıştım... AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Sorum şöyleydi: Mesela,
blok satış olursa, bunu alan holding sonradan bakım ve onarımlara para
ayırabilir mi? Eğer o blok satış olursa, Bakanlar Kurulu... BAŞKAN - Efendim, vaktimiz var resmen sorabilirsiniz,
daha 5 dakikamız var. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Değerli
milletvekili, siz yüzde 20'yi, yüzde 30'u, yüzde 40'ı, hangi hisse oranı olursa
olsun, belirli bir fiyatla sattığınız vakit, o yüzde 20'nin karşılığını
Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak alıyorsunuz. Bir şey aldınız bir şey verdiniz,
aranızdaki hukukî ilişki netleşti. Diyelim, yüzde 55'i blok sattınız -Bakanlar
Kurulu yetkisini öyle kullandı- yüzde 55'in karşılığında X rakam para
alıyorsanız, bu parayı tahsil ettikten sonra "burası eskiden benimdi, ben
zaman zaman ondan yardım alırdım" deyip de, isteme hakkınız varsa, ticaret
ilişkisinde böyle bir kural varsa... AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - O zaman işte... DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Ama, karşılığını
alıyorsunuz. AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Onu söyletmeye
çalışıyorum. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - İlyas
Yılmazyıldız arkadaşım, Bandırma'daki Haydar Çavuş Camii onarımının ne zaman
biteceğini sordu. Bu konuyu ilk olarak Sayın Agâh Oktay Güner getirmişti,
defalarca da söylemişti, diğer Balıkesir milletvekillerimizin de yakından
ilgilendiğini bildiğim bir husus. Bir miktar para ödedik, tam rakamını
bilemiyorum, bir 60 olması lazım gibi... İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Ne zaman bitecek? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Ne zaman bitecek
konusuna gelince... "dokuz seneden bu yana sürüyor diyor bakan" diyen arkadaşıma da, ben, dokuz yıldan bu
yana neden sürdüğünü anlatıyorum. Sonuçta, elinizdeki bütçeyle ayırdığınız bu
ve diyorum ki, bu zihniyet devam ettiği müddetçe, bu kaynak akışı devam ettiği
müddetçe, bitmeyecek bunlar. MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Kaynaklar kurudu mu? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Geçen yıl, Yüce
Parlamento olarak, Vakıflar Genel Müdürlüğüne tensip buyurduğunuz 228 milyar;
ama, kabul buyurunuz ki, her bir sayın milletvekilinin talebi, kendi ilindeki
tarihî eserler için, bu rakamdan az değil Değerli Başkanım. O zaman, şimdi, ben
de diyorum ki: Yüzde 20'nin hisse senedi satışı yasağı kalkacak, oradan
alacağımız parayla, her ilde... Demin bir milletvekilimiz geldi "bunların
dağılımında nasıl olacak" dedi. Ben Yüce Parlamentonun önünde söyledim,
tarihî eserler, hiçbir sayın milletvekilinin ilgi alanında, yetki alanında
değil; hepsi, ecdadımızın bize bıraktığı, haysiyet meselesi olan, namus
meselesi olan birikim. Ne kadar almışsak, hiçbirinde ayırım yapmaksızın, dün de
söylediğim gibi, yine, her ilin sayın milletvekilleriyle kafa kafaya vererek,
çözmeye çalışacağız ve bu tarihî ayıptan da ancak böyle kurtulabileceğiz. MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederiz. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Ben teşekkür
ederim. BAŞKAN- Teşekkür ediyorum. Görüşmekte olduğumuz madde üzerinde bir önerge vardır;
önergeyi okutup hemen işleme alacağım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 536 sıra sayılı tasarının 6 ncı
maddesinin ek 2 nci maddesinin aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmesini arz
ederiz. Saygılarımızla.
Ek madde 2.- Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait (B) grubu
hisseler halka arz suretiyle satılabilir. Bu hisselerin satışı yapılmadan (A)
grubu hisselerin satışına karar alınamaz. (A) grubu hisselerin satışına ve bu
satışla ilgili usul ve esasları belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir. BAŞKAN - Sayın Komisyon katılıyor mu efendim? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) - Efendim, çoğunluğumuz olmadığından, takdire bırakıyoruz. BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Katılıyoruz
efendim. BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin
katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Önerge kabul edilmiştir. Ek madde 2'yi, kabul edilen önerge doğrultusundaki
değişik şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN - "Kabul edenler" dedik efendim. Kabul etmeyenler... Ek madde 2 kabul edilmiştir. Şimdi, madde 6, çerçeve maddeyi oylatacağım... SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN - Peki efendim. Yani, ek madde 1 ve ek madde 2'yi ihtiva eden çerçeve
madde 6 oylanacaktır; karar yetersayısının aranılması istenmiştir; aranacaktır. Çerçeve madde 6'yı oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı bulunamamıştır. Birleşime 10 dakika ara veriyorum. Kapanma
Saati: 16.05 İKİNCİ OTURUM Açılma
Saati:16.19 BAŞKAN:
Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP
ÜYELER:Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - 16 ncı Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum. 536 sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz. V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 2.- Türkiye
Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/709) (S. Sayısı: 536) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet hazır. Sayın milletvekilleri, tasarının çerçeve 6 ncı maddesinin
oylamasında karar
yetersayısı elde edilememişti.
Şimdi oylamayı tekrarlayacağız. Oylamayı
elektronik cihazla yapacağız. Oylama için 3 dakika
süre veriyorum. Oylamayı
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 6 ncı maddenin oylaması
sonucunda karar yetersayısına ulaşılmıştır ve madde kabul edilmiştir. Şimdi, geçici madde 1'i okutuyorum: GEÇİCİ MADDE 1. - Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihte
görevde olan Genel Müdür, Kanunun yürürlük tarihinden itibaren 4 yıl süreyle
yeniden atanmış sayılır. BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına, Balıkesir
Milletvekili Sayın İlyas Yılmazyıldız konuşacaklar. Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. DYP GRUBU ADINA İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının geçici 1 inci
maddesi hakkında söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu maddede "Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihte
görevde olan Genel Müdür, Kanunun yürürlük tarihinden itibaren 4 yıl süreyle
yeniden atanmış sayılır" ibaresi yer almaktadır. Bundan önce çıkan, Ziraat Bankası, Türkiye Emlak
Bankası ve Türkiye Halk Bankasının özelleştirilmesiyle ilgili kanun tasarısında
böyle bir hüküm yoktu. Anlaşılıyor ki, kanun tasarısını incelediğimiz zaman,
sayın bürokrat arkadaşımız -veya bürokratlar- öncelikle kendisini garantiye
almaya çalışmış. Bence, 4 yıl yerine "65 yaşına kadar atanmıştır"
diye bir ibare koydursaydı daha iyi etmiş olurdu. Yani, şimdi, eğer, geçici madde 2'de, (A) grubu
hisselerdeki payı yüzde 50 oranının altına düştüğünde, bu genel müdürün
değişikliğinin söz konusu olabilmesi lazım. O zaman, biz, bu maddeyi şöyle mi
yorumlayacağız; 4 yıl süreyle bu kanun uygulanmayacak veya 4 yıl... Yine, 5
inci maddenin en son paragrafında "Genel Müdürün görev süresi 4 yıldır.
Süresi biten Genel Müdür yeniden atanabilir" diyor. O zaman, 4 yıl hiçbir
şey yapmadan bu sayın genel müdür, nasıl olsa özelleştiği zaman veya blok satış
yoluyla bu banka, bir şekilde, bir holdingin, bir kartelin eline geçtiği zaman,
görevine son verilme ihtimali de olduğunu düşünerek, özelleştirilmediği
takdirde, 4 yılın sonunda, tekrar bir 4 yıl daha atanacaktır; 8 yılı garantiye
alacaktır. O zaman... Yani, sırf bu madde bile, çıkarılan bu kanunun
uygulamasının önünde engeldir; bana göre, böyle bir hüküm doğru değildir. Sonuçta, kanunla, ben, bunu garanti altına alırım; çok
anlamsız; çünkü, genel müdürün atanması Başbakan tarafından ve Cumhurbaşkanının
onayıyla olduğuna göre, eğer yarın hükümet değişirse, genel müdürün de
değiştirilme ihtiyacı ortaya çıkarsa, hiç merak etmeyin, bu 1 maddelik
kanundur, yine yapılır. Dolayısıyla "ben, böyle bir kanuna madde koyarsam,
geçici madde koyarak kendimi garanti altına alırım" sadece kendini
avutmadır. Kanımca, sayın genel müdür, böyle bir kanunu hazırlarken, Sayın
Bakanın önüne koyarken, acaba kendi geleceğimi nasıl garanti altına alırımın
yerine "bu vakıflardaki şahıslara ait vakıf, yani mülhak vakıfların
hisselerinin geliri -Anayasaya göre satmak mümkün değil, o zaman, bunu nasıl
daha uygun hale getirebiliriz; yine, buradan elde edilecek geliri, bu kanunun
içine derc ederek- vakıflara kullanılacaktır" maddesi yazılarak garanti
altına alacak hükümleri koymaya çalışsaydı, daha hayırlı bir iş yapmış olurdu.
Denilebilir ki, efendim, işte buradan alınacak gelirler Vakıflar Genel Müdürlüğüne
otomatik olarak gidecek, Vakıflar Genel Müdürlüğü de bizim tarihî eserlerimizi
onaracak. Ben de Sayın Bakana bir soru sordum: Bandırma Haydarçavuş Camiinin
onarımı ne zaman bitecek dedim. Sayın Bakan "dokuz on yıldır süren
onarımlar var; işte, buradan alacağımız parayla da bunları
hızlandıracağız" diyor. Ben, pek o kadar emin değilim. Bakın, bu hükümet, ekvergi çıkardı. Deprem vergisi
demedi; ekvergi. Ekvergiyle 2,5 katrilyon liraya yakın para toplandığını
biliyoruz; ancak, gelin görün ki, geçen gün, burada Sayın Bakanın, Bayındırlık
Bakanının açıklamalarında 18 trilyon şuraya, 20 trilyon lira buraya gibi, bu
vergiyle toplananın çok cüzi bir kısmı deprem bölgesine gitmiştir. Dolayısıyla,
orada hâlâ konutlar yapılamamaktadır, gecikmektedir. Depremzede vatandaşlarımız
hâlâ çamurun içinde, yağmur altında, suyun içinde yaşamak zorunda kalmaktadırlar.
İşte, burada da "bu gelir, Vakıflar Genel Müdürlüğüne tarihî eserlerin
onarılması amacıyla" veya işte, yine "Vakıflar Genel Müdürlüğünün
desteklediği köy camilerinin yapılmasına tahsis edilecektir" diye açık bir
hüküm konmadığı takdirde, endişe ediyorum ki, yeni bir kararla, buradan elde
edilen gelir, Hazineye irat kaydedilecek ve bütçenin açıkları yamanacaktır,
başka hiçbir şey olmayacaktır. Bu arada, yine, bizim, tarihî eserlerimiz on
yıllarca, yirmi yıllarca bekleyecektir. Kaldı ki, bu tarihî eserler öyle
işlevsiz eserler değil. Bugün Bandırma'daki Haydarçavuş Camii en merkezi yerde,
halkın kullandığı bir camidir. Bu onarımdan dolayı kullanılamamaktadır, ciddî
rahatsızlık yaratmaktadır. O alanda da yeni bir cami yapayım deseniz, yer yok.
Onun için, acilen onarımın olması lazım. Ben, Sayın Bakanımızın son derece iyiniyetle konuya
yaklaştığını biliyorum, konuya ciddiyetle eğildiğini biliyorum. Bu eleştirileri
de, sadece faydalı olmuştur deyip, teşekkürle geçiştirmeyip, uygulamalarda
dikkate alması en büyük dileğimiz. Bigadiç Emirler'den, Dursunbey Tepeköy'den, Gönen
Osmanpazarı gibi, Balıkesir'in çeşitli köylerinden "cami yapıyoruz, yarım
kaldı; ne yapalım, biraz daha ödenek" gibi talepler her gün geliyor.
Verilen ödenek 100 milyon lira. Bununla ne olur?! Hiç olmazsa 1 milyar gibi bir
para verilmesi lazım. Zamanında, fakirken köylerimiz derme çatma bir şey
yapmış. Şimdi, Türkiye'nin gelişen şartlarına uygun, güzel, anıtsal bir eser
yapayım, gelecek nesillere kalacak diyor; ancak, buna da gücü yetmiyor. İşte, benim, burada, özellikle vurgulamak istediğim
husus şu: Bizden önce pek çok arkadaşımız, özellikle Sayın Ali Naci Tuncer ve
diğer muhalefet partili arkadaşlarımız, bu konuda kanunun eksik kısımlarıyla
ilgili, Anayasaya aykırı hükümleriyle ilgili konuları uzun uzun dile
getirdiler. Temennimiz, bu konuların mutlaka dikkate alınması. Vakıflar, ecdat yadigârı ve gelecek kuşaklara Türk
kültürünün aktarılmasında, Türk medeniyetinin aktarılmasında önemli belgeler,
mühürler, tapu senetleri. Öyle olunca, gerçekten, milletimizin hafızasında en
küçük bir kuşkuya yer kalmayacak şekilde bu kanunun düzenlenmesi,
eksikliklerinin giderilmesi lazım. Ayrıca, bundan iki hafta önce, vakıflarla ilgili, 2762
sayılı Vakıflar Kanununun 27 nci maddesiyle ilgili kanun teklifimin doğrudan
gündeme alınmasıyla ilgili önergem vardı. Üç kuşak, dört kuşak, vatandaş
kullanmış, vakıf arazisi olduğuna dair hiçbir şerh yok. Birkaç defa el
değiştirmiş. En sonunda bir bakıyor, tapuda, "Bu, İnebey Vakfının
malıdır" diye bir şerh. Bunu alıp satayım derken veya miras kaldığında,
yüzde 50'sini devlet alırım diyor. Bu, çok büyük bir haksızlık; bu, vatandaşa
ıstırap veren bir uygulama. Balıkesir İlinin Susurluk İlçesinin neredeyse yüzde
100',ü Tatlısu Beldemizin hemen hemen hepsi, Kepsut... Tek tek sayabilirim,
bütün ilçelerimizde bu ıstırap var. Bu taviz bedelini yüzde 50'den yüzde 10,
hiç olmazsa yüzde 20'lere indiren bir düzenlemeyi Sayın Bakanımızdan öncelikle
rica ediyorum. O zaman, maalesef, bunun doğrudan gündeme alınmasına, ilke
kararı var diye, iktidar partisine mensup milletvekili arkadaşlarımız destek
vermedi. Ben bu kanun teklifimi yineleyeceğim, ancak, bunun bir an önce, daha
fazla vakit geçirmeden çıkması lazım.
Babasından miras kalan mala, gidip de oğlu veya kızı, ben bu malın sahibiyim
diyemiyor, veraset işlemlerini yaptıramıyor, yaptırırsa yüzde 50 taviz ödemesi
lazım. Buna da maalesef, maddî imkânı yok. Son olarak arzım: Sayın Kâmran İnan'ın konuşmasından
sonra söz istemiştim; maalesef, alamadım, burada onu açıklamak istiyorum.
Gerçekten, Sayın İnan'ın konuşmalarına katılmamak mümkün değil,
bütün gruplar da katıldı, çok teşekkür ediyorum. İktidara mensup grup
başkanvekili arkadaşlarımız dedi ki "hükümet yok, haberi olsa gelirdi; o
da bir cevap verirdi." Bana göre vereceği bir cevap da aslında yok; çünkü,
Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayın Şükrü Sina Gürel'e arkadaşımızın biri,
"Bu katılım ortaklığı belgesi hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye bir
soru sordu. "Kıbrıs konusu hariç çok mükemmeldir, harikadır, biz hepsini
yapabiliriz" diye bir cevap verdi Sayın Bakan. Özet olarak söylüyorum;
yani, mealen söylüyorum, motomot kelime olarak değil de... Bir taraftan, Sayın
İnan diyor ki, bu belgede bizi acıtan, inciten, Meclisi taciz eden, emir veren
maddeler var. Aynı anda... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkan. BAŞKAN - Geçici madde 1 üzerinde konuşuyorsunuz. Lütfen
toparlayınız. İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) - Aynı anda, ne ironik bir
durumdur ki, ne acı bir durumdur ki, yukarıda Plan ve Bütçe Komisyonunda,
Başbakanlık bütçesi görüşülürken, orada Sayın Kemal Kabataş veya Sayın Oğuz
Tezmen'in sorduğu soruya "bu katılım ortaklığı belgesi çok iyidir, çok
güzeldir; yapamayacağımız bir şeyi düşünmüyoruz" diyor; ama, bir taraftan
da, burası uygun değil, şurası uygun değil... Dolayısıyla, bizim, bütün
Parlamento olarak bu konuyu millî mesele yapmamız lazım. Eğer Parlamentoda
grubu bulanan iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımız da, Sayın İnan'ın
dediklerine yürekten katılıyorlarsa, hükümeti, bu konuda ciddî bir tepki
koymaya ikna etmeleri lazım. Tam aksine, görüyorum, her zaman, iktidar partisi
milletvekili arkadaşlarımız tepki koydukları
zaman -mesela memur yasasına tepki koyuyorlar- hükümetin bir emriyle hop
oturtuluyorlar, tepkisiz hale getiriliyorlar. Yalnız, hiç olmazsa, bu konuda
hükümeti harekete geçirebilmemiz lazım, yoksa, ne güzel konuşmaydı
destekliyoruzlarla, bildirilerle bir yere varılmıyor; daha sonra bu imzalanan
kararlar önümüze getiriliyor ve bizi çok sıkıntıya sokuyor. Ben, geçici 1 inci maddenin yasa tasarısından
çıkarılmasını istiyorum. Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Fazilet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın
Altan Karapaşaoğlu; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. FP GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) -
Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz 536
sıra sayılı yasa tasarısının geçici 1 inci maddesiyle ilgili olarak Grubum
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, geçici 1 inci maddede -aslında
tarifi çok basit- şu andaki genel müdür, bu kanun yürürlüğe girdiği andan
itibaren 4 yıl daha görevinde kalacak; herhangi bir şekilde, herhangi bir
tarzda bu genel müdür değiştirilmeyecek; yani, bir atamayla bir başka yere
görevlendirilemeyecek; ancak, yüz kızartıcı bir iş olursa, bir istismar olursa,
o takdirde değerlendirilecek bu hareketleri. Bu, şu demek oluyor: Bugünkü
durum, bugünkü mevcut durum devam edecek. Şimdi, burada, tabiî, bunu okuduktan sonra, ilgi çekici
madde, aslında, geçici 2 nci madde. Burada,
benim özellikle dikkatimi
çeken bir konu var; bankanın yönetim kurulu 8 kişiden
oluşuyor. Bu 8 kişinin 4 kişisi (A) grubu hisselerini temsil ediyor, eski
usulde de böyleydi, yeni tasarıda da böyle; yüzde 55'i temsil ediyorlar ve bu
yüzde 55 de Vakıflar Genel Müdürlüğünün elinde. (B) grubu hisseler, daha önceki
yasada 2 kişiyle temsil ediliyordu; bu, burada, 1 kişiye düşürülüyor. (C) grubu
hisselerinde ise, eski yasada yine 2 kişiyle temsil ediliyordu; bu defa, bu
yeni yasada 3 kişiye çıkarılıyor. Bu, şu demek oluyor: (B) ve (C) grubu
hisselerinin temsilcilerinin sayısı 4, (A) grubu hisselerinin temsilcilerinin
sayısı da 4. Burada, Vakıflar Bankası Genel Müdürü, öyle zannediyorum ki,
yönetim kurulunda yer alacak veya yönetim kurulunda etkili olacak; çünkü, (C)
grubu hisseler, şu anda 3 kişiyle temsil edilen hisseler, Vakıflar Bankasının,
Emekli Sandığı ve birtakım ufak da olsa özel ve tüzelkişilerin elinde. Bunların
bankaya hâkimiyeti var. Banka, yüzde 20'lik (B) grubu hisse senetlerini de bu
vakıf vasıtasıyla satın alma girişiminde bulunduğu noktada, bankanın yönetimi,
bütün (A) grubu hisselerine de hâkim konuma gelmiş olacak. Burada, gündeme getirilmiş
olan bir husus var. Değerli arkadaşlar, şimdi, ülkemizde, bugünlerde,
gördüğümüz bir manzara var; birtakım siyasî
özgürlükler kısıtlanıyor, tek elde toplanıyor, belli
mercilerde toplanıyor; ama,
dikkat ediyoruz, ekonomik özgürlüklerde de, yavaş yavaş, belli yerlerde,
belli ellerde toplanma gayreti içerisine giriliyor. Tabiî, bu durum, bugünkü
yönetimle ilgili olarak, bugünkü Sayın Bakanımızla ilgili olarak, Sayın
Bakanımızın kişiliğinden dolayı, bir güven duygusu içerisine gireriz; ama,
dünkü konuşmamızda belirttiğimiz şekilde, Sayın Bakanımızdan başka birisi
göreve geldiğinde, kimin geleceği, ne yapacağı, hangi politikayı uygulayacağı
belli olmadığı için, bu yönetim kurulu kompozisyonu ve hisse senetlerini elinde
bulunduran kimselerle ilgili olarak her zaman kuşku duymamız mümkündür. Bu
bakımdan, biraz önce Sayın Yılmazyıldız arkadaşımızın ifade ettiği bu geçici 1
inci maddenin, aslında bu metinden çıkarılmasında yarar var; çünkü, bu geçici 1
inci madde, bir başka maddeyi destekler mahiyette veya bir başka maddeye geçit
verir mahiyette. Değerli arkadaşlar, aslında, bu tasarı görüşülürken
-bilmiyorum, dün, belli bir noktadan sonra burada bulunmadım ama- bu tasarıya
istinaden konuşmamız gereken en önemli konulardan bir tanesi de, devlet kurum
ve kuruluşlarının kanunla kurdurdukları vakıflardır. Bu vakıfların, aslında,
bizim anladığımız manada vakıf bünyesi içerisinden ayırılmaları lazım veyahut
da böyle bir vakıf kuruluşuna izin verilmemesi lazım. Neden verilmemesi lazım;
mesela, çeşitli belediyelerin, çeşitli üniversitelerin, çeşitli bakanlıkların,
çeşitli kurumların adlarına vakıflar kuruluyor. Aslında, bakın, Vakıflar Genel
Müdürlüğünün tebliği şu, diyor ki, Vakıflar Genel Müdürlüğü: "Bundan böyle
kamu kurum ve kuruluşları, meslek odaları, sendikalar, mahallî idareler ile
üniversiteler bünyesinde kurulan vakıflar ve bunların işletme, şirket ve
iştirakleri söz konusu kurum, kuruluş ile üniversitenin ismini alma, daha önce
kurulmuş vakıflar, kurulduğu kurum ve kuruluşlar, mahallî idare, meslek odası,
sendikalarla üniversitelerden veya söz konusu kurum veya kuruluşlara verdiği
hizmetlerle ilgili olarak gerçek ve tüzel kişilerden, her ne ad altında olursa
olsun, herhangi bir bağış ve yardım alamaz, menfaat sağlayamaz, mevzuatla
kendisine görev olarak verilen hizmetleri, bünyelerinde kurulu vakıflara
yaptıramazlar ve hizmetlerinden dolayı vakıflara mal ve para aktaramaz, söz
konusu vakıflardan hizmet temin edemezler." Peki, niye kurdular; ne
yapıyor bu vakıflar? Hepimiz şahit oluyoruz, polise gidiyoruz, Polis Vakfına şu
kadar para verilecek, hastaneye gidiyoruz, Hastane Vakfına şu kadar para
verilecek. Değerli arkadaşlar, bu, aslında devletin bütünlüğü
açısından devletin onurunu kırıcı bir hareket. Kesinlikle, bu vakıfların,
derhal bu vakıf sinsilesi içerisinden ayrılarak, dernek kuracaklarsa kursunlar,
bir dernek kursunlar, "yardımlaşma derneği" adı altında
yardımlaşsınlar. Niye, vakıf bünyesi içerisinde bunlar vakıf halinde bir
faaliyet gösteriyorlar? Hem ismini aldıkları, ismine kurdukları kuruluşların
hizmetlerinden yararlanıyorlar hem de o kuruluşlara hizmet veriyorlar. Mesela,
işte, Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakfı, yemeğini yemiyor muyuz? Birtakım
hizmetlerinden yararlanmıyor muyuz veya onlar, Meclisimizin imkânlarından
yararlanmıyor mu? Değerli arkadaşlar, asıl görüşülmesi gereken konulardan
bir tanesi buydu; ama, bu arada, tabiî, iş detaya boğuldu, detayın içerisinde,
aslında çok önemli bir değişiklik getirmeyen bu tasarı, belki de günün birinde,
geçici 2 nci maddesinden dolayı; yani, hisse senetlerinin oranı yüzde 50'nin
altına düşünceye kadar devam edecek süreden dolayı işlevini aynen devam
ettirecek, herhangi bir değişiklik olmayacak; ama, bu süre içerisinde, belli
ellerde toplanan yetkilerden dolayı, öyle zannediyorum ki, bu bankanın, hiç
hoşlanmadığımız tarzda, günün birinde, bazı grupların, bazı kişilerin, bazı
kuruluşların eline geçme ihtimali var. O takdirde de, karşımıza bir başka konu
gelecek, ne gelecek; işte o zaman, vakıfların paralarıyla kurulan, aslında
onların amacına hizmet etmesi gereken bu kuruluş, tamamen bir ticarî kuruluşa
dönüşecek, vakıflarla ilişiği kalmayacak ve belki de, vakıfların değerini
düşürücü istikamette işlev de görmüş olacak. Değerli arkadaşlar, bu konuda, ben, huzurlarınızda,
Sayın Bakanımın, özellikle devlet kuruluşlarının, kamu kuruluşlarının kendi
isimleri adı altında kurmuş oldukları vakıflarına karşı olduğumuzdan, bu
konuyla ilgili bir düzenleme yapması gerektiği kanaatini taşıyorum ve böyle bir
girişimi de kendilerinden bekliyorum. Bu tasarı, öyle zannediyorum ki, sayısal
çoğunlukla geçecektir; ama, yine de, inşallah, bu yasanın hayırlara vesile
olmasını temenni ediyorum. Sayın Bakanımızın ifadelerine güveniyoruz, vakıflara
en büyük hizmeti yapması gerektiğine inanıyoruz ve yapmasını bekliyoruz,
yapacağına da inanıyoruz; ama, Sayın Bakanımızın, bu kurum devredilirse günün
birinde, devredilmeden önce, biraz daha disiplin altına alıcı hükümleri
getirmesi gerektiği kanaatini taşıyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Karapaşaoğlu. Anavatan Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili
Sayın Agâh Oktay Güner; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. ANAP GRUBU ADINA AGÂH OKTAY GÜNER (Balıkesir) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Bakan, bu yasa tasarısını hazırlarken, nezaket
gösterdiler, lütfettiler, benimle uzun süre konuştular. Kendilerinin,
vakıfların kurtarılması için sarf ettikleri gayreti yakinen biliyorum ve bunu
burada ifade etmeyi bir şükran borcu sayıyorum. Balıkesir'in merkezinde Zağanos Paşa Camiimiz var.
Zağanos, biliyorsunuz, bir kuş adıdır ve Sultan Fatih'in damadıdır. Bu camii,
bir virane idi. Sayın Bakanın ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün başına getirdiği
ehliyetli kadronun gayretiyle buranın onarımını bitirdik. Bandırma'daki Çavuş Camii için 65 milyar tahsisat
ayrıldı; ama, ne yazık ki, deprem sebebiyle, bütün bu paralar, deprem bölgesine
gittiği için orada yarım kaldık. Ayvalık'ta iki camimiz var, kiliseden muhavveldir ve şu
anda yine para beklenilmektedir. Anadolu'daki Selçuklu medeniyetini, Osmanlı
medeniyetini, bizim bu topraklardaki mühürlerimizi kendileriyle uzun uzun
konuştuk. Hatırlarsanız, Lozan'da Lord Curzon, İsmet Paşaya "Sizin
Anadolu'da neyiniz var?" diye sorar. İsmet Paşa da "işte bu camiler, bu
şadırvanlar, bu vakıflar, bu minareler, bu köprüler, bunların hepsi bizim
mühürümüzdür" der. Şimdi, bu mühürlere nasıl sahip olacaksınız?
Devletimizin maddî kaynakları meydanda, bütçeyi burada görüşüyoruz... Allah
beterinden saklasın, birbirini takip eden tabiî afetler, ne yazık ki, bütçenin
büyük bir bölümünü yutuyor ve 500 000 insanı konut sahibi yapmak zorunda
kalıyorsunuz, bunun altyapısı da var. O zaman bu formül üzerinde duruldu ve bu
formülü Sayın Bakan olgunlaştırdı. Kendilerine teşekkür ediyorum ve bu medenî
cesaretleri sebebiyle kendilerini tebrik ediyorum. Vakıf konusu çok veballi bir konudur. Türkiye'de ne
yazık ki, şu anda özel şahısların istismarı altında bulunan çok büyük araziler
vardır. İstanbul'un toprağının dörtte üçü de vakıftır. Her vakıf, Allah'a hamd,
peygambere methiye, şükür, vakfın gayesi ve sonunda da bedduayla biter. Ben, zaman
zaman, toplum olarak bizim niye yüzümüz gülmüyor diye düşünüyorum ve bunda,
vakıfları gayelerinden saptıran, vakıflara ihanet eden iradenin, milletin
başına getirdiği belayı görür gibi oluyorum. Şimdi, bu ecdat yadigârı eserlerden -içim yanarak
söylüyorum- 114 türbe İstanbul'da kapalıdır, tamirat yapılamadığı için. Kültür
Bakanıyken bu konunun üzerine gittim, bazı ehli hayır insanlardan yardım
istedim; ama, bu türbeleri biz açmazsak, vatan çocukları, büyük komutanları,
büyük ilim adamlarını, büyük devlet adamlarını o kitabelerde okuyup, onların
hayat hikâyelerini bilmezse neyi öğreneceklerdir ve ne yapacaklardır? Değerli arkadaşlarım, geçici maddeyle ilgili birtakım
endişeler ifade buyurdular. Bunlar, hiç şüphesiz ki, Sayın Bakan ve ekibi
tarafından geniş ölçüde düşünülmüştür; ama, mutlaka bu değerli tavsiye ve
telkinlerin ışığında bir kere daha düşünülecektir; ama, zannediyorum ki, Yüce
Meclis çok hayırlı bir iş yapıyor. Değerli arkadaşlarım, İpek Yolundaki bütün
kervansaraylarımız silindi, birkaç taş kaldı, bir yıkık duvar kaldı. Kültür
Bakanı olarak Erzurum'a gittiğim zaman kalenin halini gördüm. Elimizdeki bütün
kaynakla kalenin göçen duvarını onardık; ama, hâlâ Çifte Minare duruyor ve
Erzurum'dan Edirne'ye kadar binlerce eser himmet bekliyor, yardım bekliyor, bir
diriliş mesajı bekliyor. Bir Fransız, çocuğunun elinden tutar Paris'i dolaşırsa,
o çocuk, Fransız tarihini öğrenir. Fransa'ya maydanoz eken adamın Paris'te
heykeli vardır, unutmamışlardır; ama, biz, ne yazık ki, öylesine büyük bir ihmalle
bu tarihî eserleri nisyana terk ettik ki, vatan çocuklarına bir elli sene sonra
göstereceğimiz çok az sayıda tarihî eserimiz kalacak. Eyüp Sultan'ın ışıklandırılmasını bilmem fark ettiniz
mi; Sayın Bakana huzurunuzda teşekkür ediyorum, binbir zahmetle o
ışıklandırmayı yaptı. İstanbul'un üzerinden uçakla geçtiğiniz zaman o muhteşem
makamın ve mekânın pırıl pırıl aydınlandığını görüyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, bunu, bütün eserlerimizde
yapmamız lazım. Hacı Bayram'da yapmamız lazım, Hacı Bektaşi Veli'de yapmamız
lazım, Yunus'un türbelerinde yapmamız lazım, Mevlana'da yapmamız lazım. Bunlar,
bizim gönül pınarlarımız, irfanımızın, insanlığımızın büyük ışıkları. O sebeple
ben, tekrar tebriklerimi, şükran duygularımı arz ediyor; bu kanunun ülke-mize
hayırlı hizmetlere vesile olmasını temenni ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güner. Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok. Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Yüksel Yalova;
buyurun efendim. Sayın Bakan, süreniz 10 dakika. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Sayın Başkanım,
muhterem milletvekilleri; Balıkesir Milletvekilimiz Sayın Agâh Oktay Güner'in,
bu güzel konuşmasından sonra kürsüyü işgal etmek istemezdim; ama, teknik
olarak, geçici 1 inci maddede, değerli milletvekillerinin tekrar takdirine
sunmam gereken, niçinini anlatmam gereken bir husus var, o nedenle
huzurlarınıza geldim; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. Eğer, kabul buyurulan 5 inci maddenin son fıkrasına bir
bakabilirsek "genel müdürün görev süresi dört yıldır, süresi biten genel
müdür yeniden atanabilir" hükmünü Yüce Meclisin kabul ettiğini anımsarız. Muhterem milletvekilleri, geçici 1 inci maddedeki
"genel müdür, kanunun yürürlük tarihinden itibaren dört yıl süreyle
yeniden atanmış sayılır" hükmünü birbiriyle bağdaştırmamız lazım. Biz,
hukukta "ratio legis" deriz (yasanın konulmasıyla güdülen amaç) deriz,
onu düşünürüz; eğer, ben, 5 inci maddede kabul buyurduğunuz o dört yıllık
süreyi, mutlaka mevcut genel müdürle tamamlamak isteseydim, ya da -zaman zaman
haksızlık konusu olduğu için burada savunmak durumundayım- Genel Müdürümüz, o
dört yıllık süreyi mutlaka kendisi tamamlamak arzusunda olsaydı, bir formül
bulurduk. Bugün itibarıyla Yüce Meclis kabul buyurur diye tahminde bulunursak,
onaylanma süresi filan diye de bir iki günü eklersek, Sayın Cumhurbaşkanımıza
sunmadan önce, ben, Genel Müdürümüzün istifası mekanizmasını devreye sokarak,
dört yıl kabul buyurduğunuz bu 5 inci madde gereğince, aynı Genel Müdürün
görevde olmasını sağlayabilirdim; ama, bu, Yüce Meclisin iradesinden aykırı bir
iş yapma anlamına gelirdi ve hukukî tabiriyle de yasanın dolanılması anlamını
taşırdı. Biz, Genel Müdürümüzün, ısrarla, bunu yazmayalım, yanlış
yorumlanabilir düşüncesine rağmen buraya yazdık. İlyas Yılmazyıldız arkadaşım, kendisine teşekkür
ediyorum, "banka Genel Müdürü bu yasayı önüne koydu" dedi; açık
söyleyeyim, ben, banka Genel Müdürünü, yasayı burada avukat gibi savunacak bir
insan değilim, en azından doktoram anayasa dalında. Sistematiğine de bakmadan,
Anayasa Mahkemesindeki muhtemel ve müstakbel akıbetini de düşünmeden vaktinizi
işgal edecek insan da değilim, bizzat kendim hazırladım. Bankalar Kanununa
bakmanın ötesinde, hukuk sistematiği itibarıyla de üzerinde kafa yorduğumuz,
geçmiş Anayasa Mahkemesi kararlarıyla da mukayesesini yaptığımız bir husustur.
Burada, uluslararası yatırımcıların bize hangi gözle baktığı da kale
alınmıştır, alınmak zorundadır. Eğer, blok satış yoluyla ya da halka arz
yoluyla bir hissenin satışını düşünüyorsanız, sadece iç piyasayla kendinizi
sınırlama hakkınız olamaz. Uluslararası yatırımcılar da, hep diyoruz ya,
özerklik, işte Bankalar Üst Kurulunda öyle, Sermaye Piyasasında öyle, Rekabet
Kurulunda öyle, üstelik, orada 6 yıl. Biz, burada, 4 yıl demişiz. Hatırlarsanız, bir iptal davası talebi oldu, Fazilet
Partimiz tarafından, Anayasaya aykırılık iddiası oldu; Anayasal haklarıdır,
sonuna kadar saygı duymuşumdur. Hiçbir gün de, niçin Anayasa Mahkemesine
müracaat ettiler diye yakınma hakkı -zaten öyle bir hak olmaz- bile
gelmemiştir. Anayasa Mahkememiz, yürürlüğün durdurulması talebiyle ilgili karar
verdi. Yeri gelmişken, açıkça itiraf edeyim ki, Türk anayasa
hukuku mevzuatında, ne Anayasada ne Anayasa Mahkemesinin Kuruluş Kanununda,
yürürlüğün durdurulması talebi ve bu talebin yanıtlanması diye bir mekanizma
mevcuttur. Bu, belki de Anayasa Mahkememizin ayrı bir toplumsal sorumluluk
ilkesini hayata geçirme mecburiyeti olarak, âdeta, teamülmüşcesine anayasa
mevzuatımıza girmiş bir husustur. Anayasa Mahkememiz, haklı olarak -onu da hep
öyle söyledim- Yetki Kanunu iptal edildiği için, dayanağı olan kanun iptal
edilince, doğal sonucu itibariyle, bu konudaki kanun hükmünde kararnameyi iptal
etti; doğruydu kararı; ama, dikkat buyurulursa, yürürlüğün durdurulması
talebine ilişkin bu kararını verirken, ana bölüme ilişkin de, âdeta, yapılan
işleri zimnî olarak doğrulamış oldu. O nedenle, Anayasa Mahkemesinden
kesinlikle geri dönmeyeceği inancındayım. Bu inancımı pekiştiren bir başka haklı, hukukî delilim
de, kanun hükmünde kararnamenin, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından tensip
buyurulmasıdır ve hiç de öyle uzun bir tereddüde yol açmadan, Sayın
Cumhurbaşkanımız tensip buyurmuşlardır. O da, Anayasa Mahkemesi Başkanı
sıfatıyla, Sayın Cumhurbaşkanımızın tensibi de bizim açımızdan ayrı bir
güvenceyi oluşturmuştur. Konu dışına çıkmak gibi pek bir usulü benimsemem ama,
açıkta kalmaması için arz edeceğim: Yine, İlyas Yılmazyıldız arkadaşımın
gündeme getirdiği, haklı olduğu, başka başka arkadaşlarımızın da haklı olduğu
bir husustu taviz bedeli meselesi. Yüzde 5 olan taviz bedeli oranı, 1978
yılında Sayın Ecevit'in Başbakanlığı döneminde yüzde 20'ye çıkarılmıştı. 1995
yılında da, Sayın Tansu Çiller'in Başbakanlığı döneminde yüzde 50'ye
çıkarılmıştı. Bu rakamın ekonomik şartlara paralel olması gerektiği
düşünülmüştü; doğru bir düşünceydi; ama, Vakıflar Genel Müdürlüğünün, vakıf
bilgi sistemini vaktiyle devreye sokamamış olmasından ötürü, beklenen gelir
elde edilemedi. Ona
uygun düzenleme, o alanda,
örgüt modelinde yapılmalıydı, müessese modelinde yapılmalıydı; yapılamadığı için, daha fazla
gelir artışı elde edilemedi ve sonuç, milyonlarca vatandaşımızın tapu sorununu
yaşamasını doğurdu. Şimdi, biz, Bakanlar Kurulunda bu konuyu gündeme
getirdik. Milyonlarca vatandaşın devletle tapu ihtilafına düşmesinin, ayrıca,
yakınıcısı olduğumuz adalet sistemine de, belki, milyonlarca dava ithali
anlamını taşıdığını da gerekçelendirdiğimiz için... Evet, bugün sabah, Plan ve
Bütçe Komisyonunda, Sayın Mustafa Karahan Bakanımız da dile getirdiler, kendisine
de teşekkür ediyorum buradan. Bakanlar Kurulunda kabul görmüştü kanun hükmünde
kararname; dediğim gibi, yetki kanunuyla iptal edilince, gündemden düştü.
Şimdi, bunun kanun tasarısı hazır, ilk fırsatta, yüksek takdirlerinize
sunacağız. Böylece, taviz bedellerini, tekrar, yüzde 20'ye... Ama, açıkça
söyleyeyim ve gururla söyleyeyim, yüzde 20 oranını belirlerken, ben, Doğru Yol
Partisinden ve Fazilet Partisinden, bu alanda uzmanlığına inandığım
milletvekillerimize de danışarak, konuşarak bu oranı tespit ettik. Bu vakıflarla ilgili... Sayın Altan Karapaşaoğlu yüzde
yüz haklıdır. Kamu gücünü kullanma yetkisini haiz organların, âdeta, kamu
gücünü ayrı bir vakıf geliriyle bağdaştırması, belki de, devlet idaresinin
yeniden yapılan-dırılamaması nedeniyle pratik bir şekilde çıkmıştır; ama,
mutlaka, çözülmesi gereken bir husustur. Vakıflarla ilgili son bir hususu arz edeceğiz.
Bezmiâlem Valide Sultan Vakfı dediğim zaman, herkes bir tek vakıf anlıyordu,
ben de öyle biliyordum. Tümünü araştırdım, 13 tane vakıf çıktı karşıma.
"Beşiktaş'taki erik bahçesini şu şu şu hayır işlerinde kullanmak üzere,
şunlara, şunlara da şu kadar tahsisat yapılmak şartıyla bıraktım" diyor...
Muhterem milletvekilleri, ben, gittim, baktım, o erik
bahçesinin yerinde plazalar var. Fiilî imkânsızlık halinden bahsetmek
istiyorum. Ayrıca, mutlaka, çağa uydurma yükümlülüğümüz var. Vakıf
Gureba Hastanesi; Gurebayı Müslimin;
gariban Müslümanlar... Bugünün hipokrat yeminini hatırlarsak; kazara
oradan geçen bir yabancı, ecnebi, Müslüman olmayan birisi hasta olsa, vakıf
senedine bakarak, o hastayı kabul edemezsiniz hastaneye; yazılmış şartları!
Ölümcül bir hastayı o hastaneye kabul edemiyorsunuz... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, lütfen, toparlar mısınız Sayın Bakan. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Devamla) - "Üç, beş
gün yatarak -vakıf senedine de yazmışlar- mutlaka, çorba içecek"
deniliyor. O çorbayı da içerek -belki, teknolojik olarak içmemesi gerekir- beş,
on gün sonra oradan çıkması gerekir. "Ölümcülse olmaz" diyorlar. O
nedenle, bu vakıflarla ilgili yasaları da, bizim, bir an önce çağdaşlaştırmamız
lazım, milyonlarca vatandaşımızı da, devletiyle kavgalı, ihtilaflı konumdan
çıkarmamız lazım diye düşünüyorum. Onu da, en kısa sürede, yüksek
takdirlerinize sunma arzusundayız. Bu açıklamaları yaptım; hepinize teşekkür ediyor,
saygılarımı sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. Şahıslar adına söz taleplerini sırasıyla okuyorum:
Sayın Polat, Sayın Ayhan, Sayın İyimaya, Sayın Tunç. İlk söz, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'a ait. Buyurun Sayın Polat. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkanı ve sayın
milletvekillerimizi saygıyla selamlıyorum. 536 sıra sayılı tasarının geçici 1 inci maddesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu maddede deniliyor ki: "Bu Kanun yürürlüğe
girdiği tarihte görevde olan Genel Müdür, Kanunun yürürlük tarihinden itibaren
4 yıl süreyle yeniden atanmış sayılır." Şimdi, burada bir iki şeyi Sayın Bakan çok söylüyor;
ama, bizim de aynı itirazlarımız... Bir türlü tatmin olamıyoruz. Birincisi şu: Bu banka hisse senetlerini tamamen
satacaksa, blok halinde (B)'den başlayıp (A) grubuna kadar satacaksa, şimdi,
nasıl olacak ki, bankalar gibi, dünyanın en büyük yarışının yapıldığı, fonda
çok titiz rekabetin olduğu bir müessesede -hem de beynelmilel piyasaya da açtık
bankalarımızı- genel müdürü Başbakan atayacak; ama, banka özel şahısların
olacak! Şimdi, o özel şahıslar, biz bunu aldığımız zaman, biz bu genel müdürün
faaliyetini beğenmiyoruz dedikleri zaman ne olacak? Ha, başka şey denilebilir; denilebilir ki... Zaten,
burada madde var; bir sonraki maddede "(A) grubu hisse senetleri yüzde
50'nin altına düştüğü zaman bu kanun yürürlükten kalkacak" deniliyor. O zaman da başka bir konu akla geliyor. Yani, o zaman,
buraya gelen genel müdür, bu bankanın (A) grubu hisse senetleri dört yıl
satılmasın diye çalışamaz mı? Çalışır demiyorum; ama, çalışamaz mı? Çünkü,
böyle bir fırsat var. Adam orada dört yıl kalmak istiyorsa -sayın genel müdür-
burada hisse senetlerinin anında satılmasına mâni olamaz mı diye düşünüyorum. Ben, burada, Sayın Dr. Yüksel Yalova Bakanıma, hukukçu,
anayasacı Bakanıma bir şey soracağım ve cevabını bekleyeceğim; o da şu: Sayın
Bakanım, siz, burada, bu bir evvelki maddede; yani, 5 inci maddede demişsiniz
ki "Genel Müdürün süresi dolmadan herhangi bir şekilde görevine son
verilemez. Ancak bu Kanun ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu hükümleri gereğince,
atanması için gerekli şartları kaybettiği tespit edilen veya görevleriyle
ilgili olarak işlediği suçlardan dolayı -burasını çok net söylemek istiyorum-
hakkında verilen mahkûmiyet kararı kesinleşen Genel Müdürün görevi sona
erer." Şimdi, bu tasarının altında da "Dr. Yüksel
Yalova" diye imzanız var, değil mi Bakanım? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Evet. ASLAN POLAT (Devamla) - Peki, iki gün önce Plan ve
Bütçe Komisyonunda görüşülen bir kanun tasarısında da sizin imzanız vardı.
Orada da diyordunuz ki "Herhangi bir devlet memuru..." Sonradan,
buna, ekleriyle, hâkimleri de, İçişleri mensuplarını da dahil ettiniz, onlar
için hiçbir mahkeme kararına lüzum kalmadan, iki müfettişin kararı ve amirin
onayı ile o memuru, ömür boyu görevden alıyorsunuz; mahkeme kararı yok... DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Mahkeme kararı
var. ASLAN POLAT (Devamla) - Hayır efendim, orada mahkeme
kararı yok; orada "atıldıktan sonra kendisi mahkemeye gidebilir"
diyorsunuz. Bakın, şimdi bu ikisi farklı. Gelin, burada bunu izah edin. Birincisinde
çok güzel bir şey yapmışsınız; şu doğru yani "bir insanı görevden almak
için kesinleşmiş mahkeme kararı olması lazım" demişsiniz. Atmak için
kesinleşmiş mahkeme kararını burada arıyorsun, altta da imzanız var, Anayasa
Hukukçusu Doktor Yüksel Yalova diye. Peki, o getirdiğiniz memur kararnamesinde ne var; iki
tane müfettişin raporuyla, amirin onayıyla, ben, ömür boyu işten attım; yüzde
50 hissesi devletin olan hiçbir yerde çalışamazsın; işçi diye de çalışamazsın,
memur diye de çalışamazsın; sanki, bir vebalı gibi, sanki, Ortaçağdaki
yakılacak bir cadı gibi "burada çalışamazsın" diyorsun. O, ancak,
giderse, kendisi gider mahkemeye; onun da mahkemede nasıl aklanacağı da belli
değil; gelip, göreve geri alınabilecek. Peki, Sayın Bakanım bu iki kanun tasarısına, ayrı ayrı
şartlarda niye imza attınız? İkisini de devlet memuru gibi atıyorsunuz; yani,
siz atıyorsunuz, devlet memuru veya değil... İkisinde de, atadığınız bu iki
insan hakkında niye farklı muamele yapıyorsunuz? Bunu, biz hazırladık Bakanlar
Kurulunda, öbürü MGK'dan bize geldi mi diyorsunuz?... Siz, Millî Güvenlik
Kurulundan mı geldi diyorsunuz bize?... DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Geldi. ASLAN POLAT (Devamla) - Hayır Sayın Bakan, bu tezatı
bize izah edin; ben, burada ikna olmak istiyorum... BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım efendim. ASLAN POLAT (Devamla) - Eğer, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti bize iki tane kanun tasarısı
getiriyorsa, aynı olması, eşit olması lazım. Birisinde mahkeme kararını
arayacağım, birisinde mahkeme kararını aramayacağım derseniz, bunu kimseye izah
edemezsiniz; bana da edemezsiniz, başkasına da edemezsiniz ve bunun hesabını da
burada size, herkes de sorar. Onun için, altına imza attığınız her konuyu, her
makam da tasvip etmeyebilir. Onda mahkeme kararı, bunda aramıyorum
diyemezsiniz; birincisi bu. İkinci söyleyeceğim de şu: Şimdi, siz, Plan ve Bütçe
Komisyonunda da söylediniz, bu hisse senetlerini sattığımız zaman elimize
önemli bir para gelecek; hatta, o kadar önemli para gelecek ki, yetmiş yıllık
cumhuriyet hükümetlerinin bize verdiği paradan daha fazla para elimize gelecek
diye. O paralarla, bu vakıfların
çok iyi onarılmasını ve gerçekten, ecdada
layık olacak duruma getirilmesini istiyoruz. Şimdi, bir konu daha meydana geliyor... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ASLAN POLAT (Devamla) - Sayın Başkanım, 1 dakika
mühlet... BAŞKAN - Sayın Polat, lütfen toparlayın. ASLAN POLAT (Devamla) - Tamam bitiriyorum Sayın
Başkanım. Şimdi Avrupa Birliğine de girme durumundayız. Benim
üzüldüğüm bir şey var; Anadolu'nun, bilhassa Ege ve Akdeniz kıyılarını
geziyorsunuz, ne kadar İslam öncesi eser varsa, her birisi çok iyi tamir
ediliyor, ayakta duruyor; ama, bize, bu Anadolu'ya mühür atan babalarımızın,
dedelerimizin, komutanlarımızın mezarları virane halinde duruyor. Hakikaten
insanın zoruna gidiyor. Biz arzu ediyoruz ki, buradan gelecek paralarla bu
ecdadın layık olduğu bir şekilde bu eserleri tamir edin diye düşünüyoruz, bu
paraları tamamen buralarda harcayın diye düşünüyoruz ve ben, yine, bir endişemi
dün de söyledim, bugün de söyleyeceğim: Adını "deprem vergisi" koyup
1,9 katrilyon vergi topladınız; 1,5 katrilyonu deprem bölgesine harcadınız, 400
trilyon lirasını başka yerlerde, işte içborçta veya memur maaşlarında falan
harcadınız. Bu da inşallah öyle olmasın. Bunda, ecdadın vebali de vardır. Bunda
sadece hukukî durum değil, bunda bir de vebal durumu da vardır. Alacağınız o parayla, gerçeğine layık olacak şekilde,
inşallah, ecdat yadigârlarını tekrar onarırsınız der, hepinize saygılar
sunarım. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Polat. Şahıslar adına ikinci söz, Sakarya Milletvekili Sayın
Cevat Ayhan'ın... Yoklar. Amasya Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya; buyurun
efendim. Süreniz 5 dakikadır. AHMET İYİMAYA (Amasya) - Değerli Başkan, muhterem
milletvekilleri; Yüce Kurulu saygıyla selamlıyorum. Önümüzdeki madde, gerçekten, yasama organının yasama
yetkisinin yürütme gücü tarafından nasıl kötüye kullandırıldığının ve Anayasa
ihlalinin tipik örneği. Hüküm aynen şöyle: "Bu kanunun yürürlüğe girdiği
tarihte görevde bulunan Genel Müdür, 4 yıllığına yeniden atanmış olur."
Genel Müdürü tanımam, objektifliği konusunda en ufak bir kuşkum olmaz. Sayın
Bakan Anayasa tahlillerini yapınca, Yüksek Meclisin doğru iradesinin teşekkülü
için, şu konuşma zaruretini hissettim değerli arkadaşlar. Ne yapıyoruz, 5 inci maddede, genel müdürü atama
yetkisini Başba-kana verdik. Burada ne yapıyoruz, Başbakanın yapacağı işlemi
Meclise yap-tırıyoruz; yani, yürütme organının başını, bu hükümle by-pass
ediyoruz. 5 inci maddedeki dört yıl, genel bir dört yıldır; somutlandırma
kuralıyla, orayla ilişkilendirilemez; anayasal bir açıklama değil. İkincisi ne yapıyoruz, bile bile, Anayasanın bize
vermediği yürütme yetkisini, atama yetkisini, biz gasp ediyoruz; bu, mümkün
değil. Anayasanın sınırları içerisinde egemenlik doğru kullanıldığı zaman,
ancak, anayasal fonksiyon görülebilir. Başka ne yapıyoruz değerli arkadaşlar bu kuralla; bir
kişi için imtiyaz oluşturuyoruz. (A) bankasının genel müdürü kurumsal kanunla
atanmış olmuyor, (B) bankasının ki atanmış olmuyor, Vakıflar Genel Müdürü
Meclis tasarrufuyla atanmış oluyor. Başka bir tehlike, genel müdürün istifa
etmemesi. Genel müdürün ihraç sebebi bir suç işlememesi halinde, bakanın bunu
görevden alması mümkün değil; ancak, kanun değişikliğiyle bu genel müdürü
alabileceğiz. Yani, bir genel müdür için, yasama organı, kanunî teminat o-luşturuyor.
Başka ne yapıyoruz değerli arkadaşlar, belli bir
siyasal partinin koa-lisyon protokolü bölüşümü içerisinde, doğal olarak
iktidarında bulunan bir yürütme alanını veya bir tasarruf alanını, yasa
tasarrufuyla, yine, aynı iktidarın elinde bırakma imkânını getiriyoruz; hiç
önemli değil; ama, siyasal yozlaşmadır. Yarın bir gün, bu genel müdürün görevi
dolduğu zaman, Bakanlar Kurulu veya Başbakan, 5 inci maddeye göre, hizmetin
gereklerine göre ve bu arada geçen süredeki performansına göre atama
yapabilecektir. Değerli arkadaşlar, bu, bir anayasal skandaldır.
Meclisin kabul etmesi halinde, 1960 ihtilalinden sonra, Anayasayla tabiî
senatörlere tanınan imkânlardan belli bir kısmını, bir genel müdür için, yasa
teminatı yoluyla tanımaktır. Kabul edilmesi halinde, ilmî tahlilde Parlamento
itibarının kaldıramayacağı, taşıyamayacağı bir kir ve leke olur; bu, yolsuzluk
anlamında değil; Parlamentonun bu yürütme tasarrufunu, atama tasarrufunu
kullanması bakımından. Ne olur; Anayasa Mahkemesine gitti, denilebilir ki, Anayasa
Mahkemesinin iptal kararı geriye yürümez; değil; Parlamento şart tasarruflarda
bulunamaz ve Anayasa Mahkemesi eşitliğe aykırı olacak veya "kanunların
genelliği" ilkesine aykırı olacak
bu kuralı iptal
ettiği zaman, şart tasarruflar -aynen bizim emekli
iptallerimizde olduğu gibi- etkinliğini ortaya koyar. Benim üzerinde durduğum, yasama organının kendi
egemenliğine, yetkisine sahip olması, ne yürütme organının yetkisini gasp
etmesi ne de yürütme organına kendisini kullandırmaması hassasiyetidir; bu
sorunla karşı karşıyayız. Değerli Bakanımın, bu tahlilden sonra, bu maddeyi
-madem genel müdür de istemiyor- geri alacağı yönündeki inancımı halen
koruyorum... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın İyimaya, lütfen toparlayınız. AHMET İYİMAYA (Devamla) - Tamamlıyorum. Parlamentomuzun, burada "nasıl olsa iktidardan
geldi" şeklindeki genel anlayış içerisinde değil; Anayasayla kendisine
tanınmış yasama iktidarı yetkisini doğru kullanarak akıllı oylar kullanmasını
temenni ediyorum. Bu düşüncelerle, Yüce Heyeti tekrar selamlıyorum. (DYP
ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın İyimaya. Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki konuşmalar
tamamlanmıştır. Şimdi, sorulara geçiyoruz. 4 sayın milletvekilimizin sorusu vardır. Birinci olarak Sayın Arınç. Buyurun efendim. BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkanım, aracılığınızla,
Sayın Bakandan sorum var. Hemen hemen son maddelere geldik; vakit geçmiş olabilir
diye iki konuyu hatırlatmak istiyorum. Sayın Bakanın da ifadeleriyle vakıf eserlerinin tamir
ve restorasyonu için bütçeden ayrılan miktarın 228 milyar lira olduğu söylenildi.
