DÖNEM : 21 CİLT
: 38
YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
121 inci Birleşim
28 . 6 . 2000
Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Edirne Milletvekili Şadan Şimşek’in, 639 uncusu düzenlenen
tarihî Kırkpınar yağlı güreşlerine ilişkin gündemdışı konuşması
2. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, Güvercinlik ve
Etimesgut Havaalanları Mania Planlarına ilişkin gündemdışı konuşması
3. – Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Kaya’nın, Türkiye, Ortadoğu,
Irak ve Kuzey Irak’a ilişkin gündemdışı konuşması
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 30.6.2000
tarihinden itibaren altı ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/612)
2. – Beş ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin 30.7.2000 günü
saat 17.00’den geçerli olmak üzere, bir ilden kaldırılmasına ve dört ilde dört
ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/613)
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest’in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/518) (S.Sayısı
: 471)
2. – Sivas Milletvekili Mehmet Ceylan’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/519) (S.Sayısı : 472)
3. – Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/520) (S.Sayısı : 473)
4. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilât, Görev ve Yetkilerine
İlişkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret Dengesizliklerinin
Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin Sağlanması İçin Yapılacak
Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/710) (S. Sayısı : 518)
5. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurt Dışı Teşkilâtı Hakkında 189
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı
: 433)
6. – Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve
Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/650, 1/679) (S.Sayısı : 517)
V. – ÖNERİLER
A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1. – Genel Kurul’un çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki
sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının
müşterek önerisi
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) GÖRÜŞMELER
1. – 20 nci Yasama Döneminde Yozgat Milletvekili Yusuf Bacanlı ve
55 Arkadaşı Tarafından Verilen Denizcilik Müsteşarlığına Ait Bazı İşlerin
İhalelerinde ve Personel Alımıyla İlgili Konularda Görevini Kötüye Kullanma,
İhaleye Fesat Karıştırma ve Evrakta Sahtecilik Suçlarını İşlediği ve Bu
Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240, 339 ve 366 ncı Maddelerine Uyduğu
İddiasıyla Devlet Eski Bakanı Burhan Kara Hakkında Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin
Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/29) (S.Sayısı : 501)
2. – 20 nci Yasama Döneminde İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya
ve 71 Arkadaşı Tarafından Verilen Başbakanlık Örtülü Ödeneğini 1050 Sayılı
Muhasebe-i Umumiye Kanununun 77 nci Maddesine Aykırı Bir Şekilde Harcamak
Suretiyle Hazineyi Zarara Uğratarak Görevini Kötüye Kullandıkları ve Bu
Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Eski
Başbakan Tansu Çiller ve Maliye Eski Bakanı İsmet Attila Haklarında Anayasanın
100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması
Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/27) (S.
Sayısı : 502)
VII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, vücudunda mermi
bulunan tutuklu bir kız çocuğunun tedavi ettirilmediği iddiasına ilişkin sorusu
ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/2128)
2. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, vücudunda mermi
bulunan bayan tutuklunun tedavi ettirilmediği iddiasına ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/2142)
3. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in;
– Halk Bankası tarafından kullandırılan KOBİ kredilerine,
İstanbul Milletvekili Ali Coşkun’un;
– 99/1 Teşvik Tebliğinin uygulama alanına
İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/2152, 2164)
4. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, tiyatro, opera ve baleye
ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın cevabı (7/2178)
5. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, batık bankalara ve bu
bankalarda bulunan hesaplara ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı ve Devlet Bakanı
Vekili İstemihan Talay’ın cevabı (7/2180)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te
açılarak dört oturum yaptı.
Antalya Milletvekili Nesrin Ünal, nüfus projeksiyonlarının doğru
yapılmasına ve eğitimdeki amaçlarımıza,
Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya, pamuk üreticilerinin sorunlarına,
Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk’da, zorunlu tasarruf kesintilerine,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Ankara Milletvekili Mehmet Zeki Çelik ve 46 arkadaşının, Ankara İlinin
ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla (10/138),
İstanbul Milletvekili Murat Sökmenoğlu ve 32 arkadaşının, trafik
kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla (10/139),
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri okundu; önergelerin,
gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın’ın (3/509) (S. Sayısı : 468),
Konya Milletvekili Veysel Candan’ın (3/510) (S.Sayısı : 469),
Bursa Milletvekili Fahrettin Gülener’in (3/511) (S. Sayısı : 470),
Haklarındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatlarının sona ermesine
kadar ertelenmesine ilişkin Anayasa ve AdaletKomisyonları üyelerinden kurulu
karma komisyon raporları okundu; 10 gün içerisinde itiraz edilmediği takdirde
raporların kesinleşeceği açıklandı.
Ankara Milletvekili Ali Işıklar’ın, Kamu Görevlileri Sendikaları Kanun
Teklifinin (2/423) İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına
ilişkin önergesinin, üzerinde görüşme yapılmadan,
Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, Devlet Memurları Kanununa
Ek Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/314), İçtüzüğün 37 nci
maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin de yapılan
görüşmelerden sonra,
Kabul edildiği açıklandı.
Gündemin “Meclis Soruşturması Raporları” kısmının :
1 inci sırasında bulunan, Devlet eski Bakanı Burhan Kara (9/29)
(S.Sayısı : 501),
2 nci sırasında bulunan, eski Başbakan Tansu Çiller ve Maliye eski
Bakanı İsmet Attila (9/27) (S. Sayısı : 502),
Haklarında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeler ve Meclis
Soruşturması Komisyonları raporlarının ve,
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmının :
1 inci sırasında bulunan, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurt Dışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ilişkin tasarının
(1/53) (S. Sayısı : 433),
Görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadıklarından, ertelendi;
3 üncü sırasında bulunan, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Teşkilât ve
Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı (1/700) (S. Sayısı : 504) üzerindeki
görüşmeler tamamlanarak, tasarının kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı;
2 nci sırasında bulunan, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilât, Görev ve
Yetkilerine İlişkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret
Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplin Sağlanması
İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu Tasarısının (1/710) (S.
Sayısı : 518) görüşmelerine başlanarak tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı, 1
inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.
Alınan karar gereğince, 28 Haziran 2000 Çarşamba günü saat 14.00’te
toplanmak üzere, birleşime 00.06’da son verildi.
Murat
Sökmenoğlu
Başkanvekili
Hüseyin Çelik Vedat
Çınaroğlu
Van Samsun
Kâtip Üye Kâtip Üye
Mehmet
Elkatmış
Nevşehir
Kâtip Üye
II. – GELEN KÂĞITLAR No. : 165
28.6.2000 ÇARŞAMBA
Raporlar
1. – Amasya
Milletvekili Akif Gülle’nin, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/552) (S.Sayısı: 477) (Dağıtma tarihi: 28.6.2000)
(GÜNDEME)
2. – Tunceli
Milletvekili Bekir Gündoğan’ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/553) (S.Sayısı: 478) (Dağıtma tarihi: 28.6.2000)
(GÜNDEME)
3. – Malatya
Milletvekili Basri Coşkun’un, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/554) (S.Sayısı: 479) (Dağıtma tarihi: 28.6.2000)
(GÜNDEME)
4.
– Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş’un, Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/555) (S.Sayısı: 480) (Dağıtma
tarihi: 28.6.2000) (GÜNDEME)
5. – Türkiye Cumhuriyeti ile Tacikistan
Cumhuriyeti Hükümetleri Arasında Ankara ve Duşanbe’de Diplomatik
Temsilciliklerinin Yerleşimine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/683) (S.Sayısı:
512) (Dağıtma tarihi: 27.6.2000) (GÜNDEME)
6.
– Karadeniz Ekonomik İşbirliği Ülkeleri Hükümetleri Arasında Doğal ve
İnsanlardan Kaynaklanan Afetlerde Acil Yardım ve Acil Müdahale Anlaşmasına
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve
Dışişleri Komisyonları Raporları (1/681) (S.Sayısı: 513) (Dağıtma tarihi:
27.6.2000) (GÜNDEME)
7.
– Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü Ayrıcalıklar ve Bağışıklıklar Ek
Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve
Bütçe ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/686) (S.Sayısı: 514) (Dağıtma
tarihi: 27.6.2000) (GÜNDEME)
8. –
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik
Krallığı Hükümeti Arasında Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin ve Eki Sağlık Bakımı
Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/687) (S.Sayısı: 515) (Dağıtma tarihi: 27.6.2000) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1. –
İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel’in,
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
Olimpiyat Komitesine olan borcuna ilişkin Devlet Bakanından (Fikret Ünlü)
sözlü soru önergesi (6/751) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.6.2000)
2.
– İstanbul Milletvekili Ahmet
Güzel’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
Olimpiyat Komitesine olan borcuna ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/752) (Başkanlığa
geliş tarihi: 27.6.2000)
3. – Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Sinop İlindeki sağlık personeli açığına ilişkin
Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/753) (Başkanlığa geliş tarihi:
27.6.2000)
4. – Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt’un, 2000 yılı yatırım programında köy hizmetlerinin
payına ve Sinop İlinin durumuna ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz)
sözlü soru önergesi (6/754) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.6.2000)
5. – Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Sinop-Boyabat İlçesinde organize sanayi bölgesi
kurulması çalışmalarına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru
önergesi (6/755) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.6.2000)
6. – Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Sinop İlindeki taşımalı eğitim uygulamasına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından sözlü soru önergesi (6/756) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.6.2000)
7. – Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt’un, 2000
yılı yatırım programında Sinop İlinin genel durumuna ilişkin Milli Eğitim
Bakanından sözlü soru önergesi (6/757)(Başkanlığa geliş tarihi: 27.6.2000)
8. – Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Marmara Depremi Acil Yeniden Yapılandırma
Projesine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/758)(Başkanlığa geliş
tarihi: 27.6.2000)
9. – Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Sinop-Türkeli İlçesi balıkçı barınağına ilişkin
Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/759) (Başkanlığa geliş tarihi:
27.6.2000)
10. – Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Sinop-Gerze İlçesi balıkçı barınağına ilişkin
Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/760) (Başkanlığa geliş tarihi:
27.6.2000)
11. – Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Sinop-Yenikent balıkçı barınağına ilişkin
Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/761) (Başkanlığa geliş tarihi:
27.6.2000)
12. – Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Sinop-Soğuksu bölgesinde depolanan zehirli
varillere ilişkin Çevre Bakanından sözlü soru önergesi (6/762) (Başkanlığa
geliş tarihi: 27.6.2000)
13.
– İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel’in, İstanbul SSK hastanelerindeki gönüllü fazla çalışma uygulamasına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/763) (Başkanlığa
geliş tarihi: 27.6.2000)
Yazılı Soru Önergeleri
1. – Hatay
Milletvekili Namık Kemal Atahan’ın, personel alımı ve atamalarına ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/2276)
(Başkanlığa geliş tarihi: 27.6.2000)
2. – Hatay
Milletvekili Namık Kemal Atahan’ın, Milletvekili Lokantasına ilişkin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/2277) (Başkanlığa
geliş tarihi: 27.6.2000)
3. – Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt’un, deprem bölgesinde yaptırılacak konutlarda
kullanılacak malzemeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2278)
(Başkanlığa geliş tarihi: 27.6.2000)
4.
– Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’ın, Diyarbakır yöresinde
kuraklıktan zarar gören çiftçilerin sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2279)(Başkanlığa geliş tarihi: 27.6.2000)
5.
– Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz’ın, bilgisayar satışlarının
kontrol altına alınması yönünde çalışma yapılıp yapılmadığına ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/2280) (Başkanlığa geliş tarihi:
27.6.2000)
6.
– Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz’ın, okullarda yangın önlem
ve korunma çalışmaları yapılıp yapılmadığına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2281)(Başkanlığa geliş tarihi: 27.6.2000)
7. – Erzurum
Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın,
halk ozanlarının sosyal güvence altına alınmasına yönelik çalışma olup
olmadığına ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/2282) (Başkanlığa
geliş tarihi: 27.6.2000)
8. – Amasya
Milletvekili Akif Gülle’nin, DMS’yi kazanamayan adayların atamalarının
yapıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2283) (Başkanlığa
geliş tarihi: 27.6.2000)
BİRİNCİ
OTURUM
28 Haziran
2000 Çarşamba
Açılma Saati
: 14.00
BAŞKAN :
Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER
: Vedat ÇINAROĞLU (Samsun), Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşimini
açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı birinci söz, 639 uncu geleneksel Kırkpınar yağlı güreşleri
hakkında söz isteyen, Edirne Milletvekili Sayın Şadan Şimşek’e aittir.
Buyurun Sayın Şimşek. (DSP sıralarından alkışlar)
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Edirne Milletvekili Şadan
Şimşek’in, 639 uncusu düzenlenen tarihî Kırkpınar yağlı güreşlerine ilişkin
gündemdışı konuşması
ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce
Meclisi ve televizyonları başında bizleri izlemekte olan sevgili
vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Bu yıl 639 uncusunu düzenlemiş olduğumuz tarihî Kırkpınar yağlı
güreşleri haftası dolayısıyla, şahsım adına konuşma yapmak üzere, söz almış
bulunuyorum. 18 inci Yüzyılın başlarına kadar Osmanlı İmparatorluğunun ikinci
başkenti niteliğini taşıyan ve doksaniki yıl başkentlik mazisi olan Edirnemiz,
yeri doldurulamaz özelliklere ve güzelliklere sahip bir kentimizdir. Kahraman
Türk Ordusu mensuplarının başlattığı bir gelenek olan Kırkpınar, dürüstçe
kozlarını paylaşan, kırk yiğidin, kırk mehmetçiğin yazdığı destanlara karışmış
bir tarihtir. Bir millet için, en övünülecek noktalardan biri, geleneklerin
yaşatılmasıdır. Kültürünü kaybeden özvarlığını koruyamaz. Er meydanına
girerken, insanın kalbini gümbür gümbür attıran yağlı güreş, Türkün özbeöz
güreşidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kırkpınar, başlıbaşına bir tarih,
bu tarih ki “Türk gibi kuvvetli” sözünü dünyaya kabul ettiren Koca Yusuflar,
Kurtdereliler, Adalı Haliller ve adını rahmetle, saygıyla andığımız daha nice
pehlivanların bizlere armağanıdır. Şanlı bir mazinin şahidi olan bu kültür
hazinesi, yanlız, gelecek nesillere ulaştırılması gereken bir kimlik öğesi
olmaktan öte, dünyaya, Türk insanını ve Edirnemizi tanıtacak eşsiz bir
fırsattır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul bir yay ise, Edirne bir
oktur; Türkiye’nin Avrupa’ya dönük enerjisinin birbirinden ayrılmayan
simgeleridir. Kırkpınarın evsahibi Edirne, Türkiye’yi Avrupa’ya, doğuyu batıya
bağlayan uygar yolun kenarında, büyük nehirler arasında yemyeşil eşsiz bir doğa
parçası, ülkemize gelenleri karşılayan ve onları uğurlayan Edirne, gelip
geçenlerin zinninde de mutlu, refah içerisinde insanların yaşadığı bir kent
izlenimini uyandırmaktadır. Ancak, yakından bakıldığı zaman, davulun sesi
misali, manzara o kadar hoş değildir. Hatta, televizyonlardaki bazı haber
programlarında ve bazı ulusal gazetelerde, ülkemizin en batısındaki Edirne
sınırları içerisinde lokantalarda yarım çorba ve veresiye simit satıldığı
üzerine, siyasî konuşmalar ve yazılar yer almaktadır. Yapılan siyasî
demogojiler kadar olmasa dahi, Edirne İlimiz hak etmiş olduğu yerde değildir.
Bir zamanlar göç alan illerin başında gelen Edirne, şimdilerde, ekonomik
sebeplere bağlı olarak en çok göç veren iller sıralamasında başa güreşmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Edirne gibi anıt kentler, küçük
hesaplar ve küçük çabalarla ne kurtulur ne de çağdaşlaşır. Evet, ekonomik
sorunlar kimsede sağlıklı düşünme olanağı bırakmıyor; ancak, kendimizi bütün bu
sorunlardan arındırarak, Kırkpınar’ı spor açısından olduğu kadar, ekonomi ve
turizm açısından da önemli bir organizasyon haline getirmeliyiz. Ülkemizin dış
dünyaya tanıtılmasında önemli rol oynayabilecek niteliklere sahip Edirnemizin
sorunlarına, özel statüler ve sorumluluklar içinde, yaratıcı çözümler
getirmeliyiz.
Uluslararası boyutta olabilmesi için, ilk adım olarak, dün, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Şeref Salonunda açılışını yaptığımız, Kültür Bakanlığı
tarafından, eşsiz tarihî ve kültür zenginliğine sahip Kırkpınar yağlı
güreşlerimize ait fotoğraf sergimizin, bir süre sonra da Birleşmiş Milletler
Genel Merkezinde teşhir edilecek olması, bizleri son derece gururlandırmıştır.
Böylesine güzel, eşsiz fotoğraf sergisini hazırladıkları için, kültürümüze her
yönüyle sahip çıkan, başta, Kültür Bakanımız Sayın İstemihan Talay olmak üzere,
emeği geçen herkese şahsım ve Edirne Halkı adına şükran ve teşekkürlerimi bir
borç bilirim.
Kırkpınar’ı yirmiyedi yıl üst üste kazanan Saray Başpehlivanı Kel
Aliço’dan Şamdancıbaşı Kara İbo’ya nice yiğitlerin bize yadigârı olan ata
sporumuzun, tarihî Kırkpınar yağlı güreşlerimizin, uluslararası boyutta
organizasyon haline getirilmesinde spordan sorumlu Devlet Bakanımız Sayın
Fikret Ünlü ile Turizm Bakanımız Sayın Erkan Mumcu’ya da büyük görevler
düşmekte olup, Edirne Halkımız ve ülkemiz yararına gerekli destekleri
vereceklerine tüm kalbimle inandığımı belirtmek istiyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerimi tamamlarken, başta, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin değerli milletvekillerimiz olmak üzere, ülkemizdeki tüm yağlı
güreş sevdalılarını tarihî Kırkpınarımıza, yağlı güreşleri Sarayiçi’nde izlemek
üzere Edirnemize davet ediyorum.
Yüce Meclisin siz sayın üyelerine en derin sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Şimşek teşekkür ederim.
Ben de, 639 uncu yılını kutluyorum.
Efendim, gündemdışı ikinci söz, Ankara İli mania planı uygulaması
hakkında söz isteyen, Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’e aittir.
Buyurun Sayın Bedük. (DYP sıralarından alkışlar)
2. – Ankara Milletvekili Saffet
Arıkan Bedük’ün, Güvercinlik ve Etimesgut Havaalanları Mania Planlarına ilişkin
gündemdışı konuşması
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Ankara İlinin önemli bir konusunu gündeme taşımak bakımından ve sizlerin
ıttılaına ve bilgisine sunmak açısından, gündemdışı söz almış bulunuyorum.
Sayın Başkana, söz verdiği için teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Ankara, başkent. Ankara, Türk Milletinin gurur
duyduğu bir kent. Ankara, özellikle, ekonomik, sosyal ve siyasal meselelerinin,
altyapısının, bütün meselelerinin çözümlenmesi gereken bir yer. Eğer, Ankara’nın
meselesi çözümlenmişse, o zaman, Türkiye’nin meselesinin de çözümlenmiş
olduğunu kabul etmek durumundasınız. Eğer, Ankara’nın meselesi çözümlenmezse, o
taktirde, siz, Türkiye’nin bütün meselelerinin çözümlendiği iddiasında
bulunamazsınız; çünkü, Ankara, doğrudan doğruya, hem ulusal hem uluslararası
ilişkilerin yapıldığı bir yerdir; bu ilişkilerde dikkat çeker. Ankara,
gerçekten, sosyal yapısıyla, ekonomik altyapısıyla ve üstyapısıyla dahil olmak
üzere, âdeta, bütün ülkelerin başkentleriyle yarışan bir il konumundadır; ama,
bunun meselesini çözümlemezsek hata ederiz. Ülkenin aynası olarak gördüğümüz
Başkent Ankara’nın sorununu çözümlemezsek, böylesine büyük bir Mecliste görev
yapan, onurla görev yapan siz değerli milletvekilleri de, gerçekten, bir görevi
yapmamış olmanın, sorumluluğunu yerine getirmemiş olmanın sonucunu özellikle
taşımak durumunda kalırsınız diye değerlendiriyorum.
O sebeple, bir Ankara Milletvekili olarak, özellikle Ankara’nın bir
sorununu size sunmak istiyorum: Ankara İlinde, yapılaşmayla ilgili olarak, son
zamanlarda, büyük sorunlar yaşanmaktadır. Bugüne kadar uygulanmayan mania
planları nedeniyle, yapılmış olan birkısım önemli ve hizmete girmiş kamu kurum
ve kuruluşları ile özel kurumların binaları ve sanayi tesislerinin yıkılması
veya inşaata başlaması gereken ve yabancı şirketlerle ortak olarak düzenlenen
birkısım yatırımların da durması veya birkısım binalarla ilgili olarak yeni
birkısım işlemlerin yapılması tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktayız.
Ankara-Eskişehir karayolu başta olmak üzere, Çankaya Belediyesi,
Yenimahalle Belediyesi ve Etimesgut Belediyesinde yapılaşmalar, Güvercinlik ve
Etimesgut Havaalanları mania planları gereğince durdurulmuştur. Şu anda,
oralara yatırım için izin verilmemektedir.
Güvercinlik Havaalanı, 1948 yılında faaliyete geçen Ankara’nın ilk
havaalanıdır. Bu havaalanı açıldığında şehrin dışındaydı Çankaya, Yenimahalle
ve Etimesgut Belediyeleri henüz oluşmamıştı bile. Güvercinlik Havaalanı, burada
bulunan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kara Havacılık Okulunun acemi pilot
yetiştiren bir kuruluşu olarak hizmet yapmaktaydı. Güvercinlik Havaalanı, elli
yıl hiçbir kısıtlama getirmezken, 1970 yılından itibaren, 2025 yılı dahil,
yapılan nazım imar planlarına itiraz etmezken, 2000 yılı başlarında, Millî
Savunma Bakanlığı tarafından belediyelere gönderilen bir yazıyla Güvercinlik ve
Etimesgut Havaalanları mania planları gündeme getirilmiş ve büyük bir karmaşaya
sebep olarak Çankaya, Yenimahalle ve Etimesgut Belediyelerinde yapılaşmalar
durdurulmuştur.
Ayrıca, bu mania planları incelendiğinde, bu planların arazi durumu göz
önüne alınmadan, teorik bir çalışma yapıldığı ve gerçekçi bir uygulamasının da
olmadığı bilinmektedir. Yıllarca, Ankara’da valilik yapmış olan bir arkadaşınız
olarak söylüyorum, bu kadar geniş, bir taraftan Çayyolu, bir taraftan Bilkent
tarafı, bir taraftan Yenimahalle tarafı, Batıkent ve diğer yerler dahil; İvedik
dahil olmak üzere, Ostim dahil olmak üzere gerek sosyal gerek sınaî bakımdan
gerekse esnaf ve sanatkârları ilgilendiren hem sanayi ve ticaret merkezi olması
açısından da gerçekleştirilen birkısım yatırımlar, artık, bu noktaya geldikten
sonra eğer durdurulursa, bunun gerçekçi bir sebebini bulmak doğru değil ve
gerçekçi olarak da değerlendirilmesi de mümkün değildir.
Havaalanı mania planı, planın kapsadığı bölgedeki yeni
yapılacak binaların en fazla çıkacağı yükseklik kodlarını gösteren bir
haritadır; fakat, mania planı yükseklik kodları, çoğu yerde tabiî zemin koduyla
hemen hemen aynı olduğu gözlenmektedir; yani, bir bakıyorsunuz, Beysukent’teki
veya Bilkent tarafındaki veya Çayyolu‘ndaki bir tepenin üzerine kurulmuş olan
bir bina, kod sebebiyle, aslında, hiç olmaması gereken noktadır; yani,
yıkılacak mı; yani, bu sanayi müesseseleri, tesisleri yatırımları yıkılacak mı;
yani, vatandaşın yaptırmış olduğu konutlar yıkılacak mı? Hazine Dış Ticaret
Müsteşarlığının, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının hatta hatta, Halk
Bankası Genel Müdürlüğünün, Türkiye İş Bankası Bilgi İşlem Merkezinin,
Bayındırlık ve İskân Müdürlüğünün, Devlet Su İşleri lojmanlarının, Gazi
Orduevinin ve daha benzeri birkısım tesislerin yıkılması mı gerekecek?! Öyle
bir noktayız ki, bugüne kadar, yapılan tesislerle ilgili hiçbir itiraz olmadığı
halde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bedük.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Yani, arkadaşlar, bu
tesisler, yapıldığı zaman, hiçbir suretle itiraz edilmediği halde, maalesef, şu
anda itiraz edilmektedir. Öğretmen Evi, Sabancı Kız Yurdu, Urankent, Millî
İstihbarat Teşkilatı, Enerji Bakanlığı, Jandarma sosyal tesisleri, hepsi bu
mania palanlarının içerisinde, enteresan olan nokta burası; ama, mania
planlarını aşan binaların büyük çoğunluğunun kamuya ait olması ve özel
şahıslara yapılaşma izni, bir kısmına verilmiş; ama, bundan sonra verilmeyecektir
şeklindeki bir gerekçe veya sebep veya sonuç, gerçekten düşündürücüdür ve
üzücüdür. Ayrıca, bu bölgedeki binlerce arsa sahibinin, 1/5 000 ve 1/1 000’lik
onaylı imar planlarına göre inşaat yapma hakları şu anda ellerinden alınmış
bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Ostim gibi önemli ve uzun
süreli bir plan dahilinde yapılan, yüzde 90’ı bitmiş olan yatırımların yüzde
10’una ise izin verilemez durumdadır. Batıya doğru hızla gelişmekte olan
Ankara’nın değerli arsalarının bulunduğu bu bölgede, başkente yakışır prestij
binaların yapımına engel olmakla, Ankara’ya çok büyük bir haksızlık yapıldığı
kanaatini taşıyorum. O sebeple, özellikle mania planları konusunun, mutlaka ama
mutlaka, elden geçirilip yeniden düzenlenmesi zarureti ortaya çıkmıştır. Zaten,
gelişen ve değişen teknolojinin getirdiği birkısım gerekler de, daha evvelden
yapılmış olan birkısım projelerin, programların veya planların yeniden gözden
geçirilmesini de gerektiriyor.
O halde, yapılması gereken şey ne? Ben, bu konuya, Sanayi Ticaret
Bakanımızın -bir kanun görüşmesi sırasında- dikkatini çekmiş ve özellikle
desteğini aramıştım “takip edeceğim” demişti, hiçbir sonuç alamadık. Yine,
ulaştırmayla ilgili olması sebebiyle, Sayın Ulaştırma Bakanımıza bir soru
önergesi vermiştim “konu bizi ilgilendirmiyor, Millî Savunma Bakanlığını
ilgilendiriyor” demişti ve oradan da böyle bir cevap almıştım. Sonra, Millî
Savunma Bakanlığına, keza, aynı şekilde, konuyla ilgili bir soru önergesi
verdim, yine bu konunun çözümlenemediğini gördüm. Ayrıca, Sayın Başbakan
Yardımcısı Özkan’a, tamamen iyi niyetle, özellikle bu konuya çözüm getirilsin
diye bir not şeklinde intikal ettirdim. Kendisi, konunun üzerinde hassasiyetle
duracağını ifade etmişti. Ümit ediyorum ki, bu konunun Başbakanlıkta ve
Başbakanlığın koordinesinde çözümlenmesi bir an evvel gerçekleşir; çünkü,
sadece bir kuruluşu ilgilendirmiyor, Başbakanlığın koordinesine ihtiyaç var.
Başbakanlığın koordinesiyle birlikte, özellikle altını çizerek belirtmek
istiyorum, Millî Savunma Bakanlığını, yerel yönetimleri, özel şirketleri, kamu
kurum ve kuruluşların hepsini ilgilendiren bu konunun, ancak Genelkurmay
Başkanlığımızın da bilgisi, koordinesi ve dahliyle çözülebileceği inancını
taşıyorum.
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, Türkiye, Ortadoğu, Irak ve
Kuzey Irak hakkında söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Kaya’ya
aittir.
Buyurun Sayın Kaya. (MHP sıralarından alkışlar)
3. – Kahramanmaraş Milletvekili
Mehmet Kaya’nın, Türkiye, Ortadoğu, Irak ve Kuzey Irak’a ilişkin gündemdışı
konuşması
MEHMET KAYA (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye, Ortadoğu, Irak ve Kuzey Irak hakkında gündemdışı konuşmamı yapmak
üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, Irak, 1932’den bu yana,
bağımsız devletler ve Birleşmiş Milletler kayıt ve gruplarında yer alan bir
Ortadoğu ülkesidir. Irak, geçen bu yetmiş seneye yakın bir zaman içerisinde, ne
farklı olan sosyal yapısını ne de etnik ve dinsel farklılıkları
giderebilmiştir. Hatta, Irak, kendi içinden kaynaklanan bu nedenlerle,
dışarıdan bölge ülkelerinin ve diğer dünya devletlerinin Irak üzerindeki gaye,
emel ve yaptırımlarından dolayı da, toprak bütünlüğünü kendi güvencesi altına
alamamıştır.
Bunun ana sebebini ise, Irak’ın kuzeyinde ve güneyinde yaşayanların
sosyal, kültürel ve İslamî mezhep farklılıklarının olduğunu söyleyebiliriz.
Irak, birlik ve beraberliğini kurabilmesi için, kuzeyindeki ve güneyindeki
kültürel ve mezhepsel farklılıkları gidermesi, hiç değilse gideremezse bile,
bir orta yolunu bulması gerekmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki, Irak’ta ana
sorun, hâlâ daha, Irak ulusu tam olarak oluşamamıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Irak’ta durum ne olursa olsun,
bir bölünme olursa, bölge ülkelerinin hepsinin aleyhine gelişecek birçok
durumlar oluşur ve neticede de, Irak’a komşu bütün devletlerde de bölünmelere
sebep olur. Bunu, özellikle Irak’a sınır olan ülkelerin kesinlikle bilmesi
gerekmektedir. Çünkü, bugün birinde olanlar, yarın, mutlaka, diğerinde de
oluşacaktır. Burada tek çare yol, Irak ve komşularının, birbirinin toprak
bütünlüklerine, kültürel yapılarına, devlet ve idare şekillerine saygılı
olmaları, birbirinin iç işlerine karışmamaları temel bir prensip olarak kabul
edilip ve de uygulanmalıdır. Bunun aksi, hepsinin aleyhine olacak bir durumdur.
Değerli milletvekilleri, Batılı devletler, Irak’taki sosyal, kültürel ve
mezhepsel ve hatta bölgede bazı grupların milliyetçilik ruhlarını uyandırarak
kendi çıkarları doğrultusunda desteklemektedirler. Bu destek ise bölgede yeni
bir devlet kurma altyapısını da hazırlar görünümündedir. Batılı devletler
amaçlarının her ne kadar bir devlet kurulmasını desteklemek olmadığını
söyleseler de, bu söylediklerinin yaptıklarıyla çelişkili olduğu ve hatta doğru
olmadığını da söylemek mümkündür. Batılı devletler, Ortadoğu’da bazı lider ve
devlet adamlarının ve rejimlerinin gitmesini ister gibi görünmelerine rağmen,
gitmelerini istemez gibi de davranmaktadırlar. Bu çelişki de, ister istemez,
bazı düşünceleri akıllara getirmektedir. Bu bağlamda Batılı demokrasi
savunucusu devletlerin, bazı Ortadoğu ülkelerinde demokrasinin gelişmesini ve
yerleşmesini isteyip istemediklerini de belirsizleştirdiğini söyleyebiliriz.
Burada belirsizliğin nedenini de Ortadoğu’daki lider ve rejimlerin, Batılı
devletlerin Ortadoğu’daki devletlere müdahale etme ve etkin olma imkânlarını
sağlamalarında yattığını söyleyebiliriz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Batılı devletler, Kuzey
Irak’taki olaylar ve belirsizliklerden kesinlikle vazgeçmeli ve uluslararası
güvence altına alınmış Anadolu, Kuzey Irak, Bağdat ve Basra hattını sağlamak
için, Irak’ı, toprak bütünlüğüyle yeniden yeniden dünya devletleri topluluğuna
almak için gayret sarf etmelidirler. Ortadoğu’da, coğrafî ve inanç yönünden
ortak yönleri olan milletler, birbirleriyle belirli ortak birleşme noktalarını
bulmadıkça, Ortadoğu ülkeleri, Batılı ülkelerin oyuncağı olmaya da devam
edecektir. Şunu da bilmek gerekir ki, Ortadoğu’da barış olmadıkça bölge ve
dünya devletlerinde de barış olmayacaktır. Ortadoğu’da barış demek dünyada
barış demektir. Çünkü, Ortadoğu, dünyanın coğrafî olarak ortası sayılabilecek
bir yerdir; inanç merkezidir, enerji merkezidir, tüm dünya yollarının kesiştiği
ve geçtiği bir ortak noktadır.
Değerli milletvekilleri, Ortadoğu’daki olayların başında da Kuzey Irak
olaylarının geldiğini hepimiz bilmekteyiz. Kuzey Irak olayları, ülkemizi de,
doğrudan, her boyutta, yakından ilgilendirmektedir. Buna göre ise, Kuzey
Irak’taki gelişmeler Dışişleri Bakanlığımızca çok yakından takip edilmeli,
gündemden düşürülmemeli, hatta ve hatta, gelişmelerin tüm boyutları hakkında
kamuoyu sürekli olarak bilgi çağının gereği doğrultusunda bilgilendirilmelidir.
Çünkü, Kuzey Irak, Türkiye Cumhuriyetinin, sıcak karnı durumunda bir coğrafyaya
sahiptir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti, bölgedeki
olumlu ve olumsuz bütün olayları değerlendirecek, Kuzey Irak’taki Türkmen ve
diğer grupları dinleyip sorunlarını çözecek bir güçtedir. Bu bağlamda, Kuzey
Irak’taki gruplar da bilmelidirler ki, kendilerinin gerçek dostu, dertlerini
anlatacakları ve çalacakları gerçek kapı, Türkiye kapısıdır; ancak, çalacakları
kapı Türkiye’yi atlayarak, Avrupa’da, Amerika’da, New York’ta yeni kapılar
aramalarının, bölge gerçeklerini görmemek ve anlamamak anlamına geldiğini de
bilmelerinde yarar vardır diyorum.
Değerli milletvekilleri, Kuzey Irak’taki gelişmeler, Batılı ve
Ortadoğulu ülkelerin düşünce ve davranışları ne olursa olsun, Türkiye
Cumhuriyetinin Kuzey Irak politikası açıktır. Bunları şöylece sıralayabiliriz:
Birincisi, Irak toprak bütünlüğünün korunması; ikincisi, Kuzey Irak’taki
Türkmenlerin haklarının korunması; üçüncüsü ise, Türkiye Cumhuriyetinin bölgede
güvenliğinin ve ekonomik çıkarlarının sağlanmış olmasıdır.
Böylece de, Türkiye Cumhuriyeti, bu politikasıyla, Ortadoğu ve
Mezopotamya’da kurulmuş ve kurulacak olan uygarlıklar ve medeniyetler ve de
devletler silsilesinin bir devamı olduğunu da göstermiş olacaktır.
Değerli milletvekilleri, konuşmama son verirken, aziz Türk Milletini ve
onun Yüce Meclisini saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaya.
Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır;
ancak, sunuşların uzun olması nedeniyle, Kâtip Üyenin yerinden oturarak okuması
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 30.6.2000 tarihinden itibaren
altı ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi vardır; okutup,
işleme alacağım.
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Kuzeyden Keşif Harekâtının
görev süresinin 30.6.2000 tarihinden itibaren altı ay süreyle uzatılmasına
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/612)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Körfez
Savaşı sonrasında alınan Irak ile ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
kararlarının hedeflerine ve ruhuna uygun olarak ve Irak’ın toprak bütünlüğünün
muhafaza edilmesine özen göstererek, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere
hava unsurlarının katılımıyla, Türkiye tarafından belirlenen ilke ve kurallara
bağlı olarak ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25 Aralık 1996 tarihli ve 477
sayılı kararıyla hükümete verdiği yetki çerçevesinde yürürlüğe konulan ve
sadece keşif ve gerektiğinde önleme uçuşlarıyla sınırlı bir hava harekâtı olan
“Kuzeyden Keşif Harekatı”nın görev süresinin 30 Haziran 2000 tarihinden
itibaren altı ay süre ile uzatılmasına; 477 sayılı Kararda belirtilen hususlarda
bütün kararları almaya Bakanlar Kurulunun yetkili kılınması için, Anayasanın 92
nci maddesine göre izin verilmesini arz ederim.
Bülent Ecevit
Başbakan
BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresi üzerinde İçtüzüğün 72 nci maddesine göre
görüşme açacağım.
Gruplara, hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.
Konuşma süreleri, gruplar ve hükümet için 20’şer dakika, şahıslar için
10’ar dakikadır.
Görüşmelerin sonunda da tezkereyi oylarınıza sunacağım.
Tezkere hakkında açıklamada bulunmak üzere Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizleri, şahsım ve 57 nci Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti adına,
saygıyla selamlıyorum. Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin uzatılması
konusunda, hükümetimizin görüşlerini arz etmek üzere, huzurunuzda bulunuyorum.
Kuzeyden Keşif Harekâtı hususunda, Yüce Meclisimizce yapılacak
değerlendirmeye katkıda bulunmak amacıyla, önce, konunun geçmişini kısaca
hatırlatmakta yarar görüyorum.
1991 yılının şubat ayında sona eren Körfez Savaşının ardından, Irak
genelinde meydana gelen karışıklıklar sonucunda, 1991 yılı nisan ayı
başlarında, Kuzey Irak’tan ülkemize doğru kitlesel bir göç hareketi yaşanmış ve
farklı etnik gruplardan yarım milyon kadar Irak vatandaşının sınırlarımıza
yığılması, ivedi çözüm gerektiren çok yönlü sorunlar yaratmıştır. Göçün
yarattığı ciddî güçlükler ve ortaya çıkan acıklı manzaralar hafızalarımızda
tazeliğini korumaktadır.
Zamanın hükümetinin girişimleri neticesinde çıkarılmış olan Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 5 Nisan 1991 tarih ve 688 sayılı Kararıyla
başlatılan uluslararası işbirliği sonucunda, göç etmek mecburiyetinde kalan bu
kitlenin, çok büyük ölçüde Irak’a dönmesi sağlanmış; akabinde, yeni göç
hareketlerine yol açabilecek olayların engellenmesi ve Kuzey Irak’ta yaşayan
Irak halkı için yürütülen insanî yardım faaliyetlerinin devamını sağlayacak
koşulların muhafazası amacıyla, bilindiği üzere, Huzur Harekâtı yürürlüğe
konulmuştur.
Huzur Harekâtının, zamanın hükümeti tarafından 31 Aralık 1996 tarihi
itibariyle sona erdirilmesini takiben “Kuzeyden Keşif Harekâtı” olarak
adlandırılan uçuş düzenlemelerinin, Yüce Meclisimizin aldığı 25 Aralık 1996
tarih ve 477 sayılı Karar uyarınca, 1 Ocak 1997 tarihi itibariyle başlatıldığı
malumlarınızdır. Bilahara, Yüce Meclisimizin, 26 Haziran 1997 tarih ve 506
sayılı, 25 Aralık 1997 tarih ve 528 sayılı, 30 Haziran 1998 tarih ve 556
sayılı, 24 Aralık 1999 tarih ve 621 sayılı, 3 Haziran 1999 tarih ve 642 sayılı
ve son olarak, 25 Aralık 1999 tarih ve 658 sayılı Kararlarıyla, harekâtın görev
süresi, altışar ay için, altı kez uzatılmıştır. Bu çerçevede, harekâtın süresi,
30 Haziran 2000 tarihi itibariyle sona ermektedir.
Yüce Meclisin 477 sayılı Kararında açık olarak ifade edildiği üzere, Kuzeyden
Keşif Harekâtı olarak adlandırılan bu düzenleme, ilgili Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi kararlarının hedeflerine ve ruhuna uygun olarak ve Irak’ın
toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin muhafaza edilmesine özen gösterilerek,
Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere hava unsurlarının da katılımıyla
sürdürülmekte olan, sadece keşif ve gerektiğinde önleme uçuşlarıyla sınırlı bir
hava harekâtı niteliği taşımaktadır.
Kuzeyden Keşif Harekâtı çerçevesindeki uçuşlar, tarafımızdan belirlenen
ilke ve kurallar esas alınarak gerçekleştirilmektedir. Bu çerçevede “Kuzeyden
Keşif Harekâtı Kurallar ve İlkeler Belgesi” adını verdiğimiz ve harekâta
ilişkin teknik düzenlemeleri içeren bir amir belge yürürlüğe konulmuştur.
Değerli milletvekilleri, ayrıca, gerektiğinde önleme görevinin yerine
getirilmesini, böylelikle keşif uçuşlarının öngörüldüğü biçimde
yürütülebilmesini ve görevli hava unsurlarının zarar görmemelerini teminen,
Kurallar ve İlkeler Belgesinde atıfta bulunulan angajman kuralları, metnin
müzakeresini takiben, arzuladığımız şekliyle uygulamaya sokulmuştur.
Görev uçuşlarında bu kurallara uyulmasını, uçakların silah
kullanmalarının sadece öz koruma hallerine inhisar etmesini titizlikle izlemeye
devam edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; harekâtın ülkemiz açısından önde
gelen yararı, ülkemizin sosyal ve ekonomik düzenini ve sınır güvenliğini tehdit
eden yeni bir göç harekâtını önlemekte olmasıdır.
Harekâtın hedef bölgesinde, bu tehdidin tamamen ortadan kalktığını
gösteren koşullar henüz oluşmamıştır. Özellikle, Irak ile Birleşmiş Milletler
arasında, kitle imha silahlarının bertaraf edilmesi konusunda yaşanan krizler
ve bunun sonucunda, Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere’nin, Irak’a karşı
gerçekleştirdikleri “Çöl Tilkisi” adlı askerî harekât ile Bağdat yönetiminin
uçuşa yasak bölgeler uygulamasını tanımadığını göstermeye yönelik davranışları,
Kuzey Irak’taki şartların ne derece hassas ve değişken olduğuna ve
istikrarsızlık unsurlarının yeniden gündeme gelebileceğine işaret etmektedir.
Bu tür gerginlik ve belirsizliklerin sürdüğü Kuzey Irak’ta, mevcut
ortamda harekâtın devamı, dış politikamızın dengeleri açısından da, bu safhada
önem taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uzun yıllar kapalı kalan
Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
986 sayılı Kararı çerçevesinde, dört yıl önce yeniden faaliyete geçirilmesiyle,
kısıtlı ölçekler dahilinde de olsa, Irak için yaratılan petrol ihraç imkânıyla,
bir yandan Irak halkının bir oranda nefes alabilmesi sağlanmış, diğer yandan da
Türkiye’nin Irak’a gıda ve ihtiyaç maddesi ihracatı imkânı artmıştır.
Öte yandan, boru hattından ve karayoluyla, Irak’ın petrol ihraç
olanaklarından daha geniş biçimde yararlanabilmemize yönelik bazı
girişimlerimiz sürdürülmektedir.
Irak’a uygulanan ambargo dolayısıyla ekonomimizin haksız olarak uğradığı
ağır zararları göz önünde tutan hükümetimiz, özellikle Güneydoğu Anadolu
Bölgemizdeki ekonomik ve sosyal koşullar bakımından büyük önem taşıyan
önlemlerin etkin biçimde uygulanması için, bu girişimleri sonuçlandırmakta
kararlıdır.
Kuzey Irak’la ilgili olarak, Kuveyt’in işgalinden bu yana ülkemiz
açısından sorun yaratan diğer bir husus, PKK terör örgütünün bu bölgede
yuvalanmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, bu konuda da önemli avantajlar elde
etmiş olduğumuzu memnuniyetle ifade etmek isterim.
Harekâta katılan ülkeler, PKK’nın eli kanlı bir terör örgütü olduğu
hususunda bizimle aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Nitekim, PKK terör örgütü
konusunda bugünkü noktaya gelinirken, harekâta katılan ülkelerin ve özellikle
ABD’nin, uluslararası alanda ülkemizden yana açık ve kuvvetli tavır aldıkları
görülmüştür.
Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; bu vesileyle, Irak poltikamızın
ve Kuzey Irak’taki gelişmelerle ilgili yaklaşım ve değerlendirmelerimizin bazı
temel unsurlarını Yüce Mecliste bir kez daha arz etmek istiyorum.
Irak’ın toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin muhafazası konusunda
atfettiğimiz önem ve hassasiyet, hepinizin malumudur. Irak’ın toprak
bütünlüğünün korunması, Kuzeyden Keşif Harekâtına katılan ülkeler nezdindeki
tutumumuzun temelini teşkil etmiştir.
Türkiye’nin bu konudaki hassasiyeti, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde
ortaya konulmuştur. Kuzeyden Keşif Harekâtının tabi olduğu ilkelerin başında
da, Irak’ın siyasî birliğinin ve toprak bütünlüğünün korunmasının yer aldığını,
burada, önemle vurgulamak isterim.
1991 olayları sırasında olağandışı koşulların ortaya çıktığı bu bölgeyi,
Irak Cumhuriyetinin ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz.
Türkiye’nin arzusu, sınırımıza mücavir bulunan ve geçici olarak
olağanüstü koşulların hüküm sürdüğü Irak’ın kuzey bölgesinde, sükûnet ve
istikrar ortamının bir an önce tesis edilmesi, tüm Irak’ta olduğu gibi bu
bölgede de, Arap, Kürt, Türkmen, Süryani, hangi kökenden olursa olsun, tüm Irak
vatandaşlarının güven ve özgürlük ortamında yaşamalarıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bölgedeki sorunlara gerçekçi
ve kalıcı çözüm bulunması, sadece, Irak Cumhuriyeti bünyesinde mümkün
olabilecektir. Irak dışında olası arayışların çözüm üretmesi beklenmemelidir.
Irak’ın gelecekteki siyasal yapısının, zamanı geldiğinde, sadece ve
sadece Irak halkının tüm kesimlerinin katılımıyla, merkezî yönetimle birlikte
ve normal bir politik süreç sonucunda kararlaştırılabileceği görüşümüzü
muhafaza ediyoruz. Bu görüşümüzün, 10 Kasım 1998 tarihinde yapılan
açıklamalarla, müttefiklerimiz ABD ve İngiltere tarafından da paylaşıldığını,
bu vesileyle hatırlatmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazı grup ve kişilerin, Irak
dışındaki zeminlerde bu konuda bir mutabakat oluşturma çabaları bu anlayışla
bağdaşmamakta ve geçerliliği bulunmamaktadır. Kuzey Irak’taki koşulların, PKK
terör örgütünün yöreye yerleşme çabalarına zemin teşkil ederek, ülkemizin ve
insanımızın güvenliğine tehdit teşkil etmesi, Türkiye’nin müsamaha edebileceği
bir husus değildir. Bölgedeki koşullar normale dönünceye kadar, bu konuda
gerekli önlemlerin alınmasına devam edilecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kuzey Irak’ta, bugünkü durum geçicidir.
Bölgedeki koşulların normale dönmesi temennimizdir; ancak, bölgedeki sorunların
çözümünün, Irak sorununun çözümünden soyutlanmasını beklemek gerçekçi değildir.
Dolayısıyla, Irak’ın, Birleşmiş Milletler kararlarının çizdiği çerçeveyi
doldurmak hususunda bugüne kadar katettiği mesafeyi tamamlaması, büyük önem
taşımaktadır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kabul ettiği 1284 sayılı
kararın, Bağdat hükümeti tarafından bu açıdan gerekli şekilde
değerlendirilmesi, samimî temennimizdir. Bu yönde alınacak mesafe, Kuzey
Irak’ta koşulların normale dönmesine yardımcı olacak ve Kuzeyden Keşif
Harekâtını gerekli kılan koşulların ortadan kalkmasına zemin teşkil edecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Irak’ın, sorunlarını, Birleşmiş
Milletler sistemi çerçevesinde bir an önce halletmesi ve gerek bu ülkedeki
durumun gerek Irak’ın diğer ülkelerle ilişkilerinin normale dönmesi, en samimî
arzumuzdur. Türkiye, dost ve güvenilir bir komşu olarak, bu amaçla, elinden
gelen çabayı sarf etmeye devam edecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bununla birlikte, Kuzey Irak’ta
görmeyi arzuladığımız barış ve istikrar, henüz, tam manasıyla
sağlanamadığından, mevcut düzenlemenin belirli bir süre daha devamında fayda
mülahaza edilmektedir. Bugünkü düzenlemenin, en kısa zamanda yörede barış ve
istikrarın sağlanması yoluyla sona erdirilmesi arzumuzu tekrar vurgulamak
istiyorum. Bu bakımdan, Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin uzatılması
yolunda yetki verilmesini talep eden tezkerenin kabulünü, Yüce Meclisimizin
takdirine saygıyla arz ediyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakana teşekkür ediyorum efendim.
Anavatan Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Ekrem
Pakdemirli; buyursunlar efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 30
Haziran 2000 tarihinden itibaren altı ay süreyle uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresinin tartışmalarında, Anavatan Partisinin görüşlerini arz
etmek için huzurunuzdayım. Sözlerime başlarken hepinize saygılar sunuyorum.
Sayın milletvekilleri, Ortadoğu ülkelerindeki siyasî ve askerî
istikrarsızlık, hemen hemen bir asırdır mevcut. Arap-İsrail anlaşmazlığı; Kürt
teali cemiyetlerini Londra’da kurdurup geliştiren Batılı ülkelerin Kürt-Arap
çatışmasını körüklemeleri; Gürcistan, Çeçenistan, Ermeni–Azeri çatışmaları;
nihayet, Türkiye’de bir etnik sorun varmış gibi güneydoğu problemini körüklemeleri;
artı, Türkiye-Yunanistan, Türkiye-Bulgaristan anlaşmazlığı, bu bölgede
istikrarı bozan, zaman zaman silahlı çatışmaların alevlendiği bir ortamdayız.
Türkiye’de, her şeyin tartışılabildiği, yaygın fikrî özgürlüğün Batı
standartlarında olması, çevresindeki Müslüman ülkelere örnek olacak, oralarda
demokratik idarelerin kurulması ve yaşatılmasına yardımcı olacaktır.
Üzülerek söylemek gerekir ki, çevremizde bulunan bütün İslam ülkelerinin
hiçbirinde, Türkiye’deki kadar da olsa, bir demokrasiye rastlamamız mümkün
değildir. Adları cumhuriyet olabilir; ama, cumhuriyetle yakından uzaktan
yakından hiçbir ilişkisi yoktur.
Çevremizdeki Müslüman ülkelerden hangisinin Batılı anlamda bir
cumhuriyet olduğunu söyleyebiliriz?.. Hemen hemen hepsinde, başa getirdiği
yöneticiye bir müddet sonra tapar hale gelen toplumlar var. Irak Halkının bu
tapınma duygusundan yararlanan Saddam Hüseyin iktidarını koruyabilmektedir;
onun söylediği her şeyde, halk, ilahî, gizli bir hikmet bulunduğuna, bir
kerametin saklı olduğuna inanmaktadır.
Kardeş Irak Halkının çektiği bunca zahmet ve sıkıntıya rağmen, Saddam
Hüseyin’e soru sorabilen var mı?.. Sorabilen bir iki kişinin akıbeti ne
olmuştur?.. Halkı, bu kadar sıkıntı çekmesine rağmen, Saddam’a desteğini
vermektedir, vermeye de devam etmektedir.
Komşumuz Suriye’ye bakın: Babasının oğlunu başa geçirmeye çalışan büyük
bir toplum var.
İran farklı mı?.. Tepede bir lider, onun resimleri her duvarı, her
meydanı süslüyor; İran Halkı ondan medet bekliyor.
Bu tenkitleri böyle devam edip sürdürmek mümkün. Söylemek istediğim,
siyasî ve askerî yönden fevkalade naiv dengenin bulunduğu Ortadoğu’da ülkemizin
çok dikkatli olması gereğidir.
1990 yılı sonlarında, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine, Çöl
Fırtınası (Desert Storm) Harekâtı başlamış; Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılmasından
sonra Bağdat’a yürüyen Koalisyon Kuvvetleri, Saddam’ı devirinceye kadar
gideceğine, güneydeki Şiilerin muhalefetinin Saddam’ı düşüreceğine kanaat
getirerek operasyonu durdurmuştur.
Hatırlarsanız, o günlerde, ABD Cumhurbaşkanı hemen her gün bizim
Cumhurbaşkanımızı arar, kararlarına bizi ortak eder, biz de onların kararlarını
yönlendirmeye çalışırdık. Ancak, Özal’ın, Koalisyon Güçlerinin Bağdat’a kadar
gitme önerisini hayata geçirtememiştik.
Rahmetli Özal “biz de askerî güçle Saddam’ı kuzeyden sıkıştıralım”
teklifini yapmış; ama, kabul görmemiş, fakat, sonradan, toplum olarak ve idare
olarak da çok pişman olmuşuzdur. Biz “yurtta sulh, cihanda sulh” prensibini,
bizim hayatî menfaatlarımıza bir müdahale noktasına kadar götürebiliriz; ötesi,
kuvvet kullanımına açık olmalıdır.
Çöl Harekâtından yenik çıkan Saddam, kendisine muhalif olan Türkmen ve
Kürt kökenli insanları sindirmek için, kuzeye, güç, asker gönderdi; acımasız
bir katliam başlangıcı vardı. Kuzeyde yaşayanların Arap askerlerinden
korkmasıyla birlikte, kışın dondurucu ikliminde, güney sınırımıza, 500 000 kişi
yığıldı. Bir kısmı, Çukurca-Hakkâri eksenindeki dar sınır bölgesine geçti.
Ülkemizden ve de dünya ülkelerinden insanî yardım aldık, bu insanlarımıza bakmaya
çalıştık; ama, o iklim şartlarında, bu
insanlarımızın gereksinimlerini sağlayabildiğimizi söylemek de mümkün değil. O
günlerde, Türkiye, Bulgaristan’dan gelen göçün depreminden hâlâ kurtulumamıştı.
Çare, göçmenlerin, emniyet içinde, can güvenliğini sağlayarak, yerlerine ve
yurtlarına dönmesiydi. Böyle bir emniyetin sağlanması için de Çekiç Güç
(Provide Comfort) Harekâtının yapılmasına karar verildi.
Bu güce, ülkemiz, kara kuvveti verdi. Kara kuvveti, hem Kuzey Irak’ta ve
hem de güneydoğumuzda operasyon yapıyordu. Bir ara, merkezi de, hatırlarsınız,
Zaho’daydı.
Mülteciler bu harekâtın sonunda yerlerine döndükten sonra, tekrar bir
göç dalgasının başlamaması için, Saddam’ın güçlerinin 36 ncı enlem dairesinin
üzerine geçme yasağı konuldu. Bunun sağlanması için, genelde, İncirlik’te ve
Diyarbakır’da hava kuvvetleri konuşlandırıldı. Irak’ın 36 ncı enlem üzerinde
otoritesinin olmaması, Batılılar nezdinde, burada bir Kürt devletinin
kurulmasını gündeme getirmiştir.
Irak’ın toprak bütünlüğünü korumak isteyen Türkiye, olaylara yön vermek
istemiş; Özal, gayri resmî olarak, Barzani ve Talabani ile Türkiye’de
konuşulmasını istemiş; o zamanki muhalefet lideri, kendisini vatana ihanetle
suçlamıştı. Sonradan o lider cumhurbaşkanı olmuş ve Barzani ile Talabani’yi Çankaya
Köşkünde ağırlamakta beis görmemiştir.
Çekiç Güç’ün, zaman zaman, yanlışlıkla da olsa, PKK’ya yardım ettiği
görüldü. Hatırlarsınız, PKK’nın bazı güçleri çember altına alınmış; ama, Çekiç
Güç’ün helikopterleri de, o, çember altına alınmış olan eşkıyaya, yukarıdan,
erzak, ilaç ve çadır atmıştı. Sorulduğunda, biz, bunların PKK’lı olduğunu
bilmiyorduk, biz zannettik ki, işte, Iraklı Kürtlerdir, bunlara yardımda beis
görmedik denilmiştir ve olay kapatılmıştır. Bu olaylar üzerine, çok büyük
tartışmalar yaşandı Türkiye’de, hatırlayın ve nihayet, 1996’da, bu güç
kaldırılarak, yerine, Kuzeyden Keşif Harekâtı adını alan yeni bir harekât
oluşturuldu.
Yapılan uçuşların bazılarında, üzerlerine Irak’ın radarları ve
uçaksavarları kilitlenen uçaklar, bu üsleri bombalamaktadır; böyle bir
yetkileri var. Aslında, bir keşif uçuşunda, bir bombalama veya caydırma amacı
yoktur; ama, artık, teknolojinin böylesine geliştiği bir dönemde, bakıyor ki,
uçak, keşif uçuşu yapıyor; ama, kendi üzerine bir füze kilitlenmiştir, ya kendi
ölecek veya karşı tarafı etkisiz hale getirecek; o zaman, işte, protokole göre,
uçaklar ateş açabilmektedir ve böylelikle, bu üsler yok edilme noktasına
getirilmektedir.
Bu müdahale, Saddam’ın ileri gitmesini önlemektedir. Yani, böyle bir
müdahale sonunda, Saddam, güçlerini 36 ncı dairenin üzerine gönderememektedir.
Bunun, 36 ile Güneydoğu sınırımız arasında kalan insanların can güvenliğini
sağlaması yönünden büyük bir avantajı olmuş; ama, şurada bir gerçeği ifade
etmek lazım: Bu dairenin, 36 ncı paralel yerine, 35 veya 34,30’dan geçmesi
lazımdı; çünkü, orada yaşayan Türkmenlerin büyük bir kısmı, bu emniyet
şemsiyesinden, bu korumadan mahrum kalmışlardır. Ama, öyle zannediyorum ki,
Türkiye, buradaki insanlarımızla oldukça yakından ilgilenmekte ve onların
-amiyane tabirle- bu vartayı en az
zararla geçirmesine yardımcı olmaktadır.
Saygıdeğer milletvekilleri, şunu söylemek istiyorum: Bu harekât, Irak
halkına karşı değildir, Irak halkı, bizim kardeş halkımız sayılır. Onların
içerisinde, kız almış kız vermiş insanlarımız vardır, onlarla akrabalıklarımız
vardır. Kardeş Irak halkına karşı olmayan bu harekât, aslında, Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu kararlarına uygun olarak hareket etmeyen Irak idaresine
karşıdır. Maalesef, yapılan yanlışlıklarla, bu idare, zamanında tesirsiz hale
getirilememiş ve problem devamlı büyümüştür. Bugün, bu Ortadoğu ülkelerinin,
özel, ortak karakterlerinden dolayı da, Saddam, fevkalade tutunan, beğenilen
bir lider olarak pazarlanabilmektedir. Biraz evvel söylediğim gibi, insanların
bu tapınma duygusunu, gayet güzel istismar etmektedirler.
Bugün için, Kuzeyden Keşif Harekâtında kullanılan, sadece 3 ilâ 8
helikopterden oluşan birlik Diyarbakır’da konuşlanmıştır ve 40 muharip
Amerikan-İngiliz uçağı da -yanılmıyorsam, hafızam yanıltmıyorsa 32’si Amerikan,
8’i de İngiliz uçağı- İncirlik Üssünde konuşlanmıştır ve bu keşif harekâtı
oralardan yapılmaktadır.
Önemli olan, Kuzey Irak’taki insanların can güvenliklerinin tam olarak
sağlanıncaya kadar, bizim de içerisinde bulunduğumuz bu harekâtın devam
etmesidir.
Bildiğiniz gibi, harekâtta, Amerikalı komutanın yanında eşkomutan olarak
bir Türk komutan da görev almakta; uçuşlarda, Türk pilotları da beraber olup,
harekâtın amacına uygun olarak keşfin yapılması, o keşiften elde edilen
bilgilerin değerlendirilmesinde ortak olunması sağlanılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, kanaatimiz, Kuzey Irak’ta, bize rağmen değil,
bizimle beraber oranın geleceğinin planlanmasıdır. Bunu, her zaman için
söyledik; ama, bazı toplantılara, Türkiye, maalesef, alınmamakta ve alınan
kararları, biz, ancak, basından öğrenebilmekteyiz.
Dışişlerinin bugünkü kadrosunun, bana göre, gerek Ortadoğu meselelerini,
güneydoğu meselelerini, gerekse Avrupa Birliğinin meselelerini tam olarak
yürütebilecek bir kantiteye sahip olmadığını düşünüyorum. Kalite var, fevkalade
yüksek kaliteli insanlarımız var; ama, her insanın belli bir kapasitesi var. O
kapasitenin dışında bu işlerin yürütülmesi mümkün değildir. Tavsiyemiz,
Dışişleri kadrosunun, bugünkü kadronun -600 civarındadır kadro- 3’e katlanarak
süratle büyümesidir. Dışişleri mensuplarımızın maddî durumlarının en yüksek
seviyeye çıkarılarak, burayı bir cazibe merkezi haline getirip, en iyi yetişmiş
insanlarımızın Dışişlerine yönlendirilmesini sağlamamız gerekir diye
düşünüyoruz. Kadroları dar ve cazip olmayan bir seviyede tutarsak, birçok
davamızı masa başında kaybedebiliriz. Masa başında yapılan çetin pazarlıkların,
birçok defa, savaş alanlarında yapılan savaşlardan çok daha fazla netice
getirdiğini herkes bilmektedir, malumlarınızdır.
Türkiye, Ortadoğu’da önder ve ender bir ülke olmaya mahkûmdur. Dünya
devleti Osmanlı çökerken, terk ettiği topraklarda, Birleşmiş Milletlere üye 36
devlet doğmuştur. Bu devletlerin halklarıyla akrabalıkları olan toplumumuz,
onların problemlerine bigâne kalamaz. Türkiye’de yaşayan Boşnak kökenli Türk
vatandaşlarımızın sayısı, Bosna’da yaşayanlardan fazladır. Demokratik bir
ülkenin hükümeti, şimdi, Bosna’da olan problemden nasıl olur da etkilenemez?
Irak’taki bir problem, nasıl bizi etkilemez? Türkmenlerin, bir yandan Arap
ulusu, bir yandan Kürtler tarafından nasıl sıkıştırıldıklarını görmezlikten
gelebilir miyiz? Demokratik bir ülkenin hükümeti, eğer seçimle işbaşına
geliyorsa -ki, öyle olması lazım- oradaki grupların eğilimlerini, endişelerini,
problemlerini dikkate almak ve çözmek durumundadır.
Değerli arkadaşlar, Irak’ta yaşayanların can güvenliği tam olarak
sağlanıncaya kadar Kuzeyden Keşif Harekâtının devamının doğru olacağını ifade
ediyorum.
Ülkemiz, Körfez krizinden en çok zarar gören bir ülke olmuştur.
Ülkemizin bundan dolayı çok büyük zararları olmuştur. On yıl içerisinde direkt
ve endirekt olarak katlandığı bu zararların, hiç olmazsa, bir kısmını, masa
başında geri almalıyız. 1990, 1991 ve 1992 yıllarında yapılan pazarlıklarla,
zararlarımızın bir kısmı telafi edilmiş; ama, ondan sonra telafi
durdurulmuştur; halbuki, Türkiye, bu poblemden hâlâ zarar göremeye devam
etmekedir. Onun için, Dışişlerimizin, bu konularda daha atak davranarak, hiç
olmazsa, zararlarımızın bir kısmının telafi edilmesi için çalışmasını talep
ediyoruz ve bu yönde çalışma bekliyoruz.
Sayın milletvekilleri, bu harekâtın, Irak’ta yaşayanların can
güvenliğinin tam olarak sağlanması noktasına kadar devam etmesini, şahsım ve
Grubum adına talep ediyor, hepinize, sabrınız için, saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pakdemirli.
Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş
Milletvekili Sayın Mehmet Kaya’da. Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET KAYA (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Kuzeyden Keşif Harekâtı hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına konuşmamı yapmak üzere huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi Partim
ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 1991 yılında yaşanan Körfez Savaşı, Ortadoğu’da
güvenliği iyice sarsmıştır. Bu savaş, Ortadoğu devletlerinin birbirine olan
güvenini sarsarken, ekonomik güçlerinin de savaşa harcanmasına sebep olmuştur.
Ayrıca, bölge ülkelerinin de mağdur duruma düşmesini sağlamıştır.
Ortadoğu’daki bu savaşları bahane bilen bazı ülkeler, bölgeye belirli
aralıklarla, devamlı kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etme imkânını
yakalamışlardır. Bazı ülkeler, Ortadoğu’ya müdahalelerinde, ikili ilişkiler
arasındaki anlaşmazlıkları çözmek, Ortadoğu’da etkisi olan ülkelerin etkisini
azaltmak, en azından sınırlamak ve Ortadoğu petrollerinin kontrolünü ellerinde
tutmak gibi amaçları gözetmişlerdir.
Kuzeyden Keşif Harekâtı, bildiğiniz gibi, 1991 yılındaki Birleşmiş
Milletler Kararından sonra, Çekiç Güç olarak faaliyet gösteren Çokuluslu Gücün,
daha sonra 31 Aralık 1996 tarihinde Kuzeyden Keşif Harekâtı adı altında, her ne
kadar işlevleri ve yapıları aynı değilse de, bir anlamda Kuzey Irak’taki
denetimleri sürdürmek maksadıyla yapılan anlaşmaların Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin aldığı karar neticesinde başlayan ve devam eden bir süreç
olarak karşımıza çıkmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün gündemimizde bulunan Çekiç
Güç, Kuzeyden Keşif Harekâtı, işte bu Körfez harekâtı sonucu oluşturulmuş bir
kuruluştur. Kuzeyden Keşif Harekâtı, Birleşmiş Milletler adına görev yapan,
kısmen siyasî yönü olan askerî bir güçtür. Türkiye tarafından, istenerek,
ısrarlar üzerine, önce Türkiye’de konuşlandırılmış ve daha sonra 36 ncı enlemin
kuzeyine, yani Zaho’nun 40 kilometre kuzeyindeki bir yere yerleştirilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğimiz gibi, Körfez Savaşının
ardından bir göç başlamıştı. Yaklaşık olarak 500 000 insan bulunan bu göçte,
gıda ihtiyaçlarının, çeşitli barınma ihtiyaçlarının ve onlara ulaştırılacak
yardımın güvenlik içerisinde yapılabilmesi için, Türkiye’nin inisiyatifiyle,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir karar aldı ve “Çekiç Güç” adını
verdiğimiz güç oluşturuldu.
İlk olarak, 13 devletin 21 000 askeri, 30 devletin yapmış oldukları
yardımları, bu bölgede sınır boylarımıza yerleşmiş bulunan insanlara ulaştırdı.
Bu yardımlar sonucunda, Kuzey Irak’ta bir güvenlik bölgesi oluşturulmuş oldu.
Ayrıca, burada hâsıl olan ortamdan sonra, bunu devam ettirebilmek,
güvenlik içerisinde bir Kuzey Irak oluşturmak ve 36 ncı paralelin kuzeyine hem
havadan hem de karadan gelebilecek tehlikeleri önlemek için yeniden bir
oluşuma; yani, Çekiç Güç’ün ikinci safhasına geçilmiş olundu.
Bu Çekiç Güç’te, o zaman, Türkiye de dahil olmak üzere, 6 devletin
oluşturduğu 5 000 kişilik bir güç oluşturuldu. Burada, maksat, sınır
güvenliğini sağlamak, ekonomik ve sosyal olan olumsuzlukları gidermekti.
Değerli milletvekilleri, Körfez Savaşı sonrasında yaşanan bu göç
hareketinden, bölge ülkelerinden en fazla Türkiye, ekonomik olarak sıkıntı
çekti. Gelen mültecilerin yerleştirilmesinde ve onların iaşelerinin
sağlanmasında büyük sıkıntılar çekti. Bunun önlenmesi amacıyla da, o günkü
adıyla “Çekiç Güç” kurulmuş ve belli bir süre devam etmiş oldu.
Kuzeyden Keşif Harekâtının amacı ise, Ortadoğu ve Kuzey Irak’ta
yaşanacak olası bir saldırıya karşı bölge insanlarına güvence sağlamak için,
Huzur Operasyonu II’nin uygulama birliği olan küçük fakat etkili hava ve kara
kuvvetleriyle, bölgeyi kontrol etmekti. Bugünkü ismiyle Kuzeyden Keşif
Harekâtı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının hedeflerine ve
ruhuna uygun olarak ve Irak’ın toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesine özen
göstererek, bazı ülkelerin hava unsurlarının katılımıyla, sadece keşif ve
gerektiğinde önleme uçuşlarıyla sınırlı bir hava harekâtıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Körfez Savaşından sonra uzunca
bir süre geçmesine rağmen, Irak’ta olduğu söylenen biyolojik ve kimyasal
silahların denetimi, halen, tam olarak yapılamamıştır. Bildiğiniz gibi, bunun
neticesinde, 1997 yılında, Irak’a karşı sıcak harekâtlar olmuş ve orada çeşitli
bombalama eylemlerine girişilmişti. Demek ki, bir noktada, Irak’taki sıcak
çatışma ortamının ve düzensizliklerin, hâlâ devam ettiğini kabul edebiliriz.
Değerli milletvekilleri, Kuzeyden Keşif Harekâtında, Türkiye’nin denetim
yetkisi oldukça fazladır. Bu harekâtı, tamamıyla Türkiye’nin kontrolünde
gerçekleşen bir harekât olarak kabul edebiliriz. Türkiye’nin belirlediği ilke
ve kuralları içeren harekât, kurallar ve ilkeler belgesi çerçevesinde görevini
yapmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Kuzeyden Keşif Harekâtı çerçevesindeki uçuşlar,
tarafımızdan belirlenen ilke ve kurallara bağlı olarak gerçekleştirilmektedir.
Bu çerçevede, Kuzeyden Keşif Harekâtı, kurallar ve ilkeler belgesi adını
verdiğimiz ve harekâta ilişkin teknik düzenlemeleri içeren bir amir bölge
yürürlüğe konulmuştur. Böylece, gerektiğinde, önleme görevinin yerine
getirilebilmesini, böylelikle keşif uçuşlarının öngörüldüğü biçimde
yürütülebilmesini ve görevli hava unsurlarının zarar görmemelerini teminen,
kurallar ve ilkeler belgesinde atıfta bulunulan angajman kuralları metninin
müzakeresi tamamlanarak, arzuladığımız şekilde uygulamaya konulmuştur ve devam
etmektedir.
Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Kuzeyden Keşif Harekâtı,
bugün, sadece, hava harekâtı olarak görev yapmaktadır. Harekâtın eşkomutanı bir
Türk komutandır. Harekâtta tam uçuşlar, ilgili makamlarımızın izin ve kontrolü
altında cereyan etmektedir. Harekâttaki her bir uçuşa bir Türk subay da
katılmaktadır. Ayrıca, Türkiye’de, bu harekât bünyesinde, Amerika Birleşik
Devletleri, aşağı yukarı 1 300 personel ve 30’un üzerinde muharip uçağı
bulundurmakta, İngiltere ise 200’ün üzerinde personel ve 7-8 muharip uçağı
bulundurmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bugün, Irak’ta durum ne olursa olsun, bir
bölünme oluşursa, bölge ülkelerinin hepsinin aleyhine gelişecek birçok durumlar
oluşabilir ve neticede de, Irak’a komşu bütün devletlerde de bölünmelere sebep
olabilir. Bunu, özellikle, Irak’a sınır olan ülkelerin kesinlikle bilmesi
gerekmektedir; çünkü, bugün, birinde olanlar, yarın, mutlaka, diğerinde de
olacaktır. Burası sosyal bir bölgedir; sosyolojik olarak, biyolojik olarak
kesin bir sınır çizmek mümkün değildir. Burada, tek çıkar yol, Irak ve
komşularının birbirinin toprak bütünlüklerine, kültürel yapılarına, devlet ve
idare şekillerine saygılı olmaları, birbirinin içişlerine karışmamaları temel
bir prensip olarak kabul edilip ve de uygulanmalıdır. Batılı devletler, Kuzey
Irak’taki olaylar ve belirsizliklerden kesinlikle vazgeçmeli ve uluslararası
güvence altına alınmış Anadolu, Kuzey Irak, Bağdat ve Basra hattını sağlamak
için, Irak’ı, toprak bütünlüğüyle, yeniden, dünya devletleri topluluğuna almak
için gayret sarf etmelidirler.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ortadoğu’daki olayların başında,
Kuzey Irak olaylarının geldiğini hepimiz bilmekteyiz. Kuzey Irak olayları,
ülkemizi de, doğrudan, her boyutuyla yakından ilgilendiren olaylardır. Kuzey
Irak, Türkiye Cumhuriyetinin sıcak karnı durumunda bir coğrafyaya sahiptir.
Türkiye, bildiğiniz gibi, Kafkaslarda,Kuzey Irak’ta ve Balkanlardaki olaylar
çerçevesinde, üç hassas bölge ortasında bulunan bir devlettir. Bunlardan Kuzey
Irak, bildiğimiz gibi, bu üç hassas bölgenin hemen hemen en önemlisidir; çünkü,
en hassas bölge burasıdır.
Kuzey Irak’taki gelişmeler, Batılı ve Ortadoğulu ülkelerin düşünce ve
davranışları ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyetinin Kuzey Irak politikası
açıktır. Bunları, tekrar, şöylece sıralayabiliriz:
Birincisi, Irak toprak bütünlüğünün korunması,
İkincisi, Kuzey Irak’taki Türkmenlerin haklarının korunması,
Üçüncüsü ise, Türkiye Cumhuriyetinin bölgedeki güvenliğinin ve ekonomik
çıkarlarının sağlanmış olmasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti, bu politikasıyla, Ortadoğu ve daha önce
Mezopotamya’da kurulmuş ve kurulacak olan uygarlıklar ve medeniyetler
silsilesinin bir devamı olduğunu da bu çalışmalarıyla gösterecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, Türkiye Cumhuriyeti olarak,
Irak’ın toprak bütünlüğüne saygı göstermekteyiz; fakat, bazı Batılı ülkeler,
Irak’ın toprak bütünlüğünü kendi çıkarları doğrultusunda tartışma konusu
yapabilmektedirler. Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğünün tartışmasız
sağlanmasını, Irak’ta demokratik bir ortamın oluşmasını, Kuzey Irak’ta
yaşayanların, oluşacak bu demokratik ortam içerisinde yerlerini almasını
istemektedir.
Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, yukarıdaki
durumların oluşması için biraz daha zaman gerektiğini düşünmekteyiz. Bu zaman
içerisinde, Kuzey Irak’taki olayların olumlu yönde gelişmesi ve sükunete
kavuşması gerekmektedir.
Bu nedenlerle, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Kuzeyden Keşif
Harekâtının görev süresinin bir süre daha uzatılmasının bölge için uygun
olacağına inanmaktayız.
Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, aziz Türk Milletini ve
onun Yüce Meclisini, tekrar, saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kaya, teşekkür ederim.
