DÖNEM : 21 YASAMA
YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 38
120 nci Birleşim
27 . 6 . 2000 Salı
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – YOKLAMA
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Antalya Milletvekili Nesrin Ünal’ın, nüfus projeksiyonlarının doğru
yapılmasına ve eğitimdeki amaçlarımıza ilişkin gündemdışı konuşması
2. – Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya’nın, pamuk üreticilerinin
sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
3. – Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk’un, zorunlu tasarruf
kesintilerine ilişkin gündemdışı konuşması
B)
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
ÖNERGELERİ
1. – Ankara Milletvekili Mehmet Zeki Çelik ve 46 arkadaşının, Ankara
İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/138)
2. – İstanbul Milletvekili Murat Sökmenoğlu ve 32 arkadaşının, trafik
kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/139)
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Ankara Milletvekili Ali Işıklar’ın, Kamu Görevlileri Sendikaları
Kanun Teklifinin (2/423) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/213)
2. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, Devlet Memurları
Kanununa Ek Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/314) doğrudan
gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/214)
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/509) (S. Sayısı : 468)
2. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/510) (S. Sayısı : 469)
3. – Bursa Milletvekili Fahrettin Gülener’in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/511) (S. Sayısı : 470)
4. – Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına İlişkin Kanun
Tasarısı ve Dışişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/700) (S.
Sayısı : 504)
5. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurt Dışı Teşkilâtı Hakkında 189
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı
: 433)
6. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilât, Görev ve Yetkilerine İlişkin
Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve
Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler
Hakkında Yetki Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/710) (S.
Sayısı : 518)
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
GÖRÜŞMELER
1. – 20 nci Yasama Döneminde Yozgat Milletvekili Yusuf Bacanlı ve 55
Arkadaşı Tarafından Verilen Denizcilik Müsteşarlığına Ait Bazı İşlerin
İhalelerinde ve Personel Alımıyla İlgili Konularda Görevini Kötüye Kullanma,
İhaleye Fesat Karıştırma ve Evrakta Sahtecilik Suçlarını İşlediği ve Bu
Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240, 339 ve 366 ncı Maddelerine Uyduğu
İddiasıyla Devlet Eski Bakanı Burhan Kara Hakkında Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin
Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/29) (S. Sayısı : 501)
2. – 20 nci Yasama Döneminde İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 71
Arkadaşı Tarafından Verilen Başbakanlık Örtülü Ödeneğini 1050 Sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun 77
nci Maddesine Aykırı Bir Şekilde Harcamak Suretiyle Hazineyi Zarara Uğratarak
Görevini Kötüye Kullandıkları ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı
Maddesine Uyduğu İddiasıyla Eski Başbakan Tansu Çiller ve Maliye Eski Bakanı
İsmet Attila Haklarında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri
Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis
Soruşturması Komisyonu Raporu (9/27) (S. Sayısı : 502)
VII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı’nın, Çorlu
SSKHastanesi inşaatına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Yaşar Okuyan’ın cevabı (7/2125)
2. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, PTTDiyarbakır Bölge
Müdürlüğünün Adana’ya bağlanacağı iddiasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı
Enis Öksüz’ün cevabı (7/2126)
3. – Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz’ın, Şanlıurfa-Karaali
Bölgesindeki sıcak su havzasına ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun
cevabı (7/2154)
4. – Aksaray Milletvekili Murat Akın’ın, Aksaray-Eskil İlçesinin mahalle
yollarına ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın
cevabı (7/2166)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak altı oturum yaptı.
Oturum Başkanı, çocuğunu trafik kazasında kaybeden Boray Uras’ın
şahsında, trafik kazalarında hayatlarını kaybeden bütün vatandaşlara Allah’tan
rahmet, yakınlarına başsağlığı dileğinde bulunarak; zaman zaman, Trafik Kanunu
ve diğer mevzuatta yapılan değişikliklere rağmen bu sorunun devam ettiği; bu
kazalarda, her yıl, binlerce insanımızın sakatlandığı ve öldüğü; vakit
kaybedilmeden, sorunun, çağdaş tedbirler alınmak suretiyle mutlaka çözülmesi
gerektiği; Trafik Yasasında değişiklik yapan kanun tasarısının bir an evvel
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunularak, tatilden önce, bu konuya bir çözüm
getirilmesi gerektiği hususunda bir açıklamada bulundu.
Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük, İstanbul Milletvekili İsmail
Kahraman, Bartın Milletvekili Zeki Çakan, Kütahya Milletvekili EminKaraa da,
aynı konuda görüşlerini açıkladılar.
İstanbul Milletvekili Mustafa Düz’ün, turizm bölgelerindeki hanutçuluğa
ilişkin gündemdışı konuşmasına, Turizm Bakanı Erkan Mumcu cevap verdi;
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Ordu İlinin ekonomik ve sosyal
problemlerine,
Ardahan Milletvekili Saffet Kaya da, Kırklareli ve Trakya yöresindeki
çiftçi, esnaf ve sanayicinin sorunlarına,
İlişkin gündemdışı konuşma yaptılar.
Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının (3/600) (S. Sayısı
:516) görüşmelerine devam edilerek; 7, 8, 9, 10 uncu bölümlerinin görüşmeleri
tamamlandı; yapılan açık oylamadan sonra kabul edildiği açıklandı.
Alınan karar gereğince, 27 Haziran 2000 Salı günü saat 14.00’te
toplanmak üzere, birleşime 04.57’de son verildi.
Murat Sökmenoğlu
Başkanvekili
Vedat Çınaroğlu Hüseyin Çelik
Samsun Van
Kâtip Üye Kâtip Üye
Sebahattin Karakelle
Erzincan
Kâtip Üye
No. : 164
II. – GELEN
KÂĞITLAR
27 . 6 .
2000 SALI
Raporlar
1. – Ağrı Milletvekili Celal Esin’in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/548) (S. Sayısı
: 474) (Dağıtma tarihi : 27.6.2000) (GÜNDEME)
2. – Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu’nun, Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/549) (S. Sayısı
: 475) (Dağıtma tarihi : 27.6.2000) (GÜNDEME)
3. – İçel Milletvekili Yalçın Kaya’nın, Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/550) (S. Sayısı
: 476) (Dağıtma tarihi : 27.6.2000) (GÜNDEME)
4. – Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ve Millî Savunma Komisyonları Raporları (1/459) (S.
Sayısı : 519) (Dağıtma tarihi : 27.6.2000) (GÜNDEME)
Yazılı Soru
Önergeleri
1. – İçel
Milletvekili Turhan Güven’in, ilköğretim okullarında uygulanacak yabancı dil öğretim programına ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2274) (Başkanlığa geliş tarihi :
26.6.2000)
2. – İçel
Milletvekili Turhan Güven’in, ilköğretim okullarında okutulacak yabancı dil öğretim programına ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2275) (Başkanlığa geliş tarihi :
26.6.2000)
Meclis
Araştırması Önergesi
1. – İstanbul Milletvekili M.Murat Sökmenoğlu ve 32
arkadaşının, trafik kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/139)
(Başkanlığa geliş tarihi : 26.6.2000)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati
: 14.00
27 Haziran
2000 Salı
BAŞKAN :
Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER
: Hüseyin ÇELİK (Van), Vedat ÇINAROĞLU (Samsun)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 120 nci
Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz
efendim.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Yoktur Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, Sayın Batuk konuşacak...
Müsaade buyurursanız, gündemi...
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Batuk yine konuşsun; ama,
yetersayı yok.
BAŞKAN – Öyle konuşmuştuk efendim.
Müsaade ederseniz, açtım.
Üç arkadaşıma, gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, eğitimle ilgili konularda söz
isteyen, Antalya Milletvekili Nesrin Ünal'a aittir.
Buyurun Sayın Ünal. (MHP, DSP, ANAP ve FP sıralarından
alkışlar)
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Antalya Milletvekili Nesrin Ünal’ın,
nüfus projeksiyonlarının doğru yapılmasına ve eğitimdeki amaçlarımıza ilişkin
gündemdışı konuşması
NESRİN ÜNAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; nüfus ve eğitim konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum;
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sosyal ve ekonomik sektörlerle ilgili gelişme, hedef ve
politikalarında en önemli unsur, insan kaynaklarının doğru kullanımı ve nüfus
projeksiyonlarının doğru yapılmasıdır. Ancak, geçmişte yapılan
projeksiyonlarda, şimdiye kadar, oldukça büyük yanılma paylarımız olmuştur;
çünkü, üreme sağlığı ve aile planlamasında etkileri olan, devletin eylem ve
planları değil, toplumun, ekonomik, kültürel ve sosyal alanda yaşadığı
değişikliklerdir.
Üreme sağlığı ve aile planlamasında, hizmetlerde hedef
kitle, öncelikli bölgeler ve hizmet alanları belirlenip, buna göre hizmet
üretilmelidir.
Yüksek doğurganlık ve yüksek ölüm oranlarının hüküm
sürdüğü dönemden, doğumların bilinçli kontrol edildiği ve ölüm oranlarının
düşmüş olduğu yeni bir döneme geçişe "demografik geçiş" diyoruz.
Avrupa ülkeleri, bu geçişi bir yüzyıla sığdırırken, Türkiye, demografik
geçişini kırk, elli yılda tamamlamıştır. Türkiye, bu nedenle, beşerî sermaye
birikimini artırmak, işgücü kalitesini yükseltmek zorundadır. Demografik geçiş
sırasında nüfus artış hızı düşerken, işgücü arzının; yani, çalışabilir yaştaki
nüfusun artış hızının düşmediği duruma "fırsat penceresi" diyoruz.
Buradaki faal nüfus olumlu bir şekilde değerlendirilmek zorundadır.
1960'lı yıllarda, Orta Asya ve Asya ülkeleri, fırsat
penceresinin sunduğu imkânları eğitim ve teknolojiye yönelik siyasetlerle
destekleyip, ekonomide önemli sıçramaları katetmişlerdir.
Önümüzdeki çeyrek yüzyılda, 15-64 yaş arası nüfusumuz
35 milyondan 60 milyona çıkacaktır. Bu ise, dünyada hiçbir ülkenin sahip
olmadığı, giderek yükselen potansiyel işgücü ve işgücü arzı demektir. Amaç, bu
işgücüne üretime yönelik istihdam imkânı sağlayıp, ekonomik performansı
yükseltmek olmalıdır.
Eğitimde amacımız ise, Atatürk'ün kurduğu Türkiye
Cumhuriyeti Devletini yaşatacak, demokratik değerlere bağlı, millî ve manevî
değerleri özümsemiş, bunun yanında, toplu yaşama kural ve kurumlarını
benimsemiş, bilgi ve teknoloji çağını yakalamış Türk insanını yetiştirmek
zorundayız.
İlköğretimde amaç, fizik ve matematik öğretmekten çok,
insanlarımıza iyi Türk vatandaşı olmayı öğretmek olmalı ve Türkiye sevgisi
aşılamak olmalıdır.
Bugünlerde ilköğretime başlayacak çocuk sayısı, 2004
yılında liseye başlayacak gençlerimizin sayısı ve 2008 yılında ise üniversiteye
başlayacak gençlerin sayısı sabitleşecektir.
İlköğretimde, köyden kente göçle, köy ve küçük
kasabalarda sayı azalırken, kentlerde sayı artmıştır; yani, ilköğretimde sorun,
artık, sayısal değil, asıl sorun, kalite ve bölgelerarası farklılığın
giderilmesi olmalıdır.
Yeni yapılan okullarda amaç, bölgelerarası demografik
farklar ve sınıf başına düşen öğrenci sayısını azaltarak kaliteyi artırmak
olmalıdır.
Üniversite sayılarının artırılmasına kısa bir süre
sonra gerek kalmayacaktır.
Yükseköğrenimde amacımız, gençliğimize, Türkiye'yi
gelişmiş ülkeler seviyesine taşıyacak eğitimin verilmesi olmalıdır.
Üniversite kavramı ve meslek yüksekokulları kavramı
birbirinden ayırt edilmeli, meslekî eğitime ağırlık verilmelidir.
Yükseköğretim bürokratik ve merkeziyetçi yapıdan
kurtarılmalı, daha çok kalite ve rekabet önplana çıkarılmalı, üniversitelerin
malî, idarî ve bilimsel özerklikleri güçlendirilmelidir.
Yükseköğretim planlama ve koordinasyon yapmalıdır,
akılcı, eleştirici, özgür ve araştırıcı insanlar yetiştirmelidir.
Yükseköğrenime girişte fırsat eşitliği bozulmamalı,
ilgi ve yeteneklere göre uygun yerleştirme yapılmalıdır. Terfilerde bilimsel
liyakatlar esas alınmalıdır.
Üniversite sorunu, aslında, Türkiye’nin ilmî, fikrî,
manevî ve toplumsal geleceği sorunudur. Üniversiteler doğruyu araştıran,
derinleştiren, bilgiyi toplayan, düzenleyen, çoğaltan ve yayan bilim
yuvalarıdır.
Eğitim düzeyi, yaşam beklentisi, sağlık hizmetleri,
kişi başına düşen millî gelir, politik ve ekonomik özgürlüklerle oluşan insanî
gelişme endeksinde, dünyada 73 üncü sıradayız. Türk insanı, bunu hiç mi hiç hak
etmemektedir.
Günümüzdeki güçlü devlet tanımı, askerî kapasite
ölçülerinden daha çok, ekonomik ve sosyal güce göre yapılmaktadır. İletişim
imkânlarının hayal edilemeyecek kadar gelişmesi, global bir toplum yaratmıştır.
İnsanları eğitirken, millî kültürümüzün, bu global toplumda erimemesi ve yok
olmaması konusuna dikkat etmek zorundayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
NESRİN ÜNAL (Devamla) – Kurumları ve kuralları kendi
kültürümüzle işletmeli, onlara güç ve kimlik kazandırmalıyız.
İnsan kaynağının bu kadar zor işlendiği dönemde, artık
Selinler ölmemeli diyor, acılı baba Boray Uras nezdinde trafik kazasında
yakınlarını kaybedenlere Allah’tan sabır diliyorum ve bir düşünürün insan
kaynağının önemini belirten bir sözüyle konuşmama son veriyorum: “Kusurlu
insanları, kusursuz kurumlar kurarak kurtarmak hayaldir.”
Saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ünal, teşekkür ederim.
Bu konuda cevap verecek Sayın Bakan?.. Yok.
Efendim, demin bir şey ifade ediyordum; bu, her ne
kadar 120 inci Birleşimse de, bu sabah bıraktığımız 119 uncu Birleşimin,
Yedinci Oturumudur. Onun için öyle bir yanlışlık yaptım.
Efendim, gündemdışı ikinci söz, pamuk üreticilerinin
sorunları hakkında söz isteyen Denizli
Milletvekili Mehmet Gözlükaya’ya aittir.
Buyurun Sayın Gözlükaya.
Pamuk primi önemli, biliyorsunuz.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Çiftçi ve pamuk çok önemli.
BAŞKAN – Sayın Recai Yıldırım da aynı kanaatte.
2. – Denizli Milletvekili Mehmet
Gözlükaya’nın, pamuk üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; başta, bana söz veren Sayın Başkan olmak üzere hepinize
saygılar sunuyorum.
Tabiî ki, bugün en çok ezilen kitle, çiftçi kitlesi.
Bunların başında pamuk üreticileri ve buğday üreticileri gelmekte. Ben, pamuk
primlerine geçmeden önce, bir süre önce ucuz fiyatla açılan buğday alımlarıyla
ilgili bir iki söz söylemek istiyorum.
Bugün Ege'de buğday, 70-80 000 liraya satılmaktadır.
Ofislerin bazıları, maalesef, bakanlıktan genelge gelmediği için alım
yapamamaktalar. Alım yapan ofislerden ise -peşin ödeneceği söylenmiş olmasına
rağmen- çiftçiler, buğdayları teslim ettikleri halde hâlâ paralarını
alamamaktadırlar. Ben bunu bilhassa hatırlatmak istiyorum. Burada, hükümetin
tarımdan sorumlu sayın bakanı, defalarca, buğdaycıya çok iyi para verdiğini
filan söylediler; ama, bugün Denizlimiz başta olmak üzere buğday satan her
ilimizde çiftçiler, maalesef, buğdayını tüccara 70-80 000 lira civarında satma
mecburiyetinde kalmışlardır. Hükümete tekrar hatırlatıyorum.
Bundan 7-8 ay önce, yani, ekim ayında açılan pamuk
piyasası, maalesef, umulan fiyatla açılmamıştır. Bildiğiniz gibi, yüzde 17'lik
bir artışla -maalesef- pamuk piyasası açılmış ve alımlar tüccar ve Tariş
tarafından yapılmıştır.
Şimdi, ucuz fiyatla açılan pamuk alımlarından sonra,
hükümet, 112 sent, 12 sent destek primi vereceğiz demişti.
BAŞKAN – Keşke 112 olsa, 12 efendim.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) – 112 olsaydı keşke; ama, 12
sente bile çiftçimiz razı olmuştur; ama, insaf ediniz, Denizli Merkez, Denizli
Sarayköy, Denizli Akköy Tariş kooperatifleri, maalesef, bugüne kadar bu
primleri alamamışlardır. On ay önce açılan bir piyasadan ve alımların
yapılmasından sonra, bazı yerlerde verilmiş olmasına rağmen, özellikle, biraz
önce saydığım, Denizli merkezin 2 milyon dolar, Sarayköy'ün 3 milyon dolar, 1
milyon dolara yakın da Akköy İlçelerimizde, maalesef, Hazine tarafından
ödenmesine karar verilen 12 sentler ödenmemiştir.
Şimdi, değerli milletvekilleri, düşünebiliyor musunuz,
iki ay sonra, pamuk, toplanılmaya başlayacak. Maalesef, vatandaş ezilmiş;
buğdaydan ezilmiş -ki, bu bölgelerde buğday da yetişir- pamuktan ezilmiş...
Şimdi, Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanına ve Hazineye
-burada, hükümetin, sanıyorum, sadece bir temsilcisi var, Sayın Yüksel Yalova.
Onun da, aynı ıstıraptan mustarip olması lazım- soruyorum: Bu primler ne zaman
verilecektir? Hazineden para gittiğinde, Ziraat Bankası bu ödemeleri hemen
yapıyor.
BAŞKAN – Sayın Bakan da Aydınlı; pamuk yöresinden;
bizim derdimizi çok iyi anlar efendim. Sayın Bakan onun için geldi, özellikle
sizi dinlemeye.
Buyurun efendim siz.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) – Evet.
Onun için, bilhassa, en geç bu hafta içerisinde, bütün
işlemleri tamamlanmış olan ve eksiği olmayan, prime hak kazanan bu
bölgelerimize primin gönderilmesini istirham ediyorum.
Ziraat Bankasının bize verdiği cevap şu: "Hazine
bize parayı göndersin, biz, yarın, derhal ödemeleri yaparız." Bunun
üzerinde bilhassa duruyorum. Hükümetten ve Sayın Bakanımızdan bu sözün burada
verilmesini istirham ediyorum. Yoksa, çiftçimiz, perişan haldedir.
Bir de, sözlerimi tamamlarken şunu belirtmek istiyorum.
Çiftçiye mutlaka destek verilmesi lazım dünyada olduğu gibi. Özellikle sulama
birliklerinin enerji paralarının yüksek olması sebebiyle, elektriğe destek
verilmesi gerektiğini ifade ediyorum. Bugün 8-10 milyon liraya, bir dönüm pamuk
tarlası sulanabilmektedir, pancar tarlası sulanabilmektedir. Bu bakımdan,
birliklerimiz iflas aşamasındadır.
Sulama birliklerine, hükümetin, ancak, enerji yoluyla
destek vermesi mümkündür. Eğer, bu destek sağlanmazsa, elektrik paraları
ödenemez ve bu birlikler iflas eder. İyi bir başlangıç olarak yapılan bu
gelişme, maalesef, sona erer, DSİ'ye yük getiririz. DSİ de, zaten, imkânları
ölçüsünde, bunu, bugüne kadar yapmaya çalıştı; ama, bundan sonra nasıl yapar bilmiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Sözünüzü kesmiyorum;
böyle bir konuda kesemem.
Çiftçinin derdini, ancak çiftçi anlar efendim. Tabiî,
mazotu 40 milyona alıyorduk, şimdi 110 milyona çıktı.
Buyurun efendim.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) – Bu bakımdan, birliklerin,
bu enerji konularındaki borçlarına destek verilmesi ve elektrik konusunun
halledilmesi lazım.
Sözlerime son verirken, pamuk primlerinin bu hafta
verileceğini Sayın Bakandan duymak istiyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gözlükaya.
Sayın Bakanımız bu konuda bir şey söylemez mi efendim?
Aydınlılar da bekliyor, Hataylılar da...
MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Siz de söyleyebilirsiniz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Yok... Keşke söyleyebilsem; ama... El
kesesinden beylik yapamam efendim.
Üçüncü söz, zorunlu tasarrufla ilgili söz isteyen,
Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk'a aittir.
Buyurun Sayın Batuk. (FP sıralarından alkışlar)
3. – Kocaeli Milletvekili Mehmet
Batuk’un, zorunlu tasarruf kesintilerine ilişkin gündemdışı konuşması
MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; zorunlu tasarruf kesintileriyle ilgili söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, ülkemizin kanayan bir yarası haline
gelmiş olan zorunlu tasarruf kesintilerinin son durumu, gerçekten büyük bir
bilinmezlik içinde ve hükümetin buna yaklaşımı da, gerçekten, bizi
kaygılandıran bir vurdumduymazlık örneği olarak karşımızda durmaktadır.
Biliyorsunuz, zorunlu tasarruf kesintileri 1988 yılında
yürürlüğe konulmuş, çalışanlardan yüzde 2, zaman zaman değişmekle birlikte,
işverenden yüzde 3 kesintiyle, 1 Haziran 2000 tarihine kadar devam etmiştir.
Yaklaşık 6,5 milyon vatandaşımız bu kesintilerin iştirakçisi olmuştur. Yine, bu
kesintilerin miktarı 5 katrilyon civarındadır.
Değerli arkadaşlar, bu kesintiler başladığında, beş
yıl, altı yıl gibi bir süreyle kesinti yapılacağı, sonra, isteyenlerin
programdan ayrılabileceği ifade edilmişti. Bu ifadeye, ne yazık ki, Türkiye'de
pek çok hükümet değişmesine rağmen, devlet ciddiyetine bağdaşır bir şekilde
sahip çıkamadık ve işin daha garip bir yönü var; bu tasarrufları gerçekçi
manada değerlendirip dargelirli vatandaşlarımızın birikintilerini
nemalandıramadık.
Bakın, 1997 yılında enflasyon 99,1'ken, devletimiz,
hükümetimiz içborçlanmalarda ortalama yüzde 108 faiz öderken zorunlu
tasarruflara sadece yüzde 17,2 nema verdi. 1998 yılında ise, ortalama yüzde
69,7 enflasyonun olduğu ülkemizde, içborçlanmalarda, hükümet, yüzde 115,5 faiz
öderken zorunlu tasarruf sahiplerine sadece yüzde 5,2 nema verdi. 1999 yılında
ise, yüzde 68,8 olan enflasyon karşısında, hükümet, yine içborçlanmalarda yüzde
109,5 oranında faiz öderken zorunlu tasarruf kesintilerinde sadece 1,6
nemalandırmaya gitti. Bu çok açık bir haksızlıktır; parası iradesi dışında
kesilmiş olanların parasına bu miktarda nemalandırma yapılmış olması önemli bir
haksızlıktır.
Değerli arkadaşlar, hükümet, günde ortalama 80 trilyon
lira faiz ödüyor. Zorunlu tasarruf kesintilerinin tamamı 5 katrilyon lira
civarında. Yani, bu hükümetin bu yıl, normalde iki ay içerisinde ödediği faiz
miktarı kadar bir kesinti var. Eğer hükümet, bu kesintilerin tamamını
nemalarıyla birlikte ödese, memlekette, esnafımız, üreticimiz , sanayicimiz
bayram yapar, piyasaya ciddî manada bir nakit girmiş olur.
Arkadaşlar, bu hakkın sahibi çalışanlarımızdır. Devlet
olarak onlara söz vermişiz "biz işverenler ve devlet olarak da buna şu
kadar katkıda bulunacağız ve sizin paranızı şu kadar zaman sonra
ödeyeceğiz" demişiz. Bu sözümüzü tutmadığımız gibi, bunları gerçek oranda
da nemalandırmamışız. Hele geçen ay içerisinde gündeme gelen off-shorezedelerin
bu parayla finanse edileceğinin, off-shorezedelere 20'şer milyar lira gibi bir
ödemenin zorunlu tasarruf kesintilerinden yapılacağının açıklanmış olması da
büyük bir üzüntü kaynağımızdır.
Sayın Bakan burada yok... Hükümet yok Mecliste... Sayın
Bakan, geçenlerde, bir sendika toplantısında, bu hususta söz söylerken büyük
zorluklar yaşadı. Hepimiz bununla ilgili olarak vatandaşımızdan ciddî talepler
ve uyarılarla karşılaşıyoruz.
Zorunlu tasarruf kesintilerinin yanında, konut
edindirme kesintileri vardı. Bu kesilme şu anda sona erdi; ama, kesilmiş
paraları, hükümet olarak, henüz ödemedik.
Arkadaşlar, hükümet her konuda bunu yapıyor;
dargelirlilere, vatandaşa, üreticiye şahin kesiliyor; ama, rantiyeye,
faizcilere, devlete borç verenlere oluk oluk para aktarıyor. Bu hususta,
çalışanların taleplerini size ileterek hükümeti tekrar uyarmak istiyorum. Hak
sahiplerinin hakkı üzerinde saltanat olmaz.
Siz, bırakın, kurdun kuşu mu yiyeceğini, kuşun kurdun
seviyesine mi inip çıkacağınıs tartışmayı. Hep beraber milleti bitirmiş
olacaksınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET BATUK (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Efendim, kurda kuşa dokunmadan bitirirseniz
memnun olurum.
MEHMET BATUK (Devamla) – Bu arada, vatandaş bitiyor,
dargelirlimiz bitiyor; zorunlu tasarruf kesintisine maruz kalan, iradesi
dışında parası kesilenler bitiyor.
Bu hususta hükümeti duyarlı olmaya davet ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Batuk.
Sayın Batuk'a hükümet cevap verecek mi?
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Hayır.
BAŞKAN – Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları
vardır.
Sayın milletvekilleri, sunuşlar uzundur. Kâtip Üyenin
oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edeler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
2 adet Meclis araştırması önergesi var, okutuyorum:
B)
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
ÖNERGELERİ
1. – Ankara Milletvekili Mehmet Zeki
Çelik ve 46 arkadaşının, Ankara İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/138)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Başkent Ankara'nın ekonomik, sosyal, kültürel ve kent
sorunları ile kamu hizmetleri yönünden son yıllarda ihmal edilmesinin ortaya
çıkardığı sorunların araştırılması ve yeni binyıla girerken, ülkemize yakışır
başkent olması için yapılması gereken tedbirlerin belirlenmesi maksadıyla,
Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci
maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
Mehmet Zeki Çelik Oğuz Aygün Lütfü
Esengün
Ankara Ankara Erzurum
Basri Coşkun Şevket Bülent Yahnici Ali Işıklar
Malatya Ankara Ankara
Rıza Ulucak Nejat Arseven Nidai
Seven
Ankara Ankara Ağrı
M. Zeki Sezer Hayrettin Özdemir Sedat Çevik
Ankara Ankara Ankara
Melda Bayer İbrahim Halil Oral Cemil Çiçek
Ankara Bitlis Ankara
Esvet Özdoğu Birkan Erdal Abdülkadir
Aksu
Ankara Ankara İstanbul
Eyyüp Sanay Mehmet Özyol Oya
Akgönenç Muğisuddin
Ankara Adıyaman Ankara
Şükrü Ünal İbrahim Yaşar Dedelek Yakup Budak
Osmaniye Eskişehir Adana
Özkan Öksüz Ahmet Nurettin Aydın Ali Gören
Konya Siirt Adana
Yasin
Hatiboğlu Sabahattin Yıldız Musa Uzunkaya
Çorum Muş Samsun
Latif Öztek Lütfi Yalman Cevat
Ayhan
Elazığ Konya Sakarya
Yahya Akman Hüseyin Arı Ramazan
Toprak
Şanlıurfa Konya Aksaray
Fethullah
Erbaş Ayşe Nazlı Ilıcak Mehmet Batuk
Van İstanbul Kocaeli
Mahfuz Güler Murat Akın Mehmet
Necati Çetinkaya
Bingöl Aksaray Manisa
Mehmet
Bekâroğlu Şamil Ayrım Ediz Hun
Rize İstanbul İstanbul
Dengir Mir Mehmet
Fırat Mehmet Mail Büyükerman
Adıyaman Eskişehir
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuş, önerge gündemdeki
yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
İkinci önergeyi okutuyorum:
2. – İstanbul Milletvekili Murat
Sökmenoğlu ve 32 arkadaşının, trafik kazalarının nedenlerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/139)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Trafik kazalarının nedenlerinin araştırılarak, alınması
gereken hukukî ve idarî önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca, bir Meclis araştırması açılması
için gereğini arz ve talep ederiz. 26.6.2000
Saygılarımızla.
Murat
Sökmenoğlu Mehmet Emrehan Halıcı Zeki Çakan
İstanbul Konya Bartın
Vedat
Çınaroğlu Hüseyin Çelik İsmail Köse
Samsun Van Erzurum
Nail Çelebi İsmail Kahraman Akif
Gülle
Trabzon İstanbul Amasya
Ali Oğuz Latif Öztek Rıza
Ulucak
İstanbul Elazığ Ankara
Yaşar Canbay Namık Kemal Atahan Necdet Saruhan
Malatya Hatay İstanbul
Bozkurt Yaşar
Öztürk Basri Coşkun Hasan Kaya
İstanbul Malatya Konya
Ahmet Aydın Cemal Enginyurt Cezmi
Polat
Samsun Ordu Erzurum
Ali Özdemir Hasari Güler Ahmet
Erol Ersoy
Gaziantep Adıyaman Yozgat
Mehmet
Yalçınkaya Mustafa Örs İbrahim Konukoğlu
Şanlıurfa Burdur Gaziantep
Yıldırım
Ulupınar Hakkı Töre Evliya Parlak
İzmir Hakkâri Hakkâri
Yücel Seçkiner Halil İbrahim Özsoy Mustafa Gül
Ankara Afyon Elazığ
Gerekçe : Trafik sorunu ülkemizin en önemli
sorunlarından birisi olmaya devam ediyor. Evladını trafik kazasında kaybetmiş,
yüreği evlat acısıyla yanmış bir baba, Boray Uras, İstanbul'dan Ankara'ya
yürüyerek geliyor. İstanbul'un Bağdat Caddesinde meydana gelen öteki elim olay
da, kamuoyunu derinden yaraladı. Trafik cezalarını önemli ölçüde artıran kanun
yürürlüğe girdikten sonra da sorun çözüme kavuşmadı. Sadece, ceza anlayışına dayalı
önlemlerin bir çözüm getirmediği görüldü. Bu yüzden trafik kazalarının uygar
ülkelerde olduğu gibi en aza indirilebilmesi için yeni yaklaşımlar
geliştirilmelidir.
Trafik eğitimi ve şoför yetiştirilmesi konusunda daha
ciddî adımlar atılmalıdır. Ehliyet kursları sıkı biçimde denetlenmeli, trafiğe
çıkma konusunda deneyim kazanmayan kursiyerlere ehliyet verilmemelidir. Alkollü
araç kullanımı konusundaki yasal cezalar artırılmalı, trafik denetimleri gözden
geçirilmelidir.
Türk Ceza Kanunu ve Karayolları Trafik Kanununda
Değişiklik Getiren Kanun Teklifleri ilgili komisyonda beklemektedir.
Şehiriçi hız limitleri ve şehirlerarası yollardaki
trafik işaret ve hız limitleri konusunda Karayolları Genel Müdürlüğünün
çalışmaları yeniden ele alınmalı ve denetlenmelidir. Trafik kazalarının
önlenmesinde trafik eğitiminin ve toplumsal bilincin önemi büyüktür. Bu konuda
gerekiyorsa kurumsal yenilikler yapılmalıdır.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle trafik sorununun nasıl
çözüme kavuşturulacağı konusunda bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasında
büyük yararlar vardır.
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerine alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusunda öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Fakat, her ne kadar bunu diyorsak da, bu, naçizane
önergeye bütün partiler, beş siyasi parti grup başkanvekilleri imza attığına
göre... Yine, 113, 114 ve 117 nci sırada, bu konuda araştırma önergeleri var;
Anavatan Partisi Grubunun, Doğru Yol Partisi Grubu başkanvekilinin ve Fazilet
Partisi Grubunun verdiği önergeler var. Bunları, gönül ister ki, tatile
girmeden evvel, hiç olmazsa birkaç saat görüşüp, bir araştırma komisyonu
kurulsun ve önümüzdeki döneme de hazırlıklı olarak gelelim diye temenni edelim.
İnşallah, grup başkanvekilleri, bunu -cumaya- gündeme aldırırlar veya
sıkıştırırlar gibi geliyor.
Teşekkür ederim efendim.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 1 ilâ 3 üncü
sıralarında, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu karma komisyonun,
bazı milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarına ilişkin raporları vardır;
ayrı ayrı okutup, bilgilerinize sunacağım:
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1. – İstanbul
Milletvekili Aydın Ayaydın’ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/509) (S. Sayısı : 468) (1)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 24.3.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın’ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan Hazırlık Komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
27.4.2000 günlü raporuyla, görevi kötüye kullanma suçu isnat olunan İstanbul
Milletvekili Aydın Ayaydın hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının
sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın Komisyonumuza
yazılı savunma vererek dokunulmazlığının kaldırılmasını istemiştir.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların)
tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun
dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine yasama görevinin kamu
yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması
ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına
yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa
dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin
niteliği dikkate alınarak İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın hakkındaki
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy
çokluğu ile karar verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygı ile sunulur.
Başkan
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
ve Komisyon üyeleri
(1) 468 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Muhalefet gerekçem:
Yasama dokunulmazlığının milletvekilliği sıfatı sona
erinceye kadar ertelenmesine dair karma komisyon raporuna aşağıdaki
gerekçelerle ilkesel olarak muhalifim. Değerli milletvekillerinin iddia edilen
suçları işlemediklerine dair savunmaları esas alınmalı, aklanmalarına olanak
tanınmalıdır.
Gerekçelerim iki ana başlıkta toplanmaktadır:
1. Anayasal gerekçe,
2. Belirli objektif kıstasların uygulanamaması.
Anayasal gerekçe:
Anayasamızın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü
gereğince; seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen
milletvekili, Meclis kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez,
tutuklanamaz ve yargılanamaz.
Anayasanın 83 üncü maddesindeki düzenleme, Anayasamızın
76 ncı maddesindeki düzenlemeyle çelişmekte, çelişkinin de ötesinde 76 ncı
maddeyi düzenlemeyi gerekli kılan amacı ortadan kaldırmaktadır.
83 üncü maddedeki bu düzenleme, 76 ncı maddede
tanımlanan ve zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen zimmet,
ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye
kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve
alım satıma fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma gibi suç iddiaları
dolayısıyla soruşturma açılmasına ve yargılama yapılmasına engel olmaktadır.
Anayasanın 76 ncı maddesinde belirtilen suçlardan hükmü
kesinleşmiş olan kişi milletvekili seçilemezken, milletvekili seçilmeden bir
gün önce veya milletvekili seçildikten sonra bu suçları işlediği iddia edilen
kişiler milletvekilliğini sürdürdüğü gibi, bu suçlarla ilgili olarak
sorgulanamamakta ve yargılanamamaktadır. Böyle bir düzenleme Anayasanın ruhuna,
genel hukuk kurallarına aykırıdır.
Anayasanın 76 ncı maddesindeki suç iddialarıyla ilgili
olarak kovuşturma yapılmasına izin verilmeli, karma komisyon, yasama
dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağına, kovuşturma sonucu oluşacak
objektif ölçüler çerçevesince karar verebilmelidir.
Objektif ölçülerin bulunmamasına ilişkin gerekçe:
Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili
Anayasamızın 83 üncü maddesinde belirli objektif ölçüler belirtilmediği gibi,
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki Meclis İçtüzüğünün 131 ilâ 134
üncü maddelerinde de belirli objektif ölçülere yer verilmemiştir.
Birçok Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği
üzere; yasama dokunulmazlığının kaldırılması konusunda birtakım belirli,
objektif ölçülere uygun davranılması ve bu ölçülerin bir hukuk devletinden
beklenen nitelikte bulunması şarttır. Yeterli olmamakla birlikte, eski
Cumhuriyet Senatosu içtüzüğünde belirli objektif ölçüler yer almış ve Anayasa
Mahkemesi, bu objektif ölçülere uygunluğu gözetmiştir.
Sonuç:
Bir suç isnadı ciddî ise, siyasî ereklere uygun ise
yahut üyenin şeref ve haysiyetini koruma yönünden dokunulmazlığın kaldırılması
zarurî ise, yasama dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.
Dokunulmazlığın amacı, yasama görevini yürütecek
milletvekillerinin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan
korunmuş olarak görevlerini gereği gibi yapmalarını sağlayarak, siyasal
nitelikli kovuşturmalar bahanesiyle milletvekillerinin Meclise katılmaktan
alıkonmasını, çalışma şevkinin kırılmasını, bu yolla da TBMM’nin istencinin
çarpıtılmasını önlemektir. Yoksa, kimilerinin, TBMM’yi yıpratmak için kasıtlı
olarak söylediği gibi, milletvekiline, soruşturmadan kaçma, suç işleme
ayrıcalığı tanınması değildir.
Hangi suç isnadının ciddî olduğu “Milletvekili seçilme
yeterliliği” başlıklı Anayasamızın 76 ncı maddesinde belirtildiği gibi, 2839
sayılı Milletvekili Seçimi Yasasının “Milletvekili seçilemeyecek olanlar” başlıklı
11 inci maddesinde de belirtilmiştir.
Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla
hapis veya süresi ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar,
affa uğramış olsalar bile; zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz
kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık
suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını
açığa vurma suçlarından biriyle mahkûm olanlar, TCK’nın "Devletin
Şahsiyetine Karşı Cürümler" başlıklı ikinci kitabının birinci babından
yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini alenî olarak tahrik etme suçundan
mahkûm olanlar, TCK 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı halkı, sınıf,
ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça
tahrik etme suçlarından mahkûm olanlar ve TCK’nın 536 ncı maddesinin birinci,
ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı eylemler ile aynı yasanın 537 nci
maddesinin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yazılı
eylemleri siyasî ve ideolojik amaçlarla işlemekten mahkûm olanlar, milletvekili
seçilemezler.
Anayasamızın 76 ncı maddesine göre affedilmiş olsalar
dahi, belirtilen suçlardan mahkûm olanlar milletvekili seçilemediği halde,
Anayasadaki düzenleme biçimine göre yasama dokunulmazlığı, bu suçlarla ilgili
ciddî iddialar bakımından, milletvekilleri hakkında soruşturma yapılmasına
olanak bile vermemektedir. Kamu vicdanını rahatsız eden bu duruma son vermek ve
milletvekillerini gereksiz koruma zırhına büründürmemek için, Anayasanın 76 ncı
maddesinde zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen bu gibi suç
iddiaları dolayısıyla soruşturma açılması ve yargılama yapılmasının yasama
dokunulmazlığı dışına çıkarılması uygun olacaktır. Anayasada böyle bir
değişiklik, asılsız suçlamalarla töhmet altında kalan milletvekillerinin yargı
önünde aklanmasına fırsat verilmesi ve genel olarak milletvekili saygınlığının
yükseltilmesi bakımından da yarar sağlayacaktır. Anayasada yapılması gereken bu
değişikliğe kadar da karma komisyonların, bu ilke ve ölçüler içerisinde kişi ve
parti ayırımı yapmaksızın milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına karar vermesi uygun olacaktır.
Kimi suç iddiaları vardır ki, ciddî olmamakla birlikte
siyasî ereklere aykırıdır. Öte yandan, öyle asılsız suç iddiaları vardır ki,
üye istemese dahi soruşturmanın ertelenmesine karar verilmektedir. İşte bu suç
iddialarıyla ilgili olarak da yasama dokunulmazlığı kaldırılmalı,
milletvekillerinin aklanmalarına olanak tanınmalıdır. Ancak, uygulamada, üye
istemese dahi dokunulmazlığının kaldırılması ertelenmekte, üyeler töhmet
altında bırakılarak, siyaseten yıpratılmaktadır.
Anayasamızın 83 üncü maddesinde tanımlanan yasama
dokunulmazlığının kaldırılması işlemi, bir yargı işlemi niteliğinde olmayıp,
yasama işlemi niteliğindedir. İşlem dosyaları tam olarak oluşmuş olsa dahi,
kurulun yapısı ve çalışma esasları gereği, işlem dosyalarını tam bir
tarafsızlıkla inceleyebilmesi, suçun maddî ve manevî unsurlarını saptayabilmesi
ve değerlendirebilmesi olanaksızdır. Bu niteliği gereği, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi, ceza kovuşturmasının açılması veya ceza verilmesi
niteliğinde olmayan, sadece yasama meclisi üyelerini, kimi istisnaî durumlarda
üyelik teminatından sıyırarak, adalet karşısında öteki yurttaşlarla bir düzeye
getirmekten ibarettir.
Anayasamızın 85 inci maddesi, yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurul kararının
alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde, ilgili milletvekilinin veya
bir diğer milletvekilinin, kararın Anayasaya, yasaya veya içtüzüğe aykırılığı
iddiasıyla, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceğini düzenlemektedir.
Bu düzenlemeyle, yasama içindeki iktidar-muhalefet
dengesi nedeniyle alındığı iddia edilen haksız yasama işleminin yargıyla
dengelenmesi, objektif kıstaslara uygunluğunun saptanması sağlanmaktadır.
Yukarıda belirtilen ilkelere uygun davranılması
gerektiğini ve değerli üyelerin aklanmalarına olanak sağlanılması gerektiğini
düşündüğümden, ilkesel olarak, yasama dokunulmazlığının üyelik sıfatının sona
ermesine kadar ertelenmesine dair çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.
Saygılarımla. 24.5.2000
Hüseyin Tayfun İçli
Ankara
Karşı oy gerekçemdir:
Karma Komisyon
Başkanlığına
Milletvekillerinin herhangi bir baskı ve tehdit altında
olmadan, görevlerini serbestçe yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla
dokunulmazlıklar düzenlenmiştir.
Tarihî bakımdan milletvekili dokunulmazlığı ilk defa
1688 tarihinde İngiltere’de düzenlenmiştir. Bu düzenleme “parlamentoda konuşma
özgürlüğü, tartışmalar, yargılamalar, hiçbir mahkemede veya parlamento dışında
sorumluluk sebebi olamaz” şeklindedir. Buna paralel olarak, 1789 tarihli
Fransız Kanunu ile bunlardan esinlenen 1876 Türk Anayasasında ve halen
yürürlükte bulunan Hindistan, Mısır, Meksika, Bulgaristan, İtalya ve bunun gibi
ülkelerde tarihî anlayışa uygun olarak yasama dokunulmazlığı, Mecliste ileri
sürülen düşünceler ile kullanılan oyların suç sayılamayacağıyla sınırlıdır.
Ülkemizde ise, 1982 Anayasasının 83 üncü maddesine göre
yasama dokunulmazlığı “TBMM üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve
sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamaması"
ile “seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin,
Meclis kararı olmadıkça tutulamaması, sorguya çekilememesi, tutuklanamaması ve
yargılanamaması" dır.
Böylesi bir dokunulmazlık düzenlemesi, yerli ve yabancı
ceza yasalarında düzenlenen ve “kanunsuz suç olmaz, suç ve suçlular da cezasız
bırakılamaz” şeklinde özetlenebilecek temel prensiplere ve Anayasanın 2 nci
maddesine dayalı hukuk devleti ilkesi ile 10 uncu maddesine dayalı eşitlik
ilkesine gölge düşürmektedir.
Bu nedenle, yasama dokunulmazlığının “Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerinden sorumlu
tutulamamak ve kişisel özgürlüğü kısıtlanamamak” şeklinde düzenlenmesi, tarihî
gelişmeye ve gerekçeye uygun olacaktır.
Fransa’da 1995 yılında bu yönde yapılan düzenlemeyle,
adlî soruşturma ve yargılama dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmış, sadece
tutuklama ve kişi özgürlüğünün kaldırılması, Meclisin kararına bırakılmıştır.
Yine, yasama dokunulmazlığının anavatanı olan İngiltere’de, dokunulmazlık
zırhı, ceza kovuşturmalarına karşı değil, hukuk davalarına karşı koruyucu bir
işleve indirgenmiştir.
Gündemdeki ertelenme kararı verilen dosyalar
kapsamındaki iddialar, vatandaşlarımızın günlük yaşamında karşılaştıkları ve
mevzuata göre gereğinin yapıldığı hukukî olaylar ve iddialardır. Bir yurttaş bu
gibi hallerde hangi hukuk kurallarına tabi tutuluyorsa, onun vekili ve aynı
zamanda bir vatandaş olan milletvekillerinin ve diğer kamu görevlilerinin de
aynı kurallara tabi olması kadar doğal bir şey olamaz. Böyle bir anlayış ve
uygulayış, eşitliğin gereği olduğu gibi, hukuk devleti olmanın da temel
gereğidir.
Yukarıda belirttiğim gerekçelerle, öncelikle, yasal
düzenlemeler yapılarak sorgulanma ve yargılanma dokunulmazlık kapsamı dışına
çıkarılmalı, sadece kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması dokunulmazlık
kapsamında olmalıdır. Ceza hükümlerinin infazı ise, milletvekili sıfatının sona
ermesine bırakılmalıdır. Böyle bir düzenlemeyle, bir taraftan yargısal denetim
işlerlik kazanacak, diğer taraftan milletvekillerinin Meclis çalışmalarına
katılımı da sağlanmış olacaktır.
Yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar “yasama
sorumsuzluğu” kapsamı dışındaki suç iddialarını içeren dosyalar için,
dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Böylelikle, asil ve vekili arasında eşitlik
sağlanacağı gibi, milletvekillerine de bir an önce aklanma olanağı yolu
açılacaktır.
Bu nedenle “yasama sorumsuzluğu” kapsamı dışında
gördüğüm bu dosya için, dokunulmazlığın kaldırılmasının yerinde olacağı
kanaatinde olduğumdan, erteleme kararına katılmıyorum. 29.5.2000
Osman Kılıç
İstanbul
Muhalefet şerhi:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Karma Komisyonu Başkanlığına
Halkın egemenliğinin tesis edildiği Türkiye Büyük
Millet Meclisinin her üyesi saygıdeğerdir.
Yasama görevini yerine getiren bir milletvekilinin,
saygınlığını zedeleyen suçlamalar karşısında, Türk Milleti adına karar veren
bağımsız yargıda aklanmak en doğal hakkı olmalıdır. Bu hakkın kullanılabilmesi
için, sayın milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasının doğru olacağı
düşüncesindeyim.
Karara bu anlamda muhalefet ediyor, saygılar sunuyorum. 24.5.2000
Nazire Karakuş
İstanbul
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur efendim.
2 nci sıradaki raporu okutuyorum:
2. – Konya
Milletvekili Veysel Candan’ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/510) (S. Sayısı : 469) (1)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 24.3.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen Konya billetvekili Veysel Candan’ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
27.4.2000 günlü raporuyla, görevi kötüye kullanma suçu isnat olunan Konya
Milletvekili Veysel Candan hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının
sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
(1) 469 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Konya Milletvekili Veysel Candan Komisyonumuza gelerek
sözlü savunma yapmıştır.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların)
tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun
dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin
kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel
olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması
amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu
anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan
eylemin niteliği dikkate alınarak, Konya Milletvekili Veysel Candan hakkındaki
kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy
çokluğu ile karar verilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Başkan
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
ve Komisyon üyeleri
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ankara Milletvekili
Tayfun İçli ile İstanbul Milletvekilleri Osman Kılıç ve Nazire Karakuş, aynı
gerekçelerle, bu rapora da muhaliftirler. Gerekçeler aynı olduğundan, ayrıca
okutmuyorum.
Bilgilerinize sunulmuştur.
Üçüncü raporu okutuyorum:
3. – Bursa
Milletvekili Fahrettin Gülener’in, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/511) (S. Sayısı : 470) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 24.3.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen Bursa Milletvekili Fahrettin Gülener’in yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
27.4.2000 günlü raporuyla, belediye başkanına hakaret suçu isnat olunan Bursa
Milletvekili Fahrettin Gülener hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği
sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
Bursa Milletvekili Fahrettin Gülener, Komisyonumuza
gelerek sözlü savunma yapmış ve dokunulmazlığının kaldırılmasını istemiştir.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların)
tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun
dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin
kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması
ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına
yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa
dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin
niteliği dikkate alınarak, Bur-
(1) 470 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
sa Milletvekili Fahrettin Gülener hakkındaki
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy
çokluğuyla karar verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Başkan
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
ve Komisyon Üyeleri
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ankara Milletvekili
Sayın Tayfun İçli ile İstanbul Milletvekili Osman Kılıç, aynı gerekçelerle, bu
rapora da muhaliftirler. Gerekçeler aynı olduğundan, ayrıca okutmuyorum.
Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, bu raporların tümü,
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine
dairdir. On gün içinde itiraz olunmadığı takdirde, bu raporlar kesinleşmiş
olacaktır; arz ederim.
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş, 2 adet
doğrudan gündeme alma önergeleri vardır; ayrı ayrı okutup, işleme alacağım ve
sonra, oylamalarını yapacağım.
Birinci önergeyi okutuyorum:
lV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA ŞUNUŞLARI (Devam)
C) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1. – Ankara
Milletvekili Ali Işıklar’ın, Kamu Görevlileri Sendikaları Kanun Teklifinin
(2/423) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/213)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Kamu Görevlileri Sendikaları Kanun Teklifimizin,
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 37 nci maddesi gereğince doğrudan
Genel Kurul gündemine alınmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Alı Işıklar
Ankara
BAŞKAN – Sayın Ali Işıklar burada mı efendim? Yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir; önerge, gündemdeki sırasını alacaktır.
Diğer önergeyi okutuyorum:
2. – Balıkesir
Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, Devlet Memurları Kanununa Ek Geçici
Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/314) doğrudan gündeme alınmasına
ilişkin önergesi (4/214)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
(2/314) esas numaralı Devlet Memurları Kanununa Ek
Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifim, komisyona havale edildiği
tarihten itibaren kırkbeş gün geçtiği halde görüşülmemiştir. İçtüzüğün 37 inci
maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ederim.
Saygılarımla.
İlyas Yılmazyıldız
Balıkesir
BAŞKAN– Sayın Yılmazyıldız, konuşacak mısınız?
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Evet Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Devlet Memurları Kanununa Ek Geçici Maddeler Eklenmesine Dair
Kanun Teklifim, 45 gün geçtiği halde komisyonlarda görüşülemediği için, Meclis
İçtüzüğünün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınması hususunda söz almış
bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Bu kanun teklifimde, 20.2.1979 tarih ve 2182 sayılı, 19.2.1980
tarih ve 2260 sayılı Kanunlar ile 22.9.1999 tarih ve 458 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ek geçici 12 nci ve 13 üncü
maddelerinde yapılan düzenlemelerden yararlanmamış olanların, kazanılmış hak ve
aylıkları bir defaya mahsus olmak üzere, öğrenim durumlarına bakılmaksızın ve
kadro aranmaksızın bir üst derecenin aynı kademesine getirilmesi ve alt
derecede bulunan kademede geçirilen sürenin üst derecedeki kademede geçirilmiş
sayılması; yani, bir derece ilave edilmesi hakkındadır.
Bu kanun teklifiyle, 1991 yılından sonra kamu
kurumlarında göreve başlayan memurlar ile 1979 ve 1991 yıllarında bu haklardan
yararlandırılan memurlar arasındaki ayırımcılığa son verilmesi amaçlanmıştır.
Yüce Meclisin takdirine arz ettiğim konu,
memurlarımızın sorunlarından sadece bir tanesidir. Bu haksızlığın giderilmesi
ve nihaî sonuca ulaşılması için bütün milletvekillerimizin konuya olumlu
yaklaşacağını ümit ediyorum; çünkü, 18 Nisan seçimlerinde, Yüce Türk Milletine,
haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin karşısında dimdik duracağımızı,
mücadele edeceğimizi, hepimiz, meydanlarda söylemiştik. İşte, şimdi, başta
memurlarımız olmak üzere, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan, yoksulluğun ve
fukaralığın derin izlerinin görüldüğü dargelirli vatandaşlarımıza karşı bu
vicdanî sorumluluğu hep birlikte yerine getirmeliyiz.
Kamu-Sen, Türk-İş ve Hak-İş gibi büyük sendika
kuruluşlarının yaptıkları araştırmalar sonucu, ülkemizde 4 kişilik bir ailenin
asgarî geçinme standardı için, mayıs ayı itibariyle, 514 milyon liraya ihtiyaç
duyulmaktadır.
Yine, uluslararası normlara göre tespit edilen açlık
sınırı, ülkemizde 169 milyon liraya yükselmiştir.
Diğer taraftan, bakıyoruz, memurlarımızı 127 milyon
lira gibi komik bir ücretle geçinmeye mahkûm ediyoruz.
Aynı şekilde, asgarî ücret sadece yüzde 8 artırılıyor
ve gazetelerde "Bozdur bozdur harca", "asgarî ücrete komik
zam", "hedeflenen enflasyonun bile çok altında", "86 milyon
liraya bu millet nasıl geçinir" gibi başlıklar yer alıyor; bunu da takdirlerinize
bırakıyorum.
Değerli arkadaşlarım, hükümet olarak, temmuz ayında
memurlara verileceği söylenen yüzde 10'luk artışla, çalışma barışını korumak
mümkün değildir. Dün bir memur arkadaşımla konuşurken, diyor ki:
"Şoförümüzle birlikte gidiyoruz, arabada , 1 milyar dolarlık baraj
projesinin altına imza atan mühendis arkadaşlar, yöneticiler var. Mola
esnasında, şoförümüz -kimseyi küçümsemek için söylemiyorum; ama 'size balık
ısmarlayayım' dedi. Biz, onlara bir öğle yemeği ikram edememenin üzüntüsünü,
sıkıntısını yaşıyoruz"
Memurlar, bu hükümete, bu tavrından dolayı ateş
püskürüyor. Bir taraftan, kamu toplusözleşmelerinde ilk altı aylık enflasyon
oranını yüzde 42 olarak hesaplayacaksınız, bir taraftan da, memurlara "sen
yüzde 15'le yetin, aman sesini çıkarma, yoksa coplarım" diyeceksiniz!..
Daha sonra, utanma belası "hesap tutmadı" gibi bahanelerle de
"enflasyon farkı olarak yüzde 4,1 iyileştirme yaptık" diye
övüneceksiniz.
Daha bu ayın içerisinde, Kızılay'da hakkını aramaya
çalışan memurlarımızı coplattınız, Kamu-Sen Genel Başkanı Sayın Resul Akay da
dahil 61 kamu görevlisini, sırf "açız, anayasal haklarımızı istiyoruz,
enflasyondan doğan haklarımızı istiyoruz" diye bağırdıkları için
tutuklattınız. Ondan sonra da, çalışma barışından söz edeceksiniz! Geçen hafta
da, Eskişehir'de, 25 000 kamu çalışanı, hükümetin bu ücret politikasını
protesto etmiştir.
Türkiye'nin imza koyduğu İnsan Hakları Sözleşmesi,
Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Konseyi belgeleri ile ILO ile imzalanan anlaşmalar
yapılmış, 1995 yılında, o kritik siyasî atmosfere rağmen, her türlü risk göze
alınarak, Anayasanın 53 üncü maddesinde değişiklik yaparak, Doğru Yol Partisi,
kamu çalışanlarına, 20 nci Yüzyılın en büyük hediyesini sunmuştur. Avrupa'da
elli yıldır kullanılan sendikal haklardan memurlarımızın mahrum bırakılması,
uluslararası sözleşmelere atılan imzalara sadık kalınmadığının ispatıdır.
Bakınız, Batılı ülkeler, ILO şartlarına uyulmağı için,
ülkemizi sık sık eleştirmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmazyıldız, toparlarsanız...
İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) – Evet, toparlıyorum.
Hatta, Uluslararası Çalışma Örgütü uzmanlar komitesince
hazırlanan raporlarda bu hususlara sürekli dikkat çekilmektedir; yani, kamu
çalışanlarının sendikal haklara kavuşması için, uyum yasalarının bir an önce
yürürlüğe konulması istenilmektedir.
Bütün Avrupa ülkeleriyle birlikte, Mali ve Kamerun gibi
ülkelerde bile, kamu görevlilerine sendikal haklar tanınırken, Türkiye,
Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından bu hakları tanımayan Çad ve Bolivya gibi
ülkelerle aynı kategoride değerlendirilmektedir. Oysa, 57 nci hükümetin
programında yer almasına rağmen, kamu çalışanlarının sendikalaşmasına imkân
sağlayacak ciddî bir adım atılmadığı ortadadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmazyıldız, teşekkür edin; tamam
efendim.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) – Biz, DYP olarak, sunulan
ve doğrudan gündeme alınan, Kamu Çalışanları Sendika Yasa Teklifinin öncelikle
görüşülerek, bu dönemde çıkarılmasını, tatile girmeden önce çıkarılmasını
özellikle istiyoruz. Memurlar arasındaki haksızlığı giderecek kanun teklifinin
de doğrudan gündeme alınması konusunda desteklerinizi bekliyorum; saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmazyıldız.
Efendim, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. (FP ve DYP sıralarından
alkışlar)
(DSP sıralarından "yanlış sayıldı" sesleri)
Efendim, çok önemli değil, affedersiniz; sonradan
geldiniz; yani, bir kastı mahsusa yok. (DSP sıralarından "saymadınız"
sesleri)
Efendim, burada iki Divan Kâtibi arkadaşımız var; biri
iktidar kanadından, biri muhalefet kanadından. (DSP sıralarından
"saymadınız" sesleri)
Efendim, kabul edildi, geçti...