Binlerce vakıf eser, ihtiyaç gösterdiği için, bu paranın çok düşük kaldığını
hepimiz takdir ediyoruz. Biraz evvel bir arkadaşımızın verdiği soruya karşılık,
Sayın Bakan, Vakıfbankın son üç yıllık kâr nispetlerini söylediler. 1997'de 40
trilyon, 1998'de 74 trilyon, 1999'da 85 trilyon lira. Görülüyor ki, Vakıfbank,
her sene, artan bir biçimde kâr ediyor. Dün akşamki oturumda da görüştüğümüz
kanunun ana gerekçesinde ve maddelerinde, Vakıfbankın niçin kurulduğu
anlatılmaktadır. Bunun maddelerinden bir tanesi de bu eserlerin, tamir, tadilat
ve restorasyonlarıyla ilgilidir. Bütçeden ayrılan paranın dışında, Vakıfbankın
sağladığı bu kârlardan bu eserlerin tadilat ve restorasyonları için ne miktar
pay ayrılmıştır? İkincisi; bu kanun çıktığı takdirde (B) grubu hisse
senetlerinin satışından 400 milyon dolar kadar bir gelir elde edileceği ve
Sayın Bakanın ifadelerinden de bu paranın mümkün olduğu kadar hatta tamamının
vakıf eserleri için harcanacağı ifade edilmiştir; ancak, geliştikçe, maddeler
görüşüldükçe bunun bir taahhütten veya vaatten ibaret kaldığı görülüyor. Madde
üzerinde görüşürken, bunun kanun içerisine monte edilecek bir maddeyle daha
sağlıklı hale gelebileceğini düşünmüştüm. Geçici maddeleri konuşuyoruz; bu (B)
grubu hisse senetlerinin satışından elde edilecek miktarın, sadece bu eserlerin
restorasyonu için harcanacağını bu kanun içerisine bir madde olarak koymak
gerektiğine inanıyorum. Sayın Bakan da buna katılıyorlar mı? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Buyurun Sayın Uzunkaya. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakandan
suallerimin cevabını arz ediyorum. Az önce kendileri de ifade ettiler, Vakıflar Genel
Müdürlüğü veya kendi bakanlığına bağlı tek hastane olan Vakıf Gureba Hastanesi,
geçtiğimiz günlerde, iki bakan arasında yapılan bir protokolle, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığına devredildi. Dünya vakıf üniversiteleri -ki, Türkiye de bu kulvarda
yürümeye başladı- vakıf hastaneleri açarken, yaparken, ecdadın, bize, fevkalade
müstesna bir eser olarak bıraktığı bu binayı, neden ellerinden çıkararak SSK'ya
devretme ihtiyacını duydular? Bugüne kadar, Gurebayı Müslimin adı altında olduğu
iddia edilen bu anlayışta kaç tane gayri Müslim vakıf hastanesine gitti,
kapıdan geri çevrildi? Elinde bir envanter var mı? Böyle bir envanter varsa
-hastane uygulamasında böyle bir uygulamanın olduğu zannında da değilim- bunu
sunarlarsa çok memnun olurum. Öbür taraftan, eğer, bu, bir senet şartıdır, biz, bunu
aşamadığımız için elimizden çıkarıyoruz diyorlarsa, kendi bakanlığına bağlı
vakıf senetlerinin talebine muhalif en müstesna eserler dahi amaçları dışında
kullanılmaktadır. Bu konuda vakıf senetlerine bağlılık ve sadakat hususunda
Sayın Bakanımızın özel bir gayreti olacak mı? Az önce soruldu, bu özelleşmede veya özerkleşmede -ki,
ben, bunu, özelleşme ve özerkleşme değil, bu bankanın biraz daha siyasallaşması
şeklinde görüyorum- Başbakan atayacak, kurullar bu şekilde oluşacak; birileri
alacak; ama, buna rağmen hükümet bu atamayı yapacak. Hatta, mevcut genel müdür
devam edecek uygulamalarından anlıyoruz ki, bu banka biraz daha siyasallaşma
kapsamına doğru gitmektedir. Acaba, Sayın Bakanımız bize bir teminat verebilir
mi; özerkleşmesinde, bugün hükümette bulunan herhangi bir üyenin yakınını bu
bankaya alma konusunda herhangi bir angajmanı var mı? Bu konuda duyumları var
mı? Böyle bir durum endişesi olursa, Sayın Bakan, etik açıdan bununla mücadele
etmeyi düşünüyorlar mı? Bir diğer sorum, açık bir şekilde, bu özerkleşmeden
gelecek paralardan bugüne kadar üç yılın kâr envanterini verdiler, bir kuruş
onarıma aktaramadılar; ama, bu özerkleşmeden, bize, şu anda, bu milletin
huzurunda açık bir taahhütte bulunurlar mı ki, özerkleşmesi halinde, gelecek
400 milyon veya 1 milyar doların 200 milyon dolarını camilerin, tarihî
eserlerin onarımına tahsis edeceklerini açıklayabilirler mi? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Sayın Büyüköztürk, buyurun. BiROL BÜYÜKÖZTÜRK (Osmaniye) - Sayın Başkanım,
müsaadenizle Sayın Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum: Sayın Bakanım,
anlaşılıyor ki, bu geçici maddeyle, bürokraside istikrar sağlayarak, yapılacak
işlerin verimli olmasını arzuluyorsunuz. Biliyoruz ki iç ve dış yatırımcılar, bürokratik
istikrardan daha çok siyasî istikrara bakmaktadır. Siyasî istikrar olursa,
bürokratik istikrar ve arkasından güven gelir. Siyasî istikrarın olmadığı bir
yerde, bürokratik istik-rar, iç ve dış yatırımcıya ne derece güvence verir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Bedük, buyur efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkanım,
delaletinizle Sayın Bakanıma iki sual tevcih etmek istiyorum; birincisi, ecdat
yadigârı olan vakıf mallarımızın restorasyonu ve gelecek nesillere aktarılması konusunda gerekli hassasiyetin
gösterilmediği anlaşılıyor; çünkü, parasızlık, ödeneksizlik... Bu, her zaman
tenkit edildi ve bizim de geçmişteki hizmetlerimiz de ifade edildi. Görülüyor
ki Vakıflar Bankası senelik itibariyle 40 trilyon lira kâr etmiş. Yüzde 55
hisse sahibi olan Vakıflar Genel Müdürlüğünün bu paydan niye yeteri kadar
istifade etmediği, gelecekle ilgili olarak Vakıflar Genel Müdürlüğüne düşecek
olan payı ecdat
yadigârı olan Vakıf
mallarının restorasyonunda kullanılması için ne gibi tedbirler
düşünüyor? İkinci sorum; genel müdürün atanmasını kanunla
yapıyoruz. Personel hukukunda bir temel kaide vardır, atanma usulüne dayalı
olarak görevden alınması da aynı usulle yapılır; yani, bir kişi nasıl atanmışsa
aynı usulle de görevden alınır. Getirilen bu hükme dayalı olarak bir bankanın
genel müdürü dört yıllığına tayin ediliyor. Ticarî müessese olan bu kurum,
zarar edebilir, daha sonra bir sıkıntı çekebilir. Herhangi bir suç
işlememiştir, ama zarar etmiştir. Öyle bir noktaya gelinmiştir ki, bunu mutlaka
görevden almak gerekir. O zaman, siz, hangi yasaya dayalı olarak görevden
alacaksınız? Yoksa, bir kanun sevk etmek suretiyle mi Vakıflar Bankası Genel
Müdürünü görevden alma gibi bir durumu tekrar gündeme getireceksiniz?
Özellikle, bunu öğrenmek istedim. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Buyurun Sayın Bakan. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Sayın Başkanım,
önce Sayın Arınç'ın sorusuna yanıt vereyim: "Türkiye Büyük Millet Meclisi
228 milyar uygun gördü" dedim, "bütün para bundan ibaret"
demedim, hiçbir zaman öyle bir ifade kullanmadım. Buna 1 trilyona yakın da, 1
trilyon küsur -Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi olduğu için getirmedim
rakamları- Maliyeden eködenek almışız. Ben, eködenek ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, yani, bütçenin getirdiği rakam bu kadarla sınırlı da demedim.
Dikkat buyurursanız, bunca parasızlığa rağmen, yapabildiğimiz bunca eseri andık değişik vesilelerle. Banka 1999 yılı
kârından 12,5 trilyon para vermiş. Zaten, bankanın yaptığı katkı olmasa,
bütçeyle ancak personel giderlerini,
cari giderleri karşılayabilirsiniz. Yatırıma birkaç trilyon para
ayırabiliyorsunuz. Elbette, bankanın katkısıyla bunu yapmışız. 400 milyon
rakamı, bütün milletvekillerine konuyu arz etmek üzere yazdığım yazıda
kullandığım tahminî rakamdır. Elbette
konjonktürle birebir ilişkilidir; elbette, daha fazlasını da hepimiz arzu ederiz. Zaten, Vakıflar
Genel Müdürlüğünün yetkisinde; kim hisse sahibi ise o hissesinin karşılığını
tasarruf yetkisi hakkı da zaten hisse sahibinindir. Burada Musa Uzunkaya arkadaşımın sorusuyla
bağdaştırarak, söyleyeyim. "Bunun -sözgelişi- 200 milyon dolarını camilere
vereceğiz der misiniz?" Hayır, demem. Neden demem; ne kadar para aldıysa, zaten o Vakıflar
Genel Müdürlüğünün yetkisine girecek, ne kadar harcayabilecekse, personel
giderinden artakalan miktar ne kadarsa, onu zaten yatırıma koymak zorunda. O
noktada da Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetim usulleri yasada belirlenmiş. Dua
edelim, rakam büyük çıksın halka arzda,
daha sonraki satışlarda o, 200'de filan da sınırlı kalamaz; kalırsa, tarihî
eserleri biz arzuladığımız noktaya getiremeyiz. Bu noktada, tabi olduğu denetim
yasaları var; Başbakanlık Yüksek Denetleme; başka başka kurumlar... Zaten,
onlar, denetim altında tutacaklar. Vakıflar Genel Müdürlüğü itibariyle de bu
rakamları başka yerde kullanma yetkimiz olamaz; bir tek şartla, Yüce Parlamento
konuya ilişkin yeni bir düzenleme getirirse... MUSA UZUNKAYA (Samsun) -Sayın Bakan, yasaya koyamaz
mıyız "yüzde" 20 diye? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Koyamayız;
koyamayız, ne gelirse alacağı için koyamayız; kendi malıyla ilgili olduğu için,
kendi tasarruf yetkisindeki... Ben "Vakıf Gurebada gayrimüslimler geri
dönmüştür" demedim. En üzüldüğüm şey, söylemediğim sözlerin bana
gelmesidir; çünkü, ben, sizin herhangi bir sorunuz olduğunda, o sorudan
herhangi biri ne anlamak duru-munda ise onu anlıyorum, başka türlü de, hakkım
olmadığını düşünüyorum; ama "vakıf senedine sadık kaldığınız vakit,
bugünkü hayat içerisinde birçok noktanın çeliştiğini
görüyoruz""diyorum. Fatih Sultan Mehmet Vakfiyesinden örnek vereyim
Maçka'dan Okmeydanına kadar -Sayın Agah Oktay Güner söyledi "dörtte
3'ü" dedi- Fatih'in vakfiyesine baktığınız vakit, eğer, o vakıf senedine
sadık kalmak doğ-rudur diyorsak -belki, teorik olarak doğru- Maçka'dan
Okmeydanına kadar olan bütün gayrimenkullerle ilgili mevcut hukukî düzenin güvencesi
altındaki mülkiyet hukukunun, tamamen zıt bir görüntü ortaya çıkarttığını
görürsünüz "fiilî imkânsızlık" dediğim, o. Bir başka husus; Murat Paşa Vakfiyesi, Antalya'da
"Falez'e kadar" diyor. Bugün için "Murat Paşa Vakfiyesinin
senedine uygun bir Antalya olsun" derseniz, Antalya'yı yeni baştan
yapmanız lazım. Ne olmuş; kaygınıza katılıyorum; belediyeler gelmiş "yeşil
alan " demiş, inşaat yapmışlar; ne bileyim, zaman zaman devletin başka
kurumları yapmış, sadece suçu.belediyelere atmayalım SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara)- Şahıslar yapmış. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Şahıslar yapmış.
Yani, kim ne imkân bulabiliyorsa, ses çıkartılmayan bir ortamda ya da ses
çıkmayana kadar, almış götürmüş. Böyle bir noktada, bu vakıf senetlerini,
aslına uygun bir şey yapalım dediğiniz zaman, allak bullak etmeniz lazım. Bu noktada da, yani, Musa Bey, Maçka'dan Okmeydanı'na
kadar gözünüzün önüne bir getirin İstanbul'u; Murat Paşa'da da, Falez'e kadar
bir getirin. Bursa'dan vereyim örnek -Altan Bey çok daha somut bilebilir- ne
bileyim, Manisa'dan vereyim, Balıkesir'den vereyim... Hangi ilden derseniz
deyin, bu örnekleri bulabilmek mümkün. Şimdi, Vakıf Gurebada ne oldu? Vakıf Gureba'da, bana
verdikleri rakamla, gariban sayısına bakıyorum ben; 12 000 civarında bedava
teşhis- tedavi diyelim, 13 000'e yakın bir rakam. Hastanenin yatak kapasitesine
bakıyorum- biz, Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak, ayda 250 milyar katkı sağlıyoruz
oraya, yılda 3 trilyon
demek; biz, bu katkıyı sağlıyoruz- 600 yatak kapasiteli diyoruz. Hastane
bahçesine bakıyoruz- burada, bir bilgi daha sunayım- o Vakıf Gureba
Vakfiyesiyle oluşturulan mekân, bir başka vakfın da 80 dönüm arazini gasp
etmiştir; aynı, demin söylediğim usul çerçevesinde. Şimdi, o mekânda, mevcut
600 yatak kapasitesinin ne kadar artabileceğine bakıyorum. 250 milyarı bütçede
koymuşuz; ama, ben o kapasite artırımına gittiğim vakit, gitmek istediğim
vakit, 10-15 trilyon daha harcamak durumundayım; ona imkânım yok. İstanbul'a
bakıyorum, İstanbul'daki gariban sayısına bakıyorum; doğru dürüst bir sistem
kurulduğunda, kapasite kullanım oranı artırıldığında, benim yaptığım hesaba
göre, 1 milyon hasta orada tedavi görürse -ben, yaptığım sözleşmede yüzde 10
demişim- asgarî 100 000 garibanı, kimliğine bakmaksızın, sadece gariban olması
hasebiyle orada tedavi ettirmek mümkün. Şimdi, matematik bir gerçek var; 10 000
tane garibanı tedavi ettirebilir konumdan, 90 000 kapasite artışıyla 100 000'e
getirdiğimiz vakit, herhalde, vakıf kurucusunun iradesini de yerine getirmiş
oluruz diye düşünüyorum. "Vakıflar Bankasının satışıyla ilgili, bir kere,
Bakanlar Kurulunda şöyle şöyle dediniz..." Böyle sorular sorulur,
muhalefette biz de çok sorduk, zaman zaman birtakım şeyler duyummuş gibi
sunulur. Hiç endişeniz olmasın, biz bu titizliği... Bakın, demin, genel müdürün
4 yıllık süresiyle ilgili, üstüne basa basa açıkladım, yasayı nasıl
dolanabileceğimizi de, Yasama Organının huzurunda söyledim, "fiilen bu
imkân var" dedim; ama, eğer, biz yüzde 20'yi halka arz etmezsek... Hisse
senetleriyle ilgili de söyleyeyim; diyelim ki 300 000 kişi hissedar oldu yüzde
20'de. 300 000 kişiden, ben 1 kişilik veriyorum, vermek durumunda değilim.
Halka açık bir şirket olduğum için, halka arz yoluyla hisse sahibi olan
hissedarlara 1 kişi veriyorum. Yönetim hakkı başka bir şeydir, mülkiyet hakkı
başka bir şeydir. Benim, mülkiyet hakkıyla ilgili yasa tasarısı getirebilmem
mümkün değildir; ama, varsayalım ki getirdim, sizin kabul etmeniz mümkün değil.
Mülkiyet hakkı Anayasayla güvence altına alınmış; ama, orada yapılan, hisse
kompozisyonunda yapılan yönetim sayısı, sadece yönetim hakkıyla ilgili bir
husus. Eğer, onun matematik açılımına bir parça dikkat
buyurulursa görülür ki, 4 tanesi yüzde 55'e diyoruz; yani,(A) grubuna. Tabiî ki yönetim kurulu 9 kişilik olacak.
Eğer, yüzde 50'den fazlasını bir hakikî şahıs ya da hükmî şahıs almışsa, o
paranın karşılığında da yönetim hakkına sahip olması işin doğası gereği; ama,
(B) grubunda 300 000 kişi olmuşsa, ben, onlarda, temsilen 1 kişi diyorum. (C)
grubunun da daha müşahhas bir şeyi var. Dolayısıyla, mülkiyet hakkını yönetim
hakkıyla karıştırmamamız lazım. BAŞKAN - Sayın Bakan, süreyi 6 dakika aştık. Diğer
sorulara geçmeniz mümkün mü efendim? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Hay hay, ben,
bitirmemi emrettiniz zannettim... Grup Başkanvekilimiz Sayın İsmail Köse'nin sorusu, bu 4
yıllık süreyle... İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Ben soru sormamıştım. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Pardon, özür
dilerim, önce sizin adınızı yazmıştım. BAŞKAN - Sayın Arınç'ın sorusu muydu acaba? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Evet. Siz, demin sorduğunuz için; kusura bakmayın. Tabiî ki, istikrarla ilgisi var; ama, sonuçta, biz,
sadece iç piyasaya seslenmeyeceğiz bu yasa tasarısı kabul buyurulursa. Sonuçta,
aktif toplamı 6 milyar dolar yapan... Musa Uzunkaya arkadaşıma özel bilgi
sundum, sizlerle de paylaşmak zorundayım; uluslararası kabul gören kurallara
göre üçte 1'e yakın bir oran, gerçek değerde aktif toplamın üçte 1'e yakın bir
oranı gerçek değerde hesaba alınır dedim. Dolayısıyla, ben, uluslararası yatırımcılara da hitap
edeceğim için, burada yapılan görüşmeleri, dünyanın dört bir yanındaki tüm
uluslararası yatırımcılar virgülüne kadar takip ettikleri için, o insanlara bir
şey söylemem lazım. Eğer, genel müdürün yarın göreve gelip gelmeyeceği hususu
başbakanın iki dudağının arasındadır dersem, öyle derse Yüce Parlamento, ben,
bu bankanın özerk olduğunu; ki, hepinizin arzusu diye anlıyorum, siyaset
kamudan elini çeksin, kamu bankalarından elini çeksin düşüncesini âdeta
Parlamentonun bir emri gibi algılıyorum; elbette, niçin Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı yapmadı eleştirisini, muhalefet şerhini de, sorumlusu olmaktan gene
gurur duyduğum Özelleştirme İdaresine verilmiş bir güvenoyu olarak algılıyorum;
ama, kabul buyurunuz ki, Vakıfbankla ilgili kanun tasarısı tam bir yıl önce
verilmişti. Arkasından yetki kanunu çıktığı için işlemleri hızlandırabiliriz
dedik. Kanun hükmündeki kararnamemiz haziran ayında imzalanmıştı. Eğer, kanun
hükmünde kararname iptal davasına konu olmasaydı, şu anda bizim kasamıza yüzde
20'ye yakın oranın parası çoktan girmişti ve biz, çoktan, sizlerle birlikte,
hangi yörede, hangi tarihî eserin onarımına başlayacağımıza karar vermiştik. Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, benim
sorularıma cevap verilmedi efendim. BAŞKAN - Efendim, 2 dakika daha süre veriyorum;
lütfen... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Acaba, bizim sorularımız
dikkate alınmıyor mu Sayın Başkan? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Özür diliyorum. Bankadan Vakıflar Genel Müdürlüğüne ayrılacak pay idi.
Demin arz ettim, ben, banka olarak, 1999 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğüne
12,5 trilyon para vermişim. Banka, kendi kulvarında yarıştığı diğer bankalarla
özel banka zihniyetiyle yarıştığı ve yarışmaya devam edeceği için ve yarışmak
zorunda olduğu için, sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, sürekli bir sermaye
artışına gitmekle yükümlü. Gitmediği zaman, biz, Vakıflar Genel Müdürlüğüne
diyelim, üç kuruş fazla para aktarabilme uğruna, bankanın istikbalini riske
etmek durumunda oluruz; ama, sermaye artışlarını yaparken, bunun yanı sıra da,
demin arz ettiğim gibi, 1999 yılında 12,5 trilyona yakın para vermişiz.
Örneğin, dün, Veysel Karani Hazretlerinin türbesi demiştim. Buna benzer
yerleri, biz, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütçe imkânlarıyla değil, Vakıfbankın
desteğiyle yapabilmişiz. Aynı zihniyetle, yanı metodolojiyi izleyeceğiz. Genel Müdürün görev süresiyle ilgili de, sanıyorum
demin ki açıklamalarım yeterlidir. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim; süreyi bir hayli
aştık. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, kanunla
görevden alma mecburiyetinde kalacaktır; bunun cevaplandırılmasını istiyorum. BAŞKAN - Birkaç defa söylendi efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Ama, halen, daha, Sayın
Bakan ısrar ediyor, yanlış yapıyor. BAŞKAN - Israr ediliyor, değiştirilmiyor, önerge
verilmiyor. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Yarın sıkıntıyı kendisi
çekecek. BAŞKAN - Binaenaleyh, ben, maddeyi bu şekliyle oylamak
durumundayım. Geçici madde 1'i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Geçici madde 2'yi okutuyorum: GEÇİCİ MADDE 2. - 6219 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesinin üçüncü fıkrası, 15 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları ile
bu Kanunla değişik 16 ncı maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları Vakıflar
Genel Müdürlüğünün (A) grubu hisselerdeki payı % 50 oranının altına düşünceye
kadar geçerli olmaya devam eder. BAŞKAN - Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Doğru
Yol Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya'dadır. Buyurun efendim. Süreniz 10 dakika. DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) - Sayın
Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmama başlamadan önce, şahsım ve
Doğru Yol Partisi Grubu adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Esas konuya girmeden önce, dün, 17 nci kuruluş
yıldönümünü kutladığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin, gönül isterdi ki,
burada, Sayın Dışişleri Bakanı tarafından, özel bir gündemle, Mecliste dile
getirilmesi ve dolayısıyla, gruplara da söz hakkı tanınması açısından fevkalade
isabet kaydederdi; çünkü, son günlerde, Türkiye üzerinde, fevkalade ciddî,
hassas ve dessas oyunlar oynanmaktadır. Avrupa Birliğinin son ortaklık senedinde ve Avrupa
Parlamentosunda alınan kararlar, âdeta, asırlar boyu dünyaya adaletle hükmeden
ve dünyaya devlet olma dersini veren benim büyük milletimin ve devletimin, emir
alma şeklinde telakki ederek karar almaları, fevkalade çirkin, fevkalade edep
dışı bir usul tarzı. (Alkışlar) Bunu, Yüce Meclisimin huzurunda kınıyorum ve
Büyük Meclisin, Türk Milletinin harsına ve Türk Milletinin haysiyetine aykırı
olabilecek hiçbir tarzın, hiçbir davranışın, bu Meclis tarafından ve bu
milletin temsilcileri tarafından kabul görmeyeceğini, huzurlarınızda, ifade
etmek istiyorum. (Alkışlar) Bunu bu şekilde belirttikten sonra, inşallah,
önümüzdeki günlerde, dış politikayla ilgili verdiğimiz Meclis genel
görüşmesinde bu konuları detaylı olarak dile getireceğiz; çünkü, hakikaten,
hassas bir konu, hakikaten, Türk Milletinin temsilcileri olan Meclisin üstüne
ölü toprağının serpilmediğini ve dolayısıyla, millî meselelerde yekvücut olarak
o meselelerin üzerine nasıl gittiğini ve nasıl bir tavır takındığını bu Meclis
o gün gösterecektir. (Alkışlar) Değerli arkadaşlarım, vakıf, Türk dehasının ve benim
atalarımın engin dehalarından tezahür eden fevkalade önemli bir müessese.
Vakıflar, öyle, söylenip de geçilecek veyahut da geçiştirilecek bir konu değil.
Tarih boyunca, Anadolu'da, Balkanlarda ta Viyana'ya kadar, Kuzey Afrika'da,
Ceziret-ül Arap'ta ve Kırımda, Kafkasya'da, gittiğiniz her yerde, benim
atalarımın o engin dehasının tezahürü neticesinde, insanlığa hizmet etmek için
hanlar, hamamlar, kervansaraylar, camiler, medreseler, darüşşifalar, darülelhanlar
şeklinde daha nicelerinin yapılmış olduğu bu müesseseler ve bu müesseselerin
işte orada mevcudiyeti eğer olmamış olsaydı, bugün Balkanlarda Türk izlerine
rastlamak mümkün değildi. Evladı fatihan bugün orada, ben burada atalarımın
yadigârıyım ve onların bekçiliğini yapıyorum diyebiliyor ise, işte o eserlerin
neticesindedir. (Alkışlar) Benim tapu senedimdir, benim atalarımın bana emanet
ettiği kutsal emanet, kutsal imzamdır. İşte, onun için, Balkanlar, bugün,
Bosna-Hersekli siyasal mezunu bir bayanın söylediği gibi, o sırada, o 200 bin
insan, insan haklarının havarisi geçiren Avrupa'nın gözü önünde hunharca
katledilirken şöyle diyordu biz Türklere: "Bugün buradaki mücadele,
İstanbul savunması ve savaşı mücadelesidir." Eğer bunu kaybedersek, mesele
taa oraya kadar dayanır. Onun için, vakıfların mevcudiyeti, orada, benim
dünyadaki adaletimi gösterir. Yapılan bir darülelhanda, darüşşifada, sosyal
amaçlı olarak, o eserin idamesi ve devamı için, atalarım, hiç, din, ırk, mezhep
farkı gözetmeksizin, oradan herkes istifade eder diyor ve şu şu şu
gayrimenkullerim, yalnız bu eserlerin insanlığa hizmet edebilmesi için ebediyen
kullanılacak ve buna aykırı hareket edenlerin, Allah'ın laneti üzerine olsun
diye de altına beddua etmektedir. Onun için, vakfın gayesi dışında kullanılması kesinlikle
mümkün değildir. Niye bunları söylüyorum; Sayın Bakanım, günlerce
beyanatlarınız var; ama, ben arzu ederdim ki, diğer bankaları özelleştirdik
(Ziraat Bankası, Emlak Bankası, Halk Bankası) ama, Vakıflar öyle değil. Yahya
Kemal öyle diyor; "Bak hele şu dağları örten kara, kar değil atamın ak
saçları." (Alkışlar) Atamın ak saçları oradakiler. Karpatlar'ı,
Bosna-Hersek'i, Makedonya'yı gezen ve oradan gelen Yahya Kemal'in, "atamın ak saçları" dediği, atalarımın
şehit kanlarından fışkırarak yücelen bir Selimiye'nin oradaki uzantısıdır.
(Alkışlar) O sebeple, Vakıflar, sırf bu ata yadigârı olan
eserlerin tamiri ve restorasyonu için bu hizmetin devamı ve bu benim millî
imzam olan, millî senedim olan, millî tapum olan, benim hikmeti vücudum olan bu
eserlerin, orada hayatiyetini, orada devamlı olarak kalışını sağlamak için,
gelirlerinden oraya tahsisi içindi. Fakat, bugün, geçici 2 nci maddeyi ve
tamamını incelediğimiz ve tetkik ettiğimiz zaman, bu eserlere, bu hizmetlerin
tamiri ve restorasyonu için keşke özel bir madde, bir kaide koymuş olsaydınız ve
oraya, "evet, bu eserlerin dışında, biz, yüzde 50'nin altına şu anda...
(A) ve (B) grubu hisse senetlerinin toplamı yüzde 75 eder ve bunlar, Vakıflar
Genel Müdürlüğüne ait; ama, bu hisseleri serbest bırakıyoruz, satışa
çıkarıyoruz. Bunu yaptığımız zaman, yine buradan elde edilecek gelirler,
Vakıflar Genel Müdürlüğündeki özel fonda muhafaza edilecek ve dolayısıyla bu
gelirler bu hizmetin dışında hiçbir yere sarf edilmeyecek" deseydiniz,
tahmin ederim ki bu endişelerimizi bertaraf etmiş olurduk. Ben isterdim ki, şeffaflığı hükümetin programına koyan
bir 57 nci hükümet, keşke, bunu ispat etmek için, bu bankaların
özelleştirilmesi sırasında buraya gelseydi ve şeffaflığını... Bütün millet
sabırsızlıkla bekliyor, gözü kulağı şu anda Meclisin üzerinde. Boşaltılan
bankalara 10,5 milyar Amerikan Doları vererek... Bunu niye verdiğinin sebebini
izah etseydi ve bunun teminatı var mı yok mu, onu vatandaşa açıklayabilseydi...
Ama, bu şeffaflığı gösterememiş ve dolayısıyla vatandaşın endişesini
giderememiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Çetinkaya, lütfen toparlar mısınız. M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
deminden beri söylediğim bir hususu, vakfın önemini, izin verirseniz -bu,
benim, atalarıma karşı olan bir vefa borcumdur- sırf bir vakıf senedinin küçük
bir özetini, Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin bir vakfiyesiyle ilgili
olarak, sizin huzurlarınıza getirmek istedim. Onun için, vakıf önemli diyorum. Bakınız ne diyordu Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri: "Ben ki İstanbul Fatihi abd-i aciz Fatih Sultan
Mehmet, bizatihi alun terimle kazanmış olduğum akçelerimle satun aldığım
İstanbul'un Taşlık mevkiinde kain ve malûmu'l-hudut olan 136 bap dükkânımı
aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. Şöyle ki: Bu gayri menkûlatımdan elde olunacak nemalarla
İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir
kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde
bu sokakları gezerler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu
dökeler ki yevmiye 20'şer akçe alsınlar; ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de
yara sarıcı tayin ve nasp eyledim. Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul'a çıkalar,
bilâistisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise
şifası ya da mümkün ise şifayab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık
beklemeksizin Darülacezeye kaldırılarak orada salâh bulduralar. Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vâki
olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah, ehli erbaba
verile. Bunlar ki hayvanat-ı vahşiyenin yumurtada veya yavruda olmadığı
sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki zinhar hastalarımızı gıdasız
bırakmayalar." En önemlisi, son paragraf..."Ayrıcı külliyemde
bina ve inşa eylediğim imarethanede, şehit ve şühedânın harimleri
ve Medine-i İstanbul fukarası -yani, İstanbul Şehrinin fukaraları- yemek
yiyeler." Bakınız, yardımın önemine en güzel, örnek bir tablo. "...Ancak,
yemek yemeye veya almaya bizatihi kendûleri gelmeyûp, yemekleri güneşin loş bir
karanlığında ve kimse görmeden kapalı kapılar içerisinde evlerine
götürüle." İşte yardım bu, işte vakfın önemi bu. Onun için, biz,
bunun üzerinde hassasiyetle duruyor ve titriyor ve diyoruz ki, ata yadigârı
olan bu eserler, ancak bununla restore ve idame edilecektir. Bu konuda
hassasiyetin gösterilmesi, en tabiî hakkımızdır. Bu duygu ve düşüncelerle, beni dinlemek lütfunda
bulunduğunuz için hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çetinkaya. Fazilet Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın
Yakup Budak; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. FP GRUBU ADINA YAKUP BUDAK (Adana) - Sayın Başkan,
değerli üyeler; sözlerime başlarken hepinize saygılar sunuyorum. Üç gündür, burada, kamu bankalarının
özerkleştirilmesiyle ilgili yasa tasarıları üzerinde konuşuyoruz; bugün de,
Vakıfbank'ın özelleştirilmesiyle ilgili yasa tasarısı üzerinde konuşuyoruz. Benim söz aldığım maddede de, yine, bankanın (A) grubu
hisse senetlerinin yüzde 50 oranının altına düşünceye kadar bunun devam
edeceği, yüzde 50 oranının altına düşünce de ilgili maddelerinin sona ereceği
beyan edilmektedir. Esas burada, üzerinde durulması lazım gelen, (B) grubu
hisse senetleridir. Sayın Bakan "bu (B) grubu hisse senetleri Vakıflar
Bankasının kasasındadır; ama, bir peçete kâğıdı kadar da değeri yoktur"
diyor. Elbette katılacağız; Sayın Bakan böyle bir ifadede bulunuyorsa, buna da
katılmamız gerekiyor; fakat, benim üzerinde durmak istediğim esas konu, Sayın
Bakanın da nezaket ve nezahetiyle bağdaştıramadığım "konu, Yakup Budak
tarafından çarpıtılıyor" dediği için de bir atıfta bulunmak istiyorum. Şimdi, kendi göndermiş oldukları yazıda, açıklayıcı
bilgi notunda, 13 Haziran 2000 tarihinde bize diyorlar ki: "(B) grubu
hisseleri, ancak, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle, aynı gruba dahil
hissedarlar arasında alınıp satılabilmekte veya bu grupta istekli çıktığında
satılmak üzere Vakıflar Genel Müdürlüğünce satın alınabilmektedir." Burada, dikkat edilecek olursa, (B) grubu hisseleri,
ancak kendi gru-bunda olan hissedarlar tarafından alınabilmektedir; yani,
mülhak vakıflar ta-rafından alınabilmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğünün bu
hisseleri alması, Vakıflar Genel Müdürlüğüne, onun mülkiyet hakkını doğurmuyor,
başka mülhak vakıflara satma hakkı
veriyor; yoksa, onları kullanma hakkı vermi-yor. İşte, burada, bizim üzerinde durmak istediğimiz konu...
Ben, bu konu-yu, bu şekliyle, mülhak vakıfların haklarının hiçbir surette
satılamayacağını ifade ettim. Sayın Bakan, konunun çarpıtılması olarak ifade
buyurdular; a-ma, ben, Sayın Bakanın zyhulen söylediği kanaatini taşımak
istiyorum bu konuda. Burada, bizim, ne çarpıtmamız söz konusudur... Sadece,
ilgili Vakıflar Yasamızda diyor ki "alınamaz ve satılamaz; ancak, kendi
grubunda olan hissedarlar tarafından alınır satılır; eğer onlar alamıyorlarsa,
zamanı geldiğinde, aynı grupta olan hissedarlara satılabilmek için, Vakıflar
Genel Müdürlüğünün uhdesine alınır." Sayın Bakan da, zannediyorum, kendi
açıklamaları olduğu için, burada, ayrı bir çarpıtmanın olduğunu da herhalde
söyleyecek değiller. Tabiî ki, Sayın Bakanım, burada, güzel ifadelerde
bulunuyorlar; kendi-lerine müteşekkiriz; ama "işte, efendim, burayı
özerkleştiriyoruz, siyasî etki-lerden de kurtarıyoruz" diyorlar; fakat,
getirdikleri tasarıda, yönetim kurulu-nu, genel müdürü Başbakan atıyor ve aynı
zamanda dört yıllık atamayı da birlikte yapıyor, yönetim kurulları tespit
ediliyor... Bu, nasıl bir özerkleştirme oluyor; anlamak mümkün değil! Bütün bu işlerin temel sebebi de nedir? "Bu
tasarıyla, aynı zamanda, bankanın yönetiminde idarî özerklik de
sağlanarak, üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanan kamu bankalarını
siyasetin etkisinden arındırma politikası tam olarak
gerçekleştirilecektir" diyorlar. Yani, Başbakan atayacak, yönetim
kurulunun atamasını siyasiler yapacaklar; ama, tam olarak da siyasetin gölgesi
bunun üzerinden kalkmış olacak... Sayın Bakan bunları ifade ettiği için ifade
etmek gereğini duyuyorum; yoksa, siyasî etki, aynı şekilde devam edecektir. Sayın Bakan diyor ki -biraz önce bir arkadaşımız da-
tahtında müstetirdir, buraya yazılmamış da olabilir; dolayısıyla, buradan
elde edilecek bütün gelirler, işte, vakıfların tamiri için harcanacaktır diyor; ama, Sayın Bakanın
ifadelerinden anlıyoruz, elde edilecek
gelirin yüzde 10'unun bile, vakıf eserlerinin tamiri için harcanacağına, Sayın
Bakan "bu konuda söz veremem veya gerçekleştirileceği konusunda bir teminatta bulunamam"
diyor. Ondan sonra da,
sürekli, vakıf eserlerimizin içimizi dağlayan durumlarını
da göz önünde bulundurmak suretiyle,
bir an önce bunun özerkleştirilmesi gerektiğini ifade
buyuruyorlar. Burada ben şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum:
İşte, Vakıflar Bankasının yüzde
75 hissesi Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir, mülhak vakıflar da dahil olmak üzere. 1999 yılındaki kârı 85
trilyondur. Bu kârdan ancak 12 trilyonu Vakıflar Genel Müdürlüğüne aktarılabilmiştir ve Vakıflar Genel
Müdürlüğünün de tamir ve onarım için
harcayacağı para, bütçe kaynaklarından 228 milyar ve Maliye
Bakanlığı kaynaklarından aktarılan rakamlarla
1,5 trilyonu bulmuyor. Peki, şimdi, banka çalışırken, kâr ederken bu rakamlar harcanamazken, acaba bu elde edilen rakamlar nasıl harcanacak?
Şimdiye kadar olduğu gibi, Sayın Bakan
kabul etse de etmese de, uygulama
elindedir, söyledikleri sözler, ifadeler huzurumuzdadır, dolayısıyla, bu
bankadan elde edilecek kârlar, bu tarihî ecdat yadigârının tamiri, onarımı için değil,
bu hükümetin yamaları için
harcanacaktır. Şimdi, Sayın Bakan
Bezmi Âlemle ilgili olarak "erik
bahçeleri var, pırasa tarlaları var" diyor. İstanbul'un yüzde 75'i vakıftı. Eğer biz bu vakıf eserlerine sahip çıkamamışsak, vakıf
eserlerimiz bu hale dönüşmüşse, bunun
sorumlusu da, elbette iktidarlardır. Niye?.. İstanbul'un yüzde 75'i vakıf.
Bu camilerimizin, köprülerimizin, hanlarımızın, hamamlarımızın tamiri
ve onarımı, buralarda yaşayacak ve
hayatını sürdürecek olan insanların geçimleri için de elbette
tahsis edilmiş gelirler vardı; ama, her ne hikmetse, bu zamana kadar gelen
bütün hükümetler -şu şekilde veya bu şekilde ayırmak
istemiyorum; ama, onlar bellidir-
âdeta, vakıf mallarını, gelir getirecek olan, vakıfları ayakta
tutacak olan, tamiratını, bütün giderlerini karşılayacak, hastaların
ihtiyaçlarını karşılayacak bütün gelir kaynakları ne yapılmıştır; haraç mezat
satılmıştır. Ondan sonra da, şimdi,
belki bu vakıflardan elde edilen kârlarla oluşturulan Vakıflar Bankası da
satılmak suretiyle, bir defada olacak, satılacak; bundan sonra bu eserlere kim
sahip çıkacak demeden de edemiyoruz. Bizim medeniyetimiz, bir vakıf medeniyetiydi.
Gerçekten, bizim ecdadımız vâkıf insanlardı, vakfetmişlerdi; ama, maalesef,
biz, o ecdadın torunları olarak övünüyoruz; ama, biz de, herhalde, vâkıf değil
de gasıp durumuna düşmüş oluyoruz. Dolayısıyla, eserler meydandadır. Onun için,
muhakkak surette, bizim bir türlü benimsetemediğimiz, çocuklarımıza öğretme
noktasında da sıkıntı çektiğimiz o Osmanlı döneminde, sosyal işlerin, adlî
işlerin, eğitimin, hastanelerin bütün gelirleri ve giderleri, âdeta, toplumun
bütün sosyal ihtiyaçları, hastaların, hastanelerin bütün ihtiyaçları;
yükseköğretimin, ortaöğretimin, bütün medreselerin ihtiyaçları bu kaynaklardan
karşılanıyordu, hatta, bilmem yaralı leyleklerin ihtiyacını karşılayacak,
bakımını yaptıracak ölçüde de bir vakıf medeniyeti kurulmuştu. Biz, yıka yıka
geldik; bu medeniyeti, bugün, onların kurdukları ve yüzyıllardır yaşattıkları
eserlerimizi koruyamayacak, o eserlerden toplanan paralarla oluşturulmuş bir
bankayı da satmak suretiyle bu hükümetin yamalarına eklemek istiyoruz. Olan
budur. Yarın sattık; 2 milyar dolara, 3 milyar dolara, 5 milyar dolara... Ben
inanıyorum -Sayın Bakan ne söylerlerse söylesinler, ifadelerden de onu
anlıyorum- yüzde 10'unu bile harcayamayacaktır. Kaç tane eserin tamiratına bu satıştan
elde edilen gelirler ulaşacaktır, kaç tanesini sağlayacaktır? Bu mümkün değil;
bu kafayla mümkün değil. Bu iktidarın düşündüğü tek şey vardır, nereden para
bulurum, kimden nasıl para çıkarabilirim -biraz sonra gelecek vergiler, yine,
katlanarak, 10 katına, 5 katına çıkarılmak suretiyle- nereden, âdeta, sinekten
nasıl yağ çıkarabilirim, ıspanaktan nasıl yağ çıkarabilirim, vatandaşın
neresinden ne bulabilirim, hangi kanunî boşluktan, hangi konudan istifade etmek
suretiyle bu yamalarımı, bu soygunlara, vurgunlara para bulurum gayreti ve
zihniyeti içerisindedirler. Meclisin önüne getirdikleri kanun tasarılarının
tamamı da bu gayeye matuftur. Onun için, ecdadımızın eserleri dediğimiz,
yadigârı dediğimiz eserleri kendi emellerimize de alet
etmeyelim."Hükümetin paraya ihtiyacı var diyelim, memur maaşını ödeyecek
diyelim; "IMF böyle istiyor, Dünya Bankasından krediyi alabilmemiz için bu
bankanın özerkleştirilmesini istiyor, onun için de bunu yapmak
mecburiyetindeyiz deyin; hiç değilse, mesele, bütün gerçekliğiyle ve
çıplaklığıyla, hem kamuoyunun hem de Meclisimizin huzuruna gelmiş olur, oy
veren arkadaşlarımız da ne yaptıklarını gönül rahatlığıyla ifade etmiş olurlar,
yoksa, birtakım süslü ifadelerin arkasına sığınarak, Sayın Bakanın birtakım
süslü ifadelerle, şöyle yapacağız, böyle yapacağız demesiyle gerçek
değişmeyecektir. Onun için, muhterem arkadaşlar, ben, vakıflarımızın bir
eserini daha yok ettiğimiz kanaatindeyim. Özerkleşsin, siyasetin dışına çıksın;
elbette bunu kabul ediyoruz; ama, bu yüzde 20'lik dilimi satarken, bu vakfeden
insanların eserlerine sahip çıkmıyoruz, yine bir satış yolunu buluyoruz. Bundan
dolayı da, kalplerimizin müsterih olması mümkün değildir ve bu vakıf
medeniyetine sahip çıkmamız da mümkün değildir. Sayın Bakanım çok iyiniyetli olabilir. İyiniyetli
olmak, yapılan işin de iyi olduğunu göstermez. Zaten, yeryüzünde iyi yaptığını
zanneden birçok insanın yaptığı şeylerin neticesi, kendisine bile, netice
itibariyle, kötülüğü beraberinde getirmiştir. Sayın Bakanım, duanın ve
bedduanın ne olduğunu, vebalin ne olduğunu bilen insanlarız diyoruz, bundan da
mutluluk duyuyoruz; ama, yaptığımız işlerden de milletin duasını mı alıyoruz,
yoksa bedduasını mı alıyoruz? Bilmek istiyorsak, caddeye, sokağa çıkarız, esnafı
ziyaret ederiz, çiftçiyi, köylüyü, emekliyi ziyaret ederiz; yaptığımız işlerden
dolayı, Meclis olarak, iktidar olarak, muhalefet olarak dua mı alıyoruz, beddua
mı alıyoruz, o zaman gerçek yüzüyle ortaya çıkar. Onun için, sadece iyiniyetlerle, birtakım... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Budak, lütfen toparlayınız. YAKUP BUDAK (Devamla) - ...ecdat yadigârı eserleri
ortaya koymak suretiyle de kendi açıklarımızı kapatmanın yolunu da bulmamalıyız
diyorum. Bu duygu ve düşüncelerle hepinize saygılar sunuyorum.
(FP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Budak. Madde üzerinde şahıslar adına söz talebinde bulunanlar;
Sayın Polat, Sayın Ayhan, Sayın Tunç. İlk olarak, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?..
Yok. Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok. Elazığ Milletvekili Sayın Ahmet Cemil Tunç?.. Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakikadır. AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) - Sayın Başkan, değerli milletvekili ar-kadaşlarım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Görüşülmekte olan kanun tasarı-sının da
milletimize faydalı olmasını diliyorum. Bilindiği gibi, Vakıflar Genel Müdürlüğünün Türkiye'nin
çeşitli yerlerinde gayrimenkulleri var. Kurum, âdeta gayrimenkul zengini;
onbinlerce gayrimenkul... Ayrıca, bir de, Genel Müdürlüğün uhdesinde bulunan
eski eserler, tarihî eserlerimiz var. Genel Müdürlüğe verilen görev, hem bu
vakıf gayrimenkullerini değerlendirmek hem de tarihî eserleri onarmak, gelecek
nesillere bu tarihî eserleri aktarmak. Zaten bankanın kuruluş amacı da, kuruluş
maksadı da budur. Denilmiş ki, bankayı kuralım, kaynak bulalım, elde edilecek
kaynakla hem vakıfların gayrimenkullerini değerlendirmek suretiyle vakıf
hizmetlerinin devamını sağlayalım hem de ecdadımızdan bize miras kalan tarihî
eserleri gelecek nesillere taşıyalım. Bu maksatla banka kurulmuş. Ancak, bırakın bankanın bu hizmetleri yapmasını,
gördüğümüz o ki, banka, âdeta, Genel Müdürlüğü bir sünger gibi emmiş. Banka,
her yıl sermaye artışına gitmiş ve Genel Müdürlüğe demiş ki, şu kadar sermaye
getir, koy; ama, genel müdürlüğün elinde, koyacak parası yok; o zaman
"benim param yok; İstanbul'da, Levent'te, falan yerde şu kadar metre arsam
var, bunu sana sata-yım" demiş ve bu şekilde, sermaye artışı diye diye
Vakıflar Genel Müdürlüğü, çok kârlı, çok faydalı arsalarının çok büyük bir kısmını
bankaya vermek durumunda kalmış. Şimdi, İstanbul'un en güzel yerlerinde ve
Türkiye'nin değişik yerlerindeki en güzel yerler, bu şekilde, Genel Müdürlüğün
elinden çıkıp bankanın eline geçmiş. Banka, âdeta, Genel Müdürlüğü tüketmiş,
bitirmiş. Gördü-ğümüz o. Tarihî eserlerimiz için de, bugüne kadar, bu son bir
iki yılı hariç tuttuğumuz takdirde, bankadan tarihî eserlerin oranımı veya
Genel Müdürlüğün ihtiyacı için tek kuruş ayrılmış falan değildir; yani, Genel
Müdürlük, bankadan da istifade edememiş, bankanın vakıflara bir katkısı falan
da olmamış. Dolayısıyla, şunu söylemek istiyorum: Bankanın bu
şekilde muhafazasının Genel Müdürlüğe bir katkısı söz konusu değil; olmamıştır,
bu anlayışla, bu düşünceyle olmayacak da.
Tarihî eserleri onarmak, vakıf gayrimenkullerini değerlendirmek bugüne
kadar mümkün olmadığı gibi, bugünkü haliyle, banka imkânlarıyla, bunlara bir
şey yapmak da mümkün değil. Ancak, ifade edildiği gibi, bu banka satışından
elde edilen gelirle de vakıf eserlerinin onarılabilmesi için, bir defa,
öncelikle, bunun teknik altyapısının hazır olması lazım; ama, şu anda, Vakıflar
Genel Müdürlüğünün, satıştan elde edilebilecek bu parayı kullanma kabiliyetinin
olmadığını da biliyoruz. Kaldı ki, görünen, Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçeden
kendine ayrılan yatırım imkânlarını dahi yıl içinde kullanamamaktadır.
Maalesef, gördüğümüz bu. Öyleyse, Genel Müdürlüğün bu parayı kullanabilmesi
için önce kendini rehabilite etmesi ve yatırım yapabilecek kabiliyete kavuşması
lazım diye düşünüyorum. Bu parayı kullanabilmek için, Anıtlar Yüksek Kurulunun
da bir şekilde halledilmesi gerekir diye düşünüyorum; çünkü, paranız olsa dahi,
Anıtlar Yüksek Kurulu onarımın önünde çok büyük bir engel olarak görünüyor şu
anda. Tamamen dışlayalım demiyorum; ama, bir şekilde vakıfların işlerinin
kolaylaştırılması lazım ve kesinlikle ama kesinlikle, Vakıflar Bankasının
satışından elde edilecek olan paranın, Vakıflar Genel Müdürlüğü hizmetinin
dışında bir yerde kullanılmaması lazım. Bunun vebalinden, bunun sorumluluğundan
kimse kurtulamaz. Sayın Bakan, özellikle ifade etmek istiyorum. Bu
husustaki hassasiyetinizi de her vesileyle söylediniz, dile getirdiniz; ama,
ben de, bu vebali, bu sorumluluğu bir daha ifade etmek, bundan kurtulmak
için... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız Sayın Tunç. AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan. ...bu satıştan elde edilen paranın, mutlaka, Genel
Müdürlüğün hizmetinde, vakıfların hizmetinde kullanılması lazım. Aksi takdirde,
gayenin dışına çıkılmış olacak ve yapılan hizmetten bir sonuç da
alınmayacaktır. Bu düşüncelerle, hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve
DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tunç. Geçici 2 nci madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmış
bulunuyor. Soru?.. Yok. İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Sayın Başkan, karar
yetersayısının aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN - Önergeler var, önergeler sırasında isterseniz
dikkate alırım. İki ayrı önerge vardır; önce geliş sırasına göre
okutup, sonra aykırılık derecesine göre işleme alacağım: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 536 sıra sayısıyla görüşülmekte olan tasarının geçici 2
nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"GEÇİCİ
MADDE 2.- 6219 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin üçüncü fıkrası, 15 nci
maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları ile bu Kanunda değişik 16 ncı
maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları Vakıflar Genel Müdürlüğünün (A) grubu
hisselerdeki payı yüzde 50 oranının altına düşünceye kadar geçerli olmaya devam
eder. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten geriye doğru üç yıl içinde Vakıflar
Bankası ile bu bankanın dış ülkelerde kurucusu bulunduğu veya iştiraki olan
kuruluşlarının 1 milyon dolar değerin üstündeki kredilerde, kredi verdiği
gerçek ve tüzel kişilerin adlarını, kredilerin tutarlarını, kredilerin veriliş
tarihlerini ve teminatlar ile geri ödeme durumlarını, ilgili bakan yayımlanacak
kitapla açıklar." BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan (1/709) esas nolu "Türkiye
Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısının" geçici 2 nci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederim. Değişik Hali: "Geçici madde 2- 6219 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesi, 14 üncü maddesinin üçüncü fıkrası, 15 inci maddesinin ikinci ve
dördüncü fıkra hükümleri ile bu kanun ile değişik 16 ncı maddesinin birinci,
üçüncü ve dördüncü fıkraları, Vakıflar Genel Müdürlüğünün hisseleri yüzde 50
oranının altına düşünceye kadar geçerli olmaya devam eder."
BAŞKAN - Sayın Komisyon katılıyor mu efendim? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) - Efendim, Komisyonumuzun çoğunluğu olmadığından takdire
bırakıyorum. BAŞKAN - Sayın Hükümet katılıyor mu? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Katılıyoruz
Başkanım. BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin
katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum. İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN - Karar yetersayısını arayacağım. Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar
yetersayısına ulaşılamamıştır. Birleşime 10 dakika ara veriyorum. Kapanma saati
: 18:14 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati:
18.25 BAŞKAN:
Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP ÜYELER:
Levent Mıstıkoğlu (Hatay), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - 17 nci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 536 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam ediyoruz. V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 2.- Türkiye
Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/709) (S. Sayısı: 536)
(Devam) BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. Tasarının geçici 2 nci maddesinde verilen ve işleme
alınan önergenin oylanmasında karar yetersayısına ulaşılamamıştı. Şimdi, oylamayı tekrarlayacağız. Oylamayı elektronik cihazla yapıyoruz ve 3 dakikalık
süre veriyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı
vardır; işleme koyduğumuz, Sayın Emrehan Halıcı ve arkadaşlarının verdiği
önerge kabul edilmiştir. Şimdi, diğer önergeyi tekrar okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 536 sıra sayısıyla görüşülmekte olan tasarının geçici 2
nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Ali Rıza Gönül (Aydın) ve arkadaşları "GEÇİCİ MADDE 2 - 6219 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesinin üçüncü fıkrası, 15 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları ile
bu Kanunla değişik 16 ncı maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları Vakıflar
Genel Müdürlüğünün (A) grubu hisselerdeki payı yüzde 50 oranının altına
düşünceye kadar geçerli olmaya devam eder. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten geriye doğru üç yıl içinde Vakıflar Bankası ile bu bankanın dış
ülkelerde kurucusu bulunduğu veya iştiraki olan kuruluşların 1 milyon dolar
değerin üstündeki kredilerde kredi verdiği gerçek ve tüzelkişilerin adlarını,
kredilerin tutarlarını, kredilerin veriliş tarihlerini ve teminatlar ile geri
ödeme durumlarını ilgili bakan yayımlanacak kitapla açıklar." BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Komisyon katılıyor mu efendim? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) - Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN - Sayın Hükümet katılıyor mu? DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Katılmıyoruz
efendim. BAŞKAN - Önerge sahibi... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Konuşacağım Sayın
Başkan. BAŞKAN - Sayın Bedük önerge sahibi sıfatıyla konuşacaklar.