Fazilet Partisi Grubu adına, Elazığ Milletvekili Sayın Ahmet Cemil Tunç;
buyurun efendim.
FP GRUBU ADINA AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 30.6.2000
tarihinden itibaren altı ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi
üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, siz
değerli arkadaşlarımı saygıyla selamlamak istiyorum.
17 Ocak 1991 tarih ve 126 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı,
her üç ayda bir uzatma talebiyle Meclisin önüne gelir, görüşülür ve uzatılırdı.
İşte, bu tarihî Meclis kararı, 31.12.1996 tarihinde, 54 üncü hükümet döneminde,
Kuzey Irak’ta meydana gelen gelişmeler de göz önünde bulundurularak sona
erdirilmiştir.
Kaldı ki, 1996 yılının sonlarına doğru, Refah Partisi, Çekiç Güç’ün
Mecliste yapılan görüşmelerinin, İçtüzük ihdası sonucunu doğurduğu iddiasıyla,
iptali için Anayasa Mahkemesine iptal davası açtı. Mahkeme, Refah Partisinin
başvurusunu haklı görerek, Çekiç Güç görüşmelerinin sonucunda alınan Meclis
kararını da iptal etti. İşte, bu tarihten sonra, Türkiye’de, artık, Çekiç Güç
konuşulmaz, tartışılmaz olmuştur; çünkü, Çekiç Güç, artık bildiğimiz Çekiç Güç
değildir, önemli değişiklikler yapılmış ve Kuzeyden Keşif Harekâtına
dönüştürülmüştür. 1 Ocak 1997’den bugüne, her altı ayda bir Meclisin huzuruna
gelmiş ve bugüne kadar uzatılmıştır. Bugün de, aynı taleple Başbakanlık
tezkeresi Yüce Meclisin huzuruna gelmiştir.
1990 yılında meydana gelen Körfez Savaşında, Irak ordusu, Kuzey Irak
Kürtlerine saldırıyor. Irak ordusunun saldırılarından kaçan Kürtler, Türkiye
sınırına yığılıyor; bunlardan büyük bir kısmı da sınırlarımızdan içeri giriyor.
Bu göçmenlerin ihtiyaçlarını karşılamak için, müttefik güçlere mensup 22 000
civarında kara ve hava unsuru, Türkiye’de konuşlandırılıyor. Kuzey Irak’ta, bu
göçmenlerin yerleri hazırlandıktan sonra, bu uluslararası güç, Birleşmiş
Milletlerin 688 sayılı kararının süresi de sona erdiği için, Kuzey Irak’a
çekiliyor ve bu güç, Türkiye’den ayrılıyor. Bundan sonra, Türkiye’nin sınır
güvenliği bahanesiyle, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve
Fransa, Provide Comfort (Huzur Harekâtı) adı altında bir anlaşma yapıyor. Bu
anlaşmayla ilgili olarak da 17 Ocak 1991’de, 126 sayılı Türkiye Büyük Millet
Meclisi kararı alınıyor ve bu karar, her üç ayda bir Türkiye Büyük Millet
Meclisinin huzuruna getiriliyor. 1991-1995 yılları arasında, Çekiç Güç
üzerinde, bu Mecliste sert tartışmalar yapılıyor ve parti sözcüleri,
birbirlerini çok şiddetli bir şekilde, Çekiç Güç münasebetiyle itham ediyorlar.
Bugün, bu görüşmeler, yine, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılıyor; ama, bu
hararetli tartışmaların yaşanmadığını görmekten duyduğum mutluluğu da ifade
etmek istiyorum.
1991 yılından itibaren süresi uzatılan Çekiç Güç’ün, 31 Aralık 1996
tarihinden itibaren, 54 üncü hükümet tarafından varlığına son veriliyor ve bu
tarihten sonra, hükümet, Kuzeyden Keşif Harekâtı adıyla yeni bir düzenlemeye
giderek, 477 sayılı Meclis kararı alınıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 54 üncü hükümet
zamanında, Çekiç Güç kaldırıldığı zaman, muhalefet partileri, bu kürsüden
“değişen bir şey yok” demişlerdi. Acaba, bugün de değişen bir şey yok
denilebilir mi, demek mümkün müdür; çünkü, değişen pek çok şeyin olduğunu
hepimiz görüyoruz. Çekiç Güç kararı bu Meclisten alındığı gün, zamanın
muhalefet partilerinin genel başkanları, Türkiye’nin bağımsızlığına indirilmiş
bir darbe; hatta, vatana ihanet gibi konuşmalar yapmışlardı.
Çekiç Güç’le ilgili, artık, bugün, Türkiye’de, bu tür tartışmaların
yaşanmadığını görüyoruz. Âdeta, Çekiç Güç adını da kimse hatırlamıyor,
bilmiyor, konuşulmuyor. Seçimlerde, partilerin birinci derecede kullandığı
malzeme Çekiç Güç malzemesiydi; ancak, 18 Nisan seçimlerinde, hiçbir partinin
Çekiç Güç’ten bahsettiğine, hiç kimse şahit olmadı. Dolayısıyla, zamanın
muhalefetinin söylediğinin aksine, Çekiç Güç’ün, Kuzeyden Keşif Harekâtına
dönüştürülmesi, Türkiye’de değişen birçok şeyin olduğunu gösteriyor.
31 Aralık 1996 tarihinden önce, Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren askerî
koordinasyon merkezi, Kuzey Irak’tan Türkiye’ye naklettirilmiş, daha sonra da
bunun faaliyetine son verilmiş.
Üzerinde çokça konuşulan konulardan biri de, bazı hükümetdışı
kuruluşların -bunların sayıları 30-40 civarında idi- Kuzey Irak’taki faaliyetleriydi.
Bunların büyük bir kısmının insanî amaçlar dışında faaliyet gösterdiklerini
biliyorduk ve bunların faaliyetlerinin önlenmesini, her vesileyle talep
etmiştik.
Zamanın hükümeti, Türkiye üzerinden, bu NGO’ların, neye hizmet ettiği
aslında belli olmayan yardım kuruluşlarının oraya girmesini engellemiş ve
Türkiye aleyhine propaganda ve faaliyet yapmalarına engel olmuştur.
Bu NGO’lardan bir kısmının Kuzey Irak’ı terk etmesinde, Türkiye’nin
yardımları, güvenliklerinin teminat altına alınması, Türkiye üzerinden Kuzey
Irak’ı terk etmeleri hususunda da, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri
arasındaki işbirliği, herkes tarafından hatırlanan bir husustur.
Kuzeyden Keşif Harekâtı, 36 ncı paralelin kuzeyini, özellikle uçuşa
kapalı bölgeyi, Türkiye tarafından belirlenen ilke ve kurallara bağlı olarak,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25 Aralık 1996 tarih ve 477 sayılı kararıyla
hükümete verdiği yetki çerçevesinde yürürlüğe konulan, sadece keşif ve
gerektiğinde önleme uçuşlarıyla sınırlı bir hava harekâtıdır.
Kuzeyden Keşif Harekâtı çerçevesinde, uçuşlar, tarafımızdan belirlenen
ilke ve kurallar esas alınarak gerçekleştirilmektedir; ancak, Keşif Gücü’nün
şartlara uygun olarak hareket edip etmediği hususunda birtakım tereddütler ve
endişeler de yok değildir. Yaklaşık iki yıl önce, Amerika’nın Irak’a yaptığı
saldırılara bu gücün katılması, endişelerimizi haklı kılmaktadır. Hem Türkiye
hem Amerika hem de İngiltere anlaşmanın şartlarına uymalı ve taahhütlerine
bağlı kalmalıdırlar.
Bilindiği gibi, Amerika ve İngiltere, iki yıl önce, Bağdat’a yönelik
operasyonlar düzenlemişlerdi. Bu operasyonların, Saddam’ın saraylarına karşı
yapılacağı ilan edilmişti; çünkü, buralarda, kimyasal silahların ve füzelerin
saklandığı iddia edilmişti. Halbuki, basından ve ajanslardan öğrendiğimiz
kadarıyla, halkın temel ihtiyacı olan içmesuyu depoları ve içmesuyu kaynakları,
buğday siloları bombalanmıştı. Ayrıca, saldırılar sonucu, sivil halktan çok
sayıda ölü ve yaralının bulunduğunu, basından, medyadan öğrenmiştik. Yine,
hastanelerin, okulların ve öğrenci yurtlarının da saldırıda isabet aldığı
söyleniyordu. Yapılan açıklamalarda “bu tür saldırılarda, sivil halktan
ölülerin olması kaçınılmaz bir sonuçtur” deniliyordu. Bunun yanında, Basra’daki
petrol rafinerilerinin bombalanması, önemli zararlara neden olabilecek
niteliktedir; çünkü, bunun sonucunda, petrol taşıyan Türk tankerleri, uzun
zaman atıl hale gelmiş, ekonomik kriz yaşayan ülkemiz için, özellikle güneydoğu
halkı açısından son derece önemli sonuçlar doğurmuştur.
Bu saldırının ve daha önce gerçekleştirilen saldırıların amacının
Saddam’ı devirmek olmadığı ifade edilmiştir; ancak, yapılan son açıklamalarda,
Irak’ta uzun vadeli stratejilerin izlendiği, Saddam’ın düşürülemeyeceği ifade
edilmiştir ki, bu durum, dünya kamuoyunun bildiği gerçeklerin dışında, başka
amaçların bulunduğuna ilişkin tereddütlerin doğmasına da neden olmuştur. İkide
bir yapılan bu saldırıların amacı, kitle imha silahlarının yok edilmesi ise, bu
son derece vahim bir sonuçtur; çünkü, isabet halinde, bu kimyevî silahlar ve bu
kimyevî maddeler çevreye yayılacak, kullanılmaları halinde ortaya çıkacak
zarardan daha çok zarara neden olacaktır. Kaldı ki, Birleşmiş Milletler
denetçilerinin bunca zamandır çalışmaları sonucunda bu silahların yeri nasıl
tespit edilememiş, tespit edilemeyen hedeflere füzeler nasıl
yönlendirilebilmiştir?
Aslında, bu saldırılarda asıl amaç, herkesin bildiği, birinci harekât
esnasında el konulan petrol kaynakları üzerinde kontrol ve egemenliğin daha da
pekişmesine yöneliktir. Yine, bir başka maksat da, Irak’ın üçe bölünmesini
sağlamaktır. Bu plan, Amerika ve İngiltere’nin isteği doğrultusunda yürürlüğe
konulmuş ve devam etmektedir. Yine, saldırıların, Irak’ta merkezî otoritenin
zayıflatılması ve yıpratılmasına, etnik ve mezhebe dayalı yapılanmaya uygun
yeni bir rejim oluşturulmaya yönelik olduğu, çok açık bilinen bir gerçektir. Bu
böyle bilindiği halde, hâlâ, Irak’ın toprak bütünlüğünü –Sayın Bakan da
konuşmasında aynı şekilde ifade ettiler– Türkiye de her vesileyle dile
getiriyor. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması sözünün ne derece inandırıcı
olduğunu, gerçeklere baktığımızda, dolayısıyla anlayabiliyoruz. Kaldı ki,
İngiltere ve Amerika’nın bu saldırıları, Birleşmiş Milletler kararlarına
dayanılarak yapılmış saldırılar da değildir. Nitekim, Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin, Birleşmiş Milletlerden
bağımsız bir Körfez politikası takip ettiğini, Washington’un bu konuda
Birleşmiş Milletleri by-pass ettiğini çok açık bir şekilde ifade etmiştir.
Hava harekâtı, üçüncü ülkelere karşı kesinlikle kullanılmayacaktır
yapılan anlaşmaya göre ve “kararlar ortak alınıp, ortak kararlar verilecek;
harekât, Türkiye’ye ekonomik bir yük de getirmeyecektir” denilmektedir; ancak,
yapılan anlaşmanın başka, ama, uygulamada bu gücün faaliyetlerinin daha başka
olduğunu da çok açık bir şekilde söylemek mümkün.
Çekiç Güç, Keşif Güç’e kendiliğinden dönüştürülmüş falan değil; zamanın
hükümetinin kararlı, akıllı, cesur bir politika ve cesareti neticesinde
dönüştürülmüştür. Çekiç Güç’ün ortadan kaldırılması veya Kuzeyden Keşif
Harekâtına dönüştürülmesi neticesinde sadece politik kazanımlar elde edilmiş
değil; aynı zamanda, ülkemiz açısından önemli ekonomik kazanımlar da elde
edilmiştir.
Körfez Savaşıyla birlikte kapatılan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 986 sayılı kararıyla yeniden açılmış,
1997 yılında petrol nakil ücreti olarak 224 milyon dolar, 1998 yılında da 210
milyon dolar gelir elde edilmiştir. Bununla beraber, zamanın hükümeti,
Birleşmiş Milletlere müracaat ederek, Birleşmiş Milletler Yasasının 50 nci
maddesinin uygulanması talebinde bulunmuştur; bu, Türkiye’nin hakkıdır. Bu
haktan Ürdün istifade ettiğine göre, Türkiye de istifade etmelidir. Irak’a
uygulanan ambargodan, Irak’tan sonra en büyük zararı Türkiye görmüştür.
Türkiye’nin 60 milyar doların üzerinde ekonomik kaybı söz konusudur. Bunun
telafisi için, Birleşmiş Milletler Yasasının Ürdün’e tanıdığı hakkın Türkiye’ye
de tanınması gerekir. Sınır ticareti yoluyla Irak’a tanınan petrol ihracatı
imkânıyla, Türkiye’nin, Irak’a gıda, ilaç ve diğer ihtiyaç maddeleri ihraç etme
fırsatı da, bu şekilde yakalanmıştır. Bir önemli kazanım da, sınır ticaretinin
canlandırılması olmuştur. Bu tarihe kadar, sadece 200-250 aracın giriş yaptığı
Habur Sınır Kapısında, bu tarihten sonra, günde 2 500 araç giriş-çıkış yapmaya
başlamış, kamyonlarda 2 ton olan petrol ithal izni 4 tona, TIR’larda 4 ton olan
ithal izni 8 tona çıkarılmak suretiyle, bölgede ekonomik hayat hızla canlanmaya
başlamıştır. Taşımacılık canlanmış, İpek Yolu, Körfez Savaşı öncesi canlılığı
yakalamış, ucuz mazot kullandıkları için, çiftçilik, ziraatçılık hızla
gelişmiş, fakirliğe, sefalete ve yoksulluğa karşı, âdeta bir savaş başlamıştır.
Ancak, daha sonra alınan yanlış bir kararla, sınır ticareti yoluyla Türkiye’ye
giren akaryakıtın üreticinin eline geçmesi engellenmiş, sınır ticaretinden
bölge insanının istifade etmesi engellenmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Ortadoğu, tarih
boyunca, dünyanın en önemli bölgesi olma vasfını korumuştur. Üç kıtanın kavşak
noktasında, en eski medeniyeti bağrında barındırmış, bütün semavî dinlerin
doğduğu ve her din için kutsal mekânlara sahip bir bölgedir ve ayrıca, dünya
petrol rezervlerinin de yüzde 70’ine sahip bir bölgedir. Bu özelliklerinden
dolayı, barışın, huzurun bir türlü tesis edilemediği bir bölgedir ve biz de, bu
bölgede yaşıyoruz. Ortadoğu’da, kalıcı, sürekli, adil bir barış sağlanmadığı
takdirde, bölge ülkelerinin, Türkiye dahil, sorunlarından kurtulmaları mümkün olmayacaktır.
Dışarıdan müdahalelerle, bölgenin gerçekleri gözardı edilerek, bu bölgede
kalıcı bir barış temin etmek mümkün olmadı, bundan böyle de mümkün
olmayacaktır. Bölge ülkeleri, kendi aralarında, kendi sorunlarını halletmenin
yolunu bulmak zorundadır. Aksi takdirde, Ortadoğu batağından kurtulmak mümkün
değildir. Bölgede, yıllarca, İran, Irak savaş yaptılar, milyonlarca insan öldü;
medenî dünyanın kılı kıpırdamadı; çünkü, çıkarları, bu savaşın devam etmesinden
yanaydı. Irak, yıllarca, Kuzey Irak Kürtleriyle savaş halindeydi, defalarca
katliam yapmıştı; ama, kimse görmek istememişti. Körfez Savaşından önce,
Halepçe’de, 5 000’den fazla yaşlı, kadın, çocuk, kimyasal silahlarla, dünyanın
gözü önünde katledildi; Irak’ta, Kürtler âdeta soykırıma tabi tutuldular; başta
medenî dünya olmak üzere, Irak’ın komşuları dahil, kimsenin kılı kıpırdamadı;
ama, Irak Kuveyt’e girince, çıkarları tehlikeye giren herkes ayağa kalktı.
İşte, samimiyetten, dürüstlükten ve adaletten uzak yaklaşımlarla Ortadoğu
sorununun çözülmesinin mümkün olmadığını hep görüyoruz.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tarihin bize bıraktığı miras ve
coğrafyanın gerçekleri, Türkiye’yi, maalesef, kolay olmayan bir çevreyle baş
başa bırakmıştır. İçinde bulunduğumuz bölgede, özellikle komşu ülkelerin
rejimleri ve yönetim şekilleri, Türkiye’nin bölgedeki komşularıyla ilişkilerini
daha da zorlaştırmaktadır. Buna, ne yazık ki, zaman zaman, Türkiye’nin evhamlı
tutumları da sebep olmaktadır. Son olarak, Sayın Cumhurbaşkanının ECO
toplantısına katılmaması, bu yanlış tutumdan kaynaklanmaktadır. Aslında, uzun
yıllar kader birliği etmiş bölge halklarının birbirlerine olan yakınlığı ve
dostluğu, bu ilişkileri belirlemede esas olmalıydı. Bu beraberliklerin -din
birliği, bazılarında dil birliği, tarih birliği, kader birliği var, komşuluk
ilişkileri var- bölge ülkeleri için bir avantaj olması gerekirken, ne yazık ki,
bu ülkelerdeki rejimler ve yönetimler, bölgede kini, nefreti ve düşmanlıkları
körükleyen politikalar izlemektedirler. Biz dahil, herkes şunu net ve açık
bilmelidir ki, hiçbir bölge veya devlet, etrafında güven ve barış ortamı
oluşturmadan, kin ve düşmanlık tohumlarını temizlemeden ekonomik ve sosyal
kalkındırmayı gerçekleştiremez; halkına huzuru, halkına refahı, halkına
onuruyla yaşama, insanca yaşama imkânı sağlayamaz. Buna, dünyanın birçok
yerinden örnek göstermek de mümkündür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
Lütfen Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun.
AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
İşin ilginç tarafı, acı yanı şudur: Bu rejimler, komşulardan önce kendi
halkına zulmeden, kendi halkıyla savaşan, kendi halkına güvenmeyen, insan
onuruyla bağdaşmayan baskıcı ve dayatmacı rejimlerdir. Masum ve mazlum
halklarının oylarıyla değil, darbelerle işbaşına geldikleri için, bu rejimlerde,
halk sefalet içinde yüzüyormuş, halk acı çekiyormuş, halk ezilmiş, horlanmış,
aç kalmış, işsiz kalmış, kimsenin umrunda değildir. Bunun sonucu değil mi ki,
kimyasal silahlarla Halepçe’de Irak kendi vatandaşını âdeta soykırıma tabi
tutmuş; Hafız Esad, Hama ve Humus’a saldırarak, buraları yakmış, yıkmış, kendi
halkına katliam uygulamaktan çekinmemiştir. Bu rejimler, baskı, zulüm ve
diktatörlüklerine karşı direnen kendi halkına, düşmana karşı kullanmadıkları
ağır silahları, uçakları, tankları kullanmaktan çekinmemişlerdir. Bunların
güçleri, ancak silahsız kendi vatandaşlarına yeter.
Dolayısıyla, Ortadoğu’nun asıl problemi, bölgenin yönetim tarzı ve
rejimleridir. Bu ülke halklarının olup bitenle hiçbir alakası yoktur. Bunun
için, uzun vadede bölgemizdeki huzur, barış ve ekonomik kalkınmanın
gerçekleşmesi, bu ülkelerdeki halkların iradesinin yönetime yansımasıyla mümkün
olacaktır.
Kamuoyunun gündeminden düşen, kimsenin doğru dürüst adına söylemediği
Çekiç Güç, yani, Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin uzatılmasının veya
uzatılmamasının, aslında, kamuoyu açısından fazla bir şey ifade etmediğini de
vurgulamak istiyor; bu düşüncelerle, Sayın Başkanım müsamahanızdan dolayı size
ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (FP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.
Şimdi söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İzmir Milletvekili
Sayın Rahmi Sezgin’de.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA RAHMİ SEZGİN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin altı ay daha
uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Demokratik Sol Partinin
görüşlerini belirtmek üzere huzurlarınızdayım. Hepinize en derin saygılarımı
sunuyorum.
21 inci Yasama Döneminden bu yana, yasama faaliyetlerine başladığımız ve
bugüne kadar Mecliste yasalaştırdığımız bütün kanun tasarı ve tekliflerinde
iktidarıyla muhalefetiyle göstermiş olduğumuz uzlaşı ve yapıcı tutumun bugün de
sürdüğünü görmekten büyük mutluluk duyduğumu ifade ederek sözlerime başlamak
istiyorum.
Kuzeyden Keşif Harekâtı, bildiğiniz gibi, 1991 yılındaki Birleşmiş
Milletler kararından sonra “Çekiç Güç” olarak faaliyet gösteren çokuluslu
gücün, daha sonra, 31 Aralık 1996 tarihinde “Kuzeyden Keşif Harekâtı” adı
altında, her ne kadar işlevi, yapıları aynı değilse de, bir anlamda, Kuzey
Irak’taki denetimleri sürdürmek maksadıyla yapılan anlaşmaların, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin aldığı kararın neticesinde devam eden bir
süreçtir.
Kuzeyden Keşif Harekâtı, Türkiye’yi zor durumda bırakan bir göç dalgası
dolayısıyla başladı; ancak, sonuçta, ne yazık ki, bölgeyi korumak, bölgeye
huzur vermek yerine, bölgeye huzursuzluk getiren bir durumla karşılaştık;
özellikle Kuzey Irak’ta otorite boşluğu oluştu.
Şimdi, sizleri biraz gerilere götürmek istiyorum. Eski adıyla Çekiç Güç,
bugün ise işlevi değişmiş olan Kuzeyden Keşif Harekâtına neden ihtiyaç duyuldu:
Irak’ın Kuveyt’i işgal ettiği tarih olan 2 Ağustos 1990’a dönerek olaylara
baktığımızda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, 6 Ağustosta 661 sayılı
kararıyla, bir ekonomik ambargo uyguladığını görüyoruz. Hemen arkasından,
ambargolar yetmeyince, 678 sayılı kararla, bu sefer, bir ültimatom veriliyor ve
Irak’a, Kuveyt’ten çıkması için 15 Ocağa kadar süre veriliyor. 17 Ocak 1991’de,
Amerika Birleşik Devletleri ve 28 müttefiki, Irak ve Kuveyt’teki tesislere çok
yoğun bir bombardıman başlatıyorlar. Bu bombardıman, 22 Şubata kadar, bu
tarihte başlayan kara harekâtına kadar sürüyor. 25 Şubat 1991’de, Amerika
Birleşik Devletleri Başkanı George Bush’un “Kuveyt işgalden kurtarılmıştır”
açıklamasıyla, Körfez Savaşı sona eriyor ve iki gün sonra da, 27 Şubat akşamı
ateşkes ilan ediliyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 2 Mart 1991 tarihinde aldığı 686
sayılı kararla ateşkes ilan ediyor ve bu ateşkes ilanında öngörülen şartlar
arasında anımsayacağınız üzere, diğer şartların yanı sıra, savaş uçaklarının
uçuşları durduruluyor; ancak, bu yasaklar arasında helikopter geçmiyor. Bu
ateşkes sonucu, Irak’ta Şiiler ve Kürtler ayaklanıyor; ancak, Saddam’ın savaşa
girmemiş ve güneyde bekleyen zinde kuvvetleri, Şii ayaklanmasını derhal
bastıyor ve sonra Kürtlere yöneliyor. Helikopterle yapılan yoğun hava
saldırılarından sonra ayaklanmacılar dağlara, kuzeye doğru kaçmaya başlıyor.
1,5 milyon kadar Kürt ve bir miktar da Kuzey Irak halkı -ki, bunların arasında
Türkmenler de var- kuzeye doğru kaçmaya başladılar. 1991 Nisan başlarında, 600
000 civarında bir göçmen sığınmacı kafilesi, Türk sınırlarına doğru ilerliyor
ve Türk sınırlarını geçmeye çalışıyor. İşte, bu aşamadan sonra, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi, en önemli kararını alıyor. Bu karar, 5 Nisan 1991
tarihli, 688 sayılı karar. Bu kararda, sığınmacılara insanî yardım sağlama,
huzur getirme ve sığınmacıları Irak’a dönmeye ikna etme amacı yatıyor. Bu
arada, sığınmacılara havadan yiyecek, içecek, giyecek, barınacak malzeme
atılıyor.
Ancak, havadan yardım çabaları, kısa bir dönem için geçerliydi; sonunu
kalıcı bir çözüme kavuşturmak için, Kürtlerin kendi topraklarına dönmeleri
gerekmekteydi. Bu da, ancak, Irak Ordusunun ve emniyet güçlerinin Kuzey
Irak’tan çekilmesiyle mümkün olabilirdi.
Nihayet, Amerika Birleşik Devletleri 10 Nisanda Irak’a 36 ncı enlemin
kuzeyinde tüm askerî faaliyetlerin ve tüm uçuşların yasaklandığını bildiriyor; Beyaz
Saray sözcüsüne göre, Kürtlere yardım çabalarına, Irak, askerî müdahalede
bulunursa, askerî güçle karşılık görecektir.
11 Nisan 1991 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye Dışişleri
Bakanlığına başvurarak, bu ülkeye, bir plan dahilinde askerî yardım personeli
getirme ve çeşitli yerlerde malzeme depolama izni istiyor. Artık “Huzur
Operasyonu” adıyla anılmaya başlanan bu operasyona, Türkiye, o günlerde,
yalnızca insanî yardım amacıyla izin verdi. Biliyorsunuz, bu süre, ihtiyaçlar
çerçevesinde uzatılarak devam etti.
Bugün, Kuzeyden Keşif Harekâtının görevi neden devam ediyor? Kuveyt Savaşından sonra, uzunca bir
süre geçmesine rağmen, Irak’ta olduğu söylenen kitle imha silahlarının denetimi
henüz sonuçlandırılamamış ve devam etmektedir. Kuzeyden Keşif Harekâtı,
Türkiye’nin denetimindedir, tamamıyla Türkiye’nin kontrolünde gerçekleşen bir
harekâttır; bunu ifade etmek istiyorum. Türkiye’nin belirlediği ilke ve
kurallar içinde, Kuzeyden Keşif Harekâtı, kurallar ve ilkeler belgesi
çerçevesinde kuzeyden keşif harekâtı görevini yapmaktadır. Ayrıca, gerektiğinde
önleme görevini yerine getirebilmesini teminen, Kurallar ve İlkeler Belgesine
atıfta bulunarak uygulamaya sokulan Angajman Kurallarının içeriğinin de,
Genelkurmay Başkanlığımız tarafından hazırlandığını anımsatmak istiyorum.
Harekât, esasları tarafımızdan belirlenen ve Amerika Birleşik Devletleri
ve İngiliz unsurlarınca kabul edilen kurallar dahilinde yürütülegelmektedir.
Harekâtın yürütülmesinde, Irak’ın bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve egemenliğine
saygı daima gözetilmiş olup, yukarıda da belirtildiği üzere, harekât, esas
itibariyle, taarruz değil, keşif ve önleme amaçları gütmektedir.
Harekâtın temel belgeleri, Genelkurmay Başkanlığınca, 20 Ekim 1997
tarihinde yürürlüğe konulan Kurallar ve İlkeler Belgesi ile 22 Şubat 1999
tarihinde, Türk, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiliz askerî makamlarınca
imzalanan Angajman Kuralları Belgesidir. Amerika Birleşik Devletleri ve
İngiltere’nin, Basra Körfezindeki kuvvetleriyle gerçekleştirdikleri Çöl Tilkisi
Harekâtı sonrasında, Irak Hükümetinin Birleşmiş Milletler Özel Komisyonuyla
ilgili tavrını sertleştirmesini takiben, Irak hava savunma sistemlerinin
Kuzeyden Keşif Harekâtı kapsamındaki uçuşlarına kilitlendiğini ileri süren
pilotlar, söz konusu hedeflere, zaman zaman, saldırıya başlamıştır. Bu durum,
harekâtla ilgili belgelerde, meşru müdafaa kapsamına girmektedir.
Bununla birlikte, bu tedbirlerde aşırıya kaçılmasını önlemek amacıyla,
Genelkurmay Başkanlığımız, Amerika Birleşik Devletleri tarafıyla görüşmelerde
bulunarak, Angajman Kuralları Belgesinde bazı değişikliklere gitmiştir. Altı ay
süreyle uzatılagelen ve son olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25 Aralık
1999 tarih ve 688 sayılı kararıyla, 30 Haziran 2000 tarihine kadar uzatılan
harekât, hükümetimiz, Genelkurmay Başkanlığımız, Dışişleri Bakanlığımızca
yakından ve titizlikle takip edilmektedir.
Kuzeyden Keşif Harekâtı, Büyük Millet Meclisinin kararıyla, Amerika
Birleşik Devletleri ile İngiltere’nin hava güçlerinin katıldığı ve yalnızca keşif,
gerektiğinde önleme uçuşlarıyla sınırlı bir hava harekâtı olarak görev
yapmaktadır. Birleşmiş Milletlerin 1991 yılında aldığı 688 sayılı karar,
Irak’ın toprak bütünlüğünü ve siyasal bağımsızlığını öngörmektedir. Irak
sorununun, bu çerçevede Birleşmiş Milletler kararına uygun bir şekilde ve
Irak’ın toprak bütünlüğü korunarak, bir an önce çözüme kavuşturulmasının
Türkiye açısından büyük yararları bulunmaktadır. Bu sorunun çözümlenmesiyle,
Çekiç Güç, Kuzeyden Keşif Harekâtı gibi uluslararası güçlere de gerek
kalmayacaktır. Bu bölgede süre gelen harekâtların, zaman içerisinde Kuzey
Irak’ta artagelen ve istikrarla orantılı olarak hızını kaybetmesi
beklenmektedir. Bu doğrultuda, Kuzey Irak’ta görmeyi arzuladığımız barış ve
istikrarın, yakın gelecekte tam manasıyla sağlanamayacağına inandığımızdan,
mevcut koşulların bir daha devam etmesinde hükümetimiz fayda mülahaza etmiştir.
Demokratik Sol Parti Grubu olarak, hükümetimizin bu tezkeresine,
Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin altı ay daha uzatılmasıyla ilgili
hükümet tezkeresine olumlu oy vereceğimizi belirtir, saygılar sunarım. (DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Son söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Necati
Çetinkaya’da.
Buyurun Sayın Çetinkaya. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan, Yüce
Meclisin değerli üyeleri; konuşmalarıma başlamadan önce, şahsım ve Doğru Yol
Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ortadoğu, tarih boyunca sıcaklığını muhafaza etmiş ve dünyada kavgaların
da, maalesef, merkezi durumuna gelmiş bir bölge. Asur’dan Babil’e kadar “Hatti
ülkesi” dediğimiz, yani “Hititlerin ülkesi” dediğimiz Anadolu’dan, ta bugüne
kadar, hep, Mezopotamya bölgesi, hem medeniyetlerin geçiş güzergâhı ve merkezi
hem de, o zaman tabiî zenginlikleri itibariyle, şimde de petrol dolayısıyla
dünyanın en önemli merkezi, dünyanın gözünün devamlı üzerinde olduğu mihrak.
Burada, 1990’lı yıllarda, Kuzey Irak’ta, 36 ncı paralelin kuzeyinde son derece
önemli gelişmeler, tarihtekine benzer, fakat, şekli değişmiş gelişmeler vuku
bulmaya başladı ve bu gelişmelerin akabinde, âdeta bir genosit hareketiyle,
Saddam’ın güçleri Halepçe’yi havadan, gazlı kimyasal silahlarla bombaladı ve
büyük bir Kürt katliamı meydana geldi. İşte, o sırada, Türkiye’ye doğru bir
göç, canını kurtarmak isteyenlerin sınırlarımıza doğru bir akını başladı. O
sırada, rahmetli Özal, Başbakan ve insanî duygularla, sınırların açılarak
bunların kabul edilmesi kararı alındı. Hakikaten, Türkiye açısından da
fevkalade önemli bir durumdu bu. Niye önemli durumdu; 500 000 insan, hayatını
kurtarmak için sınırlarımıza gelmiş; ama, bugün insan hakları havarisi kesilen
bütün Batı ve dünya ülkeleri, bu olaya seyirciydi. Kendimiz, bu korkunç
mezalime duçar olmuş insanlara, bulunduğumuz sıkıntıları da gözardı ederek,
kucak açtık ve insanî duygularla bunların yaralarını sarmaya, bunları o korkunç
mezalimden kurtarma gayreti içerisine girdik.
Bu olaylardan kısa bir süre sonra, bunları bu zulümden kurtarmak için
Türkiye’nin yaptığı öncülük hareketi neticesinde, sayıları 10’un üzerinde olan
Batılı devletlerin katıldığı Huzur Operasyonu kapsamında, 5 Nisan 1991’de “Çekiç Güç” dediğimiz, bugün “Kuzeyden Keşif
Hârekatı” adını verdiğimiz güç, Türkiye Büyük Millet Meclisince de onaylandı.
Bu güç, başlangıçta hava, kara unsurlarını içeren ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinin İncirlik tesisinde, Pirinçlik, Silopi ve Zaho’da konuşlandırılan,
uçak ve personel sayısı bakımından oldukça kabarık bir mevcuda sahip, yaklaşık
25 000 kişilik uluslararası bir güçtü.
Bu harekâtın hedefi ne idi; hedef, Irak’ın toprak bütünlüğünü korumak ve
36 ncı paralelin kuzeyinde yaşayan insanları bir katliamdan kurtararak can
güvenliğini korumak. Peki, orada kimler yaşıyordu; orada yaşayan Kürt ve
Türkmen unsurları...
Değerli arkadaşlar, bir şeyi hep gözardı ediyoruz. Birazdan detayına
gireceğim ve Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında, ta Abdülkerim
Kasım’dan bugüne kadar, dünyanın şahit olmadığı korkunç mezalimle karşı karşıya
bulunan Kerkük ve Kuzey Irak Türkmenlerinin kendi kaderine terk edilişinin
hazin tablosunu, birazcık olsun Meclisimize arz etmeye çalışacağım. (DYP
sıralarından alkışlar)
Şimdi, Abdülkerim Kasım, o zaman Kral Faysal’ı devirince, genç kralı,
1959 yılında, başa gelir gelmez ilk olarak yaptığı iş... Türk düşmanlığıyla
dopdolu olan bu insan, bilahara, tarihin kaderi -ki, bizim inanışımızda “alma
mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” ve hakikaten öyle oldu- Kerkük
sokaklarında bir ayağı bir arabaya bağlı, bir ayağı başka bir arabaya bağlı,
halatlarla çekilerek vücudu ikiye bölündü. O bölgede, o sınırda yedi sene görev
yapmış, bu devletin mülkî idare amiri olarak, konuları çok iyi bilen bir
arkadaşınız olarak bunu söylüyorum ki, hakikaten dünya buna hep seyirci
kalmıştır, şu anda seyirci kaldığımız gibi o gün de seyirci kalmıştır. Burada
yalnız Kürtler değil, Türkmenler, Kerkük Türkleri, Erbil Türkleri, Türkmenleri
ve Musul’un çevresinde... Şunu söyleyeyim ki, Musul’un çevresindeki -oraları
adım adım bilen bir arkadaşınızım- bütün yerleşim yerleri, Türkmen köyleridir,
Türkmen yerleşim yerleridir. Zaho’nun çevresi öyledir, Dohuk’un çevresi
öyledir, İsmailiye’nin çevresi öyledir; ama, buralardaki insanlar hep mezalime
uğramış -hep genosit- bir ırkın yok edilişi devamlı olarak bilinçli bir şekilde
işlemiş. Saddam gelmiş, Saddam da aynı şeyi, Abdülkerim Kasım’ın yapmış
olduğunun daha korkuncunu yapmaya başlamış; ama, yine sesler çıkmamış. Şu anda
da bu insanlar, bir yer, yurt aramaktadır; çünkü, bunlara, yerlerinde yaşama
imkânları tanınmamaktadır.
Değerli arkadaşlar, işte burada, Halepçe katliamı ve biraz önce arz
ettiğim durumlar ve bu vahşet dünyanın gözü önünde cereyan edince, yine Türkiye
kapılarını açmış ve 500 000 insan Türkiye’ye gelmiş, Muş’tan başlayarak,
devletin sağladığı imkânlarla -o kamplara defalarca gidip ve onların
ihtiyaçlarını bizzat mahallinde gören ve karşılayan bir arkadaşınızım-
Diyarbakır çevresinde 2 tane, Mardin Kızıltepe arasında 1 tane, Silopi’de 1
tane kamp oluşturulmuş ve böylelikle, bu kamplarda yaşayan bu insanlar, işte,
bizim, o insanî duygularımızın, o şefkatli kanatlarımızın altına sığınmışlar,
biz de bunları daha iyi bir şekilde himaye etmek, hiç olmazsa Kuzey Irak’taki
harekâtımızı kolaylaştırma bakımından bir fayda olur düşüncesiyle bu Çekiç
Güç’ün içerisinde olduk ve dolayısıyla, bugüne kadar gelindi. Her altı ayda
uzatılan bir harekâttır.
Bu güç, esasta, konuşmamın başında da belirttiğim gibi, Kuzey Irak’ın
toprak bütünlüğünü ve hükümranlığının bütünlüğünü korumak durumundadır. Değerli
arkadaşlar, bunu, kendimize bir politika edinmeliyiz, bizim politikamız bunun
üzerine oturtulmalıdır. Değişik zamanlarda da bunu söylemişimdir. Aksi
takdirde, 36 ncı paralelin kuzeyinde saydığım, orada yaşayan insan toplulukları
ve o ülke açısından da, Türkiye açısından da huzurun sağlanması mümkün
değildir.
Hep bigâne kalmışız, hep meseleleri küçümsemişizdir. Tıpkı şer
örgütlerine, bölücü örgütlere bakış açımızda olduğu gibi, hep buna seyirci
kaldık. DDKD ile başlamıştır, Devrimci Doğu Kültür Ocaklarıyla başlamıştır ve
bugünlere gelmiştir.
Hatay’da görevliyim... Bütün yetkililere o zaman bu konuları
bildirmiştim. Bütün örgütler... Gaziantep’te sıkıyönetim var, Adana’da
sıkıyönetim var, Kahramanmaraş’ta -Kahramanmaraş olaylarından dolayı-
sıkıyönetim var, Mersin’de sıkıyönetim var; Hatay’ı, sanki, biz, bilinçli
olarak, bir açık kapı olarak bırakmışız; teröristler gelecek... Suriye zaten
bağrını açmış... Bunu niçin söylüyorum; bu, onların politikası ile bizim
politikamız arasındaki fark.
BAŞKAN – Onlara müsaade etmeyiz.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Sayın Başkanım, sizin sesinizi işitince,
çok önemli, Osmanlının orada uyguladığı bir politikaya değineceğim; çünkü,
sizin ailenizi de ilgilendiriyor. (DYP sıralarından alkışlar) Notumda da var;
zaten, almışım Mursaloğulları’nı.
Değerli arkadaşlar, ta o günden beri, Osmanlı, Yavuz Sultan Selim’le
birlikte Suriye ve Suriye üzerinden Mısır’a gidince, Mısır’ı fethedince, iki
önemli Kayı Oğuz Beyini getirmiş, oraya yerleştirmiş; birisi Mursaloğulları,
Amik Ovası’na, Bayır- Bucak Türklerini de, tamamen bugünkü tabiî sınırı olan,
Misakımillîyle kabul ettiğimiz sınıra yerleştirmiş ve bunları, âdeta, uç beyi
durumuna getirmiş “bu sınırın tabiî korucularısınız” demiş. Ama, gelin görün
ki, zamanla, Bayır–Bucak Türkleri, aynen Kerkük Türkleri gibi; biri Suriye’nin
mezalimine tabi olmuş, diğeri de Saddam’ın mezalimine tabi olmuş. Bayır–Bucak
Türkleri bize müracaat ettiler... Biliyor musunuz ki, bugün, Elcumhuriye
dediğimiz, Amerikalıların da Körfez Savaşında en fazla çekindiği kuvvetlerin,
saray muhafızlarının büyük çoğunluğu Bayır–Bucak Türkleridir.
BAŞKAN – Doğrudur.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Niye; bizim yanlış politikamızdandı;
kabul etmedik, geldiler adamlar “ne olursunuz, biz yok ediliyoruz, korkunç
mezalimle karşı karşıyayız” dediler. Hama olayları, Humus olayları, İdlip
olayları, Lazkiye’deki korkunç katliamlar... Devamlı olarak da, onların orada
asimile edilmesi için de, o köylere, Afrin’in ve çevresindeki köylere -ta
Keldağından Habur’a kadar, Deyrizor’a kadar, Deyrizor, Kamışlı, Haseki,
Amudiye, Resülayn ve ta Kürt Dağına kadar olan kısım tamamen Bayır-Bucak
Türkleri; tabiî sınır- aynen Kerkük’teki uygulanan politika; biri Suriye
tarafından, biri de Irak tarafından uygulanıyor; ikisi de Baas’ın politikası.
Bu politika uygulanırken, biz, kapıları kapatıyoruz, diyoruz ki, seyirci
kalalım, sizi yok etsinler ve bizim himayemizi çektiğimiz bu insanlar, başka
yerlere gitmiştir. Bugün, Kerkük Türkleri bizden vize alma imkânına
kavuşmadıkları için, Ege’de ve değişik şeylerde, kaçak yollarla Avrupa’ya
gitmeleri ve ölümü göze alarak, iş ve aş imkânına kavuşacak bir yurt
aramaları...
Değerli arkadaşlar, işte, bu harekât, bu toplu göç harekâtının tekrarına
müncer olacak gelişmeleri, Irak’ın toprak bütünlüğünü -biraz önce söylediğim
gibi- mutlaka koruyarak, caydırmak, gerekirse bu gelişmelere mani olmak...
Bakınız, son zamanda, Kuzey Irak’ta çok önemli gelişmeler oluyor.
Amerika Cumhurbaşkan adaylarının, ister seçim sathı mailinde olsun ister
değişik şekilde olsun, bizi inciten bazı açıklamaları var. Temenni edelim ki,
bunlar, bir seçim sathı mailinde söylenilen sözler olsun; çünkü, Kuzey Irak’ta
36 ncı Paralelin kuzeyinde yeni bir hükümranlığın tesis edilmesi, Türkiye’yi
fevkalade önemli bir gaileye sokar ve Türkiye’nin başını ağrıtır, fevkalade
başını ağrıtır. Onun için, bu konuda, dışpolitika itibariyle hassasiyetimizi
son derece göstermek mecburiyetindeyiz, çok iyi takip etmek mecburiyetindeyiz.
Değerli arkadaşlar, Çekiç Güç, 25 Aralık 1996’da, biliyorsunuz, Kuzeyden
Keşif Harekâtına dönüştükten sonra, bugün, aynı şekilde devam ediyor. Temenni
ederdik ki, gerek olağanüstü hal, gerek Çekiç Güç, şimdiye kadar, artık,
işlevini tamamlayıp, sona ermiş olaydı. İnşallah, kısa zamanda bu da sona erer
ve biz onu da görürüz.
Geçmişte olduğu gibi, Kuzeyden Keşif Harekâtı dediğimiz harekâtta,
koalisyon ortakları, Irak’ın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne, egemenliğine
ve birliğine saygı gösterecekler. Zaten, kuruluşun esas anafikrinin altında da,
devamlı bu söyleniliyor.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de konuşlandırılan ve şu anda, en büyük üs
olan İncirlik’te bulunan ve üçüncü ülkelere yöneltilemeyecek ve
kullanılamayacak bu güç, Kuzey Irak’ta tamamen insanî amaçlarla görevini yapmak
üzere konuşlandırılıyor ve bunun bünyesinde, şu anda, 10 ülkeden, kala kala,
Türkiye, İngiltere ve Amerika... Bu harekâtın bünyesinde, şu anda, ABD’nin 27, İlgiltere’nin 7 ve Türkiye’nin 4
hava unsuru var. Kuzeyden Keşif Harekâtı, işte, bu barışçıl amacı devam
ettirmek ve oradaki bütün unsurların -bakınız, konuşmamın başında belirledim,
tek bir unsur değil- ihtiyaçlarını...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, mikrofonunuz açık.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu gücün işlevini,
çalışmalarını, buna hayatiyet veren Türkiye Büyük Millet Meclisi bizzat takip
etmelidir. Bir gücün varlığının, hikmeti vücudunun sebebi unsuru olan Türkiye
Büyük Millet Meclisiyse, orada, bence, sık sık, Meclisin bünyesinde teşekkül
edecek komisyonlar marifetiyle, mahallinde, çalışmaları yakînen incelenmelidir;
çünkü, geçmişte de vuku bulan... Biraz önce bir değerli arkadaşımın da
söylediği gibi, “insanî amaçlar dışında, bazen, başka yerlere de yardım gitme
imkânı var” demişti. İşte, bunların bertaraf edilmesi için, buna hayatiyet
veren Türkiye Büyük Millet Meclisi, aslî görevi olan kontrol görevini de
yapmalıdır.
Değerli arkadaşlar, bunları belirttikten sonra, esas itibariyle,
Ortadoğu’da en önemli, etkin politikayı oynayacak, gerek Ortadoğu’da gerek Batı
Trakya’da gerek Kafkaslar’da bir cihanşümul imparatorluğun temelleri üzerine
yükselmiş bugünkü Türkiye Cumhuriyeti olmalıdır. (Alkışlar)
Gelin görün ki, bu rolümüzü yeteri derecede oynayamıyoruz. Ta binlerce
kilometre uzaktaki insan, geliyor, Ortadoğu’nun problemlerinde hakem rolü
oynamaya çalışıyor, nâzım rol oynuyor. Peki, Türkiye nerede? Sırası gelince,
cihanşümul bir imparatorluğun temelleri üzerine yükselmiş, güçlü bir ülke...
Gücümüzü politik sahada da göstererek, bu itimadı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen toparlar mısınız Sayın Çetinkaya.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Evet, bunu göstermeliyiz ve yıllarca
bizimle beraber olmaları onlara huzur veren, onlara insanlığı öğreten bir
idarenin bugünkü devamı olan, bugünkü evlatları olan Türkiye Cumhuriyetinin
evlatları ve bugünün politikacıları, çevresindeki bütün ihtilafları
giderebilecek hakem rolünü oynayabilmelidir ve bu, etkin politikayla mümkün
olur. Bunu telkin etmek, dünyaya, bunu itimat halinde telkin etmek, bizim
devlet ve hükümet olarak uygulayacağımız başarılı politikalarla mümkün
olacaktır. Bunu yapmazsak, mümkün olmaz. (DYP sıralarından alkışlar)
Din birliğiyle, ırk birliğiyle, dil birliğiyle beraber olduğunuz
ülkelerin bile ihtilaflarında, yabancı olan ülkeler gelip, bunların
ihtilaflarını çözmeye çalışmaktadır. Yıllarca beraber olduğunuz, kardeş diye
kabul ettiğiniz insanlar, kapınızı çalmamaktadır. İşte bu, etkin politikamızın
olmayışındandır. Dilerim ki, bu konuyu görüşürken; Türkiye, inşallah, yakın
zamanda, tarihteki o büyük misyonunu yeniden kazanır ve dünyanın barışını,
dostluğunu sağlayabilecek güce ve politikaya sahip olur.
Hepinize saygılar sunuyorum. (“Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Çok teşekkür ederim efendim.
Söz sırası, şahsı adına, Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya’dadır.
Buyurun Sayın Yalçınkaya.
MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, Meclisimizde Keşif Güç süresinin uzatılmasını konuşuyoruz. Tabiî,
şimdi, Keşif Güç’le beraber, Irak’a uygulanan ambargonun Birleşmiş Milletler
tarafından uzatılması, sürekli Türkiye’nin gündemindedir. Bunları Meclis
kürsüsünden zaman zaman konuşuyoruz. Önce, 1990’da başlayan olayları ve
Irak’ın, bizler için, yani Türkiye için ne demek olduğunu, sizlere izah etmek
istiyorum.
Şimdi, Irak devleti, 1990’da yıllık 75 milyar dolar petrol geliri olan
bir ülkedir. 75 milyar dolar petrol geliri olan bir ülkenin Türkiye tarafından
gözardı edilmesi, yabana atılması, dışlanması söz konusu olamaz.
Patlak veren hadiseler belki bizim dışımızda cereyan etti. Kuveyt’i biz
işgal etmedik. Bunlar doğrudur; ama, bu hadiseler cereyan ettikten sonra
Türkiye’nin güttüğü politika, bugüne kadar uyguladığı yol ve yordam yanlıştır.
Rahmetli Özal “bir koyup üç alacaktık” dedi; ama, biz, zaman içerisinde, bir
koyup üç almak yerine, maalesef, çok büyük sıkıntılar ve çok büyük kayıplara
uğradık. Bugüne kadar Türkiye’nin kaybı -Irak’tan- 55 milyar dolar
civarındadır. Petrol boru hattının kirası 3,5 milyar dolardır değerli
arkadaşlar, Türkiye’nin bugün IMF’den beklediği para 3 milyar dolardır ve yanı
başımızda çok büyük bir Irak pazarı vardır.
Ambargo, bugün Irak Halkına uygulanmaktadır; ama, onun yanında, Mardin,
Diyarbakır, Urfa, Mersin, Van, Adana, Antep de bu ambargonun içerisindedir ve
burada 50 000 kamyon esnafı bu kapıdan ekmek yemektedir. Yani, bu ambargonun
devamında Türkiye’ye bir fayda yoktur, Türkiye çok büyük zararlara maruz
kalmıştır.
Türkiye, Irak’ın 1990’da Kuveyt’i işgalinde Batılı müttefiklerin ve
Amerika’nın yanında yer aldı; ama, bu yer alma miktarında fayda göremedi. Bunun
yanında, Ürdün, Arapların, Irak’ın yanında yer aldı; ama, bugün Ürdün,
Birleşmiş Milletler kararlarının 50 nci maddesinden istifade ederek Irak’a çok
büyük miktarda mal satmaktadır ve çok büyük gelir elde etmektedir. Bugün Ürdün,
Amerika’ya dönmüştür; ama, Batılıların yanında yer almamıza rağmen, Amerika’nın
yanında yer almamıza rağmen, bugün ambargo bize uygulanmıştır ve bugün orada
çok büyük sıkıntılar, terör belası bizim ülkemizi tehdit etmektedir.
Türkiye’nin hedefi şu olmalıdır: Irak’ta toprak bütünlüğü mutlaka
sağlanmalıdır. Bu sağlanırsa,
Türkiye’nin lehinedir ve Kuzey Irak belasından kurtulmak istiyorsak, oradaki
Kürdistan hadisesinden kurtulmak istiyorsak, Müslüman bir İsrail Devletinin
olmasından kurtulmak istiyorsak, mutlaka, Irak Devletinin kuzeye nüfuz etmesi
sağlanmalıdır ve Irak’ın toprak bütünlüğü mutlaka sağlanmalıdır.
Bugün, Amerika Birleşik Devletlerinin lider adaylar Al Gore ve Bush
çeşitli demeçlerinde şunu söylemektedirler: “Biz, Irak’ı üçe bölmek istiyoruz.
Güneyde Şiî devleti, ortada, Sünnî bugünkü Saddam rejimi, kuzeyde de bir
Kürdistan yaratmak istiyoruz.” Bunun yaratılması Türkiye için çok pahalı mal
olacaktır. Türkiye, bu konuda, mutlaka üzerine düşeni yapmalıdır.
Değerli arkadaşlar, Çekiç Güç on yıldır devam ediyor, ambargo on yıldır
devam ediyor. Bu Meclis, on yıl daha buna müsaade etmemeli.
Ben, şimdi çok üzülüyorum; yani, bir taraftan altı ay uzatacağız...
Yani, ben karşıyım, hem ambargoya karşıyım hem bu Çekiç Güç’ün orada
bulunmasına karşıyım; bunu, Meclis kürsüsüden de ifade ediyorum. Hatta, şunu
diyorum, yani, biz bir yerde demeliyiz ki; bu, altmış yıl mı devam edecek? Bu
ambargo ne zamana kadar devam edecek? Biz, bu sıkıntıları ne zamana kadar
çekeceğiz? Yani, şimdi, biz, bu Meclis, bu tavrımızı ne zaman göstereceğiz?
Bu sebeple, yanı başımızda bulunan çok büyük bir petrol zenginliğine
sahip Irak Devletinin bu imkânlarının, Türkiye’ye, mutlaka aktarılması gerekir.
Yine, Meclis kürsüsünden söyledim; dedim ki, Türkiye’nin en büyük
zenginliği GAP Projesidir ve GAP Projesinin yanında, Irak petrolüdür. Bu
petrol, 75 milyar dolar geliri olan bir petroldür ve yanı başımızda bu ülkenin
giyecek gömleği yok, yiyecek patatesi, soğanı yok. Patatesi, Niğde’den gidiyor
değerli arkadaşlar. Biz, oraya patatesimizi verebilseydik, bu sene, patates
sorunu diye bir sorunumuz olmazdı.
Bu sebeple, Irak’a uygulanan ambargonun mutlaka kalkması lazım. Çekiç
Güç’ün, mutlaka, kuzeyden, yani Zaho bölgesinden kaldırılması lazım.
Ben, yakın tarihteki bir hatıramı sizlere anlatayım. İki ay önce
Bağdat’ta idim. Bizim Safder Gaydalı ve Hazine Dış Ticaret Müsteşarımız Kürşat
Tüzmen, Bağdat’ta 1 milyar dolarlık anlaşmayı yaparken haber geliyor, diyorlar
ki: “İncirlik’ten ve Zaho’dan kalkan uçaklar, Musul, Kerkük bölgesini, işte,
Dahok bölgesini bombalıyor.” Irak’takiler diyorlar ki “mademki, uçaklar
Türkiye’den kalkıyor, bizi bombalıyor, biz, bunlara niye menfaat temin edelim?
Niye dışticaretlerine vesile olalım?” Yani, böyle bir imkândan, böyle bir
kapıdan, böyle bir fırsattan... Kalkıp da, tekrar tekrar bunun süresini
uzatmanın bir âlemi yok.
Irak’ta, bugüne kadar kimyasal silahlar var; aradan on yıl geçti, bu
silahları bulun, ortaya çıkarın; varsa suçluları cezalandırın. Yani, şimdi,
bunları bahane ederek, Türkiye, çok büyük zarar görmüştür ve bu zarara
ilanihaye dayanamaz. Orada, mutlaka, GAP projesini gerçekleştirmek lazım ve
Irak kapısını mutlaka açmak lazım. Bu, Türkiye için gereklidir ve Türkiye’nin,
bu sıkıntıdan, mutlaka bu şekilde kurtulması gerekir diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yalçınkaya, teşekkür ederim efendim.
Görüşmeler tamamlanmıştır efendim.
Şimdi, Başbakanlık tezkeresini tekrar okutup, oylarınıza sunacağım:
26.6.2000
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Körfez Savaşı sonrasında alınan Irak ile ilgili Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi kararlarının hedeflerine ve ruhuna uygun olarak ve Irak’ın
toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesine özen göstererek, Amerika Birleşik
Devletleri ve İngiltere hava unsurlarının katılımıyla, Türkiye tarafından
belirlenen ilke ve kurallara bağlı olarak ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 25
Aralık 1996 tarihli ve 477 sayılı kararıyla hükümete verdiği yetki çerçevesinde
yürürlüğe konulan ve sadece keşif ve gerektiğinde önleme uçuşlarıyla sınırlı
bir hava harekâtı olan “Kuzeyden Keşif Harekâtı”nın görev süresinin 30 Haziran
2000 tarihinden itibaren altı ay süre ile uzatılmasına; 477 sayılı kararda
belirtilen hususlarda bütün kararları almaya Bakanlar Kurulunun yetkili
kılınması için Anayasanın 92 nci maddesine göre izin verilmesini arz ederim.
Bülent Ecevit
Başbakan
BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Beş ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin bir ilden
kaldırılmasına, dört ilde dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık
tezkeresi vardır; okutup işleme alacağım.
2. – Beş ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin
30.7.2000 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere, bir ilden kaldırılmasına ve
dört ilde dört ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/613)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
30 Mart 2000 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere
(5) ilde dört ay süreyle uzatılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28.3.2000
tarihli ve 678 sayılı Kararıyla onaylanmış bulunan olağanüstü halin;
1- Van İlinden 30 Temmuz 2000 günü saat 17.00’den
geçerli olmak üzere kaldırılmasının,
2- Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde 30
Temmuz 2000 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere dört ay süreyle
uzatılmasının,
Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca
26.6.2000 tarihinde kararlaştırılmıştır.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
Bülent Ecevit
Başbakan
BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72
nci maddesine göre görüşme açacağım.
Gruplara, hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz
vereceğim.
Konuşma süreleri, gruplar ve hükümet için 20’şer
dakika, şahıslar için 10’ar dakikadır.
Görüşmelerin sonunda da tezkereyi okutup oylarınıza
sunacağım.
Başbakanlık tezkeresi üzerinde söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum: Doğru Yol Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın
Kemal Çelik, Fazilet Partisi Grubu adına Bitlis Milletvekili Sayın Zeki
Ergezen; şahısları adına, Hakkâri Milletvekili (bağımsız) Sayın Evliya Parlak,
Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç, Van Milletvekili Sayın Fetullah Gültepe,
Diyarbakır Milletvekili Sayın Sebgetullah Seydaoğlu.
Grupları adına başka söz isteyen var mı?
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına, İstanbul Milletvekilimiz Sayın Mehmet Pak konuşacaklar.
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili
Sayın Mehmet Pak.
Grupları adına başka söz isteyen var mı?
MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Var efendim.
BEYHAN ASLAN (Denizli) – Anavatan Partisi Grubu adına, Bursa
Milletvekili Sayın Turhan Tayan.
BAŞKAN – Gönderin, onları da yazayım efendim.
Önce Hükümete söz veriyorum efendim; buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
olağanüstü halin Van İlinden kaldırılması, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve
Tunceli İllerinde de 30 Temmuz 2000 tarihinden itibaren dört ay daha uzatılması
yolundaki Başbakanlık tezkeresi üzerinde, hükümetimizin görüşlerini arz etmek
üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi, şahsım ve hükümet adına saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, anayasal ve hukukî bir yönetim biçimi olan
olağanüstü hal, ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı illerde
terör olaylarının artması nedeniyle, şartların zorlaması sonucu uygulanmaya
başlanmış, ilan edilme sebebi ortadan kalkmadığı için, Yüce Meclisin kararıyla
bugüne kadar devam ettirilmiştir.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, bölücü terör örgütüne karşı elde
edilen başarı ve sağlanan huzur ortamı hepinizin malumudur. Güvenlik
kuvvetlerimizin başarılı ve özverili mücadelesi sonucunda, bölücü terör örgütü
etkisiz hale getirilmiştir; ancak, yurt içinde etkisiz hale getirilen bölücü
terör örgütünün, yurt dışındaki faaliyetleri ve silahlı yapılanması devam
etmektedir. Keza, bölücü terör örgütünün, değişen ve gelişen şartlara göre
terör eylemlerine yönelme ihtimalini de gözardı etmemek gerekir. Bu nedenle,
dün olduğu gibi, bugün de bölücü akımlara ve her türlü teröre karşı yürütülen
kararlı mücadele, kesin sonuç alınıncaya kadar sürdürülecektir.
Değerli milletvekilleri, güvenlik güçlerimizin bölücü akımlara ve her
türlü teröre karşı mücadelesi sürerken, hükümet programımızda yer alan terörün
iç ve dış kaynaklarını kurutacak ekonomik ve sosyal tedbirler de alınmaya devam
etmektedir. Aynı yaklaşım doğrultusunda il valileri de kendi bütçe ve yerel
imkânlarıyla illerinin ekonomik, sosyal, kültürel yönden kalkınmaları için
büyük çaba sarf etmektedirler.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde
ve genel olarak ülkemizde hayvancılığı geliştirmek ve desteklemek amacıyla,
2000 yılında 45 trilyon liralık bir program uygulamaya konulma aşamasındadır.
Hayvancılık kooperatiflerine 17,8 trilyon liralık kaynakla kredi desteği
sağlanacaktır.
Mevcut destekleme sistemleri değiştirilerek pazar fiyatlarını bozmadan
gerçek anlamda çiftçiye gidecek şekilde destek olunması amaçlanmaktadır.
Üretim planlanacak, yeni bir yapılanmaya gidilecektir.
Ülkemiz genelinde 40 milyon hektar olan meralar, 17 milyon hektara
düşmüştür. 1998 yılında yürürlüğe giren Mera Yasasından sonra, hızla, meraların
tespit, tahdit, tahsis ve ıslah çalışmasına başlanılmış olup, çalışmalar devem
etmektedir.
Ayrıca, hükümet programında yer alan eğitim, sağlık ve diğer alanlardaki
çalışmalar yanında, bu bölge insanını üretken hale getirecek, istihdam
yaratacak projelerin hazırlanmasına uzmanlar tarafından başlanmıştır.
Öte yandan, terör nedeniyle yarım kalan yatırımların tamamlanması için
de gerekli tedbirler alınmaktadır.
Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgeleri başta olmak üzere, güvenlik
dahil, çeşitli nedenlerle köylerinden ayrılan ailelerden gönüllü olarak geri
dönmek isteyenlere, kendi köyleri civarında veya arazisi müsait başka yerlerde
iskân imkânı sağlanarak, bunlar için gerekli olan sosyal ve ekonomik altyapının
tesisini amaçlayan köye dönüş ve
rehabilitasyon projeleri de uygulamaya devam etmektedir.
Halihazırda, Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli, Van, Batman,
Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Şırnak İlleri, köye dönüş ve rehabilitasyon
projesi kapsamında bulunmaktadır. Bunlardan ilk 6 il, İçişleri Bakanlığı
yatırım programı kapsamında yer almış ve 2000 yılı için bu projelere 2,8
trilyon tutarında ödenek ayrılmıştır. Bunun ilk altı aylık dilimi, 1 Haziran
2000 tarihi itibariyle illere gönderilmiştir.
Yapılan çalışmalar, sadece vatandaşı eskiden yaşadığı yerlere iskân
etmekle sınırlı değildir. Köye dönüş projesinde amacımız, üretimden kopmuş bu
insanları, yeniden üretici hale getirmek, valilerimizin koordinesinde bir
eğitim seferberliği başlatarak yöre insanının eğitim düzeyini yükseltmek ve
terörü, düşünce olarak da ortadan kaldırmaktır.
Bir diğer önemli konu da, bölgenin uzman kamu görevlisi ihtiyacının
giderilmesine yönelik tedbirlerdir. Doğu
ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine nitelikli personel göndermek, artık, kural
haline gelecektir.
Bütün bunların yanında, GAP İdaresi ve diğer kurumlarca, bölgeye dönük
değişik projeler üzerinde çalışılmakta ve uygulamaya konulmakta, bölge için
getirilen teşvik tedbirlerinden yararlanan yatırımcıların teşvik imkânlarını bu
bölgede kullanmasını sağlayacak çalışmalar da sürdürülmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son yıllarda terörle mücadelede
yakalanan başarının, sağlanan huzur ve güven ortamının devam ettirilebilmesi ve
devletimizce alınan ve alınacak ekonomik ve sosyal tedbirlerin
uygulanabilirliği için Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli illerinde
uygulanmakta olan olağanüstü halin bir müddet daha uzatılması gereği vardır.
Bugüne kadar yüce milletimizin ve Parlamentomuzun, kahraman güvenlik güçlerine
verdiği desteğe şükran borçluyuz.
Bu duygularla, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli illerinde
uygulanmakta olan olağanüstü halin, 30 Temmuz 2000 tarihinden itibaren dört ay
daha uzatılmasına ilişkin hükümet tezkeresini, Yüce Meclisimizin takdirlerine
sunarken; terörle yapılan mücadelede, mesai gözetmeksizin büyük bir özveriyle
çalışan Silahlı Kuvvetlerimize, Emniyet ve Jandarma teşkilatımıza teşekkür
ediyor, bu mücadelede hayatlarını kaybeden değerli evlatlarımıza Allah’tan
rahmet, gazilerimize şükran duygularımı ifade ediyor, Yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Kemal Çelik;
buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA KEMAL ÇELİK (Antalya) – Sayın Başkan, değerli üyeler;
beş ildeki olağanüstü halin, 30 Temmuz 2000 tarihinden geçerli olmak üzere bir
ilden kaldırılmasına ve dört ilde dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini
belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi, şahsım ve Grubum adına
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hatırlanacağı gibi, ülkemizin Güneydoğu
bölgesindeki terör olayları, PKK’nın, 1984 yılında Eruh ve Şemdinli
baskınlarıyla başlamıştır. O günlerde, bu olayın ciddîyeti ve boyutu gözden
kaçırılmış ve bu tür terör olaylarına karşı hazırlıksız olmamız nedeniyle, kısa
sürede tırmanmaya başlamıştır. PKK’nın köy baskınlarının önlenmesi amacıyla,
daha sonra, koruculuk sistemine geçilmiştir. 1987 yılındaysa, olağanüstü hal
uygulamasına geçilerek, bölgede, Olağanüstü Hal Bölge Valiliği kurulmuştur.
Olağanüstü Hal Bölge Valiliği, terörle mücadelenin yanında, özellikle bölgenin
ekonomik ve sosyal kalkınmasını sağlamak amacıyla kurulmuştur; ancak,
Olağanüstü Hal Bölge Valiliği, bu fonksiyonlarını tam olarak yerine
getirememiştir. Olaya, sadece terör açısından değil, ekonomik ve sosyal açıdan
bakılmadığı için, ne yazık ki, bu, bize pahalıya mal olmuştur. Bölgemizdeki
dışgüçlerin desteğiyle ortaya çıkan terör olayları, 30 000’den fazla can
kaybına, 100 milyar dolardan fazla maddî kayba, binlerce köyün boşalmasına,
onbinlerce çocuğa gerekli eğitim ve sağlık hizmetlerinin ulaştırılamamasına,
bölgede hayvancılık ve tarımın çökmesine ve bölgenin ekonomik faaliyet ve
altyapı hizmetlerinin durmasına neden olmuştur.
Bu tablo, hoş bir tablo değildir. Bu tablo, Türkiye Cumhuriyetine
yakışan bir tablo değildir. Sağlıklı ve gerçekçi bir değerlendirmeye tabi
tutulmadığı sürece ve bugünkü gibi, sadece sorunları erteleme yöntemi
uyguladığımız takdirde, sorunların çözümü daha da zorlaşacaktır.
Değerli milletvekilleri, Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit, 55 inci
hükümetin başbakan yardımcısıyken güneydoğuya gitmiş ve bölgenin ekonomik
kalkınmasına yönelik bir paket açıklamıştı. O tarihten bugüne kadar, bu paketle
ilgili hiçbir adım atılmamış; yine, bu ay içerisinde, Sayın Başbakanımız,
Diyarbakır’a yaptığı ziyarette benzeri vaatlerini tekrarlamıştır.
Vaatler, gerçekçi bir plana ve programa dayandırılmalıdır. Van
Miletvekilimiz Sayın Hüseyin Çelik, bu konuda, hükümetin de faydalanabileceği
gerçekçi bir rapor hazırlamıştır; bunun, özellikle değerlendirilmesinde fayda
görüyorum.
Bölgenin sorunları, acil ve ciddidir. Bölge, orta ve uzun vadeli ciddî
ekonomik ve sosyal kalkınma plan ve programlarına muhtaçtır; yoksa, günübirlik
vaatlerle bölgenin geleceğine sahip çıkamayız.
Bugün, maalesef, bölgede olağanüstü şeyler görüyoruz. Başta Avrupa
Birliği üyesi ülkelerin temsilcileri olmak üzere bazı ülke temsilcileri,
bölgede yoğun bir şekilde inceleme, araştırma ve temaslarda bulunmaya
başlamışlardır. Hükümetin bu konuda özellikle dikkatini çekmek istiyorum.
Bunlar, takip edilmeli, değerlendirilmeli ve kendi bölgemize sahip çıkmalıyız.
Değerli milletvekilleri, bölgenin sorunlarıyla ilgili kısa bir
değerlendirme yaptıktan sonra, önerilerimi sunacağım: Türkiye’de, 1999
verilerine göre, insanımızın yüzde 7,3’ü açık işsizdir ve gizli işsizlerle
birlikte bu oran çok daha fazladır. Doğu ve güneydoğudaki işsizlik oranı,
köyden kente göç sonucu çok daha fazla artmıştır. Tarım ve hayvancılık
alanlarında çalışan nüfusumuzun kayda değer bir bölümü, köylerin boşalması
sonucu il ve ilçe merkezlerine taşınmıştır. İl ve ilçe merkezlerinde sanayi
sektörü canlı olmadığından veya hiç bulunmadığından, göç eden nüfus, büyük
çapta işsizdir. Başta, Diyarbakır, Batman ve Van olmak üzere, doğu ve
güneydoğudaki birçok il, insanların yığınlar halinde yaşadığı problemli
şehirler haline gelmiştir. Göç olayı, sadece, doğu ve güneydoğu illerimizi
etkilememiş, başta, Adana, Mersin, Antalya ve İstanbul olmak üzere, Ege,
Akdeniz ve Marmara’daki birçok şehrimizi ciddî biçimde etkilemiştir. Bu
nedenle, göçün ekonomik ve sosyal boyutlarıyla birlikte, siyasî ve psikolojik
boyutları da ciddî bir şekilde, bilimsel olarak incelenmeli ve araştırmaların
sonuçları alınacak tedbirlere ışık tutucu olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi, teşvik
belgelerinin dağılımında da en az pay alan iki bölgemizdir. Özellikle, son
yıllarda, güneydoğudaki teşviklerde de ciddî düşüşler görülmektedir. Ayrıca,
kalkınmada öncelikli yörelerin kapsamı çok genişletildiği için, bu uygulama
fonksiyonsuz hale getirilmiştir. Bu konuda yeni bir düzenlemeye gidilmelidir.
Kalkınmada öncelikli yörelerin sayısı, gerçekçi bir şekilde azaltılmalıdır.
Özel sektöre teşvik uygulamasına ağırlık verilmelidir; ama, özel sektörün
yatırımları da yerinde denetlenmelidir. Yatırımların, yatırım teşviklerinin
yerli yerinde kullanıldığını, iyi kontrol edildiğini söylemek, maalesef, mümkün
değildir. Özellikle, güneydoğuda verilen teşviklerdeki seyirle, bir dönem
ülkemizde yaşanan hayalî ihracat arasında ciddî benzerlikler vardır. Teşvikler,
gerçekten, yerli yerinde kullanılsaydı, güneydoğunun çehresi bugün farklı
olabilirdi. Güneydoğunun her yerinde, yarım kalmış bina ve tesislere rastlamak
mümkündür; bunların yüzde 90’ı tevşik alabilmek için inşa edilmiş yapılardır.
Değerli milletvekilleri, bölgenin en önemli sorunu, bize göre,
eğitimdir. Ülkemizde gayri safî millî hâsılanın ancak yüzde 2,2’si eğitime
ayrılmaktadır. Bazı gelişmiş ülkelerde bu oran, yüzde 6’ya kadar çıkmaktadır;
ama, Türkiye bu konuda, maalesef, bütçesinin çok az bir kısmını eğitime
ayırmıştır ve eğitime ayırdığı pay açısından dünyanın, maalesef, 105 inci
ülkesi konumunda olan Türkiye, bu durumdan mutlaka kurtarılmalıdır.
Öğrenci başına, Almanya’nın 111 kat, İtalyanın 360 kat Türkiye’den daha
fazla kaynak ayırdığı göz önünde bulundurulursa, durumun vahameti daha iyi
anlaşılır. Ülke genelinde böyle olan bu tablonun, doğu ve güneydoğuya yansıması
ise, çok daha vahimdir. Bölgede, hâlâ, öğretmensizlik, güvenlik, bakımsızlık ve
benzeri sebeplerden dolayı kapalı okulların bulunduğu, özellikle kırsal kesimde
okulların büyük çapta çağdaş standartlara kesinlikle uymadığı, bilinen bir
gerçektir.
Ne yapılmalıdır: Bölgede eğitime önem vermeliyiz; ama, bu, lafta
kalmamalı. Okur yazarlık oranı ciddî bir sorundur ve bir an önce çözülmelidir.
Bölgede yapımına başlanan yatılı ilköğretim bölge okulları süratle bitirilmeli
ve buralara, mümkün olduğu kadar, tecrübeli öğretmen ve idareciler atanmalıdır.
Bölgedeki okullarda görev yapan öğretmenlere, diğer bölgelerin iki katı maaş
verilerek, kalıcı ve verimli olmaları sağlanmalıdır. Meslekî ve teknik eğitime,
istihdam sorununun çözümüne yönelik olarak çok önem verilmelidir. Meslekî
teknik eğitimde branşlar, yörenin özelliklerine uygun bir biçimde seçilmeli ve
donanım açısından eksiksiz hale getirilmelidir. Sınıflardaki kabarık sayılar,
yeni okullar devreye sokularak, en azından, Türkiye ortalamasına çekilmeli,
öğretmen başına düşen öğrenci sayısı makul bir sayıya düşürülmelidir.
Türkiye genelinde olduğu gibi, doğu ve güneydoğuda da ilçelere
serpilmiş, çoğu altyapıdan yoksun, politik mülahazalarla açılmış bulunan meslek
yüksekokulları, araeleman yetiştirme vasfından maalesef mahrumdur. Bu okullar,
yeniden, ciddî bir revizyondan -bölgenin kalkınmasını sağlayacak biçimde bir
revizyondan- geçirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, sağlık sorunu da, bölgenin hayatî sorunlarından
birisi olma vasfını muhafaza etmektedir. Bebek ölüm hızında Erzurum yüzde 83,7,
Diyarbakır yüzde 63,9’la başı çeken iller arasındayken, bütün aşıları yapılmış
çocuklar sıralamasında doğu ve güneydoğudaki vilayetler en geri durumdadır.
Bölgedeki devlet hastanelerinde uzman doktor sıkıntısı had safhadadır.
Hakkâri ve Şırnak gibi daha geri kalmış illerde çoğunlukla devlet hastaneleri
pratisyen hekimlere emanet edilmiştir. Sosyal Sigortalar hastanelerinde de
durum farklı değildir. Örneğin, Van, Muş, Hakkâri ve Bitlis’teki 277 000
sigortalıya sağlık hizmeti vermek üzere kurulmuş olan Van SSK Hastanesinde
toplam 40 uzman doktor bulunması gerekirken, maalesef 8 uzman doktor mevcuttur.