Anavatan Partisi Grubu "kabul" oyu verdi;
görmediniz de, onun için...
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Anavatan Partisi
Grubundan kaç kişi var?..
BAŞKAN – 11 kişi var efendim.
Gündemin "Meclis Soruşturması Raporları"
kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 1 inci sırasında yer alan, 20 nci Yasama
Döneminde Yozgat Milletvekili Yusuf Bacanlı ve 55 arkadaşı tarafından verilen
Denizcilik Müsteşarlığına ait bazı işlerin ihalelerinde ve personel alımıyla
ilgili konularda görevini kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve evrakta
sahtecilik suçlarını işlediği ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240, 339
ve 366 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Devlet Eski Bakanı Burhan Kara
hakkında, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir
Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi ve (9/29) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere başlayacağız.
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI
A) GÖRÜŞMELER
1. – 20 nci
Yasama Döneminde Yozgat Milletvekili Yusuf Bacanlı ve 55 Arkadaşı Tarafından
Verilen Denizcilik Müsteşarlığına Ait Bazı İşlerin İhalelerinde ve Personel
Alımıyla İlgili Konularda Görevini Kötüye Kullanma, İhaleye Fesat Karıştırma ve
Evrakta Sahtecilik Suçlarını İşlediği ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240,
339 ve 366 ncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Devlet Eski Bakanı Burhan Kara
Hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin
Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/29) (S. Sayısı : 501)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
2 nci sıradaki, 20 nci Yasama Döneminde İstanbul
Milletvekili Halit Dumankaya ve 71 arkadaşı tarafından verilen Başbakanlık
örtülü ödeneğini 1050 Sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun 77 nci maddesine aykırı
bir şekilde harcamak suretiyle Hazineyi zarara uğratarak görevini kötüye
kullandıkları ve bu eylemlerinin, Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu
iddiasıyla Eski Başbakan Tansu Çiller ve Maliye Eski Bakanı İsmet Attila
haklarında, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önergesi ve (9/27) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporunun
görüşmelerine başlıyoruz.
2. – 20 nci Yasama Döneminde İstanbul
Milletvekili Halit Dumankaya ve 71 Arkadaşı Tarafından Verilen Başbakanlık
Örütülü Ödeneğini 1050 Sayılı Muhasebei
Umumiye Kanununun 77 nci Maddesine Aykırı Bir Şekilde Harcamak Suretiyle
Hazineyi Zarara Uğratarak Görevini Kötüye Kullandıkları ve Bu Eylemlerinin Türk
Ceza Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Eski Başbakan Tansu Çiller
ve Maliye Eski Bakanı İsmet Attila Haklarında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün
107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi
ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/27) (S. Sayısı : 502)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
Önce, yarım kalan işten başlıyoruz.
Avupa Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına İlişkin
Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının
müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4. – Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve
Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/700) (S. Sayısı : 504) (1)
BAŞKAN – Komisyon?... Burada.
Hükümet?.. Burada.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı;
şimdi, maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Karar yetersayısının aranmasını
istiyoruz.
BAŞKAN – Efendim, haklısınız.
Oylamayı elektronik cihazla yapacağım ve karar
yetersayısını arayacağım.
Oylama için 5 dakika süre veriyorum.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, 5 dakika çok; 3
dakika yeter.
BAŞKAN – Efendim, verdik... Ne olur, bugün de itiraz
etmeyin, Allah rızası için efendim. Şimdi göreceksiniz, 5 dakika mı çok 3
dakika mı çok. Eğer, bu 3 dakikada bitiyorsa, ben özür dileyeceğim sizden;
bitmezse, siz benden dileyin lütfen.
Oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar yetersayısı vardır; tasarının
maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Ancak 4 dakikada tamamlandı, onu da arz ederim; 3
dakika verseydim, ara vermek mecburiyetinde kalırdım.
1 inci maddeyi okutuyorum:
AVRUPA BİRLİĞİ GENEL SEKRETERLİĞİ TEŞKİLÂT VE GÖREVLERİ
HAKKINDA KANUN TASARISI
(“23.7.1965 tarihli ve 657 Sayılı Devlet Memurları
Kanunu” ile “13.12.1983 tarihli ve 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında
KanunHükmünde Kararname”nin eki cetvellerde Değişiklik Yapılması ve Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun)
Amaç
MADDE 1. – Bu Kanunun amacı; Türkiye’nin Avrupa Birliği
üyeliğine hazırlanmasına yönelik çalışmalar çerçevesinde kamu kurum ve
kuruluşlarının yapacakları hazırlık ve çalışmalarda iç koordinasyon ve uyumun
plan ve programlara uygun olarak yönlendirilmesini ve yürütülmesini sağlamak
üzere, Başbakanlığa bağlı Avrupa Birliği Genel Sekreterliği kurulması ve bu
Genel Sekreterliğin teşkilât ve görevlerine ilişkin usul ve esasları
düzenlemektir.
BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde söz isteyen, Fazilet
Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu; buyurun
efendim. (FP sıralarından alkışlar)
(1) 504 S.
Sayılı Basmayazı 23.6.2000 tarihli 116 ncı Birleşim tutanağına eklidir.
FP GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) –
Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısıyla
ilgili olarak 1 inci maddede Grubumuz adına söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, bu amaç ve kapsam maddesi hakkında
düzenlemeleri, şu istikametten, şu açıdan bir değerlendirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bilindiği gibi, Osmanlı
İmparatorluğu, 14 üncü Yüzyıldan 19 uncu Yüzyıla kadar yaklaşık beşyüz yıl
boyunca Avrupa Kıtasının üçte 1'inde Batılılarla ortak bir yaşantı içinde
bulunmuş ve bu topraklarda bir yönetim biçimi sergilemiştir. Çok geniş
topraklar üzerinde yönetim görevini üstlenmiş olan Osmanlı, bu ağır görev ve
sorumluluk altında mücadele ederken, ne kendi kültürünü yönettiği topraklarda
kabul ettirmek gibi bir dayatma içine girmiş ne de Batı'daki yönetim biçimi ve
gelişmelerden yeterince yararlanabilmiştir; fakat, hiçbir zaman, kendisini
Batı'nın dışında tutmamış, çoğu saldırıların Batı'dan gelmesine rağmen, Batı'da
bulunduğunu, Batılı ittifaklar içinde bulunmasının gerektiğini vurgulamış ve
kendini, bu doğrultuda, sanırım, yeterince kanıtlamıştır.
1970'li yıllarda İngiltere Parlamentosunda yapılan
görüşmelerde, Türkiye'nin Avrupa güç dengesi sisteminin içinde olduğu sonucuna
da varılmıştır. Batı ülkelerinde, bir taraftan Türkiye'yle bağlarını yoğunlaştırırken
bir taraftan da ülkemizdeki insan hakları performansı, Türkiye'nin büyüklüğü ve
İslamın ülkemizdeki toplumsal ağırlığı ile Avrupa Birliği tarafından tam
üyeliğe alınmasının mümkün olamayacağı vurgulanmıştır. Avrupalı Hıristiyan
Demokratlar, Türkiye'nin gümrük birliği çerçevesinde Avrupa içinde yer almasını
uygun bulurlarken, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girerek Avrupalı olmasını
tahayyül bile edemediklerini ifade ediyorlar, özellikle de sebep olarak, din
olgusunu da içeren farklı kültürel değerler öne sürüyorlar.
Değerli arkadaşlar, bu noktada şu soruyu sormak
gerekiyor: Acaba demokratikleşmeyi sağlamak, hak ve özgürlükleri kâmil manada
elde etmek için din mi değiştirmek gerekiyor ve yine, acaba Türkiye'de İslam
üzerine oynanan oyunlar ve baskılar bu talebin neticesi midir? Bu soruların
cevapları, bu düzenleme yapılırken ve amaçları doğrultusunda içeriği tespit
edilirken, kapsamı içinde müspet olarak ifadesini mutlaka bulmalıdır. İslamın
mensuplarının yaşantıları İslamı yansıtıyor mu sorusunu da kendimize sorup,
Batı âlemine, İslamın diğer din mensuplarıyla olan ilişkisinde özgürlükçü
olduğunu anlatabilmemiz gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, size çok değerli bir
toplumbilimci olan Niyazi Berkes'in eserinde ifade etmiş olduğu İslamlıkla
ilgili birkaç sözden bahsetmek istiyorum. Eserinde "İslamlıkta hükümdarın
yetkileri, mutlakiyetçilik demek değildir. Bu, ancak, Avrupa'da böyledir;
çünkü, Batı'da istibdat rejimleri din ve kilise adına kurulmuştur. İslamlıkta
eşitlik sorunu diye bir sorun da yoktur. Batı uygarlığının toplumları, sınıf
ayırımı prensibine dayanır. Onun için, Batı'da demokratlık ve eşitlik sorunu
zorunlu bir davadır. Oysa, İslamlıkta bütün Müslümanlar eşittir ve kardeştir.
Onun için, İslamda, eşitlik sorunu diye bir sorun da yoktur. Avrupa'daki
milliyet sorununun da İslamda yeri yoktur.
Ülkemizde çağdaşlaşma adı altında Batı uygarlığının model olarak
alınması, ülkemizde bir taraftan kavram, diğer taraftan da sosyal
karışıklıklara neden olmuş ve işte, bugün, içinden çıkılmaz durumlar meydana
gelmiştir" diyor.
Değerli arkadaşlar, bunu söylerken, çok doğru bir
tespit yaptığını vurgulamak gerekiyor. Hukuk devleti ve insan hakları açısından
yasaların adil bir şekilde uygulanması konusunda size, ayrıca, Osmanlı
dönemindeki mahkemelerden bir uygulama örneği de vermek istiyorum: TÜSİAD'ın
yaptırdığı ombudsmanlıkla ilgili çok değerli bir araştırmadan söz etmek
istiyorum: Ombudsmanlık bir kurum olarak ilk defa, 1809 yılında İsveç'te ortaya
çıkıyor denildikten sonra, çıkış olayı da şöyle anlatılıyor. Aslında, ombudsman
kurumu, nitelik olarak, bize pek yabancı sayılmaz. Osmanlıların idarî
sistemindeki başkadının -kadıasker veya kazasker- görevi, İslam hukukunun, tüm
hükümet görevlileri tarafından, insanların kendi aralarındaki ilişkilerinde ve
devletle olan ilişkilerinde uygulanmasını sağlamaktı. Böylece, başkadı,
insanların haklarını, adaletsizliğe ve kamu görevlilerinin güçlerini kötüye
kullanmalarına karşı korumaktaydı.
Araştırmacı İbrahim Elvahab'a göre, İsveç Kralı 12.
Charles, 1700'lerde en üst ombudsmanına bir ofis kurmasını emretmesi ve bu
ofisin görevinin de yargıçların ve diğer idarî görevlilerin kanunu uygulama
şekillerini denetlemek olması talimatını veriyor. Kralın o sıralarda, Ruslardan
kaçarak sığındığı Osmanlılarda gördüğü kadı sisteminden etkilenmesi yüzünden
olabilir diye de ifade ediyor. Yani, ombudsman kurumunun ilk uygulamasının
ilham kaynağı, İslam hukuk sistemi olabilir diye bir iddia da ortaya atmış
bulunuyor.
Bu tespitler ve bu olaylar gösteriyor ki, İslam
hukukuna dayanan Osmanlı idare ve hukuk sistemi, henüz ne bizim tarafımızdan
anlaşılmış ne de Batılılara anlatılabilmiştir. Tabiîdir ki, bilemediğimiz,
anlayalamadığımız bir konuda ikna edici olmamız da mümkün değildir.
Dolayısıyla, bizim Batı'yla ilişkilerimizde çeşitli problemler olmuş, bu
problemlerin aşılmasında da, sürekli yanlış metotlar kullanılmıştır.
Avrupa Birliğiyle aramızdaki engellerin kaldırılmasında
yararlı olabileceğine inandığımız böyle bir yapılanmanın, amaç maddesinin
içeriği hazırlanırken, bu konuların da işleneceği, bu konuların da göz önünde
tutulacağı ve bu konuya da dikkat edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Değerli arkadaşlar, Avrupa'da bugün 4 000 000 civarında
insanımız yaşıyor; işveren olarak, yaklaşık 57 000 insanımız var.
Belediyelerde, özellikle Almanya ve Hollanda'da Yabancılar Meclisinde yaklaşık
yüzde 50 oranında Türk temsilci bulunuyor.
Değerli arkadaşlar, kısaca izah etmeye çalıştığım diğer
konuların yanında, itibar edilmesi, düşünülmesi, gözden uzak tutulmamasını
istediğim bu konuyu, size, birkaç örnekle anlatmış bulunuyorum. Türkiye'nin
Avrupa Birliği üyeliğine hazırlanmasına yönelik çalışmalar çerçevesinde kamu
kurum ve kuruluşlarının yapacakları hazırlıklar, çalışmalar ve iç koordinasyon,
elbette ki çok önemlidir. Buradaki bazı konuşmacılar, geneli üzerinde
konuşurken,70 kişilik bir kadroyla bu işin götürülemeyeceğini vurguladılar;
ancak, biz, başka türlü düşünüyoruz. Bugün, Türkiye'de, kamu kurum ve
kuruluşları içerisinde, Avrupa Birliğiyle ilişkileri sürdüren, uyum sağlama
gayreti içerisinde olan departmanlar, birimler bulunuyor. Herhalde, öyle
zannediyorum ki, bu birimler, bu departmanlar, bir şekilde, bu sekreterliğe
bağlanmış olacak ve sanıyorum ki, çok önemli miktarda bir bürokrat kadrosuyla,
uzman kadrosuyla, Avrupa Birliğine girmemiz konusunda büyük bir gayret sarf
edilecektir; ancak, tekraren vurgulamak istiyorum: Toplumumuzun özelliği olan
kültür ve din konularında da, bir taraftan Avrupa Birliğinde ikna edici
olmamız, diğer taraftan da milletimize bu konuyu iyi anlatmamız gerekiyor diye
düşünüyorum.
Hayırlı uğurlu olması temennisiyle, milletimizin
geleceğinin aydınlık olması temennisiyle, yasanın hayırlara vesile olmasını
diliyor, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karapaşaoğlu.
İkinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Van
Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik'te; buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar)
DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, 1721 yılında, Yirmisekiz Mehmet
Çelebi'nin Fransa'ya elçi olarak gönderilmesinden itibaren, bizim Batılılaşma
maceramız başlamıştır. Bu Batılılaşma serüvenimizde, çok önemli dönüm noktaları
vardır; bunlardan bir tanesi de, 31 Temmuz 1959'da başvurusunu yaptığımız
Avrupa Topluluğu üyeliğidir; o zamanki adıyla, Avrupa Ekonomik Topluluğu
üyeliği.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Topluluğuna girmemiz
gerektiğini, biz, parti olarak, yıllardır söylüyoruz. Bu konuda, birçok
partinin muhalefeti ve çekincesi olmasına rağmen, bizim, parti olarak
politikamızda, bu konuda, en ufak bir şaşma olmamıştır. Bugün de, Türkiye'nin
medenî dünyayla entegre olabilmesi için, ekonomisini düzeltmesi için ve insanca
yaşam standartlarının, bu ülkede, insanımıza sunulabilmesi için, Avrupa
Topluluğuna üye olmamız gerektiğini, bugün, yine iddida ediyoruz, savunuyoruz;
ancak, değerli milletvekilleri, bu tür reformlar, bu tür yenilikler söz konusu
olduğu zaman, bizim aklımıza, hemen, ya bir genel müdürlük kurmak ya bir genel
sekreterlik kurmak, bir bakanlık tesis etmek geliyor; bunun doğru olmadığını
düşünüyorum. Türkiye kadar, bürokrasisi merkezî ve hantal olan, Türkiye kadar,
genel müdürü, bakanı, müsteşarı, daire başkanı bol olan, dünyada çok fazla ülke
bulamazsınız.
Bakınız, biz, 63 000 000 nüfusu olan bir ülkeyiz; bizim
34 bakanımız var ve Türkiye'de de 82 000 makam arabası var. Biz, 204 milyar
dolar gayri safî millî hâsılası olan bir ülkeyiz; 34 bakanımız var ve 82 000
tane de makam arabamız var. Bu 82 000 tane makam arabasının varlığı,
Türkiye'deki bürokrasinin hacmini göstermektedir değerli milletvekilleri.
Japonya'ya bakıyorsunuz; Japonya'nın nüfusu 126 000 000, 3,5 trilyon gayri safî
millî hâsılası var, makam arabası sayısı 10 000 küsur ve 12 de bakanı var.
Bakan sayısını artırmakla, genel müdürlükler kurmakla,
daire başkanlıkları tesis etmekle meselelerin çözüldüğü görülmemiştir. Bakınız,
biz, çevre meselelerini düzeltmek için, çevre kirliliğini önlemek için,
Türkiye'de, bir Çevre Bakanlığı kurduk. Allahaşkına, değerli milletvekilleri,
şu Çevre Bakanlığı kapanırsa, Türkiye, çevre açısından hangi konuda zarar
eder?! Çevre Bakanlığının varlığı ile yokluğu arasında sizce bir fark var
mıdır?! Müesseseleri büyütmek, bürokrasiyi genişletmek, yeni yeni makamlar
ihdas etmekle problemlerin çözüleceğini düşünüyorsak, yanılıyoruz.
Bakınız, dün gece, sabahlara kadar, Devlet Planlama
Teşkilatının hazırladığı Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planını görüştük. Bu
kürsüye gelen bütün değerli sözcüler, bu programın, ne kadar eksikliklerle,
aksaklıklarla ve yanlışlarla dolu bir program olduğunu söylediler. Bunu kim
hazırladı; Devlet Planlama Teşkilatındaki uzmanlar ve bürokratlar hazırladılar.
Devlet Planlama Teşkilatı da, başlangıçta 80-90 kişiden oluşan, hacmi bu
olmayan küçük bir kuruluştu; ama, bugün, 600 küsur insan çalışan dev bir
müessesedir. Gelin, Türkiye'ye bir iyilik daha yapalım, şu Devlet Planlama
Teşkilatını ortadan kaldıralım, daha rahat ederiz, buna emin olun, daha rahat
ederiz.
Değerli milletvekilleri, bu merkeziyetçi ve hantal
yapıyı terk etmek zorundayız. Bakınız, Prens Sabahaddin Bey, 1899 yılında,
Avrupa'da bir proje geliştirdi; projenin adı "teşebbüsü şahsî ve ademi
merkeziyet" idi; yani, kişisel girişimcilik ve merkeze bağımlı olmama
meselesiydi. Aradan geçen 101 yıla rağmen, elbette, üniter devlet yapısını
koruyarak, üniter devlet yapısına zarar vermeden, yetkileri mahallî idarelere,
yetkileri özel idarelere devrederek şu Ankara'daki bürokratik kilitlenmeyi
çözmek zorundayız değerli milletvekilleri. Prens Sabahaddin'in 101 yıl önce tartıştığı,
program halinde, proje halinde kamuoyunun gündemine getirdiği meseleyi, biz,
Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak hâlâ çözemedik. Onun için, 76 personeli
olan bir Avrupa Birliği genel sekreterliğinin kurulmasına, elbette, prensipte
karşı değiliz. Avrupa Birliğine giden yolun çok zahmetli, meşakkatli ve uzun
ince bir yol olduğunu hepimiz biliyoruz ve bunun için çok çaba sarf edilmesi
gerektiğini de biliyoruz. Devletteki, hükümetteki, ülkedeki kurumlar arasında
koordinasyonu sağlayacak bir müessesenin kurulması, elbette gereklidir; ama,
göreceksiniz ki değerli milletvekilleri, bu 76 kişiyle başlayan müessese, çok
kısa bir süre sonra dev bir kuruluşa dönecektir ve her geçen yıl eleman sayısı
katlanacaktır; bunu, yaşarsak göreceğiz.
Değerli milletvekilleri, bu yapılanmanın, bu
kurumsallaşmanın dışında, Avrupa Birliğine girmek için yapılması gereken en
önemli şeyin mantalite değişikliği olduğunu iddia ediyoruz. Öncelikle, Avrupa
Birilğine girmemiz için, şunu bunu değiştirmeden önce, kafa yapısının değişmesi
lazım; halk için olan, millet için var olan bir devlet anlayışının bu ülkede
hâkim kılınması lazım.
Bakınız, Kopenhag Kriterlerinin 1 inci maddesinde en
önemli olarak vurgulanan şey, demokrasinin güvenceye alınmasıdır. Demokrasinin
güvenceye alınmasının temel şartı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, sağlam,
kararlı bir şekilde çalışması ve bu Meclise verilen yetkileri kullanmasından
geçer.
Değerli milletvekilleri, bugün, üzülerek belirteyim ki,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin elinden yasama faaliyeti bile ciddî manada
alınmıştır. Eğer, bu ülkede güçler ayırımı varsa, yasama, yürütme ve yargı diye
üç kuvvet varsa, bu kuvvetlerden olan yasama Türkiye Büyük Millet Meclisine
verilmişse, biz bunu kullanmak durumundayız. İcra, yani yürütme organı, fiilî
olarak yasamayı eline geçirmiştir. 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisinin değerli mensupları 500 küsur tane kanun teklifini Meclis Başkanına
sunmuşlardır; siyasî parti gruplarının sunmuş oldukları kanun teklifleri
vardır; ancak, bunlardan kanunlaşanların sayısı bir elini parmaklarının
geçmeyecek kadar azdır. Nereden gönderiliyor bu kanunlar; bugüne kadar
yasalaşan metinlerin hemen hemen hepsine yakını, hükümetin Meclise sevk ettiği
tasarılardır. Başbakanlıktaki Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünde
bürokratlarımız otururlar, kanunları hazırlarlar, komisyonlarda hükümetin
çoğunluğu vardır, meseleler yeteri kadar müzakere edilmeden orada oylamaya tabi
tutulur, Genel Kurula iner, Genel Kurulda da "kabul edenler,
etmeyenler" parmaklar kalkar ve iner; bu yasaların çoğu, Meclisten bu
şekilde geçer değerli milletvekilleri. Bizim için hayatî önemi haiz olan birçok
yasa tasarısı bu Mecliste gereği gibi tartışılmadığı için, tekrar tekrar,
efendim, şu konuda bir aksaklık vardır, şu konu da göz önünde
bulundurulmamıştır, şu konu da yeteri kadar kapsayıcı değildir diye -vergi
mevzuatında olduğu gibi, Bankalar Kanununda olduğu gibi- önümüze gelir.
Değerli milletvekilleri, tekrar belirtiyorum, Avrupa
Birliğine giden yolda ilk madde, Türkiye'de demokrasinin bütün kurumlarıyla,
kurallarıyla oturmasıdır. Bunun da temel şartı, Meclisin omurgalı bir
vaziyette, omurgası sağlam bir vaziyette durması "egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir" ilkesine sahip çıkması ve kendi yetkisinde olan,
kendisine verilen bazı yetkileri başkalarına devretmemesi veya devredilmesine
tahammül ve müsamaha etmemesinden geçer. Parlamento sağlam durursa, bu ülkede
parlamenter demokrasi yaşarsa, Avrupa Birliğine girme sürecimiz kısalır.
Bakınız, medenî dünyada parlamenter demokrasi, artık, yerini katılımcı demokrasiye
terketmektedir. Sadece parlamenter demokrasi de yeterli değildir; sivil toplum
örgütlerinin katıldığı, milletin, vakıfların, derneklerin, sendikaların
katıldığı; bunların hesaba alındığı, bunların sözlerinin ciddiye alındığı bir
parlamenter sistem, bu ülkede tesis edilmelidir. Bunun da yolu, yine dediğim
gibi, biz Türkiye Büyük Millet Meclisi mensuplarının, bu konuda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan, selamlayıp,
konuşmamı bitireceğim.
BAŞKAN – Sayın Çelik, selamlarsanız, minnettar kalırız.
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu
mesele, bizim duyarlılığımızdan geçmektedir. Bu konuyla ilgili başka
söyleyeceklerimiz vardır, müteakkip maddelerde görüşlerimizi arz edeceğiz.
Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum efendim. (DYP
ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çevik.
Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.
Şahsı adına, İzmir Milletvekili Sayın Rahmi Sezgin;
buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika Sayın Sezgin.
RAHMİ SEZGİN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 504 sıra sayılı Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına
İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış
bulunmaktayım; bu vesileyle, saygılarımı sunuyorum.
Avrupa Birliğinin 10 Aralık 1999 tarihinde
gerçekleştirdiği Helsinki Zirvesinde Türkiye'nin tam üyelik adaylığının
tescili, Avrupa Birliğiyle ülkemiz ilişkilerini olumlu bir boyuta taşımıştır.
Tam üyelik süresince kamu kurum ve kuruluşlarında kendi görev alanlarına giren
konular üzerinde yoğun bir çalışmanın yürütülmesi ve bu çalışmaların işbirliği
içerisinde yapılması büyük önem kazanmıştır. Adı geçen genel sekreterliğin
çalışmalarının düzenli ve koordineli olabilmesi açısından Başbakanlığa bağlı
olması ve bütçenin Başbakan onayıyla gerçekleşecek transferlerle
karşılanmasında yarar olacaktır.
Görev yetkileri önceden belirlenen genel sekretere,
faaliyetlerde yardımcı olmak üzere en az üç genel sekreter yardımcısının
görevlendirilmesi de uygun olacaktır. Adı geçen genel sekreterliğin
çalışmalarının başarıya ulaşabilmesi ve plan ve program dahilinde yürütülmesi
için, söz konusu genel sekreterliğin teşkilat ve görevlerine ilişkin esaslar
düzenlenmelidir.
Sayın milletvekilleri, Türkiye açısından büyük önem
taşıyan Avrupa Birliğine tam üyelik ve her konuda Avrupa Birliğine uyum için
gerekli işlemlerin ve teşkilatlanmanın oluşmasına ihtiyaç vardır. Bugüne kadar
kurulan pek çok Avrupa Birliğiyle ilgili birimlerin, ne yazık ki, pek verimli
olmadığı ortaya çıkmıştır. Ekonomik uyumun özel sektörü de ilgilendirdiği göz
önüne alınırsa, adı geçen oluşumda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği gibi
kuruluşların da temsil edilmesinde yarar olacaktır. Kurulması öngörülen genel
sekreterliğin, uygulamadan ziyade, çeşitli kuruluşların çalışmalarının
koordinesinden ve yönlendirilmesinden sorumlu olması gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, ülkemizin tam üye adayı olması,
Avrupa Birliğiyle ülkemizin iyi yönde gelişmesine ve bugüne kadar taahhüt edildiği
halde gerçekleşmeyen yardımların olumlu yönde hız kazanmasına neden olmuştur.
Toplumumuzun her kesiminde Avrupa Birliğine üyeliğimiz büyük istek ve destek
görmektedir.
Sonuç olarak, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin
kurulmasının ülkemiz adına büyük önem taşıdığını bir kez daha vurgulayarak,
Yüce Meclisi saygılarımla selamlarım. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Efendim, şimdi, söz sırası, Ağrı Milletvekili
Sayın Nihai... Nidai Seven... Affedersiniz efendim... Ne yapalım yani!.. 119
uncu Birleşimden beri uykusuz devam ediyoruz Sayın Seven.
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Ağrılılar hep sizi izliyorlar
yani!..
BAŞKAN – Buyurun Sayın Seven.
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; 504 sıra sayılı kanun tasarısı hakkında şahsım adına bazı
konuları sizlere arz etmek istiyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biliyorsunuz, 1963 yılından beri, özellikle otuzyedi
yıllık bir süreç içerisinde, Avrupa, devamlı, Türkiye'ye yanlış yapmıştır. 1996
yılından itibaren gümrük birliğine kabul edilmemiz, 10-11 Aralık 1999
tarihlerinde bin yılın bildirgesinin kabul edilmesi, yine, 13 Ekim 1999'da
Avrupa Komisyonu tarafından mesafe raporunun ve karma belgesinin
yayımlanmasıyla, Türkiye'nin hangi süreç içerisinde olduğu görülmektedir.
Malumlarınız olduğu üzere, Bulgaristan, Slovenya,
Romanya, Polonya, Malta, Litvanya, Letonya, Estonya, Kıbrıs, Polonya, Slovakya
ve Çek Cumhuriyetleri arasında 13 üncü ülke olarak Türkiye, Avrupa Birliğine
aday ülkeler arasında en güçlü ülke olarak görülmektedir.
Türkiye'nin özellikle 21 inci Yüzyılda önemli iki
hedefi olmalıdır. Bunlardan bir tanesi, Türkiye ile tarihi paylaşmış
toplumların yaşadığı coğrafyanın büyük önemi vardır. Aynı inancı, aynı kültürü,
aynı dili paylaştığımız insanların var olduğu coğrafya olan Kafkasya, Ortaasya,
Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Sudan, Yemen gibi ülkelerle yıllardır ortak
özellikleri paylaşmışızdır.
Yine, ikinci hedef olarak, Avrasya'da Türkiye'nin
belirleyici ve merkezî bir konumda yer alması, bizler için çok önemli bir
olaydır. Türkiye'nin, bütün geleceğini sadece Avrupa Birliğine bağlaması doğru
değildir. Türkiye, artık, kendi bilgi birikimini, kendi tarihini, kendi gücünü
dışsiyasette daha etkin bir şekilde ortaya koyan bir ülke olmalıdır. Ülkemizin,
imaj yönünde, gücünün etkinliği konusunda hiçbir eksiği bulunmamaktadır.
Dünyada kendimize duymuş olduğumuz güveni, bizim, en iyi şekilde, dünya
ülkelerine göstermemiz gerekmektedir.
Avrupa Birliğinin, biliyorsunuz, özellikle 29 bölüm ve
110 000 sayfadan teşekkül bir mevzuatı bulunmaktadır. Bugün, özellikle iki üç
yıl içerisinde gerek Devlet Planlama gerekse bakanlıklar nezdinde yapılan
çalışmalarla, bu 110 000 sayfalık mevzuatın neredeyse yüzde 60'ı incelenmiş, 18
bölümü tamamen tasnif edilmiş, geriye kalan 13 bölümlük kısmı da tamamen
bitirilmiştir. Bunların içerisinde, malumunuz olduğu üzere, şirketler hukuku,
rekabet, devlet yardımları, ekonomik ve parasal birlik, istatistik, KOBİ'ler,
bilim ve araştırma, eğitim ve staj, kültür, görsel, işitsel, sanayi
politikaları ve hizmetlerin serbest dolaşımı ile sermayenin serbest dolaşımı
bulunmaktadır.
Bugün, Avrupa Birliği değerlendirmesi yapılırken,
Türkiye'nin, Avrupa Birliği nezdinde herhangi bir aday ülke olmadığını mutlaka
bilmemiz gerekir. Türkiye, buraya, kendi kimliğiyle, kendi tarihiyle
katılmalıdır. Avrupa Birliğine Türkiye'nin getirdiğini, başka hiçbir ülke
getiremez.
Yine, Türkiye, kendi tarihiyle, kendisine özgü bir
medeniyet ve modern bir İslam ülkesi olarak, yeni bir modelle, çağı paylaşma
modeliyle, çoğulcu demokrasi anlayışıyla, yepyeni bir model olarak Avrupa
Birliğinin karşısına çıkmalıyız.
Bugün, Avrupa Birliği nezdinde, Türkiye'nin yapmış
olduğu otuzyedi yıllık süreçte, eğer, Avrupa bize yanlış yaptıysa, biz,
yapacağımız çalışmalarla, etkinliğimizi, gücümüzü bütün dünyaya gösterdiğimiz
gibi, Avrupa'ya da göstermemiz gerekir ve bu konuda, Avrupa Birliğine
yaklaşırken, tamamıyla, hem cumhuriyet sahibi olduğumuzu hem de Müslüman ülke
olduğumuzu unutmamalıyız.
Bu, 504 sıra sayılı kanun tasarısının özellikle 1 inci
maddesinde, Avrupa Birliği...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NİDAİ SEVEN (Devamla) – Bitiriyorum efendim.
BAŞKAN – Siz Ağrılılara beni şikâyet ettiniz; onun
için, buyurun, bitirin; biz, Ağrı'yı çok severiz.
NİDAİ SEVEN (Devamla) – Sağ olun. Biz Ağrılılar da sizi
çok seviyoruz.
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine hazırlanmasına
yönelik çalışmaların, kamu kurum ve kuruluşlarının nezdinde belirli programlar,
belirli planlar ve belirli uyum içerisinde yapılması, yapılan çalışmaların bir
an önce gerçekleştirilmesi konusunda özellikle Avrupa Birliği Genel
Sekreterliğinin kurulması uygun olacaktır.
Ben, bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Seven teşekkür ederim.
Sayın Bakan yerinden bir açıklama yapacaklar; buyurun.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Önce, değerli konuşmacı arkadaşım Nidai Seven'e
teşekkür ediyorum; ancak, zabıtlarda yanlış anlaşılabilir endişesiyle
-kendisinin gerçek düşüncesini de yakından bildiğim için- bir haksızlığa
uğramaması amacıyla, bir hususu açıklığa kavuşturmak istedim.
Bildiğiniz gibi, Avrupa Birliği Kıbrıs ile değil, Güney
Kıbrıs Rum yönetimiyle müzakere yapıyor. Yine, hepimizin bildiği, bütün
dünyanın bildiği gibi de, biz, sadece, Türkiye Cumhuriyeti olarak, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyetini tanıyoruz. Sayın konuşmacının "Kıbrıs" sözcüğü,
bizim Türkiye'de herkesin anladığı gibi, Güney Kıbrıs Rum yönetimidir diye
düşünüyorum. İleride başka türlü bir haksızlığa, haksız bir yoruma uğramasın
diye, onun için, kendisinin de hoşgörüsüyle, düzeltme yapmak istedim.
Teşekkür ederim.
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Tabiî, Güney Kıbrıs olarak
söyledim; haklısınız Sayın Bakan; teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum efendim.
Efendim, 1 inci madde üzerinde görüşmeler tamamlandı.
1 inci maddeyi...
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Karar yetersayısının
aranılmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Tabiî efendim... Tabiî efendim...
Karar yetersayısı arayarak, 1 inci maddeyi, elektronik
cihazla oylarınıza sunacağım.
Kaç dakika süre vereyim efendim?
AYDIN TÜMEN (Ankara) – 5 dakika süre verin. (FP
sıralarından "3 dakika" sesleri)
BAŞKAN – Efendim, Grup Başkanvekili "5
dakika" diyor, niye itiraz ediyorsunuz?!
Oylama için 5 dakika süre veriyorum efendim!
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elekronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar yetersayısı vardır.
1 inci madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin görevleri
MADDE 2. – Avrupa Birliği Genel Sekreterliği;
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Dışişleri Bakanlığınca yürütülen
dış ilişkilerin koordinasyonu ve katılım müzakereleri dahil tüm dış temas ve
müzakereler çerçevesinde aşağıda belirtilen görevleri yürütür.
a)Kamu kurum ve kuruluşlarınca yürütülecek iç uyum
çalışmalarında plan ve programlara uygun olarak koordinasyonu sağlamak.
b)Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine hazırlanması
amacıyla oluşturulacak kurul ve komitelerin sekreterya hizmetlerini yürütmek ve
anılan kurul ve komiteler tarafından alınan kararların uygulanmasını
yönlendirmek.
c)Hükümetin ve oluşturulacak kurul ve komitelerin
kararları doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemeleri yapmak.
d) Görev alanına giren konularda sözleşme ile yurt içi
veya yurt dışında gerçek ve tüzel kişilere araştırma, etüt ve tercüme işleri
yaptırmak.
e)Yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetlere ilişkin
olarak yönetmelik, tebliğ, genelge ve benzeri düzenleyici işlemleri Başbakanlık
vasıtasıyla yapmak.
BAŞKAN – Efendim, 2 nci madde üzerinde, Fazilet Partisi
Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun efendim.
FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 504 sıra sayılı Kanun Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde
Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlarım.
Kanun tasarısının bu maddesi, Avrupa Birliği Genel
Sekreterliğinin görevlerini düzenlemektedir. Bu görevleri kısaca:
a) Kamu kurum ve kuruluşlarınca yürütülecek iç uyum
çalışmalarında plan ve programa uygun koordinasyonu sağlamak,
b) Hükümetin ve oluşturulacak kurul ve komitelerin
kararları doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemeler yapmak,
c) Görev alanına giren konularda, sözleşmeyle, yurtiçi
ve yurtdışında gerçek ve tüzelkişilere araştırma, etüt, tercüme yaptırmak,
d) Hizmet alanıyla ilgili tebliğ, genelge ve benzeri
düzenleyici işleri Başbakanlık vasıtasıyla yapmak.
Esasında, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının 331
inci ve müteakip paragraflarında da "Helsinki Zirvesi Sonuç Belgesinde,
Türkiye için de diğer aday ülkelere olduğu gibi bir Katılım Ortaklığı
hazırlanması öngörülmüştür" denilmektedir ve Türkiye için bu maksatla
ulusal plan hazırlanacağı, bunun için de esasın Kopenhag kriterlerine uyum
olacağı belirtilmektedir.
Planın 328 inci paragrafında, Türkiye ile katılım
müzakerelerinin, Türkiye'nin Kopenhag siyasî kriterlerini yerine getirmesinin
ardından başlatılacağının zirvede kesin bir şekilde belirtildiğinden
bahsedilmektedir.
Şimdi, Türkiye'nin, bu şartlar altında esas karar
vereceği nokta;
1- Gerçekten Avrupa Birliğine girmek istiyor muyuz?
2- Buna kendimizi hazır görüyor muyuz?
3- Girmeye kararlı isek, bunu en çabuk nasıl
sağlayabiliriz?
Sorularına verilecek cevaplardır.
Bu konuda kamuoyunda son günlerde yapılan tartışmalarda
ortaya çıkan netice, Türkiye'de sivil kesimde, Avrupa Birliğine girme konusunda
kesine yakın bir birlik sağlanmış durumdadır; fakat, bazı siyasî parti genel
başkanlarınca "devlet" olarak nitelenen kesim ise bu konuda istekli
görünmemektedir. Bu kanıyı kuvvetlendiren en önemli gelişme ise, son Millî
Güvenlik kararlarıdır. Bu kararların özü, Türkiye'nin, Kopenhag siyasî
kriterlerini kabul edecek durumda olmadığıdır; fakat, ülkemizde, Avrupa Birliği
konusunda toplum öyle bir noktaya gelmiştir ki, artık, bu noktadan geriye dönüş
mümkün değildir. Onun için, ülkemizi Avrupa Birliğine hazırlamak için gerekli
uyum çalışmalarına, yurt içinde ve yurt dışında gerekli çabaları göstererek
başlamalıyız.
Millî Güvenlik Kurulunun ve birkısım sivil kesimlerin
de Avrupa Birliğine uyum konusunda en büyük endişesi, bu birlik içerisinde
üniter devlet yapısının çözülmesi, Kıbrıs ve Ege sorunlarıdır. Bu sorunların en
önemlisi görülen üniter devlet yapımızın gerçek anlamda sağlanmasının temeli,
insan hakları ve düşünce özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılmasından,
ülkemizin, ekonomik yönden komşularının ilerisinde olmasından ve bu toplumda
yaşayan herkesin, kendisini bir özgüven ve gururla bu ülkenin saygın bir
vatandaşı olarak görmesinden geçer. Bunun en temel öğesi, devletin, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının önemli bir bölümünü "irticaî ve bölücü
sebepler" adı altında iç düşman diye görmemesinden, algılamamasından
geçer. Bunun en temel şartı ise, Türkiye Cumhuriyeti içerisindeki, hiçbir ama
hiçbir kurumun, kendini, bu Meclisin üzerinde veya eşit olarak görmemesinden,
bu ülkenin her kurumunun bu Meclisi kendisinin amiri ve üst kurumu olarak
görmesinden ve kabul etmesinden geçer; yani, sivil idarenin, Avrupa Birliği
ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de egemen olmasından geçer.
Peki, Avrupa Birliğine katılım yolunda 13 aday ülkeye
yönelik olarak Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan 1999 yılı ilerleme
raporları Türkiye'yi nasıl görüyor; bir de, bu konuyu irdelemek ve tartışmak
isteriz.
Aday ülkelerin katılım yönünde ilerleme raporları ve
karma belge 1999'un beşinci bölümünde şu noktalara dikkat çekildiğini görürüz:
Durum değerlendirmesi bölümünde, Ekim 1998'de, komisyonun, stratejiyi yılda 50
milyon euro tutarında bir malî paketle desteklemek üzere tasarlanan ve hâlâ
Avrupa Parlamentosunda bekleyen iki teklif ortaya koyduğu belirtilmekte ve
Türkiye için, Avrupa stratejisinin, diğer aday ülkelere kıyasla daha dar bir
çerçevede ele alındığı belirtilmektedir.
Yine devamla, özetle, uyumlulaşma sürecine destek
olabilecek Avrupa Birliği malî yardımının kısıtlı kaldığı da kabul
edilmektedir.
Yine, burada, esas olan, eğer Avrupa Birliğine üye
olmayı cidden istiyorsak, bir an önce olmalıyız. Belki, bugünden yarına, Avrupa
Birliğine tam üye olabilsek, ülkemize 15 milyar dolara yakın bir kaynak
transferinin mümkün olabileceği, uzmanlarınca belirtilmektedir.
Yine, aynı çevrelerin önemli itirazı ise şu yöndedir:
Avrupa Birliğinin, fakir ülkelere giden fonları azaltma yolunda ciddî bir
çabası olduğu ve misal olarak, ortak tarım çerçevesinde verilen fonların
düşürüldüğü ve bunların tamamen ortadan kaldırılması için, başta, İngiltere
olmak üzere, birtakım üye ülkelerde ciddî bir gayretin görüldüğü
belirtilmektedir. Yine, uyum fonlarının azaltılması yönünde de çalışmalar
başlamıştır.
Burada, önemli olan, yeni üye olmak isteyen ülkelerin
genellikle Doğu Avrupa ülkeleri olduğu, bunların da ekonomik yönlerinin bizim
gibi iç açıcı olmadığı, dolayısıyla, bizim gibi üye oldukları takdirde, fonları
tüketecek bu aday ülkeler içerisinde, diğerinden bir basamak önde giden çok
daha avantajlı olacaktır.
Onun için, Avrupa Birliğinin, fonlarını tüketmiş ve
ekonomik yönden eski desteğini sağlayamayacağı bir döneme girmeden üye olmak,
ekonomik yönden çok daha avantajlı olacaktır. Bu bakımdan, 1970'li yılların son
dönemlerinde, Yunanistan, Avrupa Birliğine aday olmak için müracaat ettiğinde,
müracaat etmeyip treni kaçıranların tarih önündeki vebali büyük olacaktır.
Yine, raporun, Türkiye'nin üyelik kriterlerini yerine
getirmekte kaydettiği ilerleme bahsinde, politik kriterler bölümünde şöyle
denilmektedir: "Temel haklara saygı, aday ülkelerde genel olarak garanti
edilmiştir, aday ülkelerin çoğu, temel insan hakları belgelerini
onaylamaktadır."
Geçen yılki raporda işaret edilen sorunlar açısından,
Türkiye'nin durumunda az bir gelişme kaydedilmiştir. Komisyon, insan haklarına
ve azınlıkların haklarına saygı konusundaki eksikliklerden ve Millî Güvenlik
Kurulu kararlarıyla ordunun politik yaşamda oynadığı anayasal rolden kaygı
duymaya devam etmektedir.
Kamu görevlilerinin insan haklarını istismar etmesine
karşı mücadelede, yetkili makamların niyetini yansıtan bazı iyileştirmeler
olmuştur. Bununla ilgili, son zamanlarda, bazı yasal ve idarî düzenlemeler
kabul edilmiştir" denilmektedir.
Burada net olarak görülmektedir ki, eğer, bizim
dışımızda kurulmuş ve bizlerin yıllardan beri büyük bir arzuyla katılmak
istediğimiz Avrupa Birliğine katılacak isek, katılmak isteyen biz, isteksiz
davranan onlar ise, o takdirde, bizlerin, onların şartlarını kabul etmekten
başka alternatifimiz kalmamakta, bunlar da Kopenhag siyasî kriterlerine uymak
ve bu kriterlerin, olmazsa olmaz şartı ise sivilleşmek, dolayısıyla, Millî
Güvenlik Kurulunun Genel Sekreterliğiyle birlikte sivilleşip, sivil idarenin
emrine girmesidir.
Bu bölümün sonuç kısmında "özet olarak,
Slovakya'daki çok olumlu gelişmelerle, Türkiye hariç, aday ülkelerin, hukukun
üstünlüğüne saygı gösteren istikrarlı ve sağlam demokrasiler inşa edilmesinde
genel sicilleri iyileşmiştir" denilmektedir.
Burada acı olanın, raporun, hukukun üstünlüğüne saygı
gösterme konusunda, ülkemizi, diğer aday ülkelerden ayırmasıdır.
Açıkçası, hiç kimse, bir şiir okuduğu için ömür boyu
siyaset yasağı alan bir büyükşehir belediye başkanını veya bir konuşmasından
dolayı bir eski başbakanı cezalandırmayı içine sindirememektedir.
Dışarıdan, Avrupa Birliğinden, ülkemizin hukukî
durumunun net fotoğrafı işte budur.
Raporda, katılım stratejisi olarak "Türkiye'deki
reformları teşvik etmek ve desteklemek için Avrupa stratejisi temelinde şu
adımlar atılmalıdır:
a) İnsan hakları konusunda özel atıf yapılarak, politik
diyaloğun artırılması,
b) Tüm katılım öncesi Avrupa Birliği malî yardım
kaynaklarının tek bir çerçevede eşgüdümünün sağlanması,
c) Bütün topluluk programları ve kurumlarına tam
katılım oranı,
d) Müktesebatın benimsenmesi için bir ulusal programla,
birlikte bir katılım ortaklığının kabul edilmesi,
e) Türkiye'nin, mevzuat ve uygulamalarını
uyumlaştırmak, müktesebatının analitik bir incelemesine yönelik bir sürecin
başlaması."
İşte, bilhassa bu konular dahi, bugün kurmak
istediğimiz Genel Sekreterliğin önünde ne kadar önemli ve yoğun gündemin
olduğunun en önemli belirtileridir. Genel Sekreterliğin, bu konuları en kısa ve
en kapsamlı bir şekilde yerine getirebilmesi için yoğun bir çalışma içinde olması
gerekmektedir.
"Resmî sonuçlar" bölümünde, komisyon, Avrupa
Birliği Konseyine şu tavsiyelerde bulunmaktadır: "Türkiye bundan böyle
aday ülke olarak kabul edilmiştir; ancak, bu aşamada müzakerelerin açılması söz
konusu değildir" denilmekte ve "Türkiye, gümrük birliği
çerçevesindeki yükümlülüklerinin çoğuna uymaya devam etmektedir; özellikle,
rekabet ve gümrük alanlarında müktesebatıyla tam bir uyumluk sağlamak için
ilave gayretler sarf edilmelidir. Avrupa stratejisinde belirlenen alanların
çoğunda uyumlaşma çabaları devam etmiştir; ancak, Türkiye, idarî yapılarını
daha fazla modernleştirmeli ve personel eğitimini artırmalıdır.
Görüldüğü üzere, bu bölümde, insan hakları, hukukun
üstünlüğü ve azınlık hakları konusunda getirilen eleştiriler kadar yoğun bir
eleştiri olmayıp, birtakım temennilerle bölüm geçiştirilmektedir.
Türkiye'nin, katılım yönünde ilerlemesine ilişkin
komisyon raporunun "düzenli rapor" 1999 ikinci bölümünde ise
"Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki ilişkiler" bölümünün "son
gelişmeler" kısmında, özellikle Apo konusu incelenmekte, inanç özgürlüğü
ve dindarlara yapılan baskılar konusunu, âdeta, geçiştiren Avrupa Birliği, bu
bölüme ise oldukça geniş yer ayırmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkan, şahsım adına da
söz istemiştim...
BAŞKAN – Şahsınız adına vermeyeceğim; buna ilave
edelim; olmaz mı?
ASLAN POLAT (Devamla) – Şahsım adına da...
BAŞKAN – Şahsınız adına değil... Kaç dakika daha süre
istiyorsunuz?
ASLAN POLAT (Devamla) – Şahsım adına istediğim sözü de
verirseniz, konuşmamı bitirebilirim ve başka söz almama gerek kalmaz.
BAŞKAN – Şahsı adına söz isteyen başka milletvekilimiz
de olduğu için... Üst üste gelmiyor. Siz toparlayın; süre vereyim size.
Buyurun efendim; nerede keseceğinizi bilirsiniz. Yine
şahsınız adına da söz veririm.
ASLAN POLAT (Devamla) – Peki.
Netice olarak, görüldüğü gibi, Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği kurmakla iş bitmiyor, belki yeni başlıyor; çünkü, Avrupa Birliğine
katılımın esası olan farkları kabul edip içine sindirme, ifade ve fikir
özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, eğitim hakkının kutsallığı gibi konuları
çözmedikçe bu konuda bir adım dahi atmış olamayız.
Kanun tasarısının hayırlı olmasını diler, hepinize
saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
İkinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Van
Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik'te.
Buyursunlar efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Değerli Başkan,
sayın milletvekilleri; bugün görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı, eğer, bu
Meclisten geçerse, 21 inci Dönem milletvekilleri olarak 200 üncü kanunu
çıkarmış olacağız; hayırlı, uğurlu olsun; Allah nazardan saklasın. Meclisimiz,
bir kanun makinesi gibi çalışıyor; kutluyorum. Ancak, değerli milletvekilleri,
bu seri kanun çıkarma meselesi ne kadar sağlıklıdır; ayrıca bunun tartışılması
lazım.
Bakınız, biz, 1982 yılından beri, bir darbe sonrası
hazırlanan bir anayasayla idare ediliyoruz. Avrupa Birliğine girme süreci de
önümüze çıkan en büyük engellerden, handikaplardan birinin bu olduğu, bütün
değerli milletvekillerince bilinmektedir.
Bu Parlamentoda, bu Anayasayı değiştirecek iradenin
olduğuna inanıyorum; ama, nedense -bizi bağlayan birileri mi var,
bilmiyorum- bu konuda bir türlü bir
konsensüse varıp, hepimizin şikâyet ettiği, hepimizin antidemokratik hükümler
içerdiğini düşündüğümüz, hepimizin bir yığın haksızlıklarla, yanlışlıklarla
dolu olduğunu ifade ettiğimiz bu Anayasayı değiştirme yönünde bir gayret, bu
Mecliste görülmüyor. Zaman zaman bazı maddeleri değiştiriyoruz. Bu maddeleri
de, daha çok, Batı'nın diretmesi veya önümüze sürmesi sürecinde değiştiriyoruz.
Değerli milletvekilleri, bir yasal değişiklik yaparken
veya bir kanun çıkarırken, birileri böyle istiyor diye değil, Avrupalılar bunun
böyle olmasını istiyor diye değil, bizim halkımız, bizim insanımız, bizim
ülkemiz buna layık olduğu için yapalım.
Bakınız, Devlet Güvenlik Mahkemelerindeki asker üyeyi,
anayasa değişikliği yaparak çıkardık. Bunu niçin çıkardık, kendimiz istediğimiz
için mi çıkardık?.. Bu soruyu kendi kendimize sormak zorundayız.
Tanzimat Fermanından beri bu ülkede yapılan yapısal
değişikliklerin büyük bir çoğunluğu, kendi isteğimizle, kendi iç
dinamiklerimizin dürtmesiyle değil, daha çok, dışarıdan müdahalelerle
yapılmıştır. Artık bunun terk edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Anayasa başta olmak üzere, Avrupa Birliğine giden yolda
ciddî hukukî düzenlemeler yapmak zorundayız.
Türk Ceza Kanununda, Siyasî Partiler Kanununda çok
ciddî değişiklikler yapılması lazım değerli milletvekilleri.
Bizim Anayasamız "lakin", "ancak",
"fakat" kelimelerinin en fazla kullanıldığı anayasalardan biridir.
Bir bakıyorsunuz, bir hüküm:"Din ve vicdan hürriyeti önünde hiçbir engel
yoktur; ancak..." "İnsanlar düşüncelerini hür ve serbest bir biçimde
ifade edebilirler; ama..." Bu, amaların, ancakların, lakinlerin,
fakatların bol bulunduğu bu Anayasayı değiştirmek zorundayız. Bunu
değiştirmediğimiz sürece de, Batı'yla hukukî anlamda entegrasyonumuzun
düşünülmesi mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğine girebilmemiz
için Avrupa'nın önümüze sürdüğü ve Avrupa Birliği müktesebatı denen, 31 başlık
ve maddeden oluşan bir uyum yasaları programı vardır. Bunlarda ne kadar mesafe
kat ettik? İfade edilmektedir ki, Avrupa Birliğiyle bizim hukukî
entegrasyonumuz için uyum kanunlarımız, ancak yüzde 10 mertebesindedir. Peki,
bu yüzde 90'lık kısmını ne zaman yapacağız?.. Bu konuda elimizi çabuk tutmamız
lazım.
Sekizinci Beş Yıllık Plan çerçevesinde, Sayın Sanayi ve
Ticaret Bakanımız bu kürsüden bir şey söylediler, dediler ki -ki, bu, zaten,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında da ifade edilmiştir- cumhuriyetin 100
üncü yılında, yani 2023 yılında Türkiye için bir perspektif çizilmiştir ve
deniyor ki, Türkiye, 2023 yılında, kişi başına düşen gayri safî millî hâsılası
20 000 dolar olan bir ülke olacaktır ve böylelikle, Avrupa Birliği
standartlarına ulaşılacaktır.
Değerli milletvekilleri, biz, 2023 yılında, kişi başına
düşen gayri safî millî hâsılası 20 000 dolar olan bir ülke olduğumuz zaman, bu
yirmiüç yıl boyunca Avrupalıların uyuyacağını falan mı düşünüyoruz?! Bakınız,
bugün, Avrupa Birliği ülkelerinde kişi başına düşen bu gayri safî millî
hâsılanın ortalaması 23 500 dolardır... Bugün bile 23 500 dolardır. Benim
ülkemde kişi başına düşen gayri safî millî hâsıla 3 160 dolardı; 57 nci hükümet
sayesindeki bu 6,4'lük küçülmeden sonra 2 878 dolara inmiştir. Avrupa
Birliğinin en fakir ülkesi Portekiz'dir; Portekiz'de kişi başına düşen gelir 11
600 , Yunanistan'da 11 800 dolardır değerli milletvekilleri.
Biliyorsunuz, Kopenhag kriterlerinin en önemlilerinden
birisi -bu, Maastricht kriterlerinde teyit ve tekit edilmiştir- özellikle, o
ülkelerin ekonomik durumu değerlendirilirken, bütçe açığı, faiz, enflasyon gibi
bazı kıstaslar getirilmiş olmasıdır. Bizim
ülkemizde enflasyonun durumu malum.
Avrupa Birliğine mensup olan ve enflasyonu en yüksek
olan ülkelerden birisi Portekiz'dir. Yıllık enflasyon 2,7'dir değerli
milletvekilleri... Bir tarafta, yıllık 2,7'lik bir enflasyon -bu, bizim aylık
enflasyonun bile yarısı kadardır- öte yanda, yüzde 60'lık enflasyon olduğu
zaman, biz, seviniyoruz, çok şey başardığımızı söylüyoruz!
Değerli milletvekilleri, biz, millet olarak,
üzüntülerimizi de sevinçlerimizi de bir dozda tutmayı pek beceremeyiz;
sevindiğimiz zaman aşırı seviniriz, üzüldüğümüz zaman da aşırı üzülürüz. Avrupa
Birliğine üye olmak, aslında, Türkiye için elbette önemlidir; ancak, bu, zil
takıp oynayacağımız kadar büyük bir başarı olarak kabul edilmemelidir. Kaldı
ki, Avrupa Birliğine üye olarak alınırken, Türkiye Cumhuriyeti bazı bedeller
ödemek zorunda kalmıştır.
Dönemin Cumhurbaşkanı, yani 9 uncu Cumhurbaşkanımız
Sayın Süleyman Demirel, bu Helsinki Zirvesinin ardından Ankara Ticaret Odasında
düzenlenen "Helsinki Zirvesi Ardından Türkiye-Avrupa Birliği
İlişkileri" Panelinde, 15 Aralık 1990'da yaptığı konuşmada bakın ne diyor
değerli milletvekilleri; dönemin Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bakınız
ne diyor: "Helsinki kararının bazı paragraflarının bizim açımızdan
tartışmalı yönleri bulunduğu bir vakıadır; ancak, unutulmamalıdır ki, bu karar,
bizim temsil edilmediğimiz 15 üyeli Avrupa Birliği Konseyi tarafından
alınmıştır ve Yunanistan ile diğer 14 ülke arasındaki müzakereler sonucunda
oluşmuş bir 'al-ver' dengesini yansıtmaktadır."
Bunu, Helsinki Zirvesinin ardından, dönemin Sayın
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel söylemektedir. Avrupa Birliğinin diğer 14 üyesi
ile Yunanistan arasındaki bir "al-ver" pazarlığından sonra, Türkiye,
Avrupa Birliğine üye ülke olarak kabul edildi. Nedir bu al–ver meselesi? Bize
dediler ki, bu Kıbrıs meselesi, Kıbrıs, sizinle Yunanistan arasında bir
meseleydi; ancak, bu mesele, bundan sonra, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında
bir meseledir. Ege meselesi, Yunanistan ile Türkiye arasında bir meseleydi;
ama, bundan sonra, bu, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında bir mesele haline
gelmiştir. Sayın Cumhurbaşkanının temas ettiği mesele de budur değerli
milletvekilleri.
Bir başarıya
imza atılırken övünmek, onur duymak, gurur duymak, elbette bizim hakkımızdır;
ancak, başarılarımızı mercek altına alarak, kendi kendimizi kandırmanın anlamı
yoktur.
2023 yılında Avrupa Birliğine kabul edildiğimizi
varsayalım; çünkü, Avrupa Birliği kriterlerinin bize göstermiş olduğu hedeflere
o zaman ulaşacağız.