(DYP sıralarından alkışlar) Buyurun efendim. Süreniz 5 dakikadır. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Önergemizi fevkalade iyi niyetle verdiğimizi bilhassa
belirtmek istiyorum; çünkü, reel ekonominin en önemli unsuru olan bankalar,
gerçekten son zamanlarda kamuoyu tarafından ve basınımızda acımasız bir şekilde
değişik iddia ve ithamlarla karşı karşıya bulunmaktadır. İşte bunlardan bir
tanesi de, maalesef, Vakıflar Bankasıdır. Gerçi, getirilen bu düzenlemeyle,
liberal ekonominin hiçbir suretle kabul etmediği, serbest piyasa ekonomisinin
devletin müdahalesini artık düşünmediği bir ortamda, maalesef, birkısım
müdahaleleri de içeren bir değişiklik, bir düzenleme geliyor; ama, kamu hukuku
adı altında özel hukuka müdahale anlamını taşıyacak birkısım maddelere rağmen,
maalesef, şeffaflığı ortaya koyacak, vatandaşın özellikle siyasetçiye ve
sermaye gruplarına karşı güvensizliğini ortadan kaldırabilecek birkısım
açıklamalar maalesef yapılmadı. Şimdi, Vakıflar Bankasıyla ilgili olarak, özellikle
Bankalar Kanunundaki sınırları aşması nedeniyle, iştiraki olan Kıbrıs'taki
Vakıf off-shorebanktan kredi kullandırıldığı hususunda iddialar var. Yine, bazı
kredileri, batak kredileri, bankalar yeminli murakıplarının denetiminden
kaçırmak ve Bankalar Kanununun cezaî hükümlerinden kaçmak için Kıbrıs
off-shorebankasına aktardıkları şeklinde iddialar var. Diğer taraftan, birkısım usulsüz krediler ise Vakıf
Finansal Kiralama Şirketinden verilmiş ve buralarda da batırılmıştır deniliyor.
Vakıf Finansal Kiralama Şirketinin finansal ihtiyacını Vakıflar Bankası
doğrudan doğruya karşıladığı gibi, Bankalar Kanunu uyarınca, kredi sınırını
aşan kısmını ise, ilkönce, Kıbrıs'taki Vakıf off-shorebanka ve oradan da Vakıf
Finansal Kiralama Şirketine aktarmaktadır. Değerli milletvekilleri, bunlar son derece önemli
iddialardır. Biz açıklama istemiştik. Sayın Bakanımız, bu açıklamayı, meri
mevzuat çerçevesinde yapamayacağını ifade etti, haklıydı. Bakan, tasarının görüşülmesi
sırasında sorulan ve somut yolsuzluk iddiaları içeren ithamları, Bankalar
Kanunundaki "sır" hükmü nedeniyle haklı olarak
cevaplandıramamaktadır; bakanı bu ağır engelden kurtarmak gerekir. Bakanın
bildiğinin, milletten ve vekilinden saklanması, yolsuzluğun kurumsallaşmasıyla
özdeşleşmektedir. Hukuku ve sistemi, gizliliğin barındırması muhtemel
kirlerinden temizlemek gerekir. Geçici madde, Bankalar Yasasındaki kurumsal
hükmü, göreceli ve süreli olarak etkisizleştirmektedir. Uygun olan, bu kuralı,
sır hükmünü doğal sınırlarına çekecek saydamlık ilkesinin de benimsenmesidir. Önergedeki "tüzelkişi" terimi, şirket ve özel
bankalar dahil, diğer hukukî yapılanmaları da kapsar. Önerge, sorunu geçici
olarak dahi olsa çözücü niteliktedir. Değerli milletvekilleri, gelin getirdiğimiz,
fevkalade iyi niyetle ortaya koyduğumuz
bu maddeyi, özellikle kendi oylarınızla, iktidar partilerinin de oylarıyla
olumlu karşılamak suretiyle gündeme getirelim. Gerçekten, kamuoyunda, esnafı,
sanatkârı, köylüsü, çiftçisi, memuru ve kamu çalışanı, özellikle bu maddeyle
ilgili olarak her şeyin açıklanmasını istiyor. Demokrasi diyoruz; demokrasinin en önemli unsuru,
şeffaflık ve açıklıktır. Dolayısıyla, eğer, şeffaflık ve açıklık çerçevesinde
yapılmakta olan birkısım operasyonları da desteklemek istiyorsanız, daha
evvelden bu bankadan birkısım kurum ve kuruluşlara, batan bankalara veya yan
kuruluşlarına, off-shore'dan, özellikle destek yapıldığı hususunda yaygın bir
kanaat ve ortada dolaşan söylentiler,
gazetelerde çıkan yayınlar
vardır, bu yayınları
da dikkate almak suretiyle, artık, üzerimizdeki bu gölgeyi kaldıralım ve
böylece, bunu -bir sefere mahsus olmak üzere dahi olsa- açıklama imkânını
gündeme getirelim; vatandaş ne yapıldığını bilsin. Mademki bakanlar biliyor,
mademki hükümet biliyor, o halde buyurun, milletvekilleri de bilsin, ne var
bunda!.. Gizlenecek ne var, millet de bilsin. Dolayısıyla, ben, bu anlayış içerisinde verdiğimiz
önergenin, siz değerli milletvekillerimizin âlicenap oyları ve vicdanlarıyla
birlikte olumlu karşılanacağı inancını taşıyor ve Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bedük. Komisyonun ve hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. Geçici 2 nci maddeyi, biraz önce kabul ettiğiniz önerge
doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Geçici
2 nci madde kabul edilmiştir. 7 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 7.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - Bu madde üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun
görüşlerini, Amasya Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya ifade edecekler. Buyurun Sayın İyimaya. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. DYP GRUBU ADINA AHMET İYİMAYA (Amasya)- Değerli
Başkanım, muhterem milletvekilleri; Doğru Yol Partisi ve şahsım adına Yüce
Heyeti saygıyla selamlıyorum. Müzakereleri başlangıcından şu noktaya kadar fasılasız
şekilde takip ediyorum. Bu kanun yürürlüğe girdiği zaman yaşanacak bir hukuk
kaosunun, ne sözcüler tarafından ne de hazırlık aşamasında fark edilmediğini
dehşetle müşahede ediyorum. Değerli arkadaşlar, şu anda, bağımsız bir kanunu değil,
var olduğunu farz ettiğimiz Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı
Kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesini müzakere ediyoruz. Çok önemli bir
problem değerli arkadaşlar. Yürürlüğe giremeyecek bir metnin hazırlığı
içerisindeyiz. Hatırlatıyorum, sözünü ettiğimiz kanun, kanun hükmünde
kararnameyle değiştirildi mi; bunda kuşku yok, değiştirildi. Kanun hükmünde
kararnameyi Anayasa Mahkemesi iptal etti mi; bunda kuşku yok, iptal etti.
Birinci, yani Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği kanun hükmünde kararname
Cumhurbaşkanlığınca onaylandığı zaman, şu anda değiştirmekte olduğumuz kanun
zaten yürürlükten kalkmıştı. Hukukun çok ilkel bir gerçeği bu; anayasa
hukukunun çözülmüş problemi. Anayasanın 87 nci maddesini dikkatlerinize arz
ediyorum: 1.- Yasama organı yeni bir kanun koyar. 2.- Kanun değiştirir. 3.-Kanunu yürürlükten kaldırır. Şu anda bakınız metinlere "şu kanunun şu maddesi
değiştirilmiştir" diyoruz; halbuki o kanun kaldırılmış, yok. Bakınız, latince karşılığını okuyorum: Roma
uygarlığından bu yana "Abrogate, abrogenta non nevinenci lex
abrogate" ilga eden kanunu ilga etmek, yürürlükten kaldıran kanunu
yürürlükten kaldırmak, ilga edilmiş kanunu diriltmez. Şimdi, Vakıflar Kanununun değiştirmek istediğimiz
maddeleri yürürlük-te değilki, nasıl değiştireceğiz?! Yürürlükten kalktı. Bu
konu, 1971 yılında Danıştaydan, Dava Daireleri Kurulundan; zannediyorum, 1982
yılında Yargı-tay tevhidi içtihat kararıyla çözüldü ve şu anda, bu gibi
durumlarda, değişti-ren kanunların değiştirdiği kanunlar herhangi bir şekilde
yürürlükten kalkmış ise, o hükümler, değiştiren kanunlarla yürürlüğe konulamaz;
yeniden tanzim modelinin getirilmesi lazım; tevhidi içtihat var; yarın, bu
kanun yürürlüğe girdiği zaman, yargı -özel yargı, idarî yargı- rahat rahat, bu
kanunu yok sa-yabilecektir. Çok önemle dikkatlerinize arz ediyorum ve bu
uyarıdan sonra, gerçekten vakıf medeniyetinin ruhu üzerinde düşüncelerimi,
bakiyeden, geri kalan süre içerisinde sizlerle paylaşmak istiyorum. Değerli arkadaşlar, vakıf ve vakıf medeniyeti,
cumhuriyet neslinin henüz gerektiği kadar tanımadığı bir büyük uygarlığın, bir
büyük zenginliğin adıdır. Aslında, menşeini dinimizden, ilahî metinlerden alan
bu vakıf medeniyeti, Selçuklunun, Osmanlının ve Türkün dünya uygarlığına bir
büyük katkısıdır. Bir hususu dikkatlerinize sunmak istiyorum: Vakfeden
insan, iyiliği, hayrı, kamu adına faydalar sağlamayı, öldükten sonra da murat
etmiştir, istemiştir ve varlığından bu amaçla vazgeçmiştir. Vakıf iradesi, bir
devlete emanet edilen en büyük iradedir. Devletin bu iradeyi aynen koruması,
kendisinin şeref borcudur, varlık borcudur ve vakıf iradesine saygının da en
tabiî bir gereğidir. Aziz arkadaşlar, bizler, bu büyük zihniyetin ve büyük
fedakârlığın eserlerini, devlet olarak, sorumlular olarak korusaydık,
inanıyorum ki, şu anda, vakıf varlığı, bütçemizi kat kat aşar ve Türkiye'nin
içerisinde bulunduğu malî buhranı, ekonomik buhranı önemli ölçüde çözebilirdi.
Bu emanet, ne Osmanlı döneminde ne cumhuriyet döneminde, tam korunamamış ve
maalesef, vakıf sahası, bir batık mezar sahasıdır. Bugün, bir büyük devlet adamı Sokullu Mehmet Paşa'nın
Bosna-Hersek'teki vakfiyeleri olmasaydı, şu anda Türk varlığı, Türk izleri
Batıda yaşamayacaktı. Bula Hatun Vakfiyesi -incelenmesini isterim- ve vakıf
kültürü, Değerli Bakanımın hassas çalışmalarıyla, yine de yeterlik seviyesine
ulaşmayan terkin, terk edilmişliğin maalesef kaderini yaşamaktadır. Vakıflar
adına, vakıf zihniyetine ve vakıf ruhuna vurgu düşerken, bu konuda hizmeti
geçen büyük birkaç düşünüre işaret etmeyi, manevî sorumluluğumun ve millî
idrakin tabiî gereği olarak kabul ediyorum. Bugün, dünya tarihine beş ciltlik eseriyle katkı
sağlayan Amasyalı Hüseyin Hüsamettin Efendinin vakıflar tarihine verdiği
hizmeti saygıyla anıyorum. Yine, cumhuriyet dönemine vakıf kültürümüzü aktarmak
için, hukukunu ve kültürünü açığa çıkaran merhum Ali Himmet Berki'yi hürmetle
anıyorum. Yine, Türkün yetiştirdiği, Meşrutiyet döneminin en
büyük hukukçusu olan -Mecelle, asıl mimarı olarak Ahmet Cevdet Paşaya
atfedilir; değil- Mecellenin asıl mimarı Ömer Hilmi Efendiyi, Ahkâm-ül Evkaf
adındaki o kalıcı eseri verdiği için, uygarlığımıza kazandırdığı için saygıyla
anıyorum ve o eseri şerhle günümüz Türkçesine kazandıran büyük hukukçu ve
gıyabî hocam Prof. Dr. İsmet Sungur Beyi hürmetle anıyorum. Bu anlayış içerisinde, Yüce Meclisi ve milletimizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın İyimaya. Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok. Şahıslar adına yapılan talepleri sırasıyla okuyorum:
Sayın Polat, Sayın Ayhan, Sayın Çelik. Önce, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?.. Yok. Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok. Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik, buyurun efendim.
(DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının 7 nci maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu kanun, verilecek aradan kısa bir süre sonra
Meclisimizden çıkacaktır; ben, hayırlı olmasını diliyorum. Halkımız, özellikle son günlerde de yoğun bir şekilde
tartışıldığı gibi, bu banka soygunlarından son derece rahatsızdır ve bizar
vaziyettedir. Özelleştirdiğimiz bankaların tekrar devletleştirilmek zorunda
bırakılması da ayrıca bizi üzen bir olaydır. Değerli milletvekilleri, bu tartışmalar devam ederken,
bizim, siyasetçiler olarak ve özellikle, medyayı da buradan uyarıyorum, çok
dikkatli olmamız gereken bir husus vardır. Birileri bu konuda fikir beyan
ederken, sanki, bütün bankacılık sektörü, gerçekten, böyle bir yoldaymış gibi,
bu olumsuz imaj içerisindeymiş gibi bir görüntü vermekten özellikle kaçınmak
zorundayız. Eğer, bankacılık sektörünün üzerine bu şekilde gidersek, şu veya bu
şekilde ismi karıştırılan bazı işadamlarını da, sanki, gerçekten bunlar
vurguncu, soyguncuymuş gibi teşhir edersek, hem işadamlarımıza hem bankacılık
sektörümüze büyük zararlar vermiş oluruz. Bu konuda son derece dikkatli olmak
durumundayız ve son derece dikkatli bir dil kullanmak zorundayız. Bir taraftan
suçluları teşhir ederken, bir taraftan suçluların üzerine giderken, diğer
yandan, namuslu işadamlarımızı ve bankacılık sektörümüzü de, mutlaka, korumak,
kollamak durumundayız. Ben, burada, Sayın Bakanımdan bir şey sormak istiyorum.
Hiç kimseyi itham etmiyorum, bu konuda bir iddiam yok. Ancak, değerli
milletvekilleri, ben, burada, sizlere, Vakıflar Bankası Genel Kurulu
tutanağından, Vakıflar Bankasının 1999 yılına ait bilançosundan, sadece küçük
bir bölüm takdim edeceğim ve Sayın Bakanımdan, burada, benim için muğlak olan,
benim için anlaşılması güç olan bir meseleye açıklık getirmesini istirham
edeceğim. Bilançonun ilgili bölümünü okuyorum değerli
milletvekilleri. Toplam pasifler, 3 katrilyon 390 trilyon 877 milyar; bilanço
dışı yükümlülükler, 13 katrilyon 842 trilyon 152 milyar. Bunun bir açılımı
yapılmış, bu 13 katrilyon küsur liranın bir açılımı yapılmış: 1- Garanti ve
kefaletler, 1 katrilyon 157 trilyon 357 milyar; 2- Taahhütle,:
492 trilyon 803 milyar; 3- Döviz ve faiz
haddiyle ilgili işlemler, 48 trilyon 67 milyar. Şimdi, benim için can alıcı nokta burasıdır değerli
milletvekilleri. 4 üncü maddede "diğer" denilmektedir.
"Diğer" maddesinde ise, 12 katrilyon 143 trilyon 925 milyar
bulunmaktadır. Değerli arkadaşlarım, demokrasi şeffaflık rejimidir.
Eğer, bir bankanın "diğer" faslında, pasiflerinin 3 katı olan bir miktar varsa ve bu da
"diğer" gibi bir maddeyle, bir başlıkla geçiştirilmişse, bu ülkenin
vatandaşları haklı olarak şu soruyu sormak durumunda kalır: Bu
"diğer" dediğiniz şey nedir? Ben, özellikle, Sayın Bakanımızın, burada
"diğer" olarak ifade edilen, benim için gerçekten anlaşılması güç
olan -başta söylediğimi tekrar söylüyorum, hiç kimseyi itham ediyor değilim,
hiç kimseye şu veya bu şekilde çamur atma niyetinde falan da değilim- bu 12
katrilyonu Yüce Meclise anlatmasını ve bunların ne olduğunu ifade etmesini
kendisinden bekliyorum. Tekrar, bu tasarının hayırlı, uğurlu olmasını diliyor,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çelik. Sayın milletvekilleri, 7 nci madde üzerinde başka söz
talebi yok... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan... MURAT AKIN (Aksaray) - Var, var... BAŞKAN - Siz mi konuşacaksınız? Efendim, yazılı
talebiniz yok. Hanginiz elini önce kaldırdı? MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Ben kaldırdım. MURAT AKIN (Aksaray) - Efendim, şahsım adına... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Buyursunlar. BAŞKAN - Sayın Akın, buyurun... İki arkadaş aynı anda el kaldırdı; daha doğrusu ben
öyle gördüm; ama, siz ikram ettiniz. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Şahsımız adına, başkası yoksa,
doğrudan müracaat etmemiz kâfi değil mi Sayın Başkan? BAŞKAN - Tabiî, mümkün efendim. Buyurun Sayın Akın. MURAT AKIN (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şahsım adına söz almış
bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, Vakıflar Bankasının
bilançosunu iki gündür arıyoruz tarıyoruz, bir türlü elimize geçmiyordu. Bakın,
arkadaşımız, biraz önce, genel kurul tutanaklarından almak suretiyle ifade
etti. Bu Vakıflar Bankasının bilançosuna baktığımız zaman,
şimdi elde olan bilançoda -yani, personelin elinde olan, Sayın Bakan Beyin
arkasında oturan Genel Müdür veya yardımcılarının- bu rakamlar sıfır olarak
gözükmektedir. Nasıl sıfır olarak gözükmektedir; verilmiş krediler için
-içkrediler veya dışkrediler- bu kredilerin tamamı tahsil edilmiş gözüküyor ve
bu kredilerle ilgili, tahsil edilmeyenle ilgili karşılık, ayrılmış bir rakam
yok. Biz, dün, bilanço üzerinde değerlendirme yaptık; yani,
şekli bilançoda böyle hakikî rakamlar yer almamakta; ama, hakiki rakamlar ise
genel kurul tutanaklarında; biraz önce arkadaşımız ifade etti. Nedir bunlar;
işte, değerli arkadaşlar, seçilemeyen milletvekillerinin -Maya diye bir dergi
var, isim isim vermiş- buradan almış olduğu krediler ile -içkredi veya
dışkredi- tahsil edilemeyen ve bankada zarar olan, zarara sokulan bu
rakamlardır. Düşünebiliyor musunuz, katrilyonlarla ifade edilen bir rakam, bir
para... Bu ecdat yadi-gârı olan Vakıflar Genel Müdürlüğünün yüzde 50'den fazla
hissesi olan Va-kıflar Bankasının, böyle, bu kadar hortumlanması doğru mudur?! Şimdi, ben KİT Komisyonu üyesiyim; burada oturan, KİT
Komisyonu üyesi bir arkadaşımız da var, Nidai Seven. Bunları, biz, geçen dönem,
KİT Komisyonu üyesi olduğumuz halde, ele geçiremedik. Arkadaşlarımızın bir
kısmı KİT Komisyonundan çekildi, bir kısmı şu oldu... KİT Komisyonunda bu
görüşülmeden, bu kanun çıkarılmaya çalışılıyor ve bilhassa KİT Komisyonu
üyelerinden bu değerlendirmeler de yine kaçırılmak isteniliyor. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Burada bir yanlışlık var yani;
kusura bakma... MURAT AKIN (Devamla) - Arkadaşımız "kusura
bakma" diyor. Kusura bakma değil de, kendisi sırf bu konuları KİT
Komisyonunda değerlendirme konusu yaptığı için, bu dönem başka bir komisyonda
görevli. Şimdi, arkadaşlar, bu Vakıflar Bankası, Vakıflar Genel
Müdürlüğünün değil, Vakıflar Bankası Anonim Şirketinin değil; geçmiş dönemde
seçilemeyen milletvekillerinin kullandığı bir kasa. Nasıl bir kasa; tahsili
mümkün olmayan, batırılmış bir kasadır. Bunun burada vatandaşlar tarafından çok
iyi bilinmesi lazım ve bu gerçek bilanço bilhassa bu Genel Kurulda
değerlendirme konusu yapıldıktan sonra, açıklığa kavuşturulduktan sonra bunun
özelleştirilmesi gerekir. Yoksa, özelleştirme adı altında, bu çarçur edilen
kredilerin belirli kişilere peşkeş çekilmesi söz konusu olabilir. Bunun mutlaka
65 milyon insan tarafından bilinmesi lazım. Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akın. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, söz istiyorum. BAŞKAN - Evet, sizin adınız zikredildi, sataşma var
diye düşünebiliriz. Buyurun efendim; yalnız, çok kısa... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aslında konuşmak için buraya gelmedim. Ben, arkadaşıma
iltifatlarından dolayı teşekkür ederim. Yalnız, burada, tutanaklara yanlış
geçmemesi açısından bir hususu belirtmek istiyorum. Vakıflar Bankasıyla ilgili
hesaplar KİT Komisyonunun görüşlerine gelmiyor; yani, 233 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye tabi olmadığı için, o, KİT Komisyonuna gelmiyor, tutanaklara
düzeltme olarak geçsin diye burada söylemek zorunda kaldım. Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Nidai Bey. Görüşmekte olduğumuz 7 nci madde üzerindeki müzakereler
tamamlanmıştır. Değişiklik önergesi yoktur. 7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz tamamlanmıştır. Birleşime saat 20.00'ye kadar ara veriyorum. Kapanma saati
: 19.00 DÖRDÜNCÜ
OTURUM Açılma Saati:
20.00 BAŞKAN :
Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP ÜYELER:
Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Melda BAYER (Ankara), BAŞKAN - 17 nci Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum. 536 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz. V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 2.- Türkiye
Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/709) (S. Sayısı:536)
(Devam) BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. Tasarının 8 inci maddesini okutuyorum: MADDE 8. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür. BAŞKAN - Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Doğru
Yol Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik'e aittir. Buyurun efendim. Süreniz 10 dakikadır. DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısının 8 inci maddesi
üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. Benden önce bu kanun tasarısı üzerinde konuşan değerli
arkadaşlarımız, özellikle, bizim büyük bir vakıf medeniyetine sahip olduğumuzu
burada dile getirdiler. Gerçekten de, sahip olduğumuz vakıflar açısından
dünyanın en zengin ülkesiyiz. Biliyorsunuz, bugün dünyada üç sektörden söz edilir:
Özellikle kalkınmış ülkelerde devlet sektörü ve özel sektörün yanında bir de bu
üçüncü sektör dediğimiz bir vakıf sektöründen söz edilir. Dünyanın kalkınmış
ülkelerinin birçoğunda, üniversitelerin büyük bir kısmı vakıflara aittir. Bizim
eğitim sistemimizin de özellikle tarihine, geçmişine baktığımız zaman, eğitimin
yükü tamamen devletin sırtında değildi; hatta, devlet, eğitime en asgarî
düzeyde kaynak ve para ayırıyordu. Kurulan vakıflar vasıtasıyla, mahalle
mekteplerinden, o günkü üniversiteler mahiyetinde olan medreselere kadar, her
şey, bir vakıf sistemine bağlıydı; bunların gelirleri vardı, akarları vardı.
Ancak, vakıflar, sadece eğitim sektörüyle sınırlı değildi; birçok amaçlı
vakıflar vardı. Özellikle, sağlık amaçlı vakıflar, Osmanlı yönetiminde çok
rağbet edilen vakıflardı. Bunlardan birisi de Sultan Abdülmecit'in annesi
Bezmiâlem Valide Sultan'ın kurmuş olduğu vakıftır. Biraz önce, Sayın Bakanımız
ifade ettiler. Bezmiâlem Valide Sultan'ın kurmuş olduğu tek vakıf, tabiî ki,
Gureba'nın bağlı bulunduğu, gurebai Müslümin bağlı bulunduğu hastane değildir;
birçok vakfı vardır; burada, onlar üzerinde durmayacağım. Ancak, değerli milletvekilleri, sosyal devlet olmanın
gereği, düşküne, fakire, zayıfa, kimsesize, kol kanat germektir, onlara
yardımcı olmaktır. Gerçekten, onların, bu toplumun fertleri olduğu bilinciyle,
onlara sahip çıkmaktır. Sosyal devlet ilkesi, Anayasamızda, cumhuriyetimizin
temel bir vasfı olarak sıralanmıştır, ifade edilmiştir. Ancak, ne yazık ki,
bizim ülkemizde uygulanan vahşi kapitalizmden dolayı, sosyal devlet ilkesi
gözardı edilmiştir. Bakınız, Sayın Bakanımız, biraz önce "Gureba
Hastanesinin Vakfiyesinde, bu Müslümin vakfıdır, Müslümanlara bakılır"
dedi. Kendisi de tabiî "gayrimüslime bakılmaz, bakılmıyor" demedi.
Ancak, şunu ifade edeyim; bakın, öte tarafta, Darülaceze var İstanbul'da; yani,
acizler yeri, düşkünler yeri; orada, bütün, dinlerin mensuplarının ihtiyaçları
düşünülmüş, camiyle birlikte, orada, havra ve kilise de bulunmaktadır. Öte
yanda, Darüşşafaka vardır, şefkat yuvasıdır. Dolayısıyla, ecdadımız, düşküne,
fakire, gerçekten kimsesize kol kanat germiş olan vakıf müesseseleri kurmuştur.
"Gureba" garibin çoğuludur; Arapça bir kelimedir; garipler
hastanesidir; ancak, bu garipler hastanesi, ne hikmetse, Bakanlar Kurulu
tarafından -maalesef diyorum- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, SSK'ya
devredildi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü
arasında yapılan bir protokolle, bu devir teslim, henüz tam manasıyla
gerçekleşmedi; ancak, prosedür tamamlanmıştır. Değerli milletvekilleri, bizde çokça söylenen güzel bir
söz vardır; denilir ki: "Kendisi muhtac-ı himmet dede, gayriye nasıl
himmet ede." SSK, mevcut olan hastanelerini bu atıl durumdan kurtarmış da,
SSK hastanelerinde özellikle sağlık hizmetleri bir işkencedir. Gerçekten, derli
toplu, gerçekten kendisi son derece güzel bir işleyişe sahip olan bir kuruma
devredilmiş olsa belki yanmayacaksınız; ancak, SSK, olsa olsa, bu Gureba
Hastanesini kendi hastanelerine benzetecek. Türkiye'deki SSK hastanelerinin yüzde
90'ının vaziyeti malumlarınızdır. Dolayısıyla, bu devir işleminin, ben, son
derece yanlış bir işlem olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, bakınız, elimde bir belge var; Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğüne gönderilmiş.
Daha önce, Gureba Hastanesine İstanbul Çapa Tıp Fakültesi talip olmuş; 3.2.2000
tarihli bir yazıyla, Gureba Hastanesinin, çalışan, hizmet üreten bir hastane
olduğu ifade edilerek, böyle bir devrin, böyle bir tahsisin, ücretli de olsa
yapılamayacağı ifade edilmiş. Ancak, aradan altı ay geçtikten sonra -Türkiye'de
ve şartlarda ne değişti onu bilmiyorum- Bakanlar Kurulunun aldığı bir kararla,
Gureba Hastanesi SSK'ya devrediliyor. Değerli milletvekilleri, hatırlayacaksınız, bundan
birkaç yıl önce, Gureba Hastanesinin kampusünü kullanmak üzere Bezmiâlem Valide
Sultan Üniversitesi kurulmaya çalışıldı. Vakıf senedi buna engeldir diye,
bakınız, orada bir üniversite kurulmasına bile müsaade edilmedi; çünkü,
gerçekten, vakıf senedi buna müsait değildi. Öte taraftan, 1979 yılında, İstanbul İktisadî Ticarî
İlimler Akademisi bu Gureba Hastanesine talip olmuş, burada ona bağlı olan tıp
merkezini oraya taşımış, bir süre kullanmış ve daha sonra, Gureba Hastanesinin
kendisine devredilmesi iddiasında bulunmuş; ancak, mahkeme bunu kesin bir dille
reddetmiştir. Daha önce mahkemelerin "başka kuruma devredilmez" diye
karar verdiği bir hastaneyi, her ne hikmetse sayın Bakanlar Kurulu SSK'ya
devretmiştir. Değerli milletvekilleri, 2762 sayılı Vakıflar Kanununun
10 uncu maddesinde şöyle denilmektedir: "Tahsis edildikleri maksada göre
kullanımları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan veyahut işe yaramaz bir
hale gelen hayrat vakıflar idare meclisinin teklifi ve Bakanlar Heyetinin
kararıyla, mümkün mertebe, gayece aynı olan diğer bir hayrata tahsis
edilebilir." Şimdi haklı olarak kamuoyu soruyor, diyor ki:
"Gerçekten bu vakıf, bu Gureba Hastanesi amaç dışı mı kullanılıyordu;
yoksa, işe yaramaz bir hale mi gelmişti?" Kesinlikle ben bunlara
katılmıyorum, bunları doğru bulmuyorum. Bakınız, Ekim 2000 tarihi itibariyle elimde bir doküman
var. Bu Vakıf Gureba Hastanesinde 227 353 poliklinik yapılmış, 1 317'si
ücretsiz olmak üzere 7 461 hasta ameliyat edilmiş. Burada ücretli hastalara da
bakılıyor. Kaldı ki, SSK ile Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında yapılan
protokole göre, buraya bundan sonra gelebilecek hastaların sadece yüzde 10'una
ücretsiz bakım verilecektir. Yani, fakirliği, garipliği tescil edilen sadece
yüzde 10 hastaya ücretsiz tedavi hizmeti verilecektir. Peki, değerli milletvekilleri, ecdadımız bu vakıfları
devletleştirelim diye mi kurdu? Vakıfları devletleştiremezsiniz. 1867'den beri
bu ülkede sürekli, milletin malı olan, halkın malı olan vakıflar devlet eliyle
bir şekilde özelleştiriliyor. Bu Gureba Hastanesinin büyük bir kısmı 1934 yılında
İstanbul Çapa Tıp Fakültesine geçici olarak tahsis edilmiş, ancak bir süre
sonra bu geçici tahsisten yararlanarak Çapa Tıp Fakültesi buralara el koydu. Bu
saatten sonra onları geri almanız mümkün değildir. Yine, yapılan protokole göre deniliyor ki: "Genel
müdürlüğün müsaadesi alınmadan şu anda yapılan bu tahsis, SSK'ya on yıllığına
bedelli yapılan bir tahsistir." Demek ki, Vakıflar Genel Müdürlüğü, şu
anda vakıf senedindeki hükümler çiğnendiği gibi, on yıl sonra da rahatlıkla bu
hükümler çiğnenerek belki kalıcı bir şekilde SSK'ya devredilecektir. Buranın
başhekiminden doktoruna, hizmetlisinden hemşiresine kadar ve Gureba
Hastanesinin hizmet vermiş olduğu bütün vatandaşlara, kime sorarsanız sorun, bu
devrin kesinlikle yasal olmadığı, Vakıflar Kanununa aykırı olduğu, akla ve
maslahata göre de olmadığı ifade edilmektedir. Bütün bunlar ortadayken, dediğim gibi, ne hikmetse,
altı ay önce, bizzat Vakıflar Genel Müdürlüğü,
bu hastanenin verimli çalıştığını, gerçekten işe
yaradığını, hizmet ürettiğini ifade ediyor; aradan geçen altı aydan sonra
şartlarda herhangi bir değişme olmamasına rağmen, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında yapılan bir protokolle bu
hastane SSK'ya devrediliyor. Değerli milletvekilleri, SSK ve diğer sosyal güvenlik
kurumlarımızın durumu ortadadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Çelik, lütfen toparlayınız. HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Efendim, saat gibi mükemmel
çalışan bir müesseseye, çalışmayan, aksamaları olan bir müesseseyi katarak,
onun da sıhhatli işlemesini temin edebilirsiniz. Ancak, vakıf meselesi, aynı
zamanda vebal getirir. Vakıf kelimesinin manası bir şeyi sabitleştirmektir, bir
şeyi durdurmaktır. Neyi durduruyorsunuz; vakfeden insanların, o fani olan,
geçici olan mallarını, amme menfaatına, insanların hizmetine sunmak üzere
bakileştiriyorsunuz. Bezmiâlem Valide Sultan veya Pertevniyal Valide Sultan,
kurmuş oldukları vakıfların bu şekilde kullanılacağını, bu şekilde
devletleştirileceğini, vakfiyelerinde belirtilen prensiplerin dışında
çalıştırılacağını bilmiş olsalardı, belki de bu servetleri bize
bırakmayacaklardı. Bu duygu ve düşüncelerle, bu kararın, hiç olmazsa,
zaman içinde tashih edilmesi gerektiğini huzurunuzda beyan ediyor, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik. Fazilet Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın
Musa Uzunkaya; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. FP GRUBU ADINA
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 536 sıra sayılı
Vakıfbankın Özerkleştirilmesiyle İlgili Ya-sa Tasarısının son maddesi olan
yürürlük maddesine gelmiş bulunuyoruz; bu vesileyle, Fazilet Partisi Grubu
adına huzurlarınıza çıktım, şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, tasarının, bütün yönleriyle, gerek
daha önce bü-rokraside bu konuda ciddî deneyimleri, tecrübeleri olan
arkadaşlarımız gerekse Anayasa hukuku açısından yetenekli Parlamentodaki
değerli arkadaşlarımız tarafından enine boyuna değerlendirmesi yapıldı. Daha
önce de, kanun hükmünde kararnameyle gerçekleşen bu uygulama Anayasa
Mahkeme-sinden geri döndü; önümüzde de bir tecrübe var. Ben hukukçu olmadığım için konunun hukukî yönüne de
girmek istemiyorum. Kaldı ki bunun hukukî yönleri de az önce arz ettiğim gibi,
çok geniş şekilde tartışıldı. Kanaatim odur ki, eğer bu yasa Anayasa Mahkemesine
giderse geri dönecektir, dönme ihtimali çok büyüktür. Ama, bizim daha çok
endişemiz, eski bir deyimle "mesalihi amme", yani toplumun
maslahatını, çıkan her yasada çok iyi gözetiyor olmamız lazım. Esasen, vakıf
ruhu, mesalihi ammeyi -toplum maslahatını, menfaatını- en çok gözeten kurum
olmasına rağmen, bu yasa düzenlemesiyle çok önemli bir unsuru bütün
mamelekiyle, bütün varlığıyla beraber kıymet ifade eden senetleriyle
özelleştirme yoluna girmiş olacağız. Tabiî dikkat buyurulursa, Sayın Bakanım demin çok güzel
ifade ettiler; yani, sayısız vakıf eseri... İstanbul'u bir baştan bir başa
vakfeden ecdadımız... Anadolu'nun her vilayetinde bu vakıf eserleri var.
Vakfedenler, vâkıflar var. Eğer, aynı şartlarda devam etseydi, o şehirler belki
bugünkü yapısıyla oluşamayacaktı; ama, o vakfiyeler bugün yıkılmaya yüz tutmuş
eserleri mutlaka ayakta tutacaktı. Biz ne yaptık, o eserleri de, yine burada
zabıtlara geçtiği, kayıtlara geçtiği üzere çeşitli yollarla, ama, hepsi
hukukdışı yollarla fertlere, insanlara, holdinglere, menfaat çevrelerine... Ben
bir dönemi kastederek söylemiyorum, ama, bütün dönemlerde, fakat üzülerek
söyleyeyim, son yüzyılda vakıf ruhu, Şeriye ve Evkaf Vekâletinden sonra gelişen
şartlar muvacehesinde Türkiye'de ne ciddî anlamda bir vâkıf, yani,
gayrimenkulünü toplumun menfaatı için vakfeden, tahsis eden insan, kurum,
kuruluş gelişmiş ne de bunların himayesi istikametinde ciddî adımlar atılmıştır. Neticede, âdeta, 20 nci
Yüzyıl, yani Cumhuriyet Türkiyesi, üzülerek söyleyeyim, 600 yıllık Anadolu'daki
medeniyet mirası içerisinde, ama, bin yıllık engin mazisiyle meseleyi çok iyi
tahlil edersek, göreceğiz ki, bu eserlerden fevkalade uzak kalmış, hatta bu
eserleri yok olmaya mahkûm etmiştir. Dolayısıyla böyle bir geçmişe ait ciddî bir analiz,
eleştiri yapılacak olursa, son yüzyılımızın pek parlak olduğunu söyleyemeyiz;
ama, yeni bir binyıla girerken yani 2001 yılına girerken, bana öyle geliyor ki,
çok daha ağır, çok daha ürperti verici, çok daha korkutucu, vakıftan uzak bir
merhalenin ilk adımını bu yasa tasarısıyla atıyoruz. Sayın Bakanım, aynı zamanda özelleştirmeden de sorumlu
devlet bakanıdırlar, çok iyi niyetli olabilirler, ama, güzel bir söz vardır,
derler ki, cehennemin yolları da iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. Bazen iyi
niyetli olursunuz, kötü sonuçlar alırsınız, iyi niyetli olmak yanlış yolda
giderken, yanlış hedeflerden insanları uzak tutmaz. Tabiatıyla, az önce sayın bakanıma sordum, kıymet
itibariyle ciddî bir kıymet muvazaasına da, atanacak genel müdürün oluşacak
yönetimi açısın-dan taleplerin azalmasına vesile olacak bir tavır
sergilenmektedir bu yasa tasarısında. Sayın İyimaya, Anayasa açısından meseleyi tahlil etti,
dediler ki: "Ciddî bir anayasal yanlış var burada. Yürütme ve yasama
açısından biz bir genel müdürün atamasını doğrudan doğruya, bilâkayd ü şart
alınmayacak şekilde Başbakana veriyoruz özerk bir kurum mesabesinde."
Yani, tıpkı -ben, sayın genel müdürü benzetmiş olmayayım ama- sanki, YÖK
Başkanı Kemal Gürüz gibi, birini
Cumhurbaşkanı, birini Başbakan atayacak, dört yıl, bilâsual ve lâhisap, orada
sorgusuz sualsiz bütün icraatlarını ifa edecek. Demin, değerli bir arkadaşımın
söylediği gibi, ya ciddî ekonomik kayıplara sebep olursa?!. Çalmayıp
çırpmadığına göre, hiçbir şey de diyemeyeceksiniz. Dahası var; ilgili Devlet Bakanımız Sayın Yüksel Yalova
Beyin geçenlerde medyada yer alan bir de tartışmasına şahit olmuştuk. Mesela,
bunlardan birisi, Ulaştırma Bakanı Sayın Enis Öksüz Bey'le, Türk Telekomun
özelleşmesi konusunda, yüzde 25'iyle alakalıydı. Yönetiminin ve başkanının
ataması konusundaki Bakanlar Kurulu yetkisi hakkında -yanılmıyorsam, yanlış
hatırlamıyorsam- Sayın Bakan "bakanlar tarafından, hükümet tarafından
böyle bir atamanın yapılması Telekom'a talebi azaltır, rağbeti azaltır"
dediler. Niye; çünkü, hükümetin yönlendirdiği, bakanların
yönlendirdiği, bakanın yönlendirdiği bir yönetim kadrosu var; özele talip
olacak birileri var, kâr edecek,
kendi yönetimini belki kendi dizayn etmeye çalışacak. Peki, Türk
Telekom'da söz konusu olan bu ekonomik
çıkara etki edici tavır acaba Vakıfbank'ın özelleşmesinde niye göz ardı edildi
de sadece bir Başbakanın imzasına bağlandı?
Bunda da ciddî endişelerimiz, kuşkularımız, daha açığı, tezat değilse,
Bakanımızın bu konuda da samimi açıklamalarını ben de samimi olarak
beklemekteyim. Değerli arkadaşlar, benim esasen bir-iki dakikayla arz
etmek istediğim farklı bir husus var. Bakınız, son dönemde, neticede bunlar
özelleşmedir, özerkleşmedir; ama, bizim o kadar ciddî endişelerimiz var ki bu
özelleşme ve özerkleşmelerde, her özelleşen şey, döndü, netice itibariyle,
devlete teslim edildi, bütün kayıplarıyla, bütün bilançolarıyla. Şimdi, geçen günlerde çok değerli bir gazetecimizin,
çok büyük bir gazetede yazı yazan bir arkadaşımızın, bu bankalar
operasyonlarıyla alakalı ciddî endişeleri vardı; hatta, yazısının başında da
"bankalarla ilgili sorunlara TBMM'nin el koyması gerektiğini, sorulması
gerektiğine inandığım bazı sorularla birlikte, 6.11.2000 tarihinde bu köşemde
konuyu vurguladım" diyor bu önemli yazarımız "bu soruları, ben
gazetemde soruyorum; ama, keşke, Parlamentoda bu sorular sorulmuş olsa"
diyor. Ben de hem özelleşmede hem de özelleşme neticesinde
fona teslim edilen, devredilen bankalar açısından, toplumun genel anlamda
taşıdığı bu kaygıyı yüksek müsaadelerinizle, huzurunuzda arz etmek, bu
endişeleri giderici, hakikaten açıklamaları olursa hükümetimizin, bunları da
dinlemeyi, hem şahsım hem de ilgili gazeteci arkadaşlarım adına, ben, şahsen
talep etmekteyim. Şimdi konu şu; deniyor ki: "Fonda bulunan ve daha
önce özelleştirme kapsamında devletin sattığı Etibank ve Sümerbank'la ilgili
Özelleştirme İdaresinin alacakları tamamen ve gecikmesiz tahsil edilmiş midir?
Taksitlerde gecikme olduysa, bununla ilgili ne gibi işlem yapılmıştır? Yani,
gerçi, doğrudan bununla alakası yok gibi düşünülebilir; ama, ben şunu
söyleyeyim: Yarın endişemiz, en büyük endişemiz, bu bankanın da bir Etibank,
bir Sümerbank, bir diğer bankanın devlet tarafından alınan bankaların konumuna
gelip gelmeyeceğidir. Bu bankaların fona intikal ettiği tarihteki sahiplerinin,
söz konusu bankanın hisselerini edindiği tarihten altı ay önce ve oniki ay
sonrasına rastlayan dönemde, şahsen veya birinci derece bir yakınının herhangi
bir kamu bankası veya özel bankadan aldığı her türlü cinsten krediler var
mıdır? Hangi bankalardan, hangi miktarlarda alınmıştır? Fonda bulunan
bankaların, yürürlükteki Bankalar Yasasında belirlenen esaslara göre, bankanın
sahipleriyle veya bu kişilerin doğrudan ve dolaylı olarak sermayesine iştirak
ettikleri ortaklıklarla ilişkileri belirlenmiş midir? Bu kişilerin veya
iştiraklerinin sayısı kaçtır, isimleri nelerdir? Bankalarca iştirak edilen
toplam sermaye ne kadardır? Varsa, bankalarca verilen kredi miktarları nedir?" Ben, demin, Sayın Bakana bu konuyla ilgili olarak da
sordum; yarın öbür gün, bu banka hisseleri, hangi miktarda satılabilir? Temenni
ederiz ki -eğer satılacaksa- iyi miktarlarda, kârlı miktarlarda satılır; ama,
özellikle açıklamasını istediğimiz, gelecek miktarın... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız... Mümkün mertebede
konuya sadık kalalım efendim. MUSA UZUNKAYA (Devamla) - ...şu kadarı da tarihî
eserlerimizi, ecdat yadigârını onaracaktır diye ifade edilmiş olsaydı. Tabiî, az önce Sayın Hüseyin Çelik Bey kardeşimiz ifade
ettiler. Ben, Vakıf Gurebanın -belki ayrı
bir gündemde tartışılması lazım-
vakıfların elinden çıkarılmasını, vakıf ruhuna karşı, istemeyerek de olsa
yapılmış çok ciddî bir yanlış;
büyük, tarihî ve affedilmez bir
hata olarak telakki ediyorum. Bir vakıf hastanesi düşünün ki, yıllardır devam ediyor;
senedi müsaade etmediği için, bir araştırma, fakülte, üniversite hastanesi
olmasına imkân tanınmıyor; ama, öbür taraftan kalkılıyor, bir protokolle bir
başka bakanlığa veriliyor. O bakanlık ki, hastanelerinin içine girmekte insan
ürperiyor; hiçbir teknik imkânları yok, doktoru yok, sağlıkçısı yok, hemşiresi
yok, teknik araç gereci yok; sayın bakanın kendi ifadesiyle, içi bitmiş, dışı
bitmiş bir SSK'nın, dökülen hastaneleri arasına katılıyor. Bugün, yenilenen,
pırıl pırıl hale getirilen Vakıf Gurebada çalışanları -gayretli başhekiminden
müstahdemine kadar- candan tebrik ediyorum. Bir hastam vesilesiyle yakın
geçmişte, yakınen izlediğim bir hastanedir. Bunun, bu kadar güzelliğe
kavuşturulduktan sonra, SSK'ya devredilmesini ciddî ve garip bir hadise olarak,
yanlış bir adım olarak telakki ettiğimi de ifade ediyorum. Değerli arkadaşlar, bu icraatlar ve bu sorular... Ki
ben, ilgili gazeteci arkadaşın sorularını burada tadat etmeyeceğim, geride
epeyce soruları var; ama, bizim, burada ciddî sorun olarak gördüğümüz şey,
bugüne kadar yaşadıklarımızdan, bu hususta yaşama geçeceğinden endişe ettiğimiz
ciddî yanlışların olabileceğidir; yani, bu bankanın çalışanlarıyla, bu bankanın
bugünkü imkânlarıyla, bu bankanın (A), (B) ve (C) grubundaki senetlerinin
değerlendirilmesinde tarihî ecdat yadigârı eserlerin yeteri kadar yararlanamayacağı
endişemizdir. Bu endişemi ifadeyle hepinize saygılar sunuyor, çıkacak
yasanın topluma hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya. Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok. Şahsı adına Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?.. ASLAN POLAT (Erzurum) - Vazgeçtim efendim. BAŞKAN - Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?..
Yoklar. Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik?.. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Konuşmayacağım efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, söz istiyorum. BAŞKAN - Peki, şahsınız adına, buyurun. Konuşma süreniz 5 dakika efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize
saygılar sunuyorum. Değerli milletvekilleri, son zamanlarda, hep
özelleştirme olaylarıyla çok yakından ilgilenen bir Meclis var ülkemizde. Sayın
Recai Kutan Beyefendi de burada, bu vesileyle, şahsım adına söz aldığım için
benim ilimdeki özelleştirmeyle ilgili bir konudan bahsetmek istiyorum. Bizim TEDAŞ'ı Malatyalı bir tüccar 60 milyon dolar
karşılığı almış; yani, Malatya, Bingöl, Elazığ ve Tunceli bölgesini 60 milyon
dolara -bize söylenen bu, Sayın Genel Başkan burada, kendisi zamanında sözleşme
imzalanmış; kusura bakmasın, kendisine de büyük saygım var- almış ve bu
özelleştirmeyi alan kişi için "Sayın Kutan'ın yakını" dediler,
değilse, özür dilerim kendisinden. Şimdi, burada, bir özelleştirme yapıyoruz, işçileri
dışarıya atıyoruz. Petrol Ofisini özelleştirdik, 1 200 Petrol Ofisi çalışanını
dışarıya attık. Petrol Ofisinin özelleştirme bedelini daha önce sordum, Sayın
Bakanın kontrolü altında olan bankadan 150 milyon dolar alınmış, İş Bankasından
da -yani bize intikal eden şeyler, tabiî kapalı şeyler olunca, intikal eden
şeyler tekzip edilmeyince- yine o Başbakan Yardımcısının zorlamasıyla 75 milyon
dolar alınmış. İstanbul'da da, Petrol Ofisinin bir kıymetli arsası 1 milyara
satılıyor. Yani, işte böylece, hem 1 200 işçiyi dışarı atıyoruz ve devletin
imkânlarını kullanarak, birilerine, kıymetli stratejik değeri olan malları da
veriyoruz. Şimdi, ben, sayın hükümetten özellikle rica ediyorum;
Tunceli'de TEDAŞ'ı özelleştirdiğiniz zaman, bir defa burada 172 personel
çalışıyor; ayrıca, mesela bunun 2000 yılındaki hâsılatı 2,4 trilyon lira.
Tunceli'de bir şey yok, yani bir sanayi yok; Malatya bunun üç beş misli, Elazığ
üç beş misli veya daha fazla, Bingöl de öyle. Ayrıca, buralar dağlık bölge;
acaba, buraya, bunları siz özel bir
firmaya verdiğiniz zaman, Tunceli'nin dağındaki köye hangi firma gelecek de
elektrik getirecek? Ayrıca da buranın çok stratejik değeri var; olağanüstü hal,
orada silahlı kuvvetler devamlı eylem yapıyor. Yani, siz, buraları getirip de,
böyle yandaş firmalara, hem de bedava... (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
gürültüler) AYDIN TÜMEN (Ankara) - Silahlı kuvvetler eylem mi
yapıyor?! İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Eylem yapmıyorlar, görev
yapıyorlar! KAMER GENÇ (Devamla) - Görevini yapıyor dedim canım;
özür dilerim. Yani, yanlış mı söyledim; özür
dilerim. Yani, orada, terörle mücadele ederken, ışığa da ihtiyaçları var
diyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler) Yani, görev yapıyorlar
efendim, ben, bir şey demedim. BAŞKAN - Sayın
Genç, konuya gelir misin lütfen. KAMER GENÇ (Devamla) - Geleceğim; ama, bu da
özelleştirmeyle ilgili efendim. BAŞKAN - Bu banka özelleştirilmiyor. KAMER GENÇ (Devamla) - Bu kanun tasarısı da onunla
ilgili. Özelleştirmeyle ilgili, bugün memleketin geleceğini
tehlikeye atacak her şeyi yapıyorsunuz. Şimdi, Sayın Bakanımız, geçmişte bir kira kanunu
getirdi değil mi; kira artışını yüzde 25'e indirdiler. Ben, kendisine sormak
istiyorum: Acaba, vakıflara ait, bu kira artışının yüzde 25'e indirilmesinden
dolayı, vakıfların zararı kaç liradır ve bu kiralama kimler tarafından
yapılmıştır, kiralayan kişiler kendilerine yakın mıdır; yani, kendi partisine,
tabiî şahsına ait değil. Ayrıca, diyoruz ki, sizin kontrolünüzde olan banka, şu
anda, özel bankalara ne kadar kredi vermiştir? Şimdi, değerli arkadaşlar, bunlar, banka sırrıdır,
söylenmez denilmez. Gerekiyorsa, bu Meclis gizli bir oturum yapar, şunlara,
şunlara, şunlara şu kadar kredi verilmiştir... Biz, bilelim; yani, bir milletin
vekilleri, bir milletin temsilcileri, eğer, bu parasal konularda bilgi sahibi
olmazsa kim sahip olur?! Bunlar, çok önemli şeyler. Bugün, Türkiye'nin en büyük
sıkıntısı, ekonominin içine düşürüldüğü sıkıntıdır. İnsanlarımız sokakta aç... Ben, işte , dün değil evvelki gün Tunceli'den geldim.
TEDAŞ'taki arkadaşlar toplandılar, geldiler. Biz, burada taş mı yiyelim
diyorlar; yani, biz, burada yıllarca çalıştık, şimdi bizi dışarıya atıyorlar,
nereye gidelim diyorlar. Bu insanlar, 172 aile. Ayrıca da bedava veriliyor; yani, TEDAŞ bedava
veriliyor, bedava veriliyor arkadaşlar. Yani, bunlar niye veriliyor, kime
hizmet ediyoruz? Bu insanlarımızı sokağa atmakla, burada, barışı nasıl
sağlayacağız? Yarın, Elazığ'da da olacak, Türkiye'nin birçok illerinde de;
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı 46 tane sözleşme imzaladı. Burada, o kadar
çabaladılar, takip kararını getirdiler. Onların milyonlarca dolar yatırım
yapmaları lazımdı, onları kurtardılar; ama, öte tarafta, onlar, bilmiyorum ne
yaptılar; ama, önce, bizim Tunceli'den başladılar bu işe. Hem de yetkili
olmayan memurlar, işte diyor ki kişiler... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KAMER GENÇ (Devamla) - 1 dakika daha Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Genç, mikrofonu tekrar açıyorum; lütfen
toparlayınız. KAMER GENÇ (Devamla) - Toparlıyorum efendim. Yetkili olmayan bir daire başkanı, işte, gidiyor,
tüccarlarla, müccarlarla, orayı satın alanlarla da, onlarla da özel ilişkiler
kurarak, hemen istifa edin diyor. Yahu, bu insanlara istifa edin demek kolay
da, nereye gidecek bu adamlar kardeşim? Değerli milletvekilleri, bakın, Parlamento olarak, her
şeye el koymak zorundayız. Herkes sorumluyu Parlamento görüyor; aslında, bu,
böyle değil. Bürokrat, dürüst çalışacak, görevini yapacak, hâkim görevini
yapacak, savcı görevini yapacak ki, Parlamento işlesin. Bürokratlar bize doğru
dürüst bilgileri vermezse, orada yapılan suiistimaller bize intikal etmezse, biz
nereden öğreneceğiz bunları? Onun için, rica ediyorum, bu Tunceli TEDAŞ'ına da el
koymasınlar, bunu sona bıraksınlar; yani, o insanlar da çok zor durumda. Sayın
hemşerim, Elazığ Milletvekili gülüyor da, onun ilinin TEDAŞ'ına da el
koyuyorlar. O insanlar nereye gidecek? İşte, Sayın Genel Başkan, çıksın, desin
ki... Yani, hem de ucuz yapmışsınız, yani, dört tane, Malatya, Elazığ, Bingöl,
Tunceli 60 milyon dolara, onu da kaç senede alacak belli değil. Bir senede bunların kazançları aşağı yukarı 70-80
milyon dolar. Maalesef, Türkiye böyle yönetiliyor ve böyle sokağa... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KAMER GENÇ (Devamla) - Neyse kusura bakmayın...
(Gülüşmeler ve alkışlar) Böyle pazarlanıyor onu demek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, bu kürsüde konuşurken... BAŞKAN - Sayın Genç derdiniz bitmedi, ama, süremiz
bitti. Teşekkür ediyoruz efendim. KAMER GENÇ (Devamla) - ... çok çekinerek konuşuyorum,
ağzımdan çıkan lafı alıp hemen mahkemeye koşuyorlar, tazminat davaları
açıyorlar. Onun için boğazımda laf düğümleniyor, tazminat ödememek için kendimi
çok tutuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz, sağ olun. AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) - Partimizin Genel Başkanına
sataşmada bulunduğu için söz istiyorum. BAŞKAN - Zaten söz hakkınız var, şahsınız adına da söz
alabilirsiniz; çünkü şahıslar adına yalnız Sayın Genç konuştu. Buyurun efendim. Süreniz 5 dakika. VI.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.- FP Grup
Başkanvekili Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan'ın, Tunceli Milletvekili
Kamer Genç'in, konuşmasında, partisinin genel başkanına sataşması nedeniyle
konuşması AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aslında Sayın Başkanımızın söylediği gibi benim şahsım adına
söz alma hakkım vardı; ancak, ben onu kullanmıyorum. Bir milletvekili
arkadaşımızın, durduk yerde, mesnetsiz, delilsiz, Fazilet Partisi Genel
Başkanına sataşmasına cevap vermek için söz almış bulunuyorum. Bilindiği gibi, 20 nci Yüzyılın son çeyreğinin ekonomik
alanda yükselen değeri özelleştirme. Özelleştirmenin önemini dünyada, çok
marjinal Marksist anlayışlar hariç, hiçbir ekonomik anlayış tartışmıyor. Türkiye'de de bir on yıl öncesi, yirmi yıl öncesi
özelleştirmenin doğruluğu yanlışlığı sık sık tartışılıyordu; ama bugün,
günümüzde; yani 2001 yılında, 21 inci Asrın ilk yılında artık özelleştirme
tartışılmıyor. Yüce Mecliste de Kamer Beyden başka kimse bu konuyu zaten
tartışmıyor. KAMER GENÇ (Tunceli) - Ben, karşısında olduğumu
söylüyorum. AVNİ DOĞAN (Devamla) - Kendi partisi de tartışmıyor;
ama, Kamer Bey karşısında olduğunu söylüyor, doğru. KAMER GENÇ (Tunceli) - Bedava verilmesine... AVNİ DOĞAN (Devamla) - Söylemesi hakkıdır. Bu milletin
bir vekili olarak, Yüce Milletimizin bir vekili olarak görüşlerini bu kürsüde
açıklaması doğrudur, açıklama yapması gerekir; ama, durduk yerde, hiç yok
yerde, mesnetsiz yere, içimizden birilerine sık sık isnatta bulunması, sık sık
suçlaması yanlıştır. Fazilet Partisi Genel Başkanının, yirmibeş yıldır, otuz
yıldır devletin belli kademelerinde görev aldığını bütün Türkiye biliyor,
çeşitli hükümetlerde bakanlık yaptığını bütün Türkiye biliyor; bu
uygulamalarında çok titiz olduğunu, çok dürüst olduğunu da dost düşman herkes
biliyor, herkes kabul ediyor; nezaketini dost düşman herkes biliyor, inceliğini
dost düşman herkes biliyor. Zaten, nezaketinden dolayı, kendisi cevap vermeye
değer bulmadı bu isnatlara, Partinin Grup Başkanvekili olarak ben cevap veriyorum. Malatya TEDAŞ'ın özelleştirilmesine 54 üncü hükümet
zamanında karar verilmiş; ancak, özelleştirme 55 inci hükümet zamanında
yapılmıştır, Malatyalı Ahmet Çalık isimli bir vatandaşa verilmiştir.