Diğer illerimizde de durum bundan farklı değildir.
Ülke genelinde ciddî bir sağlık reformunun yapılması kaçınılmazdır.
Sağlık güvencesi olmayan 22 milyon vatandaşımızın mevcut olduğu gerçeğinden
hareketle, bu reform geciktirilmemelidir. Bu konuda, elimizde örnek paketler
vardır, Doğru Yol Partisinin İkinci Demokrasi Programındaki sağlık reformu,
ülkemizin gerçekleri göz önünde bulundurularak teklif edilmiş bir reform
taslağıdır. Önemli olan, böyle bir reformu gerçekleştirecek siyasî iradenin ve
kaynağın bulunmasıdır.
Doktoru ve diğer sağlık personeli bulunmayan, kapılarına kilit vurulmuş
sağlık ocakları yerine, daha ciddî, yeterli personeli olan, ihtiyaca cevap
verebilecek düzeyde medikal malzemeyle donatılmış sağlık merkezleri
oluşturulmalıdır. Özellikle, uzman doktorların gönüllü olarak yöreye gidişi,
maddî ve manevî imkânlarla özendirilmelidir. Gönüllü doktor temin edilememesi
durumunda, hiç olmazsa rotasyon uygulamalarıyla, özellikle il merkezlerindeki
tam teşekküllü devlet hastaneleri, her branştan yeteri kadar doktorun mevcut
olduğu sağlık kurumları haline getirilmelidir.
Geri kalmış yörelere gönderilecek doktor ve diğer personele, temininde
güçlük çekilen kamu personeline birkaç kat fazla maaş ödemesinden de asla
kaçınılmamalıdır. Özellikle, Atatürk, İnönü, Fırat, Yüzüncü Yıl ve Harran
üniversitelerine bağlı tıp fakülteleri başta olmak üzere bu üniversitelerimiz,
öğretim üyesi, yardımcı sağlık personeli, tıbbî donanım ve bina açısından
yörenin yükünü çekecek konuma getirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, bölgenin tarımsal durumuna göz atacak olursak,
ülke genelinde tarımsal politikalarımızın gözden geçirilmesi, tabiî ki
kaçınılmazdır; ancak, meselenin, doğu ve güneydoğuda çok daha acil olduğu
ortadadır; çünkü, doğu ve güneydoğuda alternatif istihdam alanları yok denecek
kadar azdır.
Kırsal kesimin, terör dolayısıyla büyük çapta boşalması, büyük şehirlere
ve doğudaki şehir merkezlerine olan göç, tarımsal üretimin düşmesinin en büyük
sebebi olarak gözükmektedir. Özellikle, gıda hammaddeleri ihracatı açısından
çok önemli bir pazarımız durumunda olan Irak’ın, ambargo dolayısıyla devre dışı
kalması, yörenin tarımsal üretimini ciddî şekilde etkilemiştir.
Doğu ve güneydoğu örneğinde, kırsal şehir merkezlerine çok sağlıksız
yığılmalar olmuş, şehirli nüfus, köyde yaşayan nüfusu geçmiştir; ama, bu sefer
şehir merkezleri köyleşmiştir.
Değerli milletvekilleri, özellikle, Doğu Anadolu Bölgesi, 1980’li
yıllara gelinceye kadar, hayvancılık açısından, Türkiye’nin en zengin
bölgesiydi. Sürü hayvancılığının yaygın olduğu bölgede, küçükbaş hayvancılık,
hem Türkiye’yi hem de kısmen komşu ülkeleri besleyecek durumdaydı. Bir
zamanlar, sürülerle canlı hayvan İran, Irak ve Suriye’ye giderken, terörden
sonra, maalesef, tam tersi yaşanmaya başlamış, Türkiye, canlı hayvan ihraç eden
bir ülkeyken, canlı hayvan ithal eden bir ülke haline gelmiştir. Canlı kaçak
hayvan girişi bahane edilerek, doğu ve güneydoğudaki Ağrı, Iğdır, Van, Hakkâri
ve Şırnak vilayetlerinde, 57 nci hükümet tarafından, hayvan sevkiyatına, âdeta
ambargo konulmuştur. İnsanlar, köyden şehre üç beş hayvanını getirip satamaz
hale gelmişlerdir. Terör ortamının yok etme aşamasına getirdiği hayvancılık,
bir darbe de, maalesef, bu uygulamalardan yemiştir. Doğu ve güneydoğuda
hayvancılığın yeniden canlanması için, aşağıdaki tedbirlerin alınmasında fayda
vardır. Buna, özellikle hükümetin dikkatini çekmek istiyorum.
Köye dönüş süreci cazip hale getirilmelidir. Köye dönenlere, devlet
tarafından, mahalline göre, küçük veya büyükbaş hayvan verilmelidir.
Bütün yayla yasakları kaldırılmalı, sürü hayvancılığı teşvik
edilmelidir.
Mera Kanunu bir an önce çıkarılmalı ve meralar ıslah edilmelidir.
Yem bitkilerinin yetiştirilmesi özendirilmelidir.
Yörenin şartlarına uyum sağlayan sığır cinsleri yetiştirilmelidir.
Özel sektörün bölgede yatırım yapması için besicilik teşvik edilmeli,
Van-Et türü entegre tesislerin yaşatılması ve yenilerinin kurulması için
altyapı oluşturulmalı ve özel sektöre teşvik tedbirleri uygulanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, doğu ve güneydoğu vilayetlerinin hemen
hepsinde, ciddî bir enerji problemi mevcuttur. Birçok yerde, elektrik enerjisi,
ev aletlerini bile çalıştıracak durumda değildir. Enerjinin olmadığı yerde,
elbette sanayiden bahsedilemez. Devletin, bölgede büyük sanayi yatırımları
yapması beklenmemelidir; özel sektörün yatırım yapabilmesi için de, başta vergi
muafiyetleri olmak üzere, ciddî teşvik mekanizmasına ihtiyaç vardır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki önemli bir sorun da, 65 000’in
üzerinde olan geçici köy korucularıdır. Aile fertleriyle birlikte sayıları 400
000-500 000 civarında olan, ekonomik alan itibariyle 1 milyondan fazla insanı
ilgilendiren koruculuk sistemi, terörün bitmesiyle birlikte, acaba ne
olacaktır; bu konuda, hükümetin bir planı, programı var mıdır? Koruculuk, bazı
insanlara iş kapısı temin etmektedir; fakat, faydası ile doğurduğu zararlar
karşılaştırıldığında, mutlaka, yeni bir değerlendirmeye tabi tutulması
gerektiği açıktır.
Değerli milletvekilleri, doğu ve güneydoğudaki illerimiz, personel
açısından da mahrum vaziyettedir. Çoğunlukla, batıdaki idareciler, görevden
alındıkları zaman, bu yörelerimize sürülmekte, bölgede kalifiye eleman
istihdamı, böylece, mümkün olmamaktadır.
Ülke genelinde, teknik personelin aldığı ücret bir hayli düşüktür.
Devlet Su İşleri, Karayolları ve Köy Hizmetleri gibi teknik kurumlarda çalışan
mühendisler, işçiler kadar bile maaş alamamaktadır. Bu, Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde, diğer bölgelere nazaran, daha önemli bir konudur. Doğu ve
güneydoğuya gönderilecek teknik elemanların ücretleri çok daha cazip hale
getirilmezse, bu yörelerde çalışacak yeterli sayıda teknik ve uzman elemanı
bulmak mümkün olmayacaktır ve nitekim de yoktur.
Mezraların rasgele yerlerde kurulması ve kuruluş aşamasında devletin
müdahale etmemesi, maalesef, doğru bir olay değildir. Kanaatimizce, ülke
çapında bir iskân politikası çerçevesinde, yerleşim üniteleri, bir bütün olarak
yeniden gözden geçirilmelidir. Yol, su, telefon ve benzeri hizmetler açısından
elverişli olmayan yerlerde köy ve mezra kurulmasına izin verilmemelidir. Bu
konu, hükümet tarafından yeniden gözden geçirilmeli ve düzenlenmelidir.
Terör nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kalan vatandaşlarımızın tekrar
köylerine dönmeleri için bazı girişimler yapıldığı hep söylenir; ancak,
bunların nasıl dönecekleri, eski düzenleri bozulan insanların nasıl
geçinecekleriyle ilgili net bir fikir ve ciddî bir proje yoktur. İşte, bu
plansızlık ve projesizlik, sorunların çözümsüzlüğüne ve sürekli ertelenmesine
neden oluyor. Bu durum da, yeni ve daha büyük sorunların doğmasına sebep
oluyor. Öncelikle, şu veya bu şekilde, köyünü, mezrasını terk etmek zorunda
kalan insanların, gönüllü olarak köye dönmek istemeleri halinde, devlet, bu
insanlara sahip çıkmalı, yıkılan, yakılan, harap olan evlerine karşılık
kendilerine konut edinme imkânı sağlamalıdır. Köye dönmede ciddî, kararlı olan
vatandaşlara, yerine göre hayvan verilmeli, yerine göre de bu insanların
tarımsal üretim yapabilmeleri için gerekli teşvikler uygulanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de, 21 inci Yüzyıl dünyasının önem
verdiği demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, bireyin hak ve
çıkarlarını gözeten, hür teşebbüsün önünü açan, idarede yerelleşmeyi ve
ekonomide özelleşmeyi esas alan ciddî bir yapısal değişim programına ihtiyaç
vardır.
Doğru Yol Partisinin ikinci demokrasi paketi, hem ülkenin kalkınması ve
hem de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi gibi geri kalmış bölgelerin kalkınması
açısından, Türkiye’nin ilk ve en ciddî programıdır.
Bu program çerçevesinde, özellikle eğitim, sağlık, adalet, merkezî
idarenin yeniden yapılanması ve mahallî idarelerin güçlendirilmesi gibi
reformlar, bir bütünlük içerisinde ve peş peşe, bir an önce
gerçekleştirilmelidir. Kısacası, Türkiye’nin, yeniden bir yapısal reforma
ihtiyacı vardır.
Olağanüstü Hal Bölge Valiliği, ekonomik ve sosyal kalkınma açısından,
maalesef, kuruluş amacına uygun olarak bekleneni verememiştir. Esas amacı
ekonomik ve sosyal kalkınma olan Olağanüstü Hal Bölge Valiliği, bu fonksiyonunu
yerine getirmemiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
KEMAL ÇELİK (Devamla) – O
halde, yeni bir düzenlemeye ihtiyaç
vardır.
Bunun yerine, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin kalkınması için,
bölgesel kalkınma müsteşarlığı kurulmalı ve sivil otoritenin inisiyatifinde, bu
müsteşarlık faaliyete başlamalıdır. Yöredeki büyük projeler, kurulacak bu
müesseseler tarafından organize edilmelidir. Genel bütçe imkânlarıyla, bu
bölgemizin kısa vadede ayağa kaldırılması mümkün değildir. O halde, bu bölge
için, gerekirse, özel bir fon ihdasına gidilmelidir; çünkü, bu bölge bizim
bölgemizdir ve bu bizim bölgemizde, elbette, kalkınma için özel fonlar
oluşturabiliriz.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğünün önplanda tutulduğu 21 inci Yüzyıl ve
bilgi toplumu dünyasının etkin ve saygın bir üyesi olmayı hedefleyen Türkiye
Cumhuriyetine, maalesef, bugün, olağanüstü hal uygulaması yakışmamaktadır. Dört
ilde de olsa, artık, bundan sonra, bilgi çağının yaşandığı bir ülkede
olağanüstü hal uygulamasına son verilmelidir.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik.
Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Bitlis Milletvekili
Sayın Zeki Ergezen’de.
Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ben de, Tunceli, Hakkâri, Şırnak, Diyarbakır İllerinde
olağanüstü halin dört ay daha uzatılması ve Van İlinden olağanüstü halin
kaldırılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Grubum adına görüşlerimi
sunmak üzere huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, Van İlinde olağanüstü halin kaldırılması önemli, sevindirici bir
adımdır. Gönül arzu ederdi ki, diğer 4 ilde de olağanüstü hal uygulaması
kaldırılmış olsun. Buna, artık yeter demek lazım. Çünkü, yıllardır, aynı
konuyu, temcit pilavı gibi, ısıtıp ısıtıp önümüze getirmenin bir manası yok. Bu
konuda hiçbir çözüm önerilmeden, bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur
misali, sadece konuşmuş olmak için konuşuyoruz.
Burada, şu anda, sadece iki bürokrat bulunuyor; İçişleri Bakanımız yok;
bu iş, ayrıca, Dışişleri Bakanını ilgilendiriyor, Tarım Bakanını
ilgilendiriyor, Başbakanı ilgilendiriyor; şurada saydığımız zaman, benimle
beraber 74 milletvekili var, Türkiye’nin en önemli meselesi, 30-40 000 insan
hayatını kaybetmiş, binlerce köy boşaltılmış, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü
tartışılır hale gelmiş, 100 milyar doların üzerinde bir kaybımız olmuş... Bu
kadar ciddî bir meselede, sadece grupların temsilcileri çıksın konuşsun, işte,
konuşmuş olmak için konuşsunlar!.. Peki, o zaman, konuşmak çözüm değilse, çare
değilse niye konuşuyoruz, burada niye tartışıyoruz?! Ben inanmıyorum ki,
hükümet, hiçbir konuşmayı dikkate alsın, kale alsın, konuşmaları incelesin,
irdelesin; bu bir.
İkincisi, bu işi ciddiye almanız lazım. Partiler, olağanüstü halle
ilgili görüşmeleri fırsat bilip, bir hafta öncesinden, partilerinden üç beş
kişiyi bölgeye göndermeleri lazım, bölgenin sorunlarını tespit etmeli, onlar
burada konuşulmalı, tartışılmalı; hükümet de, o konuşmalar, o tartışmalar
ışığında, bölgeyle ilgili çözümleri hazırlamalı; paketleri, ona göre
sunmalıdır; yani, laf olsun diye konuşmak, gerçekten, insan fıtratına da
aykırıdır; bıkkınlık da getirdi; millet de itibar etmiyor; artık, milletin de
“işte, konuşuyorlar” laflarını duymaktan da
artık, biz, gına getirmeye başladık.
Burada konuşuluyor. İşte “vatan sağ olsun” deniliyor “vatan sağ olsun”
demekle, vatan sağ olmaz “şehitler ölmez, vatan bölünmez” demekle de vatanın
bölünmez bütünlüğü korunmaz “kahraman” demekle de bu işlere çözüm getirilmez;
bu iş, akıl gereğidir, ilim gereğidir. Bunu bileceksin; otoriteyi, devletin
gücünü, kullanacaksın ve bu işleri çözeceksin.
Hükümetlerimizin ve devletin yanlış uyguladığı politikaların sonucuyla
beraber terörün Türkiye’ye faturası ağır olmuştur; gerek ekonomik yönden
gerekse sosyal yönden, çok ağır bir fatura ödedik ve ödemeye devam ediyoruz.
Terörün açtığı yaralar, kolay kolay sarılacak yaralar değil; bıraktığı izleri
kolay kolay kapatacak değiliz, uzun yıllara gerek vardır. Öyle gözüküyor.
Terör olaylarından dolayı, hükümetlerin ve devletin uyguladığı yanlış
politikalardan dolayı, bölgenin ekonomisi felç olmuştur. Bölge, işsizler yığını
haline gelmiştir. İnsanların psikolojisi bozulmuştur. Köyler boşaltılmıştır;
şehir merkezleri, göçten dolayı, eğitimsiz, işsiz, fakir insanlarla dolup
taşmaktadır. Belediye hizmetlerini yürütmek zor olmuştur. Emekli olan memurlar,
zenginler, batıya göç ediyor. Özel sektör yatırım yapamıyor. Devlet,
özelleştirme politikasıyla da oradaki bazı kurumları kapatmış oldu. Bunların, ayrı
ayrı tartışılması gerekir. Bunlar, ayrı ayrı üzerinde durulması gereken
sorunlardır. Sadece bunlar değil, ABD’nin ve İsrail’in bölgeyle ilgili
projeleri üzerinde durmak gerekir. Kuzey Irak’ı ayrı incelememiz gerekiyor.
Çekiç Güç boyutunu ele almamız lazım. Komşularla ilişkilerimizi irdelememiz,
tartışmamız lazım. Avrupa Biriliğiyle ilgili boyutunu, bizim, burada
tartışmamız lazım ki, kendi ülkemizin sorunlarını kendimiz çözelim; yoksa, bu
işi, Avrupa’ya bırakarak, Amerika’ya bırakarak, İsrail’e bırakarak çözmeye
kalkarsanız, sorunların daha da müzminleşeceğini unutmayın, bunu da, buradan
hatırlatmak istiyorum.
İşin kolay tarafını bulmuşuz. Nasıl olsa terörle mücadeleyi güvenlik
birlikleri yürütüyor, bizim dışımızdaki bazı güçler de, bu işte, bize projeler
sunuyorlar, iyi olur deyip yan yatmak olmuyor. Anaların gözyaşlarının aktığını
unutmayalım. İnsanların sakat kaldığını, cezaevlerinin dolduğunu, insanların
psikolojisinin bozulduğunu, 30 000-40 000 insanın hayatını kaybettiği günleri
unutmayalım. O günleri unutursanız, bugün, çözüm bulmakta zorlanırsınız veya
gereği gibi çözüm bulma gayreti içerisine giremezsiniz.
Bir de, buranın sadece PKK boyutunu düşünüyoruz; hep onu tartıştık, hep
onu konuştuk, hep o boyutunu ele aldık. Daha düne kadar gündemde olan Hizbullah
ile ilgili araştırma önergesini, burada, niye görüşmedik, şahsen merak
ediyorum. Acaba, Umut Operasyonu gibi, ECO toplantısına gitmeyi engellemek
için, o günlerde kullanılmak üzere, bu da rafa mı kaldırıldı? Yoksa izler
kaybolduktan, yoksa deliller ortadan kaldırıldıktan, yoksa ilişkiler
koparıldıktan, sıcaklığını kaybettikten, gündemden düştükten sonra mı, biz, o
araştırmayı burada görüşeceğiz? Çünkü, Hizbullah olayı da, PKK olayı ile
ilişkili, bölgeyle ilişkili ve Türkiye ile ilişkili bir hadisedir. Bunlarda
samimi olmamız lazım, bunun bütün boyutlarını ele almamız lazım.
Bu ülke bizim ülkemiz; başka bir Türkiyemiz yoktur, başka bir Türkiye
Cumhuriyetimiz yoktur; ama, sorunların üzerine gereği gibi gitmiyoruz, hep işi
başkalarına ihale ediyoruz. Sanki, Parlamento, verilen kararların
meşrulaştırılma zemini. Kararlar dışarıda verilecek; biz, burada, geleceğiz,
konuşacağız, parmak kaldıracağız, onu meşru hale getireceğiz veya bu ülkenin
yönetiminde karar verenlerin yanlışlarının kendilerine ulaşmaması için, şamar
oğlanına döndürülen yer olmuş. Bizim, vekiller olarak, ne yetkimiz var; sadece
bir sorumluluk var, sadece ithamlar buraya, sitemler buraya, hücumlar buraya;
ama, kararları başkaları veriyor; Parlamento, partiler veya hükümetin, verilen
o kararları, burada, âdeta, noter gibi tasdik etmekten başka bir icraatının
olmadığını, yıllardır, acı acı görüyoruz; hele, son bir - iki yıldır, bunu, çok
daha acı yaşıyoruz.
Şimdi, kalkınma planları hazırlanıyor. Bölgenin, millî gelirinin 700 -
800 dolar olduğu söyleniyor; kalkınma planlarında özel yerler ayrılıyor, özel
projelerden bahsediliyor; hükümetimiz, paket üstüne paket açıyor; kalkınma
planları raflarda tozlanıyor; hükümetlerin paketlerinin içi boş çıkıyor.
Vatandaş “ya bizi ümitlendirmeyin, elle tutulur gözle görülür işler yapın
veyahut da bizim ümidimizi kırmayın, hükümeti bu konuda tartışır hale
getirmeyin, siyasetçiyi ve siyaseti yıpratmayın; çünkü, bizim ümidimiz yine o
Parlamentodur; ama, o Parlamentodaki partilerden oluşan hükümetler, sözüne
güvenilir olsun, paketlerin içi boş çıkmasın” diyor.
Sözün ehemmiyeti vardır, söz önemlidir bizim milletimiz adına. Bizim
milletimizin kültüründe sözün bir önemi vardır, ahde vefanın bir önemi vardır.
Bir söz veriliyorsa, Başbakanın ağzından çıkıyorsa, bakanın ağzından çıkıyorsa,
bunun, mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Aksi halde, biz, daha değişik
şekilde bunun acılarını çekeriz. Bunu, iyi düşünmemiz lazım, iyi
değerlendirmemiz lazım. Hatta, vatandaş “gölge etme, başka ihsan istemiyorum.
Biz, paket açmaktan vazgeçtik; aş istiyoruz, ekmek istiyoruz, su istiyoruz, yol
istiyoruz; biz, boşalan köylerin halkının geri dönmesini istiyoruz; biz, rahat
bir hayat yaşamak istiyoruz, insan gibi muamele yapılmasını istiyoruz. Ya
verdiğiniz sözleri yerine getirin veyahut, hiç olmazsa, bizim hareketlerimizi
kısıtlamayın ki, biz kendi gücümüzle birtakım işlerimizi halledebilelim, bu
sıkıntılardan kurtulabilelim.” diyor.
Şimdi, olağanüstü halin kaldırıldığı illere bakın; olağanüstü halin
kalktığı illerle kalkmadığı iller arasında ne fark var, uygulama bakımından ne
fark var? Geliyoruz buraya, diyoruz ki “mücavir alan ilan ettik.” Mücavir alan
ilan etmişsin Bitlis İlini, Siirt İlini, Batman İlini; buralarda, uygulama
olarak, Diyarbakır İlinden farklı ne var? Aynı olağanüstü şartlar devam ediyor.
Olağanüstü şartlar devam edecekse, kaldırdık demenin bir anlamı yok. Bunu köklü
bir şekilde çözüp, toptan kaldırmamızda yarar vardır.
Üzülerek söyleyeyim ki, hükümetlerimiz ateşe körükle gidiyor. Hem
olağanüstü bölge diyorsunuz hem kalkınma planlarında özel bir yer veriyorsunuz
hem içi boş paketler açıyorsunuz, olağanüstü bölgede, olağan illerdeki
uygulamalarınızı yapıyorsunuz. Siz, pancar alanına bu bölgede nasıl kota
uygularsınız; siz, tütün alanına bu bölgede nasıl kota uygularsınız?! Hem bu
bölgenin ekonomisinin felç olduğunu söyleyen sizler hem kişi başına millî
gelirin 700 dolar olduğunu söyleyen hükümet hem de kalkacaksın, bu bölgede
pancara kota koyacaksın, tütüne kota koyacaksın!.. Pancardan, tütünden,
buğdaydan başka geliri olmayan bu illerde sen bunu uygulamakla, aslında, ateşe
körükle gidiyorsun.
Bu yetmiyormuş gibi, milletin ucuz akaryakıt kullanmasını engelledin;
Habur Kapısını kapatarak, sınır ticaretini köstekleyerek... Şimdi diyecek ki,
hükümet kanadından birisi “canım, Habur Kapısı çalışıyor.” Habur Kapısının
günde 150 kamyonla çalışması var, günlük 1 700 aracın girip çıkmasıyla
çalışması var. O da Habur Kapısının açık olduğunu gösteriyor, bu da... Habur
Kapısı doğru dürüst çalışsın, vatandaş serbest bırakılsın; vatandaş, getirdiği
mazotu, orada gösterilen şirkete değil, istediği yere verebilsin. Vatandaşın
hürriyetini kısıtlamayın, ucuz petrolü elinden almayın. Nakliyeciyi perişan
ettiniz. Habur Kapısındaki bu uygulamalarınızdan dolayı, Doğubeyazıt
Kapısındaki uygulamalardan dolayı, vatandaş, tarım girdilerini ucuz
karşılarken, bugün, tarım girdilerini, altından kalkamayacağı yüksek fiyatlarla
karşılamak mecburiyetinde kalmıştır.
Hayvancılık ayrı bir sorun. Ben, sözümün başında bilinçli olarak
söyledim; hükümetlerin yanlış uyguladığı politikalar, yıllardan beri uygulamış
olduğu yanlış politikalardan bahsediyorum. Sakın, MHP’li Tarım Bakanımız sözü
üzerine almasın; bütün hükümetleri kastediyorum, bu hükümet de bu işin içine
dahil olmak üzere söylüyorum.
Şimdi, bizim dışpolitikadaki yanlışlığımızdan dolayı, Suriye’yle,
İran’la, Irak’la ilişkilerimiz tuzlu biberli olmuş. Eskiden o bölgelerden
güneye hayvan ihracatı yapılırdı; hayvan ihracatı bundan dolayı yapılamıyor.
Suriye’den ve Irak’tan geçiş yok. Denizyoluyla da arzu edilen ihracatı yapmak
mümkün olmadı; bir de buradan darbe yedik. Yaylalar yasak olduğu için
hayvancılık yapamıyoruz. Hükümetlerin hayvancılıkta izlemiş oldukları yanlış
politikalardan dolayı hayvancılık felç oldu. Sen, hayvancılığı felç edeceksin,
Habur Kapısını kapatacaksın, pancara, tütüne kota koyacaksın, ucuz akaryakıtın
önüne geçeceksin “ben, bölgenin ekonomisini düzeltmek istiyorum” diyeceksin! Bu
ikilemden ne zaman kurtulacak hükümetlerimiz, aldatmaktan ne zaman kurtulacak?!
Sen bırak paketleri, millet kendi yağıyla kavrulsun; İran kapısı, Irak kapısı
çalışsın; bak, bu milletin ekonomisi nasıl düzelecektir.
Şimdi, bunlar yetmiyormuş gibi, bir de, Urfa’da, Birleşmiş Milletler
Teşkilatına bağlı GAP Girişimcileri Destekleme Merkezi kuruluyor. Bu merkez,
İsrail, ABD, Hollandalı işadamları ile Türk işadamlarını bir araya getiriyor ve
bölgeye yabancılar hızlı bir şekilde yerleşiyor. Mardin’de de bu merkezin bir
şubesi kurulacak. İsrail, tohumlama merkezini kurma çalışmalarını hızlı bir
şekilde yürütüyor. Araziler, çok ucuz bir şekilde, vatandaşın ekonomik gücünden
yararlanılarak yabancılara satılıyor. İsrail, âdeta, o bölgeyi, Asya’ya ve
Avrupa’ya uzanacak kapı olarak kullanıyor ve tedarik merkezi oluşturuyor,
Amerika’nın da şubesi oluyor.
Zahmeti benim, meşakkati benim, benim kanım akmış, benim gözyaşım akmış,
GAP’ın borcu benim, külfeti benim, nimeti ise yabancıların!.. İsrailliye,
Amerikalıya, Hollandalıya, acaba, hangi pazarlığın karşılığında, GAP bölgesi,
altın tepsi içinde sunuluyor? Ben, bunu Parlamentonun dikkatine sunmak
istiyorum. Onun için bölgeyi gezin diyorum. Onun için, GAP’a gidin, doğuya
gidin, güneye gidin, Irak kapısına gidin; gitmeden, görmeden bunları tespit
etmek, araştırmadan bunları bilmek mümkün değil. Evet, yabancılar o bölgede cirit
atıyor. Amerika Dışişleri Bakanı geldi, kendi eyaleti gibi gezdi. Yanında da
bir vali mi var, yanında da bir bürokrat mı var?! Nereye gitti, kiminle
görüştü, kime göz kırptı? Siz, bunları görmüyor musunuz? Bunlarla ilgili
tedbirleri almanız gerekmiyor mu?
EROL AL (İstanbul) – Niye bağırıyorsun?!.
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Tabiî, bu acıları siz de hissetseniz, belki,
sesiniz biraz daha fazla çıkacaktır.
Şimdi, Türkiye’de, terörden yediğimiz darbe yetmiyor, hükümetlerin
açtıkları paketlerin içinin boş çıkması yetmiyor; petrol boru hattını
kapatacaksın, Habur Kapısını kapatacaksın, GAP’ı da, sen, kalkıp birilerine
peşkeş çekeceksin. Acaba, yani, hangi aşkımız bize bu yanlışları yaptırıyor?
Neyin karşılığında yaptırıyor? Niçin hükümet olunuyor? Sırf, Habur Kapısını
kapatmak, petrol boru hattını kapatmak, GAP’ı birilerine peşkeş çekmek için mi
hükümet olunuyor? Yani, hükümet olmanın bir anlamı vardır; millet için hükümet
olunur, milletin menfaatları düşünülür.
Biz, demin, sözümüzün başında dedik ki, efendim, bu işin komşularla olan
ilişkileri vardır, Kuzey Irak’la ilgili olan boyutu vardır, Avrupa’yla ilgili
olan boyutu vardır, ABD’nin ve İsrail’in yönlendirmesiyle, telkin ve
teklifleriyle uygulanmak istenen projeler vardır.
Şimdi, siz “Amerika’nın, İsrail’in dostları, bizim dostumuz,
Amerika’nın, İsrail’in düşmanları bizim düşmanımız” demek mecburiyetinde
misiniz? Size ne yararı vardır? Ambargonun bize ne yararı olmuştur? Petrol boru
hattının kapatılmasının bize ne yararı olmuştur? ECO toplantısına gitmemenin,
bize ne yararı olmuştur? Kuzey Irak’ın bölünmesinin, bizim ülkemiz adına, ne
yararı olmuştur? Amerika’nın, İsrail’in yararı olmuştur; ama, Türkiye’nin
hiçbir yararı olmamıştır. Biz, ABD ile İsrail’le iyi geçinmek için, ille
onların dostlarıyla dost, ille onların düşmanlarıyla düşman olmak
mecburiyetinde değiliz. Biz, ülkemizin çıkarlarını düşünmek mecburiyetindeyiz.
Biz, bu bölgenin sorunlarını, bu bölge ülkeleriyle ancak çözebiliriz; çünkü,
aynı sorun Suriye’de vardır, aynı sorun İran’da vardır, aynı sorun Irak’ta
vardır. Bu bölgenin sorunları, bu bölgenin insanı, bu bölgenin ülkeleriyle
ancak çözülebilir. Yoksa, dışarıdan dayatılan projelerle, tekliflerle,
yönlendirmelerle, bu problemleri çözmek mümkün değildir.
Bakınız, şu anda, herhalde hükümet farkına varmış ki, Amerika Birleşik
Devletleri, seçimler yaklaşınca Irak’ı bombalamayı hızlandırdı; ama, diğer
taraftan da, el altından, İran’la, Irak’la ilişkilerimi nasıl düzeltirim diye
çeşitli yolları denemektedir. İsrail’le Ürdün’de kurulan serbest bölgeyle
Amerika’nın menfaatları buradan temin ediliyordu; gerekli ticaret buradan
yapılıyor. Kendileri bu yolu kullanırken, Ürdün’e hiçbir şey söylemezken, bu
bölgeyi kullanırken, bizim, bu bölgeyle ticaret yapmamızı engelliyorlar.
1989’lara kadar, bizim, bu bölgelerle, bölge ülkeleriyle ihracatımız
yüzde 46’lara varmışken, bugün, yüzde 10’lara inmiştir. Zaten yapmak
istedikleri budur, hedefleri budur. Senin bu bölgelerle olan menfaatını kesip,
kendi menfaat hanelerine ne yazabiliriz diye bunu düşünüyorlar, bunu
planlıyorlar. Zaten güneydoğudaki PKK olayının arkasında da, Türkiye’nin
dışında, Türkiye’nin büyümesini istemeyen, güçlü bir Ortadoğu devleti olmasını
istemeyen, Ortadoğu ülkeleri üzerinde Türkiye’nin hâkimiyet kurmasını
istemeyenlerin ortaya attığı bu proje vardır ve destekledikleri bir projedir;
onların ürünüdür. Yoksa, bizim milletimiz, hiçbir zaman için ayrılık gayrılık
düşüncesinde değildir.
Osmanlı yıkıldığı zaman bütün kavimler kendi devletlerini kurmak için
uğraşırken, o bölgenin insanları, Türkiye’yi kurtarmak için, Osmanlı’yı
kurtarmak için cepheden cepheye koşan insanlardır; çünkü kültürleri, çünkü
inançları, çünkü imanları, çünkü örfleri, çünkü âdetleri ve gelenekleri bunu
gerektiriyor. Biz, kardeş bir milletiz. Bizim birlik ve beraberliğimiz
gerekiyor. Bizim, birbirimize ancak faydamız vardır. Halkımız bunun bilinci
içindedir. Halkımız diyor ki: Biz devletteniz; biz sizdeniz; yeter ki, siz,
bizi kendinizden görmeye çalışın; el atın; problemlerimizi, sıkıntılarımızı
çözmeye çalışın. Terörü bir daha yaşamak istemiyoruz; terörden çektiğimiz
sıkıntılar, bizi gerçekten çok gerilere götürmüştür. Bu oyunu oynayanlar
başkasıdır. Bu oyunu oynayanların oyununu bozmak da devletin görevidir,
hükümetlerin görevidir. Bu bölge üzerinde kumar oynayanların kimler olduğunu
görmek, gerekli tedbirleri almak, elbette ki, hükümetlere düşer. Hükümetler,
âcizlik yeri değildir. Hükümet, şikâyetçi olamaz. Devlet, şikâyetçi olamaz.
Şikâyetçi olan halk olur. Halkın şikâyetlerini, hükümet ile devlet dikkate
alır. Bu şikâyetler doğrultusunda sorunlarını çözer, problemlerini çözer.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlar mısınız efendim...
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Bu konuyla ilgili, ben, sözlerimin başında
söyledim; sadece, burada “terör var; kahrolsun terör, kahrolsun PKK” demekle,
bu işlerin çözülmeyeceğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum.
Ekonomik paketleri, ekonomik programları kitaplara, sayfalara yazıp,
raflara kaldırmanın da çare olmadığını... Bizzat, fiilî olmak lazım, harekete
geçmek lazım, icraat yapmak lazım, samimî olmak lazım, komşularımızla
ilişkilerimizi en üst düzeye çıkarmamız lazım. Biz, başkalarının dostlarını,
dost; başkalarının düşmanlarını, düşman kabul etmek mecburiyetinde değiliz.
Bunun, bize bir yararı yoktur, zararlarını görüyoruz. İşte, sonucu orta
yerdedir, ekonomik faturası orta yerdedir.
Temenni ediyoruz, hükümetlerimiz bunları dikkate alır. Herhalde,
hükümet, bazı şeyleri görmüş olmalı ki, Irak’ta büyükelçilik açma çabası
içinde. Geçen gün de, Dışişleri Bakanlığından bir temsilcimiz “artık, Kuzey
Irak’taki yatırımlara Irak’ın el atması lazım” diyor ve dolayısıyla, bazı
şeyleri hissediyor; çünkü, ABD’nin bu bölgedeki projelerinin farkında olmuş
olması lazım. Eğer farkında olmazsanız... Demin, arkadaşımızın birisi, İsrail
Kuzey Irak’tan bahsetti. Bu laflar, televizyonlarda tartışılıyor,
açıkoturumlarda konuşuluyor, gazeteler yazıp çiziyor “ikinci İsrail” deniliyor
“orta İsrail” deniliyor. İsrail devletinde doğu ve güneydoğuyla ilgili çıkan
yazıları çok iyi tahlil etmemiz lazım. Amerika’da bu konuda Siyonist yazarların
yazılarını çok iyi okumamız lazım. Nedense, ABD’li ve İsrailli yazarların
ülkemiz aleyhindeki konuşmaları, hiç bu Meclis kürsüsüne getirilmedi. Sadece,
taşeronluk görevini üstlenmiş olan Suriye ile birkaç Avrupa ülkesi gündeme
getirildi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayın efendim...
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Onların yazılarını incelediğimiz zaman, en tehlikeli adımları onların attıklarını,
onların projelerinin hayata geçirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Onun için,
dostumuzu düşmanımızı iyi tanımamız lazım. Sayın Clinton’un, gelip burada
konuşurken, iki tane devleti hedef göstererek bizi oraya yönlendirmesine
aldanmamamız lazım. İran’la da dost olmak mecburiyetindeyiz, Suriye’yle de dost
olmak mecburiyetindeyiz. Bir defa değil, bin defa gitmeliyiz bu ülkelere. Bu
ülkelerle ilişkilerimizi düzeltmek mecburiyetindeyiz.
BAŞKAN – Toparlayın efendim...
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Çünkü, komşuyuz; çünkü, beraber yaşayacağız.
Tarih birliğimiz vardır, dil birliğimiz vardır, kültür birliğimiz vardır.
Saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şimdi söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Mehmet Pak’ta.
Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET PAK (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 5 ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin 30 Temmuz 2000
tarihinden itibaren, 1 ilde kaldırılmasına, diğer 4 ilde dört ay süreyle uzatılmasına
ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi adına söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, terörle mücadele sırasında kaybettiğimiz şehitlerimize Cenabı
Allah’tan rahmet, gazilerimize acil şifalar ve şehit ailelerimize de sabırlar
diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin malumları olduğu üzere,
Anayasamızın 120 nci maddesine binaen, Anayasayla kurulan hür demokrasi
düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın
şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları
sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı
başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü
aldıktan sonra, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi
altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilmektedir. Meclis, Bakanlar
Kurulunun istemi üzerine, bu süreyi, dört ayı geçmemek üzere uzatabilmektedir.
Anayasanın bu hükmü doğrultusunda, 14 Temmuz 1987 tarihinde çıkarılan
285 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, Diyarbakır İl merkezi olmak üzere,
Bingöl, Van, Hakkâri, Siirt, Mardin, Elazığ ve Tunceli OHAL kapsamına alınmış
ve Adıyaman, Bitlis ve Muş İlimiz ise, mücavir il statüsünde kalmıştır.
Bugüne kadar 40 kez süresi uzatılan OHAL uygulaması, huzur ve güven
ortamına kavuştuğu düşünülen bazı illerimizde kaldırılmış; en son, 30 Mart 2000
tarihinden geçerli olmak üzere, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak, Tunceli ve Van’da
dört aylığına uzatılmış; 6 ilimiz ise mücavir il statüsüne alınmıştır. Bugün
görüşmekte olduğumuz tezkerede ise, Van İli OHAL kapsamından çıkarılmakta ve
OHAL’in geçerli olacağı iller 4’e indirilmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bundan önce, Meclisimizde yapılan
olağanüstü halin uzatılması görüşmelerinde, her defasında, bundan sonra olağanüstü halin tümüyle kaldırılması
temennisinde bulunulmuş; ancak, bu sonuca ulaşmak mümkün olamamıştır. Elbette
ki, hepimizin gönlünde yatan, OHAL’in bir an önce kaldırılması ve bölgede,
olağan yönetim usullerinin uygulamaya konulmasıdır. Ancak, OHAL’in
kaldırılabilmesi için, bölgedeki şartların olağan hale gelmiş olması gerekir.
Olağan yönetim usulleri, ancak, olağan şartların bulunduğu mahallerde mümkün
olabilir. Şartların olağanüstülüğü, doğal olarak, beraberinde olağanüstü
yönetim usullerini de getirir.
Bölgedeki şartların olağana dönüp dönmediğini görmek için, sizlere bazı
istatistikî bilgiler vermek istiyorum: Kuzey Irak’ta yapılanmasını
gerçekleştiren PKK terör örgütü, ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesinde millî
bütünlüğümüze kastedici eylemlerine, 15 Ağustos 1984 tarihinde gerçekleştirdiği
Eruh ve Şemdinli saldırılarıyla başlamış olup, bu saldırılarını zaman içinde
artırmış ve bazı ülkelerden aldığı destek ölçüsünde güçlenmiştir. OHAL
uygulamasının başladığı 1987 yılına kadar sınırlı kalan örgüt, bu yıldan sonra
gözü dönmüş bir şekilde terör vahşetini yaymaya başlamıştır. Olağanüstü hal
uygulamasının başladığı 1987 yılında Türkiye genelindeki terör olayları sayısı
570 iken, bu sayı 1988 yılında 779’a, 1989 yılında 1 969’a 1990’da 2 742’ye,
1991’de 4 445’e, 1992’de 5 678’e, 1993’de 6 956’ya yükselmiş ve 1994’te düşüş
eğilimine girmiştir. 1994’te 6 596 olan terör olayları sayısı, 1995’te 4 561’e,
1996’da 4 424’e, 1997’de 2 915’e, 1998’de 2 576’ya düşmüştür. 1999’da 3 242
olan terör olayları sayısı, bu yılın ilk altı ayında 776 olarak
gerçekleşmiştir.
Yıllar itibariyle, ölü ele geçirilen terörist sayısına bakıldığında, şu
rakamları görüyoruz: 1987 yılında ölü ele geçirilen terörist sayısı 106 iken,
bu sayı 1994 yılında 4 111’e, 1999’da 1 017’ye düşmüştür. Bu yılın ilk altı
ayında 182 ölü terörist ele geçirilmiştir.
Ölen masum vatandaşlarımızın sayısına bakıldığında, 1987 yılında 245
kişi hayatını kaybederken, bu sayı 1993 yılında 1 549’dur.
1994 yılında 42 polis, 793 askerimiz şehit olmuş; bu yılın ilk altı
ayında 8 polis ve 19 askerimiz şehit olmuştur.
1987 yılında 15 geçici köy korucusu şehit olurken, 1994’te bu sayı 263’e
yükselmiş, bu yılın ilk altı ayında hiçbir geçici köy korucusu şehit
olmamıştır.
Yıllar itibariyle, çıkarılan af kanunlarından yararlanan bölücü örgüt
mensuplarını incelediğimizde, şu rakamları görmekteyiz:
Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; terör örgütünün çözülmekte
olduğunun ve terör olaylarının bitmekte olduğunun göstergesi olarak, sizlere,
son olarak, pişmanlık kanunlarından faydalanmak isteyen bölücü örgüt
mensuplarının sayıları hakkında istatistiksel bilgi vermek istiyorum: 11.6.1985
tarihli Pişmanlık Kanunundan 11.6.1987 tarihine kadar geçen iki yıllık süre
içerisinde, 120 bölücü örgüt mensubu faydalanmak üzere başvurmuş. 30.12.1988
tarihli Pişmanlık Kanunundan faydalanmak için, 30.3.1991 tarihine kadar geçen
iki yıl üç aylık sürede, 439 örgüt mensubu başvuruda bulunmuştur. 26.11.1992
tarihli Pişmanlık Kanunundan, 28.2.1995 tahinine kadar geçen, yine, iki yıl üç
aylık sürede, 996 başvuru olmuştur. 28.2.1995 tarihli Pişmanlık Kanunundan,
yararlanmak için, 28.8.1999 tarihine kadar geçen yaklaşık dört yıllık sürede, 1
267 başvuru gerçekleşmiştir. Son olarak, 29.8.1999 tarihli Pişmanlık
Kanunundan, bugüne kadar geçen sekiz aylık sürede, 615 bölücü örgüt mensubu
yararlanmak üzere başvurmuştur. Bu son rakam, geçmiş yıllarla
karşılaştırıldığında, 4 katına varan bir artışı ifade etmektedir.
Bu istatistikî verileri artırmak mümkün; ancak, bütün veriler, tek bir
gerçeği göstermektedir: 1987 yılında tırmanmaya başlayan terör olayları,
1993-1994 yıllarında doruğa ulaşmış ve bu yıllardan sonra, düşüş eğilimine girmiştir.
İçerisinde bulunduğumuz ilk altı aylık dönemde belirgin bir düşüş eğilimini
görmek mümkünse de, maalesef, olayların ve dolayısıyla da kayıpların
bitmediğini görmekteyiz. Ancak, olayların giderek azalma eğiliminde olması,
sevindirici ve ümit vericidir.
PKK terör örgütü elebaşı Öcalan’ın, 16 Şubat 1999 tarihinde Kenya’da
yakalanarak ülkemize getirilmesini müteakip, terör olaylarının kaynağı kurumaya
yüz tutmuş ve yeni terör odakları canlanmaya başlamıştır. Olağanüstü hal
bölgesi ve diğer illerde PKK terör örgütünün zayıflamaya başlamasıyla, bu
örgütle işbirliği içerisinde bulunan birçok kanlı eylem ve faili meşhul olayı
gerçekleştiren ve güvenlik güçlerimizin başarılı bir operasyonuyla çökertilen
Hizbullah terör örgütü, DHKP-C, TKP-ML ve TİKKO gibi yasadışı sol örgütler
yoğun bir şekilde faaliyet göstermeye başlamışlar. Bu olaylardan biri biterken
diğerinin başlaması, ülkemiz üzerinde Sevr’den beri çirkin planları bulunan
çeşitli devletlerin hesaplaşmalarını henüz tamamlamadıklarını göstermekte. Bunun
için ülkemizin içinde bulunduğu birtakım ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar
istismar edilerek, çeşitli adlar altında, ülkemizin bölünmesi yolunda çeşitli
ve çok sayıda senaryo sahneye konulmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terör olaylarındaki bu
gelişmeler, terör örgütlerinin destekçileri ve bu destekçilerin planları göz
önünde tutulduğunda, sağlıklı bir güven ortamı temin edilmeden terörle
mücadeleye son vermenin sakıncaları ortadadır. Ülkemizin ve milletimizin
bölünmez bütünlüğüne yönelik bu ciddî tehditler karşısında hassas olunması
gereği çok açıktır. Bütün bu tehditleri görmezden gelerek, terör örgütü
elebaşısının yakalandığı ve terör olaylarının azalmakta olduğu gerçeğinden
hareketle terör mücadelesini bırakmak, ileride ummadığımız sıkıntılara yol
açabilir. O halde yapılması gereken nedir; yapılması gereken, tek bir noktaya
sığdırarak önlem alınırsa, sorunun kökünden çözümü imkânsız. O halde, yapılması
gereken, çok yönlü bir perspektiften olayları gözleyip, yerinde ve zamanında kararlar
almaktır. İlk olarak, terörün iç ve dış kaynaklarının kurutulması gerekmekte.
57 nci cumhuriyet hükümeti, bu amaçla yoğun bir diplomatik trafik başlatmış
olup, kararlı tutumunu ve haklılığını bütün dünyaya gösterme yoluna gitmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, devam edin.
MEHMET PAK (Devamla) – Bu yöndeki çabalar önemli başarılar sağlamış
olmasına rağmen, halen devam etmekte. Yine, örgütün iç desteklerinin
kurutulması için, Devlet İhale Kanununda ve Terörle Mücadele Kanununda
yapılması öngörülen değişikliklerle yasal önlemler alınmaya çalışılmaktadır.
İkinci olarak, terör olaylarının arka yüzünde, bölge insanının yaşadığı
ekonomik sıkıntılar yatmakta. Bilindiği gibi, terör, her zaman, ekonomik yönden
geri kalmış, eğitim imkânları kısıtlı bölgelerde taban bulabilmekte ve çok
kolay örgütlenmektedir. Terör örgütleri, başka bölgelerimizde de bulunan bu
ekonomik sıkıntıları kullanarak önemli bir yandaş kitlesi toplamış ve bu güçle
eylemlerini sürdürmüşlerdir. 57 nci cumhuriyet hükümeti, bu konuda da gerekli
tedbirleri almakta olup, bölgede bir kalkınma hamlesi başlatma
kararlılığındadır.
Hükümet, bu terör zeminini ortadan kaldırmak, olağanüstü hal
uygulamasına bir an önce son vermek ve bölgedeki insanımızı üretken hale
getirmek için, gerekli istihdamı yaratacak projelerin hazırlanması konusunda
çalışmalarına titizlikle devam etmekte. Bunun neticesinde de, son dönemde,
terörle mücadale ve ekonomide aldığı önemli tedbirler sonucu, devlet ile millet
arasında önemli bir güven ortamı oluşmuş, bu güven ortamının devamı ve
toplumsal refah düzeyini yükseltmek için, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerimizde ekonomik kalkınmayı sağlayacak çalışmalar da yürütülmektedir.
Eğitim ve sağlık hizmetlerinde sağlanan iyileştirmenin yanında, bölgede
çok büyük bir potansiyele sahip tarım ve hayvancılık alanında, bölgenin ve
ülkenin kalkınmasında çok önemli katkılar sağlayacak olan çalışmalar uygulama
aşamasına gelmiş; yine, bölgede sınır ticareti imkânı artırılarak, bölge
ekonomisinin canlandırılmasına çalışılmaktadır.
Üçüncü olarak, alınacak güvenlik önlemleriyle, zora başvurma yöntemini
kullanan terör örgütlerine anladıkları dilde cevap vermek gerekmektedir. Bunun
için de, olaylar tehdit boyutundan çıkıncaya kadar olağanüstü yönetim
usullerini kullanmaktan başka çare bulunmamaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasamızda, demokratik laik ve
sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanmış Türkiye Cumhuriyeti, hukukun
üstünlüğünü benimsemiş bir devlet olarak, elbetteki, vatandaşlarını, olağandışı
yönetim biçimleriyle idare etmeyi istemez; ancak, anayasal düzenimizin, üniter
devlet yapımızın, ülke ve milletimizin bölünmez bütünlüğünün tehlikede olması,
milletin huzur ve güvenliğiyle, vatandaşlarımızın hak ve özgürlerinin tehlikede
olması durumunda, bunların korunması için, olağanüstü hal gibi demokratik
ülkelerde bulunması mümkün olan anayasal yönetim biçimlerinin uygulanması
kaçınılmaz olmaktadır. Bu uygulama, ancak, koşulların olağanlaştığı konusundaki
işaretlerin güçlü olması durumunda kaldırılabilecektir ki, yukarıda size
aktardığım istatistiksel veriler henüz bu şartların oluşmadığını
göstermektedir.
Bütün bu nedenlerle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, olağanüstü
halin dört ay daha uzatılmasının, ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğü
açısından yerinde olacağını düşünmekteyiz. Bu uzatmanın son uzatma olması
temennisiyle, Grubum ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Pak, çok teşekkür ederim, sürenizi azamî kullandığınız
için efendim. İktidar milletvekilleri, tabiî böyle yapıyor.
Anavatan Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Turhan Tayan,
buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU BAŞKANI TURHAN TAYAN (Bursa) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; olağanüstü halin 30 Temmuz 2000’de saat 17.00’den geçerli
olmak üzere, Van İlinde kaldırılmasına, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli
illerinde ise dört ay süreyle uzatılmasına dair hükümet tezkeresi üzerinde
Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; Yüce
Meclisi, Grubum ve şahsım adına, saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, olağanüstü hal, Anayasamızda 119, 120 ve 121 inci
maddelerde düzenlenmiş olup “Olağanüstü Yönetim Usulleri” başlığı altında
toplanmıştır. Buna göre, olağanüstü haller, tabiî afet ve ağır ekonomik bunalım
sebebiyle olağanüstü hal ilanıyla şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu
düzeninin ciddî şekilde bozulması sebepleriyle olağanüstü hal ilanı olarak
öngörülmüştür.
Anayasal dayanağı olan Olağanüstü Hal Kanunu, şiddet olaylarının
yaygınlaşması ve kamu düzenimizin ciddî şekilde bozulması halinde, vatandaşlar
için getirilecek yükümlülükleri ve Anayasamızın 15 inci maddesindeki ilkeler
doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı, nasıl
durdurulacağı ve olağanüstü halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle
ele alınacağı, kamu görevlilerine ne gibi yetkiler verileceğini ve olağanüstü
yönetim usullerini belirlemiştir. Bu demektir ki, olağanüstü hal yönetimi anayasal
bir uygulamadır. 21 inci Yüzyıla girdiğimiz şu günlerde ülkemiz güneydoğu
bölgesinde uygulanan bu yönetim biçiminin hukukî olmadığı iddia edilemez.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin bu bölgesinde onaltı
yıldır devam eden bölücü teröre karşı, devletimiz, büyük bir mücadele
vermiştir. Devletimiz, son otuz yılında, anarşi ve terör belasıyla karşı
karşıya kalmış ve ülke ve millet bütünlüğünü koruyabilmek, devletin bölünmesine
mani olmak için, zaman zaman, olağanüstü yönetim usullerine başvurmuştur. Bu
yönetim usulleri anayasaldır, hukuk devleti anlayışına uygundur; ancak, ideal
yönetim usulleri değildir; adı üzerinde, olağan değil, olağanüstüdür,
savunulması güçtür; ancak, şartlar gerektirdiğinde de kaçınılmaz olmaktadır.
Devlet, kendini koruyacak mekanizmalara sahiptir ve sahip olmalıdır.
Olağanüstü hal yönetimleri, hem yönetenlere hem yönetilenlere sınırlamalar
getirir; fedakârlık ve mahrumiyet gerektirir; kimse, olağanüstü hali istemez.
Dileğimiz, bu yönetim biçiminin son bulmasıdır. Olağan yönetimin havasını
teneffüs etmek, ülkenin her köşesindeki vatandaşın en tabiî hakkıdır. Vatandaşı
korumak için, millet için var olan devleti yaşatmak ve kamu düzenine saygılı
olmak her vatandaşın ödevidir. Devletin sebebi hikmeti de, vatandaşın can ve mal
güvenliğidir.
Terörle mücadele, dünya gündeminin önemli bir yerini tutuyor. Terör,
uluslararası boyut kazanmıştır. Terörle mücadele, uluslararası işbirliğini
zorunluluk haline getirmiştir. Görülmüştür ki, dış destek bulmadan terörün
hedefine varması mümkün değildir. Terörün dış desteği de, uluslararası
anlaşmalarla ve dostane yaklaşımlarla kesilebilir. Hasmane yaklaşımlar ise,
terörü sadece besler. Türkiye, bu alanda, son yıllarda, belli oranlarda dostane
dış desteği sağlayabilmiştir.
1984’ten itibaren terör örgütü dış destek bulurken, 1990’lı yılların
başından itibaren bu destek azalmış, tersine dönmüştür. Günümüzde ülkelerarası
mücadele, cepheden saldırı, kuşatma ve işgal yerine, içerden çökertmeye
yönelmiştir. Ancak, görülmüştür ki, bu yol, çıkar yol değildir. Terörü besleyen
ve destekleyen ülkelerin ellerindeki bombalar, taşıyanları ergeç tahrip
etmiştir; çevremiz, bu örneklerle doludur.
Üzülerek gördük ki, 1984’ten bu yana, ülkemizde bölücü terör örgütü kan
dökmüştür. Devletin görevlisine, polisine, askerine; devletin öğretmenine,
mühendisine, okuluna, dozerine, barajına, çoluk çocuk demeden vatandaşlarımıza
çekinmeden ateş edilebilmiştir. 5 500’ü şehit olmak üzere, toplam 30 000
vatandaşımız canını kaybetmiş, bir o kadarı da yaralanmıştır.
Değerli milletvekilleri, güvenlik kuvvetlerimiz, dün olduğu gibi, bugün
de, bölücü akımlara ve her türlü teröre karşı kararlı mücadelesini hukuk
kuralları içerisinde sürdürmektedir ve sürdürecektir. Yürütülen bu özverili ve
başarılı mücadele, kesin sonuç alınıncaya kadar mutlaka sürdürülecektir.
Ülkemizin birlik ve bütünlüğüne yönelik dış destekli bölücü terör örgütüne
karşı Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde yapılan mücadelede elde edilen başarı ve
sağlanan huzur ortamı hepimizin malumudur. Bölücü terör örgütü, güvenlik
güçlerimizin azimle sürdürdüğü başarılı ve disiplinli mücadele sonucunda
etkisiz hale getirilebilmiştir; ancak, bölgedeki terör tehdidinin tam olarak
ortadan kalktığını söylemek için henüz vakit erkendir. Bölücü terör örgütünün
değişen ve gelişen şartlara göre terör eylemlerine yönelme ihtimali vardır.
Nitekim, daha geçen hafta Hakkâri’de 11 terörist ölü olarak ele geçirilmiş,
güvenlik güçleri 1 şehit ve 1 de yaralı vermiştir.
Türkiye, geçmişin acılarını unutmamalıdır; bugün gelinen noktadan dolayı
rehavete düşülmemelidir; ancak, yeni bir sayfa da mutlaka açılmalıdır. Kapsamlı
bir değerlendirmeye ihtiyacımız var. Bu değerlendirmeyi isabetle yapmamız
halinde doğru sonuçlara varabiliriz. Acıların tekrarlanmaması için alınması
gereken çokyönlü önlemler tespit edilerek, uygulamaya konulmalıdır. Terör,
mantar hastalığı gibidir; sabırlı ve bilinçli mücadele ister, bittiğini
zannedersiniz, ummadık bir an hortlayabilir; nedenlerini bilerek, uygun ortamı
mutlaka yok edilmelidir.
Değerli milletvekilleri, güvenlik güçlerimizin bölücü akımlara ve her
türlü teröre karşı mücadelesi sürerken, 57 nci cumhuriyet hükümeti programında
yer alan terörün iç ve dış kaynaklarını kurutacak ekonomik ve sosyal önlemlere
dönük çalışmalar da sürdürülmektedir. Bu amaçla, bölgenin temel geçim kaynağı
hayvancılığı geliştirmeye ve desteklemeye yönelik çalışmalar sürdürülmekte,
meraların tespit, tahdit, tahsis ve ıslah çalışmaları da devam etmektedir.
Öte yandan, hükümet programında yer alan eğitim, sağlık ve diğer
alanlardaki çalışmalar yürütülürken, bölge insanını, vatandaşlarımızı
kucaklayacak, onları üretken hale getirecek, istihdam yaratacak projeler
hazırlanmakta, terör nedeniyle yarım kalan yatırımların tamamlanması için de
gerekli tedbirler alınmaktadır. Behemehal, eğitimde özel bir projeye zaruret
vardır.
Ayrıca, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgeleri başta olmak üzere,
güvenlik dahil, çeşitli nedenlerle köylerinden ayrılan ailelerden gönüllü
olarak geri dönmek isteyenlere, kendi köyleri civarında veya arazisi müsait
başka yerlerde iskân imkânı sağlanarak, bunlar için gerekli olan sosyal ve
ekonomik altyapının tesisini amaçlayan köye dönüş ve rehabilitasyon projeleri
de uygulanmaya devam edilmelidir.
GAP İdaresi ve diğer kurumlarca bölgeye dönük değişik projeler üzerinde
çalışılmakta ve uygulamaya konulmakta, bölge için getirilen teşvik
tedbirlerinden yararlanan yatırımcıların teşvik imkânlarının bu bölgede
kullanılmasını sağlayacak çalışmalar da sürdürülmektedir.
Artık, Türkiye Büyük Millet Meclisinde uzatma tezkereleri yerine,
kalkınma projelerinin somut sonuçlarını görüşmeliyiz; “yapılacaklar” yerine,
“yapıldı” diyebilmeliyiz. Ekonomik ve sosyal çarkların döndüğünü görmek
istiyoruz.
Türkiye, bölgesi ve tarihi itibariyle çok stratejik bir konuma sahiptir;
tarih boyu içeriden ve dışarıdan rahatsız edilmiştir. Türkiye, bu tür
saldırılara karşı daima hazırlıklı olmaya mecburdur. Uzun vadeli konseptler
geliştirmeye mecburuz.
Terör olaylarında önemli bir düşüş vardır; ancak, terör bitmiş değildir.
Tarihin hangi sayfasında Türkiye’nin önüne hangi senaryolar konulacaktır,
bilinmez; hazırlıklı olmalıyız, hassas bölgelerimizi yeniden değerlendirmeye
almak zorundayız.
Yaraların sarılması, sosyoekonomik program ve projelerin uygulanması
kaçınılmazdır. Yörede yaşayan vatandaş, devletin müşfik elini hissetmelidir.
Teşhis, tespit ve tedavi konusunda hata yapma lüksümüz asla yoktur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 10 Temmuz 1987 yılından bu yana 39
kez uzatılan olağanüstü hal, bugün, Yüce Meclisin kabulü halinde 40 ıncı kez
uzatılmış olacaktır maalesef. Dokuz il ile başlayan OHAL yönetimi, 1988’de
İstanbul’dan, 1996 yılında Mardin İlinden, 1997 yılında ise Batman, Bingöl,
Bitlis İllerinden, 1999 yılında ise Siirt İlinden kalkmıştır. Bu defa
görüşülmekte olan tezkereyle, Van İli olağanüstü hal yönetimi dışına
çıkarılmaktadır. Bu gelişmeler sevindirici ve önemlidir. Ülke, hızla, normal
yönetime kavuşmaktadır. Dileğimiz, bu uzatmaların son bulmasıdır.
Son yıllarda, terörle mücadelede yakalanan başarının, sağlanan huzur ve
güven ortamının devam ettirilmesi ve devletimizce alınan ve alınacak ekonomik
ve sosyal tedbirlerin uygulanabilirliği için, Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve
Tunceli İllerinde uygulanmakta olan olağanüstü halin bir müddet daha
uzatılmasında fayda mülahaza edilmektedir.
Bu duygu ve düşüncelerle, terörle yapılan mücadelede büyük bir özveriyle
çalışan Silahlı Kuvvetlerimize, emniyet, jandarma ve köy korucularına teşekkür
ediyor, bu mücadelede hayatlarını kaybeden vatan evlatlarımıza Allah’tan
rahmet, gazilerimize şükranlarımızı ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tayan.
Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Hüseyin Mert’te.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA HÜSEYİN MERT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Van İlinde olağanüstü halin kaldırılması ve Diyarbakır,
Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış
bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlarım.
Anayasanın 119 uncu ve 120 nci maddeleri “Tabiî afet, tehlikeli salgın
hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde” ve “hür demokrasi düzenini
ve temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet
hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları
sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, yurdun bir veya
birden fazla bölgesinde olağanüstü hal ilan edilebileceğini “söylemekte.
Tanıma baktığımız zaman, aslında, olağanüstü hal bölgesinden çok,
olağanüstü hal ülkesi olmamız gerekmekte. Fiilî şiddet olayları son yılların en
alt seviyesine düşmüş durumda; ancak, komşu ülkelerle olan ilişkilerimiz,
Kıbrıs sorunu, Ortadoğu ülkelerinin su sorunu, Türk cumhuriyetleri ve Rusya’yla
olan ekonomik ve sosyal ilişkilerimiz, doğalgaz pazarı oluşumuz ve özellikle,
bölgede, tek laik, Müslüman devlet oluşumuz, birikimli olarak gelen genç
nüfusumuz, iki kıta üzerindeki stratejik konuma ve olağanüstü güzelliklere
sahip bir ülke konumunda olmamız, var olduğumuz sürece, bir soğuk savaş
yaşamamıza neden olacaktır.
Türkiye’nin güçlenip gelişmemesi uğruna ya da daha ileri giderek,
parçalanması uğruna rol üstlenen aktörler, kimi zaman ASALA, kimi zaman
Abdullah Öcalan ve PKK ya da kimi zaman Hizbullah olmuştur; cumhuriyet
tarihimiz boyunca olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. Bunu, Atatürk,
Gençliğe Hitabesinde “dahilî ve haricî bedhahların olacaktır” şeklinde, dönemin
gençliğine söylemiştir. Eğer, iki, üç nesil bu cümleyi tam olarak
özümseyebilseydik, bugün, burada, olağanüstü hal tartışmaları yapmak yerine,
dünya politikalarına damga vuracak konuları tespit etme çalışmaları yapmak
durumunda olacaktık. Ne yazık ki, cumhuriyet tarihi boyunca en büyük sorunumuz,
temel değerlerimiz üzerinde anlaşma sağlayamamış olmamızdır.
Temel değerlerimiz üzerinde anlaşma sağlanamaması, toplumsal meselelerin
çözümünü engellemiş, bu meseleler, iç ve dış düşmanların beslenmesine neden
olarak, ülkemizin birlik ve bütünlüğünün tehlikeye girmesine neden olmuştur.
21 inci Yüzyılda, aklı başında hiçbir ülke insanı, şüphesiz ki,
demokratik yaşam tarzından ödün vermek istemez. Gerçekte, demokratik bir rejime
sahip olan hiçbir ülkenin yöneticisi de, böyle bir uygulama içerisine girmek
istemez. Atatürk’ün bize emanet ettiği Türkiye, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk devletidir. Demokrasi, onun için, çağdaş, uygar devletlerin uyguladığı
bir siyasal rejimdir. Bizim de, bu düşüncenin gerisinde yürümeye hakkımız
yoktur.
Türkiye’de terör sorunu olarak uzun yıllar karşımızda duran; ancak,
arkasında, ekonomik, siyasal ve hatta kültürel sorunları da içerisinde
barındıran güneydoğu sorunu, en azından, terör açısından büyük bir rahatlama
içerisine girmektedir.
Olağanüstü hal, bugün, bir şehrimizde kaldırılmakta. Hepimizin ortak
temennisi, en yakın gelecekte diğer şehirlerimizde de kaldırılarak, bölge
insanına, bugüne kadar çekmiş olduğu sıkıntılara karşın, hak ettiği insanca
yaşamın ve sonuna kadar kullanabileceği kamu hürriyetinin tekrar sağlanmasıdır.
Olağanüstü halin kaldırılmasının yanı sıra, bölgeye yapılacak ekonomik
iyileştirme programlarının artırılması, köye dönüş projelerinin hayata
geçirilmesi şarttır. Burada, bana göre, en büyük görevlerden biri de, ülkedeki
tüm özel sektör girişimcilerinin ve özellikle o bölgeden çıkmış özel sektör
girişimcilerinin, yatırımlarını, hiç olmazsa, topraklarına, vefa borcu olarak
yapmalarıdır. Bu, bölgeye ekonomik destek olacağı gibi, moral desteği de olacaktır
ve olağanüstü hal kapsamında kalan şehirlerin, bir an önce bu kapsamdan
çıkarılması sonucunu ortaya çıkaracaktır.
Özellikle o bölge insanın, geçmişte yaşadığı sıkıntıların izlerini
hiçbir zaman unutmayacağını biliyoruz. Ülke olarak da, almamız gereken çok ders
olduğuna inanıyorum. Birlik, beraberlik içerisinde bugünleri aşacağımızdan da
eminim.
Yaşadıklarımızı bir daha yaşamamak için, Atatürk’ün yurtseverlik
çizgisinden hiçbir zaman ayrılmamamız gerektiğini bir kez daha aklımızdan
geçirelim ve bizden sonraki nesle bir kez daha anlatalım. Düşüncemiz bu yönde
olursa, demokratik yaşantımız da hiçbir zaman kesintiye uğramaz ve aksine,
bugünkünden çok daha ileri bir demokrasiye sahip oluruz.
Her geçen gün normal yaşama dönen Güneydoğu Anadolu Bölgemizde olağan
yaşam koşullarını yakalayan Van İlimizin insanına bundan sonraki olağan hal
yaşamında mutluluklar diliyorum ve olağanüstü hal bölgesinde kalan dört
ilimizin de bu durumunun en kısa zamanda değişeceğini umuyor; şahsım ve
Demokratik Sol Parti Grubu adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve
MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Mert, teşekkür ederim efendim.
Efendim, gruplar adına görüşmeler bitti.
Şahsı adına, Hakkâri Milletvekili Sayın Evliya Parlak; buyurun efendim.
(DSP sıralarından alkışlar)
EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Sayın Başkanım, Yüce Meclisin saygıdeğer
üyeleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlarım.
Ben de, dört ilde, dört ay daha olağanüstü hal uygulamasını uzatmayı
öngören ve Van İlinde de 30 Temmuzdan itibaren kaldırılmasını karara bağlayan
hükümet tezkeresi üzerinde kişisel görüşlerimi sunmak üzere huzurunuza çıkmış
bulunmaktayım.
Değerli arkadaşlar, tam bir yıldır, dördüncü defadır, bu tür tezkereler
nedeniyle, yüce huzurunuza çıkmaktayım. Geçen sene -yine haziran ayının sonları
idi- altı ilde, bu uygulama sürdürülmek üzere, dört ay uzattık. Daha sonra,
aralık ayında, Siirt İlinde kaldırıldı, bu sefer de, uygulamayı Van İlinde
kaldırıyoruz; dört ilde kalıyor.
Ben, her seferinde de arz ettiğim gibi, 1978’den beri, bu illerde, bir
taraftan sıkıyönetim, 1987 yılına kadar devam etmiş, bunun akabinde de
olağanüstü hale dönüşmüş ve halen de devam etmektedir.
Sayın Bakanımız, burada, açıklamalar yaptılar. Gerçekten, mevcut durumu
yaşayan bir arkadaşınız olarak, gerekçelerini ben, şahsen tatmin edici
bulmadım. Ben, defalarca, bunu, burada arz ettim. Dedim ki, bu Meclis, Yüce
Milletin temsil edildiği bir yerdir; bölge insanı olarak sağlanan huzur ve
güven ortamından ve yıllardan beri, artık, otuz-otuzbeş yaşına gelen gençlerin
unutmuş olduğu, normal yönetime geçişi engelleyici bir durum olmadığını, burada
arz ettik. Dedik ki, hükümetimiz, mümkünse, eğer çok gizli ise, gizli bir
oturumda bizleri tatmin edici gerekçeler ortaya koysun; ama, maalesef, böyle
bir şeyin yapılması söz konusu olmamaktadır ve hükümeti teşkil eden partilerin
sayın genel başkanlarından birisi de, aylar öncesinde bunu vurguladığı halde,
bu açıklama; yani, “olağanüstü kalkması gerekir” dediği halde, böyle bir yola
gidilmedi. Demek ki, bizden veya bu Yüce Meclisten saklanması gereken bilgiler
mi var; bunu da ben anlayamıyorum ve olmaması gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, şimdi, geçen seneyi, bugünkü durumla
karşılaştırdığımız zaman, bölgede çok olumlu bir huzur ortamı olduğunu
vurgulamakla sözlerime devam etmek istiyorum. Samimiyetimle söylüyorum, geçen
sene bu aylarda, herhangi bir arkadaşımız, Van Havaalanına öğleden sonra saat
3’te, hatta, saat 2’de indiği zaman, Bitlis’e, Hakkâri’ye, Muş’a veya Ağrı’ya
gitme olanağına sahip değildi. Bir hafta önce Hakkâri İlindeydim ve gerçekten,
akşam saat 8’de de, saat 9’da da istediğiniz şekilde, Van’a, Van’dan Bitlis’e,
Muş’a, Ağrı’ya gidebilmektesiniz. Bütün köyleri gezme şansınız vardır ve
gerçekten, insanların onbeş yıldır çektiği bu ıstırap, güven ortamı açısından
bitmiştir; ancak, ekonomik olarak işi değerlendirdiğimizde, maalesef, çok
olumlu sonuçlar alındığını söylemek mümkün değildir.
Ben bu arada örnekler vereceğim; ancak, özellikle bir konunun altını
çizmek istiyorum. Bunu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşülürken de komisyon üyelerine ve değerli üyelere arz ettim.
Artık Türkiye’de “kalkınmada öncelikli yöre” tabirini yeni bir incelemeye tabi
tutmamız lazım. Siz, 50 ili aynı kategori içerisinde teşviklendirmek suretiyle
kalkındıracağız derseniz, hiçbir sonuç almanız mümkün olamaz; hatta, o bölgenin
illeri, yani, Van, Hakkâri, Bitlis, Muş, Siirt İlleri arasında bile teşvik
uygulamaları farklı olmalıdır. Bunun için, ben, özellikle, bölgesel il bazında,
ilçe bazında programların uygulanmasını arz etmiştim. Hükümetimiz, sağ olsun,
bu konuda çok duyarlılık gösterdi; ama, bürokrasiye takılan hizmetler olmuştur.
Örnek vereceğim: Geçen sonbahar, ikili anlaşmalarla Zap Vadisinde baraj konusu
çözüme bağlandı, iş başlayacak dedik, üç aydır Hazine Müsteşarlığı onaylamadığı
için bu ikili anlaşma yürürlüğe girmiyor.
Yine -Sayın Ulaştırma Bakanımız burada, kendileri de konuya vâkıftırlar-
geçen sene Yüksekova Havaalanı inşaatına, sağ olsunlar, arsa tahsisi için
kamulaştırmaya ödenek ayırdı ve ısrarlarıyla, çok kısa sürede bitirildi. Bu yıl
da ödenek var, programda var; iş başlayacak, Devlet Planlama onayından
geçmediği için, yaz ortasına geldik, inşaat sezonu neredeyse bitiyor, yarısına
geldik, halen onaylanmamış. İşte, bu türlü engeller de aşılmadığı için,
yatırımların yapıldığını söylemek mümkün değildir.
Sınır ticareti konusu, gerçekten, bölgede bitmişti. Yalnız, Sayın
Başbakanımız Bülent Ecevit’in, Diyarbakır’a 11 Haziranda yaptığı gezide yaptığı
açıklama, bölge insanımıza büyük bir umut vermiştir. Bütün bölge insanı, sınır
illerinde yaşayanlar “bu, sınır ticaretine ilişkin kararnamenin değişikliği
gerekir” ifadesiyle birlikte, gözlerini, kulaklarını, hükümetimize
çevirmişlerdir; onu da, yüce hükümet temsilcilerine, tekrar, sunmak istiyorum.
Başbakanımızın bu ifadesi, insanları büyük bir umuda sevk etmiştir. İnşallah,
sınır ticaretini kısıtlayan kararname değiştirilir ve bölge insanına, ekonomik
olarak, tekrar bu geçim kaynağına kavuşma noktasında imkân sağlanmış olunur.
Değerli Sayın Başkanımız, değerli arkadaşlar; Sayın Bakanımız özellikle
vurguladılar köye dönüş projesini. Gerçekten, her zaman, bunun önemini, biz,
burada birkaç defa arz ettik. Bu konuda, istirhamım şudur: İmkânlar ölçüsünde,
bu yıl, galiba 2,8 trilyon ayrılmış ve bu paranın çok geniş kitlenin
yararlandırılması yönünde de, malzemeli, işçilik bedelli olarak köylülere
yardım yapılmasına da valilerimiz karar almış, o yönde çalışma yapıyorlar; çok
güzel bir olay.
Hükümetimizden, bu konuyu özellikle izlemesini, bölgedeki, yalnız
valilerin değil, diğer güvenlik birimlerinin de çok çabuk neticelendirmesi
açısından bir koordinasyonun yapılmasını ve -hatta, bölge valiliği nezdinde mi
olur- bunun çok seri yapılabilmesi için, daha sık bir çalışmanın sağlanabilmesi
için tedbir almasını istirham ediyorum.
Hayvancılığın gelişmesi konusuna gelince; gerçekten, bu, köye dönüşle
birlikte olur. Biraz önce konuşan arkadaşlarımızdan biri de buyurdular, bu, bir
arz-talep meselesidir. Eğer, köylümüz köyüne dönerse, hayvan beslemeye
başlarsa, zaten, hayvanın, sınırdan içeriye kaçak girmesi veyahut da ithat
edilmesi de söz konusu olmaz. Geçmişte, bütün bunlar, tersine işleyen bir
olaydı; yani, Türkiye’den Irak ve İran’a hayvan ticareti vardı.