2023 yılında Türkiye'nin tahmini nüfusu 90 milyondur
değerli milletvekilleri. 90 milyonluk nüfusuyla, Türkiye, Avrupa'nın en büyük
ülkesi olacaktır, Avrupa Birliğinin en büyük ülkesi olacaktır, destekleme
fonlarından en fazla yararlanan ülke konumuna gelecektir, Avrupa
Parlamentosunda en fazla sayıyla temsil edilen bir ülke konumuna gelecektir.
Eğer, biz, Avrupa Birliğine üyelik meselesini 2023 yılına kadar bırakırsak,
biz, bu meseleyi, o zamana kadar sürdürürsek, Avrupalılar, Avrupa
Parlamentosunda, -çoğunluğu Türk Parlamentosundan oluşan, Türklerden oluşan-
destekleme fonlarının büyük bir kısmının Türkler tarafından kullanıldığı bir
birliğine kolay kolay yanaşmazlar; bu, onların işine gelmez. Bu konuda sayın
hükümeti uyarıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim; toparlayın.
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı çerçevesinde bize öngörülen, 2006 yılındaki kişi başına düşen gayri safî
millî hâsılamız 4 000 küsur dolar olacaktır. Bugün, Avrupa Birliğine üye olarak
kabul edilen Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu, bu rakamı çoktan aşmıştır.
Değerli milletvekilleri, dolayısıyla, gerek hukukî
gerek siyasî gerekse ekonomik olarak elimizi çok çabuk tutmak zorundayız.
Avrupa müktesebatının öngördüğü bu 31 maddelik uyum yasalarını, uyum
prosedürünü tez elden, mutlak surette çabuklaştırmalıyız. Aksi takdirde, bizim
için avantaj olabilecek bu süreç, aleyhimize döner ve dezavantaj olur.
Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum efendim.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.
Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat;
buyursunlar efendim. (FP sıralarından alkışlar)
ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.
504 sıra sayılı kanun tasarısının 2 nci maddesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Şimdi, bu, 1999 Avrupa Birliği İnceleme Raporuna devam
ediyorum... Raporun "resmî sonuçlar" bölümünde, Komisyon, Avrupa
Birliği Konseyine şu tavsiyelerde bulunmaktadır: "Türkiye, bundan böyle
aday ülke olarak kabul edilmelidir ve edilmiştir. Yalnız, bu çerçevede
müzakerelerin başlaması da mümkün değildir" denilmekte ve yine devam
etmektedir: "Meşru çıkarlar, şiddet yoluyla değil, politik bir süreç
yoluyla ifade edilmelidir."
Yine raporda "Avrupa Birliği, Türkiye'nin toprak
bütünlüğünü tamamen destekler. Aynı zamanda, Türkiye'nin sorunlarını, insan
haklarına ve demokratik bir toplumda, hukukun üstünlüğüne tam saygılı, politik
yollardan ve Avrupa Konseyinin bir üyesi olarak taahhütlerine uyum biçiminde
çözmesini bekler. Bu bağlamda, terörizme karşı mücadeleyi politik çözümler
arayışından ayırmaya ve uzlaşmayı teşvik etmeye yönelik tüm sahici çabaları
memnuniyetle karşılar. Bunu desteklemek için, Avrupa Birliği, devamlı malî
yardım dahil, katkıda bulunmaya hazırdır. Türkiye'nin, bu sorunları, bu tutum
içinde ele alma çabaları, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini ancak olumlu
etkileyebilir" denilmektedir.
Burada da görülmektedir ki, Avrupa Birliğinin bize
karşı en duyarlı olduğu konu bu konudur. Bu konu, Avrupa Birliğine girerken
bizi en çok meşgul edecek ve bizlerin de çok dikkatli ve duyarlı olarak çözüm
bulmaya çalışacağımız konudur.
"Siyasî kriterler" bölümünde, "son
gelişmeler" bölümünde "1998 yılında Refah Partisinin kapatılmasından
sonra, ayrılıkçılığı teşvik ettiği gerekçesiyle Demokratik Kitle Partisinin
kapatıldığı, Fazilet Partisinin kapatılması istemiyle Başsavcılıkça da dava
açıldığı" belirtilmektedir.
"Demokrasi ve hukukun üstünlüğü" bölümünde
ise, "siyasî partiler sistemiyle ilgili olarak, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Ağustos 1999'da, Siyasî Partiler Kanununda, siyasî partilerin
kapatılması ve üyelerinin siyasî hayata katılmaktan men edilmelerini
zorlaştıran bazı değişiklek yaptı" denilmektedir.
Burada önemli olan, "demokrasi ve hukukun
üstünlüğü" bölümünün, sadece siyasî partilere ayrılması ve parti
kapatılmasının zorlaştırılmasından övgüyle bahsedilmesidir.
Buradan çıkan sonuç şudur: Avrupa Birliği, şiddete
başvurmayan hiçbir siyasî parti ve siyasî hareketin yasaklanmasını kabul
etmemekte.
Yargıtay Başkanı başta olmak üzere, birçok hukukçunun
belirttiği gibi, Avrupa Birliği mevzuatı ve hukuk sistemi bizi de bağlıyor ise,
Türkiye Büyük Millet Meclisinden, acilen, bu yönde ek kanunlar çıkmalı ve
mahkemelerin de, bizzat Adalet Bakanının söylediği gibi "28 Şubat sonrası
mahkemeler, 312 nci maddeyi, biraz da zorlayarak uyguladılar" söyleminin
tam aksi yönünde kararlar verirken, hukukun üstünlüğünü ve özgürlüğünü esas
alan Avrupa Birliği mevzuatına uygun yorumlarla karar vermeleri temennimizdir.
"İnsan hakları ve azınlıkların korunması"
bölümünde, "medenî ve siyasî haklar" bölümünde "Ekim 1998'den bu
yana bazı olumlu adımlar atılmış olsa da, Türkiye'de kaygı verici sorunlar hâlâ
mevcuttur" denilmektedir.
"Uluslararası örgütlerden alınan son bilgiler,
işkencenin, kayıpların ve yargısız infazların, sistematik değilse de, hâlâ
mevcut olduklarını teyit etmektedir" denilmekte ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, Temmuz 1999'da verdiği bir hükümle, bir kez daha, yargısız
infazların ve işkencenin varlığını vurgumaktadır. Dolayısıyla, son düzenli
raporda anlatılan durum, büyük ölçüde değişmiş değildir. Yine de, Türkiye'de,
doğru yönde giden bazı adımlar açıkça atılmıştır.
Yine, raporda "Türkiye, Ekim 1997'de, Avrupa
Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi Heyetinin Türkiye'ye yaptığı ziyareti
müteakip hazırlamış olduğu raporun yayımlanmasına Şubat 1999'da izin vermiştir.
Yetkili makamların son zamanlardaki olumlu jestlerine rağmen, ifade
özgürlüğüyle ilgili durum kaygı verici olmaya devam etmektedir"
denilmektedir.
İşte, bu nokta çok önemlidir. 28 Şubat sonrası kurulan
hükümetler, Avrupa Birliğinin hazırladığı raporların yayımlanmasını dahi
sansürlerken, başka hangi konuları daha sansürlemişlerdir; bilmek isteriz. Bu
konuların açığa çıkarılması gerekir.
Ayrıca, ifade özgürlüğü konusunda, eğer, hükümet samimi
ise, muhalefetin bu konuda desteği de belli olduğuna göre, bu raporun iki yıl
yayımlanmasına mâni olan kuvvet kimse, bu, net olarak ortaya konulmalıdır.
Yine, raporda, Temmuz 1999'da verdiği bir kararda,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 11 davada, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle
garanti edilen ifade özgürlüğünün ihlal edilmiş olduğu sonucuna vardı.
Basın özgürlüğüyle ilgili olarak durum önemli ölçüde
değişmiş değildir. Gazetecilere karşı taciz ve polis şiddeti vakası, ulusal ve
uluslararası insan hakları kuruluşları tarafından bildirilmeye devam
edilmiştir. Örgütlenme özgürlüğü ve toplanma özgürlüğüyle ilgili durum
değişmemiştir. Bu özgürlükler, son düzenli raporda değinilen kısıtlamalara tabi
olmaya devam etmektedir.
İnsan hakları koruma araçları da genel olarak konuşulur
ise "son rapordan bu yana, Türkiye'de, medenî ve siyasî haklarla ilgili
durum önemli ölçüde değişmiş değildir. Çeşitli kaynaklar, işkencenin
kaybolmadığını ve yargısız infazların varlığını vurgulamaya devam
etmektedir" demektedirler.
İşte, Avrupa'nın bize bakışı ve inceleme raporunun da
özeti budur. Bu konuda gerekli düzenlemelerin yapılmasını diler, hepinize
saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat.
İkinci söz, Yalova Milletvekili Sayın Hasan Suna'da.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
HASAN SUNA (Yalova) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesi hakkında görüşlerimi
sunmak üzere huzurunuzdayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 1997 yılında yapılan Avrupa
Birliği Lüksemburg Zirvesinde, Türkiye'ye karşı takınılan olumsuz tutum, Avrupa
Birliğiyle ilişkilerimizi erozyona uğratmış ve durma noktasına getirmiştir.
Ancak, 55, 56 ve özellikle 57 nci hükümetin, ülke içinde ve dışında yarattığı
istikrar ortamı sayesinde, 1999 yılında yapılan Helsinki Zirvesinde, Türkiye'nin
tam üyeliğe adaylığı tescil edilmiştir. Helsinki Zirvesi Sonuç Belgesinin
onikinci paragrafı, ülkemizin diğer adaylarla eşit şartlarda Avrupa Birliğine
katılmaya aday olduğunu belirtmektedir; ancak, bu durum, bütün sorunların
çözümlendiği anlamına gelmemektedir. Avrupa Birliğine adaylık sürecinin yeni
başladığını, yolun sonunda değil başında bulunduğumuzu unutmamalıyız. Bu yolu
kısaltmamız, Avrupa Birliğine uyum sürecinde bütün kurum ve kuruluşlarımızın,
kamu ve özel sektör ayırımı gözetilmeden, etkin ve eşgüdüm içinde ve özelikle
çokbaşlılıktan uzak bir şekilde çalışmamıza bağlıdır.
Sayın milletvekilleri, hükümetimiz, ülkemiz, tam
üyeliğe hazırlandığı dönemde, daha da karmaşık bir hal alan Avrupa Birliğiyle
ilişkilerimizi, en üst düzeyde uyum ve eşgüdümü sağlayacak etkin bir biçimde
yönlendirme ve yürütme arzusundadır. Bunun içindir ki, bu karmaşık ilişkilerin,
uyum ve eşgüdüm içinde, zaman kaybetmeden yürütülmesi için böyle bir kuruluşa
gereksinim duyulmuştur.
Esasen, bu durum, sadece Türkiye'ye has bir uygulama da
değildir; Avrupa Birliği üyesi ülkelerde ve diğer aday ülkelerde de durum
böyledir. Bu uygulama, görev ve yetki dağılımı halen benzer durumdaki bütün
ülkelerce uygulanagelen denenmiş bir yöntemdir. Bunun aksine bir uygulamaya
gidilmesi, Avrupa Birliğine üyelik yolunda ilerlediğimiz bir dönemde,
çokbaşlılığa ve kargaşaya yol açacak, böylece de, çok kıymetli olan zamanın
etkin bir şekilde kullanılması mümkün olmayacaktır. Bu da, herhalde,
hiçbirimizim amacı değildir.
Dışişleri Bakanlığı, kendisinin de en üst düzeyde
temsil edildiği söz konusu Genel Sekreterlikte, iç uyum ve koordinasyon
bağlamında alınacak kararların ve bu doğrultuda öngörülecek faaliyetlerin, dış
müzakereleri yürütme görev ve yetkisi çerçevesinde uygulayıcısı olacaktır.
Avrupa Birliğine tam üye olma hedefine en kısa zamanda
varılabilmesi, bütün kurum ve kuruluşlarımızın el ele, gönül gönüle, uyum
içerisinde çalışmasıyla mümkün olabileceğini, altını çizerek belirtiyor, Yüce
Heyetinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
Teşkilât
MADDE 3. – Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, İç
Koordinasyon ve Uyum Komitesi ile Genel Sekreterliğe bağlı biri Personel, İdarî
ve Malî İşler Dairesi Başkanlığı olmak üzere toplam yedi daire başkanlığından
oluşur. Bunların isimleri ve görev alanları Başbakanlık tarafından çıkarılacak
bir yönetmelikle belirlenir.
Avrupa Birliği Genel Sekreteri, büyükelçi düzeyindeki
Dışişleri Bakanlığı memurları arasından atanır. Genel Sekreter Türkiye’nin,
Avrupa Birliği üyeliğine hazırlanması alanında Genel Sekreterliğin kuruluş
amacı doğrultusunda gerekli işbirliği ve iç koordinasyonun sağlanması ile
görevlidir.
Avrupa Birliği Genel Sekreteri; İç Koordinasyon ve Uyum
Komitesine başkanlık eder, Komitenin görevlerini etkili şekilde ifa etmesini
sağlamak için uygun göreceği tedbirleri alır ve gerekli gördüğü hallerde
Komiteyi toplantıya çağırır.
Kamu kurum ve kuruluşlarıyla yürütülecek işbirliği ve
uyum çalışmalarında, Genel Sekretere yardımcı olmak amacıyla Dışişleri
Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatıı Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığı ve Dış
Ticaret Müsteşarlığından olmak üzere dört Genel Sekreter yardımcısı atanır.
Avrupa Birliği mevzuatına uyum çalışmalarının
yürütülmesi amacıyla, Başbakanlık tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle
belirlenecek kurum ve kuruluşların temsilcilerinden meydana gelen İç
Koordinasyon ve Uyum Komitesi oluşturulur. Komite toplantılarına gündem
çerçevesinde hangi kurum ve kuruluş temsilcilerinin katılacağı Genel Sekreter
tarafından belirlenir. Komite üyelerinin toplantıya hangi düzeyde katılacakları
ile Komitenin çalışma esas ve usulleri yönetmelikle belirlenir. Komite
toplantılarına, çağrı yapılan kurum ve kuruluş temsilcileri katılır.
İç Koordinasyon ve Uyum Komitesinin görevleri
şunlardır:
a) Kamu kurum ve kuruluşlarının görevleri
çerçevesindeki Avrupa Birliği mevzuatına uyum çalışmaları ile ilgili her türlü
çalışmayı izlemek, değerlendirmek ve gerekli koordinasyonu sağlamak.
b) Kamu kurum ve kuruluşlarının, Avrupa Birliği
mevzuatına uyum çalışmaları ile ilgili olarak görev alanlarına giren
konulardaki önerilerini incelemek ve değerlendirmek, gerektiğinde ilgili kurul
ve komitelere sunmak.
c) Özel sektör, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve
akademik çevrelerin Avrupa Birliği mevzuatına uyum çalışmaları ile ilgili
önerilerini incelemek ve değerlendirmek, gerektiğinde ilgili kurul ve komitelere
sunmak.
d) Avrupa Birliğine uyum için gerekli mevzuat
değişikliğine ilişkin öncelikleri belirlemek ve çalışmaları yönlendirmek.
e) Mevzuat değişikliği önerileri hazırlayıp ilgili
kurul ve komitelere sunmak.
BAŞKAN - 3 üncü madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu söz istemişlerdir.
Sayın Kansu, buyurun efendim. (FP sıralarından
alkışlar)
FP GRUBU ADINA HÜSEYİN KANSU (İstanbul) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına İlişkin
Kanun Tasarısının 3 üncü maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşmasıyla
hukukî bir zemine oturan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, kimi zaman bizden,
kimi zaman da karşı taraftan kaynaklanan pürüzlerle, bugünlere kadar, ağır
aksak gelmiştir. Bugün gelinen noktada, 10 Aralık 1999 tarihinde gerçekleşen
Helsinki Zirvesinde, ülkemizin Avrupa Birliğine tam üyelik adaylığının kabul
edilmesi, bu ilişkilere yeni bir boyut kazandırmıştır.
Biz, Fazilet Partisi olarak, Türkiye'nin, bulunduğu
coğrafî konum ve tarihî birikim açısından, Avrupa Birliğiyle ilişkilerden uzak
kalamayacağı ve bu ilişkilerin düzeyinin, Türkiye'nin uluslararası konumunu
etkilemeye devam edeceği inancını taşıyoruz. Ankara Anlaşmasından bu yana, onca
yaşananlardan sonra, Helsinki Zirvesiyle, ilişkilerimizin yeni bir aşamaya ve
tarihî bir dönüm noktasına ulaştığını düşünüyoruz.
Ancak, ülkemizin Avrupa Birliğine katılım müzakereleri,
Kopenhag siyasî kriterlerini yerine getirmemizin ardından başlatılacaktır.
Kopenhag Zirvesinde, Avrupa Konseyi, aday ülkelerin tam üyelik kriterlerini,
"siyasî", "ekonomik" ve "Avrupa Birliği mevzuatının
benimsenmesi" olmak üzere, üç başlık altında toplayarak belirlemiştir.
Siyasî kriter olarak, demokrasi, insan hakları ve
hukukun üstünlüğünü güvence altına alan kurumların; ekonomik kriter olarak,
işleyen ve aynı zamanda, Avrupa Birliği içinde rekabetçi baskılara ve diğer
serbest piyasa güçlerine dayanabilecek bir serbest piyasa ekonomisinin
varlığını benimsemiştir. Avrupa Birliği mevzuatının benimsenmesi kriteri olarak
ise, siyasî, ekonomik ve parasal birliğin hedeflerine bağlı kalmak üzere,
üyelik için gerekli yükümlülükleri yerine getirebilme kapasitesine sahip olma
benimsenmiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Helsinki
Zirvesiyle, Türkiye'nin tam üyelik adaylığının tescil edilmesi, bu hükümet
tarafından, kamuoyuna, büyük bir zafer olarak lanse edilmesine rağmen, aradan
geçen süre zarfında, Kopenhag kriterleri konusunda hiçbir ciddî adım
atılamamıştır. Dolayısıyla, bugün gelinen noktada, bu hükümet, Türkiye'nin
önündeki bu tarihî şansı kaybetme sinyalleri veriyor. Nitekim, daha bu hafta
içinde Portekiz'de yapılan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları
Toplantısında, Türkiye, insan hakları, adlî sistem ve hukuk düzeninde
reformları geciktirmemesi konusunda uyarılmıştır. Biz, içpolitik gelişmelerden
dolayı böyle bir tarihî dönüm noktasının da kaçırılacağı endişesini taşıyoruz.
Sadece, Avrupa Birliğine üyelik müzakerelerinin başlatılması açısından değil,
Türk Milletinin dört gözle beklediği bir gelişme olması hasebiyle,
demokratikleşme sürecindeki eksiklerin bir an önce giderilmesine ve insan
haklarının geliştirilmesine yönelik çalışmalara öncelik verilmesi gerektiğine
inanıyoruz. Bu konulardaki çalışmalara tam destek vereceğimizi de, her
vesileyle ifade ediyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kurulduğu günden
bu yana, ülkemiz, kendisini, hep çağdaş ülkeler düzeyinde görmek istemiştir.
Üçüncü bin yıla adım attığımız şu günlerde, bütün dünyada, demokrasi, hukukun
üstünlüğü, insan hakları ve özgürlükler alanında önemli adımlar atılmış, bu
meseleler, artık, ülkelerin iç meseleleri olmaktan çıkıp, küresel bir boyut
kazanmıştır. Ülkelerin bu konulardaki performansı, uluslararası alanda önemli
bir değerlendirme kriteri haline gelmiş ve bu alanda eksiklikleri olan ülkeler,
ayrı bir kategori içerisinde görülmeye başlanmıştır.
Hâlâ, insanların, düşünce suçlarından hapis yattığı,
çeşitli haklarından mahrum olduğu, sivil toplum örgütlerine potansiyel suçlu
üretim merkezi gözüyle bakıldığı, daha fazla özgürlük taleplerinin iç tehdit
olarak algılandığı, totaliter zihniyette bir eğitim sistemiyle insanların birey
olma haklarının ellerinden alındığı, hukukun siyasallaştığı, insanların adalete
olan güvenlerinin kalmadığı bir sistemle, Avrupa Birliğine üyelik yolunda
katetmemiz gereken epeyce uzun bir mesafe olduğunu, artık, görmemiz ve
üzerimize düşenleri, bir an önce, yapmamız gerekmektedir.
Bize göre bir özgürlük ve hoşgörü rejimi olan
demokrasi, özgürlüklerle birlikte kabul edilmedikçe, Anayasa hükümleri, birer
temenni olmaktan öteye gidemez. Artık, Anayasanın temel hak ve özgürlüklere
sınırlama getiren bütün hükümlerinin kaldırıldığı, temel hak ve özgürlükler
konusundaki uluslararası bütün standartların Anayasa ve kanunlara yansıtılarak
insan haklarının güvence altına alındığı ve bu konulardaki kötü uygulamalara
rastlamadığımız bir Türkiye görmek istiyoruz. Halkımız da, bizden, bunu gerçekleştirmemizi
bekliyor.
Dünya, gittikçe birbirine daha bağımlı ve açık hale
gelirken, çeşitli toplum mühendisliği uygulamalarıyla, halkımızın temel
değerlerine yönelik kampanyaların, ülkemizi uluslararası alanda bir kez daha
takatsız bırakmasına, Türkiye'nin tekrar içine kapanmasına şahit olmak
istemiyoruz; ama, inanıyorum ki, Türkiye, böyle bir bataklığı değil, içinde
bulunduğu medeniyet havzasının merkez gücü ve büyük bir dünya devleti olmayı
tercih edecektir.
Bugün, uluslararası alanda konjonktürel değil, tarihî
bir kavşak noktasında bulunan ülkemiz, devlet-millet kaynaşmasına, gittikçe
daha çok ihtiyaç duymaktadır. İçeride, enerji tüketen tartışmalarla bu
dayanışmanın yıpratıldığı kampanyaları artık ülkemizde görmek istemiyoruz. Bu
konuda, hepimizin üzerine çok ağır bir sorumluluk ve vebal düştüğünün
bilincinde olmalıyız.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Avrupa Birliği ve
medenî bir ülke olma yolunda gerekli; fakat, yetersiz bulduğumuz bu tasarıdan
daha ciddî adımları -özellikle demokratikleşme ve insan hakları konusunda-
halkımız, bu hükümetten bekliyor.
Bu konulardaki çalışmalarda kendilerine azamî destek
vereceğimizi bir kez daha ifade ederek, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kansu.
Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Van Milletvekili
Sayın Hüseyin Çelik; buyurun efendim.
Sayın Çelik, 10 dakikayı tamamen mi kullanacaksınız?
HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Evet efendim.
BAŞKAN– İsterseniz eksüre de verebilirim, onun için
söylüyorum.
Buyurun.
DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğine girebilmemizin, olmazsa olmaz
şartlarından birisi de, kendi içimizde, kendi evimizde, kendi hanemizde
birliği, dirliği, barışı, güveni tesis etmektir.
Değerli milletvekilleri, bendeniz 41 yaşındayım,
otuzbir yıldır, aklımın erdiği süreden itibaren, bu ülkede kürsüye çıkan etkili
ve yetkili insanların hepsi söze başlarken, "millî birlik ve beraberliğe
her zamankinden çok muhtaç olduğumuz şu günlerde" diye başlar. O günler,
nedense, bir türlü bitmez. Millî birlik ve beraberliği temin etmenin yolu,
bugünkü medenî, modern dünyada demokratik bir anlayıştan geçer değerli
milletvekilleri.
Amerika Birleşik Devletlerinde, antropologların
tespitine göre, 350'nin üzerinde etnik grup vardır, 54 tane de din ve mezhep
vardır; fakat, değerli arkadaşlar, bu etnik farklılık, din ve inanç, mezhep
ayrılığı Amerika'da kavga sebebi değildir.
Değerli milletvekilleri, çoğulculuğu kabul etmediğimiz
sürece, ülkede millî birlik ve beraberliği temin etmenin de yolu yoktur.
Demokrasilerde renklerin birbirine dönüşme mecburiyeti yoktur. Şimdi, sağcılara
"millî birlik ve beraberliği nasıl sağlayacağız?" diye soruyorsunuz,
"herkes bizim gibi olsun, bu zaten kendiliğinden sağlanır" diyor.
Solcular, herkesin kendileri gibi olması gerektiğinden söz ediyorlar.
İslamcılar, herkesin kendileri gibi olması gerektiğinden söz ediyorlar.
Demokrasi de "hayır, herkes kendisi olarak kalsın; fakat, insan hakları,
din ve vicdan hürriyeti, hukukun temel prensipleri üzerinde birleşelim,
uzlaşalım, millî birlik ve beraberliği bu şekilde temin edelim" diyor.
Dolayısıyla bunu benimsemek ve bunu içimize sindirmek durumundayız değerli
milletvekilleri.
Bugün, eğer, siz, insanları, sadece dinî inançlarından
dolayı, dünya görüşlerinden dolayı, tercihlerinden dolayı kategorize ederek,
onları bu ülkenin sevimsiz vatandaşları veya ikinci sınıf vatandaşları olarak
bir kenara iterseniz, o insanların sizinle millî birlik ve beraberlik
içerisinde olmasını bekleyemezsiniz. Şu veya bu şekilde, mağdur ettiğiniz,
hakkını elinden aldığınız insanlarla millî birlik ve beraberlik içerisinde olma
hakkına sahip olamazsınız.
Değerli milletvekilleri, bakınız, bu ülkede gelir
dağılımındaki adaletsizlik, yine millî birlik ve dirliği sağlamamızın önündeki
en büyük engellerden birisidir. Ekonomik olarak, bölgelerarası kalkınmışlık
düzeyini asgarîye indirmek zorundayız.
Türkiye'de, en alt grupta gelire sahip olan yüzde
20'lik insan grubunun sahip olduğu gelir, toplam gelirin yüzde 5'idir, sadece
yüzde 5.
Bakınız, gelir dağılımındaki adaletsizlik açısından,
Türkiye, dünyanın 21 inci ülkesidir. Bizden daha kötü olanları merak ediyor
musunuz, onları okuyayım: Birinci sırada Sierra Leone, Brezilya, Guatemala,
Güney Afrika Cumhuriyeti, Paraguay, Kolombiya, Panama, Zimbabwe, Şili, Lesotho,
Senegal, Meksika, Honduras, Papua Yeni Gine, Mali, Dominik Cumhuriyeti, Nijer,
Nikaragua, El Salvador, Zambia ve Türkiye.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, bunu hak etmiyor. Bir
taraftan çöplükte ekmek toplayan insanlar, bir taraftan 15 milyon insan asgarî
hayat standardının altında yaşıyor, bir taraftan sonradan görme, haramzade bir
grup, bu ülkede, tavernalarda, stres atmak için, filanın şarkılarını
dinleyerek, porselen tabak kırıyorlar. Türkiye, bu maskaralıklara son vermek
zorundadır. Efendim, son zamanlarda peçete atmalar, ceket yakmalar, masa örtüsü
yakmalar... Beş yıldızlı otellerde, havada dolarlar, marklar uçuşuyor değerli
milletvekilleri.
Bu ülkede oldum olası gelir adaletsizliği vardı; ancak,
en büyük problem şudur: Ülkenin en ücra köşelerinde, en ücra evlerde televizyon
diye bir şey vardır. 30 kanal birden, bu maskaralıkları, magazin haberleri
olarak bu insanlara sunuyor ve bu, büyük bir toplumsal tahrik meydana
getiriyor. Servet güzel bir şeydir; ancak, servet gösterisi, özellikle
Osmanlılar döneminde en büyük ahlaksızlık kabul edilirdi.
Biraz önce, değerli arkadaşım Ağrı Milletvekili Nidai
Seven dedi ki: "Biz, Avrupa Birliğine de gireceğiz, cumhuriyete de
sahibiz, cumhuriyetimizle övünüyoruz." Aynen katılıyorum.
Değerli milletvekilleri, cumhuriyete sahip olmak
yetmiyor. Suriye de cumhuriyettir, Irak da cumhuriyettir, Mısır da
cumhuriyettir, Küba da cumhuriyettir, Çin de cumhuriyettir. Eğer, siz,
cumhuriyeti, demokrasiyle taçlandırmazsanız; eğer, siz, cumhuriyeti,
demokrasiyle süslemezseniz, o cumhuriyetin hiçbir anlamı olmaz. Bugün, dünyada,
despotik yönetimle idare edilen birçok İslam ülkesi, adına "cumhuriyet" demiştir. İsmin ne olduğu çok fazla
önemli değil. Önemli olan, oradaki uygulamalardır. Bakınız, İngiltere
krallıktır değerli milletvekilleri, İspanya krallıktır, Belçika krallıktır;
ama, çok garip değil mi, dünyada, demokratik krallıklar ve despotik
cumhuriyetler var!
Cumhuriyet, bin yıllık bilinen tarihimiz içerisinde,
elde ettiğimiz edinimlerimizin en önemlisidir değerli milletvekilleri; ancak,
cumhuriyeti muhafaza edebilmemiz için, düşünce ve ifade hürriyeti önündeki
engelleri ortadan kaldırmamız lazım. Yasaklar koyarak, 312 nci maddeyi ve
benzerlerini getirerek, insanların konuşmasını engelleyerek, insanları farklı
kategorilere ayırarak –onları, itaatkâr vatandaş, muti vatandaş, iyi vatandaş,
sadık cumhuriyet evladı veya buna karşı olanlar şeklinde– devlet bir tasnif
yapamaz, yapmamalıdır. Bu ülkenin 63 milyon evladı bizim için saygıdeğerdir.
Suç işleyen, aleni suç işleyen insanlar, adaletin elini yakasında bulmalıdır;
ancak, böyle, antidemokratik sınırlamalarla insanımız sınırlanmamalıdır.
Konuşan bir insandan zarar gelmez; fikirlerini,
düşüncelerini ifade eden bir nesilden zarar gelmez. İnsanlar, eğer bir şeyi
içlerine atıyorlarsa, eğer insanlar, düşüncelerini ifade etme imkânı
bulamıyorlarsa, o toplumda, bir şişme, bir yığılma ve sonunda da bir patlama
olur. Bizim, esas korkmamız gereken budur değerli milletvekilleri.
Avrupa Birliğine gireceğimiz süreçte, doğu ve
güneydoğudaki ekonomik durumu da düzeltmek zorundayız. Doğu ve güneydoğu
meselesini, bilimin, aklın, sağduyunun ve üniter devletten vazgeçmeyen bir
anlayışın önderliğinde, öncülüğünde, yol göstericiliğinde çözmek zorundayız
değerli milletvekilleri.
Bendeniz, doğu ve güneydoğudaki ekonomik durumla ilgili
olarak bir rapor hazırladım, birçok değerli bakanımıza ve sayın
milletvekillerimize de takdim ettim. Bugün, eğitim açısından, sağlık açısından,
sanayi açısından, turizm açısından, o bölgelerimiz gerçekten sefil durumdadır.
Kalkınmada öncelikli yöreler mantığıyla o bölgelerimizin problemini halletmek,
o bölgede bir şekilde mağdur olmuş, yanlış uygulama yapan bazı devlet memurları
tarafından devlete küskün hale getirilmiş insanlarımızın gönlünü kazanmak
zorundayız. Gerçekten, biz, Yunus'un ve Mevlana'nın sevecenliğine, onların
hoşgörüsüne, onların müsamahasına sahip olarak birbirimizle kenetlenmediğimiz
sürece, biz birbirimizi sevmediğimiz sürece, birbirimizle gerçekten kardeşçe bu
ülkede yaşamasını bilmediğimiz sürece, Avrupa Topluluğu için cazip bir ülke
olmamız mümkün değildir. Avrupa Birliği, kendi içinde çok ciddî problemlerle
yaşayan bir ülkeyi kendi içerisine alıp, başına bela açmak istemez. Daha
geçenlerde, Turkish Daily News Gazetesinde, Avrupa Birliğinin Türkiye
Büyükelçisi Karen Fogg'la yapılmış olan bir röportaj vardı. Karen Fogg
"bizim, Türkiye'ye adaylık için ileri sürdüğümüz bazı şartlar vardır;
bunlar yerine getirilmediği sürece, Türkiye ile resmî görüşmelere bile başlamamız
söz konusu değildir" diyor sayın milletvekilleri. Bu konuda onları
suçlamak yerine, bizim yapmamız gerekip de yapmadığımız meseleleri eğer
konuşur, tartışırsak, bunları çözmeye çalışırsak daha iyi yaparız diye
düşünüyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum efendim. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik.
Gruplar adına başka söz isteyen var mı? Yok.
Şahısları adına, İstanbul milletvekili Sayın Hüseyin
Mert; buyurun efendim.
HÜSEYİN MERT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun Tasarısı hakkında kişisel olarak söz
almış bulunmaktayım; hepinize saygılarımı sunarım.
Tasarının 3 üncü maddesi "teşkilat" başlığı
altında Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin yapılanmasını tanımlamakta,
maddeye göre, genel sekreterliğin ana hizmet birimlerinin iç koordinasyon ve
uyum komitesi ve biri personel idarî ve malî işler dairesi başkanlığı olmak
üzere, yedi daire başkanlığından oluşturulması öngörülmektedir. Bu maddenin
ikinci paragrafında yer alan Avrupa Birliği Genel Sekreteri olma yeter şartının
büyükelçilik düzeyindeki Dışişleri Bakanlığı memuru olmasına bağlanması,
özellikle Plan ve Bütçe Komisyonunda tartışmalara neden olmuştur. Ancak,
konunun, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine hazırlanması olduğu ve bu genel
sekreterliğin Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bir köprü görevi göreceği
düşünülecek olursa, bu tercihin yapılmasının hatalı olmayacağı düşüncesindeyim.
Maddede, ayrıca, uyum çalışmalarının yürütülmesi
amacıyla, hangi kurum, kuruluş, sivil toplum örgütleri ve akademik çevrelerin
iç koordinasyon ve uyum komitesi üyesi olacağı ve bu komitenin görevleri
tanımlanmaktadır. Komitenin görevleri, özetle, kamu kurum ve kuruluşları ile,
Avrupa Birliği mevzuatı arasındaki koordinasyonu sağlamak, bu amaçla, konuyla
ilgili her türlü çalışmayı iki taraflı olarak izlemek ve gelecek önerileri
değerlendirmek ve mevzuat değişikliği önerileri hazırlayarak ilgili kurul ve
komitelere sunmak olarak belirtilmektedir.
Maddenin ve yasanın hayırlı olmasını diler, hepinize
saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Mert'e teşekkür ediyorum.
Söz sırası, Niğde Milletvekili Sayın Mükerrem
Levent'te.
Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Partimiz ve ben, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin
kurulması ve Türkiye'nin, Avrupa yolunda, gelecekteki bütün yolların ve
ilişkilerin genel sekreterlik vasıtasıyla yürütülmesini düzenleyen 3 üncü
maddenin, milletimize, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin kurulmasında
hayırlı olmasını diliyor; hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun. (MHP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Tam Avrupalı konuşması oldu, teşekkür ederim
efendim. O da bir ilk adım.
Madde üzerinde müzakereler bitti.
Madde üzerinde iki adet önerge vardır.
Önergeleri, önce geliş sıralarına göre okutacağım;
sonra aykırılıklarına göre işleme tabi tutacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
504 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesi ikinci
fıkrasındaki ilk cümlenin metinden çıkarılarak yerine aşağıdaki cümlenin ilave
edilmesini arz ederiz.
"Avrupa Birliği Genel Sekreteri Bakanlar Kurulu
kararı ile tayin edilir ve büyükelçilik unvanı verilir."
Cevat Ayhan Mehmet Batuk Ali
Sezal
Sakarya
Kocaeli Kahramanmaraş
Yaşar Canbay Hüseyin Kansu
Malatya
İstanbul
BAŞKAN – Şimdi okutacağım önerge en aykırı önergedir;
okutup işleme tabi tutacağım.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
504 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesinin
dördüncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.
Dördüncü fıkra: "Kamu kurum ve kuruluşları ile
kanunla kurulmuş meslek odaları, özel sektör, sendikalar ve sivil toplum
kurumlarıyla yürütülecek işbirliği ve uyum çalışmalarında Genel Sekretere
yardımcı olmak üzere dört Genel Sekreter Yardımcısı tayin edilir."
Cevat Ayhan Rıza Ulucak Hüseyin
Kansu
Sakarya
Ankara İstanbul
Musa Demirci Sait Açba
Sıvas
Afyon
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükümet önergeye katılıyor mu?
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Katılmıyoruz
efendim.
BAŞKAN – Önerge sahibi olarak Sayın Cevat Ayhan,
buyursunlar efendim. (FP sıralarından alkışlar)
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem
üyeler; 504 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesinde vermiş olduğum bir
önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum.
Malumunuz olduğu üzere, kanun tasarısı, kırk yıldan
beri uyum sağlayamadığımız Avrupa Topluluğuyla uyum sağlamak üzere bir genel
sekreterlik kurulmasının esaslarını getirmektedir.
Değerli arkadaşlar, bu genel sekreterlik Başbakanlığa
bağlı olacak. Bunun başına da genel sekreter Dışişleri Bakanlığından atanacak.
Bakın, "Teşkilat" başlıklı 3 üncü maddenin ikinci fıkrasında
"Avrupa Birliği Genel Sekreteri, büyükelçi düzeyindeki Dışişleri Bakanlığı
memurları arasından atanır" deniliyor.
Niye Dışişleri Bakanlığı? Evet, Dışişleri Bakanlığı
mensupları arasından bir büyükelçi de atanır veya falan kamu kurumunda genel
müdürlük yapmış, müsteşarlık yapmış veya bakanlık yapmış, mesela, Avrupa
Topluluğunun koordinasyonundan geçmiş, çok değerli eski bir Dışişleri Bakanı
olabilir, Devlet Bakanı olabilir; tecrübeli bir insan, bu işin koordinasyonu
için getirilir, oturtulur. En yüksek bürokrattır bu, yadırganacak bir makam
değildir -Avrupa Topluluğuyla uyum meselesi- veya özel sektörden fevkalade
kapasiteli bir insan getirilir veya üniversitelerden değerli bir insan
getirilir.
Niye, biz, ille de Dışişleri Bakanlığı memuru olacak
diyoruz? Yani, hükümet, kendi iradesini kanunla hapseder mi, sınırlar mı,
zincirler mi? Eğer, hükümet yapmak istiyorsa, Meclis olarak bizim yapmamamız
lazım.
Değerli arkadaşlar, fevkalade yanlış bir iştir bu.
Evet, Dışişleri Bakanlığı, bakın, Avrupa Topluluğuyla uyum meselesinde, zaten,
genel sekreterliğin tarifinde, 2 nci maddede zikredilmiş; diyor ki:
"Dışişleri Bakanlığıyla birlikte bütün çalışmalara katılır." Yani,
Toplulukla olan münasebetlerin diplomatik yönünü zaten Dışişleri Bakanlığı
götürecek. Genel sekreterlik ne yapacak: 100 000, 70 000, her neyse, sayısı
muhtelif -vaka bir, rivayet muhtelif- mevzuat var; bunların uyumunu sağlayacak.
Bunun içinde çevreyle ilgili mevzuat var, Vergi Usul Kanunuyla ilgili mevzuat
var, bunun içinde tutuklularla ilgili, hapishanelerle ilgili mevzuat var, insan
haklarıyla ilgili mevzuat var, aklınıza gelebilecek her sahada 100 000 mevzuat
var, bu uyumu sağlayacak.
Demek ki, burada büyük bir hukukî ağırlık var, çalışma
var. Burada, meslek kuruluşlarının adaptasyonu var, TOBB var, esnaf odaları
var, sendikalar var, sivil toplum kurumları var. Bütün bir toplum, devlet uyum
sağlamayacak, Türk Milleti uyum sağlayacak; yani, bütün sektörleriyle,
topyekûn, mevzuatımızda, çalışmamızda bir uyum noktasına geleceğiz. Genel
sekreterin görevleri budur. Yani, bir Dışişleri büyükelçisini koyalım. Çok
değerli arkadaşlar var Dışişlerinden gelir, bakanlık yapar, başbakanlık yapar,
genel müdürlük yapar, her şeyi yapar kabiliyetli bir insan. İnsanların
kabiliyetleri meslekle sınırlı değildir; ama, hükümet, kalkar da, bu işi, ben,
üniversiteden falan hocaya teslim edeyim; bu işi, ben, özel sektörde falan
holdingde koordinatör noktasında olan, fevkalade yetişmiş bir insandır, ona
vereyim; bu işi, ben, devlet bürokrasisinde orada veya burada temayüz etmiş,
fevkalade dirayetli bir insan var, ona tevdi edeyim derse; yassak hemşerim,
kanun izin vermiyor diyeceğiz o zaman hükümete. Kendimizi çuvala sokup, ağzını
da bağlıyoruz. Onun için, bunun değişmesi lazım. Ben, muhterem üyelerin,
Meclisin değerli üyelerinin bu istikamette önergeyi destekleyeceklerine
inanıyorum.
Zaten komisyonda biz bunu görüştük. Görüşünce, efendim
üç yıl sonra değiştirelim dendi. Niye üç yıl? Bugün değiştirelim. İstersek on
yıl devamlı buraya bir genel sekreter getirelim, istersek yarın buraya eski bir
müsteşarı getirelim, eski bir bakanı getirelim, özel sektörde üst kademede eski
bir koordinatör, yetenekli bir insanı getirelim, kimi istersek getirelim. Yani,
kanunla insanların kabiliyeti ne sınırlanabilir ne artırılabilir. Onun için,
buraya, layık olan birini getirelim. Getirecek olan da, hükümettir.
Efendim, şu söylendi: Bu seviyede insan büyükelçi
olursa, uluslararası münasebetlerde kabul görür. Bizim mevzuatımız müsaittir.
Geçmişte kanun çıkardık. Bak, Güven Erkaya'yı bile büyükelçi yaptık, eski
amirali. Buraya getireceğimiz genel sekretere deriz ki: "Bakanlar
Kurulunca, büyükelçilik unvanı kendisine tevdi edilmiştir." O kadar,
bitti... Bu iş bu kadar. Planlama eski Müsteşarı Ali Tigrel, kendisi
büyükelçilik unvanıyla şey yapılmıştır. Yani, zorluk yok burada; ama, kendi
kendimize yanlış yapıyoruz.
Kanunlar bu kadar teferruatlı olmaz değerli arkadaşlar.
Kanunlar genel çerçeveleri tarif eder, inisiyatif hükümetindir, inisiyatif
başbakanındır; ülkeyi başbakan yönetecek, ülkeyi hükümet yönetecek. Kanunları
ne kadar tafsilatlı yaparsak, o kadar bürokrasi elimizi kolumuzu bağlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CEVAT AYHAN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
Onun için, ben, burada, bu istikamette değişiklik
yapılmasını teklif ettim.
Takdirlerinize arz ediyor, hürmetle selamlıyorum. (FP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Sayın Şener, talebinizi maddeye geçerken yerine
getireyim müsaade ederseniz; olur mu efendim?
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, oylamaya
geçilirken yoklama yapılacağı için...
BAŞKAN – Yani, önergeyle ilgili oylamada mı
istiyorsunuz?
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Evet, önergenin
oylamasında istiyoruz.
III. – YOKLAMA
BAŞKAN – Komisyonun ve Hükümetin kabul etmediği
önergeyi oylarınıza sunarken bir yoklama talebi gelmiştir:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Genel Kurulda toplantı yetersayısı yoktur; yoklama
yapılmasını arz ederiz.
Abdüllatif Şener?.. Burada.
Yahya Akman?.. Burada.
Altan Karapaşaoğlu? Burada.
Şükrü Ünal?.. Burada.
Mehmet Çiçek?.. Burada.
Mehmet Özyol?.. Burada.
Sait Açba?.. Burada.
Rıza Ulucak?.. Burada.
Mahmut Göksu?.. Burada.
Cevat Ayhan?.. Burada.
Lütfi Doğan?.. Burada.
Ahmet Derin?.. Burada.
Hüseyin Arı?.. Burada.
Osman Yumakoğulları?.. Burada.
Kemal Albayrak?.. Burada.
Ergün Dağcıoğlu?.. Burada.
Nezir Aydın?.. Burada.
Musa Demirci?.. Burada.
Ahmet Cemil Tunç?.. Burada.
Cemil Çiçek?.. Burada.
Mahfuz Güler?.. Burada.
Remzi Çetin?.. Burada.
22 arkadaşımız istemiştir.
Kaç dakika süre vereyim?
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, zatıâlinizin
takdirinde; ama, lütfen, ad okuyarak yaparsanız_
BAŞKAN – Peki efendim, ad okuyarak yapalım. Hiç fark
etmez yani_
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Bu kadar para harcadık bu
elektronik cihaza.
BAŞKAN – Efendim, o takdir benim. Ad okuyarak yapıyoruz
efendim; makineler bozuk oluyor bazen.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Bu teknolojiyi Meclise
getirmek için harcanan paranın haddi hesabı yok.
BAŞKAN – O takdir benim. (MHP sıralarından alkışlar)
Efendim, makine, Allah yapısı değil ya insan yapısı;
bozuluyor.
Ad okunmak suretiyle yoklama yapılacaktır.
(Ad okunmak suretiyle yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Çoğunluğumuz vardır; görüşmelere kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4. – Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve
Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/700) (S. Sayısı : 504) (Devam)
BAŞKAN – Şimdi, önergenin oylamasına geçiyorum.
Hükümetin ve komisyonun kabul etmediği önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir efendim.
İkinci önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
504 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesinin
ikinci fıkrasındaki ilk cümlenin metinden çıkarılarak, yerine, aşağıdaki
cümlenin ilave edilmesini arz ederiz.
"Avrupa Birliği Genel Sekreteri Bakanlar Kurulu
kararıyla tayin edilir ve büyükelçilik unvanı verilir."
Cevat Ayhan
(Sakarya)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu?
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Ayhan, önerge sahibi olarak buyurun
efendim.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem
üyeler; 504 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesinde vermiş olduğumuz
bir önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum.
Burada vermiş olduğumuz önergenin mahiyeti şudur: Bu 3
üncü maddedenin dördüncü fıkrasında, genel sekreter yardımcılarının -dört genel
sekreter yardımcısının- Dışişleri Bakanlığından, Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığından, Hazine Müsteşarlığından ve Dış Ticaret Müsteşarlığından olmak
üzere tayin edileceği ifade ediliyor. Nasıl, genel sekreter elçi olacaksa,
buraya da dört devlet bürokratını tayin edeceğiz deniliyor.
Ben, biraz önce de izah ettim; burada, bütün özel
sektörün, bütün hukukî mevzuatın, bütün sivil toplum kurumlarının, bütün bir
milletin uyum meselesi var. Yani, burada, siz, dört kamu kurumundan genel
sekreter yardımcısı tayini yapacaksınız ve kendinizi bağlayacaksınız.
Tabiî, ben, bu hükümetin bu tasarıdaki ısrarını
anlayamıyorum; yani, bir hükümet, kendi iradesini bağlamaz. Ama, nedir, nereden
telkin geliyor, nereden baskı geliyor; yani, kendi iradesine bu şekilde ipotek
koyan bir hükümeti de, doğrusu, anlamak mümkün değil.
Aslında, bu tasarıda başka tenkit edilecek şeyler de
var. Bakın, burada, beşinci fıkrada "Avrupa Birliği mevzuatına uyum
çalışmalarının yürütülmesi amacıyla, Başbakanlık tarafından çıkarılacak bir
yönetmelikle belirlenecek kurum ve kuruluşların temsilcilerinden meydana gelen
İç Koordinasyon Komitesi" diyor. Yani, bizim, burada, bu İç Koordinasyon
Komitesine, niye, Odalar Birliğini (TOBB'u) doğrudan doğruya zikrederek
almıyoruz; niye, esnaf odalarını (TESK'i) almıyoruz; niye, ziraat odalarını
almıyoruz; niye, işçi sendikalarını almıyoruz? Bunların hepsi, bu milleti
teşkil eden, organize olan kuruluşlardır, kanunla kurulmuş olan meslek
odalarıdır; ama, tabiî, bu hükümet, bunu alelacele yazmış, bir yasak savmak için
bir şeyler yapmak istiyor; ama, hiçbir şey de yapamayacak, sonunda göreceğiz.
Değerli arkadaşlar, onun için, yaptığımız bir
düzenlemenin doğru dürüst olması lazım. Aceleye de bir sebep yok. Mecliste,
Genel Kurulda, iktidar gruplarının acele ettiğini görüyoruz, telaş ettiklerini
görüyoruz; niye?! Hemen bir kanun daha var arkasından, Başbakanlığa yetki
kanunu; o kanunu da çıkaralım, cuma günü tatile çıkalım... Niye tatile
çıkacağız?! Bakın, memur sokaklarda, her gün "ölüyoruz" diyor. Ekmeğe
yüzde 50-yüzde 60 zam olmuş yılbaşından bu zamana, beş ayda, altı ayda
"benim meselemi görüş" diyor, çiftçi "ölüyorum" diyor,
"ben, verdiğiniz fiyatla ayakta... Bunları görüş" diyor. Meclisin
bunları görüşmesi, bunları çözmesi lazım. Hükümet, bir yetki kanunu istiyor; ne
yapacak yetki kanununda; bunları mı çözecek? Bundan sonra onu getireceksiniz
gündeme. Orada, off-shorezedelere 140 milyon dolar ödeyeceksiniz; yani,
çiftçiye vermediğinizi, memura, emekliye vermediğinizi, 4 000 tane, kumar
oynayan, yurtdışında bankalarda daha yüksek faiz almak için oraya para yatıran,
bunları, Mevduat Sigorta Fonunun kapsamına da girmediği halde, bu yetki
kanunlarıyla... Bunu da engelleyeceğiz, size söyleyim. Yani, bugün akşama kadar
da, yarın da, çalışmaları, bütün gücümüzü kullanarak, meşru olan şeyimizi
kullanarak engelleyeceğiz; çünkü, gittiğiniz yol doğru bir yol değildir,
gittiğiniz yol yanlış bir yoldur. Meclisin tatil olmaması lazım.
Trafik kanunu var, diğer kanunlar var; gelin,
çalışalım, bunları düzene sokalım. Niye Meclisten kaçıyorsunuz? İktidar
gruplarına söylüyorum; niye kaçıyorsunuz? Biz, bu maaşları burası için
alıyoruz, burada çalışmak için alıyoruz; milletin meselelerini çözmek için
alıyoruz; sahillere gidip keyif yapmak için almıyoruz değerli arkadaşlar. Onun
için, Meclis çalışmaya devam edecek. Biz bunu talep ediyoruz muhalefet olarak,
sizi de bu istikamette zorlayacağız. (DSP ve MHP sıralarından "Ucuz
politika yapıyorsun" sesleri, gürültüler)
Hepinizi hürmetle selamlarım. (FP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Başkan, bizden önce gider
tatile!..
BAŞKAN – Efendim, siz de çıkın "biz tatile değil,
milletle yüzleşmeye, özdeşleşmeye gidiyoruz" deyin bitsin. Niye
kızıyorsunuz; millete hesap vermeye gidiyorsunuz. (MHP sıralarından alkışlar)
Efendim, hükümetin ve ...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Önce kendisi gider.
BAŞKAN - O gitsin efendim, siz gitmeyin.
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan, bir saniye müsaade
eder misin?..
BAŞKAN – Ama, bir oylamaya geçtim...
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan, bir milletvekili
olarak bir şey söylemek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Ben bir milletvekili olarak, Sayın
Ayhan'ın geçen sene yapmış olduğu konuşma tutanağının çıkarılmasını istiyorum.
BAŞKAN – Niye?..
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Yani, orada "Meclisi tatile
sokmalıyız" diyordu...
BAŞKAN – Ama, deprem vardı; yahu, yapmayın Allah
aşkına. O ayrı bir konu; insaf edin. (FP sıralarından "Bravo Başkan"
sesleri, alkışlar)
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Sayın Cevat Ayhan, konuşmasında, herhalde maksadını
aştı diye düşünmek isterim. "Nereden geliyor bu telkin, bu baskı?"
ifadesini kullandılar.
Hükümetimize hiçbir yerden telkin gelmemiştir, baskı
gelmemiştir; Yüce Parlamentonun dışında da, hükümetimize baskı yapabilecek
hiçbir kurum mevcut değildir.
Onu arz etmek istedim. (ANAP, MHP ve DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.
Birleşime, 17.45'e kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati
: 17.38
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati
: 17.45
BAŞKAN :
Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER
: Vedat ÇINAROĞLU (Samsun), Hüseyin ÇELİK (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 120 nci Birleşimin
İkinci Oturumunu açıyorum.
504 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4. – Avrupa Birliği
Genel Sekreterliği Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve Plan ve
Bütçe Komisyonları raporları (1/700) (S. Sayısı : 504) (Devam)
BAŞKAN – Sayın Komisyon ve Hükümet burada.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
Personel rejimi
MADDE 4. — Avrupa Birliği Genel Sekreterliği personeli,
657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabidir. Avrupa Birliği uzman ve uzman
yardımcıları hakkında 14.4.1989 tarihli ve 367 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 4 üncü maddesi hükümleri uygulanır. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
mütercim kadrolarına atanan personel bu kadrolar karşılık gösterilmek kaydıyla
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve diğer kanunların sözleşmeli personel
hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli olarak çalıştırılabilir. Bu
suretle çalıştırılacakların, çalıştırılma usul ve esasları ile ücret ve diğer
mali hakları Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenir. Sözleşmeli olarak istihdam
edilecek personel istekleri üzerine T.C. Emekli Sandığı ile ilgilendirilir.
Atama bakımından; Avrupa Birliği Genel Sekreteri
bakanlık müsteşarları, Avrupa Birliği genel sekreter yardımcıları bakanlık
müsteşar yardımcıları, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği daire başkanları
bakanlık daire başkanları hakkında uygulanan hükümlere tabidir. Kurumun diğer
personeli Avrupa Birliği Genel Sekreteri tarafından atanır.
Genel ve katma bütçeli daireler, bunlara bağlı döner
sermayeli kuruluşlar, kanunla kurulan fonlar, belediyeler ve il özel idareleri,
sermayesinin yarıdan fazlası kamuya ait kuruluşlar, iktisadi devlet teşekkülleri
ve kamu iktisadi kuruluşları ile bunlara bağlı ortaklıklar ve müesseselerde
Avrupa Birliği ile ilgili alanlarda çalışanlar veya çalışmış olanlar;
kurumlarının muvafakatıyla, aylık, ödenek, her türlü zam ve tazminatlar ile
diğer malî ve sosyal hak ve yardımları kurumlarınca ödenmek kaydıyla Avrupa
Birliği Genel Sekreterliğinde geçici olarak görevlendirilebilir. Bu personel,
kurumlarından maaşlı izinli sayılır. İzinli oldukları sürece memuriyetleri ile
ilgili özlük hakları kurumlarında devam eder.
Üniversite öğretim elemanları 2547 sayılı Yüksek
Öğretim Kanununun 38 inci maddesine göre, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinde
görevlendirilebilir.
Bu Kanunla Avrupa Birliği Genel Sekreterliğine verilen
görevlerin yürütülmesini sağlamak üzere yeteri kadar Avrupa Birliği uzmanı ve
uzman yardımcısı istihdam edilir.
Avrupa Birliği uzman yardımcılığına atanabilmek için,
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde sayılan genel şartlara
ek olarak;
a) Üniversitelerin en az dört yıllık eğitim veren hukuk,
siyasal bilgiler, iktisadi ve idari bilimler, iktisat, işletme ve mühendislik
fakülteleri ile fakültelerin matematik ve istatistik bölümleri ve bunlara
denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylanmış yabancı fakültelerden mezun
olmak,
b) Yapılacak yarışma sınavında başarılı olmak,
c) Sınavın yapıldığı yılın ocak ayının ilk gününde 35
yaşını doldurmamış olmak,
d) İngilizce, Fransızca veya Almanca dillerinden birini
iyi derecede bilmek,
Koşulları aranır.
Avrupa Birliği uzman yardımcılığına atananlar en az üç
yıl çalışmak ve olumlu sicil almak kaydıyla, açılacak Avrupa Birliği uzmanlığı
yeterlik sınavına girmeye hak kazanırlar. Sınavda başarılı olanlar Avrupa
Birliği uzmanı unvanını alırlar.
Yeterlik sınavında iki defa başarı gösteremeyenler,
Maliye Bakanlığının ve Devlet Personel Başkanlığının görüşleri üzerine
Başbakanlıkça diğer kamu kurum ve kuruluşlarındaki boş memur unvanlı kadrolara
atanırlar.
Avrupa Birliği uzman ve uzman yardımcılarının yarışma
ve yeterlik sınavlarının nasıl yapılacağı ile çalışma usul ve esasları,
yönetmelikle düzenlenir.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına,
Sayın Cevat Ayhan...
REMZİ ÇETİN (Konya) – Ben konuşacağım.
BAŞKAN – Hayır efendim. "Sakarya Milletvekili
Cevat Ayhan" yazmışlar.
Sayın Ayhan?.. Yok.
Sayın Ayhan gelirse, kendisine yine söz veririm
efendim, söz hakkı baki.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili
Sayın Necati Çetinkaya; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan,
Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmama başlamadan önce, şahsım ve Doğru Yol
Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Avrupa Birliğine
aday ülke olan Türkiyemizin bu konudaki koordinasyon, işbirliği ve üyelik
sürecinde üyelikle ilgili gelişmelerin koordine edilmesinden sorumlu olarak
düşünülen ve şu anda görüştüğümüz tasarı Meclisimizce kabul edildiği takdirde,
kadroları kurulacak olan bir müessese
olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, keşke, bunu "genel sekreterlik"
olarak nitelendirmemiş olsaydık; keşke, tıpkı Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarlıklarında olduğu gibi, bunu da "müsteşarlık" olarak tesmiye
etseydik. Çünkü, biliyorsunuz, genel sekreterlik, genelde, olağanüstü hallerde
kurulan ve Türkiye'de çok istisnaî olarak kullanılan bir müessese olarak
kalmıştır; Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği gibi. Bu tür şeyleri zorlamadan,
personel rejiminin de esasına sadık kalarak, bu uygulama, arz ettiğim uygulama
şeklinde olsaydı, bence daha isabet kaydederdi.
Burada, dikkate şayan ikinci bir husus; bu genel
sekreterliğin, münhasıran Dışişleri Bakanlığı personeli olması...