Sözleşmenin altında, Genel Başkanımızın ve 54 üncü hükümetin hiçbir bakanının
imzası yoktur. Adı geçen şahsın Genel Başkanımızla uzaktan yakından bir
akrabalığı da yoktur. Milletin seçtiği bir vekile düşen görev, milletin
hukukunu korumaktır; ama, önüne gelene de belgesiz isnatlarda bulunmak,
"çamur at izi kalır" anlayışına sahip olmak değildir. Bu duygularla hepinize saygılar sunuyorum. Sayın Başkan teşekkür ediyorum. (FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Doğan. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, yerimden bir şey
söyleyebilir miyim; çünkü, bana sataştı. Ben, Sayın Recai Kutan'a büyük saygı
duyuyorum; ama, önemli olan bu meselenin burada dile getirilmesi. BAŞKAN - Sayın Genç, bu konuyu görüşmüyoruz... KAMER GENÇ (Tunceli) - Tunceli'de herkes diyor ki, Sayın Recai Kutan'ın yakınlarıdır, arkadaş
da şimdi çıktı, yakınlığı yok dedi, mesele anlaşıldı. Bana teşekkür etmesi
lazımken, çamur attı dedi. Benim çamur atmam bir şey ifade etmiyor, halk çamur
atmasın... BAŞKAN - Peki efendim, çamur atmadığınızı söylediniz;
teşekkür ederim. V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 2.- Türkiye
Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/709) (S. Sayısı: 536)
(Devam) BAŞKAN - Efendim, 8 inci madde üzerindeki görüşmeler
tamamlandı. Şimdi, 5 arkadaşımızın sorusu var; sorular ve cevaplar
için 10 dakikalık süremiz vardır. Bunun için, lütfen, sorular kısa ve net
olsun; zaman itibariyle de fazla zaman harcamış olmayalım. İlk soru sahibi Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk; buyurun
efendim. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Sayın Başkan,
sorularım kısa; ancak, müsaade ederseniz, iki üç tane olacak. Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakanımdan şunları
sormak istiyorum: Birinci sorum: Vakıf Gureba Hastanesi niçin Sağlık
Bakanlığına değil de SSK'ya devredildi? İkinci sorum: Acaba, son yıllarda çokça kurulan vakıf
üniversiteleri gibi, burada da bir vakıf üniversitesi kurulamaz mıydı? Üçüncü sorum: SSK, bu hastane yakınındaki arsayı hangi
amaçla ve nasıl değerlendirecektir? Vakıf Gureba Hastanesi, şu anda çok güzel
ve rantabl çalışırken, SSK'ya devrine neden gerek duyuldu? Vakıflarla ilgili
kanunu istediğiniz şekilde çıkarıyoruz. Birçok soru maalesef cevapsız kaldı.
Soruyorum: Vicdanınız rahat mı? Ecdat yadigârı vakıfları bu kanunla daha iyi
koruyabilecek miyiz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben de teşekkür ederim. Sayın Çelik, buyurun efendim. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, aracılığınızla
ben de Sayın Bakanıma iki soru sormak istiyorum. Biraz önce kürsüde Grubum adına yaptığım konuşmada,
sözünü ettiğim bir belgeden bir bölüm okuyacağım. Bu yazı, Vakıflar Genel
Müdürlüğünden İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin kiralama talebinin
reddedilmesiyle ilgilidir, Gureba Hastanesiyle ilgili olarak; şöyle
denilmektedir: "Bezmi Âlem Valide Sultan Vakıf Gureba Hastanesi
1843 tarihinde Bezmi Âlem Valide Sultan tarafından tesis ve inşa edilerek
fakir, kimsesiz ve hasta vatandaşların ücretsiz teşhis ve tedavileri için
vakfedilmiştir. Bezmi Âlem Valide Sultan Vakfı hayratından olan Vakıf
Gureba Hastanesi, Vakıflar Genel Müdürlüğünün mülkü olmayıp, ayrı bir
tüzelkişiliğe sahip olup, diğer mazbut vakıflar gibi temsil ve idare görevi,
kanunla idaremize verilmiştir. Vakıf Gureba Hastanesi, 600 yatak kapasiteli yeni, 200
yatak kapasiteli eski, 50 yatak kapasiteli onkoloji bölümünden meydana gelmiş,
850 yatak kapasiteli bir sağlık ve eğitim hastanesidir. İlgide kayıtlı talebinize istinaden yapılan incelemede,
talep edilen ve boş olarak görülen binaların hizmet harici bırakılmış olmayıp,
iç tesisatı ile birlikte bakım ve onarım restorasyon çalışmaları devam
ettiğinden, bu bölümlerdeki faaliyetleri de yeni Gureba bölümünde
sürdürüldüğünden, restorasyonun tamamlanmasını müteakip anılan yerler tekrar
eski fonksiyonel duruma getirilmek suretiyle vakfiye şartları doğrultusunda
kullanılacaktır. Gureba hastanesine ait boş olduğu belirtilen ve halen
onarımları süren taşınmazların yukarıda da bahsedilen hususlardan dolayı
kiralama talebiniz karşılanmamıştır. Bilgilerinizi rica ederim. Ruşen Balta Genel Müdür adına Genel Müdür
Yardımcısı" Sorum şu: Mademki, bu, altı ay önce mümkün değildi ve
bu, fonksiyon icra eden bir hastaneydi, restorasyonu yapılıyordu ve daha iyi
bir şekilde hizmete girecekti, niçin SSK'ya devredildi? İkinci sorum... BAŞKAN - Çabuk, lütfen, efendim. HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Bu hastane, demirbaşları ve
medikal malzemesiyle birlikte SSK'ya devredilecektir. Bu hastane, kendisi bir
vakıf hastanesidir. Bu medikal malzeme ve demirbaş malzemenin büyük bir kısmı,
Kliniklere Yardım Vakfı tarafından hibe edilmiştir. Bir başka vakfın hibe
ettiği bir malı, demirbaşı, medikal malzemeyi SSK'ya devretme hakkınız var mı;
bu yanlış olmaz mı? Başhekimin de feryadı bu yöndedir. Resmî yazı vardır. Bunlara ne diyorsunuz Sayın Bakanım? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Uzunkaya, buyurun. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, aracılığınızla,
Sayın Bakandan iki sualimin cevaplanmasını arz ediyorum. Bunlardan birincisi,
tabiî, Vakıf Gureba Hastanesi gibi elimizde tek vakıf hastanesi devredildi;ama,
sayıları 60'a yakın -yanılmıyorsam- 15 000 öğrenciyi barındıran vakıf öğrenci
yurtları, yıllardır var olan öğrenci yurtları da, bir protokolle, bildiğim
kadarıyla, Millî Eğitim Bakanlığına devredildi. Oysaki, öğrenciler bu yurtlarda bilaücret barınıyor,
vakıf kurumunca, o ruh gereği, iaşe ve ibatesi sağlanıyor idi. Yanılmıyorsam,
vakıflar tarafından sadece yüzde 10 civarında bir kontenjan kullanılıyor. Bu
öğrencilerin, vakıf ruhuna uygun bir beslenme imkânına mâni uygulamaya, hangi
gerekçeyle, maddî kaynak sıkıntısından mı, yoksa bir başka gerekçeyle mi
başvurulmuştur? Öğrenci açısından, ben, bu hadiseyi ciddî anlamda önemsediğimi
ifade ediyorum; çünkü, vakıf ruhunun bir özelliği de öğrenciyi korumaktı. Zaten
vakıflarla ilgili bir bakanlık olarak göreviniz de bu olmalı değil mi? BAŞKAN - Vaktimiz kalmıyor Sayın Uzunkaya, lütfen. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Toparlıyorum. Zaten özel vakıf yurtlarının da bu dönemde yaşadığı
ciddî sıkıntılar, acaba bu sorunun bir uzantısı mı? Bir diğer konu da, vakıflara ait imaretler, aşevleri
de, acaba, böyle devralacak bir müşteri bekliyor mu, onları da satmayı
düşünüyor mu Sayın Bakanımız? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Yılmazyıldız, buyurun. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Sayın Başkanım,
delaletinizle Sayın Bakana şu soruları yöneltmek istiyorum. Vakıf Gureba Hastanesinin adı Yüksel Yalova Hastanesi
olursa, Sayın Bakan kabul eder mi? Böyle değişik vakıflar tarafından yapılıp
da, adı değiştirilen; ama hastane, ama okul, ama imarethane gibi, ad
değişiklikleri durumunda Sayın Bakanın bir takibi var mı, bu konuda ne yapmayı
düşünüyor? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Bakanım, 4 dakikanız var; buyurun efendim. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Sayın Başkanım,
Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk, Vakıf Gureba neden Sağlık Bakanlığına değil, SSK'ya
devredildi dedi. Sağlık Bakanımız, burasını bir kalp hastanesi yapmak
istediğini söyledi. Aynı şekilde, İstanbul Üniversitesi Rektörü -iki soruyu
birlikte yanıtlamış oluyorum sanırım- Çapa Tıp Fakültesi için aynı teklifte
bulundu. Sayın Hüseyin Çelik'in bahsettiği yazı doğrudur; ancak,
okuduğunuz vakit, orada, kira talebinin reddine ilişkin gerekçeler, tam Yüce
Kurula aksettirilmemiştir; ben, her ikisinin de tekliflerini bizzat inceledim.
Vakıflar Genel Müdürlüğündeki hukukçuların yanı sıra, Vakıfbank hukukçularını
da göreve davet ettim. Ayrıca, kendim de, hukukçu olduğum için inceledim. İstanbul Üniversitesiyle ilgili, bilhassa rektör beye
ilişkin, belirli çevrelerde belirli yargıların olduğunu hepimiz paylaşırız. Bu
yargılara hiç önyargıyla yaklaşmaksızın, salt sözleşme hukuku gözüyle baktım;
çünkü, biraz önce söylemiştim, biz, buraya, ayda 250 milyar lira, yılda, toplam
3 trilyon lira Vakıflar olarak para ödüyoruz. Hasta sayısı itibariyle de
baktığınız vakit -ben, bütün, hasta sayısıdır, bizim ödediğimiz paradır gibi
değerleri aldığımda- burada, bedava, ücretsiz teşhis ve tedavi ettirildiği
söylenen hastalar -İstanbul'un hangi en lüks hastanesi derseniz deyiniz- orada
tedavi ettirildiğinde, Vakıflar Genel Müdürlüğünün, bu işten daha kârlı
çıktığını tespit ettim. Dolayısıyla, sözleşme açısından en cazip olanı, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınınkiydi; çünkü, hem ben 3 trilyon lira ödemekten
kurtuldum -bu 3 trilyon lira neye tekabül eder derseniz, söyleyeyim; Vakıflar
Genel Müdürlüğünün, 1999 yılında, Türkiye'deki bütün vakıf eserleriyle ilgili
yaptığı yatırımlara tekabül eder hemen hemen- hem de Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığından, on yıllık sürede -tahsis değildir, işletme hakkı devridir- her
yıl, ilk birkaç yılı değişik rakamlarda olmak üzere -çünkü orada ilave yatırım
yapacaklar- üçüncü yıldan itibaren de, sanıyorum yılda 1 milyon dolar Vakıflar
Genel Müdürlüğü para kazanacak, işletme hakkı devrine mukabil alacak. Bugünkü
parayla hesaplarsak, yılda 4 trilyon liraya yakın bir kaynak, böylece, vakıf
eserlerinin onarımı için kullanılırken, Vakıflar Genel Müdürlüğüne kâr olarak
gelirken, şu anda bakılan hasta sayısının en az 6 katı, 7 katı daha hasta,
gariban, orada tedavi edilme imkânına
kavuşacak. "SSK arsayı nasıl değerlendirecek?"
Dilerseniz, ben, her soru soran
arkadaşıma ya da merak eden her
milletvekiline kira sözleşmesinin
met-nini vereyim; sır değil.
Orada onlarca sözleşme maddesi
var. Bu sözleşme maddeleri tümüyle incelenmedikten sonra... HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sözleşme de var. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Hayır, sizdeki sadece yazı. Sizde varsa, diğer arkadaşlarımı da kastediyorum; sizde olup olmadığını bilemem. Sayın Yaşar Öztürk "vicdanınız rahat mı?.." Vicdanım rahat
olmasaydı, böyle bir anlaşmaya hiç
imza koymazdım, böyle bir anlaşmayı da
Bakanlar Kurulunun huzuruna
çıkarmazdım. Temsil ve idaresi vakıflarda demişsiniz. "Altı ay
önce niye, şimdi niye?.." Altı
ay öncesini de açıklıyorum.
Yani, kategorik olarak
İstanbul Üniversitesine vermeyelim; daha sonra, işte, şuna
vermeyelim, buna verelim gibi
bir anlaşma yoktu. Daha
rahatlamanız için söyleyeyim, İstanbul
Üniversitesi, sözleşme
taslağında benim istediğim şartları, hukukçu
olarak benim "olması
gerekir" dediğim şartları
karşılayabileceğini söylemiş olsaydı
ve ben ikna olsaydım, İstanbul
Üniversitesiyle imzalar geçerdim, demin
söylediğim rezervler altında. Vakıf yurtları dediniz. Ben, vakıf yurtlarıyla ilgili en doğrusunu yaptığımızı düşünüyorum. Vakıf
yurtlarında kalan öğrencilerin insan gibi yaşama hakkı olduğunu düşünüyorum. Mesele bana ilk sorulduğu
zaman da, işte, irtica mı falan, klasik bu tür bir şeyle yaklaşıldı. Öyle eğitim verilmek istenen yerler
vardı, doğrudur; ama, ben, kategorik olarak böyle bir vehimle hareket
edecek insan olmadığım için, vakıf yurtlarında da sonuçta bir eğitim olsun, akşamları da mütalaası olsun, bu işin uzmanı da Millî
Eğitim Bakanlığıdır dedim. Hem devlet küçülsün diyorsunuz hem herkes kendi
uzmanlık dalında iş yapsın diyorsunuz hem
vakıflar geçmişte tarihte
oynadığı rolü oynasın diyorsunuz.
Tüm bu işlerin yapılabilmesi için, işbölümü diye, uzmanlık diye bir alan var;
dolayısıyla, o şekilde davrandım
ve Millî Eğitim Bakanlığına vermekle de
en doğrusunu yaptığımı düşünüyorum. "Niye
vakıf üniversitesi
kurulamadı?.." O benim sorunum
değil, Vakıf Gurebada. İlyas Yılmazyıldız arkadaşımın sorusunun birinci bölümünü, doğrusu, anlayamadım. İsimlerin değiştirilmesi de isim verenlerle ilgili bir
hak olsa gerek diye düşünüyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Madde üzerinde önerge yok. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum. BAŞKAN - 8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum. Karar
yetersayısı arayacağız. Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 8 inci madde kabul
edilmiştir; karar yetersayısı vardır. Şimdi, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Tasarının tümü kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır;
hayırlı olsun. Sayın Bakan teşekkür sadedinde birkaç cümle
söyleyecekler. Buyurun efendim. DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Muhterem
Başkanım, muhterem milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Birkaç sorusu askıda kalan arkadaşım var diye düşünen
olabilir. Halbuki, Sayın Saffet Arıkan Bedük Beye, Hüseyin Çelik Beye, Murat
Akın Beye ve Ahmet İyimaya'ya, ben, daha önceki konuşmalarımda yanıt vermiştim;
ayrıca, kendilerine ayrıntılı bilgiyi şimdi tekrar sunacağım. Ben, dün akşam, kanun tasarısının sunuşunda, siyaset
kurumunu haksız ve insafsız itham ve töhmetlerden kurtararak daha bir yüceltmek
ve tarihî, kültürel, kutsal mekânlarımıza, eserlerimize hizmet etmenin şerefini
paylaşmak teklifinde bulunmuştum. Bu şerefi hep birlikte yaşayabilmek
dileğiyle, katılan, emek veren her bir sayın milletvekiline, sayın başkanlara
huzurlarınızda bir kez daha teşekkür ediyorum; hepinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum; vatanımıza ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum. (ANAP, DSP
ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. Sayın milletvekilleri, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının
Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun müzakeresine başlayacağız. 3.- Kamu Kurum
ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman Kanunu ile
4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu
Raporunun müzakeresine başlıyoruz. 4.- Motorlu
Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman Kanun, Gelir Vergisi Kanunu ile 4306 ve 4481
Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/776) (S. Sayısı: 539) (1) BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır. Hükümet?.. Hazır. Raporun okunup okunmaması hususunu oylarınıza
sunacağım. Raporun okunmasını kabul edenler... Okunmasını kabul
etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir. Tasarının tümünün müzakerelerine başlıyoruz. Gruplar adına söz isteyen?.. BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Partimiz adına, Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün konuşacak efendim. BAŞKAN - Fazilet Partisi Grubu adına, Balıkesir
Milletvekili Sayın İsmail Özgün; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. FP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 539 sıra sayılı, Motorlu Taşıtlar
Vergisi Kanunu, Finansman Kanunu ile 4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının tümü üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına
söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Muhterem Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, getirilmiş olan kanun
tasarısının genel gerekçesinde şöyle bir ifade var: "2000 yılında başlayan
üç yıllık ekonomik istikrar programının en önemli ayaklarından biri vergi
politikasıdır. Programın birinci yılı vergi gelirleri açısından olumlu geçmiş
olup, bu yıl için öngörülen vergi tahsilatının tahminlerin üzerinde
gerçekleşmesi beklenmektedir." Değerli milletvekilleri, gerekçeden okuduğum bu bölüm
şunu söylüyor, şunu ifade ediyor: İstikrar adına yeni ve daha büyük
fedakârlıklar vatandaşlarımızdan isteniliyor; yani, diyorsunuz ki, ey memur, ey
işçi, ey emekli, ey çiftçi, önümüzdeki yıl senin durumun bu yıldan daha kötü
olacak; vatan senden daha
çok fedakârlık bekliyor. Yine,
ey esnaf, ey sanatkâr, ey tüccar, devletin harca- (1) 539 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. malarını kısmak için lojmanları, kampları, resmî
taşıtları, mercedesleri, korumaları azaltamıyoruz; ama, kümese girmiş kazları
biraz daha yolmak, hatta, derisini bile yüzmek zorundayız diyorsunuz
getirdiğiniz bu kanun tasarısıyla. Özel vergiler getireceğiz... Daha önce, bir
sefere mahsus, geçici olarak alacağız dediğiniz ekvergileri, şimdi uzatmak
istiyorsunuz. Vergilere yüzde 50 zam yapacağız; hatta, yüzde 50 zam yetmez, onu
20 katına kadar da artırmak için Bakanlar Kuruluna yetki istiyoruz diyorsunuz.
Hatta, bu da yetmezse, Katma Değer Vergilerinin oranlarını da, önümüzdeki
günlerde, biraz daha yükselteceğiz diyorsunuz. Değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir yerinde, böyle
bir vergi saltanatı, bugüne kadar görülmemiştir. Siz, batık bankaların sayısı
arttıkça, kamu bankalarının kredileri battıkça, israf ve yolsuzluk çoğaldıkça
vergiye yükleniyorsunuz; ama, bu milletin, bu vergileri kaldıracak takatı
kalmamıştır. Artık, bu milleti yanıltmaktan vazgeçiniz. Şu ekvergileri, deprem
bahanesiyle bir defaya mahsus diyerek buradan geçirmemiş miydiniz. Geçen sene,
bu kürsülerde, bu ekvergiler konuşulurken, hükümet taahhüt etmemiş miydi; bunu,
bir sefere mahsus, geçici olarak alıyoruz, deprem için alıyoruz denilmemiş
miydi; peki, şimdi, ne oldu; neden bu ekvergileri iki yıl daha uzatmak
istiyorsunuz? Hani, bir sefere mahsus alınacaktı; hani, bu vergilerin tamamı,
deprem bölgesi için toplanıyordu; peki, verdiğiniz sözler, kanun metinlerine
geçen ifadeler nerede kaldı? Tabiî ki, şimdi, bu vergileri, zorla da olsa
ödemek zorunda kalan insanlar size güvenmeyecektir, hükümete güvenmeyecektir,
güvenleri sarsılmaktadır. Hükümet olarak, halk nezdinde güveninizi yitirdiniz.
Halkın, hükümetten hiçbir umudu kalmamıştır. Şimdi, bakın, geçen sene, Sayın Maliye Bakanı, bütçeyi
sunuş konuşmasında aynen şu ifadeleri kullanmış: "Vergi, ekonomik
faaliyetlerin bir nedeni değil, sonucudur. Ekonomik faaliyetler ne kadar
artarsa, vergi de buna bağlı olarak artar. Tasarrufları, yatırımları ve
teşebbüsü teşvik eden bir vergi sistemi, ülke ekonomisinin büyümesini artırır,
işsizlik oranının düşmesine yardımcı olur." Sayın Bakanın bu
söylediklerinin altına hepimiz imzamızı atarız. Bunlar, doğru sözler; ama,
gelin görün ki, söylenen sözler başka, yapılan işler başka. Uyguladığınız yüksek oranlı ağır vergiler, bugün,
ekonomiyi maalesef, perişan etmiştir. Bakınız, yatırımları, teşebbüsleri teşvik
etmeyi, ekonomiyi büyütmeyi, işsizliği önlemeyi bir tarafa bırakınız, tam
tersine, bugün geldiğimiz noktada, maalesef, piyasalar ölü vaziyettedir, esnaf
ve sanatkârımız başta olmak üzere, çiftçilerimiz, dargelirli insanlarımız,
memurumuz, emeklimiz fevkalade büyük sıkıntılar içerisindedir. İşsizlik, bugün
en büyük sorun haline gelmiş bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri, gerçekten, başta esnaf ve
sanatkârlarımız olmak üzere, toplumumuzun büyük kesimi sıkıntı içerisindedir ve
ayakta duracak durumda değildir. Şöyle bir esnaf ziyareti yapınız, etrafınıza
bir bakınız. Bakalım, kaç esnafımız siftah yapmadan işyerini kapatmak, gününü
geçirmek durumundadır? Kaç esnafımız işyerinin kapısına kilidi vurmuştur? Bir
bakınız kendi seçim bölgelerinizde. Geçtiğimiz günlerde, Balıkesir Esnaf ve Sanatkârlar
Odaları Birliğini ziyaret ettim. Sayın Başkan, yılbaşından, geçtiğimiz günlere
kadar geçen süre içerisinde, takriben on aylık süre içerisinde, Balıkesir gibi
bir ilde 3 000'in üzerinde esnaf ve sanatkârın işini terk ettiğini söylediler.
Bu, fevkalade önemli bir rakamdır. Artık, esnaf ve sanatkârımız ayakta duracak
durumda değildir. Sizin getirdiğiniz bu ekvergileri, ilave vergileri ödemeyi
bir tarafa bırakınız, esnaf ve sanatkârımız, bugün, Bağ-Kur primini
ödeyemeyecek durumdadır, normal tahakkuk etmiş vergilerini ödeyemeyecek
durumdadır ve borç senetlerini, taksitlerini ödeyemeyecek durumdadır. Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz günlerde, hükümet,
bir kanun hükmünde kararname çıkardı. Bu kanun hükmünde kararnameyle, Halk
Bankası kanalıyla kredi kullanacak olan esnafa diyor ki "git, önce
Bağ-Kur'dan borcun olmadığına dair belge getir." Şimdi, esnaf ve sanatkâra
verdiğiniz kredi ne ki, bir de onun üzerine daha engelleyici hükümler
getiriyorsunuz. Esnaf ve sanatkâra verdiğiniz kredi, bugün batırılmış olan,
soyulmuş olan bankaların kredileri yanında hiçbir şey değildir. Esnaf ve
sanatkârımızın üçte 1'i ancak bugün istediği krediyi alabiliyor, yarıdan
fazlası büyük sıkıntı içerisinde, krediden mahrum durumdadır; ama, siz, buna
rağmen "gidip Bağ-Kur'dan borcunuzun olmadığına dair belge alın,
getirin" diyorsunuz bu esnaf ve sanatkâra... Değerli milletvekilleri, hükümete buradan sesleniyorum:
Siz, bırakınız bu ekvergileri getirmeyi de, önce şu esnaf ve sanatkârın, başta
kredi ve Bağ-Kur olmak üzere sorunları var önce onları bir çözün, önce onları
bir çözün... Şu esnaf ve sanatkârımızı, siftah yapmadan dükkânını kapatır
olmaktan bir kurtarın önce; ondan sonra, kazanan, çalışan, üreten kesimden
vergi isteyin. Değerli milletvekilleri, şimdi, bu vergi tasarısıyla,
özellikle taksici esnafının kullandığı LPG'ye gözünüzü dikmiş bulunuyorsunuz;
dargelirli vatandaşlarımızın kendi otomobillerine taktırdıkları LPG'ye gözünüzü
dikmiş bulunuyorsunuz. Biraz sonra, belki, iktidara mensup bir milletvekilimiz
buraya çıkıp... Çünkü, Plan ve Bütçe Komisyonunda tasarı görüşülürken, orada
"efendim, LPG konusunda daha cesaretli olmak lazım. LPG'nin üzerine gitmek
lazım. Hatta, taksici esnafının taksimetreleri LPG'ye göre ayarlanmıyor, onlar,
benzine göre bu taksimetre üzerinden ücret alıyorlar, o bakımdan, LPG'yi daha
da artırmak lazım" gibi birtakım ifadeler geçtiği için söylüyorum. Belki
de, bu iktidar milletvekilimiz, benden sonra buraya çıkıp bunları
söyleyecektir; ama, benim de burada bir şey söylemem gerekiyor: Siz, artık,
taksici esnafıyla uğraşmayı bir tarafa bırakın da, şu batık bankaların üzerine
gidin; bütün cesaretinizi, o batık bankaların nasıl batırıldığı, içlerinin
nasıl boşaltıldığı konusuna yönlendirin ve o batık bankaların hesabını bir
sorun önce; bu konunun üzerine gidin. Siz taksici esnafından ne istiyorsunuz?!
Adam, zaten, günlük geçimini zar zor sağlıyor, idare etmeye çalışıyor; ama, siz
gözünüzü oraya dikmişsiniz, bu LPG'yi ne yapalım, ne edelim de buna 20 kat
ilave zam getirelim deyip, buraya kanun tasarısı getiriyorsunuz. Değerli milletvekilleri, piyasada icra takiplerine
baktığımız zaman görüyoruz ki, vatandaşlarımızın yüzde 80'i esnaf, sanatkâr ve
çiftçi. Yapılan icra takiplerinin neredeyse tamamına yakın kısmını
çiftçilerimiz, esnaflarımız ve sanatkârlarımız oluşturuyor. İcra dosyalarının
sayısı da, bir önceki yıla göre kıyaslandığı zaman, aşağı yukarı yüzde 50-60
civarında artmış bulunuyor. Bunun bir şeyi ifade etmesi lazım; demek ki, piyasada
işler iyi gitmiyor, çiftçimiz, esnafımız ve sanatkârımız borcunu harcını
ödeyemiyor, onun için bugün icralık
olma noktasına gelmiş bulunuyorlar. Çiftçilerimiz, artık borçlarını
ödemek için, varsa traktörünü satıyor, varsa tarlasını satıyor, varsa bağını
bahçesini satıyor; ama, yoksa, hapishanenin yolunu tutuyor. O bakımdan,
çiftçilerimizin Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçları mutlaka ertelenmeli,
bunun çaresi mutlaka bulunmalıdır. Bugün, çiftçilerimize yapılmakta olan
muamele, ne yazık ki, üvey evlat muamelesidir. Bakın, kasım ayının ortasına geldik, pancar, zeytinyağı
taban fiyatlarıyla ilgili hâlâ ses yok; pamuğa ve zeytinyağına ne kadar prim
verecek, hükümetten hâlâ bir açıklama yok. Hükümet olarak, vermeye gelince yok; ama, almaya
gelince, en acımasız vergi kanunlarıyla buraya geliyorsunuz. Onbinlerce kamu
çalışanı aylardan beri yollarda; kimisi, Yalova'dan Ankara'ya yürüyor, kimisi
Tokat'tan Ankara'ya koşuyor, onbinlerce insan Kızılay Meydanını dolduruyor,
seslerini Meclise ve hükümete duyurmaya çalışıyorlar. Ne söylüyorlar, duyuyor
musunuz? Ne söylüyorlar; biz, insanca
yaşayacak bir ücret istiyoruz; biz, enflasyonun altında ezilmek istemiyoruz.
İstedikleri budur. İstedikleri, hak ettikleri ücrettir; ama, ne yazık ki,
hükümet, bu kesime olan duyarsızlığını devam ettiriyor, kulaklarını tıkamış,
duymuyor; ama, unutmayın ki, bugün sizin unuttuğunuz bu kesimler, yarın sizi
unutacaklardır. Bunu da ben söylemiyorum, bir kamu sendikasının başkanı
söylüyor "biz de hükümeti unuturuz, olur biter" diyor. Peki, siz, hani, kamu çalışanlarını enflasyona
ezdirmeyecektiniz? Sayın Maliye Bakanımız her konuşmasında bunu söylüyor
"biz enflasyonun altında memurlarımızı ezdirmeyeceğiz" diyor. Diyor
da, peki, o zaman bu kamu çalışanları, bu sokaklarda ne arıyor, meydanları
neden dolduruyor, neden bağırıyor?.. Demek ki, kamu çalışanları enflasyonun
altında eziliyor. Sizin söylediğiniz o yüzde 10'lar, o yüzde 25'ler, enflasyon
hedefleri maalesef, hayalî rakamlardır. Tarım sektöründe girdilere bir bakın; bir yıl
içerisinde mazota ne kadar zam olmuş, yeme ne kadar zam olmuş, gübreye ne kadar
zam olmuş; göreceksiniz ki, hepsi bir yıl içerisinde yüzde 100'ün üzerinde zam
görmüştür. Peki, nasıl oluyor da enflasyon yüzde 25 oluyor? Demek ki, bu
rakamlar gerçekçi rakamlar değildir. Bugün herkes biliyor ki, mutfaktaki
enflasyon yüzde 60, yüzde 70 civarlarındadır. Siz, vermeye geldiği zaman ancak
yüzde 25 enflasyonu hatırlıyorsunuz, memurun ücretini, memurun zammını hesaplarken
yüzde 25'i hatırlıyorsunuz, taban fiyatlarını verirken yüzde 25'i
hatırlıyorsunuz; ama, vergi almaya gelince yüzde 50, yüzde 56 diyorsunuz. Bu sene yeniden değerleme oranı ne olacak; duyduğumuza
göre yüzde 56 civarında olacağı söyleniyor. Siz, 2001 yılı enflasyon oranını hem yüzde 10 olarak
hedefleyeceksiniz; memura 2001 yılının ilk 6 altı ayı için yüzde 10 ücret
artışı vereceksiniz hem de 2001'de ödenecek vergileri yüzde 56 artırmayı, hatta
bunanla da kalmayıp, bunun üzerinde artırmayı düşüneceksiniz; bu, olacak, kabul
edilecek bir durum değildir. Ekim 1999 da yıllık TEFE yüzde 52,1 olarak ilan
edilmişti ve yeniden değerleme oranı da yüzde 52,1 olarak ilan edilmişti geçen
sene. Peki, şimdi, Ekim 2000'de yıllık TEFE ne; yüzde 41,4 olarak ilan edildi.
O halde 2001 yılı vergi artışına da esas olacak olan yeniden değerleme oranının
da yüzde 41,4 olması gerekmez mi? Geçen seneki uygulamaya ve kanuna bakarsanız öyle;
ama, bütün bunlar bir tarafa bırakılıyor ve hatta 2001'deki enflasyon hedefinin
yüzde 10 olduğu da unutularak, yüzde 56 yeniden değerleme oranı ilan edilmeye
çalışılıyor. Şimdi, nasıl oluyor da enflasyon düşerken, enflasyona bağlı olan
yeniden değerleme oranı geçen yılın da üzerinde belirleniyor? Burada bir
çelişki yok mu? Ya gerçekten, ekim ayı TEFE oranı yüzde 56 idi ya da siz daha
çok vergi alabilmek için böyle bir yola başvuruyorsunuz. Peki, bu vergileri topluyorsunuz, topladığınız
vergileri, nasıl ve nerelere harcadığınızı, topladığınız insanlara anlatıyor
musunuz; vergi mükelleflerine bu konuda hesap veriyor musunuz? Bugüne kadar
topladığınız vergileri, acaba memurlara mı ödediniz? Bu vergilerden işçiye,
çiftçiye esnaf ve sanatkâra ne verdiniz? Bu vergileri nereye ödediniz? Bakın, 2000 yılında, eylül sonu itibariyle 19,7
katrilyon vergi toplamışsınız. Yıl sonu itibariyle 24 katrilyon lirayı aşacağız
diyorsunuz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Özgün, lütfen, toparlayınız. İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) - Peki, bu topladığınız
vergileri nereye harcadınız? Harcama kalemlerinize baktığımız zaman görüyoruz
ki, 17,5 katrilyonu faize ödemişsiniz, neredeyse, topladığınız verginin tamamı
faize gitmiş, yatırımlara da 1,3 katrilyon ancak buradan pay ayırabilmişsiniz.
Demek ki, bugün sıkıntı içerisinde olan dargelirli insanlara, toplanan
vergilerden yeterli miktarda bir aktarma ne yazık ki, yapılamamış. Siz, zannediyorsunuz ki, vergi oranlarını yükselttikçe
biz daha çok vergi toplayacağız; ama, birçok vergi uzmanı diyor ki, vergi
oranlarını yükseltmek, daha çok vergi toplamak anlamına gelmez. Siz, eğer daha
çok vergi toplamak istiyorsanız, vergi oranlarını düşürünüz, vergi tabanını
genişletiniz. Vergi tabanını genişletme hususunda bugüne kadar ne yaptınız?
Ciddî hiçbir çalışma yok. Denetimleri artırmanız lazım, kayıtdışı ekonomiyi
kayıt altına alma noktasında çalışmalar yapmanız lazım. Aksi takdirde, bugün,
mevcut olan vergi mükelleflerinin üzerine daha çok gitmek suretiyle bu meselenin
içerisinden çıkmanız mümkün değildir. Bugün, ülkemizde uygulanan vergi oranları
fevkalade büyük, fevkalade yüksek noktalarda bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri, bugün, bütçenin gelir
kalemlerinden ziyade, gider kalemleri fevkalade önemli noktaya gelmiştir.
Harcama reformunun mutlaka buraya getirilmesi lazım gelir. Harcamaların mutlaka disiplin altına alınması gerekir. Siz, bir taraftan "kaynak
ihtiyacı içerisindeyiz, kaynak yetersizliği var" diyorsunuz; ama,
getirdiğiniz 2001 yılı bütçesine baktım. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Özgün, son cümleniz için mikrofonu
açıyorum. İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) - Sayın Başkan, konuşmamı
bitiriyorum. Burada bile, hâlâ, kamuya 2 500 tane taşıt almayı
planlıyorsunuz; bunun da bir kısmı binek arabası. Bizde 90 000'lere
geldi kamu taşıtları;
İngiltere'de ve Almanya'da 15 000'lerle ifade ediliyor. Bizim, elimizdekileri
satmamız gerekirken, siz, hâlâ, israf içerisindesiniz ve bu israflar bir
tarafta dururken, vatandaştan daha çok vergi istiyorsunuz. Ben şunu söylüyorum: Siz, vatandaşa dönüp, daha çok
vergi verin diyeceğinize, şu topladığınız vergilerin önce bir hesabını verin ve
buraya harcama kanununu getirin, harcamalarla ilgili ciddî tedbirler alınsın
diyorum. Hepinizi, saygıyla, hürmetle selamlıyorum. (FP ve DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özgün. Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili
Sayın Nesrin Nas, buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. ANAP GRUBU ADINA NESRİN NAS (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimi
bildirmek için yüksek huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, uyguladığımız üç yıllık
programın en kritik yılı 2001 yılıdır. Halihazırda Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşmekte olduğumuz 2001 yılı bütçe hedeflerinin tutturulabilmesi için de,
bugün görüştüğümüz vergi yasa tasarısı özel bir önem arz etmektedir. Hepimizin
bildiği gibi, istikrar programları pek de hoşa giden şeyler
içermez. Aslında, bu programlar, geçmişteki aşırı savurganlığın ve
disiplinsizliğin bedelidir ve bu bedeli, maalesef, hep beraber ödemek
zorundayız. Türkiye'nin kronik enflasyonunda kamu kesimi açığının
en önemli etken olduğu malum. Yeni bütçe, geçen yıl millî gelirinin yüzde
10'unu aşan bu açığı, bu yıl, yüzde 3,4'ler düzeyine çekiyor; bu da, istikrar
programının ilk yılı sonunda, faizlerde sağlanan indirimle oluşan kaynağın,
ilave harcamalarla tüketilmemesi konusundaki kararlılığı ortaya koyuyor.
Gerçekten, gider bütçesinin sadece yüzde 3,5 oranında artırılması, reel anlamda
ciddî bir küçülme demek. Kamu otoritesi, uzun yıllardan beri, ilk kez, kendi
bütçesini küçültme iradesini gösteriyor. Ayrıca, gelir bütçesinde yüzde 24'lük
bir artış planlanıyor ki, artık, yakın geçmişte olduğu gibi, devletin bütün
vergilerini faizlere ayırması gibi sıkıcı bir tablodan kurtulacağımız
anlaşılıyor. Faiz ödemeleri toplam gelirin yüzde 39'u, vergi gelirlerinin de
yüzde 52'si düzeyinde kalıyor. Bu oran, 2000 yılında, hatırlatmak istiyorum,
yüzde 76,2 idi. Bütçenin en belirgin özelliği, enflasyonla mücadele
programının devreye girmesinden sonra, faizde yaşanan düşüşün sayılara
yansıması. Küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum. 1990'da, kamu, yıllık
ortalama yüzde 105'le borçlanmıştı, bu yıl ise, ortalama yüzde 35,5'le
borçlandı. Dolayısıyla, 2000 yılı faiz giderleri, bir önceki yılın yüksek
faizini yansıtıyordu, 2001 yılı faiz giderleri ise, bu yılın düşük faizini
yansıtıyor. İki sayı vermek istiyorum: Bu yıl toplam 21,1 katrilyon lira faiz
ödemesi yapılacağı öngörülüyor, önümüzdeki yıl bütçelenen ise, 16,7 katrilyon
lira. Yani, bütçedeki faiz giderleri, nominal olarak yüzde 21 azalıyor. Hesabı
dolarla ya da 2000 yılı fiyatlarıyla yaparsak, faiz harcamalarındaki düşüşün
çok daha belirgin olduğu ortaya çıkıyor. Dolarla yüzde 30,5, bu yılın
fiyatlarıyla da yüzde 33 oranında bir gerileme söz konusu. Kur politikası, enflasyonu ve faizi indiriyor, böylece,
bütçedeki faiz harcamaları kalemi küçülüyor. Dolayısıyla, hükümet, diğer
harcamalarında bir kısıntıya gitmese bile, bütçe açığı da kendiliğinden
küçülüyor. Ancak, bu, önümüzdeki yıllar için aynı şekilde olacak demek değil.
Bu nedenle, bu vergiler özel bir önem arz ediyor. 2001 yılı enflasyon hedeflerine gelince: Enflasyonun
toptan eşyada yüzde 10, tüketici fiyatlarında ise yüzde 12 civarında
gerçekleşmesi hedefleniyor. Bilindiği gibi, bu yıl, enflasyon oranları hedefleri
revize edildi ve 2000 yılı enflasyon hedefi TEFE'de 9 puan artırıldı. Buna
göre, TÜFE hedefi yüzde 25'ten 34'e, TEFE hedefi de yüzde 20'den 29'a çekildi.
Diğer ekonomik hedeflerde de revizyona gidildi ve daha önce, toptan eşya
fiyatlarında 2000 yılı için yüzde 38,5 olarak belirlenen ortalama artış yüzde 50,6'ya
yükseltildi, gayri safî millî hâsıla deflatörü de yüzde 42,5'tan yüzde 50'ye
yükseltildi. Sayın milletvekilleri, 2000 yılı için ortaya konulan
iddialı enflasyon hedefleri aşıldı denilebilir; ama, çok önemli bir şey var;
tüketici enflasyonu, yerleşmiş olduğu yüzde 70-80'ler bandından, ilk
olarak, yıllardan sonra,
yüzde 30'lar bandında dalgalanmaya başladı; bu, son derece önemli bir
gerilemedir. Sayın milletvekilleri, bir başka önemli husus da,
kamunun borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılanın yüzde 10'ları civarından
yüzde 3,4'üne gerilemesidir. Kuşkusuz, bu, hepimiz açısından ve piyasalar
açısından ciddiye alınması gereken bir hedeftir. Evet, bu yıl sonu itibariyle, bütçe giderleri 46,3 katrilyon
lira, gelirleri ise 34,8 katrilyon lira olacak. Buna göre, bütçe açığının 11,5
katrilyon lirayla, gayri safî millî hâsılanın yüzde 9,3'ü düzeyinde
gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz. Faiz hariç dengenin ise, gayri safî millî
hâsılanın yüzde 7'si oranında 8,6 katrilyon lira düzeyinde bir fazla vermesi
bekleniyor. Özellikle vergi gelirlerindeki hedefin aşılmasının katkısıyla,
bütçe açığının 2 puan daha azalacağı, faiz dışı fazlanın 1,4 puan daha yükseleceği
anlaşılıyor. Bu durum, uygulanan üç yıllık ekonomik program açısından son
derece önemlidir. Sayın milletvekilleri, görünen o ki, bu yıl, cari açık,
hedeflenenin üzerinde çıkacak. Nitekim, Maliye Bakanı Sayın Oral, cari açığın
yıl sonu itibariyle 8,2 milyar dolar; yani, gayri safî millî hâsılanın yüzde
4,1'i düzeyinde oluşacağını belirtti. Bu açık, öncelikle Euro'nun dolar karşısında sürekli
değer yitirmesi ve petrol fiyatlarındaki olağanüstü artışlardan kaynaklanmış
olsa da ve mevcut rezervlerimiz dikkate alındığında, programı aksatacak bir
düzeyde bulunmasa da, uluslararası kuruluşlar ve piyasalar, sürekli olarak
böyle bir açık vermemize izin vermezler. Bu nedenle, dış açığın azalması için,
toplam talebin düşmesi gerekir; çünkü, bu, ithalatı artırır. Bunu yapmanın üç yolu vardır. Ya ihracatı artırırsınız
-ki, enflasyon ve diğer makro hedefler bunu istediğiniz ölçüde
artıramayacağınızı size söylüyor- ya da büyümeyi kısarsınız -ki, geniş yığınlar
harcamalarını kısar, dolayısıyla, ithalat düşer; ancak, fakirleşme artar- veya
kamunun satın aldığı mal ve hizmetleri azaltırsınız, toplam talebi bu şekilde
düşürürsünüz. Kamu talebi yeteri kadar kısılırsa, bu, ithalatı
etkiler, dış açığı azaltır. Ancak, bu da, öyle, sanıldığı kadar pek kolay bir
şey değil; çünkü, kamu talebinin, toplam talep içindeki payı, söylenenlerin
aksine, oldukça düşük. 2001 yılı bütçesinin dış açık üzerinde etkili olabilmesi
için, kamu harcamalarının reel olarak yüzde 20 kadar kısılması gerekiyor.
Sadece bu oran bile, bu konuda ne kadar az alternatifimiz olduğunu gösteriyor. O zaman, geriye bir tek yol kalıyor; o da, vergi. Bu
nedenle, yoğun eleştirilere muhatap olan bazı ek vergilerin iki yıl daha
uzatılması kararı, tek uygun seçenek olarak karşımıza çıkıyor. Sanırım, uzun lafa gerek yok. Türkiye'de düşük vergi
yükü sorunu olmadığı, aksine, vergi mükelleflerinin üzerinde ağır bir vergi
yükü olduğu hepimizin malumu; ama, asıl sorunumuz, ciddî bir vergi adaletinin
olmayışı. Ama, bu, bugünün sorunu değil; bu, yıllardan beri böyle ve düzelme
yolunda da önemli adımlar atılıyor. Yine hepimiz biliyoruz ki, serbest piyasa ekonomisinde
firmaların rekabete dayanıklılığı, firma içi pek çok faktörle birlikte dışsal
bir faktör olan ülkedeki vergi düzeni ile çok yakından ilişkili; yani, vergi,
sanıldığı gibi, sadece, kamu maliyesiyle ilgili makro bir sorun değil; aksine,
global dünyada ekonominin konumunu nihaî olarak tayin edecek olan firma
kararlarındaki etkisi açısından birinci derecede önemli mikro bir sorundur. Sayın milletvekilleri, Kopenhag ve Maastricht
kriterlerinde somutlaşan Avrupa Birliğine uyum ölçüleri, temelde dünyaya ve
global piyasalara ayak uyduracak bir Türkiye'nin sosyal, siyasal ve ekonomik
vizyonu için çok yararlı ve önemli bir yol haritası niteliğinde. Bu yolda, en
önemli yüklerden birini taşıyacak olan Türk işletmeleri, Türk firmaları da
gümrük birliği konusunda verdikleri sınavın daha da zorlusunu, rekabet
konusunda vermek durumunda kalacaklar. Rekabetin her yerdeki önemli
bileşenlerinden biri olan vergi düzeni, öyle olmalı ki, bu sınavı daha da
güçleştirmesin. Vergi yükü açısından bakıldığında ki, benden önceki
değerli hatip de ifade ettiler, özellikle sosyal güvenlik primleri dışarıda
bırakılırsa, Türkiye'de yüzde 24 civarında olan vergi yükünün, İspanya ve
Yunanistan gibi Güney Avrupa ülkelerinden yüksek olduğunu, Avrupa Birliği ve
OECD ortalamasına oldukça yaklaştığını, üstelik 2000 yılında alınan
ekvergilerle bu açığın neredeyse tümüyle kapanarak yüzde 26'lara çıktığını,
bunun biraz azalarak da olsa, 2001 yılında da devam edeceğini görüyoruz. Gelişmekte olan bir ülke için, bu oranlara bakarak
söylenecek şey şu: Toplam vergi yükünde oldukça iyi bir durumdayız. Kötü olan
bunun dağılımı. 65 milyonluk ülkede hâlâ sadece 2 milyon Gelir Vergisi
mükellefi ve 500 bin Kurumlar Vergisi mükellefi var; yani, vergiyi tabana yayma
konusunda, maalesef, sınıfta kalmış bulunuyoruz. Bakınız, 1997'de yüzde 28 olan vergi kaçağı, 1999'da
yüzde 44,7'ye yükselmiş. Evet, Maliye Bakanlığı, vergi kaçağını önlemekte çok
büyük bir adım atmış; ancak, sorun hâlâ ciddiyetini koruyor ve bize yaygın
vergi denetimi kadar, vergilemede yeni bir anlayışı hâkim kılmak zorunda
olduğumuzu da söylüyor. Vergi yükünün eşit dağılmamasının iki önemli sonucu
var: Birincisi, vergi artışlarının yükünü çeken kesim, aynı zamanda, ekonominin
rekabet kapasitesini oluşturan ve ülkeyi dış dünyayla buluşturacak olan kesim.
Bu firmaların elindeki kullanılabilir kaynakların azaltılması ve yatırım
heveslerinin kırılması sonunda Türkiye'nin rekabet gücü açısından bir risk
oluşuyor. Ayrıca, bu durum, muhtemelen, yabancı kaynak girişini de caydırıyor. İkincisi ve daha da önemlisi, vergi ödemeyen veya
gereğinden az ödeyen kesimde de etik ve hukukî sakıncalar bir yana, verimsizlik
gizlenmiş oluyor; çünkü, vergi, bir maliyet unsurudur. Vergi ödeseydi ayakta
duramayacak olan firmaların vergi ödemedikleri için yola devam edebilmesi ve
yeniden yapılanmayı savsaklaması, ekonomideki verimlilik düzeyini aşağı çekiyor
bir bütün olarak; bu nedenle, vergi tabanını genişletmek zorundayız.
Dolayısıyla, vergi numarasının yaygınlaştırılması, vergi idaresinde otomasyon
düzeyinin yükseltilmesi -ki, biliyorum, bu çalışmalar Maliye Bakanlığının hep
gündeminde ve oldukça önemli yol almış durumdalar- ve mevzuatımızda,
yabancıların "enforcement" dedikleri fiilî uygulanabilirlik ya da
zorlayıcılık konusundaki boşlukları doldurmak gerekiyor. Bu bağlamda,
kamuoyunda "nereden buldun" diye adlandırılan ve 2002 yılı sonuna
kadar ertelenen uygulamanın bir şekilde öne alınması, maalesef, gerekiyor.
Çünkü, Vergi Usul Kanununda zaten var olduğu sayılan otokontrol, Gelir Vergisi
Kanunundaki hukukî dayanağı bulunmadıkça, uygulanamıyor. Sayın milletvekilleri, 2000 yılına ilişkin vergi
gelirleri, ek verginin yarattığı yaklaşık 2,5 katrilyon liralık dopingle
hedeflerin üzerinde gerçekleşecek. Gelir, KDV, ek vergi, Taşıt Alım ve Damga
Vergisi ise beklenenin üzerinde performans göstermiş bulunuyor. Maliye
Bakanlığı verilerine göre, bu yıl bütçesinde 24 katrilyon lira olarak öngörülen
vergi gelirleri, yıl sonunda 26 katrilyon 550 trilyon lira olarak
gerçekleşecek. Bu artışı da, deprem nedeniyle uygulamaya konulan ek vergiler ve
faiz vergisi sağlayacak. 2000 yılı sonunda devletin kasasına, faiz vergisinden 1
katrilyon 627 trilyon lira girecek; Ek Gelir Vergisinden 95 trilyon lira, Ek
Kurumlar Vergisinden 177 trilyon lira, Ek Motorlu Taşıtlar Vergisinden 66
trilyon lira, Ek Emlak Vergisinden de 62 trilyon lira toplanacak. Bu tasarıyla,
iki yıl daha devamı öngörülen Özel İletişim Vergisinden ise, bu yıl 340 trilyon
lira, Özel İşlem Vergisinden de 183 trilyon lira gelir elde edilecek. Bu
şekilde, ek vergilerin toplam hâsılatı 2,5 katrilyonu biraz aşacak. Sayın milletvekilleri, bir başka maddeye ilişkin de
görüşümü belirtmek istiyorum. İstikrar programının bankacılık sektörü
üzerindeki etkilerine gelince; medyanın bazı kesimleri, olayın, daha çok
polisiye ve sansasyon tarafı üzerinde dursa da, aslında, olan biten,
bankacılıkta beklenmeyen ve pek de bilinmeyen bir şey değil. Özellikle, son iki
yılda, bankacılık sektörü, oldukça sert dış ve iç şoklarla karşılaştı. Elbette,
bankaların bazıları gerçekten kötü niyetliydiler; ama, birçoğu da sert iç ve
dış şoklardan olumsuz etkilendiler; bir kısmı da yanlış riskler aldı ve hata
yaptı; tıpkı, daha önce, Amerika'da ve Asya'da olduğu gibi. Bundan onbeş yıl
önce, Amerika'da, üç yıl önce de Asya'da yaşananlar, istikrar programı
nedeniyle bugün Türkiye'de yaşanıyor. Bu nedenle, sektörde birleşmeler ve
sermaye artırımları, mutlak surette teşvik edilmelidir. Aksi takdirde, banka
iflasları, daha da artma ihtimali taşıyor. Birleşmelerin teşviki, aynı zamanda,
yabancı bankaların sisteme girmelerini
de özendirecektir; ki,
rekabeti artırma açısından, onların
varlığına da şiddetle ihtiyacımız
var. Bu nedenle, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununa eklenen geçici madde bu amaca
yöneliktir. Öncelikle, amaç, sektörün sağlıklı gelişimini sağlamak, kurallara
uyan bankaların faaliyetlerini sürdürmesinin, uyum sağlayamayanların ise,
sistemden çıkmasının ya da devir ve birleşme yoluyla yola devam etmesinin önünü
açmak, bu nedenle de, devir ve birleşme sırasında bu işlemlere taraf olan
bankaları, devir ve birleşme sonucu ortaya çıkacak vergi yüklerinden
arındırmaktır. Aslında, birleşmeler, bir değer artışı değil, gerçekte bir
konsolidasyondur. Ancak, ülkemizde, vergi otoritesi, uzun yıllar, birleşmelere
bir değer artışı olarak bakmış ve öyle vergilendirmiştir; şimdi, bu yanlıştan
vazgeçilmektedir. Bu haliyle, yasa, son derece olumludur. Ancak, belirtmeden
geçemeyeceğim, bazı eksiklikleri de içermektedir. Teşvikler, sadece bankalara değil,
aynı zamanda, malî sektörün bir bütün olduğu düşünülerek, malî sektörün diğer
kurumlarını da, birimlerini de kapsamalıdır. İlaveten, dünyadaki birleşmelerde
hâkim trend, hisse senedi swapları şeklindedir. Dolayısıyla, hisse senedi
swapları yoluyla yapılacak birleşmeler de teşvik kapsamında yer almalıdır. Banka birleşmelerinde, bankanın tamamının değil, tüzel
kişiliğini kaybetmeden sadece bir bölümünün devralınmasının yolu açılmalıdır
ki, bu husus, özellikle yabancı yatırımcı açısından önemlidir. Örneğin, bankalara,
operasyon maliyetlerini azaltmak için, tüzel kişiliğini yitirmeden, şubelerinin
bir kısmını devredebilme, satabilme imkânı getirilmelidir. Ayrıca, grup içi
şirketlerin birleştirilmesi de teşvik edilmelidir ki, bu, aynı zamanda, reel
sektörün de ihtiyaç duyduğu bir husustur. Ancak, bu önlemler, hem malî hem de
reel sektörü kapsamalıdır. "Şimdi, yangın, malî sektörde; hele önce onu
bir söndürelim, sonra reel sektörü düşünürüz" demek, ekonominin şiddetle
ihtiyacı olan yeniden yapılanmanın önünü tıkamak anlamına gelir ki, global
dünyanın hâkim trendi olan verimliliği, artık, çok daha uzun bir süre görmezden
gelemeyiz. Teşekkür ediyor, saygılarımı arz ediyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Nas'a teşekkür ediyorum. Doğru Yol Partisinin görüşlerini, Bingöl Milletvekili
Necati Yöndar ifade edecekler; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika efendim. DYP GRUBU ADINA NECATİ YÖNDAR (Bingöl) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu,
Finansman Kanunu ile 4306 sayılı ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısının tümü üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle Yüce Meclisi ve siz değerli parlamenterleri saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, vergi konusunun ne denli
hassas bir konu olduğu malumlarınızdır. Çünkü, vergi, bir ülkenin hükümranlık
alanına giren temel konuların başında gelmektedir. Bu nedenle, bir ülkede vergi
alınması, bir başka ifadeyle, yeni vergi konulması, uzun bir çalışmadan sonra
gündeme gelmektedir. Akşam karar verip sabahleyin parlamentoya vergi yasa
tasarısı sevk edilmesine hukukun üstünlüğünü tartışmasız kabul eden uygar bir
ülkede raslanamaz; ancak, maalesef, bizim gibi hükümetlerin bulunduğu ülkelerde,
vergi yasaları, kamuoyundan kaçırılırcasına hazırlanır ve apartopar
parlamentoya sevk edilir. Tabiî ki, bunun nedeni vatandaşın yeterince bilgi
sahibi olmasının önünü kesmektir. Oysa, demokrasilerde halktan korkmak, halka
güvenmemek ilkesi asla söz konusu olamaz ve olmamalıdır; ancak, burada, Yüce
Meclisin huzurunda, bu hükümetin halktan korktuğunu, halkın yeterince
bilinçlenmemesi için âdeta özel bir çaba harcadığını vurgulamak isterim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümet vergi
geliri uygulamalarında adil davranmadığı gibi vergi politikası olarak da, vergi
verenin yakasına yapışmak gibi bir politika izlemektedir. Vergi tabanının
genişletilmesi gibi bir uygulamayı asla düşünmemektedir. Halkın deyimiyle,
kümesteki kazlarla ilgilenen hükümet, vergi kaçakçılığının önüne geçmek gibi
bir çabanın içine asla girmemekte ve girmemeye de ayrı bir özen göstermektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız,
huzurlarınıza getirilen yeni vergi yasa tasarısının genel gerekçesinde ne
deniliyor: "2000 yılında başlayan üç yıllık ekonomik istikrar programının
en önemli ayaklarından biri vergi politikasıdır. Programın birinci yılında,
vergi gelirleri açısından olumlu gelişmiş olup, bu yıl için öngörülen vergi
tahsilatının tahminlerin üzerinde gerçekleşmesi beklenmektedir." Bunun
daha açık anlatımı, hükümet diyor ki: Ben, vergi uygulamaları açısından
başarılıyım, öngörülenin üzerinde vergi topladım; ama, ayrıntıya girdiğimizde,
hükümetin hiç de başarılı olmadığı görülmektedir. Nitekim, 2000
yılı gelirlerine baktığımızda bütçe hedefleri aşılıyor gibi
görünse de bunun nedeninin deprem vergileri olduğu anlaşılmaktadır; yani,
deprem vergileri olmasaydı, Maliye Bakanlığı, öngörülen vergi gelirlerinin
altında kalacaktı. Dolayısıyla, bir anlamda, depremi fırsat bilen sayın hükümet,
yeni vergileri getirmiş ve vergi politikasındaki başarısını deprem vergileri
üzerine inşa etmiştir. Değerli arkadaşlarım, hazır yeri gelmişken sormak
gerekiyor; Sayın Başbakan ve Sayın Maliye Bakanı, deprem vergileriyle
depremzedelerin yaralarının sarılacağını ve depremzedelere en kısa sürede
kalıcı konutlar yapılacağını ısrarla söylediler. O kadar ki, deprem
vergilerinin başka bir alanda kullanılmayacağını ve deprem bölgesinde yapılan
yatırımların düzenli aralıklarla kamuoyuna açıklanacağını ifade ettiler. Ben
bir parlamenter olarak bu konuda, bugüne kadar herhangi bir bilgiye ulaşamadım.