Bölge belediyelerine -zaten bütün belediyeler ayakta, bugün, hepimizin
de şahit olduğu gibi- ama, özellikle onbeş yıl, bir felaketten sonra, köy ve
mezranın kalmadığı; il ve ilçelerin; yani, belediye olan kesimlerin yoğun bir
nüfusa sahip oldukları bir noktada, onlara mutlaka sahip çıkmamız lazım. Yani,
afet bölgesinde, sele uğrayan, depreme uğrayan -ülkemizin çok değişik
yörelerinde acılar yaşadık bir yıl içerisinde- o türlü bölgelerdeki
belediyelere ne derece bir imkân tanıyorsak; istirhamım şudur, parti farkı
gözetmeden, bu bölgedeki belediyelere de bu imkânı tanımak zorundayız. Çünkü,
insanımızın yüzde 80’i-90’ı köyden göç etmiş, mezradan göç etmiş, ya da ilçenin
ya ilin varoşlarında; ama, perişan durumdadır. Belediyelerin imkânlarının da ne
derece kısıtlı olduğu yüksek takdirlerinizdir.
Sayın Başkanım, değerli üyeler; vaktim dolmakla birlikte, bir iki
noktayı daha, Sayın Başkanın müsaadesiyle arz etmek istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, toparlayın lütfen; vaktiniz doluyor.
EVLİYA PARLAK (Devamla) – Bölgede, özellikle, sağlık ve teknik eleman
gibi meslek gruplarında büyük bir sıkıntı vardır. Bunu, yine, Yüce Meclisin
huzurunda birkaç defa vurguladım. Özellikle görüşmeye başladığımız yetki kanunu
çerçevesinde, hükümetimizden istirhamımız, bu bölgede çalışan sağlık personeli,
teknik elemanlar başta olmak üzere, çok özendirici birtakım tedbirlerle bunu
sağlamak gerektiğini de vurgulamak istiyorum.
Geçmişte bir olgu vardı; doğu ve güneydoğu illeri sürgün illeriydi; son
yıllarda bu yok olmuştu, ama, ben, bir şeyi, yine, Sayın Ulaştırma Bakanımızın
dikkatine sunmak istiyorum. Kendilerine bağlı bazı kurumlarımız, yine bu
yöntemi uygulamaya başlamışlardır; yani, başka illerde görev yapan; fakat,
memnun olunmayan 35-40 yaşlarındaki görevlileri Hakkâri gibi illere sürgün
olarak gönderiyorlar; bu da çok menfi bir durum yaratmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, toparlayın lütfen.
EVLİYA PARLAK (Devamla) – Bunu da, Sayın Bakanımızın bilgisine sunmak
istiyorum. İnşallah, bu türlü bir düşünce sürdürülmez.
Sayın Başkan, değerli üyeler; söyleyecek çok şey var; ama, zaman doldu.
Ben de Sayın Başkanın bu müsamahasını istismar etmek istemiyorum.
Devlet memurluğu sınavının yapılış şeklinden, biz politikacılar belki
çok memnun değiliz; ama, gerçekten, yerinde bir karardır, hükümeti kutluyorum.
Ancak, istirhamım şudur: Bundan sonraki uygulamalarda, dedikoduları önleyici
tedbirleri de alarak -optik okuyucu yokmuş, şu yokmuş, bu yokmuş, bunları da
kaldıralım- vatandaş ÖSYM’ye nasıl güven duyuyorsa, Devlet Personel Dairesinin
yaptığı sınavlara da güven duyacak noktaya getirelim. Artı, bölgesel olarak;
yani, bilgi farklarını göze alarak, bu sınavları bölge bölge değerlendirirsek,
çok daha yararlı ve adil bir sonuca varacağımızı umuyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum; dileğimi tekrar vurguluyorum:
İnşallah, hükümetimiz, bundan sonraki dört ayın sonunda, bu dört ilden de
olağanüstü hali kaldırıp, yirmiiki yıldır bu bölgede normal idare görmeyen
insanları da, hiç olmazsa “CMUK Yasasını bir gün ben de kullanabilirim” diyecek
noktaya getirir.
Yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Parlak.
Şimdi, söz sırası, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç’te.
Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 40 ıncı defa olağanüstü hali uzatıyoruz. Kırk
defa maşallah! Ancak, bu uzatma Anayasaya da aykırı.
Bakın, değerli milletvekilleri, özellikle Sayın Cumhurbaşkanı,
seçildikten sonra “polis devleti uygulamasını yaratacak işlemlerden
kaçınacağız” dedi. Bugün tarih ne?.. 28 Haziran 2000. Ne yapıyoruz?..
Olağanüstü hali 30.7.2000 tarihinde, yani tam 32 gün sonraki tarihte
uzatıyoruz.
Değerli milletvekilleri, Anayasayı okursanız, bu, çok ciddî bir Anayasa
hatasıdır ve Anayasa ihlalidir. Olağanüstü hal, demokratik hak ve özgürlüklerin
askıya alındığı, temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı bir rejimdir.
Bu rejim, hiçbir demokratik ülkede kolay kolay başvurulacak bir rejim değildir.
Ne Sayın Cumhurbaşkanı ne Millî Güvenlik Kurulu sayın üyeleri... Tabiî ki,
onların yaşamlarında, demokratik hak ve özgürlükleri üzerinde bir sınırlama
yok; ama, benim Tuncelimde, Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Hakkâri’de insanların 24
saati kontrol altında tutuluyor. Peki, Van’da niye bugün kaldırılmıyor da sayın
milletvekilleri, 30.7’de kaldırılıyor?! Eğer, olağanüstü halin şartları yoksa,
bugün kaldırın! Niye 30’unda kaldırıyorsunuz?! Yani, ben... Öyle bir mantık,
öyle bir anayasa ihlalleri var ki, bu işin neresinden başlayalım?!
İçişleri Bakanı nerede?! Hani?.. Paraşüt operasyonunda mı, umut
operasyonunda mı?!
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Kars’ta.
KAMER GENÇ (Devamla) – Çıktı, bu milleti kandırdı; buraya gelmeye de
yüzü tutmuyor.
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Kars’ta görevi başında... O da bir görev.
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, görev... Bugün, bu Meclise gelip hesap
verecekti. Korkusundan gelmiyor; hesap verecek gücü yok ve bir an önce istifa
etmesi lazım.
Değerli milletvekilleri, bakın, size göre çok hafif geliyor. Bakın, ben,
o yörenin milletvekiliyim. Oraya gittiğimiz zaman, her adımımızda bize müdahale
var. Yani, orada yaşayanın her hareketine müdahale var. Adam gece uyuyamıyor;
çünkü, uyuduğu zaman, anında, hiç... Mesken dokunulmazlığı yok, seyahat
özgürlüğü yok. Yani, bunlar vardır-yoktur; tartışmıyorum. Böyle bir rejim
getirdiğiniz zaman böyle olaylar olabilecek, yaşam böyle duruma düşüyor.
O halde, soruyorum: Şimdi, sıkıyönetimi, Anayasanın 121 inci maddesine
göre okuyun, 121 inci maddesinde deniyor ki: “Bakanlar Kurulu bunu dört ay
uzatabilir.” Biz, şimdi ne yapıyoruz; beş ay iki gün uzatıyoruz. Bunu anlarlar
herhalde. Şimdi, niye beş ay sonra?.. O gün Meclis tatilde! Arkadaşlar, bunlar
çok ciddî meseleler. 30.7’ye kadar beklersiniz, 30.7’ye kadar, eğer, memlekette
olağanüstü halin uzatılmasını gerektiren şartlar varsa, Meclisi olağanüstü
toplantıya çağırır uzatırsınız. Ama, ben, efendim, 30’unda tatildeyim!.. Bu,
hiçbir demokratik ülkede olmaz. Bu, Anayasaya da aykırıdır. Kaldı ki,
olağanüstü halin uzatılmasında Millî Güvenlik Kurulunda karar alınmasına gerek
yok; Anayasanın 121 inci maddesini okuyun. Hukukçu olan bunu anlar; ama, ne
yapalım ki, bazıları, Ankara’dan ötesine şaş gözle, Malatya’dan öteki
illerimize de kör gözle bakıyorlar. Maalesef bu... Türkiye’nin o yöresindeki
insanların temel hak ve özgürlükleri söz konusu olduğu zaman ne Anayasa
dinleniyor ne hukuk dinleniyor ne insan hakları var!
Değerli milletvekilleri, bakın, olağanüstü hal ilan edildiği 1987
yılında Tunceli bu iller içerisinde yoktu; ama, orada, o zaman bunun içerisinde
olmadığını gören bazı kamu görevlileri sunî bir terör yarattılar. O kişiler,
bir gece, sabaha kadar, bulundukları mevzilerden Tunceli’nin her tarafını
taradılar. Bunlar kayıtlarda var. Yani, ben, güvenlik kuvvetlerinin hepsine
saygı duyuyorum, aman, sakın yanlış anlamayasınız. O zaman Tunceli de
olağanüstü hal kapsamına alındı.
1991 yılına kadar, orada pek önemli bir PKK hareketi de yoktu; ama, ne
zaman ki o Yeşil’ler gibi insanlar, peşlerine özel timler takıp, oraya gelip,
köyleri basıp, köyleri ikiye ayırıp sulara gömdükten sonra, insanlar baktılar
ki haysiyetlerine tecavüz olacak, kendi yaşam hakları korunacak, o zaman,
maalesef, terör Tunceli’de de başını aldı gitti. Tunceli’de dağlarda insanların
var olduğu yine söyleniyor; ama, bu kişiler...
ABBAS BOZYEL (Iğdır)– Ben de terör bölgesinden geliyorum...
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben sana bir şey söylemiyorum. Ben kendi
düşüncelerimi söylüyorum. Sen de gelip kendi düşüncelerini burada söylersin.
Şunu herkesin bilmesi lazım ki,
teröre karşı benden daha fazla mücadele veren kimse yoktur. Silahlı
eylemlere her zaman karşı çıkmışımdır. Ama, değerli milletvekilleri, Türkiye’de
gözümüzü kapatamayız, başımızı kuma sokamayız.
Bu terör niye azıyor?.. Terörün azmasının nedeni; bakın -biraz önce
arkadaş sözümü kesti, bu konuya değinemedim- 1991 yılında, DYP ve CHP koalisyon
hükümeti işbaşına geldiği zaman, o bölgeye mahsus olmak üzere bir olağanüstü
hal kadrosunu ihdas ettiler. Mesela, Tunceli’de 800’e yakın kişiyi geçici işçi
olarak işe aldılar ve inanınız ki orada PKK’ya katılım kalktı ve herkes de,
özellikle gençler “aman sicilim bozulmasın, ben bunlara gitmeyeyim” dedi ve
burada çok önemli derecede PKK hareketi durdu; fakat, sonradan, iki sene sonra,
ne olduysa, yine bunları kaldırdılar, insanlar işsiz kaldı, hiçbir yatırım
yapılmadı ve bölge insanları da işsiz kalınca, insanların evleri yakılınca,
barkları yakılınca; kalacak evleri yok, çalışacak işi yok, çocuğunu hastaneye
götürecek parası yok... İnsanlar, kaybedecekleri bir şeyleri olmama durumuna
düşürülünce, artık, ne yapacaksınız değerli milletvekilleri?.. İnsanları bu
duruma düşürmemek lazım.
Bakın, ben, size söyleyeyim: Bizim Tunceli’de, inanınız ki, üç senedir
veya beş senedir bir tek yatırım yapılmıyor. Bir baraj var, eskiden temeli
atılmış; o da elektrik üretecek, Türkiye olarak şey edeceğiz. Mesela, kaç
senedir bu Atpazarı’nda bir sulama tesisi var, yapılmıyor. 3-4 trilyon
liralık... (Akçapınar’da, Pulur’da -Çemişkezek İlçemize bağlı) 2 tane sulama
projesi var; geçen sene, burada, Bakan bana söz verdi, bir tane temel
atılmıyor. 1995 yılında Çemişkezek Merkezinde 15 ev yandı; hâlâ, Afetler
yapacak onları... 1994 yılında, 1992 yılında borçlanmış vatandaş; yani,
toplasanız, toplasanız 100-150 milyar lira para gidecek o ikisine, deprem
evleri yapılacak, yapılmıyor.
Değerli milletvekilleri, bazen kitaplara geçiyor; efendim, Tunceli’de
gayri safî millî hâsıla, fert başına düşen millî hâsıla fazla... Yok öyle bir
şey. Tunceli’nin nüfusunun yüzde 90’ına yakını göç aldı; orada, tabiî ki,
askerlerimiz fazla, polislerimiz fazla, kamu görevlilerimiz fazla, onlar maaş
alıyorlar, onların maaşları, oraya giren girdiler nedeniyle fert başına düşen
millî gelir fazla; yoksa, ne üretim var, ne yatırım var, ne bir şey var.
Değerli milletvekilleri, gerçekten, bu olağanüstü halin buradan
kaldırılması lazım.
Bakın, Sayın Başkan, özellikle zatıâlinize hitap etmek istiyorum;
Anayasanın 121 inci maddesini okursanız, orada deniyor ki, olağanüstü hal dört
ay süreyle uzatılabilir. Şimdi, 30.7’de bitecek olağanüstü hali bugünden nasıl
uzatabiliriz efendim?!
Peki, farz edelim ki, iki gün sonra, on gün sonra o bölgedeki bütün
silahlı güçler çekildi... Yani, dediler ki, biz, bugüne kadar bu halka
düşmanlık yapmışız, yaptıklarımız halkın aleyhinedir; bundan pişmanlık duyduk,
halktan da özür diliyoruz; silahları alıp gittiler... Niye olağanüstü hali
uzatıyoruz o zaman?! Değerli arkadaşlar, bunu bir düşünün, bunları düşünün
bakalım...
BAŞKAN – Sayın Genç, siz de bana hitap ettiğiniz için, cevap vereyim
müsaade ederseniz...
KAMER GENÇ (Devamla) – Ama, yani, siz, Başkan olarak, Meclisin
Başkanısınız...
BAŞKAN – Anladım; ama...
KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika... Benim konuşmamı uzatır mısınız...
BAŞKAN – Tabiî, uzatacağım zaten.
“30 Temmuzdan geçerli olmak kaydıyla” diyor...
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkanım, 30 Temmuzda... Dünyanın hiçbir
yerinde, demokrasiyi özümsemiş, demokrasiye inanan hiçbir toplum ve hiçbir
parlamentoda, bir ay sonra, daha ne olacağı belli olmayan bir ülkenin belli bir
kısmındaki bir halkının demokratik hak ve özgürlüklerinin askıya alınacağı bir
uygulama yapılmaz! O gün gelinirse, o gün...
ABBAS BOZYEL (Iğdır) – Dünyanın hiçbir
parlamentosunda siyasîler teröristleri alkışlamaz!
KAMER GENÇ (Devamla) – Yahu
kardeşim, ne konuşuyorsun sen?!
ABBAS BOZYEL (Iğdır)– Doğruyu konuş!..
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın efendim...
KAMER GENÇ (Devamla) – Benim konuşma hakkıma tecavüz ediyorsun...
BAŞKAN – Hatibi rahat bırakın, konuşsun efendim.
KAMER GENÇ (Devamla) – Nerede istersen, seninle orada
konuşabilirim; ama, benim konuşmamı engellemeyin, rica ediyorum, ben de bir
milletvekiliyim...
BAŞKAN – Doğru diyor...
ŞEVKET BÜLEND YAHNİCİ (Ankara) – Tunceli’yi kim taradı, kaç kişi?..
KAMER GENÇ (Devamla) – Tunceli’yi tarayanlar sizin işinize yaradı. Bugün
Tunceli’deki o cenazeler gelmeseydi, siz burada değildiniz; ama, ne yapalım...
Biz de onlara karşıyız...
BAŞKAN - Sayın Genç, rica ederim, Genel Kurula hitap edin... Lütfen...
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, Tunceli’de Tuncelili dağa
çıkmıyor; Suriyeli geliyor çıkıyor, Iraklı gelip çıkıyor, Ermeni gelip çıkıyor.
Arkadaşlar, Tunceli’nin sıkıntısı, Tunceli’nin dağlarıdır. Yoksa,
Tunceli, Atatürkçüdür, ülkenin birlik ve bütünlüğünden yanadır, Tunceli’yi niye
olağanüstü hale dahil ediyorsunuz?.. Bakın, gelin, beraber gidelim.
Geçen gün... (MHP sıralarından gürültüler)
Sayın Başkan, susturuyor musunuz şu arkadaşları...
BAŞKAN – Efendim, susturuyorum da; siz de Genel kurula hitap edin...
Koca bir kitleyi karşı karşıya bırakıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, geçen gün, oradaki
ordu kumandanlarımız, “Mehmetçik kirven olsun” diye, 300’e yakın fakir çocuğu,
Ovacık’ta, mesela bir kısmını sünnet
ettiler. Oraya basın mensupları da
gelmişti. Orada ATV, TGRT, TRT-1 vardı. Bakın, 1994 yılından beri tek gözlü
barakada yaşayan 150 tane aile var. Ben, defalarca burada söyledim, dedim ki
onlara, yahu, gelin şu insanların bu yaşadığı kötü şartları çekelim....
Maalesef, o televizyoncuların...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) – Sayın Genç, ben de Bitlisliyim; her
tarafta var; Tunceli’de de var, Bitlis’te de var.
BAŞKAN – Buyurun, devam edin efendim.
KAMER GENÇ (Devamla) – Eğer, oradaki, o yöredeki insanların haklarını
savunacak basın olmazsa, Parlamento olmazsa, bu insanlar haklarını nasıl
savunacak?
Buyurun, gelin, gidelim Tunceli’ye; gelin, size otobüs tutayım, gidelim,
o yörede yaşanan acıları, sıkıntıları görelim arkadaşlar...(MHP sıralarından
gürültüler)
ABBAS BOZYEL (Iğdır)- Meclis, sizin can güvenliğinizi sağlıyor, o kararı
alıyor...
KAMER GENÇ (Devamla) – Yahu, ne dediğinizi anlayamıyorum, sizi neyi
savunuyorsunuz?
ABBAS BOZYEL (Iğdır) –Siz, teröristleri alkışlama yerine, o insanların...(Gürültüler)
KAMER GENÇ (Devamla) – Teröristleri siz alkışlıyorsunuz! Teröristler
benim en büyük düşmanım!
ABBAS BOZYEL (Iğdır) – Öyle mi?!.
KAMER GENÇ (Devamla) – Tabiî, en büyük düşmanım! Burada ezbere
konuşma!..
BAŞKAN – Sayın Bozyel...
KAMER GENÇ (Devamla) – Terörstlere karşı mücadele veren benim, ben
veriyorum...
BAŞKAN – Efendim, karşılıklı konuşmayın; rica ederim...
KAMER GENÇ (Devamla) – Benim hayatım orada tehlikede, gidip o insanlara
karşı ben mücadele veriyorum. Ben, siz rantlardan faydalanıyorsunuz derken,
yani, bunu kastediyorum. Terör olmasaydı bu memlekette, memleketin
Cumhurbaşkanı öyle orada oturur muydu, bu kadar suiistimaller olur muydu?!
Değerli milletvekilleri, bakın, size şunu söylüyorum...
ABBAS BOZYEL (Iğdır) – Geceyarısı insanlar ölüyordu!..
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, olmayan gaz için, olmayan petrol için,
petrol boru hattı ihaleleri, gaz boru hattı ihaleleri yapıyorsunuz;
trilyonlarca lira avans veriyorsunuz. Ne olur, şu Tunceli’deki ufak tefek
yatırımlar için de bir 5-6 trilyon para verseniz! 250 tane polis lojmanı, beş
senedir tamamlanmıyor; niye? Bunun maliyeti, tutsa tutsa, 5 trilyon lira tutar,
yazık be arkadaşlar bu memlekete. Bu memleket, bu kadar akılsızca, dengesizce
yönetilmez! Rica ediyorum, bu memleketin gerçeklerini görelim.
Burada, Sayın Bakan çıktı, olağanüstü hali uzatmak için 5 dakika
konuştu... Böyle olur mu değerli milletvekilleri! Hükümetin bir tek bakanı
burada var, Başbakanı yok. DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
A. TURAN BİLGE (Konya) – Senin Genel Başkanın gelmiyor da Başbakan
buraya geliyor.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Diğerleri burada, Bakanlar Kurulu sırasında
oturuyorlar...
BAŞKAN – Efendim, burada oturuyorlar; burada da var sayın bakanlar
efendim.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bölgeye, benim ilime, daha bir bakan gitmemiş,
böyle şeyler olur mu sayın milletvekilleri?!
BAŞKAN – 5 bakan var efendim.
KAMER GENÇ (Devamla) – Tunceli İli de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
sınırları içerisinde bir ildir. Bu ilin insanlarının dertlerini de görmemiz lazım;
oraya ciddî yatırımlar yapmamız lazım, köye yatırım projesini uygulamamız
lazım. Bir ilde olağanüstü hal uyguluyorsanız, o olağanüstü hal şartları
içerisinde yaşayan insanlara da bazı avantajlar tanımanız lazım. Onların temel
hak ve özgürlüklerini ellerinden alıyorsunuz; ama, hiçbir hak da vermiyorsunuz.
Saygılar sunarım. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, hükümete söz vereceğim; evvela hükümete sataştılar.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Hayır, bir saniye Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Eğer, Tunceli’de...
BAŞKAN – Mikrofonunuzu açın, hiç duymuyorum efendim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım...
ZAFER GÜLER (İstanbul) – Sayın Başkan, bakanlar burada...
BAŞKAN – Görmemiş efendim sayın bakanları... 4’ü burada yani.
ZAFER GÜLER (İstanbul) – Tabiî görmez, nereden görecek!
TURHAN GÜVEN (İçel) – Kürsü orada kalırsa, kimse kimseyi göremez!.. 100
defa yazı yazdık kürsünün yeri değiştirilsin diye.
BAŞKAN – Efendim, müsaade edin; Bakanlar kurulunun tümü burada olacak
diye bir kaide yok efendim, Devlet Bakanı burada.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, benden sonra gelmişler.
BAŞKAN – Hayır efendim, arkanızda oturuyorlardı; yapmayın efendim, rica
ederim, istirham ederim...
KAMER GENÇ (Tunceli) – 4 tane bakan yok, 36 tane bakan var bu
memlekette.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Konuşacağım, eğer sükûneti temin ederseniz Sayın
Başkanım...
BAŞKAN – Edebilirsem tabiî efendim.
Buyurun efendim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, konuşmacı, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubuna doğru konuşarak “eğer, Tunceli’de şehitler olmasaydı, siz
buraya gelemezdiniz” diyor. Doğrudur; eğer şehitler olmasaydı, hiç kimse buraya
gelemezdi. (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Şehitlerin o kanları
üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş. Dün, nasıl, millî birlik ve
bütünlüğümüzü sağlamak, Misakı millî sınırlarımızın asayişini sağlamak için
şehit vermişse Türkiye Cumhuriyeti Devleti, şehit vermeye her zaman devam
edecektir. Bugün de, PKK’yla mücadelede şehit verilecektir ve bu musibeti
defedinceye kadar da bu devam edecektir. Ancak, Milliyetçi Hareket Partisi
şehitler üzerinde politika yapmamıştır, Türk Milletinin oyunu alarak buraya
gelmiştir; fakat, birileri, PKK üzerinden politika yaparak, bölücülük yaparak,
siyasetlerini o zemin üzerinde yapmışlardır ve siyasetlerini de onun üzerine
bina etmişlerdir. Bunu, bilgi olarak arz etmek istedim.
Teşekkür ediyorum, sağ olun. (MHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz, sataşma var.
BAŞKAN – Ne sataşması efendim!.. Bir dakika...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Dedi ki, bakın...
BAŞKAN – Ne dedi efendim?!.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Birileri PKK’ya yardım... (MHP sıralarından
gürültüler)
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Otur artık yerine!..
BAŞKAN – Efendim, rica ederim...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Söylemedi mi söylemedi mi efendim?!..
BAŞKAN – Buyurun efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, o arkadaşımız “ben, Kamer Genç’i
kastetmedim, ben, kendi yandaşlarımı kastettim” desin; ben vazgeçerim.
BAŞKAN – Efendim, istirham ederim, zatıâlinizi kastetmediği yüzde yüz...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, birileri kim o zaman?!
BAŞKAN – İstirham ederim... Zatıâliniz, Türkiye Cumhuriyetinin saygın
bir milletvekilisiniz. Sayın Köse’nin, size böyle bir şey yapacağını nasıl
düşünüyorsunuz!
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Yarası olan gocunur!..
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, ama, Sayın Köse’nin kafasında neler var;
onu bir sorun!..
BAŞKAN – Olur mu efendim!.. Rica ediyorum... Tamam... Bitti...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Böyle taraflı hareket etmeyin Sayın Başkan...
BAŞKAN – Ben mi taraflıyım?!.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Arkadaşlarımız bilsinler ki...
BAŞKAN – Sayın Genç, ben, zatıâlinizin tarafındayım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – ...benim bölgemde terör örgütleriyle en fazla
mücadele veren bir kişiyim. Bunu, herkes biliyor, oradaki güvenlik kuvvetleri
de biliyor. Yoksa, ben, o mücadeleyi vermeseydim, burada yoktum efendim.
BAŞKAN – Sayın Genç, bendeniz tarafım; ama sizin tarafınızdayım.
Zatıdevletleriniz, 12 Eylülden sonra Danışma Meclisi üyesiydiniz. Sizin gibi
bir muhterem hakkında, Sayın Köse’nin böyle bir şey düşünmesi dahi mümkün
değil. Zatıâliniz Danışma Meclisinden geldiniz; istirham ederim... Lütfen...
Görüşmeler tamamlanmıştır efendim; hiç kimseye de söz vermiyorum!
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Yerinizden... Buyurun efendim...
TURHAN GÜVEN (İçel) – Başkan kararından vazgeçiyor, hani kimseye söz
vermiyordunuz!?
BAŞKAN – Sayın Bakan hariç, hükümet hariç efendim... Hiç kimse mi
hükümet...
Buyurun.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkanım, İçtüzük gereği,
görüşülecek işler bölümüne geçtiğinizde, Komisyon ve Hükümet sorusunu
yöneltiyorsunuz. Hükümet adına da, Parlamentonun bir uygulamasıdır, bir bakan
buraya geldiği vakit, hükümetin temsil edildiğine karar veriyorsunuz.
Dolayısıyla, burada, bakan sayısının kaç olması gibi bir yükümlülük mevzubahis
değildir; bu, bir.
Sayın Genç “İçişleri Bakanı nerede?.. Yüzü yok herhalde, korkuyor” gibi,
benim şahsen pek kendisine yakıştıramadığım bir ifadeyi kullandı. Şundan emin
olmasını isterim ki, ne İçişleri Bakanı ne 57 nci cumhuriyet hükümetinin bir
başka bakanı için “yüzü yok” tabiri kullanılamaz, hiçbirinin de burada -hele
hele, kendisine böylesi bir destek veren bir Meclis çoğunluğu varken- bir
korkusu olduğunu söylemek doğru değildir.
30.7.2000 tarihinden itibaren niye başlıyor sorusunu yöneltti. Bir
hukukçu olarak kendisinin çok iyi bildiğini düşünürüm ki, yürürlük
maddelerinde, bazen, çıkardığımız yasanın hangi tarihten itibaren yürürlüğe
gireceğini de yazabiliriz ki, hukuk açısından bu mümkündür. Dolayısıyla,
argüman olarak, belki, yarın, çekip gidecek teröristler, ne malum sorusu,
hakikaten, düşünülebilir, akla gelebilir; ama, bizim, eğer, devlet olarak,
teröristlerin, yarın ya da yarından sonra çekip gideceğine ilişkin elimizde
somut bir belge, bilgi olsaydı gereğini yapardık. O konuda hiçbir duyum da
almadığımız için, oradaki toplumun menfaatını düşünerek, kamunun menfaatını
düşünerek, 30.7.2000 tarihinden itibaren uzatılmasını Yüce Meclisin takdirine
sunduk.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Şimdi, Başbakanlık tezkeresini tekrar okutup, oylarınıza sunacağım:
27.6.2000
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
30 Mart 2000 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere (5) ilde dört ay
süreyle uzatılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28.3.2000 tarihli ve 678
sayılı kararıyla onaylanmış bulunan Olağanüstü Halin;
1. Van İlinden 30 Temmuz 2000 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere
kaldırılmasının,
2. Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde 30 Temmuz 2000 günü
saat 17.00’den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasının,
Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı, Bakanlar Kurulunca 26.6.2000 tarihinde kararlaştırılmıştır.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
Bülent Ecevit
Başbakan
BAŞKAN – Hükümet tezkeresini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Hayırlı olsun.
Sayın milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının ilk üç sırasında, Anayasa ve Adalet
Komisyonları üyelerinden kurulu karma komisyonun, bazı milletvekillerinin
yasama dokunulmazlıklarına ilişkin raporları vardır; ayrı ayrı okutup,
bilgilerinize sunacağım.
MALİKİ EJDER ARVAS (Van) – Sayın Başkan...
BAŞKAN –Sayın Arvas, elektrikli bir havada zatıâlinize söz verseydim,
sizden sonra da altı milletvekili vardı; özür diliyorum... Özellikle vermedim;
ifade de ettim efendim. Kusurum varsa affola. O elektrikli havanın devamını
istemedim efendim.
İlk rapor, İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest’in dokunulmazlığıyla
ilgilidir; okutuyorum:
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.
– İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest’in, Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu
(3/518) (S. Sayısı 471) (1)
(1) 471
S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 3.4.2000 tarihinde karma komisyonumuza gönderilen İstanbul
Milletvekili Sulhiye Serbest’in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında
Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık
komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 11.5.2000 günlü
raporuyla, 3167 sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin
Korunması Hakkında Kanuna muhalefet suçu isnat olunan İstanbul Milletvekili
Sulhiye Serbest hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona
ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest, komisyonumuza gelerek sözlü
savunma yapmıştır.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık komisyonu raporunu
inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri
üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak
amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak böyle
farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline
getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde
yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının
bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini göz önüne
almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı
taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği dikkate
alınarak, İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest hakkındaki kovuşturmanın,
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğuyla karar
verilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa
saygıyla sunulur.
Başkan
Ertuğrul
Yalçınbayır
Bursa
ve Komisyon
üyeleri
Muhalefet gerekçem:
Yasama dokunulmazlığının milletvekilliği sıfatı sona erinceye kadar
ertelenmesine dair karma komisyon raporuna, aşağıdaki gerekçelerle, ilkesel
olarak muhalifim. Değerli milletvekillerinin iddia edilen suçları
işlemediklerine dair savunmaları esas alınmalı, aklanmalarına olanak
tanınmalıdır.
Gerekçelerim iki ana başlıkta toplanmaktadır:
1. Anayasal gerekçe,
2. Belirli objektif kıstasların uygulanamaması.
Anayasal gerekçe:
Anayasamızın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince; seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclis kararı
olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.
Anayasanın 83 üncü maddesindeki düzenleme, Anayasamızın 76 ncı
maddesindeki düzenlemeyle çelişmekte, çelişkinin de ötesinde, 76 ncı maddeyi
düzenlemeyi gerekli kılan amacı ortadan kaldırmaktadır.
83 üncü maddedeki bu düzenleme, 76 ncı maddede tanımlanan ve zaten
milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen zimmet, ihtilas, irtikâp,
rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı
iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım-satıma fesat
karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma gibi suç isnatları dolayısıyla
soruşturma açılmasına ve yargılama yapılmasına engel olmaktadır.
Anayasanın 76 ncı maddesinde belirtilen suçlardan hükmü kesinleşmiş olan
kişi milletvekili seçilemezken, milletvekili seçilmeden bir gün önce veya
milletvekili seçildikten sonra bu suçları işlediği iddia edilen kişiler
milletvekilliğini sürdürdüğü gibi, bu suçlarla ilgili olarak sorgulanamamakta
ve yargılanamamaktadır. Böyle bir düzenleme Anayasanın ruhuna, genel hukuk
kurallarına aykırıdır.
Anayasanın 76 ncı maddesindeki suç iddialarıyla ilgili olarak kovuşturma
yapılmasına izin verilmeli, karma komisyon, yasama dokunulmazlığının kaldırılıp
kaldırılmayacağına, kovuşturma sonucu oluşacak objektif ölçüler çerçevesince
karar verebilmelidir.
Objektif ölçülerin bulunmamasına ilişkin gerekçe:
Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili Anayasamızın 83 üncü
maddesinde belirli objektif ölçüler belirtilmediği gibi, yasama
dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki Meclis İçtüzüğünün 131 ilâ 134 üncü
maddelerinde de belirli objektif ölçülere yer verilmemiştir.
Birçok Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere; yasama
dokunulmazlığının kaldırılması konusunda birtakım belirli, objektif ölçülere
uygun davranılması ve bu ölçülerin bir hukuk devletinden beklenen nitelikte
bulunması şarttır. Yeterli olmamakla birlikte, eski Cumhuriyet Senatosu
İçtüzüğünde belirli objektif ölçüler yer almış ve Anayasa Mahkemesi, bu
objektif ölçülere uygunluğu gözetmiştir.
Sonuç:
Bir suç isnadı ciddî ise, siyasî ereklere uygun ise yahut üyenin şeref
ve haysiyetini koruma yönünden dokunulmazlığın kaldırılması zarurî ise, yasama
dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.
Dokunulmazlığın amacı, yasama görevini yürütecek milletvekillerinin
çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan korunmuş olarak
görevlerini gereği gibi yapmalarını sağlayarak, siyasal nitelikli kovuşturmalar
bahanesiyle milletvekillerinin Meclise katılmaktan alıkonmasını, çalışma
şevkinin kırılmasını, bu yolla da TBMM’nin istencinin çarpıtılmasını
önlemektir. Yoksa, kimilerinin, TBMM’yi yıpratmak için kasıtlı olarak söylediği
gibi, milletvekiline, soruşturmadan kaçma, suç işleme ayrıcalığı tanınması
değildir.
Hangi suç isnadının ciddî olduğu “Milletvekilli seçilme yeterliliği”
başlıklı Anayasamızın 76 ncı maddesinde belirtildiği gibi, 2839 sayılı
Milletvekili Seçimi Yasasının “Milletvekili seçilemeyecek olanlar” başlıklı 11
inci maddesinde de belirtilmiştir.
Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla hapis veya süresi
ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar
bile; zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik,
inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve
istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmî ihale ve
alım-satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçlarından
biriyle mahkûm olanlar, TCK’nın “Devletin Şahsiyetine Karşı Cürümler” başlıklı
İkinci Kitabının Birinci Babında yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini
alenî olarak tahrik etme suçundan mahkûm olanlar, TCK’nın 312 nci maddesinin
ikinci fıkrasında yazılı, halkı, sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı
gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme suçlarından mahkûm olanlar ve
TCK’nın 536 ncı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı
eylemler ile aynı yasanın 537 nci maddesinin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü
ve beşinci fıkralarında yazılı eylemleri siyasî ve ideolojik amaçlarla
işlemekten mahkûm olanlar, milletvekili seçilemezler.
Anayasamızın 76 ncı maddesine göre affedilmiş olsalar dahi, belirtilen
suçlardan mahkûm olanlar milletvekili seçilemediği halde, Anayasadaki düzenleme
biçimine göre yasama dokunulmazlığı, bu suçlarla ilgili ciddî iddialar
bakımından, milletvekilleri hakkında soruşturma yapılmasına olanak bile
vermemektedir. Kamu vicdanını rahatsız eden bu duruma son vermek ve
milletvekillerini gereksiz koruma zırhına büründürmemek için, Anayasanın 76 ncı
maddesinde zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen bu gibi suç
iddiaları dolayısıyla soruşturma açılması ve yargılama yapılmasının yasama
dokunulmazlığı dışına çıkarılması uygun olacaktır. Anayasada böyle bir
değişiklik, asılsız suçlamalarla töhmet altında kalan milletvekillerinin yargı
önünde aklanmasına fırsat verilmesi ve genel olarak milletvekili saygınlığının
yükseltilmesi bakımından da yarar sağlayacaktır. Anayasada yapılması gereken bu
değişikliğe kadar da karma komisyonların, bu ilke ve ölçüler içerisinde kişi ve
parti ayırımı yapmaksızın milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına karar vermesi uygun olacaktır.
Kimi suç iddiaları vardır ki, ciddî olmamakla birlikte siyasî ereklere
aykırıdır. Öte yandan, öyle asılsız suç iddiaları vardır ki, üye istemese dahi
soruşturmanın ertelenmesine karar verilmektedir. İşte bu suç iddialarıyla
ilgili olarak da yasama dokunulmazlığı kaldırılmalı, milletvekillerinin
aklanmalarına olanak tanınmalıdır. Ancak, uygulamada, üye istemese dahi
dokunulmazlığının kaldırılması ertelenmekte, üyeler töhmet altında bırakılarak,
siyaseten yıpratılmaktadır.
Anayasamızın 83 üncü maddesinde tanımlanan yasama dokunulmazlığının
kaldırılması işlemi, bir yargı işlemi niteliğinde olmayıp, yasama işlemi
niteliğindedir. İşlem dosyaları tam olarak oluşmuş olsa dahi, kurulun yapısı ve
çalışma esasları gereği, işlem dosyalarını tam bir tarafsızlıkla
inceleyebilmesi, suçun maddî ve manevî unsurlarını saptayabilmesi ve
değerlendirebilmesi olanaksızdır. Bu niteliği gereği, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi, ceza kovuşturmasının açılması veya ceza verilmesi
niteliğinde olmayan, sadece yasama meclisi üyelerini, kimi istisnaî durumlarda
üyelik teminatından sıyırarak, adalet karşısında öteki yurttaşlarla bir düzeye
getirmekten ibarettir.
Anayasamızın 85 inci maddesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurul kararının alındığı
tarihten başlayarak yedi gün içerisinde, ilgili milletvekilinin veya bir diğer
milletvekilinin, kararın Anayasaya, yasaya veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla,
iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceğini düzenlemektedir.
Bu düzenlemeyle, yasama içindeki iktidar-muhalefet dengesi nedeniyle
alındığı iddia edilen haksız yasama işleminin yargıyla dengelenmesi, objektif
kıstaslara uygunluğunun saptanması sağlanmaktadır.
Yukarıda belirtilen ilkelere uygun davranılması gerektiğini ve değerli
üyelerin aklanmalarına olanak sağlanılması gerektiğini düşündüğümden, ilkesel
olarak, yasama dokunulmazlığının üyelik sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine dair çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.
Saygılarımla. 24.5.2000
H.Tayfun İçli
Ankara
Karşı oy gerekçemdir:
Karma Komisyon Başkanlığına
Milletvekillerinin herhangi bir baskı ve tehdit altında olmadan,
görevlerini serbestçe yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla
dokunulmazlıklar düzenlenmiştir.
Tarihî bakımdan milletvekili dokunulmazlığı ilk defa 1688 tarihinde
İngiltere’de düzenlenmiştir. Bu düzenleme “parlamentoda konuşma özgürlüğü,
tartışmalar, yargılamalar, hiçbir mahkemede veya parlamento dışında sorumluluk
sebebi olamaz” şeklindedir. Buna paralel olarak, 1789 tarihli Fransız Kanunu
ile bunlardan esinlenen 1876 Türk Anayasasında ve halen yürürlükte bulunan
Hindistan,Mısır, Meksika, Bulgaristan, İtalya ve bunun gibi ülkelerde tarihî
anlayışa uygun olarak yasama dokunulmazlığı, Mecliste ileri sürülen düşünceler
ile kullanılan oyların suç sayılamayacağıyla sınırlıdır.
Ülkemizde ise, 1982 Anayasasının 83 üncü maddesine göre yasama
dokunulmazlığı “TBMM üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden,
Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamaması” ile “seçimden
önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin, Meclis kararı
olmadıkça tutulamaması, sorguya çekilememesi, tutuklanamaması ve
yargılanamaması”dır.
Böylesi bir dokunulmazlık düzenlemesi, yerli ve yabancı ceza yasalarında
düzenlenen ve “kanunsuz suç olmaz, suç ve suçlular da cezasız bırakılamaz”
şeklinde özetlenebilecek temel prensiplere ve Anayasanın 2 nci maddesine dayalı
Hukuk Devleti ilkesi ile 10 uncu maddesine dayalı eşitlik İlkesine gölge
düşürmektedir.
Bu nedenle, yasama dokunulmazlığının “Meclis çalışmalarındaki oy ve
sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerinden sorumlu tutulamamak ve kişisel
özgürlüğü kısıtlanamamak” şeklinde düzenlenmesi, tarihî gelişmeye ve gerekçeye
uygun olacaktır.
Fransa’da 1995 yılında bu yönde yapılan düzenlemeyle, adlî soruşturma ve
yargılama dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmış, sadece tutuklama ve kişi
özgürlüğünün kaldırılması, Meclisin kararına bırakılmıştır. Yine, yasama
dokunulmazlığının anavatanı olan İngiltere’de, dokunulmazlık zırhı, ceza
kovuşturmalarına karşı değil, hukuk davalarına karşı koruyucu bir işleve
indirgenmiştir.
Gündemdeki ertelenme kararı verilen dosyalar kapsamındaki iddialar,
vatandaşlarımızın günlük yaşamında karşılaştıkları ve mevzuata göre gereğinin
yapıldığı hukukî olaylar ve iddialardır. Bir yurttaş bu gibi hallerde hangi
hukuk kurallarına tâbi tutuluyorsa, onun vekili ve aynı zamanda bir vatandaş
olan milletvekillerinin ve diğer kamu görevlilerinin de aynı kurallara tâbi
olması kadar doğal bir şey olamaz. Böyle bir anlayış ve uygulayış, eşitliğin
gereği olduğu gibi, hukuk devleti olmanın da temel gereğidir.
Yukarıda belirttiğim gerekçelerle, öncelikle, yasal düzenlemeler
yapılarak sorgulanma ve yargılanma dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmalı,
sadece kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması dokunulmazlık kapsamında
olmalıdır. Ceza hükümlerinin infazı ise, milletvekili sıfatının sona ermesine
bırakılmalıdır. Böyle bir düzenlemeyle bir taraftan yargısal denetim işlerlik
kazanacak, diğer taraftan milletvekillerinin Meclis çalışmalarına katılımı da
sağlanmış olacaktır.
Yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar “yasama sorumsuzluğu” kapsamı
dışındaki suç iddialarını içeren dosyalar için, dokunulmazlıklar
kaldırılmalıdır. Böylelikle, asil ve vekili arasında eşitlik sağlanacağı gibi,
milletvekillerine de bir an önce aklanma olanağı yolu açılacaktır.
Bu nedenle “yasama sorumsuzluğu” kapsamı dışında
gördüğüm bu dosya için, dokunulmazlığın kaldırılmasının yerinde olacağı
kanaatinde olduğumdan, erteleme kararına katılmıyorum. 29.5.2000
Osman Kılıç
İstanbul
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
2. – Sivas Milletvekili Mehmet Ceylan’ın, Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/519) (S. Sayısı: 472) (1) TürTürkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça 3.4.2000 tarihinde karma komisyonumuza gönderilen Sıvas Milletvekili
Mehmet Ceylan’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık
tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık komisyonuna
incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 11.5.2000 günlü raporuyla, 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa muhalefet suçu isnat olunan Sivas
Milletvekili Mehmet Ceylan hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının
sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık komisyonu raporunu
inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri
üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak
amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak, böyle
farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline
getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde
yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının
bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini göz önüne
almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı
taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği dikkate
alınarak, Sıvas Milletvekili Mehmet Ceylan hakkındaki kovuşturmanın
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğuyla karar
verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa
saygıyla sunulur.
Başkan
Ertuğrul
Yalçınbayır
Bursa
ve Komisyon
üyeleri
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ankara Milletvekili Tayfun İçli ile
İstanbul Milletvekili Osman Kılıç, bu raporda da, aynı gerekçelerle
muhaliftirler. Gerekçeler aynı olduğundan, ayrıca okutmuyorum; sadece bir
önceki raporda olmayan İstanbul Milletvekili Nazire Karakuş’un muhalefet
şerhini okutuyorum:
Muhalefet şerhi:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Karma Komisyonu
Başkanlığına
Halkın egemenliğinin tesis edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisinin her
üyesi saygıdeğerdir.
Yasama görevini yerine getiren bir milletvekilinin, saygınlığını
zedeleyen suçlamalar karşısında, Türk Milleti adına karar veren bağımsız
yargıda aklanmak en doğal hakkı olmalıdır. Bu hakkın kullanılabilmesi için,
sayın milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasının doğru olacağı
düşüncesindeyim.
Karara bu anlamda muhalefet ediyor, saygılar sunuyorum. 24.5.2000
Nazire
Karakuş
İstanbul
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
(1) 472 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
3. –
Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/520) (S.Sayısı: 473) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 3.4.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
11.5.2000 günlü raporuyla görevi kötüye kullanma suçu isnat olunan Elazığ
Milletvekili Mehmet Ağar hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının
sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların)
tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun
dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin
kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel
olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması
amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu
anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan
eylemin niteliği dikkate alınarak, Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar hakkındaki
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy
çokluğuyla karar verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Başkan
Ertuğrul
Yalçınbayır
Bursa
ve Komisyon
üyeleri
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ankara Milletvekili Tayfun İçli,
İstanbul Milletvekili Osman Kılıç ve İstanbul Milletvekili Nazire Karakuş, bu
rapora da aynı gerekçelerle muhaliftirler. Gerekçeler aynı olduğundan, ayrıca
okutmuyorum efendim.
Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, bu raporların tümü, kovuşturmanın milletvekilliği
sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine dairdir. 10 gün içinde itiraz
olunmadığı takdirde, bu raporlar kesinleşmiş olacaktır.
Sayın milletvekilleri, Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi
ve Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir
önerileri vardır; önce okutup işleme alacağım, sonra oylarınıza sunacağım efendim.
(1) 473 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
V. – ÖNERİLER
A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1. – Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve
ANAP Gruplarının müşterek önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu, bir siyasî parti grubunun katılmaması nedeniyle
toplanamadığından, Gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin, İçtüzüğün 19
uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederiz.
Saygılarımızla.
Aydın Tümen İsmail Köse
DSP Grup
Başkanvekili MHP Grup Başkanvekili
Zeki Çakan
ANAP Grup Başkanvekili
Öneriler:
1) Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmının 188 inci sırasında bulunan 517 sıra sayılı kanun tasarısının bu
kısmın 3 üncü sırasına, 137 nci sırasında bulunan 387 sıra sayılı kanun
tasarısının 4 üncü sırasına, 157 nci sırasında bulunan 414 sıra sayılı kanun
tasarısının 5 inci sırasına, 48 inci sırasında bulunan 150 sıra sayılı kanun
tasarısının 6 ncı sırasına, 185 inci sırasında bulunan 494 sıra sayılı kanun
tasarısının 7 nci sırasına ve 53 üncü sırasında bulunan 180 sıra sayılı kanun
tasarısının 8 inci sırasına alınması, 28.6.2000 Çarşamba günü, gündemin 5 inci
sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma
süresinin uzatılması önerilmiştir.
2) 29 Haziran 2000 Perşembe günü; 22 Haziran 2000 tarihinde dağıtılan ve
İçtüzüğün 112 nci maddesi gereğince 29 Haziran 2000 Perşembe günkü gündemde yer
alacak olan 506, 507, 508, 509, 510 ve 511 sıra sayılı Meclis Soruşturması
raporları ile gündemde bulunan ve 29.6.2000 Perşembe gününe kadar görüşmeleri
tamamlanamadığı takdirde 501 ve 502 sıra sayılı Meclis Soruşturması raporlarının
görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.
3) Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmının 122 nci sırasında yer alan (10/139) esas numaralı trafik
kazalarının önlenmesi konusundaki Meclis Araştırması Önergesinin görüşmelerinin
30.6.2000 Cuma günkü birleşimde, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmında ve 6 ncı sırada bulunan (10/14), 107 nci sırada bulunan (10/126), 113
üncü sırada bulunan (10/132) ve 114 üncü sırada bulunan (10/133) esas numaralı
Meclis Araştırması Önergeleri ile birlikte yapılması, görüşmelerin
tamamlanmasından sonra kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi ve gündemin 6
ncı sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Efendim, çalışma süremize çok az bir zaman kaldı.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Bir tashih için söz isteğim var.
BAŞKAN – Başka söz isteyen var mı?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben de söz istiyorum.
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Saat 20.00’deki oturumda görüşülse daha iyi
olur.
BAŞKAN – Benim de kanaatim o; münasip görürseniz öyle yapacağım efendim.
Saat 20.00’ye kadar birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.50
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati
: 20.00
BAŞKAN :
Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER
: Vedat ÇINAROĞLU (Samsun), Hüseyin ÇELİK (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 121 inci Birleşimin İkinci Oturumunu
açıyorum.
Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi
Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verdikleri öneriyi okutmuştuk.
V. – ÖNERİLER (Devam)
A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
(Devam)
1. – Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve
ANAP Gruplarının müşterek önerisi (Devam)
BAŞKAN – Öneri üzerinde, Sayın İsmail Kahraman söz istemişlerdi.
Şimdi, Sayın Kahraman’a söz vereceğim.
Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
sözlerime başlarken, öncelikle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Katılamadığımız Danışma Kurulu toplantısındaki grup önerisi üzerine
görüşlerimizi arz etmek üzere huzurunuzdayım.
Bu öneri incelendiğinde, asla taalluk etmeyen diyebileceğimiz bazı hususları
iktidar gündeme getirmiş; öteden beri şikâyetçi olduğumuz ana konular hususunda
herhangi bir çalışma ve niyet ortaya koymamış bulunuyor. Tabiî, milletin bizden
beklediği kendi dertlerine çare bulacak, umuma hitap eden genel mevzuları
halletmeyken, üç maddelik, iki maddelik, hatta bir maddelik kanun tasarılarıyla
meşgul edilmek çok yanlış.
Moliére, biliyorsunuz, bir Fransız tiyatro yazarı ve de oyuncusu. Onun
1670’de sahnelenen, elan daha sahnelere konan, Kibarlık Budalası diye Türkçe’ye
çevrilen bir piyesi var. Orada, Mösyö Jordan
(Monsieur Jourdain), piyesin kahramanı; burjuvadan zenginleşmiş bir kişiyi
temsil ediyor. Dans hocası tutmuş, müzik hocası tutmuş, felsefe hocası tutmuş.
Hocaların verdiği dersleri beceremiyor; ama, bu lisan hocasının, hançerenin
neresinden harfler çıkacak diye olan eğitimi çok hoşuna gidiyor. Felfese hocası
bir mevzu anlatacak “efendim şu harf nereden çıkıyordu” diye hemen mevzuu
harflerin çıkışına götürüyor. Aslî konulara sıra gelecek, piyano çalmayı
öğrenecek, yapamıyor, bu melekeyi baştan kazanması lazım; derhal “efendim,
kelimeler üzerinde, harfler üzerinde çalışalım” diyor.
Şimdi, hatasız teşbih olmaz derler; ama, zannediyorum, biraz benzeşme
var. Çalışacağız... Nelere çalışacağız; 3 maddelik, 1 maddelik, 2 maddelik
kanunlara çalışacağız; ama, asla taalluk eden hususlara hiç girmeyeceğiz. Bu
yanlışlığı, yine, bu öneride görüyoruz. 188’deki bir tasarıyı 3’e taşıyoruz,
137’yi 4’e taşıyoruz, 48’i 6’ya getiriyoruz. Bir hafta geçiyor, tekrar bir
toplantı daha yapıyoruz; 6’ya aldığımızı öteye atıyoruz ve bu bir gayri
ciddîlik oluyor.
Bakın, Kâmran İnan Beyin oturduğu bir oturumu hatırlayın. Kanun
hükmündeki kararnameler tasarılardan önce geldiği için, yurt dışındaki
teşkilatlar hakkında bir kanun hükmünde kararname geldi. Kendisi oturdu,
hükümet oturmadı. Dikkat buyurun, önünüzdeki gündemin 2 nci sırasında durur ve
kaç zamandır 1 inci sıradaydı. Niçin 2 nci sırada; çünkü, yetki kanunu tasarısı
geldi.
Hayvanları Koruma Kanunu Tasarısı gündemde 1 inci sıraya geldi; sayın komisyon
başkanı oturdu, hükümet oturmadı; çünkü, iki ortak arasında, iki ortağın Çevre
Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı arasında uyuşma yoktu. O, bir başka toplantıda
sonlara atıldı. Yani, öylesine tuhaf bir çalışma düzeni ki, bizleri üzüyor.
Burada çıkan kanunlar, buradaki çalışmalar, sadece (A) veya (B)
partisinin değil, topyekûn Meclisindir ve milletindir. Hepimiz, dışa karşı bir
bütünlük içinde, bir büyük müesseseyi temsil ediyoruz. Bu yanlışlık bizleri
üzmekte.
Belediye başkanları Ankara’ya geldiler. 2 000 belediye başkanı toplandı;
aralarında büyükşehir belediye başkanları, il belediye başkanları, ilçe
belediye başkanları var ve biz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bu mahallî
idarecileri, halkın temsilcilerini panzerle ve çevik kuvvetle karşıladık. Bilmiyorum,
bu ara vermede, onlar bizi ev sahipliği yaparken neyle karşılayacaklar; ama,
zannediyorum, milletimizin asaleti gereği bu yanlışı yapmayacaklar.
Bir mahallî idareler kanununu çıkarmış değiliz. Geçen dönemde başlayan
çalışmalar, İçişleri Bakanının yaptığı çalışmalar... İyice pişirilmiş bir aş
var; ama, servisi yok. Belediyelerin feryadı varken... Hani Âkif’in dediği gibi
“yandık diyoruz, boğmaya kan gönderiyorsun...” Dün baktım, sayın hükümetin
ortakları bir tasarı ek maddesi ya da eklentisi takriri getirmişler; diyorlar
ki: “Kamu ve mahallî idarelere ait harcamalar, düzenlemeler...” Biz, ademi
merkeziyet derken, mahallî idarelere muhtariyet derken, şimdi, görüşülecek
olan, görülecek olunan, yapılacak olan görüşmede, maalesef, bir önergeyle araya
bir de belediyeleri sokuyoruz. Merkezden idare... Bu merkezden idare, Meclise
ait de değil. Alıyoruz bunu, hükümete veriyoruz. Neden Meclisi bu kadar
aşındıracağız? Neden itibarını zedeleyeceğiz? Parlamenter demokratik rejime
neden aykırı hareket edeceğiz?
Her seferinde söylüyorum. Tabiî, beşerî manada, çok doğru bir söz var
arkamızda ve anonim bir söz, altıyüz yıllık bir söz: “Hâkimiyet milletindir.”
Onu, bu Meclis temsil ediyor. Meclis, şimdi, kalkıyor, yetki kanunuyla bunu
yürütmeye veriyor. Yürütmeyi denetlemiyoruz; çünkü, denetleme günü yok. Salı
günleri denetleme yok; çarşamba günleri sözlü sorular yok. Ne var? İcra İflas
Kanununda bir maddenin değişikliği; odalar birliğine ait 80 milyarlık bir
ödemenin, aktarmanın yapılması; sulama alanları...
Meclisin çıkardığı kanun sayısına göre, Meclis çalışıyor zannetmek o
kadar yanlış ki. Sayın Clinton buraya geldiğinde bir konuşma yaptı. Esasında
sözü, ironiydi, ince bir istihzaydı; “ne kadar kanun çıkardınız, ben Kongrede
çıkartamıyorum” dedi. Amerika, dünyanın devi... Biz övünüyoruz, şu kadar kanun
çıkardık. Tadadını yaptım. Onu, yarınki konuşmamda size anlatacağım müddetim
azaldı çünkü.
Neden yarın konuşacağız; çünkü, 13.30’da Danışma Kurulunu biz de
toplantıya çağırdık; ana kanunları konuşmadıkça, tatile girmeyeceğiz diyeceğiz.
Ama “tatil” sözünü, tekrar, hemen, tashih etmek istiyorum. Yine Meclisin bir
hatası. “Tatile girmek” tabiri, sanki, istirahate gitmek gibi anlaşılıyor.
Tabiî, burası sadece kanun çıkarırsa, gece sabahlara kadar devam ederse ve
burası bir kanun üretim merkezi, üretim de değil, postacı merkezi, geleni
matbaaya gönderen bir yer haline gelirse, vatandaş “orada iş yapmıyorsunuz; o
halde, tatildesiniz” der. Halbuki, bunun adı “ara verme”dir. Meclis çalışması
denetimdir, halkla bütünleşmedir ve Meclisin yapacağı bu üç aylık ara -verirse
şayet- asla tatil değildir, esas fonksiyonudur ve görevidir. Böyle bir yanlış
da verildi...
Şimdi, bir yetki kanunu var. Bu yetki kanunuyla bir endişeye düştük;
dedik ki: Acaba, belli bir kesimi, çok küçük bir azınlığı kurtarma kanunu mu
bu, bir off-shorezede kanunu mu? Sayın Bakan Yüksel Yalova Bey dışarıda ifade
ettiler ve dün de, Plan ve Bütçe Komisyon Başkanı Sayın Metin Şahin ifade
ettiler “bunun içinde böyle bir gizli durum yok” dediler; yani “kişilerin
talepleri karşılanacaktır kelimeleri, cümleciği bu manayı taşımaz” dediler ve
bir garanti verdiler; ama, korkuyoruz; çünkü, yetki kanunu, esasında, çok
titizlikle, hatta, kıskançlıkla kullanılacak bir hadisedir; yasama yetkisini
yürütmeye vermektedir. Yetki kanunlarının ben tadadını yaptım. Çok az sayıda
yetki kanunu var, 1972’den günümüze kadar 30 tane; ama, 6 yetki kanunuyla 105
tane kanun hükmünde kararname çıkaran hükümet var.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Siz çıkarmadınız mı?
BAŞKAN – Lütfen efendim, hatibi dinleyelim.
İSMAİL KAHRAMAN (Devamla) – Vekâletname verilirken ahzükabz yetkisi
verilmez ve çok hassas davranılır; çünkü, adınıza para alacak veya ödeyecek
veya ibra verecektir. Yetki kanunları buna benzer. Meclisin yerine hükümeti
koymaya giden bir hadisedir; ama, burada, yetki kanunu veriyoruz. Deprem olduğu
için yetki kanunu verdik. O yetki kanununa, içinde daha sonraki depremler
olmadığı halde, diğer depremler konuldu, yapı denetim elemanları kararnamesi
çıkarıldı ve o kadar genişletildi ki, çok geniş sahaya yayıldı. Neden; Meclis,
denetim yetkisini taşıyan bir organ olarak kendini görmediğinden. Biz, Meclisin
üstünlüğünü sağlayıcı durumda olmalıyız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İSMAİL KAHRAMAN (Devamla) – Dün burada, Veysel Candan Bey, bir
fezlekeden bahsetti. Bazı hukuk fakirleri var ülkemizde, maalesef; çünkü, hukuk
herkese lazım ve ehil ellerde olması lazım. Şu kürsüden konuşan Hüseyin Arı Bey
hakkında İstanbul’dan bir ilçe savcısı fezleke yazıyor. Burada konuşmanın,
kürsü sorumsuzluğunun farkında olmayan bir kişi; ama, Meclis Başkanımız da bunu
komisyona havale ediyor.
Şimdi, Meclisin aslî fonksiyonlarını yapar hale gelebilmesi için, hep
beraber çalışmamız lazım. Biz, af konusunun, mahallî idareler konusunun,
demokratikleşmenin konuşulmasının gerekliliğine inanıyoruz ve o hususta
talebimiz oldu. Yarın, bu toplantı yapılacak. Bilemiyorum, katılacaklar
katılmayacaklar; ona göre yeniden konuşacağız.
Bu arada, Sayın Meclis Başkanvekilimizin trafik kazalarıyla ilgili
araştırma önergesi var, cuma günü görüşülecek ve yine, bizim önümüze garip bir
tablo çıkıyor. Denetimi kaldırdığımız için, 19.5.1999’da verilmiş trafik
araştırma raporu duruyor; şimdi, iki evladını kaybetmiş bir kişinin uyandırmasıyla,
biz, hemen bunu gündeme alıyoruz. Yürüyecekler, gündeme alacağız. E, niye
yürütüyoruz? Burada oluşumuzun sebebi ne?!
Bu ve benzeri şikâyetlerimiz var. Biz, çalışmalarımızı halkın beklediği
kanunları yapmak ve denetimi layıkıyla yerine getirmek şeklinde sürdürmeliyiz.
Bunun olmasını temin sadedinde bir talebimiz var; yarın, Danışma Kurulunda
görüşülecektir.
İnşallah, özlediğimiz parlamenter, demokratik rejimi sağlamada, bu
dönem, üzerine düşeni yapar diyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (FP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Sayın Güven, buyurun efendim.
Aleyhte mi, lehte mi?
TURHAN GÜVEN (İçel) – Üzerinde efendim.
BAŞKAN – Üzerinde_ Peki efendim. Üzerindeymiş gibi aleyhte değil mi
efendim?
TURHAN GÜVEN (İçel) – Evet.
BAŞKAN – Buyurun.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, bu kürsüden, tabiî, lehte deyip de
aleyhte konuşan, aleyhte deyip de lehte konuşan çok değerli arkadaşlarımıza
tesadüf ediyoruz. Ben de, üzerinde konuşmayı yeğliyorum. Lehe de yorumlayabilirsiniz,
aleyhe de yorumlayabilirsiniz; bu sizin takdirinize bağlı, size mevdu bir olay.
Değerli arkadaşlarım, hepinizi, sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bir
süreden beri, bu kürsülerde epeyce ifade etmeye çalıştığımız bir olay var;
zorla çalıştırma olayı. Zaman zaman, bu zorla çalıştırmanın sonunda başarılı
olundu; zaman zaman da, ama karar yetersayısı, ama toplantı yetersayısı
denilerek de akamete uğratıldı. Tabiî, muhalefetin görevinin, her gelen kanun
tasarısına evet demek olmadığının herkes bilinci içerisinde artık. Her şeye
hayır demenin de yanlışlığının bilinci içerisindeyiz; ama, Anayasanın 18 inci
maddesi var. Biraz iş hukukuyla ilgili gibi görünüyor; ama, bakın “zorla
çalıştırma yasağı” diyor Anayasa. Diyor ki: “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz.” Buna,
Türkiye’deki her ergin kişi dahildir demek istiyor; angarya yasaktır diyor.
Bazen angarya düzeyine erişen çalışmalar yapıldığını ifade etmeye çalışıyorum.
Ha, bundan, sakın, kimse bir sitem falan da algılamasın. Sadece, işin gereğinin
yanlış olduğunu, gerekçenin yanlış olduğunu ifade etmeye çalışıyorum; ama,
tabiî, sonunda, yine sizin dilediğiniz olacak; çünkü, iş, sayısal loto gibi,
sayısal parmak hesabına dayanacaksa, bu sayısal sonuçta, arzu ettiğiniz şey
gerçekleşecek; ama, demokratik mi olur başka şey mi olur, onun takdiri yine
size bağlı. Çünkü, gelen kanun tasarılarını dikkatle izlediniz mi; bir otuzaltı
kısım tekmili birden sürati içerisinde geldi geçti. Okuma imkânına sahip
olmadığımız kanun tasarıları var değerli arkadaşlar. Hepiniz de bunu biliyorsunuz.
Birdenbire birinci madde başladı... Bir de “gece çalışması bitinceye kadar”
deyiminin, artık, bizim İçtüzüğümüze yerleşmiş olması lazım; “bitinceye kadar”
dediniz mi, sabahın 05.00’ine kadar, ama onbeş arkadaşımızla, ama uykuya, daha
doğrusu, uykusuzluğa tahammüllü on arkadaşla bitirdik bunları.
Şimdi, o nedenle, bir çalışma süresinin, İçtüzük ve Anayasa gereği,
bitimine geliyoruz. Onun için üzerinde söz aldım zaten; çünkü, İçtüzük diyor
ki: “Milletvekilleri, 1 Temmuzda Meclis çalışmasını durdurur.” Bunun amacının
hiç kimsenin dinlenmesi olmadığı da artık belli; herkesin, kendi seçim
çevresine, hatta Türkiye’nin her yerine giderek, vatandaşla hemhal olması, onun
dertlerini dinleyerek sorunlarını çözmek için birtakım hazırlıklar yapması ve 1
Ekimde de buraya gelmesi söz konusu. Aynı İçtüzük diyor ki: “Üç aydan fazla da
bu tatil olmaz.” Gerçi, ben, Meclise geldiğim günden beri hiç üç ay tatil falan
da yapmış değilim; sizler de yapmadınız. Geçen dönemden gelen bütün
Parlamentodaki arkadaşlarımız bilirler. Bu Meclis, hiçbir zaman üç ay tatile
girmedi; ama, birtakım müessif olaylar oldu, Türkiye’yi yerinden oynatacak
olaylar oldu ve Meclis, toplanma gereğini hissetti, zorunluydu; ama, bazen de
çok gereksiz bazı kanunları “reform” adı altında getirdik, o zaman da Meclis
toplantıya çağırıldı ve toplantılar yapıldı.
Şimdi, buralarda bunlar devam ederken, şu geçen kanunlar içinde Türk
demokrasisini onaracak, Türk demokrasisini tam demokrasiye ulaştıracak ne
getirdik; ben onu arıyorum. Acaba, bu Meclis, geçen birleşim yılından
başlayarak bu birleşim yılı içinde, anayasa değişikliklerinden, 1 inci maddeden
başlayarak... Ki, bu Meclisin bence en büyük görevi o olmalıdır diyoruz, bütün
genel başkanlar aynı şarkıyı terennüm ediyorlar. Rivayet muhtelif; ama, cümlenin
maksudu bir. Öyle oluyorsak değerli arkadaşlarım, şu anayasa değişikliğini niye
bir an evvel Türkiye’nin, bu Meclisin gündemine sokmuyoruz? Bence, bu Meclisin
en büyük başarısı o olmalıdır. İşte, o zaman, tatil de niye diye sorma hakkına
sahip olabiliriz. Çok önemli bir görev. Bu Meclis, cumhuriyet tarihinde, belki,
anayasanın 1 inci maddesinden başlayarak sonuncu maddeye kadar getirme imkânına
sahip olursa, bence, en büyük görevini yapmış olur diye düşünüyorum. Tatil
kararı, biliyorsunuz, çalışmalara ara verme kararı alınmadıkça, zaten,
kendinden Meclis tatile girecektir. Bugünkü Danışma Kurulu toplantısında da
böyle bir karar alınmadığına göre, ayın 1’inden itibaren Meclis kendiliğinden
tatile girecek. Bunun aksine bazı düşünceler var. Arkadaşlarımız, bir partinin
değerli grup başkanvekilleri, yarın toplantıya çağırmışlar; belki gündemlerinde
bu vardır, olabilir, ona ben bir şey demiyorum; ama, şu getirilen öneriler
kısmında bir yanlışlığı ifade etmek istiyorum, onun için üzerinde diyorum
zaten.
Şimdi, kusura bakmayın, tabiî, benim, okullarda biraz öğretmenliğim var
da... Bir şeyin evveliyatında mevcut olan durum yazılır. Yani, cümle, gramer
kaidelerine riayet etmekten bahsediyorum burada, dilbilgisinden bahsediyorum.
Şimdi, önerilerin ikinci bölümünü, müsaade ederseniz, okuyalım. Daha henüz
gündeme girmeyen konulardan evvela bahsediliyor -daha yarın gündeme girecek,
iyi mi- gündemde olan kısımdan da sonra bahsediliyor. Bu takdim tehir değildir
arkadaşlar; bu, tipik dilbilgisi noksanlığıdır. Benim çok değerli kardeşlerim
-kim hazırladı bilmiyorum; ama- dilbilgisi kaidesine riayet edip düzenlemeyi
ona göre yaparlarsa, daha doğrusu, biraz sonra oylaması yapılacak ve kabul
buyuracağınız konuda böyle bir düzenleme olursa daha iyi olur.
Şimdi, bakınız, 22 Haziranda dağıtılmış ve İçtüzüğün 112 nci maddesine
göre, yarınki gündemde yer alacak kısım diye başlayamazsınız. Neyle
başlarsınız; 501 ve 502 sıra sayılı Meclis soruşturma raporlarının
görüşmelerinin şu tarihte yapılmasına diyeceksiniz; arkadan, bu tarihte
gündemde yer alacak olanların da bitimine kadar diyeceksiniz. Öbürünün bitimine
kadar demeniz yanlış olur. Bitti mi, 503, 504, 506, neyse, onlar
görüşülmeyebilir manası çıkar. Halbuki, buradaki amacın, yarın, mevcut 8 tane
soruşturma raporunun bitimine kadar çalışmak olduğundan şüphem yok; ama, takdim
tehir yaparsanız, biraz gramer hatası olur, biraz değil de tam gramer hatası
olur.
Bu nedenle, Yüce Başkanlıktan rica ediyorum. Arkadaşlarımız, bu öneriyi
o şekilde yeniden düzenler getirirlerse...
Diğer şeyler, zaten, arzu etsek de etmesek de, değerli parmaklarınızla
belli olacağına göre, ben üzerinde fazla bir şey demiyorum; ama, bir başka şeyi
daha söylüyorum: Yetki kanunu getirilmek isteniyor.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, cumhuriyet tarihinde her iki anayasa
döneminde çıkarılmış olan yetki kanunlarının yüzde 90’dan fazlası Anayasa
Mahkemesi tarafından bozulmuştur; çünkü, yetki, Yüce Meclisin kendi yetkisini
yürütmeye devretmesi olayıdır. Mesela, özelleştirmede daha evvelki hükümetler
çıkardılar, Anayasa Mahkemesi her gittiğinde bozdu, gönderdi. O nedenle, yetki
kanunları çok hassas konulardır. Bu yetkiyi verirken, muhtemel ve biraz da
gözardı edilen hususları gündeme getirilebilinmesi ihtimaline binaen çok titiz
davranmak lazım. Bir de bakarsınız ki, hiç farkında varmadan bir bankayı
satıvermişsiniz; bir de bakarsınız ki,
Türkiye’nin gündeminde olmayan bambaşka bir konuyu, hükümet, sizin
adınıza çözmeye çalışır; inşallah çözer veya yüzüne gözüne bulaştırır. O
itibarla, yetki kanunlarının Anayasa Mahkemesinde, bugüne kadar yüzde 90’nın
bozulmuş olduğunu dikkate alırsanız, öyle alelacele, çalakalem birtakım şeyleri
getirip de yetki kanununun içerisine koymayalım diye düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güven.
Başka söz isteyen var mı efendim? Yok.
Önerileri teker teker okutup, oylarınıza sunacağım efendim:
Öneriler:
1) Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmının 188 inci sırasında bulunan 517 sıra sayılı kanun tasarısının bu
kısmın 3 üncü sırasına, 137 nci sırasında bulanan 387 sıra sayılı kanun
tasarısının 4 üncü sırasına, 157 nci sırasında bulunan 414 sıra sayılı kanun
tasarısının 5 inci sırasına, 48 inci sırasında bulunan 150 sıra sayılı kanun
tasarısının 6 ncı sırasına ve 185 inci sırasında bulunan 494 sıra sayılı kanun
tasarısının 7 nci sırasına, 53 üncü sırasında bulunan 180 sıra sayılı kanun
tasarısının 8 inci sırasına alınması; 28.6.2000 çarşamba günü gündemin 5 inci
sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma
süresinin uzatılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Efendim, okunan birinci öneriyi oylarınıza sunuyorum...
SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Sayın Başkan, karar yetersayısının
aranılmasını istiyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler)
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Oylamaya geçtiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Karar yetersayısı istediler efendim.
AYDIN TÜMEN (Ankara)– Geçtikten sonra istenildi.
BAŞKAN – “Oylarınıza” dedim efendim, ondan sonra...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Oylamaya geçtikten sonra söylendi.
BAŞKAN – Efendim, karar yetersayısı istediler; ben öyle anladım,
affedersiniz...
Elektronik cihazla oylama yapacağım.
Oylama için 5 dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Efendim, birinci öneri kabul edilmiştir.
149 kabul oyu vardır pusulalara ihtiyaç duyulmadan. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
İkinci öneriyi okutuyorum:
2) 29 Haziran 2000 Perşembe günü; 22 Haziran 2000 tarihinde dağıtılan ve
İçtüzüğün 112 nci maddesi gereğince 29 Haziran 2000 Perşembe günkü gündemde yer
alacak olan 506, 507, 508, 509, 510 ve 511 sıra sayılı Meclis soruşturması
raporları ile gündemde bulunan ve 29.6.2000 Perşembe gününe kadar görüşmeleri
tamamlandığı takdirde, 501 ve 502 sıra sayılı Meclis soruşturması raporlarının
görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, bir düzeltme talep etmiştik.
BAŞKAN – Efendim, zatıâlileriniz ettiniz; ama, öneri sahipleri böyle
geçmesini istedikleri...
TURHAN GÜVEN (İçel) – Yani, gramer yanlışlığında devam ediyorlarsa,
mesele yok.
Yalnız bir şey öğrenmek istiyorum: Burada...
BAŞKAN – Efendim, bir dakika... Oylamayı bitireyim...
TURHAN GÜVEN (İçel) – Oylayın efendim; yanlışlığın oylanmasını
yapıyorsunuz.
BAŞKAN – Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkanım, yanlışlığın oylamasını
yapıyorsunuz.
Yanlışları ne kadar alt alta sıralarsanız, hep böyle yanlış olur.
BAŞKAN – Efendim, doğru da; kendi gramer anlayışları, bunu ifade
ediyorlar.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Ben şunu öğrenmek istiyorum: Bu düzenlemede -iyi
niyet kabul ediyorum- yarın, soruşturma komisyonları raporları olarak, hangi
sıradan başlayacak burası?
AYDIN TÜMEN (Ankara) – 501’den başlayacak.
TURHAN GÜVEN (İçel) – 501’den başlayacak, değil mi efendim.
Onu zapta geçin efendim.
BAŞKAN – Efendim, affedersiniz, soruşturma komisyonları raporlarının
özel gündemi var.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sıra sayısına göre...
BAŞKAN – İçtüzüğe göre, yarın görüşeceğiz. İstirham ederim yani...
TURHAN GÜVEN (İçel) – Tamam, niye öyle başlamamışız?
BAŞKAN – Efendim, artık bitirsek bunu.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, Doğru Yol Partisi Grubu Başkanvekili
arkadaşımız bilgisinde bir tereddüde düşmüş olabilir; ama, burası açık; 501 ve
502 sıra sayılı soruşturma komisyonu raporu zaten gündemde. Yani, bugün oraya
oturulmuş olsa bile, bugün görüşülme durumunda; komisyon sırasına oturulmadığı
için görüşülemiyor. Dolayısıyla, gündemde olanların peşinden diğerleri perşembe
günü gelecek ve görüşme, 501, 502’den başlamak üzere, sırayla olacak.
BAŞKAN – Efendim, kendileri de biliyorlar; ancak, kendilerine göre
“gramer hatası” dediler, anlaşılmıştır; oylamışım, geçmiş. Vakit kaybetmeyelim;
maksat hâsıl olmuştur herhalde efendim.