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin, değişik zamanlarda
ülkeye hizmette fevkalade büyük başarı kaydeden değerli devlet adamları
olmuştur; bakanlık, müsteşarlık ve genel müdürlük görevleri yapmışlardır;
hatta, hariciyeci olmadığı halde, hariciye kökenli olmadığı halde,
Dışişlerinde, büyükelçiliklerde çok büyük hizmetler yapmışlardır. Bunlar,
emekli askerler, geçmişte bakanlık
yapan değerli vatan evlatları, valiler, mülkî idare amirleri ve değişik sınıfta hakikaten temayüz etmiş, ülkenin
yönetimine vâkıf olan fevkalade değerli ülke evlatlarıdır.
O sebeple, bunda bu kadar kıskanç davranarak,
personelin sırf hariciye kökenli olmasının üzerinde ısrarla durmak, bence, pek
isabet kaydetmemiştir; çünkü "Avrupa Birliği Genel Sekreterliği"
denildiği zaman, sizlerin, hepimizin, Türkiye'de... 11-17 Aralık 1999 tarihlerinde ülke büyük bir coşkuyla âdeta bir
bayram havasına girdi, erken bir bayramdı belki "efendim, aday ülke
statüsüne girdik..."
Değerli arkadaşlarım, peki, girdiysek, buraya bizi
taşıyacak Kopenhag kriterleri, şartı, altını çize çize, Helsinki zirvesi
Başkanlık sunuş belgesinde "sen, Kopenhag kriterlerine uymadığın sürece,
bunları yerine getirmediğin sürece, seni üye ülke almam mümkün değildir"
diyor. İsterseniz, açayım maddeyi, sizlere okuyayım. Ne diyor; şimdi, bakınız,
4 üncü maddenin son kısmında diyor ki: "Tüm Kopenhag kriterlerine uyumun,
Birliğe katılmanın temelini teşkil ettiğini işaret eder." Bunun aksini
söyleyecek kimse var mı; yok.
Şimdi, daha dün demirperde gerisi ülkeler olan ülkeler,
8 inci maddenin bünyesinde... Devamen, 10 uncu maddeye geliyoruz, ne diyor:
"Romanya, Slovakya, Letonya, Litvanya, Bulgaristan, Malta, 2000 tarihinin
Şubat ayında aday ülke olabilmek için müzakerelere başlar."
Ben, Dışişleri bütçesi üzerinde, Grubum adına konuşma
yaparken de bunları söyledim, Sayın Dışişleri Bakanına söyledim; dedim ki:
Peki, bunlar daha dünün müracaat eden ülkeleri, demokrasiyle yeni tanıştılar ve
dolayısıyla, demokraside kapıyı daha yeni araladılar; bunlarınki mi başarı,
bizimki mi başarı? Bizim, hangi günün hangi ferdasında müzakerelere
oturacağımız belli değil iken, dün bağımsızlığına kavuşan ve demokratikleşmede
daha ilk adımını atan ülkeler sizin önünüze geçiyor ve dolayısıyla, 2000
yılının Şubat ayından itibaren, bunlar, müzakerelere başladılar. Size ne şart
koşuldu; 4 üncü madde şartı koşuldu. Ne deniliyor 4 üncü maddede: Sizler, kendi
aranızda Yunanistan ile Ege'deki sınır ihtilaflarınızı çözdünüz, çözdünüz;
çözmediğiniz takdirde, meseleleriniz, Uluslararası Adalet Divanına resen
götürülecektir, isteseniz de, istemeseniz de götürülecektir. Nihaî süre 2004
yılıdır, 2004 yılında, meselenizi, bu Uluslararası Adalet Divanına götürülecek,
orada çözülecektir. Bu kadar ciddî, bu kadar önemli, bu kadar hassas olan
konuda, münhasıran bir yere diyorsunuz ki, efendim, burada olacak. Peki, o
konunun -fevkalade önemli, ben, Hariciyeye son derece saygılıyım- uzmanı varsa,
onları gözardı etmenin ne manası vardı. Bu, bir uzmanlık konusudur, bir ihtisas
konusudur. Gayet tabiî ki, onlar da bu konunun devamlı olarak takibinde; ama,
onlardan daha uzmanlar var idiyse, efendim, hayır, bunlar ne kadar uzman olursa
olsun, bunları almayalım!.. Önünüzde bu kadar önemli problemler var, bu önemli
problemleri kiminle aşacaksınız? Kopenhag Kriterlerinde -demin, değerli
arkadaşım Sayın Çelik de, bu konulara detaylı olarak girdi- Deniliyor ki:
1- Demokratikleşeceksiniz, kesin olarak bunu
yapacaksınız diyor. Peki, demokratikleşmenin neresindeyiz?
2- Hukukun üstünlüğüne kesenkes uyacaksınız. Hukukun
üstünlüğü, sizin amentünüz olacak.
3- İnsan haklarını güvence altına alacaksınız.
Kopenhag Kriterleri, bu kadar önemli; bunları aşmak
mecburiyetindesiniz; işte, Helsinki Senedinin 4 üncü maddesinin son cümlesinde
"bunları aşmadığınız takdirde, bunları yapmadığınız takdirde, kesinlikle
gelemezsiniz" deniliyor.
Geliyoruz Kıbrıs meselesine: Son günlerde, Sayın
Cumhurbaşkanımızın orayı ziyareti sırasında, fevkalade önemli gelişmeler
olmuştu. Sayın Cumhurbaşkanımız, haklı olarak demiştir ki: "Bağımsız iki
ülkeden teşekkül eden bir federasyon..." Peki, bu, niye başkalarını
rahatsız etti? Bakınız, değerli arkadaşlar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Çabuk toparlarsanız... Lütfen...
Buyurun.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Sayın Başkanı da
kutluyorum ve bugünkü yazdığınız yazının altına, aynen imzamı atma hususunda
gurur duyarım.
BAŞKAN – Çok teşekkür ederim.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Açıkça söylüyorum,
bugünkü yazınız, hakikaten, fevkalade önemli konulara işaret eden bir yazıdır
ve bugünkü gündemimizin önemli bir konusudur.
BAŞKAN – İnşallah, Dışişleri Bakanlığı da okumak
zahmetinde bulunmuştur.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
hepinize tavsiye ederim, bugünkü yazıyı özellikle okuyunuz. Meclis Başkanvekili
Sayın Murat Sökmenoğlu'nun bugünkü yazısını özellikle okumanızı tavsiye
ediyorum.
BAŞKAN – Biliyorsunuz, biz, naçizane, Ortadoğu
Gazetesinde yazıyoruz.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Fischer "federal
Avrupa" diye söyleyip duruyor...
Ondan sonra, ikinci bir konu, Mecliste geçenki
konuşmamda da altını çizerek söyledim. Ne dedim; Avrupa Güvenlik ve Savunma
Kimliği... Sayın bakana dedim ki, biz, bunun neresindeyiz Allahaşkına! NATO
ülkesi olacaksınız ve NATO ülkesi olduğunuz halde, Avrupa Güvenlik ve Savunma
Kimliğinin içerisinde olmayacaksınız, karar mekanizmasının içerisinde
olmayacaksınız; ama, yeni bir kuvvet kurulacak, Avrupa'nın savunmasını buna
tevdi edeceksiniz.
Peki, bu kanunun 27 nci maddesinde... Nasıl, bunu,
Avrupa'nın güvenliğini, bir NATO ülkesi olarak, bize nazaran hazmedebileceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Diyeceğiz ki, tamam,
ben, Avrupa üyesiyim, NATO üyesiyim; ama, ne yapayım da, Avrupa Birliğinin
üyesi olmadığım halde, NATO'yla ilgili en güçlü ikinci üye olayım; benim
hakkımda karar verin.
İHSAN ÇABUK (Ordu) – 5 dakika daha süre verin Sayın
Başkan.
BAŞKAN – O zaman rüşvet olur efendim.
Sayın Çetinkaya, toparlar mısınız...
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Başkanım, tabiî,
bunlar, Türkiye'nin, şu anda karşı karşıya bulunduğu son derece önemli,
fevkalade önemli meseleler.
Bir de, biz, burada, keyfe mayeşa konularla konuşmak
istemiyoruz. Ben, açıkça söylüyorum, popülist bir politika da yapmak
istemiyorum; ama, sizin de, bugün, belirttiğiniz gibi, bunlar, bugün,
Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu hayatî konular. Yıllarca evvel müracaat
etmişsiniz, Roma Anlaşmasından beri bunlarla tanışmış durumdasınız. 600 seneden
beri Avrupalı bir ülkesiniz. Hiç diyebilir misiniz ki, Osmanlı, Türkiye
değildir. Biz, kökü mazide olan bir atiyiz. (Alkışlar) Bu kadar güçlü geçmişi
olan, cihanşümul imparatorluklar kurmuş ve Avrupa'nın bünyesinde 600 sene, en
büyük adaletle, en büyük hoşgörüyle, sevgiyle, insanlık sevgisiyle kucak açmış,
herkese gel demiş, kucaklamış bir Avrupalı Türkiye'yi, siz, Avrupa bünyesinde
kabul etmeyeceksiniz, ona önşart koyacaksınız. Hangi birine önşart konuldu
sorarım size?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla)– Onun için bu konular
fevkalade hassas, fevkalade önemli konulardır. İşte, buna göre kadroları kurmak
gerekir, buna göre kadroları seçmek gerekir. (DYP, MHP, DSP sıralarından
"ses, ses" sesleri)
BAŞKAN – Bitti efendim, iki kere uzattım; nasıl
"ses, ses!.." Hoşunuza gitti hamasi nutuk dinleyince...
Yüce Meclis halledecek o işi.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, mikrofonu
açın da, sözlerini bağlasın.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanın da
hoşgörüsünü fazla zorlamadan sözlerimi tamamlıyorum. Bu hassas konularda, bu
Yüce Meclisin yekvücut olarak, politik mülahazaların dışında birleşerek, ona
göre hazırlanması ve ona göre, denetlenen bir ülke olmaktan değil, gerçek
manada oraya üye olan ve Kopenhag kriterleri üzerinde hakikaten hazırlanan ve
buna göre kadro kuran bir ülke olmak... İşte, Meclis, bunu hazırlamalı.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çetinkaya.
Çok teşekkür ederim, Yüce Meclis, bu konuda hemfikirdir
efendim.
Fazilet Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın
Remzi Çetin; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA REMZİ ÇETİN (Konya) – Muhterem Başkan,
muhterem milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.
Avrupa Birliğine girme çabalarımız, oldukça uzun bir
zaman diliminde cereyan etmektedir. Ankara Antlaşmasıyla yola koyulduğumuz göz
önüne alınırsa, neredeyse 42 yıllık bir zamanı geride bırakmış durumdayız. Bu
esnada ciddî inkıtalar ve gecikmeler olmuştur. Zamanında atılması gereken
adımların atılmadığı ve zaman zaman işin yokuşa sürüldüğü; bugün daha iyi
görülmektedir. Bir anlamda, Avrupa Birliğine girme çalışmaları, samimî ve ciddî
adımlarla gerçekçi olmaktan uzak, art maksatlı çabaların iç içe girdiği bir
seyir arz etmektedir; ancak, bugün geldiğimiz nokta oldukça önemlidir.
Dünyamızda blok oluşumların oluştuğu bir dönemde,
ülkemizi, hatırlı bir konumda tutabilecek oluşumlara iyi hazırlanmamız gerekir.
Uluslararası arenada millî menfaatların daima önplanda tutulduğu bir ilişkiler
zincirinin varlığı muhakkaktır. Bu yüzden, ülkemizin bütün millî menfaatlarını
en iyi şekilde koruyacak yapılanmalar gerçekleştirerek öngörülen hazırlıkları
yapmak, millî bir vecibedir.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin kurulması,
gecikmeli de olsa, bir an evvel
tamamlanmalı, en vasıflı elemanlarla bu kurul takviye edilmelidir.
Değerli milletvekilleri, biz, her bakımdan büyük
avantajlara sahip, büyük bir milletiz. Tarihimiz, kültürümüz, coğrafyamız ve
insanî yapımızla uluslarası ilişkilerde önemli ve büyük kozlara sahibiz.
Bilhassa uluslararası işlerimizin tanziminde sahip olduğumuz bu büyük millî
avantajları iyi değerlendirmemiz gerekir. Bizim dahil olacağımız her
uluslararası oluşum, bu birliktelikten önemli faydalar istihsal edebilir.
Dolayısıyla, bizim bir yere dahil olmamız, kesinlikle rica, minnet şeklinde
olmamalıdır; büyüklüğümüzün ve sahip olduğumuz avantaj ve kozlarımızın farkında
ve şuurunda olmamız gerekir.
Türkiye'siz bir Avrupa Birliği, fonksiyonunu tam ifa
edemez. Nitekim, Helsinki'ye ısrarla davet edilmemiz, bu gerçeğin Avrupalılar
tarafından da görüldüğünü göstermektedir. Eğer, biz, bize ait, tarihî, kültürel
ve coğrafî avantajlarımızı iyi kullanırsak, ısrarcı tarafın değişiceğini
bilmemiz gerekir.
Tanıtıma ağırlık vermeliyiz; çünkü, çok yönden
insafsızca saldırıya maruz kalan bir milletiz. Bütün bu saldırılardaki
haksızlıkları izah edecek, vasıflı elemanlardan meydana gelen bir tanıtım
ordusuna ihtiyacımız çok fazladır. Dünya vatandaşı mantığıyla hareket eden
değil, millî mefkûremizi özümlemiş, millî avantajlarımızı ve kozlarımızı iyi
bilen bir ekiple çok başarılı çalışmalar yapabileceğimiz muhakkaktır.
Avrupa Birliği çalışmaları esnasında, Avrupa
Parlamentosundaki milletvekillerinin, etkili ve yetkili tüm kişi ve kurumların
en ileri derecede bilgilendirilmesi gerekmektedir. Şu anda, başta ihanet odağı
PKK olmak üzere, büyük harcamalarla çok yoğun bir aleyhte propaganda
yapılmaktadır. Böylece, Avrupalı parlamenterler bu hain propagandanın telkiniyle
ülkemizi ve milletimizi yanlış tanıyorlar. Bu boşluk, ne pahasına olursa olsun
mutlaka telafi edilmelidir. O bakımdan, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin
bir an evvel hayata geçirilmesi gerekir.
Sivil toplum kuruluşlarının Strazburg ve Brüksel başta
olmak üzere, bürolar açmaları, hem tanıtımımıza hem de işadamlarımızın yeni
pazarlar bulmasına yardımcı olacaktır. Her koldan çalışma yapılması gerektiği
açıktır. Gerek duyulan insan ve finans ihtiyacını mümkün mertebe temin
etmeliyiz; çünkü, doğan boşluğu menfi unsurların doldurduğu görülmektedir.
Brüksel'deki Avrupa Birliği Daimi Elçiliğinin imkânları
artırılmalı ve ihtiyaçları giderilmelidir. Avrupa Birliği Parlamento üyelerini
ve kurumları sürekli enforme edecek bir çalışma ağının kurulması şarttır.
Böylece, haklı tezlerimizin daha sağlıklı görülüp, değerlendirilmesi sağlanmış
olacaktır.
Avrupa Birliği mahfillerinde, Kıbrıs meselemiz de
sürekli gündeme getirilmektedir. Bu bakımdan, haklı Kıbrıs davamızı da, tarihî
bir perspektif içerisinde anlatmalıyız. Bugün, bütün avantajları eline
geçirdiği için, Kıbrıs Rum kesimi, nihaî çözüm istememektedir. Böylece,
ülkemizi, sürekli tedirgin edecek bir hususu hep ellerinde tutmak istiyorlar.
Buna karşılık, bugüne kadar olduğu gibi, daha kararlı
bir şekilde, Kıbrıs meselemizi ele almamız gerekir. Pekçok çalışmanın birbirine
paralel olarak yürütülmesi gerekir, kararlılığımızın en güzel bir şekilde
gösterilmesi icap eder. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bir devletin bütün
unsurlarına sahiptir. Bu durumdan bir milim geri gidemeyiz. Bu yüzden,
KKTC'nin, uluslararası zeminde yer alması için, gerekli çalışmalar
başlatılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, bilhassa, Avrupa Birliği
zeminlerinde, her defasında, ülkemizin karşısına demokratikleşme, insan hakları
ve ferdî hürriyetler konularında ciddî eksikliklerimizin olduğu teziyle
çıkılmaktadır. O zaman, kendimizin de tespit ettiği bu eksiklikleri telafi
edecek tadilatları bir an evel yapmamız gerekecektir.
312 nci maddenin kaldırılması konusu üzerinde konsensüs
sağlandığı söylendiği zaman, bir Avrupalı parlamenter "bu maddeyle
cezalandırmalar devam ediyor. Bu yüzden, değişikliğin bir an evvel
gerçekleştirilmesi gerekir" cevabını vermiştir.
Değerli arkadaşlarım, ülkemizde, sivil otoritenin zaafa
uğratıldığı, parlamentonun ve siyasetin etkisizleştirildiği hususu da, en çok
karşımıza çıkan konular arasındadır. Bu görünümümüzü de değiştirmemiz gerekir.
Söz ve ifade hürriyeti, propaganda hakkı, siyasî partilerin varlıklarını
rahatça sürdürmeleri, demokratik ülkelerde cebir, şiddet ve silahlı kalkışma
olmadığı sürece, varlığı şart olan faaliyetlere gereksiz kısıtlamaların
getirilmemesi gibi hususların ülkemizde de sağlanması şarttır.
Ülkemize her kademede hizmet etmiş başbakanların,
bakanların, belediye başkanlarının bazı vehimler ile cezalandırılma yoluna
gidilmesi, son derece şanssız gelişmelerdir. İşte, bu yanlışlarımızı tamir
edersek, kimsenin bir şey diyemeyeceği bir bünyeye sahip olursak, daha güçlü
bir müzakere süreci yaşayacağımız kesindir. Bu yüzden, 312 nci madde, Siyasî
Partiler Kanunu, hürriyetleri tahdit eden kanunların tadilatını ve diğer
hususları, en kısa zamanda yapmalıyız.
Avrupa Birliği, görüşme sürecinde, bize karşı bencil ve
önyargılıdır; en son, Avrupa'nın savunmasına yönelik yeni askerî oluşumda bize
yer vermediler. Halbuki, elli yıldır, NATO'da, başta Avrupa'nın güvenliğini
sağlamak için, ne denli fedakârlıklara katlandığımız, herkesin malumudur. Buna
rağmen, bu konudaki kısır tutumları, bize karşı önyargılı ve dışlayıcı
oldukları görülmektedir. Gümrük birliğine gittik, tek taraflı bütün tavizleri
verdik; ama, yine de insafa gelmediler. Bu yüzden, kendimiz tarafından da kabul
edilen ve Avrupa Birliği müktesebatının gereği olan hususları bünyemize derc
edecek gerekli çalışmaları ivedilikle yapmalıyız. Ancak, millî birliğimizi
tahrip edecek, gerçeklerle bağdaşmayan, gelişigüzel maksatlı müdahalelere de
seyirci kalmamız mümkün olmayacaktır. Kıbrıs'la ilgili son Güvenlik Konseyi
kararı da göstermektedir ki, Yunan ve Rum lobisi, Avrupa Birliğine girme sürecinde,
her fırsatı değerlendirerek, aleyhimize bir atmosfer oluşturmaya çalışmaktadır.
Avrupa Birliği, demokratikleşme, insan hakları ve
hürriyetler konusunda ısrarla hareket ettiği halde, malî yardımlar konusunda
son derece hasis davranmaktadır. Avrupa Birliği, vaat ettiği hiçbir malî
yardımı tamamıyla yerine getirmemiştir. Avrupa Birliğinin, ülkemizin üzerinden
sağlayacağı avantajlar göz önüne alındığı zaman, bilhassa malî konularda
takındıkları tavrı iyi niyetle izah etmek mümkün değildir.
Çıkacak kanunun hayırlı olmasını temenni eder, hepinize
tekrar saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çetin.
Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, şahısları adına, İzmir Milletvekili Sayın Saffet
Başaran; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
SAFFET BAŞARAN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 504 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü
maddesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinize
saygılar sunarım.
Sayın milletvekilleri, tasarının bu maddesi, Avrupa
Birliği Genel Sekreterliğinin personel rejimini düzenleyen maddesidir. Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği personeli, genel sekreter, genel sekreter
yardımcıları, daire başkanları, Avrupa Birliği uzman ve uzman yardımcıları,
mütercim ve diğer personelden oluşmaktadır. Genel Sekreterliğe bağlı personel,
genel olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi, bağlı olmakla birlikte,
daha ziyade, Avrupa Birliği uzman ve uzman yardımcıları için birtakım kıstaslar
getirilmiştir ki, bunlar da, kısaca, usul ve esasları yönetmeliklerle
belirlenecek bir sınavda başarılı olmak ve yine, hangi kurumlarda çalışmış
olmaları gerektiğini hükme bağlamış ve yine, bu uzman ve uzman yardımcılarının
hangi fakülteleri bitirmesi gerektiğini ve diğer koşulları da belirlemiş.
Ülkemiz için önemine ve yararına inandığım bu kanun
tasarısının hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (DSP, MHP ve
ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Başaran, teşekkür ediyorum.
İkinci söz, Manisa Milletvekili Sayın Mustafa Enöz'ün.
Sayın Enöz?.. Yok.
Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun. (FP
sıralarından alkışlar)
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem
üyeler; şimdi, 504 sıra sayılı Avrupa Birliği Genel Sekreterliği kuruluşuyla
ilgili kanun tasarısının 4 üncü maddesinde, şahsım adına söz almış
bulunmaktayım.
Bu madde, Genel Sekreterliğin personel rejimini
düzenlemektedir. Orada çalışacak 76 personel var. Bunların tabi olacağı özlük
haklarını, vasıflarını, o göreve gelecek olan, genel sekreterlik kadrosunda
görev alacak olan hukuk müşavirinden Avrupa Birliği uzmanına kadar bunların
vasıflarıyla ilgili hususları tarif etmekte. Hatırladığıma göre, sözleşmeli
personel istihdamına da imkân vermektedir. Bu, doğru bir yaklaşımdır, zira,
fevkalade uzmanlık isteyen bu sahada, 657'e tabi şartlarda personel bulmanız
zordur. Ayrıca, kamu kurumlarında çalışan Avrupa Topluluğuyla ilgili bilgi
birikimi olan personelin de burada görev almasına imkân verilmektedir.
Tabiî, Avrupa Topluluğuyla ilgili koordinasyon
hizmetleri, aslında, 1970'li yıllarda başlamıştı. Türkiye, hazırlık döneminden
1973'te geçiş dönemine girince, bütün bakanlıklarda, Avrupa Topluluğuyla ilgili
birimler kurulmuştu; ama, ciddî bir mesafe de alınmadığını ifade etmek isterim.
Değerli arkadaşlar, Avrupa Topluluğuna giren
ülkelerden, mesela İspanya, 1970'li yıllarda bu münasebetlerin içindeydi, ben
hatırlıyorum, 1968, 1969, 1970, o yıllarda. Türkiye, Devlet Planlama
Teşkilatında, Avrupa Birliğiyle ilgili münasebetleri yürütmek için özel bir
birim de kurmuştu o dönemde, bu çalışmaları yaparken, zaman zaman yurtdışına da
gidilir, Brüksel'de görüşmeler yapılırdı; ama, şunu ifade etmek istiyorum;
İspanya, o zaman, bu meseleye 3 000 uzmanla girmişti, hakikaten fevkalade ciddî
girdiler, bütün sektörlerini, alt sektörlerini, mal gruplarına kadar, Topluluğa
uyumda ortaya çıkacak sıkıntılar, bunların telafisi için yapılacak çalışmalar
için fevkalede geniş bir kadroyla girdi ve bu meseleyi de başardı. İspanya,
aşağı yukarı -yanlış hatırlamıyorsam- 50 milyar dolar mertebesinde de
Topluluktan yardım aldı, uyum döneminde, geçiş döneminde; yani, tarımından
sanayiine kadar, hizmet sektörüne kadar, bütün birimleri, Topluluk içerisinde
rekabet edebilecek şartlara getirmek için bu çalışmaları yürüttü. Maalesef,
bizde, devlet yönetimindeki, kamu yönetimindeki dağınıklık sebebiyle, biz
1970'lerde başladığımız bu meselede muvaffak olamadık. Türkiye, Avrupa
Topluluğuyla ilgili meselelerde bir gelgit içindedir; bu gelgit, bu tereddüt
hâlâ da Türkiye'de var. Bakın, bugün, uyumla ilgili bir üst komisyon kuruldu,
Maastricht Kriterlerine, Kopenhag Kriterlerine uyum, Toplulukla bütün mevzuatı
bütünleştirme çerçevesinde birtakım çalışmalar yapılıyor; ama, devletin
birtakım değişik kurumlarından da ters beyanlar ortaya çıkıyor. Hükümetin,
burada siyasî iradeyi ortaya koyması lazım. Hükümet karar verdiyse, Meclis
karar verdiyse, devletin bütün kurumları buna uyum içinde olma durumundadır.
Her kurumun -hangi kurum olursa olsun- değişik görüşü olabilir, bunu beyan
edebilir; ama, son karar siyasî kadrolarındır, son karar hükümetindir, son
karar Türkiye Büyük Millet Meclisinindir diye, bu yolda azimli, kararlı
ilerlemek lazım.
Şunu da ifade edeyim; elbette, Topluluğa üyelik,
Türkiye'de büyük bir umuttur; bu, 1960'lı yıllarda da umuttu. Merhum İsmet
Paşa'nın da, Topluluğa girişle ilgili beyanları vardır. Hem "bir harikadır, dünyanın ortaya koyduğu
en mühim teşkilattır" diye Avrupa Topluluğunu takdir eden hem de
Türkiye'nin Topluluğa girişinden ortaya çıkacak olan faydaları ifade eden
beyanları vardır. Hakikaten, Avrupa Topluluğu, insan aklının ortaya...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, toparlarsanız memnun olurum.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Toparlıyorum; teşekkür
ederim.
Önce Avrupa Ortak Pazarı, sonra Avrupa Topluluğu, sonra
da Avrupa Birliği olarak devam eden bu kuruluş, hakikaten, insan zekâsının,
devlet adamlarının ortaya koyduğu fevkalade ileri bir organizasyondur. Tabiî,
bunun ne olduğunu anlamak için 19 uncu Yüzyıla bakmak lazım, 20 nci Yüzyıla
bakmak lazım. Yani, Avrupa Topluluğuna gelinceye kadar Avrupa'nın geçirdiği,
Avrupa merkezli dünyanın geçirdiği hadiselere bakmak lazım. 19 uncu Yüzyıl
Avrupaiçi harpler, Napolyon, Bismarck'ın siyasî sistemleri, yine, 20 nci
Yüzyılda Birinci ve İkinci Dünya Savaşları... Avrupa, bundan, insan aklının
ortaya koyabileceği en güzel dersi almış ve kendi birliğini sağlamıştır. Tabiî,
temennimiz, Türkiye'nin de, bu birlik içerisinde layık olacağı şekilde yerini
alması ve bu birlikten faydalanmasıdır; ama, şunu ifade ediyorum. Tabiî, bu,
hepimizin üzerinde vecibedir; hükümetlerin de, milletvekillerinin de, kamu
kurumlarının da, bütün herkesin. Eğer kendimizi, toplulukla eşit seviyede
rekabet edebilecek bir şekilde süratle hazırlamazsak, bunun sonunda meyus
oluruz değerli arkadaşlar.
Topluluğun sırtına asılmak, 65 milyon fukara Türkiye'yi
topluluk besleyecek diye bakmak mümkün değildir; bunu, zaten, topluluk da
yapmaz; yani, Türkiye'nin gerek Maastricht gerekse Kopenhag veya diğer topluluk
kriterleri çerçevesinde, uyma mecburiyetiyle değil de, kendi mutfağını düzene
sokması, kendi ekonomisini, sosyal hayatını, iktisadî hayatını, herşeyini
düzene sokacak bir siyasî iradeyi ortaya koyması lazım.
Topluluk, yarın bizi almayabilir; toplulukla
giremiyorsak Karadeniz Birliğinde gireriz, toplulukla giremiyorsak ASEAN'da
gireriz, toplulukla giremiyorsak ECO'da gireriz, orada gireriz, burada gireriz;
ama, bizim topluluğa arzu edilen bir aday haline gelmemiz lazım. İşte,
önümüzdeki bu genel sekreterlik düzenlemesiyle, temenni edelim, biz, bu işin
hakkından geliriz; ama, meseleyi bürokratik bir yaklaşımla çözmemiz mümkün
değil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlar mısınız efendim, lütfen.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Başta da konuşmalarımda, önceki
maddelerde ifade ettim; mesele, Türkiye'nin topyekûn bu hedefe kilitlenmesi,
özeliyle, resmisiyle, bütün sivil kurumlarıyla başarılı olacak bir iradeyi
ortaya koyması lazım; bunun da başı siyasî iradedir.
Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum...
ASLAN POLAT (Erzurum) – Karar yetersayısının
aranılmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Oylamaya geçtim efendim.
4 üncü maddeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Geçmemiştiniz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Geçtim efendim. Zihnimde geçtim, yüreğimde
geçtim; geçtim. Lütfen...
5 inci maddeyi okutuyorum:
Kadrolar
MADDE 5. – Ekli (I) sayılı listede yer alan
kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin eki (I) sayılı cetvele Avrupa Birliği Genel Sekreterliği bölümü
olarak eklenmiştir.
BAŞKAN – 5 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu
adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat; buyurun efendim.
(FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) –
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında Grubum adına söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İlgili 5 inci madde, genel sekreterlik ve genel
sekreter yardımcılıklarını düzenlemektedir. Daha evvel, benden önce söz alan
arkadaşlarımın da belirttiği üzere, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin
kurulmuş olmasına, böyle bir organizasyonun teşekkül ettirilmiş olmasına müspet
bakıyoruz ve destekliyoruz. Görüşmekte olduğumuz 5 inci madde de, bu yasa
tasarısının teknik bir ayrımıdır; bunu da destekliyoruz.
Ancak, Avrupa Birliği dediğimiz zaman, ne anladığımızı,
bir kere ortaya koymakta fayda var. Kopenhag kriterleri dediğimiz ve bugün,
maalesef, bazı çevrelerce "Türkiye'ye dar geliyor, Türkiye'ye geniş
geliyor" diye, şu anda münakaşa edilmek istenilen olayı, bir kere tespit
etmek lazım.
Avrupa Birliği, Türkiye Cumhuriyeti Devletine, Avrupa
Birliğine üye olması konusunda herhangi bir talepte bulunmamıştır. Biz, Türkiye
cumhuriyeti devleti olarak, böyle bir birliğin içerisinde yer almayı talep
etmişiz ve bu talebin karşılığında da, bu grubun, bu birliğin öne sürmüş olduğu
bazı şartları ve bazı kriterleri kabul etmiş bulunuyoruz. Kopenhag kriterleri
dediğimiz ve temel olarak demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, hukukun
üstünlüğü prensiplerinin kabul edilip edilmemesi konusu, münakaşaya açık olan
bir konu değildir; çünkü, kriter olarak dediğimiz şey, asgarî bir şart olup,
üstünde münakaşa edilebilecek bir şart değildir, bir pazarlık konusu değildir.
Ya bu şartları kabul eder, devam edersiniz veya bu şartları reddeder, o
topluluktan ayrılırsınız. Ancak, –belki millî bir yapımız nedeniyle– kendi
halkımızın layık olduğu ve onlara hakikaten verilmesi gereken haklarını, insan
haklarını, hukukun üstünlüğü prensiplerini, nedense, yüzyıllardır birileri bize
empoze etmiş ve hatta uluslararası anlaşmalara derc etmişlerdir. Şahsen, tarihe
şöyle geri dönüp baktığımız zaman, Türkiye'nin temel yasalarına, hatta, Osmanlı
döneminin temel yasalarına, uluslararası anlaşmalarına baktığımız zaman,
böylesine maddelerle karşılaşmak, bir Türkiye vatandaşı olarak bana ıstırap
veriyor.
Ben, size, bu konuyla ilgili bir madde okuyacağım.
Şöyle diyor:
"Madde 141 – Türkiye kendi bilcümle ahalisine,
tevellüt, milliyet, lisan, ırk veya din nazar-ı itibare almaksızın hayat ve
hürriyetlerince himaye-i tamme ve kâmile bahşedeceğini taahhüt eyler. Türkiye
ahalisinden kâffesinin umumî ve hususî her nevi edyan mezahip ve itikat
hususlarında serbestçe icra-yı ayine hakları olacaktır. Fıkra-i anifede beyan
olunan hakkın serbesti-i istimaline iras olunacak tecavüzat alâkadar olan
mezhep hangisi olursa olsun aynı mücazat ile cezalandırılacaktır."
Yine, aynı antlaşmanın diğer bir maddesinde ise şöyle
diyor:
"Madde 145 - Tebaa-i Osmaniyenin kâffesi nazar-ı
kanunda müsavi olacak ve ırk ve lisan veya din farkı gözedilmeksizin aynı
hukuk-ı medeniye ve siyasiyeden istifade edeceklerdir.
Din, itikat ve mezhep farkı tebaa-i Osmaniyeden
hiçbirinin hukuk-ı medeniye ve siyasiyeden istifadesi ve hususile hidemat-ı
ammeye kabulü ve memuriyetlere ve ihtiramata nailiyeti ve muhtelif mesalik ve
sanayiin icrası hususlarına sekte iras etmeyecektir." Bu uluslararası
antlaşma, Osmanlı İmparatorluğu ile diğer Avrupa ülkelerinin 1920'de imzalamış
olduğu Sevr Antlaşmasıdır. Tabiî olarak, Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu andan
itibaren bunu kabul etmemiş, bunu bir paçavra olarak kenara atmıştır. Onun
yerine, her zaman övündüğümüz yasalarımızı, yaşamımızı dayandırmak istediğimiz
Lozan Muahedesi yapılmıştır.
Aynı muahedenin, yani, Lozan Muahedesinin iki maddesini
okumak istiyorum: 38 inci maddesi "Türkiye'nin bütün ahalisi intizam-ı âm
ve âdab-ı umumiye ile gayri kabili telif olmayan her din, mezhep veya itikadın
gerek umumi ve gerek hususi surette serbesti-i icrası hakkına malik
olacaklardır. Gayri müslim akalliyetler, bütün Türk tebaasına tatbik edilen ve
Türkiye Hükümeti tarafından müdafaai milliye veya intizamı âmmın muhafazası
için memleketin her tarafında veya bir kısmında ittihaz edilen tedabir mahfuz
kalmak şartiyle, serbesti-i seyrüsefer ve hicretten tamamiyle isitfade
edeceklerdir", 39 uncu maddesi "Türkiye'nin bütün ahalisi din tefrik
edilmeksizin kanun nazarında müsavi olacaklardır" der ve buna benzer
birçok madde getirir.
Benim üzüldüğüm nokta şudur: Neden, bizim dışımızdaki
bazı ülkeler, benim halkıma, hakkı olan ve bizlerin müdafaası gereken konuları,
bu halkın haklarını uluslararası antlaşmalarda, bize, bir yerde, dayatmak
zorunda kalıyorlar. Bizi, acaba, kendi halkımıza karşı bir grup olarak mı,
yani, idarecileri, idare edenleri Türkiye halkına karşı bir grup olarak mı
görmek istiyorlar?
Aynı şey, bugün, Kopenhag kriterlerinin münakaşası
konusunda da gündeme geliyor. Bazı güçler, bazı kuvvetler, bu kriterlerin, Türk
Halkına, Türkiye'ye fazla geleceğini ve bundan bazı kısıtlamalara gidilmesi
gerektiğini beyan ediyorlar. Beyan eden kişilerin veya kuruluşların yapısına
baktığımız zaman, demokrasinin olmazsa olmaz bir prensibi olan siyasî
otoritenin dışındaki bazı kurumların ve kuruluşların bu iddiada bulunması ise,
beni özellikle üzüyor; çünkü, Kopenhag kriterlerinin birinci özelliği, demokrat
olabilmek özelliğidir. Demokrasinin birinci özelliği ve vazgeçilmez özelliği
de, mutlak surette sivil otoritenin hâkim olması demektir. Eğer sivil
otoritenin dışında, halk tarafından seçilmemiş, halka dayanmayan herhangi bir
güç tarafından ifade ediliyorsa ve karar veriliyorsa, orada demokrasiden
bahsedebilmek mümkün değildir; demokratik bir ortamın olduğundan da bahsedebilmek mümkün değildir. Orada, demokrasinin
yeşermesi mümkün değildir.
Demokrasiye birçok kriterle yaklaşabilmemiz mümkündür;
özgürlükçüdür diyebiliriz, doğrudur; çoğulcudur diyebiliriz, doğrudur;
gereklidir; katılımcıdır diyebiliriz, doğrudur; özerk ve bilgilendirilmiş bir
toplumdan bahsedebiliriz, doğrudur. Bunlar, demokrasinin kriterleridir; ancak,
bir yerde, bunların tümünü gerçekleştirseniz dahi, eğer sivil otorite hâkim
değilse, orada demokrasiden bahsedebilmek mümkün değildir. Öncelikle, bu
kriterlere uyabilmek için, bir sekreteryanın kurulması yeterli değildir.
Öncelikle, sivil otoritenin kesin hâkimiyetini vazetmek gerekir. Bunun için de,
yeni bir yasa çıkaracağımız yerde, dönüp arkamıza bakıp, mevcut yasalardan
hangilerinin bu sivil girişimin, bu sivil otoritenin önünde engel olduğunu
görmemiz lazım. Onları tek tek ayıklamadığımız sürece, ister bir sekreterya
kuralım ister bakanlık kuralım isterse başbakanlık kuralım, bir yere
varabilmemiz mümkün değildir. Birileri gelip, bu süreç içerisinde, bizlere
nelerin yapılmaması gerektiğini, hangi yasaların değiştirilmesi gerektiğini
empoze etmeye başlarsa ve biz, bu empoze doğrultusunda hareket edersek, o
zaman, o düveli devletlerin, muazzam devletlerin, bir savaş sonrasında
Osmanlıya kabul ettirdiği Sevr Antlaşmasının ve ondan sonra yapılmış olan,
cumhuriyetin kuruluş temelini oluşturan Lozan Antlaşmasındaki bu maddelerin
dışına pek farklı olarak çıkmış olmayız.
Bu otoritenin sağlanabilmesi için, Anayasa değişikliği
gerekir, birçok yasalarda değişiklik gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) – Sayın Başkan, 1
dakika rica ediyorum...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Fırat.
DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) – Ancak, öncelikle
görüşülmesi gereken bir yasa var. Milî Güvenlik Kurulu ve Sekreteryası
Yasasının, Kopenhag Kriterleri çerçevesi içerisinde yeniden gözden geçirilmesi
gerekir. Askerî otoritenin hâkim olduğu bir sekreteryanın, tüm sivil
sekreteryalara, tüm sivil bakanlıklara ve Başbakanlığa talimat yağdırmasının ve
hem de vazgeçilmez talimatlar yağdırmasının önüne geçilmesi lazımdır.
Millî Güvenlik Kurulu, Türkiye'nin gerçeklerine uygun
olabilir. Böyle bir organizasyon kabul edilebilir; ancak, böyle bir
organizasyonun sivil otoritenin üstünde olmasını kabul edebilmek mümkün
değildir. Mutlaka bir yerden başlamamız lazım; ama, mühim bir noktadan
başlamamız lazım. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu cesareti gösterebilmeli ve bu
adımı atabilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, Atatürk'ün bir sözünü
değiştirerek tekrarlamak istiyorum: "Demokrat olmak, adam olmaktır"
ve adam olmak zorundayız; çünkü, hakikaten, her türlü hakka, dünyadaki en
modern ülkelerden, en demokrat ülkelerden, en hür ülkelerden daha çok
demokrasiye, daha çok haklara, daha çok hukuk devletine layık olan bir halkın
temsilcileriyiz.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (FP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – İkinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına, Samsun Milletvekili Sayın Vedat Çınaroğlu'nda.
Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA VEDAT ÇINAROĞLU (Samsun) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 504 sıra sayılı, Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısının 5 inci maddesi üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum;
Grubum va şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Maddeyle, ekli 1 sayılı listede yer alan kadrolar ihdas
edilerek, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
ek 1 sayılı cetveline Avrupa Birliği Genel Sekreterliği bölümü olarak
eklenmektedir.
3 üncü maddede belirtilen genel sekreterliğin görevleri
göz önüne alınırsa, bu görevlerin zamanında ve en iyi şekilde yapılabilmesi
için, 4 genel sekreter yardımcısının görevlendirilmesinin uygun olduğu
görülmektedir. Hükümet ve Komisyon, maddeyle, 4 genel sekreter yardımcısının,
Dışişleri Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlıklarından
görevlendirilmesinin koordinasyon çalışmaları için faydalı olacağını düşünmüş.
Katıldığımı ifade etmekle birlikte, katkıda bulunmak
amacıyla bir hususa işaret etmek istiyorum. Böyle bir teşkilatlanma
çerçevesinde, yine üçüncü maddenin (c) bendinde, çağımızda üçüncü sektör olarak
kabul edilen sivil toplum kuruluşlarından öneri almak üzere komite
oluşturulacağı hükme bağlanıyor; isabet edilmiştir; ancak, yine, çağımızda
dördüncü güç olarak kabul edilen basın yayın çalışmalarının nasıl yürütüleceğinden
söz edilmemiştir. Toplumun her kesiminin Avrupa Birliği uyum çalışmalarından
bilgilendirilmesi için, bir basın, yayın ve enformasyon biriminin teşkil
edilmesinde fayda olduğu kanaatindeyiz. Bu, aynı zamanda, basın mensuplarının
çalışmalarına da yardımcı olacaktır. Basın mensupları, gelişmelerle ilgili
olarak haber alabilmek için genel sekreterlik içinden görevlilerle irtibat
kurmak yerine, basın bürosu veya birimiyle çalışabileceklerdir. Bir başka
faydasının da, uyum çalışmalarının münferit beyanlarla ortaya çıkabilecek
yanlış anlaşılmaları önleyecek olduğu kanaatindeyim. Bu sebeple, ayrı bir kadro
ihdas edilmeksizin, 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin ekli 1 sayılı cetvelde belirtilecek kadrolardan uygun görülene,
basın yayın ve enformasyon görevi ilave edilebilir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu düşüncelerimizi
ifade etmek amacıyla söz aldım. Kanunun, hayırlı olması dilek ve temennisiyle,
Yüce Heyeti tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çınaroğlu.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili
Sayın Murat Akın; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 504 sıra sayılı tasarının 5 inci maddesi üzerinde
Grubum adına söz almış bulumaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
5 inci madde, kamu kurum ve kuruluşlarıyla yürütülecek
koordinasyonda, anahizmet birimleri ile tali hizmet biriminin yönetim ve
koordinasyonunda Genel Sekretere yardımcı olmak amacıyla, Dışişleri Bakanlığı,
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Dış Ticaret Müsteşarlığından olmak
üzere üç genel sekreter yardımcısının görevlendirmesi hususunda hüküm ifade
etmektedir.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği, daha önceleri
-arkadaşlarımızın ifade ettikleri üzere- üye ülkeler arasında ortak bir kömür
ve çelik pazarı oluşturulması, ekonominin geliştirilmesi ve istihdam ile hayat
seviyesinin yükselmesini sağlayan bir hedef anlaşmasıydı. Bilahara, Avrupa
Kömür ve Çelik Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) olarak değişmiş ve bu
Topluluğu, Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya, 1957
yılında aralarında imzalamış oldukları anlaşmayla kurmuşlardır.
Konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi, ekonominin
geliştirilmesi maksadıyladır ki, bu maksat da, daha ziyade Amerikan Marshall
Yardımı adı altında Avrupa'ya akan ABD sermayesinin kendilerini giderek ABD'ye
bağımlı kılacağını gören Batı Avrupa ülkelerinin, Avrupa menşeli yeni bir
sermaye piyasası oluşturmak istemeleriyle başlamıştır ki, bu da, yine biraz
önce ifade ettiğim gibi, ekonomik sebeplerin başında gelmektedir. Bu amaçlarına
bireysel olarak ulaşmaları mümkün olmadığından, Avrupa ülkeleri, ekonomik
potansiyellerini bir araya getirmek suretiyle bir güç oluşturmak ve Avrupa
Ortak Pazarını oluşturmak suretiyle ABD'yle ekonomik sahada bir mücadeleye
girmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, halen dünyada, tabiri caizse,
1,5 para birimi vardır. Bunlardan 1'i ABD Doları, 0,25'i Japon Yeni, 0,25'i de
Almanya Markıdır.
İşte, Avrupa, güçlü bir Amerikan ekonomisine karşı
mücadelede devam edebilmek için, Avrupa ülkelerinden oluşturduğu toplulukla da,
biraz sonra bahsedeceğim üzere, EURO diye bir para birimi kurmuştur ki, tek
para sistemine geçiş ve bu para da halen tedavülde dolaşmaktadır; ama, Amerika,
Reagan'dan sonra, on yıl içerisinde, tüm teknolojilerini yenilemiş ve
kapasitesini Avrupa'nın toplamının bir misli artırmak suretiyle, yine Avrupa
ülkelerinden üstünlüğünü koymuştur. Dolayısıyla, Avrupa Topluluğunun, Avrupa
Birliğinin mücadelesi, ekonomik alanda, Amerika'yladır.
Şimdi, bizim, Avrupa Topluluğu ülkelerine ve yeni
ismiyle Avrupa Birliğine tam üyelik için müracaatımız kabul edildi ve bu
müracaatımız, ileriki safhada, üyelik şekline dönüşecek; ama, dönüşebilmesi
için, çok ilginçtir, bugün, 1 doların karşılığı, yaklaşık 2 Alman Markıdır veya
0,77 EURO paradır. Bunun karşılığında Türk parasını koyduğumuz zaman, 1 doların
karşılığı 600 000 liradır; yani, panoda 6 tane rakamı yazacak yer yoktur.
İlkönce, bizim, Avrupa Birliğine üye olabilmemiz için -diğer sebeplerden
arkadaşlarımız bahsetti; aynı şeyleri ben tekrar etmek istemiyorum, vaktinizi
almamak açısından- paramızın kıymetini, Avrupa Birliği ülkelerine ve dolayısıyla
ABD'ye, Avrupa Birliğinin yeni para birimi olan EURO değerine eş bir değere
getirmemiz lazım. Bu neyle gelecek; ülkenin ekonomisi iyi olursa parası iyi
olur. Ülkenin ekonomisinin iyi olması, geçmiş üç yıl içerisinde mümkün değil
ki, büyüme sağlanmamış. Avrupa ülkesi, gel diyecek, senin yıllık büyümen nedir,
bakacak bize; 1998'de eksi 3,9; 1999'da eski 6,4. Diyeceğiz ki, biz, 1996'da,
1995'te, 1997'de büyüdük; kaldı o geride. Filan partinin zamanında, Doğru Yol
Partisi geldi iktidara, memlekette bolluk oldu, kıtlık yok oldu, insanların
yüzü güldü, o devir. O devri saymazlar; ama, o devir, bu devir ortalama üçte 1,
onu da kabul etmezler. Son durum nedir; son durum, iki yıldır üst üste eksi
rakam. Bizim bunu artıya çevirmemiz lazım; mümkün mü; mümkün değil; niçin
mümkün değil?
Değerli milletvekilleri, ağustos ayı itibariyle 5,5
katrilyon; yani, 8,5 milyar dolar içborç ödemesi yapılması lazım. Bu adamlar,
bizim hesaplarımızı alıp bakıyorlar; yani, kendi kendimizi, avam tabiriyle, hiç
avutmaya gerek yok. 5,5 katrilyon; yani, 8,5 milyar dolar. Bizim, bugün, Dünya
Bankasından, IMF'den istediğimiz 3-4 milyar dolara bakın veya 5 milyar dolara,
sadece ağustos ayı itibariyle ödeyeceğimiz içborca bakın. Bu 5,5 katrilyonun
3,9 katrilyonu sadece, 23 Ağustosta olmak üzere, yine, diğer 1,3 katrilyonu da
aynı ay içerisinde olmak üzere devlet tahvili ve hazine bonosuna ilişkin geri
ödemelerdir. Biz, bu parayı bulacağız, ödeyeceğiz, ödeyeceğiz; ama, ödediğimiz
zaman paramızdaki sıfırlar aşağıya mı inecek; yok. Baktığımız zaman, hükümet,
nereden nereye getirmiş. Hep çıkıyoruz, bir şeyler konuşuyoruz -yani, ben,
mevcut hükümeti suçlamak açısından da söylemiyorum; ama- bakıyoruz, 1999 sonu
itibariyle, içborç stoku 22 katrilyon; 2000 yılı mayıs ayı itibariyle
bakıyoruz, 29 katrilyon 840 trilyon 279 milyar. Şimdi, 7,5 katrilyon, sadece
içborç stoku -ocak, şubat, mart, nisan, mayıs, beş ay itibariyle 7,5 katrilyon-
artmış; yani, bir önceki döneme göre yüzde 30 artmış; biz, Avrupa Birliğine
nasıl gireceğiz?! Eğer, mevcut bu hükümetin idaresinde Avrupa Birliğine girmeye
hazırlanıyorsak, bunun, böyle, on yıl, yirmi yıl, otuz yıl sonra olması mümkün
değil.
Her şeyden önce, Avrupa Birliğiyle ilgili müktesebata
ait mevzuatta uyum sağlanması lazım. Bunlardan sadece bir tanesi, yine, Doğru
Yol Partisinin hükümet olduğu 1996 yılında olmuştur; gümrük birliğiyle ilgili
uyum sağlanmıştır ve gümrük birliğine girilmiştir. Gümrük birliği çerçevesinde,
Avrupa Birliği ülkelerinden yapılan ithalatta Gümrük Vergisi kaldırılmış,
normal birlik anlaşması çerçevesinde Katma Değer Vergileri tahsil edilmiş,
bununla ilgili uyumlar sağlanmış. Ondan sonra, daha, elle tutulur, gözle
görülür herhangi bir icraat yoktur; bu hükümetin de bunu yapması mümkün değil.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Akın, sürenizi uzatmayacağım; süreniz
bitiyor. Lütfen... 5 inci madde kadroydu; sizin sözünü hiç kesmeden, ağustos
borçlanma şeyini dinledik. Onun için, istirham edeyim, teşekkür edin; bitireyim
bu işi.
MURAT AKIN (Devamla) – Sayın Başkan, tabiî, bu genel
sekreter yardımcıları da, bu borçla ilgili hazırlıklar yapacak, şu olacak, uyum
sağlanacak...
BAŞKAN – Hayır efendim; Türkiye Cumhuriyeti ödüyor
bunu, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin ödeyecek hali yok.
MURAT AKIN (Devamla) – Bunu Genel Sekreter ne yapacak;
bütçeye ilave bir yük daha getirecek... Bunlar, birbiriyle irtibatlı şeyler.
Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamyorum.
(DYP ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akın.
Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şahsı adına, İzmir Milletvekili
Sayın Kemal Vatan; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
KEMAL VATAN (İzmir) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin sayın
üyeleri; 504 sıra sayılı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına İlişkin
Kanun Tasarısının 5 inci maddesiyle ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum;
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, milletin bu kürsüsünden, Yüce
Atatürk'ün sözleri değiştirilmeden söylenir. Bu hususta, herkesin, dikkatli ve
duyarlı olması gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, yakın zamana kadar Varşova
Paktında bulunan ve Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla demokrasiye geçmekte olan
demirperde ülkeleri dahi, NATO'ya ve Avrupa Birliğine girebilmek için yarışa
girmişlerdir. Eskiden beri demokrasiyle idare edilen ve NATO'nun eski
üyelerinden olan ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti, 12 Eylül 1963'ten beri Avrupa
Birliği yolundadır ve bu birliğe girme süresinin kısaltılması hedefimizdir.
Bu uyum yasasının kabulüyle, Başbakanlığa bağlı olarak
kurulacak Avrupa Birliği Genel Sekreterliği için ihdas edilecek kadroların
başarılı ve bu maddeyle tasarının hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar
sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vatan.
İkinci söz, Diyarbakır Milletvekili Abdulsamet
Turgut'ta; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
ABDULSAMET TURGUT (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 504 sıra sayılı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına
İlişkin Kanun Tasarısının 5 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce hepinize saygılar sunuyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bildiğiniz gibi,
kırk yıldır üyesi olmak için uğraş verdiğimiz Avrupa Birliği üyeliği için
adaylığımız, geçtiğimiz yılın son günlerinde kesinleşmiştir. Bu, Türkiyemiz
için çok önemli bir gelişmedir. Ancak, Avrupa Birliği ile tam üyelik
görüşmelerine başlayabilmemiz için, Avrupa Birliğinin, gerek ekonomik gerekse
hukuk alanında belirlemiş olduğu birtakım kriterlere uyum sağlamamız
gerekmektedir; yani, Avrupa Birliğine tam üye olabilmemizin başta gelen koşulu,
demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ve ekonomi bakımından Kopenhag
kriterlerine tam uyum sağlamaktır. Bu uyum çalışmalarını yürütürken kamu
kurumları arasında eşgüdümü sağlayacak bir yapılanmaya gidilmesi de
kaçınılmazdır. Şu anda görüştüğümüz kanun tasarısı, Başbakanlığa bağlı bir
genel sekreterlik kurarak bu yapılanmayı gerçekleştirmektedir. Bu genel
sekreterlik Başbakanlığa bağlı olmakla birlikte, ilgili yasalar gereğince
Dışişleri Bakanlığıyla da işbirliği içinde çalışmalarını yürütecektir.
Tasarının yasalaşmasıyla kurulacak olan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği de,
tam üyelik nihaî hedefine ulaşmamızda büyük bir rol oynayacak, çok yararlı
çalışmalar yapacaktır.
Bu inanç ve düşüncelerle, Avrupa Birliği Genel
Sekreterliğinin ülkemize ve ulusumuza hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Turgut.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN – 5 inci madde üzerinde görüşmeler
tamamlanmıştır.
5 inci maddeyi, ekli listeleriyle beraber oylarınıza
sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Oylamayı elektronik cihazla yapacağım.
Oylama için 3 dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar yetersayısı vardır; madde kabul
edilmiştir.
Saat 20.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati
: 19.01
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 20.00
BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER : Mehmet ELKATMIŞ
(Nevşehir), Vedat ÇINAROĞLU (Samsun)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 120 nci Birleşimin Üçüncü Oturumunu
açıyorum.
504 sıra sayılı kanun tasarısının müzakerelerine, kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4. – Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları (1/700) (S. Sayısı: 504) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon?... Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Tasarının 6 ncı maddesini okutuyorum:
MADDE 6. – 14.7.1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun;
a) Ekli (I) sayılı Ek Gösterge Cetvelinin “I- Genel İdare
Hizmetleri Sınıfı” bölümünün;
1. (b) bendine “Müsteşarlar” ibaresinden sonra gelmek üzere “Avrupa
Birliği Genel Sekreteri” ibaresi,
2. (d) bendine “Müsteşar Yardımcıları ve Genel Müdürler”
ibaresinden sonra gelmek üzere “Avrupa Birliği Genel Sekreter Yardımcıları”
ibaresi,
b) Ekli (II) sayılı Ek Gösterge Cetvelinin “2- Yargı Kuruluşları,
Bağlı ve İlgili Kuruluşlar ile Yükseköğretim Kuruluşlarında” bölümüne “Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği Daire Başkanları ibaresi,
c) Ekli (IV) sayılı Makam Tazminatı Cetvelinin;
1. 2 nci sırasına “Avrupa Birliği Genel Sekreteri” ibaresi,
2. 5 inci sırasının (c) bendine “Başbakanlık, Bakanlık ve Müsteşarlık ve
Müstakil Daire Başkanları (Ana ve Yardımcı Hizmet Birimi)” ibaresinden sonra
gelmek üzere “Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Daire Başkanları” ibaresi,
Eklenmiştir.”
BAŞKAN – 6 ncı madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Mukadder Başeğmez; buyurun efendim. (FP sıralarından
alkışlar)
FP GRUBU ADINA MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; yine, bürokratik bir kurum kuruyoruz; hayırlı olsun. Binalar,
memurlar, arabalar... Olsun, biz, bunları çok gördük. Zaten, Ankara, hep böyle
dev binalarla dolu; içi, memurlar, arabalar, sekreterlerle. Vilayetlerimiz
öyle, kazalarımız öyle.
Şimdi, Avrupa Birliğine gireceğiz, elbette girmeliyiz. Niye gireceğiz?
Biraz daha uygar olabilmek, biraz daha kalkınabilmek, insanımızı biraz daha
özgür ve mutlu kılabilmek için. Bu, bir medeniyet talebidir, uygarlık
talebidir, kültürel bir yükselme talebidir. Gireceğiz de, kendimize
çekidüzen vermemiz lazım. İşte, biz de, bunun için bir yapı kuruyoruz. Yani,
ayağınızda çarık, boynunuzda kravat, eloğlu evine sokmaz “git, kılık
kıyafetini, kendini düzelt” derler. Onun için, nasıl yaşıyorlar, kanunları ne,
mevzuatları ne, devletlerarası hukukları nasıl, demokrasileri nasıl? Bu konuda,
elbette, ciddî mevzuat, kanun çalışmaları yapmak lazım. Bunu da kim yapacak?
Şimdiye kadar, zannediyorum, Dışişleri Bakanlığında bir birim götürüyordu.
Şimdi, ciddî, yetkin, aklıbaşında 70 kişilik bir grup bu işi yürütecek.
Bir önceki maddede, niye, illâ büyükelçilerden genel sekreter seçilecek,
hükümet, kendini niye bağladı bilmiyorum; yani, arslan gibi bir adam bulsanız,
Amerika’da eğitim görmüş, Avrupa’da bir sürü görevlerde bulunmuş ve baktınız
ki, bu işi çok iyi biliyor ve “gel, sen yap şu işi” desek; o zaman, kanunu
yeniden değiştirecek miyiz?!. Kendimizi büyükelçilerle sınırladık; ama, olsun,
onda da hayır var.