Bilim çevrelerinden araştırdım, üniversitelerde böyle bir bilgi yok. O zaman,
deprem bölgesinde neler olduğuna bakıyorsunuz, depremin üzerinden iki kış
geçecek, halk yine çadırlarda kalıyor. Şimdi, buradan hükümete sormak istiyorum: Sayın
Başbakan, bu ülkede, inşaat teknolojisi, kalıcı konut yapmak için iki yıldan
fazla bir süre beklemeyi mi gerektiriyor? Oysa, bizim bildiğimiz, Türkiye'de
inşaat teknolojisi çok ilerledi. Değil ki iki yıl, iki ayda depreme dayanıklı
kalıcı konut yapıp teslim eden saygın müteahhitlerimiz vardır; ama, bu hükümet
o kadar beceriksiz ki, binlerce yurttaşı ikinci kış çadırlarda yaşatmayı
başardı. Bu başarıdan ötürü hükümeti huzurlarınızda kutlamak istiyorum. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım, vergi konusunda
duyarlı davranılması gerektiği de bir başka gerçektir. Hükümetlerin,
parlamentonun yerine geçerek mükelleflerin vergi yüklerinde ciddî değişiklikler
yapmaları, doğru bir davranış değildir. Kaldı ki, siz değerli parlamenterlerin
de bileceği gibi, hükümetler, vergi konusunda kanun hükmünde kararname dahi
çıkaramazlar; çünkü, vergi
yasalarının ciddîyetle uygulanması gerektiği ve vergi
konusunda keyfî yönetimlere izin verilmediği bilinen bir gerçektir.
Hemen belirtmek isterim ki, vergi konusu, sadece bizim Anayasamızda değil,
bütün uygar ülkelerin anayasalarında benzer hükümler taşımaktadır. Bakınız, önünüze getirilen tasarıda şu hükme yer
verilmektedir: 1318 sayılı Finansman Kanununun 10 uncu maddesinin üçüncü
fıkrası değiştirilerek Bakanlar Kuruluna vergi miktarlarını taşıtların teknik
özelliklerini veya kullandıkları yakıt türleri veya kullandıkları yakıt türleri
veya kullanım amaçları itibariyle ayrı ayrı veya topluca 20 katına kadar
artırılmasına yetki verilmektedir. Bu ne anlama gelir; LPG dediğimiz gazın
kullanıldığı araçlarımızın vergilerini hükümet 20 katına kadar artırmaya
niyetlidir. Yani, LPG dediğimiz yakıtı kullanan vatandaşlarımız, ticarî taksi olsun,
özel otomobil olsun, bunların tertibatlarını arabalarına taktıranların
vergileri 20 kat artırılmaktadır. Yani, yaklaşık olarak, bu sene 50 milyon lira
Motorlu Taşıtlar Vergisi ödeyen bir vatandaşımız, 20 katıyla çarptığımız zaman
1 milyarlık bir Motor-lu Taşıtlar Vergisiyle karşı karşıya geliyor. Şimdi, böyle bir düzenleme, aynı şekilde, Taşıt Alım
Vergisinde de vardır. Taşıt Alım
Vergisinden sonra da, bir de, biliyorsunuz, bir Ek Taşıt Alım Vergisi
söz konusudur. Şimdiye kadar, otomobil ve binek otomobil tabir ettiğimiz taksi
veyahut da minibüslerde yüzde 12 oranında Ek Taşıt Alım Vergisi alınıyordu.
Şimdiye kadar Katma Değer Vergisi matrahının yüzde 12'si, Ek Taşıt Alım Vergisi
olarak alınıyordu; şimdi ne oluyor, bunu, yüzde 36'ya çıkarıyorlar. Yani normal
olarak bir arabayı düşünün, Katma Değer Vergisi matrahı dediğimiz Katma Değer
Vergisi çarpılmadan önce, onun normal matrahı... Bugün bir TOFAŞ otomobil
düşünün -en ucuz bir otomobil- yaklaşık olarak 8-10 milyar civarındadır. Yüzde
12 ile çarptığımız zaman 1 milyar 200
milyon civarında Ek Taşıt Alım Vergisi şimdiye kadar ödüyordu bu vatandaşımız;
yüzde 36'ya çıkardığımız zaman, buna 3 milyar 600 milyon, otomatikman, bu
arabaya zam gelmiş oluyor. Bunun Katma Değer Vergisi hariç tabiî. Bu, hükümetin, kendisini Parlamentonun yerine koyması
demektir. Daha da önemlisi rekabet koşullarına aykırıdır. Biz, burada açıkça şunu söylüyoruz: Ne yapacaksanız
getiriniz, Parlamentoda tartışalım, yasalaştıralım ve siz de uygulamaya
koyunuz; ama, sonucu ne olacağı belli olmayan, keyfîliğe prim veren
düzenlemeler yapmamız yanlış olur; çünkü, Anayasa, bu tür keyfiliklere izin
vermemektedir. Gerçi, Anayasamız, alt ve üst limitleri belirtmek kaydıyla,
vergi oranlarında bazı oynamalara izin vermişse de, bu marjların makul seviyede
kalması gerektiği açıktır. Şimdi, hükümet, öyle
bir düzenleme öngörüyor ki, 20
kat yükseltecek düzenleme yapma yetkisi
istiyor. Bu, açıkça, iyiniyetin suiistimalidir; daha açıkçası, hükümetin
yaptığı, kanuna karşı bir hiledir. Bu nedenle, böyle bir tasarıya olumlu
bakmamızın imkânsız olduğu açıktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, daha garip bir
düzenleme ise, 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanununda yapılmaktadır. Bu
kanunun 10 uncu maddesinde yapılan bir değişiklikle, Bakanlar Kuruluna,
yeniden, değerleme oranı yüzde 50'den fazlasını geçmemek ve yüzde 20'sinden az
olmamak üzere yeni oranlar tespit etme yetkisi vermektedir. Bu da, aynı
şekilde, şimdi şu anda yeniden değerleme oranı... Demin, Fazilet Partisine
mensup sayın söz arkadaşımız da izah ettiler; geçen sene yüzde 52,1'idi, bu sene
yüzde 56,6 şeklinde tebliğ çıkarma hazırlığı içerisinde olunduğu Maliye
Bakanlığı bürokratları tarafından bize o şekilde bilgi ulaştırıldı; bu, normal.
213 sayılı Vergi Usul Kanununda, her sene, toptan eşya fiyatı endeksi,
TEFE'den, bir önceki yılın ekim ayından bu yılın ekim ayına kadar ortalama
alınan bir enflasyon nispetidir bu; bu, öteden beri uygulanmaktaydı. Şimdi, bu 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanununda
bir değişiklik yapılıyor, yüzde 56 yeniden değerleme oranıyla bir artışa
gidiliyor; arkasından da, yüzde 50'lik bir artışa daha gidilmiş oluyor. Sayın milletvekilleri, malumlarınız olduğu üzere
yeniden değerleme oranı, demin bahsettiğim gibi, vergi sistemini yüksek
enflasyondan korumak için getirilmiştir.Bu uygulama, hem vergi mükellefleri hem
de vergi dairesi için kaçınılmaz olarak gündeme gelmiş ve yasalaşmıştır. Burada aslolan
enflasyonu arındırmaktı; ama, getirilen düzenlemeyle, yeni bir vergi yükü getirilmesi...
Mesela, enflasyon oranı yüzde 50 olmasına karşın, yeniden değerleme oranını,
hükümetin, yüzde 100 tespit edebilecek gibi bir durum ortaya çıkıyor. Böyle bir
düzenlemenin altında yatan düşüncenin
gizli vergileme olduğunu
belirtmek isterim. Oysa, vergi yükünün adil, uygulamaların da saydam
olması gerekir. Vatandaştan gizleyerek vergi uygulaması yapamazsınız,
yaparsanız, vatandaşı aldatmış olursunuz. Bizim insanımız, bu tür davranışlara
asla layık değildir. Hükümetin bu konuda daha tutarlı davranmasını özellikle
diliyor ve rica ediyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yukarıda
belirttiğim uygunsuzluklar, tasarının diğer maddelerinde yer almaktadır. Biz,
Doğru Yol Partisi olarak, vatandaştan gizleyerek vergi toplamada bu hükümetin
başarılı olmayacağını biliyoruz; daha doğrusu, bu hükümet gibi davranan hiçbir
hükümet başarılı olamaz. Yol
yakınken tasarının geri
çekilmesini ve daha
adil bir tasarının getirilmesini
istiyoruz; çünkü, vergi gibi duyarlı bir konuda yapılacak yanlışlıklardan
geriye dönüşün çok zor olduğu bilinmektedir. O kadar ki, yapılacak bir
yanlışlık, ekonomide istenmeyen pek çok olumsuzluğa yol açabilir. Biz, Doğru
Yol Partisi olarak, hükümeti bu konuda iyi niyetle uyarmayı bir görev
sayıyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tasarı, bir
başka talihsizliğe daha imza atmaktadır. Bu tasarıyla, banka
batıranlara prim verilmekte, âdeta banka batır, sonra
birleştir, senden vergi almayacağım düşüncesi egemen kılınmak istenmektedir.
Plan ve Bütçe Komisyonunda tasarıya eklenen bir maddeyle, batık bankalara prim
verilmektedir. Arkadaşlar, ne yaptılar; Kurumlar Vergisi Kanununa geçici 39
uncu maddeyi eklediler ve dediler ki, batık bankaları, şu batırılmış 10 tane
bankayı kim alıyorsa, onların zararlarını, sen, kendi kazançlarından,
vergilerinden indirim konusu yapabileceksin. Bugün, son beş yıllık zaman
aşımı... Vergi Usul Kanununda zaman aşımı beş yıldır. Bugün bankayı birisi
almak istedi; geçmişe dönük beş yıllık zararını da, bugün itibariyle,
bilançolarının, aktif ve pasif olarak kül halinde devraldığı zaman bakıyoruz
ki, bu bankanın oluşmuş olan zararlarını, bu kişiye biz beş yıllık bir süre
daha veriyoruz ve böylece on yıllık bir zarar burada söz konusu oluyor. Demek
ki, bugün 10 tane batık bankayı satın alan bir müteşebbis, on yıllık oluşmuş
zararını, kendiliğinden ne yapıyor arkadaşlar, indirim konusu yapmış oluyor.
Yani, bir yerde kendisi, devlete vereceği Kurumlar Vergisinden zararlarını
mahsup etmek suretiyle, bir yerde bedavaya getirmiş oluyor. Yani, bankayı satın
aldığı zaman da, bedavaya getirmiş oluyor. Türkiye'de batık bankalara sağlanan garantiler bir
yandan dururken, bu vergi tasarısıyla, batık bankaların birleşmelerinin vergi
dışı tutulması, ahlakî olmadığı gibi doğru da değildir. Bakınız, bu hükümet,
sözde birtakım uygunsuzlukların üstüne gittiğini söylemektedir. Doğru Yol
Partisi olarak, üzerine gidilen her
türlü yolsuzluk nedeniyle hükümetin yanındayız; ama,
bunu şovlara dönüştürerek, daha
sanık durumundaki insanların mahkûm edilmesini de anlamak istemediğimizi
söylemek istiyoruz. Ben size, zamanım varsa, şu... Şimdi arkadaşlar,
hükümet, getirmek istediği 4306 ve 4481 sayılı yasalarla ne getiriyor; deprem
nedeniyle, Özel İletişim Vergisi ve Özel İşlem Vergisi adı altında 2 tane yeni
vergi ihdas ettiler. Bu 2 tane yeni vergi, deprem vergisi adı altındadır; Sayın
Maliye Bakanımız buradalar, bu vergileri getirdikleri zaman, bir yıla mahsus,
deprem nedeniyle biz böyle bir şey getiriyoruz dediler. Şimdi, önümde, şöyle bir tablo var: Lütfen
arkadaşlarım, şu tabloya bir iyice bakın, Özel İşlem Vergisine tabi tutarlar
yazıyor. 1- Vergi
dairelerine verilen beyannamelerden alınan pay. 2- Belediyelere
verilen beyannamelerden alınan pay. 3- Gümrük
idarelerine verilen beyannamelerden alınan pay. 4- Sosyal
Sigortalar Kurumuna verilen bildirgelerden alınan pay. 5- Motorlu
taşıtların kayıt, tescil ve devirlerinden alınan pay. 6- Spor Toto, Spor Loto ve Sayısal Loto oyunlarından
alınan pay. 7- At yarışlarından alınan pay. 8- Silah taşıma ve bulundurma vesikaları, kara avcılığı
ruhsat tezkerelerinden alınan pay. 9- Havayoluyla yolcu taşımacılığı, gidiş-dönüş; yani,
her uçak biletinden alınan pay. 10- İstanbul Menkul Kıymetler Borsası işlemlerinden
alınan pay. 11- Sermaye Piyasası Kurulu işlemlerinden alınan pay. 12- Cep telefonlarından, sabit telsiz ve GSM
aboneliğinden alınan pay. 13- RTÜK tarafından reklam gelirleriyle birlikte alınan
pay. 14- Tapu işlemlerinden alınan pay. Şu saydığım 14 kalem, hemen hemen tüm
vatandaşlarımızın, her gün karşı karşıya bulunduğu işlemlerdir. Bu 14 işlemden, ayrıca, bir de eğitime katkı payı
alıyoruz; yani, şimdi saydığım 14 işlemden, ayrıca, mükerrer olarak, bir de
eğitime katkı payı alıyoruz. Yani, bunlardan, zaten, eğitime katkı payının
matrahını, aynı şekilde, Özel İşlem Vergisi tutarı olarak alıyoruz. Şu gördüğünüz de, bir cep telefonu faturası. Bu cep
telefonundan ne alıyoruz arkadaşlar; bundan da Özel İletişim Vergisi alıyoruz. Özel İletişim Vergisi... Bakın şimdi: 1- Aylık sabit
ücret deniliyor. 2- KDV matrahı. Bu, hemen hemen her işlemden alınan bir vergidir, Katma
Değer Vergisini, biz, bir tarafta tutalım. Ayrıca, Özel İletişim Vergisi, yüzde 25. Özel İletişim
Vergisini anlatıyorum; yani, bu kadar da insafsızlık olmaz. Bir sefere mahsus, bu vatandaşlar, ne yaptılar; rıza
gösterdiler ve size ödediler. Bunu, 2002 yılına kadar uzatmak, insafsızlıktan
başka bir şey değildir. Korkarım ki, bunları bir beş yıl daha uzatacaksınız;
çünkü, buradan tatlı bir gelir geliyor. Bu vesileyle, hepinize saygılar sunarım. (DYP ve FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yöndar. Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini, Sakarya
Milletvekili Sayın Ramis Savaş ifade edeceklerdir. Buyurun Sayın Savaş. Süreniz 20 dakika. DSP GRUBU ADINA Ş. RAMİS SAVAŞ (Sakarya)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; huzurlarınıza 539 sıra sayılı olarak sunulan Motorlu
Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman Kanunu ile 4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması ve Kurumlar Vergisi Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili konuşmama başlarken; şahsım ve Demokratik Sol
Parti Grubu adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemiz,
yıllardır, enflasyonla işsizlik arasında tercih yapmaya zorlanarak yönetilmiş,
vergi ve ekonomik sistemimizdeki eksiklikler ise, bu yapıya sürekli katkıda
bulunmuştur. Türkiye, enflasyon ve işsizlik arasında tercihte bulunma
zorlamasından kurtulma yönünde önemli adımlar atmaya başlamıştır. Tercihimiz,
kesinlikle, ya enflasyon ya da işsizlik olamaz ve olmamalıdır. Bizim
ihtiyacımız, sağlam, parasal ve malî kurallara dayanan güçlü bir ekonomidir;
dolayısıyla, ekonominin sağlam malî kurallara dayandırılması, Türkiye'nin en
önemli gereksinimi olup, biz, bunu, mutlaka, sağlamak zorundayız. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aslolan, dağınık
olmayan, etkin, işlevsel hale getirilmiş kamu harcamalarının, sağlam ve reel
gelir kaynaklarıyla finanse edilmesidir. Sağlam parasal ve malî kurallara
dayanan güçlü bir ekonomiye ulaşabilmek açısından, devlet giderlerinin vergilerle
karşılanması gerekli olmakla birlikte, vergi istemek ve almak, hükümetler
açısından, hiçbir zaman, sevimli sayılabilecek uygulama olarak görülemez.
Ancak, 2000 yılında başlayan üç yıllık ekonomik istikrar programının en önemli
ayaklarından birini vergi politikası oluşturmaktadır. Bu çerçevede, 2000 yılı,
2001 yılı, 2002 yılları bütçeleri gelir hedeflerinin gerçekleşmesi, istikrar
programı uygulamaları açısından son derece önemlidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; esasen, 1998
yılında yapılan vergi reformunun temel taşlarından olan gelirin tanımı maddesi
uygulamasının, 31.12.2002 tarihi sonuna kadar ertelenmesi, Türk vergi
sistemini, çok önemli bir otokontrol müessesesinden yoksun kılmıştır. Bu
tercihin, vergi gelirlerinde meydana getireceği azalış, deprem dolayısıyla
çıkarılan ve uygulama süresi 31.12.2000 tarihiyle sınırlı olan 4481 sayılı
Kanunda yer alan bazı düzenlemelerle giderilmeye çalışılmıştır. Bu kanunun
uygulamasından elde edilen gelir, kanunun yürürlüğe girdiği 26.11.1999 tarihi
ile 30.9.2000 tarihleri arasındaki 10 aylık dönemde 2 katrilyon 368 trilyon
dolayında olmuştur. Bunlar, tahakkuk eden vergi rakamlarıdır. 4481 sayılı Kanun, 2000 yılı bütçe geliri hedeflerine
ulaşma bakımından çok önemli bir işlev görmüştür. Elde edilen gelir rakamlarına
bakıldığında, uygulama süresi bu tasarıyla uzatılması düşünülen vergilerin
getireceği yükün de önemli bir büyüklük teşkil etmediği görülecektir. Sayın milletvekilleri, 4481 sayılı Kanuna göre tahakkuk
eden 2,3 katrilyon verginin 1,4 katrilyon lirası, yani, yüzde 63'ü faizden, bir
başka deyişle rantiyeden elde edilmiştir. Bu vergilerin 99 trilyonu Gelir
Vergisinden, 187 trilyonu Ek Kurumlar Vergisinden, 61 trilyon lirası Ek Emlak
Vergisinden, 104 trilyon lirası ise Ek Motorlu Taşıtlar Vergisinden
sağlanmıştır. Görüşmekte olduğumuz tasarı kapsamında yer almayan, az önce
saydığım ekvergilerden elde edilen gelir, tahakkuk itibariyle 1,9 katrilyon liradır.
4481 Sayılı Kanun kapsamında tahsil edilen vergilerin; yani, bu tasarıda ele
almadığımız vergilerin toplam vergi yükü içindeki payı yüzde 81 dolayındadır,
devam eden vergilerin payı ise yüzde 19 dolayındadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün Plan ve
Bütçe Komisyonunda görüşmeye başladığımız 2001 yılı bütçesinde öngörülen
hedefler, 2000 yılı bütçe uygulama sonuçlarıyla karşılaştırmalı olarak
incelendiğinde, başlangıç hedefleriyle gerçekleşme tahminleri arasında dahi
büyük iyileşme olduğu görülmektedir. Örneğin, 2000 yılı bütçesinin başlangıç
hedefi, bütçe giderlerinin yüzde 51,4'ünün vergi gelirlerinden karşılanmasını
öngörmekteydi. Bütçenin 9 aylık uygulama sonuçlarına göre, 2000 yılı vergi
gelirleri, bütçe giderlerinin yüzde 57,1'ini karşılayacak gözükmektedir. 2001
yılı bütçesinde öngörülen hedef ise yüzde 65,7'dir. Görüldüğü üzere, vergi
gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranında, bir önceki yıla göre yüzde
14 dolayında bir iyileşme olmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte
olduğumuz bu tasarının temelini, 4481 Sayılı Kanunla getirilen Özel İşlem
Vergisi ile Özel İletişim Vergisinin 31.12.2000 tarihinde bitecek olan uygulama
süresinin 31.12.2002 tarihine kadar uzatılması oluşturmaktadır. Konuşmacı arkadaşlarımız "vergi, yine vergi"
diyorlar. Eğer, zorunlu devlet hizmetlerinde süreklilik istiyorsak,
buraya getirilen her
vergi kanununa karşı çıkmak anlamlı değildir. Şu da bilinmelidir ki,
tasarıyı eleştiren arkadaşlarımızın, bu tasarı kapsamında, 2 yıl süreyle
tahsiline devam olunacak Özel İşlem ve Özel İletişim Vergisinin toplam yükünün,
4481 Sayılı Kanun uygulamasının sadece yüzde 19'u düzeyinde olduğunu gözden
uzak tutmamaları gerekiyor. 4306 ve 3418 sayılı Kanunlara göre alınan eğitime katkı
payıyla ilgili sürenin uzatılması konusuna gelince: Eğer, hâlâ okul yok, hâlâ
sınıflar 50-60 kişilik diye eleştiride bulunuyorsak, bu kanunun yürürlük
süresini iki yıl değil daha uzun süreli artırmamız gerektiğini düşünmekteyim. Sayın milletvekilleri, tasarıyla getirilen diğer
düzenlemeler hakkında da kısaca bilgi vermeye çalışacağım. Bu tasarı, Motorlu
Taşıtlar Vergisi Kanunu ile Ek Taşıt Alım Vergisinin miktarlarının
artırılmasına yetki veren düzenlemeleri paralel hale getirmektedir. Bakanlar
Kuruluna belli sınırlar dahilinde artırım yetkisi verilmesi, Anayasada mevcut
yetkinin kullanımından ibaret olup, yetkinin en üst hadden kullanılacağı
anlamına gelmemektedir. Bu arada, Sayın Maliye Bakanımıza, Akaryakıt Tüketim
Vergisi, Taşıt Alım Vergisi, Ek KDV türündeki dolaylı vergilerin, birkaç yıl
öncesinde hazırlıklarına başlanan Özel Tüketim Vergisi Kanununda bir araya
getirilerek, dolaylı vergi kanunlarındaki mevcut dağınıklığın bir an önce
giderilmesinin gerekli olduğunu düşünmekteyim. Bu tasarıyla getirilen bir diğer düzenleme ise, Rekabet
Kurumu, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası ve Sermaye Piyasası Kurulunun görev
alanına giren işlerden elde ettikleri gelirlerden, Hazineye pay ayrılması
uygulamasına iki yıl süreyle devam edilmesidir. Bu düzenlemenin halka yansıyan
ilave bir yükü bulunmamaktadır. Tasarının 4 üncü maddesiyle, Gelir Vergisi Kanununun 94
üncü maddesinde yer alan indirim ve istisnalarla ilgili tevkifat hükümlerine
açıklık kazandırılmaktadır. Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesinin altıncı
bendindeki "istisna" teriminin indirimi kapsamadığı gerekçesiyle
açılan davalar sonucunda, yatırım indiriminden tevkifat alınıp alınmayacağı
konusu ihtilaflı hale gelmiş idi. Bu tasarıyla, bu konuya açıklık getirilmesi
yanında, istisna uygulamasından dolayı zarar doğması halinde, zarara isabet eden
tutardan tevkifat yapılmaması öngörülmektedir. Tevkifatın zarar mahsubunun
yapıldığı dönemde yapılmasına imkân verilmesi, yatırımcılar lehine bir
düzenlemedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kürsüden,
bankacılık sektörünün içinde bulunduğu durum konusunda çok şeyler söylendi. Ben
de, bu kürsüden, 57 nci hükümetin yeni kurulduğu günlerde, Türkiye'de
enflasyonun yüzde 70-80 düzeyinde seyrettiği bir ortamda, bankaların yüzde
100'lerin üzerinde devlete borç verdiğini, bu saadet zincirinin kırılması
gerektiğini söylemiştim. Evet, şu anda,
bu saadet zinciri
kırılmıştır. Şimdi, sıra,
bu saadet zincirinin kirli halkalarının
temizlenmesine gelmiştir. Gelinen bu noktada, banka bünyelerinin
güçlendirilmesi açısından, banka birleşme ve devirlerinin özendirilmesi zorunlu
hale gelmiştir. İşte, görüşmeye başladığımız bu tasarının 5 inci maddesiyle, bu
ihtiyaç giderilmektedir. Kurumlar Vergisi Kanununa eklenen geçici 29 uncu
maddeyle, banka devir ve birleşmelerinden dolayı doğabilecek Kurumlar Vergisi,
Banka Sigorta Muameleleri Vergisi,
Damga Vergisi ve harçlar gibi vergilere istisna getirilmektedir. Bazı arkadaşlarımız, hem burada hem de Plan Bütçe
Komisyonundaki konuşmalarda, devralınan bankaların bilançolarında yer alan
şişirilmiş zararların, devralan veya birleşilen kurumca, beş yıldan fazla
nakledilmemek şartıyla, gider olarak kurum kazancından indirimine olanak
tanınmasının kötü niyetlilerin işine yarayacağını belirttiler. Bu konuda kaygı
duyulması yerindedir; ancak, gider olarak indirilecek zarar tutarının
tespitinde, bankalar yeminli murakıplarınca, Kurumlar Vergisi Kanununun 14 üncü
maddesinin yedinci bendi uyarınca, belirlenecek malî zarar tutarı esas
alınacağından, indirilecek gider tutarı, fiktif, bir başka ifadeyle şişirilmiş
zarar tutarlarından arındırılmış olacaktır. Bu konu, Plan ve Bütçe
Komisyonundaki görüşmeler sırasında, maddenin ikinci bendine ayrıca ilave
edilmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Maliye
Bakanlığına götürdüğümüz, deprem yöresindeki vergi mükelleflerinin, mücbir
sebep nedeniyle, 17 Ağustos 1999 tarihinden sonra vermedikleri beyannameleri
topluca verebilmelerine yönelik önerimiz, Bakanlıkça kabul edilerek, tasarının
içine, bir geçici madde olarak dahil edilmiştir. Bilindiği üzere, mücbir sebep
halinin sona ermesi durumunda, bu mükelleflerden aylık beyannameye tabi olan
vergilerle ilgili beyannamelerin, onbeş gün içinde vergi dairelerine verilmesi
gerekmektedir. Maliye Bakanlığı istatistik verilerine göre, örneğin,
sadece Sakarya İlinde, aylık beyannameye tabi mükellef sayısı 25 000'dir. Bunun
anlamı şudur: 25 000 mükellefin bir yılın oniki ayı için vereceği KDV
beyannamesinin sayısı 300 000'dir. Muhtasar ve Damga Vergisi beyannameleri de
dikkate alınınca, onbeş gün içinde verilecek beyanname sayısı, sadece bir ilde
500-600 bin düzeyine çıkmaktadır. Mücbir sebebin kalkmasını müteakip, onbeş
günlük süre içinde, vergi dairelerinin 600 000 beyannameyi tahakkuk ettirebilme
imkân ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Bu maddede yapılan düzenleme, mücbir sebep
halinin halen devam ettiği, Sakarya, Bolu, Düzce İlleri ile, Kocaeli İlinin
Gölcük ve Karamürsel İlçelerinde, mükellefler açısından, bugüne kadar
verilmeyen beyannamelerin topluca verilebilmesine imkân sağlamaktadır. Bu
uygulama, mükellef, muhasebeciler ve vergi daireleri açısından, iş yükünü son
derece hafifletecektir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vergi
beyannamelerinin topluca verilmesi, deprem yöresindeki vergi problemlerini
tamamen çözmeyecektir. Bakanlık yetkililerince de bilindiği üzere, Adapazarı
merkezinde 2, Düzce'de 1, Kocaeli-Körfez İlçesinde 1 vergi dairesi depremde tamamen
yıkılmıştır. Söz konusu vergi dairelerinden Körfez Vergi Dairesi dışındakilerde
otomasyona geçilmemiştir. Bu nedenle, bu vergi dairelerine kayıtlı
mükelleflerin 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihi öncesine ait vergi tahakkuk
kayıtları ile takipli ve takipsiz vergi borçlarına ilişkin, idarenin elinde
hiçbir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Vergi Usul Kanununun 115 inci maddesinde
yer alan vergi terkin yetkisi de sorunları çözmeye yeterli hükümler
içermemektedir. Bu durum nedeniyle, deprem öncesinde sahip olunan veya depremde
kaybedilen varlığın sağlıklı bir şekilde tespiti mümkün olmamaktadır. Çünkü,
sadece dairelerin değil, binlerce mükellefin de defter ve belgeleri zayi
olmuştur. Özetlemeye çalıştığım bu hususlar dikkate alınarak,
Maliye Bakanlığı tarafından hazırlıkları tamamlanmış bulunan deprem yöresine
ilişkin vergi terkini, yatırım indirimi ve benzeri hususları içeren yasa
tasarısının bir an önce Meclisimize sevk edilmesi, deprem yöresindeki esnaf,
serbest meslek erbabı ile sanayicilerin önlerini görmelerine imkân
sağlayacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kayıtdışı
ekonominin ortadan kaldırılmasına yönelik bir temennimi belirterek sözlerime
son vermek istiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bundan otuz yıl
kadar önce İçişleri Bakanlığı tarafından oluşum çalışmalarına başlanan MERNİS
Projesinde 2000 yılı içinde önemli ilerlemeler kaydedildiğini duymak, son
derece sevindiricidir. Bu proje ile Maliye Bakanlığının vergi kimlik numarası
projesi birbiriyle uyumlu hale getirilmelidir. Kayıtdışılığı ve kayıtdışı fon
akımlarını önlemek ve parasal işlemlerin çoğunluğunun bankalar sistemi
kullanılarak yapılmasını sağlamak amacıyla 4369 sayılı Yasanın Maliye Bakanlığına
verdiği yetkiye bir an önce işlerlik kazandırılması gerekmektedir. Mükellefler arasında belli bir miktarı aşan ödemelerin,
mutlaka bankacılık sistemi vasıta kılınmak suretiyle yapılmasını zorunlu kılan
düzenlemenin Bakanlıkça yürürlüğe konulmasının, uygulamakta olduğumuz istikrar
programının tutarlı bir şekilde yürütülmesi açısından gerekli olduğu inancıyla,
Sayın Başkan ve Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Savaş. Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini Adana
Milletvekili Sayın Ali Halaman açıklayacaklardır. Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. MHP GRUBU ADINA ALİ HALAMAN (Adana) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu,
Finansman Kanunu, 4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısının geneli üzerinde söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Hükümetimiz, enflasyonla mücadele konusunda kararlı bir
mücadele yürütmektedir. Uygulanmakta olan ekonomik istikrar programının
memnuniyet verici sonuçları da alınmaya başlanmıştır. Uygulanan program, geçmiş
hükümetlerin yıllar boyunca ihmal etmesi sonucu birikmiş ve artık tehlike
sinyalleri vermeye başlamış olan ekonomik dengelerin yeniden istikrarlı bir
yapıya kavuşturulmasını hedeflemiştir. Bu mücadele, yalnız hükümetin değil, bütün toplum
kesimlerimizin destek ve fedakârlıklarına paralel olarak yürütülmektedir.
Hükümetimiz, ekonomik istikrar programının dar ve sabit gelirli
vatandaşlarımızı mümkün olduğunca en az etkilemesi noktasında gereken dikkati
göstermektedir. Bu çerçevede, ücretlilerin maaşlarında, enflasyon oranının
üzerinde, kısmen de olsa, refah payı sağlayacak bir artış sağlanması, 2001
bütçemizin temel hedefleridir. Değerli arkadaşlar, bilindiği gibi, ülkemiz, 1999, 2000
yılında deprem felaketleri yaşamıştır. Bu felaketlerin sebep olduğu maddî ve
manevî zararların karşılanmasında, kaynak yaratılması amacıyla, o dönemde
konulmuş bulunan ekvergiler, süreç içerisinde malî istikrar programının da bir
parçası haline gelmiştir. Ekonomik dengeleri istikrara kavuşturacak olan malî
tedbirlerin başında vergiler gelmektedir. Görüşmekte olduğumuz 539 sıra sayılı
kanun tasarısının ilgili maddesiyle, motorlu taşıtlardaki ek Taşıt Alım
Vergisinin süresi uzatılmaktadır. Ayrıca, Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanununda
belirlenmiş vergi miktarları ile yeniden değerleme oranında belirlenmiş vergi
oranlarını, taşıtların teknik özellikleri, kullandıkları yakıt türü, kullanım
amacına göre farklılaştırma ve 20 katına kadar artırma noktasında Bakanlar
Kuruluna yetki veriliyor. Bu maddeyle, Bakanlar Kurulu, ek Taşıt Alım Vergisi
oranlarını, belirlenen sınırlar içerisinde değiştirebilme ve araçların teknik
özelliklerine göre ayarlayabilme imkânını elde etmiş olacaktır. Hükümetimiz, bu
yetkiyi kullanırken, lüks taşıtların daha çok vergilendirilmesi konusunda
gereken hassasiyeti gösterecektir. Vergi yükünün dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızı en
az sıkıntıya sokacak ölçüde ayarlanması ve oranların artırılıp azaltılması
konusunda, Bakanlar Kurulu, ekonominin gereklerine ve kamu malî dengesinin
sağlanması hedeflerine uygun olarak yetkisini kullanacaktır. Bu düşüncelerle -konuşmamız kısa da olsa- tasarıyla
getirilen hükümlerde yer alan düzenlemeleri müspet karşıladığımızı belirtir,
hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Halaman. Böylece, gruplar adına yapılan konuşmalar tamamlanmış
oldu. Şimdi, şahıslar adına konuşma taleplerini sırasıyla
okuyorum: Sayın Polat, Sayın Türker, Sayın Ayhan, Sayın Aydın, Sayın Özgün ve
Sayın Candan. İlk konuşma, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'a
aittir. Buyurun Sayın Polat. Süreniz 10
dakikadır. ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlarım. Bu, Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanununda, Finansman
Kanununda değişiklik yapan tasarı hakkında şahsım adına görüşlerimi
belirteceğim. Sayın Bakana, Plan ve Bütçe Komisyonunda da söyledim,
burada da söylemiş olalım. Burada görüldü ki, geçen sene ağustostan sonra gelen
deprem vergisinin ana gayesi, depremde meydana gelen zararlar değildi,
hükümetin açıklarıydı; ama, hükümet, o anda, vergi toplamak için "bana
para lazım" demek için bahane uydurdu, burada -açık konuşayım- depremleri
bahane etti ve bir vergi getirdi. Niye; ispatı burada. Eğer, bu vergiler deprem
için gelmişse, bu sene niye geldi?.. Neden;çünkü, o zaman da, geçen sene de bu
vergilerin gelmesindeki ana gaye, deprem değil, vergiydi. Zaten, Sayın
Bakanımızın, Plan ve Bütçe Komisyonunda yapmış olduğu konuşmada da, geçen sene
toplanan vergilerin, bedelli askerlik gelirlerinin falan 1,9 katrilyon
olduğunu; fakat, deprem bölgesinde harcanan paranın 1,5 katrilyon olduğunu,
dolayısıyla, 400 trilyon liralık bir bölümün de, öyle veya böyle, geçen sene
deprem için toplanan bu paraların da yine bütçeye katıldığı belirtilmiş oldu. Burada, sayın bakanların getirmiş olduğu bu vergilerde
birkaç önemli konu var, o da şu: Deniyor ki, geçen sene, vergiler 1999'a göre,
yüzde 99,4 arttı; yani, yüzde 100 arttı demek. Bu sene -Türkiye'de enflasyon
önce yüzde 20-25 dendi, ama, 9 puan artırıldı; yüzde 29-34 olacak- fiyatlar,
tüketicide yüzde 34, toptan eşyada yüzde 29 artarken, halktan, bunların tam 3,5
katı kadar vergi toplandı. Yani, enflasyon 1 arttıysa, halktan alınan vergi 3,5
kat arttı. (MHP sıralarından "Yavaş konuş" sesleri) Gayet basit; matematiğin varsa, bilirsin. Yüzde 34 veya
yüzde 29 enflasyon olan bir ülkede Gelir Vergisinin yüzde 99 artmasının
hesabını, ilkokulu bitirdiysen, yaparsın. Burada görülen konu şudur: Demek, geçen sene halktan
toplanan vergide, zulüm diyebileceğim bir büyük ağırlık vardır. Yine, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda yapmış
olduğu konuşmada, geçen sene bütçe giderlerinin yüzde 76,8 oranında arttığını
belirtti. Demek ki, devlet, esasında kendi giderlerini kısmıyor; halktan
kısmasını istiyor; ama, kendisi kısmıyor. Kendi giderlerine gelince yüzde 76,8
oranında artırıyor; ama, halkı, önce yüzde 20 veya 25, sonra da 9 puan artışa
göre, yüzde 30'luk bir enflasyona göre ayarlamasını istiyor; ama, kendisini
ayarlamıyor. Kendisi yine konuttadır, arabadadır, faizdedir, personeldedir,
personel alımlarındadır; giderlerini artırıyor; ama, halka geldiği zaman, bunu
böyle istemiyor. Şimdi, bir konu daha söyleyeceğim. 2000 yılında, bu
vergilerden; yani, bu uzatılacak vergilerden, Özel İletişim Vergisinden 340
trilyon lira bekleniyor, Özel İşlem Vergisinden 183 trilyon lira bekleniyor
-Maliye Bakanının, bize, yine Plan ve Bütçe Komisyonunda verdiği bilgiler-
İstanbul Menkul Kıymetler Borsasından
280 trilyon lira, eğitim özel gelirinden de 550 trilyon lira bekleniyor.
Toplamı ne kadar ediyor; 1 katrilyon 353 trilyon lira. Bu 1 katrilyon 353 trilyon
lira, şimdi, devam edecek olan vergilerden geçen sene alınanlar. Bu sene
bunlardan ne kadar bekleniyor diye sorulduğu zaman, 1,8 katrilyon lira
bekliyoruz dediler. Burada, önemli olan bir şey söyleyeceğim. O da şu:
Geçen sene, bu toplanan ek vergilerle ilgili tasarı burada görüşülürken,
akşamüzeri bir önerge verilmiş ve biz, onu alkışlarla kabul etmiştik; faizden
de vergi alınmıştı. Faizden alınan bu verginin, bu sene, hemen hemen 1,4 ile
1,6 katrilyon lira arasında hesaplanacağını belirtiyorlar; bazıları 1,4;
bazıları 1,6 katrilyon lira diyorlar. Yani, geçen sene toplanan vergilerin
yarısından daha fazla faizden vergi toplandı; ama, bu sene, bu alınmıyor. Niye
alınmıyor; biz, faizcileri daha fazla üzemeyiz diye alınmıyor. Şimdi, efendim, reel faizler düştü, onun için biz
almıyoruz diyecekler; ama, yine, bugün, tahvil ortalaması yüzde 40, beklenen
enflasyon ise yıllık yüzde 15 olacağına göre, ortada yüzde 25'lik bir fark var;
ama, bu sene, artık, o faizden vergi alınmayacak; o alınmayan yüzde 6 puanlık
vergi... Deniliyor ki, bu sene, faizlerde yüzde 32 artış yapacağız. O
faizlerden vazgeçilen yüzde 6'lık payı da kabul edersek, yüzde 38, bu sene,
demek ki, halkın üzerinden; yani, vatandaşın üzerinden bir vergi alınacak. Ortalamasını
söylüyorum, yüzde 38. Eğer, enflasyon, TEFE'de, dediğiniz gibi yüzde 12
çıkarsa, demek ki, halkın üzerine, reel olarak, yüzde 26'lık, fazladan vergi
getiriyorsunuz. Halkın, burada, bilmesi
gereken rakam bu. Siz, yüzde 32
artıracaksınız, geçen sene artırdığınız, faizlerden aldığınız vergilerden
düşeceğiniz yüzde 6'yı da halkın üzerine koyacaksınız, edecek yüzde 38;
enflasyonu yüzde 12'de tutturduğunuz zaman, halktan, reel olarak geçen sene
ödediğinden yüzde 26 daha fazla -yani, geçen sene yüzde 99 fazla ödemişti ya,
ondan yüzde 26 daha fazla- vergi alacaksınız! İşte, bu, sizin mantığınız; yani,
sizin halka bakış tarzınız bu. Siz, bunu yaparken çok mu adil davranıyorsunuz, bir de
ona bakalım; yani, ne yapıyorsunuz?.. Mesela, siz, bir insan, tahvil
piyasasından 1 trilyon lira, 5 trilyon lira, 10 trilyon lira da alsa, bu sene
vergi almayacaksınız. Niye?.. Bir indirim oranı var; bu indirim oranını, 2000
yılında yeniden değerlendirme oranını -ki, şimdi yüzde 56 olarak alıyorsunuz,
ekim ayından ekim ayına doluyor, yüzde 56 alıyorsunuz- bir yılda, ortalama
olarak bono-tahvil ihalelerinde çıkan oran olan yüzde 40'a böldüğünüz zaman, bu
rakam 1'in üzerinde çıktığında, o indirim olayından dolayı, bu bono ve tahvil
piyasasından bir insan 1 trilyon lira, 5 trilyon lira, 10 trilyon lira dahi
faiz geliri kazansa, ondan vergi almıyorsunuz. Ama, geliyorsunuz, bakkal Ahmet
efendiden, Mehmet efendiden, götürü vergi mükellefinden yüzde 38'lere dayanan
vergi istiyorsunuz! İşte, bu da nedir; bu, halkın, bu konularda rahatsız
olmasının bir başka nedenidir. Şimdi, Türkiye'de gelir adaleti diye bir şey yok. Niye
yok; çünkü, top-lanan Gelir Vergisinin yüzde
90'a yakın bir bölümü (yüzde
89,6'sı) tevkifat ve stopaj yoluyla alınan vergiler; yani, ücretlilerden veya diğerlerinden tevkifat
yoluyla alınan vergilerdir. Vatandaşın kendi iradesiyle beyanı üzerinden
aldığınız vergi yüzde 10. Demek ki, burada, hakikaten, herkesin dediği gibi
bordro mahkûmları var, bu bordro
mahkûmları, bu verginin
yüzde 90'ını karşılıyor. Peki, bu verginin yüzde 90'ını karşılayan bu
bordro mahkûmları, ücretliler için ne kadar gelir indirimi kabul ediyorsunuz;
günde 1 dolar civarında kabul ediyorsunuz. Masrafına gelince, günlük harcaması
1 dolar diyeceksiniz; ama, Türkiye'de toplanan verginin yüzde 90'ını bu
vatandaşlardan alacaksınız İşte, bunlar, yanlış olan konu, yanlış olan
uygulamalar. Şimdi, Türkiye'de bir başka yanlış olan konu da var ki,
Gelir Vergisi kesinlikle tabana yayılmıyor. 1986'da 2 048 000 olan beyannameli
Gelir Vergisi mükellefinin şimdi düştüğü rakam 1 988 000. Yani, aradan geçen 14 yıl içerisinde Gelir Vergisi mükellefi artmamış, azalmış.
Nüfusun artmış, ticaretin artmış, iş yapan
artmış, işlem sayın artmış; ama, Gelir Vergisi mükellefin azalmış.
Neden; bir kısmı defterini kapatmış, gitmiş, daha vergi vermiyor, herkes kaçmış
vergiden. Bu sefer, devlet de, yakaladığı o 1 900 000 insanın üzerine her gün bir vergi getiriyor. O demişse
ki, evet, ben kazanıyorum, devlete bir
şey vermek istiyorum, ona her gün bir vergi getiriyor; ama, vergi
vermeyen diğer insanlar nerede?.. Onların üzerine hiçbir zaman için gitmiyorlar.
İşte, bunlar da, yine sizin yapmış olduğunuz ve halkın çok itiraz
ettiği konulardır. Şimdi, sizde,
tabiî, sanayi üretmediği için, üretim artışı olmadığı için gelir de yok. Şimdi,
niye gelir yok; 1999 yılı yüzde 6 küçülme
yaşanılan yıldı; o, deprem yılı, onu bırak. 1998'i alın, biraz daha
normal yılı alın. 1998'e göre, 1987 sabit fiyatlarını
karşılaştırdığınız zaman, tarım sektöründe yüzde 2 gerilemişsiniz, sanayide
yüzde 0,7 gerilemişsiniz, inşaat sektöründe yüzde 11,4 gerilemişsiniz. İşte, bu
çok önemli. Şimdi, düşünün ki, bir yerde bir
deprem olmuş, bir felaket olmuş,
konut açığı meydana gelmiş; siz, konut üretmemişsiniz, 1987'den bile yüzde 11 daha az konut üretmişsiniz.
Bu ne demek oluyor; sizin yapmış
olduğunuz inşaat projelerinizin... Neden; bir kanun getirdiniz, dört ay ruhsatlara tahdit koydunuz. Hiç olmayacak
şey. Bir taraftan diyorsun ki, konut
açığım var, bir taraftan da konut yapmaya mâni oluyorsun; ondan sonra,
kanunlarla, kira artışlarını önleyeceğim diyorsun. Bu mantıkla bu iş yürümez.
Bunlar, hep yanlışlarınız, görün.
Bundan dolayı, üretim artmadığı için, bu sefer, halkta, vergi vermede de büyük
teklemeler olmuş. Nedir teklemeler;
vatandaşların yüzde 87'si
beyannamesini vermiş; ama, vergi
ödeyememiş. Yüzde 13 şu anda ödenmeyen bir vergi var. İşte, biz diyoruz ki, bu
yüzde 13 ödenmeyen vergiler önemli bir
rakama ulaşmıştır; bunlarla bir anlaşma mı yaparsınız, bir kolaylık mı
sağlarsınız, ne yaparsınız, bunların vergilerini ödeyebilecekleri bir kolaylık
getirmenizde fayda var diye düşünüyorum. Şimdi, sizin yapmış olduğunuz bu uygulamaların çok daha
çarpıcı başka noktaları var. Nedir; sizin yaptığınız bu politikalarla deri
üreticilerinin, tekstil üreticilerinin işyerleri kapanınca, işsizlik artınca,
bu sefer, o potansiyel olarak artan işsizler, mevcut işyerinde çalışan
insanlara da bir tehlike getirmişler. Nasıl getirmişler; rekabeti kırmışlar. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - 1 dakika süre veriyorum; buyurun. ASLAN POLAT (Devamla) - Zaten, Türk özel sektöründe
sendikaların az olması, taşeronlaşmanın çok olması dolayısıyla, bu sefer,
bunlar ücretleri kırmışlar ve -yine, sizin zamanınızda çok olan, sosyaldemokrat
iktidarlarında olan bir dönemden bahsediyorum- özel sektörde 2000 yılında reel
saat ücretleri yüzde 3,5 düştüğü halde, o işçilerin üretime katkıları yüzde 9,8
artmış; yani, bir işyerinde çalışan 3 işçi yüzde 9,8 üretimini artırırken,
işyerinden almış olduğu ücrette yüzde 3,5 azalma var; özel sektörde 2000
yılında. Neye göre; 1999'a göre. Şimdi, burada neyi getirmek istiyorum; getirdiğiniz
politika işsizleri artırınca, bunlar da tutmuş, kentlerdeki bu işsizlerin
imkânını kırmış ve milleti zayıflatmışlardır. Getirdiğiniz vergiler var;
bunları da birkaç maddenin hepsinde sabaha kadar burada oturup, söyleyeceğiz;
ama, burada ne var, sizin getirdiğiniz bu kanunda, hakikaten, bir zulüm var.
Neden; çünkü, alabildiklerinizi üzerinize almışsınız, halka hiçbir şey
vermemişsiniz. Bakın, bir misal vereyim -vakit kalmadı, biraz sonra anlatayım-
Tarım Bakanı durmadan "doğrudan tarım desteği, doğrudan tarım
desteği..." Ne kadar vermiş bu sene biliyor musunuz; 700 milyar lira.
Tarım Bakanlığından verilen rakam... Doğrudan tarım desteğine verilen bütün
para 700 milyar... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Son cümleniz için açıyorum; ama, son cümleniz
olacak. ASLAN POLAT (Devamla) - Peki... Sayın Başkanım, bunlar
böyle sabaha kadar bitmez. Hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Polat. Sayın milletvekilleri, hükümet adına Maliye Bakanı
Sayın Sümer Oral konuşacaklar. Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakikadır. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; geçen yıl, 20 nci Asrın son yılında, ülke olarak asrın
en büyük deprem felaketiyle karşılaştık. Gerek nüfus yoğunluğu itibariyle gerek
sanayi, endüstri yoğunluğu itibariyle ülkenin en yoğun bölgesinde bu depremle
karşılaştık. Depremde, 18 243 yurttaşımız hayatını kaybetti ve 49 000 civarında
yurttaşımız da yaralandı. Tabiî, kaybettiğimiz yurttaşlarımızı geri getirmek
mümkün değil; ama, tekrar, kendilerine Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum. Depremin uğrattığı, meydana getirdiği tahribatı en kısa
zamanda, süratle tamir edip, o bölgeyi eski canlılığıyla, üretime katkısıyla
eski bölge haline getirmek, hükümetin, hatta Türk Devletinin en önemli
göreviydi ve öyle de oldu, Türkiye'nin gündeminde birinci önceliğe sahip madde
olarak yer aldı. Bugün de deprem, Türkiye'nin birinci önceliğe sahip
maddesidir; ancak, 21 inci Asra girerken, yeni bir asır, fevkalade çetin
şartları olan, global dünyaya dönüşmüş, global rekabetin etken olduğu bir dünyaya giriyoruz,
Türkiye'nin de böyle
bir mücadeleye girerken, hedefine uygun yolunu çizerken ekonomisini
sağlıklı hale getirmesi lazım; ama, ekonomisini sağlıklı hale getirmenin
altyapısı, temeli, kamu maliyesini sağlıklı hale getirmekti; çünkü, kamu maliyesinin
rakamlarına baktığımız zaman, 21 inci Asrın şartlarını göğüslemek, kucaklamak
ve o şartların içerisinde ilerlemek mümkün değildi. Parametrelere bakıyorsunuz, Türkiye, bir yıl boyunca,
mütemadiyen vergi topluyor; topladığı vergilerin yüzde 88'ini, sadece bütçe
finansmanı için kullanılan borcun, bütçenin finansmanında araç olarak
kullanılabilecek borcun dozajı arttığı için, yüksek faizleri karşılamak
amacıyla her 100 lirasının 88 lirasını faize öder hale gelmişti, geriye 12 lira
kalıyordu. Vergi yükü yüzde 17-18'lerde, faizin de gayri safî millî hâsılaya
yükü yüzde 17 idi. Bir ülke düşününüz, gayri safî millî hâsılasının yüzde 17'sini
sadece faize veriyor. Bütçe yapıyorsunuz, bütçenizin bütün giderlerinin,
bütçenin tümü içerisinde faizin payı yüzde 45; yani, yarısına yakını oraya
gidiyor. Bütçe açığı 11'ler düzeyinde. Böyle Türkiye'nin ilerlemesi mümkün
değil. Canım bu biraz daha devam ediversin demek de, ertelemek de mümkün değil.