Sayın Güven, burada esas olan, İçtüzük değil mi?
TURHAN GÜVEN (İçel) –Evet, öyle.
BAŞKAN – Nereden başlanacağını orada yazmış...
TURHAN GÜVEN (İçel) – Anlıyorum da, bazen İçtüzük falan kalmıyor Sayın
Başkan, Anayasa bile kalmıyor!..
BAŞKAN – Aman efendim, olur mu?!
TURHAN GÜVEN (İçel) – Burada, endişemi ifade ediyorum.
BAŞKAN – Üçüncü öneriyi okutuyorum:
3) Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmının 122 nci sırasında yer alan (10/139) esas numaralı trafik
kazalarının önlenmesi konusundaki Meclis araştırması önergesinin görüşmelerinin
30.6.2000 Cuma günkü birleşimde; gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmında ve 6 ncı sırada bulunan (10/14), 107 nci sırada bulunan (10/126), 113
üncü sırada bulunan (10/132) ve 114 üncü sırada bulunan (10/133) esas numaralı
Meclis araştırması önergeleriyle birlikte yapılması, görüşmelerin
tamanlanmasından sonra kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi ve gündemin 6
ncı sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına
kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Efendim, üçüncü öneriyi de oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin “Meclis Soruşturması Raporları” kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın birinci sırasında yer alan, 20 nci Yasama Döneminde Yozgat
Milletvekili Yusuf Bacanlı ve 55 arkadaşı tarafından verilen Denizcilik
Müsteşarlığına ait bazı işlerin ihalelerinde ve personel alımıyla ilgili
konularda görevini kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve evrakta
sahtecilik suçlarını işlediği ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240, 339
ve 366 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Devlet eski Bakanı Burhan Kara
hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önerge ve (9/29) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki
görüşmelere başlayacağız.
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI
VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) GÖRÜŞMELER
1. – 20 nci Yasama Döneminde Yozgat
Milletvekili Yusuf Bacanlı ve 55 Arkadaşı Tarafından Verilen Denizcilik
Müsteşarlığına Ait Bazı İşlerin İhalelerinde ve Personel Alımıyla İlgili
Konularda Görevini Kötüye Kullanma, İhaleye Fesat Karıştırma ve Evrakta
Sahtecilik Suçlarını İşlediği ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240, 339
ve 366 ncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Devlet Eski Bakanı Burhan Kara
Hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin
Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/29) (S.Sayısı: 501)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
İkinci sırada, 20 nci Yasama Döneminde İstanbul Milletvekili Halit
Dumankaya ve 71 arkadaşı tarafından verilen Başbakanlık örtülü ödeneğini 1050
sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun 77 nci maddesine aykırı bir şekilde harcamak
suretiyle Hazineyi zarara uğratarak görevini kötüye kullandıkları ve bu
eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla eski
Başbakan Tansu Çiller ve Maliye eski Bakanı İsmet Attila haklarında Anayasanın
100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi ve Meclis
Soruşturması Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.
2. – 20 nci Yasama Döneminde
İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 71 Arkadaşı Tarafından Verilen
Başbakanlık Örtülü Ödeneğini 1050 Sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununun 77 nci
Maddesine Aykırı Bir Şekilde Harcamak Suretiyle Hazineyi Zarara Uğratarak
Görevini Kötüye Kullandıkları ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı
Maddesine Uyduğu İddiasıyla Eski Başbakan Tansu Çiller ve Maliye Eski Bakanı
İsmet Attila Haklarında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri
Uyarınca Bir Meclis Soruşturması
Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/27)
(S.Sayısı: 502)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir efendim.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına, nihayet, geçiyoruz.
Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkilerine İlişkin
Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve
Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler
Hakkında Yetki Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun
müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz efendim.
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilat,
Görev ve Yetkilerine İlişkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret
Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin Sağlanması
İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/710) (S.Sayısı: 518) (1)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
1 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi ve Doğru Yol Partisi Grupları adına
yapılan konuşmalar tamamlanmış ve gruplar adına konuşmalar bitmişti.
Şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Masum Türker’de.
Buyurun Sayın Türker. (DSP sıralarından alkışlar)
MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime başlamadan evvel, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Dün görüşmeye başladığımız ve bugün maddelerini ele aldığımız bu
tasarıyla, önümüzdeki aylar içerisinde, hükümete, önemli olarak her vesileyle
burada gündeme getirilen, kamuda çalışanların ücretleri arasındaki dengesizliği
gidermek ve bazı kamu çalışanlarının -özellikle bütçe dışında olmaları
nedeniyle- ücretlerinin farklı ayarlanmasına neden olan işlemleri düzenlemek
üzere yetki verilmektedir. Hükümete verilen bu yetkiyle, bir ölçüde, ileride yapılması
düşünülen personel reformuna bir açıklık getirilebilirse ve en azından,
bütçenin verdiği imkânlar çerçevesinde, şu anda bir birliktelik sağlanırsa,
yapılan bu işlemlerle, yetkinin yerinde kullanılması durumunda, Türkiye’de
önemli bir eşitsizliğin, en azından, kamuda çalışanlar arasında giderileceğini
düşünüyoruz.
Çeşitli vesilelerle burada dile getiriliyor. Burada çıkan bazı
yasalarda, bazı kamu kesiminde çalışanlara ayrıcalıklar tanınıyor, bazı
göstergeler tanınıyor; bu nedenle, o gün herkes için eleştirilen konu,
birdenbire, aynı bölgedeki ya da aynı kamu kurumunda çalışanlar arasında
dengesizliğe neden oluyor.
Hükümetin, yapacağı bu düzenlemelerle, bu dengesizliği gidereceğini
umuyor; bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Türker.
İkinci konuşmacı, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat.
Buyursunlar efendim.
ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlarım.
Bugün, burada bir yetki kanunu tasarısı görüşülüyor; kanun hükmünde
kararname çıkarsın diye, hükümete yetki vereceğiz. Ne için vereceğiz; kamuda
malî disiplini sağlasın diye vereceğiz.
Bundan önceki uygulamalara bakarsak, gerçekten, bu hükümetler, kamuda
malî disiplini sağlıyor mu?
(1) 518 S. Sayılı Basmayazı 27.6.2000 tarihli 120
nci Birleşim tutanağına eklidir.
Birkaç şey söylemek istiyorum; mesela, dört rakam vereceğim: 1996
senesinde personelin bütçe içindeki payı yüzde 24,6 iken, 1997’de yüzde 25,8’e
çıkmış, 1998’de yüzde 24,8’e düşmüş, 1999’da yüzde 20,6’ya düşmüş; 2000
yılında, programda yüzde 19,6 görünmesine rağmen, şu andaki beş aylık
uygulamanızda yüzde 18,8’e düşmüş.
Ne demek istiyorum: 1996’dan beri, bu hükümetler döneminde, yani,
Anavatan Partisi ve Demokratik Sol Partinin içinde bulunduğu hükümetler
döneminde, sürekli olarak, bütçe içerisinde -ben, fazladan demiyorum- personele
ayrılan pay azalmış. Ne kadar azalmış; 1997’de yüzde 25 iken, şimdi oran olarak
yüzde 18,8’e düşmüş; demek ki, üçte 1 miktarda azalma var, yüzde 26’dan yüzde
18’e düşmüş. Demek ki, şunu söylüyorum; mevcut, yaptığınız bir bütçe var, bu
bütçeden personele ayırdığınız pay -Anavatan Partisi ve Demokratik Sol Parti
için söylüyorum- bütçede gitgide azalmış; ama, buna mukabil, yatırımlar da
azalmış. Mesela, 1996’da yüzde 6,4’ten, 1997’de yüzde 8’e çıkmış; ama, 1998’de
yüzde 6,4’e, 1999’da yüzde 4,9’a, bu sene programda yüzde 5 olmasına rağmen,
beş aylık uygulamanızda bütçenin yüzde 2,2’si yatırıma gitmiş. Demek ki, sizin
hükümetinizin uygulamalarında, siz, bütçede, çalışanlara verdiğiniz payı
azaltmışsınız; ayrıca, yatırımları azaltmışsınız; ama, hep bunları mı
azalmışsınız; hayır; bu sefer, faize giden paraları da artırmışsınız. 1996’da -vergiyi
söylüyorum- verginin bütçedeki payı, faizi karşılama oranı yüzde 60 imiş,
sonradan yüzde 48’e düşmüş, yani toplanan vergi faizin yüzde 48’ine düşmüş,
sonradan, şu anda, 2000 yılında, ilk beş ayda yüzde 115’e çıkmış. Demek ki,
malî disiplini siz kaybetmişsiniz; kaybederken, çalışanlardan aldığınız parayı,
yatırımdan aldığınız parayı, faize ve faizcilere vermişsiniz. Ne zaman?.. Sizin
iktidar dönemlerinizi söylüyorum; yani, Demokratik Sol Parti ve Anavatan
Partisini diyorum...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Heyecanlanıyorsun.
ASLAN POLAT (Devamla) – Şimdi, bu çok önemli; çünkü, siz, çalışanlardan
alıp, rantiyeye vermişsiniz; bundan dolayı heyecanlanırım ben; çünkü, bu
yanlışınızdan dolayı heyecanlanıyoruz, yanlış da buradan geliyor.
Şimdi, burada, bu hükümet, bir tasarı getirmiş; diyor ki, ben,
çalışanlar arasındaki farkı düzelteceğim. Sen neyi düzelteceksin? Ankara’da, 22
yıllık bir yüksek mühendis 275 milyon lira ile 285 milyon lira arasında net
ücret alıyor. Şimdi, bütün teknik personel sizden cevap bekliyor; bu tasarı
sonunda, bunların maaşlarında bir iyileştirme olacak mı olmayacak mı? Bana bunu
söyleyin...
İHSAN ÇABUK (Ordu) – Olacak.
ASLAN POLAT (Devamla) – Neyi olacak?.. Kanun maddesine koymuşsunuz.
Bakın, diyorsunuz ki, bu tasarının sonunda, bütçeye ek yük gelmeyecek. Peki,
bütçeye ek yük gelmeden, sen, o mühendislerin veya o az maaş alan memurun
maaşını nasıl artıracaksın? (DSP sıralarından gürültüler) Sihirbaz değilsin,
Zati Sungur musun, bunu nasıl yapacaksın? Çünkü, bakın, kazanılan haklar var;
çok maaş alan memurun maaşını azaltamazsınız; çünkü, kazanılmış hak, zaten o da
bir şey değil, 500 milyon lira maaş alıyor, bugün DPT Müsteşarına bile
verdiğiniz 600 milyon lira para; yani, bunu mu azaltacaksınız? Onu
azaltamayacağına göre, altta gelişen, alt olan, yani, en az maaş alan
memurların maaşını artırmanız lazım. Yoksa, öbür gerisi boş laftır.
Şimdi, efendim, deniliyor ki: Yok, eşit işe eşit ücret vereceğiz; yok,
işte, kamuda çalışanlara bir sistem tayin edeceğiz, işi tarif edeceğiz, orada
çalışacak; yok, toplam kaliteyi uygulayacağız... Bunları boş verin. Şimdi,
toplam kaliteyi uygulamak için, eşit işe eşit ücret vermek için maksat olan
şudur: Bu çalışanlara sen bir şey verecek misin? Bunu söyle.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Vereceğim.
ASLAN POLAT (Devamla) – Ha, vereceğin ne, onu söyleyeyim. Dün burada ben
sordum: Bu tasarının sonunda off-shorezadelere para ödeyecek misiniz?
HASAN GÜLAY (Manisa) – Ben mi dedim?
ASLAN POLAT (Devamla) – Hayır, sizin Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı
çıktı -zabıtlar da burada- dedi ki: “Hayır, biz bu yetki tasarısıyla
off-shorezadelere para ödemeyeceğiz.” Ama, bugün Anavatan Partisi Grubunda,
sizin ortağınız ve iki dönem başbakanlık yapan Anavatan Partisi Genel
Başkanının ifadesinden -bütün basına da yansıdı bu- yetki kanununun
içerisindeki bir maddeyle off-shorezadelerin parasının ödeneceği belirtildi.
Şimdi deniliyor ki: “Hayır, bu yetki değil de, başka bir yetki çıkaracağız.”
Sizin çıkaracağınız şeyler belli Danışma Kurulu önerilerinde; yeni bir yetki
istemiyorsunuz. Yeni bir yetki getirmeyeceğinize göre, ortadaki yetki kanunu da
bu olduğuna göre, Mesut Yılmaz da, bu hükümetin Maliye Bakanının mensup olduğu
partinin genel başkanı olduğuna göre, onun da söylediğinin bir gerçeği olacak.
Sayın milletvekilleri, şimdi burada önemli olan şu: Bir tasarı
getirmişsiniz, bu tasarıda neyin ne olduğunu Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri
biliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkanım, 1 dakika...
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Off-shorezede, Aslan Bey.
ASLAN POLAT (Devamla) – Yahu, sen onu gel tarif et. Off-shorezadeyi Ağrı’da konuşacağız seninle.
BAŞKAN – Efendim, cevap vermeyin, Genel Kurula hitap edin.
ASLAN POLAT (Devamla) – Tamam... Tamam... Tutanaklara da geçsin; seninle
Ağrı’da bunu konuşacağız.
Bakın, anlatacağım konu şu: Bir hükümet düşünün ki, bir tasarı getirmiş,
bu tasarı Plan ve Bütçe Komisyonunda günlerce konuşulmuş. Plan ve Bütçe
Komisyonunda, bu tasarıdaki maddelerden, kimse off-shorezadelere para
ödeneceğini anlayamamış. Fakat, sonradan malî kesimden böyle ihbarlar gelince,
bu konuyu gelip burada biz dile getirdik; benimle, Cevat Ayhan dile getirdi. Bu
sefer Plan ve Bütçe Komisyonu Sayın Başkanı geldi “biz bunu kesinlikle
vermeyeceğiz” dedi.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Daha ne istiyorsun?!
ASLAN POLAT (Devamla) – Peki, bu nasıl tasarı ki, Anavatan Partisi Genel
Başkanı bugün gelip Meclis grup toplantısında “bunu ödeyeceğiz” diyor.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Onunla bunu karıştırma.
BAŞKAN – Efendim, karşılıklı konuşmayın; o zaman tuluat oluyor.
ASLAN POLAT (Devamla) – Şimdi, bu konu benim için çok önemli. Birinizden
biriniz bunu yanlış anlamışsınız. Öyle bir tasarı getirin ki, içerisinde...
Şimdi, hükümetin iki üyesinin anlaşamadığı, Plan ve Bütçe Komisyonunun
anlayamadığı bir tasarıyı getireceğinize, doğrudan doğruya, açık açık yazın,
eğer ödeyecekseniz ödeyin, ödemeyecekseniz ödemeyin; ama, okuyan herkes de bunu
anlasın.
Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Polat, teşekkür ederim.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, söz mü istiyorsunuz?
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Evet.
BAŞKAN – Niye istiyorsunuz?
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – 60 ıncı maddeye göre bir açıklama yapmak için söz
istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakanın açıklaması var.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Hayır; aynı zamanda, Anavatan Partisi...
BAŞKAN – Ama, zatıâlinize değil; evvela, Sayın Bakana söz vereceğim,
sonra, zatıâlinize söz vereceğim.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Olabilir efendim. Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Buyurun efendim.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Çok teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; biraz önce, Sayın
Aslan Polat dile getirdi, iyi de yaptı; bazı arkadaşlarımızın kafasında “acaba
böyle bir şey olur mu” gibi bir endişe bulunabilir. Onun için, ben, kendisine
teşekkür ediyorum.
Dün akşam, hatırlayacağınız gibi, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımız
Sayın Metin Şahin, burada, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek netlikte, açıklıkta
off-shorezedelerle ilgili bir düzenlemenin yetki kanunu içerisinde yer
almayacağını ifade etmişti.
Ben, şimdi, daha da kuvvetlendirici bir anlam yükleyeceğim. Hükümet,
istese de, yasa tekniği açısından off-shorezedelerle ilgili bir düzenlemeyi
getiremez, hukuka aykırıdır. Bunun, bilinmesini arzuladım.
Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Ben teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın Zeki Çakan Bey, aynı konuda mı 60 ıncı maddeye göre söz
istiyorsunuz?
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Evet.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Yazılı versin...
BAŞKAN – Efendim, zabıtlar yazılı sayılır.
Buyurun Sayın Çakan.
Bir dakika...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Vazgeçti...
BAŞKAN – Hayır, cihaz arıza yaptı...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Olabilir efendim. Bekliyorum...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Tamam, artık anlaşıldı. Başkası fuzulî
konuşursa...
BAŞKAN – Buyurun.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; biraz önce de
Sayın Bakanımızın söylediği gibi, kürsüden konuşan Fazilet Partili arkadaşımız
Aslan Polat, Sayın Genel Başkanımızın bugün böyle bir şey söylediğini ifade
etti.
Daha önce, yetki tasarısı içerisinde off-shorezedelerle ilgili bir
ödemenin yapılacağı dün akşam da gündeme gelmişti. Sayın Bakanımızın
söyledikleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımızın söyledikleri doğrudur.
Belki bir yanlış anlamayı düzeltmek için söylüyorum; Sayın Genel Başkanımız
bugün yapmış olduğu konuşmada, özellikle “off-shorezedelerle ilgili kanun
tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisine ayrıca gönderilmiştir; yetki tasarısı
içerisinde değildir” demiştir. Ben, hem zabıtlara geçmesi bakımından hem de
Sayın Aslan Polat’ı ve bu tür yanlış anlayan arkadaşların yanlış anlamalarını
düzeltmek için söylüyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
1 inci madde üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır efendim.
1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bizim burada önergeler vardı, ne
oldu? Bugün, belediye başkanları hükümete gitmişler... İktidar partisine mensup
milletvekilleri şöyle bir önerge vermişler...
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Kamer Bey haklı, bizim de
önergelerimiz var...
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Önergeler 2 nci
madde üzerinde...
KAMER GENÇ (Tunceli) – 1 inci madde efendim, onlar 1 inci madde diyor.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Şu anda dağıtılan önergeler 1 inci maddedeydi
Başkan.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani, belediye başkanlarını kandırıp da, burada
önergelerine sahip çıkmamak da, hakikaten çok yakışan bir şey onlara!
BAŞKAN – Efendim, bir hata yaptık. Önerge olduğunu daha evvel
söylememişlerdi. Acele oyladım; ama...
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, maddeyi oylamaya
geçmeden önce, önergeler var diye işaret buyurdum; elimi kaldırdım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Artık olmaz, dönüş yok...
BAŞKAN – Nasıl dönüş yok?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Burası Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Burada,
böyle “hata ettim”, “anlamadım” yok. Tamam, geçti artık; tekriri müzakereyle
getirirler Sayın Başkan; olmaz şimdi. Oylanmış geçmiş; olmaz efendim. Sayın
Başkan, İçtüzüğe uyacaksınız.
BAŞKAN – Tekriri müzakere istiyorlar.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Efendim, tekriri müzakerenin şekli açıktır; bu
madde üzerinde yapamazsınız. Tasarının tamamı biter, Danışma Kurulu toplanır
yeni bir karar alır.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Danışma Kurulunun kararı olacak Sayın Başkan.
BAŞKAN – 10 dakika ara veririm, Danışma Kurulu...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, kanun daha bitmeden önce...
Sayın Başkan, İçtüğü okurmusunuz lütfen!..
TURHAN GÜVEN (İçel) – Bir maddede olmaz Sayın Başkan. Kanun tasarısı
bekler oylamadan evvel 5 dakika ara verirsiniz. Çok açık.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Danışma Kurulunun da kararı gerekir Sayın Başkan.
Böyle bir usul yok.
Devam edin.
BAŞKAN – 2 nci maddeyi okutuyorum:
İlkeler ve yetki süresi
MADDE 2. – Bakanlar Kurulu ivedi ve zorunlu hallere münhasır olmak üzere
1 inci madde ile verilen yetkiyi kullanırken;
a) Kamu hizmetlerinin niteliğinin artırılmasını, hızlı ve etkin bir
şekilde yürütülmesini, vatandaşların devlete karşı olan yükümlülüklerinin daha
kolay, hızlı ve güvenilir bir biçimde yerine getirilmesini ve vatandaşların
devlete yaptıkları başvuruların en kısa sürede sonuçlandırılmasını,
b) Bürokratik işlemlerde vatandaşların yükümlülüklerinin gözden
geçirilmesini, gereksiz işlem ve yükümlülüklerin kaldırılmasını, kamu
harcamalarında israfın önlenmesini, gerektiğinde kamu kurumları ile bağlı ve
ilgili kuruluş ve kurulların bu amaçla yeniden teşkilatlandırılmasını,
c) Memurlar ve diğer kamu görevlileri arasındaki ücret
adaletsizliklerinin giderilmesini, eşit işe eşit ücret ilkesinin
gerçekleştirilmesini ve ücret sisteminin nitelikli personelin kamu kesiminde
istihdamına olanak sağlayacak şekilde geliştirilmesini,
d) Devletin gelir ve giderlerinde birliğin ve şeffaflığın sağlanmasını
ve bu suretle kamu malî yönetiminde disiplinin temin edilmesini,
e) Uygulanmakta olan ekonomik program hedeflerinin ve bütçe dengelerinin
bozulmamasını,
f) Genel bütçeli daireler ile katma bütçeli idareler ve bunlara bağlı
döner sermayeli kuruluşlar için yapılacak kadro ihdaslarını, bu bent kapsamı
içinde yer alan kurumların aynı sayıdaki boş kadrolarının iptali karşılığında
gerçekleştirerek, toplam kadro sayısının artırılmamasını,
g) Önerge göz önünde bulundurur.
Bu Kanunla Bakanlar Kuruluna verilen yetki, Kanunun yayımından itibaren
altı ay süre ile geçerlidir. Bu süre içinde Bakanlar Kurulu birden fazla kanun
hükmünde kararname çıkarabilir.
BAŞKAN – 2 nci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Aslan
Polat; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 518 sıra sayılı kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilatıyla
ilgili yetki kanunu tasarısının 2 nci maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.
Yetki kanunu tasarısının bu maddesiyle, kamu hizmetlerinin niteliğinin
artırılması, hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesi, bürokratik işlemlerin
gözden geçirilmesi, gereksiz işlem ve yükümlülüklerin kaldırılması, kamu
harcamalarında israfın önlenmesi, memurlar ve diğer kamu görevlileri arasındaki
ücret adaletsizliğinin giderilmesi, devletin gelir ve giderlerinde birliğin ve
şeffaflığın sağlanması konuları, gerekçesiyle, bu şekilde, hükümetçe
hazırlanıp, Plan ve Bütçe Komisyonuna sunulmuştur.
Komisyonda ise (e) fıkrası olarak “uygulanmakta olan ekonomik program
hedeflerinin ve bütçe dengelerinin bozulmaması” (g) fıkrası olarak “genel bütçeli daireler ile katma bütçeli daireler
ve bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlar için yapılacak kadro ihdaslarının,
bu kurumların boş kadrolarının iptali karşılığında gerçekleştirilerek, toplam
kadro sayısının artırılmaması göz önünde bulundurulur” diye fıkralar eklenerek,
Meclisin huzuruna getirilmiştir.
Bu konular, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında da önemle ele alınmış
“maliye politikası” başlığını taşıyan bölümde, malî disiplinle ilgili olarak,
201 inci paragrafta “kamusal faaliyet alanı içerisinde yer alan ve hizmetin
niteliği itibariyle bütçeyle ilgisi kurulması gereken kamusal harcamalar, bütçe
içerisine alınacaktır”; 203 üncü paragrafta “malî saydamlığın yaygınlaşmasını
sağlayacak karizmalar geliştirilecektir”; 214 üncü paragrafta “bütçe içi fonlar
tümüyle kaldırılacak, yeni fon kurulmayacak...”; kamu hizmetlerinde etkinliğin
artırılması bölümünde, 1 831 inci paragrafta “kamu kesiminde ücret
adaletsizliği olduğu...” 1 833 üncü paragrafta “kamu yöneticilerinin eylem,
görev ve yetkilerinin açık bir şekilde belli olmadığı...”; 1 834 üncü
paragrafta “bazı kurum ve kuruluşlarının hizmet sunarken, hizmetten
yararlanmanın bedeli olarak aldıkları meblağın bir kısmını kendi vakıflarına
bağış olarak aldıkları, bunun giderilmesinin gerektiği...”; amaç ve ilkeler
bölümünde 1 837 nci paragrafta “kamu
yönetiminin yeniden yapılandırılmasında verimlilik, etkinlik, performansın
artırılması, yönetsel saydamlığın güçlendirilmesi, personelin bilimsel ve
teknolojik gelişmeler ışığında eğitiminin sağlanması...”; 1 838 inci paragrafta
“eşit işe eşit ücret ilkesine dayalı bir sisteme geçilmesi, sendikal hakların
geliştirilmesi esas alınacaktır” denilmekte, böylece devam etmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yukarıda özet olarak belirttiğim bu
hususlar, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında yer alan ve bu yetki kanunu
tasarısının içeriğine ait paragraf başlıklarından bir kısmının özet
bilgileridir.
Görüldüğü üzere, bu tasarıyla istenen yetkilerin önemli bir bölümü, bu
planda yer almaktadır; fakat, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, bu yetki
tasarısında sürekli belirtilen şeffaflığın aksine, gerek Plan ve Bütçe
Komisyonunda gerekse bu Mecliste, iki üç günde, aceleye getirilerek, hiçbir
şekilde tartışılmadan ve incelenmeden geçiştirilmeye çalışılmış ve
geçirilmiştir.
Sekizinci Plan gerektiği gibi nasıl olacak ve ne zaman olacak şeklinde,
cidden bu Mecliste tartışılsaydı, şimdi, gerekli kanunların hazırlanması için
yetki vereceğimiz tasarının ana çerçevesi hakkında Meclisin yeterli bir bilgisi
olur; yazın tatile gittiğimiz seçim bölgelerimizde bize sorulan sorulara,
neyin, nasıl yapılacağı hakkında bilgimiz olacağı için, yeterince ikna edici ve
aydınlatıcı bilgi verebilirdik.
Devletin gelir ve giderlerinde birliğin ve şeffaflığın sağlanması
ilkesinde ise, yine, sadece klasik ifadeler olup, gerçekçi değildir.
Şöyle ki, gerek bu tasarı gerekse Plan ve Bütçe Komisyonuna gelen
tasarıların tümüne yakınında, komisyon üyelerinin ısrarlı girişimine rağmen,
getirilen tasarıların malî yönden bütçeye ne gibi yük getireceği, ortaya nasıl
bir malî porte çıkacağı hemen hemen hiç belirtilmemiş ve bu tasarılar,
aceleyle, gece yarılarına kadar, esasında görüşülmeden, görüşülüyormuş gibi
gösterilerek geçiştirilmişlerdir. En son örneği, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planıdır.
10 bölüm, 264 başlık, 2 088 paragraftan oluşan, sadece önümüzdeki beş
yılı değil, yirmiüç yılımızı planlama iddiasındaki bu plan tasarısı, 83
milyarlık oda aidatlarının bir yıl ertelenmesine ilişkin tasarı, bu Mecliste,
iki hafta görüşülürken, sadece iki gün görüşülüp geçiştirilmiştir.
Yine, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı için oluşturulan 95
civarındaki özel ihtisas komisyonu raporları hazırlanmış; fakat, basılıp
milletvekillerine dağıtılmamıştır. Sadece 8-10 civarındaki komisyon raporunun
basımı plan görüşmelerine yetişmiş, onların da gerekli incelenmesi Meclisce
yapılmadan, Plan, Meclisten geçirilmiştir.
Bizi bu konularda rahatsız eden, hükümetin, kanun tasarılarını Meclise
getirip, yeterince incelenmesine fırsat tanımadan, Meclisteki çoğunluklarına
dayanarak, görüşme saatlerini aşırı uzatarak, tasarıları alelacele Meclisten
geçirmesi, bazen de, son depremle getirilen Afet Kanun Tasarısı ve bu tasarı
gibi son derece önemli tasarıları kanun hükmünde kararnamelerle yürütmesidir.
Örneğin, Afet Yetki Tasarısının kanunlaştırılmasıyla, 27 adet kanun hükmünde
kararname çıkarılmış; bu kararnamelerle, bu yıl, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığınca açılan, en yoğun ve en kapsamlı kamu ihaleleri olan geçici ve
kalıcı konut ihaleleri, ihale anında ve ihale sonucu olarak Sayıştay denetimi
dışına çıkarılmış; üzerinde kesinlikle taviz verilmeyen meralar, orman
arazilerinin, bu kanunla iskâna açılabilme imkânı getirilmiştir. Bir yönden
“şeffaflık” diye yetki isteyeceksiniz, diğer taraftan, yaptığınız ihaleleri,
afet bölgelerine diğer kamu kuruluşlarınca yapılan yardımları Sayıştay
denetiminin dışına çıkaracaksınız! Bunlar, kabul edilebilir hususlar değildir.
Ayrıca, bu tasarının kapsamı aşırı geniştir, sınırları belli değildir.
Kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılmasından kamu kesiminde ücret adaletsizliğinin
giderilmesine kadar her konuyu kapsamaktadır. Yetki aşırı, süre ise altı ayla
sınırlıdır. Eğer, hükümetin, bu konuda ciddî bir çalışması yok da, şimdiden bu
çalışmalara başlayacak ise, altı aylık süre, bu kadar önemli ve geniş yetki
alanı için çok azdır; yok, eğer, gerekli çalışmalar var ise, düşündükleri
icraatları detaylı olarak bilmek de, bu Meclisin hakkıdır. Bu konuda açıklayıcı
bilgiye ihtiyacımız vardır.
Hükümet, Plan ve Bütçe Komisyonunda, yetki kanunu çerçevesinde
çıkarılacak mevzuata ilişkin çalışmaların sürdüğünden bahsetse de, yeterli
bilgi vermemiştir. Yalnız, bu Mecliste, görüşmeler sırasında, vakit olmadığı
için hiç de tartışılmayan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı için oluşturulan
özel ihtisas komisyonlarında hazırlanan, kamu yönetiminin iyileştirilmesi ve
yeniden yapılandırılmasına ilişkin rapordan, birtakım çalışmalar yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması gündeme gelince, öncelikle
sorulması gereken soru, kamu hizmeti deyince ne anlayacağımızdır. Genellikle,
kamu hizmeti, toplumun ortak gereksinimlerini karşılamak, toplumsal yaşamı
düzenlemek ve toplumu yönetmek üzere yetki verilen kamu otoriteleri tarafından
yürütülen görevler olarak tanımlanmaktadır. Kamu hizmetinin iktisadi temeli
finansmandır. Bu finansman, halkın verdiği vergilerle karşılanmaktadır. Vergi
veren halk kamudan hizmet bekler ve bu hizmetin kendisine sağlıklı, huzurlu,
güvenli ve refah içinde bir yaşam sağlaması amaçlarına uygun olmasını bekler.
Yalnız, son yıllarda hükümetlerin, siyasî tercihlerini çalışanlardan,
yatırımlardan ziyade rant ekonomisine ayırmaları sebebiyle halk fakirleşirken,
çok küçük bir azınlık ise aşırı derecede zenginleşmiştir.
Neticede, 1999 sonu itibariyle bankalarda mevcut 45 milyon hesap
adedinin 37 290 000’ine sahip olan, yani yüzde 82,5’ini elinde tutan kesim tüm
mevduatın yüzde 1,3’üne sahipken, 9 400 kişi, yani tüm mevduatın onbinde 2’si,
tüm mevduatın yüzde 20,4’ünü elinde tutmaktadır. Bunun da sebebi, son yıllarda
hükümetlerin, işçiye memura, halkına vermeye kıyamadığı parayı içborç
faizlerine vermesidir.
Örneğin, 1993 yılında borç faizlerinin vergi gelirlerine oranı yüzde 44
iken, 1994’te yüzde 51, 1995’te yüzde 53, 1996’da yüzde 66 olurken, Refahyol
dönemiyle 1997’de yüzde 48’e düşmüş, Refahyolun 28 Şubat sonrası yıkılmasıyla
tekrar yükselerek, 2000 yılında, yani bu hükümet döneminde yüzde 115 seviyesine
çıkmış ve tüm vergiler bu 5-10 bin kişilik aileye ödenen faiz giderlerine
yetmemiştir. Mayıs ayı sonu itibariyle bu hükümet döneminde yapılan 20
katrilyon 512 trilyon TL harcamanın içerisinde personel giderlerine 3,8
katrilyon, yani, harcamanın yüzde 18,8’i, tüm yatırımlara 469 trilyon TL, yani,
yüzde 2,2’si yapılırken, faiz harcamalarına yüzde 57’si verilmiştir.
Yine, tüm personel, yani, tüm çalışanlarına 3,8 katrilyonu ancak ayıran
bu hükümet, 5 batık bankaya, o bankaya mevduat açtıran 45 milyon insandan
kestiği parayla 2,5 katrilyonu bulup vermiş, hiç taahhüdü olmadığı halde,
off-shorezedelere 60 ile 80 trilyon lira arası meblağı bulacağını söylemiş;
ama, çalışanına vermemiştir, mahallî idarelere vermemiştir.
İşte, şimdi, bu tasarıyla, bu hükümetin bu bozukluğa dur demesi,
düzeltmesi için bir fırsat doğmuştur; fakat, hükümet bu tasarıya eklediği bir
maddeyle, bu beklentileri baştan kesmek için “bu tasarıyla bütçeye yeni yük
getirilmeyecektir” diye bir madde koyarak, çalışanlara “siz boşuna sevinmeyin,
benden size fayda yok” demek istemiştir. Halbuki, her reform çabası, belirli
bir malî külfete katlanmayı gerektirir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkanım, şahsım
adına da konuşmam var; beraber bitsin.
BAŞKAN – Şahsınız adına değil; bitirin. Arada konuşmacı var; şahsınız
adına veremem. İmtizacınız bozulmayacak şekilde...
ASLAN POLAT (Devamla) – Ama, bu, 5-6 dakika sürer. Müsaade ederseniz...
BAŞKAN – Hayır efendim, benim müsaademle olsa... Zaten hatalar yapmaya
başladık.
ASLAN POLAT (Devamla) – O zaman oturayım, sonra devam ederim.
BAŞKAN – Lütfen..
ASLAN POLAT (Devamla) – Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Efendim, uzayacak mı sizin tartışmanız?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, kürsü boş kalmasın.
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Uzayacaksa ara vereceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ara vermeye gerek yok. 2 nci maddenin
müzakeresine başladık; devam etsin. Meclis kürsüsü boş kalmaz; bu işin bir
usulü var.
BAŞKAN – Efendim, Meclis kürsüsü boş kalmaz, Bakanlar Kurulu sırası hiç
boş kalmaz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – O zaman ara verin.
BAŞKAN – Öyle yapacağım da “siz vermeyin, lüzum yok” dediniz de...
Müsaadenizi alacağım, 10 dakika ara vereceğim.
Birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 21.10
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 21.25
BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER : Vedat ÇINAROĞLU (Samsun),
Hüseyin ÇELİK (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 121 inci Birleşimin Üçüncü Oturumunu
açıyorum.
518 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam
ediyoruz.
IV. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4. —Kamu Kurum ve Kuruluşlarının
Teşkilât, Görev ve Yetkilerine İlişkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki
Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin
Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/710) (S. Sayısı : 518) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Tasarının 2 nci maddesi üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.
Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk'te.
Buyurun Sayın Öztürk. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmeye başladığımız 518 sıra sayılı kanun tasarısının 2 nci
maddesi hakkında, Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak için söz
almış bulunuyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 21 inci Dönem üyeleri arasından çıkan 57
nci cumhuriyet hükümeti, ülkemiz gerçeklerine uygun, son onbeş yılın en
istikrarlı ve güven verici hükümetidir. Ülkemiz, zengin doğal kaynakları ve
dinamik insangücü potansiyeliyle, 21 inci Yüzyılda, gelişmiş ülkeler arasında
hak ettiği yeri alacaktır. Her türlü idarî sistemde, amaca ulaşmasa da temel
hedef, toplumun refahı ve mutluluğudur. Ülkemizde son yıllarda daha da bozulan
gelir dağılımından etkilenen toplum kesimlerinin en üstünde memur ve emekliler
gelmektedir. Kamu kurum ve kuruluşlarının çalışanları arasındaki statü farkı,
bu ayrılığın doğal sonucu olarak, ücretlere de yansımaktadır. 1970'li yılların
ikinci yarısından itibaren başlatılan 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun
revize çalışmalarına, hükümetimiz döneminde, inşallah, son nokta bu yasayla
konulacak; devlet hayatının vazgeçilmez unsurları memurlar, hak ettikleri adil
ve adaletli yasaya kavuşacaklardır. Bütün hizmet sınıflarındaki kamu
personelinin -sağlık hizmetleri, eğitim öğretim hizmetleri, teknik hizmetler,
genel idare hizmetleri, YÖK Kanununa tabi çalışanlar- kamu kaynaklarından
paylarına düşeni almadıkları konusundaki şikâyetleri malumunuzdur. Bu genelleme
içerisinde, ülkemizdeki zengin doğal kaynakları stabil hale getirerek kamu
menfaatına ve kullanımına açılmasında büyük emek veren teknik personelin
durumlarının özellikle ele alınması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu durumu örneklendirmek gerekirse,
insan hayatına yön veren üniversite imtihanlarında en yüksek puanın arandığı
fakülteler mühendislik fakülteleridir. Bu zor ve meşakkatli eğitimi alarak mezun olan, iş hayatında
planlayan, üreten, imar eden, onaran ve trilyonlarca liralık ödemelerin
sorumluluğunu üstlenen teknik personel, hem maddî hem de manevî tatmin
beklemektedir.
1475 sayılı İş Kanunu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 399 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameyle çalışma hayatları düzenlenen teknik personel
arasında büyük ücret farkları görülmektedir. Misal olarak, Devlet Su İşleri
mühendisinin Ocak 2000 net maaşı 270 milyon liradır. Aynı kıdeme sahip Merkez
Bankasında çalışan bir mühendisin eködemeleri dahil maaşı 1 milyar 300 milyon, Hazine
Müsteşarlığında çalışan mühendisin maaşı 645 milyon, Türk Standartları
Enstitüsünde çalışan mühendis 600 milyon, TRT ve Türkiye Atom Enerjisi
Kurumunda çalışan mühendis 500 milyon, DPT'de 510 milyon ve Türkiye Büyük
Millet Meclisinde çalışan mühendis 500 milyon, TEDAŞ, TEAŞ ve TEMSAN'da
çalışanlar ise 460 milyon Türk Lirası net ücret almaktadır. Gençlerimizi emanet
ettiğimiz yirmi yıllık bir lise öğretmeni ise 250 milyon Türk Lirası
alabilmektedir.
Görüldüğü üzere, bu dengesiz dağılım, bütün personelin şevkini kırmakta,
sosyal hayattaki sorunları artırarak, işe olan motivasyonu düşürmektedir. Bu
düzensizliğin giderilmesi yolunda atılabilecek birkaç adım vardır. Bunlardan
bir tanesi, kamu işyerlerindeki teknik personel için özel bir yasal düzenleme
yapmak; bir diğeri, görüştüğümüz bu yasa tasarısıyla, hükümetimizin de
gündeminde bulunan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu revize çalışmalarında
bütün personelin yerinin özellikle dikkate alınmasıdır.
Kamu işyerlerinde değişik tarihlerde yapılan kanunî düzenlemelerle, beş
ayrı statüde personel istihdam edilmektedir. Bunlar, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununa tabi memurlar, yine, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun
4(b) maddesi uyarınca çalıştırılan sözleşmeli personel, kadro karşılığı sözleşmeli
personel, sözleşmeli geçici işçiler ve KİT personelidir. Yapılması düşünülen bu
yeni düzenlemeyle, ayrı statülerde çalışan bu personel derdest edilmeli,
aralarındaki statü farklılığı ortadan kaldırılmalıdır. Bu düzenlemenin doğal
sonucu olarak "eşit işe, eşit ücret" ilkesi hayata geçirilmelidir,
ki, bu yasa tasarısıyla, eşit işe, eşit ücret hayata geçirilmek istenmektedir.
Bir defaya mahsus olarak, kanun veya kanun hükmünde kararname kapsamında olursa
olsun, çalışanlar kadroya geçirilebilmelidir.
30 Kasım 1970 tarihinde uygulamaya konulan 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu bugün tanınmaz haldedir. Bu kanunla uygulamaya konulan "gösterge X
katsayı= maaş" ilkesi komik hale gelmiştir. Şöyle ki; birinci derecedeki
bir daire başkanı, bu hesaba göre, 65 milyon lira maaş hak etmekte, bu
rakamdan, ayrıca, kanunî kesintiler de yapılmaktadır. Taban aylığı, özel hizmet
tazminatı gibi diğer ek ödemelerle aylık yükseltilmektedir. Bu örnekten de
anlaşıldığı gibi, otuz yıllık bir kanun bu süre içerisinde tamamen atıl hale
gelmiş ve iş görmez olmuştur. Yapılması düşünülen bu düzenleme, böyle
olumsuzluklara cevaz vermemelidir. Uzun yıllar kamu hayatında yeni bir
düzenlemeye gerek duyulmadan, çalışanlar ile emekliler arasındaki adaleti
sağlayıcı nitelikte olmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununda yapılması gereken değişikliklerde sorumluluk, öncelikle,
teknokratların ve iktidar-muhalefet ayırımı olmaksızın bürokrat kökenli sayın
üyelerindir. Çözüm için sıra bekleyen ülke sorunlarının en önemlilerinden biri
olarak gördüğüm gelir dağılımındaki adaletsizliğin düzeltilmesi hususunda
atılacak en önemli adımlardan birisi budur. Bu hayırlı adım da bu yasayla
atılmış olacaktır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk.
Söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Tunceli Milletvekili Sayın
Kamer Genç'te.
Buyurun efendim. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilât, görev ve yetkilerine
ilişkin konularda kamu personeliyle ilgili yeni düzenlemeler yapmak üzere, bu
sevgili hükümetimize bir yetki veriyoruz. Ne kadar süre için yetki veriyoruz;
altı ay yetki veriyoruz. Diyoruz ki, biz, Meclis olarak, bu konularda düzenleme
yapmaktan aciziz; ey hükümet, sen gel bunları düzelt!..
Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk
devletidir. Bu hukuk devletinin organları, işleyişleri, organların birbirlerine
karşı olan görev ve yetkileri Anayasada düzenlenmiştir. Kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisinin hükümete verilmesi, çok istisnaî bir görevdir;
yani, çok önemli bazı sorunlar olur, Meclis toplanamaz, karar veremez;
özellikle, ekonomik konularda çok kısa aralıklarla, o kadar şiddetli olaylar
olabilir ki, bir bunalım anında, işte, Meclisin toplanıp karar vermesi belki
zaman alabilir, bu zaman içinde karar alınmasının gecikmesi nedeniyle ekonomi
büyük bir zarar görebilir, vatandaşlar çok büyük zarar görebilir. Bu gibi
halleri önlemek için, Anayasada, istisnaî olarak, Meclislerin, çok dar
konularda, yetkilerini hükümetlere devretme esası olan, hükümetlere kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmiştir.
Bence, bu kanun tasarısıyla getirilen yetkinin, yani, hükümete kanun
hükmünde kararneme çıkarması yetkisini veren yetkinin başı ve sonu belli
olmuyor. Öyle ifadeler kullanılmış ki, hangi konuda biz hükümete yetki
veriyoruz?
Sayın Başkan, bu gürültüleri keser misiniz efendim. Gürültü olunca, ben,
sağlıklı konuşamıyorum.
Aslında, iktidar partileri var;
iktidar partilerinin de, bu hükümetin de 351 milletvekili var. Karşısında
muhalefet partilerine mensup 200'e yakın milletvekili var. Herkesin de hakkını
vermek lazım; ne Fazilet Partisi ne Doğru Yol Partisi, ülkenin, milletin
yararına gelen hiçbir kanunda, burada ciddî bir muhalefet de yapmamıştır,
engelleme de yapmamıştır. Niye yapmamışlardır? "Kardeşim, siz üç parti
birleştiniz; memleketin, milletin hayrına olan kanunları getirin, biz de size
destek verelim" demişlerdir. Yalan mı; doğru. Yani, hiçbir engelleme de
yapılmıyor.
Esasen muhalefet böyle yapılmaz. Burada, yani, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde, bir konu için günlerce soru sorulmuş -ben uzun zamandır da
buradayım- sırf engelleme yapmak için günlerce sorular sorulmuş... Öyle olmuş
ki sayın milletvekilleri, bir kanunun bir maddesi 5 haftada çıkmamıştır.
Geçmişteki tutanakları açar incelerseniz, görülebilir; ama, şimdi, bir oluşum
var, bu oluşumda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 351 milletvekili bir iktidar
grubu oluşturmuş ve burada -yani, İçtüzüğün yarattığı- milletvekillerinin
yasama hakkını kullanması sırasında kullandığı, kanun tasarı veya teklifinin
tümü üzerinde gruplar adına 20'şer dakika, kişisel olarak 10 dakika, maddeler
üzerinde bu sürenin yarısı_ Bazen de hiç soru sorulmuyor ve kanunlar burada
çıkıyor. Niye hükümete bu kadar geniş yetki veriyoruz? Aslında, hükümetin bu
kadar geniş yetki alması, kendisi için bir zaaftır.
Şimdi, değerli milletvekilleri, getirilen bu yetki kanunu tasarısıyla, o
kadar çok geniş... Yani, aslında, deniliyor ki, kamu personelisinin ücret
eşitsizliğini gidermek için biz bu yetkiyi alıyoruz; ama, içinde yazılanlarla,
burada söylenilenler çok farklı. Elbette ki, bugün, birçok kamu görevlisinin
aldığı maaş çok düşük. Özellikle, polisin aldığı maaş çok düşük. Ben, geçen
gün, havaalanından gelirken, üç polis arkadaşı arabama aldım; yani, onyedi
yıllık bir polis memuru, 238 milyon maaş alıyor. Bu, gerçekten, bu kadar zor
görev yapan bir polis için, çok az bir maaş; çocuğunu okutacak, ev kirasını
verecek... Öte tarafta, belirli imtiyaz grubuna da, milletvekilinin 3 misli, 5
misli maaş veriyoruz. Bir devlette kamu görevi yapan insanların maaşları
arasında bu kadar nispetsizlik olur mu; olmaz. Bunu, burada düşünecek, bu
Meclistir.
Bu tasarının çeşitli maddelerini baştan beri almak da istiyorum. Şimdi,
aslında, bu yetki kanunu tasarısı Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken hangi
bakan, hükümet adına bu Komisyonda bulundu bilmiyorum; burada, suçüstü
yakalanmış hükümetin o ilgili bakanı; diyor ki "yetki kanunu çerçevesinde
çıkarılacak mevzuata ilişkin çalışmaların halen sürdürülmekte olduğu..."
Değerli milletvekilleri, böyle, müphem, belirsiz konularda kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmez. Hükümet, bir hazırlık yapar; bu
hazırlıkta der ki, ben, şu, şu, şu konuları getirdim; ama, Meclisin çalışma
süresi, benim bunları çıkarmama engel oldu; dolayısıyla, çıkaramadım; ama, ben,
böyle bir elastikiyet içerisindeyim hükümet olarak, lütfen, bana, bu yetkiyi verin,
ben bunu çıkarayım. Hükümetin bakanı "ben, daha, bu konuda çalışmalarımı
bitirmedim diyor; neyi düzenleyeceğimi yapamadım" diyor.
Tabiî, esasen, bunun, bu
cümlenin ne anlama geldiğini hakikaten iyi kavramak lazım. Dolayısıyla, böyle,
işi kavramamış, ne yapacağını bilmeyen bir hükümete böyle bir yetki verilmez,
verilirse, hükümet, büyük bir zaaf içine düşer; öyle düzenlemeler getirir ki,
biz, inanınız ki, on yıl uğraşsak bunları düzeltemeyiz. Hani, birisi kuyuya bir
taş atar, ondan sonra onu çıkarmak çok zor ya, bu, o anlama geliyor; yani,
inanmanızı istiyorum.
Belli kamu personelinin müktesep hakları var, onları düşüremezsiniz;
ama, getirin buraya, bunları, biz, Meclis olarak düzeltelim. 1 Temmuzda tatile çıkmayalım sayın
milletvekilleri, ne olacak yani... Bir ay daha fazla çalışalım... Yahu, bir ay
daha fazla çalışmanın ne zararı var? (MHP sıralarından alkışlar) Önemli olan,
bu memleketin hayrına olan şeyleri yapalım. Biz, parlamenter olarak niye
seçildik; halkın sıkıntılarına, dertlerine çare bulacak düzenlemeler yapmak
için; yani, burada kanunları...
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Hergün geleceksin...
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, yahu, hergün... Bakın, beni
görüyorsunuz, sabah 05.00'lere kadar buradayım; niye; bu milletin bana verdiği
oyun hakkını vermek için; ama, siz, niye... (MHP sıralarından gürültüler)
Tatile gitmeyelim, buraya gelelim...
BAŞKAN – Niye karışıyorsunuz efendim konuşmacıya... Karışmayın...
KAMER GENÇ (Devamla) – ...bu işleri düzene koyalım.
Değerli arkadaşlarım, bizim burada yaptığımız çalışmalarla halkımıza
neler vermemiz gerekiyor? Burada, mesela (e) bendinde diyor ki
"Uygulanmakta olan ekonomik program hedeflerinin ve bütçe dengelerinin
bozulmaması." Şimdi, IMF, size 69 maddelik bir ekonomik program dikte
ettirdi. Bunun dışında, sizin, saklı, gizli tuttuğunuz bir şey var, onu mu
çıkaracaksınız; yok. Varsa söyleyin; yani, demokrasi açık rejimdir, burada, her
şeyin açık olarak, bu kürsüde konuşulması lazım. Yetki altı ay. Şimdi, hani,
diyorsunuz ki, yahu, yorulduk da, işte, 1 Ekime kadar gidelim tatile. Üç ay
kalsın hükümette yetki, niye altı ay oluyor? Altı ay vermeye gerek yok. Bunu üç
aya indirelim; ama, Ekimde de, gelince, Meclisimiz, bu şeyleri enine boyuna
tartışsın.
Burada, kapalı, gizli ne var bilmiyorum. Yani, acaba, üç tane koalisyon
ortağı var, her koalisyon ortağı... Yarın gelecek genel başkanlarınız,
birbirleriyle pazarlık edecek "burada sen bana müsamaha göster, orada ben
sana göstereceğim" diye. Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yönetimine
yakışmayan pazarlıklardır; bunları gördük. Kızabilirsiniz bana, ben burada
doğruları ve olması muhtemel olan şeyleri söylüyorum.
Değerli arkadaşlarım, gelin, bu yetkiyi, bu hükümet vermeyelim.
Gerçekten, bu Meclisin çalışma süresini bir ay daha uzatalım, hükümetin ne
çalışması varsa getirsin buraya, burada tartışalım. Ondan sonra, hiç olmazsa,
bu tartıştığımız konularda bazı gerçekler ortaya çıkabilir. Yarın, bürokratlara
mahkûm olursunuz. Her bürokrat grubu, getirecek, kendi meslek grubuyla ilgili,
kendi lehine olan şeyleri çıkaracak ve belki de, hükümetin ilgili bakanları
bunların farkında olur, olmaz... Biz, bakanların bilgi seviyelerini de
görüyoruz burada, çoğunun da, bakanlık yaptığı konularda pek fazla bilgisi yok;
onu da size peşinen söyleyeyim. Ama, bu hükümetin bakanlarını buraya getirin;
sizden özellikle rica ediyorum, gelsinler, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
bunları dinlesinler.
Tabiî, zamanım da çok az. Aslında...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Sen bakan olsaydın ne olurdu acaba?
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben bakan olsam Türkiye'yi en güzel yönetirim.
(DYP ve FP sıralarından alkışlar) Bakın, samimî söylüyorum...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan, biraz daha süre...
BAŞKAN – Vereceğim efendim, vereceğim; sözünüzü kesiyorlar.
Buyurun efendim.
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben devamlı okuyan bir insanım. Danıştay gibi bir
kurumda onsekiz sene hâkimlik, savcılık yaptım; gerçekten, Türkiye'de, idareyle
aralarında ihtilaf olanlar, oraya gelir. Köy kökenli bir insanım; en azından,
Tunceli'den gelmişim, çok sağlıklı bir zekâm var. Siz, aslında... (DYP
sıralarından alkışlar; DSP, MHP ve ANAP sıralarından gülüşmeler, alkışlar[!])
Yani, hiç gülmenize gerek yok. ...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Konuştukların konuyla ilgili değil.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika arkadaşım, bir şey söylüyorum.
BAŞKAN – Kararnameyle ilgili konuşuyor.
KAMER GENÇ (Devamla) – Eğer, Tunceli halkının -biraz kendime yontarak
konuştuğum için özür dilerim- zekâsını, dürüstlüğünü, Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlılığını, ülkenin birlik ve bütünlüğü konusunda gösterdiği
basireti, Türkiye'yi yönetenler, o ülke yararına kullansaydı, inanabilir
misiniz, Türkiye şimdi Avrupa'nın ilerisindeydi.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.
Söz sırası, Anavatan Grubunda.
Anavatan Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan;
buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Bakanlar
Kuruluna, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermesi, Anayasamızın 91
inci maddesinde düzenlenmiştir; yani, bu bir müessesededir. Biz, bu yetkiyi
Anayasadan alıyoruz ve anayasal yetkimizi kullanıyoruz, yoksa hükümetin
acizliğinden dolayı yetki vermiyoruz, anayasal bir kurumu işletiyoruz.
Anayasamızın 91 inci maddesine göre, sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı
kalmak üzere, temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile siyasî haklar ve
ödevler hakkında kanun hükmünde kararname düzenlenemiyor.
Yine, yetki kanunu ile, Anayasamızın 163 üncü maddesi gereği, bütçede
değişiklik yapılamıyor.
Anayasamızda, münhasıran kanunla düzenlenmesi emredilen hususlarda da
yine, yetki kanunu düzenlenemiyor. Anayasamızın 91 inci maddesi, hangi
konularda yetki kanunu düzenleneceğini açıkça belirtmiştir. Biz de,
Anayasamızın emri olan bu işlevi yapıyoruz ve hükümete yetki veriyoruz.
Yetki kanunu konusunda çok tartışma yapılmıştır. Öncelikle, bizim şu
alışkanlıktan kurtulmamız gerekir: İktidardayken başka, muhalefetteyken başka
konuşma alışkanlığından kurtulmamız gerekir. 1982 Anayasasından sonra kurulan
hükümetlerin tümü yetki yasasına başvurmuşlar, bu Meclisten yetki almışlar ve
kanun kuvvetinde kararname çıkarmışlardır. Eğer arkadaşlarımız tutunakları
okurlarsa, bütün hükümetlerin, bu konuda yetki aldıkları ve kanun kuvvetinde
kararname çıkardıkları açık ve seçiktir. Onun için, burada, işi saptırarak,
bunu hükümetin çalışmamasına, onun acizliğine bağlamak ya da bu Meclisin biraz
daha fazla çalışarak, işte "yeni kanunlar çıkaralım" şeklinde
birtakım öneriler öne sürmek gerçeklik değil, tamamen popülist bir yaklaşımdır.
Anayasa Mahkemesi, 1990 yılından itibaren geliştirerek bir konuyu
gündeme getirmiş ve orada denilmiş ki: "Yetki kanunu, ivedilik, zorunluluk
ve önemlilik unsurlarını içerdiği zaman hükümet tarafından Meclise başvurulur,
hükümet de, eğer, yetkiyi ivedilik, zorunluluk ve önemlilik unsurlarını haizse,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümete yetki verir, bu yetkiye istinaden de
hükümet kanun kuvvetinde kararname düzenler."
Tabiî, bunun takdiri kime aittir; uzun uzun tartışılmış, Anayasa
Mahkemesinin bu kararını anayasacılar, üniversiteler de tartışmışlar. Denilmiş
ki, acaba bu ivediliği, zorunluluğu ve önemliliği Anayasa Mahkemesi mi takdir
edecek; yoksa, hükümet ya da Meclis mi takdir edecek? Burada, ben, bu
ivediliği, önemliliği millî iradenin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet
Meclisinin takdir edeceği konusunda kanaat getiriyorum. Bu nedenle, ivedilik,
önemlilik ve zorunluluk ilkesi olan, hükümetin getirdiği bu tasarıyla bizim
yetki vermemiz ve bu yetkiye istinaden de hükümetin kanun kuvvetinde
kararnamelerle düzenlemelere gitmesi tamamen hukukî bir olaydır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 21 inci Dönemde çok başarılı ve yoğun bir
çalışma temposu sergilemiştir. Cumhuriyet tarihindeki Meclislerin tümüne
baktığımız zaman, süre itibariyle bu derece yoğun ve bu derece performansı
yüksek çalışan bir Meclis yoktur.
Bakın, 13 ay itibariyle 200 adet kanun çıkardık. Şu görüştüğümüz kanun
tasarısı 201 inci tasarıdır. 3,5 yıllık 20 nci Dönem Parlamentosu 246 kanun
çıkardığını hesap edersek ve bunu karşılaştırırsak, biz, 20 nci Dönem
Parlamentosunun 2 katı, hatta 2,5 katı daha büyük yoğunluk ve performansla
çalışmaktayız. Eğer, bunu zaman diliminde hesap ederseniz; yani, kaç saat
çalıştığımızı hesap ederseniz, o zaman bu rakam üç kata, hatta dört kata
ulaşmaktadır. Öyleyse, 21 inci Dönem Parlamentosunu "biraz daha çalışalım
da, biraz daha kanun çıkaralım" gibi popülist yaklaşımlarla töhmet altında
bırakmaya da kimsenin hakkının olmadığı kanısındayım. (ANAP ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Aslan, hatta, 1983'teki 17 nci Dönem Parlamentosundan
daha fazla kanun...
BEYHAN ASLAN (Devamla) – Meclisin tüm bu performansına rağmen,
gerçekleştirilecek yeni düzenlemelere ihtiyaç var; kısa sürede yasalaştırılması
gereken konular var. Bütün bu performans ve yoğunluğa rağmen, hükümetin yeni
yapılanmaya, yeni düzenlemelere ihtiyacı var. İşte, biz, bu, ivedilikle
yapılması gereken düzenlemeler için yetki kanunu çıkarmak suretiyle, kanun
kuvvetinde kararname çıkarma imkânını hükümete vermek durumundayız.
Hükümet programında, aynı işi yapan personel arasındaki ücret
farklılıklarının giderilmesi; yani, eşit işe eşit ücret ilkesi ve ayrıca kamu
alacaklarının küçültülmesi ve malî dengelerin kalıcı bir biçimde yeniden
kurulması gerektiği vurgulanmıştır. Bu nedenle, bizden bir yetki istenmekte ve
bu nedenle bir kanun kuvvetinde kararname çıkarılması istenmektedir. Bu nedenle
bizim, bunu hükümetten esirgemememiz gerekmektedir.
Arkadaşlarımız diyorlar ki "hükümet acaba bu konuda ne yapar"
hükümet, bu konuda, elbette, hassas davranacaktır. Çünkü, çıkaracağımız bu yetkiye istinaden, çıkarılacak olan kanun
kuvvetindeki kararname, daha sonra, Meclisimize onaylanmak için gelecektir.
Burada millî iradeyi temsil eden milletvekilleri, bu kanun kuvvetindeki
kararnameyi onaylayacaklardır; onaylamadıkları takdirde de, bu kanun
kuvvetindeki kararname ortadan kalkacaktır. Meclisin verdiği yetki, hiçbir
zaman mutlak yetki değil, kontrollü bir yetkidir. Bunun da bilinmesinde büyük
fayda vardır.
57 nci hükümet, 17 Ağustos depreminden sonra da bir yetki kanunu
çıkarılmasını istemiş ve bu çıkarılmasını istediği ikinci kanundur. Yine, diğer
hükümetlere baktığınız zaman, bu hükümetin de istediği yetki kanununun abartılı
olmadığı ortaya çıkacaktır.
Değerli arkadaşlar, ben, şu konuya da üzülüyorum; arkadaşlarımızla tek
tek görüşüyoruz, arkadaşlar "aman, cumaya falan yasa koymayın, bir an
evvel tatil yapalım, çok yorulduk" diyorlar.
EYÜP FATSA (Ordu) – Kim söylüyor öyle?
BEYHAN ASLAN (Devamla) – Muhalefete mensup arkadaşlarımızla tek tek
konuştuğumuz zaman, biz bunu konuşuyoruz -yani, samimî olalım- arkasından
kürsüye geliyoruz, bir ay daha, iki ay daha, üç ay daha çalışalım... Hatta, bir
partimiz, Danışma Kurulunu toplayacak, Meclisi hiç tatil etmeyecek!..
Arkadaşlar, bu popülist yaklaşımların kimseye bir faydası olmaz. Bu gibi
olaylarda, gerçek olarak, ayağımızın yere basması lazım...
SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Kim söylüyor Sayın Başkan bu ifadeleri?
BEYHAN ASLAN (Devamla) – İspiyonculuk yok benim defterimde; ama,
arkadaşların hepsi söylüyorlar ve diyorlar ki "arkadaşlar yorulduk biz,
cuma gününe kanun tasarısı koymayalım; nedir bu çektiğimiz?!."
Peki, bunu açık açık söylüyorsunuz da, niye kürsüden başka türlü
konuşuyoruz?! Niye bu Meclisin hak ettiği
-cumhuriyet tarihinin en çok kanun çıkaran, en çalışkan Meclisi- tatili fazla görüyorsunuz?! Bu popülist
yaklaşımlardan vazgeçmemiz gerekir ve halkımıza da olduğumuz gibi görünmemiz
gerekir.
Ben, açık söylüyorum; bu Meclis hak etmiştir ve tatile ihtiyacı vardır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Beyhan.
Gruplar adına başka söz isteyen var mı efendim?
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, müsaade buyurursanız, Sayın
Grup Başkanvekili arkadaşımın beyanları, benim daha önceki beyanlarıma karşı
bir cevap mahiyetindedir, bazı hususları açıklamak için söz istiyorum.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Alakası yok!..
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kahraman.
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; alakamız yoksa da, bir beyanla karşı karşıyayız. Muhalefet
deyince...
BEYHAN ASLAN (Denizli) – Muhalefet dedim.
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Anladım efendim. Zannediyorum, bu taraf
muhalefet oluyoruz Beyhan Bey.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Efendim, dışarıdaki muhalefet...
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Ha, dışarıdaki muhalefet; Meclise ait bir
beyan değil... Beyefendinin beyanı böyleyse teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, konuşmacı düzeltmiyor da, çok
enteresan, tercüman düzeltiyor. Böyle şey yok!..
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Beyhan Bey de düzeltti tamam.
BAŞKAN – Efendim, Beyhan Bey de düzeltti; yalnız, Sayın Köse'nin...
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Aslan "ben gerçekleri söyledim"
diyor; çok enteresan; ama, lafzını bir başka arkadaş ifade ediyor.
BAŞKAN – Efendim, bu işi bırakalım, anlaşıldı; düzeltildi efendim.
Gruplar adına başka söz isteyen var mı efendim? Yok.
Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker, buyurun efendim.
(DSP sıralarından alkışlar)
MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bu maddeyi ele alıp, hükümete vereceğimiz yetkiyle kanun hükmünde
kararname çıkarıldığı zaman, uyulacak koşulları şöylesine gözden geçirmemiz
gerekir: Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bugüne kadar, ilk defa,
vatandaşlık hakkı, bu kanun tasarısının bu maddesinin (a) bendinde
düzenleniyor. Vatandaşlık hakkı, özellikle kamu hizmetlerinin artırılmasına, bu
hizmetlerin hızlı ve etkin olmasına, devlete karşı yükümlülüklerin de kolay ve
hızla yapılabilmesine olanak tanınmasını sağlıyor. Bu ilke, özellikle bundan
sonra, kamu hizmetlerinin düzenlenmesinde önemli bir ilke olduğu için altını
çizerek tekrarlıyorum, vatandaşlık hakkını düzenlemeye yönelik bir ilkedir.
İkinci önemli düzenleme ise, bürokratik işlemlerin azaltılmasıdır. Bunu,
vatandaşların angaryalardan arındırılması olarak özetlemek gerekir.
Değerli milletvekilleri, hepimiz, gerek seçim bölgelerimizde gerekçe
çeşitli vesilelerle, vatandaşın, lüzumsuz işlemlerle uğraştırıldığını, lüzumsuz
beyanlarda bulunulduğunu ya da lüzumsuz ve etkin olmayan işlemlerle
uğraştırıldığını biliyoruz. İşte bu düzenlemeyle, 57 nci hükümet, kamu
hizmetlerinin örgütlendirilmesinde ve yapılandırılmasında, ilk kez, uzun bir
süredir gündeme gelmeyen, yirmi yıldır gündeme gelmeyen, vatandaşların
angaryadan arındırılması ilkesini devreye sokacağını söylüyor.
Üçüncü, önemli getirilen etkinlik, ücretler arasındaki dengesizliğin
giderilmesidir. Hepimiz biliyoruz, kamuda çalışanların, memur ve işçiler
arasında, memurla, bizim denetimimizdeki bütçe dışındaki bütçelere bağlı
olanların ücret skalaları, ücret yapıları farklıdır.
Biraz evvel, değerli milletvekili Sayın Bozkurt Öztürk'ün dile getirdiği
benzeri yapılanmanın yapılanması, yalnız aynı konuda çalışanların unvanları
itibariyle değil, aynı zamanda, bunların, mahrumiyet ya da kalabalık yerlerde,
yani, nüfusyoğun yerlerde çalışmaları halinde, rüşvetten ve yolsuzluktan
arındırılmasını gerektirecek düzenlemeleri içeren bir ilkedir.
Getirilen bir diğer önemli düzenleme ise, yine, kamunun düzenlenmesinde
-buradaki maddenin, özellikle (d) bendinde düzenlenen şekliyle- saydamlık
getiriliyor. Yani, gelir ve giderler arasındaki dengenin düzenlenebilmesi için,
hükümet, istediği yetkide, kamuda saydamlığı, şeffaflığı sağlayabilecek
düzenlemeyi bu çalışmada yapacağını dikkate alıyor.
Altıncı olarak getirilen önemli bir düzenleme ise, gelir ve giderler
arasındaki dengenin korunarak ve bu dengenin de kamu kesimi arasındaki
dağılımını düzene sokacak bir düzenlemedir. Buradaki düzenleme yapıldıktan
sonra Meclise geldiği zaman çok önemli bir olguyu, popülist davranıştan
milletvekilini uzaklaştıran bir olguyu oluşturma olanağı vardır.
Bütçe zamanında, hak etsin etmesin, kamu gelir ve giderleri arasında
denge kurmadan, sürekli, çeşitli yollarla denge bozulmaya çalışılmaktadır.
Hükümet, bu maddeyle "bana yetkiyi verdiğiniz takdirde, ben yapacağım
düzenlemelerle bu dengeyi sağlayacağım" diyor.
Hükümet, bir başka önemli
düzenleme daha getiriyor ve diyor ki: "Siz bana bu yetkiyi
verdiğiniz takdirde, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında yapacağım
düzenlemede, kaldıracağım kadrolar ile koyacağım kadroların toplamı, mevcut
kadro toplamını hiçbir zaman geçmeyecektir ve bütçede tanınmış olan dengelerle,
enflasyonla mücadele açısından yürüklükte olan programı da olumsuz
etkilemeyecek bir düzenlemedir."
Altı aylık bir sürede bu düzenlemelerin yapılması halinde, Türkiye'de
kamu faaliyetlerinin düzenlenmesinde önemli bir adım atılmış olacağını gördüğümden,
Değerli Heyetinize saygılarımı sunarken, hükümetin de, bu çalışmalarını ülkemiz
için hayırlı bir şekilde tamamlamasını diliyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Türker.
Şimdi, söz sırası, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'ta. (FP
sıralarından alkışlar)
Bir dakika Sayın Polat; size, 1 dakikayı peşin ilave edeyim... (DSP
sıralarından "yavaş konuş" sesleri)
ASLAN POLAT (Erzurum) – Yavaş konuşayım ki, siz de dinleyesiniz...
BAŞKAN – Yoo, konuşma tarzına karışmak yok; herkesin üslubu kendine...
Buyurun Sayın Polat.
ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, şahsım adına konuşmaya devam ediyorum.
İşte, bu tasarıyla, hükümetin bu bozukluğa dur demesi, düzeltmesi için
bir fırsat düşmüştür; fakat, hükümet, bu tasarıya eklediği bir maddeyle bu
beklentileri baştan kesmek için "bu tasarıyla bütçeye yeni yük
getirilmeyecektir" diye bir madde koyarak, çalışanlara "siz boşuna
sevinmeyin, benden size fayda yok" demek istemiştir. Halbuki, her reform
çabası, belli bir malî külfete katlanmayı gerektirir. Siz bunu göze almazsanız,
bu çalışma baştan akamate uğrar.
Bu tasarı, eğer, kitle olarak sorunlara eğilecekse:
1. Memurların, çalışanların ve özellikle son yıllarda aşırı derecede
ezilen teknik personelin malî sorunlarını iyileştirmelidir.
2. Tüm kamu kuruluşlarının norm kadroları tespit edilerek, kadro ve
pozisyon ihdasları buna göre yapılmalıdır.
3. Mahallî idareler reformu yapılmalı ve merkezdeki yetkilerin bir bölümü
mahalline bırakılmalıdır.
4. Artık, özel sektörde olduğu gibi, kamu yönetiminde de toplam kaliteye
önem verilerek, devlet yönetiminde de, kısaca, planla, uygula, kontrol et ve
değiştir diye de özetlenilebilecek, toplam kaliteyi sağlayacak bir yapılanmaya
gidilmelidir.
Biz bu yetki tasarısıyla, hükümetin bu konulara eğileceğine
inanamamaktayız. Sebebi, hükümetin, son yıllarda, temel kamu hizmetleri dahil,
her konuyu parayla ölçmeye başlaması, bu çalışma sonunda bütçeye ek yük
gelmeyeceğini baştan ilan etmesidir.
Bu konuda hiç yorum yapmadan, Devlet Planlama Teşkilatınca hazırlanan
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı özel ihtisas komisyonu raporundan bir
alıntı yapalım. Raporda aynen deniliyor ki: "Kâr-zarar ölçü olarak
belirlendiğinde, kamu yönetiminin, kamu hizmetinin varlık sebebi tartışmalı
hale gelmektedir. Kamu hizmetinin bir işletme yönetimi biçiminde algılanması ve
başarı ölçütlerinin buna paralel olması, kamu hizmet anlayışında köklü bir
değişikliği vurgulamaktadır. Devlet, kamu kaynaklarını, eğitim ve sağlık
alanlarında etkinlik gösteren özel kesim kuruluşlarına çeşitli şekillerde
transfer ederek (vergi muafiyeti indirimi, faizsiz kredi, düşük faizli kredi
vesaire) aktarmak yerine, kaynakları devlet okulları ve sağlık kuruluşlarına
yönlendirerek, hizmetten yararlananlar açısından fırsat eşitliği sağlamasına
özen göstermelidir."
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının "Yatırımlar ve
Tasarruf" bölümünün 303 üncü paragrafında -yine, yorumsuz aktarıyorum-
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde 100 kabul edilen özel sektör
yatırım reel endeksinin, yapılması öngörülen teşviklerle, bu plan döneminde,
eğitimde yüzde 223,5; enerjide 117,4; sağlıkta 108,3'e yükselmesinin
beklendiği; fakat, bu dönemde imalat sektöründe ise gerileme olacağı ve 95,5'e düşeceği
belirtilmektedir.
İşte, aynı Devlet Planlama Teşkilatının, aynı dönemde, 2000 yılında, iki
ayrı görüşü.
Yine, Devlet Planlama Teşkilatı Kamu Rejiminin İyileştirilmesi ve
Yeniden Yapılandırılması Özel İhtisas Komisyonu raporu, bu hükümetin, işçiye,
memura vermezken, kimlere, neler verdiğini şöyle açıklıyor: "Yapılan
süreçte, kamu hizmetinin niteliğinde ve finansmanında köklü değişiklikler
görülmektedir. Küreselleşme, IMF, Dünya Bankası ve benzeri kuruluşlar,
özellikle gelişmekte olan ülkelerde, kamu hizmetinin piyasa işleyişine ve
kurallarına göre yürütülmesini talep etmektedirler" denilmekte ve devam
etmektedir: "Anayasada gerçekleştirilen değişiklik, Danıştayın hukukî
uygunluk ve kamu yararı anlamında denetimini ortadan kaldırmaktadır."
Bir yandan, şeffaflık diye yetki isteyeceksiniz, bir yandan da, sizin
teşkil ettiğiniz komisyonlar, haklı olarak, tahkimle denetimin kalktığından,
"Anayasanın 155 inci maddesiyle korunması amaçlanan kamu yararı, Danıştay
tarafından gerçekleştirilen imtiyaz şartlarının ve sözleşmelerin incelenmesi
şeklindeki öndenetim yetkisiyle sağlanırken, değiştirilerek, Danıştayın görüş
bildirmesine indirgenmektedir" denilerek, bizzat Devlet Planlama
Teşkilatının adına bilgi sunan kuruluşlar, bu tahkimle kamu yararlarının korunamayacağından
şikâyet etmektedirler.
Şimdi, yine aynı komisyon raporunda "bilgi teknolojisi, bilgiyi
tekelinde tutan ve onu kullanan azınlığın iktidarını sağlamaya hizmet
etmektedir. Ayrıcalıklı azınlığın lüks tüketimine yönelik bir üretim sisteminin
toplumsal bir sistem olarak kendini yeniden nasıl üreteceği, sosyal güvenlik,
eğitim, sağlık ve benzeri kamusal yaşam açısından önem taşıyan sorunların ise
nasıl çözüleceği bilinmemektedir -işte, net ifade- Devlet Planlama Teşkilatının
kurduğu komisyon, bilgi teknolojisini mutlu bir azınlığa hizmet ettiği, sosyal
güvenlik, eğitim konusunda nasıl bir çözüm bulacağı belli değil” demektedir.
Bizzat bu işleri çözmek için kurulan komisyonların bilmediği çözümleri,
biz de, hükümetten öğrenmek ve ona göre yetki verip vermemeyi düşünmekteyiz.
Bizce, Devlet Planlama Teşkilatı Yeniden Yapılandırılma Özel İhtisas
Komisyonunun, bu hükümetin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkan, 2 dakika rica ediyorum.
BAŞKAN – 2 dakika olur mu?!
ASLAN POLAT (Devamla) – 2 dakikada bitireyim de, oturayım yerime.
BAŞKAN – Peki efendim.
ASLAN POLAT (Devamla) – Sağ olun.