Şimdi, eğer, illâ Avrupa Birliğinin mevzuatına uyum yapmak üzere ki, “bu
kurulacak kurul, onların mevzuatını düzenler, hazırlar, şunu eder, bunu eder”
deniliyor. Bu kolay; bir ayın içerisinde, Fransa’da, İngiltere’de, Almanya’da,
onların mevzuatı neyse, bunları toplayın, Ortak Pazar mevzuatını ve 50-60’da
tercüman çalıştırın, bir ayda hallolur bu iş ve onlarla ilgili kanun
tasarılarını da getirin, çıkaralım.
Mevzuat ve kanun ve bunlarla ilgili bürokratik kurumlar ne işe yarar?
Siz hepiniz milletvekilisiniz, köylere gidiyorsunuz, kasabalara gidiyorsunuz.
Oralardan, sizden, yolumuz yıkık, çeşmemizin suyu akmıyor, telefonumuz kesik,
elektriğimiz kesiliyor, yapılmıyor, sağlık ocağımız yok, tarımda şu
problemlerimiz var, hayvancılıkta şu problemlerimiz var gibi bir sürü
problemler getiriyorlar değil mi efendim size?.. Bize de getiriyorlar ve bütün
bu problemlerin hepsinin mevzuatı var Türkiye’de. Hepsinin kurumsal bürokratik
yapısı da oluşmuş. Bir vilayete gittiğiniz zaman, DSİ var, YSE var, tarım
müdürlüğü var, sağlık müdürlüğü var; bütün bunların müdürleri var, müdür
muavinleri var, şefleri var, mühendisleri var, uzmanları var. Niye, siz gidince
yakalıyor “aman sayın milletvekilim, bu yolumuz 10 senedir yapılmıyor” diyor?
Demek ki, kanunla ve memurla olmaz bu iş; bu iş, toplumdan yükselen bir
uygarlık talebiyle, medeniyet talebiyle olabilir. Bir de, bu ülkeyi, gerçekten,
idare edecek miyiz etmeyecek miyiz; 65 milyon insanın potansiyelinden istifade
edecek miyiz etmeyecek miyiz; 65 milyon insanın ürettiğini, adil bir şekilde,
bütün Türkiye sathına yaygın bir şekilde, kalkınmamızı sağlayacak mıyız
sağlamayacak mıyız?
Avrupa olmasaydı ne yapacaktık biz? Avrupa Birliği diye bir kurum
olmasaydı ne yapacaktık? Yine, Van’ın Bahçesaray İlçesine, kar yağdığı zaman 6
ayda mı gideceğiz? Yine, köylerimize ulaşamayacak mıyız? Yine, hâlâ köylerimizde,
kasabalarımızda tuvalet diye bir şey olmayacak mı? Köylerimiz harabe, ören,
viran; kentlerimiz gecekondu yığını mı olacak? Avrupa Birliği yok, biz kendi
kendimizeyiz; ne yapacağız arkadaşlar? Yine, insan hakları konusunda, düşünce
hürriyeti konusunda, teşebbüs hürriyeti konusunda, böyle, ceffelkalem, kabile
mantığı ve anlayışıyla yürüyüp gidecek miyiz? Avrupa Birliği var ve biz bunları
yapacağız. E, Allah’a şükürler olsun, bütün umudumuz da o. Yoksa, biz,
herhalde, kendi kendimize kaldığımız müddetçe, kendi kendimize çekidüzen
veremeyeceğiz.
İki gündür çok ciddî raporlar yayınlanıyor, Birleşmiş Milletler
yetkilisi de buralarda dolaşıyor. Türkiye, uyuşturucunun yüzde 70 yol güzergâhı
olmuş, yolgeçen hanına dönmüş. inşallah yalandır, ben bunu kabul etmek
istemiyorum sorumlu bir siyaset adamı olarak. Dışarıdan, bunu bahane ederek,
bizi sıkıştırmasına izin vermemek için söylüyorum; ama, eğer böyle bir şey
varsa, bu ciddî bir meseledir. Türkiye’nin güvenliğinden, içgüvenliğinden,
dışgüvenliğinden sorumlu, sınırlarından sorumlu kurumların, bu işe ciddiyetle
bakması lazım. Nasıl olur da, Avrupa’ya akan uyuşturucunun yüzde 70’i benim
ülkemden geçer? Kim bunlara yol veren Ortegalar, Noriega’lar?.. Bunun ciddî
şekilde sorgulanması lazım.
Değerli arkadaşlar, tarım, sanayi, eğitim, adalet, sağlık, ulaşım...
Bütün bunlarda çok ciddî problemlerimiz var.
Trafik, bizim ülkede canavarlaşıyor nedense; başka yerde ulaşım
vasıtası, rahatlama vasıtası. Deprem, bizim ülkede zalimleşiyor; ölülerimizi
çıkaramıyoruz, çıkardığımızı sayamıyoruz, saydığımızı gömemiyoruz. Yine,
oralarda doğru dürüst imar ve altyapı vardı; ya Anadolu’da ya Anadolu’nun
köylerinde, doğuda, güneydoğuda Allah vermesin, deprem olduğu zaman, niye
bizden
50 000-60 000 can alıp götürüyor.
Ben, bir tablo çıkarmaya çalışıyorum. Alınteri, bizim ülkede değersiz;
para, bizim ülkede kıymetsiz. 630 000 lira bir dolar; 630 değil, 630 000 kere
geriden gidiyor. Eskiden “gâvur parasıyla beş kuruş etmez” derlerdi, şimdi Türk
parasıyla beş kuruş etmiyor, bu olacak iş değil...
Alınterimizin, emeğimizin kıymetlenmesi, ekonomimizin kuvvetlenmesi
lazım. Peki, bunları kim istemez, kim mani oluyor?.. Türkiye’nin bir anda
kalkınmasına, ekonomik gelirlerinin yükselmesine, fert başına 10 000-15 000
dolar düşmesine, yolların, köprülerin, havaalanlarının, limanların yapılmasına;
insanımızın hür, müreffeh ve mutlu olmasına kim mani oluyor, istemiyor mu;
yani, Doğru Yol Partililer mi istemiyor, Anavatan Partililer mi, Milliyetçi
Hareket Partililer mi, Demokratik Sol Partililer mi, Fazilet partililer mi?..
Değerli arkadaşlar, ben biliyorum ki, şurada, milletin helâl oylarıyla
seçilip, buraya gelmiş insanların hepsi, vatan, millet aşkıyla geliyor ve gece
gündüz çalışıyorsunuz. O zaman niye olmuyor; çünkü, 65 000 000 insanın
beyninden, kapasitesinden, imkânında istifade edemiyoruz; çünkü, biz, hâlâ
henüz bir kapalı rejimiz; çünkü, hâlâ otoriter, totaliter bir rejim anlayışı
içinde yürütüyoruz işi; tepeden bakmacı. Cumhuriyet; ama, cumhur’u dışlayan...
Daha açık bir ifadeyle, merkezden yapılan beş yıllık kalkınma planlarıyla, yine
merkezden yapılan on yıllık ihtilal planları arasında sıkışıp kalınca koca
Türkiye, işte böyle, siviller, çaresiz, gelip burada dert yanıyor, şu kadar
geriyiz, bu kadar zavallıyız; istiyoruz kalkınmak, etmek; ama, bir türlü, böyle
rahatça serpilip, gelişip haydi bakalım, elbirliğiyle Türkiye’yi evrensel
standartlara ulaştıralım diyemiyoruz.
Nedir evrensel standartlar?.. Dünya, bugün, insan haklarını önplana
çıkardı; insan hakları, bireysel özgürlükler... Bazen bakıyoruz, dış dünyada,
hayvanlara sağlanan haklar, zaman zaman, kendi ülkemizde insanlara reva
görülüyor. Bu, insanımızın beyninin kilitlenmesine, gönlünün kırılmasına,
üretkenliğinin düşmesine yol açıyor. Böylece, ciddî manada, teşebbüs
hürriyetinin önüne geçiyoruz. Bugün, dünyada yükselen değerler, insan hakları,
demokrasi, bireysel özgürlük... Biz, bütün bunları sağladığımız ölçüde,
kurumların demokratik hiyerarşisi yerli yerine oturduğu müddetçe
kalkınabiliriz; bunların hepsi çok kolay. Türkiye, bir imparatorluk sonrası
ülkedir. Hani derler, zengin bir adam fakir düşse, onda kırk yıl zenginlik
kokar; fakir bir adam zengin olunca da, onda kırk yıl fukaralık kokar; ne kadar
zengin olursa olsun, hâlâ, fakir gibi davranır, cimri olur filan. Şimdi, biz,
koca Osmanlı İmparatorluğundan arta kalan bir devlet olduğumuz için, o gün,
bugün, işte, marşlarla, türkülerle, şarkılarla, şanlı tarihle işi götürdük;
ama, şimdi, dünya gerçekleriyle karşı karşıyayız.
Size bir gerçeği arz etmeme izin verin: Boeing firmasını biliyorsunuz;
Boeing firması, 500 000 adam çalıştırıyor, yıllık cirosu 200 milyar dolar.
Türkiye’de 65 milyon insan çalışıyor, yıllık cirosu, gayri safî millî hâsılası
200 milyar dolar. General Electric öyle, General Motors öyle, Samsung firması
öyle, Bill Gates diye genç bir adam çıktı, onun firması Microsoft öyle. Yani,
artık, Türkiye’yi, devletlerle değil, firmalarla karşılaştırdığımız zaman,
bakıyoruz ki, arada korkunç bir uçurum var. Bütün bu gerçekler karşısında ne
yaparız, nasıl kurtulabiliriz? Keşke adaletimiz yerli yerinde olsaydı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – ...keşke adaletimiz, hukukumuz,
mevzuatımız başkalarına örnek olacak şekilde olsaydı da, eloğlu tepemize
dikilip “mevzuatını düzelt, kanununu yap, kendine çekidüzen ver” diye, bize bu
şekilde emrivaki yapmasaydı; biz, kendi insanımız, kendi ülkemiz, kendi
medeniyetimiz için bunu yapsaydık; biz başkalarını sıkıştırsaydık “adam ol,
bak, kanun böyle olur, insanlık böyle olur, demokrasi böyle olur, bizden öğren
bunu” diye, biz, dünyayı sıkıştırsaydık.
Her bakımdan, bu noktalar acıdır; ama, yine de hayırlı olsun. Kanunu
çıkarıyoruz, kurumu kuracağız; inşallah, olur gider.
Saygılar sunuyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başeğmez.
Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubunun.
Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, benden önceki konuşmacı Sayın Başeğmez’in bahsettiği
bir konu vardı; son günlerde, Batı’nın ve basının söylediği, uyuşturucu
trafiğinin yüzde 70’inin Türkiye üzerinden geçtiği konusu. Konuya girmeden
önce, bu işin uzmanı olarak, Yüce Meclise bir hususu arz etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, yıllarca, otuz küsur senenin üzerinde, bu konuda mücadele
etmiş bir arkadaşınızım. Şunu, kesinlikle altını çizerek ifade etmek istiyorum
ki, uyuşturucu, eroin ve bazmorfin, asitanhidritten yapılır. Asitanhidritin 1
gramı Türkiye’de imal edilmez. Nereden gelir; bu, Batı Avrupa’da ve özellikle,
Avusturya ve Almanya’da imal edilir ve dolayısıyla, bu işle uğraşanlar,
dünyanın neresinde olursa olsun -adres burasıdır- buradan alırlar ve
asitanhidritle afyon hammaddesini karıştırırsınız, afyonun sütünü
karıştırırsınız, o zaman, eroin veyahut da bazmorfin yapılır. Onun için,
değerli arkadaşlar, herkes kendi aynasına baksın ve kendi yüzünü, orada, çok iyi
görür. Biz, bu konuda, üzerimize düşeni, hepsinden daha fazla yapıyoruz. Türk
güvenlik güçleri, polisiyle, jandarmasıyla, hakikaten, narkotik konusunda,
yıllardan beri fevkalade başarılı hizmet vermişlerdir ve bu konuda da
Interpoll’den büyük takdir görmüştür. Onun için, bu konuyu, özellikle
belirtmeyi bir vefa duygusu olarak gördüm.
Değerli arkadaşlar, bir kere, bu Avrupa Birliği Genel Sekreterliğiyle
ilgili -biraz önceki konuşmalarımda da belirttim- Sayın Fischer, son
zamanlarda, devamlı olarak, “Federal Avrupa” konusunu işlemekte. Biz, yıllarca,
hep rasizmden şikâyet ettik. “Federal Avrupa” fikri, Batı dünyasının bir rasizm
anlayışıdır. Niye kendileri bunu vurgulamıyor da, hep bizi eleştirerek,
devamlı: Türkiye şunu yaptı mı, bunu yaptı mı diye takip ediyorlar. Doğrudur;
gayet tabiî, Kopenhag kriterleri, bütün Avrupa Birliğine girecek aday ülkelerce
yerine getirilmesi gereken konulardır. Nedir; demokratikleşme, hukukun
üstünlüğü, temel hak ve hürriyetler...
Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Sekretere
verilen yetkiler için diyor ki: “Genel Sekreter, Avrupa Birliğine girmede,
mevzuata uyarlılık ve uyum yasalarının çıkarılmasında hazırlık yapacaktır”
Kimlerle? İşte, vereceğimiz kadrolardaki uzmanlarla. Kimlerle? Genel
Sekreterle, kimlerle? Biraz önce 5 inci maddede ve diğer maddelerde de
belirttiğimiz gibi, her bakanlıktan seçilmiş olan üyelerin katıldığı karma
komisyon marifetiyle. Bu karma komisyon toplanacak, Genel Sekreterliğin, bu
uyum yasaları, mevzuata uyarlılık, Avrupa Birliğine girmek konusundaki
uyarlılıkları konusunda gerekli hazırlığını yapacak ve dolayısıyla, onlar,
yasal düzenlemeler için Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecek. Kim tarafından?
Hükümet tarafınden gelecek.
Değerli arkadaşlar, şunu belirteyim: Son zamanlarda, biz, kırmızı kart
gördük. Portekiz’de toplanan Avrupa Konseyinin Bakanlar Konseyi dönem toplantısında, biliyorsunuz,
Türkiye’nin insan hakları konusunda yeteri derecede üzerine düşeni yapmadığı
hususunda, Türkiye’nin dikkatinin çekilmesi konusunda bir karar alındı. Bunlar
önemli hususlardır.
Kıbrıs konusuna gelince... Biraz önce, Kıbrıs konusuna girerken, tabiî,
süremiz doldu, konuya tam olarak giremedim.
Bakınız, Helsinki Sözleşmesinin 8 inci maddesini, huzurlarınızda biraz
açmak istiyorum. Ne deniyor 8 inci maddede; deniyor ki, “Avrupa Birliği
Konseyi, Kıbrıs, Macaristan, Polonya, Estonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya’yla
katılım müzakerelerinde yapılan kapsamlı çalışmaları ve kaydedilen ilerlemeyi
tatminkârlıkla vurgular.” Dikkatinizi çekmek istiyorum, Türkiye, bunun
içerisinde yok.
9/a’da devam ediyor: “Avrupa
Birliği Konseyi, 3 aralık tarihinde New York’ta, Kıbrıs sorununun kapsamlı
çözümünü amaçlayan görüşmelerin başlamasını memnunlukla karşılar ve bu sürecin
başarıyla sonuçlanması yönünde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin
çabalarına kuvvetli desteğini beyan eder.”
Şimdi, esas can alıcı bende geliyorum; (b) bendinde deniyor ki: “Avrupa
Birliği Konseyi, siyasî bir çözümün, Kıbrıs’ın Avrupa Birliğine katılımını
kolaylaştıracağının altını çizer ve katılım görüşmelerinin tamamlanması
sırasında herhangi bir çözüme varılmadığı takdirde, Konseyin katılıma ilişkin
kararı -yukarıdaki hususlar- herhangi bir önşart teşkil etmeksizin
verilecektir.” Çok önemli... Herhangi bir önşart teşkil etmeksizin verilecek.
“... ve burada, Konsey, bütün ilgili unsurları dikkate alacaktır” yani,
deniliyor ki, ister çözün, ister çözmeyin. Bu konuda, konsey, önşart teşkil
etmeksizin kararını verecektir.
Değerli arkadaşlar, Anadolu’da yaygın olan bir atasözümüz var: “Eğri
oturup, doğru konuşalım.”
Şimdi, Güney Kıbrıs Rum kesimi, önşart teşkil etmeksizin Avrupa
Birliğine alınacak; siz, çözdünüz çözdünüz, çözmediğiniz takdirde, bu alınacak.
Ha, alındıktan sonra ne yapılacak? Ondan sonra, şu anda, fert başına düşen
millî gelir 12 000 Amerikan doları, yarın 24 000 Amerikan dolarına çıkacak;
gelin, siz, sınırı tutun bakayım. Kimin lehine, kimin aleyhine durum işleyecek?
O sebepledir ki, işte Sayın Cumhurbaşkanımızın, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ın, haklı olarak ve hassasiyetle
üzerinde durduğu konuyu, biz de destekliyoruz. Bağımsız iki devlet ve bu iki
devletten meydana gelen federasyon şeklinde bu mesele çözülecektir. En adil
olan bu değil midir? Yılların mücadelesi neticesinde gelinen şu noktadan sonra,
devamlı olarak uzlaşıcı bir yaklaşıma taraf olan hep biz olmadık mı; biz olduk.
Bu konuyu, bu şekilde, hassasiyetine binaen, Sayın Meclisimizin, siz değerli
arkadaşlarımızın dikkatine arz etmek istedim.
Değerli arkadaşlar, diğer konu ki, o da önemli bir konu; Avrupa güvenlik
ve savunma kimliği. Biraz önce arz ettik; fakat, tam detayına giremedik. Siz,
NATO üyesi olacaksınız, NATO üyesisiniz; ama, deniliyor ki “üye olmayan
ülkelerin, savunma konseptinde, karar verme aşamasında herhangi bir yetkisi
yoktur.” Bu nasıl olur?!. NATO’nun, yıllardan beri, Doğu Blokundaki en büyük
gücü olacaksınız, Amerika’dan sonra en büyük mükellefiyeti siz
yükleneceksiniz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, bağlar mısınız.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – ... ama, gelin, görün ki, bu konuda,
savunma konsepti konusunda karar verme aşamasında “hayır, siz karışamazsınız;
çünkü, siz, Avrupa Birliği üyesi değilsiniz...”
Sayın Emrehan Halıcı hatırlarlar, beraber, geçen sene eylül ayında,
Amerika Birleşik Devletlerine, resmî davetli olarak gittiğimizde, Amerikan
Dışişleri Bakanlığında, bizzat Dışişleri Bakan Yardımcısı –daha o zaman bu
gündemde yoktu, daha o zaman, Helsinki’de, bu toplantının raporları
hazırlanmamıştı– altını çizerek bize, 10 parlamentere şunu söyledi:
“Arkadaşlar, dikkatli olunuz, Türkiye aleyhine bir hareket var.” Nedir o?
NATO’yu geriye itmek ve dolayısıyla, Avrupa savunma...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Sayın Başkanım, bitiriyorum.
BAŞKAN – Lütfen...
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – ... güvelik kimliğini öne geçirme
konusu... Bütün mesele, NATO üyesi olan, ama, karar verme yetkisine haiz
olmayan bir ülkenin, bu konuda, tamamen köşeye sıkıştırılması... İnsan hakları,
demokratikleşme; evet... Ama, bu konuda kendisini ispat etmiş bir ülkenin,
yıllardan beri onlar için her türlü meşakkate giriftar olan bir ülkenin,
NATO’da söz sahibi olmaması, dışlanması kadar vahim bir hata olamaz. Biz bunu
kabul edemeyiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu kabul etmez; açık ve net
olarak söylüyoruz.
O sebeple, evet, demokratikleşme... Yıllar önce, hürriyet kahramanı
Namık Kemal öyle diyordu:
“Ne efsunkâr imişsin ah, ey didarı hürriyet!
Esiri aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten.”
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çetinkaya.
Dediğiniz gibi efendim; ne Türkiye Büyük Millet Meclisi ne de Türkiye
kabul etmez. Özellikle, Türkiye, de facto hadiseleri kaldırmaz. Tarihin
derinliklerinden gelen ve cumhuriyetimizin temel ilkeleriyle bütünleşen millî
ve manevî değerlerimizin, millî Kurtuluş Savaşımızın temel dayanağı olan Kuvayı
Milliye ruhumuzu, milletimizin bütünlüğü, ülkemizin bölünmezliği, birliği ve
dirliği gibi hayat damarlarımızı deformasyona uğratıcı en ufak bir eğilimin
bile, millî irade nezdinde itibar görmeyeceği aşikârdır efendim. (Alkışlar)
Efendim, gruplar adına konuşmalar bitti.
Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP
sıralarından alkışlar)
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 504 sıra
sayılı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğiyle ilgili kanun tasarısının 6 ncı
maddesinde şahsen söz almış bulunuyorum.
Bu madde, birtakım kanunlardaki unvanlar arasına “Avrupa Birliği Genel
Sekreteri” unvanının da ilave edilmesini temin eden bir maddedir; teknik bir
düzenlemedir. Bu madde vesilesiyle söylemek istediğim husus da şudur: Türkiye,
Eylül-Ekim aylarında toplulukla yeni bir yol haritası hazırlamaya oturacak;
yani, aday üyelikten tam üyeliğe geçişle ilgili Türkiye’nin vecibeleri nedir;
topluluğun vecibeleri nedir, bunlar konuşulacak. Topluluğun, geçmişte kalan,
yerine getirilmeyen, malî protokoller çerçevesinde ödemesi gereken malî
mükellefiyetleri zapturapt altına alacak ve bu uyum safhasında, Türkiye’ye, ilave
birtakım kaynaklar tahsis edecekse -ki, edecektir- bunlar üzerinde konuşulacak;
ama, topluluğun da, öncelikle, Türkiye’den isteyeceği, Kopenhag kriterleriyle
ilgili, Türkiye’nin gerekli olan düzenlemeleri yapmasıdır.
Tabiî, bu düzenlemeleri yapmak için; nelerdir bunlar diye, Sekizinci
Plan hazırlanırken, Devlet Planlama Teşkilatı bir özel ihtisas komisyonu
kurmuş: Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
Özel İhtisas Komisyonu Siyasî İlişkiler Alt Komisyon Raporu; Kopenhag siyasî
kriterleri ve söz konusu kriterler ışığında Türkiye’nin durumu; demokrasi,
hukuk üstünlüğü, insan hakları diye bir dosya; DPT’nin özel ihtisas
komisyonunun eki. Burada, anayasayla ilgili düzenlemeler var, kanunlarla ilgili
düzenlemeler var ve diğer birtakım kurumsal düzenleme teklifleri de var. Tabiî,
bunları tek tek, burada madde madde okumayacağım; uzun. Söylemek istediğim,
sayfalarca ortaya konulan bu düzenlemelerin özü şu: Zannederim, Cardiff
zirvesinden sonraydı; İngiltere Dışışleri Bakanı, Dönem Başkanı Robin Cook’a
gazeteciler sordular “Türkiye ile ilgili karar verdiniz mi” diye. -Türkiye’nin
aday üyeliğiyle ilgili bu altılar, beşler, bunların konuşulduğu müzakerelerde-
zirvede demişti ki: “Bizim kulübün şartları var. Bu şartları yerine getiren,
kulübe üye olabilir. Kulübün şartları da; demokrasi bir devlet düzeni haline
gelecek; tabela demokrasisi olmayacak, garnizon demokrasisi de olmayacak; yani,
işleyen bir demokrasi olacak. İkincisi, piyasa ekonomisi olacak; soygun
ekonomisi olmayacak; tersiyle tarif edersek. Üçüncüsü, teşebbüs hürriyeti
olacak. Dördüncüsü de, sivil iktidarlar, silahlı kuvvetlerini yönetebilecekler;
tersi olmayacak.” Ana çerçeve bu.
Hakikaten, bu, bizim, Devlet Planlama Teşkilatı, ihtisas komisyonunda
bunları tespit etmiş; ne demiş, bir iki tanesini arz edeyim: Anayasanın
özgürlüğü esas alması; genel sınırlama hükümleri yerine, genel koruma
hükümlerine yer verilmesi; kişinin ve kişi haklarının korunması; kişinin,
dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez haklarının teminat altına alınması ve buna
aykırı hükümlerin ayıklanması; herkesin, düşünce ve kanaatlerini açıklama ve
yayma hakkını özgürce kullanmasını engelleyici düzenlemelere son verilmesi;
basın özgürlüğünü engelleyen hükümlerin ayıklanması; halkın haber alma
özgürlüğünün korunması; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının özünü
ortadan kaldıran hükümlerin değiştirilmesi; örgütlenme hakkı üzerinde kısıtlama
ve ayıklamalara son verilmesi; sivil toplum kuruluşlarını ve ekonomik ve sosyal
demokrasinin ve onun uzantısındaki kurumsal yapının anayasal güvenceye, statüye
kavuşturulması; sendikal haklarla ilgili olarak mevcut sınırlamaların
kaldırılması –devam ediyor– adil bir seçim sisteminin öngörülmesi; tüm siyasal
düşüncelerin parlamentoya yansımasının sağlanması; siyasal partiler rejiminin
demokratikleşmesi; bu konuda anayasada yer alan detaylı düzenlemelere son
verilip, genel ilkelerle yetinilerek, ayrıntıların yasalara bırakılması...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, toparlayın...
CEVAT AYHAN (Devamla) – Bitiriyorum Muhterem Başkan, teşekkür ederim.
...merkezî otoriter devlet yapısına son verilmesi; yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi; heyula gibi merkezî devlet değil, mahallî idarelerin
güçlendirilmesi, merkezî idarenin küçültülmesi; ama, denetim gücünün de
artırılması; yargı bağımsızlığı; devlet güvenlik mahkemelerine ilişkin
Anayasada değişiklikler yapılması; bunların normal mahkemeler haline
getirilmesi. İhtisas mahkemeleri olabilir tabiî.
Evet, idarenin eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunu kapatan Anayasa
hükümlerinin tadili -125 inci maddenin ikinci fıkrasındadır bu-
Cumhurbaşkanının tek başına alacağı kararlar ile Askerî Şûra kararları yargı
denetimi dışındadır. Bunu, Sayın Cumhurbaşkanımız da, Cumhurbaşkanı olmadan bir
gün önce, zannederim, Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümüydü, oradaki bir
konuşmasında ifade etmişlerdi. Daha birçok düzenleme...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CEVAT AYHAN (Devamla) – Bitiriyorum efendim.
BAŞKAN – Evet efendim, buyurun.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Tabiî, Millî Güvenlik Kuruluna ilişkin,
Anayasanın 118 inci maddesinde, bu kurulun, bir danışma organı olarak Bakanlar
Kuruluna tavsiyelerde bulunabileceği belirtilecek şekilde düzenlenmesi.
Değerleri arkadaşlar, işte, bütün bu düzenlemeleri yapacak olan siyasî
otoritedir, siyasî iktidarlardır ve Meclis iradesidir. Yani, Türkiye’yi,
başsavcı ile Millî Güvenlik Kurulu genel sekreterleri arasında sıkışmış,
ezilmiş bir demokrasi anlayışından selamete çıkaracak olan bu iradenin ortaya
konulması lazım; Devlet güvenlik mahkemelerinde düzenlemeler yapmak lazım.
Orada, hükümet, 4 üyeyle temsil edilir; hükümet azınlıktadır. Cumhurbaşkanını
hükümetin yanına koyamazsınız. Cumhurbaşkanı, bambaşka şartlarla seçilir.
Orada, 5 asker üye vardır, 4 hükümet üyesi vardır. Hükümetin bir bakanı
gider...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, bir bitirebilsek!.. Bundan sonra da bir sözünüz var.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Evet.
Bitiriyorum Sayın Başkan.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Bitirmez efendim.
BAŞKAN – Efendim, ben rica ederim, bitirir.
Buyurun Sayın Ayhan.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Teşekkür ederim.
Hükümetin üyesi gider, orada, devletin bir bürokratına hesap verir.
Devletin bürokratı, hükümet üyesinin, bir bakanın icraatını orada oylar. Tabiî,
bunu, Batı demokrasi standartlarına oturtamazsınız. Devletin bütün kurumları
millet içindir; ama, hepsini yerli yerine oturtmak da, Meclis iradesine düşen
bir görevdir. Hükümetlerin de, bu iradeyi arkalarına alıp, bu düzenlemeleri
buraya getirmesi lazım diyorum; hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.
Antalya Milletvekili Sayın Nesrin Ünal, buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar)
NESRİN ÜNAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısının 6 ncı maddesi
üzerinde, şahsım adına söz istedim; saygıyla selamlıyorum.
Teknolojinin ve iletişimin bu kadar ilerdiği bir dönemde, milletlerin ve
devletlerin, yalnız, kabuğuna çekilmiş bir şekilde yaşaması zaten düşünülemez.
Peki, milletler globalleşirken, hep, taviz vermek zorundalar mı? Şimdiye kadar,
hep, Avrupa Birliğinin Türkiye’ye vereceği katkılar konuşuldu; ama, Türkiye’nin
Avrupa Birliğine vereceği katkılardan hiç bahsedilmedi?!
21 inci Yüzyılda, 60 milyon aktif nüfusuyla, yaşlanan Avrupa Birliğine,
Türkiye, dinamizm getirecektir, eğer, adaylığa kabul edilirse. Türkiye’nin
güçlü ve köklü kültürüyle, engin devlet tecrübesiyle, Avrupa Birliğinin gelecek
yapılanmasında, uluslararası siyasal etiğin oluşmasında büyük katkıları
olacaktır. Ayrıca, kuzey ve güney yarım kürelerin arasındaki uçurumun
kapanmasında da, uluslararası birliklerde Türkiye’nin olmasının herhalde büyük
katkıları olacaktır.
Avrupa Birliğinin parlamenterler toplantısında Polonyalı
milletvekillerinin ne kadar dişe diş mücadele yaptığını gözledim. Bizde de,
şartlar olmazsa olmaz diye öne sürülmemeli bence ve bunlar öne sürülürken de,
milletin moral değerleri zafiyete uğratılmamalı.
Bizler, Avrupa Birliğine girerken, mutlaka, Türkiye’nin şartlarını
düzenlemek zorundayız; fakat, Türk insanı, milletvekillerini, cumhuriyet
kurulduğundan beri, kendi hayat şartlarını daha iyi hale getirsin, daha iyi
ekonomik şartları oluştursun, demokrasi güzelleşsin ve insan hakları
geliştirilsin diye seçmiştir; yani, insanlar, bizleri, zaten, Meclise bu
düzenlemeleri yapmak için yollamıştır. Bizler, Avrupa Birliği istediği için bu
düzenlemeleri yapmak zorunda değiliz; bizim milletimiz bunları istediği
için yapmak zorundayız ve milletin bize
yüklediği sorumluluk da budur. Bunun, geç kalınmış ve tam Avrupa Birliği
adaylığı dönemine gelmesi, bir tesadüftür bence. Muhalefetiyle ve iktidarıyla
birlikte, üniter devlet yapımıza saygılı olarak, hassasiyet göstererek, bu
konuda ilerlememiz gerekiyor. Gelişmiş bir dünyada, birliklerin içinde olmak da
Türkiye’nin menfaatınadır.
Saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünal.
Efendim, madde üzerinde görüşmeler...
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, karar yetersayısının
aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, 6 ncı madde üzerinde...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – İstemiyor... İstemiyor...
METİN ŞAHİN (Antalya) – Bitirelim Sayın Başkan, bitirelim...
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Hayır...
BAŞKAN – Efendim, ben, zaten, bir dakika... Duymadım efendim; müsaade
buyurun...
6 ncı maddenin görüşmeleri bitti, 6 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum
dedim.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Tamam; istemiyorlar...
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir; çok teşekkür
ederim.
Sayın Çakan, orada oturur musunuz... İstirham edeceğim.
Sayın Şahin, siz de gitmeyin.
METİN ŞAHİN (Antalya) – Buradayım Başkanım, buradayım...
BAŞKAN – Hayır, gitmeyin efendim; burayı teşrif edin.
Geçici 1 inci maddeyi okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 1. – Bir defaya mahsus olmak üzere; bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kamu kurum ve kuruluşlarında Avrupa Birliği
alanında en az üç yıl fiilen çalışmış, Avrupa Birliği uzman yardımcılığı
yarışma sınavına girme niteliğini haiz ve 41 yaşından gün almamış olanlar bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç altı ay içerisinde müracaat
etmek ve açılacak yeterlik sınavında başarılı olmak kaydıyla, başarı sıralaması
dikkate alınarak Avrupa Birliği uzmanı olarak atanırlar.
BAŞKAN – Sayın Ergün Dağcıoğlu, Fazilet Partisi Grubu adına, geçici 1
inci madde üzerinde konuşmanız var; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Öyle mi; özür diliyorum!..
BAŞKAN – Efendim, siz, konuşmaya bakın, karar yetersayısına değil!
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Obstrüksiyon yapıyorlar efendim.
BAŞKAN – Hayır, buyurun efendim. Siz ne yapacaksınız... Buyurun,
istirham ederim; istediğiniz kadar konuşun.
FP GRUBU ADINA MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, Helsinki Zirvesiyle birlikte
başlayan süreç, Avrupa Birliği ile ülkemiz arasındaki ilişkiler yeni bir
dönemden geçmektedir. Şüphesiz, Helsinki’de, ülkemiz, tam üyelik yolunda önemli
bir kilometre taşını daha geride bırakmış olmakla birlikte, önümüzde aşılacak
daha çok uzun bir yol ve daha birçok engel olduğunun bilincinde olmamız
gerekmektedir; çünkü, tam üyelik süresine ilişkin ortada henüz bir çalışma
takvimi bulunmamasına rağmen, ülkemiz bu süreci en iyi şekilde değerlendirip,
uyum ve entegrasyon konusunda, gerçekten, ülkemiz için de bir ihtiyaç
durumundaki çok yönlü ve köklü düzenlemeleri bir an evvel yapmak zorundadır. Bu
düzenlemelere, öncelikle, kendi insanımız, kendi ülkemiz için ihtiyacımız
vardır diye düşünüyor; bu itibarla, Avrupa Birliği süreci içinde yapılacak her
türlü ciddî ve tutarlı çalışmayı, başkaları istediği için değil, önce, kendimiz
için istemeli ve bir an önce de gerçekleştirmeliyiz diyorum.
Demek ki, içinde bulunduğumuz bu süreçte, en başta Parlamentomuz olmak
üzere, toplumumuzun bütün kesimlerini, özellikle, devletimizi oluşturan ilgili
kamu kurum ve kuruluşlarımızı; yani, herkesi, kendi alanlarıyla ilgili olarak
yoğun bir çalışma beklemektedir. Elbette, bu çalışmaların yürütülmesinde etkili
bir işbirliğinin ve koordinasyonun sağlanması bir zaruret olarak karşımıza
çıkmaktadır. Hükümetimiz de, zaten, tasarının, bu zaruret sebebiyle
hazırlandığını ileri sürmektedir; ancak, hükümet, bu tasarıyla, Avrupa
Birliğiyle ilgili olarak, kamu kurum ve kuruluşları arasında gerekli eşgüdümün
sağlanması, konuyla ilgili oluşturulan kurul ve komitelere sekreterya hizmeti
sunulması ve alınan kararların yürütülebilmesi gibi görevlerin yerine getirilebilmesini
teminen, Başbakanlığa bağlı bir Avrupa Birliği genel sekreterliği kurulması
talebinde bulunmaktadır.
Tasarıya genel olarak baktığımızda, kurulması öngörülen, Avrupa Birliği
Genel Sekreterliği Teşkilatının, Türkiye’nin, Avrupa Birliğine uyum sürecinde
etkin bir rol oynayabilmesi ve tam
üyelik kriterlerinin gerçekleştirilmesiyle ilgili olarak kamu kurum ve
kuruluşlarımızın görev alanlarına giren konularda yürütülen çalışmalarda
koordinasyon ve işbirliğinin sağlanması amacıyla Başbakanlığa bağlı olarak
kurulacağı; ancak, Dışişleri Bakanlığıyla işbirliği içerisinde çalışmasının
öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğine tam üyelik, bugün, gerçekten
Türkiye açısından hayatî önem taşıyan bir meseledir. Bu nedenle, büyük uyumu
gerçekleştirmesi beklenen böyle bir yapılanmanın, kendi alanında etkin olması
gerekmektedir; çünkü, bugüne kadar AB’yle ilgili pek çok birim oluşturulmuş,
böylece, Avrupa Birliği kriterlerine uyum süreci kapsamındaki çalışmalar,
çeşitli bakanlıklar ve kuruluşlar tarafından birlikte yürütülmeye çalışılmış;
ancak, bu birimlerin, moda deyimle, moda tabirle, etkin ve verimli bir şekilde
çalıştırılmaları, maalesef, sağlanamamıştır.
Avrupa Birliğine tam üyelik, bugün, toplumumuzun tüm kesimlerince
arzulanan bir durum olduğu halde, maalesef, kamusal alandaki çalışmalar, bu
talebe yeterince karşılık verememiş gözükmektedir. İyi organize edilememiş,
kendi aralarında bile uyum sağlanamayan parçalı bir yapıyla, ülkemiz, bugüne
kadar sadece -maalesef- zaman kaybetmiştir arkadaşlar. Halen de, zaman
kaybetmeye devam etmektedir; çünkü, kamu yönetimi yapımız, maalesef, oldukça
hiyerarşik ve bürokratik bir özellikle göstermekte, her geçen gün de, kurulan
yeni yeni kurumlarla genişlemeye ve hantallaşmaya devam etmektedir.
Bu yüzden, özellikle endişemiz şudur ki, bu tasarıyla kurulacak
teşkilat, en başta, mevcut kamu kurum ve kuruluşları arasında sorun olacaktır
diye düşünüyorum. Bu hiyerarşik ve hantal yapı içinde, genel sekreterliğin bir
müsteşarlık ve bakanlık şeklinde örgütlenmesinin de sorunu çözeceğine inanmak
çok güçtür maalesef. Neden; çünkü, kamu kurumlarımız paylaşan, işbirliği yapan
ve yetkilerini dağıtan değil; aksine, her kuruluşun kendisini dünyanın
merkezine koyduğu, hantal bir bürokratik sistem içerisinde çalışmaktadır.
Sorun, daha, temeldeki devlet anlayışımızda ve üretken olmayan, kısır çalışma
biçimimizdedir aslında bizim. Örneğin, son dönemde, herkesin bildiği gibi,
Avrupa Birliğinin siyasî özelliği öne çıkmıştır; ancak, AB, temelde, ekonomik
entegrasyonunu önemli ölçüde tamamlamış bir bölgesel güçtür; sadece siyasî
değil, ekonomik entegrasyonunu da tamamlamış, özel bir güçtür.
O halde, başta, kamu kurum ve kuruluşları olmak üzere, ekonomideki tüm
kurumların ve uygulamaların, Avrupa Birliği kurumlarına, standartlarına ve
normlarına göre yeniden gözden geçirilmesiyle karşı karşıyayız demektir. Bu
yüzden, Avrupa Birliğiyle ilgili her çalışma, özellikle de ülkemizin şartları
dikkate alındığında, temelde ekonomik uyumu kolaylaştırabilecek bir altyapıyı
gerektirmektedir. Ancak, ülkemizde, devletin, ekonomisiyle ilgili, Maliye, DPT,
Hazine, Merkez Bankası, Dış Ticaret Müsteşarlığı gibi bir sürü kurumları vardır
ve bunlar, zaten, dokuz parçalı, dokuz yamalı görünüm içerisindedir. Ayrıca,
ekonomi yönetimi gibi en önemli ülke meselelerinde bile, aralarındaki
uyumsuzluk, konuyla ilgilenen herkes tarafından bilinmekte ve ifade
edilmektedir.
Değerli arkadaşlarım, bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Bugüne
kadar, Avrupa Birliğiyle ilişkilerin Dışişleri Bakanlığınca yürütüldüğü ileri
sürülerek, Genel Sekreterliğin, Başbakanlığa bağlı olmakla birlikte, bu
Bakanlıkla yakın bir çalışma ilişkisi içerisinde bulunacağı ifade edilmektedir;
yani, âdeta, yedi kocalı Hürmüz şeklinde görünmektedir. Bu yakın çalışma
ilişkisinin ne anlama geldiğini, söz konusu teşkilatın başına Dışişleri
Bakanlığı memuru olan bir büyükelçinin atanmasında yarar görüldüğü
açıklamasından çıkarabiliriz. Biz, bu konuya, Plan ve Bütçe Komisyonunda da
itiraz ederek, muhalefet şerhi koymuştuk.
Kısaca, Genel Sekreterlik, Dışişleri Bakanının, bir anlamda, gözetiminde
bir kurum olacaktır. Ayrıca, mevcut devlet yapısı içerisinde, eski bir
Dışişleri görevlisinin; unvanı büyükelçi de olsa, diğer kamu kurumlarının
üstünde etkin olması da zaten beklenmemelidir.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Maalesef...
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Böylece, daha en başında, Genel
Sekreterliğin, Avrupa Birliğiyle ilgili kurum ve kuruluşlarla ilişkiler
konusunda yetkisi olmayan, sadece iç uyum çalışmalarında eşgüdüm sağlayacak bir
teşkilat olarak kurulacağı anlaşılmaktadır.
Şimdi, durup bir düşünmeliyiz, ülkemizin pek çok konuda tıkandığı, bu
yüzden, netice alacak bir şekilde hızla hareket edilmesi gereken bir noktada,
acaba, sadece mevzuat çalışmalarında eşgüdüm sağlamakla görevli yeni bir
teşkilata niçin ihtiyaç duyulmaktadır? Bu teşkilatın karar alma ve kararlarını
uygulatma konusunda hiçbir icra gücü olmayacaktır çünkü. Zaten, mevcut yapı
içinde hedeflenen iç uyumun nasıl sağlanacağı, koordinasyonla ilgili çalışmalarda
ne ölçüde etkili olacağı da bilinmemektedir. Hükümet tasarısında yapılan
değişikliklerden sonra, geçici 1 inci maddeyle, diğer kamu kurum ve
kuruluşlarında bu gibi görevlerde bulunmuş olanlara, bir defaya mahsus olmak
üzere, kurulacak Genel Sekreterlik Teşkilatında, Avrupa Birliği uzmanı olarak
atanabilme imkânı getirilmektedir. Böylece, Avrupa Birliği alanında en az üç
yıl fiilen çalışmış, uzman yardımcılığı yarışma sınavına girme niteliğini
haiz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Toparlayın Sayın Dağcıoğlu.
Buyurun.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – ...41 yaşından gün almamış, altı ay
içinde müracaat etmiş, açılacak yeterlik sınavında başarılı olmuş olmaları
kaydıyla, diğer kamu kurum ve kuruluş personeli de Avrupa Birliği uzmanı olarak
atanabileceklerdir. Dileriz, bu iyi niyetli jest, örneğini pek çok kurumda
gördüğümüz gibi, yeni bir meslek taassubuna dönüşmez. Umuyoruz ki, bu
tasarıyla, kamu yönetimimiz içinde, dışarıya kapalı, kıymeti ve kerameti
kendinden menkul, değişime direnen, statükocu, erişilmez, girilemez bürokrat
adalarına bir yenisinin daha eklenmesi düşünülmemektedir inşallah. Ancak,
şimdiden kesin olan şey şudur ki: Görünen köy kılavuz istemez. Tasarıya göre,
oluşturulan Genel Sekreterlik, çoklukla, sekreterya olarak görev yapacaktır;
çünkü...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – ... adından da belli
olduğu gibi, Genel Sekreterlik, AB’ye uyum çalışmalarını yapabilecek yetki, güç
ve ağırlıktan yoksun olarak oluşturulmaktadır. Kaldı ki, genel sekreterin
sadece dışişleri memurları arasından seçilmesi, ekonomi, hukuk ve kamu yönetimi
konusunda tecrübeli üst düzey yöneticilere kapalı olması, tasarıyı en başından
sakatlamıştır ve kurulacak olan yeni kurumu da, maalesef, yanlış
yönlendirecektir kanatimi ifade ediyor; yine de, her şeye rağmen, bu
çalışmaların hayırlı olması dileklerimle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Maalesef...
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dağcıoğlu.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – “Maalesef” dedi efendim; laf atmadılar...
“Maalesef” diyor...
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Arkadaş “maalesef”
parantezinden başka bir şey bilmiyor ki.
BAŞKAN – Hayır; belki size hak veriyordur; ama, hiç
endişe etmeyin, Sayın Volkan Vural endişelerinize lüzum kalmadan idare
edecektir.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Isparta Milletvekili
Sayın Ramazan Gül; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA RAMAZAN GÜL (Isparta) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 504 sıra sayılı Avrupa Birliği Genel
Sekreterliğinin kuruluş tasarısı hakkında, Doğru Yol Partisi Grubunun
görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum ve geçici 1 inci madde hakkında da görüşlerimi arz edeceğim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği, Avrupa Ortak
Pazar, Avrupa Ekonomik Topluluğu; aşağı yukarı yüzelli yıldır, Osmanlıdan beri,
Tanzimattan beri, Türkiye’nin Batılılaşma rüyasıdır bu. Bu, cumhuriyet
dönemiyle birlikte, Ulu Önder Atatürk’ün muasır medeniyet seviyesine
yaklaşmasında bir işarettir.
Arkasından, 1930’lu yıllarda, devletin sanayileşmeyi öngörmesindeki
yaptırımlarla beraber, savaş yılları; arkasından, 1950’li yıllar, liberalizme
geçiş ve özel sektörün ağırlık kazanması; arkasından, rahmetli Celal Bayar’ın,
rahmetli Menderes’in ve ekibinin hazırlamış olduğu 1959 yılındaki, 1963’teki
Ankara Anlaşmasının esasını teşkil eden ve atılan ilk adımları ve bu süreden
sonra değişik siyasî liderlerin, değişik hükümetlerin mücadeleleri; daha sonra,
1995 gümrük birliği, zamanın Başbakanı Sayın Tansu Çiller’in iradesi önem arz
etmektedir ve son olarak da, 10 Aralık 1999 tarihinde gerçekleşen Helsinki
Zirvesi. Bu Helsinki Zirvesiyle, Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliğine aday
olma konumuna gelmiştir; yani, yeni bir boyut kazanılmıştır.
Değerli milletvekilleri, işte, adaylık süreci başlamıştır. Bu süreçle
birlikte, tam üyeliğe doğru çalışmaların bir neticesi olarak da kamu kurum ve
kuruluşlarında gerekli düzenlemeye gidilmiştir.
İşte, bu Avrupa Birliği Genel Sekreterliği de biraz evvel sizlere arz
ettiğim zaman dilimi
içerisindeki silsileler neticesi olarak, ilgili kamu ve kuruluşlardaki
eşgüdümdür, bir koordinas-
yondur.
Değerli milletvekilleri, buradaki eşgüdüm, malumlarınız olduğu üzere,
aşağı yukarı, Türkiye’deki bütün kamu kurum ve kuruluşlarında, Ortak Pazarla,
Avrupa Birliğiyle ilgili çalışmalar yapılmıştır; ama, bundan sonra, bu
çalışmalar, artık, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin koordinasyonunda
yapılacaktır. Bu koordinasyon yapılırken, Dışişleri Bakanlığıyla da belirli bir
eşgüdüm içerisinde olunacaktır. Yani, anladığım kadarıyla, burada, Dışişleri
Bakanlığının uzmanlık kadrosundan faydalanılacaktır.
Yalnız, biz, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, bu Avrupa Birliği Genel
Sekreterliğinin hazırlanmasına prensipte olumlu bakıyoruz; ama, mevcut tasarıyı
biraz eksik olarak görmekteyiz. Şöyle ki: Biz, bunu, Plan ve Bütçe Komisyonunda
da değerli arkadaşlarımızla tartıştık ve bu genel sekreterlik olayının, Türk
idarî yapısı içinde “müsteşarlık” olarak şekillenmesini öngördük. Ayrıca,
bunun, Türk idarî yapısı içerisindeki yaptırım gücünün daha zayıf olduğunu
gördük.
Bunun yanında, genel sekreterlik, Türk idarî yapısı içerisinde, Türk
mevzuatında nedir değerli milletvekilleri; yardımcı bir birim olarak mütalaa
edilmektedir. Oysa, biz diyoruz ki, bunun, Başbakana bağlı, Başbakanın
başkanlığında bir müsteşara bağlı olarak örgütlenmesi, yaptırım gücü açısından
daha fonksiyonel olur.
Ayrıca, mevcut 75-80 kadronun, bu yapısal düzenlemeye kâfi gelmeyeceğini
tutanaklarımızda da ifada ettik. Çünkü, bununla ilgili olarak gerek Yunanistan
gerekse Portekiz’in uygulamaları mevcuttur; çünkü, mademki, biz, bu Avrupa
Birliği olayını önemsiyoruz, o zaman, bu konunun üzerinde de çok ciddî şekilde
durmamız gerekmektedir. Örneğin, Yunanistan’da 5 000 personel, Portekiz’de
aşağı yukarı 10 000 personel istihdam edilmiştir. Bu durum karşısında, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin Avrupa Birliğine
girmesi noktasında daha ciddî, daha
kararlı ve olaya daha samimiyetle yaklaşması gerekmektedir; bu konuda
görüşlerimizi ifade ettik.
Burada, bu yasa tasarısının
ilgili maddesi, bir defaya mahsus olmak üzere, bu kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren, 41 yaşını geçmemiş ve Avrupa Birliği konusunda
yetişmiş uzman elemanların alınması hususunu içermektedir. Gerçekten, Türkiye,
Avrupa Birliği konusunda yetersizdir;
yani, uzman yoktur. Bu maddeyle, uzman yetiştirilmesine önem verilmekte ve
mevcut uzmanların da daha iyi yetişmesi noktasında kararlar alınmaktadır.
Türkiye, Avrupa Birliğiyle ilgili üyelik sürecine girerken, hâlâ,
organizasyon ve koordinasyon konusunu
çözebilmiş değildir. Her ne kadar, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
kurulmasına ilişkin bir kanun tasarısı şu anda Genel Kurul gündeminde ise de,
biraz evvel de arz ve ifade ettiğim gibi, ben, şahsen, gerek fizikî yapı itibariyle gerekse personel
itibariyle bu kadronun nasıl çözüleceğini anlamış değilim.
Şöyle ki: Mevcut hükümet bir taraftan enflasyonla mücadele noktasında
birtakım kararlar almakta, ama bir taraftan da, Plan ve Bütçe Komisyonumuza,
harcamayla ilgili olmak üzere, aşağı yukarı her gün yasalar gelmektedir.
Düşünebiliyor musuz, bir taraftan devletin küçülmesi düşünülürken, diğer
taraftan, mevcut kurumların etkin bir şekilde çalıştırılması yerine, kurumların
oluşturulması hem kaynak israfına neden olmakta hem de hükümet tarafından
açıklanan politikalara ters düşmektedir.
Koordinasyon konusunda, daha önce de bu işi yürütmekte olan kurumların
ne gibi zafiyetleri ve başarısızlıkları görülmüştür ki -yani, bu, şimdiye
kadar, Dışişleri Bakanlığındaki bir genel müdürlüğe bağlı birim olarak
görülüyordu- niçin, yeniden bir düzenleme ihtiyacı duyulmuştur?
Değerli milletvekilleri, burada, bir konuyu daha dikkatinize sunmak
istiyorum; o da, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğine atanacak kişinin büyükelçi
olması noktasındadır. Şöyle ki: Bugün, gerek özel sektörümüzde gerekse kamu
sektörümüzde, kendi sahasında başarılı olmuş nice yetenekli insanlarımız
vardır. Bu insanlarımız, zaten... Bu Avrupa Birliği olayı, bir ekonomik
entegrasyondur; yani, olayın iktisadî boyutu daha fazladır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, toparlar mısınız.
RAMAZAN GÜL (Devamla) – Bu durum karşısında, ekonomik sahada,
örneğin, bir Merkez Bankası başkanı, örneğin, sivil kitle örgütleri olarak, Türkiye
Odalar Birliği başkanı, bir iktisadî kalkınma başkanı... Mesela, bir zamanlar,
hiç unutmam, Jak Kamhi, Avrupa Birliği konusunda, Türkiye’yi gayet güzel
şekilde temsil etme noktasında kalmıştır. Bu olayla, bunun, belirli bir yere
kısıtlanması, yani, bunun, sadece ve sadece, elçilik düzeyine indirilmesi
olayı, bir dar görüşlülüğün eseri olarak ortaya çıkmakta ve bunun, bir meslek
taassubu olduğu yönünde düşünceler olduğu ifade edilmektedir.
Bu düşüncelerle, bu, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği olayına, biz,
Doğru Yol Partisi olarak olumlu bakmakla beraber, bu tasarıyı -biraz evvel
değerli konuşmacı arkadaşlarımızın da konuştuğu gibi- eksik buluyoruz ve yine
de, bu, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Yasa Tasarısının, ülkemize, hayırlı
ve uğurlu olmasını diliyoruz.
Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.
Şahsı adına, Muğla Milletvekili Sayın Tunay Dikmen; buyurun efendim.
(DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
TUNAY DİKMEN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım
adına, Yüce Heyeti saygılarımla selamlarım.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısının
geçici 1 inci maddesi üzerinde görüşlerim:
Avrupa Birliği, 10 Aralık 1999 tarihinde gerçekleştirdiği Helsinki
Zirvesinde, Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyelik adaylığının kabul edilmesi,
Avrupa Birliği ile ülkemiz arasındaki ilişkilere yeni bir boyut kazandırmıştır.
Bu gelişmeyle, tam üyelik sürecinde tüm kamu kurum ve kuruluşlarımızın kendi
alanlarına giren konularda yaptıkları çalışmaların bir düzen ve eşgüdüm
içerisinde gerçekleşmesi, kurumlar ve kuruluşlar arasındaki uyumun ve
işbirliğinin sağlanması ve sekreterya hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği kurulması için 57 nci hükümetimiz tarafından bu
tasarı hazırlanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur.
Bu tasarıyla, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine hazırlanmasına
yönelik çalışmalar çerçevesinde, kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları
hazırlık ve çalışmalarda iç koordinasyon ve uyumun, plan ve programlara uygun
olarak yönlendirilmesi ve yürütülmesi sağlanacak ve kurulacak olan bu kurumun
görevlerine ilişkin usul ve esaslar belirlenecektir.
Bu maddeyle, yeni kurulacak olan kurumun yetişmiş personel ve uzman
ihtiyacının, diğer kurumlarda bu alanda çalışmış nitelikli elemanlardan
sağlanmasına olanak verilmektedir. Böylece, kurumun, yeni eleman ve uzman
yetiştirmedeki zaman kaybı önlenecek, diğer kurumlarda bu alanda çalışan personelin
bilgi ve birikimlerinden yararlanılacaktır. Bu uygulamanın bir defaya mahsus
yapılması ise, diğer kurumlardan geçişlerin sürekliliğini önleyecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni kurulacak olan Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği, Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde yeni bir
soluk katacaktır.
Kanunun ülkemize hayırlı olmasını diler, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlarım. (DSP, MHP, ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dikmen.
Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP
sıralarından alkışlar)
NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, geçici 1 inci madde üzerinde benim de
söz hakkım vardı...
BAŞKAN – Efendim, sizden evvel, Sayın Cevat Ayhan var. Zatıâliniz, 7 nci
maddede, üçüncü sırada söz aldınız...
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Hayır efendim.
BAŞKAN – Yok efendim, işte, burada yazılı.
Cevat Ayhan Beyin işi sağlam... Soruyor zaten o. Yani, atlatmak mümkün
de değil.
Buyurun efendim.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Estağfurullah efendim.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Evet, işleri sağlam yürütmek lazım. Türkiye’nin
işleri de sağlam yürüse, bu sıkıntıları yaşamazdık zaten Muhterem Başkan.
İnşallah, sağlam yürüyecek bundan sonra.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Doğrudur efendim.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 504 sıra
sayılı kanun tasarısının geçici 1 inci maddesinde söz almış bulunuyorum.
Bu madde, bu kanun yürürlüğü girdiği tarihte kamu kurum ve
kuruluşlarında Avrupa Birliği alanında fiilen üç yıl çalışmış olan kişilere,
bir defaya mahsus olmak üzere ve 41 yaşından gün almamış olma ve en geç 6 ayda
müracaat şartıyla ve açılacak imtihanı da kazanmak şartıyla, Avrupa Birliği
Genel Sekreterliğinde görev alma hakkını tanıyor. Mevcut, bu sahada yetişmiş
elemanlardan faydalanmayla ilgili olarak getirilen bir düzenlemedir.
Tabiî, yeni bir teşkilat kuruyoruz, bugün müzakere ediyoruz, bir genel
sekreterlik kuruyoruz. Bu genel sekreterliğin başına... Tabiî, bağlayıcı olarak
kanuna koymayalım. Volkan Vural Beyefendi, fevkalade yetişmiş olan bir
hariciyecidir; geçmişte, zannederim, Dışişlerinde olduğu dönemde, rahmetli
Özal’ın da yanında çalışmıştı; yani, hariciyemizin yetişmiş olan bir
elemanıdır, elbette bu göreve layıktır.
Biz, zaten “hariciyeci birisi olmasın” demiyoruz, yanlış anlaşılmasın;
ama, kanuna “ille hariciyeci birisi, Dışişlerinden birisi olacak” diye tahdit
edici hüküm koymamak lazım. Yarın, dışarıdan çok daha müsait birisini
bulursunuz, onu getirirsiniz. Yani, kendi kendimizi bağlamayalım diye, hükümet
iradesine ipotek koymayalım diye söyledik.
Tabiî, genel sekreterliği, sadece, siyasî birtakım temasları, uyum
meselelerini takiple de görevli görmemek lazım. Bakın, önümde bir tablo var;
müsaade ederseniz bu tablodan size bir nebze bilgi arz etmek istiyorum.
Türkiye’nin, 1981’den 1998’e kadar -hatta, 1999’u da alabilirsiniz-
Avrupa Birliğiyle olan ticaretine bakın... Tabiî, Türkiye, bu ticarette,
Avrupa’yla dışticaretinde -kadim
derdidir- devamlı açık verir. Tanzimattan beri böyledir bu, hep sıkıntıdır.