Bunu düzeltecek sağlıklı bir kamu maliyesi oluşturabilmek için, hepinizin
bildiği gibi, bu Meclisin de büyük desteğiyle -çünkü, onun yapısal
değişikliklerinde çok büyük katkıları oldu- üç yıllık bir ekonomik program
uygulamaya koyduk. Şimdi, deprem dolayısıyla o programı uygulamaktan
vazgeçemezdik. Deprem için de bütün kaynaklarımızı seferber etmemiz
gerekiyordu. Bir defaya mahsus olmak üzere, yine, bu Yüce Meclis, bu vergi
kanunlarını çıkardı. Şimdi, bu vergi kanunları, kesinlikle, arkadaşlarımızın
söylediği gibi bahane olarak falan değil. Eğer bütçenin finansmanı, programın
finansmanı için çıkarılmış olsaydı, biz gelirdik yine Parlamentoya, derdik ki
açık açık milletimizin karşısında, şöyle bir tablomuz var -zaten onu milletimiz
yaşıyor- şu finansmana ihtiyacımız var; milletin temsilcileri olarak Yüce
Meclisten, sizden yetki isterdik ve size de sunardık. Kabul edilir edilmez, o
ayrı mesele; ama, bir bahaneye kesinlikle gerek yok. Keşke deprem meydana
gelmeseydi de, bu tür vergileri çıkarma ihtiyacında kalmasaydık. Ancak,
depremin zararlarını veya depremin meydana getirdiği tahribatı giderirken,
meseleyi sadece konut olarak görmemek lazım. O bölgedeki zararın görüneni var,
görünmeyeni var, ekonomideki bölümü var, toprak altındaki tahribatı var. Ben,
Maliye Bakanı olarak, ödenekleri gönderirken, yegân yegân, tek tek, üzerinde
durarak gönderdiğimiz için biliyorum. Hiç ummadığımız yerlerden büyük gider
kalemleri... Hiç önemi yok, devlet bütün kaynaklarını oraya tahsis etmiştir,
önemli değil; ama, sadece geçici konut, kalıcı konut olarak meseleyi görmemek
lazım; altyapısı var, kanalizasyonları var, yollarda büyük tahribat var,
ekonominin doruk noktası olan o bölgedeki üretim noksanlığı var, vergi
noksanlığı var; bunların hepsini dikkate almak lazım. Aşağı yukarı, bir ay
öncesine kadar, oraya 1,5 katrilyon civarında harcama yapıldı, daha da devam
ediyor, sürecek. Yani, meseleyi sadece deprem vergilerinin bir bilançosu olarak
düşünmemek lazım. Devlet, bütün kaynaklarını oraya ayıracaktır; ama, şunun da
altını çizeyim, değerli Ramis arkadaşımız da belirttiler. Deprem vergilerinin
yüzde 65'i, faiz üzerinden alınan vergilerdir. Bu, vergi adaletine, sosyal
adalete fevkalade uygun bir tatbikattır; yüzde 65'i buradan elde ediliyor. Şimdi, biz, bu vergilerin içinden, önümüzdeki program
boyunca, iki yıl daha, bir bölümünün uzatılması konusunda Yüce Meclise bir
teklifle geliyoruz. Bakınız, Ek Gelir Vergisi alınmayacak, kaldırıldı,
kaldırılıyor; daha doğrusu, bu yılın sonunda kalkacak; Ek Kurumlar Vergisi
kalkacak, Ek Taşım Alım Vergisi kalkacak, Ek Emlak Vergisi kalkacak. Burada,
iki yıl daha devam ettirmek istediğimiz, bu cep telefonu konuşma ücretinden
alınan vergi ile Özel İletişim Vergisi. Bir değerli arkadaşım, bir tabloyla saydılar uzun uzun.
Doğru; ama, o tabloyu biz getirmedik ki geçen sene. O, zaten, eğitime katkı
vergisi dolayısıyla olan bir tablodur. Oradan özel işlem... ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Siz getirmediniz, gökten
zembille indi o vergiler Sayın Bakan. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Hayır, hayır.. O
tablo, o tablolar, tek tek, geçen sene gelen vergiyle gelmedi diyorum. Onlar,
eğitime katkı vergisiyle vardı, onun üzerinden alındı. Yani, tabloyu sayıyorum.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Tamam da, onları kim getirdi? MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Sonra, vergi,
gökten zembille değil, sizin oylarınızla geldi, sizin oyunuzla geldi. ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Biz, ret için oy verdik. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Vardı daha
evvel... Yüce Meclisin kararıyla... BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım efendim... ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Şuradaki arkadaşların
oylarıyla geldi. BAŞKAN - Efendim, Sayın Bakanı dinleyelim. Sorularınız
olursa, sorarsınız... MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Vergi, Yüce
Meclisin kararıyla olur. Bu iki vergiyi getirirken üzerinde en fazla durduğumuz,
bir, üretime, ikincisi, dar ve orta gelirli kesime ilave bir yük gelmemesi;
onun satın alma gücünü olumsuz etkilememesi üzerinde hassasiyetle durduk. Sayın Özgün, haklı olarak, benim daha evvel söylediğim
bir şeyi söyledi. İnanarak söylediğim bir şeydir; yine söylerim ve doğrusu da
odur, bilimsel olarak da odur. Hepinizin bildiği gibi, verginin üç boyutu
vardır. Bunun birisi fiskal boyutu, birisi ekonomik boyutu, birisi sosyal
boyutu, adalettir; ama, en önemlisi ekonomik boyutudur; çünkü, ekonomi canlıysa
vergi alırsınız. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Ekonomi canlı zaten. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Ekonomi canlı
olursa, vergi doğurucu olay meydana gelecek, ondan vergi yapılacak, ona önem
veririz; ama, ekonomiyi sadece vergide hatırlamayacağız. Güçlü bir ekonominin
olabilmesi için, biraz evvel de söylediğim gibi, sağlıklı bir kamu maliyesinin
olması lazım. Biraz evvel söylediğim o parametrelerle sağlıklı bir kamu
finansman modeli vardır diyebilir miyiz? Onu güçlü hale getirebilmek için, onun
dengelerini oturtabilmek için, burada bir program uygulanıyor ve bu program,
altyapısı, yapısal değişiklikleriyle netice verecek şekilde götürülüyor ve bir
yıllık uygulamasında da, biraz sonra söyleyeceğim, fevkalade olumlu gelişmeler
de oldu. Onun için, yapılan iş de ekonominin gereğidir. Program
uygulayacaksınız, finansmanını
yapmayacaksınız... O zaman, programı
uygulamayız. Bakınız, zaman
zaman ne diyoruz; IMF'le 16 defa karşı karşıya geldik... İşte, 17 nci olmasın
diye, gerekli altyapılarıyla birlikte bu program uygulanıyor ve sizlerin
desteğiyle, milletimizin desteği ve güveniyle bu programdan beklenen sonuçları
da Allah'ın izniyle elde edeceğiz. Bakınız, bir yılda -biraz evvel verdiğim rakamlar
vardı- vergilerin faize giden yüzde 88'lik payı, 2001'de, yüzde 52'ye düşüyor,
88'den yüzde 52'ye geriliyor; bütçe açığı yüzde 11'den 3,4'e iniyor, vergi yükü
gibi aynı boyutta dediğimiz yüzde 17'yi bulan vergilerin gayri safî millî
hâsıla içerisindeki payı yüzde 10-11'lere çekiliyor. Bunlar fevkalade önemli.
Evet, bunlar 2000 yılının bütçe dengesinde. Bunlar fevkalade sevindirici,
hepimizin millet olarak özlemini çektiğimiz sonuçlar; ama, bunların devamı için
üç yıllık programı uygulayacağız. Bir yılda netice alınsa bir yıllık program
olurdu; üç yıllığın yapılmasının sebebi bu. Adım adım da gidilecek ve kalıcı
olması lazım. Bir sene iyi bir netice almak, ertesi sene eski noktaya dönmek;
o, boşa bir gayrettir. Eğer aynı noktaya iki sene sonra gelecekseniz, hiç
gitme, iki sene yorulma derler adama. Kalıcı yapabilmek lazım. İşte, onun için
bu gayret içerisindeyiz. Şimdi, bu getirilen tasarının içinde bazı motorlu kara
taşıtları veya onunla ilgili maktu vergilerde 20 kat rakamı var. 20 kat
konduysa bütün vergiler 20 kat artırılacak anlamına gelmez ki, bu, hükümete
verilen bir yetkidir. Bunun içerisinde, hükümet, belli bir marja göre
kullanacak ve belki kendi arasında, taşıtlarda veya diğerlerinde bir farklılık
yaparak bir kısmında daha fazla, bir kısmında... Ama, şurada açıkça söylüyorum;
dar ve orta gelirliyi, taksi esnafını biz de sizler kadar düşünüyoruz.
Zaten, sizler düşünüyorsunuz, bizim de
düşünmemizi istiyorsunuz, bizler de
düşünüyoruz. Zaten, bu programı hep birlikte yürüteceğiz. Sizler, bu Meclis,
yapısal değişikliklerde fevkalade,
gecesini gündüzünü kattı, destek oldu. O yapısal değişikliklerle program
başarıya ulaşıyor. Sizlerin desteğine ve güvenine her zaman için ihtiyaç
duyuyoruz. Zaten, farklı da olmaz, elbirliğiyle götüreceğiz. Yani,
yarınlarımızı düşünüyoruz; bunlar, toplu olarak, elbirliğiyle götürülecek. Gayet tabiî, arkadaşlarımız çok haklı olarak üzerinde
durdular, vergi idaresini etkin hale getirmemiz lazım. Vergi alanında, vergi
sistemini güçlendirmek için vergi idaresini etkin hale getirmek lazım. Kanuna
falan pek o kadar gerek yok. Vergi idaresi güçlü olacak ve elektronik ortamı
yaygın hale getireceğiz. Kayıp ve kaçağıyla mücadele edip tabanı genişleterek
vergi hâsılatını artırmak lazım. O, bizim üzerinde en fazla durduğumuz konu.
Zaten, vergi dairesi, malî idare bunun üzerinde devamlı duruyor; ama, bu sene
de ileri bir noktaya geldik, önümüzdeki sene de, ağırlıklı olarak, vergi kayıp
ve kaçağıyla meşgul olmak ve otomasyonu daha geliştirerek vergi adaletini de
sağlayacak bir yapıya kavuşmak, bizim de en büyük arzumuzdur. "Deprem vergisi olmasa, vergi gelirleri bu rakama
ulaşmazdı" denildi. İyi işte, hedefi bulmuş. Yani, bu hedefi bulmuş
olması, aşmış olması kötü bir şey mi? Bulmuş... Efendim "ama, deprem
vergisi olmasa aşmazdı..." Şimdi, Plan ve Bütçe Komisyonunun zabıtları
orada. Biz bunları konuşurken "aman efendim, siz bu rakamlara mümkün değil
ulaşamazsınız, bunları mümkün değil alamazsınız" denilmişti; alındı,
geçti. Ha, deprem vergisi... Deprem vergisi var da deprem harcaması yok mu?!
Yani, o vergiyi alıp da, koyup, harcama nasıl olsa
aynı, değil ki... Bakın, 1,5 katrilyonluk deprem harcaması olduğunu söyledik.
Deprem vergisi alındı -adı deprem vergisi- ama, deprem harcaması da var. Bütçe
açığına bakmak lazım. Biz bütçeyi yaparken yüzde 11'di, 11 puan açık görülüyordu,
9'a çekildi. Yani, âdeta, hedefin aşılmasına ille bir bahane bulunacağına
"bak, ne güzel bulmuşsunuz, bunu artıralım" demek varken, ille ona
bir kulp bulabilir miyiz acaba, azaltabilir miyiz... DOĞAN BARAN (Niğde) - 2,5 katrilyonun hepsini
harcadınız mı? İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) - Nereye harcandığı önemli
Sayın Bakan. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) - Şimdi, yeniden
değerlendirme katsayısı üzerinde duruluyor. Burada ne deniliyor; değerlendirme
katsayısı yüzde 56'lar civarında olacak, bu yüksek. Değerlendirme katsayısı bir
matematik işidir, aritmetik işidir. Devlet İstatistik Enstitüsü, bugünlerde
Maliyeye bildirir. Neyi bildirir; ekim ile kasım arasındaki 12 aylık dönemin
ortalama fiyat artış oranını, bir önceki dönemle mukayese eder, orada çıkan
rakamı Devlet İstatistik Enstitüsü koyar, onu da Maliye Bakanlığı açıklar. Şimdi "bu defa bu niye böyle 56, enflasyon
düşük" deniliyor; yani, bir hata aranıyor. Evet, bunun gerekçesi şu: Son
yıllarda -görmediğimiz- enflasyonun bir hayli aşağıya çekilmesidir. Eğer bu
hata ise, biz bu hatayı kabul ediyoruz. Enflasyon aşağıya düşmeseydi... ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - İndirin efendim, indirin o
zaman... MALİYE BAKANI
SÜMER ORAL (Devamla) - Hayır efendim... Efendim, hesap şekli var. Sevgili kardeşim, ben
yapmıyorum. Hesap şeklini mukayese ettiğiniz zaman, eğer enflasyon bu rakamda
olmasaydı, enflasyon yüzde 50 bandında olsaydı, aradaki bu fark olmayacaktı.
Enflasyon bandı aşağıya, 30'lara indiği için bu fark var; matematiksel bir şey.
Bu, sevindirici bir şey. Maliyenin yaptığı bir olay değil; matematiksel olarak
alt alta toplanıyor, iki ortalama bulunuyor, birbiriyle mukayesesi... Düşük
enflasyon olduğu için, burada bir fark belirleniyor. Enflasyon geçmiş yıllarda
düşmediği için, böyle bir fark ortaya çıkmamıştı. Enflasyondan kaynaklanan bir
şey. Bu da sevindiricidir. Bir de, yeniden değerlendirme katsayısının esas
amacının amortisman olduğunu da unutmamak lazım. O yönüyle; yani, çok aşağıya
düşürdüğünüz zaman işletmelerin lehine de olmaz, o tarafını da göz önüne alarak
değerlendirmek lazım. Benim, değerli milletvekili arkadaşlarımın, bütçeyle
ilgili, programla ilgili konulara her zaman gösterdikleri desteği yine
göstereceklerinden hiç şüphem yok. Hepinize en içten saygılarımı sunuyorum. (ANAP, DSP ve
MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan. Tasarının tümü üzerindeki son konuşma, İstanbul
Milletvekili Sayın Masum Türker'e ait. Buyurun Sayın Türker. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika efendim. MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Bugün, burada, vergi kanunlarında düzenleme yapan bir
yasa tasarısını görüşüyoruz. Bu tasarının bir özelliği var; geçtiğimiz yıl
birlikte kabul ettiğimiz tasarılarla, bir nevi bir diğer ayağını oluşturduğumuz
ekonomik istikrar programından sonra gündeme gelen gelirlerle ilgili ilk vergi
tasarısıdır. Bu tasarı da, biraz evvel, kimi arkadaşlarımız tarafından
eleştirildi, kimi arkadaşlarımız tarafından önemli olduğu söylendi. Aslında,
eleştiriler de doğrudur, önemli olduğu söylenenler de doğrudur; hatta, önemli
olduğunu söyleyen arkadaşlarımızın çok daha ileri giderek bunun bazı konularda
kalıcı olmasını da dile getirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin vergi politikasına
baktığımız zaman yıllardır çekingen vergilendirme politikası kullanılmış.
Yıllardır, bu çekingen vergilendirme politikası yüzünden vergi tabanı bir türlü
yayılmamış, yalnız, kümese giren kazlardan nasıl vergi alırız denilmiş, önemli
bir kısım vergi mükellefi olmamıştır. Nitekim, biraz evvel değerli milletvekilimiz Sayın
Nesrin Nas'ın verdiği rakamlar, 2 milyon Gelir Vergisi mükellefi, 500 000
Kurumlar Vergisi mükellefi olan 2,5 milyonu alırsak, bugün çeşitli kürsülerde
politikacının karşısına dikildiği zaman "şu kadar milyon üyem var"
diyen ticaret odalarının, ziraat odalarının, esnaf teşkilatı odalarının
üyelerinin toplamının yarısından azdır; yani, bir şey talep etmeye geldiği
zaman "şu kadar kişiyi temsil ediyoruz" diye karşımıza çıkanların
sayısının altında toplamda bir vergi mükellefimiz var. Bu, yıllardır -iktidarda
kim olursa olsun- çekingen bir vergi politikası uygulanmasından kaynaklanan bir
olgudur. Bu olgu, özellikle 1980'den sonra, küreselleşmenin dünyaya yaydığı
fikirler sonucunda aşırı liberal politikaların uygulanması, sosyal
politikaların ihmal edilmesi sonucunda, vergi alma, ama, borç al politikası,
tüm hükümetlerin uyguladığı politikalardır. İktidara borç almamak üzere
gelenler bile, sonuçta, kurulan düzenin, kendilerinden önce devredilen düzenin
gereği olarak borç alma noktasına gitmişlerdir. İşte, değerli milletvekilleri,
biraz evvel değerli milletvekilimiz Sayın Ramis Savaş'ın söylediği saadet
zinciri kurulmuş, borç alındığı için vergi yerine bu borçların faizini ödeyen,
ancak belli bir kesimi 1980'den geçtiğimiz yıla kadar zenginleştirme amacı
güden bir politika izlenmiştir ve bu politika sonucunda, genel olarak reel
vergiler hiçbir zaman artmamış, artan kısım da, biraz evvel sözünü ettiğim
vergi mükellefi olmuş, artık, bir hak deyimi haline gelmiş olan kümesteki
kazlardan alınmıştır. Kümesin yolunu bilmeyenlerden bir gram, bir kuruş vergi
alınmamıştır ve bugün görüşmekte olduğumuz bütçenin bize sunduğu verilere göre,
2000 yılında vergi hasılatımızın, biraz evvel değerli milletvekilimiz Sayın
İsmail Özgün'ün söylediği 24 katrilyonu aşan hâsılatımızın yüzde 76,2'si faiz
giderlerine harcanmıştır. Bir yıllık süre içerisinde uygulanan ekonomik
istikrar programı sonrası, 2001 yılında, gelecek bütçenin verilerine göre bu
rakam ilk kez, 1980'den bu yana ilk kez yüzde 52,5'e düşecektir. Değerli milletvekilleri, vergi eksik kalınca, enflasyon
azdırılmış geçtiğimiz yirmi yıllık süre içerisinde. Enflasyon azdırılınca,
iktidara gelenler, muhalefet edenlerin aynı görüşünü paylaşmış, bir vergi
uygulamamışlardır; ama, azan enflasyonla vergi hukukunda son zamanlarda
anlatılan gizli bir vergi alınmış, enflasyon vergisi alınmış. Niye; çünkü,
dilimler büyümeye başlamış. Büyüyen bu dilimlerden dolayı, vergi tarifesindeki
sıçramalar çabuk oluşunca, reel geliri artmayan mükelleflerin enflasyon dolayısıyla
ödediği vergiler artmıştır. İşte, bizim, ondokuz yıl faiz üreten politikalarla
geldiğimiz bu noktada, sevinerek, 21 inci Dönem, iktidarı ve muhalefetiyle
birlikte, bir olguyu yaşıyor, ilk kez; faiz üreten politikalar yerine, faiz
eriten politikaları uygulamış oluyoruz. Bu, önemli bir sosyal politikadır aynı
zamanda. Üst kademelerde, Türkiye'nin yüzde 5'ini oluşturan kademelerdeki
yalnız zenginlere hizmet eden politikalar terk edilmiş demektir. Bunun terk
edilmesinde yalnız iktidarın değil, muhalefetin de, iktidarın da elbirliğiyle
ve biraz evvel herkesin sevinerek söylediği alkışlanan faiz maddesinde olduğu
gibi ciddî bir ilerleme kaydedilmiştir. Değerli milletvekilleri, bir taraftan gelirler
artmazken, diğer taraftan borç arttığı için, bu ülkenin borçlanma maliyeti
sürekli artmıştır. Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısında önemli bir düzenleme
daha getiriliyor. İlgili maddesinde elimizden geldiği kadar birlikte
tartışmalıyız. O madde, bankaların birleştirilmesiyle ilgili getirilen vergi
bağışıklıklarıdır. Bunlar, bu maddede, biraz evvel söylendiği gibi, şu anda
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna girmiş olan 10 bankanın birilerine el
değiştirildiği zaman, zararın plasmanı amacı taşımıyor. Zaten, bu bankaları
zararıyla birlikte devralmaya hazır kimseyi bulamayacağımızı hepimiz biliyoruz.
Bu maddeyle, iki olgu var; bir, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu... Bu bankaları
rehabilite ettikten sonra, sattığı zaman elde edeceği gelirin vergiden muaf
olduğunu söylüyoruz; yani, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun... Ama,
önemli bir olgu getiriyoruz; işadamlarımıza, bankalarımıza, siz bir güven
müessesesisiniz, aranızda söylenti nedeniyle, malî bünyesi, bilançoları bozulan
varsa, bir araya gelsin, birleşsin; bu birleşme anında, devirlerden, Taşım Alım
Vergisi, Emlak Vergisi, Bankacılık Muamele Vergisi gibi fiktif olarak olmayan
kârlara vergi ödemeyin diyoruz. Bu, hükümetin, iş âlemine sunduğu bir imkândır;
siz de, gelin, parmağınızı bu taşın altına devletle birlikte sokunuz... Böyle
bir imkânı üç yıl müddetle tanıyoruz. Üç yıl müddetle neden tanınıyor? Bugün 80
banka var, 168 000 çalışan bankacı var. Eğer, bunlarla ilgili bir problem
çözümü şeklinde olayı getirmezsek, yarın öbür gün, bu bankalarda çıkacak
olaylardan dolayı, istihdamda doğacak açık, yeni işsiz sayısı, bankalarda
çıkacak güvensizlik, önemli bir faktör olarak karşımıza çıkacaktır. Bu konuda,
mademki ekonomide devlet küçülsün deniliyor, çözümü hep devlet bulmasın
deniliyor, biz de, bankalara diyoruz ki: İşte size imkân, birleşin; bu birleşme
için gerekli kolaylıklar sağlanmıştır. Değerli milletvekilleri, bugün burada görüştüğümüz
kanun tasarısında bir uzatma var. Ben, bu tasarının görüşüldüğü gün dile
getirmiştim, burada yine dikkatinizi çekmek istiyorum. İstanbul Menkul
Kıymetler Borsası, SPK, RTÜK ve Rekabet Kurulu gibi özerk kurumların
gelirlerindeki gelir fazlalarından belli bir
payın merkez bütçesine, yani, devlet bütçesine aktarılmasını
düzenliyoruz ve 2002 yılına kadar... Bu yeterli değildir. Bu Parlamento, daha
önceki parlamentoda görev almış
dönemlerde bile, bu kurumlar
kuruldukça, kamu nitelikli olan bu kurumlara vergi alma yetkisini devretmiş,
kendi gelirlerini azaltmış; ama, o gelirlerden pay almadığı gibi, onların gelirlerini
hiçbir zaman denetlememiştir. İki yıl için konulan bu rakamın, aslında ileride,
kalıcı ve bütün kamu nitelikli kurumların, odaların, çeşitli birliklerin, bu
kapsam içerisinde alınması gerekmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen, 1 dakika içerisinde toparlayınız. MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
vergiyle ilgili olarak burada yapılanlarda, kuşkusuz, büyük, önemli bir gelişme
daha vardır. Eğer dikkat edilirse, 1 ve 2 nci maddelerde, ilk defa, vergi
idaresi, enflasyonun düşeceğini dikkate alarak, yeniden değerleme katsayısına
uyguladığı yüzde 50 oranının ilerideki gelişmelere göre, asgarî oran olarak
yüzde 20'ye indirilmesine olanak veriyor. Gönül ister ki, biraz evvel değerli
arkadaşlarımızın konuşmalarından da anladığımız kadarıyla, Ek Taşıt Vergisindeki
6 kat asgarî oranı da, gerektiğinde, enflasyon düştüğü zaman, otomotiv
sektörünü, yerli sektörü teşvik etmek açısından, sıfıra kadar çekebilelim. Eğer
bu düzenlemeler yapılırsa, işte, enflasyon vergisi değil, geleceğe yönelik bir
vergi gelirleri düzeni kurulmuş olacaktır. Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türker. Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki
konuşmalar tamamlanmış bulunuyor. Şimdi, bazı sayın milletvekillerimizin sorularına
geçeceğiz. Sorular için ayrılan zaman -Sayın Bakanımızın cevap
vermesi bakı-mından da duyuruyorum- 10 dakikadır. 6 arkadaşımız soru sorma talebinde bulunuyor. Sırasıyla
kendilerine söz vereceğim; ama, lütfen, çok kısa, net ve bize zaman tasarruf
ettirecek şekilde sorsunlar. İlk soru, Sayın Özkan Öksüz tarafından sorulacaktır. Buyurun. ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkanım, delaletinizle,
Sayın Baka-nımıza aşağıdaki soruları tevcih ediyorum. 57 nci hükümetin en başarılı olduğu konu, halktan vergi
toplamak ve vergi salmaktır. 2001 yılı enflasyon oranını yüzde 10 olarak
hedeflediniz. Memura 2001'in ilk altı ayı için yüzde 10 ücret artışı
öngörüyorsunuz. 2001'de ödenecek vergileri yüzde 56 artırmayı, hatta bunun da
üzerinde artırmayı düşün-meniz adil midir; kendi deyiminizle, bu vergiler
ekonominin önünü tıkamayacak mı; harcama reformuyla ilgili bir çalışmanız var
mıdır? İkinci sorum:
Sokağa çıktığımızda, resmî plakalı yeni ve lüks arabalar görmekteyiz ve
yine, trilyonlarca para harcanarak çok lüks kamu binaları yükselmektedir. Zar
zor geçinen memur, işçi, çiftçi ve vergisini ödeyemez durumda olan esnaftan
vergi alacağınıza, bu israfları önlemeyi hiç düşündünüz mü; kemer sıkmaya
kendinizden başlayamaz mısınız? Üçüncü sorum; Sayın Millî Eğitim Bakanımız da
buradaydı: Doğu ve güneydoğuda eğitim yapamayan binlerce okul vardır. Hatta,
Konya da dahil, tam manasıyla eğitim görmeyen yüzlerce okulumuz var. Ankara'da
traktör römorklarıyla taşımacılık yapılmaktadır. Öğretmensizlikten bir sürü
okulumuz kapalı durumdadır. Sırf ilahiyat fakültesinden mezun olduğu için
tayini yapılmayan öğretmen adayları vardır. Hal böyleyken, eğitime katkı payı
olarak toplanan paralar nerelere harcanmaktadır; şimdiye kadar "eğitime
katkı payı" adı altında kaç lira toplanmıştır; bu paranın ne kadarı
eğitime harcanmıştır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Zeki Çelik, buyurun efendim. MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Sayın Başkan, Bakanıma arz
edeceğim sorular var. Efendim, Özkan Öksüz Bey hatırlattı; ama, ben, yine
tekrar edeceğim; bu arada deprem komisyonunda da görev yaptığımız için, bizim
için önemli; deprem için toplanan vergilerin miktarı ne kadardır; bu yıl
içerisinde ne harcanmıştır; hedeflenen 2002 yılına kadar ne kadar para
harcanması düşünülmektedir? Ayrıca, gezdiğimiz yerlerde, halkta, deprem yardımları
konusunda çok büyük bir güven eksikliği vardır. Ne kadar para toplanmıştır,
nerelere harcanmıştır, iç ve dış yardımların miktarları nedir diye, şeffaf
olarak bugüne kadar belirtilmemiştir. Eğer bu konuda bilgi verirlerse, memnun
olacağız. İkincisi; yine sekiz yıllık kesintisiz eğitim öğretim
giderlerinde kullanılmak üzere toplanan "eğitime katkı payı" adı
altındaki bu paraların miktarı nedir; 2002 yılına kadar hedeflenen miktar nedir
ve bu bunlar nerelere harcanacaktır, harcanmıştır? Bir başka sorum: Biraz evvel de kürsüden ifade
ettiler, enflasyonu düşürdüklerini iddia ediyorlar. Şu anda kış
mevsimine girmiş bulunuyoruz. Vatandaşı ilgilendiren iki husus vardır; birisi,
yakacaktır. Geçen yıl 60-70 milyon lira olan kömürün tonu bu yıl 130-140 milyon
liradır; yüzde 100 artış vardır. Sadece mutfak tüpündeki artış, geçen yıl bu
vakit 2 600 000 lira olan tüp, 5 500
000 liradır. Yani, nereden enflasyon yüzde 25'lere, 20'lere, 10'lara düşmüştür!.. Bu konuda daha gerçekçi rakamların
ortaya konulmasını arz ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Buyurun Sayın Uzunkaya. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, delaletinizle,
Sayın Bakandan aşağıdaki suallerimin cevaplanmasını talep ederken, evvela,
geçim sıkıntısından inim inim inleyen bu millete yeni vergi yükleri yükleme
gibi bir görevi ifa etmek üzere milletin huzuruna çıkan bu hükümeti, milletin
bir vekili olarak, şiddetle protesto ediyorum. BAŞKAN - Sorunuzu dinleyelim efendim. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Evet, soruma geçiyorum. Çünkü, okulsuz, yolsuz, susuz, eğitimden mahrum
bırakılmış bu millete, eğitim adına yeni bir vergi yüklemenin gereksizliğini
düşünerek Sayın Bakana soruyorum: "Eğitime katkı payı" adı altında,
31.12.2000 tarihine kadar kesin bir şekilde bu millete söz veren hükümetiniz,
2000 yılı sonu hedeflerine eğitimde ne kadar ulaşabilmiştir? İkincisi; o gün temenni ettiği, talep ettiği vergileri
"eğitim" adı altında toplayabilmiş midir? Üçüncüsü; hükümetiniz, ciddî tasarruflar yaptığını
sadece kamu çalışanlarına yüzde 10 artı pay vermek suretiyle 2001 yılı için
hedeflemiştir. Oysaki, harcamalarında yapması gereken tasarrufları yapabilmiş
midir? Örneğin, yurtiçi geçici görev yolluklarında yüzde 125, yurtdışı görev
yolluklarında yüzde 81, taşıma giderlerinde yüzde 144, ulaştırma ve
haberleşmede hükümet olarak yüzde 146, bina onarım harcamalarında yüzde 114,
akaryakıt ve yağ giderlerinde yüzde 242, elektrik, su, havagazında yüzde 102,
savunma alımlarında yüzde 200, tören giderlerinde yüzde 100, demirbaş
alımlarında yüzde 144, makine teçhizatta yüzde 125 gibi ciddî artışlar sağlayan
2000 yılı bütçesine rağmen, 2001'de böyle bir hedefi yine gözetiyorlar mı;
düşürüm sağlayacaklar mı? Bir diğer konu: Çalışanlara yüzde 10 gibi bir pay
hedefleyen hükümet, artış hedefleyen hükümet, buna muvazi olarak, bu artışlarda
yüzde itibariyle hangi rakamı hedeflemektedir? Basında çıktığı ve rakamlarda da
gördüğümüz gibi, yüzde 50'lere varan artışı, adil bu millete haksız bir vergi
olarak düşünüyorlar mı? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Sayın Levent. MÜKERREM LEVENT (Niğde) -Sayın Başkanım, aracılığınızla
Sayın Bakanıma şu soruyu yöneltmek istiyorum: Türkiye en genç nakil
vasıtalarına sahip bir ülke; ama, bir o kadar da çok yaşlı nakil vasıtaları
var. 15 yaşın üzerindeki vasıtaları karayollarından çekerek vergiden düşürelim,
hurdaları geri dönüşümlü maddeye çevirelim, bir fonda birleştirerek, esnafa
ucuz vasıta kredisi verelim. Aynı zamanda da, 1 yaşında ve 40 ton yük taşıyan
vasıta ile diğer bir yanda 10 yaş, 15 yaşında ve 10 ton yük taşıyan vasıtadan
aynı vergiyi almak, vergide eşitlik prensipleriyle bağdaşmamaktadır. Türkiye'de
şoför esnafı kadar dolaylı vergi ödeyen bir esnaf olmadığına göre, bir
iyileştirme düşünüyor musunuz; şoförlere bir müjdeniz var mı? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Demirci. MUSA DEMİRCİ (Sıvas) - Sayın Başkanım, aracılığınızla
Sayın Bakanımıza sorularımı tevcih ediyorum: Sayın Bakanım, bu dokümanlar, Sıvas Esnaf ve
Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatifi Başkanlığı ile Şarkışla, Yıldızeli,
İmranlı, Zara, Koyulhisar, Gürün, Akıncılar, Kangal, Suşehri, Gemerek ve
Divriği Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatifleri başkanlıklarından bu
bir hafta içerisinde gelen dokümanlardır. 4 Ekim 2000 tarihli, 24490 mükerrer
sayılı Resmî Gazetede yayımlanan kanun hükmünde kararname, iptal edilmiş
olmasına rağmen dokuz ay süreyle hâlâ yürürlükte olacaktır. Bu kararnameye
göre, Bağ-Kura prim borcu olan esnaflar, Bağ-Kurdan kredi çekemiyorlar,
çekememektedirler. Emeklilerin dışında da, esnaflardan çok azının borcu vardır.
Sorum şudur: İptal edilen bu kanun hükmünde kararname
dokuz ay yürürlükte kalacağına göre, acaba hükümet olarak bu haksızlığı
giderici bir düzenleme getirmeyi düşünüyor musunuz? Birinci sorum bu. Sayın Bakanım, ikinci soru: Tasarıyla vergi toplamayı
hedefliyorsunuz. Tabiî, geçen yıl hububata, pamuğa, aşağı yukarı yüzde 27 bir
taban fiyat artışında bulundunuz. Buna rağmen, çaya ve fındığa daha düşük taban
fiyatları verildi. Girdi fiyatları yüzde 100'ün üzerinde arttığına göre, acaba
siz, aradaki bu farkı, telafi edici bir şekilde çiftçilere ödemeyi düşünüyor
musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Nidai Seven, buyurun. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkanım, aracılığınızla şu
soruyu sormak istiyorum: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankalarla
ilgili münfesih kılınma ve devir işlemlerinin, Kurumlar Vergisi, Banka Sigorta
Muameleleri Vergisi ve her türlü harçtan istisna edilmesi hususu, mevcut
çalışanların haklarının ortadan kaldırılmaması açısından mı düşünülmüş,
ekonomiye daha iyi katkı yönünden mi düşünülmüş? Bu konuda bilgi almak
istiyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Efendim, 10 dakikalık süremiz doldu; onun için,
sorulara devam edemeye-ceğiz. Sayın Bakan, lütfen, 5 dakika içinde cevap verirseniz,
kararımızı fazla ihlal etmemiş oluruz. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, soru-cevap
bölümü 10 dakika değil miydi Danışma Kurulu kararında? Yanlış anlaşılma mı var?
BAŞKAN - Açıklarım birazdan... ALİ IŞIKLAR (Ankara) - Süre bitti; yazılı cevap versin
Sayın Bakan. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan,
verdiğiniz süre içerisinde cevaplandırmaya çalışacağım. Belki, bazılarını,
izniniz olursa, yazılı olarak cevaplandırma durumunda kalacağım. Sayın Öksüz "2001'de vergileri yüzde 56 artırmayı
düşünüyorsunuz. Buna mukabil, memur maaşlarını da yüzde 10 artırmayı
düşünüyorsunuz" dediler. Biz, memur maaşlarında, ilk altı ay için, ilk
planda yüzde 10'luk bir artışı öngördük; fakat, çok önemli bir maddemiz var,
2000 yılında uyguladık; bu, ilk defa konul-muştur bizim bütçe sistemimize. Biz,
memura, yılı enflasyonunun üzerinde ödeme yaptık 2000 yılında. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Sigara parası değil!.. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Ha, bu yeterlidir
değildir, o ayrı konu... SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Memurlar Kızılay'da, Kızılay
Meydanında; bize değil, memurlara anlatın!.. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - 2001 yılında da aynı
modeli tatbik edeceğiz. BAŞKAN - Dinleyelim efendim, dinleyelim... MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Yüzde 56 oranı,
vergide artış oranı değildir; yeniden değerlendirme katsayısıdır. Biraz evvel
de ifade ettiğim gibi, yeniden değerlendirme katsayısını, hep ileriye dönük
vergi olarak düşünüyorsunuz; oysa, en büyük fonksiyonu, amortismandır. Tabiî, araba, kamu binası... İsrafın önlenmesiyle
ilgili, 2000 yılında özel maddeler yer almıştır ve gereği de yapılmıştır ve
2001 yılında da devam edilecektir. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Yapılamamıştır Sayın Bakan,
yapılamamış-tır!.. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Bakan, zaten
dinleyen yok; ya-zılı verin cevapları. BAŞKAN - Efendim, lütfen dinleyelim; vakit
kaybediyoruz. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Efendim, eğitime
katkı payıyla ilgili sualler var. Sayın Millî Eğitim Bakanımız, bu notu bana,
buraya verdiler; ama, çok kısa olarak ifade edeyim. Söz konusu yasanın
yürürlüğe girdiği 18 Ağustos 1997 tarihinden bugüne kadar, eğitime katkı payı
olarak 965,3 trilyon tahsil edilmiş; Ziraat ve Halk Bankası Merkez Şubelerine
açılan bağış hesaplarında, bağış ve nema dahil 5,6 trilyon olmak üzere, 971
trilyon lira gelir sağlanmış. Bu rakamın 867 trilyon lirası Bakanlığımız bütçesine
özel ödenek kaydedilmiş ve Millî Eğitim Bakanlığınca bunun 534 trilyon lirası
okulların yapım ve onarımı, 85 trilyon lirası okulların donatımı, 36 trilyon
lirası kamulaştırma, 133 trilyon lirası taşımalı öğretim, 12 trilyon lirası kitap
basımı, 450 milyar lirası etüt proje ve 194 milyar lirası Marmara depremi acil
yardım programı... Bir iki detay daha kalem vardı. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Hedeflenen para ne kadardı?
965 trilyon diyorsunuz; üç yılda hedeflenen rakam neydi? ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Onu Millî Eğitim Bakanına
sor. BAŞKAN - Efendim, sorunuzu sordunuz... MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, benim
bilgim, Millî Eğitim Bakanımızın verdiği not bu. Yarın, komisyonda Millî Eğitim
Bakanlığı bütçesi var; ayrıca, yazılı olarak da kendilerine cevap sunarız.
Gecenin bu vaktinde, bu kadar bilgi elde edilmiş olması da önemlidir. (FP
sıralarından alkışlar [!]) BAŞKAN - Sayın Bakanım, biraz çabuk olalım efendim. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Zeki Çelik,
depremle ilgili vergiler konusunu da sordu. Ben, Plan ve Bütçe Komisyonunda
sunduğum konuşmamın bir örneğini şimdi kendilerine takdim edeceğim. Ayrıca,
kısaca biraz evvel de konuşmamda söyledim, 1,5 katrilyon civarında harcama
yapılmıştır ve bunun üzerinde de vergi tahsil edilmiştir; ama, harcamaların
hepsi bitmiş, deprem tahribatıyla ilgili bütün masraflar yapılmış, hesap
kapatılmış değil; bu fiilen yapılanlar 1,5 katrilyon; daha devam edenler var, taahhüt
var. Şüphesiz ki, bu, bunu aşacaktır. Enflasyon fiyatı... Enflasyonun düştüğünü, benim
söylememle değil, Devlet İstatistik Enstitüsünün her ayın 3'ünde saat 16.30'da
açıkladığı rakamlar var orada zaten görüyoruz. MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Piyasayı soruyoruz Sayın
Bakan. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Mutfakta yangın var
Sayın Bakan. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Efendim,
harcamalarda rasyonelliği sağlamayı... Bu zaman zaman harcama reformu olarak da
ifade ediliyor. Türkiye'nin mutlaka yapması gereken bir konudur ve onda da
mesafe alınmıştır. 2000 yılıyla ilgili olarak arkadaşlarım bazı rakamlar
verdi. Bu rakamlar, belli bir periyot itibariyledir; yıllık olarak ele alındığı
zaman, o kadar, yüzde 120'nin, yüzde 130'un olması mümkün değildir. Harcamalar,
sizin tasvibinizle, sizin oylarınızla kabul edilmiş olan bütçe ödenekleri
içerisinde yapılmaktadır. Biz, ne 2000 yılında ne de 1999 yılında, eködenek
kanun tasarısı çıkarmadık. Sizin oylarınızla kabul edilmiş ödenekler
çerçevesinde yapılmaktadır; ama, bir dönemi alırsanız, memurların tayininin
olduğu dönemde yurtiçi yollukları alırsanız, o rakam çıkar, ama yıllık bazda
düşündüğünüzde, bütçe ödenekleri, rakamları içerisinde kalır. BAŞKAN - Sayın Bakanım, zamanımız tamamlandı. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkanım, eğer
siz izin verirseniz, arkadaşlarım da anlayışla karşılarsa, diğerlerini yazılı
olarak cevaplayayım. BAŞKAN - Teşekkür ederim; böylece daha rasyonel
çalışmış olabiliriz. III. –
YOKLAMA BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi tasarının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım; ancak, daha önce bir yoklama
talebi vardır. Önce, yoklama talebiyle ilgili önergeyi okutacağım,
daha sonra, yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımızın burada bulunup
bulunmadığını araştıracağız. Şimdi yoklama talebiyle ilgili önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Genel Kurul salonunda toplantı yetersayısı yoktur. Bu
durumun tespiti için yoklama yapılmasını arz ve talep ederiz. Veysel Candan?.. Burada. İsmail Özgün?.. Burada. Cemil Çiçek?.. Burada. Ali Coşkun?.. Burada. Musa Demirci?.. Burada. Turhan Alçelik?.. Burada. Musa Uzunkaya?.. Burada. Aslan Polat?.. Burada. Latif Öztek?.. Burada. Suat Pamukçu?.. Burada. Osman Yumakoğulları?.. Burada. Cevat Ayhan?.. Yok. ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Takabbül ediyorum. BAŞKAN - Takabbül ediyorlar; zaten 22 kişi. Nezir Aydın?.. Burada. Mustafa Geçer?.. Burada. Süleyman Metin Kalkan?.. Burada. Ahmet Sünnetçioğlu?.. Burada. İsmail Alptekin?.. Burada. Şükrü Ünal?.. Burada. Sacit Günbey?.. Burada. Alaattin Sever Aydın?.. Burada. Özkan Öksüz?.. Burada. Abdulkadir Aksu?.. Burada. Sayın milletvekilleri, elektronik cihazla yoklama
yapacağız. Yoklama için 5 dakika süre veriyorum. Yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımız cihaza
girmeden var sayılacaklardır; bilgilerinize sunuyorum. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı
vardır. V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 4. - Motorlu
Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile 4306 ve
4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/776) (S.Sayısı:539) (Devam) BAŞKAN - Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Maddelere geçilmesi kabul
edilmiştir. 1 inci maddeyi
okutuyorum: MOTORLU TAŞITLAR VERGİSİ KANUNU, FİNANSMAN KANUNU,
GELİR VERGİSİ KANUNU İLE 4306 VE 4481 SAYILI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI VE
KURUMLAR VERGİSİ KANUNUNA BİR GEÇİCİ MADDE EKLENMESİ HAKKINDA KANUN
TASARISI MADDE 1. - 18.2.1963 tarihli ve 197 sayılı Motorlu
Taşıtlar Vergisi Kanununun 10 uncu maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. "Bakanlar Kurulu, a) Yeniden değerleme oranının % 50 fazlasını geçmemek,
% 20'sinden az olmamak üzere yeni oranlar tespit etmeye, b) Kanunda yazılı vergi miktarları ile yeniden
değerleme oranı veya (a) bendindeki oran uygulanmak suretiyle belirlen-miş olan
vergi miktarlarını taşıtların teknik özellikleri ve/veya kullandıkları yakıt
türleri veya kullanım amaçları itibariyle ayrı ayrı veya topluca 20 katına
kadar artırmaya, c) EURO normlarını sağlayan katalitik konvertör sistemi
ile teçhiz edilmiş taşıtlarda tespit edilen bu oranı veya vergi miktarlarını %
50 nispetine kadar indirmeye, yetkilidir." BAŞKAN- Teşekkür ederim. Gruplar adına ilk söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Isparta Milletvekili Sayın Ramazan Gül'e aittir.(DYP sıralarından alkışlar) Buyurun. Süreniz 10 dakikadır. DYP GRUBU ADINA RAMAZAN GÜL (Isparta) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan vergi yasa tasarısının 1 nci
maddesiyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, siz değerli
milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, tasarının 1 inci maddesiyle,
Bakanlar Kuruluna verilen yetkiler artırılmaktadır. Bu maddenin dayanağı ise,
Anayasanın 73 üncü maddesinin son fıkrasıdır; son fıkra aynen şöyledir:"
Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve
indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve
aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna
verilebilir." Anayasamızın bu maddesi, Türkiye'de yaşanan enflasyon
gerçeği de düşünülerek, hükümetin ekonomiye daha sağlıklı müdahale etmesi,
ekonomide alınan kararlarda sürat sağlanması amacıyla düzenlenmiştir. İyi
niyetle getirilen bu düzenleme, maalesef, bu tasarıyla, tam anlamıyla keyfiliğe
yol açan bir düzenlemeye dönüşmüştür. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüze
getirilen tasarının 1 inci maddesinin (a) fıkrası aynen şöyledir:"Yeniden
değerleme oranının yüzde 50'den fazlasını geçmemek, yüzde 20'sinden az olmamak
üzere yeni oranlar tespit etmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.". Şimdi, bu maddeye bakıldığında, bunun sıradan bir
düzenlemeymiş gibi görüntüsü var; ama, olayın ayrıntısına girildiğinde, bu
fıkrayla, Bakanlar Kuruluna ek vergi koyma hakkı tanındığını göreceksiniz;
çünkü, yapılan bu değişiklikle, enflasyondan arındırma amacıyla getirilen
yeniden değerleme katsayısı, enflasyonun üzerinde artırılarak, bir vergiye
dönüştürülmektedir. Bu, açıkça Anayasaya aykırıdır ve böyle bir düzenleme
yapmaya hükümetin de yetkisi yoktur. Şöyle bir örnek vermek gerekirse, mesela, enflasyon
sonucu, Devlet İstatistik Enstitüsünün belirttiği oran yüzde 35 olarak
belirlensin. Bu oran, Maliye Bakanlığınca ilan edildikten sonra, pek çok vergi
tutarı bu oranda otomatikman artmaktadır. Bunun amacı, az önce de belirttiğim
gibi, Hazine gelirlerini enflasyona yedirmemektir. Bunun da mantığı vardır ve
genel kabul gören bir uygulamadır. Dikkat edilirse, böyle bir uygulamada yeni bir vergi
getirilmemekte, vergi gelirleri, bir anlamda enflasyona endekslenerek, sistem
korunmak istenmektedir. Yapılan değişiklikle, yeniden değerleme oranını, yani,
enflasyon oranını yüzde 50'ye kadar artırma yetkisi Bakanlar Kuruluna
verilmektedir. Bunun anlamı, enflasyon üzerine ilave edilecek bir oran
artışıyla ek vergi getirilmiş olmasıdır. Daha açıkçası, bu tasarı
yasalaştığında, Bakanlar Kurulu, yurttaşlara ek malî yükler getirebilecektir. O
zaman, şu soruyu sormamız gerekiyor; acaba, hükümete, böyle bir yetkiyi
vermenin anayasal temelleri var mı? Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce ifade
ettiğim gibi, Anayasa, bu tür keyfîliklere tümüyle kapalıdır; çünkü, Anayasanın
73 üncü maddesine göre "vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler
kanunla konulur, değiştirilir ve kaldırılır." Bu tasarı, Anayasamızın bu
hükmüne açıkça aykırıdır. Bu maddenin diğer fıkralarına bakıldığında da aynı
durumla karşılaşmaktayız. Bakanlar Kuruluna vergi miktarlarını veya oranlarını
20 katına kadar artırma yetkisi verilmektedir. Sayın milletvekilleri, öncelikle, bu tür yetkilerin
belli marjlar içinde kullanılması gerektiği açıktır, bir şeyin ifratına kaçmak
doğru değildir. Anayasamızın sağladığı olanakların amacı aşar şekilde
kullanılması toplumda rahatsızlıklar yaratır; bunu, en iyi hükümetin bilmesi
gerekir. Oysa, hükümet, Anayasanın tanıdığı hakları, iyiniyetli kuralları
altüst ederek karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz, bu davranış, doğru değildir ve
bir telaşın ifadesidir; çünkü, 2001 yılı bütçesinin finansmanı için, hükümet, kaynak
arayışı içerisindedir. Ancak, bu arayışını sürdürürken kuralları hiçe saymakta
ve dargelirlilerin kaynaklarını vergilemek istemektedir. Bunun, savunulacak bir
yönü olmadığı da ayan beyan açıktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergi gibi
toplumun geniş kesimlerinin duyarlı olduğu bir alanda, hükümetin, böyle
gecekondu yasa tasarılarıyla Parlamentonun önüne gelmesi gerçekten üzücüdür.
Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu şekilde Parlamentoya getirilen tasarılara
karşıyız; dolayısıyla, tasarıya katılmadığımızı sizlere sunmak isterim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Maliye
Bakanlığının bugünkü durumu gerçekten yürekler acısıdır, personeli tümüyle sahipsiz
kılınmıştır. Bakınız değerli milletvekilleri, bugün Maliye Bakanlığında bir
denetim elemanının maaşı, Sermaye Piyasası Kurulunda çalışan bir sekreterin
maaşından düşüktür. Biz, Maliye Bakanlığına niçin vergi toplayamadığını
soruyoruz; ama, Maliye Bakanlığı, vergi toplayacak altyapıyı kurmaktan ısrarla
kaçınmaktadır. Personele maaş veremiyor, vergi daireleri perişan. Bu dairelerin
binlerce sorunu var. Bu dairelerde yaşanan yoğun bürokrasi, sistemi içinden
çıkılmaz hale getirmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergi almak, bir
birikim ve bir kültür sorunudur. Vergi yasaları çıkararak iyi vergi
toplayamazsınız; ama, maalesef, Maliye Bakanlığı, vergi yasalarında sık sık
değişiklik yaparak, sağlıklı bir vergi topladığını sanmaktadır. Vergi toplamak
için, az önce de belirttiğim gibi, sağlıklı bir altyapıyı oluşturmak
gerekmektedir. Vergi ödemek, bir işkence olmamalı, vergi
dairelerindeki yoğun bürokrasi azaltılmalı, vergi idaresi şeffaf hale
getirilmelidir. Bugün izlenen politika, sadece ve sadece, dürüst mükelleflerin
daha fazla vergi yüküyle karşılaşmalarını sağlamaktadır. Vergi kaçakçılarının
üzerine yeterince gidilememektedir; âdeta, vergi kaçakçıları korunmaktadır.
Vergi tabanını bırakın genişletmek, vergi tabanı giderek daralmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir vergi
idaresi nasıl çağdaş hale getirilir; bunun ilk koşulu, yönetimi çağdaş
aygıtlarla donatmaktır. Kaç yıldır, gelir idaresi bilgisayara geçecek; ama,
hâlâ, emekleme dönemindedir. Acaba, niçin, gelir idaresi bilgisayara
geçememiştir; acaba, Maliye Bakanlığı yeterli kaynak mı aktaramamaktadır? Bütçe
elinde olan bir Bakanlık, nasıl böyle sefilleri oynamaktadır; yoksa, Sayın
Bakanımız, bazı çevrelerden mi korkmaktadır? Bakınız sayın milletvekilleri, aç bırakılan memur vergi
toplayamaz. Siz, vergi dairesi çalışanlarını aç bırakırsanız, ona yoksulluk
sınırının altında maaş verirseniz, tasarruf etmiş olmazsınız; çünkü, bu memurun
kamuya maliyeti daha ağır olacaktır. Maliye Bakanlığının, artık, mum, dibine ışık vermez zihniyetinden
kendisini kurtarması gerekmektedir. Çağdaş dünyaya şöyle bir bakması lazım.
Bırakalım çağdaş dünyayı, Maliye Bakanlığının, bir Sermaye Piyasası Kuruluna,
bir Hazine Müsteşarlığına, bir Rekabet Kuruluna bakması yeter. Bir zamanlar,
Maliye Bakanlığı her konuda örnek alınırken, maalesef, Maliye Bakanlığı, bugün,
devletin bazı kurumlarını örnek alması gereken bir konuma düşürülmüştür. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergi
yasalarıyla bu sorunlar aşılamaz. Öncelikle, Maliye Bakanlığının, kendi iç
dünyasına eğilmesi ve bu dünyanın sorunlarına çözüm getirmesi gerekmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN- Sayın Gül, lütfen, toparlar mısınız... RAMAZAN GÜL (Devamla)- Kendi sorunlarını çözemeyen bir
bakanlığının, ülkenin vergi sorunlarını çözmesi mümkün değildir. Nitekim,
önümüze gelen bu tasarı da, bir beceriksizlik örneğidir, sağlıklı bir altyapısı
yoktur. Bu verginin, ulusumuza, milletimize hayırlı, uğurlu
olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Gül. Gruplar adına ikinci söz, Fazilet Partisi Grubu adına,
Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan'ındır. Buyurun Sayın Candan. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. FP GRUBU ADINA VEYSEL CANDAN (Konya)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 539 sıra sayılı kanun tasarısının 1
inci maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Burada, hükümeti oluşturan partilerin sözcülerini
dikkatle takip ettim; Sayın Bakanı da dikkatle dinledik. Aslında, söyledikleri
arasında çok enteresan tespitler var. Mesela, bunlardan birisi, bütçe rakamları
içerisinde faiz giderlerinin azaldığı. Yani, 2000 yılı için 24,5 katrilyon,
2001 yılı için 17,5 katrilyon. Böylece, biz az faize razıyız diyorlar. Artı,
devam ediyorlar, TÜFE ve TEFE'nin düştüğünü söylüyorlar, yani, 25 diyorlardı,
50 çıkıyor, yüzde 100 yanılma payına çok iyi diyorlar. Hanımefendi bir sözcü
çok güzel bir tespit yaptı ve "geçmişteki savurganlığın neticesi"
dedi, doğru söyledi; ancak, bu hükümet, geçmiş hükümetin aynısıdır.
Dolayısıyla, aynı hükümet aynı savurganlığı yapmaya devam ediyor. Yani, bu,
halk tabiriyle ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek anlamına geliyor. Hükümet bu
gerekçeleri söyledikten sonra diyor ki, artık, yapacak başka bir şeyimiz yok,
vergi koyacağız. Değerli arkadaşlar, şimdi, Sayın Bakan gerekçelerini
tek tek saydı, diyor ki, aslında, bu deprem çok büyük tahribat yaptı, altyapıda
vardı, kanalizasyonda vardı, vardı, vardı... İyi de bütün bunlara harcanan
paralar, harcandığı söylenen rakamlar zaten dışarıdan kredi olarak geldi.
Dolayısıyla, şu ana kadar deprem bölgesine zaten hükümetin yaptığı doğru dürüst
tek bir icraat da yok. Sayın Bakan diyor ki: "21 inci Yüzyıla giriyoruz,
kamu maliyesi bozuk." Peki, ben soruyorum, bu bozukluğu kim yaptı; siz
yaptınız. Yani, bozuksa ki, bozuktur, bunu yıllardır bu hale getiren
sizlersiniz. Verginin 100 lirasının 88 lirası faize gidiyor; ama, biz bu
aldığımız tedbirlerle 88 lirayı azaltıyoruz, kaça azaltıyoruz; 60 liraya
azaltıyoruz. Şimdi, Sayın Bakan diyor ki, artık, erteme mümkün
değil, 3 yıllık ekprogram yapıyoruz; yani, diyorsunuz ki, erteleme mümkün
değil, biz bu vergileri mutlaka alacağız. Peki, bir yıl önce buraya hükümet
olarak, ilgili bakan olarak geldiniz ve dendiniz ki: "bu verginin adı
geçici". Şimdi, daimî oluyor. Peki,
2 yıl sonra, tekrar buraya gelip "bu 2 yıl da yetmedi; biz bunları
bir 3 yıl daha uzatıyoruz" derseniz ne olacak? Bir kere, siz, devlete,
devleti temsil eden hükümete güveni zedeliyorsunuz; bunun fevkalade yanlış
olduğu kanaatindeyiz. Sayın Bakan, burada enteresan bir tespit daha yaptı
"eğitimle ilgili olanı ben toplamıyorum ki, benimle ne ilgisi var; o,
bizimle ilgili bir vergi değildir" dedi. İyi de, birisi aynı hükümetin
Millî Eğitim Bakanı, diğeri Maliye Bakanı. Tabiî, bunu da anlamak mümkün değil. Yine, Sayın Bakan ifade ediyorlar "efendim, biz
buraya 20 kat yazdık; ama, 20 kat almayız." Ne alırsınız; şimdiye kadar
burada çıkan bütün kanunlarda, hükümetler hep azamîyi uygulamışlardır. O
bakımdan, burada da azamîsi uygulanacaktır. "Efendim, biz, memurlara artı verdik; hatta, bütçe
uygulamasına da madde yazdık, dedik ki, enflasyon artı rakam vereceğiz."