Bizce, Devlet Planlama Teşkilatının Yeniden Yapılandırılma Özel İhtisas
Komisyonunun, bu hükümetin yaptığı icraatların özüyle en ilgili belirgin
ifadesi aynen şöyledir:
“Çokuluslu şirketlerin, ulusal devletlerin müdahalelerinden korunmuş
olarak, dünya çapında etkinlik göstermelerini amaçlayan ve küreselleşme
anayasası olarak tanımlanan, çok taraflı yatırım anlaşması (MAİ) Dünya Bankası
bünyesinde hazırlanmıştır. MAİ ile çokuluslu şirketler, imzacı devletlerle eşit
hukukî statüye kavuşarak, ev sahibi ülkelerin yatırım siyasetleri üzerinde bir
güç oluşturabilmektedir.
Ulusal devletlerin, yabancı sermayeye kimi kriterlerin uygulanmasını
yasaklayabilmekte, istihdam yaratma, ihracat garantisi, çevre koruma gibi
kriterler ileri sürülememektedir."
Şimdi, hükümete soruyoruz: Bu görüşleri kabul ediyor musunuz?
Ediyorsanız, istihdam artırır diyemediğiniz, çevreyi bozma diyemediğiniz,
Danıştaya denetletemediğiniz bu şirketlerin, yine belirtildiği gibi, ulusal
devletin, yabancı sermayenin kimi uymayan kriterlerine uyum yapabilmek için mi
bir yetki tasarısı istemektesiniz?
Yine, bu hükümet, ücret adaletsizliğinden bahsetmekte; fakat, yapılacak
düzenlemeyle bütçeye yük getirmeyeceğini belirtmektedir. Kazanılmış haklara
taviz verilmeyeceğine göre, nasıl bir iyileştirme yapılacaktır; bilmek isteriz.
Son beş aylık bütçe incelemesinde, faiz harcamaları, öngörülen yılsonu bütçeye
göre yüzde 34 olurken, faiz harcamaları, öngörülen yılsonu harcamaların yüzde
55'ini bulmuştur. Yani, hükümet, işçiye, memura verdiği ücretleri, öngörülen
bütçe harcamalarının dahi gerisinde, yüzde 34'te tutarak bu kesimi ezerken,
faiz giderlerinden, öngörülenin üzerinde, yüzde 55 harcama yapmıştır. Yani,
temmuz sonu gelmek istediği rakama iki ay önce gelmiş, topladığı vergilerin
yüzde 115'i kadar faiz ödemesi yapmıştır. İşçi ve memuruyla ilgilenmeyen,
yatırımı düşünmeyen ve sadece faiz giderleriyle ilgilenen bu hükümetin, kendi
kurduğu ihtisas komisyonlarının dahi onay vermediği icraatlarının biz nesine
güvenip de onay vereceğiz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet, 2 dakika fazla da bitti efendim; çok teşekkür ederim.
ASLAN POLAT (Devamla) – Netice olarak, sınırlarını ve uygulamasını
bilemediğimiz, şeffaflığını göremediğimiz bu yetki tasarısının neticesinden
emin olamadığımız için olumsuz görüşler taşıdığımızı belirtir, Yüce Meclisi
saygıyla selamlarım. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Efendim, madde üzerindeki görüşmeler bitmiştir.
Geldik soru kısmına.
Sayın Toprak, buyurun efendim.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, yetki kanunu tasarısı görüşülürken, benim bir yetkim ve
hakkım elimden alındı. Şu an ben bir önergezedeyim! 1 inci madde üzerinde
verdiğim bir önergem hiç işleme konulmadı ve bu işleme konulmama hususu, bu
aksaklık hâlâ giderilememiştir. Ben, bunu, üzüntüyle karşılıyorum.
BAŞKAN – Evet, İçtüzüğün 63 üncü maddesine göre, tutumum hakkında size
söz verebilirim. Kötü niyetim yoktu; ama, benim tutumumdan kaynaklanıyor;
kusura bakmayın efendim.
İsterseniz söz vereyim, tutumumu tenkit edebilirsiniz.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – İyiniyetinizden kuşkum yok Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Amacımız üzüm yemek olduğu için, burada ben
önergede dile getirdiğim hususu yinelemek istiyorum. Soru şeklinde...
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Buyurun.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Tabiî, Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın
Bakanıma ifade etmek istediğim husus şudur: Yasaların amacı ve içerdiği
hususlar, kapsam, çok açık, net olmalıdır. Belçikalı bir profesör
"yasalar, öyle açık, net ve anlaşılabilir olmalı ki, bunu büyükannem bile
anlayabilmelidir" der. Açıkçası, ben, bu tasarının 1 inci maddesini, yani
"amaç ve kapsam" olarak ifade edilen hususların neyi içerdiğini
anlayabilmiş değilim. Bu konuda ben yalnız değilim; Plan ve Bütçe Komisyonu da
aynı şekilde tereddütlerini dile getirmiş. Aynen, Plan ve Bütçe Komisyonunun
değerlendirmesinden okuyorum: "Tasarıyla verilmesi düşünülen yetkinin
kapsamının tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlenmesinde yarar
bulunduğu" denilmiş. Ancak, bu, açık seçik, net ortaya konulamamış.
Tabiî, dün, Sayın Komisyon Başkanı, bu tasarının amacı ve kapsamında,
kesinlikle off-shore hesaplarıyla ilgili herhangi bir işlemin söz konusu
olmadığını ifade etmiştir.
BAŞKAN – Sayın Toprak, bir parantez açayım, ben cevap vereyim.
Sayın Bakan, sizden evvel, çok açık ve net bir şekilde, bugün,
off-shorezedelerle ilgili hiçbir işlem olmadığını ifade ettiler. Sataşma
sebebiyle de, Sayın Çakan da, aynı şekilde, Mesut Yılmaz Beyin ifadesini net
bir şekilde ortaya koydular.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Ben, bunu bir tekeffül bir teminat olarak
kabul ediyor, sorumu geri alıyor, saygılar sunuyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.
Sayın Uzunkaya, buyurun.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın
Bakandan cevabını arz ettiğim suallerimi takdim ediyorum.
Sayın Toprak'ın da az önce ifade ettiği gibi, gerek 1 inci madde gerekse
birçok bentlerden oluşan 2 nci maddede, çok netlikler gözükmemektedir. Yürütme
durumunda olan sayın bakanlarımız, altı aylık talep ettikleri yetkilerle,
doğrusu, cumhuriyet devletinin hükümetini tümüyle dizayn edeceklerini vaat
ediyorlar. Eğer, işler bu kadar kolay idiyse, çözümlenmesi gereken sorunları
bugüne kadar bu iktidarlar niye sormadı diye de bir merak husule geliyor.
Bu noktadan şu suallerimi de tevcih ediyorum:
"Kamu hizmetlerinin yürütülmesinde vatandaşların beyanları esas
kabul edilerek, onların talepleri yerine getirilecektir" diyorlar. Böyle
bir ifadeden, bugüne kadar vatandaşların bu taleplerinin yerine getirilmediği
anlamı çıkabilir mi?
Sorumun arasında vardı "off-shorezedelere, hakikaten, burada (b)
bendinde bir yardım vaadi var mıdır" diye; ancak, ifade buyurdunuz, sayın
bakanlar da ifade etmişler böyle bir şey yok diye; ama, ortaya bir başka sorun
çıkıyor: Üç lider kalktı, böyle bir deklarasyon yayınladılar bir görüşmeden
sonra. Tıpkı, cezaevlerindeki mahkûmlar gibi, 4 000 civarında insanı da
hükümetin yanılttığını düşünüyorlar mı?
Yeni düzenlemeler yapılırken, bu düzenlemelerin neyi hedeflediği,
mahallî idarelerden alınız da, devletin çok önemli bürokratik yapılarına kadar
neleri yapacaklar; doğrusu bunu da açık olarak göremiyoruz.
Ben, açıkça, buradan, Sayın Bakanımın, hükümet adına bir vaadi olacak mı
diyorum; çünkü, eşit işe eşit ücret diyorlar; ama, bir taraftan da (d)
bendinde, gelir ve giderler arasında ve (e) bendinde de, dengenin
bozulmayacağını, bütçeye yeni yük gelmeyeceğini söylüyorlar. Düşük ücret
alanların maaşı artacağına göre, bütçeye yük gelecektir. Acaba, bütçeye ek mi
alacaklar, yüksek maaşları düşüklerin seviyesine mi çekecekler? Çünkü (e)
bendinin bir ters hükmü zuhur ediyor. Bunu nasıl izah edecekler; onu doğrusu
anlayamadım.
BAŞKAN – Maharet orada zaten efendim!
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Vallahi bilmiyorum; bir hokus pokus inşallah
yoktur bu işin içinde.
Off-shorezedeler gibi, yeni bir "Türkiyezedeleri" mi husule
gelecek, onu da anlayamadık.
Çok daha önemli, (f) bendinde deniliyor ki "birkısım kadroların
ihdası yapılacak, birkısım kadroların da iptali yoluna gidilerek olacak
bu." Acaba, şimdiden belirlenmiş, iptali düşünülen birkısım bakanlık
kadroları var mı; onu şimdiden açıklayabilirler mi? Örneğin, şu ana kadar,
hükümet içinde sahipsiz olduğunu gördüğüm, üzülerek seyrettiğim, yirmibeş yıl
da onurla hizmet ettiğim Diyanet Teşkilatının 10 000'den fazla kadrosu
senelerdir verilmiyor. Acaba, iptali düşünülen muhtemel kadrolar arasında
Diyanet de var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.
Sayın Bakan, cevap...
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkanım, 1 inci soruyu
alırken, ben, son derece dikkatli bir şekilde not alıp, ayrıntılı bir şekilde
de yanıt verme arzusundaydım; ama, takdir buyurursunuz ki, bu kadar arka arkaya
ve açıkça, ayrıntılı cevaba muhtaç soruları da, Anayasanın, İçtüzüğün soru
sorma müessesesiyle bağdaştırmak, ne yazık ki mümkün değil. Zabıtlardan
aldıktan sonra, yazılı olarak size takdim edeceğim.
BAŞKAN – Zabıtlardan alacaksınız; yazılı cevap vereceksiniz.
Teşekkür ederim efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, hayalî ihracatçıların da
beyanlarına itibar edecekler mi?
BAŞKAN – Hayır, etmeyecekler efendim. Ben cevap vereyim onların yerine.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Bakan...
BAŞKAN– Efendim, sual-cevap kısmı bitti.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Bakan, sorularımın İçtüzüğe uygun
olmadığını mı ifade ediyorsunuz?
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Hayır, ayrıntılı cevap vermek
yükümlülüğündeyim.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Anladım.
BAŞKAN – Efendim, net, kaçırdıkları kısmı da, zabıtlardan alıp cevap
verecekler.
2 nci madde üzerinde 5 adet önerge vardır. Önergeleri, önce, geliş
sıralarına göre okutacağım; sonra, aykırılıklarına göre işleme alacağım.
Şimdi önergeleri okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
518 sıra sayılı kanun tasarısı 2 nci maddesi (a) bendinin aşağıdaki
şekilde yeniden düzenlenmesini arz ederiz.
"a) Kamu hizmetlerinin niteliğinin artırılmasını,
hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesini, vatandaşların devlete ve devletin
vatandaşlara karşı olan yükümlülüklerinin daha kolay, hızlı ve güvenilir bir
biçimde yerine getirilmesini,"
Cevat Ayhan Mukadder Başeğmez
Sakarya İstanbul
Zeki Çelik Mehmet Altan Karapaşaoğlu
Ankara Bursa
Fethullah Erbaş
Van
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 518 sıra sayılı kanun
tasarısının 2 nci maddesinin (a) şıkkının
sonuna gelmek üzere "ve bölgesel dengesizliğin en aza indirilmesi için
gerekli düzenlemelerin yapılmasını" eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Hüsamettin
Korkutata Mehmet Ali Şahin
Bingöl İstanbul
Mehmet Ergün
Dağcıoğlu Ömer Vehbi Hatipoğlu
Tokat Diyarbakır
Latif Öztek Osman
Aslan
Elazığ Diyarbakır
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 518 sıra sayılı kanun tasarısı 2 nci
madde son fıkrasındaki "altı" sözcüğünün "üç" olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
27.6.2000
Ramazan
Toprak Sait Açba
Aksaray Afyon
Aslan Polat Latif Öztek
Erzurum Elazığ
Rıza Ulucak
Ankara
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
518 sıra sayılı yasanın 2 nci maddesinin son
paragrafında yer alan yetki süresinin "altı ay" yerine "dört
ay" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Ergün
Dağcıoğlu Aslan Polat
Tokat Erzurum
Yaşar Canbay Hüsamettin Korkutata
Malatya Bingöl
Mehmet Ali Şahin
İstanbul
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 518 sıra sayılı tasarının 2 nci
maddesine (f) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki metnin (g) bendi olarak
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
İsmail Köse Zeki Çakan
Erzurum Bartın
Aydın Tümen Cengiz Aydoğan
Ankara Antalya
Beyhan Aslan
Denizli
g) Bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen "kamu
kurum ve kuruluşları" tanımı içinde yer alan mahallî idarelerin
hizmetlerinde verimliliğin artırılmasını ve bu amaçla gerektiğinde yeniden
teşkilatlandırılmasını.
BAŞKAN – Efendim, en aykırı önergeyi okutup...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz,
burada usulle ilgili bir şey söyleyeyim.
Burada verilen önergelerden 2 tanesi, bu bölgesel
dengesizliğin en alt seviyeye indirilmesi, bu kanun kapsamı içindeki mesele
değildir.
Ayrıca, son okunan önergede yer alan "mahallî
hizmetlerin artırılması" da bunun içinde değildir; çünkü, kamu kurum ve
kuruluşları içinde, mahallî idareler, Anayasanın ayrı bir maddesinde
düzenlenmiştir.
BAŞKAN – Affedersiniz; zaten, Anayasanın maddesine göre
koymuşlar.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır; Anayasada merkezî idare
var, mahallî idare var...
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) –
Başkanım, gerekli açıklamayı yaparız.
BAŞKAN – Efendim, müsaade ederseniz, önergede sırası
gelince açıklama yapılacak.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Başkanlık olarak bir hata
yapmamanız için...
BAŞKAN – Hayır efendim... Hayır...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki o zaman.
BAŞKAN – Alıştık hata yapmaya; ziyanı yok; bu sefer,
müspet hata yapacağım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yapın canım... Zaten, siz,
hatayla malûlsünüz.
BAŞKAN – Efendim, müsaade ederseniz, önergeleri,
aykırılık sırasına göre okuyalım.
Önergeye sıra gelince, itiraz edersiniz.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 518 sıra sayılı kanun tasarısı 2 nci
madde son fıkrasındaki "altı" sözcüğünün "üç" olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ramazan
Toprak (Aksaray) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon?..
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu efendim?
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi mi okuyalım; konuşacak mısınız
efendim?
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Konuşacağım.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Toprak. (FP sıralarından
alkışlar)
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz tasarı, Plan ve Bütçe Komisyonunun
bir tasarısıdır. Plan ve Bütçe Komisyonunda, bu tasarı irdelenip, neticede
görüş ifade edilirken, bazı değerlendirmeler yapılmaktadır; ben, bunları
ıttılaınıza arz ediyorum: "Tasarıyla verilmesi düşünülen yetkinin
kapsamının tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlenmesinde yarar bulunduğu;
tasarıyla hükümete verilmesi öngörülen yetki çerçevesinde çıkarılacak olan
kanun hükmünde kararnamelerin bütçeye ilave malî yük getirip getirmeyeceği;
reform niteliğindeki düzenlemelerin, mutlaka, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülüp karara bağlanması gerektiği; kamu yönetiminde köklü bir yeniden
yapılanmanın şart olduğu; gider artırıcı mahiyet taşımaması gerektiği..."
gibi çekinceler dile getirilmiştir.
Bu çekincelerle ilgili olarak, sayın hükümetin yaptığı
açıklamalardan, çok kısa, bazı pasajlar aktaracağım: "Yetki kanunu
çerçevesinde çıkarılacak mevzuata ilişkin çalışmaların halen sürdürülmekte
olduğu, tasarı ile öngörülen yetkinin sınırsız olmadığı; esasen, kamu
yönetiminin bütünüyle reorganize edilmesine yönelik düzenlemeler yapılacağı
için, yetkinin geniş tutulmasında yarar görüldüğü ve yapılacak düzenlemeler
nedeniyle, bütçeye ilave bir yük getirilmesinin söz konusu olmayacağı ifade
edilmiştir."
Bunlar, Plan ve Bütçe Komisyonunun ortaya koyduğu,
tereddütlere hiçbir şart ve surette cevap teşkil etmeyecek birtakım hükümet
açıklamalarıdır. Özellikle sayın hükümetin burada yaptığı açıklamada ifade
ettiği bu tek cümleyi hassaten ifade etmemin nedeni şudur: "Kamu
yönetiminin bütünüyle reorganize edilmesine yönelik düzenlemeler
yapılacağı" deniliyor. Oysa, Plan ve Bütçe Komisyonu raporunda ifade
edildiği gibi, reform niteliğindeki düzenlemelerin, mutlak surette Türkiye
Büyük Millet Meclisince görüşülüp, karara bağlanması gerektiğidir.
Bilindiği üzere, ihtisas komisyonları Yüce Meclisin
mutfağıdır. Bütün çekincelerin, tereddütlerin, öncelikle, bu mutfak sayılan
Meclis ihtisas komisyonlarında görüşülüp, karara bağlanıp, net bir şekilde,
Yüce Meclisin ve bu kürsüler marifetiyle de Türk Milletinin huzuruna getirilmesi
zorunludur. Bu kadar çekinceler varken ve yetki kanunu tasarısı görüşülmeye
başlandığı andan itibaren çok çeşitli konularda tereddütler ileri sürülmüş ve
bu tereddütlerin bir ikisi hariç, hemen hiçbirisi açıklığa kavuşturulmamışken,
böyle bir kanunun çıkarılmasının çok ciddî sakıncalar doğuracağı
düşüncesindeyiz.
Yetki kanunu, bir anlamda, tabiri caizse, Meclisin
by-pass edildiği bir kanun demektir. Meclisin kapalı olacağı üç aylık süre
için, sayın hükümete böyle bir yetkinin verilmesi uygundur; ancak, altı ay gibi
çok uzun bir süre, amacı ve kapsamı belirlenmeyen konularda yetkili kılmanın,
altı ay süreyle Meclisi by-pass etmekle eşanlamlı olduğu düşüncesindeyiz.
Bu amaçla, amacı ve kapsamı ortaya konulmamış bir yetki
kanunun çok ciddî tereddütlere mahal bırakacağı, Anayasa Mahkemesince iptal
edilmesinin çok kuvvetle muhtemel olduğu, altı aylık bir sürenin, yetki kanunu
için çok uzun bir süre olduğu, Meclisin açıldığı dönemde, sayın hükümetin,
gerçekten reform niteliğinde birtakım düzenlemelere gidecekse, Plan ve Bütçe
Komisyonunun raporunda ifade edildiği şekilde, mutlaka, Mecliste tartışılıp,
görüşülüp, karara bağlanması gerektiği hususunu dikkatlerinize arz ediyorum. Bu
hususun, özenle dikkate alınması gerekmektedir.
Yetki kanunu için öngörülen altı aylık sürenin uzun
olması nedeniyle, Meclisin kapalı olacağı üç aylık dönem için geçerli olması
amacıyla, böyle bir önerge verdim. Kabulünü istirham ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Toprak.
Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir
efendim.
İkinci önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığna
518 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin son
paragrafında yer alan yetki süresinin "altı ay" yerine "dört
ay" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Ergün Dağcıoğlu
(Tokat)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Dağcıoğlu, gerekçeyi mi okutayım?..
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Gerekçeyi okutun Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum :
Gerekçe :
Altı aylık süre, uzun bir süredir. Kısa vadeli
düzenlemeler için dört ay yeterlidir.
BAŞKAN – Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
Üçüncü önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
518 sıra sayılı kanun tasarısı 2 nci maddesi (a)
bendinin aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmesini arz ederiz:
"a) Kamu hizmetlerinin niteliğinin artırılmasını,
hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesini, vatandaşların devlete ve devletin
vatandaşlara karşı olan yükümlülüklerinin daha kolay, hızlı ve güvenilir bir
biçimde yerine getirilmesini,"
Zeki Çelik
(Ankara)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Zeki Çelik, gerekçeyi mi okutayım
efendim?
Zeki Çelik yok efendim.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Diğer imzalar var, onları
okumadınız Sayın Başkan.
BAŞKAN – Birincisinde okumuştuk efendim; ondan...
MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Gerekçeyi okutun Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe :
Bendin sonundaki "vatandaşların devlete yaptıkları
başvuruların en kısa sürede sonuçlandırılmasını" ibaresinin
"off-shorezede" denilen, yurt içindeki off-shore bankalarında
mevduatı batan mevduat sahiplerine 140 milyon dolar tazminat ödenmesine imkân
vermek için getirildiği ifade edilmektedir. Bu mevduat, Mevduat Sigorta Fonuna
tabi değildir; ancak, Hükümetin Başbakanı, 4281 off-shorezedenin her birine 20
milyar lira ödeneceğini ifade ettiler. Tamamı 140 milyon dolar tutan bu
ödemenin yapılması kabul edilemez.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Önerge sahipleri önergelerini
geri çekiyorlar Sayın Başkan.
BAŞKAN – Efendim, var mı öyle bir şey?
Komisyonun ve Hükümetin kabul etmediği önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
Dördüncü önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 518 sıra sayılı kanun tasarısının 2
nci maddesinin (a) şıkkının sonuna gelmek üzere "ve bölgesel dengesizliğin
en aza indirilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasını" ibaresinin
eklenmesini arz ve eklif ederiz.
Hüsamettin Korkutata
(Bingöl)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu?
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Korkutata...
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Konuşmak istiyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; 518 sıra sayılı kanun tasarısının 2 nci maddesinin (a) fıkrası
üzerine verdiğimiz önerge doğrultusunda gerekçelerimizi arz etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bir memleketin ve bir bölgenin
kalkınması, her şeyden önce, insan unsuruna ve niteliğine bağlıdır. O bölgedeki
idarecilerin, o bölgedeki teknik elemanların, o bölgedeki yöneticilerin
tamamının o bölgeye verdikleriyle veya önerdikleriyle veya belirledikleri
projelerle, ortaya koydukları projelerle, merkezî hükümete kabul
ettirdikleriyle, bölge ya kalkınır ya da geri kalır.
Bugün, doğu ve güneydoğuda, eğer, bölge bu kadar geri
kalmışsa, inanıyorum ki, bu bölgede, evet, belki, ehliyetli insanlar olmuştur;
ama, çoğunlukla, sürgün edilen insanların bir bölgesi olarak kabul edilmesinden
ve böyle olmasından dolayı, maalesef, layıkıyla yerini alamamıştır. Yoksa,
buradaki insanların zeki olmamasından kesinlikle kaynaklanmıyor ve bu
insanların batıda nasıl muvaffak olduklarını ve emsalleri oranında başarı
sağladıklarını zaman zaman görmekteyiz; ama, biz, bu bölgede yaptığımız çeşitli
araştırmalarda, faili meçhul ve diğer araştırma önergelerinin çoğunda yapılan
çalışmalar neticesi, bu bölgedeki, bilhassa valiler dışındaki idarecilerin,
birçok müdürlükte görev yapan insanların yüzde 60'ından fazlasının vekâleten
görevini yürütmekte olduklarını gözlerimizle gördük.
Şimdi, burada bir çalışma yapılmaktadır. Biz diyoruz
ki, bu çalışma doğrultusunda, hiç olmazsa, bu bölgesel dengesizliği bu alanda
ortadan kaldıralım. Öğretmende bu dengesizlik var, hekimde bu dengesizlik var,
teknik elemanda bu dengesizlik var... Bütün bu dengesizlikler, bir türlü,
bugüne kadar, söylenmesine rağmen, ortadan kaldırılamamıştır. Müteaddit
defalar, yalnız bu hükümet değil, birçok hükümet tarafından, bugüne kadar, bu
alanların tamamında bundan böyle bir denge kurulacağını, bölgenin
kalkındırılacağını söylemelerine rağmen, paketler açmalarına rağmen, hiçbir
paketten hiçbir şey çıkmamıştır.
Bugün, böyle bir kararname çıkmaktadır. Bu kararname
sayesinde, belki, ilk defa, paketsiz bir uygulama yapacağız ve bu paketsiz
uygulamanın, bölgeye çok büyük faydalar getireceğine inanıyoruz.
Ya, buradaki personele, teknik ve idarî personele,
yaptıkları iş karşılığında, risk karşılığında farklı bir ücret ödenir, buraya
hekim gönderilir, buraya teknik eleman gönderilir...
Biz, daha önce de, hepinizin bildiği gibi, bu Meclise,
bundan sekiz on ay önce bir önerge verdik, dedik ki, bölgede huzur ve güven,
nispeten, tesis edilmiştir ve bu bölgeye, yirmi yıldır, doğru dürüst yatırım,
maalesef yapılamamıştır, denge kurulamamıştır, sıkıntılar vardır. Şunların
tespiti için, gelin, kesinlikle siyaset yapmadan, parti farkı gözetmeksizin
-bütün partilere de imzalattım bunu arkadaşlar, değerli arkadaşlarım imzaladı-
gidelim, bir araştırma yapalım; ama, maalesef, o günden bugüne kadar bu önerge
ele alınamadı. Bari, bu bapta ele alınsın diyoruz. Buraya, ciddî, gerçekten,
layıkıyla elemanların gidebileceği bir şekil ortaya konsun. Ya ücrette ya
hizmette ve herhangi bir şekilde, buraya eleman nasıl gidecekse, nasıl teşvik
edilmesi gerekiyorsa, o şekilde -hükümet zaten bu konuda serbesttir- bu
kararnameyle bunu yapacak ve bu bölgede, gerçekten son... Hiç olmazsa, bu
birinci yılda, ciddî şekilde, önce, projelerin ortaya çıkması için, hangi
alanlarda, nasıl projeler ihdas edileceğini bilen insanların, burada ciddî bir
seferberlik yapmaları neticesinde, inanıyorum ki, çok güzel bir ön çalışma
yapılmış olacak. O altı ay sonunda da, ne yapılırsa, ciddî bir paket açılırsa
veya ekonomik tedbirler alınırsa, hiç olmazsa, ortada bir eser olacak, yollar
belli olacak ve bu sayede, hükümetin o bölgeye aktardıkları da, yerli yerinde,
kıymetlendirilmiş, değerlendirilmiş olacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Devamla) – Bu vesileyle, bu
kararnamede, bu boyutta, önergemizin kabul edilmesini arz eder; hepinize
saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Efendim, teşekkür ederim.
Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
5 inci önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 518 sıra sayılı tasarının 2 nci
maddesine, (f) bendinden sonra gelmek üzere, aşağıdaki metnin (g) bendi olarak
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
İsmail Köse
(Erzurum) ve arkadaşları
g) Bu kanunun 1 inci maddesinde belirtilen "kamu
kurum ve kuruluşları" tanımı içinde yer alan mahallî idarelerin
hizmetlerinde verimliliğin artırılmasını ve bu amaçla gerektiğinde yeniden
teşkilatlandırılmasını.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, usulle ilgili bir
şey söyleyebilir miyim...
Şimdi, İçtüzüğümüzün 87 nci maddesinde, kanun tasarı ve
tekliflerinin müzakeresiyle ilgili kurallar belirtilmiştir. Şimdi, hükümetimiz,
bizden bir yetki istemiş. Bu yetkinin amaç ve kapsamı, 1 inci maddede
belirtilmiş; "kamu kurumu" deniliyor. Kamu kurumu, Anayasanın başka
bir maddesinde düzenlenmiş, mahallî idareler başka bir maddesinde düzenlenmiş.
Aslında, ben, bunun, belediyelerin de, mahallî idarelerin de alınmasını
istiyorum; ama...
BAŞKAN – Efendim...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika efendim, sözümü
bitireyim...
Şimdi, hükümet, bizden istediği yetkide "ben, kamu
kurumları yönünde düzenleme yapacağım" diyor. Şimdi, bu önergeyle, biz,
diyoruz ki, hayır, sen kamu kurumlarını değil de mahallî idareleri de düzenle.
Bir defa, bu, hükümetin iradesine ters bir taleptir.
Yetkiyi hükümet istiyor Sayın Başkan... Bunu, işleme koymamamız lazım.
BAŞKAN – Efendim, affedersiniz; şimdi, Komisyon, size
izah edecek; ama...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, burada, Komisyonun
çoğunluğunun da olması lazım.
BAŞKAN – Naçizane, siz, onsekiz yıl hâkimlik
yapmışsınız. Ben, hukukçu değilim; ama, Anayasanın 127 nci maddesinin birinci
fıkrasında, bu, zaten, çok net belirtiliyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Mahallî idareler ayrı bir
kurum...
BAŞKAN – Hayır efendim; kamu tüzelkişiliği...
KAMER GENÇ (Tunceli) – 124'ü okuyun; ne diyor...
BAŞKAN – Okuyayım efendim: "Mahalli idareler, il,
belediye..."
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim, ne istiyorsunuz?!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, o, belediye başkanları,
il genel meclisi üyeleri ve muhtarları kastediyor...
BAŞKAN – Efendim, müsaade edin de...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Oylamayacağım efendim...
Komisyon kabul ediyor mu efendim?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) –
Sayın Başkan, tartışma konusu olan husus, Anayasanın 123 ve 127 nci
maddelerinde açıkça yerini almıştır. 123 üncü madde, idarenin bütünlüğünden
bahseder ve bu anlamda, mahallî idareleri de, bir idarenin bütünü içinde sayar.
Öte yandan, 127 nci madde, mahallî idareleri, bir kamu tüzelkişisi olarak kabul
etmektedir.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, hükümet istememiş...
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya)
– O nedenle, önergeyi, komisyonumuzun
çoğunluğu hazır değil, takdire sunuyoruz efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, Anayasanın 124
üncü maddesini de okusun; 124 ne diyor?..
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, yerimden
bir açıklama yapabilir miyim...
BAŞKAN – Sayın Bedük, böyle bir usul yok.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Efendim, 60 ncı maddeye
göre yerimden bir açıklama yapmak zaruretini duydum. Sizden rica ediyorum... 60
ncı madde açık, net...
BAŞKAN – Açık, ama, ben, hükümete sorayım, ondan sonra
açıklama için söz vereyim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Efendim, müsaade
ederseniz, bir konuda açıklama yapayım... Yani, size fazla ters bir şey de
söylememiş olacağız.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) –
Böyle bir usul yok efendim... Açıklamayı biz yapıyoruz.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum söz verdiğiniz için.
Biz, belediyelerin güçlendirilmesi veya belediyelerle
ilgili bir düzenlemenin getirilmesine karşı değiliz. Bu önerge, aslında, 1 inci
maddede kabul edilmesi, orada değerlendirilmesi gereken bir önerge.
Dolayısıyla, eğer 1 inci maddede, yani "kapsam ve amaç" kısmında yer
almış olsaydı; bu, doğruydu, olması gereken de oydu. Oraya konulmuyor; fakat,
"ilkeler" bölümüne getirilip konuluyor ve -efendim, bundan, şunu
kastediyorlar- kamu kurum ve kuruluşlarının içerisinde mahallî idareler kavramı
da vardır deniliyor. Eğer varsa, o zaman, bu önergeyi niye veriyorsunuz?..
Zaten var. Yani, 1 inci maddede doğrudan doğruya "kamu kurum ve kuruluşları"
diyor. Eğer "kamu kurum ve kuruluşları" diyorsa, o zaman, siz
"kamu kurum ve kuruluşları tanımı içinde yer alan" ifadesini koymaya
niye zaruret hissettiniz?..
Sayın Başkan, bu önergedeki ifadenin 1 inci maddeye
girmesi gerekir. İçtüzüğümüzde bununla ilgili bir düzenleme vardır. Tekriri
müzarekeyle bu çözümlenebilir. Bunu takdirlerinize sunuyorum.
Hukuka, İçtüzüğe, uygulamalara ve bizim bildiğimiz
idarî normlara uygun hareket edilmesi gerektiğini hatırlatıyor; Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Efendim, Hükümet önergeye katılıyor mu?
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan,
açıklama yapmak zarureti var...
BAŞKAN – Açıklayın efendim; katılıyor musunuz, niye
katılıyorsunuz...
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkanım,
Anayasanın 91 inci maddesi "kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi"
başlığında, ikinci kısmın birinci ve ikinci bölümünde yer alan temel haklar,
kişilik hakları ve ödevleriyle ilgili, aynı şekilde dördüncü bölümünde yer alan
siyasî haklar ve ödevlerle ilgili kanun kuvvetinde kararname çıkarabilme
yetkisini düzenlemiş bulunmaktadır. Bu noktada, "sıkıyönetim ve olağanüstü
halle ilgili durumlar saklı kalmak şartıyla" demekte ve bu saydığım
bölümlerin dışında -yanlış anlama olmasın- hatta, sosyal haklara ilişkin,
ödevlere ilişkin bile kanun kuvvetinde kararname çıkarabilme yetkisinin
verilebileceğini, çok açık ve net bir şekilde ifade etmiştir.
Şimdi, Sayın Kamer Genç'in konuşmasının bir bölümü
doğrudur, Grup Başkanvekilimiz Saffet Arıkan Bedük Beyin de doğrudur. Başta, 1
inci maddede, "amaç ve kapsam" bölümünde "kamu kurumu ve
kuruluşları" ibaresi, esasen, biraz önce, Sayın Komisyon Başkanımızın da
açıkladığı gibi, Anayasanın 123 üncü ve 127 nci maddeleri çerçevesinde, son
derece, hiçbir izaha gerek duyulmayacak bir şekilde, o tanımın içerisine
girebilecek kuruluşları "kamu tüzelkişiliği" ilkesinden hareketle
açıklamıştır.
Sayın Genç "124 üncü maddeye bakalım"
demektedir. 124 üncü maddenin başlığı, "yönetmelik"tir. Başbakanlık,
bakanlık ve kamu tüzelkişilerinin kanun ve tüzüklerin uygulanmasını sağlama
konusunda, o amaçla, yönetmelik çıkarabileceğine ilişkin bir düzenlemedir. 123
üncü ve 127 nci maddelerle, kesinlikle ilgili bir madde değildir.
Bu çerçevede, "kamu kurumu ve kuruluşu" ibaresinin...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Pardon, 124 değil, 126...
Anayasanın bütün maddesini ezbere bilmem canım... Sayın Bakan, 126...
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Efendim, hangi
maddeye dayanacaksanız...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Olabilir; yani, ezbere, yanlış
olabilir... 126'yı kastettim.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Gayet tabiî,
olabilir, yanılabiliriz, madde başlıklarını şaşırabiliriz; ama, hangi maddeye
dayanacaksanız, biz de ona göre, burada, sayın milletvekillerine bilgi sunmakla
yükümlüyüz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sizin talebinizde belediyeler
var mı yok mu Sayın Bakan; onu söyleyin!
Sayın Başkan, bizim istediğimiz, hükümetin talebinde
mahallî idareler düzenlemesi var mı yok mu; bunu söylesinler.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) –
Başkanım, ne biçim şey bu! Böyle şey olur mu?!
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkanım,
bize yöneltilecek sorunun geliş tarzı, usulü, İçtüzükte son derece nettir.
Eğer, sayın milletvekilinin daha sonraki bölümde Başkanlığa böyle bir sorusu
olur da, Başkanlık bunu tensip buyurursa, yanıtlamaya hazırım. 124 üncü...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununun 1 inci maddesinde "kamu kurum ve
kuruluşları" deyip, arkasından, "mahallî idareler, döner sermayeli
kuruluşlar, kamu iktisadî teşebbüsleri" diye ayrı ayrı koyuyor. Yani, kamu
kurum ve kuruluşları ile mahallî idareler, ayrı bir madde içerisinde, ayrı bir
ifade içerisinde yer alması gerekir. Aslında, düşündükleri doğru; ama, 1 inci
maddede yer alması lazım. Benim üzerinde durduğum nokta bu.
BAŞKAN – Efendim, Sayın Bakan cevap veriyordu, siz
tekrar sual soruyorsunuz!..
Sayın Bakan, kabul ediyor musunuz etmiyor musunuz
efendim?
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Evet, izin
verirseniz, ben...
BAŞKAN – Ben ediyorum da efendim...
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Grup
Başkanvekili konuşmamı kesti...
BAŞKAN – Evet, buyurun.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – İster 126 ncı
madde deyiniz -Sayın Başkanım, çünkü, bu, zabıtlara girecek ve önemli- ister
123 üncü madde deyiniz, "idarenin bütünlüğü" başlığını taşıdığı için,
esasen başta var; ama, biz kabul ediyoruz; çünkü, daha açıklayıcı olabilir.
Eğer soru işaretleri varsa sayın milletvekillerinde, onlara yol gösterici bir
mahiyet taşıdığı için önergeyi kabul ediyoruz.
BAŞKAN – Daha muhkem yapıyorsunuz...
Komisyonun ve Hükümetin kabul ettiği önergeyi
oylarınıza sunuyorum...
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, bir dakika...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Grup Başkanvekili
bir şey söylüyor efendim...
BAŞKAN – Gerekçesini okuduk da onun için efendim.
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir
efendim.
Maddeyi, kabul edilen önerge doğrultusundaki değişik
şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, bu,
Anayasa aykırıdır; konulmaması lazım...
BAŞKAN – Kabul edilmiştir.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Kesinlikle Anayasaya
aykırıdır. Anayasa Mahkemesine gitmek suretiyle iptal edilecektir. Bu kadar
geniş bir yetkiyle teçhiz edilmiş bir yetki kanunu dünyanın hiçbir ülkesinde
yoktur.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Böyle çalakalem... Çok şey bir
kanun çıkıyor...
BAŞKAN – Diğer maddeyi okutuyorum.
Yürürlük
MADDE 3. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım; buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar)
DYP GRUBU ADINA MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilat,
Görev ve Yetkilerine İlişkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret
Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin Sağlanması
İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu Tasarısının 3 üncü maddesi
üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinize
ve aziz milletimize saygılarımı sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Yetki
Kanunu Tasarısı, çok çok önemlidir. Kimin için önemlidir diye sorduğumuzda,
tabiî ki, öncelikle, yıllardır hak ettiği ücreti alamayan, haksızlığa uğrayan,
hak ve menfaatları nedeniyle mağduriyete uğrayan kamu personeli, yani
memurlarımız ve emeklilerdir; ama, sadece, hakları nedeniyle mağdur olan
memurlar ve emekliler değil, işçilerimiz ve işçi emeklilerimiz de mağduriyete
uğramışlardır; hatta, çalışan diğer personelimiz de mağdur olmuştur.
Kamu personelinin mağduriyeti herkesçe bilinmektedir.
Şöyle ki: Aynı işi yapan ve aynı kurumda çalışanların ücretlerinde farklılıklar
vardır; emeklilerde ücret farklılığı vardır. Tabiî, bu ücret farklılığı
memurlar ve emekliler arasında huzursuzluk yarattığı gibi, büyük bir
adaletsizlik olarak ortaya çıkmaktadır. Öyleyse, memurlar, çalışanlar ve
emekliler arasındaki ücret dengesizliği devlete güveni azaltmakta, kamu
hizmetlerindeki verimliliği düşürmektedir. İşte, kamu personeli arasındaki
ücret dengesizliğini giderecek olan bu tasarı, onun için çok önemlidir.
Memurlarımız, çalışanlarımız ve emeklilerimiz dört
gözle bu tasarıyı beklemektedir. Tasarı kanunlaştıktan sonra, Bakanlar Kurulu,
Yüce Meclisten aldığı bu yetkiyi, kamu personeli ve emeklisini mağduriyetten
kurtaracak, onların durumunu iyileştirecek, ücret dengesizliğini giderecek,
adil ve "eşit işe eşit ücret" ilkesini benimseyecek şekilde yerine
getirmelidir. Böylece, ücret kargaşası giderilmeli, devlete güven artırılmalı,
verimlilik artırılmalıdır.
Kısacası, hükümet, bu yetkiyi kullanırken, kamu
hizmetlerinde adalet ilkelerini ve kamu malî yönetiminde disiplini sağlamalı,
bütçenin malî ve sosyoekonomik kaideleri doğrultusunda, kamu personelinin ve
emeklilerinin mağduriyetlerini gidermelidir. Yani, Meclisin iyi niyetini kötüye
kullanmadan, hukuk ve kanunlar çerçevesinde, hak ve hukuk kaidelerine uygun
olarak yerine getirmelidir.
Değerli milletvekilleri, bu tasarı, çok hassas ve çok
mesuliyetli, ayrıca, tehlikeli olup, iyi niyetle, farkında olmadan, yetki
suiistimaline de müsaittir. Onun için, bu yetki, çok dikkatli, adaletli olarak
kullanılmalı; aynı zamanda, kamu personeli ve emeklileri arasında ücret
dengesizliği giderilirken, yeniden dengesizlikler meydana getirilmemelidir.
Değerli milletvekilleri, esasen, Yüce Meclise, personel
kanunu tasarısı şeklinde getirilmesini isterdik; çünkü, bu yetki, tereddüte
mahal verecek şekilde geniştir. Ancak, buna rağmen, hükümetimizin, bu yetkiyi,
en iyi şekilde, adil, dengesizlikleri giderecek, haksızlıkları giderecek
şekilde kullanması gerekir.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde, hem ekonomik
sıkıntı var hem de memur, emekli, işçi ve işçi emeklilerinin aldığı ücretlerde
büyük dengesizlik var. Ayrıca, artan hayat pahalılığı karşısında,
memurlarımızın, işçilerimizin ve emeklilerimizin aldığı ücretleri yeterli
görmemiz ve yeterli dememiz mümkün değildir. Eğer yeterli diyebilirsek, o
zaman, ülkenin durumunu ve memurun, işçinin, emeklinin durumunu bilmiyoruz
demektir. Öyleyse, yetki kanunu kullanılırken, hem ücret dengesizliği eşit ve
adil bir şekilde giderilmeli ve hem de memurumuzun, işçimizin, emeklimizin
geçen yıldan ve bu yıldan alacağı ve hakkı olan ücret zamları, zam farkları ek
olarak verilmelidir.
Değerli milletvekilleri, devlete güvenin ve devlette
verimliliği artırmanın yolu budur. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, memurun,
işçinin, ve emeklilerinin haklarının verilmesinden yanayız; çünkü,
mağduriyetleri açıkça görülmektedir. Hatta, ek zam, mutlaka verilmelidir.
Sayın hükümetimiz, yetki kanunuyla adil, eşit, dengeli
ve gerçekçi olarak uygulamayı yapmalı ve ek zammı da mutlaka vermelidir diyor;
yetki kanununu çok dikkatli kullanmalarını, bu tasarının da hayırlı ve uğurlu
olmasını diliyor, Doğru Yol Partisi ve şahsım adına Yüce Heyetinize saygılar
sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.
Fazilet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın
Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem
Başkan, muhterem üyeler; 518 sıra sayılı Yetki Kanunu Tasarısının 3 üncü
maddesinde, yürürlük maddesinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum.
Muhterem arkadaşlar, kanun tasarısında, kamu
yönetiminin tekrar düzenlenmesiyle ilgili çok şümullü bir yetkiyi Bakanlar
Kuruluna veriyoruz, kanun hükmünde kararnamelerle bunu düzenleyecek. Ne
yapacak; devlet, daha süratli işleyecek, daha tesirli işleyecek, malî yönetime
disiplin getirilecek ve memurların, kamu çalışanlarının özlük hakları yeniden
düzenlenecek. Bunun da yürürlüğü, kanunun yayımı tarihi. Ne kadar zamanda
yapacak; altı ayda yapacak bunu.
Değerli arkadaşlar; eğer, kamu çalışanlarının özlük hakları
düzenlenecekse, bunun altı ay bekleyecek hali yok. Hükümetin elinde kararname
yetkisi var, çıkarır kararnameyi, kime ne verecekse, onu verir. Özellikle,
düşük gelir gruplarının maaş ve ücretlerini -emekliler dahil- iyileştirecek bir
düzenlemeyi süratle yapması lazım. Aksi takdirde, çalışan insanların çektikleri
bu sıkıntı, devletin hizmetlerinin de iyi yürütülmesine imkân vermez. İnsanlar
aldıkları ücretle geçinemiyorlarsa, sefaleti oynuyorlarsa, o insandan verimli
bir çalışma bekleyemezsiniz.
Devletin hedefinin, az memur, iyi ücret, geçinebilecek
ücret olması gerekir, politikanın bu olması lazım; ama, hükümet, şimdi
"300 000 küsur kişiyi memuriyete alacağım" diye bir umut olarak
etrafa saçtı, ilgili sayın bakan da "100 000 kişi" alacağız dedi.
Tabiî, mevcut memurlara geçinebilecekleri maaş veremezken, bu genişlemenin
nasıl karşılanacağını da merak ediyoruz. Yani, burada yapılması gereken,
devletin çalışanlarını çoğaltmamak; ama, çalışanlara iyi ücret vermek, onları
geçindirebilmek, onları iyi hizmet eder hale getirmektir.
Bugün, bir vesileyle, bir üniversite hocasıyla
görüştüm; kendisi tıp profesörü; part-time çalışıyor, haftada yirmi saat,
sabahtan öğlene kadar; aldığı maaş 208 milyon lira. Ben utandım doğrusu; yani,
üniversite hocası, tıp profesörü, 208 milyon lira maaş alıyor, haftada yirmi
saat, üniversitede doktora yaptırıyor, ders veriyor, insan yetiştiriyor...
Öğretmenin hali daha da feci. Memurun hali daha da feci. Yani, Türkiye'nin bu
tabloyla bir yere gitmesi mümkün değil.
Yirmi yılda, enflasyonla servet transfer edildi, büyük
gelir grupları meydana getirildi. Nitekim, geçen hafta sonunda, patronlar
kulübünün sözcüsü "aman, istikrarı bozmayın" diye hükümete ihtarda
bulunuyor, âdeta ikazda bulunuyor ve "biz, 500 kulüp üyesi, bütün ödenen
vergilerin yüzde 40'nı ödüyoruz" diyor. Yani, 500 kişi, ödenen vergilerin
yüzde 40'nı ödüyor. İşte, Türkiye'de, yirmi yılda iktisadî tablonun geldiği
nokta budur.
Bugün, gelir dengeleri tamamen altüst olmuştur.
Hükümet, devleti düzenlemeyi daha çerçeveli getirsin de, Mecliste müzakere
edelim; ama, hükümetin yapacağı hayırlı bir iş var; bu memurlara, bu
çalışanlara ne verecekse, acele olarak onu versin, ortaya koysun; memurlar
sokakta.
Değerli arkadaşlar, çalışan insanların karnının
doyurulması, devletin çalışanları için devletin birinci görevidir; bunu süratle
yerine getirmesi lazım. Bunu yerine getirmezseniz, devleti verimli, müessir
yönetemezsiniz. Hükümetin, hiç gecikmeden yapacağı iş budur.
Dün toplanan Ekonomik ve Sosyal Konseyde Devlet
Planlama Teşkilatının bir raporu dağıtıldı. Sayın Başbakana takdim edilmek
üzere gelen rapor, bir yanlışlık olmuş, basına da dağıtılmış. Raporda söylenen
şu: Bu istikrar paketinde enflasyon hedefleri ve büyüme hedefleri tutmayacak...
Evet, resmen -dün dağıtıldı, bugünkü gazetelerde de var, açıp okursunuz- bu
hedefler tutmayacak. Bunu, zaten, IMF yetkilileri de söylüyor, bu konularla
yakın ilgilenen birtakım ihtisas sahibi kurumlar da ifade ediyor; enflasyon,
yıl sonunda yine yüzde 40 mertebesinde olacak. Zaten, yılın ilk altı ayında
enflasyon yüzde 20 oldu ve önümüzdeki dönemde "çekirdek enflasyon"
denilen, imalat sanayiindeki fiyat artışları aynı şekilde devam edecek.
Elektriğe yüzde 5 zam yaptınız. Bu, doğrudan doğruya imalata yansıyacaktır.
Değerli arkadaşlar, onun için, gelin, memuru ezmeyin, memur ve emeklinin
durumunu süratle düzeltin.
Şimdi, getirilen bir önergeyle, bu yetki kanunu
tasarısına mahallî idareler ilave edildi, mahallî idarelerde düzenleme yapacak.
Dün belediye başkanlarının burada toplantısı vardı.
Talepleri var. Kendi taleplerini nümayişle, gösteriyle ortaya koydular.
Haklılar, aşağı yukarı 3 300 belediye kendi gelirleriyle ayakta duramıyor. Siz,
memur maaşına zam yaptığınız zaman belediyenin gelirini de aynı ölçüde
artırmanız lazım. Belediye nereden bulacak parayı?..
Belediye gelirlerine, zaten, İller Bankasındaki
alacaklarına tahakkuk eden paralarına, şu veya bu sebeple, borçlarına mahsuben
el koyuyorsunuz. İçmesuyu şebekesi yaptıracak, borçlandırıp, onun normal
istihkakını kesiyorsunuz; kanalizasyon yaptıracak, kesiyorsunuz... Bu
altyapıları yapma imkânı yok.
1981'de çıkan 2380 sayılı Kanun var, belediye
gelirleriyle ilgili kanun. İyi hazırlanmış bir kanun. Orada, yüzde 12'dir
belediyelerin payı; ama, biz, onu, muhtelif hükümetler zamanında düşüre düşüre
yüzde 6'ya düşürmüşüz, yüzde 6 ödüyoruz
şimdi. Bununla belediyelerin ayakta durması mümkün değil ve beklenen Mahallî
İdareler Kanunu Tasarısını, geçen dönem, Plan ve Bütçe Komisyonunda, İçişleri
Komisyonunda, bütün partiler, o zaman mevcut olan, Mecliste grubu olan partiler
ittifak halinde hazırladılar, mutabık kalındı ve Genel Kurula indirildi; ama
müzakereye açılmadı ve kanun çıkarılmadı. Şimdi, hükümet, bu yetki kanunuyla
Mahallî idareler Kanununda değişiklik yapacak. Ne yapacak? Yani, bu, öyle,
alelusul, hemen üç tane bürokratın fikriyle yapılacak bir düzenleme değil ki,
bunun bir tarafında belediyeler var, enine boyuna bunun tartışılması lazım.
Yaşanan hadiseler var. Hükümet burada yanlış yapar. Yani, bizim hükümete
tavsiyemiz bunu yapmaması; ama, eğer temmuz ayında Meclis tatile giriyorsa, 1
Ekimde Meclis açılınca, derhal, eski tasarıyı Başbakan bir yazıyla yenilesin,
ilgili komisyonlarda tekrar gözden geçirilir, değişiklik talepleri varsa
değerlendirilir ve bu Meclisten de çıkarılır. Yani, böyle bir müzakere
safhasından geçmeden, olgunlaşmadan alelusul yapılacak olan bir kanun hükmünde
kararnameyle bu işi yönetmek mümkün değildir; ileriye daha çok problem atarız
değerli arkadaşlar.
Mahallî idareleri düzenlerken, merkezî idareyi de
düzenlemek lazım. Bu kanun hükmünde kararnameyle merkezî idareyi yeni baştan
düzenleyecek misiniz? Ne yapacaksınız; onu da bilmiyoruz, kapalı bir kutu ve
Anayasa Mahkemesine gider, Anayasa Mahkemesinde bu yetki kanunu iptal edilir;
neticede olacak olan da budur; ama, bir ümitle, üç beş ay daha, kamu
çalışanlarını oyalarsınız; bundan da fayda görmezsiniz ve yanlış da yaparsınız.
Türkiye'nin gelip tıkandığı nokta, Türkiye'nin merkezî
idareyle, mahallî idarelerinin yeniden düzenlenmesi, eğitim, sağlık ve taşrada
olan diğer birtakım her ne hizmet varsa -adalet ve güvenliğin dışında- bunların
hepsinin mahallî idarelere bırakılması lazım; hem kaynakları verimli
kullanırsınz hem de o kaynaklara, mahallinden ilave kaynaklar katılmasına imkân
vermiş olursunuz. Bunu yapmadan da Türkiye'nin içerisinde bulunduğu bu krizi
aşması mümkün değildir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Tabiî, bu kamu yönetimini
yeniden düzenlemek demek, devleti yönetilebilir hale getirmektir. Anayasadan
başlayıp, devleti yönetilebilir hale getirecek yeni bir düzenlemenin yapılması
lazım. Merkezî idarede de yapılması gereken husus budur.
Ben, bu konuşmalardan sonra, tekrar kanunun hayırlı
olmasını diliyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.
Efendim, gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.
Şahısları adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan
Polat.
ASLAN POLAT (Erzurum) – Vazgeçtim efendim.
BAŞKAN – Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan...
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Akın'a devrediyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Akın.
MURAT AKIN (Aksaray) – Değerli milletvekilleri, 518
sıra sayılı tasarının 3 üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış
bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, tasarının 3 üncü maddesi
"bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer" şeklinde hüküm ihtiva
etmektedir. Ki, bu kanun, bu gece herhalde kabul edilecek ve bilahara da,
Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmak suretiyle birkaç gün içerisinde meriyete
girecek. Dolayısıyla, yılın yarısından sonra uygulanacağı, yani, bu yılın yedi
aylık süresi için uygulanacağı veya bu yılın yedi aylık bir süresini kapsadığı
bu durumdan anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, 3 üncü maddede harcamayla ilgili
düzenlemeler de getirilmektedir. Harcamalar ve gelirler konusunda, baktığımız
zaman, değerli milletvekilleri, Bütçe Kanununa göre, biliyorsunuz, yasama
organı Meclis, hükümete, dolayısıyla, idareye ocak ayı itibariyle oniki aylık
harcama ve oniki aylık vergi tahsil yetkisi verir.
Şimdi, siz, harcamalarda ve diğer ücretlerde yeni
düzenlemeler yapacaksınız, bu hususta, hükümete kanun hükmünde kararname
çıkarma salahiyetini vereceksiniz; ama, bu, aylar itibariyle -harcamalar ve
diğer düzenlemeler- birbirini takip etmektedir. Şimdi, 1.7.2000 tarihinden
itibaren, geriye dönük olarak, bu kanun çerçevesinde bir şey yapamazsınız ki.
Biraz önce de ifade ettiğim gibi, harcamalar ocak ayı itibariyle yılın oniki
ayına sirayet etmektedir. Halbuki, bu yürürlük maddesi 1.1.2000 tarihi
itibariyle olmuş olsaydı, bu çıkarılacak kanun hükmünde kararnamelerde de
olacak kopukluklar, olacak aksilikler giderilmiş olurdu. Sayın hükümetin bunu
dikkate alması, en azından, bir önergeyle yeniden o maddenin düzenlenmesi
herhalde daha iyi olur. Kanunun geriye yürümesi, geçmiş kanunlarda, tasarılarda
düzenlenen istisnaî maddeler olmaktadır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin içerisinde bulunduğu
ücret dengesizliği, aynı zamanda, siyasî istikrarsızlığın ve ekonomik
istikrarsızlığın da bir nedeni olduğu ve geçmişte, kısa bir zaman içerisinde
yapılan, yapısal reformlar denilen, sosyal güvenlik reformu, vergi
mevzuatındaki reformlar ve buna ilave edeceğimiz, son çıkarmış olduğumuz sağlık
personeliyle ilgili kadro ihdasları ve -eklenebilir- tahkim yasasıyla yabancı
sermayenin Türkiye'ye gelmesi olayı, bu reformların tamamının başarıya
ulaşması, mutlak surette, insan iradesiyle, insan yönetimiyle, insan fikrinin
teşekkülüyle olmaktadır. Bu da, hiç şüphesiz, insanı çalışmaya yönlendirecek,
insanı gayrete yönlendirecek, onun, en azından, insan haklarına yakışır bir
şekilde, medeniyetin vermiş olduğu gerçekler çerçevesinde bir ücret elde
etmesiyle mümkün olabilir. Bu tasarının, bu yönüyle, fevkalade bir yenilik
getirmesi, bu açıdan düşünüldüğünde, faydalı olacağı kanaatindeyiz. Ancak,
geçmişte, istisnaî durumlar hariç, hükümetlerin bu yönde almış olduğu
yetkilerin büyük bir kısmı, memurlar arasındaki, ücretliler arasındaki
dengesizliği, istikrarsızlığı düzelteceğine, izale edeceğine, daha da yeni
dengesizlikler, istikrarsızlıklar getirmiştir. Şimdi, gelecekte göreceğiz ve
buna bakacağız, bu da istikrarsızlıklar getirecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MURAT AKIN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
MURAT AKIN (Devamla) – Bu nedenle, bilhassa, bu
yetkinin yeni istikrarsızlıklar, yeni düzensizlikler getirmemesi düşüncesiyle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Ağrı Milletvekili Nidai Seven?.. Yok.
Sorular kısmına...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN – Niçin istiyorsunuz?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Oylama için.
BAŞKAN – Oylamıyorum ki...
Sayın Toprak, buyurun.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanımdan bir
hususu açıklamasını istirham ediyorum.
Ayrıntılarından vazgeçtik; ancak, hangi ana konularla
ilgili olarak bu yetkinin Yüce Meclisten istendiği hususu, hiç değilse ana
başlıklarıyla olsun ifade edilebilir, sayılabilir ise, bu tasarıya olumlu oy
vereceğimi ifade ediyor, teşekkürler ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun, cevap verin efendim.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Toprak'a,
olumlu oy vereceğini ifade ettiği için teşekkür ediyorum; çünkü, son derece
açık, biz, bir, bürokratik işlemlerin azaltılması; iki, harcamalarda israfın
önlenmesi; üç, kamu malî disiplininin sağlanması amacıyla, fonların
kaldırılması; dört, ücret dengesizliklerinin giderilmesi gibi, kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi başlığında düzenlenen "amaç ve kapsam",
"ilkeler" gibi zorunlu, uyulması mutlak olan kaidelere uyarak bir
düzenleme yaptık; temel başlıklarımız bunlardır.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Siz söy istiyor muydunuz; hayır...
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Efendim, ileride
zabıtlarla ilgili şey olabilir...
BAŞKAN – Son maddede vereyim.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Son maddede de
olabilir. Nasıl uygun görürseniz...
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Sayın Genç, karar yetersayısının aranılmasını istemekte
ısrarlı mısınız?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Tabiî... Tabiî...
BAŞKAN – Peki efendim; Sayın Genç, karar yetersayısının
aranılmasını istiyor.
3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
(DSP ve MHP sıralarından "Var, var..." sesleri)
BAŞKAN – Var da, sayalım efendim...
... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir efendim.
Görüldüğü gibi, karar yetersayısı vardır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
4 üncü maddeyi okutuyorum:
Yürütme:
MADDE 4.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – 4 üncü maddeyle ilgili olarak... Pardon
efendim... Doğru Yol Partisi Grubu adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer
Genç; buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Mikrofondan sesiniz duyulmadı
da, iyi ifade edin Sayın Başkan. İyi ifade edin Sayın Başkan, millet duysun.
BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Tunceli
Milletvekili Sayın Kamer Genç.
Oğuz Tezmen'in yerine çıkınca, birden şaşırdım.
Buyurun Sayın Genç.
DYP GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat, görev ve
yetkilerine ilişkin konularda, hükümete, kanun gücünde kararname çıkarma
yetkisini veren tasarı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; kendi adıma ve Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Hangi madde?
KAMER GENÇ (Devamla) – Yürürlük maddesi efendim.
Şimdi, yani, kanunun bir maddesi sizi ne ilgilendirir?!
Siz, zaten, takip ediyor musunuz? Gidiyorsunuz, dışarıda oturuyorsunuz
oturuyorsunuz, ben karar yetersayısı isteyince, hurra geliyorsunuz buraya.
Bizim dediklerimizi dinlemiyorsunuz. (DSP sıralarından gürültüler)
NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Sayın Başkan, "takip
etmiyorsunuz" diyemez.
BAŞKAN – Ne dedi efendim?
KAMER GENÇ (Devamla) – Kardeşim, bana laf atmayın;
atarsanız, siz zarar görürsünüz. Atmayın...
BAŞKAN – Efendim, bu gürültüde, hatibin ne dediğini
anlamıyoruz ki...
NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Sayın Başkan, "Mecliste
bulunmuyorsunuz, takip etmiyorsunuz" diyemez.
BAŞKAN – Ne dedi efendim?
NECATİ ALBAY (Eskişehir) – "Takip
etmiyorsunuz" dedi, sözünü geri alsın.
KAMER GENÇ (Devamla) – Etmiyorsunuz...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Hepsi dışarıdaydı Sayın
Başkan, doğru söylüyor.
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, Sayın Başkan, biraz önce
kaç kişi vardı bu salonda? (MHP sıralarından "Sana ne" sesleri)
Canım, burada, Mecliste bulunmak demek, bu kanun
tasarılarını takip etmek demek. Halk adına, ulus adına buraya gönderilmişsiniz
ki, bu salonda bulunacaksınız...
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Siz kaç kişisiniz?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Siz kendinize bakın.
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, bizim sözcülerimiz...
Biz, zaten, bu kanunun karşısındayız. Kanunun karşısında olduğumuza göre,
burada 6 tane milletvekilimizin olması yeterli.
BAŞKAN – Efendim... Sayın milletvekilleri...
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir dakika Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Devamla) – Bu ana kadarki sürem boşa gitti.
BAŞKAN – Peki efendim... Bir dakika... Boşa gitsin...
Ancak, ben de bir şey ifade etmek istiyorum: Bu kadar
elektronik aygıtı, televizyonu niçin almışız; herkes, her yerde kanunu takip
etsin diye. Siz de biliyorsunuz bunu. (MHP ve DSP sıralarından "Bravo
Başkan" sesleri, alkışlar)
Buyurun, devam edin şimdi.
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan, süremi yeniden
başlatır mısınız...Neyse, eksüre alırım.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Grup adına söz alırken, grup
vaktine uymak için, grup yetersayısı olması gerekir.
BAŞKAN – Efendim, yapmayın rica ediyorum...
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Grubun yetersayısı olması
lazım.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, böyle bir
usulümüz var mı?! Devamlı müdahale ettiriyorsunuz... Devamlı müdahale
ettirmeyin efendim...
BAŞKAN – Usul yapmıyoruz efendim...
Oturun yerinize...
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Öyle olsun...
BAŞKAN – Buyurun.
KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bizler,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin onurlu milletvekilleriyiz. Burada, ağırbaşlı,
olgun, halkın temsilcileri sıfatına yakışır nitelikte ve kişilikte davranmamız
lazım. Rica ediyorum... Burada, yani, herkes birbirine bu çerçeve içinde
saygılı olursa, halkımız da bize saygı duyar; aksi takdirde, bu saygı duyulmaz.
Onun için, dinlerseniz, daha iyi olur.
Değerli milletvekilleri, hükümetimiz bizden bir yetki
istiyor; diyor ki, ben, kamu kurum ve kuruluşlarının... Yani, tam yetkinin
şümulü belli değil. Biraz önce Sayın Toprak sordu; fakat, Sayın Bakan pek de
doğru dürüst bir cevap vermedi. Şimdi, oyu lehte mi, aleyhte mi bilmiyorum.
Diyor ki, ben, merkezî idarenin; yani, kamu kurum ve kuruluşlarının... Kamu
kurum ve kuruluşlarının ne olduğu,
Anayasanın 126 ncı maddesinde belirtilmiştir.
Şimdi, “bunların personel rejimi içerisinde, ücretler
arasında eşitsizlik var, ben bunları düzelteceğim” diyor; ama, öte tarafta,
gerekçede de diyor ki: “Bütçeye ilave malî yük getirmeyeceğim.” Yani, gelin bu
işin içerisinden çıkın!.. Peki, siz ilave malî yük getirmeyeceğinize göre,
yüksek ücret alan ücretlilerin maaşını mı düşüreceksiniz? Herhalde o anlama
çıkıyor. Ben, şimdi, kâin bir fikrin ne anlama geldiğini, burada çözümlemeye
çalışıyorum.
Bence, böyle bir sınırlama koymaya gerek yok. Bugün,
hakikaten kamu görevi yapan devlet memurlarının maaşları, hakikaten, özellikle
bir unvana sahip olmayanlar -unvana sahip olanlar da öyle de, hâkimler de
dahil- çok düşük ücret alıyorlar; ama, siz gitmişsiniz, bir IMF’ye teslim
olmuşsunuz. Size 69 maddelik bir şey bildirmişler, demişler ki: “Şu programı uygulayacaksınız;
ayrıca da, hiçbir kamu hizmetine memur almayacaksınız, siz, bu IMF’nin
bildirdiği bildirgenin de dışına çıkamazsınız.” Çıkmadığınıza göre, böyle bir
yetki size bir şey kazandırmaz. Ayrıca, hükümete böyle bir yetki vermek, bence
hatalı. Diyorsunuz ki: "bu Meclis çok fazla, iyi çalışıyor, kanun
çıkarıyor." Şimdiye kadar bu kadar çalışıyoruz, gecenin saat 24’lerine
kadar, bazen sabahın saat 5’lerine kadar çalışıyoruz; ama, inanmanızı istiyorum
ki, o çıkardığımız kanunlardan hiçbirisi, bu halkın, gerçek ihtiyaçlarına cevap
verecek nitelikte değildir; ya müteahhidin lehinedir ya belirli holdinglerin
lehinedir ya belirli kazanç unsurlarının lehinedir. İşçiye vermiyorsunuz zam,
memura vermiyorsunuz zam, ondan sonra köylüye vermiyorsunuz zam; ama,
müteahhitlere gelince yüzde 65 kâr veriyorsunuz; yani, geçen sene ile bu sene
arasındaki kazanç farkı. Niye; çünkü, müteahhitler sizin belirlediğiniz bir
kazanç kişileri. Tabiî, onlara gelince, musluklar açılıyor. Şimdi, böyle
olunca, her şey bu kürsüden açıkça söylenmesi lazım.
Şimdi, devlet ekonomik yönden iflas etmiş. Vergi
toplayamıyorsunuz. Hayalî ihracat almış yürümüş; hayalî ihracatçılar içinde
sırtını hükümete dayayanların üzerine hiçbir zaman gidilmiyor. İşte, geçenlerde bir gazetede yazıldı; eski Şişli
Belediye Başkanının kocası -neydi o adamın ismi, unuttum- 1,5 milyar dolar,
yani, aşağı yukarı 1 katrilyon civarında hayalî ihracat yapmış; ama, hükümet
içinde çok yakın adamları olduğu için kapattılar. Hesap uzmanları bunu yapmış;
yani, böyle eften püften kimseler de yapmamış. Onu kapattılar.
Şimdi, devletin gelirini tahsil etmeyeceksiniz, bir
yerden bir kaynak gelmeyecek; ondan sonra, akmayan petrol, olmayan gaz için
yandaş müteahhitlere katrilyonlarca lira avans vereceksiniz; devlet memuruna
gelince, tabiî bir şey veremezsiniz. Yani, vermeden almak... (DYP sıralarından
"Allah'a mahsus" sesi) Allah'a da mahsus; yani, bizim öyle bir
şeyimiz var da... Yani, Allah da yüce bir güçtür; ama, Allah da, bir şey
yaratacak ki, versin. Yani, yaratmadan verecek mi; vermiyor. O bakımdan...
Şimdi, bu kanun tasarısıyla hükümete iyilik
yapmıyorsunuz. Hükümete, geçmişte, depremle ilgili bir kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi verdik, 27 tane kanun hükmünde kararname çıkardı. Ha, depremle
ilgili sorunları sağlıklı çözemedi; çünkü, bir ara prefabrike evler çıkarıldı,
prefabrike evlerden, hakikaten, birçoğu şimdi bomboş; ama, tabiî, birçok
müteahhit büyük bir kazanç sağladı bundan. Halbuki, onların yerine kalıcı evler
yapılsaydı, şimdi, hiç olmazsa, daha da sağlıklı bir şey olurdu. Yani, bilen,
işin erbabı kişilere yetkiler verilir ki, verilen bu yetkiler sağlıklı bir
sonuca ulaşsın. Şimdi hükümete bu yetkiyi verdiğiniz zaman, hükümet içinde
güçlü olan meslek grupları bu yetkiyi hükümete kullandırmak için baskı
yapacaklar, onlar haklarını alacaklar; ama, öte tarafta, hükümet içinde bir
baskı grubu olmayan meslek grupları, maalesef, burada herhangi bir şey
yapmayacak. Halbuki, demin de dediğim gibi, bu kanunda, bu kanun hükmünde
kararnamede hükümet, "mahallî idareler konusunda senden yetki
istemiyorum" diyor. Getirdiği yetki kanunu burada.
Anayasanın 126 ncı maddesinde, idarenin kuruluşu tarif
ediliyor. Ben 124 dedim. Sayın Bakan, hemen bizim hatamızı yakaladı; teşekkür
ederim. Tabiî, maddeyi ezbere söylemek iyi bir şey değil. Halbuki, Anayasanın
126 ncı maddesinde, idarenin merkezî kuruluşları ve mahallî idareler deniliyor.
Birincisi, merkez kuruluşu. Burada getirilen, merkez kuruluşu. Hükümet diyor
ki: Ben mahallî idarelerle ilgili bir düzenleme istemiyorum." Meclis
olarak, biz "al sana onun da yetkisi" diyoruz. Böyle bir şey olur mu
arkadaşlar?! Bu, Anayasaya aykırıdır.
Biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanımız, Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından gelmiştir. Bizim, burada yaptığımız kanunlarda, emsal
yetkilerde, verdiğimiz yetkilerde, Anayasaya uygunluk konusunda çok hassasiyet
göstermemiz lazım. Aksi takdirde, Sayın Cumhurbaşkanımız, bu kanunları
Anayasaya uygunluk yönünden, hem bilgisiyle hem çevresindeki kadroyla
inceleyecek ve eğer, Anayasaya aykırıysa, Meclise iade edecek. Dolayısıyla,
bizim de burada harcadığımız mesai de boşa gidecek. Yani, Anayasaya aykırı bir
yetki kanunu çıkarırsak... Bu konuda bizim size yaptığımız uyarı, bu Meclisin
doğru kanun çıkarması, çıkardığı kanunların Cumhurbaşkanlığından geri dönmemesi
ve Anayasa Mahkemesine gidip de iptal edilmemesidir.
O bakımdan, bu kanun tasarısı, yaptığınız ilavelerle...
1 inci maddesinde, amaç ve kapsamında bir ilave yapmıyorsunuz. İlkeler...
lkeler, ayrı bir şey. Bir kanunun esas temel maddesi, 1 inci maddesidir, amaç
ve kapsamıdır. Amacın ayrı, kapsamın ayrı düzenlenmesi lazım ya. Çünkü,
Anayasanın hükmü de öyle; Anayasanın 91 inci maddesinde de böyle düzenlenmiş.
Tabiî, muhalefetten geldiği için siz buna karşı çıktınız. Ama, hakikaten, böyle
hükümete, altı aylık böyle bir yetkinin verilmesi hatalıdır. Hükümet bunun
altından çıkamaz. Zaten, Meclise de gelmiyor Hükümet. Bakın... (DSP ve MHP
sıralarından gürültüler)
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Buradalar...
KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, ben
burada politika yapmıyorum. Bundan önce... (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
gürültüler)
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Hepsi burada oturuyor.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika efendim. Hükümet
kimdir? 36 tane bakan vardır, Başbakan vardır. Şimdi, hükümetimiz,
Başbakanıyla, bakanlarıyla burada olacak.
(DSP sıralarından "muhalefet nerede" sesleri)
Bir dakika... Bugüne kadar, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin çatısı altında, hükümet, bütün Bakanlar Kuruluyla burada olmuştur.
Başbakan gelmediği zaman tenkit edilmiştir. Hatta, rahmetli Özal'a, bu kürsüde
ben dedim ki: "Hep Avrupa'da gezer; arada sırada, canı istediğinde buraya
gelir." Ama, ondan sonra devamlı geldi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika verebilir
misiniz.
BAŞKAN – Tabiî...
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, Bakanlar Kurulu
üyeleriniz eğlenceyi sevebilirler, Sayın Başbakanımız eğlenceyi sevebilir.
Haftada bir gün, Sayın Başbakan Yardımcısı Sayın Bahçeli'yi alsın, eğlence
yerlerine gitsin; ama, sair günlerde gelsin, burada otursun.
Saygılar sunarım efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Fazilet Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın
Aslan Polat; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; "Yürütme" maddesine geldik; artık, bu tasarı
bitiyor. Deniliyor ki; "Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür." Yürütür de, nasıl yürütür; ben, onun, hâlâ, bir türlü içinden
çıkamadım; o da şundan... (DSP sıralarından "sen anlamazsın" sesi)
Ben bunu çok iyi anlarım; gel, istersen sana da
anlatayım; sen anla bunu.
Şimdi, bir kere, burada, işin özü şudur: Eğer,
memurlara bir iyileştirme yapacaksak, bu, bir parasal finansa dayanmaktadır.
Siz, işin başında "biz, bu tasarının sonunda bütçeye yük
getirmeyeceğiz" demekle, burada memurların bizden bir şey beklememesini
peşin peşin söylüyorsunuz; yani, bunun başka türlü mantığı yoktur. Şimdi,
sizin, bu tasarıda kalkıp da teferruat şeylerle, düzeltmelerle... Memurların
derdi bu değil. Memurların derdi ne biliyor musunuz; 285 milyon lira maaş alan
25 yıllık bir yüksek mühendisin bu parayla geçinemediği meselesidir.
Şimdi, siz, buradan, Ankara'dan İstanbul'a akşam
gideceksiniz, ben de gidiyorum. Otoyola giriyorsunuz; otoyolda bir santimlik
bir hata görseniz "vay, bunu yapan mühendis" diye "kontrol"
diye başlıyorsunuz hepiniz, biliyorum, bir kaza olsa... Peki, hiç soruyor
musunuz, o trilyonluk, katrilyonluk yatırımları kontrol için görev verdiğiniz
mühendislere ne maaş veriyorsunuz; 275 milyon lira maaş veriyorsunuz bu
vatandaşa. O büyük teknolojiyi nasıl kazanacağız? Bir taraftan, bilgi
teknolojisiyle kazanacağız diyoruz, bir taraftan bilgili insanlara değer
vermiyoruz. Niye vermiyoruz biliyor musunuz, bunun sebebi şu: Kamu yönetiminin
sizden beklediği, kamuda çalışanların da, işçiler gibi, toplusözleşmeli, grevli
bir sendikal hak almasıdır. Siz, bu hakkı verdiğiniz zaman, kim verirse versin,
biz veya siz, ancak o zaman bu memurlar haklarını alabilirler. Bugün,
çalışanlardan, işçiler -sendikalılardan bahsediyorum- genellikle hayatlarından
memnun. Neden; toplusözleşmeye oturuyor, öyle Cottarelli, Mottarelli anladığı
da yok, yüzde 50, yüzde 65 zammını bağırta bağırta alıyor, "istersen
verme, grev yaparım" diyor. Çünkü, o, emeğini böyle satmak istemiyor;
sendikası var, gücü var; ama, sendikası olmayan, gücü olmayan memur
kesimindeyse, sizden istediği paralara verdiğiniz para... İşte, 25 yıllık bir
yüksek mühendise verdiğiniz para -Ankara'da- net 285 milyon lira. O şahsa
diyorsunuz ki, alın önünüze... Gelen bir hakedişte 500 milyar liraya imza
atanlar var. Nedir o 500 milyar lira?.. Bir baraj ihalesi geliyor, bir baraj
istihkakı geliyor 500 milyar liraya imza atacak; kendisi 280 milyon lira maaş
alıyor. Bu mühendisi sizin o sıkıntıya
sokmaya hakkınız yok. Ona hakkını vermeniz lazım ki, o da onu zamanında
incelesin ve hiçbir kimsenin emeğinde gözü olmasın.