Sadece, cumhuriyetin ilk yıllarında, bir süre dışticaretimiz fazla vermiştir.
Sonra, İkinci Dünya Harbinden sonraki dönemde tekrar açık dönemine girdik.
Neyse, sözü dağıtmadan toparlayalım... Nedir o; Avrupa Birliğiyle olan
ticaretimiz hep açık veriyor. 1981’de 1 milyar dolar, daha sonraki yıllarda 715
milyon dolar, 500 milyon dolar, 200 milyon dolar. Bazı yıllar azalmış, 1985’te
200 milyon dolara kadar düşmüş; yani, lehimize bir gelişme bu; ama, ondan
sonra, 1986’da 1,3 milyar dolar, daha sonraki yıllarda 800 milyon dolar, 800
milyon dolar, 600 milyon dolar, 1990’da tekrar tırmanmaya başlamış; 2,5 milyar
dolar dışticaretimizdeki açık, sonra 2 milyar dolar seviyesinde seyrediyor.
1993’te 5 milyar 600 milyon dolara geliyor dışticaret açığımız ve 1994’te -5
Nisan kararları sebebiyle bir kriz yılıdır, aşağı yukarı, döviz fiyatları
birdenbire yüzde 300 arttı; mark 8 000 liradan 24 000 liraya, dolar 14 000-15
000 liradan 40 000 liraya çıkınca, ithalat pahalılandı ve geriledi- 2 milyar
dolara kadar düşmüş; ama, normal düzene geçince, tekrar, 1995’te 5,7 milyar
dolar dışticaret açığı ve gümrük birliğine girdikten sonra, 1 Ocak 1996’dan
sonra dışticaret açığımız 11,6 milyar dolardır Avrupa Topluluğuyla. Tırmanarak
devam ediyor; 1997 ve 1998 yıllarında devam ediyor ve aşağı yukarı 13 milyar
dolar mertebesinde dışticaret açığı var.
Tabiî, Türkiye’de küçülme olunca, zaman zaman, konjonktürel olarak, bazı
sıkıntılar ithalatı zorlaştırıyor. Mesela, 1999’da millî gelirde küçülme oldu;
tabiî, her şeye yansıdı, ithalata da yansıdı, yatırımlara yansıdı, tüketime
yansıdı, bir nispî küçülme var.
Şimdi, burada, şunu söylemek istiyorum: Tabiî, Türkiye, bu dışticaret
açıklarını devamlı taşıyamaz. Biz, bu dışticaret açıklarını halen çok pahalı
şekilde finanse ediyoruz. Erbabı arkadaşlar, bu sahayı takip eden arkadaşlar
çok iyi bilir. Tabiî, dışarıdan döviz getiriyor, onu bozduruyor, devlet
tahviline...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Efendim, lütfen toparlar mısınız.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
...hazine bonusuna yatırıyor. Tabiî, buradan çok yüksek faiz de
alıyor. Bu dövizi bozdurup bir taraftan
tahvile, bonoya yatırıyor, bir taraftan da o dövizle ithalat yapıyor. Yani,
böyle bir çark dönüyor Türkiye’de.
Bu çark durduğu zaman... Şimdi,
mesela, faizler düşüyor, memnuniyet verici; ama, faizler düşünce fon
girişi azalır, fon girişi azalınca bu sefer ithalatı finanse edemez hale
gelirsiniz. Yani, bu hastalıktan Türkiye’nin kurtulması lazım. Türkiye’nin,
Avrupa Birliğiyle olan ticaretinin de, Türkiye’nin bu kadar aleyhine
gelişmemesi için -ki, aşağı yukarı, yüzde 50’dir, bizim, Avrupa Birliğine
ihracatımızın ithalatımızı karşılama oranı- bu dengenin düzelmesi lazım.
Bu Genel Sekreterliğin görevleri arasına, ekonomik münasebetlerin Türkiye aleyhine gelişmesini önleyici ve
lehe çevirici birtakım tedbirleri düşünme, geliştirme ve uygulama görevini de
sırtına yüklemek lazım diyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum.
BAŞKAN – Efendim, teşekkür ederim.
Geçici 1 inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Geçici 2 nci maddeyi okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 2. – Yürürlükte bulunan Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnameler ile bunlara dayanılarak çıkarılan mevzuatta ve 190 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye ekli cetvellerde yer alan kadro unvanlarında geçen “Avrupa
Topluluğu” ibaresi “Avrupa Birliği” olarak değiştirilmiştir.
BAŞKAN – Geçici 2 nci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına,
Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim.
Sayın Ayhan, bir de şahsî söz isteminiz var; ancak, arada bir
milletvekili olduğu için, birleştiremeyeceğim; sizi bir kere daha yoracağım.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Nidai Bey söz istiyordu; ona devrediyorum.
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Teşekkür ederim; aslında söz hakkım vardı ama...
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Peki, varsa mesele yok; başkasına veririz.
BAŞKAN – Hayır yoktu, bu maddede değildi.
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Tamam, alayım o zaman, sağ olun.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Ayhan.
FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler;
geçici 2 nci maddeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Bu bir ibare
değişikliğidir, kurum ismi değişikliğidir; “Avrupa Topluluğu” ibaresi “Avrupa
Birliği” şeklinde değiştiriliyor.
Burada, biraz önceki konuşmamda, Avrupa Birliği - Türkiye
dışticaretindeki büyük açığın büyüyerek gelişmesinin, Türkiye’nin aleyhine
olduğunu; bunu durduracak ve hiç olmazsa Türkiye lehine iyileştirmeye
döndürecek olan tedbirlerin aranması gerektiğini ifade etmiştim.
Değerli arkadaşlar, tabiî, ekonomi, iktisadî hayat bir bütündür; yani,
bunu, toplu olarak, beraber götürmezseniz, bir yeri yapıyoruz derken bir yeri
bozarsınız. Onun için, Türkiye gibi, böyle, kriz içinden geçen, birtakım
konjonktürel sıkıntıları yaşayan ülkelerde de, hükümetlerin, meseleye çok yakın
vaziyet etmesi lazım. Benim de, koalisyon hükümetlerinden ürktüğüm taraf,
genellikle ekonomide şeyler dağılmış oluyor, hele üçlü koalisyon olunca daha da
dağılmış oluyor. Bunları iyi yönetemezsek, iyi dengeleyemezsek daha büyük
sıkıntıların içine gireriz.
Şimdi, tabiî, pamukta, yılbaşından bu zamana, aşağı yukarı yüzde 60-65
fiyatlar arttı. Tamam, pamuk çiftçisi bunu istiyor; pamuk çiftçisinin
alınteridir, mazotudur, gübresidir; bunların karşılığında bunu vereceğiz; ama,
pamuğa bunu verirken, bu sefer, tekstil sanayiinin de ihracatını
zorlaştırıyorsunuz. Yani, burada, biz, hem pamukçuyu zarardide etmeyeceğiz,
mağdur etmeyeceğiz hem de ihracatı takip edeceğiz.
Diğer taraftan, tabiî, bakıyorsunuz, aşağı yukarı altı ayda, mark yüzde
7 değer kazanmış -bu haziranın 25’i itibariyle, ben, değerleri pazartesi
almıştım- haziranı da koyduğunuz zaman -üç dört gün sonra haziran rakamları
kümülatif olarak önümüze çıkacak- enflasyon yüzde 20 mertebesinde... Şimdi,
tabiî, maliyetler, sizde, yüzde 20 artarken, döviz kurları yüzde 7 artarsa, o
zaman, siz ihracatınızda bunalırsınız, bağlantılarınızı yerine getiremezsiniz,
iflasa giderseniz ve ihracata dönük üretim geriler. Bu sefer de, tabiî,
karşınıza, Avrupa Birliğiyle veya diğer ülkelerle dışticaret açığı önünüze
çıkar.
Aynı şey hayvancılıkta, aynı şey tarımın diğer sektörlerinde, aynı şey,
tabiî, sanayide. Yani, hakikaten, önümüzdeki bu küreselleşme denen mesele, bizi, rekabette, fevkalade zor bir zemine
doğru çekmektedir. Kapalı ekonomi olarak yaşamanız mümkün değil. Büyümeniz de
ihracata bağlı. Hem ithalatı finanse etmek için hem de katmadeğer olarak ülkeye
yeni şeyler getirebilmek için ihracatı pompalamanız lazım. Bunu nasıl
yapacaksınız?.. Tabiî, bunu yaparken de, sadece enflasyonu düşüreceğiz
noktasına odaklanarak, eğer, diğer sektörleri, diğer gelişmeleri, reel sektörü
ihmal ederseniz, bu sefer, ödemeler dengesi sebebiyle bir başka sıkıntının
içine düşersiniz; başka sıkıntılar sebebiyle, bu sefer, enflasyon tersine, tekrar
patlar; faizler, tekrar patlar. Yani, Türkiye, bunları geçmişte yaşadı. 1994’te
fevkalede zor şartlar yaşadı Türkiye. Bazı arkadaşlar, burada, beraber, o
günleri geçirdik. Onun için, bu meselelerin yakinen takibi gerekir.
Tabiî, Dış Ticaret Müsteşarlığının, sektörleri -zaman zaman arz
etmişimdir- alt sektörleri, mal
gruplarına kadar, meslek kurumlarıyla beraber, odalar birliğiyle beraber,
sanayi odalarıyla beraber çok yakın takip edip, tedbirler alması lazım.
Tabiî, maalesef, bunları söylerken, bizim gümrüklerimiz, daha,
otomasyona geçemedi. Aşağı yukarı on seneden beri, yedi sekiz seneden beri,
“Dünya Bankası kredi destekli, gümrükleri otomasyona geçireceğiz” diyoruz, hâlâ
geçiremedik. Ben, uzun zamandan beri dışticareti yakın takip ederim. Daha önce
bir ay içerisinde dışticaret rakamlarını alırken, şimdi üç ay, dört ay sonra
önümüze geliyor. Niye; gümrüklerde otomasyon yok. Eskiden otomasyon yoktu; ama,
yine de geliyordu. Şimdi, Avrupa Birliğiyle ilgili tek bir forma döndüler, yeni
bir düzenlemeye geçtiler, güzel; ama, o düzenlemenin arkasında bilgi gelmiyor.
Bilgi gelmeyince, tabiî, tüccarı, sanayicisi, Dış Ticaret Müsteşarlığı, ticaret
ve sanayi odaları, sektör kuruluşları, sektörde hizmet veren kurumlar,
birlikler karar vermekte zorlanıyorlar. Yani, bizim, bazı engelleri süratle
aşmamız lazım. Bu şiddetli rekabet zemininde, kalitenizle, maliyetinizle ve
size karşı uygulanacak dampinglere karşı, size karşı uygulanacak olan, birtakım
dolaylı yollardan piyasanızı istila edecek ithalata karşı çok tedbirli olmanız
lazım. Mesela, bizim Dış Ticaret Müsteşarlığının, alt sektörlere, mal
gruplarına kadar inip çok hassas olması lazım.
Belki, bir vesileyle komisyonda ifade ettim, Samsun’dan traktörlere ve
iş makinelerine marş motoru imal eden bir firma geldi, beni buldu, dedi ki:
“Bize Güneydoğu Asya’dan kaçak mal geliyor, benim piyasamı mahvediyor.”
Kendisine “peki” dedim, telefon ettim, Dış Ticaret Müsteşarlığına yolladım.
Oradaki ilgililerin söylediği de şu: “Efendim, git, onun haksız rekabet
yaptığına dair, Tayvan’da veya Güneydoğu Asya’da onun iç piyasaya verdiği
fiyatlarla Türkiye’ye ihraç ettiği fiyatlar arasındaki farkı bize belgele...”
Kardeşim, kusura bakmayın, Samsun’daki bir firma, Kayseri’deki bir firma,
Gaziantep’teki bir firma, nereden kalkacak da Güneydoğu Asya’dan veya oradan,
buradan, haksız rekabet yapan firmanın menşe ülkesine gidecek, bu bilgileri
toplayacak, size getirecek. Sen, Dış Ticaret Müsteşarlığısın, senin orada
ticaret ataşeliğin var, teşkilatların var; sen, bu meselede hassas olacaksın,
bunu çözeceksin.
Şunu söylemek istiyorum: Bir taraftan, üretimde kaliteyi artırıcı,
maliyeti düşürücü; bir taraftan da haksız rekabeti önleyici tedbileri çok
yakından takip etmek lazım. Bunlar, devletin bürokratik anlayışıyla olmaz.
Sabah 09.00’da işe gelip, 17.00’de dükkânı kapayıp giden memur anlayışıyla
olmaz. Bu kurumları yöneten arkadaşların, hakikaten, bu masalara, buralara,
fevkalade acar, fevkalade bilgili, gayretli, kendini işine vakfetmiş insanlar
bulup koyması lazım. Devletin böyle çalışanları var. Ben, uzun yıllar devlette
hizmet ettim. Yani, iltifat ederseniz, ilgi gösterirseniz, bu tip insanlar var.
Bu tip insanları alırsınız ve bu tip insanların da, özel sektörle çok yakın
işbirliği halinde olması lazım. Özel sektöre karşı duvar olan bir yönetim
anlayışı, Türkiye’de netice alamaz.
Bugün, öğle saatlerinde, bir yerde bir toplantıdaydık. O zaman bakanlık yapan bir arkadaşımız,
rahmetli Özal’la ilgili bir meseleyi
anlattı. “Tayvanlılar Türkiye’den vize alamıyorlar. Evet, Hariciye, Çin’den
çekindiği için vize veremiyor, direniyor. İşte, bir ay önceden, iki ay önceden
müracaat edecek falan, uzun formalite. Rahmetli Özal’a bunu götürdüm, iki
dakikada kavradı ve Başbakan olarak, Dışişlerine ‘bu Tayvanlılar gelip,
havaalanlarından vize alacaklar, bir ay önce değil, geldikleri anda vizeyi
alacaklar’ diye talimat verdi “ dedi. İşte, böyle pratik çözümler lazım bize.
Yani, devlet umurunu gören, devlet hizmetini yürüten arkadaşlarımız -bakandır,
başbakandır, genel müdürdür, müsteşardır- meseleleri böyle kucaklamaya mecbur.
Çok büyük bir meydan muharebesi veriyoruz ve bundan sonra, bu muharebe daha da
güçlenecektir. Yani, siz, 350 milyonluk bir büyük pazarda mücadele edeceksiniz
ve bunların, üçüncü dünya ülkeleri için koydukları ortak gümrük tarifesine de
uyacaksınız. Yani, siz, pazarınızı korumak için, Çin’e veya bir başka ülkeye
istediğiniz gümrüğü uygulayamazsınız. Niye; Avrupa Topluluğu, o ülke için, o
mal grubu için gümrükleri yüzde 3 dediyse, sen de yüzde 3 uygulamaya mecbursun;
yani, hiçbir koruma imkânınız yoktur ve bu piyasada ayakta kalmak için çok iyi
hazırlanmak lazım. Özet olarak söylüyorum, bu devleti tekrar düzenlemek lazım,
ikinci büyük değişimi yapmak lazım.
1980’den sonra, rahmetli Özal’la gelen bir büyük değişiklik vardı;
beğeniriz beğenmeyiz, beğendiğim taraf olur, beğenmediğim taraf olur; ama,
neticeye baktığınız zaman, bilançoya baktığınız zaman, mühim bir değişikliktir;
bugün, Türkiye’yi dünyaya açan bir ufuktur, bir yaklaşımdır. Şimdi, ikincisine
dönüp, derhal merkezî idareyi tekrar düzenlememiz lazım, mahallî idareleri ve
sivil toplumu güçlendirmemiz lazım; ancak, böyle bir millî dayanışma ve
işbirliği içerisinde, biz, bunu aşarız muhterem arkadaşlar.
Tabiî, bunların da önünde, herkes için ortak platform olarak adalet ve
insan haklarını, hukuku ve demokrasiyi de, bu ortak zeminde oluşturmamız lazım
diyorum.
Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın;
buyurun efendim.
DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçici 2 nci maddeyle, yürürlükte bulunan kanun ve kanun
hükmündeki kararnameler ile bunlara dayanılarak çıkarılan mevzuatta ve 190
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli cetvellerde yer alan kadro unvanlarında
geçen “Avrupa Topluluğu” ibaresi “Avrupa Birliği” şekline dönüştürü-
lüyor.
Bilindiği üzere, Avrupa Ekonomik Topluluğu, bilahara Avrupa Topluluğuyla
ilgili kuruluşlarda ve bakanlıklarda, daire başkanlığı şeklinde birimler
oluşturulmuştu; bunlardan birisi de Maliye Bakanlığında bulunmaktadır, Avrupa
Ekonomik Topluluğu Daire Başkanlığı şekliyle. Övünerek ifade edebiliriz ki,
Maliye Bakanlığı, bu daire başkanlığının koordinasyonunda ve bakanlığın, üst
bürokratları dahil, tamamının çalışması çerçevesinde, Avrupa Topluluğuna,
Avrupa Birliğine girmek için gerçekleştirmemiz gereken malî mevzuattaki
düzenlemeleri ve uyumu, kendisine verilen süre içerisinde sağlamıştır; bu
çerçevede, Avrupa ülkeleriyle olan çifte vergilendirmeyi önlemek amacıyla,
ülkeler itibariyle, mütekabiliyet esasına dayalı anlaşmalarını yapmış ve
geçmişte, Katma Değer Vergisi Kanununu çıkarmıştır. Avrupa Topluluğu
ülkelerinde, bilahara da Avrupa Birliğinde halen uygulanmakta olan Katma Değer
Vergisinin kanunu, rahmetli Vural Arıkan zamanında, 1983 yılında, ilk Özal
Hükümeti döneminde çıkarılmış ve bu vergi de, bilahara gelen hükümetlerin
uygulamaları çerçevesinde, bünyemize uygun, ama Avrupa Birliğine de girmemizi
sağlayıcı düzenlemeler yapılmak suretdiyle yerine getirilmiştir.
Yine, Vergi Usul Kanununda, Gelir Vergisi Kanununda, Avrupa Ekonomik
Topluluğu birimi olarak Maliye Bakanlığında faaliyet gösteren birimin
koordinasyon ve takibiyle –gelirler, muhasebat, harcama yönüyle, Dünya Bankası
ve IMF’nin çalışmalarına müşterek katılmak suretiyle- Avrupa Birliğine
girmemizi sağlayıcı yeni düzenlemeler bünyemize uygulanmış, adapte edilmiştir.
Dolayısıyla, Maliye Bakanlığı, geçmiş on onbeş sene içerisinde, her şeyi
yerine getirmiştir.
Daha önce kabul edilen maddelerden birisinde, Genel Sekreterliğin,
büyükelçi statüsünde olması gerektiğini hüküm altına alıcı düzenleme yer
almıştır. Halbuki, Genel Sekreterliğin, Maliye Bakanlığında olması gerekir.
Bugün Avrupa ile olan problemimiz, bilindiği üzere, dışişlerinden kaynaklanan
kopukluktan ileri gelmemektedir; daha ziyade, malî mevzuatımızın dışında,
işçi-işveren ilişkileri, işsizlik, istihdam ve işsizliğin aşırı boyutlara
ulaşması... Çünkü, 65 milyon nüfusun aşağı yukarı 10 milyonu fiilî işsiz; bunun
20 milyona yakınını da gizli işsiz olarak kabul edersek, kalkınmakta olan
hiçbir ülkede, nüfusun yarısının işsiz olduğu görülmemiştir. İşte, bu
düzenlemelerin, istihdamın, gelişmenin ve kalkınmanın esas alındığı bir
topluluğa girecek ülkenin, üye ülkenin de, Genel Sekreterinin, ya Hazineden ya
DPT’den; ama, bilhassa, Maliye Bakanlığından olması gerekirdi. O kısım geçti;
ancak, bundan sonraki düzenlemelerde, bilhassa, diğer kuruluşların da, diğer
bakanlıkların da, bu düzenlemeleri zamanında yerine getirmek suretiyle, Maliye
Bakanlığının, Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak isimlendirildiği o dönemlerdeki
çalışmaları çerçevesinde yaptığı katkıyı yapacağı düşünce ve duygusuyla, bu
kadronun, Avrupa Birliği şekline dönüştürülmesinin hayırlı ve uğurlu olmasını
temenni eder, hepinizi saygıyla selamlarım. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Çok teşekkür ederim Sayın Akın.
Efendim, gruplar adına konuşma bitti.
Şahsı adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Numan Gültekin; buyurun
efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
NUMAN GÜLTEKİN (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısının geçici
2 nci maddesi hakkında görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu
münasebetle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği üzere, Avrupa Birliğinin oluşum süreci, Marshall yardımı adı
altında Avrupa’ya gelen Amerika Birleşik Devletleri sermayesinin kendilerini
giderek Amerika Birleşik Devletlerine bağımlı kılacağını gören Avrupa
ülkelerinin, bu gelişme karşısında, Avrupa menşeli yeni bir sermaye piyasası
oluşturmak istemeleri sonucu başlamıştır. Bu amaçla, öncü ülkelerin ekonomik
potansiyellerinin bir araya getirilmesi ve böylece güçlü bir Avrupa pazarı
oluşturulması planlanmış ve entegrasyonun da ileride pazar genişlemesine neden
olacağı, bunun da sermayeye dönüşeceği, bu sermayeyle de teknolojinin hızla
geliştirilebileceği düşünülmüş ve ekonomik neden temel alınarak, 1951 yılında
Almanya, İtalya, Fransa, Hollanda, Belçika, Lüksemburg gibi ülkeler bir araya
gelerek, Paris Anlaşmasıyla, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu kurmuşlardı.
Sonra, 1957 yılında imzalanan Roma Anlaşmasıyla, ekonominin tüm
sektörlerini kapsayan Avrupa Ekonomik Topluluğu kurulmuştur. Daha sonra,
topluluk üyesi ülkeler arasında kişilerin serbest dolaşımı, ithalat ve
ihracatta millî bazda uygulanan kotalar sorun çıkarmaya başlayınca, hem bu
konuların çözümünü sağlamak hem de Avrupa pazarı oluşumunu hızlandırmak üzere,
1986 yılında imzalanan, 1987 yılında yürürlüğe giren Tek Avrupa Senediyle
topluluğun entegrasyon kapsamı genişletilmiştir. Genişleyen entegrasyonun ismi
de bu aşamada Avrupa Topluluğu olmuştur.
Son olarak, 1992 yılında imzalanan ve 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe
giren, resmî adı Avrupa Birliği Anlaşması olan Maastricht Anlaşmasıyla da,
entegrasyon kapsamı, ekonomik yaklaşımların yanında, siyasî, hukukî
perspektifleri de ele alacak şekilde, Birliği oluşturan toplumların kültür ve
tarihî değerlerini gözardı etmeden, dayanışmayı güçlendirmek üzere,
demokrasiyi, temel hak ve hürriyetleri de içine alan bir Avrupa Birliği
oluşturulmuştur.
Bu geçici maddeyle de, bu kanunla kurulacak olan ve ülkemizin Avrupa
Birliğine tam üyeliği sürecine önemli ölçüde katkı sağlayacağına inandığım
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği kadrolarında yer alacak personelin kadro
unvanlarında, yukarıda izah ettiğim süreç doğrultusunda, doğru bir değişiklik
amaçlanmaktadır. Bu değişiklikle de ileride kadro unvan karışıklıkları önlenmiş
olacaktır diyor, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Gültekin, teşekkür ederim.
Efendim, söz sırası, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan’da?..
Yoklar.
Ağrı Milletvekili Sayın Nidai Seven; buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Gecenin bu saatine kadar bütün kanun tasarısını gözden geçirdik. Ben, bu
vesileyle, geçici maddenin hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP,
DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Çok teşekkür ederim.
Efendim, geçici 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Efendim, 7 nci maddeyi okutuyorum:
Yürürlük
MADDE 7. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın
Mukadder Başeğmez; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; biraz önce, Avrupa Birliğine üye olabilmek, o camiada yerimizi
alabilmek için, evrensel değerlerle ve normlarla mücehhez olmamız gerektiğine
dair konuşmuştum.
Nedir evrensel değerler? Malumu âlileriniz, geçtiğimiz aylarda, buraya,
Amerika Devlet Başkanı Sayın Clinton geldi. Enteresan bir cümle söyledi burada:
“Türkiye’yi, biz, laik Türkiye olarak görmek istiyoruz; demokrat Türkiye olarak
görmek istiyoruz; Müslüman Türkiye olarak görmek istiyoruz.” Bunun üçü,
birbiriyle çelişmeyen olgular ve evrensel değerler. Laik Türkiye: Hiçbir
inancın, hiçbir düşüncenin, hiçbir mezhebin birbirine baskı yapmadığı ve hatta
korunduğu. İnançların korunduğu bir sistem laisizm. Yoksa, her türlü inançtan,
dinden uzaklaşan sekülarizm (secularism) anlamında değil. Dünya, böyle bakıyor
buna. Türkiye de, ancak böyle barışı ve kardeşliği sağlayabilir.
Demokrat Türkiye: Bütün fikirlerin yer alabileceği; yani, çatışmacı,
zarar verici, ülkeyi tahrip edici anlamda değil, fakat, fikir olarak insana
yakışır olan bütün fikirlerin korunduğu, örgütlendiği; siyasal partilerin
özgürce siyasî rekabete giriştiği; demokrasinin her kurumda, her şirkette, her
partide, Türkiye’nin bütün alanlarında yaygınlaştığı ve özümsendiği bir
Türkiye.
Müslüman Türkiye: Geçmişinden gelen inanç değerlerine saygılı, kimlikli,
kişilikli bir Türkiye. Ancak, böyle evrensel olabilirsiniz. Yoksa, kozmopolit,
tarihinden utanan, kendi kültürünü hor gören, geçmişinden yabancılaşan “işte,
biz bir topluluğuz” diyen bir topluluk evrensel olamaz, yeryüzünde şahsiyetli
bir şekilde yer bulamaz. Bu anlamda, Türkiye’nin şahsiyetini bulması gerekir.
Evrensel değerler, evrensel normlarda eğitimi gerektirir. Bir zamanlar
Doğu Blokunda yapılan eğitim gibi, tek tip insan yetiştiren eğitim anlayışı,
artık, insanların anlayışına uygun düşmüyor.
Affedersiniz, hayvanların eğitimi niçin yapılır; mesela atı niçin
eğitirsiniz; efendisini üstünde iyi taşısın diye. Köpek niçin eğitilir; avını
yakalasın da getirsin diye. Aslan niçin eğitilir; kırbacı yiyince kafesine
girsin diye. Atmaca niçin eğitilir; gidip, kardeşlerini yükseklerden yakalayıp
getirsin diye. İtaat ve hatta ihanet esasına dayalıdır hayvanların eğitimi.
Doğu Bloku totaliter rejimlerde, insanları da bu şekilde eğitmeye
kalkışmışlardır. Hayır, insanların bütün beyin hücrelerinden, bütün kaslarının
liflerinden, geçmiş kültürlerinden yararlanmak, beyin özgürlüğünü orta yere
çıkarmak için yapılır eğitim ve o eğitim evrenseldir, dünyanın her yerinde işe
yarar. Bunu yaparsanız, gen haritasını çizebilirsiniz; bunu yaparsanız, uzaya
uydu gönderebilirsiniz; bunu yaparsanız, bilgisayar vadileri kurabilirsiniz.
Aksi halde, Türkiye’nin şartları budur der de, kendinize özgü, kendinize ait,
taa ilkokuldan başlayarak şartlanmış bir gençlik yetiştirmeye çalışırsanız,
dünyada, evrensel arenada yer bulamazsınız.
Evrensel değerlerin içine çevre giriyor. Çevre, sadece yollara çöp
atmamak, kâğıdı, izmariti yere atmamak filan diye algılanmamak lazım gelir.
Bakın, Sayın Ediz Hun karşımda, Çevre Komisyonu Başkanı ve bu konunun uzmanı.
Efendim, hepiniz Avrupa’ya gitmişsinizdir. Oralarda, Avrupa’da herhangi
bir binanın, son derece görkemli, güzel yapılmış binanın yanına yaklaştırmazlar
sizi, kırmızı bantlarla koruma altına alınmıştır. Böyle, ben, çok gördüm
Amerika’da da. Nedir diye sorduğunuzda; asbest malzemesi kullanılmış bu binada
diye yaklaştırmıyorlar.
Şimdi, size şok edici bir şey söyleyeceğim. Biliyor musunuz, Türkiye’de
içme sularımız asbest borularıyla taşınıyor. İller Bankasının asbest boru
fabrikası var. Adam, binasında bir parça malzeme kullanılmış diye insanları
oraya yaklaştırmıyor. Senin bütün su kanalların asbestli borularla taşınıyorsa,
dur bakayım derler adama. Bunlar maddî meseleler; ama, önemli meseleler. O
aileden olacaksak, yeraltına, yerüstüne, toprağa, suya bakacağız.
Avrupa’da bir işçi ne kadar ücret alır bilmiyorum; herhalde 1 500-2 000
mark alır asgarîden. Buradan gitmiş gurbetçilerimiz de...
CEVAT AYHAN (Sakarya) – 3 000-4 000 mark...
MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – 3 000-4 000 mark.. (MHP sıralarından “yok
o kadar” sesleri)
BAŞKAN – Müdahale etmeyin...
MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Pazarlık etmeyelim; in 1 000 marka...
Hiç pazarlık etmeyelim; 1 000 mark
alsın. Bunun münakaşasına gerek yok; ama, Türkiye’de 300 markı bulmuyor
arkadaşlar, bir asgarî ücretin değer toplamı; 80 milyon lira, 86 milyon lira;
topla, 300 mark...
3 000 almasın da 1 000 mark alsın... Bütün bunları kıyasladığınız zaman, arada
korkunç uçurum var.
Bu maddî uçurumların ötesinde, bir başka şey var. Önünüzdeki tasarıda
“Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür” diyor ya, Bakanlar Kurulunun önünde ciddî
zorluklar var. Nerden biliyorsun? Hükümet ortağı, Anavatan Partisi Genel
Başkanı Sayın Mesut Yılmaz ifade buyuruyor ve her kelimesine de katılıyorum. Ne
diyor Sayın Mesut Yılmaz: “Türkiye’yi hiçbir zaman Avrupa’ya almak istemeyen
ırkçı, ayırımcı, haçlı zihniyetle mücadele edeceksiniz.” Bakanlar Kuruluna
söylüyor bu kanunu yürütürken. Başka: “varlıklarını her alanda Türkiye’nin içe
kapanmasına bağlayanlar, dolayısıyla, Türkiye’nin dışa açılmasında kendi
menfaatları açısından zarar göreceğini düşenenlerle mücadele edeceksiniz.” Başka:
“Kopenhag ve Maastricht kriterlerinin Türkiye’de hayata geçirilmesiyle,
varlıkları ya da haksız bir biçimde elde ettikleri güçleri ortadan kalkacak
olanlar var, onlarla mücadele edeceksiniz.”
Sadece 70 kişilik bürokratik bir kurum kurmakla, sadece mevzuatı
değiştirmekle Avrupa’nın kapılarını zorlayamazsınız. Türkiye’de eğitimden
sağlığa ve en önemlisi, Türkiye’nin genel yapılanmasına, köyden kente, tarımdan
bir sürü kurumların oluşmasına kadar, yeni baştan kendimize çekidüzen vermek
zorundayız.
Bakanlar Kurulunun işi gerçekten zor. Allah kolaylık versin. Sadece bu
mevzuatı çıkarmakla... Zaten, yıllarca biz mevzuattan çektik. Hani, meşhur,
mevzuat hazretleri lafı vardır. Yeni bir mevzuat hazretleri çıkmaz karşımıza
inşallah. Kapılar açılır da, gireriz.
Saygılar sunuyorum. (FP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.
Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan, konuşacak mısınız efendim?
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Konuşmayacağım... (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Cezmi Polat?..
CEZMİ POLAT (Erzurum) – Vazgeçtim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Nidai Seven?..
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Vazgeçtim efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum:
Yürütme
MADDE 8. – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili
Sayın Sait Açba; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA SAİT AÇBA (Afyon) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 8 inci madde üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum ve
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliğiyle ilgili olarak düzenlenen bu kanun
tasarısı hakkında, genelde olumlu bir tavır takınacağımızı, takındığımızı
şahsım adına da öncelikle belirtmek istiyorum; ancak, Avrupa Birliği Türkiye
ilişkileri konusunda önemli olan bazı hususlarda dikkatinizi çekmek istiyorum.
Helsinki adaylık statüsünden önce, hepinizin bildiği gibi, 1997’de bir
bakıma Lüksemburg’da yapılan zirvede, Türkiye’ye yönelik olarak bir ret
gerekçesi ortaya konuldu. Bilhassa, Kopenhag kriterleri konusunda, Türkiye’nin
bu alanda yeterli düzenlemeler yapmadığını; ama, 1997’den 1999’a, Helsinki’ye
kadar geçen süreç içinde çok ciddî adımlar atılmamış olmasına rağmen, böyle bir
adaylık statüsünün Helsinki’de tescil edildiğini hepimiz görüyoruz.
Dolayısıyla, şu anda önümüzde, Avrupa Birliğinin koymuş olduğu Kopenhag
kriterleri var, siyasî kriterleri var, ekonomik kriterler var. Siyasî kriterler
konusuda ciddî adımların atılmadığını da açıkça görüyoruz. 1997’den bu yana
hiçbir ciddî adım atılmamıştır; ama, bugünlerde de, yine, hükümet
yetkililerinin yapmış olduğu açıklamalar çerçevesinde, siyasî kriterler
konusunda ciddî adımlar atılacağı noktasında da ciddî birtakım göstergeler ve
açıklamalar söz konusu değildir.
Ben, Kopenhag kriterleri çerçevesinde, bilhassa, ülkemizde savunma ve
güvenlik alanına ait demokratikleşme noktasında bazı açıklamalar yapmak
istiyorum: Kopenhag kriterlerine
baktığımızda, kriterlerde, Türkiye’de bilhassa, ordunun, sivil siyaset
üzerinde, politik alan üzerinde bir vesayet mekanizmasının söz konusu olduğu
dile getiriliyor. Yine, Millî Güvenlik Kurulunun yapılanmasının antidemokratik
olduğu; dolayısıyla, bu yönde yeniden bir yapılanmanın gerçekleştirilmesi
öngörülüyor. Türkiye’de, savunma ve güvenlik alanına baktığımızda, gerçekten,
antidemokratik bir yapı vardır; bunun, çağdaş ülkeler seviyesine çıkarılması
zorunluluğu vardır; dolayısıyla, yeniden yapılanma ihtiyacı vardır.
Bir defa, ordunun antidemokratik yapılanması veya çağdaş devlet
ülkelerinde görünmeyen yapılanmasıyla ilgili olarak, öncelikle ifade etmemiz
gereken husus, bir defa Millî Savunma Bakanlığıyla ilgilidir. Millî Savunma
Bakanlığının yapılanmasına baktığımızda, örneğin Genelkurmay Millî Savunma
ilişkisine baktığımızda, arada hiyerarşik bir ilişki söz konusu değildir. Bir
taraftan Millî Savunma Bakanlığı malî yönden, lojistik yönden Genelkurmaya
destek vermektedir; ama, ilişkiler itibariyle, bir hiyerarşik ilişki söz konusu
değildir; yani, Genelkurmay Başkanlığı Millî Savunma Bakanlığına bağlı
değildir. Halbuki, demokratik ülkelere baktığımızda, kesinlikle Genelkurmay
Başkanlığı, Savunma Bakanlığına bağlıdır; dolayısıyla, Türkiye’de bu yapının
değiştirilmesine ihtiyaç vardır. Bu yapının değiştirildiği bir ortamda da,
zaten, şu andaki Millî Savunma Bakanı veya bakanlar ile Genelkurmay Başkanı
arasındaki protokol karmaşası da sona ermiş olacaktır. Şu anda, hepinizin
bildiği gibi, Genelkurmay Başkanı Başbakana karşı sorumludur; ama, Millî
Savunma Bakanlığına bağlı olmasına engel bir durum değildir.
Diğer bir husus da, YAŞ kararlarıyla ilgilidir. Türkiye’de YAŞ
kararları, hepinizin bildiği gibi, Silahlı Kuvvetlerde personel yönünde yapılan
tasarruflar, yargı alanına açık değildir. Dolayısıyla, hiçbir demokratik
ülkede, böyle bir yapının olduğunu söylememiz mümkün değildir. Türkiye’de YAŞ
kararlarının kesinlikle yargıya açılması gerekmektedir. Tabiî genel yargıya
açılması, askerî alanın genel yargıya açılması yadırganabilir; ama, zaten
Askerî İdarî Yüksek Mahkeme de mevcut bünyede vardı; dolayısıyla, Türk Silahlı
Kuvvetleri Personel Kanununda yeniden bir değişiklikle veya Anayasanın 125/2
nci maddesindeki bir değişiklikle, bu alanda düzenleme yapılmak suretiyle,
çağdaş ülkelerin, demokratik ülkelerin yapılanmasına geçilebilir.
Tabiî, bugün için, Türkiye’de tartışma konusu olan, geniş ölçüde basında
tartışma konusu olan, hatta, Dışişleri çevreleri ile devletin üst kademelerinde
tartışma konusu olan konu, Millî Güvenlik Kuruludur, Millî Güvenlik Kurulunun
yeniden yapılanmasıdır. Türkiye’deki Millî Güvenlik Kurulu, şüphesiz, anayasal
bir kuruluştur; ama, anayasal kuruluş olması, demokratik olacağı anlamına
gelmemektedir. Millî Güvenlik Kurulunun tesis edildiği dönemlere bakıldığında
veya yetkilerinin genişletildiği dönemlere bakıldığında, maalesef, darbe
dönemlerinde dizayn edilmiş olduğunu, her darbe döneminde yetkilerinin daha çok
artırılmış olduğunu açıkça görürüz; ki, dolayısıyla, gelişmiş ülkeler veya
demokratik ülkelerle karşılaştırıldığında, kesinlikle, karşımızda anayasal bir
kuruluş olmasına rağmen, demokratik bir kuruluş söz konusu değildir.
Dolayısıyla, Millî Güvenlik Kurulunun da, yapısının, demokratik ülkelerdeki
gibi, sivil alanın veya sivil inisiyatifin veya millî iradeye tabi olma
ilkesinin sağlanacağı bir seviyeye dönüştürülmesine ihtiyaç vardır. Bizde,
Millî Güvenlik Kurulunda, hepinizin bildiği gibi, 10 üye vardır; 5’i sivildir,
5’i askerdir. Siviller arasında Cumhurbaşkanı da vardır. Askerler ile siviller
arasında bir ihtilaf konumunda veya oyların eşitliği durumunda,
Cumhurbaşkanının olduğu taraf öne geçmektedir. Bu uygulama, bir bakıma,
Cumhurbaşkanlığının tarafsızlığı ilkesiyle taban tabana zıttır.
Yine, Millî Güvenlik Kuruluyla ilgili Anayasada yapılan düzenlemelerin,
117’nci maddede ve 118/c maddesinde yapılan düzenlemelerin, taban tabana
birbirine zıt olduğunu da açıkça ifade etmemiz gerekir. 117 nci maddede, Millî
Güvenlik Kurulu noktasında, hükümet yetkili kılınmaktadır; hükümetin
sorumluluğundan bahsedilmektedir; ama, 118/c maddesinde de, bu, Millî Güvenlik
Kuruluna verilmektedir ki, dolayısıyla, ortada ciddî bir çelişki vardır.
Dolayısıyla, bu çelişki, sosyal hukuk devleti açısından, gerçekten, önemli bir
husustur. Dolayısıyla, bu çelişkinin de Türkiye’de giderilmesine ihtiyaç
olduğunu da açıkça ifade etmemiz gerekir.
Millî Güvenlik Kurulunun yapılandığı demokratik ülkelere bakıldığında,
kesinlikle, böyle bir yapının söz konusu olmadığını, antidemokratik yapının söz
konusu olmadığını, tamamıyla demokratik bir ortamda, bir bakıma danışma organı
tarzında yapılanmaların söz konusu olduğunu veya hükümetlerin kabinelere destek
veren danışma organı tarzında yapılanmaların söz konusu olduğunu görürüz.
Bugün, Amerika Birleşik Devletlerindeki Millî Güvenlik Kurulu, Almanya ve
Fransa’daki yapılara baktığımızda, tamamıyla kabinelerin işi olduğunu
görmekteyiz. Hatta, Amerika Birleşik Devletlerindeki Millî Güvenlik Kurulunun
yapılanmasında, oradaki Genelkurmay Başkanının, Millî Güvenlik Kurulunun daimî
üyeleri arasında olmadığını da açıkça görmekteyiz. Dolayısıyla, Türkiye’deki
Millî Güvenlik Kurulunun sivil iradeye, millî iradeye tabi hale getirilmesi
noktasında demokratikleşmesine ihtiyaç vardır. Türkiye, gerçekten, demokratik
ülkeler arasında olması gereken yere kavuşacaksa, bu alandaki
demokratikleşmenin en acil demokratikleşme alanı olduğunu açıkça ifade etmemiz
gerekir; ama, hükümetin veya hükümet yetkililerinin yapmış olduğu açıklamalarda
bunun işaretlerini de, maalesef, göremiyoruz. Hatta, Helsinki sürecinden sonra
Sayın Başbakanın yapmış olduğu bazı açıklamalar var, Aralık ayında yaptığı bazı
açıklamalarda da, mevcut statünün devam etmesi noktasında, Millî Güvenlik
Kurulunun yapılanmasından hiç rahatsız olmadığı noktasında birtakım açıklamalar
var ki, bu açıklamalarla, bir bakıma, Türkiye’nin önünü açmak mümkün değildir.
Türkiye’de, bir defa şu anlayışın kesinlikle değişmesi gerekiyor:
Türkiye’de, gerçekten, ulusalcı ve ilkel demokratik ve laiklik anlayışıyla, bir
defa, Avrupa Birliği ve uluslararası alandaki birtakım entegrasyonlar içinde
bulunmamız mümkün değildir. Böyle bir entegrasyona girmemiş olsak bile, böyle
bir entegrasyon içinde olmasak bile, zaten, Türkiye’nin bu ilkel demokrasi ve
laiklik anlayışından hızlı bir biçimde çıkmasına ihtiyaç vardır. Bunun için,
Türkiye’deki, öncelikle kutsal devlet anlayışının terk...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlar mısınız Sayın Açba.
SAİT AÇBA (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
Türkiye’de, öncelikle, kutsal devlet anlayışının terk
edilmesi gereklidir; çünkü, kutsal olan devlet değil, insandır. Bireyin özgür
olmadığı bir ortamda, özgür topluma ulaşmamız hiçbir zaman için mümkün
değildir; çünkü, özgürlük kavramına bakınca, özgürlük, başkasının özgürlüğüdür;
başkası özgür olmadıkça, sizin hiçbir zaman için özgür olmanız mümkün değildir.
Dolayısıyla, Türkiye’de mevcut yapının, laiklik ve demokrasi anlayışının tekrar
gözden geçirilmesine ihtiyaç vardır; çünkü, evrensel anlamdaki laiklik ve
demokrasi anlayışı ve uygulamaları ile Türkiye’deki laiklik ve demokrasi
uygulamaları arasında uçurumlar vardır.
Teşekkür ediyorum.(FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili
Sayın Saffet Arıkan Bedük’te.
Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 504 sıra sayılı kanun
tasarısının son maddesiyle ilgili olarak, Doğru Yol Partisinin görüşlerini
sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, şahsım ve Doğru Yol
Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri; bugün önemli bir tasarıyı görüşüyoruz. Bu
tasarıyla ilgili birkısım tereddütlerimizin olduğunu peşinen söylemek
mecburiyetindeyim; çünkü, tarihî bakımdan meseleyi tahlil ettiğimizde, 1959
yılında, rahmetli Menderes zamanında, gelecek düşünülerek ve o ufuk içerisinde
müracaat edilen bir sürecin başlangıcı ve 1960’ta, yine, rahmetli İnönü
zamanında Ankara Antlaşması, 1970’li yıllarda buzdolabına kaldırılış ve nihayet
-daha sonra tekrar müracaatlar- 1987’de müracaat ve arkasından gümrük birliğine
giriş ve nihayet, 10 Aralık 1999’da Helsinki toplantısından sonra da, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin tam üyeliğe adaylığının kabulüyle ilgili bir süreci
yaşadık.
Bu süreç, bizim için gerçekten önemli. Türkiye ve Türk Milleti olarak,
özellikle dünyada yerimizi alabilmemizin tek şartı demiyorum; ama, önemli
olarak etkileyecek bir husus olduğunu, önemli bir örgüt olduğunu, önemli bir
teşkilat olduğunu kabul etmek mecburiyetindeyiz.
20 nci Asırda, bilim ve teknolojide hızla ilerleyen ve nihayet
milletlerin kendi millî çıkarları istikametinde globalleşen bir dünya yaşadık.
Bu globalleşen dünyada, özellikle zengin ülkeler arasında yer alabilmenin en
önemli hedefinin de Avrupa Birliğine giriş olduğu Türkiye içinde kabul edilmiş
ve o sebeple de büyük bir mücadelenin içerisine girilmiştir.
21 inci Asır bilgi asrı olacak. Bütün bu şartlar altında, 20 nci Asrın
ortaya koyduğu tablo ve sonuç ve nihayet 21 inci Asırda göreceğimiz ve
kullanacağımız, insanlık için fevkade önemli birkısım bilgi ve birikimin
değerlendirilmesi, herhalde, Türk Milletinin ve Türk insanının da buna göre
hazırlanması ve ona göre birkısım değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir.
O sebeple, 21 inci Asrın başlangıcında, insana en önemli değer veren
demokratikleşmeyi ve nihayet, Avrupa Birliğinin yükselen değerini dikkate almak
durumundayız. O sebeple, Avrupa Birliğine girişimizin en önemli şartı
demokratikleşmedir, demokrasidir, şeffaflıktır, insana değer vermektir, insana
inanmak ve güvenmektir. Önce bunu gerçekleştirecek bir oluşuma ihtiyaç vardır.
Eğer biz bunu gerçekleştiremezsek, eğer insanımıza güvenmezsek, eğer insanımızı
potansiyel bir tehdit veya bir tehlike olarak görmeye devam edersek, o takdirde
Avrupa Birliği standartlarına ulaşmamız mümkün olmayacaktır ve yine, özellikle
şeffaflık çerçevesinde açıklık ve bürokratik engellerin kaldırılması ve
devletin daha fazla -özellikle millete- hizmet edecek bir anlayış içerisinde
çalışacağı mekanizmayı gerçekleştirebilmenin şartlarını da, ortamını da,
düzenlemesini de hazırlamak mecburiyeti vardır.
Bütün bunların hepsini gerçekleştirmek için, Türkiye’nin devlette bir
yeniden yapılanma sürecine girmesi, bunu gerçekleştirmesi ve Avrupa Birliği
ülkelerinin içerisinde bulunduğu standartlara uyması gerekmektedir. O sebeple,
öncelikle, insan diye baktığımız insanın yüce bir varlık olduğu ve onun hak ve
hürriyetlerinin genişletilmesi, bu dünyada en iyi şekilde yaşayabilmesiyle
ilgili ortamı hazırlamak -burada, düşünce, fikir ve ifade hürriyeti, din,
vicdan ve ibadet hürriyeti ve teşebbüs hürriyetiyle güçlendirilmiş olan bir
demokrasinin fevkalade ehemmiyet arz ettiğinin altını çizerek vurgulamak
istiyorum- ve yine, hukukun üstünlüğü çerçevesinde devletimizin ve milletimizin
istediği şekilde bir yargı ve devlet anlayışını da gerçekleştirmek
mecburiyetinde olduğumuzu belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bunları yaparken, şeffaflık ilkesinden geri
kalmayacağız, bürokratik engelleri mutlaka ortadan kaldıracağız ve süratli bir
yargı mekanizmasını, gerçekten, gündeme getirmeyi de hedef edineceğiz. Bunları
gerçekleştirebilmek kolay. Aslında, yapma mecburiyetimiz var. Zaten, gümrük
birliğine girmişiz. Gümrük birliğine Doğru Yol Partisi iktidarı zamanında
girildiğinde, neredeyse, Kıbrıs’ı bile sattık diye birkısım itirazlar oldu;
ama, bugün içerisinde bulunduğumuz şartlar itibariyle, Avrupa Birliğine girme
açısından Helsinki’deki toplantıdan sonra gümrük birliğinin ne kadar önemli bir
süreç olduğu ortaya çıkmış ve bunu, Sayın Dışişleri Bakanımız, bir konuşmasında
da ifade etmiştir.
İşte, değerli arkadaşlar, şunu özellikle belirtmek istiyorum: Türkiye
Cumhuriyeti Devleti içerisinde bir taraftan hukukî, bir taraftan ekonomik, bir
taraftan sosyal, bir taraftan siyasal açıdan, özellikle, Avrupa Birliğinde
uygulanan normlar neyse, kendi hukuk düzenimiz de, kendi devlet anlayışımız da,
kendi insana bakış tarzımız da dahil olmak üzere, birkısım yeni düzenlemelere
ihtiyaç olduğu muhakkaktır ve bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Türk insanına
inanmak ve güvenmek mecburiyetindeyiz; Türk insanına demokratik tüm hakları
vermek mecburiyetindeyiz. Bütün bu şartları gerçekleştirebilmenin yolunun da,
mutlak surette, hem kendi insanımızı iyi tanımak, hem onun kültürünü,
özellikle, korumak hem de onu çağdaş dünyayla bütünleştirmeden geçeceğini de
gözden uzak tutmamak lazım.
Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği standartları çerçevesinde yükselen
değer, insan demiştik, demokratikleşme demiştik, hukukun üstünlüğü demiştik;
ama, bir hususu, altını çizerek belirtmek istiyorum: O yükselen değerde en
önemli husus da kültürdür. Türk millî kültürünü, özellikle, yaşatmak ve
geliştirmek, gelecek nesillere aktarmak boynumuzun borcudur. Avrupa Birliğine
girmek demek, kendi kültürümüzden, kendi öz değerlerimizden, kendi millî
kültürümüzden ayrılmak anlamına gelmez. Aslında, o kültürü, o millî kültürü
kesinlikle Avrupaya taşıyacak bir anlayış içerisinde, onu yaşatmak, korumak ve
geliştirmek mümkün ve şart olduğu gibi, aynı zamanda, Türk insanının dünya
insanıyla entegre olacak bir statüye kavuşması gerektiği hususunu da gözden
uzak tutmamamız gerektiği muhakkaktır.
İşte, biz, bunun için Avrupa Birliği diyoruz; ancak, bütün bunların
hepsini gerçekleştirebilmenin yolu, biraz evvel de ifade ettiğim gibi,
devletimizde yeniden yapılanma ve mekanizmalar da dahil olmak üzere, anlayış da
dahil olmak üzere değişikliğe ihtiyaç var. Hatta, yeni bir anayasaya ihtiyaç
var. Bunu da Anayasada gerçekleştirmek mümkün ve tabiî, devletin yeniden
yapılanmasıyla ilgili birkısım düzenlemeleri de yine bu çerçeve içerisinde,
Avrupada insana bakış, insanın hizmetleri nasıl, hangi süratte, hangi vüsatte,
verimlilik ve süratlilik hangi çerçeve içerisinde gerçekleştiriliyorsa,
Türkiye’de de, yine aynı anlayış içerisinde gerçekleştirmenin yollarını aramak,
bunu uygulamak ve o mevzuatı da ona göre değiştirmek lazım.
Tabiî, bunların hepsini kim gerçekleştirecek; işte, bizim önümüze gelen,
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kurulması Hakkındaki Kanun Tasarısı; işte, bu
-biraz sonra hepimizin kabul edeceği,
büyük bir ihtimalle kabul edeceğiniz- kurum gerçekleştirecek. Kaç
kişiyle gerçekleştirecek; 70 kişilik bir kadroyla gerçekleştirecek.
Değerli arkadaşlar, 70 kişilik bir kadroyla bu kadar önemli, fevkalade
büyük vüsatte olan birkısım hizmetleri ve reformları, yapılanmaları
gerçekleştirmek fevkalade zordur; o kadar kolay bir şey değil. Bunu, dünya
ülkeleri, Avrupa Birliğine dahil olan ülkeler, özellikle, öyle, küçük birimler
şeklinde gerçekleştirmemiş; öylesine büyük teşkilatlar kurmuş ki, bunun
içerisine, birden fazla yabancı dil bilmeden tutun da, devletin hem kendisini
bilen hem de dünyayı takip edebilen kadrolarıyla hem de onlara fevkalade büyük
imkânlar hazırlanmak suretiyle gerçekleştirmiş. Bu, kolay bir iş değil.
Onun için de, 70 kişilik bir
kadrodan çok fazla bir şey ümit etmediğimizi -keşke olsa, olsa da bundan
memnuniyet duysak diye söylüyorum ama- ondan dolayı tereddütümüzün olduğunu
belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, biz, Avrupa Birliğine dahil olan ülkelerde, acaba
Avrupa Birliğine girerken neler yapılmış, onu keşke araştırsaydık; hangi
teşkilatlar kurulmuş, keşke onu bilebilseydik, keşke onlara paralel olarak bir
anlayış içerisinde bir yapılanmaya gitseydik, bir hazırlık, bir altyapıyı
oluşturmuş olsaydık. Biraz evvel söylediğim gibi, onu gerçekleştirebilecek mi
bu 70 kişilik kadro; tereddütümüz var.
İkincisi; öylesine bir kurum ki, öylesine bir kuruluş ki bu, bir
taraftan Başbakanlığa bağlı, bir taraftan Dışişleri Bakanlığına bağlı. Evet,
Başbakanlığa bağlı olması, genel koordineyi sağlamak bakımından düşünülmüş,
genel sekreteri büyükelçi statüsünde; ama, kendi kadrosundan ayrılmıyor, orayla
irtibatı devam ediyor. Öylesine bir şey ki, bir taraftan Hazineden bir kişi,
Dış Ticaretten bir kişi... Sanki, diğer kurum ve kuruluşlarda, hakikaten bu işi
yapacak insanlar yokmuş gibi bir anlayış içerisinde hazırlanmış, görevlendirme
de sanki buna paralel olarak değerlendirilecek veya öyle atamalar yapılacak. Bu
noktadan da bakıldığında, gerçekten, meseleyi ciddî anlamda tereddütle
karşılıyor, keşke olabilse diyorum.
Değerli arkadaşlar, ama, bütün bu şartlar altında, şunu, özellikle
belirtmek istiyorum: Bu, ciddî bir iştir ve fevkalade büyük bir hizmettir,
önemli bir hizmettir, çok büyük vüsatte...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – ...yapılacak olan birkısım
değerlendirmeler ve onunla ilgili birkısım hazırlıklar, yapılması gereken
birkısım mevzuat düzenlemeleri vardır. Ümit ediyorum ki, bunu gerçekleştirme
fırsatı elde etsinler. Tereddütlerimizle birlikte bunu belirtiyorum.
Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği Kurulması Hakkındaki Kanun Tasarısının, biraz sonra kabul
edileceğini düşünüyorum. Bu anlayış içerisinde, ülkemizin Avrupa Birliğine
girmesi ve bir an evvel, özellikle, orada kabul edilmesi istikametinde
yapılacak olan çalışmalarla ilgili kurulacak olan bu teşkilata ve burada görev
alacaklara da başarılar diliyorum.
Bu kanunun memleketimize, ülkemize, milletimize hayırlı olmasını
diliyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bedük.
Grupları adına başka söz isteyen?.. Yok.
Şahısları adına, Yalova Milletvekili Sayın Hasan Suna; buyurun efendim.
HASAN SUNA (Yalova) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Tasarısının 8 inci maddesi üzerinde görüşlerimi sunmak üzere
karşınızdayım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
8 inci madde, yürürlük maddesidir. “Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür” diyor.
Ben de, bu yasanın hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkür ediyor;
hayırlı olması dileklerimle, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP,
ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Suna.
Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; bir kanun
tasarısının sonuna geldik. Değerli arkadaşlar, hayırlı olsun tabiî, elbette.
Avrupa Topluluğu -bildiğiniz gibi- Ortak Pazar olarak kuruldu, Ekonomik
Topluluk oldu, şimdi Avrupa Birliği oldu; tek paraya geçti, merkez bankasını
tekleştirdi; ortak savunma, ortak dışpolitika takip noktasına geldi; sınırları
kaldırdı Schengen Anlaşmasıyla, serbestleştirdi ve biliyorsunuz, ordu kurdu
şimdi. Önce bir taburla... Fransız ve Almanların kurduğu tabur, şimdi 60 000
kişilik bir ordu haline geldi; hem Avrupa içi sınırlarını savunma hem de başka
bölgelerdeki müdahalelere hazır kuvvet olarak bir bütünleşmeye doğru gidiyor.
Tabiî, ileride, bu, federal devlet olur mu olmaz mı, bilmiyoruz. Yani, 1960’lı
yıllarda bu tartışmaların içinde olan arkadaşlarımız var, biz bunları çok
tartıştık 60’lı yılların sonunda. Biz, o zaman “bunlar siyasî birliğe
gidecekler” dediğimiz zaman “yok öyle bir şey” ve “bunlar tek paraya
geçecekler” dediğimiz zaman “yok öyle bir şey” derlerdi arkadaşlar; ama, şimdi
o noktaya gelindi.
Asıl söylemek istediğim şudur burada: Ticarî rekabet var, sınaî rekabet
var, teknolojik rekabet var; ama, onların da ötesinde, daha büyük bir kültürel
rekabet var. Yani, bu sahaya dikkatle bakmamız gerekir. Yani, televizyonlar,
basın, internet... Âdeta bir kültür istilası var. Yani, buna, ister istila
deyin, ister kültürel alışveriş deyin; ama, bizim bu sahada zayıf olduğumuz
ortadadır. Burada şunu söylemek istiyorum: Yani, bu mücadelede bizim
kimliğimizi muhafaza edebilmemiz için, kültürel ve manevî değerlerimizi
güçlendirmemiz lazım. Bu, eğitimdir; gençlerimizin, evlatlarımızın eğitimidir.
Zira, olan bir medeniyetler mücadelesidir. Biz, ne dersek diyelim, ne kadar
laik olursak olalım... Devlet laiktir; ama, biz Müslümanız elhamdülillah, bu
millet de Müslümandır. Müslüman kimliğini kimse reddetmiyor bugün ülkede.