İyi de, memur harcıyor, siz daha sonra verdiğiniz zaman, o paranın değeri zaten
kalmıyor. Dolayısıyla, bu açıklamaları inandırıcı bulmadığımı bir kere daha
ifade edeyim. Fazilet Partisi Grubu olarak, görüşülmekte olan kanun
tasarısına oyumuz reddir ve olumlu oy vermeyeceğimizi bir kere daha ifade etmek
istiyorum. Değerli arkadaşlar, altı sayfalık kanun tasarısı
metninin gerekçesini dikkatle okursanız, bir yerinde çok enteresan bir tespit
var. Hükümet gerekçesinde aynen şöyle söylüyor: "Bu kanunu getirirken,
üretime ve dar gelirliye etkisi olmasın istedik." Yani, bir de dönüp,
milletle alay ediyorsunuz. Bu kadar zam yapıyorsunuz, bu kadar ilave
yapıyorsunuz; dar gelirliyi hiç etkilemediğini söylüyorsunuz; kanaatimce, bu
da, işi hafife almak anlamına gelir. Değerli arkadaşlar, hükümetin burada ortaya koymaya
çalıştığı gerekçeler doğru mu yanlış mı; şimdi bir de oraya bakalım. Batık
bankalarda batan paranın 40 milyar doları aştığı söyleniyor. Bugün Bakanlar
Kurulu bir toplantı yaptı ve bir prensip kararı aldı. Prensip kararında diyor
ki: "Batık bankaların iştirak şirketleri canlandırılacak. Eğer, onlar da
batarsa ekonomi iyice batar." Devam ediyor: "Eğer, bu batık bankalar
birleşirse, beş yıl da vergiden muaf." Değerli arkadaşlar, iyi bakın, dikkatle dinleyin, 86
milyon asgari ücret alandan vergi keseceksiniz, 130 milyon sabit ücreti olan
memurun vergisini keseceksiniz, bankayı soyan, şirketlerine aktaran, yat alan,
kat alan, uçak alan insanların şirketlerine kurtarma operasyonu yapacaksınız. Değerli arkadaşlar, siz, bu banka soygunlarından hiç
ders almamışsınız; bu soygunlar, bu vurgunlar sizi hiç etkilememiş. Etkilemiş
olsaydı, böyle bir karar almak, beş yıl vergi indirimi diye ortaya çıkmak
mümkün olmazdı. Zaten
geçen oturumlarda da
ifade ettik, bu
bankalar operasyonunda, soygunlarda, vurgunlarda bunların siyaset
ayağını tespit etmeden, suçluları tespit etmeden bu vergi yasalarının hepsi
havada kalır. Sayın Bakan diyor ki: "Bakın, siz, o zaman da
'toplayamazsınız' dediniz, topladık" 20 milyon, 30 milyon, 50 milyon için
insanlara tutuklama kararı çıkarırsanız, ne yapsın yani vatandaş! Televizyon programlarında izledik, bir köyde 50
vatandaşın 50'si de hapis cezası alıyor ve köyü boşaltmamak için mahkemeden
izin alıyorlar, her hafta 3-5 aile gidip cezaevinde yatıp, geliyor; böyle bir
sistem olur mu değerli arkadaşlar? Şimdi, hükümet, bu açıkları kapatmak için vergiyi
tabana yayacağım, ufak esnaftan alacağım derken, acaba, 2000 yılında 17
katrilyon faiz ödenirken, bir yüzde 10 vergi koysaydı 1,7 katrilyon; acaba 2001
yılında ödenmesi düşünülen faiz giderlerine bir yüzde 10 konulmuş olsaydı daha
çok gelir elde etmek mümkün olmaz mıydı; ama, ranttan para kazanmak bu ülkede
teşvik ediliyor. Onun için de bu kadar çok banka kurma izni veriliyor, onun
için de para risksiz olan ranta doğru devamlı akmaktadır. Değerli arkadaşlar, Türkiye'deki gelişmeleri dünya ile
mukayese ettiğimiz zaman, hiçbir şekilde üretim ve istihdam için vergi
oranlarının yükseltilmediğini görürsünüz. Eğer, bir yerde üretim ve istihdamı
artırmak istiyorsanız, mutlaka, vergi oranları düşürülecektir. Yüksek vergi
oranı, bu ifade ettiğiniz, ilave ettiğiniz vergiler, mutlaka kaçakçılığı teşvik
edecektir. Bir kere, siz, kamu maliyesinde harcamayı artırdıkça, vatandaşta
vergi ödemeye karşı bir direnç olacaktır. Biraz önce bir milletvekili arkadaşım,
kamu maliyesindeki harcamaların bir önceki yıla göre yüzde 100'lere varan
artışı olduğunu söyledi. Yani, o özel otomobilleri, o makam araçlarını, kamunun
ödediği o yüksek kira bedellerini vesaireyi gördüğü zaman, vatandaş hep şunu
soruyor: Benim bu ödediğim vergiler acaba nereye gidiyor? Aslında, Türkiye'de,
kamu sektörü, devamlı özel sektörden hızlı büyüyor. Gelir kaynağını artıracağız
derken, hükümetin aldığı bu tedbirler, ekonomide bir durgunluk dönemi
yaşatmaktadır. Bakın,
değerli arkadaşlarım, 2001 yılı bütçesi geldi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülüyor.
Orada görüşülen bütçe 48,3 katrilyon, faize giden miktar 16,7 katrilyon, açık
5,3 katrilyon, yatırım ise olmayan paradan 3,5 katrilyon; yani, siz, bu 5,3 katrilyonu
borçlanacaksınız, borç para bulacaksınız, o parayla da yatırım yapacaksınız
değerli arkadaşlarım. Şimdi, işte bu altı sayfanın altında gizli olan rakam, 4
katrilyon; yine, bunun içerisinde ekvergi 7 katrilyon. Bu altı sayfanın
mahareti, 65 milyona toplam 11 katrilyon vergidir arkadaşlar. Yani, bu gece
yarısı 24.00'ten sonra kabul edilecek bu tasarıyla, halkın yarın itibariyle
ödeyeceği vergi miktarı 11 katrilyondur. Bu hükümetin bir özelliği var: Bir, vergi kanunu
yapmak; iki, vergi kanunlarını çeşitlendirmek; üç, vergi kanunlarına zam
yapmak. İşte tamam, bu hükümetin bir tek özelliği var. Bu kanunun gerekçesi de,
çok iptidaî, çok basit, bakkal hesabıyla yapılmıştır. Denmiştir ki, bizim paraya ihtiyacımız
var, vergi koyalım. İki yıl sonra denecek olan şudur: Bu yazdığımız 20 kat
yetmedi, 50 kat yapacağız; bu yazdığımız altı sayfa yetmedi... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlayın. VEYSEL CANDAN (Devamla) - Toparlıyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vergi kanunlarını, biraz
önce arkadaşım getirdi; orada, yaklaşık yirmi klasördeki 10 bin sayfada vergi
maddeleri var; bunu basite indirmek lazım. Evvela, verginin, vatanî ve millî
bir görev olduğu bilincini halka vermek lazım. Siz, 10 tane banka kurma izni
vereceksiniz, 10'unu batıracaksınız; sonra, dönüp, millete diyeceksiniz ki,
bindiğin aracın vergisini 20 kat artırıyorum. Millet, bunları, zannediyorum ki,
zihninin bir tarafına yazmaktadır. Değerli arkadaşlar, şimdi soruyorum size; peki, bu
kadar vergi alıyorsunuz da, memur ve işçiden kestiğiniz 6,5 katrilyonluk
zorunlu tasarrufu niye konuşmuyorsunuz burada? (FP sıralarından alkışlar)
Memurdan kesmişsiniz, işçiden kesmişsiniz, niye bunu konuşmuyoruz veya 10
milyon işsiz insanı niye konuşmuyoruz veya dün reponun yüzde 100'e
yaklaştığını, Hazinenin 10 puan artışlı faizle borçlandığını niye konuşmuyoruz?
Değerli arkadaşlar, 1 inci madde üzerinde, aslında,
daha çok, çok söylenecek sözler var; ancak, şunu ifade edeyim ki, hükümetin
konuya yaklaşımı, sözcülerin yaklaşımı basit bir hesap usulüyle yapılmaktadır.
Keşke, bu bütçeyi hazırlayan bürokratlar, keşke Sayın Bakan bir süpermarket
işletseydi, bir gün, bir ay içerisinde 20-30 çeşit verginin nasıl ödendiğini
görseydi, sonra bu tasarıyla karşımıza gelseydi; ben, öyle zannediyorum ki, bu
tasarı, böyle çıkmayacaktı. Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Candan. 1 inci madde üzerinde, gruplar adına, başka söz
talebi?..Yok. Şahıslar adına ilk söz İstanbul Milletvekili Sayın
Mukadder Başeğmez'in. (FP sıralarından alkışlar) Buyurun. Sayın Başeğmez, süreniz yalnızca 5 dakika efendim;
kürsüye getirdiğiniz kitapları okumaya yetmez. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
gülüşmeler) MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) - Sayın Başkan, bunların
hepsini okumayacağım; ama, 1 saniye bile yeter bu manzaranın görülmesi
açısından. ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Sayın Başkan, 5 dakika yetmez,
10 dakika olsun. MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) - Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; bunlar vergi kanunları, ama hepsi değil, sadece kütüphanenin
bir rafının bir bölümünden alıp getirebildiklerimi; daha bir deve yükü var.
Yani bu kadar vergi kanunlarımız var. Bunlar ne işe yarar, vergi toplamaya
yarar; ama ayan beyan, ilmî olarak, felsefî olarak orta yerdedir ki, bu kadar
vergi kanunu olan bir ülke vergi toplayamaz. Bu kadar kanunu olan bir ülkede
vergi suçlusu ürer, bürokrat ürer, bürokrasi ürer, bürokrasinin vatandaş
üzerinde ceberutlaşması orta yere çıkar ve bu mevzuat bir suçlular rejimi
üretir. Berber dükkânı açmış, adam vergi verecek, maliye
profesörü olması lazım; bu kadar mayın tarlasının içinden geçip de doğru dürüst
vergi verebilmek veya devletin bu kadar mayın tarlası içinde vergi
toplayabilmesi mümkün değildir. Şimdi, biz, yine yeni dinamitler üretiyoruz, yine
mevzuatlar çıkarıyoruz. Daha bunun kambiyo mevzuatı var, belediye vergileri
var... 100 000 lira çöp vergisini yatırabilmek için, onun formunu doldurabilmek
için uzman bulmak lazım. Hele, gidip vergi dairesinde vergi yatıracaksanız
orada çekeceğiniz çile! Sabahtan beri konuşuluyor, işte şu kadar mükellef var,
efendim şu kadar vergi kaçıyor... Emin olun ki, benim halkım 5 kuruş vergi
kaçırmaz makul olanı isterseniz hepsini verir, canını bile verir; ama biz makul
olamamışız. Biz, çocuklukta bir işyeri açacağız, işte şikâyet ettik
yahu bunun vergisi var, şunu var, bunu var, babam dedi ki, oğlum kazanmayandan
almazlar ki, siz, devletten niye korkuyorsunuz, haksızlığa mı uğrayacaksınız?
Ama gidin sorun şimdi esnafa!.. Bugün, Türkiye'nin durumu, acaba gezip dolaştığımız
zaman manzara ne? Manzara iyi(!) Arkadaşlarımız geliyor burada çok güzel şeyler
anlatıyor; fındıkçı halinden memnun, tütüncü halinden memnun, pamukçu
iyi para kazanmış, yani aldığı
sattığına değiyor, ürettiği bezendiğine değiyor, gelirler çoğalmış esnaf harıl
harıl iş yapıyor, siftah edemedim diye şikâyet etmiyor, fabrikalar açılıyor,
öyle mi?! Değil; fabrikalar kapanıyor, bankalar devriliyor, esnaflar kepenk
indiriyor; yani, halkın parası çoğaldı da mı biz yeniden vergi
alacağız?! Değerli arkadaşlar, bugün, gerçekten, bu gece
toplantısında, halka yeni bir gece baskını gibi yeniden vergiler koymak, çok
sevimli bir şekilde bunu da gelip burada anlatmak bana ters geliyor. Sayın Masum Türker geldi, burada masumane şeyler
söyledi. Kendisine tavsiyem, Kızılay Meydanında toplanan işçilere, memurlara
anlatsın gidip bunu. (FP sıralarından alkışlar) Ekonomik istikrar programı için, dengeli malî
politikalar için, burada birçok teknik terimler kullanılıyor, endeksler
kullanılıyor; ben bir şey anlamıyorum, anladığım şu: Vatandaştan yeniden para
alınacak mı alınmayacak mı, vatandaşın sırtına yük yüklenecek mi yüklenmeyecek
mi? Büyük şehirlerde kolay bir meslektir, işsiz toplumlarda, taksicilik.
Taksicinin nefes borusu var, hiç olmazsa gazla geziyor, tuzla geziyor, ucuz bir
meslek edinmiş. Onun gaz borusunu kesecek misiniz kesmeyecek misiniz? Mesele
bu; yani, halka yeni bir yük geliyor mu gelmiyor mu; geliyor; geliyor da ne
olacak; canım maliyemiz düzelecek, enflasyon inecek; indi bak, yüzde 20'ye
indi, yüzde 10'a inecek. İsterseniz, iktidar partisi milletvekilleri, muhalefet
partisi milletvekilleri, gelin elbirliğiyle pazar yerini gezelim, onlara
diyelim ki; ekonomik istikrar programımızı beğendiniz mi. Bakın size ne
diyorlar, kafanıza domates atıyorlar mı, atmıyorlar mı... Hep beraber
gezdiğimiz zaman... ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Geçmişte size attılar
mı?! MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) - Biz gidiyoruz, geziyoruz,
biz halkın içindeyiz, merak etme. Esnafı gezin, fabrikatörleri gezin, işadamlarıyla
konuşun... ALİ GEBEŞ (Konya) - Dolaşıyoruz zaten... MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) - ... veya gidin deyin ki,
miting düzenleyin yarın, ne cici kanunlar çıkardık, ne güzel vergiler koyduk,
bakın sizin için çalışıyoruz deyin, bakalım ne diyecekler... Bakın ben size söylüyorum, yeniden halkın sırtına
kırbaç vuruyoruz, yeniden bu katar yüklere yük ilave ediyoruz. Bu kadar kanuna
gerek yok. Eğer niyetiniz ille... Hani bir hikâye anlatırlar, padişah vergi koymuş,
bakmış ki millet ağlıyor, biraz daha koyun, üzülüyor, biraz daha koyun, millet
göbek atmaya başlayınca, yeter... Yani, siz istiyorsunuz ki, esnaf, taksici sokaklarda
göbek atsın. Miting yapıyorlar, onu da yapıyorlar, davul zurnayla oynuyorlar. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Başeğmez, lütfen toparlayınız. MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) - Yani, ille böyle girift
kanunlara gerek yok. Her şehrin girişine bir köprü yapın, her köprünün başına
bir Deli Dumrul koyun, geçenden 50 akçe, geçmeyenden 100 akçe alın; ama, o Deli
Dumrul'un başına da bir gün geliyor Azrail dikiliyor; haberiniz olsun! Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Başeğmez. Şahıslar adına ikinci konuşma, İstanbul Milletvekili
Sayın Masum Türker'e ait. Buyurun efendim. Süreniz 5 dakika. MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizin önünüze saygımı sunmak için geldiğimde kucağımda bu
kitapları buldum! Peki, bu kitapları kucağımıza kim getirdi?! (Gülüşmeler) MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Demirel koymuştur. MASUM TÜRKER (Devamla) - Kucağımıza kim getirdi
bıraktı?! BAŞKAN - Efendim, yardımcı olacağız şimdi. MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şu,
kanunlardan bir tanesi. Üzerinde yazıyor: "Harçlar, Değerli Kâğıtlar ve
Oyun Kâğıtları..." Kumar kâğıtları vergisi... Alınmasın mı, kumar serbest
mi olsun?! (FP sıralarından "şov yapma" sesleri) Ben şov yapmıyorum. Değerli milletvekilleri, Sayın Mukadder Başeğmez,
değerli konuşmacı, benim çok iyi dostumdur. Kendisiyle belki 10'a yakın
televizyon programı yaptım ve bu televizyon programlarında bunları konuştuk.
Şimdi, biraz evvel söylediklerinin bir tanesini söyleyeyim. Bu iktidar, memura,
işçiye bir taraftan verirken, diğer taraftan almayı düşünmeyen bir yapının kurulmasını
istiyor. Bu yapıyı kim kurarsa kursun. Bir taraftan vereceksin, diğer taraftan,
kurulan düzenden dolayı, enflasyon azdıkça geri alacaksın... AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Alanlar gözüküyor da,
verenler yok. MASUM TÜRKER (Devamla) - Şimdi, bu eskileri toplayıp
getirirseniz, içindekilere de bakarsanız, bunlar kanun değil; Türkiye'nin
sıkıntısı bu zaten. Ekserisi, bunları açıklayan tebliğler, genelgeler,
muktazalardır. Şimdi, bunlara neden ihtiyaç duyulmuş, bunları
anlatmaya çalışıyoruz değerli arkadaşlarımız. Bakın, aranızda çok değerli malî
müşavirler, muhasebeciler var, saçlarını bu uğurda beyazlatmışlar. Niye
böyledir; çünkü, bu ülkede, birilerine hepimiz alet olmayalım; birilerimiz bu
azınlığa alet olmayalım. Eğer, vergiyi birilerinden almazsanız, peki, işçiye,
memura bırakın ücret vermeyi... MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Olandan niye
almıyorsunuz? MASUM TÜRKER (Devamla) - Tabiî, olandan, birlikte
almayı kararlaştıralım. ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Bankaları batıranlardan alın... BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım efendim. MASUM TÜRKER (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum sizlere.
Batan bankaların kurulma zamanlarını, devredilme
zamanlarını tartışırsak, kaybolan, bunları götürenlerin, paraları götürenlerin
ne zaman devraldıklarını tartışırsak, biz, kendi kendimizi aldatırız. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Tartışalım. MASUM TÜRKER (Devamla) - Biz onlara dönmek istemiyoruz.
(FP sıralarından gürültüler) Biz, hep birlikte, şunu yapmalıyız: Eğer, bu
ülkede, yine, bir azınlığa hizmet etmeyi düşünüyorsak geçmişte olduğu gibi,
gelin, beraber suni bir kriz yaratalım, birden bire doların değeri 13 000
liradan 100 000 liraya fırlasın, birden
bire ekonomi girdabında borç paraya ihtiyaç duyalım, aldığımız Net Aktif
Vergisi, Malî Denge Vergisi bile yetersiz kalsın; ondan sonra, dönelim, borçlanalım,
belki de o tarihlerde bize yandaş olanların biraz daha cebini doldurmasına
müsaade edelim. Bu, iktidarın değil, bu Meclisin vebalidir. 21 inci Yüzyıla
girdiğimiz bugünlerde, eğer, çocuklarımıza, böyle, biraz evvel, değerli vekilin
kucağında getirip başkasının kucağına bıraktığı bu kanunları görmek
istemiyorsak, gelin bakın bu maddede ne olduğunu konuşalım. (DSP sıralarından
alkışlar) HASAN GÜLAY (Manisa) - Ağzına sağlık! MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli arkadaşlar, ne diyoruz
bu maddede: Vergi oranı -aranızda çok değerli uzmanlar var- ilk defa...(FP
sıralarından gürültüler) Ama, değerli arkadaşlar, bakın, çok değerli bir hukukçu
var; Sayın Arınç, çok saygı duyarım; sorun, hukukun kaynağı olarak, eğer, biz
milletvekilleri, bu maddeyle ilgili görüşleri tutanaklara kaydetmezsek, bu
ciltler dolusu açıklama gerekecek ve o zaman, bir kısır döngü başlayacak. Bakın, burada, önemli bir olgu var. Bunu, ben, burada
söyleyeceğim ki, hükümetler, bugünkü hükümet, bundan sonraki hükümetler
üstlensinler. İlk defa yüzde 50 artış, asgarî yüzde 50 azalış, yüzde 20'ye
indiriliyor. Bunun takipçisi olmak gerekir. Hatırlar mısınız, geçtiğimiz gün, yeniden değerleme
katsayısından dolayı şu kadar vergiler kendi kendine artacak deniliyordu,
hükümet indirmek istese de indiremeyecek diyorlardı. İşte, bugün, bu Meclis, bu
maddeyi kabul ettiği zaman, ilk defa, enflasyonu azdırma değil; dizginlenmiş
bir enflasyona göre vergilendirmeyi esas alıyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız. MASUM TÜRKER (Devamla) - Değerli milletvekilleri,
değerli arkadaşlarımız; vergiler... MUSTAFA GÜL (Elazığ) - Kitaplar ne olacak?.. MASUM TÜRKER (Devamla) - Bu kitaplar kucaktaysa,
bunların içini ayıklamaya hep birlikte bakacağız. Değerli arkadaşlar, bu maddeye o gözlükle bakmamız, o
şekilde değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum ve ilk defa böylesine bir
indirim imkânı getirildiği için, bunu getiren hükümete ve bunu kabul eden Plan
ve Bütçe Komisyonundaki değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyor; hepinize
saygılar sunuyorum. Bu kitapları, inşallah, hep birlikte şu kadarlık
yapacağız. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türker. Madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır. Zannediyorum, bir tek soru var. Sayın Alçelik, buyurun efendim. TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Başkanım, teşekkür
ediyorum. Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakandan öğrenmek
istediğim sorularım şunlardır: Burada, (a) bendinde, bir yeniden değerleme oranından
bahsediliyor. Bu oranın yüzde 50'sinden fazla olmayacak, az olmayacak gibi,
böyle, muğlak bir ifade var. Tabiî, birkaç kere okumak lazım. Hepsinden
önemlisi, bu oranı 20 katına çıkaracak bir yetki isteniyor; yani, yeni bir
vergi koyuyorsunuz, yeni bir oran tespit ediyorsunuz "bunu da 20 katına
kadar çıkarabileceğiz" diyorsunuz, bunu istiyorsunuz. Şimdi, Sayın Başkanım, Sayın Bakandan öğrenmek
istediğim konu şu: Siz, 2001 senesinde, ilk altı ay için, milyonlarca insana,
işçiye, emekliye, memura, dula, yetime yüzde 10'luk bir artış öngörüyorsunuz.
2001 yılında enflasyonu yüzde 10 öngördüğünüze göre; yani, yüzde 10'luk bir
artış öngörüyorsunuz. Peki, yüzde 10'luk bir artış öngördüğünüz bu millete,
milyonlara, yüzde 50'lik bir artış -hele hele 20 kat yaptığınız zaman, burada
20 kattan bahsediliyor, nereye çıkıyor, onu, artık takdirlerinize bırakıyorum-
vicdanlara nasıl sığıyor? Bunu nasıl izah edeceksiniz? Burada bir misal vermek istiyorum: 100 milyon lira alan
bir emekli, bir araba alsa, bu araba için,
şu anda ödemesi gereken vergi farz edelim 300 milyon lira. Buradaki
artışa göre, aylık 10 milyon lira maaş artışı vereceksiniz bu insana, bir yılda
120 milyon lira yapar. Siz, bu yüzde 50'lik artışa göre, 300 milyonun üzerine
150 milyon lira ilave yük getiriyorsunuz; yani, verdiğinizden fazlasını, sadece
alacağı bir arabada geri alıyorsunuz. Buna nasıl gönlünüz razı oluyor Sayın
Bakanım? Bunu, bize ve milletimize izah etmenizi özellikle istiyoruz. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Alçelik. Başka sorusu olan yok. Sayın Bakan, çok kısa olmak kaydıyla, buyurun efendim. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşımızın sualindeki "20 kat" konusuna, tasarının geneli
üzerinde yaptığım konuşmada da değinmiştim. "20 kat" demek, 2001
yılında veya 2002 yılında, taşıtlarla ilgili bütün maktu vergiler 20 kat
artırılacak anlamında değil. Bu, taşıtların kullanım amaçlarına, kullandıkları
yakıtların nevilerine göre, hükümetin elinde bunları farklı şekilde
vergilendirme konusunda bir araç olarak geliyor; yoksa, bu "20 kat"
yetkisi alındı, bütün vergiler 20 kat artacak anlamına gelmez. Normal olarak,
her sene bu vergiler, yeniden değerleme katsayısı kadar artar; ama, burada, 20
kat diyerek, biraz evvel ifade ettiğim gibi, kullandıkları yakıt türlerine ve
araçların kullanım amaçlarına göre farklı bir vergilendirme yapısı meydana getirme ihtiyacı hissederse
hükümet, bu araçtan yararlanacak. Yani, bu, tamamen bu nedenle getirilmiş bir
düzenlemedir. BAŞKAN -Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım. TURHAN ALÇELİK
(Giresun) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanımız 2001 bütçesinde memura,
işçiye, emekliye vereceği maaş artışında da böyle 20 kata kadar artırma yetkisini bizden isteyecekse, biz şimdiden o
yetkiyi kendisine veriyoruz; yeter ki
istesinler. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Madde üzerinde 2 adet önerge vardır. Önergeleri geliş sırasına göre okutacağım; ancak, her
iki önerge de maddenin metinden çıkarılması yönünde olduğundan, işlemleri
birlikte yapacağız. İlk önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 539 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1
inci maddesinin tasarı metninden
çıkarılmasını arz ve teklif ediyoruz.
BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 539 sıra sayılı tasarının 1 inci
maddesinin metinden çıkarılmasını talep ediyoruz.
BAŞKAN - Sayın Komisyon katılıyor mu efendim? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ HAYRETTİN ÖZDEMİR
(Ankara) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Hükümet katılıyor mu? MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN - Önerge sahibi olarak, ilk imza sahibi Sayın
Metin Kalkan; görüşecek misiniz efendim? METİN KALKAN (Hatay) - Sayın Malkoç konuşacak efendim. BAŞKAN - Sayın Malkoç görüşecek. Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
gecenin bu saatinde niçin burada bulunmaktayız; Motorlu Taşıtlar Vergisi
Kanunu, Finansman Kanunu, 4306 sayılı ve 4481 sayılı Kanunlarda değişiklik
yapılması için gecenin bu saatinde buradayız. Bizleri, Türkiye'nin dört bir tarafında, gecenin bu
saatinde, değerli vatandaşlar izliyorlar. Bizleri kamyon sahipleri izliyor,
minibüs sahipleri izliyor, taksi sahipleri izliyor, bunların dışında araç
sahibi olan insanlar izliyor. Acaba, bunlar, bu insanlar, bu Meclisi izlerken
ne düşünüyorlar? Bize faydalı olarak ne getirecekler, gecenin bu saatinde
Meclis çalışırken kamyon şoförlerine veya taksi sahiplerine veya minibüs
sahiplerine faydalı ne iş yapacaklar diye dört gözle bekliyorlar; ama, bunun
karşılığında da, gelen tasarıya bakıyoruz; ilk etapta yeniden değerleme oranı
yüzde 50'ye çıkacak veya yüzde 20'ye; 20 katına kadar da artırma yetkisi
veriyoruz hükümete. Değerli arkadaşlarım, 57 nci hükümetin, yani, DSP, MHP
ve ANAP'tan oluşan bu hükümetin, bu tasarı, âdeta, vatandaşa ramazan hediyesi;
artık, bakalım, bayram hediyesi ne olacak?! (DSP sıralarından
"Mercedes" ve "af" sesleri) İnşallah affı çıkarırsınız, Mercedesi
de hediye edersiniz, görürüz. Ama, açık olan bir şey var; ramazanda, vatandaş,
sofrasına ne koyacak diye düşünürken, bu 57 nci hükümet, vatandaşa yeni zamlar,
yeni vergiler koyuyor. Bu kürsülerden, bunu, gelip, izah etmek kolay. Sayın
Bakanımız buraya çıktılar, çok güzel izah ettiler veya iktidar partilerine
mensup arkadaşlar geldiler, çok güzel şeyler söylediler; âdeta ağızlarından bal
akıyordu. Ama, bu kanun çıktığında vatandaşa ne faydası olacak veya vatandaştan
ne kadar daha para toplanacak; bu da ortada. Değerli arkadaşlarım, fındık üreticilerini dolaşıyoruz,
zeytin üreticilerini dolaşıyoruz, çay üreticilerini dolaşıyoruz, hepsi mağdur. Memurlara çok fazla para verildiği buradan ifade
edildi. Sayın Bakanımız da ifade etti, diğer arkadaşlarımız da bunu ifade
ettiler. Acaba, bu memurlar, aldıkları bu yüzde 10 zammın zevkinden veya
memnuniyetinden mi gece sabahlara kadar sokakta yürüyorlar?! Herhalde, burada,
bunları izah eden arkadaşlarımız, onların topluluklarına, sendikalarına veya
mitinglerine gittiğinde bunu da izah eder! Değerli arkadaşlarım, geçen cumartesi günü seçim bölgem
Trabzon'daydım. Sanayi esnafını dolaşırken, esnafın biri bizi dükkânına davet
etti ve dükkânında, hemen masasının üstünde bulunan bir çividen bir tomar kâğıt
çıkardı. "Bakın, şu birinci kâğıt Gelir Vergisi taksiti, ikincisi KDV
taksiti, şu kâğıt Stopaj Vergisiyle ilgili, dördüncü kâğıt İlan Reklam
Vergisiyle ilgili, Damga Vergisiyle ilgili, Geçici Vergiyle ilgili..."
dedi; saydı, saydı, saydı. "Emin olun, yirmi yıllık esnafım; eğer ar
etmesem, utanmasam dükkânımı kapatacağım. Dükkânımı kapatsam, günde en az 20
milyon lira kârım olur" dedi. Şimdi, bu kadar zor durumda olan insanlara, bu kadar
zor durumda olan araç sahiplerine, biz de, gelip, buradan, gecenin bu saatinde
yeni vergiler koyuyoruz. İşte, benim ve arkadaşlarımın teklifi, gecenin bu
saatine kadar burada çalıştık, en azından şu 1 inci maddeyi tasarı metninden
çıkaralım ve bizi televizyonları başında merakla izleyen araç sahiplerine
hayırlı bir iş yaptığımızı gösterelim. Bizim teklifimizin amacı budur. Her ne
kadar Sayın Komisyon ve hükümet üyeleri bu teklife katılmamışlarsa da, öyle
zannediyorum, bizleri televizyonları başında izleyen milyonlarca insan bu
teklifimizi gönülden desteklemiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen, toparlar mısınız Sayın Malkoç. ŞEREF MALKOÇ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım. İktidar partisine mensup olan arkadaşlarımıza da bu
teklifimiz doğrultusunda oy kullanmalarını tavsiye ediyorum. Hepinize hayırlı günler diliyorum. (FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Malkoç. Sayın milletvekilleri, her iki önergeyi beraber işleme
aldık, her ikisini birden oylatacağım. Önergelere, Komisyon ve Hükümet katılmamıştır. Önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önergeler kabul edilmemiştir. Şimdi, 1 inci maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle,
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 1 inci madde kabul
edilmiştir. Sayın milletvekilleri, saat 00.30'a kadar, 13 dakika
birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati
: 00.17 BEŞİNCİ
OTURUM Açılma Saati:
00.30 BAŞKAN:
Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER:
Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 17 nci Birleşimin
Beşinci Oturumunu açıyorum. 539 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam ediyoruz. V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 4.- Motorlu
Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile 4306 ve
4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/776) (S. Sayısı: 539)(Devam) BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde. Hükümet?.. Yerinde. Tasarının 2 nci maddesinin görüşülmesine başlıyoruz. Maddeyi okutuyorum: MADDE 2. - 29.7.1970 tarihli ve 1318 sayılı Finansman
Kanununun 10 uncu maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Bakanlar Kurulu; a) Yeniden
değerleme oranının % 50 fazlasını geçmemek, % 20'sinden az olmamak üzere yeni
oranlar tespit etmeye, b) Kanunda
yazılı vergi miktarları ile yeniden değerleme oranı veya (a) bendindeki oran
uygulanmak suretiyle belirlenmiş olan vergi miktarlarını taşıtların teknik
özellikleri ve/veya kullandıkları yakıt türleri veya kullanım amaçları
itibariyle ayrı ayrı veya topluca 20 katına kadar artırmaya, c) EURO
normlarını sağlayan katalitik konvertör sistemi ile teçhiz edilmiş taşıtlarda
tespit edilen bu oranı veya vergi miktarlarını % 50 nispetine kadar indirmeye,
yetkilidir." BAŞKAN - Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın; buyurun efendim. DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 539 sıra sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu,
Finansman Kanunu ile 4306 ve 4481 sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Söz konusu maddenin eski halindeki "Bakanlar
Kurulu, yeniden değerleme oranının yüzde 50'sinden çok, yüzde 20'sinden az
olmamak" diye başlayan ibare, yine, önceki "yüzde 50'yi geçmemek ve
yüzde 20'den az olmamak" şekliyle devam ediyor. Burada, yeniden değerleme
oranı esas alınmaktadır ki, herhalde bu yıl için tespit edilecek olan yeniden
değerleme oranı yüzde 58 civarında olacak; bu da bunun yarısı olduğuna göre,
yüzde 28 oranında artışı; tahminî hesaplamalara göre yüzde 58 artış
öngörülmektedir. Halbuki, ekonomik istikrar programı uygulanırken, malum, 2000
yılı için TEFE'de yüzde 20, TÜFE'de yüzde 25 öngörülmüştü. 2001 yılı için ise,
yine TEFE'de yüzde 15, TÜFE'de yüzde 10, yüzde 12 civarında öngörülmüştü. Peki,
enflasyon artışına esas olacak bu nispetlerin 2001 yılı için yüzde 15 civarında
olacağı öngörülüyor da, Motorlu Taşıtlar Vergisinde, bu, yüzde 28'e kadarı
azamî had tayin ediliyor; burada bir yanlışlık vardır. Bu yanlışlık ise,
ekonomik istikrar tedbirlerinin ülkede istikrarsızlığa sebep olduğudur. Değerli milletvekilleri, Devlet İstatistik Enstitüsünün
son açıkladığı rakamlara baktığımızda, Sayın Bakanımız, bilhassa, yanınızda
bulunan bürokrat arkadaşımıza da, sizin şahsınızda arz ediyorum. Bu ifadelerle,
geçmişte alınan bu istikrar tedbirlerinin 2000 yılında tutmadığı görülmektedir.
Devlet İstatistik Enstitüsünün yaptığı açıklamalara göre, ihracat, ağustos
ayında, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 2,2 oranında azalarak 1 milyar 896
milyon dolara geriledi. Bakın, hani ekonomik istikrar tedbirleri aldık da
ihracatımız artacaktı ya... Geçen sene diye nispetlediğimiz mesnet teşkil eden
ay da ağustos ayı, depremin olduğu ay, ondan daha geri. İthalat ise yüzde
53,5'lik artışla 4,9 milyar dolara çıktı. İhracatın ithalatı karşılama oranı,
ağustos ayında, yirmi yıldır ilk defa bu yıl yüzde 38,9 oranına kadar düştü.
Ağustos ayı ihracatı, Türkiye'nin en büyük deprem felaketinin yaşandığı geçen
yılın aynı ayının bile altında kalması dikkati çekti. Bu, devletin resmî
kuruluşunun açıkladığı rakamlardır. Şimdi, Motorlu Taşıtlar Vergisinde değişiklik
yapıyoruz. Motorlu Taşıtlar Vergisinde tahsilatta bir gecikme mi var veya
tahakkuk eden verginin alınamaması gibi bir durum mu var; o da yok. Bakıyoruz,
Motorlu Taşıtlar Vergisi, 1999 yılının eylül ayı itibariyle 146 trilyon 970
milyar tahakkuk etmiş, 115 trilyon 590 milyar tahsil edilmiş; yani, tahakkukun
tahsilata oranı yüzde 78,7; yine, 2000 yılının eylül ayında 253 trilyon 654
milyar tahakkuk etmiş ve 183 trilyon 872 milyar da tahsil edilmiştir. Tahakkukun
tahsilata oranı yüzde 72,5. Netice itibariyle, değişiklik yapmak istediğimiz
kanunların, toplam, Ek Motorlu Taşıtlar Vergisini veya Ek Taşıt Alım vergisini
dahil ettiğimizde... Bakınız, Ek Taşıt Alım Vergisinde, geçen sene 119 trilyon
219 milyar tahakkuk etmiş, bu yıl, aynı dönem -eylül ayı- itibariyle 292
trilyon tahakkuk etmiş, neredeyse 292 trilyon da tahsilat yapılmış; yani,
vatandaş, bu vergiyi ödüyor zaten. Veren insana, tekrar tekrar vergi salmanın
acaba mantıkla bir ilgisi var mıdır? O zaman, ne yapacaksınız; fazla vergi, vergiyi
öldürür, bundan sonra tahsil edemeyeceksiniz. Niye tahsil edemeyeceksiniz;
çünkü, bu, insanların ödeme gücünün üzerinde olur ise, bir noktada tıkanıp
kalacak. Değerli milletvekili arkadaşlarım, bakın, Kayseri
Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Çapar ne diyor ASO Medya
dergisinde. Sayın Bakanım "bilhassa, esnaf, sanatkâr, ticaret odası bizi
destekliyor" diyorsunuz ya, destekliyor mu, bir bakalım: "Hükümet, vergi ve çalışma hayatıyla ilgili olarak
ekonomik düzenlemeleri vakit geçirmeden gözden geçirmelidir ve yine hükümet,
vergileri, fon ve kesintileri vesaire oransal olarak artırarak ve
çeşitlendirerek, dolayısıyla, piyasadan para çekerek kamu maliyesini
düzeltebileceğini, dolayısıyla, enflasyonu düşürebileceğini zannediyorsa
yanılgı içerisindedir. Zira, toplumun büyük bir kesiminde enflasyon
beklentileri devam etmektedir. Sonuçta, ekonomi yönetimi, girişimciye kaynak
bırakmayan, sınırlı ve kıt olan tasarrufları piyasadan âdeta bir sünger gibi
emen malî politikalardan vazgeçmelidir." Bakın, koskoca, dünyanın ticaretini idare eden,
ticareti çok iyi bilen bir Kayserili oda başkanı, kendi kaleminden aynı bu
ifadeleri kullanıyor. "Kabulü mümkün olmayan diğer bir konu ise şu: Kamu
maliyesini düzeltebilmek için tasarrufları bir sünger gibi emen hükümetin, bu
kaynakları, vergi vermeyen, herhangi bir risk taşımayan, kolay kazanç peşinde
koşanların batak paralarına karşılık aktarılmasının ekonomik mantığını
anlatmakta zorluk çekiyoruz. Kamuya ufak bir borcu olanın mal ve mülkünün
haczedildiği bir ortamda yapılan bu ayrıcalık, girişimci mükellefi
cezalandırmaktadır"diyor. Peki, biz, bu mükellefleri bu şekil
cezalandırırsak, daha sonra nasıl bir vergi alacağız. Değerli milletvekilleri "fazla vergi vergiyi
öldürür" dedik. Evet, yine bu konuda bir uzman diyor ki "Bu sözü biz
değil, Fransızlar söylemişler. Sadece bu değil, çok sayıda söz var. Örneğin,
gerekli olduğundan fazla vergi tahsil etmek, yasal hırsızlıktır. Sınırsız vergileme gücü -Calvin Coolldge diye bir
ekonomist veya yazar söylemiş- neticede tahrip etme gücüne sahiptir. Vergi konuları üzerinde düşük vergiler konulduğunda, bu
vatandaşların çalışma ve bir şeyler yapma arzularını geliştirir" BAŞKAN - Sayın Akın, toparlar mısınız. MURAT AKIN (Devamla) - "Vergi oranlarındaki bir
düşüş, halkın memnuniyetini artıracağından, vergi gelirleri de
artacaktır." Değerli milletvekilleri, hakikaten, motorlu taşıtlardan
alınan alım vergisinin ve servetten alınan vergilerin tahakkuku ve tahsili
güzel bir şekilde sağlanıyor. Bu vergilerin tahakkuku da, en az masraflı olan
bir vergidir; çünkü, dönemi içerisinde kendiliğinden tahakkuk eden vergilerdir,
daha ziyade beyana dayalı olmayan vergilerdir. Şimdi, bu getirdiğimiz vergi
yüküyle, bu mükellefleri, bu vatandaşları zor duruma düşürdüğümüzde, korkarım
ki, eski tahsil ettiğimiz vergileri de alamayacağız. Onun için, bu vergi
değişikliğini, bu noktayı nazardan iyi dikkat etmek lazım, iyi değerlendirmek
lazım. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akın. Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Hatay
Milletvekili Sayın Metin Kalkan'da. Sayın Kalkan, buyurun. (FP sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA SÜLEYMAN METİN KALKAN (Hatay) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'yi, bu gece vergi cehennemine, ateşe
biraz daha atıyorsunuz. Bir zamanlar sihirbazlık çok geçerliydi, akı kara,
karayı ak göstermek mümkündü. Bu gece de, burada, birçok olaylardan dolayı,
sanki bunlar vergi ve zam değil de indirim gibi göstermenin sihirbazlığını da
yapmaya çalışanlar maalesef çıkıyor; ama, bir asa da, bu sihirbazlık
numaralarının hepsini bir gün derdest edecek. Vergi bombardımanı birdenbire niye başladı? Bunun
şiddeti ne? Ne olacak? Gerçekten bir müddetten beri birtakım çevrelerin
yönlendirmeye çalıştıkları gibi, yüzde 56 ile yüzde 85 arasında mı olacak?
Acaba, bu vergi miktarları enflasyona dahil ediliyor mu? Enflasyona dahil
ediliyorsa, yüzde 10 enflasyon nasıl çıkacak? Yani, elbette edilmiyor, biliyoruz
onu, şimdi, onun için çok rahat bir şekilde halkın cebinde, elinde ne varsa onu
almaya yönelindi ve güya enflasyon düşük gözükecek; ama, halkın cebinden en az
yüzde 50 fazla vergi çıkacak. (DSP sıralarından "siz de yaptınız"
sesi) Hayır efendim, biz ilk defa yüzde 50 vergi koymayı
bırakın, indirmeyi bile ilave etmişiz. Bu işin sadece oyalaması ve sihir yönü.
Niye "20 katına kadar" diye bir rakam koyuyorsunuz yükseltme için. 20
kata... MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Taktınız yahu... SÜLEYMAN METİN KALKAN (Devamla) - Tabiî takacağız;
çünkü, bunu halka takıyorsunuz. Bunun altından esnaf kalkamayacak, bunun
altından, en azından 6-7 milyon dargelirli aile kalkamayacak. Bunu niye
koyuyorsunuz? Biraz evvel Bankalar Kanununda, özelleştirme kanunlarında ne
yapıldı? Bankaların zarar edenlerini, zarar etmeyenlerle
birleştirdiğiniz zaman vergiden mahsup edilecek. Yani, bütün bu taktığımızı
söylediğiniz, getireceğiniz yirmi katlık artırmayla oluşturacağınız yeni
paraları, yine birtakım insanlara aktarıyorsunuz. HASAN GÜLAY (Manisa) - Sayın Bakan izah etti anlamadın
mı? SÜLEYMAN METİN KALKAN (Devamla) - Anladık; bunun, halka
zulüm olduğunu sizin de anlamanızı istiyoruz. BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim. SÜLEYMAN METİN KALKAN (Devamla) - Bakan izah edecek,
elbette böyle reklam yapacak; ama, ben, bunu, buradan sizin hayrınıza
söylüyorum. Çünkü, bu, size, öyle bir şekilde fatura edilecek ki, halkın
karşısına çıkamayacaksınız. İşte, buyurun, bakın, burada, sabahtan beri şoför
odalarından ve dargelirlilerden "bari bu zulmü yapmayın" diye gelen
ricalara, yalvarmalara bakın! MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Onların hepsi aynı. SÜLEYMAN METİN KALKAN (Devamla) - Hepsi aynı olabilir;
Ankaralı 50 000 şoför adına dernek başkanı yalvarıyor. Evet, tabiî, böyle
davranmanızın görülmesi çok iyi oluyor. İşte, sizin getirmek istediğinizi ve
bizim de engellemek istediğimizi halkın görmesi çok iyi oluyor. Yüzde 56 ilâ yüzde 84 oranında değerleme oranları
yeniden artacak ve bunu yirmi katına kadar artırma düşüncesiyle biz burada
kanun çıkarıyoruz ve bu da halkın yararına olacak!.. 3,5 seneden beri, böyle
mülahazalarla bu iktidar, hep halkın malını, mülkünü tüketmeye yönelik icraat
yapıyor. Her türlü alışveriş bile, bir daireye giriş bile, alo
deyiş bile, bir beyaz kağıda dokunuşta bile (A)'dan (Z)'ye her türlü vergi
yeniden artırılıyor; ama, buna karşılık memura yüzde 10-12 zam; ama, buna
karşılık çiftçiye ürettiğinin karşılığını alamayacağı kısıtlı bir değer... Şimdi taksicilerin söyledikleri şu, onu da söyleyeyim
de vebal kalmasın: "Bundan sonra bize bu şekilde zulüm yapanlara,
arabamıza bindikleri zaman gereken ikazı yapacağız ve o arabalarda bize
yaşamı bu kadar
zorlaştıranlara karşı, bu vergi
kanunları kalkana kadar, hiç indirmeyeceğimiz şekilde bunu bir panoda
belirteceğiz, geçen, çıkan, arabaya binen okuyacak" bunu da duyuruyorum. Şimdi, taktık, vatandaş bir yerden nefes alıyorsa,
yani, tüp gazdan birazcık istifade ediyorsa -bundan da kim istifade ediyor, çok
dargelirli insanlar- ille orayı yükselteceğiz. Yahu, bırakalım, bu kadar şoför
buradan ekmek yiyor, dargelirli memur, çok az parası olan insan da taksiye
binebiliyor, bunu sürdürelim, bunu devam ettirelim. Ne olur! Zaten, zengin insanlar arabalarını benzinliden tüp gaza
çevirmiyorlar, yoksullar, imkânsızlar çeviriyor. Ama, hayır, ille, vatandaşa
hava aldırmayacağız, nefes aldırmayacağız ve biz, hazır bulduğumuz, bu tavukta
ne kadar yumurta varsa hepsini alacağız. Onun için, gerekiyorsa, karnını
deşeceğiz; ama, ölürse
ölür... Halk bu duruma geliyor,
memur bu duruma geliyor, işçi bu duruma geliyor... Kanun maddesi açık; biz,
bundan evvel değerleme oranını, normal ekim ayına kadar olan enflasyon
miktarıyla ölçüyorduk, şimdi, bunu çok daha yüksek kabul ediyoruz yüzde 56 ve
ayrıca, bu oranların üzerinde yirmi kat artırma yetkisini alıyoruz. HASAN GÜLAY (Manisa) - Bu da hiç aklınızdan çıkmıyor! SÜLEYMAN METİN KALKAN (Devamla) - Elbette aklımızdan
çıkmayacak; çünkü, yapılan en büyük zulüm bu. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Saat ilerledi... Saat
ilerledi... BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Başkanım, nasıl olsa 10
dakika konuşacak... BAŞKAN - Olur mu efendim!.. Bırakın 10 dakika konuşsun. SÜLEYMAN METİN KALKAN (Devamla) - Evet, gerçekten,
şimdi, siz de, ne yapalım, biz buna mecburuz, bize böyle dayattılar, bundan
dolayı çıkarmak zorundayız diye sussanız, belki halk yine bir nevi mazur
görebilecek bir cihet bulurdu; ama, buna rağmen, buna karşı reaksiyon
göstermenizi de anlayamıyoruz. Yani, halk nereden nefes alıyorsa, orayı tıkamak
marifet değil. Eğer bir marifetiniz varsa, bu bankaları hortumlayanların
hortumlarını kesin, bu tüp gazın borusunu, hortumunu kesmeyin. Onu kesmediniz,
âdeta, bir bağırsak temizliği deniliyor, gaz temizliği deniliyor; ama, tenyanın
küçük parçaları düşüyor; büyük parça, beslenmek için, yeniden özelleştirmelerle
veyahut zararını, birleşen diğer bankanın vergisinden mahsup etmek üzere, yeni
bir avantaj imkânı... İşte, biraz sonra, iki üç madde sonra çıkaracağınız kanun
bu. Zarar edene, tekrar, o kâr etmiş bankanın vergisinden tahsisat yapılacak;
yani, halkın parası yine gidecek. Şimdi, tabiî, elbette tuhafınıza gidiyor. Ne olur, biz
itiraz etmesek, seslenmesek, siz de, mecbur kaldığınız bu maddeleri rahat rahat
geçirseniz... Ben hayret ediyorum, yani, niye, illâ dargelirliye bu kadar
bastırılıyor. Yarın, su ile çalışan bir motor olsa, ona da 20 kat vergi koyacak
mısınız, 30 kat vergi koyacak mısınız? Niye bir ihtimal demiyorsunuz, memur
maaşı da 20 kat artırılabilir? MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Genel Kurula hitap
edin... SÜLEYMAN METİN KALKAN (Devamla) - Ben, fazla para
toplanmasının devlet yararına olacağına inanmıyorum; çünkü, fazla para
toplandığında, yapılacak tek şey, yeni banka skandalları yaratmak olacak.
Yıllardan beri... MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Şu tarafa konuşun... SÜLEYMAN METİN KALKAN (Devamla) - Size bakmamızdan
rahatsız olmayın; deminden beri karşılıklı ne güzel diyalog kurmuştuk. Bu sene, gerçekten, en güzel çalışan sektör vergi
sektörü olmuş; 24 katrilyon lira beklenirken 26,5 katrilyon lira toplamışsınız,
toplayacakmışsınız; rakamlar, göstergeler onu gösteriyormuş. 26,5 katrilyon,
yani, 2,5 katrilyon fazlanız var; iyi, burası verim veriyor; o zaman, 50-60
katrilyona çıkarmak için herhalde bu maddeleri getirdiniz. Şimdi, bu vergi cehennemine hep dargelirlileri
düşürmeyelim. Kurumlar Vergisi azalıyor genel vergi toplamı oranı içerisinde;
bunu da artıralım. Bu sene rantiyeden, faizden vergi alınmayacak. Neden;
faizciler biraz zarar edecekmiş, reel faizler düşüyormuş da, ondan dolayı.
Dargelirli memur, çiftçi, esnaf zarar
edeceği zaman, onların hiç gözyaşlarına bile bakmıyoruz.
Bunları da duymayalım, bunlara da bu kadar hassas davranmayalım... Devletin,
bina, büro, müşavir, lojman, lüks ağırlama, yolluk, araç saltanatlarını kessek,
bunlara hiç gerek kalmaz eğer gerçekten zaruri ihtiyaç varsa; eğer, bankalarda
oluşacak yeni gedikleri, açıkları kapatmak için değilse bu vergi toplama
operasyonu... Şimdi, zam yapılsın; ama, iddia edilen enflasyon
oranında yapılsın, hadi, yanılma payıyla da yapılsın, yüzde 10 daha fazla
olsun; yok, illâ, canından bezdi-recek şekilde bir zam yapma kararlılığınızı
makul karşılamak hiç mümkün değil. Bu vergileri, gece yarısı çıkarmanın... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Allah yardımcın
olsun!.. SÜLEYMAN METİN KALKAN (Devamla) - Allah milletin
yardımcısı olsun. Tabiî, bunun ne kadar zulüm getirmeye yönelik olduğu,
gece yarısı kanunları oluşundan belli ve bunu çıkarmak zorundasınız. Ben,
bundan dolayı hem halkıma acıyorum hem de bunu çıkarmaya katkıda bulunanlara
acıyorum. Saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kalkan. Şahısları adına Erzurum Milletvekili Sayın Aslan
Polat?.. ASLAN POLAT (Erzurum) - Vazgeçtim Sayın Başkan. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al?.. EROL AL (İstanbul) - Vazgeçtim Sayın Başkan. BAŞKAN - Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok.
Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün?.. Yok. Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal?.. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Vazgeçtim Sayın Başkan. BAŞKAN - Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç?.. Yok. Önerge yok. 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3. - 1318 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesinin
ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. "Ek taşıt alım vergisinin matrahı, 3065 sayılı
Katma Değer Vergisi Kanunu gereğince, katma değer vergisi matrahını oluşturan
unsurlardan teşekkül eder. Ek taşıt alım vergisinin nispeti % 12'dir. Bakanlar
Kurulu bu nispeti % 6'ya kadar indirmeye; % 36'ya kadar artırmaya, taşıtların
teknik özellikleri itibariyle, bu nispetler içerisinde farklılaştırmaya
yetkilidir." BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına, Hatay
Milletvekili Sayın Mehmet Dönen; buyurun efendim... (DYP sıralarından alkışlar) KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, burada, bir
redaksiyon hatasını hatırlatayım. Bakın, bütün maddelerde, şu tarihli ve
şu sayılı diyerek kanunun ismini söylüyor. Mesela "31.12.1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi
Kanunu" deniliyor. Burada ise, 1318 sayılı Kanun... Bakın, bir birlik
sağlanması için, kanunun ismini koymak lazım; yani, birisinde koymuşuz,
birisinde koymamışız; bu, bir redaksiyon hatası, onu hatırlatayım efendim. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) -
Evet, bir redaksiyon hatası var. BAŞKAN - Doğrudur. Sayın Başkan onu halledecek
herhalde. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, bir
açıklama yapmak istiyorum. BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun efendim. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Şimdi, ilkte
başlarken buyurduğunuz gibi koyuyoruz, ondan sonrakinde farklıdır. Dikkat
ederseniz, hepsinde aynı kodifikasyon
vardır. Başlarken tarih ve numarayla başlıyoruz, ikinci kısımda; yani, bir
fıkrada aynı madde tekrar ederken değiştiriyoruz. BAŞKAN - Sayın Genç, 2 nci maddede olduğu için bu
şekliyle geçmiş. Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. Sayın Dönen, buyurun. Süreniz 10 dakika. DYP GRUBU ADINA MEHMET DÖNEN (Hatay) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 3 üncü maddesi üzerinde,
Grubum adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla
selamlıyorum. 3 üncü madde, Ek Taşıt Vergisinin yüzde 12 olan oranını
yüzde 6'ya kadar indirmeye ve yüzde 36'ya kadar yükseltmeye Bakanlar Kuruluna
yetki veren bir madde. Değerli milletvekilleri, tabiî, vergi yasaları çok
önemli yasalar olduğu için, gecenin bu saatine kadar burada görüşülmeye devam
ediliyor. Dilerim ki, burada, Türk Milletinin lehine, faydasına, yararına bir
yasa yaparız; hep bunun için uğraşıyoruz, hep bunun için çabalıyoruz. Şimdi, burada, bakıyoruz, otomobil vergilerinde, bugün,
az önce, 2 nci maddede, özellikle yeniden değerlendirme oranlarını yüzde 50'ye
yükselttik. Şimdi devlet, benim aldığım vergiler yüzde 50 oranında aşındı,
yüzde 50 oranında yeniden değerlendirmeden sonra, ben, tekrar, Ek Taşıt
Vergisini yüzde 36'ya kadar da yükselteceğim diyor; burada bunun anlamı bu. Tabiî ki, otomotiv sektörü, Türkiye'nin önemli
sektörlerinden birisi. Oto-motiv sektörünün üzerindeki vergilere bakıyoruz
-diğer vergileri de 20 katına ka-dar artırmaya yetki verdik- 1 600 cc'ye kadar
olan otomobillerin KDV'si yüzde 25, Ek Taşıt Vergisi yüzde 12, diğer maktu
vergiler yüzde 15 toplam vergi yükü yüzde 52; 1 601 cc ile 2 000 cc arasında
KDV oranı yüzde 40, Ek Taşıt Vergisi yüzde 18, diğer maktu vergiler yüzde 22 ve
toplam vergi oranı yüzde 80; 2 001 cc'den sonrası için de KDV oranı yüzde 40,
Ek Taşıt Vergisi yüzde 24, diğer mak-tu vergiler yüzde 24 ve toplam vergi oranı
yüzde 88. Peki, bizim üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliğinde
bu oranlar nedir diye baktığımızda, Avrupa Birliğinde otomotiv üzerindeki
toplam vergi yükü yüz-de 25. Şimdi, biz, hâlâ, otomobilden tekrar vergi
alacağız diye gelmişiz. Niye;
uyguladığımız iktisat politikaları, ekonomik istikrar programları
çok ciddî sonuçlar verdi; ama, bunun gelir kalemini biraz daha düzeltmemiz
lazım; yani, biraz daha vergi almamız lazım diye, biz, getirdik, bu vergi
oranlarını yükselttik. Tabiî ki, ben bunları anlatırken, Yan Sanayiciler
Derneği (TAYSAD) Başkanlığını yapan Ahmet Arıkan da burada, iktidar
koltuklarında oturuyor. Biz, otomotiv sektörünün, ana sektörle, yan sanayiin,
gerçekten, yurtdışına açılabilmesi uğruna çok büyük mücadeleler verdik ve o
dönem Ahmet Beyle mücadele verdik; bugün de, gerçekten 4 milyar dolarlara varan
ciddî ihracat kapasitelerine ulaştırdık. Korkarım ki, yarın bu vergilerden
sonra; yani, vergi gelirlerini artırma adına yaptığımız bu vergilerden sonra,
otomotiv sektörü çöker, bu yıl tahsil ettiğimiz vergileri de tahsil edemeyiz.