Şimdi gelmiş, bu tasarılarla, "biz IMF ile
anlaştık, bundan sonra, öngörülen enflasyona göre zam vereceğiz. İşçiye böyle,
memura böyle, çiftçiye böyle, hepsine böyle vereceğiz" diyorsunuz; ama,
bir kesimi ayırıyorsunuz. Kimi?.. Müteahhitleri ayırıyorsunuz. Müteahhitlere
zam verirken yüzde 65, bayındırlık işçilerine, karayollarında çalışanlara
-akaryakıt tüketimi esas olduğu için- yüzde 86 zam verdiniz.
Size bir misal verdim; bakın, yine vereyim: Bir
kepçede, hafriyat yapan bir ekskavatörle kepçenin fiyatındaki zam miktarınız
yüzde 86. Bu sene yaptınız. Onu öngörülen enflasyona göre değil, yaşanan
enflasyona göre verdiniz; ama, bir çiftçi, buğday eken çiftçi de traktöre
biniyor, o da akaryakıt kullanıyor, onun da operatörü var, ona yüzde 25'ten
fazlasını vermediniz, hatta yüzde 24 verdiniz.
İşte, bunları, haksızlığı önlemeniz için size bir
tasarı geldi; ama, bu tasarıda peşin peşin "hiç heveslenmeyin, hiç
ümitlere kapılmayın... Biz bundan bütçeye yük getirmeyeceğiz" demek, siz
burada memurlara bir zam vermeyeceksiniz demektir.
Burada dediler ki: "Siz ne verdiniz?" Ben
verdiklerimi okudum; isterseniz bir daha okuyayım:
Bakın, bir vergi olarak, bakın şöyle söylüyorum:
Çalışanların bütçe içerisindeki rakamları olarak 1996'da yüzde 24... (DSP
sıralarından gürültüler)
Evet, benim güvenoyu verdiğim Refahyol, ben ona
güvenoyu verdim, siz de bu hükümete verdiniz. Benim güvenoyu verdiğim hükümet,
bütçenin yüzde 25,8'ini çalışanlara verdi; sonradan, 1998'de 24'e düştü,
1999'da 20'ye düştü, bu bütçede de siz "yüzde 19,6" dediniz; fakat,
beş aylık uygulamanız yüzde 18,8'e düştü. Siz, kendiniz, hazırladığınız bütçe
içerisinde çalışanların hakkını kestiniz. Peki, kime verdiniz bu hakkı? 1996'da
faizin vergiye oranı yüzde 66 iken, benim güvenoyu verdiğim hükümet, bunu yüzde
48'e düşürdü; siz, bunu, yüzde 115'e artırdınız, iki katı artırdınız. Kim
artırdı; 1997, 1998 ve 1999'da iktidarda olan DSP ve ANAP hükümetleri artırdı,
bir yıllık ortağı olarak da MHP artırdı.
Şimdi, bunları yaparken, siz, yine, bir şeyi kestiniz,
neyi kestiniz; benim güvenoyu verdiğim hükümet, 1997'de yatırımlara bütçenin
yüzde 8'ini ayırırken, siz, bunu, bu bütçede yüzde 5 olarak öngördünüz, ilk beş
aylık harcamaları da yüzde 2,2'ye düşürdünüz.
Şimdi, ben, size soruyorum: Yüzde 2,2 bütçeden para
verirseniz, burada bu insanlara ne yatırım yapacaksınız, ne vatandaş hakkı
tanıyacaksınız?!
Bakın, burada, Sekizinci Beş Yıllık Plan için
hazırladığınız kitaplar var... "Ekonomik ve Sosyal Sektörde
Gelişmeler" diye bir kitap göndermişsiniz bize; ilginç şeyler var. Bir de
buradan okuyayım; bu kitapta deniyor ki: "1997'de net memur maaş artışı
yüzde 116 oldu, bunun net reel artışı yüzde 16'dır. 98'de eksi 1,3'e düşmüştür,
99'da 4,6 olmuştur." Demek ki, benim güvenoyu verdiğim hükümet, her zaman,
sizden daha çok, memura ve işçiye maaş vermiştir.
Daha ilginç bir şey söyleyeceğim. Yine burada, yurtiçi
piyasasındaki gelişmeleri almış ve denmiş ki: "Sivil işgücü 23 466 000
kişidir, bunların 21 700 000'i çalışmaktadır; bu çalışanların 9 200 000'i
tarımdadır, 1 680 000'i işsizdir, 1 650 000'i de eksik istihdam
yapmaktadır."
Şimdi, siz gelmişsiniz, plana iddialı bir rakam koymuşsunuz,
diyorsunuz ki: "Biz, tarımda çalışan yüzde 45'i, beş on yıl içerisinde
yüzde 10'a düşüreceğiz." Bu ne demektir; tarımdan 6 milyon insanı
çekeceğiz diyorsunuz. Şu anda zaten 3 200 000 işsiz ve eski işsiz var, eder 9
200 000 kişi; 23 milyonla oranladığınız zaman yüzde 40 eder. Bu yüzde 40 işsiz
nüfusa beş yılda ne yapacaksınız?! Yatırımı kısmışsınız, sadece faize para
vermişsiniz. Bu durum karşısında bunlara nasıl iş bulacağız; bunu düşünmemiz
lazım, buna çalışmamız lazım. Ama, yine, siz buraya bir madde koymuşsunuz,
demişsiniz ki: "Bizim yapacağımız bu programın sonunda toplam çalışan
sayısında artış olmayacak."
Bu konuyu böyle söylediğim zaman, bazı DSP'li
arkadaşlar dediler ki "iyi ya işte, bakın, biz memurlarda artış
yapmamışız." Doğru... Bakın, burada, yine, toplam sayı var; onu da
okuyayım size: Zaten, toplam çalışan olarak, 1993'te 1 949 877 olan sayı,
1997'ye kadar hiç değişmemiş, 1 949 000'de kalmış -toplam kamuda çalışanı
söylüyorum- 1998'de 2 046 000'e çıkmış; yani, 100 000 kişilik bir artış
yapılmış. Bu kadar... Hemen hemen aynı kalmış. Neyi söylemek istiyorum; yani,
bu altı yedi yıldan beri, kamuda çalışanların sayısında artış yok; ama ne var;
bütçe içerisinde aldığı pay olarak, siz, Refahyol döneminde verilenin yarısını
vermişsiniz bu çalışanlara. Ha, ne yapmışsınız bunları; faize, vergiye...
Şimdi, size bir hak gelmiş, bize bir fırsat gelmiş; bu
kanun hükmünde kararnameyle, gelin, parasını şimdiye kadar vermediğiniz
insanlara para verin diyoruz. Şimdi, diyorsunuz ki "ayarlayacağız."
Nasıl ayarlayacaksınız? Misal, çok çalışan, 400-500 milyon verdiğiniz bir genel
müdürün maaşını kısıp da en az maaş verdiğiniz işçinin, memurun maaşını
artıramazsınız ki, onun zaten kazanılmış hakkı var, zaten o 500 milyonla bir
genel müdür çalışmıyor. O zaman yapılacak olan ne biliyor musunuz; açık ve net
konuşalım. Sizin bu tasarıyla hiçbir şey getirmeyeceğinizdir. Esasında, siz,
birtakım hazırlıkları yapmışsınız; yapmışsınız da, bunları burada
açıklamıyorsunuz. Şurada bu da var; burada deniyor ki: "Memurlarla kamuda
diğer çalışanları ayırt edecek bir tasarı hazırlandı, Meclise sunulacak."
Orada ayrımı nasıl yaptığınızı da öğrenmek isteriz; ama, onu da burada
söylemiyorsunuz.
Şimdi, bir konu var: Çok şeyi söylemiyorsunuz; fakat,
söylemiş gibi yapıyorsunuz.
Bakın, burada, yine, iddianız var; diyorsunuz ki
"biz, kamuda şeffaflıktan yanayız." Peki, ben, size soruyorum: Biz,
size kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verdik diye, Bayındırlık
Bakanlığında bütün kalıcı konutları, geçici konutları Sayıştay denetiminin
dışına almanın, deprem bölgesinde yapılan yardımları dahi -yani, herhangi bir
kamu kuruluşunun yapmış olduğu yardımı dahi- Sayıştay denetimi dışına almanın,
1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu dışına almanın şeffaflıkla ne alakası var?
Ha, kanunî mi; kanuî tabiî. Biz size yetkiyi vermişiz, siz de kanun hükmünde
kararname çıkarmışsınız; ama, yaptığınız iş, şeffaflık değil.
Bir Tahkim Kanunu çıkardınız. Biraz önce, size, bu
Tahkim Kanunundan okudum. Nedir; Danıştayı oradan aldınız, sadece görüş
bildirmeye düşürdünüz.
Danıştayın, enerji ihalelerindeki incelemesini
azalttınız veya kaldırdınız; Sayıştayın Bayındırlık ihalelerinin en önemlisi
olan deprem konutlarından kontrolünü kaldırdınız; adını koydunuz, şeffaflık.
Böyle şeffaflık olmaz. Dediğinizle yaptığınız birbirini tutsun.
Bakın, kanun tasarısı getirmişsiniz; iki üç günden
beri, bu kanun tasarısında, off-shorezedeleri içerisine alıyor mu almıyor mu
diye münakaşa ediyoruz. Neden; açıklık yok. Açıklık yok ve sizin burada
tartışmanız yok.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı -tekrar üzerinde
söylüyorum- 2 088 paragrafı olan, Türkiye Cumhuriyeti Halkının yirmiüç yıllık
istikbalini planladığı bir tasarıyı, burada, iki günde geçirdiniz. Neden;
tartışılmasın, görüşülmesin, dinlenmesin. Neden çekiniyorsunuz peki? Ama,
burada, çok lüzumsuz bir kanun tasarısı geliyor, bir ay, üç ay tartışılıyor.
İşte, bunlar yanlış olan şeyler. Biz istiyoruz ki, işi yaparken gerçekten doğru
yapalım.
Şimdi, size tekrar bir şey soracağım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika
verirseniz, tamamlayacağım.
BAŞKAN – Sayın Polat, vereceğim de, kişisel söz
hakkınızı kullanacak mısınız?
ASLAN POLAT (Devamla) – Verirseniz, kullanırım.
BAŞKAN – Buyurun.
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Sabaha kadar konuşsun.
BAŞKAN – Hakkı var efendim, ne yapalım.
ASLAN POLAT (Devamla) – Sabaha kadar derdimiz çok.
Şimdi, siz, geldiniz, buraya mahallî idarelerle ilgili
bir ekleme yaptınız, çok güzel bir şey yaptınız. Çok açık ve net konuşuyorum.
Bu mahallî idarelere verdiğiniz yetkiyle, işçisine, memuruna maaş ödeyemeyen,
yatırım yapamayan belediyelerin, bilhassa doğu ve güneydoğudaki belediyelerin
bir şeyler yapmalarını sağlayacak mıyız?
Bakın, size çok net bir şeyler söyleyeyim. Doğu
Anadolu'daki belediyelerle Batıdaki belediyeleri bir tutmayın dediğim zaman,
kızmayın, beni bir dakika dinleyin. Doğudaki belediyelerin -belde
belediyelerden bahsediyorum- hemen hemen alayı, 5 veya 10 köyün birleşmesinden
meydana gelen belediyelerdir. Mesela, benim ilçem Madenköprübaşı'na gidin,
Madenköprübaşı Belediyesi dediğim belediye, 10 civarında köyün birleşmesinden
meydana gelmiş.
BAŞKAN – Sayın Polat, lütfen, hitap ederken Genel
Kurula doğru hitap edin. Rica edeyim efendim.
ASLAN POLAT (Devamla) – Tamam efendim.
Dolayısıyla, 10 civarında köyden meydana gelen bu
belediyenin hizmet yapması son derece zor oluyor. En yakın iki köy arasındaki
mesafe 10 kilometreden fazla. Köyün birisi bir dağın başında, öbürü bir dağın
başında. 3 kilometre dozerle yol yapılıyor; orada, sadece 3 konut var, başka
konut yok. Yapmasan, vatandaş senin karşına geliyor.
Şimdi, bu belediye başkanları... Bizim Çamlıkaya
Belediyesi, yine İspir'in, babamın olduğu köyün nahiyesi; en aşağı 10 köy var.
Bir köyle bir köyün arası... Biri Kaçkarlar'ın bir başında, biri bir başında.
Şimdi, bu belediye başkanı, buraya nasıl hizmet götürecek? Bu belediyeler,
sizden birtakım yatırımlar için para isteyecek. Siz, kalkar, bu paraları nüfusa
göre verirseniz, zaten burada nüfus yok. O zaman, bu nüfusu olmayan
belediyelerin tümü, bir ay sonra, geliyorlar, ya İstanbul Belediyesine ya
Ankara Belediyesine ya Almanya'daki işçilerin peşine "bize para verin,
bize yardım edin de, gidip hizmet edelim..." Gidin Almanya'daki işçilere,
gidin İstanbul belediyelerine, Ankara belediyelerine; bütün işleri, doğu ve
güneydoğudaki bu belediyelere yardım etmekten geçiyor. Olmaz yani!.. Bu
belediye başkanları da hizmet etmeli, bunlara para vermeniz lazım.
Doğunun ikinci büyük problemi de kar meselesidir. Kışın
kar yağar bizim orada; beş ay kar yerde kalır, ısı sıfırın üzerine çıkmaz. Bu
belediyeler, o yolları açmak zorundadır. Taşımalı eğitim deyin, ne derseniz
deyin; artık, vatandaş köyde kalmıyor, hemen her gün, her hafta kasabaya gelmek
istiyor. O yolları açmak için, karla mücadeleye önemli miktarda para lazım
oluyor. O parayı verecek, kışın bu akaryakıta para harcayacak... Sonra,
yolların hepsi sathî kaplama olduğu için, kışın, orada kar yiyen bütün asfalt
yolların hepsi yazın darmadağın olur ve çukurlaşırlar; belediyeler, yeniden
asfalt yapmak zorunda kalırlar. Onun için, bu belediyelere, sizin birtakım
avantajlar sağlamanız lazım. Bunlar, hayat boyu deprem felaketine uğramışlar
gibi, deprem kapsamına alınmaları lazım; çünkü, bunlar, tabiatın depremine
uğramışlar.
Şimdi, siz, bu belediyelere, bahsettiğim kamu
çalışanlarına, bu teknik personele, sağlık personeline gerçekten para
verecekseniz, alın yetkiyi, size canımız feda; ama, kalkar da, bu tasarıyla,
şeklen oynayacaksanız "hiçbir istihdam artırmam, hiçbir para
getirmem" derseniz, bu yapacağınız sadece teferruata ait uygulamalar olur;
bundan, ne bu çalışanlar ne bu memurlar ne bu teknik elemanlar ne de mahallî
idareler gereken hizmeti göremezler. Ha, bunlar, bu hizmeti göremedikleri
zaman, her zaman sizi rahatsız ederler.
Tekrar bir hususu belirtip, sözlerime son vereceğim.
Anlayış göstereceksek herkese gösterelim, tasarrufsa herkes yapsın. Memura,
işçiye, köylüye gelince yok, kamu sektörüne gelince yok; ama, müteahhitlere
gelince yüzde 86 zam verirseniz, bunun hesabını Trakya'da da, hiçbir yerde de
veremezsiniz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat.
Kişisel sözlere geçmiştik.
İkinci söz, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'da.
Sayın Ayhan?..
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Konuşmayacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ağrı Milletvekili Nidai Seven?.. Yok.
Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın; buyurun efendim.
AHMET ÇAKAR (İstanbul) – Hemşerim, bir selam ver, otur
da, millet de bir örnek hareket görsün.
MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şahsım adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Aksaraylı hemşehrim Ahmet Çakar Bey "bir selam
ver" dedi; onun o ricasını yerine getiriyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Aksaray'ın sorunları yok mu?
MURAT AKIN (Devamla) – Selam vermeden önce, bir hususa
açıklık getirmek istiyorum.
Şimdi, muhalefet mensubu arkadaşlarımız, konuşmalarında
hep "bu bütçe sınırları içerisinde, harcama sınırları içerisinde kalınmak
suretiyle memurların, çalışanların durumunda bir düzenleme yapılacak diye bir
hüküm var; peki, bu iyileştirmeyi hangi harcama kaleminden yapacaksınız"
diyorlar; iktidar partileri ve hükümet kanadından –hakikaten, üzülünecek bir
durum– buna açıklık getirecek bir cevap verilemiyor. Yani, şu bütçede, Plan ve
Bütçe Komisyonunun 40 tane üyesi var; yine, Sayın Bakanımız yorgun olabilir,
Plan ve Bütçe Komisyonunda orada oturan arkadaşımız buna yeteri kadar muttali
olmayabilir; ama, Plan ve Bütçe Komisyonunda –ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi
de değilim– arkadaşlarımız var, çalışıyorlar. Transfer harcama kalemi vardır.
Yani, bu harcama kaleminden diğer yerlere, Maliye Bakanlığı –bölüm, fasıl şeyi
vardır– aktarma yapabilir; ama, bu 46 katrilyon 900 trilyon liralık harcama
kalemi içinde kalmak suretiyle.
Zabıtlara geçmesi açısından söylüyorum.Yani, bu kadar
arkadaşımızın içinde, bu böyle bir kıst açıklamayla gitsin ve tasarının da
böyle nakıs kalmaması açısından izah ediyorum. Eğer hükümet bir ilave,
rahatlatıcı, ferahlatıcı bir düzenleme getirecekse, onun harcama kalemi,
transfer harcama kalemleri içerisinde vardır. O, iz bedeli olan, memur olsun,
işçi olsun, amir, memur oraya oradan aktarma yapabilir; onun da kaynağı vardır.
Aslında, bu sorulan sorulara, hükümeti teşkil eden
siyasî partilerin üyeleri veya Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi veya Bakan
arkadaşımızın cevap vermesi gerekirdi. Bu, zannederim, üstü kapalı da olsa,
zımnen de olsa şey yapılamadı.
Buna açıklık getirmek suretiyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, Murat Bey hükümet
adına cevap verdi; kendisi bakan mıdır ki?!.
BAŞKAN – Murat Bey Doğru Yol Partisi milletvekili
efendim. Ben versem neyse... Merak etmeyin, hükümetimiz geliyor; burada.
Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; hepinizi, tekrar, saygıyla selamlıyorum.
Yetki kanunu tasarısının görüşmelerinin tümüne
baktığımızda, Parlamentoya bir haksızlık yapılıyor mu endişesini taşıdığım için
yüksek huzurlarınıza geldim. Burada, gruplar adına, şahıslar adına yapılan
konuşmalarda, bir yetki kanununun, yürütme organına, hükümete verilecek bir
yetkinin hangi kıstaslara dayanılarak verileceği hususunda belirli referanslar
ileri sürüldü; denildi ki: "İvedi olması birinci şart, zorunlu olması
ikinci şart ve önemli olması..."
Değerli arkadaşlarım, tartışmayı doğru mekânına
oturtmakla yükümlüyüz, eğer bu organın, yasama organının demokratik parlamenter
rejimlerde alması gerektiğini söylediğimiz yerle ilgili samimîysek. İvedi,
zorunlu ve önemli dedik. Kim bu kuralları koydu dediğimiz vakit, Anayasa
Mahkemesinin, iptal ettiği bazı yetki kanunları gerekçesinde bu üç kriteri
aradığı söyleniyor. Oysa, Anayasamızın 91 inci maddesinde son derece net bir
şekilde ifade edildiği gibi, yetki kanunlarının sınırları Anayasayla
belirlenir. Problematik açısından söylüyorum. Anayasada yer almayan bir hüküm
Anayasaya konulabilir mi? Bunu yanıtlamamız gerekiyor. Eğer, konulabilir
diyorsak "buna kim yetkili" sorusunu sormamız gerekir. Acaba, anayasa
hukukçuları mı, yoksa, anayasa yapıcıları mı?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Bir başka
şekilde sorayım. Bir hukuk normunu, Anayasadan kaynaklanan bir yetkiye
dayanarak vücuda getirmeye ya da onu ilgaya yetkili organ kim; yasama organı
mı, anayasa hukukçuları mı?
Değerli milletvekilleri, bu soruda, kuşku duyarsak
demiyorum, kuşku duyduğumuz izlenimini verirsek, yasama organı olarak, millî
iradenin bize teslimiyle ilgili, yani, halkın bize emanet ettiği iradeyle
ilgili zaafımız ortaya çıkar. Buna da, hiçbirimizin hakkı yok. Başta işaret
ettiğim husus oydu.
Şimdi, böyle bir noktada, anayasa, kişinin temel hak ve
ödevleriyle, temel haklarla, dahası, siyasî hak ve ödevlerle konuların dışında
-elbette, olağanüstü hal ve sıkıyönetim halleri mahfuz kalmak şartıyla- yasama
organına, yürütmeye, kanun gücünde kararname çıkarma yetkisi, verme yetkisini
vermişse, bizim, artık, böyle bir noktada, birtakım teferruatlarla, başka başka
kurumlara, başka başka kişilere, yani, millî irade temsilcisi olmayan, ancak ve
ancak, millî irade temsilcisinin yapabildiği hukuk normlarıyla ilgili, ama, o
hukuk normlarına dayanarak karar verme yetkisine sahip organlara, başka başka o
organların kararlarıyla yorum yapacak kurumlara güç verme yetkimizin olmadığına
işaret etmek istedim. Bunu, Parlamento zabıtlarına, sizler adına, katılırsanız,
paylaşarak geçirmek istedim.
Ben, bu dört madde esnasında katkı yapan her
arkadaşıma, her sayın milletvekiline teşekkür ediyorum, Sayın Başkana da
teşekkür ediyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Ben teşekkür ederim Sayın Bakan.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, oyumun
rengini belli etmek üzere söz istiyorum.
BAŞKAN – Son söz milletvekilinin; oyunuzun rengi değil;
çünkü, oyunuzun rengi son oylamada olur da ondan şaşırdım.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Evet, son söz.
BAŞKAN – Buyurun, son söz milletvekilinin.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Bakanımızı dinledim ve "son söz
milletvekilinindir" şeklindeki İçtüzük hükmü gereğince söz almış
bulunuyorum.
Türkiye, parlamenter demokratik bir sistemle idare
edilmektedir. Türkiye'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi, millî iradenin tecelli
ettiği yerdir. Egemenliğin kayıtsız şartsız millet tarafından kullanıldığını ve
bunun da yerinin, mabedinin, kurumunun, kuruluşunun Türkiye Büyük Millet Meclisi
olduğunu biliyoruz. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasada koyduğu esaslara
göre, yetkili organları eliyle kullanır; bunun yeri de Meclistir. Bu
egemenliğin hiçbir zümreye, hiçbir kuruma, hiçbir kuruluşa devredilemeyeceği,
Anayasanın açık hükmüdür. Bu itibarla, çıkarmakta olduğumuz bu yetki kanununa,
öylesine geniş ve gerçekten şümulü bakımından belirsiz olması sebebiyle
itirazımız vardır. Bir taraftan merkezî idarenin, bir taraftan mahallî
idarelerin sadece ücretle ilgili dengesizliklerini ortadan kaldırmak değil,
aynı zamanda, teşkilatı, görevi, sorumluluğu da dahil olmak üzere, âdeta,
Meclise tevdi edilmiş olan bir görevin, hükümete devredilmesi hadisesi vardır;
itirazımız bunadır.
BEYHAN ASLAN (Denizli) – Siz yapmadınız mı?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Bu itibarla, ben,
altını çizerek belirtmek istiyorum değerli arkadaşlarım. Bu konu, Anayasaya
aykırıdır; Anayasanın temel ilkelerine aykırıdır. Özellikle, Sayın Bakanımızın
ifade ettiği 91 inci maddedeki ifadeyi ben tekrar edeyim. Ancak, sıkıyönetim,
olağanüstü haller saklı kalmak üzere ve Anayasanın temel haklar, kişi hakları
ve ödevleriyle ilgili dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler
konusunda kanun hükmünde kararname yetkisinin verilemeyeceğini amirdir.
Değerli arkadaşlar, eğer, bu maddeyi ifade etmek
suretiyle bir gerekçe arıyorsak, o halde, Türkiye Büyük Millet Meclisini sadece
bu hakların söz konusu olduğu dönemde toplantıya çağırırsınız ve o kanunları
çıkarırsınız. O zaman, diğer kanunların çıkarılmasıyla ilgili Meclise ihtiyaç da kalmaz.
O itibarla, Anayasada bu açık hükme rağmen, bu kadar
geniş görev, teşkilat, yetki, sorumluluğu da içerisine alacak şekilde, bir
taraftan da, ücret dengesizliğini ortadan kaldırmak maksadıyla deyip de, bu
kadar geniş anlamda bir yetki kanununun özellikle çıkarılmasının Anayasaya
aykırı olduğunu belirtiyoruz ve o sebeple de itirazımız vardır.
Biraz evvel Sayın Kamer Genç'in de ifade ettiği gibi,
eski Anayasa Mahkemesi Başkanı şu anda Cumhurbaşkanıdır ve özellikle Anayasa
konusunda fevkalade hassastır. Hak ve hürriyetlerin devri, hak ve hürriyetlerin
genişletilmesi, demokrasinin özellikle standartlarının yükseltilmesi konusunda
fevkalade hassastır.
Bu itibarla, bu yasanın, özellikle anayasaya aykırılık
bakımından Cumhurbaşkanlığı tarafından da mutlaka dikkate alınacağı ümidini
taşıyor ve bu anlayış içerisinde de, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(DYP ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bedük.
ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) – Sayın Başkan, soru
soracaktım efendim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) – Sayın Başkan,
delaletinizle, Sayın Bakandan bir konuyu rica edecektim.
Şimdi, efendim, mahallî idareler reformu, şu anda
ülkemizin en önemli ve en öncelikli meselesi. Bugün de gördük ki, 3 000'e yakın
belediye başkanımız Ankara'ya geldiler. Gerçi, bunları, şık ve hoş olmayan bir
şekilde karşıladık; ama, geldiler ve bir salonda, âdeta, feryat edercesine
sorunlarını dile getirdiler.
Şimdi, biz, günlerdir, hükümetten, mahallî idareler
reform tasarısının bir an önce buraya getirilmesini istedik; getirilmedi.
Hükümetimiz, bir yetki kanunu tasarısıyla Meclisin huzuruna geldi; ama, her
nedense, bu önemli konuyu unuttu, akıllarına gelmedi. İşte, bugün, belediye
başkanlarımızın bu feryadı sonunda hatırladık, alelacele ve Anayasaya aykırı
bir şekilde, talep etmemiş olmalarına rağmen, Yüce Meclis olarak, hayır, alın
bu yetkiyi de kullanın dedik, zorla verdik.
A. TURAN BİLGE (Konya) – Soruya gel, soruya... Soruya
geç de, vakit kaybetmeyelim.
BAŞKAN – Soracak efendim...
ABDÜLKADİR AKSU (Devamla) – Şimdi Sayın Bakana
soruyorum: Bu önemli meseleyi, mahallî idareler reformu konusunu, kanun
kuvvetinde kararnameyle, yetki kanunu çerçevesinde, altı ay içerisinde bu
hükümet halledebilecek mi? Belediyelerimizin yığınla problemleri, il genel
meclislerinin sorunları, köy ve mahalle muhtarlarının birikmiş meseleleri
halledilebilecek mi bu süre içerisinde, bu yetki kanunu çerçevesinde?
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkanım,
talep etmediğimiz ifade edildi. Bu, gerçeği yansıtmıyor. Biz, 1 inci maddedeki
kamu kurum ve kuruluşlarının mahallî idareleri de kapsadığını; ancak,
Parlamento, bir irade beyanıyla, daha açıklayıcı bir metne ilave yapmanın katkı
sağlayacağını söyleyince, Parlamentoya olan saygımız nedeniyle onu kabul ettik.
Sayın milletvekilinin "hükümet bunları yapabilecek
mi" şeklinde sıraladığı tüm konuları da "evet, yapabilecektir"
şeklinde yanıtlıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Efendim, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, oyunun
rengini belli etmek isteyen milletvekili var.
İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker, lehte,
buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu üyesi olarak, kamu çalışanlarının
ücret düzenini düzeltecek ve kamuda çalışan emekçinin alınterini karşılayacak
yeterli ücreti verecek, vatandaşlık hakkını, kamu hizmetlerinden yeteri kadar
yararlanması konusunu sağlayacak ve özellikle, saydamlığa önem verecek
böylesine bir kanun tasarısı lehinde, olumlu oy vereceğimi ve bütün
beklentilerimizin -biraz evvel dile getirilen, mahallî idarelerden tutun, her
konuya kadar- bu altı aylık süre içinde oluşturulacağını umuyor, saygılarımı
sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Aleyhte, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan;
buyurun. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem
üyeler; kamu çalışanları ve kamu yönetiminin yeniden düzenlenmesi ve sonradan
ilave edilen, mahallî idarelerle ilgili düzenleme yapmak üzere, hükümete, kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren bu kanun tasarısıyla ne yapılacağı
belli olmadığı için, ne verileceği belli olmadığı için, hangi kaynaktan
verileceği belli olmadığı için bu tasarıya karşı olduğumu ifade etmek için söz
almış bulunuyorum.
Hepinizi hürmetle selamlarım. (FP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarı açık oylamaya
tabidir.
Saat 24.00'te toplanmak üzere birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati : 23.55
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma Saati
: 24.00
BAŞKAN :
Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER
: Vedat ÇINAROĞLU (Samsun), Hüseyin ÇELİK (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 121 inci Birleşimin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
518 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.—KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
4. — Kamu
Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilât, Görev ve Yetkilerine İlişkin Konularla Kamu
Personeli Arasındaki Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî
Yönetiminde Disiplinin Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/710) (S.Sayısı : 518)
(Devam)
BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Tasarının tümünün açık oylamasını yapacağız.
Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını
alacağım.
Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkilerine İlişkin Konularda Kamu Personeli
Arasındaki Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde
Disiplinin Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu
Tasarısının açık oylamasına 234 üye katılmış; 196 kabul, 37 ret, 1 mükerrer oy
çıkmıştır.
Tasarı kabul edilmiştir, hayırlı olsun.
433 sıra sayılı, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının
görüşmelerine başlayacağız.
5. —Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.
Hükümet?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve
Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
6.
—Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları (1/650, 1/679), (S. Sayısı : 517) (1)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri, komisyon raporunun okunup
okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler...
Etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.
Tasarının tümü üzerinde müzakereye başlıyoruz.
Gruplar adına, kimse bir şey vermemiş...
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Fazilet Partisi Grubu
adına Akif Gülle konuşacak.
BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Akif Gülle;
buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA AKİF GÜLLE (Amasya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 517 sıra sayılı kanun tasarısı
üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime
başlarken, hepinizi en içten duygularımla selamlarım.
Tasarıyla, Erciyes Üniversitesi ile Afyon Kocatepe
Üniversitesi rektörlüklerine bağlı yeni fakültelerin kurulması amaçlanmaktadır.
Değerli arkadaşlar, ülkemizde yükseköğretim
kurumlarının sayısının artırılması ve yaygın hale getirilmesi, hepimizin, hem
arzu ettiği hem de gerçekleşmesi için üzerine düşen görevi yapacağı millî bir
davamızdır.
Bizim millet olarak, dünya bilim tarihinde özel bir
yerimiz vardır. Selçuklular zamanında Bağdat'ta kurulan Nizamiye Medresesi,
yine, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1463'te İstanbul'da kurulan İstanbul
Medresesi, bu alanda gösterebileceğimiz müstesna kuruluşlarımızdır. Bu ve
benzeri kuruluşlarımızın, Avrupa'nın karanlık çağında, dünya bilimine de
katkıları oldukça büyüktür. Bu birikim, Endülüs yoluyla Avrupa'ya geçmiş ve
Avrupa'nın aydınlanmasında çok büyük bir tesiri de icra etmiştir. Büyük düşünür
Niche "eğer İslam dünyasını tanımamış olsaydık, bizde -yani, Avrupa'da-
aydınlanma olmazdı" demektedir. Bizde Batı tipi yükseköğrenimin ilk
örnekleri ise, 1773'te kurulan Mühendishane-i Bahri-i Humayun, 1795'te kurulan
Mühendishane-i Berri-i Humayun ve benzerleriyle başlamıştır.
Cumhuriyet döneminde yükseköğrenimin Anadolu'ya doğru
yaygınlaştığı da göz önünde bulundurulması gereken bir gerçektir. Ankara'da
1925'te Hukuk Mektebi, 1926'da Gazi Eğitim Enstitüsü kurulmuş olup, daha
sonraki yıllarda bu alanda ciddî mesafeler de alınmıştır. Cumhuriyet döneminde
üniversite sayısı, bugün itibariyle 1'den 74'e, öğrenci sayısı 2 914'lerden 1
419 000'lere, öğretim elemanı 37'den 63 000'lere kadar yükselmiştir. Bu
rakamlar önemlidir; ama, bugün için elbette yeterli rakamlar da değildir.
Değerli arkadaşlar, bugün, özel üniversitelerle beraber
ülke genelinde üniversite sayımız 74'e ulaşmış olmakla beraber, hâlâ otuzun
üzerinde ilimizde üniversite açılması konusunda talepler mevcut bulunmaktadır.
Yeni üniversite açılmasıyla birlikte, hiç şüphesiz, sosyal, kültürel ve
ekonomik gelişme de aynı hızla artacaktır. Üniversitesi olmayan illerimizde
yeni üniversite açılması, bir yandan o ilin önünde yeni bir ufkun açılmasını
sağlarken, diğer yandan da yeni iş sahalarının, istihdam alanının oluşmasına da
katkıda bulunacaktır. Ancak, popülist uygulamalardan, siyasî
değerlendirmelerden uzak, objektif kriterler göz önüne alınarak yeni
üniversitelerin açılmasına karar vermek de, bugün için kaçınılmaz olan bir
gerçektir. Yoksa, kısa vadede, işlevsiz birçok üniversitenin sorunlarıyla
başbaşa kalınır ki, bu da, gençlerimize ve de eğitimimize, herhalde, yapılan
bir iyilik anlamını taşımamaktadır. Unutulmamalıdır ki, üniversiteler,
gençlerin meşgul edildiği yerler değil, eğitildiği, geliştirildiği bilim
yuvalarıdır.
Değerli milletvekilleri, bu vesileyle milletin bu
kürsüsünden bir üzüntümü ifade etmeden geçemeyeceğim. Bu üzüntüm,
cumhuriyetimizin 75 inci yılında, başta zamanın Cumhurbaşkanı ve tüm devlet ve
hükümet yetkililerinin verdikleri, ama, maalesef bugüne kadar gerçekleşemeyen
bir sözdür; o söz, birçok arkadaşımızın da hatırlayacağı gibi, 75 inci Yıl
Üniversitesidir. Evet, cumhuriyetin 75 inci yılı anısına Amasya'da kurulması
düşünülen üniversite, maalesef, şu ana kadar gerçekleştirilmemiştir. Verilen bu
söz, başta Sayın Başbakanın, Sayın Millî Eğitim Bakanının ve Yüce Meclisin
üzerinde hâlâ da durmaktadır. Biz Amasya milletvekilleri olarak bu kürsüden
müteaddit defalar gündeme getirmiş olmamıza rağmen, bugüne kadar hükümet yetkilileri
tarafından hiçbir adımın atılmaması, Amasyalıları derinden rencide etmektedir.
Başta hükümeti oluşturan sayın liderler olmak üzere, tüm liderlerin, Amasya
Yavuz Selim Meydanında Amasyalılara verdikleri sözü bir daha düşünmeleri
gerekir; buradan kendilerine hatırlatmak istiyorum.
Cumhuriyetimize giden yolda çok önemli bir yer tutan
Amasya, medeniyet ve ilim tarihi bakımından da ülkemizin önde gelen
şehirlerinden bir tanesidir. Çeşitli uygarlıkları bağrında barındırmış, 5 000 yaşındaki bu şehir, üniversiteli
olmayı çok önceleri hak etmiş idi.
Kaldı ki, Amasya'daki mevcut fakülte ve yüksekokulların
bina yapısı, arsa ve bulunduğu yer bir üniversiteye kifayet edecek biçimde
planlanmış olup, bu yönden de bir sorun söz konusu değildir.
Değerli milletvekilleri, bugün, üniversitelerimiz ve
üniversitelilerimiz ciddî bir malî darboğaz içerisindedir. Özellikle son
zamanlarda üniversitelere kamu kaynaklarından yapılan harcamalardaki reel
azalma, sıkıntıyı çok daha fazla artırmıştır. Bugün, kamu kaynaklarından
öğrenci başına yapılan harcama, mesela Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 15,
Endonezya'da yüzde 25, Mısır'da bile yüzde 4'lerde iken, ülkemizde sadece yüzde
2'lerde kalmaktadır. Öğretim üyelerinin ekonomik durumu içler acısıdır. Bugün,
ömrünü bilime vermiş bir profesöre ödenen ücret, sadece ve sadece 900 dolar
civarındadır.
Değerli milletvekilleri, bu vesileyle biraz da millî
eğitimimizin bugünkü durumu hakkında düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
Bugün, zorunlu temel eğitimin sekiz yıla çıkarılışının, Meclis tarafından
onanmasının üçüncü yılını doldurmuş durumdayız.
O günleri hatırlayınız, sınıf mevcutları 30'a inecekti,
ikili öğretim kalkacak, normal eğitime geçilecekti, okullarımız çağın
gereklerine uygun donatılacaktı, her öğrenci en az bir yabancı dil öğrenecekti,
öğretmenlerimizin malî durumları iyileştirilecekti, okullarımız bilgsayarlarla
donatılacaktı ve bu dönemde, bu milletin imkânlarından eğitime de çok ciddî
kaynakların aktarıldığını hemen bunun peşinden ifade etmemiz gerekiyor. Katkı
payı ve bağışlardan 1 katrilyonun üzerinde bugüne kadar para toplanmıştır. Son
üç yılda Millî Eğitim Bakanlığına ayrılan ödenek 6 katrilyonu geçmiştir.
Bunlara ilave olarak, Dünya Bankasından alınan krediler, Avrupa Birliğinden
gelen hibeler de azımsanamayacak kadar yüksek orandadır. Bu imkânlar
azımsanamayacak ölçüdedir; ama, sonuçlar da, hepinizin bildiği gibi ortadadır.
Sınıf mevcutları, hâlâ, oldukça kalabalıktır, 50'lerin üzerindedir.
Taşımalı eğitim içler acısıdır; 1999-2000 öğretim
yılında 22 282 okulun 619 324 öğrencisi merkezdeki okullara taşınırken, 17 000
köy okulunun kapısına kilit vurulmuş, yokluğa terk edilen binalar tahrip olmuş,
şimdi, tekrar, köy okullarına dönüş haberleri -Millî Eğitim camiası tarafından-
gelmeye başlamıştır.
Okullarımızın bilgisayarla donatılması, bilgisayarlı
eğitime geçiş projesi de maalesef bir hayal olarak kalmıştır. 1998'de 2 451,
1999'da 14 000'lerde, 2000 yılında ise 14 600 civarında okulda bilgisayar
laboratuvarı kurulacağı o günlerde planlanmış ve konuşulmuş idi; şimdi, gelinen
noktayı Sayın Bakanın bizatihi kendisinden Yüce Meclisin huzurunda öğrenmek
istiyoruz.
1998-1999 öğretim yılında 15 üniversitede 800 000 dolar
karşılığı 3 000 öğretmen bilgisayar kursuna alınmıştı. Bunlar, okullarda
bilgisayar dersi verecek öğretmenlerdi. Bu öğretmenlerin şu anda bilgisayar
kursu verip vermediklerini de, yine, Sayın Bakandan Meclisin huzurunda öğrenmek
istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, bugün hâlâ, nüfusumuzun yüzde
46'sı ilkokul mezunu ve yükseköğrenim görmüşlerin oranı da ancak yüzde 3'lerde
ise, bu oran, hepimiz için üzücüdür.
Nüfusumuzun hâlâ yüzde 19,5'i okuryazar değildir.
Bunların çok büyük bir miktarını da bayanlar oluşturmaktadır. Çalışanımızın
yüzde 78'i, ilkokul ve aşağı seviyede eğitim görmüştür.
Bunların karşısında söylememiz gereken, eğitimin bugün
de en öncelikli meselemiz olmasıdır. Bu nedenle, eğitimi, siyasî mülahazaların
üzerinde tutmamızın gerektiğini hepimizin bilmesini ifade ediyor, yeni
kurulacak müesseselerin eğitim camiasına hayırlı olmasını diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum.
Anavatan Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın
Ekrem Pakdemirli; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 517 sıra sayılı kanun tasarısıyla ilgili söz
aldım; hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin en büyük zenginliği,
genç nüfusumuzdur. Bu zenginliğimizin kıymetinin idraki içinde, çocuklarımızı
yarınlar için çok iyi yetiştirmeliyiz. İnsan üzerine yapılan yatırımın geri
dönüşünün ölçüsü yoktur. Millet olarak savunmaya değil, eğitime yaptığımız
harcamalarla övünmeliyiz. Sekiz yıla çıkardığımız zorunlu eğitimin, inşallah,
onbir yıla çıkışını göreceğiz. Gençlerimizi modern bilim ve teknolojiyle
donatmak bizlerin görevidir. Bilimin, ışığın olmadığı yerde, bir müddet sonra,
hurafeler ve karanlık hâkim olur.
Oylarınızla kabul edildiği takdirde, bu kanunla, 6 yeni
fakülte, 4 enstitü ve 4 yüksekokul kurulmaktadır. Bu eğitim kurumlarında, kısa
bir müddet sonra, en az 6 000 evladımız öğrenim görecektir.
Yine, bu kanunla, Uşak İlimizde yeni kurulan 2 fakülte
ile 9 yüksekokul birlikte düşünüldüğünde, bu ilde yeni bir üniversite kurma
tercihi yapmalıyız.
Sayın milletvekilleri, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu
ile üniversitelerin kurulmasıyla ilgili 2809 sayılı Kanun, onyedi yıllık bir
maziye sahiptirler. Üniversite önünde birikmiş bu kadar çocuğumuz varken,
fakültelerin ve yüksekokulların kurulabilmesi çok daha basite indirgenmelidir.
Hele hele vakıf üniversitelerinin fakültelerinin kuruluşunu, YÖK'ün teklifi,
Cumhurbaşkanının onayıyla yapmakta fayda görüyoruz. Tabiatıyla, üniversitelere
fakülte kurmakla, yükseköğrenimin problemlerini halletmek mümkün değildir.
Önemli olan, bu kurumlara öğretim elemanlarını bulmaktır. Öğretim elemanı uzun
dönemde yetiştirilebilir.
Bugünkü ücret politikasıyla, maalesef, üniversiteler,
istihdam yönünden birer cazibe merkezi olmaktan çıkmıştır. 1980'li yılların
başında, profesör bir kişi, Başbakanlık Müsteşarının veya orduda bir
tümgeneralin maaşını alırdı. 1992 yılından sonra öğretim üyelerinin maaşlarında
büyük gerilemeler oldu; bugün, bir profesör, bir daire başkanı veya bir yarbay
kadar ücret alabilmektedir.
Üniversitelere ayrılan kaynak günden güne azalmaktadır.
İş yapmak isteyen rektörler, kaynak azlığından dolayı, ihale kanunlarının
dışına çıkarak, emanet usulü yatırımlara yöneldiler.
Yüksek eğitim ve öğretim, 1980 ihtilaliyle birlikte
icradan koparılarak, hemen hemen özerk bir duruma sokuldu. Özerk olan kurum,
denetim dışında kaldı. Bunun sonucunda, birçok yeni üniversitelerin rektörleri,
kurum sırtından keyfî davranışlara girdi. Özerkliğin, bir otodenetim ve
dışdenetim karşılığında, idarî ve malî konulara da genişletilmesinde yarar
görmekteyiz.
Üniversitelere rektör atamaları sakıncalı bir durum
ortaya çıkarmıştır. İlk turda üniversite öğretim üyeleri tarafından en çok oy
alan altı adayın, YÖK Genel Kurulunca üçe indirilmesinin ardından,
Cumhurbaşkanı birini rektör olarak atamaktadır. Başlangıçta seçim olması
nedeniyle, rektörlerin bir kısmı, öğretim üyelerini "bu bana oy verdi, bu
bana oy vermedi" diye ayırıyor ve özlük haklarıyla oynayabiliyorlar;
ilgisiz yerlere tayin ediyorlar, hatta, uluorta soruşturma açtırarak, onların
rahat çalışmasını önleyebiliyorlar. İkinci defa seçilmek isteyen kişi de
"bu bana oy verir, bu bana oy vermez" diye bölerek, onların özlük
haklarıyla oynayan birçok yeni üniversite rektörü vardır.
Değerli milletvekilleri, bu örnekleri vermemdeki gaye,
üniversite rektörlerinin seçim yerine atamayla gelmelerini önermektir. Anabilim
dalı bölüm başkanlıkları, mutlaka, seçimle belirlenmelidir. Dekanlar da
atamayla gelebilmelidir. Ancak, fakülte genel kurulu ve fakülte yönetim
kurulları seçimle göreve gelmeli, yetkileri de 1980 öncesi gibi olmalıdır diye
düşünüyoruz.
Vakıf üniversitelerinde, rektör, mütevelli heyeti
tarafından tayin ediliyor, rektörün hesap verdiği bir heyet var; ayrıca, YÖK'ün
genel gözetim ve denetimindedir. Bu üniversitelerde çalışmak isteyenler gün
geçtikçe artmaktadır. Fizik imkânlarının daha az olmasına rağmen, bu
üniversitelere kaçış devam ediyor.
İyi öğretim üyesi, araştırma görevlisinin iyi
yetiştirilmesiyle mümkündür. Araştırma görevlisinin eline geçen para çok
gülünçtür. Yardımcı doçentin, doçentin, profesörün eline geçen para, demin
söylediğim gibi, yine, çok gülünçtür. Vaktiyle, bu durumu düzeltmek,
üniversitelerdeki öğretim kontenjanlarını artırabilmek için, ekders
ücretlerine, o güne göre, astronomik zam yaptık. Bu anlayışı, bizden sonra
gelen hükümet terk etti ve ücretler, maalesef, bugünkü gülünç seviyesine geldi.
Bugün, öğretim üyelerinin, yöneticilerden kaynaklanan
mağduriyetlerinin ortadan kaldırılması için, yardımcı doçent, doçent ve
profesörlüğe yükseltilme ile atamanın ayrılmasını şart olarak görüyoruz.
Yükseltilmeyle, öğretim üyeleri, özlük haklarını alabilecekler, atamanın şu
veya bu sebeple yapılamaması halinde, hiç olmazsa, maddî yönden mağduriyetleri
önlenmiş olacaktır.
Tabiatıyla, yükseltme için gerekli asgarî kriterler
konulmalı ve bunlara uyulmalıdır. Profesörlüğe yükseltilmede, uluslararası
yayın ve araştırma şart koşulmalıdır.
Değerli milletvekilleri, her geçen gün, üniversitelere
ayırabildiğimiz bütçe kaynağı azalmaktadır. Gelişmiş 10 üniversitemiz, hem
fizik imkânları ve hem de öğretim üye potansiyeli yönünden kaliteli ikinci
eğitim yapabilecek konumdadır. İkinci eğitim, vakıf üniversiteleri gibi paralı
olmalı. Öğrencilerden alınan paraların bir kısmı öğretim üye ve yardımcılarına,
bir kısmı üniversitenin yenilenmesine harcanabilir. Bu 10 üniversite ikinci
eğitimi vakıf üniversiteleri gibi yapabilse, bütçeden hiçbir fon almadan da
ayakta durabilir. Bu yolla, her yıl 50 000 evladımız kaliteli öğrenime kavuşur.
Ayrıca, üniversiteler, çeşitli yollardan oluşturdukları
kaynaklarını serbestçe geliştirip, serbestçe kullanabilmelidirler.
Üniversite öğrencilerinden alınan öğrenim harçları
artırılarak, durumu müsait olmayan her öğrenciye kredi vermek yoluyla,
üniversitenin gelirleri artırılabilir.
Üniversiteler önünde öğrenci yığılmasının iki önemli
sebebi vardır. Birincisi, lise çıkışlı öğrencilerin hayata atılıp bir iş
yapması pek mümkün değildir; ikincisi de, yedek subaylık hakkının alınma
imkânıdır. Bu yığılmayı önlemek için, meslekî ve teknik liseler özendirilmeli,
ortaöğretimde bu yönde bir yönlendirme yapılmalıdır.
Sabrınız için teşekkür eder, saygılar sunarım efendim.
(ANAP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pakdemirli.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Hüseyin Çelik;
buyurun.
DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısının geneli üzerinde Doğru
Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; şahsım
ve Grubum adına hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu yasa tasarısı, Erciyes
Üniversitesine bağlı olarak bir diş hekimliği fakültesi, bir iletişim fakültesi
açılmasını, ayrıca, daha önce Nevşehir'de İktisadî İdarî Bilimler Fakültesine
bağlı olarak kurulan Turizm
İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulunun da, Erciyes Üniversitesi Rektörlüğüne
bağlanmasını getirmektedir. Ayrıca, Afyon Kocetepe Üniversitesine bağlı olarak,
Uşak iktisadî ve idarî bilimler fakültesi, Afyon mühendislik fakültesi, eğitim
fakültesi, güzel sanatlar fakültesi, beden eğitimi ve spor yüksekokulu ile bir
sağlık bilimleri enstitüsünün kurulmasını âmirdir.
Başkent Üniversitesine bağlı olarak da, eczacılık
fakültesi, eğitim fakültesi, eğitim bilimleri enstitüsü, Avrupa Birliği
uluslararası ilişkiler enstitüsü; ancak, bu Avrupa Birliği uluslararası
ilişkiler enstitüsünün isminde bana göre bir sıkıntı vardır. Avrupa Birliğinden
sonra buraya bir “ve” ilave edilmelidir, aksi takdirde, bana göre, anlamsız
olur. Ayrıca, transplantasyon ve gen bilimleri enstitüsü, yanık, yangın ve
doğal afetler enstitülerinin kurulmasını âmirdir.
Değerli milletvekilleri, vakıf üniversiteleri
içerisinde, Başkent Üniversitesinin gelişimini memnuniyetle takip ediyoruz. Bu,
yeni kurulacak fakültelerin, enstitülerin ve yükokulların hayırlı olmasını
diliyoruz. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, Türkiye’de eğitimin yaygınlaşmasından
yanayız. Ayrıca, yükseköğretimin de, Türkiye çapında, yaygın hale gelmesi,
tabiî ki, bütün Parlamentoyu da olduğu gibi, bizi de, Grubumuzu da sevindirir.
Değerli milletvekilleri, ancak, burada üzerinde durmam
gereken çok önemli bir husus vardır. Üniversite binası ile üniversite tabelası
ile üniversite farklı şeylerdir. Bugün ülkemizin birçok şehrinde üniversiteler
kurulmuştur, kapısına kerli ferli tabelalar asılmıştır; ancak, onlar gerçekten
üniversite olmamışlardır. Üniversite öncelikle kaliteli, iyi yetişmiş öğretim
üyesi gerektirir. Ayrıca, fizikî mekânların yanında, dokümantasyon gerektirir,
laboratuvar malzemesi gerektirir, donanım gerektirir. Bunlar olmadığı zaman da,
o üniversite, üniversite olmaz.
Bu kuracağımız, yeni üniversitelerin veya
üniversitelere bağlı olarak kuracağımız yeni fakültelerin, kalitesinden taviz
verilmemesi gerektiğini huzurunuzda arz ediyorum.
Bendenizin milletvekili olduğu Van İlinde birkaç yıldan
beri 3 fakülte kurulmuştur. Bunlar Güzel Sanatlar Fakültesi, iktisadî ve İdarî
Bilimler Fakültesi ve Mühendislik Fakültesidir, eskilere ilaveten; ancak,
aradan geçen 4-5 yıla rağmen bunların henüz binaları bile yoktur. Kâğıt
üzerinde fakülte kurmak, kâğıt üzerinde üniversite kurmak, bunların kanunlarını
çıkarmak, evet, önemli bir basamaktır, bir aşamadır; ancak, bunların gerçek
manada yükseköğretim kurumları olması için, dediğimiz şartların tez elden
yerine getirilmesi gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, birçok vilayetimizde
üniversite binaları yapılmıştır, fakülte binaları yapılmıştır; ancak, kanunî
prosedür olarak buralardaki fakülteler ve yüksekokullar açılamamaktadır,
kurulamamaktadır. Kırşehir'de binaları biten fakülteler, bence, çıkarılacak
kanunlarla açılmalıdır, bunlar eğitim-öğretime başlatılmalıdır. Yozgat'ta böyle
bir hazırlık var, Erzincan'da ciddî bir hazırlık var, Aksaray Vilayetimizde ve
Türkiye'nin birçok vilayetinde, aslında üniversite talebi var. Bugün Meclis
gündemine alınan birçok kanun tasarısı var. Bunların sırasıyla hayata
geçirilmesi gerekir; ama, olmazsa olmaz şartımız değerli milletvekilleri,
kaliteden taviz vermemektir. Üzülerek belirtiyoruz ki, ülkemizde,
üniversitelerimizin kalitesi açısından iyi durumda değiliz. Üniversitelerimizde
bir öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 35-40 civarındadır; halbuki,
gelişmiş ülkelerde bu 13-15 civarındadır. Öğretim üyesi yetiştirme konusunda
çok iyi olduğumuz söylenemez. Taşra üniversitelerinde öğretim üyesi açığı had
safhadadır. Ankara Üniversitesinde, İstanbul'da, İzmir'de, büyük şehirlerimizde
bir bölümde 8-10 öğretim üyesi varken, doçent ve profesör varken, onların
buralarda yaptığı işi, yüklendiği yükü, taşra üniversitelerinde, maalesef 1
yardımcı doçent yüklenmektedir. Şimdi böyle olunca, oralarda öğretim üyesi
açığı olunca, oradaki eğitimin kalitesinden de söz edemeyiz değerli
milletvekilleri. Bunu düzeltmek durumundayız.
Üniversitelerdeki öğretim üyelerinin maaşlarının çok
komik olduğunu, bütün sözcü arkadaşlarımız bundan önceki kanun tasarılarında da
ifade ettiler. Eğer, biz, gerçekten kaliteli bilim yapan, kaliteli eğitim,
öğretim yapan üniversite öğretim üyelerinin olmasını istiyorsak,
üniversitelerde, bu sefalet boyutundaki maaşları düzeltmek durumundayız. Bunu
da özellikle belirtiyorum.
Değerli milletvekilleri, bir de, bu fakülteler
açılırken, yeni yeni üniversiteler açılırken, Türkiye'nin gerçek ihtiyaçları
göz önünde bulundurulmuyor. Nerede, hangi fakültenin kurulması gerektiği,
gerçekten, rasyonel hesaplara, ihtiyaca binaen olmuyor, daha çok, politik
tercihlere dayalı olarak bunlar kuruluyor.
Türkiye'de, bakınız, her tarafa ziraat fakülteleri
açtık. Bu size ilginç gelmiyor mu? Ziraat fakültelerinin sayısı arttıkça,
Türkiye'de, neredeyse tarım bitti. Türkiye'de veteriner fakültelerinin sayısı
arttıkça, Türkiye'de hayvancılık bitti.
Üniversitelerimiz, sanayiden son derece kopuk bir
vaziyette çalışmaktadır. Üniversite-sanayi işbirliği mutlaka temin edilmelidir
ve kurulacak fakülteler, gerçek ihtiyaca cevap vermelidir.
Türkiye'de, binlerce, onbinlerce boş ziraat mühendisi
var, onbinlerce boş veteriner hekim var ve iktisadî idarî bilimler fakülteleri
de çok yaygınlaştığı için, bu alanlarda da istemediğiniz kadar diplomalı işsiz
insan var.
Değerli milletvekilleri, diplomalı işsizlerin
yaratacağı bunalım, çok çok büyük bunalımlar olur. Diplomalı insan işsiz
kalınca, bu insanları memnun etmek mümkün değildir; çünkü, üniversiteyi
kazanmak, hakikaten zordur. Aileler, büyük fedakârlıklarla, çocuklarını,
üniversiteye hazırlık dershanelerine gönderiyorlar. Bunlar, çok zor şartlarda
üniversiteyi kazanıyorlar, zor şartlarda tahsil yapıp okulu bitiriyorlar. Okula
başladıkları gün, çevreden, kendilerine "bitirince ne çıkacaksın"
diye soru soruluyor. "İşte, efendim, yönetici olacağım, mühendis olacağım,
eczacı olacağım" şeklinde, bunlar, çevrelerine cevaplar yetiştiriyorlar.
Ancak, okulu bitirdikten sonra bu insanlar boş kalıyorlar.
Bu diplomalı işsizler ordusuna her gün yenilerini ilave
etmemiz doğru değildir. Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde, TÜBİTAK
bünyesinde bilim politikası üniteleri vardır. Ancak, ne yazık ki, hükümetler
bunları ciddiye almamaktadır. Biz, Türk Milleti olarak -daha önce de bir
vesileyle söylemiştim değerli milletvekilleri- hesapla kitapla, gerçekten plan
program yaparak yürümüyoruz. Sayın 9 uncu Cumhurbaşkanımızın sık sık söylediği
bir şey vardı "göç yolda düzelir" diye; bu, göçebe kültüründen kalma
bir anlayıştır. Önce bir başlayalım, şöyle bir üniversitenin binasını yapalım,
üzerine de bir tabela çekelim; öğretim üyesi varmış yokmuş, laboratuvar varmış
yokmuş, bunların hesabını yapmıyoruz. Onun için, hesaplı kitaplı, Türkiye'nin
hangi branştan ne tür insana ihtiyacı var, bunların mutlaka hesabını yapmak
zorundayız değerli milletvekilleri.
Bir de, bakınız, üniversitelerimizin sosyal bölümleri
vardır. Londra Üniversitesine bağlı olarak kurulmuş olan School Of Oriental And
African Studies (SOAS) diye bir fakülte var; bütün Afrika ve Asya dilleri,
onların kültürleri, burada bölümler halinde mevcuttur; ama, bu fakültedeki
öğretim üyelerinin hemen hemen hepsi, İngiliz Dışişleri Bakanlığının tabiî
danışmanları konumundadır.
Allahaşkına, bizim Dışişleri Bakanlığı mensupları,
bugüne kadar kaç kere, mesela, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesindeki İngiliz
Dili ve Edebiyatı Bölümündeki öğretim üyelerini veya Sinoloji Bölümündeki
öğretim üyelerini, Alman Dili ve Edebiyatı bölümündeki hocaları çağırdılar,
onlardan istifade ettiler, oluşturacakları politikalarda onlara akıl
danıştılar? Böyle bir şey söz konusu değil sayın milletvekilleri. Biz,
gerçekten, biraz da pratik faydaya yönelik, memleketin yararına olabilecek bir
öğretim yaptırmak zorundayız.
Bu yabancı dil meselesi, üniversitelerimizde çok ciddî
bir problemdir. Burada, ben, Sayın Millî Eğitim Bakanımıza bir teklifte
bulunuyorum; kendisini bir özel ziyaretim esnasında da söylemiştim; Türkiye'de
yabancı dil eğitimi, yabancı dilin iyi öğrenilememesinin sebebi, bizim,
Türkçeyi çok iyi öğretemediğimizden kaynaklanıyor. Eğer, biz, çocuklarımıza çok
iyi Türkçe öğretebilsek, onlara yabancı dili de rahatlıkla öğretebiliriz diye
düşünüyorum. 16 ncı Millî Eğitim Şûrasını meslekî teknik eğitime ayırdıkları
gibi, özel bir şûrayla, Türkiye'de dil öğretimi meselesini de ele almalıdırlar
değerli milletvekilleri.
Ben, tabiî, Sayın Bakanımıza dönemiyorum. Bu arada, bir
şeyi daha belirterek konuşmamı bitireceğim.
Değerli milletvekilleri, bu Meclisin dizaynında bile,
milletvekillerinin birbirleriyle hasbıhal edilmesine dayalı bin mantalite
vardır. Dikkat ederseniz, hükümet sıraları arkaya alınmıştır. Hatip konuşurken
hükümete muhatap olamaz. Benim Sayın Bakana dönmem için, tuluat tiyatrosundaki
gibi dönüp dönüp durmam lazım.
Değerli milletvekilleri, biz bunu, Başkanlık Divanında
da defalarca konuştuk, tartıştık; ama, bu Meclis Genel Kurulunun dizaynını
yapan mimar hazretleri bir türlü ikna edilemiyor.
Efendim, telif meselesi söz konusudur. Bir türlü şu
kürsüyü, hükümetle, komisyonla muhatap olabileceğimiz bir konuma getiremiyoruz.
Aslında, bunu dizayn edenler, milletvekillerinin
hükümet üzerinde bir denetim gücü olduğuna da demek ki inanmıyorlar. Çünkü,
Parlamentonun denetim gücü, falan olduğuna ben şahsen inanmıyorum.
Bu arada, 29 Haziran 1939'da Hatay'ın anavatana
katılmasından dolayı, yani bugün 29 Haziran Hatay'ın anayurda katılış
yıldönümüdür (Alkışlar) ve bu vesileyle Hatay'a bağlı olarak bir dişhekimliği
fakültesi açılması istenmektedir. Parlamentomuz bu konuda ortaya irade koyarsa
bundan da memnun olacağız. Böylelikle, Hataylı hemşerilerimizi, vatandaşlarımızı
da sevindirmiş olacağız.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinize en derin saygılarımı
arz ediyorum efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik.
Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.
Şahsı adına, Nevşehir Milletvekili Sayın Mehmet
Elkatmış, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)
MEHMET ELKATMIŞ (Nevşehir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısı hakkında şahsım adına söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Üniversitelerin bir ülkenin, bir ilin kalkınmasında ne
kadar önemli olduğu hepimizce bilinmektedir. Gerçekten de, bir ülkenin, bir
ilin kültürel, sosyal ve ekonomik yönden kalkınması için üniversiteler çok
önemlidir. Üniversiteler, çağdaşlaşmanın da bir sembolüdür ve her ilde bir
üniversite kurulması da bu yönden bir ideal olmalıdır. Nitekim, bütün
milletvekillerimiz de, kendi illerine bir üniversite kurulması için
çalışmaktadırlar.
Duruma baktığımızda, Yedinci Plan döneminde 15 tane
yeni vakıf üniversitesi kurulmuştur ve bunlarla birlikte 21 vakıf üniversitesi
olmuştur ve toplam üniversitesi sayısı ise 99 yılı itibariyle 74'tür; 1 492
tane de fakülte, enstitü, yüksekokul ve meslek okulu vardır.
Yine, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında,
yükseköğretimde okullaşma oranı yüzde 19'u örgün eğitim olmak üzere yüzde 31
olarak hedeflenmiş; ancak, yüzde 18,7 örgün eğitim olmak üzere, gerçekleşme
yüzde 27,8'e ulaşmıştır.
Birkaç gün evvel kabul ettiğimiz Sekinci Beş Yıllık
Plana göre ise, yükseköğretimde okullaşma oranı yüzde 28,3; örgün eğitim ve yüzde
9 da açık öğretim olmak üzere, hedef yüzde 37,3'tür. Görüldüğü gibi, bu rakam
çok düşüktür.
Yine, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında 766 bin
örgün öğretimde, 460 bin açık öğretimde olmak üzere, 1 milyon 226 bin öğrenci
vardır.
Yeni kabul edilen Sekizinci Beş Yıllık Plana
geldiğimizde, 2001-2005 yılları arasında 1 milyon 519 bini örgün eğitimde, 483
bini de açık öğretimde olmak üzere 2 milyon 2 bin öğrenci hedeflenmektedir;
yani, 700-800 bine yakın bir artış öngörülmektedir.
Yükseköğretim almış işgücünün toplam işgücüne oranı ise
1999 yılı itibariyle yüzde 7,3'tür. Görüldüğü gibi, bu rakam çok düşüktür;
yani, çalışan insanların sadece yüzde 7'si yükseköğretim almış oluyor.
Yine, rakamlara baktığımızda, bir öğretim üyesi başına
35 öğrenci düşüyor; halbuki, Batı ülkelerinde, Avrupa Birliği ülkelerinde 15
öğrenci düşüyor. Öğrenciler itibariyle, 1999-2000 öğretim yılında, bu
öğrencilerin yüzde 26'sı, İstanbul, İzmir ve Ankara'dadır. Öğretim üyelerine
baktığımız zaman, burada, ters orantı var; öğretim üyelerinin yüzde 50'si, üç
büyük şehirde; İstanbul, Ankara ve İzmir'dedir. Onun için, bu büyük
şehirlerdeki yığılmaların önlenmesi ve burada, nüfus artışından, sağlıksız
gelişmelerden dolayı, birtakım sosyal problemlerin doğmaması için, bunları
yaymak gerekiyor ve üniversiteleri Anadolu'ya kaydırmak gerekiyor.
Bütün bu ifade ettiğim rakamlara da baktığımızda,
gerçekten de eğitim ve öğretim yönünden, ülkemizde büyük bir kısırlık, fakirlik
olduğu ortadadır. Nitekim, her yıl 1,5 milyon gencimiz, üniversite imtihanlarına
giriyor. İlk etapta, birinci basamakta, bunların yarısı eleniyor; ikinci
basamağa diğer yarısı giriyor, onlardan da eleniyor; aşağı yukarı birkaç yüzbin
öğrencimiz, üniversiteye girme şansını elde ediyor -tabiî, üniversiteyi
bitirince de ne oluyor; o da ayrı bir sıkıntı- ancak, 1 milyonun üzerinde -1
300 000'e yakın- gencimiz, her yıl, üniversiteye girememenin acısını
çekmektedir.
Peki, değerli arkadaşlar, bu öğrencilerimiz ne yapıyor;
yurt dışına gidiyor. Yurt dışında, bugün, binlerce öğrencimiz var. Tabiî ki,
yurt dışına, milyarlarca dolar da dövizimiz gidiyor. Halbuki, en fazla dövize
ihtiyacı olan ülkelerden bir tanesi de Türkiye'dir. Öyle ki, gerek Amerika
Birleşik Devletleri gerekse İngiltere'de bir sektör oluşmuştur; bundan, büyük
paralar da kazanmaktadırlar. Peki, biz, niye bunu yapmayalım; niye dövizimiz
gitsin; niye gençlerimiz üniversiteye giremesin; niye gençlerimiz başka
ülkelere gitsin, orada birtakım sıkıntılarla karşı karşıya kalsın? Elbette ki,
üniversitelerimizi çoğaltmak ve yaygınlaştırmak zorundayız.
Nitekim, birkaç gün evvel kabul edilen Sekizinci Beş
Yıllık Plana baktığımızda, orada, aynen şu ifadeler var: "İnsangücünün
eğitim düzeyindeki artışların hızlandırılarak devamı zorunluluğu
bulunmaktadır." Yani, yeni öğretim müesseselerinin kurulmasını zorunlu
görüyor. Yine, aynen, orada şu cümleler var: "Yeni üniversitelere bağlı
birimlerin kurulması, objektif kriterlere ve geniş tabanlı bir karar alma
sürecine bağlanacaktır, eğitimin yaygınlaştırılmasına çalışılacaktır."
Sözümün başında ifade ettiğim gibi, tabiî, bütün
illerimiz de, gerek milletvekilleri olarak gerekse halk olarak, sivil toplum
örgütleri olarak, büyük bir gayretin içerisindedir. Nitekim, gündeme
baktığımızda, komisyonlara baktığımızda, aşağı yukarı her ilin milletvekilleri,
bu konuda önergeler vermişlerdir, bir kısmı da gündeme girmiştir. Bu konuda,
büyük bir mücadele verilmektedir. Onun için, hükümetin, bu kriterleri, asgarî
zaman içerisinde getirmesini ve bu işte bir rahatlama sağlamasını diliyorum.
Biz de, Nevşehir milletvekilleri olarak, arkadaşlarım
ve ben, Nevşehir'e de bir Damat İbrahim Paşa Üniversitesi kurulması için kanun
teklifleri verdik. Arkadaşlarımızın verdiği kanun teklifi, şu anda gündemdedir,
benimki de komisyondadır. Biz, şimdi de, bu kanun tasarısı görüşülürken,
arkadaşlarımızla birlikte, Nevşehir'e bir fakülte kurulması için bir önerge
hazırladık.
Ben, gerek sayın hükümetten gerekse komisyondan ve siz,
değerli milletvekili arkadaşlarımızdan, bu önergemize destek olmanızı
bekliyorum. Nevşehirliler bu konuyu heyecanla bekliyorlar.
1 inci madde görüşülürken, bu önerge üzerinde de söz
alacağım için, fazla sözlerimi uzatmak istemiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Şimdi, söz sırası, Kayseri Milletvekili Sayın Salih
Kapusuz'da.
Buyurun efendim.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi, gecenin bu saatinde, saygıyla selamlıyorum.
Aslında, konuşmayı da tehir etmeyi düşünmüştüm; ancak,
böyle hayırlı bir çalışma yapılırken, birtakım talepler konusunda, hükümetin,
getirmiş olduğu tasarıda ısrarcı olmasını, doğrusu, şahsım adına uygun
görmüyorum. Bir eğitim müessesesinin kuruluşu için hükümet bir tasarı
hazırlamıştır, isabetli bir karardır, bundan dolayı tebrik ederiz. Milyonlarca
genç evladımızın, üniversite arzusuyla, gece gündüz, aileleriyle birlikte çaba
göstermelerine karşı, hükümetin, son anda bile olsa, birkaç fakültenin
açılmasına fırsat vermiş olması takdir edilecek bir şeydir.
Tasarıda, üç üniversiteyle ilgili hüküm var; birisi
Erciyes Üniversitesi, birisi Afyon, diğeri de Başkent Üniversitesi. Tabiî,
buralarda açılacak yeni fakülte ve yüksekokullarla ilgili olarak, tasarıya
ilave yapılmaması konusunda bir yaklaşım görüyorum. Doğrusu, bunu da uygun
bulmuyorum; çünkü, Parlamentonun huzuruna hükümetten bir tasarı imzalanıp
gelmiş, komisyonda görüşülmüş. Afyon'la ilgili, Erciyes Üniversitesiyle ilgili,
Başkent Üniversitesiyle ilgili, burada, Parlamentonun iradesiyle bir ilave
yapılmak arzusu zuhur ederse, illâ da, bunun, hükümet tasarısında olmadığı
gerekçesiyle geri çevrilmesini şahsen doğru bulmuyorum; çünkü, yapılmak
istenilen şey, sizin arzu ettiğiniz şeylere uygun. Yeni bir üniversite
talebini, yeni bir fakülte talebini, belki ek madde olarak getirmek mecburiyeti
hâsıl olsa, bunda birtakım zorluklar var; ama, motamot, bu getirilen tasarıya
uygun bazı önerilerde bulunulacak olursa, bunu uygun görmek, hükümet için de
uygun olur kanaatini taşıyorum.
Şimdi, Kayseri'yle ilgili, Erciyes Üniversitesiyle
ilgili bir açıklama yapmak istiyorum, bu Genel Kuruldaki kıymetli
milletvekillerimize. Kayseri, Türkiye'nin büyükşehirlerinden bir tanesi; bir
tek üniversitesi var. Yaklaşık 1 milyon nüfusu olan bu ilde, düşünebiliyor
musunuz; Kayseri Erciyes Üniversitesine bağlı, Nevşehir'de 1 fakülte,
zannedersem birkaç tane meslek yüksekokulu var; bir de, Yozgat'ta meslek
yüksekokulu ve fakülte var. Kayseri'nin ilçelerinin hiçbirinde, bir tek bile
olsun, yüksekokul, meslek yüksekokulu yok. Üniversite olan şehirlerimizin
-mutlaka, milletvekili arkadaşlarımız kendi illerini çok iyi biliyorlar- her
birinde, büyüklü küçüklü yüksekokul mevcut; ama, Kayseri gibi gelişmiş bir ilde
-sadece, üniversitenin ve senatonun birazcık uygun olmayan tutumları bizce-
üzülerek söyleyelim ki, Kayserililere böyle bir fırsat, ilçeler olarak
verilmedi.
Burada bizim istediğimiz şey, sadece Genel Kurulun
kararıyla, bu ilçelerden birkaç tanesine bile olsa, Parlamentonun hediyesi
olarak... Para istemiyor, maddî bir destek istemiyor; birçoklarında kurulmuş
dernekler var, yurtlar var, vakıflar var, bunlara gönüllü katkı sağlamak
isteyen işadamlarımız var. O halde, bu fırsatı hükümetin, devletin, mutlaka
değerlendirmesi lazım.
O halde, siz değerli kardeşlerimden ve milletvekili
arkadaşlarımdan istediğim şey, bu önergelere, burada, böyle katı bir tutumla
değil de, anlayışlı bir yaklaşımla, katılımcı bir yaklaşımla fırsat verir, bunu
bölgelere ve illere, ilçelere hediye ederseniz, Parlamentoya yakışan bir tavır
olur kanaatını taşıyor, hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekker ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Sayın Bedük, soru için buyurun.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sorumu sormadan önce, 29 Haziranı, Hatay'ın Türkiye
Cumhuriyetine bağlandığı ve Hataylıların Türk Milletiyle bütünleştiği ve
bütünleşme kararı aldığı bir günü yaşamanın mutluluğunu taşıyorum ve o zamanın
Cumhurbaşkanı rahmetli Tayfur Sökmen'i rahmetle ve minnetle anıyorum. Ayrıca,
Atatürk'ün dünyaya çağrısına cevap olarak Türkiye'ye bağlanmış olan Hatay'ın o
zamanki Cumhurbaşkanının oğlu olan Sayın Murat Sökmenoğlu'na bir tetabuk eseri
Meclis Başkanvekili olması sebebiyle onu da ayrıca kutluyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim; mahçup ettiniz.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – İki sorum var;
birincisi, Sayın Bakanım, Kırşehir'de ve Yozgat'ta binalar hazır, altyapı
hazır, okullar var; ama, üniversite bir türlü kurulmuyor. Acaba, üniversite
kurulması için aranan şey ne? Tekrar ediyorum, bina var, öğrenciler var, her
şey hazır, altyapı olduğu gibi var, öğretim üyeleri de tamam; ama, üniversite
açılması hususunda, nedense, bir çekingenlik, bir kısırdöngü içerisinde
dolaşıyoruz. O sebeple, ne Kırşehir'de Ahi Evran Üniversitesini açabildik ne
Yozgat'ta...
İkinci sorum: Bu iki ilimizde üniversiteyi açacak
mısınız veya benzeri diğer illerde de açılmasıyla ilgili herhangi bir
çalışmanız var mı? Üniversiteyi yaygınlaştırmak açısından söylüyorum.