Müslümanlığı, dinî kimliğimizi, topluluk içinde de muhafaza edeceğiz. Nitekim,
bugün, Avrupa’da aşağı yukarı 3 milyona yakın insan var; 1,5 milyon insan
çalışır, 50-60 bin müteşebbis insanımız var. Bunlar, dinî kimliklerini, millî
kimliklerini koruyorlar.
Şimdi, bize düşen, bu 370 milyonluk büyük camia içinde, hem oradan gelen
hem dünyanın diğer bölgelerinden gelen bu kültürel istilaya karşı, kendi ahlakımızla ve seciyesini
güçlendirerek, millî kimliğimizi, kültürel ve manevî değerlerimizi ve dinî
terbiyesini evlatlarımıza vermemiz lazım.
Şimdi, tenkit için söylemiyorum, kimse alınmasın; ama, maalesef, son üç
yılda, Türkiye’de, dinî eğitim tahrip edildi. Ben inanıyorum ki, siz değerli
milletvekillerimiz, hepiniz de bundan mustaripsiniz. Sekiz yıl kesintisiz
eğitim çıktı, dinî eğitim veren imam-hatip okulları, bugün, 300 000-400 000
talebeden aşağı yukarı 110 000 -120 000 talebeye düştü; daha da azalıyor ve
üniversiteye girişleri engellendiği için daha da azalacak; kapanma noktasına
gidiyor. Hafız yetiştiren Kuran kursları bomboştur; hiçbir şey yok, eğitim yok
buralarda. 1999’da bir kanun daha çıkardı hükümet ve 12 yaşından küçük
çocukların Kur’an kurslarına gitmesini engelledi. Tenkit için söylemiyorum;
yani, herkesin muhasebesi dünyada da, ahirette de önüne gelir; ama, bunu
çözmenin yolunu bulmamız lazım. Madem ki Müslümanız, dinimizi öğretecek bir
sistemi millî eğitimin içinde, getirip, oturtmamız lazım. Bu bir ihtiyaçtır, bu
bir insanî ihtiyaçtır; bunu karşılamaya mecburuz. Bakın, Avrupa’ya gittiğiniz
zaman görüyorsunuz; ben de zaman zaman çıkarım. Bugün, Berlin’de, Hannover’de,
Frankfurt’ta, Belçika’da -orada veya -başka yerde- oradaki Müslümanlar bizim
insanlarımız, 7 yaşından 70 yaşına kadar camilerde, mescitlerde, Kur’an
öğrenirler, dinlerini öğrenirler, dinî bilgileri alırlar, her şey serbesttir.
Yani, bu ülkeden bu baskıyı kaldırmak lazım, bunun yolunu açmak lazım.
İktidarsınız, tabiî, bu mükellefiyet de size düşer; muhalefet olarak bu
ihtiyacı sizin önünüze biz koyuyoruz, millet de zaten koyacaktır. Tenkit için
söylemiyorum; ama, elbirliğiyle bunun çözümünü getirmemiz lazım. Elbette
Müslüman devletiyle kavga etmez; elbette devlet milletin devletidir, cumhuriyet
milletin cumhuriyetidir, bütün kurumlar milletin kurumlarıdır; ama, devletini,
milletini seven nesiller yetiştirmek, dinî terbiyesini almış nesiller olmakla
kaimdir diye ifade ediyorum. Devletin de görevi, milletin değerlerini korumak
ve geliştirmektir diyorum.
Kanun hayırlı olsun. Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.
Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat’tan ve Ağrı Milletvekli Sayın
Nidai Seven’den özür diliyorum; çünkü, söz verme imkânımız yok.
Sayın Eyüp Fatsa, sual mi soracaksınız efendim?
EYÜP FATSA (Ordu) – Evet.
BAŞKAN – Buyurun efendim, sorun.
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başkan; aracılığınızla, aşağıdaki sorularımı
Sayın Bakana yöneltmek istiyorum.
Yaklaşık yarım asırlık serüvenden sonra, Avrupa Birliğine aday ülke
statüsünü elde ettik. Tam üyelik için bir yarım asır daha beklemek mecburiyetinde
kalacak mıyız?
Bizden önce Avrupa Birliğine üye olan Portekiz, Yunanistan gibi
ülkelerin, Avrupa Birliğine uyum sürecinde kullanmış oldukları yüksek malî
destekten Türkiye de yararlanabilecek mi?
Avrupa Birliği ülkelerinin gerek
hukuk gerek demokrasi gerekse bireysel haklar ve insan hakları alanında ortaya
koymuş oldukları kriterler ortadadır. Biz, bu kriterleri yakalamak için gerekli
yapısal değişiklikleri bir an önce gerçekleştirebilecek miyiz, yoksa, bize özgü
gerekçeler ileri sürerek buna direnecek miyiz?
2004 yılında Avrupa Birliğine tam üye olmayı hedefleyen Türkiye,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında ortaya koyduğu hedeflerle, tam üyelik
şartlarını yakalayabilmiş olacak mı?
Beşinci ve son sorum: Kıbrıs Rum kesiminin tam üyeliği Türkiye’den önce
gerçekleşirse, Türkiye Cumhuriyetinin buna tepkisi ne olacak; Kıbrıs Rum
kesiminden sonra Avrupa Birliğine tam üyeliği, Türkiye’nin büyüklüğüyle uyum
sağlamış olacak mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Ben teşekkür ederim Sayın Fatsa.
Sayın Bakan, cevap verecek misiniz?
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkanım, izin
verirseniz, ayrıntılı olması bakımından yazılı olarak cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN - Estağfurullah...
Tabiî... Çok teşekkür ediyorum.
Efendim, 8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Efendim, bir redaksiyonla ilgili olarak Komisyon Başkanı söz
istemişlerdir. Buyurun efendim.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım,
teşekkür ederim.
3 üncü maddenin ikinci fıkrası, birinci cümle tamamlandıktan sonra
başlayan ikinci cümle “Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine hazırlanması
alanında “ diye devam ediyor. Bu cümlenin başına, öznesi bulunmadığı için
“Genel Sekreter” ibaresinin konması takdirlerinize arz olunur efendim.
BAŞKAN – Evet, zabıtlara geçti, bu şekilde düzeltilmiştir efendim.
Efendim, tasarı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Böylece, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu kanun
tasarısıyla 200 üncü kanunu kabul etmiştir. (Alkışlar)
Teşekkür ederim efendim.
Üstelik, bir gün önce, sabah saat 05.00’e kadar çalışıp, aynı gün
14.00’ten bu saate kadar da büyük bir performans göstermiştir; hepinize
teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, teşekkür edecek misiniz efendim?
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan. (FP sıralarından “siz ettiniz ya” sesleri,
gürültüler)
Ben ettim efendim, bir de Sayın Bakan teşekkür etsin; müsaade buyurun
lütfen.
Sayın Bakan, buyurun efendim.
DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkanım, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yıllar önce çıktığımız uzun ince yolda, bugün, tarihî kararınızla, çok
önemli bir dönemeci aşmış, geride bırakmış bulunuyoruz. Ben, bu kararın
alınmasında bugüne kadar emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum. Dışişleri
Komisyonu Başkanı Sayın Kâmran İnan’a ve Dışişleri Komisyonunun değerli
üyelerine, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli Başkanı Metin Şahin’e ve Plan
ve Bütçe Komisyonumuzun çok değerli üyelerine, Avrupa Birliği Karma Parlamento
Komisyonunun Eşbaşkanı Sayın Kürşat Eser’e ve çok değerli üyelerine, şimdiye
kadar yaptıkları katkılar nedeniyle, huzurlarınızda teşekkürü bir borç
biliyorum.
Değerli milletvekilleri, bu yasa tasarısının görüşülmesi sırasında, Plan
ve Bütçe Komisyonunda, bütün arkadaşlarım konunun değişik boyutlarına katkı
sağladılar. Her bir arkadaşımıza teşekkürle birlikte, burada, kısaca yanıt
vermek isterim.
Niçin genel sekreterlik de müsteşarlık değil sorusunu, biz de kendimize
sorduk. Elbette, müsteşarlık olabilirdi; ama, kabul ediniz ki, sonuçta, Avrupa
Birliğiyle ilişkilerde uyum çabası gösterecek olan, eşgüdüm çabası gösterecek
olan bir müessese kurma arzusundasınız; müsteşarlık dediğiniz zaman, Türk idare
sistemi içerisinde ona özgü bir yapılanmaya gitmeniz gerekir diye düşündük.
Burada, Dışişleri Bakanlığının çok değerli mensuplarının alınmamaları
için, yanlış anlamamaları için ona da değinmek zorundayım. Neden bir Dışişleri
memuru olan büyükelçi atanır konusunda epeyce yorum yapıldı.
Değerli milletvekilleri, kabul etmemiz gerekir ki, biz, stratejik
yönlendirmeyle bu işi götürebiliriz. Bugüne kadar, bütün bu ilişkilerin
yürütülmesinde, Dışişleri Bakanlığının değerli mensupları zaten görev
alagelmişlerdir; şimdi, onların elinden bir yetkiyi almak gibi bir durumla
karşı karşıya kalırız. Bir de, kabul ediniz ki, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin
hepsinde aynı usul caridir; ortak bir dil olan diplomasiyi kullanan, ortak bir
eğitimden geçmiş, ortak gelenekleri olan bir camiadır. O nedenle, kesinlikle
büyükelçi olması yönünde, hükümetimiz, bir tercihte bulunmuştur; ama, şunu
bilmemiz, kabul etmemiz gerekir ki, müsteşarlık da olsa, genel sekreterlik de
olsa, büyükelçi de olsa, başka başka arkadaşlarımızın önerdiği mesleklerden de
olsa, sonuçta, kararı verecek olan siyasî iradedir.
Sonuçta, değerli milletvekilleri, elbette, toplumların kabuk
değiştirdiği dönemlerde yol kesmek isteyenler olacaktır; ama, burada, esas
büyük görev yasama organına düşmektedir. Çağdaş demokrasilerde, demokratik
parlamenter rejimlerde yasama organına düşen en temel görev, yürütmeyi de
aşarak, ülkeye, yüzyıla meydan okuyabilecek bir yön vermektir. Ben inanıyorum
ki, millî iradenin yegâne tecelligâhı
olan Yüce Parlamento, buna muktedirdir. Ben, o nedenle de, önce kendimize
güvenelim diyorum.
Demin, yazılı yanıt dedim; çünkü, hakikaten, hak eden bir yanıt olması
gerekiyordu. Türkiye’ye güvenirsek; ama, bir de, bir tuzağa düşmeden... Yani,
Batı diyorsak, sadece gözümüzü Batı’ya çevirerek değil, sadece geleceğe bakarak
değil; geçmişi unutmadan, kökümüzü unutmadan, Doğu’ya da bakıp, Batı’ya da
bakıp, her birine ortak bir şuurla yaklaşımda bulunmak suretiyle, biz, bu
hedeflere ulaşabiliriz diyorum.
Bu noktada, hepinize, bir kez daha teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyor,
yolunuz da, bahtınız da açık olsun diyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı
Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu raporunun
görüşülmesine başlayacağız.
5. –
Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.
Hükümet?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkilerine İlişkin
Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve
Kamu Malî Yönetiminde Disiplin Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında
Yetki Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşülmesine
başlıyoruz.
6. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının
Teşkilat, Görev ve Yetkilerine İlişkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki
Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin
Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/710) (S. Sayısı: 518) (1)
BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım:
Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul
edilmemiştir.
Tasarının tümü üzerinde, birinci sırada söz isteyen, Doğru Yol Partisi
Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Kemal Kabataş; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA KEMAL KABATAŞ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; gündemimizde bulunan 518 sıra sayılı tasarı üzerinde Doğru Yol
Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime
başlamadan önce, Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 518 sıra sayısıyla görüştüğümüz tasarı, çok
iddialı bir başlık içeren bir tasarı. Kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat,
görev ve yetkilerine ilişkin konular ile kamu personeli arasındaki ücret
dengesizliklerinin giderilmesi ve kamu malî yönetiminde disiplinin sağlanması
için yapılacak düzenlemeler hakkında, hükümet, Parlamento tatile girmeden önce,
yaz boyu yapacağı çalışmalar için, altı aylık süreyle yetki istiyor.
Türk malî yönetiminde, zaman zaman, acil ve önemli konular için,
hükümetler, Anayasanın verdiği yetki çerçevesinde, Yüce Meclisten yetki alarak,
kanun hükmünde kararnameler çıkarmışlardır; bunun uygulaması yaygındır.
Nitekim, milletimizi büyük yasa boğan doğal afet nedeniyle, depremler nedeniyle
alınan yetki yasaları çerçevesinde, yetki kapsamında kanun hükmünde
kararnameler düzenlenmiş ve acil ihtiyaçlar karşılanmıştır.
Değerli milletvekilleri, bu tasarı, biraz önce görüştüğümüz ve
yasalaştırdığımız tasarıyla ve bir önceki gün görüştüğümüz Sekizinci Beş Yıllık
Planla bağlantılı esas ilkeler, esas konular hakkında, hükümete, kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi vermektedir.
Tasarının kapsamına baktığımızda, iddialı konular yerleştirilmiş; kamu
hizmetlerinin düzenli, hızlı, etkin biçimde yürütülmesi. Demek ki, hepimizin
şikâyeti olan, Türkiye’deki ekonominin, sistemin, yaratılan katmadeğerin yüzde
50’sine sahip olan kamuda, düzenli, hızlı, etkin yönetim arıyoruz. Bu yönetimi
gerçekleştirmek üzere, hükümete, halen yürürlükte olan kanunlarda değişiklik
yapma ve bu değişiklikleri kanun hükmünde kararnamelerle yürürlüğe koyma
yetkisi veriyoruz.
Başka bir iddialı başlık, kamu malî yönetiminde malî disiplini
sağlayacağız. Hepimizin, her zaman şikâyet konusu olan kamuda malî disiplinin
eksikliği; yani, malî açıdan, devletin kaynakları kullanımı açısından, Türk
ekonomi yönetiminde, malî yönetiminde, ciddî israflar var. Bu israfları
disipline etmek, disiplin altına almak için de, hükümet yetki istiyor ve
hükümet, bu yetkilerini kullanırken, mevcut devlet kuruluşlarının, kamu
kuruluşlarının teşkilat görev ve yetkilerine dair kanunlarda değişiklik yapmak
için yetki istiyor.
Tabiî, ortada, çok daha iddialı bir başlık var; kamu çalışanları
arasındaki ücret eşitsizliğini ve ücret dengesizliklerini, eşit işe eşit ücret
ilkesi içerisinde çözümlemek.
Değerli milletvekilleri, bunlar, çok iddialı konular. Bu konuların
ayrıntılarına girmeden önce, şunu anlamak istiyorum. Acaba, bugünkü hükümet,
ifade ettiğim başlıklar altında ortaya koyduğu sorunların çözümü, yani, kamuda
düzenli, hızlı, etkin hizmetin gerçekleştirilmesi için gerekli düzenlemelerin
neler olduğunu, kamu malî yönetiminde disiplin sağlamak için hangi tedbirlerin
alınması gerektiğini ve eşit işe eşit ücret uygulama prensibi kapsamında,
ücretler konusunda, emeklilik aylıkları konusunda hangi düzenlemelerin
yapılması gerektiğini hazırlayıp, dosyalamış, devletin arşivine koymuş, bu
kanunla aldığı yetki kapsamında, seri halde, bu tedbirleri yürürlüğe koyacak
mıdır?
Bunu, Yüce Heyetinizin bilmeye hakkın vardır, bu çok önemli bir konudur.
Gerçekten, bu üç önemli konuda, kamuda malî disiplini tesis edeceksiniz, ücret
dengesizliklerini gidereceksiniz ve vatandaşa, kamu kurumlarının, hızlı,
düzenli, etkin hizmet vermesini sağlayacaksınız. Eğer bu çalışmaları yapmışsa
hükümet ve yetkili organlar, hızla, bu yetki tasarısı, bu gece muhtemelen
kanunlaşacak ve birkaç gün içerisinde de, bu kanun hükmünde kararnamelerin
-eğer hazırsa- yürürlüğe konularak bu amacı gerçekleştirmesini beklemek
gerekecektir. Ancak, ben, Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan görüşmelerden
anladım ki, hükümetin, henüz, bu konularda bir hazırlığı yok; hatta,
düşüncelerini, buraya kaydettiği kadar net şekilde ortaya da koymuş değil.
Hükümet, altı aylık bir sürede, bu önemli, bu iddialı konularda
düzenlemeler yapacağını ve çok sayıda kanun hükmünde kanun hükmünde kararname
yürürlüğe koyacağını düşünüyor; ama, konuyu yakından takip edenler, bu
konulardaki düzenlemelerin, o kadar kolay, ayaküstü, birkaç ayda yazılıp
çizilecek, yürürlüğe konulacak hususlar olmadığını, Türk kamu yönetimindeki bu
yıllanmış sorunları, bu kanun hükmünde kararnamelerle çözmenin bu kadar kolay
olmadığını bileceklerdir.
Bunun zorluğuna işaret etmek için, düzenleme ihtiyacı gösteren birkaç
konuya değinmek istiyorum değerli milletvekilleri. Kamu malî yönetiminde güven
ve verimlilik, herkesin, üzerinde çok konuştuğu konu. Bunun için, kamu malî
yönetimine ilişkin, sayısını benim de bilemediğim binlerce yasayı tarayıp, bu
güven ve verimlilik meselesinin önündeki engelleri kaldıracaksınız; vatandaş,
devlet kapısında sürünmeyecek; bunların tedbirlerini alacaksınız; mevcut
kanunlardaki bürokratik sistematiği, basit ve hızlı bir yaklaşımla tespit edip,
teşhis edip yürürlükten kaldıracaksınız, vatandaş da hızlı hizmet alır hale
gelecek ve yeniden yapılandırmaya gireceksiniz değerli arkadaşlarım. Yeniden
yapılanma, son yıllarda, Türk malî literatüründe bir klişe haline gelmiş. Neyi
yeniden yapılandıracağınızı bilmiyorsanız, bu ifadeyi, çok ucuz ve kolay bir
anlatım içinde kullanmamanız lazım. Gerçekten, hükümet, burada, neyi yeniden
yapılandıracağının çerçevesini çizmek ve bu kanunun gerekçesinde bunu açıklamak
durumundaydı; ama, ortada, sadece bir yeniden yapılandırma ve reforme etme lafı
var. Bunun içeriği yok değerli arkadaşlarım. Teşkilat yasalarından kaynaklanan
sorunlar var Türk malî yönetiminde. Teşkilatlara ait görev, yetki ve
sorumluluklar çok büyük bir kargaşa arz ediyor devlet yönetiminde.
Bakınız, sizin dikkatinize sunmak istediğim bir örnek var: Maliye
Bakanlığında, 70 000 personel çalışıyor. Her şeye muktedir, güçlü, kabinenin en
güçlü üyesi Sayın Maliye Bakanı, İstanbul Defterdarlığında görev yapan bir
vergi memurunu Samsun Defterdarlığında görevlendirmek üzere yetki kullanamıyor.
Maliye Bakanı, 70 000 kişilik teşkilatın başında olan Bakan, Başbakanlıktan,
kendi vergi memurunu tayin etmek için, başka bir ilde görevlendirmek için izin
istiyor ve Başbakanlıktaki, devletin yüksek otoritesi, çok objektif
kriterlerle, vergi memurunun İstanbul’dan Samsun’a tayinine onay veriyor, izin
veriyor. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı bunlarla uğraşıyor. İşte, burada
yeniden yapılanma ihtiyacı var. Acaba, bu yeniden yapılanmanın çerçevesini kim
çizdi ya da kim çizecek? Bunu, vatandaş olarak benim de sormaya hakkım var,
buna muhatap olan ve her türlü moralsizliğe sahip devlet memurunun da sormaya
hakkı var ve milleti temsil eden insanlar olarak, bu nasıl idaredir diye bizim
de sormaya hakkımız var. Eğer, bunlara çözüm getiriyorsa, ben, bu tasarıyı
herkesten önce kabule ve alkışlamaya hazırım; ama, korkarım ki, bu hazırlıklar
yok.
Değerli arkadaşlarım, ücretler konusundaki kargaşayı hepimiz biliyoruz.
Eşit işe eşit ücret... Bizim gençliğimizden bu yana kulaklarımızda yankılanan
bir klişe. İşin eşitliğini nasıl tarif edeceksiniz, ücretin eşitliğini nasıl
tarif edeceksiniz? Bugün hepimizi rahatsız eden birtakım uçuk ücretleri kesme
gücünüz ve iradeniz var mı? Yoksa, herkesinkini onların düzeyine çıkararak
verimsizlikte ve etkin olmaktan uzak bir yapıda, bir üst noktada birleşmeyi mi
hedefliyoruz? Hükümetin ücretler konusunda var olan kargaşayı aşmak için ortaya
koyduğu prensipleri biliyor muyuz; biliyor değiliz değerli arkadaşlarım. Evet,
bugün, kamuda hiçbir hiyerarşik ilişki kalmamış, her şey tahrip edilmiştir.
Devlette yönetim sorumluluğu taşıyan insanlar, devletin sıradan, rutin işlerini
yapanlardan daha az ücret alır hale gelmiştir. İşte, bu, kamuda yeniden
yapılandırma ihtiyacının tipik örneğidir. Bunun hazırlıkları var mı, ben merak
ediyorum; eğer varsa, çıkıp, burada, konuya sahip, konunun ilgilisi Sayın Bakan
açıklamalıdır. Bakın, çok önemli bir konuyu görüşüyoruz; ama, konuyla ilgili
Bakanlardan hiç kimse Yüce Heyetiniz huzurunda şu anda bulunmuyor.
Türkiye’de, kangren olmuş, herkesi bezdirmiş, herkesin işte verimini
sıfıra indirmiş, herkesi herkesle kavga ettiren, herkesi herkes için, bir
anlamda, gıptayla değerlendirme noktasına getirdiğimiz ücret kargaşasıyla
ilgili yetki istiyor hükümet. Bütçemizin çok önemli bir kısmını dağıttığımız
halde, işsizliğin bu kadar yaygın olduğu bir ülkede yaşamamıza rağmen,
verdiğimiz ücretlerle kimseyi mutlu etmiyoruz, vatandaşa da hizmet etmiyoruz.
Buralarda iddialı bir rakamı koymuşuz. Devlet Memurları Kanununun klişe
hükümlerinden birisi, eşit işe eşit ücret. Hayır... Eğer, böyleyse mesele, bu
kadar basitse, bunu yapmanız mümkün değil; ama, diyorsanız ki, kim devlete
doğru dürüst hizmet veriyor, verimli hizmet veriyor, karşılığını ben ödeyeceğim,
hiyerarşiyi de bozmayacağım, yönetim ilkelerini altüst etmeyeceğim diyorsanız,
bu, çok zor bir iş. Yoksa, devlette çalışan herkesi, bir çizginin üstünde ücret
alır duruma getirirsiniz, bu, insanların daha da verimsiz çalışmasını, daha da
“salla başı, al maaşı” mantığıyla devletten geçinmesini sağlar. Bunu da
yapmaya, kimsenin hakkı yok diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, örnekler ortada. Türkiye’de, sadece devlet
istihdam yaratmıyor, sadece devlet işveren değil. Türkiye’de, bugün, 30 000, 40
000, 50 000 insana iş veren kurumlar var. Bu kurumların uyguladığı ilkeler
ortada. Devlet olarak, biz, bu ilkeleri dikkate almazsak, yapabileceğimiz,
sadece, yine bin tane şikâyeti beraberinde getirecek kısmî ücret
iyileştirmelerinden ve bütçeye ek yük getirmekten ibaret kalır.
Efendim, devletteki idarî yapı, devletteki yeniden yapılanma ihtiyacı
çok geniş bir tabana oturuyor. Örnek veriyorum: Bugün, Türkiye’de, 40 000’e
yakın köye hizmet vermek üzere oluşturduğumuz ve Başbakana bağladığımız Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz, teşkilatımız, bir köyün, Anadolu’daki ücra bir
köyün menfezini yapmak için Ankara’dan onay bekliyor. Bu onayı alıncaya kadar,
mevsim geçiyor ve bu kurumun bütçesinin yüzde 90’ını, şehirde çalışan, köye
hizmet götürmek için makinesi, ekipmanı, akaryakıtı olmayan ekipler harcıyor.
Bunu kabul etmeniz mümkün mü; değil. O zaman buradaki ilkemiz nerede; bunun
açıklanması lazım. Bu vatandaşa hizmet götürmekse amacımız, bu vatandaşın
sorunlarını çözmekse amacımız, bu bürokrasiyi yok etmekse amacımız, işte,
şimdi, düzenlemek üzere, hükümete yetki veriyoruz; ama, hükümetin hazırlığı yok
değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım, eğitimde sekiz yıllık büyük reformu konuşuyoruz.
Hepimiz, Türkiye’nin bir noktasında olup bitenleri görüyoruz. Bugün, sekiz
yıllık eğitimin altyapısı yok; tek damlı köy okullarında öğrenciler okuyor; beş
yıl okuyor, sekiz yılın devamı yok; okuryazar olarak okulu terk ediyorlar.
Niye?.. Devletin kaynağı yok değil, kaynağı da var; ama, devletin yönetimi yok.
Millî Eğitim Bakanlığı, bugünkü yapısı içinde, köylerdeki okul ihtiyacını,
sekiz yıllık altyapı ihtiyacını karşılayacak yönetim yapısından yoksun. Buna
içiniz elveriyor mu? O zaman, millî eğitimde program uygulamakla, çocuk
okutmakla milyonlarca çocuğa okul yapmak sistemini aynı bakanlık çatısı altında
götürmeyeceksiniz. Götürürseniz, bugünkü sonuçla karşı karşıyasınız. Eğer
yeniden yapılandırmaya yöneliyorsak, buna bakacağız.
Değerli arkadaşlarım, yatırımların tahsisine bakıyorum. Devlet Planlama
Teşkilatımız kılı kırk yarıyor, projelere bakıyor, fizibiliteye bakıyor;
sonuçta, olmayan kaynağımızı, 2000 yılında yaklaşık 2,5 katrilyonluk
ödeneğimizi, verimli-verimsiz tüm projelere belli bir yüzdeyle dağıtıyor. İşin
sadece muhasebesini tutuyor. Onun için ne oluyor; Türkiye’nin en verimli iki
ovası -benim bölgemde, Samsun’da- Türkiye’de verim açısından, potansiyel
açısından hiçbir ağırlığı olmayan projelerle aynı oranda pay alıyor. Bu yapı
içinde, Türkiye, en güzel, en verimli ovası Bafra Ovasının sulama projesini
bitirmek için yüzyıl bekleyecek değerli arkadaşlarım. Eğer bu yapıyı
savunmuyorsak, bunu değiştirmek istiyorsak, işte yetki, işte değiştirmenin,
yeniden yapılandırmanın anahtarı burada. Ama, ben, yine korkarım ki, bu
hazırlıklar henüz yapılabilmiş değil.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, kamu eliyle bir teşvik kargaşası yaşıyor.
Türkiye’de olmayan potansiyeli, hiçbir ekonomik gücü ve ağırlığı olmayan
yerlere, teşvik adı altında yardım yapıyoruz; ama, büyük potansiyeli olan
bölgelerde büyük projeleri geciktirerek, ihmal ederek, dikkate almayarak
geciktiriyoruz. Yardımla teşviki karıştırıyoruz. Buyurun, bu yetki kapsamında,
bu teşvik kargaşasını sona erdirecek bir idarî yapılanmayı birlikte oluştursun
hükümet. Bu yetkiyi istiyor, Yüce Meclis bu yetkiyi veriyor; ama, yine, korkarım
ki, bu hazırlıklar yok; varsa, hükümet adına yetkili bir bakan gelip, bunları
burada açıklamalıdır.
Değerli arkadaşlarım, bütün bu konularda devleti yeniden yapılandırmak,
bu büyük transformasyonu gerçekleştirmek, gerçekten, 2000 yılı başındaki Türkiye’nin
en önemli sorunudur. Bunları örneklemek, saatler boyu konuşmak mümkün; ama, bu
işin çok ciddî bir hazırlık gerektirdiğini, bu işin, bu iddianın çok önemli bir
iddia olduğunu, önce zihinsel olarak kavramamız lazım.
Az önce konuştuk değerli arkadaşlarım. Türkiye’yi 2000 yılından itibaren
takvimi belirsiz bir yapıda Avrupa Birliğine taşırken, ortaya koyduğumuz yeni
yapılanma, uygun bir yapılanma mı; değil. Türkiye’de KOBİ’leri, Türkiye’de
belediyeleri, Türkiye’de Hazineyi, Türkiye’de hukukî kurumları, Türkiye’deki
sosyal yapıyı Avrupa Birliğine, dünyanın en gelişmiş birliğine taşıyacak
teşkilatı nasıl oluşturduk; 76 kişilik bir Genel Sekreterlikle. Bununla
olmayacağını hepimiz biliyoruz.
İşi ciddiye almamız gerektiğini ifade etmek için bu örnekleri ve
vurgulamaları yapmak istiyorum sayın milletvekilleri, değerli
arkadaşlarım. Biz, hükümetin aldığı bu
yetkiyi, çok sağlıklı, çok dengeli, çok yerinde, çok acil ve gerçekten, bu
ülkeye hizmet etmek anlamında kullanması temennisiyle destekliyoruz. Yaz boyu,
buradaki çok ciddî...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
Sayın Başkan, toparlıyorum...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kabataş.
KEMAL KABATAŞ (Devamla) – Kamu yönetimindeki, kurumlar arasındaki çok
ciddî ücret artışı kargaşasıyla, zaten işlemeyen devlet idaresinin felç olması
endişesini taşıyoruz. Sayın bakanlar ve sayın hükümet üyeleri bunlara tenezzül
etmemeli, doğru, objektif, tutarlı prensiplerle konuya yaklaşmalıdır. Yoksa,
sizin bakanlığınızın memuru benimkinden fazla alıyor, benimki sizden az alıyor,
şoför-müdür tartışmasıyla bu yetki meselesini çarçur edeceksek, gerçekten yazık
olacak. Gerçekten düzenleme ihtiyacı var. Bu düzenleme ihtiyacının hükümet
tarafından yeteri kadar ciddiyetle ve yeteri kadar ağırlıklandırılmış olarak
ele alınacağını ummak istiyorum, o yönde kullanılması gerektiğini ifade
ediyorum, diliyorum. Hepinize, bu vesileyle, saygılar sunuyorum.
Bu tasarının, Türk kamu yönetimine, Türk idaresine bir nebze de olsa
olumlu katkılar getirmesi dileğiyle, tekrar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(DYP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kabataş, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, birleşime, 23.00’e kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati : 22.50
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 23.00
BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER : Hüseyin ÇELİK (Van), Vedat
ÇINAROĞLU (Samsun)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 120 nci Birleşimin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
518 sıra sayılı Kanun Tasarısının müzakerelerine, kaldığımız yerden
devam ediyoruz.
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
6. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının
Teşkilat, Görev ve Yetkilerine İlişkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki
Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin
Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/710) (S. Sayısı: 518) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon?... Burada.
Hükümet?.. Burada.
Tasarının tümü üzerinde söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına Sayın
Cevat Ayhan'ındır.
Buyurun efendim.
FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler;
518 sıra sayılı, hükümete kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren kanun
tasarısı üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, bu tasarıyla, hükümet, tasarının gerekçesinde
hükümet programına atıfta bulunarak, devlet yönetiminde güven ve verimlilik
olsun, yeniden yapılanma olsun, adaletli, şeffaf, verimli ve katılımcı bir
yönetim olsun, eşit işe eşit ücret verilecek adaletli bir ücret düzeni olsun,
teşkilat görev ve yetkilerle ilgili kanunlarda değişiklik yapılsın, kamu malî
yönetimine disiplin gelsin ve bazı fonların da tasfiyesi yapılsın diye, bu
yetki kanunu tasarısını önümüzü getirmiş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlar; ama, hükümet bununla ne yapacak; bunu bilmiyoruz.
Yani, burada Sayın Bakanın çıkıp, bu konunun sahibi olan, bu mevzuun sahibi
olan bakanın, ne tip düzenleme yapacaklarını, ana esaslarını burada ifade
etmesi lazımdı; çünkü, ücretlerde dengesizlik var, bunu düzelteceğim diyor;
devlet yönetiminde verimlilik yok, güven yok -bunun tersi budur- bunları tekrar
düzene sokacağım diyor. Evet, ne yapacak hükümet, bunu bilmiyoruz. Hangi
kanunlarda değişiklik yapacak, bunu da bilmiyoruz. Getirdi, buraya 2 maddelik
bir tasarıyı önümüze koydu.
Biz, daha önce de hükümete yetki verdik. Deprem felaketiyle ilgili kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisi verdik. Birçok kararname de çıkardı; ama,
deprem bölgesindeki felaketin acıları da dinmedi, hâlâ deprem bölgesinde kalıcı
konutların inşaatına başlanamadı, hâlâ deprem bölgesinde işyeri yıkılan
onbinlerce esnaf ciddî bir yardım görmedi, hâlâ deprem bölgesinde çalışan
insanlar işsizlik ve sefaletle mücadele etmektedir. Onun için, hükümetin, kamu
yönetiminde böyle köklü değişiklikler yapmayı düşündüğü bir tasarı hakkında,
gelip, Meclise bilgi vermesi gerekir; ama, maalesef, bu bilgilere de
ulaşamadık.
Değerli arkadaşlar, hükümet, ücretlerde düzenleme yapacağım diyor. Ne
yapacak; hükümetin yaptığını görüyoruz. Hükümet ne verdi 2000 yılında
çalışanlara; yüzde 15 verdi, birinci altı ay. Eh, enflasyon yüzde 15'in
üzerinde çıkınca, 2 puan ilave etti -ve aşağı yukarı, 3 puan ilave etti- yüzde
15'e; onu da verdi bu ay, ödedi; ama, halbuki, geçen yıla göre, 1999'da, TÜFE'de,
tüketici fiyatlarında, yüzde 60'ın üzerinde artış var. Hükümetin 1999'da
verdiği zam, yüzde 54 mertebesindedir. Oradan, çalışanların, emekli ve
memurların, 10 puan alacağı var. Bu sene de, enflasyon beklentisi, enflasyon
tahmini, yıl sonu itibariyle, yüzde 40 mertebesindedir. Nitekim, yılın daha ilk
altı ayında, yüzde 20; ki, haziran açıklanınca göreceğiz, aşağı yukarı, yüzde
20 rakamına gelinmiş olmaktadır.
Şimdi, değerli arkadaşlar, tabiî, bu memurlar ne yapsın?! Bakın, bu
memurlar deyince, 150 milyon maaş alan memur var bugün, 110 milyon emekli maaşı
alan memur var. Evet, değerli bir arkadaşımız, onu, gelince biz düzelteceğiz;
eşit işe... Siz İktidardasınız işte, düzeltecekseniz, bunu düzeltin. Geçenlerde
bir mektup aldım; kırk yıl Maliye'de hizmet etmiş bir emekli memur, aşağı
yukarı da onbeş yirmi sene önce emekli olmuş "aldığım maaş 120 milyon lira
-emekli maaşı, kırk yıl çalışmış- bugüne kadar da, hep sol partilere oy verdim;
bundan sonra, tövbe oy vermeyeceğim" diyor; yani, onun için, siz, dönün
de, seçmen tabanınıza bir bakın; yani ezilenden yana, haksızlığa uğrayandan
yana olan bir Ecevit'in yerine, şimdi, sermayenin koluna girmiş ve sermayeyle
çalışanları ezen bir Ecevit Hükümeti var ortada. Bunun hesabını, seçimde siz
vereceksiniz değerli arkadaşlar. Onun için, bunları...
İHSAN ÇABUK (Ordu) – Tek başımıza gelince...
CEVAT AYHAN (Devamla) – Tek başınıza gelince yaparsınız inşallah;
ama, şimdiye kadar yaptıklarınızı görüyoruz yani; bizim Türkçe'de bir söz var
"ayinesi iştir kişinin söze bakılmaz; kişinin görünür rütbei aklı
eserinde" diyor. Siz, üç seneden beri hükümetsiniz, yaptıklarınızı
görüyoruz. Bakın, çiftçiye yaptıklarınızı görüyoruz, esnafa yaptıklarınızı
görüyoruz, memura, emekliye yaptıklarınızı görüyoruz. Daha dün, burada
açıkladım size, söyledim plan konuşmalarında; biz, hükümet olduğumuz zaman,
çiftçiye 1 milyar 600 milyon dolar destek vermişiz, gübresine, mahsulüne...
İHSAN ÇABUK (Ordu) – Ama ödemediniz?!
CEVAT AYHAN (Devamla) – Hepsini ödedik, sorun çiftçilere. Şimdi, üç
ay tatil yapacaksınız, lütfen, deniz kenarlarına değil de, biraz da, gidin,
halkın arasında dolaşın, ne söyleyeceklerini siz dinleyin, ben, devamlı
dolaşıyorum. İktidar partisi milletvekilleriyle ekimde buraya geldiğimiz zaman
görüşeceğiz, o zaman görüşeceğiz.
Bak, biz, hükümet olduk...
A. TURAN BİLGE (Konya) – Niye ödemediniz?!
CEVAT AYHAN (Devamla) – ...pancara yüzde 150 zam verdik, biz
hükümet olduk, pamuğa verdik, biz hükümet olduk, memura önce yüzde 50 zam
verdik; o zaman -Temmuz 1997- eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz dedi ki:
"nereden para bulacaksınız?" Bulduk ve ödedik. Arkasından tekrar
yüzde 30 verdik, yüzde 100'e yakın zam verdik. Bizim dönemimizden memur memnun,
emekli memnun, çiftçi memnun, esnaf da memnun; çünkü, siz, vatandaşa, çalışana,
üretene para ödeyince, o da esnafın kasasına gidiyor, alışverişe gidiyor; yani,
sıkıntı had safhadadır ve bu, sizin hükümetlerinizin Türkiye'ye getirdiği
sıkıntıdır.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bakın, işte, memura verdiğiniz bu. Bakın,
yılbaşından bugüne kadar ekmeğe yüzde 80 zam olmuş, en ucuz tavuk etidir, ona
da yüzde 40 zam olmuş. Sizin verdiğiniz zam yüzde 15'tir, nasıl geçinsin bu
emekli, nasıl geçinsin bu memur; yani, insanları eziyorsunuz; yani, bunu
dikkate alın.
Bakın, burada, geçenlerde "temsil tazminatı" diye bir tazminat
kanunu çıkardınız, bunun içinde milletvekilleri de var; itiraz ettim diye bana
da kızdı bazı arkadaşlar, biliyorum; ama, şimdi, bakın, burada, tepkiler var
elimizde. İşte, bir kamu kurumunun başında çalışan bir kamu görevlisinin bu
temsil tazminatıyla aldığı -kurumları, yıpratmamak için söylemiyorum- 414
milyon lira ilave tazminat var ve bu kamu kurumunun başında bulunan zatın,
şimdi, çalışırken aldığı maaş -o makamın aldığı maaş- 1 milyar 812 milyon lira,
emekli olunca da 1 milyar 383 milyon lira alacak; alsın, inşallah daha çok
veririz. Bunlar yüksek ücret değil Avrupa'ya baktığımız zaman; nihayet, bu
ücret, aşağı yukarı 3 000 dolarlık bir ücrettir; ama, öbür tarafta, 150 milyon
alan insan var, 110 milyon alan emekli var. Memurlar emeklilikten korkuyor
azrailden korkar gibi; niye "emekli olursam, ben üniversitede okuyan
çocuğumun masrafını nasıl karşılayacağım; şimdi alıyorum 300 milyon, emekli
olunca alağım 120 milyon. Pazarda limon mu satayım; onu da beceremem, sesim
müsait değil, kabiliyetim yok" diyor. Yani, onun için, vatandaşın
sıkıntısı çoktur arkadaşlar. Biz, burada, kendi kendimizi toplumdan izole edip,
başka türlü düşünmeyelim.
Bakın "temsil tazminatı" vesilesiyle, getirmişiz, belli
kademede kamu görevlilerine vermişiz; ama, şikâyetler alıyoruz; mesela, kıdemli
albay alamıyor, albay alamıyor. Geçenlerde buradan bir kanun çıkardık, binbaşı
olan hukukçular, onlar birinci sınıf hâkim sayılacağı için temsil tazminatını
alır dedik. Bunlar, çalışanlar arasında dengesizlikler doğuruyor ve şevk
kırıyor, moral bozuyor; zaten ücretler azdır. Biz, o kanunu çıkardık,
profesörlere temsil tazminatı vermedik. Bugün, Orta Doğu Teknik Üniversitesinde
profesörlük yapan bir arkadaş 500 milyon lira maaş alıyor. Niye onlara
vermedik? Niye eğitim kadrosunu hariç tuttuk? Yani, böyle dengesiz işler
yapıyoruz.
İnşallah, hükümet, bu yetki kanunuyla bunları düzeltir de, biz, ekimde
geldiğimiz zaman, bu sıkıntıların ortadan kalktığını görürüz. Ama, hükümet ne
yapacak ki, para yok; devletin bütün gelirleri faize yetmiyor. Biz, bütün
memurlara, kamu görevlilerine, personele ödediğimiz maaş, yılda 14-15 milyar
dolardır, yani ayda aşağı yukarı 1 milyar 300 milyon dolar veriyoruz. Sadece
ayda 4 milyar dolar faize ödüyoruz. Gelinen nokta budur. Bakın, biz 54 üncü
hükümet olarak ödediğimiz faizleri düşürmüşüz, borçlanmayı düşürmüşüz, işte
burada, size hazırladım; isteyenlere, merak edenlere veririm.
1996'nın birinci yarısında, bizden önceki birinci yarıda net içborç
artışı 12 milyar 400 milyon dolardır. Biz gelmişiz, hemen, ikinci altı ayda 10
milyar dolara düşürmüşüz. 1997'nin birinci altı ayında yine biz hükümetteyiz, 8
milyar dolara düşürmüşüz. Bizden sonra bu artmış, artmış, artmış, şimdi ayda 4
milyar dolara, yani altı ayda 24 milyar dolar mertebesine gelmiş.
İHSAN ÇABUK (Ordu) – Siz nereden buldunuz parayı?
CEVAT AYHAN (Devamla) – Parayı biz nereden bulduk? O bizim
bereketimizdir. Elhamdülillah, besmeleyi çekip işe başladığın zaman, Cenabı
Allah yoku var eder, kolaylık ihsan eder. Bu bereket meselesini iyi kavramak
lazım. Ailede de bu böyledir. Mazbut bir aile aldığı maaşla geçinir; ama,
derbeder bir aile her şeyi dağıtır gider.
Ben size bütçeyi yaparken burada söyledim. Bak, 80 000-100 000 araç var,
aşağı yukarı
30 000 makam aracı var. Bu sene 4 000 araç daha alıyorsunuz. Başbakanlığa 40-50
milyar liralık zırhlı binek arabalar alıyorsunuz. Bu 4 000 arabanın...
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Ne zaman?..
CEVAT AYHAN (Devamla) – 2000 bütçesinde, açın bakın. Göstereyim... 2000
bütçesinde
4 000 arabanın 2 000 tanesi, 1 900 tanesi binek arabasıdır. El insaf! Parayı
siz çok iyi harcayabilirsiniz, bürokrasi olarak parayı siz kazanmıyorsunuz.
Harcarsınız tabiî; ama, kimin parası bu? İşte, bu 150 milyon maaş alan memurun
verdiği para, oradaki ayakkabı boyacısının parası, oradaki esnafın parası,
oradaki dükkânını açıp akşama kadar müşteri bekleyen insanın ödediği para.
Benim seçim çevremde süpürgeciler var, 10 metrekarelik bir yeri ikiye
bölmüşler, ayağa da kalkamıyor, bir dükkânda 4 vergi mükellefi çalışıyor oturduğu
yerde, ayağa kalkamaz; 2 altta 2 üstte... Yani, bu insanlar böyle çalışıyor;
gidin, dolaşın esnafın arasında, para kazanmak kolay değil; ama, milletin
parasını çar çur etmek kolay. Onun için önce şunu söyleyeyim: Başbakanlığa
verdiğimiz bu yetkide, merkezî idareyi düzene sokması lazım; merkezî idareyi
küçültmesi lazım. Türkiye'de, bugün, fevkalade dengesizlik var; evet,
Türkiye'nin bir tarafında ortalama 8 000 dolar geliri olan insanlar var, bir
tarafta da senede 700 dolar geliri olan insanlar var. Bu, büyük uçurum; arada,
aşağı yukarı, 11-12 misli fark var.
Şimdi, kamu yönetimi 8 000 dolara göre mi yaşayacak, 700 dolara göre mi
yaşayacak; orta bir noktaya oturtmamız lazım, kamu kurumlarını israftan
kurtarmamız lazım. Söylediğim zaman incinmeyin; bu, sizin değil, bu,
Türkiye'nin problemidir. Sizin hükümetiniz bunu iyileştirirse, memnun oluruz.
A. TURAN BİLGE (Konya) – İyileştireceğiz...
CEVAT AYHAN (Devamla) – İnşallah, iyileştirirsiniz. İnşallah,
iyileştirirsiniz; yani, iyileştireceğiniz her işte, bilin ki, size yardımcı
oluruz değerli arkadaşlar; ama...
A. TURAN BİLGE (Konya) – Adil düzen gibi olmayacak!..
CEVAT AYHAN (Devamla) – Evet, adil düzeni hepimiz istiyoruz; milletin
istediği adalettir, milletin istediği dürüstlüktür, milletin istediği, kendi
ödediği vergilerin yerine sarf edilmesidir; zaten, Parlamentonun hikmetivücudu
budur. Parlamentonun hikmetivücudu, biliyorsunuz, geçmişte, tarihten
kaynaklanan, vergilerin yerine harcanmasıdır, bütçe yapma hakkıdır. Bizim,
milletin ödediği vergilere yerli yerine harcayacak bir düzeni parlamento olarak
oluşturmamız lazım.
Değerli arkadaşlar, tabiî, merkezî idare ve mahallî idareler kanunun
mutlaka... Şimdi, çıkmıyor, tamam, 1 Temmuzda tatile çıkacağız diyorsunuz
hayırlı olsun; ama, iktidar olarak, Parlamento 1 Ekimde açıldığı zaman,
komisyonda önümüzde hazır olması lazım. Eski tasarıyı ihya edebilir hükümet;
derhal müzakereye geçeriz ve bunu indiririz aşağıya. Yani, Türkiye'nin
kaynaklarını verimli kullanmanın bir yolu da, merkezî ve mahallî idareleri yeniden
düzenlemektir. İdarenin bütünü millete hizmet edecek hale getirmektir.
Değerli arkadaşlar, tabiî, bu tasarıda endişe ettiğim bir husus var;
arkadaşlarımızda ortak bir endişedir, birçok arkadaşımız da bunu paylaşıyor; bu
tasarının 2 nci maddesinin (a)
bendindeki ifadeyle, off-shorezedelere 140 milyon dolar para ödeneceği endişesi
var. Ben, aslında, okuyunca, bu endişeyi varit görmedim; burada maddede de
konuşacağız ama; 2 nci maddenin (a) bendinin sonunda "ve vatandaşların
devlete yaptıkları başvuruların en kısa sürede sonuçlandırılması"
deniliyor. Manasız bir cümle buraya konulmuş; ama, bunun altında
off-shorezedelerin herbirine 20 milyar lira ve toplam 4 000 off-shorezedeye de
140 milyon dolar para verileceği iddiası var.
Bunu bir çok arkadaş ifade ediyor, endişe ediyor.
Şimdi, ben, buradan komisyon başkanına ve hükümete soruyorum, bunun olup
olmadığını ben de, bu değerli arkadaşlarımızın herbiri de merak ediyor; çiftçi
bu kadar sıkıntıdayken, memur, emekli bu kadar sıkıntıdayken, kumar oynamak için,
daha yüksek faiz almak için Mevduat Sigorta Fonunun kapsamında olmayan dış
bankalara götürüp mevduatını verdiyse,
bu riske katlanmaya mecbur, devlet bunu tazmin etmeye mecbur değil.
Devlet, birine yardım edecekse, önce, fukara-i sâbirine yardım etsin, onun
duasını alsın önceden, o garip insanlara yardım etsin; çünkü, onlar, bu
memleketin cefakâr insanlarıdır, bu memleket için her şeylerini feda eden
insanlardır.
Değerli arkadaşlar, Başbakanlık yeni bir düzenleme yapacak. Bu
düzenleme, tabiî, inşallah, kapsamlı bir düzenleme olur; millete hizmet eden
bir devlet yapısı haline gelecek; ama, ben, burada bir şeyi de size söylemeden
geçemeyeceğim. Bakın, burada Batı
Çalışma Grubunun bir tamimi var. Bundan bir süre önce -tabiî, epey, iki-üç sene
önce- ne deniliyor bu tamimde: "Batı Çalışma Grubu faaliyetlerine yönelik
olarak ilgiyle gönderilmesi istenen bilgi ve raporlara ilave olarak aşağıda
belirtilen bilgilerin de derlenmesi ihtiyacı doğmuştur. İl ve ilçelerdeki tüm
dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları, işçi ve işveren sendikaları ve
konfederasyonlar, yüksek öğretim kurumları, fakülte, yüksekokul ve enstitüleri,
yurtlar, Kredi Yurtlar Kurumuna bağlı kurum, kuruluşlar ve bağlı özel yurtlar
dahil, üst düzey yöneticiler (vali, kaymakam, büyükşehir belediye başkanları)
ile diğer mülkî makamlarda bulunan görevliler, müdür, daire başkanlarına ait
biyografiler, anılan şahısların siyasî görüşleri ve yönleri, il genel meclisi
ve belediye meclisi üyeleri, siyasî partiler il ve ilçe başkanları, yönetim
kadroları, yerel TV, radyo, gazete, dergi ve diğer basın-yayın kuruluşlarına
ait bilgileri yollayın." Form da ilave etmiş. Bu formda "bu şahıslar,
bu kurumlar, sağcı mıdır, solcu mudur, necidir; tandanslarını yazın"
diyor. İşte, böyle, devlet içinde ayrı bir devlet, ayrı bir kurum; işte, derin
devlet dediğimiz budur zaman zaman hepimizin. Böyle, vatandaşı, âdeta, ikinci
bir şeyden takip eden bir anlayıştır. Bu anlayışın kalkması lazım. Başbakanın,
Başbakanlığın, hükümetin aldığı bu yetkiyle bunu kaldırması lazım.
Benim seçim çevremden, geçenlerde şikâyet aldım. Jandarma köylere
gidiyor, köylerdeki esnaftan başlamış; geleceksin, iki cepheden, üç cepheden
fotoğrafını çektireceğiz diyor. Başka; parmak izini vereceksin. Bütün esnafa...
Sordurduk, yahu nedir bunun mahiyeti; efendim Türkiye'de bütün esnafın bu
şekilde parmak izlerini alacağız, fotoğraflarını alacağız. Ondan sonra, bütün
vatandaşları bu şekilde... Yani, ayrı bir fişleme düzenine mi gidiyoruz?
Hükümetin bundan haberi var mı Allahaşkına? İçişleri Bakanlığının bundan haberi
var mı? Başbakanlığın bundan haberi var mı? Bu, nasıl bir anlayıştır! Ben,
seçmenim tedirgin olduğu için, bunu, buraya getirmeye mecburum.
Yani, vatandaş üzerinde baskı yapan bir devlet yerine, vatandaşa hizmet
eden ve vatandaşın da desteğini alan bir devlet yönetimi, kamu yönetimi
anlayışını benimsememiz ve bu anlayışı yerleştirmemiz lazım değerli arkadaşlar.
Bu millet, bu devlet içindir; bu devlet de bu millet içindir. Bu devletin
görevi, hikmetivücudu, bu milleti saadete, selamete çıkarmaktır, güvenliğini
sağlamaktır, hizmetini yapmaktır, dışgüvenliğini, içgüvenliğini sağlamaktır,
milletin değerlerini korumak ve geliştirmektir.
Biraz önce, Avrupa Topluluğuna girişle ilgili, burada, bir yeni
teşkilatı görüştük enine boyuna. İşte, bu çerçevede de, Başbakanlığa bu yetki
verilirken -kamu görevlilerinin- kamu hizmetlerinin millete en güzel şekilde
ulaşmasını sağlayacak bir yeni düzene geçmemiz lazım. Bunu başaramazsak, millet
ile devlet arasında bir dayanışmayı, bir sevgiyi oturtamazsak, bir birlikteliği
sağlayamazsak ve milleti, kendine tehdit unsuru olarak gören bir kamu yönetimi
anlayışı devam ettiği...
(Mikrofon elektronik cihaz tarafından kapatıldı)
CEVAT AYHAN (Devamla) – Bitiriyorum, son cümlemi söylüyorum Sayın
Başkan.
...milletin bir bölgesini, bir grubunu, bir zümresini, bir meşrebini, ne
olursa olsun, tehdit unsuru olarak gören bir devlet anlayışından süratle
sıyrılmamız lazım. Bu milletin bir tane devleti var, bu milletin bir tane
cumhuriyeti var; onun için, bu cumhuriyete, bu devlete, bu milletin, en güzel
hizmetlerini yapacak şekilde organize etmek de Başbakanlığa, hükümete
verdiğimiz bu yetki kanunu çerçevesinde inşallah gerçekleşir diyorum.
Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.
Gruplar adına başka söz isteyen yok.
Şahısı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker; buyurun efendim.
(DSP sıralarından alkışlar)
MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime başlamadan önce Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün burada görüştüğümüz tasarı, biraz önce hatiplerin dile getirmeye
çalıştığı, tasarının gerekçesinde ve Plan ve Bütçe Komisyonunun raporunda yer
aldığı gibi, Türkiye'de kamu kesimindeki önemli bir adaletsizliği gidermeye
yöneliktir.
57 nci hükümete her yönüyle saldırılabilir, her yönüyle eleştirilebilir,
her yönüyle muhalefet edilebilir; ama, önce, bir sol parti olduğunu her zaman
söylemekle iftihar duyduğumuz Demokratik Sol Partinin birincil hedefi, emeğin
korunmasıdır. Yine, memnuniyetle söylemeliyiz ki, ortaklarımız, emeğin
korunmasında bizim kadar tavır koymuşlardır ve bakıldığı zaman, hükümet
programında, emeğin korunmasıyla ilgili olarak hem eşit işe eşit ücret anlayışı
hem de ilk defa ciddî bir şekilde kamu sendikacılığının başlatılması yönünde
tavır koymuşlardır.
İşte, bu tasarıyla birlikte dikkate alınan bir hususa, bir örnek vermek
istiyorum. Değerli Sakarya Milletvekili Sayın Ramis Savaş kardeşimizin,
bürokrasiden gelmiş bir kişi olarak yaptığı bir çalışmada, unvan, öğrenim
durumu, kıdem, başarı durumu, çalışma yeri, özellikli çalışma, riskli görev,
nüfus kriteri ve mahrumiyet kriteri gibi çeşitli açılardan dikkate alınarak
yapılacak bir düzenlemeyle, uzun yıllardır yapılmamış olan ve aslında bir
reform gerektiren personel rejiminde personelin nitelendirilmesi açısından çok
önemli bir adım atılacaktır.
Değerli milletvekilleri, bu tasarıyla ilgili olarak, kuşkusuz
denilebilir ki, hükümetin yapacağı çalışmaları Meclis yapsın, Meclis tatile
çıkmasın. Bu konu, milletvekillerine yapılan önemli bir haksızlıktır.
Milletvekillerinin tatili, denize veya bir yere gitsme tatili değil, görev
tatilidir.
Geçen sene bu aylarda söylenen şey, bu kadar kanun çıkarmaya
çalışıyoruz, bizim seçmenlerle diyalog kurmamız gerekir, seçmenlere gitmemiz
gerekir idi. İşte, bir yıllık bir çalışma sonrası, ister muhalefet ister
iktidar, görev tatilini yapacak ve biz, bugüne kadar yaptıklarımızı, ikincil
ağızdan değil direkt seçmenin ağzından dinleme, eleştiriyi alma konumunda
bulunacağız.
Sevindirici tarafı şudur ki, bu tasarının özellikle kanunlaşmasında
Meclisteki mutabakat, çalışan kamu personeli açısından iyileştirme olacağı
yönündedir. Biz, bu konuda, hükümetin, en iyiyi yaparak, yıllardır, bir
taraftan, fazla ücret verirken, diğer taraftan, enflasyonu azdırarak geri
alınmasını sağlayan bu sistemin yerine, herkesin hakkına göre, emeğine göre
ücret alabileceği ve kamu personelinin de, devletin yönetimindeki katkısına
karşılık verimli ve daha etkin çalışabilmesi için beklediği ücretin verileceği
bir düzenlemenin yapılacağını düşünüyoruz. Özellikle, bunun, -hükümet adına-
bizim elimizdeki raporda geçtiği gibi, bütçeye bir yük getirmeden yapılabilmesi
konusunda yapılacak çalışmalar için şimdiden teşekkür ediyor ve bu çalışmaların
çok yararlı olacağını düşünüyor; saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Türker.
İkinci söz, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'ın.
Buyurun Sayın Polat. (FP sıralarından alkışlar)
ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlarım.
Şimdi, bugün, burada, kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat, görev ve
yetkilerine ilişkin bir yetki tasarısı görüşüyoruz.
Şimdi, bu yetki tasarısı çok iddialı. Devlet yönetiminde güven ve
verimliliğin sağlanması, çalışanlar arasındaki ücret dengesizliğinin
giderilmesi gibi, birtakım büyük iddiaları var.