Bunlar madde 3'te... Az önce, sanıyorum, bunun farkına varmış iktidar
grubundaki bazı arkadaşlar, o yüzde 6'ya kadar düşürme, yüzde 36'ya kadar
yükseltmeyi, yüzde 0'a kadar düşürme oranlarını getirmişler. Niye getirmişler
diye düşündüm, şimdiden görüyorlar ki, bu vergilere otomotiv sektörü dayanamaz;
var olana dayanamıyor. Zaten euro dolar
paritesinden dolayı yan sanayi
çok ciddî bir sıkıntı çekiyor, uygulanan ekonomik politikadan kaynaklanan ciddî
sıkıntılar var. Üstüne, eğer, siz, böyle bir vergiyi de eklerseniz, otomotiv
sektörünü ciddî anlamda durdurursunuz ve buna bağlı olarak yan sanayii de
durdurursunuz ve yan sanayiin durması demek, Türkiye'de, gerçekten, binlerce
insanın işsiz kalması demek. Bugün uyguladığımız iktisat politikası temel olarak üç
temel ayağa oturmaktadır: Birincisi, doların artışını frenlemek; yani, kur
artışlarını frenlemek, baskı altında tutmak. Bunun sonuçlarına bakıyoruz,
ihracatın ithalatı karşılama oranı geçen yıl yüzde 67 iken, şimdi yüzde 51'e
düşmüş. İhracat, 1999'un ocak ayından bu yana, en düşük gerileme, yüzde 2,2
gerileme seviyesine inmiş; gerilemiş. Daha az ihraç etmişiz. Buna karşılık,
ithalat, yüzde 37 oranında artmış. Bu aramallarda da -burada vaktim yetmez-
eğer, analiz ederseniz yüzde 51'le en büyük artış, tüketim mallarında olmuş.
Şimdi, burada bir sıkıntı var. Ha, bu sene, örneğin, dışticaret açığı 25 milyar
dolar olur, cari işlemler açığı 10 milyar dolar olur -ki, öyle gözüküyor- bunu
karşılayacak gücümüz var. Ekonomi bu sene bunu karşılayabilir diyebilirsiniz;
ama, önümüzdeki yıl bunu sürdürme şansınız yoktur; buna, önlem almak
durumundasınız. Onun için de, reel sektörü güçlendirmek ve ihracatı artırmak
durumundasınız. Bu vergilerle çökerterek bunu yapma şansınız yok. İkincisi, ücretleri düşürmek; yani, kamuda çalışanların
ücretlerini aşağı çekmek. Değerli arkadaşlarım, ben, aşağı yukarı otuz yıldır
siyasetin içindeyim. Otuz yıllık siyaset yaşamımda, bu aylarda, yani, kış aylarında,
sonbahar aylarında sokakların bu kadar yoğun memur eylemleriyle dolduğu bir
döneme rastlamadım. Baharda olur; çünkü, baharın uyanmasıyla, karların erimesi
ve insan kanının yeniden kaynamasıyla, eylemler yoğunlaşır. Eğer sonbaharda bu
oluyorsa... Bakın, uyguladığınız bu ekonomik politikayla, baharda, sizi, çok
önemli sıkıntılar bekliyor demektir. Bunun bugün sinyalini biz buradan
veriyoruz. Buna inanırsınız inanmazsınız; bu, sizin elinizde; ama, bunu biz
söylemek durumundayız. Değerli milletvekilleri, kısacası, bu sektörler
üzerinde, özellikle reel sektörler üzerindeki yükleri azaltacak... Ki, Avrupa,
bugün, bu yükleri azaltarak, dünyadaki rekabet gücünü artıracak çok ciddî
önlemler alıyor; ama, biz, hâlâ, burada, bu reel sektörler üzerindeki yükleri
artıracak yeni tasarılar, yeni kanunlar getiriyoruz. Sayın Bakan diyor ki
"20 katına kadar biz bunu artırmayacağız." Peki, bugüne kadar, hep,
yasalarda, otomobillerde, özellikle araçlarda, cinsine göre vergiler konur ve
artırılırdı, motor gücüne göre konulur ve artırılırdı. İlk defa, yaktığı
akaryakıta göre, burada, vergilendirme getirilmekte. Bunun anlamı da şu, gayet
açık, hiç böyle sağa sola fazla konuşmamak lazım; bugün, taksicilik yapan
esnafın, LPG gazı kullanan şoför esnafın vergisini, diğerlerinden daha fazla
-20 kat- artırmayı düşünüyorlar ve böylece, LPG'den dönüşü amaçlıyorlar. BAŞKAN - Sayın Dönen, toparlar mısınız lütfen. MEHMET DÖNEN (Devamla) - Toparlıyorum. Ama, bunların hiçbiri, bence, ciddî anlamda çözüm
değil. Çözüm, reel ekonominin güçlenmesi. Yalnızca kur politikalarıyla,
yalnızca vergi politikalarıyla, ekonomideki bugünkü gidişi daha iyi bir noktaya
getiremezsiniz; çünkü, istediğiniz kadar analiz edin... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET DÖNEN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. BAŞKAN - Sayın Dönen, teşekkür ediyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) Efendim, şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu
adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'ta. (FP sıralarından alkışlar) Buyurun efendim. FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 3 üncü madde
üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Şimdi, bu konuya başlamadan önce, diğer bütün bakanlara
söylemiştim, Sayın Bakanıma da söyleyeyim. Şimdi, Sayın Bakanım, buraya gelip,
bazı konuşmalar yaptığımız zaman bazı bilgiler yanlış veya noksan diye görüş
belirtiyorsunuz. O zaman, size bir şey arz edeyim -gerçi, bunları Plan ve Bütçe
Komisyonunda verdiniz; ben Plan ve Bütçe Komisyonundayım; ama, bütün Meclis
için söylüyorum- şimdi, şöyle böyle 1,9 katrilyonluk bir vergi getirmişsiniz;
bu tasarının şu bölümünden alacağınız ek vergiyi 1,9 katrilyon düşünüyorsunuz.
Getirdiğiniz genel gerekçe ne; şu allahaşkına,
dört satırda bir tane rakam,
bilgi bile yok. Şimdi, bu genel
gerekçeyi alan bir milletvekilinin de, ister istemez, bazı bilgilere
ihtiyacı oluyor. Onun için -bunu, Plan ve Bütçede de dedik, başka bakanlara da
dedik- şu Meclise kanunları gönderdiğiniz zaman, gerekçelerini biraz daha
doyurucu olarak verirseniz, milletvekili arkadaşlarımız da, bizler de, burada
konuştuğumuz zaman, daha doyurucu tartışma yaparız diye düşünüyorum. Şimdi, bu maddenin özeti nedir; Ek Taşıt Alım Vergisi
miktarı yüzde 12'dir diyor. Bakanlar Kurulu bunu yüzde 6'ya kadar indirmiyor;
ama -indireceği yok zaten- yüzde 36'ya kadar artırmaya yetki istiyor. Zaten,
bugünkü tasarının görüşülen 2 nci maddesinde de, bu Taşıt Alım Vergisini 20 kat
artırmaya, yıllık Taşıt Vergisini 20 kat artırmaya yetki alınıyor. Şimdi, bir
kere, benim inancım şu ki; bir vergide 20 kat artırma yapmak, vergi
kanunlarının ruhuna aykırıdır. Şimdi, bir taraftan, Anayasa Mahkemesi, kanun
hükmündeki kararnameleri niye iptal ediyor; vergiyi Meclis koymalıdır, bunun
ruhu budur diyor; ama, siz, öyle bir yetki oranı alıyorsunuz ki, 20 kat. O
zaman daha başka bir şey söyleyeyim; baştan, kanunu çıkarırken 1 000 kat deyin,
alın, yüz sene, elli sene daha kanun getirmeyin. O zaman, manası kalmaz. Biz
buraya geldiğimiz zaman, alacağımız oran nispeti de işin ruhuna uygun olmalı
ki, verilen yetki de Meclisin bilgisi dahilinde olsun. Bir vergide 20 kat artırmak
demek, Meclisi fiilen by-pass etmek demektir. İkincisi, Motorlu Taşıt Vergilerinde yükleme
yapıyorsunuz; taşıt alımda, Ek Taşıt Alım Vergisinde, yılı Taşıt Vergilerinde,
KDV'de, LPG vergilerinde... Şimdi, Sayın Bakanım, bir şeyi söylemek istiyorum; bu
sene programı yaparken, bir konuda, belki biraz siz de hazırlıksız
yakalandınız. Bankalar birdenbire bono
faizlerini düşürünce, tahvil faizleri yüzde 110'dan yüzde 30, yüzde 40'lara
düşünce, tüketici kredilerine yüklendiler. Bu sefer, tüketici kredisini alan,
bankalara faize yatırmayan vatandaş da, hep, ithal otolara akın yaptılar.
Şimdi, bunu frenliyorsanız ithal otoları frenleyin; bu doğrudur; ama, yurt
içindeki otomobil fabrikalarını da bu konuda zarara sokacak olursanız...
Türkiye'nin otomotiv sanayii önemli bir sanayi olmuş. Otomotiv sanayii, inşaat
sanayii; bunlar, Türkiye sanayilerinin belkemikleri olmuş. Otomotiv sanayii,
inşaat sanayii, tekstil sanayii, deri sanayii... Şimdi, burada, otomotiv sanayii, bu baskılar karşısında
tıkanmaya gider. Sadece otomotiv sanayii mi?.. Hayır, sadece otomotiv sanayii
değil; arabaları alanların büyük çoğunluğu -zaten bankaların rakamlarından da
belli- bu arabaları banka kredileriyle aldılar. Bu sefer, bu vatandaşlar, bu
vergiler artınca, korkarım ki o kredileri ödeyememeye başlarlar bu sefer fon
dışındaki o çok güçlü sanılan bankalar da krize girerler. Zaten kriz... Kriz
üstüne kriz girdiği zaman da bu hükümetin bütçesinde büyük problemler meydana
gelir. Daha şimdiden, Bankalar Üst Kurulu, Hazineden 6,1
katrilyon liralık tahvil çıkartma yetkisi istiyor. Halk Bankası ve Ziraat
Bankasının görev zararı 20 milyar dolar; 6,1 katrilyon lira da orada... Sadece
1999 yılının altıncı ayından 2000 yılının altıncı ayına kadar geçen 12 ay
içerisinde o sağlam bankalar da yurt dışından 10 milyar dolar, ek, fazladan
borçlanmışlar; onlarda da bir problem var, borçlanma problemi var. Şimdi, bütün bu problemler varken siz bu taşıt
vergilerini artırıp da... Bakın, tekrar söylüyorum, taşıt alan, bilhassa
kredili alan bu memur kesimi... Bilhassa bunların çoğu aldılar; memurlar da bir
zam bekliyorlardı, tabiî siz de memuru dinlemediniz, zam yapmadınız, şimdi,
bunların geliri kısıntıya düştü. Giderler artmaya başladığı zaman, korkarım ki
bunlar banka kredilerini ödeyememeye başlarlar; seri halde banka kredileri
ödenmediği zaman da, Türkiye'de bir problem gelir diye düşünüyorum. Şu anda oto taşıt vergileri zaten Türkiye' de fazla.
Avrupa Birliğinde oto vergileri ortalama yüzde 25. Türkiye'de bu yüzde 52'den
başlıyor yüzde 88'e kadar çıkıyor. Hemen hemen Avrupa'daki vergilerin 2 katına
yakın bir vergi durumumuz var burada. Şu anda, bizim, Avrupa'daki vergilere
karşı 2 kat vergimiz varken otomotivde, bir de bunları 20 kat, yok 3 kat -yani
12'den 36'ya çıkarttığımız zaman- artırma yetkisi alırsak, korkarım ki,
otomotiv sanayiini ve onları ödeyemeyen bankacılık, finans sektörünü tekrar
sıkıntıya sokarsınız diye düşünüyorum. Sayın Bakanım, bir de, böyle bazı rakamlara bakınca
insanın daha da dikkatini çekiyor; mesela, vergilerde ne kadar artış yaptık
diye düşünürsek, 1995'de Türkiye'de toplanan vergi dolar bazında 30,8 milyar
dolarmış araştırmalara göre. 2000 yılında, yani bu önümüzdeki yılda, bu, 60
milyar dolar olarak hesaplanıyor. 1995 yılından 2001 yılına kadar, bizde,
nüfus, yüzde 2 bile artmadı; ama vergi tam 2 kat; 30.8 milyar dolardan 60
milyar dolara, 2 kat artmış. Bu arada, vatandaşın millî geliri mi arttı; 1995'te 2
745 dolarmış, 2001 yılında, bu programınız tutarsa, 3 100 dolar olacak.
Vatandaşın gelirinde hemen hemen yüzde 10'luk bir artış var; nüfus yüzde 2 bile
artmamış; ama, toplanan vergi tam 2 katı artmış. Bu neyi gösteriyor; son
yıllarda Türkiye'de halkın üzerinden alınabilecek hemen hemen bütün vergiler
artıyor. İşin bir kötü tarafı da şu: Vergilerin çoğu da tanıdığımız bildiğimiz
2,5 milyon bordro mahkûmu veya Gelir Vergisi mükelleflerinden alıyoruz, diğer
taraflardan alınmıyor. Mesela, siz, bir vergi getirmiştiniz, nereden buldun
kanunu gibi bir kanundu, bunu iki sene ertelediniz. Şimdi, bunları erteleyip,
bunlardan vergi almayıp da sadece bir kesime yüklenildiği zaman, o yüklenilen
kesimde büyük problem olur, olacağı da ortadadır; ben bunu söylüyorum. Vergi adaletini de bozdunuz. Çok geri gitmeyelim,
1990'lı yıllarda, Türkiye'de dolaylı ve dolaysız vergiler eşitti, 50-50 idi,
şimdi ise 36-64'e düştü; yani, dolaysız vergiler 36, dolaylılar 64'e çıktı.
Burada ne oldu; kazanan kazanmayan, herkes aynı verdiği zaman burada da
haksızlık meydana geliyor. Bakın, size bir şey daha söyleyeyim. Getirdiğiniz ek
vergilerden faiz vergisini sildiniz. Geçen dönem çıkan vergilerin yüzde 65'i
faiz vergisiydi. Şimdi bunu kaldırdınız; kaldırdınız, ama bakın bir şey
söyleyeyim. Bu bütçe içerisinde 31,7 katrilyon faiz ödenecek; ama, faiz vergisi
diye bu bütçede görülen miktar 415 trilyona düştü. Nereden 415 trilyona düştü;
31.12.1999'dan önce satılıp da vadesi şimdiye gelenlerden alacağınız paradan
kaldı. Şimdi, 31,7 katrilyon; bütçenin en önemli kalemini faize veriyorum,
ondan aldığım vergi 415 trilyon. Bu bütçede 512 trilyon ceza almayı öngörmüşüz.
Bu durum karşısında burada bir haksızlık meydana geliyor, bunu söylüyorum. Son bir şey daha söyleyeyim: Sayın Millî Eğitim Bakanı
ayrılmış... O, bana çok çarpıcı geldi; yarın Plan ve Bütçe Komisyonunda da
söyleyeceğim; bizim yüzde 22 en zengin tabakayla yüzde 20 en fakir tabaka
arasında refah yönünden, gider yönünden karşılaştırıldığı zaman en büyük açık,
eğitimde; yani en fakir yüzde 20, eğitimde yüzde 2,2 pay tüketirken, en zengin
bölüm yüzde 63 tüketiyor. Dolayısıyla, fark çok korkunç artıyor. Zengin tabaka
eğitimli oluyor, lisan biliyor, son derece iyi yetişiyor; fakir tabaka
eğitimden, zenginlikten, her şeyden mahrum kalıyor, kültür bakımından da fakir
kalıyor ve müthiş bir ikilem meydana geliyor; ben bundan ürküyorum. Gecenin bu saatinde daha fazla vaktinizi
almayacağım; ama, bir hususu da-ha söylemek istiyorum: Bu vergi kanunlarının
dengesizlik yaratacağından korkuyorum. Yine de saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Polat. Grupları adına başka söz isteyen?.. Yok. Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?.. Söz
istemiyor. Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok. Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün?.. Yok. Osmaniye Milletvekili Sayın Şükrü Ünal?.. Yok. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Buradayım da konuşmayacağım.
Yok olmak ayrı şey. Varım da, konuşmayacağım. BAŞKAN - Oradasınız da konuşmayacaksınız. 3 üncü madde üzerinde bir adet önerge vardır;
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan kanun tasarısının 3 üncü
maddesindeki, "Bakanlar Kurulu bu nispeti yüzde 6'ya kadar
indirmeye;" ibaresinin "Bakanlar Kurulu bu nispeti "0"
sıfıra kadar indirmeye;" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?.. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ HAYRETTİN ÖZDEMİR
(Ankara) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu? MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Takdire bırakıyoruz
Sayın Baş-kan. BAŞKAN - Önergeniz hakkında konuşacak mısınız;
gerekçeyi mi okutalım? OKTAY VURAL (İzmir) - Gerekçeyi okutalım. BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Önergeyle Bakanlar Kurulunun, Ek Taşıt Alım Vergisi
nispetinin indirilmesi konusundaki yetkisinin artırılması amaçlanmıştır. BAŞKAN - Efendim, Komisyonun ve Hükümetin takdire
bıraktığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. Kabul edilen önerge istikametinde 3 üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 4 üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 4. - 31.12.1960 ve 193 sayılı Gelir Vergisi
Kanununun 94 üncü maddesinin birinci fıkrasının 6 numaralı bendinin (b/ii) alt
bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. ii) Kurumlar Vergisi Kanununun 8 inci maddesinin 1
numaralı bendinde yer alan iştirak kazançları istisnasından yararlanan
kazançlar hariç, yatırım indirimi istisnasından yararlanan kazançlar dahil
olmak üzere; dağıtılsın dağıtılmasın, Kurumlar Vergisine tabi kurumların,
Kurumlar Vergisinden müstesna kazanç ve iratlarından (İstisna uygulamasının
zarar doğurması halinde bu zarara isabet eden tevkifat, istisnadan kaynaklanan
zararın indirildiği dönemde yapılır. Tevkifat uygulamasından mahsup edilen
zarar tutarının öncelikle istisna uygulamasından kaynaklandığı kabul edilir.) BAŞKAN - Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına
Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 539 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesi üzerinde Doğru Yol Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Benim esas kökenim maliyecidir. Maliye okulu mezunuyum;
biz, 1957'de maliye okuluna girdiğimiz zaman, bir Amme Alacakları Kanunu, Vergi
Usul Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu vardı
ve Harçlar Kanunu gibi çok sınırlı sayıda birtakım kanunlar vardı. O zaman da,
her şeyi çok iyi de biliyorduk; fakat, şimdi bu kanunlar o kadar çok değişti
ki, her sene, belki bir iki defa kanun değişiyor ve bu kanunları en değme
maliyeciler bile, bırakın maliyecileri, mesela Gelir Vergisi Kanununun bugün ilgili kurumunun ilgili şubesinde
çalışan kişinin bile bu değişiklikleri keşfetmesi mümkün değil. Yani, Allah
serbest çalışan malî müşavirlerin, muhasebecilerin yardımcısı olsun. Hele
mükelleflerin çok yardımcısı olsun, çünkü, bu kadar çok sık sık değişen
kanunları takip etmek, onları uygulamak, maalesef, mümkün değil. İnanınız,
ben, Danıştayda da uzun zaman bu vergi
davalarına baktım. Şimdi, bakıyorum, bir madde kaç defa değişmiş ve irtibat da
kurmak çok zor. Bu getirilen maddenin temel amacı, biliyorsunuz, bu
yatırım indirimi istisnasından yararlanan kazançlar stopaja tabi tutuluyordu
benim bildiğim kadarıyla, sonradan Danıştaya dava açıldı, Danıştay
"bunlar, stopaja tabi değildir"dedi. Biliyorsunuz, Gelir Vergisi
Kanununun 94 üncü maddesi, tevkifata tabi kazançları ciddî olarak saymıştır,
ayıca, Kurumlar Vergisi Kanunun 24 üncü maddesi de aynı mahiyettedir; fakat,
bazı kazanç ve iratlar vergide istisna tutulmakla beraber, bunlar tevkifat
istisnasından yararlandırılmıyor;fakat, Danıştayın, herhalde, bildiğim
kadarıyla, tabiî, zaman zaman mükellefler lehine de düşününce, bunu, çok büyük
bir kazanç unsurunu vergidışı tutmak konusunda... Herhalde, bilmiyorum yani,
yürütmenin durdurulmasına mı karar verdi, yoksa, esastan mı karar verdi.
Bakanlık, bu maddeyle, bu yatırım indirimine tabi, yatırım indirimi
istisnasından yararlanan kazançların da Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü
maddesindeki tevkifata tabi tutulması konusunda açıklık getiriyor. Yani, artık,
yargıya, Danıştay diyor ki, "bu konuda çok açık bir hüküm yok; açık hüküm
olmadığına göre, ben, mükellef lehine düşünüyorum..."Çok da büyük bir
miktara varır; herhalde, belki de, yani, trilyonlara varabilecek seviyedeki bir
verginin kaybına sebep olacak biçimde bir karara vermesi söz konusu; bakanlık,
işte, bu karar vermeyi önlemek için böyle bir açıklayıcı hüküm getirmiş; ama,
tabiî, Danıştay acaba bunu nasıl yorumlayacak, bunu geçmişe şamil mi...
Yürürlüğe... Diyecek ki... Yani, biz, işte, yarın bu kanun geldiği zaman,orada
değerlendirildiği zaman mükellefler pekalâ diyebilecek ki, bakın, işte
Danıştaya, bu kanunun, o anda, verginin doğduğu tarihte yürürlükte olan kanunda
bu konuda açık bir hüküm yoktu. Dolayısıyla, böyle bir açık hüküm olmadığına
göre, o zaman, bu tarihte, bunun vergiye tabi tutulmaması lazım. Eğer,
Bakanlık, hakikaten, bu konuda çok açık bir şey istiyorsa, geçmiş tarihlerden
itibaren, bu konudaki bu hükmün de uygulanmasını istiyorsa, bence, bunu o
şekilde düzenlemesi lazım. Bilmiyorum, Sayın Bakan bu konuda bizi dinliyor mu
veyahut da ilgili bürokratlar... Bence çok önemli bir şey. Sayın milletvekilleri, yani, trilyonlara varabilecek
nitelikteki bir istisnanın, verginin daha doğrusu, vergi istisnasının, bu
kazancın doğduğu tarih itibariyle vergiye tabi tutulabilmesi için veyahut da
Danıştayda ihtilaf safhasında olan olaylara da uygulanabilmesi için, bunun, bu
maddenin, o tarihte geçerli kazançlar için de geçerli olduğu şeklinde de burada
bir açıklık olması lazım; ama, tabiî, bunu biz Bakanlığa ikaz edelim de, onlar
kendileri bilir. Aksi takdirde, şu anda Danıştayda bekleyen davaların, yine,
Bakanlık aleyhine çıkma ihtimali çok kuvvetle muhtemeldir; çünkü, ben, yıllarca
o kurumda çalıştım ve vergi davalarında epey de karar verdim, yani, kararlara,
tabiî, tetkik hâkimi sıfatıyla iştirak ettik; ama, esas karar veren üyelerdir;
ama, bunun böyle bir riski de var. Bilmiyorum, bürokrat arkadaşlarımız Sayın
Bakanı ikaz ederler mi, etmezler mi; o, kendilerinin bilecekleri bir şey. Değerli milletvekilleri... BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, yerlerinize oturun,
Sayın Genç konuşuyor. KAMER GENÇ (Devamla) - Sayın Başkan, bu saatte pek sert
konuşmak da istemiyorum. BAŞKAN - Bir dakika Sayın Genç... Oturtuyorum efendim. KAMER GENÇ (Devamla) - Şimdi, aslında, Sayın Bakanla
öteden beri bir arkadaşlığımız da var. Sağ olsun, tabiî, yıllarca politika da
yaptık. Yani, ben şimdi ne diyeyim; aslında söylenecek o kadar çok şey var
ki... Ama, yine de, işte... BAŞKAN - Doğruyu söyleyin, kimseye iltimas yapmayın. KAMER GENÇ (Devamla) - Hayır... Yok... Yok... BAŞKAN - Hayır... İçinizden ne geliyorsa onu
söyleyeceksiniz; torpil yok. Buyurun. KAMER GENÇ (Devamla) - Doğruyu söylediğime, zaten,
söyleyeceğime de kuşku yok. Fakat, şimdi, vergiyi toplamak önemli değil, verginin
ihtiyaca uygun olarak harcanması, devlette israfın önlenmesi önemli. Eğer, bir
yerde mükellef, kendisinin kazancından kesilen veyahut da beyan ettiği
kazançtan alınan verginin, hakikaten, kendisinin ihtiyaçları için, kendi
ülkesinin zaruretleri için, hakça, dürüstçe harcandığı konusunda bir inanç
içerisinde olursa, seve seve bunu, vergiyi getirir verir. Anayasamıza göre de,
vergi vermek, bir vatandaşlık görevidir. Maalesef, Türkiye'de, bankalarda vurgun vurulan
paraların dışında, bir de, kamu yönetiminde, devlette çok israf var. İşte bir
bakıyorsunuz, yöneticiler, en lüks
inşaatlarda, en lüks bürolarda kalıyorlar. Mesela, duyduğuma göre, geçen
sene, Maliye Bakanlığının, sırf, tuvaletlerinin değiştirilmesi için 400
milyar lira para harcanmış! Gerçekten, bu, tuhafıma gitti. Bu, doğru mu yanlış
mı, bilmiyorum. Mesela, bizim Meclisin tuvaletleri normal işliyordu;
birilerine, sırf, iş bulmak için, müteahhitlere iş bulmak için -bir de, tabiî,
yandaş kişilere- bir bakıyorsunuz, fuzulî masraf yapılıyor. Arkadaşlar, Türkiye, o kadar zengin bir ülke değil, bu
lüksten bir defa vazgeçilmesi lazım. Özellikle Maliye Bakanlığının, bu konuda
çok ciddî kontrol ve kısıtlayıcı bir unsur olması lazım. Eskiden, Maliye
Bakanlığı her şeye karışıyordu, harcama da tek elden yapıldığı için; ama,
maalesef, Bakanlığımız bu sene etkinliğini kaybetti. Bir bakıyorsunuz, vergi
inceleme yetkisini polise devretti. Bakın, bu operasyonlar var ya, bilmem
Balina Operasyonu, şu... Bakın, bunların vergi kaçakçılığı var, esas temel nokta
bu. Danıştayın bu konuda içtihatları var. Vergi incelemesini, siz, karakolda
yapamazsınız. Vergi alabileceğiniz bir işlemin dayandığı tutanağı, siz,
karakolda düzenleyemezsiniz; ancak, ya mükellefin işyerinde veyahut da dairede
düzenleyebilirsiniz. Bilmiyorum, Sayın Bakanlık bu konuyu düşünüyor mu
düşünmüyor mu; bu konuda, Danıştayın çok içtihatları var. Yani, yarın,
mükellefler diyebilir ki, efendim, biz, işkence altında bu ifadeleri verdik,
işkence altında bu tutanakları imzaladık. Bence, tabiî, devleti yönetmek için,
evvela, hukuk devleti kurallarına uymak lazımdır. Şimdi, bu operasyonlarda, vergi kaçakçılarından ve
hayalî ihracatçılardan trilyonlarca vergi yakalanacak... Bunları usulüne göre
inceleme yapmazsanız, rapor düzenleyemezseniz; bunlar Danıştaya gider, hepsi
terkin olur; çünkü, Danıştayın içtihatları var. Onun için, diliyorum ve inanıyorum ki, Sayın Bakanlık,
evvela kendi teftiş kurulları arasındaki bu çatışmayı ortadan kaldırır; hesap
uzmanları ile maliye müfettişleri çatışır; maliye müfettişleri veya hesap
uzmanları ile gelir kontrolörleri çatışır; vergi denetmenleri ayrı bir tutum
içerisinde... Yani, hakikaten, Maliye Bakanlığı, bence, pek iyi bir görüntü
vermiyor. Belki, herhalde, bakanların arasındaki akrabalık
duygusunun gerektirdiği hatırın da yarattığı bir ortam içinde; yani, polis ve
maliye, benim yetkimi sen kullan, senin de yetkini ben kullanayım gibi bir hava
içinde bazı şeyler yapıyorlar. Bir de, tabiî, o son hayalî ihracata karışan bazı
kişiler var. Bunların, hükümet içerisinde bazı bakanlarla akrabalıkları falan
da söyleniyor. Tabiî, bunlar hoş şeyler değil, bunların basına yansıması da hoş
değil; çünkü, Maliye Bakanlığı, devletin temeldireğidir. Bence, Maliye
Bakanlığı, o eski fonksiyonuna kavuşturulmadıkça, işlevini sağlıklı bir şekilde
icra etmesi mümkün değildir. Gecenin bu saatinde çok hafif konuşmak zorunda
hissettim. Çok teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Genç, teşekkür ederim. Sayın Bakan söz istedi. Buyurun efendim; Sayın Genç'e cevap verecekler, nerede
tadilat var... MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Sayın Başkan, eğer
izniniz olursa, değerli arkadaşıma bir cevap vermek değil; ama, bazı konuları
ortaya koymak bakımından -sizce de uygun görülürse- çok kısa bir iki konuya
değineceğim: Vergi inceleme yetkileri, hiçbir şekilde Maliye
Bakanlığından bir başka bakanlığa, arızî de olsa, kısmen de olsa verilmemiştir;
verilmesi mümkün de değildir. KAMER GENÇ (Tunceli) - Polisler ne iş yapıyor?! MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - O incelemeler,
Parlamentodan geçen sene geçip kanunlaşan 4422 sayılı Kanuna göre yapılan bir
incelemedir. KAMER GENÇ (Tunceli) - Çıkar amaçlı... Onu biliyoruz. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir)- Maliye Bakanlığı, 213
sayılı Vergi Usul Kanununun veya diğer kanunlardan kendisine verilen yetkiyi,
tamamen kendisi kullanmaktadır. Ancak, 4422'nin uygulaması dolayısıyla,
başlangıçta -sizin, biraz önce ifade ettiğiniz, sanıyorum odur- böyle bir
koordinasyon noksanlığı hissedildi; ama, o, düzgün bir hale getirildi. Şunu da ifade etmek isterim: Kamuoyunun çok titizlikle
izlediği yaşadığımız operasyonların temelinde, Maliyenin incelemeleri hep
olmuştur; gerek İzmir'deki, gerek Bursa'daki, gerek Gaziantep'deki olaylarda,
operasyonlardan önce, zaten, Maliye Bakanlığının denetim elemanları, hesap
uzmanları ve diğer denetim elemanları inceleme yapıyorlar ve belli bir noktaya
kadar gelmiş olaylardır ve sonra, oraya 4422 uygulanmıştır. Yoksa, Maliye
Bakanlığının yetkisi tamamen vardır ve bir... KAMER GENÇ (Tunceli)- Sayın Bakan, o belgeler, sonra,
polise gittiyse, orada kaybolmadı mı?.. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir)- İzin verirseniz
anlatacağım... Tabiî, 4422 sayılı Kanunla ilgili; ama, o iki
bakanlığın; çünkü, 4422 uygulanıyor; o uygulanırken, gayet tabiî, inceleme
elemanlarının elinde olan belgelere de ihtiyacı olmuş; fakat, bundan sonra;
yani, o olaylardan sonra, daha ahenk içerisinde bir çalışma yöntemi
getirilmiştir; yoksa, bir çatışma olmaz. Siz de Maliye Bakanlığına yabancı
değilsiniz; Maliye Bakanlığının çeşitli denetim elemanları vardır; bunlar arasında,
hizmete dayanan, bir çatışma değil kesinlikle, belki, rekabet denilebilir; ama,
daha iyi hizmet yapma noktasındadır. Bir mücadele şeklinde olmaz. Her zaman bir
ahenk içerisinde gider. Olaya o şekilde bakmak lazım. Mühim olan, bu
denetimlerin etkinliğidir. Bu etkinliği sağlarken, sizin bize gösterdiğiniz
hassasiyeti anlayışla karşılıyorum; ama, Maliye Bakanlığı, görevini en titiz
bir şekilde yapar. Oradaki bürokrat kadro, kanunların kendisine verdiği görevi
titizlikle yürütür, onlara hiç kimse de müdahale etmez, karışmaz, gayet
muntazam şekilde götürür. Gayet tabiî, devletin, siyasî otoritenin de kendine
göre bir politikası vardır; ama, kanunlar ne gerektiriyorsa, o bakanlığın
elemanları o şekilde görev yapar. Bunları açıklığa kavuşturmak için söz
almıştım. KAMER GENÇ (Tunceli) - Yani, müsaade ederseniz, benim
orada önerdiğim; eğer, vergi incelemesinin dayandığı tutanak poliste
düzenleniyorsa, Danıştay onu terkin eder. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Hayır... KAMER GENÇ (Tunceli) - Onu ben size hatırlatayım da... MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Haklı... KAMER GENÇ (Tunceli) - Çok önemli bir konu. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Hayır... Yani... KAMER GENÇ
(Tunceli) - Çünkü, Danıştay kararları var efendim, ben biliyorum. MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Hayır, orada, o
mekânda vergi incelemesi yapılmaz, vergi incelemesinin nerede yapılacağı
bellidir; ama, dediğim gibi, belki başlangıçta... Ama, sizin dediğiniz durum
hiçbir zaman olmamıştır. Yani, emniyetin bir bölümünde vergi inceleme tutanağı
düzenlenmez; ama, ilk aşamada böyle bir iki olayda, ufak tefek koordinasyon
noksanlığından kaynaklığından şey yapmıştı; ama, bu, biraz
büyütüldü; fakat, bundan sonra, öyle bir gelişmeye de imkân vermeyecek
koordineli bir çalışma var, onu ifade etmek istedim. BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan. Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Çankırı
Milletvekili Sayın Hüseyin Karagöz'de.(FP sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Karagöz. FP GRUBU ADINA HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) - Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; gecenin bu saatinde, bunca değerli hatipten sonra
konuşmak kolay değil, hele hele, konuşulacak konu vergi kanunu, ekvergiler
olursa, bu, daha da zorlaşıyor. Tabiî, bu, muhalefet olarak bizim zorumuza
gidiyor, 65 milyonun da zoruna gidiyor. Ben inanıyorum ki, iktidardaki
arkadaşlar da bunda zorlanıyor; ama, ne yapsınlar, bir yerinden bir şey bulup,
savunacaklar. İktidar için hoş olan bir durum değil vergi kanunu
çıkarmak. Biz, geçmişte biliyoruz; Refahyol döneminde -ben iş hayatının
içindeydim- bir yıl boyu bir tek vergi kanunu çıkmadı. Çıktığını bilen varsa
söylesin. Bir yıl boyunca, bir tek vergi kanunu, ek vergi, ilave vergi, yeni
vergi kanunu çıktığına şahit olmadık. Tabiî, kendilerine deprem olmamış, şimdi
oraya da geleceğiz. Ben bunu konuşmayacaktım; ama, o deprem konusunu
konuşacağım şimdi. Kendilerine saygı duyduğum, çok değerli Maliye
Bakanımız, hakikaten, böyle, makul, mutedil, mukni bir şekilde bu tasarının
gerekçesini anlatıyor, verdiği rakamlar da doğru. "Toplanan vergilerin
yüzde 88'i faize gidiyordu, geriye yüzde 12 kalıyordu" diyor; evet, biz de
bunu gittiğimiz yerlerde anlatıyorduk halka, Türkiye'nin durumu bu diye. Keza,
aynı vergilerin yüzde 45'ten fazlası, toplam bütçe içerisinde, yine faize
gidiyor; bu da doğru. Bütün bu doğruların yanında bir şey var Sayın Bakanım,
Plan ve Bütçe Komisyonunda da söyledim; devletin yetişmiş bu kadar bürokratı
var, dışarıdan bu kadar uzmanlar geliyor; allahaşkına, bunun, ilave vergi veya
yeni vergi koymaktan başka hiç mi çaresi yok?.. Niye bu konularda biraz kafa
yormuyoruz?.. Bakınız, bu kanunları, biz, geçen sene 26.11.1999'da
çıkarmışız. Senesi gelmeden, şimdi, 20 kat, 40 kat, 30 kat... 11 maddeden
müteşekkil bir tasarı, 2'si yürütme ve yürürlük maddesi, geri kalan 9 maddesi
ilave vergi, vatandaşın üzerine ilave yük getiren madde. Artık, kanuna isim
bulamayınca, başına bir "ek" koyuyoruz, "ek vergi kanunu"
deyip, işin içinden çıkıyoruz. Geçen sene bu aylarda, bu kanun çıkarken, burada yine
şiddetli muhalefet yapıldı ve o zaman dediniz ki "yahu, bu kadar aşırı
tepki göstermeyin; biz bunu, bir defaya mahsus olmak üzere, bir yıllığına
çıkarıyoruz." Şimdi, bu bir yıl iki yıla katlandı, ondan sonra da sürekli
hale geleceğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalı. Bir arkadaşımız dedi ki "deprem oldu." Bu
kanun, geçen sene, yine bu aylarda çıktı. Çok iyi hatırlıyorum, herhalde sabah
programıydı, TGRT'de, Selahattin Sadıkoğlu, Sayın Başbakanla bir mülakat
yapıyordu ve "Sayın Başbakan, siz, üç lider, çok önemli bir konuyu epey
bir müddet sır olarak saklamayı başardınız. Hükümete gelir gelmez bu ek
vergileri koyacaktınız; ama, müsait bir konjonktür bekliyordunuz, deprem oldu,
akabinde bu ilave kanunları deprem vergisi adı altında çıkardınız"
dediğinde, Sayın Başbakan "evet, doğrusu, arkadaşlarımla beraber biz bunu
bir sır olarak sakladık, ondan sonra da bu kanunu çıkardık" dedi.
Sadıkoğlu "peki, efendim, buradan toplanan paralar depreme gidecek
mi" dediğinde, -aynen söylüyorum, isteyen alır kaseti, izler- yine, Sayın
Başbakan "efendim, bizim, hükümet olarak müteahhitlere, sair yerlere
fazlasıyla borcumuz var. Esasen, içeriden ve dışarıdan gönüllü kuruluşlardan
depreme çok büyük yardımlar geliyor. Biz, bunun bir kısmını depremde
kullanmakla beraber, bir kısmını da bu maksatla kullanacağız" açıklamasını
yapıyordu. Arkadaşlar, şimdi, bir arkadaşımız çıktı, 2,5 milyon
mükellef var, esnaf odası temsilcileri karşımıza gelince şu kadar, bu kadar
üyemiz var diye öyle güzel takdimde bulundu ki, dinleyenler sanki bu ülkede
sadece 2,5 milyon insan vergi veriyor zannedecek. 65 milyon insan, anasından
doğan çocuk doğduğu günden itibaren çatır çatır vergi veriyor. Saymaya kalksa,
şu Meclis sayamaz. Çağdaş ülkelerde bu böyle mi?.. Tek kalem vergi... Artık, millet bunu taşıyamaz hale geldi. Bunun sonu
sosyal patlamadır; yazık günah yani, insaf edin. Diğer taraftan "l,5 katrilyon topladık, sadece 400
trilyonunu depreme kullandık" diye açık beyanlar var. Kanunun gerekçesine bakıyoruz; aynen okuyayım size:
"Ekonomik istikrar programının önemli ayaklarından biri, vergidir"
deniliyor. Öbür ayağı ne, başka ayağı yok mu bunun? öbür ayağı da özelleştirme.
Öbür ayağı da topal zaten, özelleştirmeden de bir şey yok. Arkadaşlar, yani, bu
ekonominin sağlıklı büyümeye, gelişmeye ihtiyacı var; bunun temeli de
üretimdir. Üretmeyen, üretimini artırmayan ülkeler ekonomik yönden
kalkınamazlar, vergiden de kurtulamazlar. Başka çareler aramak zorundayız,
yeter artık! Nedir çare derseniz, bakın, tasarrufa gidin. İşletmeler
sıkıntıya girdiği zaman ilk başvurdukları çare budur; arkadaş, masraflarınızı
kısın, azamî tasarrufu yapın, yapacağınız işi ucuza mal edin, en kısa sürede
sevk edin, vesaire tedbirler alın. Hepimiz iş hayatının içinden geliyoruz. Haa,
israfları önleyin, memleketin potansiyel kaynaklarını harekete geçirin, var
olan kaynakları üretime yönlendirin; bu konulara biraz zaman ayırın, kafa
yorun. Beceremiyorsanız birader, bırakın, becerenler yapsın bu işi. (DSP
sıralarından "siz de geldiniz" sesleri) Biz geldik, millet gördü; dua ediyor, arıyor şimdi,
arıyor. Çıkın, halkın içine bakın. Az önce söyledim, bir yıl boyu bir tek vergi
kanunu koymadı bu Meclis. Muhterem arkadaşlar, 9 maddeden oluşan bu kanun
tasarısına -zulüm kanunu demeye dilim varmıyor- bütün kesimlere ilave yükler
getirmesi sebebiyle, milletin de artık daha fazla vergi ödeyecek hali ve mecali
kalmadığından, bütün gücümüzle karşı olduğumuzu ifade ediyor, hepinize saygılar
sunuyor, hayırlı sabahlar diliyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Karagöz. Şahsı adına, Batman Milletvekili Sayın Alaattin Sever
Aydın; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) ALAATTİN SEVER AYDIN (Batman) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 539 sıra sayılı kanun tasarısı hakkında şahsım adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım. Sayın Başkan, müsaade ederseniz, halkın bize
ilettiklerini, burada, aynen sizlere ileteceğim. Gecenin bu saatinde ne için
çalışıyoruz? Vatandaşı biraz daha yokluğa mahkûm etmek için mi?.. Evet, siz,
uğraşıyorsunuz, biz ise engellemeye çalışıyoruz. Siz ne derseniz deyiniz, halk,
sizin yapmış olduğunuz bu icraatı görüyor ve bu zulümden, sizi, vazgeçmeye
davet ediyor. Sayın Başkan, biraz önce, Değerli Bakan "enflasyon
düştü" dediler. Bu nasıl bir düşmedir ki, vatandaşın alım gücü yoktur,
sadece vitrinleri seyrediyor?! Acaba, alım gücü iyi olduğu için mi memur ve
işçi sokaktadır?! Memur ve işçi yırtık ayakkabıyla ve yamalı elbiseyle
dolaşmaktadır. Alım gücü iyi olduğu için mi esnaf iflas ediyor ve işyerini
kapatıyor?! Sayın Bakan bunlara cevap versin. Ekonomik istikrarı sağlamak için yeni vergi
getiriyorsunuz. Bu kanunla vergileri artırmayacak mısınız? Halkı daha da
ezmeyecek misiniz?.. Halkın içinde olduğu perişanlığı görünüz. Yalnız, faizci
ve rantiyeci kesimi düşünmeyiniz. Halk, açlık ve sefalet içindedir. Halk ekmek
peşindedir, ekmek derdi peşindedir. Vurdumduymazlık içerisinde olmayınız. Biz
ve siz, gelin, öncelikle, yapılan yolsuzluklarla uğraşalım, bunları ortaya
çıkaralım ve engelleyelim. İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Aynı şeyi yapıyoruz. ALAATTİN SEVER AYDIN (Devamla) - Hayır, aynı şeyi
yapmıyorsunuz. Buyurun, eğer aynı şeyi yapmış olsaydınız, geçen hafta
bankalarla ilgili genel görüşmeye karşı çıkmayacaktınız, bunları ortaya
çıkaracaktık. Bakınız, beş tane bankanın devlete maliyeti 11 milyar
dolardır. Bunu halkın cebinden alıyorsunuz. Bunu, şu çıkardığınız vergilerle
halktan alıp beş tane rantiyeciye vereceksiniz; bu yalan mıdır? Hayır, işin
gerçeği de budur. SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul) - Yalan! Bilerek konuş. ALAATTİN SEVER AYDIN (Devamla) - İnkâr etmeyiniz
lütfen. Bunu, halk, çok iyi biliyor. Evet, kim bilir bunlar gibi binlerce kişi
devleti nasıl hortumlamış, nasıl soymuştur. Siz, halktan toplayıp, rantiye
grubuna peşkeş çekiyorsunuz. Bakın, bu yıl topladığınız vergilerin yüzde 90'ını,
yani, 19 katrilyonun 17 katrilyonunu sadece faiz olarak rantiye kesimine
verdiniz; ama, Anadolu için yatırım yapmadınız, Batman için yatırım yapmadınız.
Bir Sason yolu, 30 kilometrelik bir yol, onbeş yıldır yapımı devam ediyor.
Sason'un yolunun parasını tutup rantiye kesimine veriyorsunuz. Beş yıldır, 250 yataklı devlet hastanesinin, maalesef, yüzde 10-15'i bitmiştir. Gerçi
Sayın Bakan bu yıl bitecek dedi; ama, inanmıyorum; inşallah bu söz gerçekleşir.
Batman'daki köyler susuz ve yolsuzdur. Dikkatinizi
çekiyorum, değerli milletvekilleri, bir köyde yalnız kırk tane hayvan
susuzluktan telef olmuştur. Sayın Bakan, sizi davet ediyorum, geliniz,
Batman'ın köylerini görünüz. Bunlar için para yok; ama, faizci kesim için
vardır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milletimiz büyük
millettir. Gerektiği zaman parmağındaki yüzüğü ve kulağındaki küpeyi devleti
için verir, feda eder; ama, siz, halkı o hale soktunuz ki, kuru ekmek almak
için ve çoluk çocuğunu okutmak için yüzüğünü veya küpesini satmak zorunda
bıraktınız. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bu fedakarlığı yapan halka manevî
zulüm yapmaya devam ediyorsunuz. İnancından dolayı başını örten kişilere en
büyük zulmü yapıyorsunuz. (DSP sıralarından "ne alakası var" sesleri) Öyledir, halk bunu görüyor; istediğiniz kadar, siz,
dalga geçer mahiyette de diyebilirsiniz; ama, halk size, en yakın zaman gereken
dersi verecek. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu hükümet,
halkını düşünmek mecburiyetindedir. Halkını düşünmeyen idareler yok olmaya
mahkûmdur. Bakın, Fransa, yalnız halkını değil, orada çalışan işçileri dahi
düşünmektedir. Halktan gelen istek üzerine, pazar günleri dahi, oradaki esnafın
bir kısmı dükkânlarını açabilmektedir. Hükümet dediğin böyle olur; ama, siz,
âdeta, halkı yok sayıyorsunuz. Sizin bu idarenizden kimler ve kaç kişi
memnundur... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ALAATTİN SEVER AYDIN (Devamla) - Sayın Başkan, 1
dakika... BAŞKAN - Buyurun efendim, mikrofonu açtım zaten. ALAATTİN SEVER AYDIN (Devamla) - Herhalde, memnun olan,
halkın yüzde 5'ini, 10'unu geçmez. Geriye kalan yüzde 90-95'i memnun değil. Bu
memnuniyetsizliği nasıl ifade edebilsin, demokratik tepkisini nasıl
göstersin... Demokratik tepkisini gösterince aba altından sopayı
gösteriyorsunuz. Gayrimeşru bir şekilde, Plan ve Bütçe Komisyonundan
geçirdiğiniz dahiliye memurları kanunuyla bunların işine son vereceksiniz.
Tabiî, bu memurlar arasında vali, kaymakam, hâkim ve savcılar ve diğer
sözleşmeli personel de var. İrtica adı altında, memurların işine son vermek
gayreti içindesiniz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakan,
burada irticayı tarif etsin, hükümet tarif etsin. Vatandaş, bu hükümetin ne yapmak istediğini çok iyi
biliyor. Şimdi soruyorum, bu getirdiğiniz zulüm kanunlarıyla yaptığınız
tatbikatlar dünyanın hangi ülkesinde vardır?!.. Değerli milletvekilleri, acaba komünist Rusya rejiminde bu var
mıydı, yok muydu?! Bunu soruyorum size. MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) - Vardı! ALAATTİN SEVER AYDIN (Devamla) - Komünist Rusya
rejiminde dahi bunlar yoktu. Bunları biz burada konuşmak durumundayız. Siz gidin, halkın arasına girin, halkın perişanlığını
görün; ama, cesaretiniz yoktur. Bu cesareti de bulamazsınız BURHAN ORHAN (Bursa) - Her gün onların içindeyiz... ALAATTİN
SEVER AYDIN (Devamla) -
Hayır; gidin, açık açık deyin ki, ben milletvekiliyim ve halkın arasına girin; bakın, nasıl halkın
nefretiyle karşılaşacaksınız. Halk, şu anda, şu saatte, belki, şu siyasîlere,
hepimize de beddua etmektedir. Bunların bedduasından kurtulmak için, gelin, bu
zulüm kanunlarından vazgeçelim. Bakınız, daha geçen hafta, banka soygunlarının açılması
için istenen genel görüşmeye dahi karşı çıktınız. Bunun sebebi nedir? Vatandaş
soruyor, vatandaş bize diyor ki; acaba, bu soygunların siyasî bir ayağı var mı? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, toparlayın; mübarek cuma akşamı bize
beddua ettirmeyin lütfen. (Gülüşmeler) ALAATTİN SEVER AYDIN (Devamla) - Peki, teşekkür ederim,
saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim. Söz sırası, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'da. Sayın Cevat Ayhan?.. Yok. Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün?.. Yok. Osmaniye Milletvekili Sayın Şükrü Ünal?.. Yok. Trabzon Milletvekili Sayın Şeref Malkoç?.. Yok. İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker?.. MASUM TÜRKER (İstanbul) - Vazgeçtim Sayın Başkan. BAŞKAN - Peki. Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik?.. Yok. Bir önerge var, okutuyorum efendim: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 539 sıra sayılı kanun tasarısının 4
üncü maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ediyoruz.
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu efendim? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) -
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu? MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) - Katılmıyoruz
efendim. BAŞKAN - Önerge sahibi?.. BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Gerekçe okunsun efendim. BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Tasarının 4 üncü maddesiyle, yatırım indiriminden
faydalanarak yatırım yapan kuruluşlara, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun
değiştirilerek, yatırımcıya tevkifat ile ilave vergi getirilmektedir. Oysa,
vergi kanunları yatırımcıları engelleyici değil, yatırımların önünü açıcı ve
yatırımları artırıcı olmalıdır. BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir efendim. 4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara
veriyorum. Kapanma saati
: 01.53 ALTINCI
OTURUM Açılma Saati:
01.58 BAŞKAN: Başkanvekili
Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER:
Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 17 nci Birleşimin
Altıncı Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz. V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 4. - Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu, Finansman
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile 4306 ve 4481 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/776) (S.Sayısı:539) (Devam) BAŞKAN - Hükümet?.. Burada. Komisyon?.. Yok. Ne yapayım efendim, yani, gecenin bu saatinde daha
fazla beklemek mümkün değil. KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, hangi komisyon
olduğunu söyleyin... Plan ve Bütçe Komisyonu... BAŞKAN - Tabiî, efendim; ama, zaten biliyorsunuz, vergi
kanunu tasarısı görüşüldüğüne göre, Plan ve Bütçe Komisyonu da Meclisimizde
bulunmadığından dolayı... Malumunuz, her şey Plan ve Bütçe Komisyonundan
geçtiğine göre... Vatandaşımız biliyor. Alınan karar gereğince, cezaevlerinin içinde bulunduğu
genel durum ve bu konuda alınması gereken önlemler konusundaki genel görüşme
önergesinin öngörüşmelerini yapmak ve diğer denetim konularını sırasıyla
görüşmek için, 21 Kasım 2000 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum; hayırlı sabahlar diliyorum efendim. Kapanma
Saati: 01.59 VII. –
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Karaman
Milletvekili Zeki Ünal’ın, Karaman-Merkez-Yukarıakın Köyü TV vericisine ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in cevabı (7/2421) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Devlet Bakanı Sayın R. Kâzım Yücelen
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 4.9.2000 Zeki Ünal Karaman Karaman-Merkez-Yukarıakın Köyünde inşası yarım kalan TV
vericisinin tamamlanması ne zaman gerçekleştirilecektir? T.C. Devlet
Bakanlığı (Rüştü Kâzım
Yücelen) 15.11.2000 Sayı :
B.02.0.009/2893 Konu : Soru önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi : a) Ulaştırma Bakanlığına muhatap Kanunlar ve
Kararlar Dairesi Başkanlığı ifadeli 19.10.2000 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2421-6609/16606 sayılı yazınız. b) Ulaştırma Bakanlığının 6.11.2000 tarih ve
B.11.0.APK.0.10.01.21/EA-1498-30405 sayılı yazısı. Karaman Milletvekili Sn. Zeki Ünal’ın,
Karaman-Merkez-Yukarıakın Köyünde inşası yarım kalan TV vericisinin
tamamlanmasının ne zaman gerçekleştirileceği hakkındaki yazılı soru önergesine
verilen cevap İçtüzüğün 99 uncu maddesine istinaden ekte sunulmuştur. Bilgilerinize arz ederim. Rüştü Kâzım Yücelen Devlet Bakanı Karaman Milletvekili Sn.Zeki Ünal’ın 5 Eylül 2000 Gün
ve 7/2421-6609 Sayılı Yazılı Soru Önergesine Verilen Cevap Karaman İli Merkez İlçesine bağlı Yukarıakın yerleşim
merkezi ve çevresinde TRT yayınlarının kaliteli izlenmesini sağlamak amacıyla
1992 yılında 10 Watt gücünde bir cihaz kurularak TRT yayınlarının kaliteli
izlenmesi sağlanmıştır. 6.7.1999 tarih ve 4397 sayılı yasa gereği 1.1.2000
tarihinden itibaren verici istasyonlarının TRT Genel Müdürlüğüne
devredilmesinden sonra TRT tarafından tüm verici istasyonları için durum
değerlendirilmesi yapılmakta ve bir plan dahilinde eksiklikler giderilmektedir. Yapılan bu değerlendirme sonucunda; uzun süredir cihaz
alımı yapılamadığından sözkonusu istasyona cihaz kurulamadığı anlaşılmıştır. Verici alımı gerçekleştirildiğinde Yukarıakın istasyonu
da dikkate alınacaktır. |
|