Bir diğer husus, yüksekokulların açılması, benim
bildiğim kadarıyla, üniversite senato kararıyla oluyor. Burada, kanunla
yüksekokul açmaya gitmişiz. Oysa, birkısım illerimizde, yüksekokullar, doğrudan
doğruya üniversite kararı ve sonra da Yüksek Öğretim Kurulunun da tasvibiyle
böyle okulların açıldığını biliyoruz; buna gerek var mıydı, bunu başka türlü
yapmak daha uygun olmaz mıydı?
Son sorum: Profesörlerin, öğretim üyelerinin özellikle
ekonomik durumları fevkalade kötü. Bilhassa tıp fakültelerinden tutun da,
araştırmaya ehemmiyet veren diğer üniversitelerimizde ve fakültelerimizdeki
öğretim üyelerinin ekonomik durumunu düzeltmek, onların ücretlerini artırmak ve
böylece, onları daha fazla bilime sevk etmek açısından bir düşünceniz var mı,
böyle bir gayretiniz olacak mı, yetki kanunuyla bu konuda herhangi bir çalışma
yaptıracak mısınız?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bedük.
Sayın Cevat Ayhan, buyurun efendim.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, delaletinizle,
Millî Eğitim Bakanımıza sormak istediğim sorular şunlardır:
1. Öğretmenler, fevkalade zor geçinebilmekte, bütün
memurlar gibi, onlar da zor şartlarda çalışmaktadır. Biraz önce, hükümete,
kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren ve kamu personelinin özlük
haklarını da yeniden düzenlemeyi hedef alan kanun hükmünde kararname
çerçevesinde, öğretmenlerin ücretlerini, özlük haklarını iyileştirici ne gibi
tedbirler düşünülüyor?
2. Üniversite öğretim üyeleri, görevleriyle mütenasip
olmayan fevkalade düşük ücret almaktadırlar. Bir üniversite hocası, tamgün
çalışıyorsa 500 milyon maaş alabiliyor, part-time çalışıyorsa 208 milyon maaş
alabiliyor. Bu ücretle, üniversitelerde öğretim üyelerini çoğaltmanın ve
muhafaza etmenin mümkün olmadığı görülüyor. Bununla ilgili tedbiriniz nedir?
3. Bundan bir süre önce çıkarılan bir kanunla, belirli
görevlerdeki kişiler için temsil ödeneği getirildi; bunlar, milletvekilleri,
askerî personelin bir kısmı, kamu görevlilerinin, hâkimlerin de bir kısmı,
birinci sınıf hâkimler için verildi...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Emekli
milletvekilleri...
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Evet, emekli milletvekilleri
için... Doğrudur. Teşekkür ederim.
Bu uygulamanın üniversite hocaları için de, profesörler
için de uygulanması düşünülüyor mu?
4. YÖK'ün üniversite girişinde, meslekî ve teknik lise
mezunlarıyla ilgili getirdiği alan tahdidi sebebiyle, görüyoruz ki, 1999-2000
yılında erkek teknik endüstri meslek liselerinde -sadece orayı söylüyorum- 368
000 olan öğrenci sayısı, 351 000'e düşmüş. Bunu, YÖK, geçen sene ilk uyguladı.
Bu uygulama devam ederse, teknik ve meslekî lise öğrencilerine üniversite yolu
kapalı olduğu için, veliler çocuklarını buraya yollamayacaklar. Halbuki, bugüne
kadar gelen bütün planlarda -Birinci Plandan Yedinci Plana; ki, nitekim,
Sekizinci Plana da burada önergeyle konuldu- meslekî ve teknik eğitimin
gelişmesi, liselerin azalması izafî olarak arzu ediliyor. Bütün planların temel
politikasını tehdit eden, tahdit eden bu YÖK uygulamasının düzeltilmesiyle
ilgili, teknik ve meslekî lise öğrencilerinin üniversiteye girişte diğer lise
öğrencileriyle serbestçe ve eşitçe rekabet edebilecekleri bir zeminin
hazırlanması için ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.
Sayın Fethullah Erbaş, buyurun efendim.
FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Başkanım, aracılığınızla,
Sayın Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum: Van Üniversitesinin Tıp Fakültesi
halen öğretime devam etmektedir; altyapı mevcuttur. Oraya eczacılık ve dişçilik
fakültesinin kurulmasına muvafakat edecekler mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Sayın Sacit Günbey, buyurun efendim.
SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Sayın Başkanım,
aracılığınızla, Sayın Bakandan aşağıdaki soruları cevaplandırmasını istirham
ediyorum.
Şimdi, Anadolu'daki üniversitelerin çok önemli bir
kısmında öğretim üyesi açığı var ve bazı illerimizde de üniversite yok.
Üniversite olmayan bu illerimize üniversite açılacaksa veya Anadolu'daki
öğretim üyesi kadrosu eksikliği giderilecekse, bu konuda, bu öğretim üyesi
kadrosu açığının kapatılması için, hükümetimizin hazırlamış olduğu herhangi bir
proje ve plan var mıdır?
Öğretim üyesi gelirleri, maaşları, maalesef, bugün çok
geride kalmıştır. Bu öğretim üyesi maaşlarının eksikliğinin veya noksanlığının
giderilmesi için herhangi bir çalışma var mıdır? Onu öğrenmek istiyorum.
Bir de, üniversitelerde imtihana giren kişilerin sayısı
1,5 milyon; ancak, bunun dörtte 1'i üniversitelere girebiliyor. Bu kadroların
artırılması için, üniversiteye giren gençlerimizin sayısının artırılması için
herhangi bir çalışma var mıdır?
Son olarak da, meslek lisesi mezunlarının üniversiteye
girme ihtimali sıfıra yakındır; çok başarılı bir imtihan verseler dahi
üniversiteye girme imkânları ortadan kalkmıştır. Bu haksızlığın giderilmesi
için bir gayret var mıdır? Bunları öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.
Sayın Nidai Seven, buyurun efendim.
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkanım, aracılığınızla,
Sayın Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum: Ağrı Dağı üniversitesinin kurulması
için ben ve 73 arkadaşımız kanun teklifi vermişti; şu anda, gündeme alınmasına
dair beklemektedir. Acaba, Sayın Bakanım ve hükümet, ne zaman Ağrılılara müjde
verecektir?
BAŞKAN – Teşekkür ederim, ama, bunu, Sayın Bakan
cevaplamayacak, ben cevaplayacağım, İçtüzüğün 87 inci maddesine göre...
Buyurun Sayın Gül.
MUSTAFA GÜL (Elazığ) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Delaletinizle, Sayın Bakanımdan bir hususun açıklığa
kavuşturulması konusunda bilgi istirham edeceğim.
Sayın Bakanım, Elazığ, yedi yıl terör belasına şiddetle
maruz kalmış illerimizden birisidir. Yedi yılın sonunda da, üç yıl mücavir alan
olarak, yine terör belasından mustarip olmuş, ciddî sıkıntılar yaşamış bir
ilimiz. Artık, geçmiş hükümetlerin ve şu andaki mevcut hükümetimizin, 57 nci
hükümetimizin göstermiş olduğu üstün gayretler neticesinde, Elazığ ve
ilçelerinde huzur, sükûn ve kardeşlik havası esmeye başlamıştır.
Bu cümleden olarak, şu soruyu yöneltmek istiyorum:
Mobiliteyi artırabilmek için, YÖK'ün bugüne kadar uygulamış olduğu politikalara
baktığımızda, bu yörelerden gelen tekliflerin hemen hemen tamamını terör
belasından dolayı reddetmiştir; ancak, sözlerimin başında arz ettiğim gibi,
yöremizde sulh ve sükûn tamamen tesis edilmiş durumdadır. Değerli
vatandaşlarımızın ciddî katkıları da söz konusudur.
Özellikle ara insan gücüne ihtiyaç duyulan bu yörede,
meslek yüksekokullarının, tabiî, sadece, Elazığ'ı kastetmiyorum, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde fakülte, yüksekokul, hatta üniversiteyle ilgili,
Yüksek Öğretim Kurulunun bir çalışması var mıdır? 57 nci hükümetin, hükümet
programında yer alan, gerekse zatıâlinizin çalışmaları arasında var olduğunu
bildiğim hususlarla ilgili YÖK'ün de bir çalışması var mıdır? Bu hususta bilgi
istirham ediyorum.
Teşekkür ederim, sağ olun.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Mustafa Gül.
Sayın Başeğmez, buyurun efendim.
MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Sayın Başkan,
delaletinizle, Sayın Bakana, Millî Eğitimle ilgili bir konuyu sormak istiyorum,
belki kanun tasarısıyla doğrudan ilgili değil.
Taşımalı eğitimde, malumu âlileriniz, köylerden bazı
merkezlere öğrencilerimizi taşıyor minibüslerle vatandaşlarımız. Bunları
ihaleyle alıyorlar veya sözleşmeyle alıyorlar.
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan, konumuzla ne
alakası var şimdi bunun, bize söyler misiniz?! Siz de müsamaha gösteriyorsunuz.
BAŞKAN – Müsamaha göstermiyorum efendim. Sorusunu
sorsun da... Sormadı ki...
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Bir soru işi, bu kadar uzatılmaz
ki...
BAŞKAN – Efendim, Danışma Kurulu önerisinde, eğer soru
ve cevabı geçen seferki gibi kısıtlasaydınız bu başımıza gelmezdi.
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Bu ne efendim; yarım saattir
konuşuluyor...
BAŞKAN – Efendim, "konuya geleceğim" dedi de,
onun için...
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Bu kadar suiistimal
edilmez ki...
BAŞKAN – Zaten konuyla ilgili olmazsa, keseceğim
sualini; sonunu getirsin efendim.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) –
Başında söyledi ama.
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Başında söyledi zaten.
BAŞKAN – Sayın Başeğmez, konuyla ilgili mi sorunuz?
Değilse, lütfen sormayın.
MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Efendim, eğer, bu eğitimde
okuttuğumuz çocuklar üniversitede okuyacaklarsa, elbette ilgili.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) –
Konuyla ilgisi yok.
BAŞKAN – Efendim, bu kanun tasarısıyla ilgili; rica
ederim.
MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Bütün Türkiye için
soruyorum. Çocuklarımızı okullara taşıyan minibüslerin, vasıtaların paraları
dört ayda verilmiyor. Sayın Bakana soruyorum: Niye vermiyorsunuz dört ay
vatandaşın parasını?
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Sayın Açba, buyurun.
SAİT AÇBA (Afyon) – Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın
Bakana bir soru arz ediyorum:
Hükümet olarak, üniversite kurulmasıyla ilgili olarak,
hangi kıstaslardan hareket ediyorsunuz? Öngöreceğiniz kıstaslara uygun, şu anda
kaç il söz konusudur ve sıralaması nedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Çelik, buyurun.
HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, aracılığınızla,
Sayın Bakanıma bir soru sormak istiyorum: Biraz önceki konuşmamda da değindim,
büyük merkezlerimizde, özellikle, büyük şehirlerde üniversitelerimizde öğretim
üyesi yığınağı vardır; ancak, taşra üniversitelerinde de öğretim üyesi açığı
vardır. Malumunuz, askerler, polisler, özellikle adalet mensuplarımız
-hâkimlerimiz, savcılarımız- hatta, maliyeciler rotasyonla, geri kalmış
yörelere gidip bir süre hizmet veriyorlar. Acaba, özellikle, doğu ve güneydoğu
bölgesindeki üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak üzere, YÖK
bünyesinde oralara öğretim üyesi sevk etmek üzere bir rotasyon düşünülüyor mu;
bu konuda herhangi bir çalışma var mı?
Bunu sormak istedim, arz ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın
Başkan, kıymetli milletvekilleri; sorular, bir kısım milletvekili
arkadaşlarımda müşterek. Birinci arkadaşıma cevap verirken, o bölümde verdiğim
cevap, daha sonraki arkadaşım için de geçerlidir; bilhassa, öğretim üyelerinin
ekonomik ve sosyal durumlarıyla ilgili olarak.
Kırşehir'de ve Yozgat'ta üniversite kurulabilmesi için
bina, öğrenciler ve öğretim üyeleri var; diğer illerde ve bu illerde üniversite
açılacak mı diye bir soru var:
Sayın milletvekilleri, üniversite açılması,
üniversitenin yurt sathına dengeli bir şekilde yayılması Anayasanın emridir.
Biz, yani hükümet olarak, gerek bizim hükümetimiz gerek bundan önceki
hükümetler, bunu, ülkeye dengeli bir şekilde yaymaya çalışmaktadırlar; ancak,
öğretim üyesi, fizikî şartlar ve ekonomik şartların hepsinin bir arada olması
gerekir.
Elbette, Kırşehir'de, Yozgat'ta, Ağrı'da, Elazığ'da ve
diğer illerde de -bekleyen illerde de- üniversite açılmalıdır; ancak, şartları
mevcut olduğunda. O kriterler, ekonomik gelişmişlik ve kadroyla ilgilidir.
Hükümetimiz daha önce, 20 nci Dönemden beri bir
çalışmanın içerisindedir; o da, ilçe kurulması, il kurulması ve üniversite
kurulması kıstaslarının belirlenmesi ve buna göre yapılması. Dikkatinizi
çekmiştir, yeni ilçeler kurulmuyor, zorunluluktan doğmayan ilçe ve deprem
nedeniyle il yapmak dışında, ilçeler, iller kurulmuyor. Bir kıymetli
milletvekili arkadaşımızın üniversitelerin kurulabilmesi için kıstasların
kanunla belirlenmesi yönünde bir teklifi vardır ve yanılmıyorsam, 37 nci
maddeye göre gündeme de alınmıştır. Hükümetimiz de, bu konuda bir çalışma
yapmaktadır.
Yüksekokul kurulması: Yüksekokullar da üniversitelere
bağlı olarak, eğer, başlangıçta yüksekokul kurulması yönünde kanununda hüküm
mevcut ise, artık, bu, senato kararıyla kurulup, yürütülmektedir. Ancak,
başlangıçta kanununda mevcut değil ise, yüksekokul ve enstitüleri de, fakülte
gibi kanunla kurma zorunluluğumuz vardır.
Profesör öğretim üyelerinin sosyal ve ekonomik
durumları -birçok konuşmamda belirttiğim gibi- yeniden gözden geçirilmesi ve
düzeltilmesi gereken çok önemli sorunlarımızdan biridir. Üniversiteler,
ekonomik ve sosyal nedenlerle kan kaybetmektedirler. Üniversiteler, bir yandan,
emekli olan öğretim üyelerinin özel üniversitelere geçmesiyle kan kaybettikleri
gibi, yeni kan da alamamaktadırlar; yani, araştırma görevlisi olarak ilana
çıkan -örnek olarak veriyorum- Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine başvuran
olmamıştır. 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinde ilana çıkılmış, başvuran
olmamıştır. Çeşitli illerde, üniversitelerimizde, hem başvuranın sayısı azdır
hem de olmamıştır. Bu, neden; bu, öğretim üyeliğinin cazip olmaktan çıkmış
olmasındandır. Bu sorun, bir yıllık sorun değildir; bu, damlaya damlaya
birikmiş bir sorundur; ancak, bu sorunun çok acele çözülmesi gerekir. O
nedenle, biraz önce kabul ettiğiniz kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi
içerisinde, bu sorunun da düzeltilmesi vardır. Bunu, her konuşmamda söylüyorum;
iyi eğitim, iyi eğitim verenlerle olur, iyi öğretmenle olur, iyi öğretim
üyesiyle olur. İyi yetiştireceğiz ve iyi ücret vereceğiz. Bunun için de, kanun
hükmünde kararname kapsamında, öğretim üyelerinin ücretlerinin düzeltilmesi de
olacaktır.
Temsil tazminatı; evet, onun da düzeltilmesi, konuda ve
gündemdedir.
Öğretmenlerin ekonomik ve sosyal durumlarını da,
üniversite öğretim üyelerinin ekonomik ve sosyal durumlarının dışında
düşünmememiz gerekir; ancak, bildiğiniz gibi, 4306 sayılı Yasayla,
öğretmenlerimizin maaşlarına, aylıklarına yüzde 18 zam yapılmıştır.
Hukukumuzda, ülkemizde, memurların derece ve kademeleri
657 sayılı Yasayla belirlenmiştir. 657
sayılı Yasada, öğrenim durumuna göre, hangi öğrenimi alanların hangi
dereceye girecekleri, hangi öğrenimi alanların hangi kademeden başlayacakları
yasayla belirtilmiştir. Peki, maaş artışları nasıl oluyor; o da, katsayıyla
belirlenmiştir. O nedenle, başlangıçtan itibaren öğretmenlerin maaşları, diğer
devlet memurları gibiyken, 4306 sayılı Yasayla, 1977 yılında, sadece
öğretmenlere yüzde 18 zam yapılmıştır. Demek ki, bugün, aynı derece, aynı
kademedeki diğer kamu görevlilerinden, öğretmenler yüzde 18 fazla ücret
almaktadırlar. Bu demek değildir ki, öğretmenlerimiz aldıkları ücretlerle
müreffeh bir hayat sürüyorlar, bunu söylemem mümkün değildir, buna rağmen;
yani, aynı derece ve kademedekilere nazaran yüzde 18 fazla almış olmasına
rağmen, öğretmenlerimizin de ekonomik ve sosyal durumlarının düzeltilmesi, ek
ders ücretlerinin yeniden gözden geçirilmesi gündemimizdedir.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, bir kısmına da
yazılı cevap verelim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop)
– Peki.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Meclisi kim yönetiyor bir
öğrenelim...
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop)
– Öğretim üyelerinin rotasyonu, 1982 yılında, Yükseköğretim Yasası
çıktığında var idi; ancak, Yüce Meclisimiz bir yasayla rotasyonu kaldırmıştır.
Diğer konulara yazılı cevap vereceğim.
Saygılar sunuyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Soru cevap da bitti.
Maddelerin tümü üzerindeki...
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Bakana baskı
yapılıyor cevap vermemesi için. İtirazım var, soru soruyoruz cevap alamıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Bakanın takdiri. Sayın Bakan,
baskıyla yapmaz.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Bakan büyük bir
nezaket göstererek sorularamıza cevap veriyor; ama, müdahale ediliyor.
MİLLî EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Efendim, baskı değil, kendi irademle...
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sizin nazik jestinize hayranız
da, başkaları sizin gibi düşünmüyor.
BAŞKAN – Efendim, rica ederim... Lütfen... İstirham
ederim...
Sual sorunca bu taraf kızıyor, cevap verince yine bu
taraf kızıyor...
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, hep aynı taraf
kızıyor, çok enteresan...
BAŞKAN – Efendim, yoruldum ben de, lütfederseniz...
Tümü üzerindeki...
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Karar yetersayısının aranmasını
istiyoruz.
BAŞKAN – Karar yetersayısının aranmasını tabiî
istersiniz efendim.
Maddelere geçilmesini oylarınıza sunacağım; ancak,
karar yetersayısının aranması istenmiştir; oylamayı elektronik cihazla
yapacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Oylama için 2 dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Zonguldak Milletvekili Sayın Ömer Üstünkol
burada mı efendim? Yok.
Muş Milletvekili Sayın Zeki Eker?.. Yok.
İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker?.. Burada.
Samsun Milletvekili Sayın Tarık Cengiz?.. Yok.
Konya Milletvekili Sayın Turan Bilge?.. Burada.
Ordu Milletvekili Sayın İhsan Çabuk?.. Yok.
İstanbul Milletvekili Sayın Sulhiye Serbest?.. Yok.
İstanbul Milletvekili Sayın Osman Yumakoğulları?..
Burada.
Giresun Milletvekili Sayın Hasan Akgül?.. Yok.
Kırşehir Milletvekili Sayın Fikret Tecer?.. Yok.
İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel?.. Yok.
Karar yetersayısı yok.
Sayın Grup Başkanvekilleri, ara vereceğim, kaç dakika
vereyim efendim?
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – 15 dakika yeter Sayın Başkan.
BAŞKAN – Efendim, birleşime 20 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 01.24
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati
: 01.45
BAŞKAN :
Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER
: Vedat ÇINAROĞLU (Samsun), Hüseyin ÇELİK (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 121 inci Birleşimin
Beşinci Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.— KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
6.
—Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/650, 1/679), (S.Sayısı : 517) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Tasarının maddelerine geçilmesi sırasında karar
yetersayısının aranılması istenilmiş ve bulunamamıştı.
Tasarının maddelerine geçilmesini yeniden oylarınıza
sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Oylama için 5 dakika süre veriyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
Sayın milletvekilleri, pusula gönderen
milletvekillerimizin salonda bulunup bulunmadıklarını arayacağım.
Armağan Yılmaz?.. Burada.
Ali Işıklar?.. Burada.
Ali Uzunırmak?.. Burada.
Adnan Fatin Özdemir?.. Burada.
Recai Yıldırım?.. Burada.
İsmet Vursavuş?.. Burada.
Mehmet Nacar?.. Burada.
Cezmi Polat?.. Burada.
Mehmet Pak?.. Burada.
Yücel Erdener?.. Burada.
Sayın milletvekilleri, pusulalarla beraber, karar
yetersayısı bulunamamıştır. Daha fazla ısrar etmenin anlamsız olduğu
kanaatindeyim ve yetkimi kullanarak, alınan karar gereğince, soruşturma
komisyonları raporları ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek
için, bugün, 29 Haziran 2000 Perşembe günü saat 14.00'te toplanmak üzere,
birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 01.56
VII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Diyarbakır Milletvekili Sacit
Günbey’in, vücudunda mermi bulunan tutuklu bir kız çocuğunun tedavi
ettirilmediği iddiasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün
cevabı (7/2128)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın TBMM İçtüzüğünün 96 ncı Maddesi gereğince; Adalet
Bakanı Sayın Prof. Dr. Hikmet Sami Türk tarafından yazılı olarak
cevaplandırılması konusunda aracılığınızı arz ederim.
Sacit Günbey
Diyarbakır
18-24 Mayıs 2000 tarihli AktüelDergisinde Sayın Ahmet
Altan tarafından kaleme alınan “Bir Çocuk Ölüme Nasıl Bakar?” başlıklı
makaleyi; Çocuk Doktoru ve Hipokrat yemini etmiş bir Hekim olarak dikkatle
okudum.
1. Makalede sözü edilen Sevgi İnce isimli 14 yaşındaki
kız çocuğunun kalbinin bitişiğinde iki adet mermi çekirdeği bulunduğu ve
bunların çıkartılması gerektiğini belirten sağlık raporu bulunduğu ifade
edilmektedir. Operasyonu gerektiren sağlık raporu bulunmasına rağmen; en doğal
insanlık hakkı olan yaşama hakkından hangi gerekçe ile mahrum edilmek
istenmektedir?
2. İnsan haklarına saygılı bir kişi olarak tanıdığımız
Zat-ı Âliniz; Avrupa Birliğine girmeye çalıştığımız bugünlerde bu ve buna
benzer sorunların çözümü için hangi tedbirleri aldınız veya alıyorsunuz?
T.C.
Adalet
Bakanlığı 27.6.2000
Bakan : 824
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı ifadeli,
5.6.2000 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2128-5766/13853 sayılı yazınız.
İlgi yazı ekinde alınan, Diyarbakır Milletvekili Prof.
Dr. Sacit Günbey tarafından Bakanlığımıza yöneltilen ve yazılı olarak
cevaplandırılması istenilen 7/2128-5766 Esas No.lu soru önergesine verilen
cevap örneği iki nüsha halinde ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
Adalet Bakanı
Sayın
Prof. Dr. Sacit Günbey
Diyarbakır Milletvekili
TBMM
Bakanlığımıza yönelttiğiniz ve yazılı olarak
cevaplandırılmasını istediğiniz 7/2128-5766 Esas No.lu soru önergesinin cevabı
aşağıda sunulmuştur :
Soru önergesinde sözü edilen kişinin, Bingöl Sulh Ceza
Mahkemesinin 2.8.1996 tarih ve 1996/132 Müt. sayılı kararıyla tutuklandığı,
hakkında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının
8.8.1996 tarihli iddianamesiyle Diyarbakır 3 No. lu Devlet Güvenlik Mahkemesine
kamu davası açıldığı, davaya 1996/365 esas sayılı dosya üzerinden başlanılarak
adı geçenin tutukluluk halinin devamına karar verildiği, bu kişinin tutuklu
olarak bulunduğu Batman Özel Tip Kapalı Cezaevinden tedavi amacıyla Diyarbakır
Kapalı Cezaevine gönderildiği ve 23.8.1996, 10.9.1996, 24.9.1996 ve 5.11.1996
tarihlerinde Diyarbakır Devlet Hastanesine sevk edilerek Göğüs Cerrahi ve
Ortopedi polikliniklerinde muayenesinin yapıldığı, ayrıca 2.4.1997 ve 3.4.1997
tarihlerinde Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Kalp ve Damar
Cerrahisi ile Ortopedi polikliniklerine götürülüp gerekli muayene ve
tetkiklerinin yapıldığı, İstanbul Haydarpaşa Göğüs Cerrahi Merkezine sevkinin
uygun görülmesi üzerine gerekli tetkik ve tedavisi için Bakanlığımız Ceza ve
Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 25.4.1997 gün ve 19254 sayılı yazısı ile
İstanbul Özel Tip Kapalı Cezaevine sevk edildiği, 7.5.1997 günü tetkik ve
tedavisi için Haydarpaşa Göğüs Cerrahi Merkezine sevk edilerek muayenesinin
yaptırıldığı, ameliyat olmasına dair karar alınması amacıyla 9.5.1997 tarihinde
heyete çıkartılmasına karar verildiği, aynı gün tutuklunun özel tip kapalı
cezaevinde bayan koğuşu olmadığından Sağmalcılar Devlet Hastanesine sevk
edilerek hastaneye yatırıldığı,
16.5.1997 tarihinde Sağmalcılar Devlet Hastanesinden
“Göğüste eski kurşun yarası” teşhisi ile taburcu edildiği ve adı geçenin kendi
isteği üzerine Bayrampaşa Kapalı Cezaevi terör bölümü bayanlar koğuşuna
tedavisi bitinceye kadar misafir tutuklu olarak alındığı,
23.5.1997 tarihinde Bayrampaşa Cezaevi tabipliğince
Sağmalcılar Devlet Hastanesine gönderildiği ve muayenesinin yapılarak,
“Sağmalcılar Devlet Hastanesinde Göğüs Cerrahisi olmadığından Çapa Tıp
Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı ve Göğüs Cerrahisi Polikliniğine
sevki uygundur.” yazısı ile Bayrampaşa Kapalı Cezaevine iade edildiği, daha
sonra Çapa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Servisine gönderilerek muayenesinin
yaptırıldığı Bilgisayarlı Thorax Tomografi tetkikinin istendiği ve bu tetkik
için 15.9.1997 tarihine randevu verildiği,
Adı geçenin, diğer dâhili ve ortopedik şikâyetleri
nedeniyle 16.7.1997 günü Sağmalcılar Devlet Hastanesine gönderildiği, burada
muayene, tetkik ve tedavisinin yapıldığı, 15.9.1997 günü akciğer tomografisinin
çekilerek Çapa Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahi doktoruna gösterildiği, yine öte
yandan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahi servisine sevk
edildiği, 3.10.1997 tarihinde muayenesinin yaptırılarak “Göğüs Kalp Damar
Cerrahi yönünden girişim düşünülmediği” bir ay sonra grafi ile kontrolünün
istendiği, hastanın 11.11.1997 günü kontrol amacıyla Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Göğüs Kalp Damar Cerrahi servisine gönderilerek değerlendirilmesinin
yaptırıldığı, “hastanın ateşi olur ise bu cismin ameliyatla çıkartılması
gerekir, ateş tespit edildiği takdirde kliniğe başvurması gerekir.” denildiği,
3.12.1997 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi
Göğüs Kalp Damar Cerrahi kliniğine sevk edilen tutuklunun “ ateşini 10 günlük
tahlillerinde yüksek değer saptanmamış, operasyon olabilir ancak kliniğimizde
mahkûm yatağı yoktur, mahkûm yatağı olan bir merkezde opere olabilir.” yazısı
ile İstanbul Bayrampaşa Kapalı Cezaevine iade edildiği, bunun üzerine 6.1.1998
günü Yedi Kule Göğüs Kalp Damar Cerrahi Birinci Cerrahi kliniğine gönderilerek
muayenesinin yaptırıldığı, “şu safhada operasyon düşünülmediği, hastanın
aralıklarla kontrolü önerildi.” yazısı ile Bayrampaşa Kapalı Cezaevine iade
edildiği,
7.1.1998 günü aynı hastaneye tekrar gönderilen
tutuklunun Birinci Cerrahi Kliniğinde muayenesinin yaptırılarak “operasyon
endikasyonu konmamış, hastanın üç aylık aralıklarla kontrolünün” önerildiği,
Adı geçenin müteaddit defalar Sağmalcılar Devlet
Hastanesi ve İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahi merkezine
gönderildiği, 21.3.2000 tarihinde de İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar
Cerrahi servisinde yaptırılan muayenesi sonucunda “hastanın mediasten arka
bölümündeki metalik cismin hastada herhangi bir bası semptomuna ve hastanın
şikayetleri ile ilgili bir semptoma
neden olmadığı kanaatine varılarak operasyona gerek görülmediği” raporu ile
Bayrampaşa Kapalı Cezaevine iade edildiği,
5.4.2000 tarihinde Bayrampaşa Kapalı Cezaevi
Tabipliğince yapılan muayene sonucu hakkında depresyon tedavisi düzenlendiği,
10.5.2000 tarihinde Yedikule Göğüs Hastalıkları
Hastanesine sevk edildiği, muayene edilmek istenmesi sırasında güvenlik
güçlerinin içeriye girmesini gerekçe göstererek muayene olmadığı, bilahare
paravan getirilmesine rağmen tedaviyi kabul etmediği,
15.5.2000 tarihinde Koşuyolu Göğüs Kalp Damar Cerrahisi
Polikliniğine sevk edildiği, burada yapılan konsültasyon sonucunda hastanın
operasyonu gerektiren acil bir durumunun olmadığını belirten rapor verildiği,
Adı geçenin tedavisinin yaptırılması için Bakanlığımız
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 1.6.2000 gün ve 31414 sayılı yazısı
üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 1.6.2000 tarihinde İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Kalp
Damar Cerrahi Polikliniğine sevk edildiği, ambulans ve her türlü hazırlığın
yapılmasına rağmen hastaneye götürülmesine karşı çıkması üzerine sevkinin
gerçekleştirilemediği, adı geçenin Bayrampaşa Kapalı Cezaevi Müdürlüğüne
verdiği ve Bakanlığımız Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 1.6.2000 tarih
ve 31416 sayılı üst yazıları ekinde gönderilen dilekçesi ile sağlık durumu
nedeniyle tahliyesini talep etmiş olduğu göz önüne alınarak, dosyanın duruşma
günü beklenmeksizin Diyarbakır 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesince ele
alındığı, 7.6.2000 tarihli ara oturumda adı geçenin tahliyesine karar verildiği
ve bu karar gereğince 8.6.2000 tarihinde İstanbul Bayrampaşa Kapalı Cezaevinden
tahliye edildiği,
Yaptırılan araştırma sonucunda anlaşılmıştır.
Öte yandan, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve
hükümlülerin sağlık hizmetlerine işlerlik kazandırmak, tedavilerinde meydana
gelebilecek aksaklıkları sona erdirmek amacıyla Adalet, İçişleri ve Sağlık
Bakanlıkları arasında bir protokol düzenlenerek 17.1.2000 tarihinde yürürlüğe
konulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
Adalet Bakanı
2. – Rize
Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, vücudunda mermi bulunan bayan tutuklunun
tedavi ettirilmediği iddiasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami
Türk’ün cevabı (7/2142)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı Sayın Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep ediyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim. 30.5.2000
Mehmet Bekaroğlu
Rize
Basın-yayın organlarında çıkan haberlere göre; Sevgi
İnce 4 yıl önce 14 yaşındayken Bingöl Kırsalında yaralı olarak bulunuyor.
Bulunduğunda ayağından ve göğsünden yaralandığı görülüyor. Bingöl’de ilk
tedavisi yapılıyor. Kalp bölgesinde 2 kurşun bulunduğu tespit ediliyor. Ayrıca
aldığı yaralar nedeniyle 1 ayağı sakat kalıyor. Bir yıl kadar Bingöl, Batman,
Diyarbakır cezaevlerinde yattıktan sonra ailesinin de isteği ile tedavi edilmek
amacıyla İstanbul Bayrampaşa Cezaevine konuluyor. Tedavi amacıyla çeşitli
sağlık kuruluşlarına götürülüyor. Ancak “mahkûm koğuşu bulunmadığı”
gerekçesiyle ameliyatı bir türlü gerçekleştirilemiyor. Başta İstanbul Çapa Tıp
Fakültesi olmak üzere birçok sağlık kuruluşu “mutlaka ameliyat olması gerekir”
diye rapor veriyor. Adalet Bakanlığının ise “ameliyat olması çok zorunlu değil,
sorunun psikolojik olduğunu” bildirdiği ifade ediliyor. Ailesi, çocuğumuz öldü
ölecek diye perişan vaziyette.
Tutuklu, Diyarbakır DGM’de yargılandığı için mahkeme
Kendisinin Diyarbakır DGM’ye getirilmesini istiyor. Tutuklunun sağlık durumu
yolculuğa elvermediği için mahkemeye gidemiyor. Avukatların, ifadesinin
bulunduğu yerde alınması talebi mahkemece reddediliyor. Böylece tutuklu 4
yıldır mahkemeye çıkarılmadan, ifadesi alınmadan, gerekli tedavisi de
yapılmadan cezaevinde tutuluyor.
Bu durum hem devlet-vatandaş ilişkisinin zedelenmesine
hem de en temel insan hakkı olan tedavi olma ve yargılanma hakkının ortadan
kaldırılmasına neden olmaktadır. Suçu
ne olursa olsun devletin gözetimi altında bulunan herkesin sağlık durumundan ve can güvenliğinden
bizzat devletin kendisi sorumludur, dolayısıyla bu sorumluluğun gereklerini de
yerine getirmek durumundadır.
Bu nedenle :
1. Dört yıldan bu yana tutuklu bulunan Sevgi İnce’nin
gerekli tedavisi (ameliyatı) niçin yapılmamaktadır? Adalet Bakanlığı hangi
gerekçelere ve raporlara dayanarak, kalp bölgesinde 2 kurşun bulunan ve bu
nedenle mahkemeye dahi çıkarılamayan tutuklu hastanın sorununun psikolojik
olduğunu iddia etmektedir. 4 yıldan beri bu sıkıntıyı hem kendisi hem de ailesi
yaşıyor. Buna bir son verilip ilgilinin ameliyat edilmesi için Sayın Adalet
Bakanının herhangi bir girişimi olacak mıdır?
2. 4 yıldan beri tutuklu bulunan ancak bugüne kadar
mahkemeye çıkarılamayan Sevgi İnce ne zaman mahkemeye çıkarılacaktır? Sağlık
durumu göz önünde bulundurularak ilgilinin, ifadesinin bulunduğu yerde alınması
mümkün değil midir? Bu konuda Bakanlığınızın herhangi bir girişimi olacak
mıdır?
3. Ameliyat olması zorunlu olan, ancak bir türlü
tedavisi yapılamayan 14 yaşındaki bir çocuğun, mahkemesinin geciktirilerek dört
yıldır tutuklu tutulmasının devletimizi, hem kendi kamuoyumuz hem de dünya
kamuoyu önünde zor duruma sokacağı ortadadır. Bu ve benzeri olayların bir daha
yaşanmaması için herhangi bir çalışma yapmayı veya bir önlem almayı düşünüyor
musunuz?
T.C.
Adalet
Bakanlığı 27.6.2000
Bakan : 828
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı ifadeli,
5.6.2000 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2142-5815/14019 sayılı yazınız.
İlgi yazı ekinde alınan, Rize Milletvekili Prof. Dr.
Mehmet Bekaroğlu tarafından Bakanlığımıza yöneltilen ve yazılı olarak
cevaplandırılması istenilen 7/2142-5815 Esas No.lu soru önergesine verilen
cevap örneği iki nüsha halinde ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
Adalet Bakanı
Sayın
Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu
Rize Milletvekili
TBMM
Bakanlığımıza yönelttiğiniz ve yazılı olarak
cevaplandırılmasını istediğiniz 7/2142-5815 Esas No.lu soru önergesinin cevabı
aşağıda sunulmuştur :
Soru önergesinde sözü edilen kişinin, Bingöl Sulh Ceza
Mahkemesinin 2.8.1996 tarih ve 1996/132 Müt. sayılı kararıyla tutuklandığı,
hakkında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının
8.8.1996 tarihli iddianamesiyle Diyarbakır 3 No. lu Devlet Güvenlik Mahkemesine
kamu davası açıldığı, davaya 1996/365 esas sayılı dosya üzerinden başlanılarak
adı geçenin tutukluluk halinin devamına karar verildiği, bu kişinin tutuklu
olarak bulunduğu Batman Özel Tip Kapalı Cezaevinden tedavi amacıyla Diyarbakır
Kapalı Cezaevine gönderildiği ve 23.8.1996, 10.9.1996, 24.9.1996 ve 5.11.1996
tarihlerinde Diyarbakır Devlet Hastanesine sevk edilerek Göğüs Cerrahi ve
Ortopedi polikliniklerinde muayenesinin yapıldığı, ayrıca 2.4.1997 ve 3.4.1997
tarihlerinde Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Kalp ve Damar
Cerrahisi ile Ortopedi polikliniklerine götürülüp gerekli muayene ve tetkiklerinin
yapıldığı, İstanbul Haydarpaşa Göğüs Cerrahi Merkezine sevkinin uygun görülmesi
üzerine gerekli tetkik ve tedavisi için Bakanlığımız Ceza ve Tevkifevleri Genel
Müdürlüğünün 25.4.1997 gün ve 19254 sayılı yazısı ile İstanbul Özel Tip Kapalı
Cezaevine sevk edildiği, 7.5.1997 günü tetkik ve tedavisi için Haydarpaşa Göğüs
Cerrahi Merkezine sevk edilerek muayenesinin yaptırıldığı, ameliyat olmasına
dair karar alınması amacıyla 9.5.1997 tarihinde heyete çıkartılmasına karar
verildiği, aynı gün tutuklunun özel tip kapalı cezaevinde bayan koğuşu
olmadığından Sağmalcılar Devlet Hastanesine sevk edilerek hastaneye
yatırıldığı,
16.5.1997 tarihinde Sağmalcılar Devlet Hastanesinden
“Göğüste eski kurşun yarası” teşhisi ile taburcu edildiği ve adı geçenin kendi
isteği üzerine Bayrampaşa Kapalı Cezaevi terör bölümü bayanlar koğuşuna
tedavisi bitinceye kadar misafir tutuklu olarak alındığı,
23.5.1997 tarihinde Bayrampaşa Cezaevi tabipliğince
Sağmalcılar Devlet Hastanesine gönderildiği ve muayenesinin yapılarak,
“Sağmalcılar Devlet Hastanesinde Göğüs Cerrahisi olmadığından Çapa Tıp
Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı ve Göğüs Cerrahisi Polikliniğine
sevki uygundur.” yazısı ile Bayrampaşa Kapalı Cezaevine iade edildiği, daha
sonra Çapa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Servisine gönderilerek muayenesinin
yaptırıldığı Bilgisayarlı Thorax Tomografi tetkikinin istendiği ve bu tetkik
için 15.9.1997 tarihine randevu verildiği,
Adı geçenin, diğer dâhili ve ortopedik şikâyetleri
nedeniyle 16.7.1997 günü Sağmalcılar Devlet Hastanesine gönderildiği, burada
muayene, tetkik ve tedavisinin yapıldığı, 15.9.1997 günü akciğer tomografisinin
çekilerek Çapa Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahi doktoruna gösterildiği, yine öte
yandan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahi servisine sevk
edildiği, 3.10.1997 tarihinde muayenesinin yaptırılarak “Göğüs Kalp Damar
Cerrahi yönünden girişim düşünülmediği” bir ay sonra grafi ile kontrolünün
istendiği, hastanın 11.11.1997 günü kontrol amacıyla Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Göğüs Kalp Damar Cerrahi servisine gönderilerek değerlendirilmesinin
yaptırıldığı, “hastanın ateşi olur ise bu cismin ameliyatla çıkartılması
gerekir, ateş tespit edildiği takdirde kliniğe başvurması gerekir.” denildiği,
3.12.1997 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi
Göğüs Kalp Damar Cerrahi kliniğine sevk edilen tutuklunun “ ateşini 10 günlük
tahlillerinde yüksek değer saptanmamış, operasyon olabilir ancak kliniğimizde
mahkûm yatağı yoktur, mahkûm yatağı olan bir merkezde opere olabilir.” yazısı
ile İstanbul Bayrampaşa Kapalı Cezaevine iade edildiği, bunun üzerine 6.1.1998
günü Yedikule Göğüs Kalp Damar Cerrahi, Birinci Cerrahi kliniğine gönderilerek
muayenesinin yaptırıldığı, “şu safhada operasyon düşünülmediği, hastanın
aralıklarla kontrolü önerildi.” yazısı ile Bayrampaşa Kapalı Cezaevine iade
edildiği,
7.1.1998 günü aynı hastaneye tekrar gönderilen
tutuklunun Birinci Cerrahi Kliniğinde muayenesinin yaptırılarak “operasyon
endikasyonu konmamış, hastanın üç aylık aralıklarla kontrolünün” önerildiği,
Adı geçenin müteaddit defalar Sağmalcılar Devlet
Hastanesi ve İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar Cerrahi merkezine
gönderildiği, 21.3.2000 tarihinde de İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Kalp Damar
Cerrahi servisinde yaptırılan muayenesi sonucunda “hastanın mediasten arka
bölümündeki metalik cismin hastada herhangi bir bası semptomuna ve hastanın
şikayetleri ile ilgili bir semptoma
neden olmadığı kanaatine varılarak operasyona gerek görülmediği” raporu ile
Bayrampaşa Kapalı Cezaevine iade edildiği,
5.4.2000 tarihinde Bayrampaşa Kapalı Cezaevi
Tabipliğince yapılan muayene sonucu hakkında depresyon tedavisi düzenlendiği,
10.5.2000 tarihinde Yedikule Göğüs Hastalıkları
Hastanesine sevk edildiği, muayene edilmek istenmesi sırasında güvenlik
güçlerinin içeriye girmesini gerekçe göstererek muayene olmadığı, bilahere
paravan getirilmesine rağmen tedaviyi kabul etmediği,
15.5.2000 tarihinde Koşuyolu Göğüs Kalp Damar Cerrahisi
Polikliniğine sevk edildiği, burada yapılan konsültasyon sonucunda hastanın
operasyonu gerektiren acil bir durumunun olmadığını belirten rapor verildiği,
Adı geçenin tedavisinin yaptırılması için Bakanlığımız
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 1.6.2000 gün ve 31414 sayılı yazısı
üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 1.6.2000 tarihinde İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Kalp
Damar Cerrahi Polikliniğine sevk edildiği, ambulans ve her türlü hazırlığın
yapılmasına rağmen hastaneye götürülmesine karşı çıkması üzerine sevkinin
gerçekleştirilemediği, adı geçenin Bayrampaşa Kapalı Cezaevi Müdürlüğüne
verdiği ve Bakanlığımız Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 1.6.2000 tarih
ve 31416 sayılı üst yazıları ekinde gönderilen dilekçesi ile sağlık durumu
nedeniyle tahliyesini talep etmiş olduğu göz önüne alınarak, dosyanın duruşma
günü beklenmeksizin Diyarbakır 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesince ele
alındığı, 7.6.2000 tarihli ara oturumda adı geçenin tahliyesine karar verildiği
ve bu karar gereğince 8.6.2000 tarihinde İstanbul Bayrampaşa Kapalı Cezaevinden
tahliye edildiği,
Yaptırılan araştırma sonucunda anlaşılmıştır.
Öte yandan, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve
hükümlülerin sağlık hizmetlerine işlerlik kazandırmak, tedavilerinde meydana
gelebilecek aksaklıkları sona erdirmek amacıyla Adalet, İçişleri ve Sağlık
Bakanlıkları arasında bir protokol düzenlenerek 17.1.2000 tarihinde yürürlüğe
konulmuştur.
Bilindiği üzere, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununun 223 üncü maddesinin birinci fıkrasında “ Bu Kanundaki istisnalar
saklı kalmak kaydıyla mahkemeye gelmemiş olan sanık hakkında duruşma yapılmaz.”
hükmü yer almaktadır. Aynı Kanununun 226 ncı maddesinin son fıkrasında da
“Hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer sebeplerle yargılamanın
yapıldığı yargı çevresi dışındaki bir
hastane veya tutukevine nakledilmiş olan tutuklunun sorgusu yapılmış olması
şartıyla hazır bulundurulmasına gerek
görülmeyen oturumlar için celbedilmemesine mahkemece karar verilebilir.”
hükmüne yer verilmiştir. Bu hükümler gereğince tutuklu bulunan sanığın başka
yer ve cezaevlerinde bulunması halinde yargılandığı mahkemedeki duruşmada hazır
bulundurularak sorgusunun yapılması yasal bir zorunluluk olup, aksine davranış
sanığın savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir.
Bu itibarla, adı geçen kişinin, tutuklu bulunduğu dönem
içerisinde tutuklu sanıkların sorgulanmasının yargılandığı mahkemesince
yapılmasının yasal bir zorunluluk olduğu göz önüne alınarak talimatla
ifadesinin alınamadığı, İstanbul Bayrampaşa Kapalı Cezaeevi Tabipliğince
verilen raporlara istinaden şahsın tedavisinin devam etmesi ve bu Cezaevinde
olması nedeniyle mahkemede hazır edilemediği, adı geçen kişinin tahliyesine
karar verilmesi üzerine yasal zorunluluk kalkmış olduğundan ifadesinin
alınabilmesi için İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine talimat yazıldığı,
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının yazısından
anlaşılmıştır.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
Adalet Bakanı
3. – Kütahya
Milletvekili Ahmet Derin’in;
Halk Bankası
tarafından kullandırılan KOBİ kredilerine,
– İstanbul
Milletvekili Ali Coşkun’un;
99/1 Teşvik
Tebliğinin uygulama alanına
İlişkin
soruları ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/2152,2164)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Devlet Bakanı Sayın Recep Önal tarafından yazılı
olarak cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz ederim.
6.6.2000
Ahmet Derin
Kütahya
Halk Bankası vasıtasıyla kullandırılan KOBİ
kredilerinden Bankaca onay verilen kredi taleplerine cevap verilebilmesi için
ayrılan ödenekler ne kadardır? 2000 yılı içinde bankaya kullandırılmak üzere ne
kadar ödenek gönderilmiştir?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Recep Önal
tarafından yüksek delaletlerinizle yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Ali Coşkun
İstanbul
1. Bakanlığınıza bağlı Hazine Müsteşarlığının Resmî
Gazetede 23.6.1999 tarihinde yayınlanan 99/1 Teşvik Tebliğinin 19 uncu
Maddesinde zikredilen;
1) 1567
sayılı Türk Parasını Koruma Hakkındaki Kanun
2) 1918
sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine DairKanun
3) 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu
4) 193 sayılı
Gelir Vergisi Kanunu
5) 1615
sayılı Gümrük Vergisi Kanunu
6) 4389
sayılı Bankalar Kanunu
7) 2499
sayılı Sermaye Piyasası Kanunu
8) 3226
sayılı Finansal Kiralama Kanunu
9) 2886
sayılı Devlet İhale Kanunu
10) 4046
sayılı Özelleştirme Kanunu
11) 4208
sayılı Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun
12) 83/7506
sayılı Finansal Kurumların Kurulması, Faaliyetleri ve Tasfiyelerine İlişkin
Esas ve Usullere Dair Karara ve benzer malî mevzuat hükümlerine aykırılık
teşkil eden fiilerde bulundukları gerekçesiyle ilgili kurum ve kuruluşlarca
hakkında suç duyurusunda bulunulanların veya herhangi bir ihtilâfı olan
yatırımcıların bu ihtilâflar hukuken kanıtlanmadan yatırım yapmaları bu madde
ile kısıtlanmaktadır.
Bu teşvik tebliğinin 19 uncu maddesindeki Kanunlarla
herhangi bir ihtilâfı olan bazı yatırımcılar bu madde kapsamına alınarak,
ayrımcılık yapılıp teşvik verilmediği doğru mudur?
2. 23.6.1996 tarihli 99/1 sayılı Teşvik Tebliğinin bu
maddesinin 6 Ocak 2000’de Resmî Gazetede yayımlanan 2000/1 sayılı tebliğin 32
nci maddesinde aynen devam ettiği görülmektedir. Bilindiği üzere, bu tür
maddelerin yatırımcıyı ve yatırım yapmayı engellediğini düşünüyor musunuz?
3. 1999 yılında ekonominin-6,4 oranında küçülmesinin
sebepleri arasında yatırımların olumsuz etkilenmesi sonucu Hazine Teşvik
Tebliğinin 99/1-19 ve 2000/1-32 maddelerinin olduğunu ve olabileceğini
düşünüyor musunuz?
4. Yatırımcıyı küstüren ve adeta yatırım yapmayı
cezalandıran Teşvik Tebliğinin 19 uncu ve 32 nci maddelerini değiştirmeyi
düşünüyor musunuz?
5. 23 Haziran 1999 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan
99/1 sayılı Teşvik Tebliğinin 9 uncu Maddesinde % 200 yatırım indirimi sağlayan
250 milyon Dolarlık yatırım kararı serbest piyasa ekonomisinin tam rekabetçi
anlayışı baltaladığını ayrımcılık yapılarak ekonomide tekelleşmeye sebep
olduğunu düşünüyor musunuz?
6. % 200 yatırım indirimi sağlayan asgarî 250 milyon
Dolarlık yatırımı KOBİLER yapabilir mi?
7. Bugüne kadar % 200 yatırım indirimi sağlayan asgarî
250 milyon Dolar kaç firma teşvik almıştır? Bunlar kimlerdir?
T.C.
Başbakanlık 23.6.2000
Hazine
Müsteşarlığı
Sayı :
B.02.1HM.0.TUGM.04/51274
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı
Genel
Sekreterliğine
(Kanunlar ve
Kararlar Dairesi Başkanlığı)
İlgi : 12.6.2000 tarih ve A.01.GNS.10.00.02-5953 sayılı
yazıları
(HM
Giriş Tarih-Sayı : 14.6.2000/66366)
Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin ve İstanbul
Milletvekili Sayın Ali Coşkun’un Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verdikleri 7/2152 ve 7/2164 Esas No.lu soru önergesi ile ilgili olarak
hazırlanan yanıtımız ilişikte sunulmaktadır.
Bilgilerine arz olunur.
Recep Önal
Devlet Bakanı
Soru Önergesi : Halk Bankası vasıtasıyla kullandırılan
KOBİ kredilerinden Bankaca onay verilen kredi taleplerine cevap verilebilmesi
için ayrılan ödenekler ne kadardır? 2000 yılı içinde bankaya kullandırılmak
üzere ne kadar ödenek gönderilmiştir?
Yanıt : Konu ile ilgili olarak 2000 Malî Yılı
Bütçesinde, Yatırımları Teşvik Fonuna 140 trilyon Türk Lirası ödenek konulmuş
ve bu ödeneğin 50 trilyon lirasının da KOBİ kredilerinin finansmanı için
kullandırılması öngörülmüştür. 31.5.2000 tarihi itibarıyla Türkiye Halk Bankası’na
8 trilyon 700 milyar Türk Lirası ödenekten, 10 trilyon 300 milyar Türk Lirası
da Banka nezdindeki tali hesaba geri dönen ana para ve faiz tutarlarından olmak
üzere toplam 19 trilyon Türk Lirası aktarılmıştır.
Soru Önergesi : 1. Bakanlığınıza bağlı Hazine
Müsteşarlığının Resmî Gazetede 23.6.1999 tarihinde yayınlanan 99/1 Teşvik
Tebliğinin 19 uncu Maddesinde zikredilen;
1) 1567
sayılı Türk Parasını Koruma Hakkındaki Kanun
2) 1918
sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine DairKanun
3) 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu
4) 193 sayılı
Gelir Vergisi Kanunu
5) 1615
sayılı Gümrük Vergisi Kanunu
6) 4389
sayılı Bankalar Kanunu
7) 2499
sayılı Sermaye Piyasası Kanunu
8) 3226
sayılı Finansal Kiralama Kanunu
9) 2886
sayılı Devlet İhale Kanunu
10) 4046
sayılı Özelleştirme Kanunu
11) 4208
sayılı Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanunu
12) 83/7506
sayılı Finansal Kurumların Kurulması, Faaliyetleri ve Tasfiyelerine İlişkin
Esas ve Usullere Dair Karara ve benzer malî mevzuat hükümlerine aykırılık
teşkil eden fiilerde bulundukları gerekçesiyle ilgili kurum ve kuruluşlarca
hakkında suç duyurusunda bulunulanların veya herhangi bir ihtilâfı olan
yatırımcıların bu ihtilâflar hukuken kanıtlanmadan yatırım yapmaları bu madde
ile kısıtlanmaktadır.
Bu teşvik tebliğinin 19 uncu maddesindeki Kanunlarla
herhangi bir ihtilâfı olan bazı yatırımcılar bu madde kapsamına alınarak,
ayrımcılık yapılıp teşvik verilmediği doğru mudur?
2. 23.6.1996 tarihli 99/1 sayılı Teşvik Tebliğinin bu
maddesinin 6 Ocak 2000’de Resmî Gazetede yayımlanan 2000/1 sayılı tebliğin 32
nci maddesinde aynen devam ettiği görülmektedir. Bilindiği üzere, bu tür
maddelerin yatırımcıyı ve yatırım yapmayı engellediğini düşünüyor musunuz?
3. 1999 yılında ekonominin-6,4 oranında küçülmesinin
sebepleri arasında yatırımların olumsuz etkilenmesi sonucu Hazine Teşvik
Tebliğinin 99/1-19 ve 2000/1-32 maddelerinin olduğunu ve olabileceğini
düşünüyor musunuz?
4. Yatırımcıyı küstüren ve adeta yatırım yapmayı
cezalandıran Teşvik Tebliğinin 19 uncu ve 32 nci maddelerini değiştirmeyi
düşünüyor musunuz?
Yanıt : İstanbul Milletvekili Sayın Ali Coşkun’un 1, 2,
3 ve 4 üncü soruları, 99/1 sayılı tebliğin 19 uncu ve 2000/1 sayılı tebliğin 32
nci maddeleri ile ilgili olduğundan tek bir yanıt verilmiştir.
Yatırım teşvik belgelerinin, 99/1 sayılı tebliğin 19
uncu ve 2000/1 sayılı tebliğin 32 nci maddesinde de belirtildiği üzere
Yatırımlarda Devlet Yardımları ve Yatırımları Teşvik Fonu Esasları Hakkında
Karar ile uygulamasına ilişkin tebliğde belirtilen hükümlere uygun olarak
kullanılması esastır. Müsteşarlık, yatırım teşvik belgesi kapsamındaki
yatırımları mevzuata uygun şekilde yerine getirilip getirilmediğini
denetlemeye, gerekli göreceği tedbirleri almaya, ilgili kuruluşlardan belge ve
bilgi istemeye ve aykırılıkların tespiti halinde yatırım teşvik belgesini iptal
etmeye yetkilidir. Yukarda belirtilen maddelerde yer alan Kanun, Kararname ve
benzeri malî mevzuat hükümlerine aykırılık teşkil eden fiillerde bulundukları
gerekçesiyle ilgili kurum ve kuruluşlarca haklarında suç duyurusunda
bulunulanların veya mahkûmiyet kararı verilenlerin müsteşarlığımıza
bildirilmesi durumunda yapılacak işlemlere ilişkin hükümler ilgili maddelerinde
belirtilmiştir.
99/1 sayılı tebliğin 19 uncu ve 2000/1 sayılı tebliğin
32 nci maddeleri, kamu politikaları açısından bakıldığında, kamu kurum ve
kuruluşları arasında koordinasyonun sağlanması, Devletin, kendi imkânları ile
kıt kaynaklarını en rantabl bir şekilde yatırımcılara kullandırırken,
yatırımcıların da devlete ve topluma karşı olan görev ve yükümlülüklerini
yerine getirmeleri, mevcut Kanunlar çerçevesinde faaliyetlerini sürdürmeleri,
yürürlükte olan Kanun, Kararname ve benzeri malî mevzuatlara aykırı faaliyet ve
işlemlerde bulunmamaları ve Devlete karşı görev ve yükümlülüklerini yerine
getiren firma ve/veya şahıslarla bu yükümlülüklerini yerine getirmeyenler
arasındaki farklılıkların ortaya konulması açısından önem arz etmektedir.
Soru Önergesi : 5 ve 6 . 23 Haziran 1999 tarihinde
Resmî Gazetede yayımlanan 99/1 sayılı Teşvik Tebliğinin 9 uncu Maddesinde % 200
yatırım indirimi sağlayan 250 milyon Dolarlık yatırım kararı serbest piyasa
ekonomisinin tam rekabetçi anlayışı baltaladığını ayrımcılık yapılarak
ekonomide tekelleşmeye sebep olduğunu düşünüyor musunuz?
% 200 yatırım indirimi sağlayan asgarî 250 milyon
Dolarlık yatırımı KOBİLER yapabilir mi?
Yanıt : 99/1 sayılı tebliğin 6 ncı maddesinde de
belirtildiği üzere, ülkemize uluslararası rekabet gücü kazandıracak, katma
değeri yüksek, vergi gelirleri ve istihdam artırıcı özelliklerden en az ikisini
içeren 250 milyon ABD doları karşılığı Türk Lirasını aşan sınaî yatırımlara %
200 yatırım indirimi uygulanmaktadır.
Kaldı ki % 200 yatırım indirimi uygulama ve esasları
29.7.1998 tarih ve 23417 sayılı mükerrer Resmî Gazetede yayımlanan 4369 sayılı
Kanunla belirlenmiştir. Haksız rekabet sağlamayan bu uygulama ile büyük ölçekli ve entegre yatırımların ülkemize
kazandırılması ve istihdamın artırılması amaçlanmaktadır. 5.3.1999 tarih ve
23630 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan, 19.2.1999 tarih ve 99/12474 sayılı
Küçük ve Orta Boy İşletmelerin Yatırımlarında Devlet Yardımları Hakkında
Kararın 3 üncü maddesinde, “Teşvik unsurlarından yararlanabilmek için Yatırım
Teşvik belgesine konu makine ve teçhizat ve/veya hammadde yatırımının, 100
milyar Türk Lirasını aşmaması gerekmektedir.” hükmü yer almaktadır.
Dolayısıyla, bir destek unsuru olan % 200 yatırım indirimi uygulamasından KOBİ’
ler yararlanmamaktadır. Ancak büyük ölçekli olan ve % 200 yatırım indiriminden yararlanan yatırımlar
yarattıkları ikincil etkilerle konularında ön ve sonuç bağlantılarını sağlayan
küçük sanayilerin oluşmasına katkıda bulunmaktadır. Bu etkileri ile bir kısım
KOBİ’lerin kurulmasına ve gelişmesine öncülük etmektedirler.
Soru Önergesi : 7. Bugüne kadar % 200 yatırım indirimi
sağlayan asgarî 250 milyon Dolar kaç firma teşvik almıştır? Bunlar kimlerdir?
Yanıt : % 200 indirimi destek unsuru imkânı sağlanan
250 milyon ABD Doları karşılığı Türk Lirasını aşan sınaî yatırımlara, Teşvik ve
Uygulama Genel Müdürlüğünce, 2 (iki) adet yatırım teşvik belgesi
düzenlenmiştir. Bu firmalar Uzel Makine San. A.Ş. ve Hema Endüstri
A.Ş.’leridir. Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğünce ise 7 (yedi) adet İzin ve
Teşvik belgesi düzenlenmiştir. Bu firmalar, Türk Pirelli Lastikleri A.Ş., İskenderun
Enerji Üretim ve Tic. A.Ş., Gebze Elektrik Üretim Ltd. Şti, Adapazarı Elektrik
Üretim Ltd. Şti, Tofaş Türk Otomobil Fabrika TAŞ, Ford Otomotiv San. A.Ş., Oyak
Renault Otomobil Fabrika A.Ş’leridir.
4. – Karaman
Milletvekili Zeki Ünal’ın, tiyatro, opera ve baleye ilişkin sorusu ve Kültür
Bakanı İstemihan Talay’ın cevabı (7/2178)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Kültür Bakanı Sayın İstemihan Talay tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
7.6.2000
Zeki Ünal
Karaman
1. Gelişmiş ülkelerde, Devlet Tiyatrosu, Opera ve
Balesi var mıdır? Var ise bunlar hangi ülkelerdir?
2. Tiyatro, opera ve bale hizmetleri için 2000 yılında
toplam ne kadar harcama yapılacaktır?
3. Halen kadrolu, kaç tane tiyatro, opera ve bale-balet
sanatçısı vardır? Yaş ortalamaları nedir?
4. Devlet Tiyatroları Sanatçılarının; dışarıda
çalışmalarına niçin izin verilmemektedir? Gerekçeniz; “Bunlar devlet memurudur”
ise, o zaman; Devlet Tiyatro, opera ve bale hizmetlerini özelleştirmeyi
düşünüyor musunuz?
T.C.
Kültür
Bakanlığı 28.6.2000
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
B.16.0.APK.0.12.00.01.940-384
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığı KAN. KAR. MÜD.’nün 13.6.2000 gün
ve A.01.0.GNS.10.00.02-14276 sayılı yazısı.
Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal’ın, “Tiyatro,
opera ve baleye ilişkin” 7/2178-5908
esas no.lu yazılı soru önergesinin cevabı hazırlanarak ekte sunulmaktadır.
Bilgilerinize arz ederim.
M. İstemihan Talay
Kültür Bakanı
Cevap 1 : Gelişmiş ülkelerden Almanya’da; Stad
Theatres, Stad Opera, Stad Balle, İngiltere’de; National Theatre, Royal
Shakespeare Company, Covent Garden Opera, Royal Balle, Fransa’da; Commedie Franceis,
Danimarka’da; Royal Balle, Royal Opera, Romanya’da; National Theatre vb. Ayrıca
Bulgaristan, İtalya, Norveç, İsveç gibi ülkelerden pek çok örnek sıralanabilir.
Cevap 2 : Tiyatro hizmeti için Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğüne 2000 Malî Yılında toplam 18 450 000 000 000 TL. sı ödenek
verilmiştir. Bu ödeneğin; 15 150 000 000 000 TL. sı personel giderleri, 2 600
000 000 000 TL. sı cari giderler, 700 000 000 000 TL. sı ise yatırım giderleri
için ayrılmıştır. Bakanlığımız 2000 Malî Yılı Bütçesinin Türkiye Büyük Millet
Meclisinde yapılan görüşmeleri esnasında verilen ödenekten 460 000 000 000 TL.
sı (Çayyolu Projesi ile Macunköy Tesislerimiz için) Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğüne aktarılmıştır. Böylece yatırım ödeneği 1 160 000 000 000 TL. sına
çıkmıştır.
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğüne toplam 24 898
140 000 000 TL. ödenek verilmiştir. Bu ödeneğin; personel giderleri 21 901 100
000 000 TL., cari giderleri 2 560 090 000 000 TL., yatırım giderleri ise 436
950 000 000 TL. dir.
Cevap 3 : Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünde halen
kadrolu olarak çalışan 734 adet sanatçı bulunmaktadır. 23 adet boş kadroyla
birlikte toplam 757 sanatçı kadrosu mevcuttur. Bunların : 254’ü 18-25 yaş,
480’i ise 35’den yukarı yaşlardadır.
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Sanatçılarının
sayısı ve yaş ortalaması; Genel Müdürlük Merkez (Ankara); solist
sanatçısı 72 adet yaş ortalaması 45, koro sanatçısı 113 adet yaş ortalaması 41,
bale sanatçısı 148 adet yaş ortalaması 40, İstanbul Devlet Opera ve Balesi
Müdürlüğü; solist sanatçısı 77 adet yaş ortalaması 49, koro sanatçısı 77
adet yaş ortalaması 46, bale sanatçısı 116 adet yaş ortalaması 41, İzmir
Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü; solist sanatçısı 35 adet yaş ortalaması
42, koro sanatçısı 61 adet yaş ortalaması 42, bale sanatçısı 51 adet yaş
ortalaması 37, İçel Devlet Opera ve
Balesi Müdürlüğü; solist sanatçısı 13 adet yaş ortalaması 37, koro
sanatçısı 27 adet yaş ortalaması 34, bale sanatçısı 31 adet yaş ortalaması
30, Antalya Devlet Opera ve Balesi
Müdürlüğü; solist sanatçısı 1 adet yaş ortalaması 34, koro sanatçısı 39
adet yaş ortalaması 28, bale sanatçısı 23 adet yaş ortalaması 23’dür.
Cevap 4 : Devlet Tiyatroları 1949 yılında kurulmuştur.
5441 sayılı Kanunla ve daha sonra çıkarılan 1310 sayılı Kanun değişiklikleriyle
ve 657 sayılı Kanunun ek geçici 12, 13, 15 ve 16 ncı maddelerine tâbi olarak
görev yapmaktadır.
Mesleğin akademik boyutlarda gerçekleştirilmesi ve
ticaretin içerisinde değer kaybetmemesi için doğrudan devlet ödeneği ile
devletin garantisi altına alınmıştır.
Tiyatro, demokrasi kültürünün gelişmesinde empati
kültürünün gelişmesine doğrudan katkıda bulunan bir meslektir. Türkiye’de bu
mesleğin doğrudan devlet desteği ile yapılması, demokrasi kültürünün
gelişmesine ve toplumun özeleştiri anlayışının gelişmesine hizmet eder. Bu
nedenle, devlet garantisi altında yapılmalıdır. Oyuncular bu amaçlarla Devlet
Tiyatrosunda sürekli istihdam edilirler. Mesleğin etik ve estetiğine ve yapmış
oldukları sözleşmeye bağlı kalmak zorundadırlar.
5. – Karaman
Milletvekili Zeki Ünal’ın, batık bankalara ve bu bankalarda bulunan hesaplara
ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı ve Devlet Bakanı vekili İstemihan Talay’ın
cevabı (7/2180)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet
Bakanı Sayın Recep Önal tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını
saygılarımla arz ederim.
7.6.2000
Zeki Ünal
Karaman
1. Şimdiye kadar hangi bankalar batmıştır? Batırılan
para miktarı nedir?
2. Tasarruf Mevduat Sigorta Fonunda halen ne kadar para
vardır? Bu para batan bankaların kayıplarını karşılayacak mıdır? Karşılamaz
ise; mevduat sahiplerinin parası hangi kaynaktan karşılanacaktır?
3. Off-Shore zedelerin bankalardaki batık paralarının
toplam miktarı nedir? Bu bankaların isimleri nedir?
4. Off-Shore zedelerin batık mevduatlarının, zorunlu
tasarruf fonundan karşılanacağı doğru mudur? Doğru değil ise, off-shro
zedelerin zararları nereden karşılanacaktır?
T.C.
Devlet
Bakanlığı 28.6.2000
Sayı :
B.02.0.004/(16) 2460
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) 13.6.2000 tarihli ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2180-5910/14278 sayılı yazınız.
b) 27.6.2000 tarihli ve B.02.2.TCM.0.16.00.00/072501
sayılı yazı.
Batık bankalar ve bu bankalarda bulunan hesaplarla
ilgili olarak Karaman Milletvekili Zeki Ünal tarafından Bakanlığıma yöneltilen
7/2180-5910 sayılı yazılı soru önergesi konusundaki ilgi (a) yazınız üzerine
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan alınan ilgi (b) yazının sureti ilişikte
gönderilmiştir.
Bilgilerine arz ederim.
M. İstemihan Talay
Kültür Bakanı
Devlet Bakanı V.
Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu
Türkiye
Cumhuriyet 27.6.2000
Merkez
Bankası
İdare Merkezi
Nezdinde
Sayı :
B.02.2.TCM.0.16.00.00/072501
Tas.Mev. Sig.
Fonu Gn. Md.
(71 Bankalar
Tasfiye Müdürlüğü)
TC. Devlet Bakanlığı
(Sayın Recep Önal)
Ankara
İlgi : 15.6.2000 tarih ve B.02.0.004/(16)-2281 sayılı
yazınız.
İlgi yazınız konusu Karaman Milletvekili Sayın Zeki
Ünal’ın yazılı soru önergesinin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunu ilgilendiren
1, 2 ve 3 üncü maddelerine ilişkin cevabımız aşağıda sunulmuştur.
1. – Mülga 70 sayılı
Kanun Hükmündü Kararnamenin 12 ve 67 nci maddeleri gereğince 25.10.1983
tarih 7231 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile İşçi Kredi Bankası TAŞ’nin,
25.1.1984 tarih ve 7657 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile de Türkiye Bağcılar
Bankası A.Ş. nin bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkileri
kaldırılmış ve yönetim ve denetimleri için Türkiye İş Bankası A.Ş. ve T.
Vakıflar Bankası T.A.O. görevlendirilmiştir.
– Müflis İşçi Kredi Bankası TAŞ mudilerine nezaretçi
banka aracılığıyla sigorta limiti kapsamında TL. 1 717 milyon tutarında ödemede
bulunulmuş olup, söz konusu avansa yürütülen faiz ve sigorta primi borcu ile
birlikte TL. 3 033 milyona ulaşan tutar, İflas İdaresince muhtelif tarihlerde
yapılan ödemelerle TL 1 739 milyona düşmüştür. Adı geçen Bankanın 3.2.1999
tarihi itibariyle İflası Mahkeme Kararıyla kapanmıştır.
– Müflis Türkiye Bağcılar Bankası A.Ş. mudilerine de
aynı paralelde ödenen toplam TL. 3 148 milyon tutarındaki avansa yürütülen faiz
ve sigorta primi borcu ile birlikte TL 6 166 milyona ulaşan tutarın tamamı
İflas İdaresince yapılan ödemelerle kapanmıştır.
– Mülga 3182 sayılı Bankalar Kanununun 68 inci maddesi
gereğince, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinleri, Bakanlar
Kurulunun 11, 20, 23 Nisan 1994 tarih ve sırasıyla 94/5456, 94/5483, 94/5485
sayılı Kararları ile kaldırılan Türkiye Turizm Yatırım ve Dış Ticaret Bankası
(TYT Bank) A.Ş., Marmara Bankası A.Ş. ve Türkiye İthalat ve İhracat Bankası (İmpeksbank) A.Ş.’nin gerçek kişi
tasarruf mevduatı hesap sahiplerine, 92/2707 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının
94/5455 no.lu Bakanlar Kurulu Kararı ile değişik 2 nci maddesi kapsamında
Müflis TYT Bank A.Ş. için TL 990 545 milyon, Marmara Bankası A.Ş. için TL 1 555
404 milyon, İmpeks Bank A.Ş. için ise TL 1 275 773 milyon olmak üzere toplam TL
3 821 722 milyon ödeme yapılmıştır. Yapılan ödemelerle ilgili olarak nezaretçi
bankalara verilen avanslara, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası reeskont faiz
oranlarına göre faiz yürütülmüştür. Müflis Marmara Bankası A.Ş. ve Müflis
İmpeksbank A.Ş.’nin avans, faiz ve sigorta primi tutarı İflas İdaresi
tarafından tamamen ödenerek kapatılmış olup, Müflis TYT Bank A.Ş.’nin TL 212
417 milyon borcu kalmıştır.
– 4389 sayılı Bankalar Kanununun Geçici 3 üncü maddesi
gereğince, tasfiye halindeki Müflis TYT Bank A.Ş., Marmara Bankası A.Ş. ve
İmpeksbank A.Ş.’nin bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme
izinlerinin kaldırıldığı tarihler itibariyle bu bankalar nezdinde hesabı bulunan
bir gerçek kişiye ait Türk Lirası cinsinden tasarruf mevduatı ile tasarruf
mevduatı niteliğini haiz döviz tevdiat hesapları, toplamının, Fon tarafından
sigorta kapsamında nakden veya hesaben yapılan ödemeler düşüldükten sonraki
bakiyesinin 1 milyar Türk Lirasına kadar olan kısmı, bankaların bankacılık
işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerinin kaldırıldığı tarihte geçerli
Merkez Bankası döviz alış kuru üzerinden ABD dolarına çevrilerek, söz konusu
Kanununun yayımı tarihi olan 23.6.1999 tarihinde geçerli Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası ABD doları döviz alış kuru üzerinden hesaplanan Türk Lirası
karşılıkları 12.7.1999 tarihinden itibaren Fon tarafından tasarruf mevduatı
hesabı sahiplerine ödenmektedir. 4389 sayılı Bankalar Kanununun Geçici 3 üncü
maddesi kapsamında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından 16.6.2000 tarihi
itibariyle, Marmara Bankası A.Ş. için 573 mudiye TL. 2 487 291 milyon, TYT Bank
A.Ş. için 2 674 mudiye TL. 8 053 845 milyon, İmpeksbank A.Ş. için ise 3 938
mudiye TL. 17 094 958 milyon olmak üzere toplam TL. 27 636 094 milyon
ödenmiştir.
2. – 15.6.2000 tarihi itibariyle Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonunda toplam TL. 305 trilyon likit varlık bulunmaktadır.
– 4491 sayılı Kanun ile değişik 4389 sayılı Bankalar
Kanununun;
– 15 inci maddesinin 2 nci fıkrasının son
paragrafında, “Olağanüstü hallerde Fon, Hazine Müsteşarlığından izin alınmak
kaydıyla borçlanabileceği gibi ihtiyaç hasıl olduğunda Hazine Müsteşarlığınca
Fona ikrazen verilmek üzere uzun vadeli özel tertip Devlet İç Borçlanma Senedi
ihraç edilebilir.”
– 15 inci maddesinin 5 inci fıkrasının (a)
bendinde “Fon mevcudunun ihtiyacı karşılayamaması durumunda bankalardan ileride
doğacak prim yükümlülüklerine mahsuben bir önceki yılda ödedikleri sigorta
primi toplamına kadar avans alınabilir...”
– 15 inci
maddesinin 5 inci fıkrasının (b) bendinde ise “ Olağanüstü hallerde, Fon
kaynaklarının ihtiyacı karşılamaması durumunda Kurumun talebi üzerine Merkez
Bankasınca Fona avans verilir...”
denilmektedir.
3. – Egebank A.Ş. Sümerbank A.Ş., Yurt Ticaret ve Kredi
Bankası A.Ş. ve Yaşarbank A.Ş. aracılığıyla sırasıyla Egebank Off-Shore Ltd.,
Efektif Bank Off-Shore Ltd., Yurt Security Off-Shore Ltd. ve Yaşar Foreign
Trade Off-Shore Ltd.’nde, 4296 gerçek kişi tarafından açılan mevduat tutarı
toplam TL. 88 159 milyardır.
Bilgilerinize arz ederiz.
Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu
Aydın Esen Erdal Arslan
İdare Meclisi
Üyesi İdare Meclisi Üyesi
BU BİRLEŞİMİN SONU