Şimdi, yalnız, bir konu çok önemli benim için. Burada, Plan ve Bütçe
Komisyon Başkanı ve hükümet de buna cevap verebilir; bunu da beklerim
kendilerinden. Şimdi, bir taraftan, deniliyor ki, kamudaki ücret adaletsizliği
giderilecek; diğer taraftan da, deniliyor ki, bu çalışmanın sonunda bütçeye bir
yük getirilmeyecek. Şimdi, bu ne demektir; demek ki, sizin bu getireceğiniz bu
çalışmadan dolayı, çalışanlara bir malî iyileştirme olmayacak. Şimdi, memurlar
içerisinde yüksek maaş alanların maaşlarının düşürülmesi mümkün değil; çünkü,
zaten, onların kazanılmış hakları var. Burada, bütün halkın beklediği, alt
gruptaki insanların maaşlarının artırılmasıdır. Alt grupta çalışan memurların
maaşları artırıldığı zaman da, bu, bütçeye bir yük getireceği için, şimdi,
sizin, ifade ettiğiniz bu iki konuyu bağdaştırmak zor. Yani, ya burada, bu
iyileştirme, geçiştirme dediğimiz, yasak savma şeklinde yapılacaktır ki,
Türkiye'de, 1934'lerden beri, 40'lı yıllarda, 50'li yıllarda, hep kamuda
verimliliğin artırılması için çalışmalar yapılmış; fakat, hemen hemen
hiçbirinden de ciddî bir netice alınmamıştır.
Şimdi, burada, esasında söyleyeceğimiz şu: Bu hükümet döneminde, kanun
hükmünde kararname çıkarmak için iki yetki tasarısı hazırlandı. Bunların birisi
tabiî afetlerle ilgiliydi, ikincisi de bu. Şimdi, afetlerle ilgili yetki
tasarında ne denildi? Kamu ihalelerinde etkinliği sağlamak, denetimi sağlamak
ve şeffaflık dedik; ama, bir de baktık ki, gelen yetki tasarısında, geçici ve
kalıcı konutlar Sayıştay denetimi dışında tutulmuş, harcamalar 1050 sayılı
Muhasebei Umumiye Kanununun dışında tutulmuş, meralar ve orman arazileri -ki,
meralar, bugün, Türkiye'de tapusu en zor delinen, hemen hiç delinmeyen
yerlerdir- ve oralarda konut yapılmasına müsaade edilen bir yetki verilmiş. Bu
tasarıların, benim anlatmak istediğim özelliği şu olmalıdır: Bu yetki
verilirken, Meclisin her şeyden haberi olmalı ve buna göre vermeli. Ben, şahsen
o tasarıya evet demiştim; ama, ben, bilseydim ki, kalıcı konutlar veya geçici
konutlar Sayıştay denetiminin dışında tutulacak, kesinlikle oy vermezdim ve
bunun sebebini sorardım. Şimdi, denilebilir ki, efendim, işte, aceleydi, ihale
yapacaktık. O zaman da derim, on aydan beri bu ihaleleri niye yapmadınız da,
onbeş yirmi gündür ki, 2886'ya göre bekleme sürelerini bahane ediyorsunuz
diyebiliriz.
İkincisi; bu madde için söylüyorum, şimdi, bakın, burada, bu hükümette,
bizim Anamuhalefet Partisi olarak en büyük endişemiz, biraz önce, Cevat Ayhan
Beyin de dediği gibi, siz, bu tasarının içerisinde, Plan ve Bütçe Komisyonunda
açıklamadığınız halde, off-shorezedelerin paralarını ödemek için 2 nci maddeyle
getirmiş olduğunuz bir uygulama var. Burada, vatandaşın devlete sorduğu
sorulara acele cevap verilmesinin altında, off-shorezedelere paralarının
ödeneceğine dair, bize, malî piyasalardan, o günden beri sürekli ihbarlar
geliyor. Şimdi, bu konuda Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanından ve hükümetten
güvence almak istiyorum; böyle bir şey de yapabilirsiniz, zaten bunu
açıkladınız; ama, o zaman açık açık yazın. Yetki tasarısında açık açık
yazmadığınız, sadece geliştirdiğiniz birtakım yorumlarla bu tip yetkiler almak
şeffaflığa uymaz, açıklığa uymaz, açık yönetime uymaz. Bunu öğrenmek isterim.
Ha, bu tercihi yaparsınız; biz de tatilde, bütün Türkiye'de, köylülere deriz
ki, işçiye, memura, çiftçiye vermeyen hükümet, off-shorezedelerin faiz
paralarını ödedi.
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Diyeceğiz zaten...
ASLAN POLAT (Devamla) – Diyeceğim efendim. Sen Aşkalelisin; ama,
Erzurum'a gelmişsin; ama, bak, o Ordulu arkadaşıma diyeceğim, bunu bilin.
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın efendim.
Siz, suali gruplara değil, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanına sorun.
ASLAN POLAT (Devamla) – Tamam Sayın Başkanım.
Benim burada anlatmak istediğim konu şu: Bu konunun ne getirdiğini
öğrenmek istiyorum. Bu, en tabiî hakkımız. Biraz sonra, bu açıklamayı, bütün
Türkiye adına istiyoruz. Eğer "şeffaflık istiyoruz" denilip de şeffaf
olmayan şekilde birtakım yorumlarla, ödemekte zorlandığınız off-shorezedelerin
parasını ödeyecekseniz, bunu da burada bilelim.
Sayın milletvekilleri, bakın, şimdi size bir şey daha söyleyeceğim:
Biraz önce, Sayın Başkanımız "bu dönemde Meclisten 200 tane tasarı
geçirdik" dedi; doğru, 200 tane tasarıyı geçiriyorsunuz da, acaba,
tasarılar arasında bir uyum var mı? Ben, size, bir de bunu sormak istiyorum.
Bakın, size bir misal vereyim.
BAŞKAN – O, beni aşar, Sayın Polat.
ASLAN POLAT (Devamla) – Tamam, bakın, anlatayım, siz de, hanginiz, nasıl
cevap verecekseniz verin.
Sekizinci Beş Yıllık Plan hazırlanırken 95 civarında özel ihtisas
komisyonu kurdunuz. Bunların kitaplarından 8-10 tanesi bile Plan ve Bütçe
Komisyonunda zor dağıtıldı, dağıtılmadı; ama, bu, tasarı olarak geldi, burada
görüşüldü. O ihtisas komisyonları niye kuruldu ben anlayamadım.
Bakın, elimde bir tane var, özel ihtisas komisyonu_ Ne imiş; kamu
yönetiminin iyileştirilmesi ve yeniden yapılandırılması; bugünkü konumuzla
ilgili özel ihtisas komisyonu. Bu raporu açıyorum, burada diyor ki,
"üretimin esnekleşmesi, istihdamın da esnekleşmesinde, emek pazarına
yönelik endüstriyel normlara ve işçi sendikalarının denetiminden kaynaklanan
kısıtlamaların da ortadan kalkmasına neden olmuş, sosyal ve ekonomik hakları
güvence altına alan mevzuatın değiştirilmesi ve örgütlenmelerin parçalanması
sürecine girilmiştir."
Bakınız, ben size bir şey daha söyleyeyim, yine alt komisyon raporunda
diyor ki "kamu işletmelerinin bir işletme yönetimi biçiminde algılanması
ve başarılı örgütlerin buna paralel olması, kamu hizmeti anlayışında köklü bir
değişikliği vurgulamaktadır. Yaşanılan süreçte, kamu hizmetleri niteliğinde
finansmanda köklü değişiklikler görülmektedir ve bunlar da Dünya Bankasının ve
benzeri kuruluşların isteğiyle olmaktadır." Yani, kamu hizmetlerinin
parasal yapılmasını değişim olarak kabul ediyor ve tenkit ediyor. Buna mukabil,
sizin getirdiğiniz Sekiz Yıllık Planın 303 üncü maddesi var, bir de buna
bakalım, bu ne diyor; "Yedinci Beş Yıllık Planda 100 kabul edilen özel
yatırım endeksleri, Sekizinci Plan döneminde eğitimde 223, enerjide 117,
sağlıkta 108'e yükselecektir."
Siz, bir taraftan, şu anaplanda, özel sektörün sağlık, eğitim ve enerji
-enerji de giriyor; ama, esas burada tenkit edilen eğitim ve sağlıktır- eğitim
ve sağlığı teşvik ediyorsunuz; ama, diğer taraftan, şurada da diyorsunuz ki,
"hayır efendim, bunu yapmak yanlıştır."
Bakın, bir şey daha söyleyeyim, daha da açığını size okuyayım...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Başkan, ne diyor?.. Anlamıyorum.
ASLAN POLAT (Devamla) – Anlarsın, anlarsın da işine gelmiyor senin.
BAŞKAN – Ben de anlamaya çalışıyorum efendim. Yetki kanununun neresine
geldik, bakacağız...
ASLAN POLAT (Devamla)– Bakın, diyor ki "devlet kamu kaynaklarını,
eğitim ve sağlık alanlarında etkinlik gösteren özel kesim kuruluşlarına çeşitli
şekillerde transfer ederek, vergi muafiyeti, indirimi, faizsiz kredi, düşük
faizli kredi aktarmak yerine; kaynakları devlet okulları ve sağlık
kuruluşlarına yönlendirerek, hizmetten yararlanan açısından fırsat eşitliği
sağlamasına özen göstermelidir." Bakın, altkomisyon raporunuzda diyorsunuz
ki "devlet kaynaklarını, özel sektörün yapacağı sağlık, eğitime
yönlendirme." Burada da diyorsunuz ki "bunu yönlendireceğim ve yüzde
223 eğitim artacak." Bu ikisi tezattır efendim.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Yanlış anlamışsın.
ASLAN POLAT (Devamla) – Bu ikisi tezattır efendim. Al oku. Ben bunu çok
iyi anlıyorum, sen anlamıyorsun. Al bunu oku. İşte 2 tane siz de yönelttiniz.
Bakın, sizin, burada getirdiğiniz kamu yönetiminin -bakın, ben, gene bu
konuyla ilgili söylüyorum- iyileştirilmesi hususunda Maliye, uluslararası
tahkimle ilgili getirilen anlaşma hükümlerini tenkit ediyor ve diyor ki,
"Uluslararası Tahkim Yasasının gelmesiyle istihdamın artması ve çevreye
sağlık açısından hiçbir iyileştirme yoktur; bunlar, bizi baskı altına alıyor"
HASAN GÜLAY (Manisa) – Sen yanlış anlamışsın!
ASLAN POLAT (Devamla) – Açın, bakın, 32 nci sayfada diyor.
Diğer taraftan, siz geliyorsunuz, burada, Uluslararası Tahkim Yasasını
getirmekle, enerji ihalelerinde çok büyük iş yapılacağını söylüyorsunuz,
ekonomik yönden durumun düzeleceğini söylüyorsunuz. Bunların ikisi tezat
diyorum; niye tezat diyorum; çünkü, bu tasarıyı hazırlayanlar, bu alt komisyon
raporunu okumamışlar. Öyle bir aceleye getirmişsiniz ki, alt komisyon raporunu,
sizin komisyondaki arkadaşlarınız bile okumamışlar. Şurada, 2 088 alt paragraf
var, kaç tanesini inceledik getirdik buraya; ben, bunu sizlerden sormak
istiyorum.
Şimdi, neticede şunu söylüyorum: Buraya, çok iddialı bir kanun tasarısı
getiriyorsunuz. Getirdiğiniz bu kanun tasarısında "eşit işe eşit
ücret" diyorsunuz. Eşit ücret de çok önemli bir şey. O zaman size,
Komisyon Başkanına soruyorum, devlet dairelerinde daktilo yazanlar içerisinde
işçi de var, memur da var, bunları nasıl birleştireceksiniz, tarifini nasıl
yapacaksınız. Açık ve detaylı bir şekilde tarifini getirin de biz de anlayalım.
Neticede şunu söylüyorum: Daktilo yazan bir insan işçiyse, bu memur mu
olacak, işçi olarak kalacak mı? Eğer, işçi olarak kalırsa, bunlar arasındaki
ücret farkını nasıl önleyeceksiniz? Çünkü, bunların aralarında yöntem farkı da
var, ücret farkı da var.
Sayın milletvekilleri, netice şudur: Şimdi, size bir yetki kanunu
vereceğiz; ama, bu yetki kanunuyla, esasında hiçbir şey yapmayacaksınız, hiçbir
memurun ücretini iyileştirmeyeceksiniz; çünkü, madde yazmışsınız. Bakın,
diyorsunuz ki, bu kanun tasarısının uygulanması, bütçeye yük getirmez; ama, bu
yetki tasarısıyla sadece ve sadece off-shorzedelere verdiğiniz sözü yerine
getirmek istiyorsunuz.
Bunu vermezseniz içimiz rahat eder; ama, verirseniz, bunu da burada
duymak istiyorum. Sayın Plan ve Bütçe Komisyon Başkanının bu konulardaki
ifadesini beklemek üzere hepinize saygılar sunuyorum.(FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Polat.
Vehim, esas olmamalı esasında.
Sayın Başkan, off-shorzedelerle ilgili cevap verir misiniz lütfen.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Değerli
arkadaşlarım, Grubu adına konuşan Sayın Ayhan, bir konu üzerinde durdular; o
da, bu kanun tasarısının
2 nci maddesinin (a) fıkrası içinde yer alan hükümlerin, off-shorezede olarak
ifade edilen kesimin, iddia ettikleri alacaklarına yönelik bir ödemenin de, bu
madde yoluyla yapılabileceği gibi bir kanaat sahibi veyahut da kuşku içinde
olduklarını ifade ettiler. Komisyonumuzda yapılan görüşmeler sırasında,
hükümetimizin açıklamalarında, böyle bir konu asla yer almadı. Komisyon olarak
yaptığımız çalışmalarda da, bütün Komisyon üyelerimiz böyle bir konunun
üzerinde hiç durmadık; çünkü, bu ifadeler, yani, metinde yer alan ifadeler,
zaten böyle bir amaca yönelik bir şeye asla imkân vermiyor.
Müsaade ederseniz, bu (a) fıkrasındaki ifadeyi okuyayım -bir iki dakika
vaktinizi alacağım- çünkü, bu konuya açıklık getirmek lazım. Tasarının
amacında, off-shorezedelere yönelik bir ödeme planlaması asla yoktur; bunu,
bütün samimiyetimle ifade ediyorum. Yeterli görürseniz, devam edip
açıklayabilirim.
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Devam edin, devam edin; zabıtlara geçmesi
bakımından.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Peki.
Müsaade ederseniz, (a) fıkrasını okuyayım: "Kamu hizmetlerinin
niteliğinin artırılmasını, hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesini,
vatandaşların devlete karşı olan yükümlülüklerinin daha kolay, hızlı ve
güvenilir bir biçimde yerine getirilmesini ve vatandaşların devlete yaptıkları
başvuruların en kısa sürede sonuçlandırılmasını" diye, fıkrada bu şekilde
dile getiriliyor. Burada, vatandaşların devletle ilişkilerinde belge,
beyanname, başvuru gibi konularda hem sadeleştirme hem kolaylaştırma hem de
hızlılaştırma amaçlanıyor. Dolayısıyla, off-shorezedelere yönelik herhangi bir
hüküm söz konusu değildir; bundan yola çıkarak bir ödeme yapmak da mümkün
değildir.
Teşekkür ederim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Bence, maksat hâsıl olmuştur efendim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Bakanımızda aynı
konuşmayı teyit ediyorlar mı?
BAŞKAN – Efendim, Bütçe Komisyonu Başkanı gayet net açıklama yaptı;
Bütçe Komisyonunda, hükümet, aynı şeyleri söyledi dedi.
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Bakan da teyit ediyorlarsa mesele
yok.
BAŞKAN – İstirham ederim...
Maksat hasıl olmuştur efendim; teşekkür ederim.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
KAMU KURUM VE KURULUŞLARININ TEŞKİLÂT,
GÖREV VE YETKİLERİNE İLİŞKİN KONULARLA KAMU PERSONELİ ARASINDAKİ ÜCRET
DENGESİZLİKLERİNİN GİDERİLMESİ VE KAMU MALÎ YÖNETİMİNDE DİSİPLİNİN SAĞLANMASI
İÇİN YAPILACAK
DÜZENLEMELER
HAKKINDA YETKİ KANUNU TASARISI
Amaç ve kapsam
MADDE 1. – Bu Kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli, hızlı ve etkin
bir biçimde yürütülmesini sağlamak ve kamu malî yönetiminde disiplini temin
etmek üzere; kamu kurum ve kuruluşlarının (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilât Kanunları ile diğer
kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin bu teşkilâtlarla ilgili hükümleri hariç)
teşkilât, görev ve yetkilerine, personel kanunları veya kendi özel kuruluş
kanunları uyarınca aylık veya ücret alan memurlar ve diğer her türlü kamu
görevlileri ile bunların emeklilerine ve kamu malî yönetimine ilişkin kanun ve
kanun hükmünde kararnamelerde değişiklikler yapmak ve aynı konularda yeni
düzenlemelerde bulunmak amacıyla Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi vermektir.
BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Bursa
Milletvekili Sayın Altan Kapaşaoğlu; buyurun, efendim. (FP sıralarından
alkışlar)
FP GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkanım,
değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan yasa tasarısının 1 inci
maddesi üzerinde, Grubumuz adına, söz almış bulunuyorum.
1 inci madde, amaç ve kapsamı düzenliyor. 1 inci maddenin üst tarafına
baktığımız zaman, bu kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli, hızlı ve etkin
bir biçimde yürütülmesini sağlamak ve kamu malî yönetiminde disiplini temin
etmek üzere, kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat, görev ve yetkilerine,
personel kanunları ve kendi özel kuruluş kanunları uyarınca aylık veya ücret
alan memurlar ve diğer her türlü kamu görevlileri ile bunların emeklilerine ve
kamu mali yönetimine ilişkin kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde
değişiklikler yapmak ve aynı konularda yeni düzenlemelerde bulunmak amacıyla,
Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmektedir.
Değerli arkadaşlar, 1 inci maddedeki amaçla, genellikle, ücretlerde bir
iyileştirme ifade ediliyor; ancak, önümüzdeki projeksiyonlara baktığımız zaman,
personelle ilgili harcamalar, 1999 yılı bütçesinde yapılan harcamaların bütünü
dolar bazı üzerinden hesaplandığında, yani, reel alış gücü üzerinden
hesaplandığında, 16 milyar 544 milyon dolar ediyor; ancak, 2000 yılı bütçe
hedefi olarak 16 milyar dolar konulmuştur. Demek ki, reel olarak, maaşlarda,
ücretlerde bir artış öngörülmemiştir; ancak, yapılan bu düzenlemede, ücretlerin
dikey veya yatay konularda artırılacağı ifade ediliyor.
Burada, bizim, üzerinde hassasiyetle durduğumuz, ücretlerin içerisine
sıkıştırılmış bir başka konu var; "kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde
değişiklik yapmak üzere" deniliyor.
Değerli arkadaşlar, şimdi, biz, hükümete öyle bir yetki veriyoruz ki,
kanun hükmünde bir kararnameyle, ilgili bütün kanunlarda, maddelerinde
değişiklik yapabilecektir; yani, biz, kanun yapma yetkimizi doğrudan doğruya
hükümete devretmiş oluyoruz ve bu yetkiyi de altı aylık bir süre için
veriyoruz.
Değerli arkadaşlar, eğer, hükümet, Parlamentomuzun bu üç aylık tatil
dönemi içerisinde bir şeyler yapmak istiyorsa, bir gerekçe olarak, bu yetkiyi
üç aylık olarak alabilir, mümkündür; ama, üç ay sonra, yine, inşallah, hep
beraber buradayız, Parlamentomuz çalışacak. Üç ay sonra, Parlamentonun da
iştirakiyle, birtakım kanunlarda değişiklik yapmak mümkün olur.
Ayrıca, siz, şimdi, bir kanun hükmünde kararnameyle, kanunlarınızda
değişiklik yapma yetkisi veriyorsunuz. Günün birinde, birileri tarafından
veyahut da bir parti grubu tarafından, Anayasa Mahkemesine gidilmek suretiyle,
bu kanun hükmünde kararname iptal edilebilir. O zaman, bu kanun hükmünde
kararnameyle yapmış olduğunuz altı aylık icraatı nasıl geri çevireceksiniz?
Geri çevirmeniz de mümkün değildir.
Tabiî, bu ve diğer maddelere baktığımız zaman, bütçe dengelerinin
bozulmayacağı, malî yüklerin getirilmeyeceği, şeffaflığın temin edileceği gibi
konular var. O zaman, biz, memurlarımıza, işçilerimize, çalışanlara nasıl bir
ücret politikası takip edeceğiz, maaşlarını nasıl düzenleyeceğiz?! Yani,
birtakımından eksilterek, diğerine mi vereceğiz?! Dolayısıyla, burada bir çarpıklık
var, bir eksiklik var. Yani, bu maddelerin düzenlenmesinin amacı, öyle
zannediyorum ki, ücretleri öne koymak suretiyle, memuru ilgilendiren, devlette
çalışanı ilgilendiren birtakım düzenlemeleri yapmak oluyor gibi gözüküyor.
Değerli arkadaşlar, dün buradan Sekizinci Beş Yıllık Planı geçirdik.
Sekizinci Beş Yıllık Planın dokuzuncu bölümünde, "Kamu Hizmetlerinde
Etkinliğin Artırılması" bölümü var; bu bölümde sıralanmış yasalar var;
numaraları birer birer zikredilmiş; neler yapılacağı da anlatılmış, 8-10 sayfa
tutuyor. Bu hükümet, acaba, bu altı ay içerisinde, bu konularda mı bir
düzenleme yapacak, yoksa bunların dışında birtakım konularda mı düzenleme
yapacak veya çalışanlarla ilgili, insan hak ve özgürlükleri açısından, birtakım
kısıtlamalar mı getirecek veyahut da özgürlüklerin artırılması konusunda
birtakım düzenlemeler mi getirecek?!
Değerli hükümetimizin, burada, spesifik olarak birtakım konuları
zikretmesi gerekiyordu; yani "işçimizin, memurumuzun, çalışanımızın
ücretlerini düzeltmek için çalışmalar yapılacaktır" veya "özlük
haklarının düzeltilmesi için çalışmalar yapılacaktır" gibi, çok özel bir
şekilde yetki alması gerekiyor. Şuradaki ifadeler çok geniş anlam taşıyor, çok
geniş bir alanı içerisine alıyor. Dolayısıyla, elbette, arkadaşlarımızda tereddütler
hasıl oluyor. Bu tereddütler, off-shorezededen tutun da başka konulara kadar
gidebilir, uzanabilir. Dolayısıyla, hükümetimizin, değerli arkadaşlarımızın, bu
kürsüden, bu tasarının amacının doğrudan şu, şu, şu işleri ihtiva ettiğini ifade etmesi gerekiyor. Dolayısıyla, o
zaman, bu Parlamentonun mensupları olan siz değerli arkadaşlarımız, bizler,
gönül rahatlığıyla tatile çıkarız; ancak, tatil sırasında kafamızın bir
köşesinde, acaba, bu kanun hükmünde kararnameyle, çalışanlarımıza, insanımıza,
iş hayatımıza birtakım sıkıntılar gelecek mi, birtakım engellemeler gelecek mi,
gibi düşünceler taşımamış oluruz.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, iş hayatımızda çok önemli birtakım
engellemeler var; hâlâ, cevapları alınmamış sorular var. En azından, bunlardan
bir tanesinden bahsedeyim.
Teşvik ve uygulama politikalarının değiştirildiği, daha çok
kolaylaştırıldığı, daha çok yaygınlaştırıldığı ifade ediliyor; ama, bize gelen
şikâyetler içerisinde, Anadolu esnafının, Anadolu girişimcisinin, Anadolu
sanayicisinin, yeni gelişmekte olan Anadolu sermayesinin, hâlâ, önünde birtakım
engeller var; müracaat ettikleri teşviklere hâlâ cevapları alamıyorlar;
yaklaşık 1-1,5 yıldır, hatta, 2 yıldır, yapılan müracaatlarda, cevaplarını
alamamış bulunuyorlar. Şimdi, bu düzenlemeler meyanına bunlar da girebilir veya
girmeyebilir.
Bizim hükümetimiz iyi niyetli olarak bu düzenlemeyi yapmış olabilir;
ama, Parlamentoyu rahatlatmak bakımından, bizleri rahatlatmak bakımından,
bizlerin daha rahat bir şekilde tatile çıkmak suretiyle, insanımızla karşı
karşıya gelmemizi temin etmek bakımından, burada, birtakım önemli açıklamaları
yapması lazımdır. Ben, müsaade ederseniz, değerli hükümetimizden, bu konuda bir
açıklama talep edeceğim.
Değerli arkadaşlar, tatile çıktığımızda, arkadaşlarımızın ifade ettiği
gibi, yan gelip yatacak değiliz. Köylere gideceğiz, dolaşacağız, esnafımızı
dolaşacağız, halkımızı dolaşacağız. Bu arada, bu iktidar tarafından, bu kanun
hükmünde kararnameye istinaden, birtakım hatalara vesile olacak işler yapılacak
olursa, nasıl cevap vereceğiz, nasıl bu milletin karşısına çıkacağız? İşte,
bizim elimizde bir tutanak olması bakımından, bir delil olması bakımından,
burada yapılacak olan açıklamalar çok önemlidir, bu açıklamaların mutlaka
yapılması lazımdır diyorum.
Bu düzenlemenin, yine de hayırlara vesile olmasını diliyorum, iyi ve
hayırlı işlere vesile olmasını diliyorum; Değerli Başkanıma ve değerli
arkadaşlarıma da saygılar sunuyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan
Bedük; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 518 sıra sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının
Teşkilat, Görev ve Yetkilerine İlişkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki
Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin
Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu Tasarısı üzerinde
söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasada "kamu hizmetleri
ve iş ve işlemleri kamu görevlileri eliyle yürütülür" denilmektedir ve
dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, milletimizin hizmetlerini yürüten
kamu görevlilerinin, gerek çalışma standartı gerek atama usulleri gerekse
görev, yetki ve sorumluluklarının bir düzen, bir tertip içerisinde belirlenmesi
fevkalade önemlidir.
Bugün, Türkiye'de, ücretlerde büyük bir dengesizlik vardır; hem de,
öylesine büyük dengesizlik ki, amir pozisyonunda olan kişilerin ücretleri,
kendi maiyetindekilerin ücretlerinden 3 misli aşağıdadır; yani, emrinde çalışan
bir personel 800 - 900 milyon lira alırken, bir mühendis, maalesef, 280 milyon
lira almaktadır. Keza, aynı şekilde, 1 inci derecede bir öğretmen 150 ilâ 190
milyon lira arasında ücret almaktadır. Aynı şekilde, bir polis memuru 160 ilâ
200 milyon lira arasında ücret almaktadır. Bunu, diğer kamu personeline de
yaygınlaştırdığımızda, gerçekten, görevin ehemmiyetine, önemine ve
sorumluluğuna paralel olarak ücret alınmadığı, çok büyük bir ücret
dengesizliğiyle karşı karşıya kaldığımız açıktır. Birkısım kurum ve
kuruluşların başlarında bulunanlar 4,5 - 5 milyar lira alırken, yine o
kurumların içerisindeki birkısım uzmanlar 1,5 milyar lira alırken, bir başka
kurumun başındaki 10 milyar lira alırken, bir diğer kurumun başındaki 7,5
milyar lira alırken, buna karşılık, bir memur 100 milyon lirayla geçinmekte,
bir emekli 60 ilâ 110 milyon lira arasında para almakta ve bununla geçimini
sürdürmektedir.
Değerli arkadaşlar, dünyanın hiçbir ülkesinde, böylesine ücret
dengesizliğine, böylesine çarpık bir anlayışa rastlanması mümkün değildir. Pek
tabiî ki, ülkemizde, bunu düzenleyecek ve düzeltecek bir siyasî iradeye ve aynı
zamanda bir devlet anlayışına ihtiyaç vardır.
Değerli arkadaşlar, kamu hizmetlerinin, özellikle tesirli, süratli ve
güçlü bir şekilde gerçekleştirilmesi hepimizin isteğidir. Buna paralel olarak,
devlette yeniden yapılanmaya da ihtiyaç vardır, devlette yeniden yapılanmayı da
gerçekleştirmek mecburiyetimiz vardır. Zaten, Avrupa Birliğine gireceğiz.
Avrupa Birliğine girdiğimiz zaman, bürokratik engellerin böylesine fazla
olduğu, özellikle maliyetlerin fevkalade üst seviyede olduğu bir hizmet
anlayışını başka yerde göremezsiniz; üstelik de, bir de, insanına güvenmeyen
bir işlem anlayışı, yine bizim hantal yapımızda vardır; oysa, dünyanın bütün
ülkeleri, önce kendi insanına güvenmekte ve onun müracaatını esas almakta,
doğru söylediğine inanmaktadır. Ne yazık ki, Türkiye'de, bizim yapımız, önce,
insanın yalan söylediği, güvenilmediği, ona paralel olarak da bürokratik
engellerin konulduğu bir devlet anlayışı, bir bürokratik engel, bir hantal
devlet anlayışı vardır. İşte, bütün bunların hepsinin giderilmesi gerekir.
Gerekir; ama, getirilen bu kanun tasarısında tereddütlerimiz var.
Değerli arkadaşlar, açık değil, net değil, yapılacak şey belli değil;
çok geniş bir şey var. Biz, tereddütler içerisinde olmamıza rağmen, son derece
iyi niyetle baktığımız bu tip düzenlemelerde, maalesef, konuyu bir uzman
anlayışı içerisinde ifade edecek bir arkadaşımızı orada görememenin üzüntüsünü
yaşıyoruz. Bu konu, Maliye Bakanlığının konusu; bu konu, personelden sorumlu
olan Bakanın konusu. Dolayısıyla, onların, bu konuları bize açıklamaları lazım.
Sakın ola ki, arkadaşımızı rencide edici bir hava içerisinde konuşmak istediğim
veya kasten söylediğim anlaşılmasın; ama, halen, eğer bir kamu kuruluşunda, bir
bakanlık veya bakanlığa bağlı kuruluşta bir çalışma varsa, bunu bilen bakan,
gelip, bize, en azından, neden bu yetki kanununa ihtiyaç var, bu yetki
kanunuyla neler yapacak; bunu açıklama zaruretini hisseder ve böylece Meclise
saygısını da ifade etmiş olurdu; daha açık, daha şık, daha güzel olurdu; ama, ne
yazık ki, bunu görememenin üzüntüsünü yaşıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, tasarının genel gerekçesi incelendiğinde çok açık
olarak görülecektir ki...
BAŞKAN – Sayın Bedük, bir dakika...
Efendim, süremiz dolmak üzere. Hatibin konuşması bitinceye kadar...
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, bir hususu arz edebilir miyim?
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Özür diliyorum konuşmacıdan.
Eğer izin verirseniz, biz, üç grup olarak, tasarının bitmesine kadar
çalışmak arzusundayız...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Olmaz...
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Değerli iki grup da bunu kabul ederse...
KAMER GENÇ (Tunceli) – İçtüzüğü uygulayın Sayın Başkan.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Sayın Başkan, benim sürem geçiyor...
BAŞKAN – Efendim, afedersiniz, uzatacağım; özür dilerim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Kusura bakmayın; ama, böyle bir anlayış
yok.
BAŞKAN – Afedersiniz...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Hatip burada konuşuyor, arkadaşımız
oradan başka bir öneri getiriyor.
BAŞKAN – Sayın Bedük, süremiz dolduğu için...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – İstirham ediyorum Sayın Başkan;
ciddiyete davet ediyorum.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, gruplar kabul etmiyor; sordum...
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Bir dakika... Bir hususu arz etmek istiyorum
efendim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Şu anda, üç grubun vermiş olduğu bir önerge
vardır. Belediyelerimiz malî yönden sıkıntı içerisindedir. Malî yönden,
hükümetimiz, getirmiş olduğu bu yetki kanununun içerisine belediyelerin....
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Sayın Başkan, ben, burada ayakta
bekliyorum ve siz söz hakkı veriyorsunuz; ben de burada bekliyorum.
BAŞKAN – Özür diliyorum. Bir dakika efendim...
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – ...malî yönünü rahatlatacak bir önergemiz de
vardı; grupların belki bundan haberi de yoktur.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Hiçbir şey bilmiyoruz, hiçbir konuyu
bilmiyoruz.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Belki, onu duydukları anda yardımcı olacaklarını
tahmin ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bedük, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın İsmail
Kahraman, Fazilet Partisi Grubu adına, Danışma Kurulunda alınan 24.00'e kadarki
sürenin dışında çalışmak istemiyorlar. Bendeniz de, 10 dakika kalmıştı, Sayın
Bedük'e söz vermiştim; birkaç dakikası kalıyor. Müsaade ederseniz, Sayın
Bedük'ün konuşması bitinceye kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Çok teşekkür ederim.
Ben, tekrar özür diliyorum Sayın Bedük; buyurun.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Sayın Başkan, çok daha fazla sürem
varken, maalesef, bu kadar zaman geçti; zannediyorum, bunu ilave edersiniz.
BAŞKAN – Sayın Bedük, bitirine kadar konuşabilirsiniz. Özür diledim
efendim. Ne yapalım?!
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu
tasarının, genellikle, belli bir somut ihtiyaca cevap verebilecek yeterlikte
düzenlemeyi ihtiva ettiği kanaati taşımıyoruz. Bu tasarıda, 1980 yılından bu
yana çıkarılmış bulunan ve Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olan birçok yetki
kanunları gerekçe ve amaçlarında olduğu üzere, aynı ifade ve amaçları ihtiva
etmektedir. Tasarı, sınır ve şümulu, ne yapılacağı ve ne yapılmak istendiği
belli olmayan, güncel ve acil problemlerden uzak, biraz da keyfîliğe kaçan bir
anlayış içerisinde hazırlandığı intibaı vermektedir.
Hükümet, bu tasarıda, gerçekten samimî idiyse, konusu belli, mevzuu
belli, hangi çerçevede meseleleri tahlil edeceğini veya değerlendireceğini, çok
açık ve net olarak ifade etmesi mümkündü; ama, bir taraftan, altı aylık süre
istiyoruz; bir taraftan da, bir başka maddede "kamu hizmetlerinde
etkinliğin artırılması ve kamu kesiminde ücret adaletinin sağlanması amacıyla
yürütülen bu çalışmaların tamamlanmasına kadar" -tamamlanmasına kadar,
açık söylüyorum- ibaresi açıkça görülmektedir. Süre bitiminden bahsetmiyor;
yani, çok farklı söylemler var. Ayrıca, ortada, Anayasanın öngördüğü acil ve
ivedi durum da yoktur. Tasarıda yer alan amaç, 20 yıldan bu yana da devam
ediyor; ama, konu, son derece saptırılıyor.
Diğer taraftan, bu tasarı, gerek Anayasa hükümlerine ve gerekse Anayasa
Mahkemesinin bu konudaki sayısız kararlarına aykırıdır. Zira, Anayasamızın 91
inci maddesiyle getirilen hükmün amacının, çeşitli Anayasa Mahkemesi
kararlarında, yetki kapsamının, hangi kanunun ya da kanunların, hangi madde ya
da maddelerinde veya hangi fıkra ya da fıkralarında, hangi ivedi veya beklemeye
tahammülü olmayan konuların düzenlemesinin yapılacağı hususunda çok açık ve net
bir ifade yok. Dolayısıyla, bu tasarı, öngörülen, ne amaç ne de ilkeler ile
süreye ilişkin maddesiyle, bir hususu, tam anlamıyla ifade etmemektedir.
Bu tasarı kanunlaştığı takdirde -parmak hesabıyla kanunlaşır; ama-
Anayasa Mahkemesi iptal eder; çünkü, müstakar kararları var. Bu kararları
dikkate almak mecburiyetindesiniz.
Anayasanın 91 inci maddesi hükmü, defalarca görmezlikten gelinmiş,
maddenin öngördüğü amaçtan uzak, problem çözmeye değil, aksine, haksızlıkların
ve problemlerin daha da artmasına, âdeta, çözümsüzlüğün altyapısının oluşmasına
zemin hazırlamıştır. Geçmişte alınan yetki kanunlarına dayanarak çıkarılmış
birçok kanun hükmünde kararname, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisine bile
hâlâ gelmemiştir.
Sayın milletvekilleri, bu tasarının amacı ve alanı belirsizdir. Tam
anlamıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilerinin hükümete devrini
öngörmektedir. Bu tasarı, evvelemirde, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 11 inci,
87 nci, 91 inci ve nihayet, 123 üncü ve 153 üncü maddelerine aykırı
bulunmaktadır.
Bu tasarı, 2 nci maddesine aykırı, zira, hukuk devleti olma, hukukun
üstünlüğü ve hukuku hâkim kılma anlayışından yoksun.
Yine, 6 ncı maddesinde "egemenlik, kayıtsız şartsız
milletindir" deniliyor. Türk Milleti, egemenliğini, yetkili organları
eliyle kullanır. Bu egemenlik hakkının kullanılması, hiçbir surette hiçbir
kişiye, zümreye bırakılamaz. Anayasa, kanun koyma, kaldırma ve değiştirme
yetkisini münhasıran, Türkiye Büyük Millet Meclisine tanımış olmasına karşın,
bizim yaptığımız bu şekildeki bir yetki
devrinin Anayasaya aykırı olacağı açıktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Anayasının 7 nci maddesine de aykırıdır.
Anayasanın bu maddesinde "yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir" deniliyor. "Bu yetki devredilemez" hükmünü içeriyor. Siz, bu hükmü görmüyor,
yok sayıyor ve hem de, öylesine geniş bir yetkiyi de veriyorsunuz. Bakın
"bu kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli, hızlı, süratli yürümesi,
etkin yürümesi, kamu disiplininin sağlanması" deniliyor ve daha sonra da
özellikle şu husus dile getiriliyor: Teşkilat, görev ve yetkilerini de
içerisine alacak şekilde tüm kamu kurum ve kuruluşlarını hedef alan bir
düzenlemeye doğru gidiyor. Yani, yetki, Türkiye Büyük Millet Meclisinden
alınıyor, doğrudan doğruya hükümet veya Bakanlıklar... Nasıl anlaşacaklar,
hangi baskı gruplarının etkisi altında kalacaklar, kim ne isteyecek; bu, halen
meçhul; ama, göreceksiniz, hükümet, çok büyük bir baskı altında kalacak.
Değişik kurumların, değişik meslek gruplarının hangisi ne kadar kaparsa
şeklindeki bir anlayış içerisine gidecektir. Bütün bunların hepsi, aslında
Anayasaya aykırıdır.
Tasarı bu haliyle, Anayasanın 11 inci maddesini de görmezlikten
gelmektedir ve yine, Türkiye Büyük Millet Meclisini devredışı bıraktığı için,
Anayasanın 87 nci maddesine de aykırıdır. Bu tasarı, Anayasanın 91 inci
maddesindeki ifadeye de, beyana da ve muhtevaya da aykırıdır. Tasarı,
Anayasanın 123 üncü maddesine aykırıdır. Anayasa, bu maddesiyle, kamu kurum ve
kuruluşlarının bir bütünlük içerisinde kanunla kurulacağını öngörmüştür.
Tasarıda, hangi kurumun, hangi göreviyle, hangi birimiyle ilgili alanlarda
değişiklik yapacaksınız; bu, belli değildir. Nihayet, tasarı, Anayasanın 153
üncü maddesine aykırıdır; çünkü, Anayasa Mahkemesinin kararları hiçe sayılmaktadır.
Sayın milletvekilleri, işte, sıkıntıya düşüldüğünde, kendi siyasî
bakımdan düşündüklerimizi kapabilmek için, hak aramak, hukuk aramak, hukukun
üstünlüğünden bahsetmek, hamasi nutuklar söylemek mümkün; ama, bunun dışında
da, maalesef, böyle kanunlar getirirsek, her şeyden önce, biz Anayasaya uymamış
oluruz. Oysa, başta hepimiz, Anayasaya uymak mecburiyetindeyiz, hukuka her
zaman saygılı olmak mecburiyetindeyiz. Hukuk veya Anayasa, başımız derde
girdiği zaman değil, her zaman, hepimize lazımdır.
Gelin, hep birlikte, Anayasa çerçevesinde meseleye bakalım ve bu kanunun
hangi maddesiyle, hangi kuruma ne getirileceğini çok açık ve müşahhas bir
şekilde açıklayıcı bilgileri de, Sayın Bakanımız, ilgili Bakanlarımız gelip
burada ifade etsinler diyorum ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve
FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bedük.
Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz dolmuştur.
Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresi ile olağanüstü halin
uzatılmasına dair Başbakanlık tezkerelerini, soruşturma komisyonları
raporlarını ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 28 Haziran
2000 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Hayırlı geceler efendim; teşekkür ederiz.
Kapanma Saati : 00.06
VI. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat
Dayanıklı’nın, Çorlu SSK Hastanesi inşaatına ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ın cevabı (7/2125)
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
tarafından yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.
B. Fırat Dayanıklı
Tekirdağ
SSK Kurumunun Çorlu’da bulunan arsası üzerine Çorlu SSK
Hastanesi inşaatına Çorlu Eğitim ve Sağlık Vakfınca başlanmış, ancak uzun bir
süredir herhangi bir çalışma yapılmadığından çürümeye terk edilmiştir.
1. Çorlu SSK Hastanesi inşaatı için SSK yönetim
kurulunun 20 Ocak 2000 tarihli kararı nedir?
2. Mevcut temellerin sökülmesi söz konusu mudur?
3. Yeni bir SSK hastanesi için ne zaman ihaleye
çıkılacaktır? Bu inşaat ne zaman bitirilecektir?
4. Çorlu’da binlerce SSK’lıya bugünkü konumunda
hizmet vermekte zorluk çeken SSK dispanserinin başka bir yere taşınması
hususunda ne gibi çalışmalar yapılmıştır?
T.C.
Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı 27.6.2000
Sosyal
Güvenlik Kuruluşlar
GenelMüdürlüğü
Sayı :
B.13.0.SGK.0.13.00.01/5114/016814
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 5.6.2000 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2125-5758/13828
sayılı yazınız.
Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı tarafından
hazırlanan “Sosyal Sigortalar Kurumu Çorlu Hastanesi inşaatına ilişkin”
7/2125-5758 Esas No.’lu yazılı soru önergesi ile ilgili olarak
SosyalSigortalarKurumu GenelMüdürlüğünden alınan bilgilere göre;
Sosyal SigortalarKurumunun Çorlu’da bulunan arsası
üzerinde, Çorlu Eğitim ve Sağlık Vakfınca yapımına başlanılan hastane inşaatı
hakkında, Kurumca teşekkül ettirilen teknik heyet tarafından yapılan incelemede;
1975 yılı Deprem Yönetmeliğine göre projelendirilen ve daha temel seviyesinde
olan inşaatın; söz konusu arsa üzerindeki mevcut imalatların sökülerek,
Tekirdağ Çorlu Bölgesinin çok süratli bir şekilde sanayileşmesi nedeniyle
ileride doğacak ihtiyaçlar da göz önüne alınarak, bahsekonu inşaatın yeni
deprem yönetmeliğine göre ve 250 yataklı olacak şekilde projelerinin
hazırlanması,
Ayrıca, şehir merkezindeki mevcut arsaya prefabrik
poliklinik inşaatı yapılması hususunda da gerekli hazırlıklara derhal
başlanılması SosyalSigortalarKurumu Yönetim Kurulunun 20.1.2000 tarih, VI/187
sayılı kararı ile uygun görülmüştür.
Diğer taraftan; 250 yataklı yeni Çorlu Hastane
inşaatının, Başbakanlığın Kamu Harcamalarındaki Tasarruf Tedbirleri Genelgesi
gereğince henüz ihalesi yapılamamıştır.
Halen faaliyetini sürdüren mevcut dispanserin yükünü
azaltmak amacıyla şehir merkezindeki mevcut arsaya prefabrik poliklinik inşaatı
yapılması ödenek temininden sonra gerçekleştirilecektir.
Bilgilerinize arz ederim.
Yaşar Okuyan
Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı
2. –
Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, PTT Diyarbakır Bölge Müdürlüğünün
Adana’ya bağlanacağı iddiasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün
cevabı (7/2126)
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun TBMM İçtüzüğünün 96 ncı maddesi
gereğince; Ulaştırma Bakanı Sayın Prof. Dr. Enis Öksüz tarafından yazılı olarak
cevaplandırılması konusunda aracılığınızı arz ederim.
Sacit Günbey
Diyarbakır
Diyarbakır; coğrafî konumu itibariyle kamu
kurum-kuruluş ve özel sektöre ait teşkilâtların Bölge Müdürlüklerine ev
sahipliği yapmaktadır. PTT Diyarbakır Bölge Başmüdürlüğü; Diyarbakır, Mardin,
Batman ve Siirt illerimize hizmet vermekte idi. Özelleştirme programı gereği
her il kendi il sınırlarından sorumlu başmüdürlüğü haline dönüştürüldü. Ancak
şu anda bölge müdürlüklerinin yeniden ihdas edilerek Diyarbakır’ın Adana’ya
bağlanacağını öğrenmiş bulunuyorum.
Bu yeni yapılanma hem yeni yatırımlara ihtiyaç
doğuracak, hem de hizmetin ulaşmasında büyük aksamalara sebep olacaktır.Bölge
Başmüdürlüğünün yeniden Diyarbakır’da devreye sokulması ilimiz ve bağlı
illerdeki vatandaşlarımızı memnun edecektir.
Bu konudaki çalışmalarınız nelerdir?
T.C.
Ulaştırma
Bakanlığı 26.6.2000
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
B.11.0.APK.0.10.01.21./EA/934-17542
Konu : Diyarbakır Milletvekili Sayın Sacit Günbey’in
yazılı soru önergesi
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 5.6.2000 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2126-5762/13849 sayılı yazısı.
Diyarbakır Milletvekili Sayın Sacit Günbey’in
7/2126-5762 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Enis Öksüz
Ulaştırma Bakanı
Diyarbakır Milletvekili Sayın Sacit Günbey’in
7/2126-5762 Sayılı
Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı
Soru :
Diyarbakır; coğrafî konumu itibariyle kamu kurum -
kuruluş ve özel sektöre ait teşkilâtların bölge müdürlüklerine ev sahipliği
yapmaktadır. PTT Diyarbakır Bölge Başmüdürülğü; Diyarbakır, Mardin,Batman ve
Siirt illerimize hizmet vermekte idi. Özelleştirme programı gereği her il kendi
il sınırlarından sorumlu başmüdürlüğü haline dönüştürüldü. Ancak şu anda bölge
müdürlüklerinin yeniden ihdas edilerek Diyarbakır’ın Adana’ya bağlanacağını
öğrenmiş bulunuyorum.
Bu yeni yapılanma hem yeni yatırımlara ihtiyaç
doğuracak, hem de hizmetin ulaşmasında büyük aksamalara sebep olacaktır. Bölge
başmüdürlüğünün yeniden Diyarbakır’da devreye sokulması ilimiz ve bağlı
illerdeki vatandaşlarımızı memnun edecektir.
Bu konudaki çalışmalarınız nelerdir?
Cevap :
Bilindiği üzere ülkemizdeki telekominikasyon sektörünün
liberalize edilerek serbest rekabete açılması ile ilgili düzenlemeler 29 Ocak
2000 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 4502 sayılı Kanunla tamamlanmış
bulunmaktadır.
Bu kanunla; Türk Telekominikasyon A.Ş. GenelMüdürlüğü,
233 sayılı KHK kapsamından çıkarılarak 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu ve
özel hukuk hükümlerine tâbi anonim şirket statüsüne kavuşturulmuş ve Telekominikasyon
sektöründe yıllardır var olan tekel hakkı, ses ve altyapı dışında kaldırılarak
sektör kısmen rekabete açılmış bulunmaktadır. Ancak ses ve altyapı ile ilgili
tekel hakkı da 2003 yılı sonunda sona erecektir. Ayrıca bu sürece paralel
olarak Türk Telekom hisselerinin % 49’unun (stratejik bir ortağa % 20’si blok
satış olmak üzere) devri de gerçekleştirilecektir.
Yapılan bu düzenlemeler sonucunda telekominikasyon
sektöründe oluşacak yoğun rekabet ortamında, Türk Telekomun başarılı olmasını
sağlamak amacıyla bazı yönetimsel ve yapısal değişikliklerin yapılması zorunlu
hale gelmiştir.
Yapılacak bu değişikliklerin tespiti amacıyla, Türk
Telekom bünyesinde konunun uzmanlarından oluşturulan bir komisyon, bu konuda
deneyimli yabancı kuruluşların da görüşlerini alarak yoğun ve detaylı bir
çalışma yapmıştır. Bu çalışmalar sonucunda; Türk Telekom Taşra Teşkilâtının
doğrudan Genel Müdürlüğe bağlı 82 adet başmüdürlük olarak yapılandırılmasının,
genel müdürlüğün ekonominin ve sosyal gelişmenin itici gücü olan telekominikasyon
alanındaki teknolojik gelişmeleri takip ederek bunları uygulamaya koyması,
yatırım politika ve hedeflerinin belirlenmesi gibi aslî gövrevlerini ciddî bir
şekilde engellediği tespit edilmiştir. Bu olumsuzluğun giderilmesi amacıyla,
Telekom Başmüdürlüklerinin İl Telekom Müdürlüklerine dönüştürülerek bunların
belirli sayıda oluşturulacak bölge müdürlüklerine bağlı olacağı bölgesel bir
yapı oluşturulmasına karar verilmiştir.
Bu yapı içerisinde bölge müdürlükleri doğrudan genel
müdürlüğe bağlı olacak ve bu müdürlükler yetki alanındaki illerin yatırım,
bakım, faturalama, tahsilat, işletme ve diğer destek hizmetlerinin planlama ve
koordinasyonundan sorumlu olacaklardır. İl Telekom Müdürlükleri ise şimdiye
kadar olduğu gibi kendi illeri içerisindeki yatırım, bakım ve işletme
faaliyetlerini yapmaya devam edeceklerdir.
Ulaşım imkânları, abone sayıları, transmisyon
şebekeleri ve personel durumu göz önüne alınarak, İstanbul, Ankara, İzmir,
Adana, Erzurum ve Trabzon illeri bölge müdürlüğü olarak tespit edilmiş ve Türk
Telekominikasyon A.Ş. Yönetim Kurulunca da onaylanmıştır.
4502 sayılı Kanun gereğince, 4.4.2000 tarih ve 24010
mükerrer sayılı Resmî Gazetede de yayımlanan 2000/331 sayılı BakanlarKurulu
Kararı ile Türk Telekom Taşra Teşkilâtı, 6 bölge müdürlüğü ve 82 İl Tekekom
Müdürlüğü olarak belirlenmiştir.
Bu nedenlerle, oluşturulan yeni bölgesel yapı
içerisinde Diyarbakır İli, Adana Bölge Müdürlüğüne bağlı olarak faaliyetine
devam edecektir.
Diğer yandan, Bakanlığımız ilgili kuruluşu Posta ve
Telgraf Teşkilâtı (PTT) Genel Müdürlüğünün Yeniden Yapılanma Programı
çerçevesinde, Diyarbakır PTT Başmüdürlüğünün Adana’ya bağlanması hususunda
herhangi bir çalışması bulunmamaktadır.
3. –
Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz’ın, Şanlıurfa - Karaali
Bölgesindeki sıcak su havzasına ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun
cevabı (7/2154)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sayın Turizm Bakanı Erkan Mumcu
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz ederim. 5.6.2000
Mustafa Niyazi Yanmaz
Şanlıurfa
MTA ve Şanlıurfa Valiliğinin katkılarıyla Şanlıurfa
Karaali Bölgesinde yaklaşık 90 bin da’lık alanda 50°’nin üzerinde bir sıcak su
havzasına rastlanmıştır. Bir kültür cenneti olan GAP Bölgesinde böyle bir
oluşuma rastlanması jeotermal sağlık ve turizm yönünden çok büyük bir avantaj
sağlamış nihayetinde özel idare tarafından yaptırılacak iki adet kaplıca ve
tesislerinin yapım faaliyetlerine başlanmıştır.
Bakanlığınız hem bu imkânların tanıtımı hem de gelişmesi
yönünde bir çalışma yapmakta mıdır?
T.C.
TurizmBakanlığı 27.6.2000
Hukuk
Müşavirliği
Sayı :
B.170.HKM.0.00.00.00./1627-17917
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı
GenelSekreterliği
Kanunlar ve Kararlar
Dairesi Başkanlığı
İlgi : 12.6.2000 tarih ve 2-7/2154-5875-14184 sayılı
yazınız.
İlgi yazınız ekinde Bakanlığıma cevaplandırılmak üzere
gönderilen Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mustafa Niyazi Yanmaz’a ait yazılı soru
önergesi incelenmiştir.
Şanlıurfa Karaali kaplıcasının bulunduğu alan, Bakanlığımca
1999 yılında tamamlanmış olan GAP Bölgesel Master Planı kapsamında kalmakta
olup, bu plan ile yörenin oldukça önemli bir jeotermal potansiyele sahip
olduğuna dikkat çekilmiş; bu alanda termal turizmin ve seracılığın
geliştirilmesine yönelik alt ölçekli planlama çalışmalarının yapılmasıyla,
Şanlıurfa İli için 2020 yılı oluşması öngörülen toplam 5 200 yeni yatak
kapasitesinin 4 000’inin bu alanda oluşturulması önerilmektedir. Konuya ilişkin
planlama çalışmaları, önümüzdeki yıllarda çalışma programımıza alınacaktır.
Bilgilerinize arz ederim.
Erkan Mumcu
Turizm Bakanı
4. – Aksaray
Milletvekili Murat Akın’ın, Aksaray-Eskil İlçesinin mahalle yollarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/2166)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak cevaplandırılmak
üzere Başbakan Sayın Bülent Ecevit’e yöneltilmesi hususunu arz ve talep ederim.
Murat Akın
Aksaray
1. Aksaray İline bağlı Eskil İlçesi 10 mahalleden
oluşan ve bu mahallelere bağlı seksenaltı yerleşim yerlerinden teşekkül etmiş
yirmibin nüfuslu bir ilçemizdir. Başka bir örneği bulunmayan ilçemizin ilçe
merkezine uzaklığı 5 km’den başlayıp, 80 km’ye kadar ulaşan bu yerleşim
alanlarında nüfus yoğunluğu 1 500-2 000 arasında değişen yerleşim yerleri
mevcuttur.
Söz konusu yerleşim yerlerinin merkeze bağlı mahalle
statüsünde olduğundan, ulaşım tarla ve stabilize yollardan sağlanmaktadır.
Belediye yeterli hizmeti götürememektedir. Dünyanın hiçbir yerinde ilçe
merkezine uzaklığı 5 ile 80 km arasında mahallesi olan yerleşim yeri yoktur. Bu
durum ilçe halkının yıllarca çile çekmesine sebep olmuştur.
Normal şartlarda ulaşım sağlayamayan tarla ve stabilize
yollar yağmur ve kar yağışı sonucu tamamen yerleşim yeri ile ilçe merkezi
arasında ulaşım yapılamamakta, ani ölümler ulaşım olmadığından kaçınılmaz
korkunç bir boyut almıştır.
Söz konusu yerleşim yerleri ne Köy Hizmetleri ne de
Karayolları ağı içerisinde yer almamaktadır. Belediye ise dünyada örneği dahi
görülmemiş böyle bir mahalleye yol olarak hizmet götürmesi bugünkü bütçe
imkânları dahilinde mümkün değildir. İlçe halkının özlemi olan suya belediyenin
bütün imkânları neticesinde kavuşulmuştur.
Eskil İlçemizin mahallelerine ait bu yerleşim yerlerine
yol olarak hizmeti açısından hizmet nasıl götürülecektir?
2. Örneği olmayan Eskil İlçesi Belediyesine bu
durumun giderilmesi için ek kaynak aktarılması için bir çalışmanız var mıdır?
T.C.
İçişleri
Bakanlığı 22.6.2000
Mahallî
İdareler GenelMüdürlüğü
Sayı :
B.05.0.MAH.0.65.00.002/80699
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) Başbakanlığın 15.6.2000 tarihli ve
B.02.0.KKG.0.12/106-263-1/2932 sayılı yazısı.
b) TBMM Başkanlığının 12.6.2000 tarihli ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.10.00.02-7/2166-5889/14204 sayılı yazısı.
Aksaray Milletvekili Murat Akın tarafından
SayınBaşbakana tevcih edilen ve Başbakan adına koordinatörlüğümde
cevaplandırılması tensip buyurulan “Aksaray İli Eskil İlçe Belediyesine yol
hizmeti götürülmesi ve bu Belediyeye kaynak aktarılmasına ilişkin” yazılı soru
önergesiyle ilgili olarak;
Bakanlığım bünyesinde bulunan Mahallî İdareler Fonundan
nüfusu 50 000’in altında bulunan belediyelere, proje karşılığında Mahallî
İdareler Fon Yönetmeliğinin 7 nci maddesinde belirtilen hizmet ve yatırımları
(hizmet binası, çocuk parkı, okuma odası, kitaplık, spor tesisleri, vb) için
azamî 10 500 000 000 TL. tutarında yardım yapılabilmektedir. Bu çerçevede
4.5.2000 tarihinde park projesi karşılığında adı geçen belediyeye 3 milyar TL.
yardım yapılmıştır.
1580 sayılı Belediye Kanunu uyarınca, beldeye ve belde
sakinlerine yerel nitelikli hizmet götürülmesi yetkisi ve görevi belediye
idarelerine aittir. Bu nedenle, belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde
yol, su, kanalizasyon ve imar gibi yerel nitelikli hizmetlerin yerine
getirilmesi belediyenin görevleri arasındadır.
Ancak, belediyelerimiz belde sakinlerine hizmet vermede
kaynak sıkıntısı nedeniyle zorlanmaktadırlar. Bu nedenle, başta belediyelerimiz
olmak üzere mahallî idarelerin içinde bulundukları sorunlara çözüm bulmak
amacıyla Bakanlığımızca hazırlanan “Mahallî İdarelerle İlgili Çeşitli
Kanunlarda Değişiklikler Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” 14.12.1999 tarihinde
Başbakanlığa sunulmuştur. Söz konusu Tasarı da; belediyelerin gerek genel bütçe
vergi gelirlerinden aldıkları payın artırılması, gerekse bu idarelere yeni
gelir kaynakları sağlanmasına ilişkin düzenlemeler yer almakta olup, tasarının
yasalaşmasıyla belediyelerimizin malî sorunlarının önemli ölçüde azalacağı
düşünülmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Sadettin Tantan
İçişleri Bakanı
BİRLEŞİM 120
NİN SONU